04.08.2017 Views

Allah Yolunda Cihadın Gayesi

Mektebe -> Kitablarımız -> Allah Yolunda Cihadın Gayesi (Tarık Ebu Abdullah)

Mektebe -> Kitablarımız -> Allah Yolunda Cihadın Gayesi (Tarık Ebu Abdullah)

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ALLAH YOLUNDA<br />

CİHADIN<br />

GAYESİ<br />

Tarık Ebu Abdullah


- İÇİNDEKİLER -<br />

Gaye Nedir? 08<br />

<strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 09<br />

Dinin İki Direği:<br />

İlim ve Cihad 20<br />

İlim 26<br />

Cihad fi sebilillah 32<br />

Cihad fi Sebilillah’ın Birinci <strong>Gayesi</strong>:<br />

Tevhidin İkamesi, Şirk ve Şirk Ehlinin İzalesi 34<br />

Cihad fi Sebilillah’ın İkinci <strong>Gayesi</strong>:<br />

İslam Birliğinin İkamesi ve Muhafazası 38<br />

İki Gayenin Tahakkukunu Sağlayacak Vesile:<br />

İslam Devleti 60<br />

1. Devletin Tarifi ve Rükünleri 66<br />

2. Devlet Nasıl Meşru Olur? 69<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akd’ın imama beyat etmesi 69<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akd kimdir? 69<br />

İmam olacak şahıs hangi şartlara haiz olmalı? 70<br />

Bey’at, Ehlu’l-halli ve’l-akd’tan kaçıyla sahih olur? 72<br />

Hazır imamın halefini ahdetmesi veya Ehlu’l-halli ve’l-akda<br />

belirlediği adaylardan birisini tayin etmelerini ahdetmesi 73<br />

İmamın güç kullanarak galip gelmesi 73<br />

3. Devletin Taaddüdü Caiz midir? 76<br />

4. Müslümanların Devletle İlişkisi Nedir? 78<br />

İmamın birinci hakkı: İtaat 79<br />

İmamın ikinci hakkı: Nusret 80<br />

HATİME 82


04<br />

“Birincisi –bunu defalarca söyledik– şunu herkes iyi bilmelidir: Biz<br />

<strong>Allah</strong>’ın kelimesi en yüce olsun diye savaşıyoruz. Bu ise ancak hâkimiyet<br />

ve egemenlik ile mümkündür. Bunun için, işgalcilere ve uşaklarına<br />

karşı attığımız ilk kurşundan beri hepimizin hedefi Irak’ta<br />

İslam Devleti’ni inşa etmek olmuştur… Bu, bizden ayrılmayan bir<br />

arzuydu… İslam Devleti için bütün gücümüzü verdik, tam bir ciddiyet<br />

ile çalıştık, mallarımızı infak ettik ve çokça kanımızı döktük.”<br />

<br />

Şeyh Ebu Hamza el-Muhacir (rahimehullah)


05<br />

<strong>Allah</strong>’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e, ehli beytine ve ashabına<br />

salât ve selam olsun. Sonra…<br />

… Bundan üç sene evvel “<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> İki Ana Hedefi”<br />

başlığı altında kısa bir yazı yazmıştım. Bu yazıyı aslında bir dergide<br />

yayınlamak üzere kaleme almıştım. Bunun için kısa ve öz yazmaya<br />

özen göstermiştim; ama yine de fazla uzun olduğu için müstakil bir<br />

risale olarak basılıp dağıtılması daha münasip görüldü. Nitekim de<br />

böyle yapıldı. Üç sene sonra bu risale tekrar elime geçti ve Müslümanlar<br />

için bazı faydalar ihtiva ettiğini gördüğüm gibi bazı hususlarda<br />

da ilavelere muhtaç olduğunu gördüm. Bunun için <strong>Allah</strong> Celle ve<br />

A’ la’ya sığınarak ve O’ndan yardım ve tevfik niyaz ederek risaleyi tekrar<br />

gözden geçirmeyi ve bazı ilavelerle süslemeyi arzuladım. Hakka<br />

isabet ettiysem <strong>Allah</strong>’ın fazlı ve tevfîkîdir. Hatalar ise, hepsi nefsimden<br />

ve şeytandandır.<br />

<strong>Allah</strong> bize yeter… O ne güzel bir dosttur.<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

27 Şaban 1434 / 2013


07<br />

TAKDİM<br />

Hamd alemlerin müdebbiri ve hakimi olan <strong>Allah</strong>’a, salat ve selam<br />

mücahidlerin komutanı, rahmet ve savaş peygamberi olan Resulullah’a,<br />

ehli beytine, ashabı kiramına ve kıyamete kadar onun yolunu<br />

takip eden bütün müminlere olsun.<br />

Yanımda değeri büyük olan Ebu Abdullah hocamın, hacmi küçük<br />

ama faydası büyük olan “<strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong>” adlı risalesi elime geçti.<br />

Okudum ve istifade ettim. Çünkü bu risale İslamın zirvesi olan cihad<br />

ibadetini şu an yapmakta ve yapmaya azmetmiş aday kardeşlerimize<br />

çok önemli bilgiler sunmaktadır. Bu risaleyi okumanızı, malumatlarını<br />

hayatınıza yansıtmanızı ve çevrenizdeki Müslümanlara okutmanızı<br />

tavsiye ederim.<br />

Rabbim bu risaleyi Müslümanlara faydalı kılsın. Yazarına ve basımında<br />

emeği geçen kardeşlerime ecirlerini fazlasıyla versin ve onu<br />

cari bir sadaka kılsın...<br />

Ebu Sümeyye


08<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

GayeNedir?<br />

El-Curcani rahimehullah “Gaye bir şeyin varlığına neden olandır” der. 1<br />

Ez-Zebidi rahimehullah “Gaye bir şeyin müntehasıdır” der. 2 Yani bir şeyin<br />

nihayet bulduğu yer veya hâldir.<br />

Arap râyeye (sancağa) da gaye demiştir; çünkü sancak, onu kaldıranın<br />

amaçlarını gösterir.<br />

Ve gaye garazdır. Yani failin fiili işlemesini sağlayan sebeptir. Muhakkak<br />

ki fiili kast eden her failin bir gayesi vardır. Kasıt ve ihtiyar ile<br />

işlenilmiş fiilin gayeden yoksun olması muhâldir.<br />

Zira ihtiyarî hareketlerin ilk dayanağı, nefsin onu kabulü veya<br />

reddi yönünde tasavvur etmesidir. Nefiste oluşan surete göre isteği,<br />

ya makbulün celbi veya merdudun def ’i yönünde olur. İnsanın bedensel<br />

gücü, isteği doğrultusunda harekete geçer ve merğup neticeye<br />

ulaşır. Ulaştığı hareketinin müntehası onu harekete geçiren kuvvetin<br />

gayesidir.<br />

1 Mucemu’t-Tarifat/sayfa 135. (Daru’l-Fazile baskısı)<br />

2 Tacu’l-arus, غيي maddesi. (Daru’l-Hidaye baskısı)


ف ً<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 09<br />

<strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong><br />

Tüm Nebilerin ortak davası, yalnız <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ’ya kulluk<br />

etmek, şirki inkâr ve terk etmek ve şirk ehlinden beri olmak olmuştur.<br />

Bu <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin Rasûllerini ve Nebilerini gönderdiği tevhid<br />

dinidir. Tevhid İslam’ın aslıdır, kopması mümkün olmayan sapasağlam<br />

kulptur, dosdoğru yoldur… Kendilerine nimet verilenlerin<br />

yoludur ve tüm Nebilerin ortak risalesidir. <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle<br />

buyuruyor:<br />

أَ‏ نَ‏ فَاع ْ بُ‏ د ُ ونِ‏<br />

َّ<br />

َ َ إِل<br />

إِل<br />

َ<br />

ُ ل<br />

وَ‏ مَ‏ ا أَرْ‏ سَ‏ ل َ ‏ْنا مِ‏ نْ‏ ق<br />

َّ<br />

‏َبْ‏ لِك َ مِ‏ نْ‏ رَ‏ سُ‏ ولٍ‏ إِل<br />

‏َّه<br />

‏َن<br />

نُوحِ‏ ي إِل ‏َيْ‏ هِ‏ أ<br />

“Senden önce hiçbir Rasûl göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım:<br />

“Gerçek şu ki Benden başka ilâh yoktur. Onun için Bana ibadet edin.” 3<br />

Ve şöyle buyuruyor:<br />

ِ ي ِ ك أُمَّ‏ ةٍ‏ رَ‏ سُ‏ ول<br />

َّ َ وَ‏ اجْ‏ تَ‏ نِ‏ بُ‏ وا الطَّاغُ‏ وتَ‏<br />

أَنِ‏ اع ْ بُ‏ د ُ وا الل<br />

ّ ُ<br />

ْ بَ‏ عَ‏ َ ا <br />

وَ‏ لَق َ د<br />

“Andolsun ki Biz her ümmete “<strong>Allah</strong>’a ibadet edin ve tağuttan sakının”<br />

diye bir Rasûl gönderdik.” 4<br />

Ve Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem İmam Ahmed rahimehullah’ın Ebu Hureyre<br />

radıyallahu anhu yoluyla tahric ettiği hadiste şöyle buyuruyor:<br />

‏ْن<br />

ث<br />

ال أ نبياء إخوة من عالت أهما‏ ت م ش‏ ت ودي‏ ن م واحد<br />

“Nebiler; dinleri bir, farklı analardan olan kardeştirler.” 5<br />

Yani kendilerine verilen şeriatlarda farklılıklar olmuşsa da hepsinin<br />

dini birdir. Hadiste geçen “farklı analardan olan kardeştirler”<br />

3 El-Enbiya, 25<br />

4 En-Nahl, 36<br />

5 Musnedu-Ahmed, 10263. hadis. (Muessesetu-Kurtuba baskısı, Şuayb el-Arnavuti’nin<br />

tahkikiyle)


إ<br />

ف<br />

نَ‏<br />

ي<br />

ْ<br />

ي<br />

10<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

in manası budur. Hepsinin ortak dini tevhiddir; ancak getirdikleri<br />

şeriatlar farklıdır. 6<br />

İmam İbn-i Kesir rahimehullah hadisle alakalı şöyle der: “Şeriatlar<br />

farklı olsa da din birdir… Şeriki olmayan <strong>Allah</strong>’a ibadet etmek.” 7<br />

Rasûllerin hepsi sadece <strong>Allah</strong> Celle ve A’la’ya kulluk etmeye ve O’ndan<br />

başka her şeye kulluğu inkâr ve terk etmeye çağırmışlardır. Bu,<br />

onların ortak dinidir. <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin Rasûllerine tebliğini emrettiği<br />

ve <strong>Allah</strong> indinde başkasının kabul görmediği İslam Dini işte<br />

budur.<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

ْ خَاسِ‏ ِ <br />

ْ آ ال خِ‏ رَ‏ ةِ‏ مِ‏ نَ‏ ال<br />

ِ ي<br />

‏َل ‏َنْ‏ ْ يُق بَ‏ َ ل مِ‏ ن ُ وَ‏ ه ُ وَ‏ <br />

ِ سْ‏ َ ال مِ‏ دِ‏ ً ينا ف<br />

ْ ه<br />

َ غْ‏ َ ال<br />

ِ<br />

وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَبْتَ‏ غ<br />

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul edilmeyecek ve o<br />

ahirette de zarar edenlerden olacaktır.” 8<br />

İbn-u Ebi’l-İzz el-Hanefi rahimehullah meşhur Tahavi şerhinde şöyle<br />

der: “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul olunmaz”<br />

ayeti her zaman için umumdur. Lakin şeriatlar farklıdır. <strong>Allah</strong>-u<br />

Teâlâ’nın dediği gibi, “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir<br />

yol tayin ettik.” İslam Dini, <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ’nın kullarına Rasûlleri<br />

yoluyla teşrî kıldığıdır. Bu dinin aslı da fer’i de Rasûllerden rivayet<br />

alınmıştır.” 9<br />

Bunun için Rasûllerin ilki ve babaları sayılan Nuh aleyhissalatu vesselam’ın<br />

insanları çağırdığı ancak İslam idi.<br />

6 Bak Fethu’l-Bari, İbn-u Hacer, cüz 6/sayfa 489. (Daru’l-Marife baskısı, h.1379)<br />

7 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, el-Enam 164. ayetin tefsiri. (Daru Tayyibe li’n-neşri ve’t-tevzi, ikinci<br />

baskı h.1420)<br />

8 Âl-i İmran, 85<br />

9 Şerhu’l-akidetu’t-Tahaviyye/sayfa 518. (El-Mektebu’l-İslami, dördüncü baskı, h.1391)


َ<br />

ي<br />

ب<br />

َّ<br />

ي<br />

ّ<br />

ن ي<br />

ب ب<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 11<br />

<strong>Allah</strong> Azze ve Celle şöyle buyuruyor:<br />

ي ُ هُ‏<br />

ُ ْ مِ‏ نْ‏ إِل ٍ غَ‏ ْ<br />

‏َك<br />

َّ َ مَ‏ ا ل<br />

َ قَوْ‏ مِ‏ ْ اع بُ‏ ُ دوا الل<br />

َ َ ال <br />

‏َرْ‏ سَ‏<br />

ل َ ‏ْنا ن<br />

َ<br />

‏ُوحً‏ ا إِل<br />

‏َق<br />

لَق َ ْ د أ قَوْ‏ مِ‏ هِ‏ ف<br />

“Andolsun ki Nuh’u kavmine gönderdik de dedi ki: “Ey kavmim! <strong>Allah</strong>’a<br />

kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur.” 10<br />

Ve Nuh aleyhissalatu vesselam’ın şöyle dediğini buyuruyor:<br />

ْ ُ سْ‏ لِ‏ ِ ي نَ‏<br />

وَ‏ أُمِ‏ رْ‏ ُ ت أ ْ ‏َن َ أ ُ ك َ ون مِ‏ نَ‏ ال<br />

“Ve ben müslümanlardan olmakla emrolundum.” 11<br />

Ve Rasûllerin ikinci babaları sayılan İbrahim aleyhissalatu vesselam’ın<br />

insanlara çağrısı ve oğullarına vasiyeti de ancak İslam idi.<br />

َ ا إِ‏ ي ُ بَ‏ نِ‏ يهِ‏<br />

تَ‏ ُ تُ‏ نَّ‏ و‏ إِل وَ‏ أَنتُ‏ ْ مُ‏ سْ‏ لِ‏ ُ ونَ‏<br />

ْ ‏َاهِ‏ <br />

ْ<br />

‏ِب <br />

َ ْ تُ‏ لِرَ‏ بّ‏<br />

‏َال ‏َسْ‏ ل<br />

َ ُ رَ‏ بُّ‏ ه ‏َسْ‏ لِ‏ ْ ق<br />

‏َال<br />

إِذْ‏ ق<br />

وَ‏ يَعْ‏ ق ِ يَّ‏ إِنَّ‏ الل لَك<br />

ي نَ‏ ِ وَ‏ وَ‏ صَّ‏<br />

‏ْعَ‏ الَ‏<br />

َ نَ‏ فَال<br />

ِ ال<br />

ُ ُ ِ الد‏<br />

َ أ<br />

َّ َ اصْ‏ ط فَ‏ َ<br />

َ ل ُ أ<br />

ُ وبُ‏ َ بَ‏ <br />

“Rabbi ona “İslam ol” emrini verince, o “Ben âlemlerin Rabbine teslim<br />

oldum.” dedi. Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub da öyle<br />

yaptı: “Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size <strong>Allah</strong> seçti, başka dinlerden<br />

uzak durun, yalnızca müslüman olarak can verin!” dedi. 12<br />

Ve ondan sonra Yakub aleyhissalatu vesselam’da ancak İslam’ı vasiyet bırakmıştır.<br />

شُ‏ َ َ داءَ‏ إِذ<br />

‏َعْ‏ بُ‏ ُ د ونَ‏ مِ‏ نْ‏<br />

ْ َ وْ‏ ُ ت ْ إِذ ق َ ‏َال لِبَ‏ نِ‏ يهِ‏ مَ‏ ا ت<br />

ْ حَ‏ ضَ‏ َ يَعْ‏ ُ ق وبَ‏ ال<br />

َ ً ا وَ‏ احِ‏ ً دا<br />

ْ َ َ اق إِل<br />

َ وَ‏ إِل َ ئِكَ‏ إِ‏ ي َ وَ‏ ْ َ إِساعِ‏ َ يل وَ‏ إِس<br />

َ ُ مُ‏ سْ‏ لِ‏ ُ ونَ‏<br />

نَ‏ ْ نُ‏ ل<br />

10 El-A’raf, 59<br />

11 Yunus, 72<br />

12 El-Bakara, 131-132<br />

َ َ آ‏ ْ ‏َاهِ‏ <br />

وَ‏ <br />

َ َ ك<br />

ُ إِل<br />

أَمْ‏ ك ُ ْ نتُ‏ ْ <br />

‏َعْ‏ بُ‏ بَ‏ عْ‏<br />

‏ُوا ن<br />

د دِ‏ ي قَال


َ<br />

ن<br />

ي<br />

ي<br />

ّ<br />

ّ<br />

ب<br />

12<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

“Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub’a ölüm hali gelip çattığı<br />

zaman, oğullarına “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” dediği zaman,<br />

oğulları “Senin <strong>Allah</strong>’ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın <strong>Allah</strong>’ına,<br />

tek olan o <strong>Allah</strong>’a ibadet edeceğiz. Biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız”<br />

dediler.” 13<br />

Durum hep böyle olmuştur. İnsanların her zamanda tek bir ilahı<br />

olmuştur, tek bir dini, tek bir kitabı ve tek bir Rasûlü olmuştur. Her<br />

gönderilen kitap ve her gelen Rasûl hep aynı ezelî davette bulunmuştur:<br />

ي ُ هُ‏<br />

ُ ْ مِ‏ نْ‏ إِل ٍ غَ‏ ْ<br />

‏َك<br />

َّ َ مَ‏ ا ل<br />

َ ي‏ قَوْ‏ مِ‏ ْ اع بُ‏ ُ دوا الل<br />

“Ey kavmim! <strong>Allah</strong>’a kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur.” 14<br />

Ezelden beri Müslümanlar bu hakikat üzere bir araya gelmişlerdir<br />

ve tevhid birliğini, İslam ümmetini, İslam cemaatini oluşturmuşlardır.<br />

Ve bundan ötürü <strong>Allah</strong> Celle ve A’la, bütün Rasûllerine birlik, beraberliği<br />

ve cemaati emretmiştir ve ayrılığı, ihtilafı ve tefrikayı nehyetmiştir.<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

‏َوْ‏ حَ‏ يْ‏ َ نا إِل<br />

‏َّذِ‏ ي أ<br />

ُ ْ مِ‏ نَ‏ الد ِ مَ‏ ا وَ‏ صَّ‏ بِ‏ هِ‏ نُوحً‏ ا وَ‏ ال<br />

‏َك<br />

َ عَ‏ ل<br />

سشَ‏<br />

‏َقِ‏ يمُ‏ وا الد نَ‏ وَ‏<br />

إِ‏ ي َ وَ‏ مُ‏ وسَ‏ وَ‏ عِ‏ يسَ‏ أَن<br />

َ وَ‏ صَّ‏ يْ‏ َ نا بِ‏ هِ‏<br />

‏َيْ‏ ك وَ‏ مَ‏ ا<br />

‏ُوا فِ‏ يهِ‏<br />

تَت َ ف َ رَّ‏ ق<br />

َ<br />

ْ أ ِ ل<br />

ِ<br />

ْ ‏َاهِ‏ <br />

“<strong>Allah</strong>, dinden Nuh’a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir şeriat yaptı<br />

ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye buyurduğumuzu<br />

da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” 15<br />

Ayetin tefsirinde Mücahid rahimehullah şöyle der: “<strong>Allah</strong>’ın dini, O’na<br />

itaat etmek ve tevhid hususunda birdir.” Ve Mukatil rahimehullah “Onda<br />

13 El-Bakara, 133<br />

14 El-A’raf, 59, 65, 73, 85<br />

15 Eş-Şura, 13


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 13<br />

ihtilaf etmeyin; zira her Nebi kendisinden önceki Nebiyi doğrulayandır”<br />

demiştir. 16<br />

Şemsuddin Ebu Abdullah el-Kurtubi rahimehullah şöyle der: “Dinin<br />

dosdoğru tutulması, <strong>Allah</strong>’ı birlemek ve O’na itaat etmektir. Rasûllerine,<br />

kitaplarına, ahiret gününe ve kişinin yerine getirmesiyle ancak<br />

Müslüman olacağı diğer hususlara iman etmektir. Bu buyrukla <strong>Allah</strong>-u<br />

Teâlâ, en güzel halleriyle ümmetlerin maslahatlarını koruyan<br />

şer’i hükümleri kast etmiyor. Çünkü bunlar değişkendir. <strong>Allah</strong>-u<br />

Teâlâ başka bir yerde “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol<br />

tayin ettik” diye buyurmaktadır.” Sonra şöyle devam ediyor: “Buna<br />

göre ayetin manası şudur: “Ey Muhammed, sana da Nuh’a da tek bir<br />

dini tavsiye ettik.” Bununla şeriatın hakkında farklılıklar göstermediği<br />

asılları kast ediyor. Bunlar tevhid, namaz, zekât, oruç, hac, salih<br />

amellerle takarrüb, <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’ya yakınlaştıran kalbî ve bedenî<br />

işler, doğruluk, ahde vefa ve emaneti korumak, akrabalık bağlarını<br />

gözetmek, küfrün, haksız öldürmenin, zinanın, yaratılmışlara eziyet<br />

etmenin haram kılınması, hayvanlara gereksiz yere saldırıda bulunulmaması,<br />

bayağı işlerin yapılmaması, şeref, haysiyet ve mertliğe<br />

aykırı adiliklerin işlenmesinin yasak kılınması gibi hükümlerdir. Bütün<br />

bunlar tek bir din ve aynı millet olarak teşrî kılınmıştır. Rasûller<br />

şahısları itibariyle ayrı olsalar da onların dile getirdikleri şeriatlarda<br />

bu hususlarda ayrılık yoktur.” 17<br />

Nebiler aleyhimussalatu vesselam’ın arasında varid olan tevhid birliğinin,<br />

tabileri arasında da oluşması için tefrikanın nehyedilmesi tabii ki elzemdi.<br />

Bunun için <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ birçok nassda İslam ümmetine<br />

ayrılığı ve ihtilafı nehyetmiştir. <strong>Allah</strong> Azze ve Celle şöyle buyuruyor:<br />

َ عُ‏ وا السُّ‏ بُ‏ ل<br />

‏َّبِ‏<br />

‏َّبِ‏ عُ‏ وهُ‏ وَ‏ ل تَت<br />

َ ا صِ‏ َ اطِ‏ ي مُ‏ سْ‏ َ ت قِ‏ ي‏ مً‏ ا فَات<br />

‏َت<br />

‏َّك<br />

ُ ْ بِ‏ هِ‏ ل ‏َعَ‏ ل<br />

ُ ْ وَ‏ صَّ‏ اك<br />

سَ‏ بِ‏ يلِ‏ ِ ذَ‏ لِك<br />

ُ ْ عَ‏ نْ‏<br />

َ ف َ ف َ رَّ‏ ق َ بِ‏ ك<br />

ُ ْ ت َّ ُ ق ونَ‏<br />

‏َت<br />

وَ‏ أَن َّ َ هذ<br />

16 En-Nuketu ve’l-uyun, eş-Şura 13. ayetin tefsiri. (Daru’l-Kutubi’l-ilmiyye baskısı)<br />

17 El-Camiu li ahkami’l-Kur’an, eş-Şura 13. ayetin tefsiri. (Daru alemi’l-kutub baskısı, h.1423)


14<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

“İşte benim doğru yolum budur; ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak<br />

başka yollara uymayın. Korunmanız için <strong>Allah</strong> size böyle tavsiye etmiştir.” 18<br />

Tercümanu’l-Kur’an İbn-u Abbas radıyallahu anhuma ayetin tefsirinde<br />

şöyle diyor: “<strong>Allah</strong> mü’minlere cemaati emrediyor ve onlardan ihtilafı<br />

ve tefrikayı nehyediyor. Öncekilerin helakinin da ancak dinde gösterdikleri<br />

husumet ve tartışmadan ötürü olduğunu haber veriyor.” 19<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ’nın rızasına giden yol muhakkak tek bir yoldur.<br />

Bu yol tüm Rasûllerine ve ümmetlerine emrettiği ve Müslümanların<br />

üzerinde cemaati oluşturdukları yoldur… Tevhid yoludur.<br />

İslam cemaatinden ayrılan ve başka yollara uyanların yolu değildir.<br />

İmam İbn-i Kayyim rahimehullah’ın dediği gibidir: “<strong>Allah</strong>’a ulaştıran yol<br />

birdir. Bu yol <strong>Allah</strong>’ın Rasûllerini gönderdiği ve kitaplarını indirdiği<br />

yoldur. Herkes ancak bu yol ile O’na ulaşabilir. İnsanlar bütün yollardan<br />

gelseler ve bütün kapıları çalsalar da… Yollar onlara kapalıdır…<br />

Kapılar onlara kitlidir… Sadece bir yol O’nunla beraberdir… Sadece<br />

bir yol O’na ulaştırır. <strong>Allah</strong>u Teâlâ şöyle buyurur: “İşte Bana ulaşan<br />

dosdoğru yol budur.” 20 ” 21<br />

Bu yol, tevhid üzere birlik, beraberlik yoludur, <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin<br />

kendileri için hayır murad ettiği kişilere uzattığı ipidir... İslam’dır...<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ’nın dosdoğru yoludur.<br />

İmam Ahmed rahimehullah’ın tahric ettiği hadiste İbn-u Mes’ud<br />

radıyallahu anhu şöyle der: “Rasûlallah sallallahu aleyhi vesellem eliyle bir çizgi<br />

çizdi, sonra “Bu, <strong>Allah</strong>’ın dosdoğru yoludur” dedi. Ve sağına ve<br />

soluna da çizgiler çizdi ve sonra “Bu yolların üzerinde ancak ona<br />

çağıran bir şeytan vardır” dedi ve “Şüphesiz ki bu Benim dosdoğru<br />

yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi<br />

O’nun yolundan ayırırlar” ayetini okudu.” 22<br />

18 El-En’am, 153<br />

19 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, el-Enam 153. ayetin tefsiri. (Daru Tayyibe li’n-neşri ve’t-tevzi, ikinci<br />

baskı h.1420)<br />

20 El-Hicr, 41<br />

21 Medericu’s-salikin, cüz 1/sayfa 21-22. (Daru’l-kutubi’l-ilmiyye, birinci baskı)<br />

22 Musnedu Ahmed, 4437. hadis. (Muessesetu-Kurtuba baskısı, Şuayb el-Arnavuti’nin<br />

tahkikiyle)


َّ<br />

إ<br />

ْ<br />

ج<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 15<br />

İmam Müslim rahimehullah’ın İyaz bin Himar radıyallahu anhu yoluyla<br />

tahric ettiği hadisi kudsî de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem <strong>Allah</strong> Azze ve<br />

Celle’den şöyle rivayet ediyor:<br />

ي ن إ‏ خلقت عبادي حنفاء لكهم ن وإم ت أتم ي ن الشياط‏ ت فاحتالم عن<br />

ن ديم<br />

“…Andolsun Ben kullarımı hanîfler olarak yarattım. Sonra şeytanlar onlara<br />

yaklaştı ve dinlerinden döndürdüler…” 23<br />

hanîf) (el النيف manasındadır. (hanefe) meyletti, döndü حنف<br />

de meyledendir, yani <strong>Allah</strong> Celle ve A’la’nın kendisini yarattığı gayeye<br />

doğru dönen, meyledendir. Pekâlâ, insanın yaratılış gayesi nedir? Bu<br />

sorunun cevabını ayet-i kerime veriyor:<br />

ِ ِ نَّ‏ وَ‏ ال نْسَ‏ إِل<br />

وَ‏ مَ‏ ا خ ْ ‏َق تُ‏ الْ‏<br />

لِيَ‏ عْ‏ بُ‏ ُ د ونِ‏<br />

“Ben cinleri de insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” 24<br />

Şu halde insanın yaratılış gayesi sadece <strong>Allah</strong> Celle ve A’la’ya ibadet<br />

etmesidir. Pekâlâ, ibadet nedir? Bunun cevabı İbn-i Abbas radıyallahu<br />

anhuma’nın şu sözündedir: “Kur’an’da her ne zaman ibadetten bahsedilirse,<br />

kast olunan tevhiddir.” 25<br />

َ ل<br />

Şu halde, insan ve cinlerin yaratılış gayesi ancak, <strong>Allah</strong> Subhanehu ve<br />

Teâlâ’yı rububiyeti ve uluhiyetinde birlemektir. Tevhid budur. Sadece<br />

bunun için yaratılmışlardır. Toplu halde, hep beraber, حنفاء (hunefe-hanifler)<br />

olarak tevhidi ikame etmek için yaratılmışlardır ve bununla<br />

emrolunmuşlardır.<br />

23 Sahih-u Müslim, 2865. hadis. (Dar-u İhyai’t-turasil-arabi baskısı)<br />

24 Ez-Zariyat, 56<br />

25 Mealimu’t-tenzil, el-Bakara 21. ayetin tefsiri. (Daru İhyau’t-turasi’l-arabi, birinci baskı<br />

h.1420)


ي<br />

ّ<br />

ي<br />

16<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

‏ُوا فِ‏ يهِ‏<br />

تَت َ ف َ رَّ‏ ق<br />

َ<br />

‏َقِ‏ يمُ‏ وا الد ِ نَ‏ وَ‏ ل<br />

ْ أ<br />

“Dini dosdoğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin” 26<br />

Şu halde hulasa olarak açık ve beyan ortaya çıkmış olan şu ki,<br />

Müslümanların tevhid üzere birleşmiş tek bir cemaat halinde olmaları<br />

dışında bir hâl üzere olmaları hem yaratılış gayesine muhaliftir<br />

hem de ilahi emre muhaliftir.<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

أَن<br />

َ ُ مْ‏<br />

‏َئِ‏ َ ك ل<br />

‏ُول<br />

ُ ُ الْبَ‏ ِ يّ‏ نَ‏ ُ ات وَ‏ أ<br />

ُ ‏َفوا مِ‏ نْ‏ بَ‏ عْ‏ دِ‏ مَ‏ ا جَ‏ اءَ‏ ه<br />

عَ‏ َ ذابٌ‏ َ ع ظِ‏ ي ٌ<br />

‏ُوا وَ‏ اخ ْ َ تل<br />

‏َّذِ‏ نَ‏ َ تَف رَّ‏ ق<br />

‏ُوا ك َ ل<br />

ُ ون<br />

َ<br />

وَ‏ ل<br />

“Siz, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa<br />

düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” 27<br />

İmam İbn-i Kesir rahimehullah ayetin tefsirinde şöyle der: “Bununla<br />

kast ettiği, bizden önce kendilerine kitap indirilen ümmetlerdir.<br />

<strong>Allah</strong> kendilerine hüccetleri ve apaçık delilleri ikame ettikten sonra<br />

onlar –<strong>Allah</strong>’ın murad ettiği kadar– kitaplarında ayrılığa ve ihtilafa<br />

düştüler. Bu halleri birkaç yoldan rivayet edilen hadiste şöyle beyan<br />

edilmektedir: “Şüphesiz Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrılmışlardır.<br />

Ve şüphesiz Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Ve bu ümmet<br />

yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Birisi hariç hepsi ateştedir.” Dediler<br />

ki: “Onlar kimlerdir, ey <strong>Allah</strong>’ın Rasûlü?” Buyurdu ki: “Benim ve<br />

ashabımın bulundukları üzeri olanlardır.” 28<br />

İmam İbn-i Kesir rahimehullah’ın naklettiği bu hadisten ve bu manada<br />

varid olan diğer hadislerden kesinleşen şudur: Bu ümmette, önceki<br />

ümmetlerde olduğu gibi, ihtilaflar ve ayrılıklar olacaktır. Fakat<br />

bu ihtilafların ve ayrılıkların sebebi ilimsizlik olmayacaktır; bilakis<br />

تَك<br />

26 Eş-Şura, 13<br />

27 Âl-i İmran, 105<br />

28 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, el-Beyinne 6. ayetin tefsiri. (Dar-u Tayyibetin li’n-neşri ve’t-tevzi,<br />

ikinci baskı h.1420)


ْ<br />

َّ<br />

ي<br />

َ<br />

إ<br />

ْ<br />

َّ<br />

ي<br />

ن<br />

ض<br />

ي ب<br />

ي<br />

ّ<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 17<br />

ilmin varlığından sonra menfaat anlaşmazlıkları ve kıskançlıklar<br />

olacaktır. <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

مِ‏ نْ‏ بَ‏ عْ‏ دِ‏<br />

َّ<br />

‏ْكِ‏ ت َ ابَ‏ إِل<br />

‏ُوا ال<br />

نَ‏ أُوت<br />

َ<br />

‏َف<br />

ِ سْ‏ ال مُ‏ وَ‏ مَ‏ ا اخ<br />

يْ‏ ‏ُمْ‏ وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَكْ‏ ف َ تِ‏ ِ الل فَإِ‏ ن<br />

ْ يً‏ ا بَ‏ نَ‏<br />

ْ َ تل الَّذِ‏ <br />

ِ آ <br />

ُ رْ‏<br />

َ ِ الل ال<br />

ْ ُ بَ‏ غ<br />

إِنَّ‏ الد نَ‏ عِ‏ نْ‏ د<br />

‏ْعِ‏ ل<br />

مَ‏ ا جَ‏ اءَ‏ ه<br />

ِ يعُ‏ ِ ال سَ‏ ابِ‏<br />

َّ َ سَ‏<br />

َّ الل<br />

ِ<br />

ُ ُ ال<br />

“Şüphesiz <strong>Allah</strong> nezdinde din İslam’dır. Kendilerine kitap verilenler ancak<br />

kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa<br />

düştüler. Kim <strong>Allah</strong>’ın ayetlerini inkâr derse, muhakkak <strong>Allah</strong> hesabı pek<br />

çabuk görendir.” 29<br />

İmam İbn-i Kesir rahimehullah şöyle der: “Aralarında kıskançlık ve<br />

çekememezliğe düştüler. Birbirlerine hasetlerinden, kıskançlıklarından<br />

ve anlaşamazlıklarından dolayı hakta ihtilaf ettiler. Aralarında<br />

baş gösteren buğz, onları diğerin bütün söz ve fiillerine- hak da olsamuhalefet<br />

etmeye sevk etti.” Ve<br />

‏َف<br />

ُ ْ مِ‏ نَ‏ الطَّيّ‏ فَ‏ َ ا اخ<br />

‏ْن<br />

ِ ي إِسْ‏ َ ائِيل مُ‏ بَ‏ وَّ‏ َ َ أ صِ‏ ْ د قٍ‏ وَ‏ رَ‏ ز<br />

َ خْ‏ َ ت لِفُ‏ ونَ‏<br />

‏ُوا فِ‏ يهِ‏ <br />

يْ‏ ‏ُمْ‏ يَوْ‏ مَ‏ الْقِ‏ يَ‏ امَ‏ ةِ‏ فِ‏ ي‏ مَ‏ ا ك<br />

ك ِ ي بَ‏ نَ‏<br />

ْ َ تل ُ وا<br />

ِ بَ‏ اتِ‏ <br />

َ ن<br />

َ ق َ اه<br />

َ ْ يَق‏<br />

ْ بَ‏ وَّ‏ <br />

أ نَ‏ ْ بَ‏ وَ‏ لَق َ د<br />

َّ رَ‏ بَّ‏<br />

ْ ُ إِن<br />

‏ْعِ‏ ل<br />

ُ ُ ال<br />

حَ‏ تَّ‏ جَ‏ اءَ‏ ه<br />

“Andolsun ki Biz, İsrailoğullarını gerçekten çok güzel bir yere yerleştirdik.<br />

Onları hoş ve temiz şeylerle rızıklandırdık. Kendilerine ilim gelinceye kadar<br />

anlaşmazlığa düşmediler. Muhakkak ki Rabbin, anlaşmazlığa düştükleri<br />

şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir” 30<br />

Ayetin tefsirinde de şöyle der: ““Kendilerine ilim gelinceye kadar<br />

anlaşmazlığa düşmediler”: Yani, kendilerine ancak ilim geldikten<br />

sonra meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Yani aslında onların ihtilaf edecekleri<br />

bir şey yoktu; zira <strong>Allah</strong> onlara her şeyi açıklamış ve anlaşmazlıkları<br />

kaldırmıştı.” 31<br />

29 Âl-i İmran, 19<br />

30 Yunus, 93<br />

31 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Yunus 93. ayetin tefsiri. (Dar-u Tayyibetin li’n-neşri ve’t-tevzi, ikinci<br />

baskı h.1420)


ي<br />

شّ‏<br />

ي ي<br />

ّ<br />

ب<br />

18<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Kitap ehlinin ayrılığa düşmesi ancak kendilerine ilim verildikten<br />

sonra olmuştur. Onlar cehaletlerinden dolayı fırkalaşmamışlardır;<br />

bilakis ancak haklarında ilmin sabit olmasından sonra, nefis ve hevalarına<br />

uyarak ihtilaf etmişlerdir ve fırkalara bölünmüşlerdir.<br />

Bu ümmet de aynı kitap ehli gibi ancak kendisine gelen ilimden<br />

sonra, hevalarına uyarak; hasetlerinden, kıskançlıklarından ve anlaşamazlıklarından<br />

ötürü bölünmüştür. Hâlbuki bu ümmete verilen<br />

kitap, kıyamete kadar gelecek bütün insan ve cinlere hitap edecek<br />

son kitaptır. Önünden ve arkasından kendisine batılın ulaşamadığı<br />

masum, ilahi kitaptır. Ve Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem son Rasûl, kendi<br />

hevasından bir söz söylemeyen, kendisine verilen vahiyden başkası<br />

olmayan, eğer bazı sözleri uydurup O’na isnat etseydi “Biz onu<br />

elbette alıverirdik, sonra da kalbinin damarını elbette koparırdık,<br />

o zaman da sizden hiçbir kimse bunu ona yapmamıza engel olamazdı”<br />

sözleriyle ilahi tezkiye ile şereflendirilmiş, ümmetini gecesi<br />

gündüzü kadar aydın olan bir yol üzere bırakan, ümmetine rauf ve<br />

rahim olan imamların efendisidir. O sallallahu aleyhi vesellem, bu ümmeti<br />

ihtilaflar üzere bırakmadı… Kardeşleri gibi ihtilafları kaldırmak için<br />

gönderildiği halde… Bu nasıl olabilir?<br />

َّ ُ النَّ‏ بِ‏ يّ‏ ي نَ‏ مُ‏ بَ‏ نَ‏ وَ‏ مُ‏ نْ‏ ذِ‏ رِ‏ نَ‏ وَ‏<br />

‏َبَ‏ عَ‏ ث<br />

أ ‏ُمَّ‏ ً ة وَ‏ احِ‏ د<br />

ِ ‏َق لِيَ‏ حْ‏ ك ْ نَ‏ النَّ‏ اسِ‏ فِ‏ ي‏ مَ‏ ا اخ ُ ‏َفوا فِ‏ يهِ‏<br />

الْكِ‏ ت ِ لْ‏<br />

أَ‏ نْ‏ زَل َ مَ‏ عَ‏ ُ مُ‏<br />

ْ َ تل<br />

ِ ِ<br />

َ الل ِ <br />

ُ َ بَ‏ <br />

َ ً ة ف<br />

َ ابَ‏ <br />

َّ اسُ‏<br />

ك َ ن َ الن<br />

“İnsanlar tek bir ümmetti. <strong>Allah</strong> da Nebileri müjdeleyici ve korkutucular<br />

olmak üzere gönderdi. Beraberlerinde insanların anlaşmazlığa düştükleri<br />

şeyler hakkında aralarında hükmetmek için de hak ile Kitabı indirdi.” 32<br />

Bu nasıl olabilir ki? Ve o sallallahu aleyhi vesellem, kendisine ihtilafların<br />

arz edilmesi ve kararına boyun eğilmesiyle emredilmiş olandır:<br />

32 El-Bakara, 213


ج<br />

ثُ‏ َ<br />

َّ<br />

ّ<br />

ّ شَ‏<br />

ي<br />

ف<br />

ِ الل وَ‏ الرَّ‏ سُ‏ ولِ‏<br />

َ<br />

ُّ وهُ‏ إِل<br />

ْ ءٍ‏ فَرُ‏ د<br />

ي<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 19<br />

ِ ي سشَ‏ ف<br />

ْ ت َ از ْ تُ‏ ْ <br />

“Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu <strong>Allah</strong> ve<br />

Rasûlüne götürünüz.” 33<br />

Hayır! <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin Rasûlü Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e<br />

indirdiği ve onun da bize bıraktığı din, tek bir yol üzere olan, ihtilaf<br />

ve tefrikalardan beri olan bir dindir. Aksine o, ihtilafa düşmüş olanlar<br />

arasında hükmetmek için gelen bir dindir:<br />

َ ُ دوا <br />

َّ ل ي ِ <br />

‏َن فَإِ‏ ن<br />

‏َع<br />

يْ‏ ‏ُمْ‏ <br />

ي مَ‏ ا جَ‏ س رَ‏ بَ‏ نَ‏<br />

ْ يُؤ مِ‏ ن<br />

أَن ُ ‏ْف سِ‏ ِ مْ‏ حَ‏ رَ‏ جً‏ ا مِ‏ ‏َّا ق َ ‏َض يْ‏ َ ت وَ‏ ي ‏ُسَ‏ ِ ُ لوا تَسْ‏ ي لِ‏ مً‏ ا<br />

ف<br />

ِ ي<br />

ُ َ ِ ُ ك َ وك فِ‏ <br />

َ وَ‏ رَ‏ ُ َ ون حَ‏ تَّ‏ <br />

فَال<br />

َ<br />

ِ كَ‏ ل<br />

بّ‏<br />

“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni<br />

hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı<br />

duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” 34<br />

Ebu İshak eş-Şatibi rahimehullah “Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa<br />

düşerseniz onu <strong>Allah</strong> ve Rasûlüne götürünüz” ayetiyle alakalı<br />

şöyle der: “Eğer şeriat ihtilafa kabil olsaydı, ona arz olunmak-<br />

ي ء ta bir mana kalmazdı. Ve<br />

(fi şey’in) sözü şart siyakında ي سش<br />

nekre gelmiştir. Bu usulde umum siğalarındandır ve umumî olarak<br />

bütün tartışmaları içine alır. Bunun için ihtilafların şeriata götürülmesi(ndeki<br />

emir) ancak (şeriatın) bir olduğundandır. Dolayısıyla<br />

Hak ehli, fırkalar halinde olamaz.” <strong>Allah</strong>-u Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

َ عُ‏ وا السُّ‏ بُ‏ ل<br />

‏َّبِ‏<br />

‏َّبِ‏ عُ‏ وهُ‏ وَ‏ ل تَت<br />

َ ا صِ‏ َ اطِ‏ ي مُ‏ سْ‏ َ ت قِ‏ ي‏ مً‏ ا فَات<br />

‏َت<br />

‏َّك<br />

ُ ْ بِ‏ هِ‏ ل ‏َعَ‏ ل<br />

ُ ْ وَ‏ صَّ‏ اك<br />

سَ‏ بِ‏ يلِ‏ ِ ذَ‏ لِك<br />

ُ ْ عَ‏ نْ‏<br />

َ ف َ ف َ رَّ‏ ق َ بِ‏ ك<br />

ُ ْ ت َّ ُ ق ونَ‏<br />

‏َت<br />

وَ‏ أَن َّ َ هذ<br />

“İşte benim doğru yolum budur; ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak<br />

başka yollara uymayın. Korunmanız için <strong>Allah</strong> size böyle tavsiye etmiştir.” 35<br />

33 En-Nisa, 59<br />

34 En-Nisa, 65<br />

35 El-En’am, 153


20<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Bu bizim dediğimizi ispat eden bir nasstır. Zira tek yol muhtelif<br />

yolların hilafına ayrılıkları kabul etmez.” 36<br />

Ayrıca yukarıda zikri geçen fırka hadisinde Rasûlallah sallallahu aleyhi<br />

vesellem bu ümmetin yetmiş üç fırkaya bölüneceğini haber verdiğinde,<br />

bir fırka hariç, hepsinin cehenneme gideceklerini haber veriyor…<br />

Bir fırka hariç… Zira hak birdir… Tefrikaya kabil değildir. Ebu İshak<br />

eş-Şatibi rahimehullah’ın dediği gibi: “Aleyhissalatu vesselam “bir fırka hariç”<br />

diyerek hakkın bir olduğunu ve ihtilaf içermediğini belirlemiştir.<br />

Zira hak fırka fırka olmuş olsaydı “bir fırka hariç” demezdi.” 37<br />

* * *<br />

36 El-İtisam, cüz 2/sayfa 755-756. (Daru İbnu Affan, birinci baskı h.1412)<br />

37 El-İtisam, cüz 2/sayfa 755. (Daru İbnu Affan, birinci baskı h.1412)


Dinin İki Direği:<br />

İlim ve Cihad


22<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Din, hakkı ilan etmeye ve yeryüzüne egemen kılmaya gelmiştir.<br />

Hakkın bir kaderi ve bir de şer’i yönü vardır. İkisini de <strong>Allah</strong><br />

Celle ve A’la sadece Kendisi için ispat etmiştir ve Kendisinden gayrisi<br />

için nefyetmiştir: “İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O’nundur.” 38 Şer’i<br />

emir ile yaratılış arasında bir ihtilaf veya tenakuz asla söz konusu<br />

değildir. Bilakis şer’i emir daima yaratılışa uygun, fıtratı destekleyici<br />

ve terbiye edici olarak gelmiştir. Bunun için, İslam Dini fıtrat dinidir,<br />

denilmiştir. Şu var ki <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ kaderî hakikatleri kulların<br />

ihtiyarına açmamıştır. Kaderî hakikatler kul kabul etse de etmese<br />

de vaki olacaktır. Bu manada kaderî hakkın kullar üzerinde egemenliğini<br />

ikame etmeye ihtiyaç yoktur. Lakin şer’i emri ikrar veya<br />

terk etmeyi <strong>Allah</strong> Azze ve Celle kulların ihtiyarına açmıştır: “De ki: O hak<br />

Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” 39 ve “Sizi O<br />

yarattı. Kiminiz kâfirdir ve kiminiz de mü’min.” 40 Kâfirlerin şer’i emri<br />

hak olarak inkâr etmeleri elbette şer’i emri hakikatinde etkilemez ve<br />

hak olduğunu ispata muhtaç kılmaz; lakin kabulü ve uygulanması<br />

kulların ihtiyarına bırakıldığı için, hak olduğu ve bundan dolayı tek<br />

egemen olmaya tek hak sahibi olduğunu ilan ve ispat etmeye ihtiyaç<br />

vardır. Nitekim hak ehliyle inkâr ehli arasındaki mücadele daima<br />

şer’i hakkın ispatında olmuştur, kaderî hakkın değil. Çünkü kaderî<br />

hakkın hak oluşu ve mutlak egemen oluşu inkârı muhal bir gerçektir.<br />

38 El-A’raf, 54<br />

39 El-Kehf , 29<br />

40 Et-Teğabun, 2


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 23<br />

Eskiden beri insanlığın tartıştığı yaratılış gerçeği değil, yaratıcının<br />

varlığı, vahdaniyeti ve mutlak hâkimiyetidir. Aslında şer’i hakkın<br />

ispatına da ihtiyaç yoktur. Çünkü yaratılışın hak olduğunu ikrar<br />

etmek zorunlu olarak yaratanın varlığını ve vahdaniyetini ve dolayısıyla<br />

emirlerine boyun eğme hususunda ifrat edilişini de iktiza<br />

eder. Bunun için <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ birçok ayette ulûhiyetine, yani<br />

tek hak mabud olmasına rububiyetiyle, yani tek hak yaratıcı olmasıyla<br />

delil getirir. <strong>Allah</strong> Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Sizi<br />

ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki takvalı olasınız. O ki<br />

yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla<br />

size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile <strong>Allah</strong>’a eşler<br />

koşmayın.” 41 Ve şöyle buyuruyor: “Andolsun ki onlara “Gökleri ve yeri<br />

kim yarattı?” diye sorsan, elbette “<strong>Allah</strong>” diyecekler. “<strong>Allah</strong>’a hamd olsun” de.<br />

Fakat onların çoğu bilmezler. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi <strong>Allah</strong>’ındır.<br />

Gerçekten <strong>Allah</strong>, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye lâyıktır. Eğer<br />

yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha<br />

kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de <strong>Allah</strong>’ın kelimeleri<br />

yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki <strong>Allah</strong> çok güçlüdür, hüküm ve hikmet<br />

sahibidir. Sizin yaratılmanız da tekrar diriltilmeniz de ancak bir tek nefsin<br />

yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Gerçekten <strong>Allah</strong>, her şeyi işitir<br />

ve görür. Görmedin mi ki, <strong>Allah</strong> geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye<br />

sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye<br />

kadar akıp gidiyor. Şüphesiz ki <strong>Allah</strong>, yaptıklarınızdan haberdardır. Bu da<br />

şundandır ki, <strong>Allah</strong> hakkın ta kendisidir. O’ndan başka ibadet ettikleri ise<br />

mutlaka batıldır. Şüphesiz ki <strong>Allah</strong>, çok yücedir, çok büyüktür. Görmedin mi<br />

ki <strong>Allah</strong>, ayetlerinden bir kısmını size göstersin diye gemiler, <strong>Allah</strong>’ın nimetiyle<br />

denizde akıp gidiyor. Şüphesiz bunda çok sabredenler ve çok şükredenler<br />

için nice ibretler vardır. Onları kara bulutlar gibi bir dalga sardığı zaman,<br />

dini yalnız kendisine has kılarak <strong>Allah</strong>’a yalvarırlar. Onları kurtarıp karaya<br />

çıkardığı zaman ise içlerinden doğru giden de bulunur. Bizim ayetlerimizi,<br />

öyle nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez. Ey insanlar! Rabbinizden<br />

sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk<br />

da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz <strong>Allah</strong>’ın vaadi<br />

gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan<br />

41 El-Bakara, 21-22


ب<br />

ب<br />

ب<br />

24<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

sizi <strong>Allah</strong>’ın affına güvendirerek aldatmasın.” 42 Ve şöyle buyuruyor: “Andolsun<br />

ki onlara “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında<br />

tutan kimdir?” diye sorsan “<strong>Allah</strong>” derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip<br />

döndürülüyorlar? <strong>Allah</strong>, kullarından dilediğine rızkı bol bol verir, dilediğine<br />

de kısar. Şüphesiz <strong>Allah</strong>, her şeyi hakkıyla bilendir. Andolsun ki onlara “Gökten<br />

su indirip, onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?”<br />

diye sorsan, mutlaka “<strong>Allah</strong> “ derler. De ki: (Öyleyse) hamd de <strong>Allah</strong>’a mahsustur.<br />

Fakat çokları akıllarını kullanmazlar. Bu dünya hayatı sadece bir<br />

oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur.<br />

Keşke bilmiş olsalardı. Baksana, gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na<br />

has kılarak <strong>Allah</strong>’a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir<br />

bakarsın ki, (<strong>Allah</strong>’a) ortak koşmaktadırlar. Kendilerine verdiklerimize nankörlük<br />

etsinler ve sefa sürsünler bakalım! Ama yakında bilecekler. Çevrelerinde<br />

insanlar kapılıp götürülürken, Bizim (Mekke’yi) güven içinde kutsi<br />

bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp <strong>Allah</strong>’ın nimetine<br />

nankörlük mü ediyorlar? <strong>Allah</strong>’a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak<br />

gelmişken onu yalan sayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirlere<br />

yer mi yok?” 43<br />

Yine de <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ, kullarına engin rahmetinden ve ihsanından<br />

hakkı beyan eden dini ve dini beyan eden kitaplar ve Rasûller<br />

göndermiştir. Elbette kitapların ve Rasûllerin gönderilişindeki gaye<br />

sadece hakkı beyan etmek değildir; bilakis herkesin -iman edenin de,<br />

inkâr edenin de- üzerine tek ve mutlak egemen kılmaktır. Bu ise iki<br />

tür güce dayanır: Birincisi; ilmi güce ve ikincisi; maddi güce. İlkine<br />

gelince o marifettir, ikincisi ise cihattır.<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

ي زَ‏ انَ‏ لِيَ‏ ق ومَ‏ النَّ‏ اسُ‏ ُ<br />

‏َن ‏ْبَ‏ ِ يّ‏ نَ‏ اتِ‏ وَ‏ أنْ‏ زَلْنَ‏ ا مَ‏ عَ‏ ُ مُ‏ الْكِ‏ تَ‏ ابَ‏ وَ‏ الْ‏<br />

‏َرْ‏ سَ‏ ل َ ‏ْنا رُ‏ سُ‏ ل<br />

لَق<br />

َّ ُ مَ‏ نْ‏<br />

َ َ الل<br />

ٌ يد وَ‏ مَ‏ َ نافِ‏ عُ‏ َّ لِلناسِ‏ وَ‏ لِيَ‏ عْ‏ ل<br />

ْ َ أْسٌ‏ َ ش دِ‏<br />

‏ِب‏ لْقِ‏ سْ‏ طِ‏ وَ‏ أنْ‏ َ زَلْنا ال ‏َدِ‏ يد<br />

يَنْ‏ صُ‏ ُ هُ‏ وَ‏ رُ‏ سُ‏ ل<br />

ِ<br />

‏َوِ‏ يٌّ‏ َ ع زِ‏ ي زٌ‏<br />

َّ َ ق<br />

َّ إِن الل<br />

َ يْ‏ بِ‏<br />

َ<br />

َ فِ‏ يهِ‏ <br />

َ ُ ِ ‏لْغ<br />

َ ا ِ ‏ل<br />

َ<br />

َ ْ د أ<br />

42 Lokman 25-33<br />

43 El-Ankebut, 61-68


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 25<br />

“Andolsun Biz Rasûllerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti<br />

yerine getirmeleri için beraberlerinde Kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri<br />

de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu,<br />

<strong>Allah</strong>’a ve Rasûllerine gaybda yardım edenleri belirlemesi içindir. Muhakkak<br />

<strong>Allah</strong> Kavidir, Azizdir.” 44<br />

Ebu Abdullah el-Kurtubi rahimehullah şöyle der: “İnsanların adaleti<br />

yerine getirmeleri için”, yani Rasûllerimizi gönderdik ve onlarla<br />

beraber kitabı ve bu savaş eşyalarını indirdik ki, insanlara hak ile<br />

muamele edilsin.” 45<br />

Allame Şeyh es-Sadi rahimehullah şöyle diyor: “İnsanların adaleti<br />

yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik.”<br />

Kitap cins bir isim olup, <strong>Allah</strong>’ın insanları hidayete iletmek ve dinlerinde<br />

ve dünyalarında kendilerine faydalı olacak hususları göstermek<br />

için indirmiş olduğu diğer kitapları da kapsar. “Mizan” ise söz<br />

ve davranışlarda adalettir. Nebilerin getirdikleri dinin tümü emirlerde,<br />

nehiylerde, muamelatta, suçlarda, cezalarda, kısasta, hadlerde,<br />

miraslarda ve bunun dışındaki diğer bütün hususlarda tamamıyla<br />

adalettir. İşte bundan dolayı “İnsanların adaleti yerine getirmeleri<br />

için” buyrulmuştur. <strong>Allah</strong>’ın dinini yerine getirerek, sayıp tespiti imkânsız<br />

olan bütün maslahatları yerine getirmek üzere kitabı ve mizanı<br />

indirmiştir. İşte bu bütün Nebilerin, şeriatın temel kaidesi üzerinde<br />

ittifak ettiklerine delildir. Bu ise adaleti uygulamaktır. Zamana ve<br />

duruma göre adalet şekilleri arasında farklılıklar olsa da bu böyledir.<br />

“Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet vardır.” Silah, zırh<br />

ve buna benzer çeşitli savaş aletleri “kuvvet”e örnektir. “İnsanlar için<br />

faydalar”. Demirin çeşitli sanayi ve mesleklerde, kap-kacaklarda, tarım<br />

aletlerinde birtakım faydaları görülmektedir. Hatta demire gerek<br />

duyulmayan pek az şey vardır. “Bu, <strong>Allah</strong>’a ve Rasûllerine gaypta<br />

yardım edenleri belli etmesi içindir.” Yani <strong>Allah</strong>-u Teâlâ indirmiş<br />

olduğu kitap ve demir sebebi ile imtihan pazarını kursun, böylelikle<br />

gayb halinde dinine ve Rasûllerine kimin yardım edeceği ortaya çıksın.<br />

Gayb halinden kasıt, imanın fayda vermeyeceği şehadet halinden<br />

44 El-Hadid, 25<br />

45 El-Camiu li ahkami’l-Kur’an, el-Hadid 25. ayetin tefsiri. (Dar-u alemi’l-kutub baskısı, h.1423)


26<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

(sekeratu’l-mevt ve sonrasında vaki olan gerçeklere şahit olmadan)<br />

önce kesin iman etmektir. Çünkü o durumda yapılan iman zaruridir.<br />

“Muhakkak <strong>Allah</strong> Kavidir, Azizdir.” Hiçbir şey O’nu aciz bırakamaz.<br />

Hiçbir şey O’ndan kaçıp kurtulamaz. Güçlü aletlerin yapılmasını<br />

sağlayan demiri indirmesi, O’nun gücünün ve izzetinin bir tecellisidir.<br />

Kullarından intikam almaya kadir olması da O’nun gücünün<br />

ve izzetinin bir tecellisidir. Ama O dostlarını düşmanlarıyla sınar. Ta<br />

ki gaybta kimin yardım edeceğini ortaya çıkarsın. <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’nın<br />

burada kitabı ve demiri bir arada zikretmesinin sebebi, bu iki yolla<br />

dinine yardım ettiği ve kelimesini yücelttiğinden dolayıdır. O, dinini<br />

kesin delil ve belgeleri ihtiva eden kitap ile ve <strong>Allah</strong>’ın izniyle zafere<br />

kavuşturan kılıçla yüceltir. Her ikisinin gereği gibi ayakta durmaları<br />

adalet iledir. İşte bunlar <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’nın hikmetine, kemaline, Nebileri<br />

vasıtasıyla göndermiş olduğu şeriatının kemaline delildir.” 46<br />

Birincisi: İlim.<br />

İlim marifettir. Marifet bir şeyin hakikatini, özünü ve tafsilatını<br />

bilmektir. Bir eşyayı tanımak ve tanımlayabilmek kişiyi o eşyanın<br />

üzerinde hâkim kılar. İşte Âdemoğulların üstünlüğü de buradadır.<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ Âdem aleyhissalatu vesselam’a eşyanın isimlerini öğretmiştir,<br />

ona eşyayı isimlendirme melekesini vermiştir. <strong>Allah</strong> Subhanehu<br />

ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları<br />

meleklere gösterip “Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle<br />

haber verin” dedi. Dediler ki: “Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, Senin bize<br />

öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen bilensin, hakîmsin”.<br />

(<strong>Allah</strong>): “Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver” dedi. Bu emir üzerine<br />

Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (<strong>Allah</strong>) “Ben size, Ben<br />

göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi<br />

de bilirim” dememiş miydim?” dedi.” 47<br />

Bir şeyi isimlendirmek o eşyanın hakikatini bilmeyi gerektirir.<br />

Bunun için “İsim, şeyin hakikatine delalet eden lafızdır” denilir.<br />

Böylece insan, etrafındaki yaratılışı tanıdığı kadar isimlendirmiştir<br />

46 Teysiru’l-Kerimu’r-Rahman, el-Hadid 25. ayetin tefsiri. (Muessessetu’r-Risale, birinci baskı<br />

h.1421)<br />

47 El-Bakara, 31-33


إ<br />

ف<br />

ف<br />

َّ<br />

َّ<br />

ْ<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 27<br />

ve hâkim olup istihdam etmiştir. Lakin her ilim eşyanın hakikatine<br />

isabet etmez, onu göstermez. Çünkü eşyanın isimlendirilmesi -yani<br />

kelam- mantıksal bir olgudur ve tasavvura tabidir. Bunun için insan<br />

şeyin tesmiyesinde hakikatine isabet edebilir de, etmeye bilir de veya<br />

kısmen isabet edebilir. Binaenaleyh hakkı beyan edecek olan ilim<br />

hakikati tanımaya elverişli bir ilim olmalıdır. Bunun için hak ile aynı<br />

kaynaktan gelmelidir. Semadan nazil olmuş olan bir ilim olmalıdır.<br />

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e semadan vahyedilen ilim gibi. Hakkı<br />

gösteren ve hakka hidayet eden ilim ancak budur. <strong>Allah</strong> Subhanehu ve<br />

Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

َ<br />

َ تابُ‏ وَ‏ ل<br />

‏ْكِ‏<br />

ا كُ‏ ن ْ ‏َد رِ‏ ي مَ‏ ا ال<br />

َ اءُ‏ مِ‏ نْ‏ عِ‏ بَ‏ ادِ‏ نَ‏ وَ‏ إِنَّك تَ‏ َ ‏ْدِ‏ ي<br />

ْ أَرْ‏ ضِ‏<br />

ِ ي السَّ‏ مَ‏ اوَ‏ اتِ‏ وَ‏ مَ‏ ا ِ ي ال<br />

َ ل<br />

‏َمْ‏ نَ‏ مَ‏ ْ َ ت ت<br />

َ نْ‏ أ رِ‏<br />

‏َوْ‏ حَ‏ يْ‏ َ نا إِل ‏َيْ‏ ك رُ‏ وحً‏ ا مِ‏<br />

وَ‏ كَ‏ َ ذ َ لِك أ<br />

‏َكِ‏ نْ‏ جَ‏ عَ‏ ل َ ‏ْناهُ‏ ن ‏ُورً‏ ا نَ‏ ْ دِ‏ ي بِ‏ هِ‏ مَ‏ نْ‏ نَش<br />

ال ي َ انُ‏ وَ‏ ل<br />

َ ُ مَ‏ ا <br />

ِ<br />

صِ‏ َ اطٍ‏ مُ‏ سْ‏ تَ‏ قِ‏ ي ٍ صِ‏ َ اطِ‏ ِ الل الَّذِ‏ ي ل<br />

ْ أُمُ‏ ورُ‏<br />

الل ِ تَصِ‏ ي ُ ال<br />

َ<br />

إِل<br />

َ<br />

أَل<br />

َ<br />

إِل<br />

“İşte Biz böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Yoksa sen kitap<br />

nedir, iman nedir bilmiyordun. Fakat Biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan<br />

dilediğimizi hidayet ederiz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru<br />

bir yola götürüyorsun. Göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan <strong>Allah</strong>’ın<br />

yoluna götürüyorsun. İyi bilin ki bütün işler sonunda yalnız <strong>Allah</strong>’a dönecektir.”<br />

48<br />

İmam İbn-i Kesir rahimehullah ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle der:<br />

““İşte Biz, böylece sana da emrimizden bir ruh”, yani Kur’an’ı “vahyettik.<br />

Yoksa sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun”, yani sana<br />

Kur’an’da tafsilatıyla vazedildiği gibi bilmiyordun. “Fakat Biz onu”,<br />

yani Kur’an’ı “bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi<br />

hidayet ederiz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola” yaratılışa<br />

uygun hak yola “götürüyorsun.” Sonra bu yolu şöyle açıklıyor:<br />

48 Eş-Şura, 52-53


َّ<br />

28<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

“Göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan <strong>Allah</strong>’ın yoluna”, yani<br />

<strong>Allah</strong>’ın emrettiği şeriata “götürüyorsun.”” 49<br />

Ve Allame Şeyh Abdurrahman bin Nasir es-Sadi rahimehullah şöyle<br />

diyor: ““İşte Biz böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik.” Bu<br />

Ruh Kur’an-ı Kerim’dir. Onu ruh ile isimlendirmiştir; çünkü ceset<br />

ruh ile hayat kazanır. Bunun gibi, kalpler ve ruhlar ve din ve dünya<br />

maslahatları Kur’an ile hayat bulur. Çünkü onda büyük hayır ve her<br />

şeyi kuşatan bir ilim vardır… “Biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan<br />

dilediğimizi hidayet ederiz” o onlara küfrün, bid’atın<br />

ve helak edici hevanın karanlıklarında ışık olur, onunla hakikatleri<br />

bilirler ve dosdoğru yola hidayet olunurlar.” 50<br />

Ve <strong>Allah</strong> Celle ve A’la şöyle buyuruyor:<br />

ُ<br />

‏َض ْ ل<br />

َ ُ وَ‏ ك َ ن َ ف<br />

‏َك ُ نْ‏ ت ‏َعْ‏ ل<br />

َ ْ ت<br />

َّ َ ك َ مَ‏ ا ل<br />

ْ َ ة َ ل<br />

ِ ك<br />

َّ ُ عَ‏ لَيْ‏ كَ‏ الْكِ‏ تَ‏ ابَ‏ وَ‏ الْ‏<br />

وَ‏ نْ‏ أَ‏ زَل َ الل<br />

ِ الل عَ‏ ل<br />

َ وَ‏ ع<br />

‏َيْ‏ َ ك َ ع ظِ‏ ي‏ مً‏ ا<br />

“<strong>Allah</strong>, sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir.<br />

<strong>Allah</strong>’ın sana olan lütfü büyüktür.” 51<br />

İmam Ebu Cafer et-Taberi rahimehullah şöyle der: ““Kitap” o her şeyi<br />

beyan eden, hidayet eden ve öğüt verici olan Kur’an’dır. “ve hikmeti”,<br />

yani sana kitap ile beraber hikmeti de indirmiştir. Hikmet ise kitapta<br />

helallerden, haramlardan, emirlerden, nehiylerden, müjdelerden ve<br />

tehditlerden mücmel olanları açıklayandır.” 52<br />

Katade rahimehullah “Hikmet sünnettir” demiştir. İmam Malik rahimehullah<br />

“Hikmet, dinde marifet ve fıkıh sahibi olmak ve ona uymaktır”<br />

49 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, eş-Şura 52-53. ayetlerin tefsiri. (Daru Tayyibetin li’n-neşri ve’t-tevzi,<br />

ikinci baskı h.1420)<br />

50 Teysiru’l-Kerimu’r-Rahman, eş-Şura 52-53. ayetlerin (Muessessetu’r-Risale, birinci baskı<br />

h.1421)<br />

51 En-Nisa, 113<br />

52 Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, en-Nisa 113. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale, birinci baskı<br />

h.1420)


إ<br />

ْ<br />

ت<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 29<br />

der. Ve İbn-u Zeyd rahimehullah şöyle der: “Hikmet, sadece onunla sallallahu<br />

aleyhi vesellemle bilinmesi mümkün olan dindir. Onu onlara öğretir.”<br />

Bu nakilleri serdettikten sonra İmam Ebu Cafer rahimehullah şöyle der:<br />

“Doğrusu hikmet, <strong>Allah</strong>’ın hükümlerine ilişkin ilimdir. Bu ilim ise<br />

sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in beyan etmesiyle idrak edilir.” 53<br />

Binaen aleyh hak sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi veselleme vahyedilmiş,<br />

semadan nazil olmuş olan ilme münhasırdır. Bu ilmin asılları<br />

Kur’an, Sünnet ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ashabıdır. Bütün<br />

diğer ilimlerin ancak bu üç asıla mutabık olduğu kadarıyla haktan<br />

bir nasibi vardır. <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

ُ ُ ال ِ سْ‏ ال َ مَ‏<br />

‏َك<br />

ِ ي وَ‏ رَ‏ ضِ‏ يتُ‏ ل<br />

ُ ْ نِعْ‏ مَ‏ <br />

ُ َ عل ‏َيْ‏ ك<br />

َ<br />

ُ ْ وَ‏ أ<br />

ُ ْ دِ‏ َ ينك<br />

ْ َ ل ُ ل<br />

‏ْت أ الْيَ‏ وْ‏ مَ‏ َ ك<br />

‏َك<br />

تْ‏ َ مْ‏ ت<br />

دِ‏ ينً‏ ا<br />

“Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din<br />

olarak İslam’ı beğenip seçtim.” 54<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ dini ve hükümlerini tamamlamıştır. Bu ümmeti<br />

Rasûlü’ne sallallahu aleyhi vesellem vahyettiği Kur’an ve Sünnetten gayri<br />

bir hidayete muhtaç bırakmamıştır. İnsanların dünya ve ahiret kazançları<br />

için ihtiyaç duydukları her şey için bir ilim beyan etmiştir.<br />

Bu ümmet hiçbir şeyde Kur’an ve Sünnet dışında bir ilimden hidayet<br />

olunmaya muhtaç değildir. Bunun için İbn-i Mesud radıyallahu anhu,<br />

“Bu Kur’an’da bize bütün ilim ve her şey beyan edilmiştir” demiştir.<br />

İmam İbn-i Kesir rahimehullah İbn-i Mesud radıyallahu anhu’nun bu sözünü<br />

naklettikten sonra şöyle der: “Kur’an geçmiş ve gelecek bütün faydalı<br />

ilme, bütün helal ve haramlara ve insanların din ve dünya işlerinde,<br />

beraber yaşamalarında ve düşmanlıklarında ihtiyaç duydukları her<br />

şeye şamildir.” 55<br />

53 Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, el-Bakara 129. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale, birinci<br />

baskı h.1420)<br />

54 El-Maide 3<br />

55 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, en-Nahl 89. ayetin tefsiri. (Dar-u Tayyibetin li’n-neşri ve’t-tevzi,<br />

ikinci baskı h.1420)


30<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Bunun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ömer radıyallahu anhu’nun<br />

kitap ehlinden ele geçirdiği bir Tevrat nüshasından okumasına sert<br />

tepki vermiştir.<br />

Cabir radıyallahu anhu’nun haber verdiğine göre, “Ömer bin Hattab<br />

radıyallahu anhu Rasûlullah’a bir Tevrat nüshası getirdi ve “Ya Rasûlallah,<br />

bu bir Tevrat nüshasıdır” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir şey<br />

söylemedi. Sonra (Ömer radıyallahu anhu Tevrattan) okumaya başladı.<br />

Bu esnada Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüzü(nün rengi) değişmeye<br />

başladı. Bunun üzerine Ebu Bekir radıyallahu anhu “Evlât acısı gö renler<br />

seni kaybedesice! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzünü<br />

hiç görmüyor musun?” dedi. Ömer radıyallahu anhu Rasûlullah sallallahu<br />

aleyhi ve sellem’in yüzüne baktı ve hemen şöyle dedi: “<strong>Allah</strong>’ın gazabından,<br />

O’nun Rasûlü’nün gazabından <strong>Allah</strong>’a sığınırım. Rab olarak<br />

<strong>Allah</strong>’a, din olarak İslam’a, Nebi olarak Muhammed’e razı olduk.”<br />

Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:<br />

“Muhammed’in canı elinde olan (<strong>Allah</strong>’a) yemin olsun ki, şayet Musa sizin<br />

için ortaya çıksaydı ve siz de beni terk ederek ona uysaydınız, doğru yoldan<br />

sapmış olurdunuz. Şayet o sağ olsa ve peygamberliğime kavuşsaydı, ancak<br />

bana tabi olurdu!” 56<br />

İmam eş-Şafii rahimehullah şöyle der: “Din ehlinden birisinin başına<br />

bir şey geldiğinde muhakkak <strong>Allah</strong>’ın kitabında ona yol gösterecek<br />

bir delil vardır. <strong>Allah</strong> Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Elif, Lâm, Râ. Bu<br />

Kur’an öyle büyük bir kitaptır ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan<br />

aydınlığa, her şeye galip ve hamda lâyık olan <strong>Allah</strong>’ın<br />

yoluna çıkarman için onu sana indirdik.” Ve şöyle buyuruyor: “Bu<br />

kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren<br />

bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.”<br />

Ve şöyle buyuruyor: “Sana da Kur’an’ı indirdik ki, insanlara vahyedileni<br />

açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” Ve şöyle buyuruyor:<br />

“İşte Biz böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Yoksa sen<br />

kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Fakat Biz onu bir nur kıldık.<br />

56 Hadisi bu lafızla ed-Darimi Sunen’inde tahric etmiştir (435. hadis). Aynı hadisi değişik<br />

lafızlara İmam Ahmed Musned’inde (15195. hadis), el-Beyhaki Şuabu’l-İman’da (174. hadis),<br />

İbn-u Ebi Şeybe Musannef ’inde (26949. hadis) ve İbn-u Ebi Âsim Sunne’sinde (50. hadis)<br />

tahric etmişlerdir.


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 31<br />

Onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet ederiz. Şüphesiz ki sen<br />

de insanları doğru bir yola götürüyorsun.” 57<br />

Ve İmam İbnu’l-Kayyim rahimehullah şöyle diyor: “Kulların; ilimde,<br />

bilimde ve dost ve düşmanlıkta durumlarını düzeltecek amellerde<br />

ihtiyaç duyacakları her şey Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sünneti<br />

olan umumî risaletinde mevcuttur. Ondan başkasına kesinlikle ihtiyaç<br />

yoktur. Muhtaç olduğumuz sadece onun getirdiğini bize ulaştıran<br />

birisidir. Kimin kalbinde bu husus istikrar bulmamışsa onun<br />

Rasûle imanı sağlam değildir. Bilakis mükelleflere yönelik umumî<br />

risalet ile gönderilmiş olunmasına iman etmek nasıl vacip ise bu<br />

hususta da umumî risalet ile gönderilmiş olunmasına iman etmek<br />

vaciptir.<br />

Ve nasıl ki insanlardan bir kişi dahi onun risaletinden çıkamazsa,<br />

hak da onun getirdiği ilim ve amelden çıkmaz. Bunun için onun getirmiş<br />

olduğu ümmet için kâfidir, onun getirdiğinden başkasına ümmetin<br />

ihtiyacı yoktur. Ancak onu (risaleti) tanımak ve fehmetmekte<br />

nasibi az olanların onun getirdiğinden başkasına ihtiyaç duyarlar.<br />

Nasipsizlikleri ne kadar ise o kadar da başkasına ihtiyaç duyarlar.<br />

Yoksa Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem semada kanatlarını çırpan her kuş<br />

hakkında bile ümmetine ilim vermeden vefat etmemiştir. Ümmetine<br />

helâ adabına, cima adabına, uyku, uyanıklık, oturma, yeme, içme,<br />

binme ve inme adabına kadar her şeyi öğretmiştir. Arşı, kürsüyü,<br />

melekleri, cenneti, cehennemi, kıyamet gününü ve o gün olacakları<br />

sanki gözle görünecek kadar tarif etmiştir. Rableri ve mabudları olanı<br />

onlara eksiksiz bir şekilde tarif etmiştir… Sözün özü, Rasûlullah<br />

sallallahu aleyhi vesellem bu ümmete dünya ve ahiretin bütün hayrı ile gelmiştir.<br />

<strong>Allah</strong> onları (ümmeti) ondan sallallahu aleyhi vesellem’den başka hiç<br />

kimseye muhtaç bırakmamıştır. Ümmetin ondan başkasına ihtiyacı<br />

olmadığından <strong>Allah</strong> nübüvvet müessesini onunla hatmetmiştir ve<br />

ondan sonra kimseyi Rasûl yapmamıştır. Bu durumda onun sahip<br />

olduğu tamamlanmış ise, kâmil olan şeriatın haricinden gelen bir<br />

siyasete muhtaç olduğu nasıl düşünülebilir. Veya haricinden gelen<br />

hakikate veya kıyasa veya makule muhtaç olduğu nasıl düşünebilir.<br />

57 Er-Risale/sayfa 46-47. (Daru’l-Kutubi’l-arabi baskısı h.1425)


32<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Kim bunu düşünürse o, insanların Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den<br />

sonra başka bir Rasûle muhtaç olduklarını düşünen kişi gibidir.” 58<br />

Önemli bir husus:<br />

Ehli sünnet ve’l-cemaat fırkasının en önemli menheci esaslarından<br />

birisi ilmin amelden önce gelmesidir. Çünkü ameli teşkil eden<br />

irade ve kudrettir. İrade ise ilim ve istekten müteşekkildir. Kişi sahih<br />

ilme sahip ise ve amele istekli ve muktedir ise muhakkak sahih amel<br />

vaki olacaktır. Lakin ilmi ifsada uğrarsa kişi fasit olanı, yani hakka<br />

muhalif olanı irade eder ve kudret ile beraber fasit amel sadır olur.<br />

Dolayısıyla hakka münasip amel (yani sahih amel) semadan nazil<br />

olmuş ilimden neşet eden ameldir. Lakin hakka muhalif amel (yani<br />

masiyet) zandan ve hevadan neşet eden ameldir.<br />

Bu, istisnasız bütün ameller için geçerlidir. İster dinin aslî meseleleri<br />

olsun, ister dinin fer’i meseleleri olsun; amelin sahih, yani hakka<br />

mutabık ve bunun için ilahi emre muvafık olması için sahih ilme,<br />

yani sahabenin fehimiyle Kur’an ve Sünnete mesnet olması gerekir.<br />

Bu, elbette ve özellikle de dinin ikinci direği olan “cihad fi sebilillah”<br />

ameli için geçerlidir. <strong>Cihadın</strong>, gayesini dolduran, hakkı kaim kılan,<br />

ilahi emri infaz ve himaye eden bir amel olması da ancak sahih ilme<br />

dayanır. Lakin cihadın ilmen ifsadı amelen ifsadına ve zorunlu olarak<br />

yeryüzünün de ifsadına ve zulmün hâkim olmasına sebep olur.<br />

Binaen aleyh her amel umumen ve cihad fi sebilillah, hususen sahabenin<br />

fehimiyle Kur’an ve Sünnete dayanan sahih ilme mesnet olması<br />

lazımdır ve hedefi açık ve tavizsiz, hâkimiyeti sadece <strong>Allah</strong> Azze ve<br />

Celle için kabul eden İslam şeriatı olması lazımdır.<br />

İkincisi: Cihad fi sebilillah.<br />

<strong>Allah</strong> Celle ve A’la ilim gibi cihadı da dini yeryüzüne hâkim kılmak<br />

için, tevhidin ikamesi ve tevhid üzere cemaatin muhafazası için emretmiştir:<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

58 Bedeiu’l-fevaid, cüz 3/sayfa 171-172. (El-Mektebetu’l-asriyye baskısı h.1424)


َّ<br />

ي ِ<br />

ّ<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 33<br />

ُ ون َ فِ‏ ت ْ َ نة نُ‏ للِ‏ ٌ وَ‏ يَك ُ َ ون ِ الد‏<br />

َ<br />

ُ ْ حَ‏ تَّ‏ ل<br />

‏ُوه<br />

قَاتِل<br />

تَك<br />

“Fitne kalkıncaya ve din yalnız <strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” 59<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ şirk kalkıncaya kadar, <strong>Allah</strong>’tan başka ibadet<br />

edilen ve itaat edilen tağutlar, putlar ve yalancı ilahlar yok oluncaya<br />

kadar ve yeryüzünde yalnız <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’ye ibadet ve itaat edilinceye<br />

kadar savaşı emretmiştir.<br />

İbn-u Abbas, Katade, Mücahid, es-Suddi, er-Rabi, İbn-u Zeyd,<br />

Ebu’l-Aliyye, el-Hasan, Mukatil ve Zeyd bin Elsem ayetteki fitneyi<br />

şirk olarak açıklamışlardır. İbn-u Abbas radıyallahu anhuma “Din yalnız<br />

<strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar” yani “Tevhid yalnız <strong>Allah</strong>’a halis kılınıncaya<br />

kadar”, er-Rabi ve Katade “Yalnız <strong>Allah</strong>’a ibadet edilinceye<br />

kadar”, Muhammed bin İshak “Tevhidin şirk olmaksızın yalnız<br />

<strong>Allah</strong>’a halis kılınıp, putların atılıp terk edilinceye kadar” ile açıklamışlardır.<br />

60<br />

Ez-Zuhri de, Urve bin Zubeyr ve başkalarının “fitne kalkıncaya<br />

kadar” yani “Bir Müslüman dininde fitneye maruz kalmayıncaya<br />

kadar” olarak mana verdiklerini nakletmiştir. 61<br />

Ebu Abdullah el-Kurtubi rahimehullah şöyle der: “<strong>Allah</strong>-u Teâlâ’nın<br />

“Onlarla savaşın” buyruğunu nasih bir buyruk olarak görenlere göre<br />

bu ayet, her yerde her müşriğe karşı savaşma emrini içermektedir.<br />

Bu ayetin nasih olmadığını kabul edenlere göre ise mana, <strong>Allah</strong>-u<br />

Teâlâ’nın haklarında “Sizinle savaşanlara… savaşın” diye buyurduğu<br />

kimselerle savaşın, demektir. Lakin bu iki görüşten birincisi,<br />

yani kâfirlerin savaşa başlamaları şartı olmaksızın mutlak savaşma<br />

emri daha üstün olan görüştür. Bunun delili <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’nın “Din<br />

yalnız <strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” buyruğudur. Ve<br />

59 El-Bakara 193<br />

60 Bak Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, el-Bakara 193. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale, birinci<br />

baskı h.1420) ve Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, el-Enfâl 38. ayetin tefsiri. (Dar-u Tayyibetin li’nneşri<br />

ve’t-tevzi, ikinci baskı h.1420)<br />

61 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, el-Enfal 38. ayetin tefsiri. (Dar-u Tayyibetin li’n-neşri ve’t-tevzi, ikinci<br />

baskı h.1420)


34<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

aleyhisselam da şöyle buyurmaktadır: “Ben insanlarla La ilahe illallah<br />

değinceye kadar savaşmakla emrolundum.” İşte bu ayet ve<br />

hadis savaşma sebebinin küfür olduğunu ortaya koymaktadır. Zira<br />

<strong>Allah</strong>-u Teâlâ bu ayette “Fitne kalkıncaya kadar” diye buyurmaktadır.<br />

Burada fitne küfür demektir. Bu halde savaşın nihai hedefi<br />

küfrün kalmamasıdır. Bu açıkça anlaşılan bir husustur. İbn-u Abbas,<br />

Katade, er-Rabi, es-Suddi ve başkaları şöyle derler: “Bu ayette fitne,<br />

şirk ve ona bağlı olarak (müşriklerin) mü’minlere verdikleri eziyettir”.<br />

62<br />

Ebu Abdullah Muhammed eş-Şevkani rahimehullah şöyle der: ““Fitne<br />

kalkıncaya kadar onlarla savaşın” buyruğu sona kadar, yani fitne<br />

kalmayıncaya kadar ve din yalnız <strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar müşriklerle<br />

savaşma emrini içeriyor. Dinin yalnız <strong>Allah</strong>’ın olması da İslam’a<br />

girmek ve ondan başka tüm dinlerden çıkmak ile olur. Bunun için<br />

İslam’a girmiş ve şirki tamamıyla terk etmiş olana karşı savaşmak helal<br />

değildir.” 63<br />

İşte <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ cihadı bunun için emretmiştir… İnsanları<br />

ve cinleri yaratmış olduğu aynı gaye için… Tevhidin ikamesi için.<br />

Tevhidin ikamesi de ulûhiyeti yalnız <strong>Allah</strong> Celle ve A’la için ispat etmek<br />

ve O’ndan başkası için inkâr etmek olunca, <strong>Allah</strong>’tan başka ibadet<br />

edilen ve itaat edilen tağutların, batıl dinlerinin ve kanunlarının<br />

inkârı ve destekçilerinden ve taraftarlarından beri olmak ve onlara<br />

düşman olmak Tevhidin tahakkuk etmesi için şart olmuştur.<br />

İşte bu beri olmanın doruk noktası, Rahman’ın dostlarıyla, şeytanın<br />

dostları arasında en belirgin ayırıcı unsur ve müslümanın <strong>Allah</strong><br />

Celle ve A’la’ya teslimiyetinin en ulvî ispatı cihad fi sebilillah’tır.<br />

* * *<br />

62 El-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, el-Bakara 193. ayetin tefsiri. (Dar-u alemi’l-kutub baskısı, h.1423)<br />

63 Fethu’l-Kadir, el-Bakara 190. ayetin tefsiri. (Daru’l-Vefa, ikinci baskı h.1418)


Cihad fi Sebilillah’ın Birinci <strong>Gayesi</strong>:<br />

Tevhidin İkamesi, Şirk ve Şirk Ehlinin İzalesi


36<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

<strong>Allah</strong> yolunda cihad, Kelime-i Tevhid La ilahe illallah’ı yüceltmek<br />

için, kulluğu <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’ye halis kılmak için, insanları kullara<br />

kulluktan çıkarıp kulların Rabbi olan <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ’ya kulluğa<br />

götürmek için, İslam’dan başka bir dinin kalmaması için, <strong>Allah</strong>’tan<br />

başka kulluk edilen ve itaat edilen putların yıkılıp köklerinin kurutulması<br />

için emredilmiştir… İşte insanlar ve cinler bunun için yaratılmışlardır.<br />

Bunun için İmam Ebu’l-Abbas İbn-i Teymiyye rahimehullah şöyle<br />

der: “<strong>Allah</strong> Subhanehu şöyle buyurmuştur: “Fitne kalkıncaya ve din<br />

yalnız <strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” Bu böyledir; çünkü<br />

mahlûkat bunun için yaratılmıştır. <strong>Allah</strong>-u Teâlâ şöyle buyuruyor:<br />

“Ben cinleri de insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.”<br />

Mahlûkatın yaratılmış olduğu gayenin tahakkuk etmesi için var<br />

olan her şey <strong>Allah</strong> katında övülmüştür ve sahibi için baki kalır. Salih<br />

ameller işte bunlardır.” 64<br />

Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:<br />

بعثت ي ن ب‏ يدي الساعة ب ‏لسيف ت ح‏ يعبد هللا وحده ل سش<br />

يك ل<br />

“Şeriki olmaksızın sadece <strong>Allah</strong>’a ibadet edilmesi için, kıyamet saatinden<br />

önce ben kılıç ile gönderildim.” 65<br />

64 El-Emru bi’l-ma’rufi ve’n-nehyu ani’l-munker/sayfa 47-48. (Vezeratu’ş-şuuni’l-islamiyye, elmemlektu’l-arabiyyetu’s-suudiyye,<br />

birinci baskı h.1418)<br />

65 Musnedu Ahmed, 5115. hadis. (Muessesetu-Kurtuba baskısı, Şuayb el-Arnavuti’nin tahkikiyle)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 37<br />

İşte bu gaye için “Şeriki olmaksızın sadece <strong>Allah</strong>’a ibadet edilmesi<br />

için” tüm Rasûller ve Nebiler gelmiştir… Bunun için yedi sema ve<br />

yedi arz yaratılmıştır… Bunun için cennet ve cehennem hazırlatılmıştır…<br />

İşte bunun için kılıçlar kınlarından çekilmiştir… “Ki <strong>Allah</strong><br />

Kendisine ve Rasûllerine gaybda kimin yardım edeceğini ortaya<br />

çıkarsın.”<br />

* * *


Cihad fi Sebilillah’ın İkinci <strong>Gayesi</strong>:<br />

İslam Birliğinin İkamesi ve Muhafazası


40<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Yukarıda geçtiği gibi <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ Müslümanlara yeryüzünde<br />

fesat ve fitne kalmayıncaya ve din <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’ye has kılınıncaya<br />

kadar savaşmayı emretmiştir. Bunun için ise muhakkak güç<br />

ve kuvvete ihtiyaç vardır. Hakiki ve müessir güç ve kuvveti sağlayan<br />

ise ancak birlik ve beraberliktir. Şu halde küfre karşı savaşmak için<br />

İslam cemaatini oluşturmak savaş emri gibi vaciptir. Zira bir vacibin<br />

gerçekleşmesi için gerekli olan, aynı derecede vaciptir.<br />

Bunun için Kur’an’da savaş emri ekseriyetle cem sığasında gelmiştir.<br />

Bu ayetlerden sadece bazıları şunlardır: “Sizinle savaşanlarla<br />

sizde savaşın”, “Onları nerede bulursanız öldürün”, “Fitne kalkıncaya<br />

ve din yalnız <strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar onlarla savaşın”, “Siz<br />

de onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen<br />

atlar hazırlayın”, Ey Nebi, mü’minleri savaşa teşvik et”, “Ağırlıklı<br />

ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın ve <strong>Allah</strong> yolunda mallarınız, canlarınızla<br />

cihad edin”, “Ey iman edenler! Kâfirlerle size yakın olanlarla<br />

savaşın”.<br />

Birlik beraberliğin zıddı olan tefrika ve ihtilaf ise bölünmeye ve<br />

dolayısıyla gücün gitmesine sebep olur. Bunun için <strong>Allah</strong> Azze ve Celle<br />

mü’minlere ve özellikle mücahidlere ihtilafı nehyetmiştir. <strong>Allah</strong> Subhanehu<br />

ve Teâlâ şöyle buyuruyor:


ي<br />

نَ‏<br />

ب ي<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 41<br />

ُ ْ تُفْ‏ لِحُ‏ ونَ‏<br />

‏َّك<br />

‏َاث ُ ‏ْبُتوا وَ‏ اذ ُ رُ‏ وا الل ي ً ا لَعَ‏ ل<br />

‏َقِ‏ تُ‏ ْ ي‏ فِ‏ ئَ‏ ة<br />

ي‏ يُّ‏ َ ا الَّذِ‏ نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا َ إِذا ل<br />

‏َذ ي ُ ك ُ وا إِنَّ‏ الل<br />

‏ُوا وَ‏ ت<br />

‏َت<br />

َّ َ وَ‏ رَ‏ سُ‏ ول تَن ُ ‏َعوا ف<br />

وَ‏ أَطِ‏ يعُ‏ وا الل<br />

مَ‏ عَ‏ الصَّ‏ ا‏<br />

َ َّ<br />

َّ َ َ ك ثِ‏ <br />

ً ف ْ ك<br />

ُ ْ وَ‏ اصْ‏ ِ ب‏<br />

َ ْ ف َ شل ْ َ ه بَ‏ رِ‏ <br />

ِ ِ<br />

َ از<br />

َ<br />

َ ُ وَ‏ ل<br />

َ أَ‏<br />

“Ey iman edenler! Bir topluluk ile karşılaşırsanız sebat edin, <strong>Allah</strong>’ı<br />

çokça zikredin ki felah bulasınız. <strong>Allah</strong> ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle<br />

çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız ve gücünüz gider. Bir de sabredin.<br />

Şüphesiz <strong>Allah</strong> sabredenlerle beraberdir.” 66<br />

Ayetin tefsirinde Ebu Bekr İbnu’l-Arabi rahimehullah şöyle der: “<strong>Allah</strong><br />

ve Rasûlü’ne itaat edin.” Bu tavsiye kendisiyle nusretin var olduğu<br />

aslın ta kendisidir… Hak bununla belli olur… Kalp bununla<br />

selamete erer ve bedenin amelleri bununla istikamet bulur. Bunun<br />

için kişi bütün amellerinde emirlere ve yasaklara itaat etme durumundadır.<br />

Zira Müslümanlar sayılarıyla değil, amelleriyle savaşırlar<br />

ve askeri imkânlarıyla değil, inançlarıyla savaşırlar. Böylece <strong>Allah</strong><br />

Müslüman topluluklara nice fetihler ihsan etmiştir ve kılıçların süsleri<br />

ancak galibiyet ardından galibiyetler olmuştur.” Ve sonra şöyle<br />

devam ediyor: “Kalpler bir şey üzere birleşirse varlığı kararlı olur ve<br />

işler yolunda gider. Lakin kalbin beraberliği koparsa eğer, idrakte<br />

acizleşir ve duygular kabul etmekte körelir. Birlik, nefis için huzur ve<br />

sükûnettir. Kalp için kuvvettir. Fakat ihtilaf onu zayıflatır, duyguları<br />

çoğaltır ve böylece istenilenden geride kalır ve hedef kaçar. Bu hal<br />

O’nun şu kavlidir: “Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız<br />

ve gücünüz gider.”” 67<br />

İmam İbn-i Cerir et-Taberi rahimehullah da şöyle der: ““Birbirinizle<br />

çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız ve gücünüz gider.” İhtilaf<br />

etmeyin, sonra ayrılığa düşersiniz ve kalpleriniz birbirinizden ayrılır,<br />

zayıf düşer; korkaklaşırsınız ve gücünüz gider, cesaretiniz kırılır ve<br />

aranız açılır.” 68<br />

66 El-Enfâl 45-46<br />

67 Ahkâmu’l-Kur’an , İbnu’l-Arabi, el-Enfâl’indeki meseleler bölümü. (El-Mektebetu’ş-şamile)<br />

68 Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, el-Enfâl 46. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale, birinci baskı<br />

h.1420)


ف<br />

42<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Evet, ihtilaflar ve tartışmalar kalplerin ayrılmasına sebep olur.<br />

Kalpler ayrılınca bedenler de ayrılacaktır; çünkü bedende zuhur<br />

eden, kalbin taşıdığından başkası değildir. Ve <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin şu<br />

kavli tahakkuk eder:<br />

ْ أَرْ‏ ضِ‏ وَ‏ ف ‏َسَ‏ ٌ اد َ ك بِ‏ ي ٌ<br />

ِ ي ال<br />

ْ تَف عَ‏ ل ‏ُوهُ‏ ت ُ ‏َك نْ‏ فِ‏ ت ْ َ ن ٌ ة <br />

َّ<br />

إِل<br />

“Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve fesad olur.” 69<br />

İmam İbn-i Cerir rahimehullah ayette geçen “bunu yapmazsanız”<br />

kavli hakkında şöyle der: “Size emrettiğim, dinde yardımlaşmayı ve<br />

destek vermeyi yapmazsanız yeryüzünde fitne olacaktır.” 70<br />

Yani Müslümanların kalpleri birbirinden koparsa ve dolayısıyla<br />

sevgi, dostluk ve İslam cemaatinin vahdeti bozulursa yeryüzünde<br />

fitne olacaktır. Müslümanlar fırka fırka olduklarından dolayı, devlet<br />

ve güç sahibi olmamalarından daha büyük bir fitne var mıdır? Hâlbuki<br />

cihad fitneyi yeryüzünden kaldırmak için emredilmiştir. Ebu<br />

Bekir et-Tartuşi el-Maliki rahimehullah ne de doğru söylemiştir: “Zaferin<br />

başı birliktir ve hezimetin başı ayrılıktır.” 71 İhtilaflar ve çekişmeler<br />

kalplerin ayrılmasına ve dolayısıyla Müslümanlar arasında sevginin<br />

ve merhametin kalkmasına sebep olur. Fakat insanları bir araya<br />

getiren, onları bir bütün yapan, birbirlerine kenetleyen sevgidir. Bu<br />

özellikle mücahidler için geçerlidir. Zira cihad fi sebilillah, velâ ve<br />

berânın… <strong>Allah</strong> için sevmenin ve <strong>Allah</strong> için buğz etmenin zirvesinden<br />

başka nedir? Bir mücahid en değerli varlığını… canını <strong>Allah</strong><br />

Azze ve Celle için satmamış mıdır? <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’yi kendi canından çok<br />

sevmese bunu yapabilir mi? O’na canı pahasına kavuşmayı arzulamasa<br />

bunu yapabilir mi? Bu sorunun cevabı muhakkak, hayır olmalı.<br />

O zaman <strong>Allah</strong> Celle ve A’la’yı sevenler ve O’nun sevgisini arzulayanlar<br />

<strong>Allah</strong>’ın şu sözüne kulak versinler:<br />

69 El-Enfâl 73<br />

70 Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, el-Enfâl 73. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale, birinci baskı<br />

h.1420)<br />

71 Siracu’l-muluk/sayfa 151. (El-Mektebetu’ş-şamile)


ي<br />

ف<br />

َّ<br />

‏َت<br />

ج<br />

ب<br />

ب<br />

ب<br />

ت ‏َت<br />

ف<br />

ب<br />

َ<br />

َّ<br />

َّ<br />

إ ِ<br />

ي<br />

ْ<br />

َ نَّ‏ ُ أَ‏ مْ‏ بُ‏ نْيَ‏ انٌ‏ مَ‏ رْ‏ صُ‏ وصٌ‏<br />

ِ ي سَ‏ بِ‏ يلِ‏ ِ صَ‏ فًّ‏ ا ك<br />

‏ُون َ <br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 43<br />

ُ بُّ‏ الَّذِ‏ نَ‏ يُق َ اتِل<br />

َّ َ ي ِ <br />

إِنَّ‏ الل<br />

“Gerçek şu ki, <strong>Allah</strong> Kendi yolunda birbirlerine kenetlenmiş bina gibi saf<br />

bağlayarak savaşanları sever.” 72<br />

İmam İbn-i Cerir rahimehullah der ki: “<strong>Allah</strong>-u Teâlâ “Eğer <strong>Allah</strong>’a en<br />

sevimli amellerin neler olduğunu bilseydik ölünceye kadar o amelleri<br />

işlerdik” diyenlere şöyle diyor: “Gerçek şu ki” ey kavim “<strong>Allah</strong><br />

Kendi yolunda savaşanları sever” onlar O’nun davet ettiği, yolunda<br />

ve dininde “saf bağlayarak”, yani saflarda yerlerini alarak, <strong>Allah</strong>’ın<br />

düşmanlarına karşı savaşırlar. Ve “sanki onlar birbirilerine kenetlenmiş<br />

bir bina gibidirler”, yani onlar <strong>Allah</strong> yolunda saflara dizilmiş<br />

halde savaşırlar ve bu halleriyle taşları sıkı bir şekilde sıraya koyulmuş<br />

ve böylece daha sağlam ve daha mükemmel olmuş bir sete benzerler<br />

ki, hiçbir şey onu geçemez.” 73<br />

Bunun için <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ rızasına nail olan ordusunu bu<br />

özellikleriyle tanıtıyor:<br />

َ َّ َ وَ‏ رَ‏ سُ‏ ول<br />

‏َوْ‏ مً‏ ا ْ يُؤ مِ‏ ن ِ وَ‏ الْيَ‏ وْ‏ مِ‏ ْ آ ال خِ‏ رِ‏ يُوَ‏ ُّ ادون مَ‏ نْ‏ حَ‏ اد<br />

‏ُو‏<br />

‏َئِ‏ ك ِ ي قُل<br />

‏ُول<br />

‏ُوا َ آ‏ ءَ‏ ه ‏َوْ‏ أ ‏َبْ‏ َ ناءَ‏ ه ‏َوْ‏ ْ إِخ وَ‏ نَ‏ ُ ا‏ مْ‏ أَوْ‏ ع تَ‏ ُ مْ‏ أ<br />

ك<br />

ٍ مِ‏ ن ُ وَ‏ ْ يُد خِ‏ ل ‏ُهُ‏ مْ‏ جَ‏ ن جْ‏ رِ‏ ي مِ‏ نْ‏ ِ ‏َا ال<br />

‏َيَّد<br />

ال ي َ انَ‏ وَ‏ أ<br />

‏َئِ‏ َ ك حِ‏ ْ ز بُ‏ الل إِنَّ‏ حِ‏ ْ ز بَ‏<br />

‏ُول<br />

خ نَ‏ فِ‏ ي‏ ‏َا رَ‏ ض ص نْ‏ ‏ُمْ‏ وَ‏ رَ‏ ضُ‏ وا ع<br />

َ ُ وَ‏ لَوْ‏<br />

ِ ِ مُ‏<br />

ْ أَ‏ نْ‏ َ ارُ‏<br />

َّ الل<br />

َ َ ك َ ت بَ‏ <br />

تَ‏ ْ <br />

ِ أَل<br />

َ شِ‏ ي َ <br />

َّ اتٍ‏ <br />

َ ْ ن ُ ه أ<br />

ْ ُ فْ‏ لِحُ‏ ونَ‏<br />

ُ ُ ال<br />

الل ِ ه<br />

ُ َ ون ِ ‏لل<br />

ُ ْ أ<br />

ُ ْ أ<br />

ُ ْ ُ ‏وح ْ ه<br />

َ ه<br />

َّ ُ َ ع‏<br />

َ الل<br />

ِ ي<br />

َ<br />

ِ ُ د ق ل<br />

َ ن<br />

ِ<br />

َ الِدِ‏ <br />

“<strong>Allah</strong>’a ve ahiret gününe inan hiçbir kavmin, <strong>Allah</strong> ve Rasûlü’ne karşı<br />

çıkana sevgi beslediklerini göremezsin. İster bunlar babaları veya oğulları<br />

veya kardeşleri veya soydaşları olsalar bile. İşte bunlar (<strong>Allah</strong>’ın) kalplerine<br />

imanı yazmış olduğu ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiş olduğu<br />

kimselerdir. Hem de onları orada ebediyen kalıcılar olmak üzere altından<br />

72 Es-Saff 4<br />

73 Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, es-Saff 4. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale, birinci baskı<br />

h.1420)


44<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. <strong>Allah</strong> da onlardan razı olmuştur. Onlar<br />

da O’ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar <strong>Allah</strong>’ın hizbidir. Haberiniz olsun,<br />

muhakkak ki <strong>Allah</strong>’ın hizbi felah bulanların ta kendisidir.” 74<br />

Böyle birbirlerine kenetlenmiş bir İslam birliğini bozmak ve geçmek<br />

mümkün olmaz… Böyle bir İslam birliği karşısında hiçbir fesad<br />

duramaz… Böyle bir İslam birliğini ilerlemekten hiçbir küfür ordusu<br />

engelleyemez! 75<br />

Ümmetin vahdeti İslam’ın zaferi için elzem olduğundan ötürü,<br />

ümmetin birliğini bozan her şeye karşı cihad etmek meşru kılınmıştır…<br />

Ümmetin birliğini bozan müslüman bile olsa. Evet, müslümanın<br />

canını korumak muhakkak ki dinin en ulvi gayelerindendir.<br />

Lakin İslam birliğinin bozulması yeryüzünde dinin bozulmasına sebep<br />

olur. Dinin korunması ise canın korunmasına mukaddemdir. Şu<br />

halde daha büyük zararı def etmek için ve İslam toplumunun maslahatını<br />

korumak için birliği bozan müslüman da olsa, öldürülmesi<br />

mubah kılınmıştır. Zira toplumun maslahatını korumak ferdin maslahatını<br />

korumaktan evvel gelir.<br />

Mesela buna, meşru halife varken kendisini halife ilan edeni ve<br />

tabilerini veya İslam topluluğunu ifsad edenleri veya meşru halifeye<br />

karşı kıyam eden bağileri veya yol kesenleri örnek verebiliriz. Bunların<br />

her birinde muhakkak tafsilat vardır 76 . Bunları halledecek yer de<br />

74 El-Mucadele 22<br />

75 Lakin sevgi; insaf ve merhametten yoksun, hususi ve zannî maslahatların muhafazası ve<br />

müdafaası için kurulmuş suni birlikler, örümceğin ördüğü ağdan başkasını ev edinmiş<br />

değiller. “Hâlbuki evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi.”<br />

76 Verilen misaller İslam’dan çıkaracak, dinin aslını nakzedecek bir masiyet irtikâp etmemişlerse<br />

doğrudur. Lakin dinin aslını nakzedecek masiyetleri varsa savaş riddet ehline karşı savaş<br />

olur. Bu durumda cihadın gayesi küfrün izale edilmesi ve kelimetullahın en yüce kılınması<br />

olur. Ama makbul bir tevil ile veya dünyalık bir gaye için şer’î idareye karşı çıkan, imama<br />

itaatten elini çeken, bunun için toplanan ve devlet idaresine karşı koyabilecek bir güç<br />

oluşturan fırkaya karşı savaş, bağilere karşı savaş olur. Bu durumda savaşın gayesi sebep<br />

oldukları fitneyi engellemek ve itaatten çıkmış fırkayı tekrar itaat altına sokmak olur. İslam<br />

toplumunun güvenliğini bozan, yol kesen ve halkın canına, ırzına ve malına haksız yere<br />

el uzatan haramilere karşı savaşın gayesi ise Müslümanlardan eziyetlerini def etmek için<br />

olur. Aynı zamanda mürted, zimmî veya aslî kâfirler iseler cihadın gayesi, küfrün izalesi<br />

ve kelimetullahın en yüce kılınması için olur. Son olarak da bazı fertler, az veya çok, şer’î<br />

nasslarda terkin haramlığı veya amelin haramlığı sabit olan bazı fiilleri –kendilerine helal


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 45<br />

burası değildir; fakat burada bizim için önemli olan, bunların kanlarını<br />

mubah kılan küfürleri değil, ıslah olmadıkları halde, fitne ve<br />

fesada sebep olmaları ve İslam birliğini bozmalarıdır. Ulema bunlara<br />

karşı savaşı cihad fi sebilillah’tan addetmiştir. 77<br />

Hâlbuki burada savaşın gayesi hiç şüphe yok ki şirkin izalesi değildir;<br />

lakin şirke karşı savaşan ve tevhidi ve şeriatı ikame eden İslam<br />

cemaatinin korunmasıdır. Burada savaşın gayesi yok etmek değil, bilakis<br />

tekrar itaate girmelerini sağlamak ve böylece İslam toplumunda<br />

tekrar yerlerini almalarını sağlamaktır.<br />

Aynı sebebe binaen fasık da olsa, zalim de olsa, müslüman emire<br />

karşı kıyama geçmek caiz olmaz; çünkü birliğin bozulmasıyla daha<br />

büyük bir zarar meydana gelecektir. Bu durum, emirin fıskı veya zulmü<br />

kendisiyle sınırlı ise böyledir. Küfür derecesine ulaşmamış bid’at<br />

sahibi, uyuşturucu kullanan veya İslam ordusunun akıttığı kanıyla<br />

hak ettiği ganimetleri kendi menfaati için çalan facir emir gibi. Böylesinin<br />

zararı İslam toplumuna ve cihada değilse, aldığı kararlar ve<br />

verdiği emirler tebaasının maslahatına zarar vermiyorsa, yapılması<br />

gereken hikmet ile ve uygun bir üslûp ile iyiliği emretmek ve kötülüğü<br />

nehyetmek, nasihat etmek, kötülüklerini reddetmek ve ona terk<br />

etmek ve <strong>Allah</strong> ve Rasûlü’ne itaat üzere sabretmektir. Bu Ehl’i-sünnet<br />

ve’l-Cemaat’in asıllarından sayılmıştır: Salih veya facir olsun, her<br />

kabul etmemekle ve başkalarına da zarar vermemekle beraber- işlediklerinde savaş, <strong>Allah</strong>’ın<br />

haklarını korumak ve münkeri inkâr etme babından meşru olur. Mesela namazı terk etmek,<br />

Ramazan’da oruç tutmamak, içki içmek, faizle alış veriş yapmak veya şer’an emredilmiş<br />

şekilde örtünmemek gibi.<br />

77 Dinde savaşın meşru kılındığı her durumun cihad fi sebilillah olup olmadığı ulema arasında<br />

ihtilaflıdır. Bu ihtilafın sebebi cihad fi sebilillah’ın tarifine dayanıyor. Bazıları cihadı “kâfirlere<br />

karşı ve kelimetullahın en yüce olması için savaşmak” olarak tarif ederler. Bu tarife göre<br />

müslümanlara karşı meşru kılınmış savaşlar cihad ıstılahına girmez; çünkü cihad kâfire karşı<br />

emredilmiştir. Lakin bazı âlimler bağilere karşı savaşı da cihaddan saymışlardır ve cihad<br />

fi sebilillah’ı “kâfirlere ve bağilere karşı savaşmakta cuhd etmektir” olarak tarif etmişlerdir.<br />

Bağiler ise Müslümandır. Buna göre Müslümanlara karşı meşru olan savaş halleri de cihad<br />

fi sebilillah ıstılahına dâhildir. Bu görüşü destekleyen nakli deliller çoktur. Ayrıca cihad<br />

fi sebilillah’ın gayesi de bu görüşe delildir. Çünkü tarif, bir şeyin hakikatini sınırlayandır.<br />

Bir şeyin hakikati de muhakkak gayesine uygundur. Nitekim cihad fi sebilillah’ın gayesi<br />

tecrid edildiğinde, gayenin şer’î ahkâmı hâkim kılmak olduğu belli oluyor (bu ileride<br />

açıklanacaktır). Şer’î ahkâmın hâkim kılınması ise dinde savaşın meşru kılındığı –ister kâfire<br />

karşı ister Müslümana karşı- bütün hallerin ortak niteliğidir.


46<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

meşru emire ma’rufta itaat etmek, ona karşı çıkmamak ve onunla<br />

beraber cihad etmek. 78<br />

İmam Ebu’l-Abbas İbn-i Teymiyye rahimehullah Moğollara karşı savaşla<br />

ilgili verdiği fetvasında facir emir ile beraber savaşın hükmünü<br />

şöyle belirtir: “Onlarla (Moğollarla), (şer’an) istenildiği gibi olan bir<br />

emir savaşacak olursa… Bu <strong>Allah</strong>’ın rızasına vesile olur, kelimesinin<br />

yücelmesi, dininin uygulanması ve Rasûlü’ne itaat olur. Ama aralarında<br />

liderlik için savaşan veya bazı işlerde müslümanlara haksızlık<br />

etmek gibi fücur işleyen ve niyeti bozuk olanlar varsa ve bu kişilerle<br />

birlikte Moğollarla savaşı terk etmenin dine zararı, savaşmaktan daha<br />

büyük ise, iki zarardan hafif olan tercih edilir ve bu kişilerin yanında<br />

düşmana karşı savaşılması gerekir. Zira bu, İslam’ın gözetilmesi<br />

gereken esaslarındandır. Bunun için salih veya facir olan bir emirin<br />

yanında savaşa katılmak Ehl’i-sünnet ve’l-Cemaat’in asıllarındandır.<br />

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bildirdiği gibi, şüphesiz <strong>Allah</strong>-u Teâlâ<br />

bu dini facir adamla ve (hidayetten) nasipsiz topluluklarla da destekler.<br />

Çünkü sadece facir yöneticilerle veya çoğu facir olan askerlerle<br />

beraber savaşmaktan başka seçenek olmazsa, ancak şu iki durumdan<br />

birisi söz konusudur: Ya onlarla beraber savaşa çıkılmayacak. Bu din<br />

ve dünya için zararı onlardan daha büyük olan düşmanın ülkeyi işgal<br />

etmesine sebep olur. Ya da facir emirle beraber savaşa gidilir ve<br />

iki kötüden daha kötüsü önlenmiş olur ve tümü olmasa da, İslam<br />

ahkâmının çoğu bu şekilde ikame edilmiş olur. Böyle bir durumda<br />

ve benzeri bütün durumlarda vacip olan budur. Nitekim raşid halifelerden<br />

sonra yapılan savaşların çoğu ancak bu sıfatta vaki olmuştur.”<br />

Ve aynı yerde rahimehullah şöyle devam eder: “Eğer kişi emir sahipleri<br />

kıyamet gününe kadar devam ettirecekleri cihad hususunda<br />

78 Facir imama itaat emri ve kıyam nehyi ile alakalı tafsilat inşallah aşağıda gelecektir. Aslında<br />

facir imama itaat mevzusuyla facir imam ile beraber cihad etme mevzularını birbirinden<br />

ayırmak daha doğru olur. Çünkü ikincisindeki genişlik ilkinden daha büyüktür. Aşağıda<br />

geleceği gibi, günah ve kötülük sahibi imama karşı silahlı kıyamın cevazı ehli sünnet<br />

içerisinde tartışılmıştır. Mutlak cevaz verenler, mutlak nehyedenler ve kayıtlı cevaz verenler<br />

olmuştur. Lakin facir imamla beraber cihad etme mevzusuna gelince, bir türünde ihtilaflar<br />

söz konusudur. O da baği bir fırkanın facir imama karşı kıyama geçmiş olması halidir. Ama<br />

dinden irtidat etmiş bir fırkaya karşı veya aslî kâfirlere karşı facir imamla beraber cihad etme<br />

mevzusu ehli sünnet arasında icma ile vaciptir.


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 47<br />

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in emrini ve işledikleri zulümlerinde<br />

zalimlere destek vermenin yasaklanmasını kavradıysa, o zaman kişi<br />

şunu anlamış olur: Katıksız İslam vasat yolun ta kendisidir… Bu da<br />

cihad edilmeyi hak edene karşı cihad etmenin ta kendisidir… Sorulanların<br />

durumunda olduğu gibi. Böylelerine karşı İslam’ı daha iyi<br />

olan her emir ve her taifeyle beraber cihad edilir. Zira böylelerine<br />

karşı cihad edilmesi elzemdir ve başka bir şekilde cihad etmek de<br />

mümkün değildir. Böyle bir durumda birlikte savaştığı taifenin masiyetlerine<br />

katılmaktan ictinap eder ve <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’ya itaat olan<br />

şeylerde onlara itaat eder, <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’ya isyan olan şeylerde ise onlara<br />

itaat etmez. Zira <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’ya isyan olan şeylerde kula itaat<br />

yoktur. Geçmişte ve günümüzde bu ümmetin salihlerinin izledikleri<br />

yol bu olmuştur. Her mükellefin üzerine vacip olan da budur. Bu yol,<br />

cehaletlerinden gelen fasit bir takva taşıyan Haruriler 79 ile salih olmasalar<br />

dahi mutlak manada yöneticilerin hepsine itaati vacip gören<br />

Mürcie ve benzerlerinin yolu arasında vasat olan yoldur.” 80<br />

Ve Ebu Muhammed Abdullah İbn-i Kudame rahimehullah şöyle der:<br />

“Salih veya facir olsun, herkesle beraber savaşa çıkılır. Yani bütün<br />

imamlar ile beraber savaşa çıkılır. Ebu Abdullah’a (yani İmam Ahmed<br />

rahimehullah’a) “Ben savaşıp da Abbasoğullarının ganimetlerini<br />

artırmam” diyen kişi hakkında görüşü sorulunca şöyle der: “Subhanallah,<br />

bunlar kötü insanlardır. Cihaddan geri kalan ve alıkoyan<br />

cahil kişilerdir. Onlara “Herkes sizin gibi savaşmayacak olursa, o<br />

zaman kim savaşacak? Savaşmazsa, İslam yok olmaz mı? Bu durumda<br />

Rumlar (kâfirler) neler yapar?” diye sormak lazım. Ebu Davud<br />

senediyle Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan şöyle rivayet etti: Rasûlullah<br />

sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “İyi veya kötü olsun, her imam ile<br />

beraber cihad etmeniz vaciptir.” Ve yine senediyle Enes radıyallahu anhu’dan<br />

şöyle rivayet etti: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:<br />

“Üç şey imanın aslındandır: <strong>Allah</strong>’tan başka ilah yoktur diyen kişiye<br />

saldırmamak. Günahları sebebi ile onu tekfir etmeyiz, bir ameli<br />

sebebiyle onu İslam’dan çıkarmayız; beni <strong>Allah</strong> gönderdikten beri,<br />

ümmetin son ferdi Deccal’a karşı savaşıncaya kadar cihadın devam<br />

79 Yani hariciler<br />

80 Mecmuatu’l-fetava, cüz 28/sayfa 276-277. (Daru’l-Vefa, birinci baskı h.1418)


48<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

etmesi ve kadere iman etmek.” Ayrıca fücur sahibi ile beraber cihad<br />

etmemek, cihadın kesilmesine, kâfirlerin Müslümanlara hâkim olup<br />

onları yok etmesine ve küfür sözünün üstün olmasına sebep olur.<br />

Bunda ise büyük bir fesat vardır. <strong>Allah</strong>-u Teâlâ şöyle buyurur: “<strong>Allah</strong>,<br />

insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile savmasaydı, yeryüzü muhakkak<br />

fesada uğrardı.”” 81<br />

Fakat Müslüman emirin zulmü ve fıskı İslam halkının ifsadına ve<br />

dolayısıyla toplumun bozulup, ihtilafların baş göstermesine ve halk<br />

için din, can ve mal emniyetinin kalkmasına sebep olursa veya küfre<br />

karşı cihad etmeyi iptal eder ve kâfirlerle Müslümanların genel maslahatına<br />

zarar verecek antlaşmalar yapar ise, o zaman bazı âlimler<br />

itaati terk etmeyi ve kıyam etmeyi caiz görmüşlerdir.<br />

Veya bir emir beceriksizliğinden dolayı mücahidlerin gereksiz<br />

tehlikeye atılmasına sebep olursa veya mücahidlere ihanet ettiği, yüz<br />

üstü bıraktığı, gizlice düşman ile mücahidlerin aleyhine antlaşmalar<br />

yaptığı malûm olursa, işte o zaman böylesi ile beraber cihad etmek<br />

82 83<br />

doğru olmaz.<br />

81 El-Muğni, cüz 10/sayfa 365. (Daru’l-Fikr, birinci baskı h.1405)<br />

82 El-Muğni, cüz 10/sayfa 366. (Daru’l-Fikr, birinci baskı h.1405)<br />

83 İslam’da yönetime karşı silahlı kıyamın hangi durumlarda caiz olduğu hususu, çok konuşulan,<br />

çok karıştırılan ve çokça telbis yapılan mühim muasır mevzulardandır. Evvela şunu açık ifade<br />

etmek lazım ki, hali hazırda İslam toprakları üzerinde mevcut tüm idareler, irtikâp ettikleri<br />

çeşitli küfürler sebebiyle İslam dışı ve kıyamın vacip olduğu yönetimlerdir. Özellikle bazı<br />

devlet yanlısı İslamist ve telefi çevreler bu hususta çok toz toprak kaldırarak Müslümanların<br />

sahih nazarını bozmak istiyorlar. Bu çabaların üzerine su dökmek için ve bahsin bütünlüğünü<br />

sağlamak için bu mevzunun biraz daha açılması doğru olacaktır.<br />

İtaatin vacip ve kıyamın caiz olmadığı emirin nebevi tarifi.<br />

- İmam Müslim rahimehullah’ın Sahih’inde Yahya bin Husayn yoluyla tahric ettiği hadiste<br />

ninesi Ummu’l-Husayn şöyle diyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’în veda haccında<br />

şöyle hutbe okuduğunu işittim: “Üzerinize emir tayin edilen köle de olsa <strong>Allah</strong>’ın kitabıyla<br />

sizi yönetiyorsa onu işitin ve ona itaat edin.” (4864. hadis)<br />

Ve İmam et-Taberani rahimehullah Mucemu’l-Kebir’inde aynı hadisi şu lafızla tahric<br />

etmiştir: “İşitin ve itaat edin! Üzerinize emir olarak tayin edilen sizi <strong>Allah</strong>’ın kitabıyla<br />

yöneten bir köle de olsa.”(20892. hadis)<br />

Ve İmam Ahmed rahimehullah Müsned’inde hadisi şu lafızla tahric ediyor: “Ey insanlar<br />

<strong>Allah</strong>’tan korkun ve işitin ve itaat edin! Üzerinize emir olarak tayin edilen Habeşi ve<br />

muceddeun olan bir köle de olsa. Aranızda <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin kitabını kaim kıldığı<br />

sürece onu (işitin ve itaat edin)!” (16700. hadis)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 49<br />

-İmam et-Taberani Mucemu’l-Kebir’inde Ukbe bin Amir radıyallahu anhu yoluyla tahric<br />

ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Sizin için en hayırlı<br />

ve en şerli yöneticilerinizi haber vereyim mi? Dediler ki: “Tabii ki evet, ey <strong>Allah</strong>’ın Rasûlü”.<br />

Dedi ki: “Sizin için en hayırlıları sizin onu sevdiğiniz ve onun da sizi sevdiğidir; sizin<br />

onun için <strong>Allah</strong>’a dua ettiğiniz ve onun da sizin için <strong>Allah</strong>’a dua ettiğidir. Sizin için<br />

en şerli olanlar ise sizin ona buğz ettiğiniz ve onun da sizi buğz ettiğidir; ona beddua<br />

ettiğiniz ve onun da size beddua ettiğidir.” Dediler ki: “Bunlara karşı savaşmayacak mıyız,<br />

ey <strong>Allah</strong>’ın Rasûlü?” Dedi ki: “Hayır! Oruç tuttukları ve namaz kıldıkları sürece onları<br />

bırakın!”(14225. hadis)<br />

-İmam Buhari rahimehullah’ın Sahih’inde Ubade bin Samit radiyallahu anhu yoluyla tahric<br />

ettiği hadiste şöyle diyor: “Nebi sallallahu aleyhi vesellem bizi çağırdı ve biz de kendisine<br />

bey’at ettik. Biz den aldığı sözde şunlar vardı: İyi günümüzde ve kötü günümüzde, zorlukta ve<br />

kolaylıkta işitip itaat etmek üzere beyat ettik. Ve emirlerimize itaat etmek ve onlara karşı gelmemek<br />

üzere bey'at ettik. Ancak emirin açık bir küfrünü görürseniz, onun küfrü hakkında<br />

yanınızda Al lah'ın kitabından bir burhan olması hâli müstesnadır." (6532. hadis)<br />

Ve İmam İbn-u Hibban rahimehullah’ın rivayet ettiği yolda Rasûlullah sallallahu aleyhi<br />

vesellem şöyle buyuruyor: ““Ey Ubade!” Dedi ki: “Buyur. Emrine amadeyim.” Buyurdu ki:<br />

“Kolaylıkta, zorlukta, kötü günlerinde ve başkaları sana tercih edildiğinde, malını yeseler<br />

de ve sırtını dövseler de, sen yine de işitip ve itaat et. Ancak <strong>Allah</strong>’a karşı bevah (umumen<br />

yayılmış) masiyet olma hali müstesnadır.” (4566. hadis)<br />

Ve İmam Ahmed rahimehullah’ın rivayetinde şöyle buyuruyor: “Sana bevah (açık ve<br />

yaygın hale gelmiş) bir günah emretmedikleri sürece… işit ve itaat et!” (22786. hadis)<br />

-İmam Müslim rahimehullah’ın Sahih’inde İbn-u Ömer radıyallahu anhuma yoluyla tahric<br />

ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Müslüman kişiye düşen,<br />

hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeylerde işitip itaat etmesidir. Bir masiyet ile emrolunması<br />

hali müstesna. Muhakkak ki masiyet ile emrolunduğunda işitmek de yoktur, itaat etmek<br />

de yoktur.” (4869. hadis)<br />

Nasslarda görüldüğü gibi, emire itaat emri ve kıyam nehyi mutlak değildir. Bilakis kayıtlarla<br />

takyit edilmiştir. Emire itaat emri mutlak gelen bütün nasslar, bu nasslarda varit olan<br />

kayıtlarla takyit edilmesi gerekir. Zira mutlak, mukayyede hamledilir.<br />

Bu kayıtları şöyle toparlayabiliriz:<br />

• İslam dairesinden çıkaracak söz, fiil veya itikat sahibi olmaması. (Ancak emirin açık<br />

bir küfrünü görürseniz)<br />

• <strong>Allah</strong>’ın kitabıyla yönetmesi. Yani Kur’an ve Sünnet ile hükmetmesi. (<strong>Allah</strong>’ın kitabıyla<br />

sizi yönetiyorsa)<br />

• Dini kaim kılması. Dinî şiarları muhafaza etmesi ve en üstün kılması. (Aranızda <strong>Allah</strong><br />

Azze ve Celle’nin kitabını kaim kıldığı sürece)<br />

• Namaz, oruç ve benzeri ibadetlerde daimi olması. (Oruç tuttukları ve namaz kıldıkları<br />

sürece onları bırakın)<br />

• Masiyet emretmemesi. (Muhakkak ki masiyet ile emrolunduğunda işitmek de<br />

yoktur, itaat etmek de yoktur)<br />

• Masiyetin zahir olmasına imkân vermemesi. (Ancak <strong>Allah</strong>’a karşı bevah (umumen<br />

yayılmış) masiyet olma hali müstesnadır) (Sana bevah (açık ve yaygın hale gelmiş)<br />

bir günah emretmedikleri sürece)<br />

Bu kayıtlardan herhangi birini ihlal ettiği takdirde imama itaat emri düşer ve kıyam etmek<br />

caiz olur. Çünkü böyle davranarak imam, İslam’a iltizam etmekten çıkmıştır ve itaat ve nusret<br />

hakkı sakıt olmuştur.


50<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Yukarıda zikri geçen kayıtlardan sadece üçüncü, dördüncü ve beşinci kayıtta aşağıda gelen<br />

tafsilata ihtiyaç vardır:<br />

1. İmam, dinin aslını koruduğu sürece ve dinin şiarlarını gücü nispetinde muhafaza ettiği<br />

durumda bid’at sahibi olsa da itaatinden çıkılmaz. Ancak bid’atı açık şirk veya küfür<br />

mertebesindeyse kıyam vacip olur. Açık olmayıp tevile kabil ise kudret ve racih maslahat<br />

halinde kıyam caiz olur. Açık olmayıp tevile kabil ise ve tebaayı sahip olduğu bid’ata<br />

davet ediyor veya icbar ediyorsa kudret halinde kıyam vacip olur.<br />

2. İmamın büyük veya küçük günahlar işlemesi halinde, bunları helal görmediği ve sadece<br />

şahsında sınırlı olup, tebaaya geçmediği sürece ona itaat emri düşmez. Lakin helal<br />

görürse küfründen ötürü imamlığı düşer ve kıyam etmek vacip olur. Helal görmemekle<br />

beraber halkı belirli masiyetlere teşvik eder veya işlemeyi kolaylaştırır veya cezalandırmayı<br />

kaldırırsa kudret halinde kıyam etmek vacip olur.<br />

3. İmamın emrettiği masiyetler münferit kaldığı sürece ve kat’iyet ile haram kılınmış<br />

olanlardan olmadığı sürece ve dinin aslını bozmadığı sürece umumî itaat emri düşmez.<br />

Lakin kişinin hususen emredilmiş olan masiyete itaat etmesi caiz değildir. Bilakis inkâr<br />

etmesi vaciptir ve muktedir ise ıslah etmesi gerekir.<br />

4. İmamın zulüm etmesi halinde, zulmü sadece bazı muayyen şahıslara veya muayyen<br />

fırkalara yönelik ise ve tahammül edecek bir seviyede kalırsa, zulmünü inkâr ve kudret<br />

dâhilinde ıslah etmekle beraber, umumî itaatinden çıkmak caiz olmaz. Lakin zulmüne<br />

iştirak etmek de caiz olmaz. Bilakis kıtal dışında münasip yollarla zulmünü def etmek<br />

gerekir. Lakin zulmü haksız yere masum canların ve malların telef olmasını sağlıyorsa,<br />

zulmünü def etmek için gerekirse kıtal caiz olur.<br />

Mevzuda böyle bir tafsilata gidilmesi zaruridir. Çünkü nebevî nasslarda imama itaat emri<br />

de varittir, kıyam etme de varittir. Nasslar arasında ceme gitmek, hadis ehlinin menhecine<br />

göre mümkün olduğu kadar vaciptir. Zira cemi terk edip, nassların kimisini alıp kimisini terk<br />

etmek teşri kılınmış ahkâmın bazısının atıl kılınmasına sebep olur. Yukarıda imama itaat<br />

emri mutlak gelen hadisleri takyit eden rivayetler geçti. Bu rivayetleri daha da çok tefsir eden<br />

rivayetlerden bazıları da şunlardır:<br />

- İmam Müslim rahimehullah’ın Avf bin Malik el-Eşcai radiyallahu anhu’dan rivayet ettiği<br />

hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Dikkat edin! Bir kimseye<br />

biri vali olur da onu <strong>Allah</strong>'a masıyet olan bir şey yaparken görürse, yaptığı masiyeti<br />

kerih görsün! Ama itaatten çı kmasın!” (Sahih-u Müslim, 4911. hadis)<br />

- İmam Buhari rahimehullah’ın İbn-u Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ettiği hadiste<br />

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Kim emirinden hoşlanmadığı bir<br />

şey görürse sabretsin. Zira şüphe yok ki sultanın itaatinden bir karış çıkan cahiliye<br />

ölümü üzere ölmüştür.” (Sahihu’l-Buhari, 6530. hadis)<br />

- İmam Müslim rahimehullah’ın Huzeyfe bin Yemen radıyallahu anhuma’dan rivayet ettiği<br />

hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona şöyle buyuruyor: “Emire işit ve itaat et!<br />

Sırtını da dövse ve malını da alsa… işit ve itaat et!” (Sahih-u Müslim, 4891. hadis)<br />

Bu rivayetlerde imamın facir de olsa itaatinden çıkılmaması yönünde açık bir emir vardır.<br />

Bununla beraber İmam Müslim rahimehullah’ın İbn-u Mes’ud radıyallahu anhu’dan rivayet<br />

ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem facir imamlara karşı kıyamı iman ile nitelemiştir<br />

ve teşvik etmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Benden<br />

önceki ümmetlere gönderilen her bir Nebinin muhakkak ümmetinden havarileri ve sünnetine<br />

tâbi olan, emrine uyan ashabı olmuştur. Sonra onların ardından, yapmadıklarını<br />

söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan birtakım kötü nesiller ortaya çıkmıştır. İşte<br />

kim bunlara karşı eliyle cihad ederse mü’mindir. Kim onlara karşı diliyle cihad ederse<br />

o da mü’mindir. Kim onlara karşı kalbiyle cihad ederse o da mü’mindir, Amma bunun


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 51<br />

ötesinde imandan bir hardal danesi de yoktur.” (Sahih-u Müslim, 188. hadis)<br />

Bir de buna ilk çağlarda sahabenin ve tabiin imamlarından birçoğunun fâcir imamlara<br />

karşı kıyam ettikleri de eklenirse varit hadislerin yukarıda geçtiği tafsilat üzere cem edilmesi<br />

zorunlu oluyor.<br />

İmam Ebu Ömer İbn-u Abdi’l-Berr rahimehullah şöyle diyor: “”(Yönetmeye) ehil olanlara<br />

karşı gelmemek üzere bey’at ettik” sözün manasında ihtilaf edilmiştir. Bazıları şöyle demiştir:<br />

Ehil olanlar adalet, doğruluk, fazilet ve din ve bu değerleri ikame edebilecek güce sahip olanlardır.<br />

İşte bunlara karşı gelmek caiz değildir; çünkü (yönetmeye) ehil kişilerdir. Ama kötülük,<br />

fısk ve zulüm sahibi olanlar buna ehil değildirler. Buna <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin şu kavlini<br />

delil getirmişlerdir: “Rabbi ona “Ben seni insanlara imam yapacağım” buyurdu. İbrahim<br />

“zürriyetimden de yap” dedi. Rabbi ona “Zalimler benim ahdime nail olamaz!" buyurdu.”<br />

(el-Bakara, 124). Selef-i Salih’ten bir taife ve onlara bu hususta tabi olan bazı fazilet sahibi<br />

kişiler, kariler ve Medine ve Irak ehli bazı âlimler bu görüşe varmışlardır. Ve buna binaen<br />

İbn-u Zubeyr ve Hüseyin, Yezid’e karşı kıyam etmişlerdir ve Irak’ın en hayırlıları ve âlimleri<br />

Haccac’a karşı kıyam etmişlerdir ve bunun için Medine ehli Ümeyye oğullarını çıkarıp onlara<br />

karşı kıyam etmiştir ve Harra vakası olmuştur.” (El-İstizkar, 5. cüz/16. sayfa. Daru’l-Kutubi’l-ilmiyye,<br />

birinci baskı h.1421)<br />

Ve Ebu Muhammed İbn-u Hazm rahimehullah hak ehlinin kıyama muktedir olduğu<br />

takdirde ve galip gelmeyi de zannediyorsa facir ve zalim idareye karşı ayaklanmasını ma’rufu<br />

emretme ve münkeri nehyetme hükmüne dâhil ederek vacip görüyor ve şöyle diyor: “Bu<br />

Ali bin Ebi Talip radıyallahu anhu ve onunla beraber olan bütün sahabenin görüşüdür ve<br />

mü’minlerin annesi Aişe radiyallahu anha ve Zubeyr, Talha radıyallahu anhum ve onlarla<br />

beraber olan bütün sahabenin görüşüdür ve Muaviye, Amr, Numan bin Beşir ve onlarla beraber<br />

olan bütün sahabenin radıyallahu anhum ecmain görüşüdür. Ve bu Abdullah bin Zubeyr,<br />

Muhammed, Hasan bin Ali, muhacir ve ensardan diğer sahabenin ve Harra günü kıyam<br />

edenlerin radıyallahu anhum cemian görüşüdür. Ve bu, Enes bin Malik radıyallahu anhu gibi,<br />

fasık Haccac’a ve dostlarına karşı kıyam edenlerin görüşüdür. Ve bu, tabiinden fazilet sahibi<br />

olanların görüşüdür: Abdurrahman bin Ebi Leyla, Said bin Cubeyr, İbn-u’l-Buhteri et-Tai,<br />

Ata es-Sulemi el-Ezdi, Hasan el-Basri, Malik bin Dinar, Muslim bin Beşşar, Ebi’l-Havra, eş-Şabi,<br />

Abdullah bin Ğalip, Ukbe bin Abdilğaffar, Ukbe bin Suhban, Mahan, Muttarif bin Muğire<br />

bin Şube, Hanzala bin Abdillah, Talk bin Habib, Muttarif bin Abdillah, Nadr bin Enes, Ata<br />

bin es-Seib, İbrahim bin Yezid et-Teymi gibilerinin ve başkalarının görüşüdür. Ve onlardan<br />

sonra tebe-i tabiin ve sonrakilerden Abdullah bin Abdilaziz bin Abdillah bin Ömer, Abdullah<br />

bin Ömer, Muhammed bin Aclan ve Muhammed bin Abdillah bin Hasan ile beraber kıyam<br />

edenlerin ve Haşim bin Bişr ve İbrahim bin Abdillah ile beraber olanların görüşüdür. Ve fakihlerden<br />

Ebu Hanife, Hasan bin Hayyiy, Şerik, Malik, eş-Şafii, Davud ve ashabının sözleri de<br />

buna delalet etmektedir. Eskilerden ve yenilerden saydıklarımızın hepsi bunu ya fetvalarında<br />

söz ile ifade etmişlerdir veya münker gördüklerine bilfiil kılıçlarını çekip inkâr ederek ifade<br />

etmişlerdir.” (El-Fisalu fi’l-milel, 4. cüz/132. sayfa. Mektebetu’l-Hanci baskısı)<br />

Hatta Hafız İbn-u Hacer rahimehullah Haricileri, yani imama karşı kıyama geçenleri iki<br />

kısma ayırır ve ilk kısımda Harici fırkasını değerlendirir ve ikinci kısım olarak itikadî bir<br />

gayeyle değil idareyi kast edenler olarak değerlendirir ve şöyle der: “Bu kısım da yine iki<br />

kısma ayrılır: Bir kısım valilerin kötülüklerinden ve nebevî sünneti terk ettiklerinden ötürü<br />

din için öfkelenmiş ve idareye karşı çıkmış olanlardır. Bunlar Hak ehli olanlardır. Huseyn<br />

bin Ali, Harre’de Medine ehli ve Haccac’a karşı savaşa çıkan kurra bunlardandır. Diğer kısım<br />

ise, bir şüphenin varlığı veya yokluğu ile olsun, sadece idare için karşı çıkanlardır. İşte bunlar<br />

bağilerdir.” (Fethu’l-Bari, 12. cüz/286. sayfa. Daru’l-Marife baskısı h.1379)


52<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Pekâlâ, facir emire karşı kıyam sünnette var ise ve sahabe ve tabiin ve onlara güzellikte<br />

tabi olanlar da bunu yapmışlar ise, o zaman bazı âlimlerin bunun hilafına ehli sünnete nispet<br />

ettikleri kıyam nehyini nasıl değerlendirmek lazım, diye sorulabilir. Hatta bazı âlimler bu<br />

hususta varit olan nehyi icma olarak veya ehli sünnetin asıllarından biri olarak aktarırlar. Bu<br />

soruya iki cevap vermek mümkündür:<br />

Birinci cevap: Adil olmayan günah ve kötülük sahibi imama karşı kıyam etmek ilkler<br />

arasında ihtilaflı bir meseleydi. Bunu destekleyenler de vardı, kabul etmeyenler de vardı. Zira<br />

savaş her zaman meşakkattir. Seleften bazıları bazı muayyen vakalarda savaşın Müslümanlar<br />

için bir maslahat olmadığını görerek kıyamı men edip sabrı emretmişlerdir. Mesela İbn-i<br />

Ömer radıyallahu anhuma’nın Yezid’e karşı kıyamı değil sabrı emrettiği gibi. Lakin bunu<br />

yaparken şeriatta sabit olan bir hükmü haber vermek için yapmamışlardır; bilakis vakıada<br />

içtihat etmişlerdir. Başkaları da din için öfkelenmişlerdir ve maslahatı savaşta görmüşlerdir.<br />

Abdullah bin Zubeyr ve Hüseyin bin Ali radıyallahu anhum gibi. Binaenaleyh, bu hususta<br />

iddia edilen icma veya cumhurun ittifakı ilk asırlardan sonra varit olmuştur ve bundan sonra<br />

ehli sünnetin asıllarından birisi olarak kabul edilmeye başlanılmıştır. Hatta facir emre karşı<br />

kıyamın cevazı mutlak olarak sadece Mutezile, Harici ve Zeydiyye fırkalarına nispet edilmeye<br />

başlanılmıştır. Hâlbuki günah ve kötülük sahibi imama karşı kıyamın cevazı ehli sünnetin<br />

menhecinde de vardır, tabii ki mutlak değil, ama mezkûr tafsilatıyla.<br />

Kadı İyad şöyle der: Ebu Bekir bin Mücahid bu hususta (kıyamın nehyedilmiş olma<br />

hususunda) icmanın var olduğunu iddia etmiştir. Lakin bazıları onun bu iddiasını Hüseyin’in,<br />

İbn-u Zubeyr’in ve Medine ehlinin Ümeyye oğullarına karşı kıyam etmelerini ve ilk çağda<br />

tabiinden büyük bir topluluğun İbnu’l-Eşas ile beraber Haccac’a karşı kıyam etmelerini delil<br />

göstererek reddetmişlerdir… Ve şöyle denildi: Bu ihtilaf ilkler arasında vardı; lakin daha<br />

sonra kıyamın caiz olmayışında icma hâsıl olmuştur. <strong>Allah</strong>-u Â’lem.” (Şerh-u Sahih-i Müslim,<br />

6. cüz/473. sayfa. Dar-u İbnu’l-Heysem, birinci baskı m.2003)<br />

İkinci cevap: Ulema itaati mutlak kabul etmedikleri gibi kıyam nehyini de mutlak kabul<br />

etmemişlerdir. Bilakis yukarıda zikri geçen tafsilata gitmişlerdir. Buna misaller şunlardır:<br />

- Ebu Zekeriyya En-Nevevi rahimehullah Müslim şerhinde Kadı İyad rahimehullah’ın şu<br />

sözlerini nakleder: “Kâfirden imam olmayacağı hususunda ulema icma etmiştir. Ayrıca imam<br />

olduktan sonra kâfir olursa da imamlığının düşmesi hususunda icma etmişlerdir. Aynısı,<br />

namazları ve namaza davet etmeyi terk ederse söz konusudur. Cumhur ulemaya göre bid’at<br />

sahibi olmasında da durum böyledir. Bazı Basralılar ise şöyle demişlerdir: Bid’at sahibinin<br />

imamlığı, tevil ettiğinden ötürü geçerlidir. Kadı İyad şöyle demiştir: Eğer imamda bir küfür<br />

veya bid’at vaki olursa veya şeriatı değiştirirse velayetten çıkar ve ona itaat emri düşer. Müslümanların<br />

gücü yetiyorsa ona karşı kıyam etmeleri ve imamlıktan alıp yerine adil bir imam<br />

getirmeleri vacip olur. Bunu yapmaya müslümanların arasından sadece bir grup muktedir<br />

ise, o halde onların üzerine kâfiri uzaklaştırmak vacip olur. Eğer imam bid’at sahibiyse kıyam<br />

etmek vacip olmaz, sadece ona karşı muktedir olacaklarını düşünüyorlarsa hali müstesna.<br />

Lakin bundan acizseler üzerlerine vacip olmaz. Bu durumda Müslüman dinini kurtarsın ve<br />

imamın egemen olduğu topraklardan başka yerlere hicret etsin.” (Şerh-u Sahih-i Müslim, 6.<br />

cüz/472,473. sayfalar. Dar-u İbnu’l-Heysem, birinci baskı m.2003)<br />

- Ebu’l-Abbas el-Kastaleni rahimehullah es-Sefakisi rahimehullah’ın şu sözlerini nakleder:<br />

“Küfre veya bid’ate davet etmesi durumunda halifeye karşı kıyam edilmesi hususunda (ulema)<br />

icma etmişlerdir.” (İrşadu’s-Sari, 10. cüz/217. sayfa. Matbaatu’l-Kubra el-Emiriyye, yedinci<br />

baskı h.1323)<br />

- Fasık imam hakkında ise en-Nevevi rahimehullah Kadı Iyad rahimehullah’tan şöyle<br />

nakleder:<br />

“Dedi ki: “Bir fasığın imam olarak tayın edilmesi geçersizdir. Halife olduktan sonra fasıklığı<br />

vaki olursa, bazıları fitne ve savaşa sebep olmayacaksa imamlıktan alınması vacip olur derler.


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 53<br />

Ehli sünnet fakihlerin, muhaddislerin ve kelamcıların cumhuru ise şöyle der: İmamlıktan<br />

fısk, zulüm ve bazı hakları atıl kılması sebebiyle azledilmez. Bunun sebebiyle onu imamlıktan<br />

almak ve ona karşı kıyam etmek caiz olmaz. Bilakis bu hususta varit olan hadislere binaen<br />

onu uyarıp korkutmak vacip olur. Kadı İyad şöyle der: Ebu Bekir bin Mücahid bu hususta<br />

icmanın var olduğunu iddia etmiştir. Lakin bazıları onun bu iddiasını Hasan’ın, İbn-u<br />

Zubeyr’in ve Medine ehlinin Ümeyye oğullarına karşı kıyam etmelerini ve ilk çağda tabiinden<br />

büyük bir topluluğun İbnu’l-Eşas ile beraber Haccac’a karşı kıyam etmelerini delil göstererek<br />

reddetmişlerdir. Bu görüşün sahipleri karşı gelinmeyecek emir sahiplerini adil imamlar<br />

olarak açıklamışlardır. Cumhur ise Haccac’a karşı kıyamın sebebini onun mücerret fıskında<br />

değil, şeriatı değiştirmesinde ve küfrü izhar etmesinde görmüşlerdir. Kadı şöyle der: Ve şöyle<br />

denildi: Bu ihtilaf ilkler arasında vardı; lakin daha sonra kıyamın caiz olmayışında icma hâsıl<br />

olmuştur. <strong>Allah</strong>-u Â’lem.” (Şerh-u Sahih-i Müslim, 6. cüz/472,473. sayfalar. Dar-u İbnu’l-Heysem,<br />

birinci baskı m.2003)<br />

- Zeynudin el-Munavi rahimehullah “Muhakkak <strong>Allah</strong> bu dini facir kişiyle de güçlendirir”<br />

hadisini şerh ederken şöyle der: “İslam topraklarını himaye eden günahkâr bir imamın<br />

veya sultanın dinde tamamıyla faydasız olduğunu söylemek ve ona karşı çıkmaya ve imamlıktan<br />

alınmasına cevaz verilmesi düşünülemez. Çünkü <strong>Allah</strong> onunla dinini güçlendirmektedir.<br />

Kötülüğü ise kendi nefsinedir. Bunun için ona sabredip ve masiyet haricinde ona itaat etmek<br />

vaciptir… Facir ile kastedilen, eğer kişi hakikaten Müslüman ise fasık olandır. Veya kâfir ise<br />

münafık olandır.” (Feyzu’l-Kadir, 2. cüz/329. sayfa. Daru’l-Kutubi’l-ilmiyye. Birinci baskı<br />

h.1415)<br />

- Muhammed Aliş rahimehullah Halil rahimehullah’ın “Bağiler imama muhalefet eden<br />

fırkadır” sözünü şerh ederken şöyle der: “Yani (imamın) <strong>Allah</strong>’a masiyeti olmamasıyla beraber<br />

itaatinden çıkmıştır…” İbn-u Arafe şöyle demiştir: “Bağilik, imamlığı sabit olana <strong>Allah</strong>’a<br />

masiyeti olmamasıyla beraber itaat etmekten imtina etmektir.” Ve “Adalet sahibinin onlarla<br />

savaşma hakkı vardır” sözünü şöyle şerh eder: “Yani adalet sahibi imam.” Sehnun şöyle<br />

demiştir: Eğer imam adalet sahibi değilse ve kıyam eden adalet sahibiyse, o zaman kıyam<br />

edenle beraber (adalet sahibi olmayan) imama karşı çıkmak <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’nın dinini üstün<br />

kılmak için vacip olur. Ve eğer kıyam eden de imam gibi adalet sahibi değilse (ikisinden<br />

birine yardım etme hususunda) tevakkuf edebilirsin. Ancak canını veya malını kast ederse, o<br />

halde onları ondan müdafaa et… İbn-u Arafe şöyle demiştir: İmamın elinden gücünü almak<br />

için kıyam eden hakkında es-Sıkıliyyu şöyle demiştir: İsa, İbnu’l-Kasim’den İmam Malik’in<br />

radıyallahu anhum şöyle dediğini rivayet etmiştir: “(İmam) Ömer bin Abdilaziz gibiyse insanların<br />

onu müdafaa etmeleri ve onunla beraber savaşmaları vacip olur. Lakin değilse vacip<br />

olmaz. Onu ve ondan istenileni bırak. <strong>Allah</strong>, bir zalimden diğer bir zalimle intikam alır. Sonra<br />

da ikisinden intikam alır.” (Menhu’l-Celil, 4. cüz/456. sayfa. Mektebetu’n-Necah baskısı)<br />

- Hafız İbn-u Hacer rahimehullah şöyle der: “İbnu’t-Tin Davudî’nin şöyle dediğini nakletmiştir:<br />

Ulemanın kötülük sahibi emirler hakkında görüşleri şudur: Fitne çıkmadan ve zulüm<br />

olmadan imamlıktan alınmaları mümkünse vacip olur. Eğer mümkün değilse sabretmek<br />

vacip olur.” Ve zorla imam olmuş olan için İbn-u Hacer rahimehullah şöyle der: “Zorla üstün<br />

gelmiş olan sultana itaatin vacip oluşunda, onunla beraber cihad etmenin ve ona itaat etmenin<br />

ona karşı çıkmaktan daha hayırlı olduğu hususunda fukeha icma etmiştir. Nitekim böyle<br />

davranmakla kanın akması engellenmiş ve halkın huzuru korunmuş olur.” (Fethu’l-bari, 13.<br />

cüz/7,8. sayfalar. Daru’l-Marife baskısı h.1379)<br />

- Ebu Muhammed İbn-u Hazm rahimehullah şöyle der: “Kureyşten olan imama karşı<br />

daha hayırlı veya misli veya daha düşük (kureyşten birisi) kıyam ettiği takdirde daha evvel<br />

zikrettiklerimize binaen hepsine karşı (imamla beraber) savaşılır, (imamın) günah ve kötülük<br />

sahibi olması hali müstesna. Eğer (kureyşli imam) günah ve kötülük sahibi birisi ise ve kıyam<br />

eden (kureyşli) onun misli veya daha düşüğü ise, bu halde (imamla beraber) kıyam edene


54<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Bu hususu burada getirmemin sebebi şudur: Cihad ehli kardeşlerimizin<br />

bazıları saldırı cihadı ile savunma cihadı arasındaki farkı dikkate<br />

almayarak, savunma cihadında meşru olan genişliği, saldırı cihadının<br />

gayesiyle daraltıyorlar ve böylece imamların yukarıda geçen<br />

kötülemelerine muhatap oluyorlar. İslam Devleti’nin kaim olduğu,<br />

karşı savaşılır, zira kıyam eden daha çok münker sahibidir. Lakin kıyam eden daha adil ise, o<br />

zaman kıyam edenle beraber savaşmak vacip olur; çünkü bu durumda münker olan değiştirilmiş<br />

olur. Lakin kureyşten olmayan günah ve kötülük sahibi olanlardan hiç birisiyle beraber<br />

savaşmak helal değildir; çünkü hepsi münker sahibidir. Ancak biri diğerlerinden daha az günah<br />

ve kötülük sahibiyse, bu halde onunla beraber daha çok günah ve kötülük sahibi olanlara<br />

karşı savaşılır.” (El-Muhalla, 1536. sayfa. Beytu’l-Efkari’d-devliyye baskısı)<br />

BAHSİN HULASASI:<br />

Ulema itaatinden çıkılması caiz olmayan facir imam tabirini üç tür kişi için kullanmıştır:<br />

Bir: Fasıklığını gerektiren bazı günahları işleyen imam.<br />

İki: Tebasına zulmeden ve haklarını ihlal eden imam.<br />

Üç: Güç kullanarak zorla imam olan.<br />

Fakat açık bir şekilde İslam’dan çıkaran küfürlerden bir küfrü irtikâp edenleri veya İslam<br />

ahalisini ve topraklarını düşmanlardan muhafaza etmeyenleri veya ilahi hükümleri atıl kılanları,<br />

asla itaati vacip facir imam tabirine dâhil etmemişlerdir. Bunun dışında İslam’ının sabit<br />

olmasıyla beraber kötülüğü sadece kendi nefsine olmayıp umuma zarar verdiği takdirde ve<br />

tahammül sınırını aştığında kıyamın gerekliliğini tartışmışlardır. Bazıları bu durumda facir<br />

imamın bekası alınmasından daha zararlı olduğu takdirde ve kıyam edenler için galibiyet<br />

yüksek ihtimal olduğu takdirde kıyamı meşru görmüşlerdir. Hatta yukarıda geçtiği gibi İbn-u<br />

Hacer rahimehullah böyle davrananları Hak ehli olarak tabir etmiştir.<br />

İmam Ebu’l-Abbas İbn-i Teymiyye rahimehullah şöyle diyor: “<strong>Allah</strong>’ın kitabında ve<br />

Rasûlü’nün Sünnetinde sabit olan asıl şudur: Şeriattan ve sünnetten çıkanlara karşı savaş ile<br />

muayyen bir imamın itaatinden çıkanlara karşı savaş arasında fark vardır. İlkini Nebi sallallahu<br />

aleyhi vesellem emretmiştir, lakin ikincisini emreden nass yoktur.” (Mecmuatu’l-fetava, 4.<br />

cüz/276. sayfa. Daru’l-Vefa, birinci baskı h.1418)<br />

Bir tenbih:<br />

Özellikle şu zamanda Türkiye, Filistin veya Mısır gibi bazı ülkelerde bulunan islamist<br />

yönetimlerin İslam’ı ve onlarla muamelatın cevazı ve mahiyeti tartışılmaktadır. Bu bahse<br />

başlarken de söylediğim gibi bizim bu yönetimlerin kâfir ve tağut oluşunda zerre kadar<br />

şüphemiz yoktur. Lakin, bu konuda şüphesi olup bu islamist yönetimleri oylarıyla destekleyenlere<br />

veya şüphesi olmayıp küfürlerini ikrar eden lakin bunda bir maslahatı iddia edenlere<br />

veya bazı nizami gerekçelerle bu islamist yönetimleri oylarıyla destekleyenlere şunu söylemek<br />

isterim: Bu yönetimlerin İslam’ını tartışmaya açıp bu batılı bazı nassları tahrif ederek ispat<br />

etmeye çalışsanız da bu islamist yönetimlerin ilahi ahkâmı en azından atıl kılan facir yönetimler<br />

olduğunu inkâr edemezsiniz. Bu ise onların itaatinden çıkıp, onlara karşı kıyam edip<br />

onları yönetimden alıp yerine ilahi ahkâm ile yönetenleri getirmek için yeterli bir sebeptir.<br />

Hâlbuki bu islamist yönetimler ilahi ahkâmı atıl kılmak değil tebdil etmiştir. Bu ise icma ile<br />

küfürdür. Binaen aleyh bu islamist yönetimlere -sizin iddianıza göre Müslüman olsalar bileoy<br />

kullanarak destek vermek kati surette haramdır. Bilakis her müslümanın üzerine vacip<br />

olan <strong>Allah</strong>’tan korkmak ve bu yönetimlere herhangi bir şekilde destek mahiyeti içeren fiil ve<br />

sözlerden içtinap edip <strong>Allah</strong> ve Rasûlü’nün şeriatıyla hükmeden bir yönetimi ikame etmek<br />

için çalışmaktır.


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 55<br />

sınırlarının mahfuz olduğu yerlerde kıtalın gayesi saldırgan kâfiri<br />

def etmek değil, Tevhidin İslam diyarının sınır boylarının arkalarına<br />

götürmek olduğunda, gaye insanları ve yeryüzünü şirkten temizleme<br />

olduğunda, cihad farzı ayn değil farzı kifaye oluğunda, elbette cihad<br />

gayesinin katıksız ehl’i-sünnet ve’l-cemaat olması aranmalıdır. Lakin<br />

kâfir düşman, askerlerini evimizin kapısından bir emir mesafesinde<br />

yığmışsa; saldırıp, dinimizi, canımızı ve ırzımızı kast ediyorsa bid’at<br />

ehli olsalar da düşmana karşı cihad sancağını taşıyan yalnız onlar<br />

olduğu için, beraber düşmanı def etmek Ehl’i-sünnet ve’l-cemaat<br />

menhecinin ta kendisidir. Zira İslam Dini’nin yeryüzünde muhafızları<br />

Ehl’i-sünnet ve’l-cemaattir. İslam Dini’ni korumak ancak bid’at<br />

ehli emir 84 ve tebaalarıyla veya facir emir ve tebaalarıyla mümkünse,<br />

bu halde bu yapılmalı, aksi takdirde eli kanlı kâfirler güçlenecek, İslam’ın<br />

hükümleri tümüyle atıl kılınacak ve en azından mücahidleri<br />

barındıracak kadar bir İslam’a sahip olan beldeler de kâfirlerin eline<br />

geçecek ve dolayısıyla küfre karşı evrensel cihad cephesi zarar görecek,<br />

belki bazı bölgelerde sona bile erecek. 85<br />

Evet, meselede asıl olan, kıble ehline mensup, fakat heva ve bid’at<br />

ehli olan fırka ve taifelerle yardımlaşmamaktır.<br />

84 Bahsettiğim bid’at ehli, kıbleye mensup Müslüman fırkalardır. Bid’atları büyük şirk veya küfür<br />

olanları kast etmiyorum.<br />

85 Mürted veya aslî kâfirlere karşı savaşan büyük cemaatin bid’at veya günahlara bulaşmış olduğu<br />

durumlarda hak ehline düşen, küfre karşı vahdeti koruyup ve <strong>Allah</strong>’a masiyet olan şeyler<br />

dışında itaatten çıkmamaktır. Ama aynı zamanda bu bid’at taifesi içinde hakkı ikame etmek<br />

de hak ehlinin üzerine vaciptir. “Ümmetimden bir taife hakkı kaim kılmakta daim olacaktır”<br />

hadisindeki taife için Ali bin Medini rahimehullah “Onlar hadis ashabıdır” demiştir ve<br />

İmam Ahmed rahimehullah “Bu taife hadis ehlinden başka kimler olabilir bilmem” demiştir.<br />

Bunun için ulema bu hususta varit olan nasslara bakarak cemaat kavramını iki ana manada<br />

değerlendirmişlerdir: Birincisi, meşru imamın etrafında toplanan topluluk ve ikincisi, hak<br />

üzere olan ve hakkı her daim kaim kılan topluluk. Bu iki cemaat, bazen aynı toplulukta<br />

birleşmiş olabilir; mesela Raşit halifeler döneminde olduğu gibi. Ve bazen birbirinden ayrı<br />

olur; Mesela meşru imamın bid’ate veya masiyete bulaşmış olması gibi. Bu durumda, birinci<br />

manada cemaate hak ehli demek elbette mümkün değildir. Zira haktan sapmış, bid’at veya<br />

masiyet irtikap etmiştir. Lakin facir imamın itaat ve nusret hakkını ıskat edecek sebep<br />

de bulunmadığı sürece ikinci manadaki cemaat, yani Hak ehli icma ile birinci manadaki<br />

cemaatin dâhilinde yer alması gerekir ve kıyam dışı münasip yollarla cemaatte hakkın zahir<br />

olması için cuhd etmesi gerekir. Özellikle büyük cemaat mürtedlere veya aslî kâfirlere karşı<br />

savaşmaktaysa, Hak ehlinin icmasıyla cemaate dâhil olmalı ve cemaat dâhilinde hakkı ikame<br />

etmekle beraber <strong>Allah</strong>’a masiyet dışı şeylerde itaat ve nusretten geri durmaması gerekir.


ي<br />

ي<br />

ف<br />

ي<br />

ب<br />

56<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki:<br />

وَ‏ دُّ‏ وا مَ‏ ا<br />

ً<br />

ُ ْ َ خ بَ‏ ال<br />

‏َك<br />

ُ ْ َ أ ْ كَ‏ ُ قَد<br />

أْلُون<br />

َ<br />

َ<br />

ُ ْ ل<br />

ُ ونِك<br />

ي‏ يُّ‏ َ ا الَّذِ‏ نَ‏ آمَ‏ نُ‏<br />

عَ‏ نِ‏ تُّ‏ ْ ْ قَد بَ‏ َ د تِ‏ ال<br />

َ<br />

وا ل<br />

‏ْبَ‏ غ<br />

‏َان ً ‏َة مِ‏ نْ‏ د<br />

َّ تَت خِ‏ ُ ذوا بِ‏ ط<br />

تُ‏ خْ‏ ِ ي صُ‏ ُ د ورُ‏ ه<br />

‏َف ‏ْوَ‏ اهِ‏ هِ‏ مْ‏ وَ‏ مَ‏ ا <br />

َ اءُ‏ مِ‏ نْ‏ أ<br />

ال َ تِ‏ إِنْ‏ ك تُ‏ ْ تَعْ‏ قِ‏ لُونَ‏<br />

ُ ُ<br />

‏َك<br />

ْ بَ‏ َّ يَّنا ل<br />

ُ ْ ن‏<br />

ْ آ <br />

ْ ض<br />

َ أَ‏<br />

“Ey iman edenler, kendinizden başkasını sırdaş edinmeyin. Onlar halinizi<br />

bozmaktan hiç geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Onların<br />

kinleri ağızlarından taşıp çıkmıştır. Göğüslerinde gizledikleri ise daha<br />

büyüktür. Şayet düşünürseniz, işte size ayetlerimizi açıkladık.” 86<br />

Ebu Abdullah el-Kurtubi rahimehullah şöyle der: “<strong>Allah</strong>-u Teâlâ bu<br />

ayette mü’minlere; kâfirlerden, Yahudilerden ve heva ehli olanlardan<br />

içli dışlı kimseler, yakın kimseler edinmeyi, görüşlerini almayı<br />

ve işlerini kendilerine havale etmeyi yasaklamıştır. Şöyle denilmiştir:<br />

“Senin izlediğin yola ve dinine muhalif olan hiçbir kimse ile karşılıklı<br />

konuşmaman gerekir.” Şair der ki: “Sen kişiye dair sorma. Onun arkadaşını<br />

sor. Çünkü her bir arkadaş, beraber olduğu kimseye uyar.”<br />

Ebu Davud Sünen’inde Ebu Hureyre’den Nebi sallallahu aleyhi vesellem’in<br />

şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Kişi, arkadaşının dini üzeredir. O<br />

bakımdan, sizden herhangi bir kimse kiminle arkadaşlık ettiğine<br />

bir baksın.”<br />

Ve İbn-u Mes’ud’un da şöyle dediğini nakleder: “Siz, insanları<br />

kardeş edindikleri kimselerle değerlendirin.” Daha sonra <strong>Allah</strong>-u<br />

Teâlâ, yakın ilişki kurmayı neden ve hangi husustan dolayı yasakladığını<br />

şöyle açıklamaktadır: “Onlar halinizi bozmaktan hiç geri<br />

kalmazlar.” Yani onlar sizin halinizin bozulması için ellerinden gelen<br />

her şeyi yaparlar. Bu da şu demektir: Onlar zahiren sizinle savaşmıyor<br />

olsalar dahi size hileler, tuzaklar kurmakta, sizi aldatmak<br />

uğrunda ellerinden gelen hiçbir gayreti esirgemezler. Ebu Umame<br />

Rasûlallah sallallahu aleyhi vesellem’in <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’nın “Ey iman edenler,<br />

86 Âl-i İmran 118


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 57<br />

kendinizden başkasını sırdaş edinmeyin. Onlar halinizi bozmaktan<br />

hiç geri kalmazlar” buyruğu hakkında, “Onlar Haricilerdir”<br />

dediğini rivayet etmiştir. 87 .” 88<br />

Müfessirlerin çoğu ayette geçen sırdaşı; müşrikler, münafıklar ve<br />

kitap ehli olarak açıklamışlardır. Lakin ayetin kastettiklerini sadece<br />

bunlarla sınırlamanın bir dayanağı yoktur. Dolayısıyla Allame Şihabuddin<br />

el-Alusi rahimehullah ayetle alakalı şöyle der: “Nüzul sebebi özel<br />

olsa da hüküm geneldir. Muhakkak ki muhalifi veli edinmekte fitne<br />

ve fesada olasılık vardır. Bunun için sırdaşın, haricilerle tefsir edildiği<br />

olmuştur.” 89<br />

Hal bu iken, mağrip diyarı Ehli sünnet âlimleri hicri üçüncü<br />

asırda Ebu Yezid el-Harici’nin kaldırdığı cihad sancağı altında kâfir<br />

Ubeydi Devleti’ne karşı cihad etmekte hemfikir olmuşlardır. Kadı<br />

İyaz rahimehullah Ehli sünnet ulemasının o zamanki icmasını şöyle anlatıyor:<br />

“Ebu Abdullah Muhammed el-Maliki’nin hikâye ettiğine göre,<br />

beraberinde (Beni Ubeyde karşı savaşa) çıkanlar şunlardı: Ebu’l-Fazl<br />

el-Memsi, Rabi bin Süleyman el-Kettan, Ebu’l-Arab bin Temim, Ebu<br />

İshak es-Sibai, Ebu Abdulmelik bin Mirvan bin Mansur ez-Zahid,<br />

Ebu Hafs Ömer bin Muhammed el-Ğassel, Abdullah bin Muhammed<br />

eş-Şakiki, İbrahim bin Muhammed el-Aşşau ve başkaları. Körlüğü<br />

nedeniyle Ebu Meysera hariç, meşhur fakihlerden hiç kimse<br />

geride kalmadı. O da silahını çekmiş, savaşa çıkmak üzere şeyhlerle<br />

beraber insanların arasında Kiravan’da yürüyordu.” 90<br />

Evet, Hariciler müslümanlar için fitnesi hakikaten çok büyük olan<br />

şerli bir bid’at taifesidir. Zira müslümanları tekfir etmeyi ve akabinde<br />

canlarını ve mallarını kendilerine helal görmeyi din edinmişlerdir.<br />

87 Suyuti Durru’l-Mensur’da, bu hadisi İbn-u Ebi Hatim ve Tabarani ceyyid senetle tahric<br />

ettiklerini söyler.<br />

88 El-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Âl-i İmran 119. ayetin tefsiri. (Dar-u Alemi’l-kutub baskısı,<br />

h.1423)<br />

89 Ruhu’l-Meani fi tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim ve’s-sebi’l-meseni, Al’i-İmran 118. ayetin tefsiri. (Daru<br />

İhyau’t-turasi’l-arabi baskısı)<br />

90 Tertibu’l-Medarik ve Takribu’l-Mesalik, cüz 2/sayfa 30. (Daru’l-Kutubi’l-ilmiyye, birinci baskı<br />

1418)


58<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Fakat mağrip diyarında zamanın Ehli sünnet uleması kâfir Ubeydiler’e<br />

karşı savaşı terk etmenin zararı, Haricilerle beraber savaşmaktan<br />

çok daha büyük olacağını gördükleri için, bid’at ehli de olsa Ebu<br />

Yezid el-Harici’nin sancağı altında, İslam ve İslam halkı için çok daha<br />

şerli olan İsmaili Ubeydiler’e karşı cihad etmek için toplanmışlardı.<br />

Aralarında en meşhurlardan birisi olan Ebu İshak es-Sibai rahimehullah<br />

Ebu Yezid’in adamlarına işaret ederek şöyle derdi: “Bunlar kıble<br />

ehlindendir. Onlar ise ( Ubeydiler ) kıble ehlinden değiller. Onlar<br />

<strong>Allah</strong>’ın düşmanlarıdır. <strong>Allah</strong> bizi Ebu’l-Yezid ile onlara karşı muzaffer<br />

kılarsa onun itaatine girmeyiz. <strong>Allah</strong> ona, adil bir imamı musallat<br />

edip onu bizim aramızdan alacaktır. 91 ” 92<br />

Ve Muhammed bin Ahmed es-Serahsi rahimehullah da şöyle der:<br />

“Adalet ehlinden birisi bir harici taife ile beraber başka bir harici taifeye<br />

karşı savaşamaz. Böyle bir savaşta ancak haricilerin konumu<br />

güçlenecek. Zira müslümanlardan baği bir taifeyle savaşmak, tekrar<br />

<strong>Allah</strong>’ın emri altına girmeleri için mubah kılınmıştır. Bu durumda<br />

ise bu amaç gerçekleşmiyor; çünkü sadece haricilerin konumu güçleniyor.<br />

Adalet ehli müslümanların haricilerle beraber harbî müşriklere<br />

karşı savaşmalarında ise bir beis yoktur. Çünkü bu durumda küfür<br />

fitnesini defetmek için ve İslam’ı üstün kılmak için savaşıyorlar.<br />

Bu ise emredilmiş olan bir savaştır ve bu <strong>Allah</strong>-u Teâlâ’nın kelimesini<br />

yüceltmektir. Daha önce geçenin aksine. O ( ilk ) durumda savaş, hak<br />

yoldan sapmış olanı üstün kılmak içindir. Bu ( ikinci ) durumda ise<br />

savaş, esas yolu (hak dini) ispat etmek içindir.” 93<br />

Cihad hakkında konuştuğumuz zaman cihadın bu iki kısmını<br />

doğru değerlendirmek elzemdir. Zira içinde bulunduğumuz zamanda<br />

cihad, umumen savunma cihadıdır. Küfür her yerde müslümanları<br />

91 Bid’atların dereceleri farklıdır. Her bid’at sapıklıktır ve inkârı zaruridir, fakat kimisi daha<br />

büyüktür ve kimisi daha küçüktür. Her bir bid’at taifesiyle muamele sahip oldukları bid’ate,<br />

şiddetine ve bid’atte ısrarlarına göre olur. Bunun için her bir bid’at taifesini burada örnek<br />

verilen haricilere benzetmemek, her bir taifeyi kendi hallerine göre değerlendirmek lazım.<br />

92 Tertibu’l-Medarik ve Takribu’l-Mesalik, cüz 2/sayfa 30. (Daru’l-Kutubi’l-ilmiyye, birinci baskı<br />

1418)<br />

93 Şerhu’s-siyeri’l-kebir, cüz 4/sayfa 251-252. (Daru’l-Kutubi’l-ilmiyye baskısı)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 59<br />

muhasara etmiş olmasına rağmen cihad sancağını yükselten müslüman<br />

taifelerin sayısı oldukça azdır. Bu durumda gerekli olan tevhid<br />

üzere sebat etmek, tevhidden zerre kadar taviz vermemek ve menhec<br />

ve usûlde bid’at ehlinden 94 olsalar da sancak sahipleriyle birliği<br />

aramak, İslam vahdetini oluşturmak, hikmet ile tevhid ve sünnetin<br />

ikamesi ve şirk ve bid’atlerin izalesi için savaşmaktır. 95<br />

* * *<br />

94 Bahsettiğim bid’at ehli, kıbleye mensup Müslüman fırkalardır. Bid’atları büyük şirk veya küfür<br />

olanları kast etmiyorum.<br />

95 Bu cümle 73, 74, 75, 80, 82 ve 88 nolu dipnotlarda verilen ayrıntılar doğrultusunda<br />

anlaşılmalı.


İki Gayenin Tahakkukunu<br />

Sağlayacak Vesile:<br />

İslam Devleti


62<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

İslam Devleti’nin ikamesi ümmetin en önemli vazifelerindendir.<br />

Ehemmiyetine rağmen bu konuyu tehir etmemin sebebi zatında<br />

maksut değil, maksuda vesile olduğundandır. Zatında maksut<br />

olan insanların topyekûn İslam şeriatına boyun eğmeleri ve Müslümanların<br />

topluca <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’yi kulluklarında ifrat etmeleridir:<br />

“Hep birlikte <strong>Allah</strong>’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın.”<br />

Ebu’l-Aliye rahimehullah, <strong>Allah</strong>’ın ipi, ihlâs ve tevhittir, demiştir ve Katade<br />

ve es-Suddi rahimehumallah, <strong>Allah</strong>’ın kitabıdır, demişlerdir ve<br />

İbn-u Mes’ud radıyallahu anhu, cemaattir, demiştir. 96 Lakin bunun tahakkuku<br />

için güçlü, toparlayıcı ve koruyucu bir idare elzemdir. Zira bir<br />

topluluğun idaresi iktidar sahibi bir kişide toplanmazsa, topluluğun<br />

fertleri arasında anlaşmazlıklar ve bölünmeler kaçınılmazdır. Muhtelif<br />

ferdî maslahatları ve toplumun maslahatlarını kendi aralarında<br />

ve <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin emriyle uyum içinde korumak için nihai söz<br />

sahibi bir idare zaruridir. Bu zaruretten ötürü sahabe radıyallahu anhum<br />

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatında tedfin işleriyle oyalanarak<br />

ümmeti başsız bırakmamak için hemen toplumun imamını belirlemekte<br />

acele etmişlerdir. Sahabe radıyallahu anhum her ne kadar şahıs hakkında<br />

ihtilaf etmişlerse de bir imamın acilen tayin edilmesi gerektiğinde<br />

ihtilaf etmemişlerdir ve nihayet İmam Ebu Bekir es-Sıddık<br />

radıyallahu anhu’nun imamlığında ittifak etmişlerdir. Bu daha sonra da<br />

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ayak izlerinden çıkmayan beş Raşid<br />

halifenin sünneti olmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından<br />

sonra üç asır (30 sene) hüküm süren nebevî hilafette en önemli<br />

96 Bak Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, Âl-i-İmran 103. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale,<br />

birinci baskı h.1420)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 63<br />

husus, nebevî siyasetin korunması ve imamlığın belirlenmesi olmuştur.<br />

Bu, onların miras aldıkları nebevî siyasetin lüzumuydu. Zira<br />

Abdullah bin Amr radıyallahu anhu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle<br />

buyurduğunu söyler: “Yeryüzünün herhangi bir yerinde bulunan üç kişiye,<br />

başlarına bir emir tayin etmeden bulunmaları helal değildir.” 97 Hadis<br />

üç ve daha fazla Müslümanın bir arada bulunduklarında aralarından<br />

bir emir tayin etmelerin vacip olduğuna açık bir delildir. Başka<br />

hadislerde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem üç kişi ve fazlasının sefere<br />

çıktıklarında aralarından bir emir tayin etmelerini emrediyor. 98 Bu,<br />

ikiden fazla Müslümanın bir ameli işlemek üzere bir araya geldiklerinde<br />

aralarından bir emir tayin etmelerinin vacip olduğuna delildir.<br />

Sefer emirliği seferdeki ortak maslahatın korunması ve ihtilafların<br />

engellenmesi için emredilmişse, daha büyük maslahat taşıyan ve<br />

daha çok ve güçlü ihtilaflara- ve ihtilafların neticesinde daha büyük<br />

fesatlara- sebep olan yönetim, iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek<br />

ve cihad fi sebilillah gibi ameller için emirliğin emredilmiş olması<br />

çok daha kesindir.<br />

Bunun için İslam uleması, imamın acilen akdedilmesini icma ile<br />

farzı kifayettir, demişlerdir. Ebu’l-Hasan el-Maverdi rahimehullah şöyle<br />

der: “İmamı akdetmek icma ile vaciptir.” 99 Ve Muhammed eş-Şirbini<br />

el-Hatib rahimehullah şöyle der: “İmametin (İmamu’l-Azam’ın) akdedilmesi<br />

farzı kifayettir. Nitekim ümmet için dini ikame eden, sünneti<br />

muzaffer kılan, mazlumun hakkını zalimden alan, herkes için tüm<br />

hakları hikmet ile koruyan bir imamın varlığı zorunludur.” 100<br />

Ve Ebu Abdullah İbnu’l-Ezrak el-Ğırnati rahimehullah şöyle der: “Bu<br />

şer’î vacibin, yani imamı naspetmenin vacipliğinin hakikati, dini ve<br />

din ile dünya siyasetini korumada Şari’yi temsil etmesine döner. Bu<br />

97 Musnedu-Ahmed, 6647. hadis. (Muessesetu-Kurtuba baskısı, Şuayb el-Arnavuti’nin<br />

tahkikiyle)<br />

98 Sünen-u Ebi Davud’ta Ebu Hureyre’den (2242. hadis), Sünenu’l Beyhaki’de Ebu Said el-<br />

Hudri’den (10131. hadis) Sahih-u İbn-i Huzeyme ve Mustedreku’l Hâkim’de Ömer’den (2541.<br />

ve 1623. hadisler),<br />

99 El-Ahkâmu’s-Sultaniyye/sayfa 29. (Dar-u’kutubi’l-arabi, ikinci baskı h.1415)<br />

100 Muğni’l-muhtaç, cüz 4/sayfa 229. (Daru’l-Fikr baskısı)


64<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

niyabeti itibariyle hilafet ve imamlık olarak isimlendirilmiştir. Zira<br />

mahlûkatın varlığında maksut olan dindir, yalnız dünya değil.” 101<br />

İmam İbn-i Teymiyye rahimehullah şöyle der: “İslam’daki tüm vilayetlerin<br />

(yönetim unsurlarının) gayesi, dinin tamamıyla <strong>Allah</strong>’ın olması<br />

ve kelimetullahın en yüce olmasıdır. Zira <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ yaratılışı<br />

sadece bunun için yaratmıştır ve kitapları ve Rasûlleri bununla<br />

göndermiştir ve Rasûl ve mü’minler bunun için cihad etmişlerdir.” 102<br />

Evet… İnsanların hakikati, yani yaratılış gayesi, <strong>Allah</strong> Celle ve<br />

Â’la’ya ibadet etmeleridir. Dolayısıyla raiyyenin maslahatlarını korumakla<br />

mükellef olan imamın en büyük görevi de hakikatlerine<br />

uygun maslahatlarını korumaktır. Bu da raiyyenin dininin korunmasıdır.<br />

Ve buna dâhil olmak üzere, <strong>Allah</strong> Azze ve Celle’nin emirlerini<br />

Rasûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetine uygun icra ederek dünya<br />

siyasetlerini korumaktır.<br />

Ümmetin, din ve dünya işlerini şer’î devlet olmadan yürütmesi<br />

imkânsızdır. Nebevî siyaset ve Raşit halifelerin sünneti buna delildir.<br />

Müslümanların tefrikalar ve ihtilaflardan arınmaların tek yolu<br />

budur. Bunun için imamın naspedilmesinde ve vilayetlerin (valiliklerin)<br />

kurulmasında ulema icma etmiştir. Bu hususta sadece harici<br />

fırkalarından Necdetler ve mutezileden Ebu Bekr el-Asam ve el-Ğuta<br />

muhalefet etmiştir. Böylelerinin muhalefeti ise ulemanın icmasına<br />

zarar vermez.<br />

“Pekâlâ, risalenin konusu olan cihadın gayeleri bağlamında bil<br />

husus İslam Devleti cihadın gayesi olduğunu nereden çıkardın?” denilse,<br />

derim ki:<br />

Cihad fi sebilillah’ın umumen ve kıtalın hususen 103 tevhidin ikamesi<br />

ve şirkin izalesi için teşrî edildiği daha önce geçmişti. Lakin<br />

101 Bedeiu’silk fi tabaii’l-mulk, cüz 1/sayfa 71. (Vizaratu’l-İlam, İrak, birinci baskı)<br />

102 Mecmuatu’l-fetava, cüz 28/sayfa 38. (Daru’l-Vefa, birinci baskı h.1418)<br />

103 Umumen cihad fi sebilillah kavramı dil, mal ve can ile dinin ikamesi için cuhd etmenin<br />

üç türüne de şamildir. İmam Ahmed, Ebu Davud, en-Nesei ve başkaları Enes bin Malik<br />

radıyallahu anhu’dan naklederek tahric ettikleri sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve-


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 65<br />

kıtal yoluyla ikamesi emrolunan tevhidi ve izalesi emrolunan şirki<br />

daha kesin tahdit etmek ve daha açık tarif etmek mümkün değil midir<br />

acaba? Bu sorunun cevabı: Evet, mümkündür. <strong>Allah</strong> Subhanehu ve<br />

Teâlâ’nın “Fitne kalkıncaya ve din yalnız <strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar onlarla<br />

savaşın” buyruğunda fitneden kastın ulemanın ittifakıyla şirk<br />

olduğu yukarıda geçmişti. Şu halde ayetin zahirinden anlaşılan her<br />

türlü şirkin yokluğuna kadar savaşmakla emrolunmuş olmamızdır.<br />

Lakin İslam hukukuna bakıldığında zimmet ehli de imamın korumakla<br />

yükümlü olduğu raiyyedendir. İslam Devleti’nin idaresi altında<br />

yaşayan zimmînin de Müslüman gibi canı ve malı haramdır ve<br />

şeriatın koruması altındadır. Bununla beraber sahip olduğu dinini<br />

zimmet akdine muhalefet etmeme şartıyla hür yaşayabilmektedir.<br />

Yani bir Hıristiyan veya bir Yahudi şirk olan dinini İslam Devleti’nin<br />

himayesi altında icra edebilmektedir. Şu halde mezkûr ayetteki şirk<br />

mutlaktır, dersek zimmîlerin canları da kast edilmesi gerekirdi. Çünkü<br />

zimmîler de şirk ehlidir. Lakin zimmîlerin can ve mallarını haksız<br />

kast etmek birçok nassla haram kılınmıştır. O halde zimmî müşriklere<br />

can ve mal emniyetini kazandırmış olan nedir? ... El cevap: İbadetlerinde<br />

<strong>Allah</strong> Celle ve Â’la’ya ortak koşanlar olsalar da hâkimiyette<br />

–velev ki cebren de olsa– <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ’yı ifrat etmeleri, yani<br />

tevhidin ve şer-î ahkâmının hâkimiyetine boyun eğmeleridir. Başka<br />

bir deyimle, tevhidin ve şeriatın mutlak hâkimiyetini ve şirkin ve<br />

ehlinin mutlak zilletini akdeden zimmet anlaşmasını kabul etmeleri<br />

ve boyun eğmeleridir. Lakin zimmet akdine muhalefet durumunda<br />

asli haline, yani harbi oluşuna geri dönerler. Şu halde mezkûr ayette<br />

savaşın gayesini hâkimiyette tevhidin ikamesi ve hâkimiyette şirkin<br />

izalesiyle tarif etmek doğru olur.<br />

Bunun için şunu açık söylemek lazım: Kıtal ile mahsus manasıyla<br />

cihad fi sebilillah’ın hedefi, yalnız kâfirlerin kanını akıtmak değil<br />

-bu her ne kadar kendi zatında büyük bir maslahat olsa da- ve saf,<br />

tamamıyla her türlü şirkten arınmış bir dünya ve katıksız hadis ehli<br />

bir devlet -her ne kadar bu iki hal muhakkak ki umumî cihadın hedefleri<br />

olsa da- değildir; lakin <strong>Allah</strong> Azze ve Celle ve Rasûlü sallallahu aleyhi<br />

sellem “Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin!” demiştir. Lakin,<br />

hususen cihada can ile cihad ederek, yani kıtal yoluyla dini ikame etmek manası ıtlak edilir.


66<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

vesellem’in tek söz sahibi oldukları bir arzdır. Yani teşriin ve tenfizin<br />

mesnedi yalnız Kur’an ve Sünnet olduğu, emirler ve nehiyler yalnız<br />

Kur’an ve Sünnetten okunduğu… Müslümanların hâkim oldukları<br />

bir arzdır. Dolayısıyla cihadın hedefi, hâkimiyet ve hâkimiyetin teşekkül<br />

ettiği İslam Devleti olmak zorundadır. İslam Devleti’ni kast<br />

etmeyen, şeriat dışında başka idare biçimlerinin kabulüne de açık<br />

olan cihad hareketleri istikametten sapmış, meşruiyeti olmayan dalalet<br />

fırkalarıdır.<br />

Bu noktada şer’î devletten ve devletle alakalı bazı mevzulardan<br />

bahsetmek gerekecektir. Her ne kadar İslam Devleti zatında risalenin<br />

tek konusu olmasa da özellikle zamanımızdaki ehemmiyeti açısından<br />

en azından bazı meselelere ihtisar ile değinmek istiyorum. Bu<br />

meseleler şunlardır:<br />

1. Devletin tarifi ve rükünleri nedir?<br />

2. Devlet ne ile meşruiyetini kazanır?<br />

3. Devletin taaddüdü caiz midir?<br />

4. Müslümanların devletle ilişkisi nedir?<br />

1. Devletin Tarifi ve Rükünleri:<br />

Lügatte devlet ( دول ة ) deele ( دال ) nin mastarıdır ve bir halin<br />

dönmesi, intikal etmesi ve elden ele geçmesi manalarına gelir. Özellikle<br />

devlet lafzı, harpte zaferin bir gruptan bir gruba intikal etmesi,<br />

muzaffer olması manasında kullanılmıştır. Galip gelene ve üstün<br />

olana da bundan ötürü “devlet sahibi” denilmiştir ve böylece devlet<br />

üstünlük ve galibiyettir, denilmiştir.<br />

Buradan intikal ederek ıstılahî manada devletin de en esasi belirtisi,<br />

güç ve yönetmeye temkin sahibi olmak olmuştur. Devletin gücünü<br />

ve siyadetini (egemenliğini) imam ve ona tebaiyet ile valilikler<br />

temsil ettiği için İslam’ın ilk çağlarında siyasi nizam hilafet, emirlik,<br />

imamlık veya sultanlık gibi siyasi nizamı devlet sahibinin zatıyla<br />

teşhis eden isimlerle tabir edilirdi. Çünkü devletin hakikati devlet


َّ<br />

ّ<br />

ي<br />

ف<br />

ب<br />

َّ<br />

ّ<br />

ي<br />

ْ<br />

ي<br />

ي<br />

ف<br />

ي<br />

ن<br />

ي<br />

ي<br />

شْ‏<br />

ب<br />

ف<br />

ن َ<br />

َ<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 67<br />

sahibinin siyadete temkinidir, yani güç ve şevkete sahip olmasıdır.<br />

Bu temkini ya Müslümanların ileri gelenlerinin desteğini alarak elde<br />

etmiştir veya zorla elde etmiştir. Her haliyle şeriatin icrasına, topluluğun<br />

bütünlüğünü ve maslahatlarını korumaya ve düşmanları def<br />

etmeye temkin sahibi olmalıdır. İlklerin ifadesiyle emirliğin veya<br />

sonrakilerin tabiriyle devletin tanımında aranan en esasi sıfat da budur:<br />

Temkin. Buna şu ayetler delildir:<br />

ْ َ عْ‏ رُ‏ وفِ‏<br />

‏َق ‏َامُ‏ وا الصَّ‏ ال َ وَ‏ آت ‏َوُ‏ ا الز َّ َ كة ِ ل َ وَ‏ أ ‏َمَ‏ رُ‏ وا <br />

ْ أَرْ‏ ضِ‏ أ<br />

ِ ي ال<br />

نَ‏ َ وْ‏ ا عَ‏ نِ‏ ال<br />

َ ة<br />

ْ ُ ْ ن َ ك رِ‏<br />

وَ‏ <br />

ْ ُ<br />

الَّذِ‏ نَ‏ إِنْ‏ مَ‏ ك َّ َّ ناه<br />

“Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde temkin verirsek (iktidar mevkiine<br />

getirirsek) namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülüğü yasaklarlar.”<br />

104<br />

Bu ayet-i kerimede, yeryüzünde dinin aslına ve teferruatına<br />

ilişkin tüm hükümlerin infazı için güç ve otoritenin, yani<br />

temkinin şart olduğuna açık işaret vardır. Bunun için âlimlerden<br />

bazıları, “onlar” Raşit halifelerden Ebu Bekir, Ömer, Osman<br />

ve Ali’dir, demişlerdir. Çünkü الذ‏ “onlar” bir önceki ayete<br />

‏ُوا رَ‏ بُّ‏ َ نا الل<br />

“Rab- “Onlar الَّذِ‏ نَ‏ ْ أُخ رِجُ‏ وا مِ‏ نْ‏ دِ‏ َ رِ‏ هِ‏ ْ بِ‏ ِ غَ‏ حَ‏ ق ٍ إِل أَن ْ ُ يَقول<br />

bimiz <strong>Allah</strong>’tır” demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız<br />

yere yurtlarından çıkarıldılar”, yani muhacirlere dönüyor, demişlerdir.<br />

Muhacirlerin arasından da halife olmuş olan sadece dört tane<br />

vardır; bunlar da Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali radıyallahu anhum’durlar.<br />

َ َ ا<br />

ِ لَ‏<br />

َ الصَّ‏ الِ‏ َ ْ خ َ لِف‏<br />

نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا مِ‏ ن ِ لُوا<br />

نَ‏ مِ‏ نْ‏ قَبْ‏ لِهِ‏ مْ‏ وَ‏ لَيُ‏ مَ‏ كّ‏ نَ‏ نَّ‏ ل<br />

ِ ِ مْ‏ أَمْ‏ ً نا يَعْ‏ بُ‏ د ِ ي ل يُ‏<br />

‏ْف<br />

‏َئِ‏ ك<br />

‏ُول<br />

فَأ<br />

ُ ْ وَ‏ ع<br />

ْ ك<br />

وَ‏ عَ‏ د<br />

‏َف<br />

اسْ‏ تَ‏ خ<br />

َ ُ مْ‏ دِ‏ ي‏<br />

َ اتِ‏ لَيَسْ‏ ت<br />

نَ‏ ‏ُمُ‏ الَّذِ‏ ي ارْ‏ ت ضَ‏ َ<br />

ِ ي ش<br />

ِ كُ‏ ون<br />

َ اسِ‏ ق<br />

ْ أَرْ‏ ضِ‏ ك<br />

نَّ‏ ‏ُمْ‏ ِ ي ال<br />

‏َيُ‏ بَ‏ د نَّ‏ ‏ُمْ‏<br />

َ ُ مْ‏ وَ‏ ل<br />

ل<br />

َ ً يْئا وَ‏ مَ‏ نْ‏ َ ك َ ف رَ‏ بَ‏ عْ‏ َ د ذَ‏ لِكَ‏<br />

َ<br />

ُ ونَ‏<br />

ِ<br />

َ<br />

ُ ون<br />

ُ ُ ال<br />

َ ه<br />

‏َّذِ‏ <br />

َّ ُ ال<br />

َ الل<br />

الَّذِ‏ <br />

َ وْ‏ <br />

ْ ل<br />

مِ‏ نْ‏ بَ‏ عْ‏ دِ‏ خ<br />

104 El-Hac 41


68<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

“Sizden iman edip salih ameller işleyenlere <strong>Allah</strong> şöyle va’d buyurdu:<br />

Kasem olsun ki onlardan evvelkileri istihlaf ettiği (hâkim kıldığı) gibi kendilerini<br />

de yeryüzünde muhakkak istihlaf edecek (hâkim kılacak) ve elbette<br />

onlara kendileri için razı olduğu dinleri için temkin (icra kudreti) verecek<br />

ve elbette onları korkularının arkasından güvene erdirecek. Hakkımda hiç<br />

bir şeyi şerik koşmayarak hep Bana ibadet edecekler. Kim de bundan sonra<br />

küfranda bulunursa artık onlar hep fasıklardır.” 105<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ bu ayet-i kerimede yeryüzünde istihlafı (egemen<br />

olmayı) tanımlarken İslam Dini’ni icra edebilmek için temkin<br />

ile tanımlamıştır. Kendilerinde ve çevrelerinde tevhidi ikame ederek,<br />

şirki izale ederek ve İslam şiarlarını zahir kılarak güvene kavuşacaklarını<br />

va’d buyurmuştur. Lakin bunun için arza galip ve egemen olmak<br />

(istihlaf) elzemdir.<br />

Binaen aleyh devletin tanımında en esasi unsur, güç ve egemenliktir.<br />

Bunun için İslam uleması Dar’ın tarifinde ve aldığı hükümde daima<br />

egemen olan galibiyete bakmışlardır. Es-Serahsi rahimehullah şöyle<br />

der: “Ebu Yusuf ve Muhammed’den rahimehumallah şöyle gelmiştir:<br />

Şirk hükümlerini izhar ederlerse Darlar’ı Daru’l-harp olmuştur.<br />

Çünkü bir yerin bize veya onlara nispet edilmesi o yerde mevcut güce<br />

ve galibiyete göredir. Bunun için her ne yerde şirk hükümleri zahir<br />

ise orada güç müşriklerin elindedir ve Darlar’ı da Daru’l-harp’tır. Ve<br />

her ne yerde İslam hükümleri zahir olursa orada güç Müslümanların<br />

elindedir.” 106<br />

Ve Ebu Muhammed İbn-i Hazm rahimehullah şöyle der: “Dar ancak<br />

onda galip ve hâkim (egemen) olana ve ona sahip olana nispet edilir.”<br />

107<br />

105 En-Nur 55<br />

106 El-Mebsut, 10. cüz/sayfa 93. (Daru’l-Fikr, birinci baskı h.1421)<br />

107 El-Muhalla, sayfa 2107. (Beytu’l-efkari’d-devliyye baskısı)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 69<br />

Görüldüğü gibi bir beldede devleti oluşturan, o belde ve ahalisine<br />

egemen olandır. Beldenin nispeti doğrudan devletedir; lakin<br />

halkın değil. Çünkü devletin egemenliği için halkın rızası ve ihtiyarı<br />

zorunlu değildir. Bilakis ikinci maddede görüleceği gibi devletin<br />

inşası halkın iradesine muhalif veya muvafık veya kısmen muvafık<br />

gerçekleşebilir. Devletin inşasında en önemli husus, siyadeti infaz<br />

edebilecek şevkete sahip olmasıdır.<br />

Binaen aleyh ulema İslam Devleti için üç rükün belirlemiştir:<br />

1. Raiyye: Müslümanlardan ve zimmîlerden tekevvün eden halk.<br />

2. Dar: Raiyyenin daimi surette ikamet ettiği muayyen bölge.<br />

3. Siyadet (egemenlik): Nizamın masdarı Kur’an ve Sünnet, devletin<br />

zatında müşahhas olduğu imam ve naspettiği vilayetler.<br />

2. Devlet Nasıl Meşru Olur:<br />

Devletin meşruiyeti Ehli sünnet ulemasının ittifakıyla üç yoldan<br />

biriyle hâsıl olur:<br />

Birinci yol:<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akd’ın imama beyat etmesi.<br />

Bu maddede üç mesele var:<br />

Birinci mesele: Ehlu’l-halli ve’l-akd kimdir?<br />

Bu grup insanlar ulema arasında hepsi aynı grubu tabir eden değişik<br />

lafızlar ile isimlendirilmişlerdir. Bazıları İhtiyar ehli, bazıları<br />

İçtihad ehli, bazıları da Görüş ve Tedbir ehli olarak tabir etmişlerdir;<br />

lakin ekser ulema bu kişilere Ehlu’l-halli ve’l-akd demişlerdir.<br />

Kullanılan isimler değişik olsa da hepsi hakikatlerinde aynı olan<br />

kişileri tarif etmişlerdir: Ehlu’l-halli ve’l-akd, insanların genel hacet<br />

ve maslahatlarında müracaat ettikleri âlimler ve topluluğun önder<br />

kişileridir. Yani bir topluluğun genel hacet ve maslahatlarında<br />

görüşlerine başvurdukları, istişare ettikleri ve tevcihler sordukları


70<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

kişilerdir. Dolayısıyla Ehlu’l-halli ve’l-akd’i belirleyen muayyen bir<br />

mevki değil, topluluğun fertlerinin teveccühüdür. İşte bundan ötürü<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akdın bey’at etmesiyle imamın imamlığı gerçekleşir<br />

ve halkın, fertlerine seçilen imama bey’at etmeleri vacip olur. Çünkü<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akd, halkın dinî ve dünyevî işlerini tevelli ettikleri<br />

hakiki önderleridirler. Bu kişilerin desteği ve itaatiyle imam halka<br />

egemen olur.<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akdden olacak kişilerde aranan şartlar:<br />

Ebu’l-Hasan el-Maverdi rahimehullah Ehlu’l-halli ve’l-akd için aranan<br />

muteber üç şartı şöyle sayar 108 :<br />

1. Adalet sahibi, yani dinen müstakim olması.<br />

2. İmamlığın muteber şartlarına icabet edeni ve imamlığa müstahak<br />

olanı görebilecek ilim sahibi olması.<br />

3. İmamlığa en iyi olanı seçmesini sağlayacak görüş ve hikmet<br />

sahibi olması.<br />

İkinci mesele: İmam olacak şahıs<br />

hangi şartlara haiz olmalı?<br />

Ulema Müslümanların işlerine bakacak olan genel Emire ilişkin<br />

bazı şartlar tayin etmişlerdir. Bunların bazılarında ittifak etmişlerdir<br />

ve bazılarında da ihtilaf etmişlerdir: 109<br />

Bir: Müslüman olması.<br />

İki: Mükellef olması.<br />

Üç: Erkek olması.<br />

108 Bak El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, sayfa 31. (Daru’l-Kitabi’l-arabi, ikinci baskı h.1415)<br />

109 Bak El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, el-Maverdi, sayfa 31-32. (Daru’l-Kitabi’l-arabi, ikinci baskı<br />

h.1415) ve El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu Yala, sayfa 20. (Daru’l-kutubi’l-ilmiyye baskısı<br />

h.1421)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 71<br />

Dört: Hür olması.<br />

Beş: Adalet sahibi olması. Ebu Abdullah el-Kurtubi rahimehullah<br />

şöyle der: “İmamlığın bir fasık için akdedilmesinin caiz olmayışında<br />

ümmette ihtilaf yoktur.” 110<br />

Altı: Müçtehid olması. Ebu İshak eş-Şatibi rahimehullah şöyle der:<br />

“İmamutu’l-Kubra, ancak şer-î ilimlerde içtihad ve fetva mertebesine<br />

nail olmuş olan için gerçekleşeceği hususunda ulema ittifakı nakletmişlerdir”.<br />

111<br />

Yedi: Kifayet sahibi olması. Yani raiyyenin dinî ve dünyevî maslahatlarını<br />

tedbir edebilmesi için siyaset ve görüş sahibi olması, düşmana<br />

karşı cesaretli, had cezalarının infazında tavizsiz ve mazlumun<br />

hakkını sormakta korkusuz olması ve imamlığını doğru icra etmekte<br />

mani olacak körlük, sağırlık veya dilsizlik gibi bedensel kusur sahibi<br />

olmaması.<br />

Sekiz: Kureyşli olması. Bu şart nassla sabittir. Mesela İmam Ahmed<br />

rahimehullah’ın Enes radıyallahu anhu yoluyla tahric ettiği mütevatir hadiste<br />

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “İmamlar Kureyştendir” buyuruyor.<br />

Ve Ehli sünnetin icmasıyla sabittir. Ebu Zekeriya en-Nevevi<br />

rahimehullah şöyle der: “Hadisler hilafetin Kureyşe mahsus olduğuna<br />

açık delildir. Kureyş haricinde akdedilmesi caiz değildir. Bu hususta<br />

sahabe, tabiin ve onlardan sonrakiler arasında icma vardır.” 112 Bu<br />

mevzuda muhalefet sadece Haricilerden, Mutezilenin ekserinden ve<br />

bazı mürcielerden gelmiştir.<br />

110 El-Camiu li ahkâmi’l-Kur’an, el-Bakara 30. ayetin tefsiri. (Dar-u Âlemi’l-kutub baskısı,<br />

h.1423)<br />

111 El-İtisam, 3. cüz/sayfa 42. (Mektebetu’t-Tevhid baskısı)<br />

112 El-Minhacu Şerh-u Sahih-i Müslim, 12. cüz/sayfa 200. (Dar-u İhyai’t-turasi’l-arabi, ikinci<br />

baskı h.1392)


72<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Üçüncü mesele: Bey’at, Ehlu’l-halli ve’lakd’tan<br />

kaçıyla sahih olur?<br />

Bu mevzuda bazı meseleler var:<br />

Birincisi: İmamlık adayı olanın imamlığının sahih olması için<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akdin bey’at etmesi kâfidir, topyekûn halkın değil.<br />

Bu bey’ata ulema bey’atu’l-inikat demiştir. Bu bey’atla imamlık adayı<br />

sahih ve meşru imam olmuştur. Ve bundan ötürü halkın her ferdine,<br />

imama bey’at etmesi vacip olur. Bu bey’ata da ulema bey’atu’l-âmme<br />

demiştir. Dolayısıyla halkın bey’atı (bey’atu’l-âmme) Ehlu’l-halli<br />

ve’l-akdin bey’atına (bey’atu’l-inikat) tabidir. 113<br />

İkincisi: Bey’atu’l-inikat için Ehlu’l-halli ve’l-akdın kaçı gerekir<br />

mevzusunda ulema arasında ihtilaf vardır. Ehlu’l-halli ve’l-akdin icmasını<br />

şart koşanlardan, sadece aralarından birisinin bey’at etmesini<br />

kâfi görene kadar tüm görüşler mevcuttur. Kadı Ebu Ya’la ve İmam<br />

İbn-i Teymiyye rahimehumallah’ın tercihlerine göre Ehlu’l-halli<br />

ve’l-akdin cumhurunun bey’at etmesi gerekir. Lakin racih olan –<strong>Allah</strong>-u<br />

Â’lem- güç ve temkinin hâsıl olacağı kadar sayıda birilerinin<br />

bey’at etmesinin kâfi olmasıdır. Bu vaziyete göre bir kişi de olabilir,<br />

azınlık da olabilir veya cumhur da olabilir. Önemli olan bey’at<br />

edenlerin sayısıyla temkin ve şevketin hâsıl olmasıdır. İmam İbn-i<br />

Teymiyye rahimehullah şöyle der: “Bazıları imamlığın tek kişinin bey’at<br />

etmesiyle gerçekleşeceğini söylerler. Bu, sünnet imamların sözlerinden<br />

değildir. Bilakis onlara göre imamlık, şevket ehlinin onaylamasıyla<br />

gerçekleşir. Şevket ehli, imamlık adayı kişiyi imamlığı hususunda<br />

onaylamadan evvel imam olamaz. Zira onların itaate girmeleriyle<br />

imamlığın gayesi hâsıl olur. Çünkü muhakkak ki imamlığın gayesi<br />

ancak kudret ve hâkimiyet ile hâsıl olur. Bunun için kişiye, kendisiyle<br />

kudret ve hâkimiyetin hâsıl olduğu bir bey’at ile bey’at edilirse imam<br />

olur.” 114 Genelde şevket, cumhurun itaati ve desteği ile hâsıl olur. Bu<br />

doğrudur; lakin imamlığın geçerliliği için cumhurun bey’atının şart<br />

113 Bak el-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu Ya’la, sayfa 24. (Daru’l-kutubi’l-ilmiyye baskısı h.1421) ve<br />

el-Vecizu fi fıkhı’l-hilafe, sayfa 51-52. (Daru’l-ilami’l-duveli baskısı)<br />

114 Minhacu’s-sunneti’n-nebeviyye, cüz 1/sayfa 527. (Yayın evi yok, birinci baskı h.1406)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 73<br />

olduğunu gösteren bir delil yoktur. Ayrıca şevketin, azınlıkta hatta<br />

tek kişide olduğu bazı beldelerde hem geçmişte hem de hazırda daima<br />

görülmüştür.<br />

İkinci yol:<br />

Hazır imamın halefini ahdetmesi veya<br />

Ehlu’l-halli ve’l-akda belirlediği adaylardan<br />

birisini tayin etmelerini ahdetmesi.<br />

Bu yol ile imamlığın naspedilmesi Ehli sünnet ulemasının ittifakıyla<br />

kabul edilmiştir. Ebu’l-Hasan el-Maverdi rahimehullah şöyle der:<br />

“İmamlığın öncekinin ahdetmesiyle geçerliliğine gelince, bunun<br />

cevazı yönünde icma var olmuştur ve ittifak ile sahihtir.” 115 Hatta<br />

Ebu Muhammed İbn-u Hazm rahimehullah’a göre bu yol imamı belirleme<br />

yolları içinde en iyi olanıdır. Nitekim bu ümmetin en hayırlıları<br />

da bu yolu tercih etmişlerdir. Ebu Bekir es-Sıddık radıyallahu anhu halefi<br />

olarak Ömer el-Faruk radıyallahu anhu’yu ahdetmiştir ve Ömer radıyallahu<br />

anhu belirlediği altı kişinin arasından birini seçmelerini ahdetmiştir.<br />

Hatta insanlığın en hayırlısı sallallahu aleyhi vesellem bu yolu izlemiştir ve<br />

kendisinden sonra ümmetin başına halifesi İmam Ebu Bekir es-Sıddık<br />

radıyallahu anhu’yu tayin etmiştir.<br />

Elbette halef olarak tayin edilen kişinin imamlık şartlarına haiz<br />

olması şarttır. Ayrıca racih görüşe göre Hal ve akd ehlinin de onayı<br />

ve bey’atına muhtaçtır. 116<br />

Üçüncü yol:<br />

İmamın güç kullanarak galip gelmesi.<br />

Ehli sünnet uleması silah gücüyle üstün gelen ve şeriatı icra ederek<br />

siyasi istikrarı sağlayan imamın imamlığını sahih ve kendisine itaati<br />

vacip görmüştür. İmam eş-Şafii rahimehullah şöyle der: “Her kim kılıçla<br />

hilafeti ele geçirir, halife olarak adlandırılır ve insanlar da altında<br />

115 El-Ahkamu’s-sultaniyye, el-Maverdi, sayfa 39. (Daru’l-Kitabi’l-arabi, ikinci baskı h.1415)<br />

116 Bak Minhacu’s-sunneti’n-nebeviyye, cüz 1/sayfa 532-533. (Yayın evi yok, birinci baskı<br />

h.1406)


74<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

toplanırsa o halifedir.” 117 Ve İmam Ahmed rahimehullah şöyle der: “Kim<br />

kılıçla galip gelerek halife olursa ve Emiru’l-mü’minin ismini alırsa<br />

<strong>Allah</strong>’a ve ahiret gününe iman etmiş hiç kimseye onu imam kabul<br />

etmeyerek gecelemesi helal değildir. İster iyi ister kötü olsun.” 118 Ve<br />

Hafız İbn-u Hacer el-Askalani rahimehullah şöyle der: “Zorla üstün gelmiş<br />

olan sultana itaatin vacip oluşunda, onunla beraber cihad etmenin<br />

ve ona itaat etmenin ona karşı çıkmaktan daha hayırlı olduğu<br />

hususunda fukeha icma etmiştir. Nitekim böyle davranmakla kanın<br />

akması engellenmiş ve halkın huzuru korunmuş olur.” 119<br />

Muhakkak bu yol imamlığın belirlenmesinde asıl olan yol değildir.<br />

Ancak ilk iki yol ile imamın tayini mümkün değilse ve bir lider<br />

silah zoruyla şeriatın infazı, halkın maslahatlarını koruyabilmek ve<br />

onlardan zararları def edebilmek için siyasi ve askerî kudreti ve temkini<br />

oluşturursa zaruretten kabul edilir. Zira imamlığın maksudu<br />

olan temkin hakkında hâsıl olmuştur. Bu, özellikle fitne zamanları<br />

ve ümmetin imamdan yoksun olduğu zamanlar için geçerlidir. Misal,<br />

imamın vefatı veya herhangi bir sebepten ötürü imamlıktan ayrılması<br />

akabinde imamlık iddiasında bulunan taraflar arasında fitne<br />

çıktığında fitneyi söndürebilecek, toplumun birliğini sağlayacak ve<br />

dini ikame edecek biri, taraflara galip gelir ve imamlığını ilan ederse<br />

muhakkak sahih olur ve herkesin itaati vacip olur. Ebu Zekeriya<br />

en-Nevevi rahimehullah şöyle der: “İmam ölür ve imamlık şartlarını karşılayan<br />

birisi istihlaf edilmeden (yani imamın halefi olarak ahdedilmemesi)<br />

ve bey’at verilmeden (yani Ehlu’l-halli ve’l-akdden bey’at<br />

almadan) imamlığa kalkışır ve insanları gücü ve ordusuyla itaate<br />

zorlarsa Müslümanların bütünlüğünün sağlanması için hilafeti geçerli<br />

olur.” 120 Veyahut zamanımızda olduğu gibi imamın aslen olmadığı<br />

ve Ehlu’l-halli ve’l-akdi teşkil eden âlim ve emirler ihtilaflar içinde<br />

olduğu ve bir imamda bir türlü ittifak edemedikleri bir vakada,<br />

ümmetin dinî ve dünyevî maslahatlarını korumak, Tevhidi ve şeriatı<br />

kaim kılmak için imamlığa ehil birisi ortaya çıkar ve Müslümanlara<br />

117 El-Vecizu fi fıkhı’l-hilafe, sayfa 60. (Daru’l-ilami’l-duveli baskısı)<br />

118 El-Ahkamu’s-sultaniyye, Ebu Yala, sayfa 23. (Daru’l-kutubi’l-ilmiyye baskısı h.1421)<br />

119 Fethu’l-Bari, cüz 7/sayfa 13. (Daru’l-Marife baskısı h.1379)<br />

120 Ravzatu’t-talibin, cüz 7/sayfa 266. (Daru’l-kutubi’l-ilmiyye baskısı)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 75<br />

zorla üstün gelirse 121 elbette imamlığı sahih olur ve herkesin itaati<br />

vacip olur. Hatta böyle bir vakada imamlık şartlarına haiz ve kudret<br />

ve temkin ehli olan birisine zorla da olsa imamlığı tevelli etmesi<br />

vacip olur. Zira Müslümanların en önemli maslahatları ümmetin<br />

vahdetine ve şevketine bağlıdır. Ümmetin maslahatlarını kudret ile<br />

beraber tehir etmek ise elbette caiz değildir. Buna bir de bütün İslam<br />

beldelerinin kâfirler ve mürted uşakları tarafından işgal altında olduğunu<br />

eklediğimizde, Müslümanları zilletten çıkarmak ve din ve<br />

din ehlini aziz kılmak için cihad eden, dinde istikametini ispat etmiş<br />

ve ümmetin önderleri tarafından tezkiye edilmiş imamlığa ehil olan<br />

birisi zorla da olsa siyadetini ilan ederse elbette müslümanın icabeti<br />

kesin ve itaati tam olması gerekir.<br />

Hulasa olarak, zorla imamlığa gelen için ulemanın, o kişinin<br />

imamlığının sıhhati için iki şart aradığını söylemek mümkündür:<br />

Birincisi: İmamlık şartlarına haiz olması.<br />

İkincisi: Fitnenin engellenmesi, Müslümanların vahdetini sağlamak<br />

veya dinin ikamesi gibi bir maslahatın varlığı.<br />

Ebu Hamid el-Ğazzali rahimehullah şöyle der: “Hilafete kalkışan kişide<br />

ilim ve takva yönünden kusur bulunursa ve azledilmesi halinde<br />

karşı koyulmayacak bir fitnenin çıkmasından korkulursa onun<br />

imametinin geçerliliğine hükmederiz. Zira böyle bir durumda, ya<br />

imam değişimi sebebiyle bir fitne kızıştırırız ve zikrettiğimiz şartların<br />

eksikliği sebebiyle Müslümanları meydana gelecekten daha büyük<br />

bir zarara sokmuş oluruz. Nitekim şartları ispat etmenin gayesi<br />

maslahatın korunmasıdır. Binaenaleyh, fazilet uğruna asıl maslahat<br />

yıkılmaz. Bu, bir saray inşa etmek için şehri yıkmaya benzer. Veyahut<br />

da ülkenin halifesiz olduğuna ve hükümlerin geçersiz olduğuna<br />

hükmederiz ki bu muhaldir.<br />

121 Zorla üstün gelmekten kast edilen, Müslümanlara zulmederek ve haksız yere imam olmak<br />

değildir. Zorla üstün gelmekten kast edilen, beldenin Ehlu’l-halli ve’l-akdi teşkil eden<br />

âlimlerinin ve emirlerinin ihtiyarı olmadan veya onlarla istişare edilmeden imamlığın ilan<br />

edilmesidir. İmamlığın akdedilmesinde asıl ihtiyar ehlinin ihtiyarı olduğundan, onların<br />

görüşüne sunulmadan imamın akdedilmesi zorla olmuş oluyor.


76<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Hâlbuki biz bağilerin kendi ülkelerinde verdikleri hükümlerin<br />

buna ihtiyaçlarından ötürü geçerliliğine hükmediyoruz. Şu halde<br />

zaruret ve ihtiyaç vaki olduğunda nasıl olur da imametin sıhhatine<br />

hükmetmeyiz?” 122<br />

Evet! Değiştirildiği takdirde muhtemel fitnenin engellenmesi için<br />

aranan şartlara haiz olmayan imamın imamlığı dahi geçerli olursa,<br />

imamın aslen bulunmadığı ve Müslümanların paramparça oldukları<br />

ve kâfirlerin işgali altında oldukları bir zamanda şartlara haiz olan ve<br />

Müslümanları birleştiren ve kâfirlere karşı cihad eden ve şeriatı en<br />

üstün kılan imamın imamlığı daha evlasıyla sahih olur. Bu durumda<br />

şeriatın ikamesini gaye edinmiş ve bunun için hareket eden her<br />

Müslümanın tek cevabı, imamın itaatine girmek ve onu desteklemek<br />

olabilir.<br />

3. Devletin Taaddüdü Caiz midir:<br />

Yani aynı zamanda birden fazla devletin bulunması caiz midir?<br />

Bu konuda sünnette sabit olan ve asıl olan imamlığın tek olmasıdır.<br />

Ebu’l-Hasan el-Maverdi rahimehullah şöyle der: “İki beldede iki ayrı<br />

imam için imamlık akdedilirse ikisinin de imamlığı geçersiz olur;<br />

çünkü aynı zamanda ümmetin iki imamı olması caiz değildir.” 123<br />

Ancak aynı zamanda imamların birden fazla olmasını zorunlu kılan<br />

sebepler varsa bazı âlimler imamların taaddüdüne cevaz vermişlerdir.<br />

Ebu Abdullah İbnu’l-Ezrak rahimehullah şöyle der: “İmamın<br />

tek olması şartı imkânlar buna müsaade etmezse zorunlu değildir.<br />

El-Ubey’in İbn-u Arafe’den naklettiğine göre o “Eğer imamın bulunduğu<br />

yer, verdiği hükümlerin bazı uzak bölgelerde uygulanmayacağı<br />

kadar uzaklıktaysa o zaman bu uzak bölgelerde başka bir imamı naspetmek<br />

caiz olur” dermiş.” 124 Ve Ebu Abdullah el-Mazeri rahimehullah<br />

şöyle der: “Aynı asırda iki imamın akdedilmesi caiz değildir. Lakin<br />

müteahhir usulcülerden bazıları müslümanların diyarı genişlediğinde<br />

ve bölgeler arası mesafe imamdan gelen haber ve emirlerin bazı<br />

122 İhya-u Ulumi’d-Din, cüz 1/sayfa 115. (Daru’l-Marife baskısı)<br />

123 El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, el-Maverdi, sayfa 37. (Daru’l-Kitabi’l-arabi, ikinci baskı h.1415)<br />

124 Bedeiu’silk fi tabaii’l-mulk, cüz 1/sayfa 76-77. (Vizaratu’l-İlam, İrak, birinci baskı)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 77<br />

bölgelere ulaşamayacak kadar uzaklıkta olduğunda ve bundan ötürü<br />

işlerini yürütecek bir imama ihtiyaç duyduklarında bunun caiz olduğuna<br />

işaret etmişlerdir.” 125 Ve Ebu Abdullah el-Kurtubi rahimehullah<br />

şöyle der: “...Bu (aynı zamanda) iki imamın naspedilmesinin yasak<br />

olduğuna delildir. Çünkü böyle bir durum nifaka, ihtilaflara, bölünmelere,<br />

fitnelere ve nimetlerin zail olmasına sebep olur. Lakin bölgeler,<br />

mesela Endülüs ve Horasan bölgeleri gibi birbirinden uzak ve<br />

ayrılmış bir vaziyetteyse o zaman caiz olur.” 126 Ve İmam İbn-i Kesir<br />

rahimehullah şöyle der: “İmamu’l-Harameyn, Üstaz Ebu İshak’tan bölgelerin<br />

birbirinden uzak ve aralarındaki mesafe büyük olduğunda<br />

iki ve fazla imamın nasbeldilmesinin caiz olduğunu nakleder; lakin<br />

kendisi bu konuda tereddütlüdür. Ben derim ki bu, Irak’ta Beni<br />

Abbas halifelerinin, Mısır’da Fatimiler’in ve Mağrip’te Emeviler’in<br />

olmasına benziyor.” 127 Ve Muhammed bin Ali eş-Şevkani rahimehullah<br />

“Hadaiku’l-Ezhar” sahibinin “İki imamın olması sahih değildir”<br />

sözünü şöyle şerh ediyor: “Ama İslam’ın yayılması ve hâkim olduğu<br />

alanın genişlemesi ve bölgelerin arasındaki mesafelerin büyümesinden<br />

sonra her bir bölgede bir imamın veya sultanın egemen olduğu<br />

ve her birinin emrettiği ve nehyettiğinin diğer bölgelerde uygulanmadığı<br />

malum bir şeydir. Bunun için imamların ve sultanların taaddüdünde<br />

bir beis yoktur. Her bir bölge halkının bey’at ettiği ve<br />

emir ve nehiyleri uygulanan imamına itaat etmesi vaciptir. Şayet<br />

bir bölgede imamlığı sabit olmuş ve halkı kendisine bey’at etmiş bir<br />

imama karşı çıkan olursa tevbe etmediği halde hükmü öldürülmesi<br />

olur. Bölgelerin birbirlerinden uzaklığı sebebiyle bir bölgenin halkının<br />

diğer bölgenin imamına itaat etmesi ve vilayetinin altına girmesi<br />

vacip olmaz. Çünkü uzaklık sebebiyle imamın haberi ulaşmayabilir<br />

veya kimin diri kimin ölü olduğu bilinmeyebilir. Böyle bir durumda<br />

bölge halkını itaat ile yükümlü kabul etmek icabete güç yetirilemeyen<br />

bir şeyle yükümlü tutmak olur. Bu, kulların ve beldelerin<br />

125 El-Mulimu bi fevaidi Müslim, cüz 3/sayfa 54-55. (Daru't-Tunisiyye li'n-neşr, ikinci baskı<br />

m.1988)<br />

126 El-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, el-Bakara, 30. ayetin tefsiri. (Dar-u Alemi’l-kutub baskısı,<br />

h.1423)<br />

127 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, el-Bakara 30. ayetin tefsiri. (Dar-u Tayyibe li’n-neşri ve’t-tevzi, ikinci<br />

baskı h.1420)


78<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

haline vakıf olan herkes için malum olan bir şeydir. Nitekim Çin ve<br />

Hindistan ahalisi bırak itaat etmeyi Mağrip’te vilayetin kimin elinde<br />

olduğunu bile bilmiyor. Aynısı aksi için de geçerli. Ve Maveraunnehr<br />

ahalisi Yemen’de kimin söz sahibi olduğunu bilmiyor. Aksi için de<br />

aynısı geçerli. Bunun için bunu iyi anla; zira bu, şer’î kaidelere uygun<br />

ve delillerin gösterdiğine mutabık olandır. Bunun hilafına söylenenlere<br />

kulak verme... İslam’ın ilk dönemlerindeki İslam vilayetleriyle<br />

zamanımızdaki olanlar arasındaki fark gündüzden daha aydınlıktır.<br />

Kim bunu inkâr ederse hüccetle konuşulmayı hak etmeyen şaşırmış<br />

birisidir; çünkü hüccetle konuşsan da anlamaz.” 128<br />

Velhâsıl Ehli sünnet uleması aslen birden fazla imamın varlığını<br />

caiz görmemişlerdir; lakin ihtiyacın bunu icabet ettirdiği hallerde<br />

de bunu caiz görmüşlerdir. Özellikle de İslam bölgeleri arasındaki<br />

mesafe uzaklığını buna sebep göstermişlerdir. Çünkü imam ve tebaa<br />

arasındaki iletişim sorunundan haberler ve emirler hiç ulaşmayacak<br />

veya bozuk ulaşacak ve bundan ötürü imamlığın yokluğunun sebep<br />

olduğu gibi ihtilaflar, bölünmeler ve fitneler hâkim olacak. Zamanımızda<br />

iletişim problemi sadece mesafeden değil de, özellikle İslam<br />

Devletleri’nin arasındaki düşman kâfir beldelerin varlığından<br />

kaynaklandığı dikkate alınırsa, zamanımızda devletlerin taaddüdü<br />

evlasıyla caiz olduğu anlaşılacaktır. Ancak şunu unutmamak lazım:<br />

Asıl olan imamlığın vahdetidir; taaddüt sadece zarurettir, zaruret de<br />

sadece zorunlu olduğu miktarda mubah kılar.<br />

4. Müslümanların Devletle İlişkisi Nedir:<br />

Kadı Ebu Ya’la rahimehullah şöyle diyor: “Eğer imam ümmetin haklarını<br />

yerine getirirse kendisi için ümmetin üzerinde iki hak vacip<br />

olur: Onun tarafından onun imamlığını bozacak bir şey bulunmadığı<br />

sürece ümmetin ona itaat etmesi ve yardım edip desteklemesi.” 129<br />

128 Es-Seylu'l-Cerar, cüz 4/sayfa 512. (Daru'l-kutubi'l-ilmiyye, birinci baskı)<br />

129 El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu Ya’la, sayfa 28. (Daru’l-kutubi’l-ilmiyye baskısı h.1421)


َ ف<br />

<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 79<br />

İmamın birinci hakkı: İtaat.<br />

İmama itaat etmek İslam birliğinin varlığı ve bekası için en<br />

önemli sebeplerdendir. Bunun için emir sahibine itaat etmek birçok<br />

nassla emredilmiştir. Bu nasslardan sadece iki tanesi <strong>Allah</strong> Azze<br />

ve Celle’nin “Ey iman edenler, <strong>Allah</strong>’a itaat edin ve Rasûle itaat edin<br />

ve sizden olan emir sahiplerine de” 130 kavlidir ve Salim bin Abdillah<br />

bin Ömer radıyallahu anhum’un babasından, onun da Rasûlullah sallallahu<br />

aleyhi vesellem’den naklettiği hadistir: “Benim, <strong>Allah</strong>’ın sizlere gönderdiği<br />

elçisi olduğumu bilmez misiniz? Dediler ki: “Pekâlâ evet, senin<br />

<strong>Allah</strong>’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ederiz. O sallallahu aleyhi vesellem şöyle<br />

buyurdu: “Bana itaat edenin <strong>Allah</strong>’a itaat etmiş olduğunu ve bana<br />

itaatin O’na itaatten olduğunu bilmez misiniz?” Dediler ki: “Evet,<br />

sana itaat edenin <strong>Allah</strong>’a itaat etmiş olduğuna ve <strong>Allah</strong>’a itaatin sana<br />

itaat etmenin olduğuna şahitlik ederiz.” O sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:<br />

“O halde bana itaat etmeniz muhakkak <strong>Allah</strong>’a itaattendir.<br />

Emir sahiplerinize itaat etmeniz bana itaat etmenizdir. Emir sahiplerinize<br />

itaat edin. Onlar oturarak namaz kılarlarsa siz de oturarak<br />

namaz kılın.” 131<br />

Ve nakledildiğine göre Ömer radıyallahu anhu şöyle demiştir: “Cemaatsiz<br />

İslam olmaz... Ve emirsiz cemaat olmaz... Ve itaatsiz de emirlik<br />

olmaz”.<br />

Lakin bu itaat emri elbette mutlak değildir, bilakis sadece<br />

-ma’ruftadır:<br />

<strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ kadınların bey’atı ayetinde isyan nehyini<br />

mutlak değil ma’ruf olanda emre isyan etmek ile takyit etmiştir.<br />

َ وَ‏ ل “Ma’ruf olanda sana karşı gelmezlerse”<br />

132 . Zira masiyette itaat yoktur. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle<br />

يَعْ‏ صِ‏ ينَ‏ ك<br />

ِ ي مَ‏ عْ‏ رُ‏ وفٍ‏<br />

130 En-Nisa, 59<br />

131 Müsned-u Ahmed, 5679. hadis, Sahih-u İbn-i Hibban, 2109. hadis, Müsnedüu Ebi Ya’la, 5450.<br />

hadis. El-Heysemi ve es-Suyuti “ricali sikadır” derler. Şuayb el-Arnavuti “isnadı sahih, ricali<br />

sikadır” der.<br />

132 el-Mumtehine 12


80<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

buyurmuştur: “Masiyet ile emrolunmadıkça müslümana hoşlandığı<br />

ve hoşlanmadığı şeylerde işitip itaat etmek vaciptir. Fakat masiyet<br />

ile emredildiğinde işitmek de yoktur itaat de yoktur.” 133<br />

- ve ammenin maslahatına muhalif değilse:<br />

İmam İbn-i Cerir et-Taberi rahimehullah “<strong>Allah</strong>’a itaat edin ve Rasûlü’ne<br />

itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de” ayet-i kerimesindeki<br />

emir sahiplerden kast olunanın âlimler ve sultanlar olduğunu<br />

açıklarken şöyle der: “... Ve vacipliği hususunda hüccet kaim<br />

olmamış bir şeyde hiç kimseye itaat vacip değildir, <strong>Allah</strong>’ın kullarına<br />

halkın geneli için bir maslahatın bulunduğu bir şeyi halka emrettikleri<br />

durumda itaat etmeleri ile emrettiği imamlar müstesna. Böyle<br />

bir durumda (halkın geneli için bir maslahatın söz konusu olduğu<br />

emirlerde) ve <strong>Allah</strong>’a karşı masiyet olmayan her şeyde halkın itaat<br />

etmesi vaciptir.” 134<br />

İmamın ikinci hakkı: Nusret.<br />

Daha önce geçtiği gibi, imam dinin hamisidir ve meşruiyetini<br />

tevelli ettiği gayeden alır ki, o da bilumum Kur’an ve Sünneti ve bilhusus<br />

raiyyenin dinî ve dünyevî maslahatlarını korumaktır. İmamlık<br />

makamı bu ulvi gayeyi koruduğu sürece elbette raiyyeye vacip olan<br />

imama sadık kalmak, onu desteklemek, korumak, güçlendirmek ve<br />

egemenliğini artırmaktır. Onun itibarına zarar verecek, otoritesini<br />

zedeleyecek ve gücünü zayıflatacak sözlü veya fiilî girişimlerde bulunmak<br />

caiz değildir. Bu, yalnız imamlığı tevelli etmiş şahsa değil,<br />

<strong>Allah</strong> ve Rasûlü’ne ihanet etmek olur. Ebu Bekre radıyallahu anhu’nun rivayet<br />

ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Kim <strong>Allah</strong>’ın yeryüzündeki<br />

sultanına hürmet eder ve yüceltirse <strong>Allah</strong> da onu kıyamet<br />

günü yüceltir. Ve kim <strong>Allah</strong>’ın yeryüzündeki sultanını küçümser<br />

ve aşağılarsa <strong>Allah</strong> da onu kıyamet günü aşağılar.” 135 der. Zira İslam<br />

ve müslümanların gücü, temkini ve izzeti imamda muşahhastır.<br />

133 Sahihu'l-Buhari, 7144. hadis<br />

134 Camiu’l-beyani fi tevili’l-Kur’an, en-Nisa, 59. ayetin tefsiri. (Muessesetu’r-risale, birinci baskı<br />

h.1420)<br />

135 Müsned-u Ahmed, 20433. hadis. (Muessesetu-Kurtuba baskısı)


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 81<br />

Bunun için Sehl bin Abdillah rahimehullah “İnsanlar sultanı ve âlimleri<br />

tazim ettikleri daim hayır üzere kalırlar. Bu ikisini tazim ederlerse<br />

<strong>Allah</strong> onların dünya ve ahiretlerini düzeltir” demiştir. 136 Ve İmam<br />

İbn-i Teymiyye rahimehullah “Bunun için “Sultan yeryüzünde <strong>Allah</strong>’ın<br />

gölgesidir” 137 sözü rivayet edilmiştir ve “Altmış sene günahkâr imamın<br />

altında yaşamak bir gece sultansız kalmaktan daha iyidir” denilmiştir.<br />

Bu sözlerin doğruluğu tecrübeyle sabittir. Bunun için Fudayl<br />

bin İyad ve Ahmed bin Hanbel ve seleften başkaları şöyle derlerdi:<br />

“Eğer icabeti kesin bir duamız olsaydı onunla sultan için dua ederdik…”<br />

der. 138<br />

Lakin idarenin gayesi Kur’an ve Sünneti arza hâkim kılmak değil<br />

de dünyevî bir saltanat kurmak ise idarenin asıl gayeden sapıklığına<br />

göre halkın itaati ve desteği değişir. Zamanımızda hortlamış laik, demokrat<br />

ve liberal islamistlerin 139 idaresine itaat etmek ve onları desteklemek<br />

asla caiz değildir. Bilakis bu tür tağuti idarelerin inkârı ve<br />

izalesi vaciptir. Ama asıl gayeyi terk etmemekle beraber fıskın veya<br />

zulmün de karıştığı idareler âmmenin maslahatına göre değerlendirilir.<br />

Genel maslahat söz konusu olan bir idarenin varlığı yönünde<br />

ağır gelirse, maslahatı koruyacak derecede ve miktarda itaat etmek<br />

ve desteklemek doğru olur; lakin fasık veya zalim idarenin mefsedeti<br />

ağır basarsa seleften birçoğu elini itaatten çekmiştir ve idareye karşı<br />

kıyam etmiştir. Bu daha önce de geçmişti.<br />

Bu bağlamda özellikle bir hususa değinmek istiyorum. O da<br />

şudur: Şeriatı tenfiz eden, Müslümanların bütünlüğünü ve dinî ve<br />

dünyevî maslahatlarını koruyan imamın varlığı o kadar önemlidir<br />

ki, ehli sünnet âlimleri zorla imamlığa geçenin imamlığını dahi geçerli<br />

kabul etmişlerdir ve ona itaat etmeyi ve onu desteklemeyi vacip<br />

görmüşlerdir. Zorla da olsa güç sahibi ve siyadete mütemekkin olan<br />

ve imamlığını ilan edene karşı gelmeyi caiz görmemişlerdir. Zira<br />

136 El-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, en-Nisa, 59. ayetin tefsiri. (Dar-u Alemi’l-kutub baskısı, h.1423)<br />

137 “Sultanı olmayan bir beldeye uğradığında ona girme, zira sultan <strong>Allah</strong>’ın yeryüzünde gölgesi<br />

ve mızrağıdır.” El-Camiu’s-sağir. 857. hadis.(Daru’l-Fikr baskısı)<br />

138 Mecmuatu’l Fetava, cüz 28/sayfa 216. (Daru’l-Vefa, birinci baskı h.1418)<br />

139 Bunlara misal olarak Türkiye’de Ak parti, Gülen hareketini, Mısır’da İhvanu’l Müslimin<br />

hareketini, Tunis’de Nahza partisini, Filistin’de Hamas’ı verebiliriz.


82<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

kıyamdan ötürü çıkacak olan fitnenin sebep olacağı mefsedet, zorla<br />

imam olmuş olanın siyadetini kabul edip boyun eğmekten çok daha<br />

büyük olacaktır. Zira zorla imamlığa gelmiş olsa da asıl gayeyi, yani<br />

<strong>Allah</strong>’ın emir ve nehiyleri ile hükmetmek ve Müslümanların tevhid<br />

ve şeriat için ve üzere beraberliğini korumayı sağlayacaktır. Yani dinde<br />

idarenin varlık sebebi olan ve meşruiyetini kazandıran asıl gaye<br />

yerine gelmiş olacak. Lakin kıyam halinde yönetim ve halk bir kaos<br />

ortamına girecek, istikrarsızlık hakim olacak, dine saldırmaya fırsat<br />

bekleyenler hareket alanı bulacaklar, haklar korunmayacak, zulüm<br />

artacak ve çok kan akacak. Bu ise ne dinin maslahatına ne de halkın<br />

maslahatına olmayacak. Şu halde mücerret olarak muhtemel olan bir<br />

fitneyi engellemek dahi zorla, yani beldenin ihtiyar ehline danışılmadan<br />

ve onlar tarafından tayin edilmeyen bir imamın imamlığını<br />

geçerli kılmak için yeterli bir sebep iken, aslen bir imamın bulunmadığı<br />

ve kâfirler tarafından işgal edilmiş bir İslam beldesinde<br />

ümmetin topyekûn iftihar ettiği bir cihadı eden, ümmetin Rabbani<br />

âlimlerin ve salih emirlerin ilmî ve dinî ehliyetini tezkiye ettikleri,<br />

senelerce dinî istikametini ispat etmiş ve başarıyla kendi beldesindeki<br />

müslümanlara Kur’an ve Sünnet ile imam olmuş, dinî ve dünyevî<br />

maslahatlarını korumuş, zalimlerden mazlumların hakkını almış ve<br />

şeriatın infazında taviz vermemiş birisi gelir de bir beldenin ihtiyar<br />

ehline danışmadan, yani onların bey’atını almadan, yani bu manada<br />

zorla imamlığını ilan ederse sünnet ehlinin böyle bir duruma evlasıyla<br />

sadece tek bir cevabı olabilir: İtaat etmek ve desteklemek.<br />

* * *


HATIME


84<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

Bu mütevazı risalede cihadın bazı gayelerini gücüm nispetinde<br />

izah etmeye çalıştım. Muhakkak cihadın bu risalede zikri geçmeyen<br />

başka bazı gayeleri de vardır; lakin bahsettiğim üç gaye –Tevhidin<br />

umumen ve bil husus Hâkimiyet tevhidinin hâkim kılınması,<br />

ümmetin vahdetinin ikamesi ve himayesi ve İslam Devleti’nin<br />

ikamesi- kanaatimce tüm gayelerin analarıdır. Tüm diğer gayeler<br />

bu gayelere tabiidir ve teferruatıdır. Ancak daha önce geçtiği gibi<br />

bu gayelerin içinde sonuncusu –İslam Devleti– zatında değil, vasıta<br />

olarak gayedir. Zira insanın asıl varlık gayesi yalnız <strong>Allah</strong> Azze ve<br />

Celle’ye topluca kulluk etmeleri ve O’ndan gayrisi için kulluğu inkâr<br />

etmeleridir. Kullukların en azimlerinden biri olan cihadın da gayesi<br />

elbette budur. Lakin bununla beraber cihadın bil husus gayesi İslam<br />

şeriatını yeryüzüne hâkim kılmaktır. Bunun için temkin ve devlet<br />

zorunludur. Ayrıca ümmetin vahdetini sağlayabilmek için idarede<br />

vahdetin zorunluluğu da aklen ve naklen sabittir. Binaenaleyh İslam<br />

Devleti’nin ikamesi, zatında olmasa da vasıta olarak ana gayelerden<br />

birisi olmak zorundadır.<br />

Bu bağlamda risaleye iki önemli hususa değinerek son vermek<br />

istiyorum:<br />

Birinci husus: Müslümanlar umumen ve özellikle cihad ehli, İslam<br />

Devleti’nin ikamesi için manevî ve maddî bütün güçlerini, sabırlarını<br />

ve tahammüllerini hazır etmelidirler. Maddî ve manevî<br />

gücün hazır edilmesi vazıhtır. Sabır ve tahammülün hazır edilmesine<br />

gelince, bu da zorunludur; çünkü kaim olan İslam Devleti her<br />

birimizin rızasına uygun olmayabilir. Muhakkak müslümanlar farklı


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 85<br />

görüşlere ve menheclere sahiptirler. Bunda her ne kadar ilahî rızanın<br />

olmadığını yakinen bilsek de vakıa böyledir. Muhakkak gaye Nebevî<br />

hilafetin ikamesi olmalı, bu cihette cuhd etmeli, lakin teşekkül eden<br />

devletin menheci hadis ehli olmadığı takdirde müslüman olup, İslam<br />

şeriatiyle hükmeder ve âmmenin maslahatını korursa dinin<br />

ve âmmenin maslahatını gözeterek ma’rufta itaatten ve nusretten<br />

çıkmama yönünde sabır ve tahammülü hazır etmek lazımdır. İdarî<br />

makamlardan sadır olan kusurlara sabretmek ve varsa masiyetlerini<br />

hikmet ile inkâr etmek ve nasihat etmek lazımdır. Aynısı bundan<br />

daha hafif bir durum olan, menhecî ihtilafların olmadığı fakat siyasi<br />

ihtilafların var olduğu haller için de geçerlidir. Gaye İslam şeriatının<br />

hâkim olmasıdır. Şayet meşru idare şer’î ahkâmın tenfizinde kusurlu<br />

davranıyorsa veya bizim izlediğimiz muamelat siyasetine göre kusurlu<br />

davranıyorsa, kusurların hallini kötülemek ve teberri etmekte<br />

değil, bilakis hakkı hak sahibine vermekte ve din kardeşine yakışır<br />

şekilde dost olup nasihat ve ıslah etmekte görmelidir.<br />

İkinci önemli hususa gelince, gayenin izafeti ya fiile olur veya<br />

mef ’ule olur. Bizim konumuzda bu şu demektir:<br />

1. Bilfiil cihad etmenin gayesi.<br />

2. Cihad etmekten hâsıl olanın gayesi.<br />

Birincisine; <strong>Allah</strong> Subhanehu ve Teâlâ’nın emrine itaat etmek, O’nun<br />

rızasını aramak, O’na yakın olmak, Rasûlü’nün sallallahu aleyhi vesellem<br />

ve bu ümmetin hidayet imamlarının sünnetine uymak, O’nun düşmanlarına<br />

karşı savaşmak, kanlarını akıtmak ve mallarını ganimet<br />

almak, O’nun yolunda şehit olmak, cihad ve şehadet için va’d edilmiş<br />

faziletlere ve mükâfatlara nail olmak gibi gayeleri misal verebiliriz.<br />

Bunların hepsi ferdin cihad eyleminde edindiği gayeler olabilir ve<br />

bu gayelere cihad eylemine girişmesiyle ulaşabilir. Muhakkak gayeye<br />

isabet etmesiyle kendisi için bir fayda hâsıl olacaktır. Lakin cihadın<br />

teşrî kılınmış olmasına neden olan müntehasına ne kadar ulaşmıştır?<br />

“Fitne kalkıncaya ve din yalnız <strong>Allah</strong>’ın oluncaya kadar onlarla


86<br />

Tarık Ebu Abdullah<br />

savaşın” 140 buyruğuna ne kadar hizmet etmiştir? Maalesef cihad ehlinin<br />

ekserisi, cihadın zatında faydasıyla iktifa edip müntehasında<br />

faydayı ihmal etmektedir, yani gayesinin faydasını ihmal etmektedir.<br />

<strong>Cihadın</strong> mahsulü İslam Devleti’dir… Ve İslam Devleti’nin faydası, İslam<br />

şeriatının yeryüzünü adalet ile doldurması ve zalimler ve zulmü<br />

yok etmesidir. Bu faydanın tahakkuku için ise müslümanların söz<br />

sahibi olmaları, temkin ve devlet sahibi olmaları şarttır. Bunun için<br />

cihad ehli sadece ferdî faydayla yetinmeyip, gözlerini ve kalplerini<br />

devletin ikamesi için ihtiyaç duyulan amellere açmalıdırlar. Muhakkak<br />

cihaddan ilk derecede anlaşılan kıtaldir. Biz bunu tartışmıyoruz.<br />

Lakin İslam’ı zafere ve devlete götüren sadece kıtal değildir; bilakis<br />

kıtal ile beraber ilimdir ve maldır. İlmin ihmali, zulmü ve malın<br />

ihmali, zaafı getirir. İkisi de (zulüm ve zaaf) aslen kıtalın gayesine<br />

terstir. Bu halde kıtalın ne manası kaldı? Müntehasına ulaşmayan<br />

hareket batıldır. Çünkü neticesi, hâsılatı, faydası yoktur. Müntehasına<br />

ulaşmaktan engelleyen şer’î bir mani varsa müstesna. Lakin yoksa<br />

hareketin varlığı ve yokluğu eşittir. Bunun için bu ümmetin erleri<br />

kendilerini sadece savaş meydanlarında değil; medreselerde, ilim<br />

meclislerinde, tefekkür ve terakki halkalarında, davet gruplarında,<br />

ilam birimlerinde, modern bilim atölyelerinde, finans birimlerinde<br />

ve sağlık hizmetinde de ispat etmelidirler.<br />

Şunu unutmamalıyız: Bu savaş hak ve batıl arasında, İslam ve küfür<br />

arasında bir savaştır. Bu savaş dün başlamadı, yarın da bitmeyecek.<br />

Bu savaş, en büyük düşmanımız İblis aleyhillane’nin Rabbimiz<br />

ve her şeyin Rabbi, sahibimiz olan yüce <strong>Allah</strong>’a asi olduğu gün başladı<br />

ve <strong>Allah</strong> Celle ve Â’la’nın murad ettiği güne kadar devam edecektir.<br />

Zaferin vakti ne zaman gelecek… Kum saati ne zaman boşalacak?<br />

Bunu bilemeyiz… Ama boşalacak… Nihayetinde hak daima muzaffer<br />

olacak… Bizle veya bizsiz… Sen müntehasına yükselen kum tanelerinden<br />

birisi misin?... Sen buna bak!<br />

140 El-Bakara 193


<strong>Allah</strong> <strong>Yolunda</strong> <strong>Cihadın</strong> <strong>Gayesi</strong> 87<br />

“De ki: “Hiçbir zaman bize <strong>Allah</strong>’ın bizim için takdir ettiğinden başkası<br />

dokunmaz. O bizim Mevla’mızdır. Mü’minler yalnızca <strong>Allah</strong>’a tevekkül<br />

etsinler.” De ki: “Siz bizde iki güzelliğin (zafer veya şehitliğin) birinden<br />

başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size <strong>Allah</strong>’ın kendi katından veya bizim<br />

elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, biz de<br />

sizinle beraber gözetmekteyiz.” 141<br />

<strong>Allah</strong>’a hamd olsun ve salât ve selam <strong>Allah</strong>’ın Rasûlü ve Halil’i<br />

Muhammed’e ve ehli beytine ve ashabına olsun.<br />

141 Et-Tevbe, 51-52

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!