23.08.2017 Views

İsim ve Sıfat Tevhidi

Mektebe -> Kitablarımız -> İsim ve Sıfat Tevhidi (Ömer Faruk)

Mektebe -> Kitablarımız -> İsim ve Sıfat Tevhidi (Ömer Faruk)

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong><br />

TEVHİDİ<br />

Ömer Faruk


- İÇİNDEKİLER -<br />

Mukaddime 4<br />

<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong>’nin Tarifi 6<br />

Tarifte Geçen Kavramların Anlamları 6<br />

<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>larda Kaideler 12<br />

1) Allah’ın <strong>İsim</strong>leri Hakkında Kaideler 14<br />

2) Allah’ın <strong>Sıfat</strong>ları Hakkında Kaideler 22<br />

3) Allah’ın <strong>İsim</strong>lerinin <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>larının Delilleri<br />

Hakkında Kaideler 34


بِسْ‏<br />

ِ ِ<br />

ِ ِ الرَّ‏ حْ‏ نِ‏ الرَّ‏ حِ‏ ي<br />

MUKADDİME<br />

Bilindiği üzere tevhid, Ulûhiyyet tevhidi, Rubûbiyyet<br />

tevhidi <strong>ve</strong> <strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> sıfatlar tevhidi olmak üzere üç kısımdan<br />

oluşur. 1 Birazdan tarifi yapıldığında da görülecektir<br />

ki, aslında Rubûbiyyet tevhidi ile <strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> sıfatlar<br />

tevhidi arasında bir fark yoktur. Bu sebeple ki selef ’ten,<br />

tevhid’i “marifet <strong>ve</strong> ispat tevhidi” -ki bu kısım, Rubûbiyyet<br />

<strong>ve</strong> <strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar tevhidi’nin karşılığındadır- <strong>ve</strong><br />

“talep <strong>ve</strong> kast tevhidi” -ki bu kısım ise Ulûhiyyet tevhidi’nin<br />

karşılığındadır- diye ikiye böldükleri aktarılmıştır.<br />

Ancak, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isimleri <strong>ve</strong> sıfatları<br />

hususunda bidat fırkaları tarafından bir takım batıl görüşler<br />

ileri sürülünce, özellikle onların bu mevzudaki<br />

görüşlerini reddetmek amacıyla İslam âlimleri, isim <strong>ve</strong><br />

sıfatlar tevhidini ayrı bir kısım olarak addedip tevhid’i<br />

üç kısma ayırmışlardır. İşte bizler de bu yazıda, Allah<br />

1. Detaylı bilgi için “Gençlerle Tevhid Dersleri’ne müracaat ediniz.<br />

04


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin isim <strong>ve</strong> sıfatları hakkındaki günümüzde<br />

de halen varlığını sürdüren bu batıl görüşlere değinerek,<br />

diğer meselelerde olduğu gibi bu meselede de<br />

Kur’ân, sahih sünnet <strong>ve</strong> salih selefimizin fehmini (anlayışını)<br />

esas alan Ehl-i Sünnet âlimlerimizden öğrendiğimiz<br />

kadarıyla bu görüşlerin hakka aykırı olduğunu<br />

ispatlayıp nasıl bir itikada sahip olunması gerektiğini<br />

açıklamaya <strong>ve</strong> bunun dışında Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

isimleri <strong>ve</strong> sıfatları ile ilgili başka konulardan da bahsetmeye<br />

gayret edeceğiz.<br />

<br />

05


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong>’nin<br />

Tarifi<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin, Kitabında <strong>ve</strong>ya Rasûlü’nün<br />

diliyle kendisini isimlendirdiği <strong>ve</strong> vasıfladığı şeylerde<br />

(yani Kur’ân’da <strong>ve</strong> sahih sünnet’te geçen isimlerinde <strong>ve</strong><br />

sıfatlarında), tahrîf, ta’tîl, temsîl <strong>ve</strong> tekyîf olmaksızın<br />

bir olduğuna, hiçbir ortağının olmadığına inanmaktır.<br />

Tarifte Geçen Kavramların<br />

Anlamları<br />

1) Tahrîf: <strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> sıfat naslarının lafız <strong>ve</strong> manalarını<br />

asıllarından çıkartıp değiştirmektir. Buna göre tahrîf<br />

iki kısma ayrılır:<br />

a) Lafız Tahrîfi: Bunun bir örneği, Cehmiyye ekolüne<br />

mensup bazı kimselerin, “Allah Musayla konuştu”<br />

(Nisâ, 164) âyetini, hareke değişikliği yaparak “Musa Allah’la<br />

konuştu” (yani Allah Musa ile konuşmadı) anlamına<br />

getirmeleridir.<br />

06


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

b) Mana Tahrîfi: Bunun manası; lafzı, asıl/zahir<br />

(ilk olarak anlaşılan) anlamından -ki ileride zahir anlam<br />

üzerinde durulacaktır- başka bir manaya değiştirmektir.<br />

Cehmiyye, Mu’tezile, Eş’arî <strong>ve</strong> Mâturîdîler’in<br />

yaptığı gibi, “(Allah): Ey İblis! Seni iki elimle yarattığıma<br />

secde etmenden alıkoyan şey nedir?...” (Sâd, 75) âyetinde<br />

geçen “iki el” ifadesini nimet <strong>ve</strong>ya kudret diye manalandırmak,<br />

-izah edileceği üzere- mana tahrîfi’nin bir<br />

misalidir.<br />

Kimi ilim ehli, tarifte geçen “tahrîf… olmaksızın”<br />

ifadesi yerine “te’vîl… olmaksızın” ifadesini kullanmışlar<br />

<strong>ve</strong> bununla, sahih <strong>ve</strong> batıl tevil diye iki kısmından<br />

biri olan <strong>ve</strong> mana tahrîfi’nin anlamdaşı olan batıl te’vil’i<br />

kastetmişlerdir. 2<br />

2) Ta’tîl: <strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> sıfatları, tahrîf ederek <strong>ve</strong>ya etmeyerek<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında olumsuz kılmaktır.<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isim <strong>ve</strong> sıfatlarında ta’tîl yapanlara<br />

“Muattıla” denir.<br />

2. İbn Useymîn (rahimehullah) “Şerhu’l Akîdeti’l Vâsıtıyye” adlı eserinde,<br />

tahrîf kavramını kullanmanın daha doğru olduğuna dair<br />

dört sebep zikretmiştir.<br />

07


Tahrîf <strong>ve</strong> Ta’tîl arasındaki fark: Aradaki farkı bir<br />

örnek üzerinden açıklayalım; “Rahman arşa istiva etti”<br />

(Tâhâ, 5) âyetini zahir anlamından (yani Allah’ın, arşın<br />

üzerine yükselip orada karar kılması anlamından)<br />

soyutlamak ta’tîl, bunun akabinde âyeti, Cehmiyye,<br />

Mu’tezile, Eş’arî <strong>ve</strong> Mâturîdîler’in yaptığı gibi ‘Allah<br />

arşı istîlâ etti/egemenliği altına aldı’ şeklinde anlamlandırmak<br />

ise tahrîftir. Birisi de bu âyet hakkında;<br />

“E<strong>ve</strong>t, Allah (azze <strong>ve</strong> celle) arşa istiva etmiştir, ama bunun<br />

ne anlama geldiğini bilmiyorum; bu âyete ne zahir anlamını<br />

<strong>ve</strong>riyorum, ne de “istîlâ etti” vb. zahir anlamına<br />

aykırı bir anlam <strong>ve</strong>riyorum, manasını Allah’a (azze <strong>ve</strong><br />

celle) havale ediyorum” derse, bu kimse zahir bir anlamı<br />

başka bir anlamla değiştirmediğinden ötürü tahrîf<br />

yapmamış olmakla beraber, zahir anlamı Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle) hakkında olumsuz kılması nedeniyle ta’tîl yapmış<br />

olur. 3 Yani ta’tîl tahrîften daha geneldir. Her tahrîf bir<br />

ta’tîl’dir, ama her ta’tîl tahrîf değildir.<br />

3) Temsîl: Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatının <strong>ve</strong>ya sıfatlarının<br />

mahluklarınki gibi olduğuna inanmaktır. Örneğin,<br />

Allah’ın işitmesi biz insanların işitmesi gibidir”,<br />

<strong>ve</strong>ya “Allah’ın eli bizim elimiz gibidir” demek gibi. Al-<br />

3. Bu düşünceye sahip olan kimselere Muattıla denmekle birlikte<br />

aynı zamanda “Mufavvida” diye de isimlendirilirler.<br />

08


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

lah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isim <strong>ve</strong> sıfatlarında Temsîl yapanlar<br />

“Müşebbihe” <strong>ve</strong> “Mümessile” diye isimlendirilmiştir. 4<br />

4) Tekyîf: Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi herhangi bir mahluka<br />

benzeterek <strong>ve</strong>ya benzetmeyerek onun zatını <strong>ve</strong>ya sıfatlarını<br />

belli bir bir ölçüye koymaktır/nitel endirmektir<br />

(bunların keyfiyetini zikretmektir). Örneğin, “Allah<br />

gecenin son üçte birinde dünya semasına şöyle şöyle iner”<br />

demek gibi. Keza Râfizî Hişam İbnu’l Hakem’in tabileri<br />

olan Hişâmîler’in; “Allah’ın uzunluğu eni gibidir” 5 sözleri<br />

de tekyif ’e <strong>ve</strong>rilecek bir örnektir.<br />

Burada şunu belirtmek gerekir; Bizler Ehl-i Sünnet<br />

olarak isim <strong>ve</strong> sıfatlarda tekyîf yapmayız, ancak bunun<br />

anlamı, mutlak anlamda keyfiyeti olumsuz kılmak değildir.<br />

4. Kimi âlimler, tarifte geçen “temsîl” kelimesinin yerine “teşbîh”<br />

ifadesini kullanmışlardır. Ancak temsîl kavramını kullananlarla<br />

teşbîh kavramını kullananlar aynı anlamları kastetmişlerdir.<br />

Bununla birlikte bu kavramlar arasında şöyle ince bir fark vardır;<br />

Temsîl, Allah’ın bir sıfatıyla mahluk’un bir sıfatı arasında<br />

her yönden benzetme yapmaktır. “Allah’ın eli tamamiyle/her<br />

yönüyle filin eli gibidir” demek gibi. Teşbîh ise, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)<br />

ile mahluk’un sıfatları arasında bazı yönlerde benzetme yapmaktır.<br />

(Bkz: ez-Zinâd fî Şerhi Lum’ati’l İ’tikâd, Ali b. Hudayr<br />

el-Hudayr, sy:6)<br />

5. Bkz: Makâlâtu’l İslâmiyyîn, Ebu’l Hasen el-Eş’arî, sy:31.<br />

09


Örneğin, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin arşa istivasının bir<br />

keyfiyeti olduğuna inanırız. Zira herbir şey mutlaka<br />

bir keyfiyyet üzere olur. Ancak Allah (azze <strong>ve</strong> celle), bu<br />

istivanın nasıl olduğunu bize bildirmediği için bunu<br />

bilemeyiz.<br />

Tekyîf ile Temsîl arasındaki fark: Tekyîf temsîlden<br />

daha geneldir. Her temsîl bir tekyîftir. Çünkü Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatını mahluka benzeten biri, otomatikmen<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatını keyfiyetlendirmiş<br />

olur. Ancak her tekyîf temsîl değildir. Zira her tekyîf ’de<br />

mahluka benzetmek yoktur.<br />

<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> sıfatlar tevhidi’nin ne anlama geldiğini bildikten<br />

sonra, tevhid’in bu kısmının şu iki asıl üzerine<br />

bina edildiğini söyleyebiliriz:<br />

1) Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi, mahluklara benzemekten,<br />

-başka bir tabirle- noksan sıfatlardan tenzih etmektir.<br />

Örneğin, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi, azâlarının, uzunluğunun,<br />

eninin, derinliğinin, tadının, kokusunun (yani cisimlerden<br />

bir cisim) 6 olmasından tenzih etmek <strong>ve</strong>ya ağla-<br />

6. Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin, cisimlerden bir cisim olduğuna; uzunluğunun,<br />

eninin, derinliğinin, tadının <strong>ve</strong>ya kokusunun olduğuna<br />

itikad edenlere “Mücessime” denilmektedir.<br />

10


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

mak, üzülmek, acıkmak, susamak gibi sıfatlarla vasıflamamak.<br />

2) Kendisinde hiçbir eksiklik bulunmayan kâmil/<br />

kemal sıfatları Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında ispat etmek/<br />

olumlu kılmaktır.<br />

Şûrâ sûresinin meşhur 11. âyeti, bu iki asla da delalet<br />

etmektedir:<br />

لَيْسَ‏ كَمِثْلِهِ‏ شَ‏ ْ ءٌ‏ وَهُوَ‏ السَّ‏ مِيعُ‏ الْبَصِ‏ ريُ‏<br />

“…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitendir,<br />

her şeyi bilendir.” 7<br />

<br />

7. İlk cümle ilk maddeye, ikinci cümle de ikinci maddeye delalet<br />

etmektedir.<br />

11


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>larda Kaideler 8<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isim <strong>ve</strong> sıfatları hakkında<br />

üzerlerinde duracağımız kaideler, -birazdan da görüleceği<br />

gibi- ya Kur’ân <strong>ve</strong>ya sünnetin delalet ettiği, ya da<br />

Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’e kesinlikle aykırı düşmeyen kaidelerdir.<br />

Ve bu kaideler, Ehl-i Sünnet’in isim <strong>ve</strong> sıfatlar<br />

konusundaki inancını ortaya koyan kaideler olmakla<br />

birlikte aynı zamanda birçoğu, Ehl-i Sünnet inancına<br />

aykırı görüşlere de cevap niteliğindedir.<br />

Bizler bu kaidelerin bir kısmını zikredeceğiz. Ve bu<br />

kaideleri, “Allah’ın <strong>İsim</strong>leri Hakkında Kaideler”, “Allah’ın<br />

<strong>Sıfat</strong>ları Hakkında Kaideler” <strong>ve</strong> “Allah’ın <strong>İsim</strong>lerinin<br />

<strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>larının Delilleri Hakkında Kaideler”<br />

8. Buradan risalenin sonuna kadar ki bölüm, daha çok İbn<br />

Useymîn’in “el-Kavâidu’l Muslâ” isimli eseri <strong>ve</strong> onun şerhleri<br />

olan “el-Mücellâ Şerhu’l Kavâidi’l Muslâ” <strong>ve</strong> “Şerhu’l Kavâidi’l<br />

Muslâ” adlı kitaplardan <strong>ve</strong> yine İbn Useymîn’in “Şerhu’l Akîdeti’l<br />

Vâsitıyye” eserinden <strong>ve</strong> Ali b. Hudayr el-Hudayr’in “ez-<br />

Zinâd fî Şerhi Lum’ati’l İ’tikâd” isimli kitabından istifade edilerek<br />

hazırlanmıştır.<br />

12


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

şeklinde üç başlık altında ele alacağız. Buna geçmeden<br />

önce ilk olarak, “Allah’ın <strong>İsim</strong>leri” <strong>ve</strong> “Allah’ın <strong>Sıfat</strong>ları”<br />

ifadelerinin ne anlama geldiğini açıklayalım:<br />

Allah’ın <strong>İsim</strong>leri: Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatına delalet<br />

eden <strong>ve</strong> ona ait kâmil/kemal sıfatları içeren kelimelerdir.<br />

El-Hakîm ismi gibi.<br />

Allah’ın <strong>Sıfat</strong>ları: Allah ile kâim/var olan kemal<br />

özelliklerdir. Hikmet sıfatı gibi.<br />

<br />

13


1) Allah’ın <strong>İsim</strong>leri Hakkında<br />

Kaideler<br />

1. Kaide: Allah’ın bütün isimleri en güzelidir: Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) şöyle buyurmaktadır:<br />

وَلِلَّهِ‏ الْ‏ ‏َسْ‏ مَ‏ ءُ‏ الْحُسْ‏ نَى<br />

“En güzel isimler Allah’ındır…” (A’râf, 180)<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bütün isimleri, kendisinde<br />

hiçbir eksiklik bulunmayan kâmil sıfatları içerdiği için<br />

en güzel isimlerdir. Örneğin, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin “el-<br />

Hayy” (diri olan) ismi, öncesinde yokluğun olmadığı,<br />

sonrasında da yokluğun olmayacağı kâmil bir hayat<br />

sıfatını içermektedir. Yine “el-Alîm” (bilen) ismi, öncesinde<br />

bilmemenin olmadığı, sonrasında da unutmanın<br />

peyda olmayacağı, bütün her şeyi kuşatan bir ilim sıfatını<br />

içermektedir.<br />

14


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

2. Kaide: Allah’ın isimleri hem özel isimdir hem<br />

de sıfattır: Yani Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isimleri, Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatına delalet etmesi itibarıyla özel isimdir.<br />

Bu itibarla isimlerin hepsi eş anlamlıdır. İçerdiği<br />

manalara/sıfatlara delalet etmesi itibarıyla ise sıfattır.<br />

Zira bütün isimler kendi özel manalarına/sıfatlarına<br />

delalet eder. Bu itibarla da bütün isimler ayrı anlamdadır.<br />

Örneğin el-Azîz, er-Rahmân <strong>ve</strong> el-Kadîr isimlerinin<br />

hepsi, sadece Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatına delalet<br />

etmesi yönüyle özel isimlerdir <strong>ve</strong> dolayısıyla bu itibarla<br />

hepsinin anlamı aynıdır. Ancak bu isimlerden herbiri<br />

sırasıyla; izzet, rahmet <strong>ve</strong> kudret sıfatlarını içerisinde<br />

barındırmaktadır. Buna göre de bu isimlerin hepsi ayrı<br />

anlamdadır.<br />

Bu kaide, Mu’tezile’nin isim <strong>ve</strong> sıfatlar meselesindeki<br />

görüşünü reddetmektedir. Onlar, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

isimlerini kabul edip sıfatlarını kabul etmezler.<br />

Yani Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isimlerinin hiçbir manaya<br />

delalaet etmeyen özel isimler olduğuna inanırlar! Örneğin<br />

derler ki; “Allah Basîr’dir (görendir), ancak görmesi<br />

yoktur. Semî’dir (işitendir), ama işitmesi yoktur.<br />

Rahîm’dir (merhamet edendir), ama rahmeti yoktur!” 9<br />

9. Mu’tezile’yi böyle bir görüşü savunmaya iten sebeplerden biri,<br />

“sıfatın fazla olmasının zatın (ilahların) da fazlalığını gerektir-<br />

15


Ancak onların cumhuru bunu şöyle izah ederler: “Örneğin,<br />

Allah Semî’dir (işitendir), ama işitme sıfatıyla<br />

Semî’ değildir. Basîr’dir (görendir) ama görme sıfatıyla<br />

Basîr değildir. Allah zatıyla Semî’dir, zatıyla Basîr’dir.<br />

Yani Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin işitme <strong>ve</strong> görme sıfatı yoktur,<br />

fakat Allah zatıyla Semî’dir, Basîr’dir.” 10 Bu batıl bir görüştür.<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle) şöyle buyurmaktadır:<br />

وَهُوَ‏ الْغَفُورُ‏ الرَّحِ‏ يمُ‏<br />

“…O Ğafûr’dur (bağışlayandır), Rahîm’dir (rahmet<br />

edendir).” (Ahkâf, 8)<br />

diği”ne inanmalarıdır. Mesela onlara göre Allah hakkında dört<br />

sıfat ispat eden biri dört tane ilah ispat etmiş demektir! Çünkü<br />

zâtî (yani hiçbir zaman Allah’tan ayrılmayan, her zaman Allah’da<br />

olan) sıfatlar kadîm’dir/ezelîdir/başlangıcı yoktur. Dolayısıyla<br />

zâtî sıfatları kabul etmek birden çok kadîm’in (yani ilahın)<br />

olduğunu (teaddudu’l kudemâ/kadîmlerin çokluğu) söylemektir<br />

ki bu da şirktir! Onların, bu sapık düşüncelerine gerekçe olarak<br />

ileri sürdükleri bir başka neden de, sıfatları kabul etmenin<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi mahluka benzetmeyi gerekli kıldığına inanmalarıdır.<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi mahluka benzetmek ise şirktir.<br />

Yani onlara göre tevhid, sıfatları kabul etmeksizin Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle)’yi zatında birlemektir! Mu’tezile’nin, meşhur beş esasından<br />

biri olan “tevhid” esası ile kastettiği de işte budur.<br />

10. Bkz: el-Milel <strong>ve</strong>’n Nihal, Şehristânî, sy:38-39.<br />

16


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

وَرَبُّكَ‏ الْغَفُورُ‏ ذُو الرَّحْمَةِ‏<br />

Başka bir âyette de şöyle buyurur: “Senin rabbin<br />

Ğafûr’dur, rahmet sahibidir...” (Kehf, 58)<br />

Dikkat edilirse ilk âyette Rahîm ismi Ğafûr isminden<br />

sonra zikredilmiştir. İkinci âyette ise Ğafûr isminden<br />

sonra Rahîm isminin sıfatı olan “rahmet” sahibi<br />

ifadesi gelmiştir. Bu da gösteriyor ki, Rahîm olan Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) rahmet sıfatına sahiptir. 11 Dolayısıyla bizler<br />

Mutezile’nin dediği gibi sıfatları kabul ederek Allah ile<br />

beraber başka kadîmler (yani ilahlar) kabul etmiş olmuyoruz.<br />

Bizler bütün sıfatlarıyla birlikte tek bir ilah<br />

kabul ediyoruz.<br />

3. Kaide: Allah’ın isimleri tevkîfîdir (durdurulmuştur):<br />

Bunun anlamı şudur; Allah (azze <strong>ve</strong> celle), Kitap<br />

<strong>ve</strong> Sünnet’te gelmemiş isimlerle isimlendirilemez. Manasında<br />

bir sorun olmasa bile bu caiz değildir. Kitap<br />

<strong>ve</strong> Sünnet’te gelen isimlerle yetinilir. Örneğin, Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’ye dua ederken; “Yâ Alîm” deriz, ancak “Yâ<br />

Ârif ” (bilen) diyemeyiz. “Ya Hakîm deriz, ancak “Yâ<br />

Mühendis” diyemeyiz. Yine Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi “el-Ev-<br />

11. Buna benzer başka âyetlerde vardır. Örneğin, Mücâdele 21, Zâriyât<br />

58, Fâtır 10. Bu âyetlerin hepsi birbiriyle bağlantılıdır.<br />

17


<strong>ve</strong>l” (başlangıcı olmayan) ismiyle isimlendiririz, ancak<br />

el-Ev<strong>ve</strong>l isminin anlamında “el-Kadîm” diyemeyiz.<br />

Keza Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi es-Semî’ isminin anlamına gelen<br />

Sâmi’ diye isimlendiremeyiz.<br />

Bu kaidenin doğruluğunu gösteren delillerden biri<br />

Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in şu duasıdır:<br />

ال أحيص ثناء عليك أنت كم أثنيت عىل نفسك<br />

“…Sana övgü sayamıyorum. Sen kendini nasıl övmüşsen<br />

öylesin.” (Müslim)<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi isimlendirmek de bir övgü olduğuna<br />

göre bu hadis gösteriyor ki, aklın, Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle)’nin isimleri hakkında bir yeri yoktur. Zira akıl,<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin hangi ismi hakettiğini idrak edemez.<br />

Eğer ki en güzel isimler Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnette geçen<br />

isimler ise, o halde aklın en güzel olarak düşündüğü<br />

isimler en güzel olmayıp “güzel” isimler olacaktır.<br />

Mu’tezile, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isimlerinin tevkîfî<br />

olduğunu kabul etmemiştir. Onlara göre eğer Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle), herhangi bir ismin içerdiği anlamla vasıflı<br />

olup bu isim herhangi bir noksanlık da çağırıştırmı-<br />

18


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

yorsa, o halde Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi bu isimle isimlendirmek<br />

caizdir!<br />

4. Kaide: Allah’ın isimleri belli bir sayıyla sınırlı<br />

değildir: Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) şöyle dua etmiştir:<br />

أسألك بكل اسم هو لك سميت به نفسك أو أنزلته يف<br />

كتابك أو علمته أحداً‏ من خلقك أو استأثرت به يف علم<br />

الغيب عندك<br />

“Kendisiyle nefsini isimlendirdiğin, <strong>ve</strong>ya kitap (lar)<br />

ında indirdiğin, <strong>ve</strong>ya kullarından herhangi birisine öğrettiğin,<br />

<strong>ve</strong>ya katındaki gayb ilminde tek elinde bulundurduğun<br />

sana ait olan bütün isimlerle senden istiyorum.” 12<br />

Hadiste geçen; “…gayb ilminde tek elinde bulundurduğun…”<br />

ifadesi, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bazı isimlerinin<br />

kullar tarafından bilinmediğini göstermektedir.<br />

Şâyet; “Bu kaide ile Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in;<br />

“Allah’ın 99 ismi vardır. Her kim bu isimleri sayarsa<br />

cennete girer.” 13 hadisini nasıl birleştireceğiz.” denilirse<br />

12. Ahmed, Hâkim, İbn Hibbân.<br />

13. Buhârî, Müslim.<br />

19


una şöyle cevap <strong>ve</strong>rilir: Bu hadis’e yanlış mana <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

Hadisin doğru manası; “Allah’ın, her kim ki<br />

saydığında cennete gireceği 99 ismi vardır.” şeklindedir.<br />

Hadis’e <strong>ve</strong>rilen bu manayla soruda <strong>ve</strong>rilen manası arasında<br />

fark vardır. Sorudaki mana, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

isimlerinin 99 sayısıyla sınırlı olduğuna delalet etmektedir,<br />

ancak burada <strong>ve</strong>rilen mana da ise 99 sayısıyla sınırlandırma<br />

söz konusu olmayıp, “saydığında kişinin<br />

cennete gireceği 99 ismi vardır” şeklinde bir anlam<br />

vardır. Bunu bir örnekle açıklayalım; Bir kimse; “Benim<br />

100 adet kitabım var. Bunları kursa vakfedeceğim”<br />

dese, bu kimsenin kitaplarının 100 adetle sınırlı olduğu<br />

anlaşılır. Ancak; “Benim kursa vakfedeceğim 100 adet<br />

kitabım var” dese, bu sözünden, onun toplam kitaplarının<br />

sayısının 100 olduğu sonucu çıkarılamaz.<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isim <strong>ve</strong> sıfatları hususunda<br />

Mu’tezile’den daha da ileri gidip sıfatlarla birlikte isimleri<br />

de kabul etmeyen Cehmiyye ekolünün aşırıları<br />

şöyle demişlerdir: “Şâyet Allah’ın 99 ismi vardır deseydim<br />

99 ilaha ibadet etmiş olurdum.” 14 Hatta bunların<br />

başı olan Cehm b. Safvan şöyle demiştir: “Ben el-Vâhid<br />

olan, es-Samed olan Allah’a ibadet etmiyorum! Ben<br />

ancak bununla (yani bu isimlerle) kastedilene ibadet<br />

14. Fethu’l Bârî, İbn Hacer, 13/378.<br />

20


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

ediyorum!” 15 16 Bu düşünceleri sebebiyle âlimlerimiz,<br />

Cehmiyye <strong>ve</strong> Müşebbihe hakkında şöyle demişlerdir:<br />

“Cehmiyye yok olana ibadet eder. 17 Müşebbihe puta<br />

ibadet eder. 18 Muvahhidler ise tek olan ilaha ibadet<br />

ederler.”<br />

15. Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehli’s Sünneti <strong>ve</strong>’l Cemâah, Lâlekâî, 2/240.<br />

Onları isim <strong>ve</strong> sıfatları kabul etmemeye <strong>ve</strong> böyle bir sözü söylemeye<br />

iten sebepler, Mutezile’nin ileri sürdüğü gerekçelerin aynısıdır.<br />

16. Sapıklığı son derece aşikâr olan bu görüş sahiplerine; “Ama Allah<br />

kendisi hakkında Semî’, Basîr vs. diyor!” denildiğinde buna<br />

kendilerince şöyle cevap <strong>ve</strong>rmişlerdir: “Bu isimlerle Allah’a işitme<br />

<strong>ve</strong> görmenin nisbet edilmesi, O’nun bu özelliklerle sıfatlanmış<br />

olması sebebiyle değil, O’nun, işiten <strong>ve</strong> gören mahlukları olması<br />

nedeniyledir. Bkz: Mecmûu Fetâvâ <strong>ve</strong> Rasâil, İbn Useymîn,<br />

8/23 (8. Cild, İbn Teymiyye’nin (rahimehullah) “el-Akîdetu’l Vâsitıyye”<br />

risalesinin şerhinden müteşekkildir.)<br />

17. Çünkü isim <strong>ve</strong> sıfatlardan soyutlu bir “varlık” -cansız bir varlık<br />

dahi olsa- bulunmamaktadır. Örneğin, sıradan bir kovanın<br />

uzunluk, genişlik, derinlik gibi sıfatları vardır. Veya bir taşın<br />

sertlik <strong>ve</strong> şekil gibi sıfatları vardır. O halde onlara göre Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin varlığı zihnî olup hâriç’te (zihnin dışında) Allah<br />

diye bir varlık yoktur. Zira dediğimiz gibi hâriç’teki bir varlığın<br />

kesinlikle bir sıfatı vardır.<br />

18. Zira Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi, yarattığı bir varlığa benzeten biri, hakikatte<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye ibadet etmemekte, zihninde tasavvur<br />

edip de Allah diye zanettiği o zihnindeki sûrete (yani puta) ibadet<br />

etmektedir.<br />

21


2) Allah’ın <strong>Sıfat</strong>ları Hakkında<br />

Kaideler<br />

1. Kaide: Allah’ın bütün sıfatları kemal sıfatlar<br />

olup hiçbir eksiklik içermez: İlim, görmek, işitmek,<br />

kudret, v.d. Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bütün sıfatları, kendisinde<br />

en ufak bir noksanlığın dahi bulunmadığı kemal<br />

sıfatlardır. O (azze <strong>ve</strong> celle), ölmek, bilmemek, unutmak,<br />

aciz olmak, duymamak, görmemek gibi bütün noksan<br />

sıfatlardan münezzehtir.<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bazı sıfatları vardır ki 19 bu sıfatlar,<br />

bazı yerlerde kemal iken bazı yerlerde ise noksandır.<br />

Bu durumda Allah (azze <strong>ve</strong> celle), kemal olduğu<br />

haliyle bu sıfatlarla sıfatlanır, noksanlık içerdiği haliyle<br />

ise bu sıfatlarla sıfatlandırılmaz. Yani ayrıntıya gitmeden<br />

ne mutlak anlamda bu sıfatlarla vasıflanır, ne de<br />

mutlak anlamda bu sıfatlar Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında<br />

olumsuz kılınır. Yapılması gereken ayrıntıya gitmektir.<br />

Tuzak kurmak, aldatmak (bkz: Nisâ, 142) <strong>ve</strong> alay etmek<br />

19. Ki bu sıfatlar -birazdan da tarifi yapılacaktır- fiilî sıfatlardandır.<br />

22


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

(bkz: Bakara, 14-15) sıfatları bu tür sıfatların örneğidir.<br />

Bu sıfatlar kimi zaman yerilen sıfatlar olmakla birlikte<br />

kimi zamanlar ise övülen sıfatlardır. Allah (azze <strong>ve</strong> celle)<br />

Kur’ân’da bu sıfatları, kendisine, Rasûlüne <strong>ve</strong> müminlere<br />

tuzak kurma, onları kandırma <strong>ve</strong> onlarla alay etme<br />

eyleminde bulunan kimselere karşılık <strong>ve</strong>rme bağlamında<br />

zikretmiş, mutlak olarak/kayıtsız bir şekilde<br />

zikretmemiştir. Örneğin Allah (azze <strong>ve</strong> celle) buyurur ki:<br />

وَإِذْ‏ يَ‏ ‏ْكُرُ‏ بِكَ‏ الَّذِ‏ ينَ‏ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ‏ أَوْ‏ يَقْتُلُوكَ‏ أَوْ‏ يُخْرِجُوكَ‏<br />

وَيَ‏ ‏ْكُرُونَ‏ وَيَ‏ ‏ْكُرُ‏ اللَّهُ‏ وَاللَّهُ‏ خَريْ‏ ُ الْمَ‏ كِرِينَ‏<br />

“Onlar tuzak kurarlarken Allah da bunun karşılığında<br />

kendilerine tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların (onlara<br />

karşılık <strong>ve</strong>renlerin) en hayırlısıdır.” (Enfâl, 30)<br />

Bu eylemler cezayı hak etmiş kimselere karşı yapılırsa,<br />

bu adalet olur, <strong>ve</strong> yine bu, bu eylemleri yapanın,<br />

düşmanına karşı güç yetirebilen biri olduğunu da gösterir<br />

ki bunlar, kemaliyetin göstergesidir. Ancak bu eylemler<br />

cezayı hak etmemiş kimselere karşı yapılırsa bu<br />

zulüm olur ki, Allah (azze <strong>ve</strong> celle) bundan münezzehtir.<br />

23


Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bütün sıfatlarının kemal olması<br />

nedeniyledir ki Allah (azze <strong>ve</strong> celle), kendisine <strong>ve</strong><br />

Rasûlüne hainlik edenlere karşı hainlik etme sıfatının<br />

olduğunu belirtmemiştir. 20 Zira hainlik/hiyanet, düşmanın<br />

yaptığına karşılık olarak da yapılsa yerilen bir<br />

sıfattır. Yine bu kaidenin bir gereği olarak, “şâyet sana<br />

zulmedersem Allah da bana zulmeder” sözü yanlış bir<br />

sözdür. Zira zulmetmek de hainlik gibi her yönüyle yerilmiş<br />

bir vasıftır. Bunun yerine örneğin; “…Allah da<br />

benden intikam alır” denilmelidir.<br />

2. Kaide: <strong>Sıfat</strong>lar isimlerden daha geniştir: Zira<br />

her bir isim bir sıfatı içerir. El-Basîr (gören) isminin<br />

görme sıfatını içermesi gibi. Ancak Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin,<br />

Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’ten öğrendiğimiz sıfatlarının<br />

bütün isimleşmiş halleri Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bir ismi<br />

değildir. Örneğin, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin inme 21 , konuşma<br />

<strong>ve</strong> -kıyamet günü kulları arasında hükmetmesi<br />

için- gelme sıfatları vardır. Ancak Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

, bu sıfatların isimleşmiş halleri olan; -arapçalarını dü-<br />

20. Bkz: Enfâl 71.<br />

21. Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) şöyle buyurmuştur:<br />

“Rabbimiz (azze <strong>ve</strong> celle) her gecenin son üçüncü bölümü kaldığı zaman<br />

dünya semasına iner <strong>ve</strong>, “bana kim dua eder ki onun duasını<br />

kabul edeyim. Benden kim bir şey ister ki ona <strong>ve</strong>reyim. Benden<br />

kim af diler ki onu affedeyim” buyurur.” (Buhârî, Müslim)<br />

24


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

şünerek- “inen”, “konuşan” <strong>ve</strong> “gelen” diye isimleri yoktur.<br />

3. Kaide: <strong>Sıfat</strong>lar, “Subûtî” <strong>ve</strong> “Selbî” sıfatlar olmak<br />

üzere ikiye ayrılır:<br />

Subûtî <strong>Sıfat</strong>lar: Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin , kitabında <strong>ve</strong><br />

Rasûlü (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in diliyle kendisi için sabit<br />

kıldığı sıfatlardır. Bu sıfatların hepsi, Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle) hakkında kemal sıfatlardır. Hayat, ilim, arşa istiva,<br />

dünya semasına inme <strong>ve</strong> diğer sıfatlar.<br />

Selbî <strong>Sıfat</strong>lar: Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin , kitabında <strong>ve</strong><br />

Rasûlü (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’nin dili üzere kendisinden<br />

nefyettiği/olumsuz kıldığı sıfatlardır. Bu sıfatların hepsi,<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında noksan sıfatlardır. Uyumak,<br />

uyuklamak, zulmetmek, aciz olmak, unutmak,<br />

ölmek <strong>ve</strong> diğer sıfatlar.<br />

4. Kaide: Subûtî sıfatlar, “Zâtî” <strong>ve</strong> “Fiilî” sıfatlar<br />

olmak üzere ikiye ayrılır:<br />

Zâtî <strong>Sıfat</strong>lar: Dilemeyle alakalı olmayan, hiçbir<br />

zaman Allah’tan (azze <strong>ve</strong> celle) ayrılmayan, her zaman<br />

Allah’da (azze <strong>ve</strong> celle) olan sıfatlardır. İşitmek, görmek,<br />

25


kudret, -hem zat, hem değer, hem de galip gelme bakımından-<br />

en üstte olmak, 22 iki el, iki göz 23 , yüz, ayak 24<br />

sıfatları gibi.<br />

Fiilî <strong>Sıfat</strong>lar: Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin dilemesine bağlı<br />

olup dilediğinde yaptığı, dilediğinde de yapmadığı<br />

sıfatlardır. Örneğin; Arşa istiva etmek 25 , her gecenin<br />

22. Yani üç yönüyle Allah’ın “Uluvv” sıfatı. Birazdan bu sıfata tekrar<br />

değinilecektir.<br />

23. Abdullah b. Ömer (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir: “Nebi (sallallahu<br />

aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in yanında Deccal’den söz edildi. Bunun<br />

üzerine Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem): “Şüpesiz Allah size gizli<br />

değildir. (Siz O’nu bilirsiniz). Çünkü Allah tek gözlü değildir”<br />

dedi <strong>ve</strong> eliyle kendi gözüne işaret etti. Devamla: “Deccal’in ise<br />

sağ gözü kördür. Sanki onun gözü, dışarı çıkan bir üzüm tanesi<br />

gibidir” buyurdu.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî)<br />

24. Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) şöyle buyurmuştur: “…<br />

Sonra cehenneme, “doldun mu” denilecek, o da, “daha ziyade var<br />

mı?” diyecektir. Bunun akabinde Allah ayağını cehennemin üzerine<br />

koyacak, bu sefer cehennem, “yeter, yeter” diyecektir.” (Buhârî,<br />

Müslim, Tirmizî, Ahmed)<br />

25. A’raf sûresi 54. âyet gibi âyetlerden anlaşılmaktadır ki, Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle) önceden arşa istiva etmemiş, gökleri <strong>ve</strong> yeri altı günde yarattıktan<br />

sonra şanına yaraşır bir şekilde (mahluklardan hiçbirinin<br />

istivasına benzemeyen bir istiva ile) istiva etmiştir. Ancak<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle), isitva etmeden önce de her şeyin üstündeydi.<br />

Zira uluvv (üç yönüyle en üstte olmak) sıfatı O’nun (azze <strong>ve</strong> celle)<br />

zâtî sıfatlarındandır. (Detayı için bkz: Mecmûu’l Fetâvâ, İbn<br />

Teymiyye, 5/522)<br />

26


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

son üçte birinde dünya semasına inmek, konuşmak,<br />

gelmek, sevinmek, gülmek, sevmek, sevmemek, razı<br />

olmak, gazaplanmak v.s. Bu tür sıfatlar hakkında “nev’i<br />

(türü, cinsi) kadîm, âhâdı (fertleri) hâdis” 26 denilir.<br />

Zâtî sıfata örnek olarak <strong>ve</strong>rdiğimiz “-hem zat,<br />

hem değer, hem de galip gelme bakımından en üstte<br />

olmak” sıfatı ile fiilî sıfata örnek olarak <strong>ve</strong>rdiğimiz<br />

“her gecenin son üçte birinde dünya semasına<br />

inmek” <strong>ve</strong> “gelmek” sıfatlarından anlıyoruz ki, Allah<br />

her gece dünya semasına indiği halde bile <strong>ve</strong> kıyamet<br />

günü kulları arasında hükmetmesi için gelmesi halinde<br />

bile yine de zatıyla her şeyin üstündedir. 27<br />

26. Bunun ne anlama geldiğini bir örnek üzerinden açıklayacak<br />

olursak; kelâm (konuşma) sıfatı, her zaman Allah’da (azze <strong>ve</strong> celle)<br />

olan bir özellik olması itibariyle kadîmdir/başlangıcı yoktur,<br />

yani “zâtî” bir sıfattır, ‘Allah -hâşâ- önceden dilsizdi de sonradan<br />

konuşabildi’ şeklinde olmayıp, Allah (azze <strong>ve</strong> celle) konuşmaktan<br />

hiçbir zaman aciz olmamıştır. Ancak dilediği kimselerle dilediği<br />

şeyleri dilediği zaman konuşması itibariyle ise hâdistir/önceden<br />

olmayıp sonradan meydana gelmiştir, yani “fiilî” bir sıfattır. Örneğin<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle) Musa (aleyhisselam) ile konuşmadan önce<br />

konuşması yoktu, susmuştu, sonra konuştu.<br />

27. Bu paragrafta söylediklerimiz, Allah’ın (azze <strong>ve</strong> celle) dünya semasına<br />

inme sıfatını kabul etmeyen Eş’arî, Mâturîdî vb.’lerin öne<br />

sürdükleri şu şüphelerine de cevaptır: “Eğer Allah (azze <strong>ve</strong> celle)<br />

gecenin son üçte birinde iniyorsa, o zaman Allah’ın (azze <strong>ve</strong> celle)<br />

sürekli inmesi, yani daima dünya semasında olması gerekir.<br />

27


5. Kaide: <strong>Sıfat</strong>lar, temsîl/teşbîh <strong>ve</strong> tekyîf yapılmadan<br />

ispat edilir/olumlu kılınır: Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında<br />

sıfatları ispat ederken temsîl yapmanın batıl olduğunu<br />

gösteren en meşhur âyet Şûrâ sûresinde geçen<br />

şu âyettir:<br />

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 11)<br />

Buna benzer başka bir âyette de şöyle buyurulmuştur:<br />

Zira gecenin üçte birlik bölümü dünyada her daim yaşanmaktadır!<br />

O halde Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin her şeyin üstünde olduğunu<br />

nasıl söyleyebiliriz?” Bunun cevabını biraz daha açalım; Şüphesiz<br />

ki Allah’ın (azze <strong>ve</strong> celle) benzeri hiçbir şey yoktur. Kullarda olduğu<br />

gibi bir işi yapması, aynı anda O’nu diğer bir işi yapmaktan<br />

engelleyemez. Nasıl ki Allah (azze <strong>ve</strong> celle) kainattaki bütün sesleri<br />

-çok <strong>ve</strong> karmakarışık olmasına rağmen- aynı anda işitebiliyor<br />

<strong>ve</strong> dolayısıyla bir sesi işittiği zaman diğer bir sesi işitememesi<br />

söz konusu olmuyorsa <strong>ve</strong>ya aynı anda mahlukatı rızıklandırabiliyorsa<br />

<strong>ve</strong>yahut kıyamet günü aynı anda insanları hesaba çekebilecek<br />

<strong>ve</strong> birini hesaba çekerken diğerini hesaba çekememe<br />

durumu olmayacaksa <strong>ve</strong> bütün her şeyi işittiği zaman aynı anda<br />

her şeyi de görebiliyor <strong>ve</strong> kainatın -örneğin- yağmur yağdırma,<br />

nebat bitirme, rızıklandırma gibi türlü işlerini de yapmaya güç<br />

yetirebiliyorsa, işte aynı şekilde dünya semasına indiği halde<br />

bile yine de O her şeyin üstünde olmaya kâdirdir. Subhânehû <strong>ve</strong><br />

Teâlâ.<br />

28


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

أَفَمَنْ‏ يَخْلُقُ‏ كَمَنْ‏ الَ‏ يَخْلُقُ‏ أَفَلَ‏ تَذَكَّرُونَ‏<br />

“Yaratan yaratmayan gibi olur mu hiç? Hala düşünmüyor<br />

musunuz?” (Nahl, 17)<br />

Temsîl inancına sahip olanlar -ki bu inancın kökü,<br />

geçmiş Râfizîlere dayanır- bir dönem mevcut iken, günümüzde<br />

ise -Allâhu A’lem- savunucusu kalmamıştır.<br />

Şunu da belirtmek gerekir ki, tarihte hiçbir kimse;<br />

“Allah’ın eli benim elim gibidir” <strong>ve</strong> buna benzer sözler<br />

sarfetmemişlerdir. Yani temsîl itikadında olanlar<br />

her yönüyle bir benzetme yapmamış, genel hatlarıyla<br />

benzetme yapmışlardır. 28 Ancak âlimler, sakındırma<br />

amacıyla onların batıl fikirlerinin lâzımını zikrederek<br />

-misalen-; “onlar, Allah’ın yüzü insanın yüzü gibidir<br />

derler” demişlerdir.<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatlarını Tekyîf yapmanın<br />

batıl olmasının sebebi, bunun, Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında<br />

ilimsizce konuşmak olmasından ileri gelmektedir.<br />

Zira Allah’ın sıfatları, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi <strong>ve</strong>ya<br />

-faraza- O’na benzer bir varlığı görmediğimiz için bize<br />

28. Örneğin Râfizî Hişâm b. Sâlim şöyle demiştir: “Allah insan<br />

sûretindedir. O’nun eli, ayağı, kulağı, burnu vs. vardır.” (Bkz:<br />

Makâlâtu’l İslâmiyyîn, Ebu’l Hasen el-Eş’arî, 1/290)<br />

29


ğayb olan şeylerdendir. Ğaybî şeylerde ise Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle)’nin, peygamberi aracılığıyla bildirdiğinin dışında<br />

bir söz söylenemez. Allah (azze <strong>ve</strong> celle) ise bize sıfatlarından<br />

haber <strong>ve</strong>rmiş, ancak bu sıfatların keyfiyetini<br />

bildirmemiştir. Bu nedenle bizler, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

işitmesinin, görmesinin nasıl olduğunu, inmesinin,<br />

gelmesinin, arşa istiva etmesinin, gazaplanmasının, sevinmesinin<br />

v.s nasıl olduğunu bilemeyiz.<br />

6. Kaide: <strong>İsim</strong>deki benzerlik hakikatteki/mahiyetteki<br />

benzerliği gerektirmez: Bunun böyle olduğu,<br />

mahluklar arasında dahi görülen bir durumdur. Örneğin;<br />

insanın, filin <strong>ve</strong> karıncanın “el” isminde bir sıfatı<br />

var. Burada bir isim benzerliği olsa da, birinin elinin<br />

mahiyeti ile diğerlerinin elinin mahiyeti arasında bir<br />

benzerliğin olmadığı çok aşikârdır. Aynı şekilde insanın<br />

başı, dağın <strong>ve</strong>ya oda’nın başı gibi değildir. Nitekim<br />

dağın <strong>ve</strong> odanın başının kaşı <strong>ve</strong> gözü yoktur <strong>ve</strong>ya odanın<br />

başı diğer başlar gibi en üstte değildir. Yine de<strong>ve</strong>nin<br />

kuv<strong>ve</strong>ti ile sineğin kuv<strong>ve</strong>ti bir değildir… İşte bütün<br />

bu söylediklerimiz arasında benzerliğin olmayışı,<br />

zatlarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Zira<br />

sıfatlar zat’a tabi olup zat’a yaraşır bir haldedir. Zat’lar<br />

farklı olunca sıfatlar da farklı olmaktadır. Yani; “zattaki<br />

farklılık sıfattaki farklılığı da gerektirir.”<br />

30


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Eğer bu, mahluklar arasında dahi mevcut bir durum<br />

ise, hiçbir benzeri olmayan yaratanın sıfatlarının<br />

mahiyeti/hakikati ile isim olarak aynı sıfatları bulunduran<br />

mahlukların sıfatlarının mahiyeti/hakikati arasında<br />

bir benzerliğin olmaması evleviyetle geçerlidir.<br />

Nasıl ki Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin işitmesiyle insanın işitmesi,<br />

<strong>ve</strong>ya Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin ilmiyle insanın ilmi <strong>ve</strong>ya<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin görmesi ya da rahmeti ile insanın<br />

görmesi ya da rahmeti (bütün bunların mahiyeti) arasında<br />

bir benzerlik olmayıp, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu<br />

sıfatlarını kabul etmekten ötürü O’nu (azze <strong>ve</strong> celle), işitme,<br />

bilme… sıfatı olan insana benzetmiş olmuyorsak,<br />

aynı şekilde örneğin; insanın iki eli, iki gözü, istivası<br />

<strong>ve</strong> inmesi ile Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu sıfatları arasında<br />

bir benzerlik olmayıp, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu sıfatlarının<br />

olduğuna inandığımızda O’nu insana benzetmiş<br />

olmayız. 29<br />

Buradan anlaşılıyor ki, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatlarıyla<br />

mahlukun sıfatları arasında mahiyet açısından bir<br />

benzerlik bulunmamaktadır. Ancak benzerliğin olmamasından,<br />

ortaklığın aslını nefyetmek lazım gelmez.<br />

29. Yani Eş’arî <strong>ve</strong> Maturîdî’lerin yaptığı gibi işitme, görme gibi sıfatları<br />

kabul edip de aynı işitme <strong>ve</strong> görme gibi zâtî sıfatlardan olan<br />

iki el, iki göz, yüz gibi sıfatları kabul etmeyerek sıfatlar arasında<br />

muteber bir gerekçe olmamasına rağmen ayırım yapmayız.<br />

31


32<br />

Şöyle ki ortaklık, sıfatların Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye <strong>ve</strong>ya bir<br />

mahluka izafe edilmeden önceki halinde (örneğin ilmin,<br />

elin, gözün, yüzün, inmenin v.s. Allah’ın ilmi…<br />

<strong>ve</strong>ya insanın ilmi… şeklinde değil de mutlak olduğu<br />

halinde) söz konusudur. Ancak bu sıfatlar Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle)’ye ya da mahluka izafe edildiğinde artık ortaklık<br />

kalmaz. Mesela Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin <strong>ve</strong> insan gibi<br />

var olan mahlukların “vucûd” (var olma) sıfatı vardır<br />

<strong>ve</strong> bu sıfatın aslında (yani bu sıfatın, Allah’a <strong>ve</strong> mahluklara<br />

izafesinden önceki anlamında) bir ortaklıkları<br />

bulunmaktadır. Fakat her birinin kendisine has bir varlığı<br />

olması itibariyle Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin <strong>ve</strong> mahlukların<br />

var olması arasında bir benzerlik yoktur. Başka bir<br />

deyimle; herhangi iki farklı varlığın sıfatları arasında<br />

mahiyet bakımından bir farklılık olsa dahi muhakkak<br />

zihinde birleştikleri bir ortak nokta vardır. Buna, “Kadrun<br />

Muşterak” <strong>ve</strong>ya “Mutlakun Kullî” (yani “zihindeki<br />

ortak değer”) denmektedir. Yani sıfatların, Allah’a <strong>ve</strong><br />

mahluka izafe edilmeden önce herkesin zihninde bir<br />

manası vardır. İşte ortaklık, zihnin tasavvur ettiği bu<br />

manadadır. Ancak bu ortak değer zihnin dışına çıkarılıp<br />

da herhangi bir varlığa izafe edildiğinde (yani<br />

hâriç’te, zihnin dışında) artık ortak değer diye bir şey<br />

kalmaz. Zira her sıfat, kendisinde olduğu varlığa göre<br />

değer kazanır. Rahmet <strong>ve</strong> el gibi herhangi bir sıfat Al-


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

lah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe edildiğinde, bu sıfatında hiçbir<br />

mahluk Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye ortak değildir (benzemez).<br />

Keza bir insana bu sıfatlar izafe edildiğinde, bu sıfatlarda<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin insana bir ortaklığı söz konusu<br />

değildir. O halde ortaklığın sadece zihinde bir yeri vardır,<br />

hâriç’te ise yoktur. Buna göre benzemeyi her yönüyle<br />

olumsuz kılmak doğru değildir. 30<br />

7. Kaide: Allah’ın sıfatları tevkîfîdir (durdurulmuştur):<br />

“Allah’ın <strong>İsim</strong>leri Hakkında Kaideler” bölümünün<br />

3. kaidesi altında söylediklerimiz burada da<br />

geçerlidir.<br />

<br />

30. Bu anlamda bir benzemenin var olduğunu söylemenin şeri<br />

açıdan hiçbir sakıncası yoktur. Zira şimdi de belirttiğimiz gibi<br />

mutlak haliyle bu sıfatlar Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin <strong>ve</strong>ya bir mahluk’un<br />

sıfatı değildirler.<br />

33


3) Allah’ın <strong>İsim</strong>lerinin <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>larının<br />

Delilleri Hakkında Kaideler<br />

1. Kaide: Allah’a izafe edilen isim <strong>ve</strong> sıfatlar sadece<br />

Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet kaynaklıdır: Buna göre Kur’ân<br />

<strong>ve</strong> Sünnet’te Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında sabit olduğu<br />

belirtilen isim <strong>ve</strong> sıfatların ispat edilmesi, olumsuz kılınanların<br />

da olumsuz kılınması gerekir. Ancak Kur’ân<br />

<strong>ve</strong> Sünnet’te, Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında ne sabit olduğuna<br />

ne de olumsuz kılındığına dair bir nas olmayan<br />

isim <strong>ve</strong> sıfatlara gelince, burada yapılması gereken şudur:<br />

Bu tür isim <strong>ve</strong> sıfatlar, bir “isim” olarak <strong>ve</strong>ya bir<br />

“sıfat” olarak Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında ispat <strong>ve</strong>ya nefy<br />

edilmez. Lâkin bu tür isim <strong>ve</strong> sıfatlar ile Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle)’nin şanına yakışan doğru bir anlam kastediliyorsa,<br />

bu isim <strong>ve</strong> sıfatları Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bir ismi <strong>ve</strong>ya<br />

bir sıfatı kastıyla kullanmak caiz olmamakla beraber,<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’den haber <strong>ve</strong>rme/bahsetme kastıyla<br />

kullanmakta ise bir sakınca yoktur. Şâyet Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle)’ye layık olmayan bir anlam kastediliyorsa, o halde<br />

ne isim, ne sıfat <strong>ve</strong> ne de haber <strong>ve</strong>rme babından bu tür<br />

34


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

isim <strong>ve</strong> sıfatlar kullanılamaz. Örneğin, Allah’ın “el-Ev<strong>ve</strong>l”<br />

(başlangıcı olmayan) isminin anlamında kullanılan<br />

“kadîm” ismi Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isimlerinden<br />

değildir. Ancak bu isim ile Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’yi isimlendirmeyi<br />

kastetmeksizin Allah’dan (azze <strong>ve</strong> celle) kadîm<br />

diye haber <strong>ve</strong>rmek/bahsetmek caizdir. 31<br />

Buna bir örnek de “cihet (yön)” kelimesidir. Yönde<br />

olmayı ifade eden “cihet” kelimesi açık bir şekilde<br />

Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’te geçmediği için, bu kelimeyi Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) hakkında bir “sıfat” olarak kullanamayız.<br />

Fakat bu kelimeyle kastedilen mananın doğru <strong>ve</strong>ya batıl<br />

olmasına göre bu kelime, Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında<br />

haber <strong>ve</strong>rme babından ya kullanılır, ya da kullanılmaz.<br />

Şöyle ki, Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında cihet kelimesiyle şu<br />

üç manadan biri anlaşılabilir;<br />

a) Alt yönde olması; Bu manasıyla Allah (azze <strong>ve</strong> celle)<br />

hakkında bu kelimeyi kullanmak batıldır. Zira bu<br />

mana, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin yukarı yönde olduğunu<br />

gösteren delillere -ki birazdan bu deliller zikredilecektir-<br />

aykırı düşmektedir.<br />

31. Mesela, Allah’ın el-Ev<strong>ve</strong>l isminin anlamını izah ederken “Kadîm”<br />

ifadesini kullanmak gibi.<br />

35


) Kendisini mahluklardan bir şeyin (örneğin boşluğun)<br />

kuşattığı, yani bir mekanda olduğu halde üst<br />

yönde olması; Bu anlam da batıldır. Zira Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle), mahluklardan bir şeyin kendisini kuşatmasından<br />

(yani mekandan) münezzehtir.<br />

c) Kendisini mahluklardan bir şeyin kuşatmadığı<br />

(yani bir mekanda olmadığı) halde üst yönde olması;<br />

Bu mana doğrudur, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu anlamıyla<br />

bir cihette olduğundan haber <strong>ve</strong>rilebilir. Şâyet denilirse<br />

ki; “Herhangi bir şeyin her hangi bir yönde olduğunu<br />

söylemek, aynı zamanda o şeyin kesinlikle bir mekanda<br />

olduğunu söylemeyi gerektirir. Allah (azze <strong>ve</strong> celle) ise<br />

mekandan münezzehtir” denilirse, bu itiraza şöyle cevap<br />

<strong>ve</strong>rilir: E<strong>ve</strong>t, bir yönde olan bir şeyi mutlaka bir<br />

şeyler kuşatır. Ama bu, mahlûklar hakkında geçerli<br />

olup Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında geçerli değildir. Zira<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin , üzerine istiva ettiğini söylediği<br />

arş, mahlûkların en son noktasıdır, arştan sonra hiçbir<br />

mahlûk yoktur, boşluk bile yoktur. Dolayısıyla Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) yukarı cihettedir, ancak kendisini hiçbir şey<br />

kuşatmamıştır. Yani Allah (azze <strong>ve</strong> celle) bütün mahlukatın<br />

(âlemin) üstündedir, onlardan ayrıdır.<br />

36


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Allah’ın üst yönde/arşının üzerinde olduğunu<br />

gösteren bazı deliller;<br />

- Kur’ân da Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin arşa istiva ettiğini<br />

belirten yedi âyet vardır. Bu âyetlerin zâhir (zihne ilk<br />

gelen) anlamı; 32 “Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin arşa yükseldiği<br />

<strong>ve</strong> orada yerleştiği”dir. Şöyle ki; Bu yedi âyet’te istiva<br />

kelimesi ‏”عىل“‏ <strong>ve</strong> ‏”إىل“‏ harf-i cerrleri ile kullanılmıştır.<br />

Bu kelime ‏”عىل“‏ harf-i cerri ile kullanıldığında arap luğatında,<br />

“yükselmek <strong>ve</strong> karar kılmak/yerleşmek” manasına<br />

gelir. 33 ‏”إىل“‏ harf-i cerri ile kullanıldığında ise,<br />

“yükselmek <strong>ve</strong> tam bir şekilde yönelmek” anlamına gelir.<br />

Harf-i cerrsiz kullanıldığında ise -ki Kur’ân’da isitva<br />

kelimesi bu şekilde kullanılmamıştır- birçok manaya<br />

gelmektedir. Bu manalardan biri de, Eş’arî <strong>ve</strong> Mâturîdîler’in<br />

istiva âyetlerine yüklediği “istîlâ” (-arşı- egemenliği<br />

altına almak) anlamıdır. Dolayısıyla bu âyetlerdeki<br />

“Allah’ın arşa istiva etmesi” ifadesi ile kastedilen, arşının<br />

üzerinde olması’dır.<br />

- Kur’an’da <strong>ve</strong> Sünnet’te geçen Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

“el-A’lâ” <strong>ve</strong> “el-Aliyy” isimleri de, O’nun (azze <strong>ve</strong> celle),<br />

32. Ki Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’te geçen bütün isim <strong>ve</strong> sıfatlar zâhir anlamları<br />

üzere anlaşılmalıdır. Birazdan bunun izahı yapılacaktır.<br />

33. Bu manaya geldiğine dair örnek olarak bkz: Mu’minûn 28.<br />

37


mahlukların en son noktası olan arşın üstünde olduğunu<br />

göstermektedir. Şöyle ki; el-Aliyy <strong>ve</strong> el-A’lâ isimlerinin<br />

anlamı, “en üstte olan” demektir. Bu anlam ise, hem<br />

zat (uluvvu’z zât), hem değer (uluvvu’l kadr), hem de<br />

galip gelme (uluvvu’l kahr) bakımından en üstte olma<br />

manalarını içermeye el<strong>ve</strong>rişlidir. Zira bu isimlerin geçtiği<br />

naslarda bu isimlerin, sadece değer <strong>ve</strong>ya sadece galip<br />

gelme <strong>ve</strong>yahut her ikisi bakımından en üstte olan<br />

anlamına has olduğuna dair bir karine yoktur. O halde<br />

bu isimlerin her üç anlamı da kapsadığı, dolayısıyla bu<br />

isimlerin manasının Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatı da dahil<br />

değer <strong>ve</strong> galip gelme bakımından en üstte olan” olduğu<br />

ortaya çıkmaktadır.<br />

يَخَافُونَ‏ رَبَّهُمْ‏ مِ‏ نْ‏ فَوْقِهِمْ‏ وَيَفْعَلُونَ‏ مَا يُؤْمَرُونَ‏<br />

- “Onlar (melekler) “üstlerindeki” Rablerinden korkarlar…”<br />

(Nahl, 50)<br />

أَأَمِنْتُمْ‏ مَنْ‏ فِ‏ السَّ‏ مَ‏ ءِ‏ أَنْ‏ يَخْسِ‏ فَ‏ بِكُمُ‏ الْ‏ ‏َرْضَ‏ فَإِذَا هِيَ‏ تَ‏ ‏ُورُ‏<br />

-“Semâ’da” 34 olanın (Allah’ın) sizi yere batırı<strong>ve</strong>rmeye-<br />

34. “Sema’da” ifadesinden zahiren Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin yedi kat semanın<br />

içinde olduğu anlaşılmaktadır. Allah (azze <strong>ve</strong> celle) elbetteki<br />

kendisini yarattığı şeylerden birinin kuşatmasından münezzehtir.<br />

Dolayısıyla bu ifade şu iki şekilde tefisir edilmiştir ki her biri<br />

38


ف<br />

ف<br />

<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

ceğinden emin mi oldunuz. O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.”<br />

(Mülk 16, ayrıca 17)<br />

إِلَيْهِ‏ يَصْ‏ عَ‏ دُ‏ الْكَلِمُ‏ الطَّيِّبُ‏<br />

- “…Güzel söz “ona (Allah’a) yükselir”…” (Fâtır, 10)<br />

إِذْ‏ قَالَ‏ اللَّهُ‏ يَا عِيسَ‏ إِنِّ‏ مُتَوَفِّيكَ‏ وَرَافِعُكَ‏ إِلَ‏ َّ<br />

- “Hani Allah şöyle demişti: “Ey İsa! Seni <strong>ve</strong>fat ettireceğim<br />

<strong>ve</strong> seni “kendime/nezdime yükselteceğim”…” (Âl-i<br />

İmrân, 55)<br />

- قلت يا رسول الله أفل أعتقها ؟ قال ائتني بها فأتيته بها<br />

de sahih tefsirlerdir: 1) Sema’dan kasıt uluvv’dur (yani üst’tür).<br />

Örneğin şu âyette sema kelimesi bu anlamda kullanılmıştır:<br />

“O (Allah) sema’dan (yani üstten) su/yağmur indirdi…’’ (Ra’d, 17)<br />

Çünkü yağmur buluttan yağar. Bulut ise sema ile yer arasındadır.<br />

Bunun delili ise şu âyettir: “…sema ile yer arasında boyun<br />

eğdirilmiş olan (emre hazır bekleyen) bulutlarda, aklını kullanan<br />

bir topluluk için nice âyetler vardır.” (Bakara, 164) Şâyet yağmur<br />

buluttan yağıyor <strong>ve</strong> bulut da sema ile gök arasında ise, o halde<br />

sema buluttan daha üsttedir. Dolayısıyla Ra’d sûresi 17. âyette<br />

sema ile kastedilen üst’tür. 2) Sema ile kastedilen yedi kat semadır,<br />

fakat âyetteki ي ِ harf-i cerri عىل manasındadır. O halde mana,<br />

“Sema’nın üstünde olanın…” şeklinde olur. Nitekim ي ِ harfi cerri’nin<br />

عىل manasında da kullanıdığı, ehlince bilinen bir husutur.<br />

Buna bir örnek olarak bkz: Tâhâ, 71.<br />

39


فقال لها أين الله ؟ قالت يف السمء قال من أنا ؟ قالت<br />

أنت رسول الله قال أعتقها فإنها مؤمنة<br />

Muâviye b. el-Hakem (radiyallahu anhuma) anlatıyor:<br />

“…Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu cariyeyi azad<br />

edeyim mi?.” Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) dedi ki:<br />

“O’nu bana getir.” Cariyeyi getirdim. Rasûlullah (sallallahu<br />

aleyhi <strong>ve</strong> sellem) o’na dedi ki; “Allah nerededir?.” Cariye; “Semada’dır”<br />

dedi. Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem); “Ben kimim”<br />

diye sordu. Cariye; “Sen Allah’ın Rasûlüsün” deyince<br />

Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem); “Bu cariyeyi azad et. Zira o<br />

mü’mindir.” dedi.” (Müslim)<br />

- Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin gecenin son üçte birinde<br />

dünya semasına “inmesi” de onun yukarı cihette olduğunu<br />

gösterir.<br />

- Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in İsra <strong>ve</strong> Mi’râc<br />

gecesinde yedinci kat semaya kadar çıkartılıp sonra<br />

onunda ilerisine yükseltilip Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin O’na<br />

yakınlaşması <strong>ve</strong> vahyetmesi de, O’nun, arşının üzerinde<br />

olduğunun ayrıca bir kanıtıdır. 35<br />

- İnsan fıtratı dahi Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin gökte oldu-<br />

35. Bkz: Buhârî, hadis no: 7517.<br />

40


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

ğunu kabul eder. Nitekim başımıza bir sıkıntı geldiği<br />

zaman sağa sola dönmeyip ellerimizi <strong>ve</strong> gözlerimizi<br />

yukarı kaldırarak Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye dua ederiz.<br />

Ve daha başka deliller… Öyle ki, İbnu’l Kayyim (rahimehullah)<br />

<strong>ve</strong> daha başka ilim ehli, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

, arşının üzerinde olduğuna dair 3.000’in üzerinde delil<br />

olduğunu söylemişlerdir. 36<br />

Hatta Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in kendilerine<br />

gönderildiği Arap müşrikler dahi Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

semada olduğunu ikrar ediyorlardı. İşte bunun<br />

kanıtları:<br />

عن عمران بن حصني قال : « قال النبي صىل الله عليه<br />

وسلم اليب : يا حصني كم تعبد اليوم إلها ؟ قال أىب سبعة،‏<br />

ستة يف االرض ، وواحدا يف السمء ، قال فأيهم تعد لرغبتك<br />

ورهبتك؟ قال الذى يف السمء<br />

İmrân b. Husayn (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir:<br />

Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) babama dedi ki: “Ey Husayn!<br />

36. Bkz: Şerhu Kitâbi Usûli’s Sünne, Abdulazîz b. Abdillah er-Râcihî,<br />

sy: 105 (el-Mektebetu’ş Şâmile programındaki sayfa numarası<br />

<strong>ve</strong>rilmiştir.)<br />

41


Bugün kaç tane ilaha ibadet ediyorsun?” Babam da: “Yedi<br />

(ilaha ibadet ediyorum). Bunlardan altısı yerde, biri<br />

ise (ki bu da Allah’tır) semadadır.” dedi. Nebi (sallallahu<br />

aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’de dedi ki: “Arzu ettiğin <strong>ve</strong> başına gelmesinden<br />

korktuğun şeyler hakkında (isteklerinin karşılanması<br />

için) onlardan hangisini (ilah olarak) sayarsın (ona yönelir<br />

<strong>ve</strong> ondan istersin).” Babam da şöyle dedi: “Semada olana…”<br />

37 38<br />

Cahiliyye dönemi şairlerinden Antera b. Şeddad<br />

şöyle söylemiştir: “Ey Ablu! Şâyet Rabbim sema’da eceli<br />

belirlemişse ecelden kaçış yerim neresidir ki!” 39<br />

37. Tirmizî, Ahmed. Tirmizî bu hadis hakkında şöyle demiştir: “Bu<br />

hadis, hasen ğarîb bir hadistir. Bu hadis, bunun dışındaki başka<br />

varyantlarla da İmrân b. Husayn’den rivâyet edilmiştir.” İbnu’l<br />

Kayyim (rahimehullah) “el-Vâbilu’s Sayyib” (sy: 411) adlı kitabında<br />

bu rivâyetin “sahih” olduğunu söylemiştir.<br />

38. Osman b. Saîd ed-Dârimî (rahimehullah) (Vefat; H: 280) şunları<br />

söylemiştir: “Huzâili Husayn o gün küfür içinde iken, yüce olan<br />

Allah’ı, (arşının üzerinde olmadığı görüşünü) İslam’a haksız olarak<br />

mal eden Merîsî <strong>ve</strong> ashabından daha iyi biliyordu. Zira Husayn,<br />

sema’da olan yaratıcı ilah ile mahluk olan yeryüzündeki<br />

ilahların <strong>ve</strong> putların arasını ayırmıştı. Böylelikle Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

sema’da olduğuna dair Müslümanlarla kâfirler arasındaki<br />

kelime/söz ittifak etmiştir.” (Raddu’d Dârimî ale’l Merîsî, sy: 24).<br />

‏ي ُ عبل أ ي ن‏ من املنية همر ي ب ... إن اكن ر ي ب ي ف‏ الامسء قضاها aslı: .39 Şiirin<br />

42


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Yine cahiliye dönemi şairlerinden Ümeyye b. Ebi’s<br />

Salt ise şöyle demiştir: “Allah’ı övün/yüceltin. O, övülmeye<br />

layıktır, sema’daki rabbimizdir, büyüktür.” 40<br />

Başka bir şiirinde de şöyle demiştir: “Mahlukların<br />

kendisini yüceltmeye güç yetiremedikleri (yani hakkıyla<br />

yüceltemedikleri) kimseyi <strong>ve</strong> arşın üzerinde olanı<br />

her türlü noksanlıktan tenzih ederim. O tektir, birlenmiş<br />

olandır.” 41<br />

Bir başka cahiliyye şairi Evs b. Hârise b. Sa’lebe şöyle<br />

söylemiştir: “Bizim öyle bir Rabbimiz var ki, O, arşının<br />

üzerine yükselmiş <strong>ve</strong> işleyeceğimiz hayır <strong>ve</strong> şerleri<br />

bilendir.” 42<br />

Ayriyeten, bu müşriklerin Rasûlullah (sallallahu aleyhi<br />

<strong>ve</strong> sellem)’e, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin yukarı cihette olduğunu<br />

bildiren âyetler hakkında karşı çıktıklarının sabit olmaması<br />

da, onların, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sema’da olduğuna<br />

inandıklarını gösteren başka bir delildir.<br />

Dolayısıyla Allah (azze <strong>ve</strong> celle) arşının üzerinde olup,<br />

مج دوا ‏ف و لملجد أهل ربنا ي ف‏ الامسء أمىس ي كبا aslı: .40 Şiirin<br />

فسبحان من ال يقدر خ اللق قدره...‏ ومن هو فوق العرش فردٌ‏ موحد aslı: .41 Şiirin<br />

أ ت‏ من ال ي خ والش aslı: .42 Şiirin<br />

ي<br />

فإن لنا ر ً ب‏ عال فوق عرشه...‏ عل ً ي‏ ‏ب ا ‏ن<br />

43


sapık Cehmiyye fırkasından bir grubun zannettiği gibi<br />

zatıyla her yerde değildir. 43 Veya Cehmiyye’den kimilerinin<br />

dediği gibi, “Allah ne âlemin içinde, ne dışında,<br />

ne üstünde, ne altında, ne âleme bitişik, ne de âlem’den<br />

ayrı”! denilemez.<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin , arş’ın üzerinde olması ile<br />

alakalı son olarak İbn Rüşd’ün (Vefat; H: 595), büyük<br />

bir felsefeci olmasına rağmen “el-Keşfu an Menâhici’l<br />

Edille” isimli kitabındaki şu sözlerini aktaralım: “Cihet/yön<br />

sıfatına gelince, şeriat ehli (Müslümanlar), işin<br />

başından beri hep bu sıfatı Allah (azze <strong>ve</strong> celle) hakkında<br />

ispat edegelmişlerdir. Tâ ki Mu’tezile bu sıfatı nefyetmiştir.<br />

Bu konuda onlara Ebu’l Meâlî <strong>ve</strong> onun sözüne<br />

tabi olanlar gibi Eş’arîler’in müteahhirleri tabi olmuştur.<br />

Şeriatın (Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet naslarının) hepsinin zahir<br />

anlamları, (Allah hakkında) cihet’i ispat etmeyi gerekli<br />

kılmaktadır. (Daha sonra İbn Rüşd, Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle)’nin yukarı cihette olduğunu bildiren bazı âyetleri<br />

zikrettikten sonra şöyle demiştir:) “…Ve bunun dışında<br />

daha başka âyetler. Bu âyetler ki, şâyet (Eş’arî, Maturîdî<br />

v.b.lerin yaptığı gibi) tevil bu âyetlere musallat edilirse<br />

(yani bu âyetler zahir anlamlarından çıkartılıp tevil<br />

43. Elbette ki Allah (azze <strong>ve</strong> celle) ilmiyle, işitmesiyle <strong>ve</strong> görmesiyle her<br />

yerdedir.<br />

44


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

edilirse), o zaman şeriatın hepsi de tevil edilmelidir. 44<br />

Şâyet bu âyetler hakkında, “bunlar mütaşâbittandır<br />

(anlamlarını sadece Allah bilir)” denilirse, o zaman şeriatın<br />

hepsi müteşâbih olmalıdır. Zira şeriatların hepsi,<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sema’da olduğunda <strong>ve</strong> meleklerin<br />

vahiyle semadan peygamberlere indiğinde ittifak halindedirler…”<br />

45<br />

2. Kaide: Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’te geçen isim <strong>ve</strong> sıfat<br />

nasları, teşbîh <strong>ve</strong> tekyîf yapılmaksızın Allah’a layık<br />

olan/yaraşan zâhir anlamları üzere anlaşılmalıdır:<br />

Zâhir anlamdan maksad, arap dilini bilenlerden selim<br />

(bozulmamış) bir akla (fehme, anlayışa) sahip olan<br />

kimselerin, herhangi bir kelime <strong>ve</strong>ya cümleyi işittikle-<br />

44. Yani bu durumda diğer nasların da tevile müsait olması gerekir.<br />

Nitekim namaz, zekat, oruç, hac gibi Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin emirlerini<br />

farklı manalara tevil eden kâfir bâtiniyye fırkası, Allah’ın<br />

(sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) istiva, el, yüz gibi sıfatlarını tevil<br />

edenlerin bu sıfatları tevil etmelerini ileri sürerek, yaptıkları tevillerin<br />

de meşru olacağını savunmuşlardır. Keza ahiret, cennet<br />

<strong>ve</strong> cehennem naslarını başka anlamlara tevil etmiş olan kâfir<br />

felsefeciler de bu tevillerini aynı gerekçeyle meşrulaştırmaya<br />

çalışmışlardır. (Bkz: Medâricu’s Sâlikîn, İbnu’l Kayyim, 3/353,<br />

Îsâru’l Hakk ale’l Halk, İbnu’l Vezîr, sy:136)<br />

45. Sy: 66. Ayrıca İbn Rüşd’ün bu sözlerini İbnu’l Kayyim (rahimehullah)<br />

da “es-Savâiku’l Mursele” isimli eserinde nakletmiştir;<br />

2/404.<br />

45


inde <strong>ve</strong>ya okuduklarında zihinlerine gelen ilk anlamdır.<br />

Malum olduğu üzere Ehl-i Sünnet âlimleri’nin ittifakıyla<br />

sabittir ki; bir söz’de aslolan, o sözün zâhir<br />

anlamının alınmasıdır. Şâyet bu anlamın alınmasını<br />

engelleyen muteber bir karine/delil varsa, o zaman zâhir<br />

anlamın dışına çıkılır ki, bu zâhir anlamın dışındaki<br />

anlamı almaya “sahih te’vîl” denir. Ancak böyle<br />

bir karine olmadan yapılan tevil’e ise “batıl tevîl” denir.<br />

Örneğin Allah (azze <strong>ve</strong> celle): “Kur’ân okuduğun zaman kovulmuş<br />

şeytandan Allah’a sığın” (Nahl, 98) buyurmaktadır.<br />

Âyetin zahirine göre Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’den,<br />

Kur’ân’ı okuyup bitirdikten sonra “Eûzü billâhi mine’ş<br />

şeytâni’r-racîm” demesi isteniyor. Fakat âyetin zahirini<br />

almamıza engel olan muteber bir delil var ki o da, Nebi<br />

(sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in Kur’ân okumaya başlamadan<br />

önce besmele çektiğinin sabit olmasıdır. Dolayısıyla<br />

âyet, “Kur’an okumayı irade ettiğin/istediğin zaman…”<br />

anlamındadır ki, buna sahih tevîl denir. Ancak, isim <strong>ve</strong><br />

sıfat nasları -sıfatlar hakkındaki kaidelerin 5.’sinde söylenilenler<br />

nedeniyle- teşbîh <strong>ve</strong> tekyîfe gidilmeksizin Allah’a<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) layık olan/yaraşan zâhir anlamları üzere<br />

anlaşılmalıdır. 46 Zira Eş’arîler’den, Maturîdîler’den,<br />

46. “teşbih <strong>ve</strong> tekyife gidilmeksizin” ifadesini söylememizin sebebi,<br />

46


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Mu’tezile’den <strong>ve</strong> Cehmiyye’den her birinin, yaptığı<br />

tevillere neden olarak ileri sürdükleri “zâhir anlamın<br />

alınmasına engel olan deliller”in (gerekçelerin), önceki<br />

maddeler izah edilirken muteber gerekçeler olmadığı<br />

ispatlanmıştı. 47<br />

Şimdi bu kaideyi, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin üç sıfatı üzerinde<br />

tatbik edelim:<br />

1) “El” <strong>Sıfat</strong>ı: Allah (azze <strong>ve</strong> celle) şöyle buyurmaktadır:<br />

قَالَ‏ يَا إِبْلِيسُ‏ مَا مَنَعَكَ‏ أَنْ‏ تَسْ‏ جُدَ‏ لِمَ‏ خَلَقْتُ‏ بِيَدَيَّ‏<br />

“ (Allah): Ey iblis! Seni iki elimle yarattığıma secde etmenden<br />

alıkoyan şey nedir?...” (Sâd, 75) 48<br />

Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) şöyle demiştir:<br />

aklın, bu nasların zahirinden teşbîh <strong>ve</strong> tekyîf ’e gitmesidir.<br />

47. Özellikle sıfatlar hakkındaki kaidelerin 6.’sına bakınız. Orada<br />

Eş’arîler, Mâturîdîler v.d. tarafından dillendirilen “şâyet bu âyetleri<br />

ya da hadisleri zâhiri üzere anlarsak Allah’ı mahlukata benzetmemiz<br />

gerekecek” gerekçesinin cevabı vardır.<br />

48. Allah’ın (azze <strong>ve</strong> celle) iki eli olduğuna dair buna benzer bir âyet<br />

için bkz: Maide 64.<br />

47


يطوي الله السموات يوم القيامة ثم يأخذهن بيده اليمنى<br />

ثم يقول أنا امللك أين الجبارون ؟ أين املتكربون ؟ ثم<br />

يطوي الرضني ثم يأخذهن ‏-قال ابن العلء بيده الخرى-‏<br />

ثم يقول أنا امللك أين الجبارون ؟ أين املتكربون ؟.‏<br />

“Kıyamet günü Allah (azze <strong>ve</strong> celle) gökleri dürer, sonra<br />

o gökleri sağ eliyle alır, sonra der ki: “Melik benim,<br />

nerede Cebbarlar, nerede büyüklük taslayanlar.” Sonra<br />

yerleri dürer, sonra o yerleri -Ebu’l Ulâ şöyle demiştir:<br />

“diğer eliyle”- 49 alır, sonra der ki: “Melik benim, nerede<br />

Cebbarlar, nerede büyüklük taslayanlar.” 50 Başka bir hadisinde<br />

de şöyle demiştir:<br />

كلتا يديه يني<br />

“…Onun iki eli de sağ’dır...” 51<br />

49. Müslim’de geçen riavâyette “diğer eliyle” ifadesinin yerine “bi<br />

şimâlihî (soluyla)” ifadesi geçmektedir.<br />

50. Ebu Davud, Müslim.<br />

51. Müslim, Nesâi, Ahmed. Bu <strong>ve</strong> bir önceki rivâyetten, Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle)’nin iki eli olup bunlardan birisinin “sağ” diye nitelendirildiği<br />

açıkça anlaşılmakla bereber, ilk rivâyette “diğer el” <strong>ve</strong><br />

“sol” ifadelerinin geçmesi, ikinci rivâyette ise her iki elinde “sağ”<br />

olduğunun belirtilmesi, Ehl-i Sünnet arasında ikinci elin nasıl<br />

nitelendirileceği konusunda ihtilafa neden olmuştur. İmam Ahmed,<br />

İbn Huzeyme gibi ilim ehli, bu elin de sağ diye nitelendi-<br />

48


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Bu âyet <strong>ve</strong> hadislerden <strong>ve</strong> daha başka nasların 52 zâhirinden<br />

açıkça anlaşılıyor ki, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin ,<br />

zatına yaraşır bir şekilde, yarattığı hiçbir varlığa benzemeyen<br />

<strong>ve</strong> keyfiyetini bilmediğimiz “iki el”i vardır. Fakat<br />

Eş’arîler, Maturîdîler v.d. ise, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

bu sıfatını kabul etmeyip bu <strong>ve</strong> benzeri nasları nimet<br />

<strong>ve</strong>ya kudret diye tevil ederler. Bu kesinlikle kabul edilemez<br />

bir tevîl’dir. Arapça lugatta her ne kadar da nimet<br />

<strong>ve</strong> kudret manaları “yed (el)” kelimesinin manalarından<br />

olsa da, âyetteki “yedeyye (iki elim)” ifadesi bu manalara<br />

yorulamaz. Zira bu te’vîle göre yukarıda zikettiğimiz<br />

âyetin anlamı ya, “…seni iki nimetimle” <strong>ve</strong>ya “…<br />

nimetimle” olur ki, bu anlamların saçma olduğu gâyet<br />

açıktır. Veya mana, “…iki kudretimle” olur ki, kuv<strong>ve</strong>tin<br />

bir tane olup adetlenmemesi nedeniyle bu mananın<br />

<strong>ve</strong>rilmesi de çok garip kaçmaktadır. Ya da mana; “…<br />

seni kudretimle” şeklinde olur ki bu da, âyette vurgulanmak<br />

istenen anlamı bozacağı için makbul bir tevîl<br />

değildir. Zira burada Allah (azze <strong>ve</strong> celle) İblis’e, Adem’in<br />

rileceği görüşündedirler. Ed-Dârimî, Ebu Ya’lâ, Muhammed b.<br />

Abdil<strong>ve</strong>hhab gibi âlimler ise ikinci elin “sol” diye nitelendirileceğine<br />

kail olmuşlardır. Kimi ilim ehli de, bu elin ne sağ ne de<br />

sol diye vasıflandırılmayıp “diğer el” diye nitelendirileceğini sr.<br />

(Bkz: ez-Zinâd fî Şerhi Lum’ati’l İ’tikâd, Ali b. Hudayr el-Hudayr,<br />

sy: 21,22)<br />

52. Bkz: Muhtasaru’s Savâik, İbnu’l Kayyim, 2/171.<br />

49


(aleyhisselam) kendisinden daha üstün olduğunu, zira sadece<br />

Adem (aleyhisselam)’a has olarak onu iki eliyle yaratığını,<br />

dolayısıyla Adem (aleyhisselam)’ın kendisine olan<br />

üstünlüğü sebebiyle ona secde etmesi gerektiğini ifade<br />

etmiştir. Şâyet anlam “…seni kudretimle” şeklinde<br />

olursa, o zaman Adem (aleyhisselam)’ın İblis’e karşı bir<br />

meziyeti kalmamaktadır. Çünkü Allah (azze <strong>ve</strong> celle) şeytanı<br />

da, köpeği de, domuzu da v.s. kudretiyle yaratmıştır.<br />

Dolayısıyla İblis’e; “Ey Rabbim! Sen beni de onu da<br />

kudretinle yarattın. O halde onun bana olan üstünlüğü<br />

nedir ki ben ona secde edeyim” deme fırsatı doğardı.<br />

Bir İşkâl: Allah (azze <strong>ve</strong> celle) Feth 10. âyetinde kendisine<br />

el sıfatını izafe ederken, yed kelimesini “yedullâhi<br />

(Allah’ın eli)” şeklinde müfred (tekil) bir kalıpta, Yâsîn<br />

71. âyetinde ise “mimmâ amilet eydînâ… (ellerimizin<br />

yaptığı)” şeklinde cemî’ (çoğul) olarak kullanmıştır. Bu<br />

<strong>ve</strong> yukarıdaki nasları nasıl cem edebiliriz?<br />

İlk olarak müfred kalıbında kullanılması üzerinde<br />

duracak olursak şunu söyleriz; Usul ilminde malum bir<br />

kuraldır ki, marifeye mudaf olan müfred -ki bu âyette<br />

Allah’a izafe edilen “yedu” kelimesi böyledir- umûmu<br />

(genelliği) ifade eder. 53 Yani âyetteki “yedullâhi” ifadesi,<br />

53. Marifeye mudaf olan müfred’in umumu ifade ettiğinin bir örne-<br />

50


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle) için ne kadar el sabitse o kadar eli kapsamı<br />

altına almaya el<strong>ve</strong>rişlidir. Bu umûm ise, yukarıda<br />

zikrettiğimiz ‘Allah’ın iki eli olduğunu gösteren deliller’<br />

ile tahsîs edilmiştir/sınırlandırılmış, daraltılmıştır.<br />

Cemî’ kalıpta kullanılmasına gelince, buna birkaç<br />

yönden cevap <strong>ve</strong>rilebilir;<br />

a) Bazı âlimler, cem’in en azının iki olduğunu söylerler.<br />

54 Yani bu görüşe göre âyetteki “ellerimiz” ifadesi<br />

en azından iki’ye delalet etmekte, iki’den daha fazlaya<br />

delalet etmesi ise kesin olmayıp ihtimal dâhilindedir.<br />

Yukarıda zikrettiğimiz deliller iki’den fazla olabileceği<br />

ihitmalini ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla bu<br />

görüş esas alındığı takdirde âyette herhangi bir işkal<br />

bulunmamaktadır. Ancak luğat âlimleri’nin geneli ise,<br />

cem’in en azının üç olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş<br />

esas alınırsa o halde bu işkale şu şekillerde cevap <strong>ve</strong>rilebilir;<br />

b) Burada “ellerimiz” ile kasdedilen, elin tazîmi’dir.<br />

Yoksa Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin iki’den daha fazla elinin olği<br />

olarak bkz: İbrâhîm 34.<br />

54. Tahrîm 4 <strong>ve</strong> Nisâ 11. âyetler, bu görüşü savunanların ileri sürdükleri<br />

delillerdendir.<br />

51


duğu anlamında değildir. Bu tıpkı, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

kendisinden bahsederken “biz”, “dedik ki”, “muhakkak<br />

ki biz” anlamında ifadeler kullanmasına benzer. Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) tek olduğuna göre bu ifadelerle kastedilen<br />

nasıl ki Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin kendisini ta’zim etmesi ise,<br />

burada da durum böyledir.<br />

c) “ellerimiz”den kasıt, eli olan Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

zatıdır. Yani “mimmâ amilet eydînâ… (ellerimizin yaptığı)”<br />

ifadesi “mimmâ amilnâ (yaptığımız)” anlamındadır.<br />

Şu âyet de buna benzer bir misaldir:<br />

ظَهَرَ‏ الْفَسَ‏ ادُ‏ يفِ‏ الْربَ‏ ِّ وَالْبَحْرِ‏ بِ‏ ‏َا كَسَ‏ بَتْ‏ أَيْدِ‏ ي النَّاسِ‏<br />

“İnsanların “ellerinin” kazandıkları şeyler sebebiyle<br />

karada <strong>ve</strong> denizde fesad zahir oldu…” (Rûm, 41)<br />

Halbuki insanlar sadece elleriyle değil, ayakları,<br />

dilleri <strong>ve</strong> başka azaları ile de fesad yapar. Dolayısıyla<br />

“insanların ellerinin kazandıkları” ifadesi ile, eli olan<br />

insanların zâtı kastedilir. Yani mana “insanların kazandıkları”<br />

şeklindedir.<br />

Bir Kural: Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’te “Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye<br />

izafe edilen” sıfatlarda aslolan, o sıfatın Allah (azze <strong>ve</strong> cel-<br />

52


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

le)’nin bir sıfatı olduğudur. Yani bu tür âyet <strong>ve</strong> hadisler<br />

“sıfat âyetleri” <strong>ve</strong> “sıfat hadisleri” olarak da isimlendirilirler.<br />

Ancak Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe edilmemiş olan<br />

sıfatlar hakkında ise durum böyle değildir. Bu sebeple<br />

şu âyet, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatını bildiren âyetlerden<br />

biri değildir:<br />

وَالسَّ‏ مَ‏ ءَ‏ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ‏<br />

“Biz sema’yı “kuv<strong>ve</strong>t” ile bina ettik…” (Zâriyât, 47)<br />

Kuv<strong>ve</strong>t olarak tercüme ettiğimiz “eydin” kelimesi<br />

<strong>ve</strong>ya sıfatı, Yâsîn sûresi 71. âyetteki, “eydînâ” ifadesi<br />

gibi Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe edilmiş olarak gelmediğinden<br />

ötürü “eller” diye değil de, müfessirlerin de belirttiği<br />

üzere -lugattaki başka bir manası olan- “kuv<strong>ve</strong>t”<br />

diye tefsir edilebilmesi mümkün olmuştur. Binaenaleyh<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe edilmemiş bu kelimenin<br />

kuv<strong>ve</strong>t diye tefsir edilmesi, “sıfat âyetinin zâhirinden<br />

çıkmak” anlamına gelmez. Çünkü âyet, zahiriyle zaten<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bir sıfatına delalet etmediği için<br />

bir sıfat âyeti değildir, dolayısıyla konumuzla alakalı bir<br />

âyet değildir. 55 Aynı şekilde şu âyet’te bu kabildendir:<br />

55. Elbette ki âyete <strong>ve</strong>rilen kuv<strong>ve</strong>t manası, selim akıl sahibi bir<br />

arab’ın âyetten ilk anlayacağı anlam olduğundan zâhir anlamdır.<br />

Bu söylediğimiz, şimdi zikredilecek olan âyetteki “sâk” ke-<br />

53


يَوْمَ‏ يُكْشَ‏ فُ‏ عَنْ‏ سَ‏ اقٍ‏ وَيُدْعَوْنَ‏ إِىلَ‏ السُّ‏ جُودِ‏ فَلَ‏ يَسْ‏ تَطِ‏ يعُونَ‏<br />

“O gün (kıyamet günü) sâk’tan (incikten) açılır <strong>ve</strong> secdeye<br />

da<strong>ve</strong>t edilirler, fakat güç yetiremezler.” (Kalem, 42)<br />

Âyetteki “sâk” kelimesi Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe<br />

edilmediği için seleften kimileri bu kelimeyi, arap lugatındaki<br />

bir başka anlamı olan “şiddet” kelimesi ile<br />

açıklamışlardır. Buna göre âyet, “O gün işler zorlaşır<br />

<strong>ve</strong>…” diye manalandırılır. Aynı sebeple âyeti bu şekilde<br />

anlamlandırmak da sıfat âyetinin zahirinden çıkmak<br />

anlamına gelmez. Zira bu âyet zaten sıfat âyetlerinden<br />

değildir. 56<br />

2) “Yüz” <strong>Sıfat</strong>ı: Bu sıfatın ispatına geçmeden ev<strong>ve</strong>l,<br />

bu sıfatı kabul etmeyen Eş’arî, Mâturidî vb.’lerinin de<br />

ikrar ettiği şu hakikate biraz değinmek gerekir; Bir laflimesine<br />

<strong>ve</strong>rilen şiddet anlamı için de geçerlidir, aynı sebeple<br />

“şiddet” anlamı da zâhir anlamdır.<br />

56. Buna rağmen seleften kimileri de “sâk” kelimesini Allah’ın bir<br />

sıfatı olarak yorumlamışlardır. Nitekim Buhârî’de Kitâbu’t Tevhîd<br />

kısmında “Bâbu Kavlillâhi Teâlâ Vucûhun Yevmeizin Nâdira”<br />

bölümünde Ebu Saîd el-Hudrî (radiyallahu anhuma)’nın rivâyet<br />

ettiği bir hadiste (Hadis no: 7001) “sâk” kelimesi Allah’a izafe<br />

edilerek gelmiştir. Bu hadiste de kıyamet gününde Allah’ın sâk’ını<br />

açacağı bildirilmiştir. Buna göre âyet de hadisdeki bu anlamı<br />

ifade etmektedir.<br />

54


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

zın manaya delaletinin üç çeşidi vardır:<br />

a) Mutâbakat delaleti (Delâletü’l Mutâbaka): Bir<br />

lafzın, manasının tümüne delalet etmesidir.<br />

b) Tadammun delaleti (Delâletü’t Tadammun): Bir<br />

lafzın, manasının bazısına delalet etmesidir.<br />

c) İltizâm delaleti (Delâletü’l İltizâm): Bir lafzın,<br />

manasının lazımına/gereğine delalet etmesidir.<br />

Örneğin “Zeyd” lafzının, Zeyd’in hem zâtına/kendisine<br />

hem de sıfatlarına/özelliklerine delalet etmesi<br />

mutâbakat delaleti, sadece Zeyd’in zâtına <strong>ve</strong>ya sadece<br />

sıfatlarına delalet emesi tadammun delaleti, Zeyd’in,<br />

annesinin <strong>ve</strong> babasının olduğuna delaleti de -Zeyd’in<br />

var olmasının sebebi oldukları için- iltizâm delaletidir.<br />

Veya “ev” lafzının, duvarlara, yere, çatıya, kısacası<br />

kapsadığı her bir şeye delalet etmesi mutâbakat delaleti,<br />

sadece duvarlara ya da sadece çatıya delalet etmesi<br />

tadammun delaleti, evi yapan kişiye delalet etmesi ise<br />

-evin illaki bir bina edeni olduğundan- iltizâm delaletidir.<br />

Aynı şekilde isimler hakkındaki kaidelerin 2. sinde<br />

ifade ettiğimiz; Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isimlerinin hem<br />

zâtına hem de sıfatlarına delalet etmesi mutâbakat de-<br />

55


laletidir. Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin isimlerinin sadece zâtına<br />

<strong>ve</strong>ya sadece sıfatlarına delaleti ise tadammun, başka bir<br />

isme -örneğin “el-Hâlık (yaratıcı)” isminin “el-Hayy<br />

(diri olan)” ismine delalet etmesi gibi, (zira ölü olan<br />

yaratamaz) <strong>ve</strong>ya “el-Hakîm (hikmetli olan)” isminin<br />

el-Alîm (bilen)” ismine delalet etmesi gibi (zira ilim olmadan<br />

hikmetin olması düşünülemez)- delalet etmesi<br />

de iltizâm delaletidir.<br />

Bunu bildikten sonra; Allah (azze <strong>ve</strong> celle) şöyle buyurmaktadır:<br />

كُلُّ‏ مَنْ‏ عَلَيْهَا فَانٍ‏ . وَيَبْقَى وَجْهُ‏ رَبِّكَ‏ ذُو الْجَلَ‏ لِ‏ وَالْ‏ ‏ِكْرَامِ‏<br />

“Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak. Ancak Rabbinin<br />

celal <strong>ve</strong> ikram sahibi yüzü bâki kalacak.” (Rahmân 26-<br />

27) 57 Âyette geçen “yüzü” kelimesiyle kastedilen, müfessirlerin<br />

de belirttiği gibi hiç şüphesiz “Allah’ın zâtı”dır.<br />

Zira kastedilenin sadece yüz olduğu söylenirse, o zaman<br />

bu, yüzü haricinde Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin da yok<br />

olacağı anlamına gelir ki Allah (azze <strong>ve</strong> celle) böyle bir şeyden<br />

münezzehtir. Ancak bununla beraber âyet, Allah<br />

57. Buna benzer başka bir âyet için bkz: Kasas 88.<br />

56


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin celal (azamet, yücelik) <strong>ve</strong> ikram (mümin<br />

kullarına ihsanda bulunma <strong>ve</strong> kulları tarafından<br />

kendisine itaat edilmek sûretiyle saygınlık atfedilme)<br />

sıfatları ile vasıflanmış bir “yüz” sıfatı olduğuna da delalet<br />

etmektedir. Şöyle ki, âyet, mutabakat delaletiyle<br />

hem Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin celal <strong>ve</strong> ikram ile vasıflı yüz<br />

sıfatına, hem bu yüz’ün baki kalacağına, hem de yeryüzündeki<br />

her şeyin helak olacağına delalet eder. Tadammun<br />

delaletiyle de bu üçünden birine delalet eder. İltizam<br />

delaletiyle ise zâtının baki kalmasına delalet eder.<br />

Zira yüz, zat’tan hiç ayrılmayan zâtî bir sıfattır. Eğer ki<br />

yüz baki ise, bu demektir ki zat’ta bakidir. Buna belağat<br />

ilminde, -ilimle iştiğal edenler arasında çok bilinen bir<br />

tabir şekli olan- “zikru’l cuz’ irâdetu’l kull (yani cüzü/<br />

parçayı zikredip bununla küllü/tümü kastetmek)” denilir.<br />

58 Bu tıpkı; “…Artık yüzünü mescid-i haram’a (kabe-<br />

58. Bu âyetinde Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin böyle bir tabir şeklini kullanmasının<br />

nedeni, yüzünün şerefine <strong>ve</strong> azametine vurgu yapmasıdır.<br />

Ayriyeten şunu da belirtelim ki; bizim bu âyet hakkında<br />

“cüz/parça zikredilip küll kastedilmiştir” dememizden, yüzün<br />

<strong>ve</strong> ona benzer sıfatların Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’den bir parça olduğuna,<br />

yani Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin tıpkı insan gibi bir takım azâlardan/uzuvlardan<br />

mürekkep (oluşmuş) olduğuna inandığımız<br />

anlamı çıkartılmamalıdır. Bu, önceden de belirtildiği gibi sapık<br />

Mücessime grubunun düşüncesidir. Ancak burada anlatmak istediğimiz<br />

daha kolay anlaşılsın diye, belağat ilmindeki bilinen<br />

şekliyle bu ifadeyi kullandık.<br />

57


ye) doğru çevir…” (Bakara, 144) âyetine <strong>ve</strong>, “Yüzler vardır ki<br />

o gün korkulu <strong>ve</strong> zelildir, amel etmişler <strong>ve</strong> yorulmuşlardır.”<br />

(Ğâşiye, 2-3) âyetine benzemektedir. Bu iki âyette de yüz<br />

kelimesiyle, “yüzü olan insanın zâtı” kastedilmektedir.<br />

Zira ilk âyette kabeye doğru çevrilmesi istenen elbette<br />

ki sadece yüz olmayıp, yüzünde dahil olduğu zâtın çevrilmesidir.<br />

İkinci âyette ise yüz, amel edip yorulamayacağına<br />

göre, yüzler kelimesi ile “yüz sahibi insanların<br />

zâtı” murad edilmiştir.<br />

Dolayısıyla bizler, bu âyetteki yüzden kastın Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatı olduğunu söyleyerek, bir sıfat âyetini<br />

zâhir anlamından çıkartmış <strong>ve</strong> bu kaideye aykırı davranmış<br />

olmadık. Zira biz, âyetin zahirinden anlaşılan<br />

“yüz” sıfatını ispat etmekle birlikte iltizam delaletiyle<br />

zâtın murad edildiğini söyledik. Arapça lafızların bu<br />

üç delalet şeklini bilen her bir kimse, bu âyeti okuduğu<br />

zaman aklına gelecek ilk anlam (yani zâhir anlam)<br />

yüz sıfatıyla beraber Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatı olacaktır.<br />

Yani zâhir anlamıyla âyet, sadece yüzün baki kalacağına<br />

delalet etmemektedir. Şâyet yüz sıfatını ispat etmeksizin<br />

zâtın kastedildiğini söyleseydik, o zaman muteber<br />

bir delil olmaksızın âyetin zahirinden çıkmış olurduk.<br />

Dolaysıyla âyetteki “yüz”ün anlamı, “yüz sıfatı ile vasıflanmış<br />

olan Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatı”dır. Yoksa mana,<br />

58


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Eş’arî, Maturîdîler vb.’nin dediği gibi yüzü olmaksızın<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatı değildir. Ya da onlardan kimisinin<br />

dediği gibi yüz ile kastedilen “sevap” değildir.<br />

Yani mana, “Rabbinin celal <strong>ve</strong> ikram sahibi sevabı! bâki<br />

kalacak” şeklinde değildir. Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)<br />

şöyle buyurmuştur:<br />

حجابه النور لو كشفه لحرقت سبحات وجهه ما انتهى<br />

إليه برصه من خلقه<br />

“…Onun hicabı/örtüsü nurdur. Şâyet onu açsaydı, yüzünün<br />

59 azameti (<strong>ve</strong>ya nuru, parlaklığı, güzelliği) bakışının<br />

ulaştığı (bütün) mahlukatını yakardı.” 60<br />

Meşhur “Sahîhu İbn Huzeyme” eserinin sahibi<br />

İmam İbn Huzeyme (rahimehullah) (Vefat; H: 311)<br />

“et-Tevhîd” adlı kitabında “Bâbu İsbâti’l Vech” bölümünde<br />

şunları kaydetmiştir: “Bizim <strong>ve</strong> Hicaz, Yemen,<br />

Tehâme <strong>ve</strong> Şam ehlinden olan bütün âlimlerimizin<br />

59. Ebu Ubeyd, ed-Dârimî <strong>ve</strong> İbn Huzeyme gibi kimi âlimler hadisteki<br />

yüzü zat ile tefsir etmeyip sadece yüz olarak açıklamışlardır.<br />

İbnu’l Kayyım gibi kimi ilim ehli ise yukarıda geçen âyette olduğu<br />

gibi burada da kastedilenin yüzüyle birlikte zatı olduğunu<br />

söylemişlerdir. Görüldüğü gibi her iki açıklamaya göre de Allah’ın<br />

yüz sıfatı ispat edilmiş olmaktadır.<br />

60. Müslim.<br />

59


mezhebi/görüşü şudur ki, bizler, yaratıcımızın yüzünü<br />

mahluklardan hiçbirine benzetmeksizin Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle) hakkında onun kendisi için ispat ettiğini ispat<br />

ederiz.” Bundan bir sonraki bölümde de şunları söylemiştir:<br />

“Biz <strong>ve</strong> bütün bölgelerde bulunan âlimlerimiz<br />

şunu diyoruz ki, Ma’budumuz’un (Allah’ın), Kur’ân’ın<br />

da bize bildirdiği gibi “yüzü” vardır. Ve onu celal <strong>ve</strong> ikram<br />

ile vasıflamıştır. Onun baki olduğuna hükmetmiş<br />

<strong>ve</strong> ondan helak’ı nefyetmiştir. Ve deriz ki, Rabbimizin<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) yüzünde öyle bir nur, aydınlık <strong>ve</strong> parlaklık<br />

vardır ki, şâyet hicabını açsaydı yüzünün nuru, parlaklığı<br />

<strong>ve</strong> güzelliği, bakışının ulaştığı her şeyi yakardı.”<br />

Dolayısıyla Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin zatına yaraşır bir<br />

şekilde, yarattığı hiçbir varlığa benzemeyen <strong>ve</strong> keyfiyetini<br />

bilmediğimiz “yüz”ü olduğuna iman ederiz.<br />

Fâide: El sıfatı üzerinde dururken şöyle bir kural<br />

zikretmiştik: “Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe edilen sıfatlarda<br />

aslolan, o sıfatın Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bir sıfatı olduğudur.”<br />

Ancak <strong>ve</strong>ch (yüz) kelimesinin <strong>ve</strong>ya sıfatının<br />

geçtiği iki âyet’te bu kelime, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe<br />

edilmiş olarak gelmesine rağmen seleften kimileri tarafından<br />

zâhirine aykırı bir şekilde yorumlanmıştır. Bu<br />

âyetlerden birincisi şudur:<br />

60


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

وَلِلَّهِ‏ الْمَشْ‏ ‏ِقُ‏ وَالْمَغْرِبُ‏ فَأَيْنَمَ‏ تُوَلُّوا فَثَمَّ‏ وَجْهُ‏ اللَّهِ‏<br />

“Doğu da Allah’ındır batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın<br />

yüzü oradadır...” (Bakara, 115)<br />

Mücahid, İmam Şâfiî <strong>ve</strong> İbn Teymiyye (rahimehullah)<br />

gibi âlimler, bu âyetin sıfat âyetlerinden olmadığını, yüz<br />

ile kastedilenin, arap lugatındaki manalarından biri<br />

olan cihet/kıble 61 olduğunu söylemişlerdir. Zira âyet<br />

sefer hali hakkında inmiştir. Yani bir kimse sefer halinde<br />

nafile namaz kılarken yüzü nereye doğru dönük<br />

olursa olsun orası, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin müslümanlar<br />

için razı olduğu kıbledir. Veya bir kimse kıblenin neresi<br />

olduğunu bilmediği için araştırsa <strong>ve</strong> sonra kıble olduğunu<br />

zannettiği yöne doğru namaz kılsa, bu kimsenin<br />

yönelmiş olduğu kıble aslında yanlış da olsa işte orası,<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin müslümanlar için razı olduğu<br />

kıbledir. Dolayısıyla âyetin sefer hali hakkında inmesi,<br />

zâhirinden dönülebileceğine dair bir delil olduğu için,<br />

âyetin bu şekilde te’vîl edilmesi sahih te’vîl kısmına<br />

dahil olmaktadır.Ancak ed-Dârimî, İbn Huzeyme <strong>ve</strong><br />

İbnu’l Kayyim (rahimehullah) gibi kimi âlimler ise, zikri<br />

geçen bu kuralı bu âyette de işleterek âyetin, Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle)’nin yüz sıfatını ispat eden bir sıfat âyeti olduğu-<br />

61. Örneğin bkz: Bakara, 148.<br />

61


nu söylemişlerdir. Yani namazda yüzünüzü hangi yöne<br />

çevirirseniz çevirin, orada Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin yüzü<br />

vardır. Nitekim Nebi (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’den gelen şu<br />

hadis de bu anlamı desteklemektedir: “Sizden biriniz<br />

namazına başladığı zaman o kimse Rabbiyle gizlice konuşmaktadır.<br />

Veya 62 Rabbi onunla kıble arasındadır. O<br />

yüzden sizden biriniz kıblesine doğru tükürmesin…” 63<br />

Bu âyetlerden ikincisinde ise şöyle buyrulmuştur:<br />

وَالَ‏ تَدْعُ‏ مَعَ‏ اللَّهِ‏ إِلَهًا آخَرَ‏ الَ‏ إِلَهَ‏ إِالَّ‏ هُوَ‏ كُلُّ‏ شَ‏ ْ ءٍ‏ هَالِكٌ‏ إِالَّ‏<br />

وَجْهَهُ‏<br />

“Allah ile birlikte başka bir ilah’a dua etme! O’ndan başka<br />

ilah yoktur. O’nun yüzü hariç her şey yok olacaktır…”<br />

(Kasas, 88)<br />

Seleften bazıları, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye izafe edilmiş<br />

“<strong>ve</strong>ch (yüz)” kelimesini, lugattaki anlamlarından biri<br />

62. Burada “<strong>ve</strong>ya” kelimesinin zikredilmesi, hadisi rivâyet edenin<br />

tereddüdünden ötürüdür. Ancak bu hadisin diğer bir rivâyetinde<br />

ise “<strong>ve</strong>ya” kelimesi geçmeyip “<strong>ve</strong>” kelimesi geçmektedir.<br />

63. Buhârî, Kitâbu’s Salât, Bâbu Hakki’l Buzâki bi’l yedi mine’l Mescid.<br />

İbnu’l Kayyim (rahimehullah) “Muhtasaru’s Savâiku’l Mursele”<br />

(2/180) kitabında, âyetin bir sıfat âyeti olduğunu destekleyen<br />

bunun dışında birçok hadis zikretmiştir.<br />

62


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

olan 64 “niyet, kasıt” anlamını baz alarak yalnızca Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin rızasının kastedilerek yapıldığı ameller<br />

olarak tevil etmiş <strong>ve</strong> böylece âyeti sıfat âyetlerinden<br />

saymamışlardır. Zira âyetin ilk <strong>ve</strong> ikinci cümlesi, ibadetin<br />

yalnızca Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’ye sarfedilmesi <strong>ve</strong> ibadete<br />

O’ndan başka hiçbir şeyin ortak kılınmaması gerektiğini<br />

ifade etmektedir. İşte âyeti bu şekilde yorumlayanlar<br />

bu iki cümlenin, âyetteki <strong>ve</strong>ch kelimesini zâhiri üzere<br />

anlamayıp ona böyle bir anlam yüklemenin muteber<br />

bir delili olacağını söylemişlerdir. Yani sadece Allah<br />

için/ihlas üzere yapılan ameller -kişiyi ebedi cennete<br />

ulaştıracağı için- baki kalacak, ancak bunun dışındaki<br />

büyük ya da küçük şirk olan ameller <strong>ve</strong> müşrik olan kişinin<br />

yaptığı ameller ise sahiplerinin yüzüne çarpılarak<br />

boşa çıkartılacaktır. Buna karşın kimi âlimler ise, bu<br />

âyeti Rahman sûresi 26 <strong>ve</strong> 27. âyetteki anlamıyla tefsir<br />

ederek âyetin zâhirinden dönmeyip bu kuralı burada<br />

da işletmişlerdir.<br />

Ancak şunu bir daha belirtelim ki, bu iki âyeti zâhir<br />

anlamı üzere yorumlamayan selef âlimleri, bununla bereber<br />

başka deliller sebebiyle Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin yüz<br />

sıfatını kabul ediyorlardı. Nitekim İbn Huzeyme’nin<br />

64. Örneğin bkz: İnsan, 9.<br />

63


(rahimehullah) az ev<strong>ve</strong>l aktardığımız sözü de bunu açıkça<br />

ortaya koymaktadır.<br />

c) Gelme sıfatı: Allah (azze <strong>ve</strong> celle) şöyle buyurmaktadır:<br />

هَلْ‏ يَنْ‏ ظُ‏ رُ‏ ونَ‏ إِالَّ‏ أَنْ‏ يَأْتِيَهُمُ‏ اللَّهُ‏ يفِ‏ ظُلَلٍ‏ مِنَ‏ الْغَمَ‏ مِ‏<br />

وَالْمَلَ‏ ئِكَةُ‏ وَقُضِ‏ َ الْ‏ ‏َمْرُ‏ وَإِىلَ‏ اللَّهِ‏ تُرْجَعُ‏ الْ‏ ‏ُمُورُ‏<br />

“Onlar (kâfirler) ancak buluttan gölgelerle beraber Allah’ın<br />

<strong>ve</strong> meleklerinin gelmesini bekliyorlar. Ve (kulların)<br />

iş (i) bitirilmiş (hesapları görülmüş) olacaktır (<strong>ve</strong> artık<br />

asilerin tevbe etme imkanı olmayacaktır). 65 Bütün<br />

işler yalnızca Allah’a döndürülür. (Ve sonunda herkes<br />

yaptığının karşılığını görecektir).” (Bakara, 210)<br />

Âyette bahsedilen Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin <strong>ve</strong> meleklerinin<br />

gelmesi, kıyamet gününde Rasûlullah (sallallahu<br />

aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’in, arşın altında Allah’a (azze <strong>ve</strong> celle) secde<br />

edip Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin kulları arasında hüküm <strong>ve</strong>rmesi<br />

(onları hesaba çekmesi) için şefaatte bulunması<br />

sonrasında olacak olan bir durumdur. Allah (azze <strong>ve</strong><br />

65. Kimi müfesirler de şöyle mana <strong>ve</strong>rmişlerdir: “…<strong>ve</strong> meleklerinin<br />

gelmesini <strong>ve</strong> işin bitirilmesini bekliyorlar. Bütün işler yalnızca Allah’a<br />

döndürülür”.<br />

64


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

celle) kıyamet gününde kulları arasında hükmetmek<br />

için kendisi <strong>ve</strong> melekleri inecek <strong>ve</strong> inerlerken gökyüzü<br />

(dünya seması) beyaz bulutlar/büyük gölgeler ile<br />

yarılacaktır. 66 Fecr sûresinin 22. âyetinde belirtildiği<br />

gibi melekler saf halinde ineceklerdir. Ve meleklerden<br />

ilk olarak, dünya semasında bulunan melekler inecek,<br />

sonra ikinci, sonra üçüncü… Sonra yedinci semadaki<br />

melekler inecek <strong>ve</strong> insanları kuşatacaklardır. 67<br />

Başka bir âyetinde de şöyle buyurmuştur:<br />

هَلْ‏ يَنْظُرُونَ‏ إِالَّ‏ أَنْ‏ تَأْتِيَهُمُ‏ الْمَلَ‏ ئِكَةُ‏ أَوْ‏ يَأْتِ‏ َ رَبُّكَ‏ أَوْ‏ يَأْتِ‏ َ<br />

بَعْضُ‏ آيَاتِ‏ رَبِّكَ‏<br />

Onlar ancak kendilerine meleklerin (ruhlarını kabzetmek<br />

için) gelmesini <strong>ve</strong>ya (kıyamet günü kullarının arasında<br />

hükmetmesi için) Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı<br />

66. Bkz: Furkân 25. Furkân sûresinin bu âyetinde Allah’ın (azze <strong>ve</strong><br />

celle) gelmesi zikredilmemekle birlikte Bakara, 210 <strong>ve</strong> birazdan<br />

gelecek olan âyet, burada da Allah’ın gelmesinden bahsedildiğini<br />

göstermektedir.<br />

67. Bkz: Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbn Kesîr. Meleklerin inişinin nasıl<br />

olacağı ile ilgili bkz: el-Müstedrek, Hâkim, 4/614. İmam Zehebî<br />

(rahimehullah) Müstedrek’te geçen bu rivâyetin senedinin kuv<strong>ve</strong>tli<br />

olduğunu söylemiştir.<br />

65


âyetlerinin (kıyamet alametlerinin) gelmesini bekliyorlar<br />

68 …” (En’âm, 158)<br />

Her iki âyet de kâfirleri tehdid etmekte <strong>ve</strong> kıyamet<br />

gününde Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin kulları arasında hükmetmesi<br />

için kendi şanına yaraşır bir şekilde, mahlukattan<br />

hiçbirisinin gelmesine benzemeksizin <strong>ve</strong> keyfiyetini<br />

bilmediğimiz bir halde geleceğini bildirmektedir. 69<br />

Eş’arî <strong>ve</strong> Mâturîdîler gibi bu sıfatı kabul etmeyenler<br />

ise, zikrettiğimiz bu âyetleri zâhir anlamlarından soyutlamakta<br />

<strong>ve</strong> Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin gelmesini, “Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin emrinin gelmesi” şeklinde tevil etmektedirler.<br />

Buna delil olarak da şu âyeti ileri sürerler:<br />

هَلْ‏ يَنْظُرُونَ‏ إِالَّ‏ أَنْ‏ تَأْتِيَهُمُ‏ الْمَلَ‏ ئِكَةُ‏ أَوْ‏ يَأْتِ‏ َ أَمْرُ‏ رَبِّكَ‏<br />

“(Kafirler) ancak kendilerine meleklerin (ruhlarını<br />

kabzetmek için) gelmesini <strong>ve</strong>ya Rabbinin emrinin gelmesini<br />

bekliyorlar…” (Nahl, 33)<br />

68. Yani o kâfirler bu hallerden birinin gelmesini mi bekliyorlar!<br />

69. Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu sıfatını bildiren başka bir âyet için bkz:<br />

Fecr 21-22.<br />

66


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Şöyle demektedirler: “Sizin zikrettiğiniz âyetlere<br />

benzeyen bu âyette, “Rabbinin gelmesini” denmemiş,<br />

“Rabbinin emrinin gelmesini” denilmiştir. İşte bu âyet,<br />

sizin zikrettiğiniz âyetlerde geçen “Allah’ın gelmesi”<br />

<strong>ve</strong> “Rabbinin gelmesi” ifadelerini tefsir etmekte <strong>ve</strong> bu<br />

âyetlerde kastedilenin “Allah’ın (<strong>ve</strong>ya) Rabbinin emrinin”<br />

gelmesi olduğuna delalet etmektedir!”<br />

Buna cevap olarak şöyle deriz: “Rabbinin emrinin<br />

gelmesi” ifadesi, “dünyadaki azap” <strong>ve</strong> içinde dehşet<br />

<strong>ve</strong>rici hadiselerin yaşanacağı “kıyamet günü” olarak<br />

müfessirlerce iki şeklide yorumlanmıştır. Gelme sıfatına<br />

ilişkin ilk olarak zikrettiğimiz Bakara, 210. âyet ise,<br />

kıyamet günü içersinde olacak olan hadiselerden bahsetmektedir.<br />

Zira bu âyette geçen, “Ve iş bitirilmiş olacaktır.<br />

Bütün işler yalnızca Allah’a döndürülür.” cümleleri<br />

de bunu göstermekte idi. O halde, şâyet Nahl sûresindeki<br />

âyette Rabbinin emrinin gelmesinden kasıt, dünya<br />

azabı <strong>ve</strong>ya kıyamet gününün gelmesi ise, bu iki anlamdan<br />

hangisi Bakara, âyetinde belirtilmek istenen anlamı<br />

karşılayacaktır! Ayrıca eğer ki Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

gelmesiyle kastedilen onun emri ise, neden Allah (azze<br />

<strong>ve</strong> celle) Nahl sûresindeki âyette ifade ettiği gibi Bakara,<br />

Fecr <strong>ve</strong> En’am sûrelerindeki âyetlerde de “Allah’ın<br />

(<strong>ve</strong>ya) Rabbinin emri” ifadesini kullanmamıştır? Buna<br />

67


engel olan, emrinin gelmesinden ayrı olarak kendisinin<br />

de gelmesinin olacağı değil de nedir? Binaenaleyh<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin gelmesi ile bu iki tefsirden biri<br />

olan Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin emrinin gelmesi birbirinden<br />

farklı olup sanıldığı gibi aynı şeyler değildir.<br />

Bir İtiraz <strong>ve</strong> Cevabı: Bizler sıfat naslarının teşbîh<br />

<strong>ve</strong> tekyîf ’ten uzak olarak zâhir anlamları üzere anlaşılması<br />

gerektiğini <strong>ve</strong> bu anlamın dışına asla çıkılamayacağını<br />

söylediğimizde, karşıt görüşteki kimseler kuv<strong>ve</strong>tli<br />

gibi gözüken şöyle bir itirazda bulunmaktadırlar:<br />

“Sizler bu iddianızla çelişmektesiniz. Çünkü sizler bazı<br />

sıfat naslarının zâhirini almıyorsunuz! İşte buna birkaç<br />

örnek:<br />

a) “Ehl-i Kitaptan küfredenleri ilk sürgünde yurtlarından<br />

çıkaran O’dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız.<br />

Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını<br />

sanmışlardı. Ama “Allah, onlara beklemedikleri yerden<br />

geldi.” O, yüreklerine korku düşürdü; öyle ki evlerini hem<br />

kendi elleriyle, hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı.<br />

Ey akıl sahipleri! İbret alın.” (Haşr, 2) Burada Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin gelmesinden kasıt, sizin de kabul ettiğiniz<br />

gibi O’nun (azze <strong>ve</strong> celle) azabıdır.<br />

68


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

b) “Onlardan öncekilere de (peygamberlere) hile yapmışlardı.<br />

Sonunda “Allah da onların binalarına temellerinden<br />

geldi” de böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü.<br />

Bu azap onlara, farkedemedikleri bir yerden gelmişti.”<br />

(Nahl, 26) Bu âyette de Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin gelmesiyle<br />

kastedilen, tıpkı bir önceki âyet gibi azabının gelmesidir.<br />

Yani mana: “Allah da onların binalarını temellerinden<br />

tahrip etti.” şeklindedir.<br />

c) “…Onlar Allah’ı unuttular. “Allah da onları unuttu!”<br />

Doğrusu münafıklar fâsıkların ta kendileridir.” (Tevbe,<br />

67) Yani onları terk etti, önemsemedi anlamındadır.<br />

d) “Muhakkak ki sana bey’at edenler ancak Allah’a<br />

bey’at etmektedirler. “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.”<br />

Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş<br />

olur. Kim de Allah ile olan ahdine <strong>ve</strong>fa gösterirse Allah<br />

ona büyük bir mükâfat <strong>ve</strong>recektir.” (Feth, 10) Burada Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin elinin Müslümanların ellerinin üzerinde<br />

olması, müfessirlerin de belirttiği <strong>ve</strong> sizin de ikrar<br />

ettiğiniz üzere zâhirinden anlaşılan anlam olmayıp,<br />

bey’at işinin sağlama alınmasıdır. Yani kimsenin bey’atını<br />

bozmaması istenmektedir.<br />

69


e) “…Yere gireni <strong>ve</strong> ondan çıkanı, gökten ineni <strong>ve</strong> oraya<br />

yükseleni bilir. “Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.”<br />

Allah yaptıklarınızı görür.” (Hadîd, 4) Buradaki beraberliğin<br />

zat beraberliği olmadığı açıktır.<br />

Ve daha bunun gibi başka örnekler… 70<br />

Cevap: Bizler zâhir anlamla ne kastedildiğini açıklarken<br />

şöyle demiştik: “Arap dilini bilenlerden selim<br />

bir akla sahip olan kimselerin herhangi bir kelime <strong>ve</strong>ya<br />

cümle işittiklerinde <strong>ve</strong>ya okuduklarında zihinlerine<br />

gelen ilk anlamdır.” Buna göre zâhir’in iki kısmı vardır:<br />

1) Lafzın/kelimenin zahiri إفرادي)‏ ‏:(ظاهر Yani cümle<br />

içersindeki tek bir lafızdan/kelimeden anlaşılan zâhir.<br />

Örneğin; “Rahman arşa istiva etti” (Tâhâ, 5) âyetindeki<br />

“alâ” harf-i عىل “istevâ” lafzından/kelimesinden اسْ‏ تَوَى<br />

cerri ile kullanıldığındaki malum anlamının anlaşılması<br />

gibi. Veya “Allah’ın kendilerine gazap ettiği…” (Mücâdele,<br />

14) âyetindeki غضب “ğadibe” lafzından Allah (azze <strong>ve</strong><br />

celle)’nin , zatına yaraşır bir şeklilde kendi dışındaki varlıklardan<br />

hiçbirine benzemeyen <strong>ve</strong> keyfiyetini bilmediğimiz<br />

“gazap” sıfatının olduğunun anlaşılması gibi.<br />

70. Bkz: Mülk, 1; Kâf, 16; Hakka, 45; Zumer 56.<br />

70


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

2) Cümlenin zahiri تركيبي)‏ ‏:(ظاهر Siyak, sibak <strong>ve</strong> karinelerden<br />

(kısacası cümlenin tamamından) anlaşılan<br />

zahir.<br />

Zâhir’in bu şeklide ikiye ayrılması, arap dili de<br />

dahil bütün dillerde çok maruf olan bir husustur. Örneğin;<br />

“Arkadaşımın benden istediği şeyi unuttum”<br />

cümlesindeki “unuttum” lafzı, yaygın anlamı olan “zihindeki<br />

bilginin kaybolması” anlamına gelmektedir<br />

ki, bu anlam cümle içersindeki “unuttum” lafzından<br />

anlaşılmaktadır. Yine, kendisine “Abdullah ile görüşüyor<br />

musun” diye bir soru yöneltilen kimse bu soruya<br />

“Abdullah’ı unuttum gitti” diye cevap <strong>ve</strong>rse, soru soran<br />

kişinin zihnine gelecek olan ilk anlam hiç şüphesiz ki,<br />

Abdullah adındaki kişinin onun zihninden silindiği<br />

değil, Abdullah’ı terk ettiği, onu umursamadığı olacaktır.<br />

Ve daha bunun gibi nice örnek… Dolayısıyla bir<br />

lafzı bütün hallerde aynı anlam üzere anlamak yanlış<br />

olup o lafız, cümledeki yerine göre yaygın anlamının<br />

dışında başka bir anlamı da ifade edebilir. İşte böyle bir<br />

itirazda bulunulmasının nedeni, zâhir anlamı sadece<br />

lafzın/kelimenin zâhiri ile sınırlandırmaktan kaynaklanmaktadır.<br />

Halbuki bu zikredilen naslardan anlaşılan<br />

zâhir anlama ters gibi gözüken manalar, aslında zâhir<br />

anlamın ta kendisidir, ancak bu manalar zâhirin ikinci<br />

71


kısmı olarak saydığımız “cümlenin zahiri”nden anlaşılan<br />

anlamlardır.<br />

Elbette ki bu nasların, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin gelme<br />

<strong>ve</strong> el sıfatlarına delalet etmemesi, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin<br />

bu sıfatlarının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü başka<br />

naslarda O’nun (azze <strong>ve</strong> celle) bu sıfatlarının olduğu belirtilmiştir.<br />

<strong>Sıfat</strong>ları Tefvîd Etmek Selefin Görüşü müdür?<br />

Birçok ilim ehli, el, istiva, inmek, gelmek, ayak gibi<br />

görünürde teşbih’i andıran Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatlarını<br />

tefvîd etmenin selefin düşüncesi olduğunu iddia<br />

etmişlerdir. Bu iddiaya göre selef, Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’te<br />

geçen Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu tür sıfatlarına hiçbir<br />

şekilde (ne zâhir ne de başka) bir anlam yüklememiş,<br />

nasıl ki sıfatların keyfiyeti bilinmiyor <strong>ve</strong> Allah’a (azze <strong>ve</strong><br />

celle) havale ediliyor ise, aynı şekilde selef manalarını<br />

da Allah’a (azze <strong>ve</strong> celle) havale etmiştir. Dolayısıyla selefe<br />

göre Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu türden sıfatları, -bir görüşe<br />

göre- “elif lâm mîm, gâf, hâ mîm” gibi Kur’ân da<br />

geçen “mukattaa harfleri” gibi manaları sadece Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) tarafından bilinir. Yani selefe göre bu tür sıfatların<br />

hem keyfiyeti hem de anlamları müteşabihtir/<br />

yalnızca Allah (azze <strong>ve</strong> celle) tarafından bilinir! 71<br />

71. Yani bu tür sıfatlar mütaşabih’in iki kısmından biri olan “el-Mü-<br />

72


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

Bu, Eş’arîler’in <strong>ve</strong> Mâturîdîler’in selefe nisbet ettikleri<br />

batıl bir iddiadır. Ve onların; “selef ’in yolu eslemdir/daha<br />

sağlıklı <strong>ve</strong> ihtiyatlıdır. Halef ’in (seleften<br />

sonra gelenlerin) yolu ise daha ilimli <strong>ve</strong> daha hikmetlidir.”<br />

sözlerindeki ‘selef ’in yolu’ ile kastettikleri de budur.<br />

Bu iddiaya göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem),<br />

Allah’ın sıfatlarından (yani dinin en büyük aslı olan;<br />

“Allah’ı kemal sıfatları ile bilmek” aslından) bahseden<br />

birçok âyeti <strong>ve</strong> hadislerini ashabına aktarırken, bu söylediklerinden<br />

ne kendisi anlamış, ne de bunları işiten<br />

<strong>ve</strong> rivâyet eden sahabesi anlamıştır! Başka bir tabirle<br />

bu iddia, bize Kur’ân’ı indirip onun manalarını düşünmek<br />

ile mükellef kılan 72 Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin , dinin en<br />

büyük aslını, hayvanların anlaşılamaz sesleri <strong>ve</strong>yahut<br />

yabancı bir dilde konuşan insanların anlayamadığımız<br />

sözleri mesabesinde bizlere anlattığını söylemekle eş<br />

değerdedir.<br />

Doğrusu, selefin bu türden sıfatlara zahir anlamlarını<br />

yüklediği, keyfiyetini ise Allah’a (azze <strong>ve</strong> celle) havale<br />

teşâbihu’l Hakîkî” (manası yalnızca Allah tarafından bilinen<br />

naslar) kısmındandır. Diğer bir kısım ise “el-Müteşâbihu’l İdâfî”<br />

dir ki bu da, manasını ancak nassı sağlıklı bir şekilde tahlil etmiş<br />

olan kimselerin anladığı, herkesin anlayamadığı naslardır. (Bkz:<br />

el-Muvâfakât, eş-Şâtıbî, 3/315)<br />

72. Örneğin bkz: Nisâ, 82; Muhammed, 24; Sâd, 29.<br />

73


ettiğidir. Onlar, istiva, inme, yüz, el, ayak gibi Allah’a<br />

(azze <strong>ve</strong> celle) izafe edilen sıfatların anlamlarını biliyor <strong>ve</strong><br />

bu sıfatların her birine aynı gözle bakmayıp bunların<br />

birbirinden farklı anlamlar içerdiğine inanıyorlardı.<br />

Yani selefe göre müteşabih olan, sıfatların anlamları olmayıp<br />

keyfiyetleri idi. İşte bunun birkaç yönden ispatı:<br />

‏-عن عبد الله قال : « جاء حرب من اليهود إىل رسول الله<br />

صىل الله عليه وسلم فقال : أبلغك أن الله تعاىل يضع<br />

السموات يوم القيامة عىل أصبع والرض عىل أصبع<br />

والجبال عىل أصبع والشجر عىل أصبع واملاء والرثى<br />

عىل أصبع وسائر الخلق عىل أصبع ثم يهزهن ويقول<br />

أنا امللك قال : فضحك رسول الله صىل الله عليه وسلم<br />

بدت نواجذه تصديقا لقول الحرب ثم قرأ : ‏)وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ‏<br />

حَقَّ‏ قَدْرِهِ‏ وَالْ‏ ‏َرْضُ‏ جَمِيعًا قَبْضَ‏ تُهُ‏ يَوْمَ‏ الْقِيَامَةِ‏ وَالسَّ‏ مَ‏ وَاتُ‏<br />

مَطْوِيَّاتٌ‏ بِيَمِينِهِ‏ سُ‏ بْحَانَهُ‏ وَتَعَاىلَ‏ عَمَّ‏ يُشْ‏ ‏ِكُونَ‏ (.<br />

Abdullah İbn Mes’ûd (radiyallahu anhuma) şöyle anlatmıştır:<br />

“Yahudilerden bir haham Rasûlullah (sallallahu<br />

aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’e geldi <strong>ve</strong> dedi ki: “Sana, Allah’ın kıyamet<br />

gününde gökleri bir parmağı, 73 yeri bir parmağı, dağ-<br />

73. Demek ki Allah’ın (azze <strong>ve</strong> celle) kendi zatına yaraşır “parmak” sıfatı<br />

da vardır.<br />

74


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

ları bir parmağı, ağaçları bir parmağı, suları <strong>ve</strong> ıslak<br />

toprakları bir parmağı <strong>ve</strong> diğer mahlukları da bir parmağı<br />

üzerine koyacağını (bunları parmakları üzerinde<br />

tutacağını), sonra onları sarsıp: “Melik benim.” diyeceğini<br />

sana bildiriyorum (ne dersin).” Bunun üzerine<br />

Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) hahamın söylediklerini<br />

tasdik ederek (<strong>ve</strong> -bir rivâyete göre- hoşlanarak) azı<br />

dişleri görünecek şekilde güldü. Sonra şu âyeti okudu;<br />

“Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü<br />

bütün yeryüzü O’nun kabzasında (avucunda)dır. Gökler<br />

onun sağ eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak<br />

koşmalarından münezzehtir.” (Zumer, 67) 74<br />

قال أيب رحمه الله جعل يحيى يشري بأصابعه وأران أيب<br />

كيف جعل يشري بأصبعه يضع أصبعا اصبعا حتى أىت عىل<br />

آخرها<br />

74. Kitâbu’s Sünne, Ebu Bekr Amr b. Ebî Âsım eş-Şeybânî (rahimehullah)<br />

(Vefat; H: 287) 1/289. Ebu Bekr eş-Şeybânî (rahimehullah) bu<br />

rivâyeti aktardıktan sonra isnâdının Buhârî <strong>ve</strong> Müslim’in şartı<br />

üzerine sahih olduğunu <strong>ve</strong> onların da bunu rivâyet ettiklerini<br />

belirtmiştir. Ve daha sonra bu rivâyetin başka yollardan gelen<br />

farklı lafızlarının hangi kaynaklarda geçtiğini söylemiş <strong>ve</strong> rivâyetin<br />

başka lafızlarından bir kaçını zikretmiştir. Aynı şekilde bu<br />

rivâyet, farklı lafızlarıyla İbn Batta’nın “el-İbâne”sinde (7/280)<br />

geçmektedir.<br />

75


Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah şöyle demiştir:<br />

“Babam (rahimehullah) şöyle dedi: “Yahya (b. Saîd bu<br />

hadisi rivâyet ederken) parmaklarıyla işaret etmeye<br />

başladı.” Babam bana Yahya’nın parmaklarıyla nasıl<br />

işaret ettiğini gösterdi, (şöyle ki) parmaklarını teker<br />

teker son parmağına gelene kadar kadar yumdu.” 75<br />

Görüldüğü gibi bu iki selef imamı’nın hadisi parmaklarıyla<br />

somutlaştırarak anlatmaları, sıfatların manalarının<br />

bilinen manalar olduğunu, müteşâbih olmadığını<br />

göstermektedir. Zira manası bilinmeyen bir<br />

şeyin somut bir şekilde anlatılması mümkün değildir.<br />

- عن عبيد الله بن مقسم أنه سمع عبد الله بن عمر<br />

يقول : رأيت رسول الله صىل الله عليه و سلم عىل املنرب<br />

وهو يقول : ( يأخذ الجبار سمواته وأرضه بيديه ) وقبض<br />

رسول الله صىل الله عليه و سلم يده وجعل يقبضها<br />

ويبسطها ثم قال : ( فيقول : أنا الرحمن أنا امللك أين<br />

الجبارون أين املتكربون ) وتايل رسول الله صىل الله عليه<br />

75. es-Sünne, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, 1/264. Bu kitabın<br />

tahkîkini yapan Doktor Muhammed Saîd Sâlim el-Kahtânî, bu<br />

rivâyetin isnâdının “sahîh” olduğunu söylemiştir. Rivâyetin geçtiği<br />

kaynak olarak ayrıca bkz: Fethu’l Bârî, İbn Hacer, 10/167.<br />

76


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

و سلم عن يينه وعن شمله حتى نظرت إىل املنرب يتحرك<br />

من أسفل شء منه حتى أقول أساقط هو برسول الله صىل<br />

الله عليه و سلم<br />

Abdullah b. Ömer (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir:<br />

“Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’i minberin üzerinde<br />

şöyle derken gördüm: “Cebbar olan Allah (azze <strong>ve</strong> celle) (sahibi<br />

olduğu) göklerini <strong>ve</strong> yerini iki eliyle alacak.” Bu sırada<br />

Rasûlullah elini yumdu <strong>ve</strong> elini yumup açmaya başladı.<br />

Sonra şöyle dedi: “Ve Allah der ki: Rahman benim,<br />

Melik benim, nerede Cebbarlar! Nerede büyüklük taslayanlar!”<br />

Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem) sağına <strong>ve</strong> soluna<br />

eğiliyordu. Öyle ki minbere baktım, en alt tarafından<br />

hareket ediyordu/sallanıyordu, öyle ki ben (kendi kendime):<br />

“Acaba minber Rasûlullah (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong> sellem)<br />

ile birlikte düşecek mi?” diyordum.” 76 Nebi (sallallahu<br />

aleyhi <strong>ve</strong> sellem)’nin kıyamet günü olacak bu hadiseyi elini<br />

yumup açarak canlandırması, sıfatların manalarının<br />

malum olduğunu göstermektedir. 77<br />

76. el-Mu’cemu’l Kebîr; Taberânî, Nesâi, Müslim.<br />

77. Ayrıca bu rivâyetlerden anlaşılıyor ki, Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatları<br />

somut bir şekilde tefsir edilebilir. Ve bu hadislerin teşbîh’ten<br />

uzak bir şekilde anlaşılması gerektiğini ayriyeten söylemeye gerek<br />

yoktur.<br />

77


- İmam Mâlik (rahimehullah)’ın yanına bir adam gelmiş<br />

<strong>ve</strong> “Allah (azze <strong>ve</strong> celle); “Rahman arşa istiva etti” diyor.<br />

Nasıl isitva etti?” diye sormuş. Bu soru karşısında<br />

İmam dehşete düşmüş <strong>ve</strong> bir süre sonra şu meşhur sözünü<br />

söylemiştir: “İstiva ma’lûm’dur. Keyfiyeti meçhuldür.<br />

Buna iman etmek vaciptir. Bu konu hakkında soru<br />

sormak bidattir.” 78 İmam Mâlik’in’ın <strong>ve</strong>rdiği bu cevabın<br />

bir benzerini, onun hocası Rabîa’nın (rahimehullah) <strong>ve</strong><br />

ondan da önce mü’minlerin annesi Ümmü Seleme’nin<br />

de (radiyallahu anha) söylediği rivâyet edilmiştir.<br />

Burada İmam Mâlik’in “İstiva ma’lum’dur” sözünden<br />

kasıt, “isitva’nın manası ma’lumdur” demektir ki<br />

bu da, -önceden de açıkladığımız üzere- arşın üzerine<br />

yükselmek <strong>ve</strong> orada yerleşmektir. Yoksa bu sözün manası,<br />

selefin sıfatlar hakkındaki görüşünün tefvîd yapmak<br />

olduğunu iddia edenlerin dediği gibi, “yani Allah<br />

(azze <strong>ve</strong> celle)’nin kendisine izafe ettiği istiva sıfatı Kur’ân<br />

da geçtiği için malum’dur!” şeklinde değildir. Nitekim<br />

selefin bu konudaki düşüncesini en iyi bilenlerden Osman<br />

b. Saîd ed-Dârimî (rahimehullah) <strong>ve</strong> İbn Abdi’l Berr<br />

78. İmam’ın sözünün devamı şöyledir: “Seni ancak kötü biri olarak<br />

görüyorum. Bu adamı yanımdan çıkarın!”.<br />

78


<strong>İsim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sıfat</strong>lar <strong>Tevhidi</strong><br />

(rahimehullah)’ın şimdi gelecek olan sözleri de, İmam Mâlik’in<br />

bu sözünü bu şeklide yorumlamanın mümkün<br />

olamayacağını ortaya koymaktadır.<br />

- Osman b. Saîd ed-Dârimî (rahimehullah) (Vefat; H:<br />

2180 -yani selef âlimlerinden!-) şöyle demiştir: “Senin,<br />

“bu sıfatları tekyif etmek, <strong>ve</strong> mahlukatta bulunan şeylere<br />

benzetmek hatadır” sözüne gelince, biz buna hata<br />

demiyoruz, (daha da ileri giderek) bizim indimizde bu<br />

küfürdür (diyoruz)… Ancak biz, bu sıfatları teşbîh <strong>ve</strong><br />

tekyîf etmemekle beraber (sizin yaptığınız gibi) bu sıfatları<br />

kabul etmemezlik yapmıyor, yalanlamıyor <strong>ve</strong><br />

sapık bir tevil ile (zâhir anlamlarını) iptal etmiyoruz.”<br />

79 Selefe nispet edilen “manayı bilmeyip Allah’a<br />

havale etme inancı” ise, bu sıfatları kabul etmeyip zâhir<br />

anlamlarını iptal etmenin ta kendisidir.<br />

Sonuç olarak selefe göre Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’te geçen<br />

Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin sıfatlarının anlamları malum olup,<br />

müteşâbih olan sıfatların keyfiyetleridir. İbn Abdi’l<br />

Berr (rahimehullah) (Vefat; H: 463) şöyle demiştir: “Ehl-i<br />

Sünnet, Kur’ân <strong>ve</strong> Sünnet’te gelen bütün sıfatların ka-<br />

79. Raddu’d Dârimî ale’l Merîsî, sy: 22,23.<br />

79


ul edilmesi, bu sıfatlara iman edilmesi <strong>ve</strong> bu sıfatları<br />

mecaz anlamlarına (zâhir anlamlarının dışındaki anlamlara)<br />

değil, hakîkî (zahir) anlamlarına yorulması<br />

noktasında icma etmişlerdir.”80<br />

80. Et-Temhîd, 7/145. Allah (azze <strong>ve</strong> celle)’nin bu tür sıfatlarını tefvîd<br />

etmenin selefin düşüncesi olduğunu iddia edenler elbette ki bu<br />

iddialarının doğruluğuna dair seleften nakledilen bir takım sözleri<br />

ileri sürmektedirler. Ancak bu sözler iyi tahkik edildiğinde<br />

bu sözlerin, selefin tefvîd görüşünü benimsediklerini kanıtlayan<br />

sözler olamayacağı biiznillah görülecektir. Bu meseleyi tahkik<br />

etmiş olan ilim ehlinin yazılı <strong>ve</strong>ya sözlü beyanlarına dileyen<br />

müracaat edebilir.<br />

80

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!