02.04.2017 Views

İnovatif Kimya Dergisi Sayı 44

İnovatif Kimya Dergisi Sayı 44

İnovatif Kimya Dergisi Sayı 44

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>Kimya</strong><br />

<strong>Dergisi</strong><br />

İNOVATİF<br />

<strong>Kimya</strong> <strong>Dergisi</strong><br />

YIL:5 SAYI:<strong>44</strong> MART 2017<br />

NANOFİBER<br />

ÜRETİM<br />

TEKNİĞİ<br />

HAVAN İLAÇ ve KİMYA ŞİRKETİ GENEL MÜDÜRÜ<br />

M. TAMER GELEN BEY İLE RÖPORTAJ


KURALLARIMIZ<br />

1. <strong>İnovatif</strong> <strong>Kimya</strong> <strong>Dergisi</strong> yazılarını herhangi bir<br />

makalenizde veya yazınızda kullanmak için yazısını<br />

aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış<br />

olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak<br />

belirtmek durumundasınız.<br />

2. Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci<br />

derece yazara aittir. Bu konu hakkında bir sorun<br />

yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız.<br />

3. Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza<br />

gelebilecek felaketlerden ya da işlerden dergi<br />

sorumlu değildir.<br />

4. Dergide yazarların kullanmış olduğu resimlerde,<br />

yazılarda kesinlikle kaynak belirtilmek zorundadır.<br />

Aksi durum olduğu zaman bunu yazarın kendisine<br />

ulaşarak sormalısınız. Çünkü bize yazı gönderen<br />

yazarlarımızdan ricamız telif haklarına riayet<br />

ederek fotoğrafları dökümanlarına eklemeleri.<br />

Buradan çıkacak problemlerden doğrudan yazarlar<br />

sorumludur. Dergi sorumlu değildir.<br />

5. Dergide benim de yazım olsun diyen yazarlarımız<br />

var ise yazılarınız için Yavuz Selim KART ile<br />

konuşabilirsiniz. Dergi ile iletişim kurmak için ise<br />

iletisim@inovatifkimyadergisi.com adresine<br />

mail atabilirsiniz.<br />

6. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları<br />

info@inovatifkimyadergisi.com mail adresine<br />

göndermelisiniz. Bu mail adresine gönderdiğiniz<br />

yazılarda bir eksiklik var ise editör tarafından<br />

incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri<br />

dönüş yapılacaktır. Düzeltmeniz için tavsiyelerde<br />

bulunulacaktır. Lütfen geri dönüş yapılınca bunu<br />

kendinizi küçümsemek olarak görmeyin. Amaç<br />

daha güzel bir yazı ve daha güzel bir dergi.<br />

7. Tarafımıza çok yazı gelmediği takdirde her yazıyı<br />

yayımlamaya gayret edeceğiz lakin başkalarının<br />

yazılarını kendi yazmış gibi gönderenler, kaynaksız<br />

yazı gönderenler, çok kısa yazı göndenlerin<br />

yazılarını maalesef yayımlamayacağız.<br />

8. Dergide dini ve siyasi içerikli yazılar yayımlanmaz.<br />

Herhangi bir dini grubu temsil eden ya da herhangi<br />

bir siyasi grubu temsil eden söz ve kelimeler<br />

yazınızda olursa dergi o kısımları değiştirmeniz<br />

konusunda sizi uyarır. Değiştirmezseniz dergi<br />

yayımlamama hakkını ya da yazının o kısmını<br />

değiştirme hakkını elinde tutar. Bu konuda son söz<br />

dergi yöneticisine aittir.<br />

9. Bu dergide kimya ilmi üzerine okuyan, kimya<br />

ilmine meraklı, kimya ilmi ile ilgili araştırma<br />

yapmayı seven herkes yazabilir.<br />

10. Dergi ekibimiz gönüllü kişilerden oluşmuştur.<br />

Bu dergi ilk kurulduğu zamandan beri böyledir.<br />

Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş<br />

sayılır. Gelen kişilere en başta bu kural söylenir.<br />

Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran,<br />

huzur bozan, dergi yöneticisini dinlemeyen kişiler<br />

ekipten çıkarılır.<br />

11. Dergi tasarım ve yönetiminden sorumlu kişi<br />

buraya ek maddeler koyup değiştirme yetkisine<br />

sahiptir.<br />

12. Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları<br />

kabul etmiş sayılırlar.<br />

SOSYAL MEDYA<br />

http://www.inovatifkimyadergisi.com<br />

https://www.facebook.com/Inovatif<strong>Kimya</strong><strong>Dergisi</strong><br />

https://twitter.com/Inovatif<strong>Kimya</strong><br />

https://instagram.com/inovatifkimyadergisi<br />

http://inovatifkimyadergisi-blog.blogspot.com.tr<br />

https://www.youtube.com/channel/UCmIkYbQtd8LtCP6GVL0tVGQ<br />

https://plus.google.com/+Inovatifkimyadergisi<br />

https://www.linkedin.com/profile/view?id=AAIAABHWzAYBk8n_O2Xp0LJgn9bB-aLM6w0-3pw


Ekibimiz<br />

YAVUZ SELİM KART<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

KURUCU-YÖNETİCİ<br />

PELİN TANTOĞLU<br />

KİMYAGER<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

EBRU APAYDIN<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

TUĞBA NUR AKBABA<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

GÜLŞAH TİRENG<br />

KİMYA TEKNİKERİ<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

PEMBE ÖZÇAKMAK<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

ZEHRA ORUÇ<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

BURÇİN AKSARAY<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

DERYA İNCELİ<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

TARIK BERCAN SARI<br />

KİMYA VE BİYOLOJİ MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

ÖZLEM ÖZDEN<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

HATİLE MOUMİNTSA<br />

KİMYA<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

GİZEM AYVERDİ<br />

KİMYAGER<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

ASLIHAN YILDIZ<br />

KİMYA TEKNİKERİ<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

BEGÜM MENEVŞE<br />

KİMYAGER<br />

INSTAGRAM EDİTÖRÜ<br />

CANAN KULA<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

ELİF TUNA<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

AYŞENUR YAPRAK<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

DAMLA ÖZTÜRK<br />

KİMYAGER<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

DİLEK İNSEL<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

NİLAY ÇABUK<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

ÖZNUR ÇALIŞKAN<br />

KİMYA VE SÜREÇ MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

SİZ DE EKİBİMİZE KATILIN


Ekibimiz<br />

AHMET ÜĞE<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

CANAN AYVAT<br />

BİYOLOG<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

ECE ÖZTEN<br />

KİMYAGER<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

ESRA BARUT<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

KARDEN KANIKLI<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

MERVE ÇÖPLÜ<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

RÜYA ATLIBATUR<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

SÜREYYA HELİN AKTURAN<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

SİNAN YENER<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

DAMLA TURA<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

EFRAİM KAPLAN<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

FATMA GÖKÇE AKİKOL<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

KÜBRA KAYA<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

ORHUN KARAKUŞ<br />

BİYOLOG<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

SILA SÖZMEN<br />

KİMYAGER<br />

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ<br />

ORHUN SÜNER<br />

KİMYAGER<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

ÖZGENUR GERİDÖNMEZ<br />

ECZACI<br />

FACEBOOK EDİTÖRÜ<br />

SİZ DE EKİBİMİZE KATILIN


EDİTÖRDEN<br />

<strong>44</strong>. <strong>Sayı</strong>dan Herkese Merhaba,<br />

Öncelikle bize olan ilgi ve alakanız için çok teşekkür ediyoruz.<br />

Bu ay e-dergimizde birbirinden ilginç konular yer almakta ayrıca<br />

Havan İlaç ve <strong>Kimya</strong> A.Ş. Genel Müdürü M. Tamer Gelen Beyle ilgi<br />

çekici bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine bu güzel röportaj<br />

için çok teşekkür ediyoruz.<br />

Bize her zaman kimya sektörü ya da kimya ile ilgili bir konuda<br />

yazıp gönderebilirsiniz.<br />

İyi okumalar dileriz<br />

YAVUZ SELİM KART


REKLAM<br />

İÇİN<br />

iletisim@inovatifkimyadergisi.com<br />

BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE<br />

ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE<br />

REKLAM VERİN<br />

BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN


İÇİNDEKİLER<br />

FOSFORLU ÇUBUKLARIN<br />

9<br />

BİLİMİ<br />

SOYA YAĞINDAN KARBON<br />

11<br />

GRAFEN ÜRETİLDİ<br />

YERLİ İLAÇ SANAYİSİNDE<br />

12<br />

KAPASİTE YATIRIMI<br />

ORGANOMETALİK KİMYA 13<br />

ENERJİ DEPOLAMA<br />

TEKNOLOJİSİNDEKİ BİR SONRAKİ<br />

16<br />

İLERLEME KARANLIKTA PARLAYAN<br />

BOYA OLABİLİR Mİ?<br />

YERLİ İLAÇ İÇİN HER ŞEY HAZIR! 18<br />

PLASTİKLERİN NUMARALANDIRILMASI 20<br />

ÇİN’İN ‘YAPAY GÜNEŞ’İ 102 SANİYE<br />

22<br />

BOYUNCA ISI YAYDI<br />

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, KİMYA<br />

23<br />

ALANINDA 2 YENİ PATENT ALDI<br />

ŞARJ EDİLEBİLEN BATARYALAR<br />

24<br />

(İKİNCİL BATARYALAR )’IN TARİHİ<br />

CANLI HÜCRELERİN İÇİ, YENİ BİR<br />

26<br />

ULTRASON TEKNİĞİ İLE İLK KEZ<br />

GÖRÜNTÜLENDİ<br />

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ KİMYA<br />

BÖLÜMÜ BAŞKANI PROF. DR.<br />

27<br />

HÜSEYİN KARACA: DÜNYANIN<br />

YAKLAŞIK 45 YILLIK BİR PETROL<br />

REZERVİ KALDI<br />

NANOFİBER ÜRETİM TEKNİĞİ<br />

29<br />

ELECTROSPINNING<br />

DENİZ SUYUNDAKİ ATIKLAR<br />

KALKERLİ TORTU İÇİNDE TUTULACAK<br />

32<br />

BAKTERİLER HAVAMIZI<br />

34<br />

TEMİZLEYECEK<br />

AYIN RÖPORTAJI 35<br />

GIDA KATKI MADDELERİ<br />

40<br />

(EMÜLGATÖRLER)<br />

DÜŞÜK OKSİJEN DÜZEYİ, DÜNYA’NIN<br />

EVRİMİNİ 2 MİLYAR YIL GECİKTİRDİ! <strong>44</strong>


İÇİNDEKİLER<br />

KİMYA SEKTÖRÜ 2017’YE HIZLI 45<br />

BAŞLADI<br />

SAÇ ŞEKİLLENDİRMENİN KİMYASI 47<br />

POLİMERİN PROTEİN İLACININ<br />

49<br />

STABİLİTESİNİ GELİŞTİRDİĞİ<br />

BELİRLENDİ<br />

LASTİK SEKTÖRÜNE 3. HAVALİMANI<br />

DOPİNGİ<br />

51<br />

RADİKAL- ANTİOKSİDAN İLİŞKİSİ 53<br />

SIFIR ENERJİ KULLANARA<br />

KOBJELERİ SERİN TUTAN 55<br />

MALZEME GELİŞTİRİLDİ<br />

ÇİMENTO İHRACATINDA İLK SIRADA<br />

SURİYE VAR<br />

56<br />

İLAÇ GELİŞTİRME İÇİN BİYOLOG VE<br />

58<br />

KİMYAGERLER<br />

MÜHENDİSLER BETON<br />

YAPILARIN GÜÇLENDİRİLMESİ İÇİN<br />

60<br />

FİBERLE GÜÇLENDİRİLMİŞ<br />

POLİMER KULLANACAK<br />

KİMYA SEKTÖRÜNÜN YOKSULLUKLA<br />

62<br />

MÜCADELESİ PROJESİ<br />

BİR KİMYAGERİN TEHLİKELİ MADDE<br />

GÜVENLİK DANIŞMANI (TMGD) 64<br />

OLMASI İÇİN HAKLI SEBEPLERİ<br />

NELERDİR?<br />

GÜNEŞ ENERJİSİNİ KULLANARAK<br />

ÇOK YÜKSEK VERİMLE ÇALIŞAN 66<br />

BİR SU ARITICISI GELİŞTİRDİLER!<br />

DOPAMİN DÜZEYİ ARTTIRILARAK<br />

AŞKIN ÖMRÜ UZATILABİLİR 68<br />

İNSANLIK İÇİN BİR ÖLÜM TEHLİKESİ<br />

DAHA ALÜMİNYUM<br />

70<br />

BİLİM İNSANLARI, İLK KEZ “İMKANSIZ<br />

MOLEKÜL” OLARAK BİLİNEN<br />

‘TRIANGULENE MOLEKÜLÜNÜ’ 73<br />

LABORATUVARDA ÜRETTİ<br />

TÜRKİYE’DE KAYA GAZI ADI ALTINDA<br />

DÜNYADA NADİR BULUNAN 76<br />

HELYUM-3 MÜ TOPLANIYOR?


ELÇİN SAYINSÖZ<br />

DOKTOR KİMYAGER<br />

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ<br />

ÇALIŞAN<br />

sayinsoz2580@gmail.com<br />

FOSFORLU<br />

ÇUBUKLARIN BİLİMİ<br />

Çoğu kişinin partilerde kullandığı bir parti<br />

favorisi: fosforlu çubuklar. Ya bir doğum<br />

günü partisinde, ya tatil toplantılarında ya<br />

da evlenme törenlerinde fosforlu çubuklar kolay bir<br />

eğlencedir! Buna ek olarak, fosforlu çubuklar doğal<br />

felaketler gibi acil durumlarda hayat kurtarmaya<br />

yardımcı olurlar. Ayrıca kampçılar ve dalgıçlar da<br />

bu çubukları sıklıkla kullanırlar. Ben de bu plastik<br />

tüplerin nasıl çalıştığını merak ettim ve konu<br />

hakkında küçük bir araştırma yaptıktan sonra bu<br />

9<br />

bilgileri sizlerle de paylaşmak istedim.<br />

Eğer siz de bu çubuklara ne oluyor da böyle<br />

ışıldıyorlar diye merak ediyorsanız buyurun…<br />

Fosforlu bir çubuğu büktüğünüzde exergonic bir<br />

reaksiyon meydana gelir. Exergonic basit olarak<br />

“enerji salan” anlamına gelir.


Plastik tüpün içinde iki farklı bölme ve bu<br />

bölmelerin içinde de farklı kimyasallar vardır.<br />

Fosforlu çubuklarda genel olarak çözeltilerden biri<br />

difenil okzalat bileşiğidir. Bu bileşik ile birlikte rengi<br />

belirleyen boya kullanılmaktadır. İstenilen renge<br />

gore farklı farklı boyalar kullanılabilir. Diğer bir<br />

çözelti de iç tarafta olan ve ikinci bölmeyi oluşturan<br />

cam silindirin içinde bulunan hidrogen peroksit<br />

çözeltisidir. Cam silindir iki çözeltinin birbirinden<br />

ayrı durmasını sağlar ve birbirleri ile raksiyona<br />

girmelerini engeller. Fosforlu çubuğa kırma işlemi<br />

uygulandığında, cam silindir kırılır ve hidrojen<br />

peroksit ve difenil okzalat çözeltileri reaksiyona<br />

girer. Bu iki çözelti birbirine karışır ve foforlu ışık<br />

yayılmasını sağlayan reaksiyon da gerçekleşmiş olur.<br />

Bu reaksiyon sonucunda difenil okzalat bileşiği<br />

hidrogen peroksit tarafından yükseltgenir ve diğer<br />

ürünler ile birlikte kararsız olan1,2-diokzoetandion<br />

bileşiğini oluşturur. Çok fazla kararsız olan bu<br />

bileşik karbondioksit ve enerji açığa çıkarmak üzere<br />

bozunmaya hazırdır. Tam da bu noktada kullanılan<br />

boya molekülleri oyuna katılır ve reaksiyonda<br />

bizzat yer almasa da molekülde bulunan elektronlar<br />

1,2-dioxetanedion un bozunmasıyla açığa çıkan<br />

enerjiyi absorblayıp bir üst enerji düzeyine geçerler.<br />

Elektronlar yeniden baslangıçta bulundukları enerji<br />

seviyelerine (temel enerji seviyesi) dönerlerken sahip<br />

oldukları fazla enerjilerini kaybederler ve bu enerji<br />

kaybı ışık (foton) yayılımı halinde ortaya çıkar. Bu<br />

sürecin adı “chemiluminescence” dır.<br />

Açığa çıkan ışığın enerjisi boya molekülünün<br />

yapısına bağlıdır ve yapıdaki farklılıklar değişik<br />

renklerin elde edilmesini sağlar. Reaksiyon süresince<br />

boya moleküllerinin miktarı sabit kalırken hidrojen<br />

peroksit ve difenil okzalat yavaş yavaş azalır. Bu iki<br />

molekülden biri tükendiğinde de reaksiyon sona erer<br />

ve artık çubuktan ışık yayılmaz.<br />

Belki de farketmişsinizdir, fosforlu çubukların<br />

paketleri üzerinde çubukların kesilerek içindeki<br />

kimyasalların açığa çıkarılmaması gerektiği yazar.<br />

Bunun kimyasal bir nedeni vardır. Cam silindir<br />

içinde bulunan hidrojen peroksitin zararlı olmasının<br />

yanında, difenil okzalat ve hidrojen peroksit<br />

10<br />

arasında oluşan reaksiyon sonucunda yan ürün<br />

olarak küçük miktarda fenol açıga çıkmaktadır. Bu<br />

nedenle cilt ile temas ettiğinde iritasyon ve dermatit<br />

gibi istenmeyen etkiler ortaya çıkabilir.<br />

Son birşey daha söylemek gerekirse, birçok kimyasal<br />

proses gibi fosforlu çubukta oluşan reaksiyonlar da<br />

ısıdan etkilenebilirler. Düşük sıcaklık reaksiyonu<br />

yavaşlatırken yüksek sıcaklık ise reaksiyon hızını<br />

arttıacaktır. Işığın daha uzun sürede tükenmesini<br />

istiyorsanız çubuğu dondurucuda tutabilirsiniz.<br />

Keyifli günler dilerim herkese…


Haber<br />

Yabancı<br />

SOYA YAĞINDAN<br />

KARBON GRAFEN ÜRETİLDİ<br />

Avustralyalı bilim adamları, yemeklik soya yağını<br />

karbon grafen malzemeye dönüştürmeyi başardı.<br />

Avustralyalı bilim adamları, yemeklik soya yağını<br />

karbon grafen malzemeye dönüştürmeyi başardı.<br />

İngiliz Uluslar Topluluğu Bilimsel ve Endüstriyel<br />

Araştırma Örgütü (CSIRO) araştırmacıları, başta<br />

elektronik ve biyomedikal uygulamalar olmak üzere<br />

çok geniş bir sahada kullanım alanı olan tek atomlu<br />

bir karbon malzeme olan grafeni ucuz şekilde<br />

üretmenin bir yolunu buldu.<br />

grafen, çelikten 200 kat daha güçlü ve elektriği<br />

bakırdan daha iyi iletebiliyor. Karbon grafen, yüzde<br />

1 oranında plastiğe aktarıldığında malzemeyi iletken<br />

hale getiriyor.<br />

Grafen, 2004’te Manchester Üniversitesinde yapılan<br />

deneylerde icat edilmiş ve mucidi olan bilim<br />

adamlarına 2010 yılında fizik alanında Nobel Ödülü<br />

kazandırmıştı.<br />

Yeni yöntemde yemeklik soya yağını oda sıcaklığında<br />

temel karbon unsurlarına ayrışana kadar ısıtan bilim<br />

adamları, ayrıştırılan unsurları nikel folyo üzerinde<br />

ince bir film halinde soğutarak grafen bir zar üretti.<br />

Grafenin sanayide kullanılmasının önündeki<br />

en büyük engelin üretimindeki yüksek maliyeti<br />

olduğuna vurgu yapan araştırmanın başyazarı<br />

Dr Zhao Jun Han, bugüne dek grafenin patlayıcı<br />

gazların sıkıştırılması ve vakumlama gibi zahmetli<br />

süreçlerle üretilebildiği belirtti. Bunun 10 santimetre<br />

çapındaki grafen filmin birim maliyetini 750 dolara<br />

kadar çıkardığını kaydeden Dr. Han, yeni yönetim<br />

bunu belirgin şekilde düşüreceğinin altını çizdi.<br />

Araştırma, “Nature Communication” dergisinde<br />

yayımlandı.<br />

Esnek ve bükülebilir bir karbon malzeme olan<br />

11


Yerli<br />

Haber<br />

YERLİ İLAÇ SANAYİSİNDE<br />

KAPASİTE YATIRIMI<br />

Toksöz Grup bünyesindeki Arven İlaç, Türkiye’de<br />

Kırklareli’nde bulunan tesisinin üretim kapasitesini<br />

genişletti.<br />

Genişleyen üretim kapasitesi ile Arven, biyolojik<br />

ilaçları Türkiye ve çevresindeki pazarlara hızlı<br />

bir biçimde ihraç edecek. Arven, global kalite<br />

standartlarına ve düzenlemelere uyumluluk<br />

bakımından GE’nin FlexFactory çözümüyle Avrupa<br />

pazarlarına açılacak.<br />

Avrupa’nın yedinci büyük ilaç pazarı olan Türkiye,<br />

2023’e kadar ilaçlarının yerel üretimini yüzde 60’a<br />

çıkararak, sağlık sektörünü daha da büyütmeyi ve<br />

dönüştürmeyi planlıyor.<br />

Arven İlaç, Türkiye’deki üretim kapasitesini, esnek<br />

ve verimli biyolojik üretimi mümkün kılan, entegre<br />

ve tek kullanımlık teknoloji tabanlı GE FlexFactory<br />

platformuyla genişletmeyi seçti. Verimlilik<br />

konusunda elde edilen iyileştirmeler, Arven<br />

biyobenzer ilaç portföyünü destekleyecek.<br />

İrem Yenice anlaşma ile ilgili şu açıklamalarda<br />

bulundu: “Memeli hücrelerini baz alan biyolojik<br />

üretim için, tek kullanımlık sarf malzemelerinin<br />

kullanımına dayalı sistemleri devreye sokmaya<br />

karar vermeden önce, bir dizi farklı kriter<br />

üzerinden değerlendirmelerde bulunduk. Bunlar;<br />

sistemlerin esnekliğini, yerel organizasyon gücünü,<br />

teknik desteği, hızı ve işbirliğine dayanan çalışma<br />

yapısını kapsıyordu. GE Sağlık’ın standartları ve<br />

FlexFactory platformu bu anlamda ihtiyaçlarımızı<br />

karşıladı. Türkiye son dönemde biyoteknolojik<br />

ürünlerin hücreden bitmiş ürüne kadar tüm<br />

aşamaları ile yerel üretimine odaklanıyor. Bu<br />

nedenle, tek kullanımlık üretim teknolojilerinin<br />

devreye alınmasıyla birlikte sektörde benzer<br />

hedefleri olan şirketlerdeki iş fırsatlarının<br />

artacağına inanıyoruz.”<br />

Arven İlaç Biyoteknoloji ve Ar-Ge Direktörü,<br />

12


ENİS ÇOKO<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ<br />

MEZUN<br />

eniscoko@gmail.com<br />

ORGANOMETALİK<br />

İlk olarak en az bir metal-karbon bağı içeren<br />

bileşiklerin kimyası olarak tanımlanan<br />

organometalik kimya daha sonra bu tanıma<br />

fosfinler(M-PR 3<br />

),alkoksitler (M-OR) ve iminler<br />

(M-N=CR) de dahil edilerek son şeklini almıştır.<br />

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında disiplinlerarası<br />

yeni bir bilim dalı olarak ortaya çıkmış ve yüzyılın<br />

sonuna doğru çok hızlı bir gelişme göstermiştir.<br />

Organometalik <strong>Kimya</strong> yeni bir alan olmasına<br />

karşın , bilinen ilk organometalik bileşik iki yüzyıl<br />

kadar önce sentezlenmiştir. 1760 yılında arsenat<br />

tuzlarından görünmeyen mürekkep geliştirmeye<br />

çalışan Fransız <strong>Kimya</strong>cısı L. C. Cadet, son derece<br />

kötü kokulu bir sıvı elde etti. Daha sonra bu sıvının<br />

(CH 3<br />

) 2<br />

As-As(CH 3<br />

) 2<br />

formülündeki dikakodil<br />

(Eski Yunanca'da kötü kokulu anlamında) bileşiği<br />

olduğu anlaşıldı. Arsenik ile karbon atomu<br />

değerlik elektronlarını ortaklaşa kullanarak s bağı<br />

yapmaktadır. Benzer şekilde, element-karbon s bağı<br />

içeren çok sayıda alkilmetal bileşiği ondokuzuncu<br />

yüzyılın ikinci yarısında sentezlendi. Bunlar arasında<br />

Alman <strong>Kimya</strong>cısı E. Frankland tarafından 1849<br />

yılında sentezlenen Zn(C 2<br />

H 5<br />

) 2<br />

bileşiğini, tarihsel<br />

sıralamada ikinci konumda bulunması nedeniyle<br />

belirtmek gerekir. İlerleyen yıllarda diğer metallerin<br />

de benzer bileşikleri sentezlendi ve bir yandan bu<br />

bileşiklerin yapıları aydınlatılmaya çalışılırken, diğer<br />

yandan da bunların kullanılması üzerinde yoğun<br />

arayışlara girildi. Araştırmalar sonucunda alkilmetal<br />

bileşiklerinin çok geniş kullanım alanları bulundu.<br />

Özellikle organik bileşiklerin sentezinde alkilmetaller<br />

geniş ölçüde kullanım alanı bulmuştur. Bugün dahi<br />

yaygın şekilde kullanılanlara örnek olarak, Grignard<br />

bileşikleri (alkilmagnezyum halojenürler, R-Mg-X)<br />

verilebilir. Grignard bileşikleri susuz ortamda alkil<br />

KİMYA<br />

13<br />

halojenürün magnezyum ile tepkimesinden elde<br />

edilir. Bu bileşiklerin ilginç özelliklerinden biri,<br />

değişik maddelerle tepkimeye girerek yeni bileşikler<br />

oluşturmasıdır. Örneğin, su veya asitlerle tepkimeye<br />

girince alkan (doymuş hidrokarbon), havanın<br />

oksijeni ile alkol, aldehit ve ketonlar ile büyük<br />

alkoller oluşmaktadır.<br />

Organometalik kimya, 1970'lerin sonuna kadar<br />

hemen hemen yalnızca temel araştırmaların<br />

yapıldığı, her geçen yıl bilimsel makale sayısının<br />

hızla arttığı bir alandı. Daha çok yeni organometalik<br />

bileşik sentezleniyor ve bunların yapıları NMR<br />

(çekirdek manyetik rezonans) spektroskopisi<br />

ve X-ışınları kırınımı gibi yeni yöntemlerle<br />

aydınlatılmaya çalışılıyordu.


1970'lerin sonlarına doğru, organometalik<br />

bileşiklerin gerek organik sentezlerde ve gerekse<br />

olefinlerin hidrojenlenme, izomerleşme,<br />

polimerleşme gibi tepkimelerinde homojen katalizör<br />

olarak kullanılması yönündeki çalışmalar büyük<br />

bir ivme kazandı ve geliştirilen bazı katalizörler<br />

endüstriyel ölçekte kullanılmaya başladı. Burada en<br />

son geliştirilen katalizörü anlatmak yerinde olacaktır.<br />

Karbon monoksit ve etilen moleküllerinin düzenli<br />

bir şekilde kopolimerleşerek özellikleri son derece<br />

uygun bir polimer oluşturdukları birkaç yıl önce<br />

bulundu.<br />

Şekil 1. CO ve C 2<br />

H 4<br />

polimerleşme reaksiyonu<br />

Organometalik bileşiklerin biyolojik sistemlerdeki<br />

tepkimelerde de katalizör olarak etki ettiğinin<br />

anlaşılmasından sonra organometalik kimya yeni<br />

bir boyut daha kazandı. Bugün birçok enzimin<br />

etkinliğinin geçiş metal atomları üzerinden<br />

yürüdüğü bilinmektedir. Bir yandan biyolojik<br />

sistemlerdeki katalitik olayların anlaşılması için çok<br />

geniş kapsamlı araştırmalar yürütülürken, diğer<br />

yandan da bu tür katalitik tepkimelerin model olarak<br />

kullanılarak endüstriyel çapta üretimin yapılabilirliği<br />

üzerinde yoğun çalışmalar sürmektedir. İlk bilinen<br />

örnek, bitkiler tarafından havadaki azotun yararlı<br />

amin türevlerine (aminoasitler) normal koşullarda<br />

dönüştürülmesine karşılık, hidrojen ve azottan<br />

amonyak üretiminin çok zor koşullarda (yüksek<br />

sıcaklık ve yüksek basıç altında) gerçekleştirilebilir<br />

olmasıdır. Bilim adamları bitkilerde bulunan<br />

bazı geçiş metal komplekslerinin bu dönüşümü<br />

sağladığını bulunca, benzer kompleksleri kullanarak<br />

hücre dışında da azotu amonyağa dönüştürmeye<br />

çalışmaktadırlar.<br />

Resim 1. Havaya duyarlı organometalik bileşiklerin ve reaktiflerin taşınması için vakum hattı.<br />

14


1980'lerin sonuna doğru organometalik bileşikler<br />

kullanılarak çok değişik özelliklere sahip yeni<br />

malzemeler sentezlenmeye başlandı. Bugün yeni<br />

malzemeler geliştirilmesinde ve işlenmesinde<br />

organometalik kimya çok yaygın bir şekilde<br />

kullanılmaktadır. Organometalik kimya kullanılarak<br />

geliştirilen yeni malzemelere şu örnekler verilebilir:<br />

Yarı-iletken parçacıkların üretilmesi, anorganik<br />

membranların geliştirilmesi, metal karbür gibi<br />

seramik malzemelerin üretilmesi, nanoyapılar<br />

oluşturulması, ince film üretilmesi, silisyum bazlı<br />

malzemelerin geliştirilmesi, moleküler magnet<br />

üretilmesi gibi. Bunlar arasında biri, organometalik<br />

kimyadaki uzun yıllar boyu sağlanan bilgi<br />

birikiminden çok geniş ölçüde yararlanmaktadır. Bu,<br />

yarı-iletken parçacıkların üretilmesidir. Kristal tane<br />

büyüklüğünün bir, iki ve üç boyutta sınırlanması<br />

ile kuantum kuyuları, telleri ve noktaları denilen<br />

farklı optik ve elektronik özelliğe sahip yarı-iletken<br />

malzemelerin elde edilmesinde organometalik<br />

kimya bilgisinden geniş ölçüde yararlanılmaktadır.<br />

Örneğin, kuantum tellerinin veya noktalarının<br />

oluşturulması ancak organometalik bileşikler<br />

kullanılarak mümkün olabilmektedir. Yarıiletken<br />

malzemeyi oluşturan elementlerin uçucu<br />

organometalik bileşikleri, önceden hazırlanmış<br />

yuvalara konularak tepkimeye sokulur ve tepkime<br />

sonucunda yuvalarda yalnızca yarı-iletken malzeme<br />

kalır, diğer tepkime ürünleri gaz olarak uzaklaşır.<br />

Eğer bu yuvalar yeterince küçük yapılırsa, elde<br />

edilen yarı-iletken de o derece küçük boyutta olur.<br />

Bu amaçla kullanılan yuvaların küçük olduğu kadar,<br />

düzenli olması da gerekir. Bir yalıtkan malzemenin<br />

oluşturduğu küçük, fakat eş büyüklükteki düzenli<br />

yuvalarda üretilecek yarı-iletken parçacıklar<br />

kuantum noktaları olarak düşünülebilir. Moleküler<br />

boyutlarda düzenli gözenekli yapıya sahip<br />

zeolitler içerisine yerleştirilen metal karboniller<br />

ve diğer organometalik bileşikler, ısı veya ışığın<br />

etkisinde yine zeolitin gözenekleri içerisinde<br />

hapsedilmiş metal veya metal oksit kümeciklerine<br />

dönüştürülebilmektedir. Kuantum noktaları olarak<br />

nitelendirilebilecek düzenli bir dağılıma sahip bu<br />

tanecikler, külçe halindeki malzemelerden çok farklı<br />

optik, elektronik ve katalitik özellik göstermektedir.<br />

Bu taneciklerin özellikleri, gerek zeolitin gözenekli<br />

yapısında ve gerekse kümeciğin hazırlanmasında<br />

bazı parametreler değiştirilerek ayarlanabilmektedir.<br />

Metal oksit taneciklerinin oksijen içeriği veya<br />

zeolitin katyonu değiştirilerek, örneğin yarı-iletken<br />

malzemenin enerji aralığı ayarlanabilmektedir.<br />

Organometalik kimya bugün iki alanda geniş<br />

uygulama alanı bulmaktadır. Bunlardan biri,<br />

organometalik bileşiklerin homojen katalizör<br />

olarak kullanılmasıdır ki, bu hem endüstriyel hem<br />

de biyo-organometalik kimyayı kapsamaktadır.<br />

İkincisi ise, ileri malzemelerin geliştirilmesidir.<br />

Organometalik kimyada uzun yıllar boyu sürdürülen<br />

temel düzeydeki araştırmalardan sağlanan bilgi ve<br />

veri birikiminden ileri malzemeler geliştirilmesinde<br />

geniş ölçüde yararlanılmaktadır. Burada özellikle<br />

vurgulanması gereken nokta şudur: Uygulama<br />

çalışmalarına hız verilmesi organometalik kimyadaki<br />

temel araştırmaları azaltmamış, tam tersine,<br />

sonuçların uygulamaya geçirilebilir olması temel<br />

araştırmaları daha da artırmıştır.<br />

Kaynaklar :<br />

1-www.abecem.net/bilim/organometalik-kimya.html<br />

2-23. Ulusal <strong>Kimya</strong> Kongresi , Organometalik Bileşiklerin İmmobilizasyonu , Prof.Dr.Bekir Çetinkaya<br />

3-acswebcontent.acs.org/prfar/2015/abimages/Paper_13<strong>44</strong>1_abstract_29774_0.png<br />

4-www.mn.uio.no/kjemi/english/research/projects/organometallic-chemistry-homogeneous-catalysis/<br />

vacuum-line-organometallic-507.jpg<br />

15


Haber<br />

Yabancı<br />

ENERJİ DEPOLAMA<br />

TEKNOLOJİSİNDEKİ BİR SONRAKİ<br />

İLERLEME KARANLIKTA PARLAYAN<br />

BOYA OLABİLİR Mİ?<br />

Enerji depolama teknolojisindeki bir sonraki ilerleme<br />

karanlıkta parlayan boya olabilir mi?<br />

UB bilim adamları öyle düşünüyor.<br />

Bir gün elektrikli otomobiller ve evler için şarj<br />

edilebilir, sıvı bazlı pillerde enerji depolamak için<br />

ideal bir malzeme olarak BODIPY adında bir<br />

flüoresan boya belirlediler.<br />

BODIPY – boron-dipirrometen’in kısaltılmış hali –<br />

karanlıkta, karanlık bir ışık altında parlıyor.<br />

Ancak enerji depolamayı kolaylaştıran bu özellikler<br />

daha az görünürdür. Yeni araştırmalara göre, boya iki<br />

önemli görevde onu mükemmelleştiren alışılmadık<br />

kimyasal özelliklere sahiptir: elektronları depolamak<br />

ve elektron transferine katılmak. Piller enerjiyi<br />

korumak ve transfer etmek için bu fonksiyonları<br />

yerine getirmelidir, ve BODPY bu konularda çok iyi.<br />

Deneylerde, BODIPY bazlı test bataryası verimli<br />

ve uzun ömürlü çalıştı. Araştırmacılar 100 kez<br />

boşalttıktan ve şarj ettikten sonra iyi çalışıyordu.<br />

Dünya alternatif enerji kaynaklarına daha fazla<br />

bağımlı hale geldiği için, sahip olduğumuz en büyük<br />

sorulardan biri, “enerjiyi nasıl depolarız?”. Baş<br />

araştırmacı yard. Prof. Timothy Cook, gece güneş<br />

battığında veya rüzgar durduğunda ne olur? Dedi.<br />

Tüm bu enerji kaynakları kesiklidir ve bu yüzden<br />

ortalama evi güçlendirmek için yeteri kadar enerji<br />

depolayabilen pillere ihtiyacımız var.<br />

Araştırma 16 Kasım’da ChemSusChem’de yayınlandı;<br />

kimya ile sürdürülebilirlik arasındaki bağlantıyı konu<br />

alan bir akademik dergide yayınlandı.<br />

Geleceğin boya tabanlı bir pili<br />

BODIPY, “redoks akışlı pil” adı verilen, sıvı bazlı bir<br />

pil için umut verici bir malzemedir.<br />

Bu sıvı doldurulmuş güç hücreleri, geleneksel<br />

malzemelerden yapılmışlara kıyasla birçok avantaj<br />

sunar.<br />

Örneğin, lityum iyon piller açık oldukları zaman alev<br />

alabilecekleri için risklidir, diyor Cook. Boya tabanlı<br />

pillerin bu sorunu olmaz; eper parçalanırlarsa, sadece<br />

sızdırırlardı diyor.<br />

16


Redoks akışlı piller aynı zamanda daha fazla enerji<br />

depolamak için kolayca geliştirilebilir. Bir solar eve<br />

gece yeteri kadar güç sağlamak için ev sahibine<br />

olanak verir, örneğin, kamu hizmeti veren bir şirkete<br />

maksimum kullanım süresi için rüzgar enerjisi<br />

depolayabilmesine olanak sağlar. Bu önemlidir,<br />

çünkü ölçeklendirme diğer birçok pil teknolojisi için<br />

bir zorluk olmuştur.<br />

BODIPY pillerde nasıl çalışır?<br />

Redoks akışlı piller, çeşitli bariyerlerle ayrılmış iki<br />

tanklı sıvıdan oluşur.<br />

Pil kullanıldığında, elektronlar bir tanktan toplanır<br />

ve diğerine taşınır, teoride 1 elektrik akımı üretmek<br />

el feneri kadar küçük veya bir ev kadar büyük<br />

aletleri güçlendirebilir.Pili yeniden şarj etmek için,<br />

elektronları orijinal tankına geri zorlamak için<br />

bir güneş, rüzgar veya başka bir enerji kaynağı<br />

kullanılırdı; ki burada işlerini yeniden yapmak için<br />

uygun olurdu.<br />

Deneylere dayanarak, bilim adamları, BODIPY<br />

pillerinin topluma yararlı olabilmek için yeteri kadar<br />

güçlü olacağını ve yaklaşık 2,3 volt elektrik ürettiğini<br />

öngörüyor.<br />

Çalışma, PM 567 üzerine odaklandı BODIPY nin<br />

farklı çeşitleri aynı kimyasal özellikleri paylaşıyor<br />

diğer BOPIDY boyalarının da iyi enerji saklama<br />

adayları yapması muhtemel, diyor Cook.<br />

Araştırma ekibi, UB kimyası doktora öğrencisi<br />

olan ilk yazar Anjula M. Kosswattaarachchi’yi ve<br />

UB araştırma yardımcısı kimya profesörü Alan<br />

Friedman’ı içeriyordu. Çalışma UB, SUNY Araştırma<br />

Vakfı ve Ulusal Araştırma Enstitüleri’nin bir parçası<br />

olan Ulusal Araştırma Kaynakları tarafından finanse<br />

edildi.<br />

Bir redoks akışlı akünün verimliliği, her bir depodaki<br />

sıvıların kimyasal özelliklerine bağlıdır.<br />

Cook, “Redoks akışlı pillerde kullanılan<br />

moleküllerin kütüphanesi şu anda küçük ancak<br />

önümüzdeki yıllarda önemli ölüde büyümesi<br />

bekleniyor” dedi. “Araştırmamız, BODIPY<br />

boyasını umut verici bir aday olarak tanımlıyor.”<br />

Deneylerde Cook’un ekibi, bir redoks akışlı pilin her<br />

iki tankını aynı çözeltiyle doldurdu: PM 567 olarak<br />

bilinen güçlendirilmiş BODIPY boyası sıvı içerisinde<br />

çözüldü, sıvıda eritilen PM 567 toz haline getirilmiş<br />

bir BODIPY boya.<br />

Bu kokteylde, BODIPY bileşikleri kayda değer<br />

bir kalite gösterdi: Birçok kimyasalın yaptığı gibi,<br />

indirgenme olmadan elekronu bırakıyorlar ve<br />

alabiliyorlardı, vazgeçip alçaltılmadan bir elektron<br />

alabiliyorlardı. Bu özellik boyalaraın elektron<br />

depolamasını ve 100 kez tekrarlı olarak pillerin<br />

şarj edilip ve boşaltılması boyunca pillerin bitiş<br />

noktalarındaki elekyron transferini kolaylaştırdı.<br />

Bu özellik, boyanın elektronları depolamasını ve<br />

şarj ve boşaltmanın tekrarlanan döngüleri olan 100<br />

saat boyunca pilin iki ucu arasındaki transferini<br />

kolaylaştırdı.<br />

17


Yerli<br />

Haber<br />

YERLİ İLAÇ İÇİN HER ŞEY HAZIR!<br />

İlaç sektöründe 4 milyar TL’lik ilacın kamu alım<br />

garantisiyle yerli üretimini hedefleniyor.<br />

Sağlıkta yerli üretimin artırılmasına yönelik projede,<br />

ilaçta yüksek teknolojili ürünler yanında, patent<br />

koruması kalkmış ancak yerli olarak üretilmeyip<br />

ithal edilen eşdeğer (jenerik) ilaçlar için de pazarlık<br />

yapıldığı açıklandı.<br />

Sağlık Bakanlığı 700 milyon TL’lik eşdeğer ilacın,<br />

kamu alım garantisiyle yerli üretimi için üreticilere<br />

çağrıda bulundu ve pazarlık yapılıyor. Yakın<br />

zamanda 1,5 milyar TL’lik bir grup için daha 2 ay<br />

içinde sektöre teklifte bulunulacak.<br />

Dünya’dan Mehmet Kaya’nın Sağlık Bakanlığı<br />

yetkililerinden aldığı bilgiye göre, toplam 4 milyar<br />

TL’lik ilacın kamu alım garantisiyle yerli üretimini<br />

hedefleniyor.<br />

İlaçta biyoteknoloji, donanımda ise görüntüleme<br />

teknolojileri gibi ileri teknolojili ürünlerin yerli<br />

üretiminin yanında, patent koruması olmayan ve<br />

şartları oluşturan herkesin üretebildiği ilaçlara ve<br />

tıbbi donanıma yönelik olarak da yerli üretim için<br />

harekete geçildi.<br />

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, ilaç firmalarına iki<br />

ayrı pakette eşdeğer üretime uygun ancak şu anda<br />

Türkiye’de üretilmeyip ithal edilen ürünlerin yerli<br />

üretimi için teklifte bulunulduğunu açıkladı. İki<br />

ayrı gruptaki bu teklifte; yıllık 700 milyon TL’lik<br />

tüketim yapılan ve ithal olan ilaçlar için yerli üretim<br />

çağrısı yapıldı. İki ay içinde 1,5 milyar TL’lik bir<br />

ilaç grubu için de çağrı yapılacak. Böylece toplam<br />

2.2 milyar TL’lik ithal ilaç grubu için yerli üretim<br />

pazarlığı başlayacak. Edinilen bilgilere göre Sağlık<br />

Bakanlığı’nın toplam 4 milyar TL’lik eşdeğer ilaç<br />

üretimi için çağrı yapmayı planladığı kaydedildi.<br />

Alım Garantisi Verilecek<br />

Üretim çağrısının firmalarca olumlu karşılandığı<br />

öğrenildi. Sonuçta firmaların da karının garanti<br />

edildiği bir alım garantisi modeli uygulanacak.<br />

Sağlık Endüstrileri Yönlendirme Komitesi tarafından<br />

yürütülecek çalışmayla ilaçlara alım garantisi<br />

verilecek. Ana alıcı olan Sosyal Güvenlik Kurumu<br />

18


yürütücü olacak. İlaçların patent koruması olmadığı<br />

ve üretimi serbest olduğu için firmalar açısından<br />

da karlı bir ortam doğacak. Buna karşılık ilaçların<br />

maliyetinin bir miktar yükselmesinin sözkonusu<br />

olabileceği ancak yerli üretim yapılması nedeniyle<br />

ödemeler dengesi ve toplam yükü açısından<br />

Türkiye’ye sonuçta daha olumlu bir ekonomik<br />

dönüşü olacağı kaydedildi. Alım garantisiyle de<br />

kamunun gelecek 7 yılda ilaç maliyet yükünü<br />

hesaplamasının daha kolay olacağı vurgulandı.<br />

Düşük Teknolojili Tıbbi Cihazlar<br />

İçin Cazibe Merkezleri’nde<br />

Üretim<br />

olarak bu program kapsamında üretilen ürünler için<br />

kamunun alım garantisi vermesi imkanı bulunuyor.<br />

Bakanlığın, çoğu tek kullanımlık düşük teknolojili<br />

tıbbi cihazları üretmek için 23 ilde yatırım yapmak<br />

isteyenlerle anlaşmaya hazır olduğu, özellikle<br />

Türkiye’de üretilmeyen ve ithal edilen cihazlara<br />

yönelik alım garantili anlaşmalar yapmak istediği<br />

belirtiliyor. Tıbbi cihaz tanımı, ileri teknolojili<br />

görüntüleme sistemlerinden, enjektörlere, hastane<br />

yataklarına kadar geniş bir alandaki ürünler için<br />

kullanılıyor. Sağlık alanında çok büyük bir kısmı<br />

düşük teknolojiyle üretilebilir 40 binden fazla tıbbi<br />

cihaz ve sarf malzemesi kullanılıyor.<br />

Öte yandan, düşük teknolojili tıbbi cihazlarla ilgili<br />

Sağlık Bakanlığı’nın Cazibe Merkezleri programını<br />

kullanmak için girişim başlattığı kaydedildi. Yasal<br />

19


NİHAL ERENSOY<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ<br />

ÖĞRENCİ<br />

nerensoy1997@gmail.com<br />

PLASTİKLERİN<br />

NUMARALANDIRILMASI<br />

Tükettiğimiz hazır gıdalarda (yiyecek-içecek)<br />

paketlerinde üçgen veya oklar içerisinde<br />

sayılar yazmaktadır. Peki bu sayılar ve oklar<br />

bize ne anlatmaktadır biliyor musunuz?<br />

Uzun yıllardan beri yapılan bu numaralandırmalar;<br />

1988 yılında yapılan uluslararası bir düzenlemeyle<br />

suların, yiyecek ve içeceklerin konduğu plastik kaplar<br />

birden yediye (1-7) kadar numaralandırılmaktadır.<br />

[1] Bu rakamlar bize kullanılan plastiğin sağlığa<br />

20<br />

uygun veya uygun olmadığını göstermektedir. Peki<br />

bu numaralandırmalar neye göre yapılmaktadır?<br />

Plastiklerin numaralandırılması plastiğin türüne<br />

göre yapılmaktadır. Bu numaraların oklar içinde<br />

yazılmasının sebebi ise; plastiğin geri dönüşebildiği<br />

anlamına gelmektedir. Yiyecek - içecek alırken<br />

plastiğin üstündeki veya altındaki üçgendeki rakama<br />

bakmayı unutmayın! Eğer plastiğin üzerinde bu<br />

üçgen ve rakam yoksa almamaya dikkat ediniz!


Birden yediye kadar numaralandırılan plastikler şunlardır;<br />

• 1 numara –> PET veya PETE (polyethylene terephtalate)<br />

• 2 numara –> HDPE (high density poly ethylene)<br />

• 3 numara –> PVC (poly vinyl chloride)<br />

• 4 numara –> LDPE (low density polyethylene)<br />

• 5 numara –> PP (polypropolene)<br />

• 6 numara –> PS (polystyrene)<br />

• 7 numara –> Diğer (yukarıdaki sınıflamaya girmeyen diğer plastik türlerinin genel sınıflamasıdır)[1]<br />

Resimde gördüğümüz rakamlar arasından 3 tane<br />

plastik türü sağlığımız için zararlıdır. Bu 3 türden<br />

plastiği tüketmemeye veya kullanmamaya dikkat<br />

etmeliyiz. Bu 3 tür şunlardır;<br />

3, 6 ve 7 no’lu plastiklerden uzak durulmalı. Bunlar<br />

zararlıdır.[2]Kansere sebep olabilirler. Diğer plastik<br />

türleri de şunlardır;<br />

1. PET veya PETE Polietilen: Genelde su, iki litrelik<br />

alkolsüz içecekler ve yağların konduğu pet şişelerde<br />

kullanılır. Cam gibi şeffaftır. Zararsızdır.<br />

2. HDPE Yüksek yoğunluklu polietilen: Deterjan<br />

ambalajları ve pet süt şişesinde bulunur. Zararsızdır.<br />

3. PVC Polivinil klorid: Streç folyo, dış mekanda<br />

kullanılan eşyalar, plastik pipo, zemin malzemesi, duş<br />

perdeleri, şeffaf ve kabartmalı plastik ambalajlarda<br />

kullanılır. Zararlıdır!<br />

4. LDPE Az yoğunluklu polietilen: Kuru temizleme<br />

ve çöp torbaları, yemek saklama kaplarında bulunur.<br />

Zararsızdır.<br />

5. PP Poliproplen: Şişe kapakları, içecek kamışları,<br />

biberon, yoğurt kaplarında vardır. Zararsızdır.<br />

6. PS Polistiren: Yemiş paketleri, plastik bardaktabak,<br />

markette etin satıldığı köpük tabak, hazır<br />

paket fast food ürünlerdedir. Zararlıdır.<br />

7. DİĞER: Bunlar birden altıya kadar kullanılan<br />

plastiklerin dışında kalanlardır. Yemek saklama<br />

kapları ve bazı pet şişelerde bulunur. Zararlıdır.[2]<br />

Plastikte sağlık için en önemli tehlike Bisphenol<br />

A (diğer adıyla BPA) denen madde. Bu madde<br />

polikarbonatı çok sert ve cam gibi parlak hale<br />

getirmek için kullanılıyor. Bundan böyle plastik<br />

kaplardaki satın alacağınız yoğurttan, süte suya<br />

kadar pek çok ürününün altında yazan numaralara<br />

dikkat edin. Bu ufak ayrıntılar sizin daha sağlıklı ve<br />

hastalıklardan uzak bir yaşam sürmenize yardımcı<br />

olabilir.[3]<br />

Kaynaklar :<br />

• [1] http://www.hekim.org/index.php?a=8<br />

• [2] http://serinletici.com/2015/06/30/plastik-kapsiseler-uzerindeki-ucgenler-rakamlar-ve-anlamlari/<br />

• [3] https://www.enuygun.com/bilgi/plastikkaplarin-numaralarina-dikkat<br />

21


Haber<br />

Yabancı<br />

ÇİN’İN ‘YAPAY GÜNEŞ’İ 102 SANİYE<br />

BOYUNCA ISI YAYDI<br />

Çin Fiziksel Bilimler Enstitüsü geçici olarak<br />

güneşin üç katı sıcaklığa ulaşabilen yapay bir<br />

güneş yarattıklarını ve 102 saniye ısı yaymasını<br />

sağladıklarını açıkladı.<br />

Çin’de bulunan Fiziksel Bilimler Enstitüsü’nde görevli<br />

bilim insanları, geçici olarak güneşin üç katı sıcaklığa<br />

ulaşabilen yapay bir güneş yarattılar. Yapay güneş,<br />

nükleer füzyon haznesini 49.999 milyon derecelik<br />

ısısıyla eritmeden önce, 102 saniye ısı yaydı.<br />

Yapılan deneyde 102 saniye boyunca korunan 49.999<br />

milyon derecelik ısı dünyanın çekirdek sıcaklığının<br />

8600 güneşin çekirdek sıcaklığının ise üç katı.<br />

Güneşle Aynı Prensibi<br />

Deney, Deneysel İleri Derecede Süper İletken<br />

Nükleer Kaynaşım Halkası (EAST) olarak bilinen<br />

termonükleer reaktörde gerçekleştirildi. Güneşin<br />

enerji üretme prensiplerini kullanan reaktör, Jiangsu<br />

bölgesinde bulunan Çin Bilim Akademisi bünyesinde<br />

olan Plazma Fizik Enstitüsünde bulunuyor.<br />

sorusuna cevap arıyor.<br />

Nükleer Füzyon Nedir?<br />

Nükleer füzyonun çalışma prensibi, iki ayrı<br />

hidrojen gazını, döteryum ve tritium, yaklaşık 100<br />

milyon derece ısıya çıkararak, işlem sonrası oluşan<br />

plazmadan enerji elde etmek üzerine olup, fosil<br />

yakıtlara göre çok daha fazla enerji üretmesi, karbon<br />

salınımı olmaması ve güvenlik riski oluşturmaması<br />

gibi avantajları vardır.<br />

Culham Füzyon Enerjisi Merkezi’nin açıklamasına<br />

göre nükleer füzyonla elde edilen bir kilogram<br />

yakıttan elde edilecek enerji, 100 milyon kilogram<br />

fosil yakıttan elde edilen enerjiye eşdeğer.<br />

Günümüz teknolojisiyle bu kadar yüksek ısılara<br />

birkaç dakikadan uzun süre dayanabilecek<br />

çekirdekler üretilemediği için, bilim insanlarının<br />

önündeki sorun, Güneş’in sıcaklığının üç katına, bir<br />

güç kaynağı olarak kullanılabilmesine izin verecek<br />

kadar dayanabilecek bir çekirdek üretmek.<br />

Bütçesi 37 milyon Amerikan Doları olan proje,<br />

Endüstriyel Devrimi’nden beri bilim insanlarının<br />

çözmeye çalıştığı, makinelerden, doğanın<br />

sağladığından daha fazla enerji elde edilebilir mi<br />

22


Yerli<br />

Haber<br />

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, KİMYA<br />

ALANINDA 2 YENİ PATENT ALDI<br />

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Mühendislik Fakültesi<br />

<strong>Kimya</strong> ve <strong>Kimya</strong> Mühendisliği bölümlerinin öğretim<br />

üyelerinin çabalarıyla hayata geçirilen 2 buluşun<br />

daha patenti alındı.<br />

İÜ’den yapılan açıklamaya göre, İÜ öğretim<br />

üyelerinin, İÜ Bilimsel Araştırma Projesi<br />

Koordinasyon Birimi tarafından destekli çalışmaları<br />

sonucu, geçen aylarda 2 buluşun 20 yıl korumalı<br />

incelemeli patent tescilinin ardından, “Antibakteriyel<br />

Güneş Koruma Etkili Toksik Olmayan Nano Yapılı<br />

Katkı Maddesi” ve “Antibakteriyel Kitosan/Fe-<br />

Silika Nanobiyomalzemesi” isimli 2 yeni patent<br />

almaya daha hak kazandı.<br />

Patenti alınan 2 buluş, İÜ Mühendislik Fakültesi<br />

<strong>Kimya</strong> Bölümü Fiziksel <strong>Kimya</strong> Anabilim Dalı<br />

Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Ayben Kilislioğlu, Doç. Dr.<br />

Tuba Şişmanoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Selcan Karakuş’un<br />

yanı sıra doktora öğrencileri Ezgi Tan, Gizem Akdut<br />

ve Merve İlgar’ın da yer aldığı araştırma ekibince<br />

geliştirildi.<br />

Çok sağlam bir yapı<br />

Açıklamada görüşlerine yer verilen Prof. Dr.<br />

Ayben Kilislioğlu, patenti alınan nano yapıların<br />

geliştirilmesinde, kuvvetlendirilmiş ses dalgalarının<br />

23<br />

kullanıldığını belirtti.<br />

Tescil edilen nano yapıların ticari ürüne<br />

dönüştürülebilmesi için çalışmalarının sürdüğünü<br />

aktaran Kilislioğlu, şunları kaydetti:<br />

“Elde edilen yeni malzemelerde, 300 mm civarında<br />

ZnO tanecikleri ile çinkonun bir mineraline<br />

rastladık. Rastladığımız bu mineral bizi çok<br />

heyecanlandırdı. Çünkü bu mineral, ancak çok<br />

yüksek basınç ve sıcaklıklarda çinko ile silikanın<br />

bir araya gelmesiyle ancak meydana geliyor.<br />

Bu minerale, elmasın oluştuğu yerlerde ya da<br />

meteorların çarptığı yerlerde rastlanabiliyor.<br />

Dolayısıyla çok sağlam bir yapı. Bunun laboratuvar<br />

koşullarında nasıl oluştuğuna yoğunlaştık ve bunu<br />

sağlayanın ses dalgaları olduğunu bulduk. Ses<br />

dalgaları, yüksek enerjili kimya ile çözeltilerde<br />

olağan dışı mekanizmalar oluşturabiliyor.”<br />

Yrd. Doç. Dr. Selcan Karakuş ise “Hastalık<br />

yapıcı bakterilere savaş açtık. Geliştirdiğimiz<br />

inovatif ürünlerle ülke ekonomisine katkı<br />

sağlayacağına inanıyoruz. Teknolojiyi üreten ve<br />

teknoloji pazarında yarışan bir ülke olmamız<br />

için çalışmalarımızı gece gündüz özveriyle<br />

sürdüreceğiz.” değerlendirmesinde bulundu.


BURAK TEKİN<br />

YÜKSEK KİMYA MÜHENDİSİ<br />

CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ<br />

DOKTORA ÖĞRENCİSİ (19 Mayıs Üniversitesi Araştırma Görevlisi)<br />

burak.tekin@omu.edu.tr<br />

ŞARJ EDİLEBİLEN BATARYALAR<br />

(İKİNCİL BATARYALAR )’IN TARİHİ<br />

Şekil: Şarj edilebilen Lityum iyon batarya mekanizması<br />

İlk batarya,1836 Yılında İngiliz bir kimyacı<br />

olan John F. Daniell tarafından üretmiştir.<br />

Ancak Daniell’in üretmiş olduğu pil, tekrar şarj<br />

edilemediği için şarj edilemeyen veya primer batarya<br />

olarak anılmaktadır.1859 yılının ortalarına doğru<br />

Fransız fizikçi Gaston Plante kurşun asit isimli ilk<br />

şarj edilebilen bataryayı icat etmiştir. En eski araba<br />

aküsü olarakta bilinen kurşun asit bataryaların<br />

günümüzde hala kullanıldığını görmekteyiz.<br />

İsviçreli bilim adamı Waldmar Jungner, 1899 yılında<br />

Fizikçi Gaston Plante’nin üretmiş olduğu kurşun<br />

asit bataryalara alternatif başka bir şarj edilebilen bir<br />

batarya türü geliştirdi. Waldmar Junger tarafından<br />

üretilen bu batarya’da; pozitif elektrot (katot) olarak<br />

nikel, negatif elektrot( anot) olarak ta kadmiyum<br />

kullanılmıştır. Ancak bu bataryada kullanılan<br />

elektrot malzemeleri kurşuna oranla pahalı olduğu<br />

için, bu batarya ticari anlamda fazla gelişememiştir.<br />

İki yıl sonra, Thomas Edison, Waldmar’ın üretmiş<br />

24


olduğu pilden esinlenerek, kadmiyum yerine demir<br />

kullanıp, nikel-demir ismini verdiği yeni bir batarya<br />

türü geliştirir. Bu bataryanın’da, düşük spesifik enerji<br />

yoğunluğu, düşük sıcaklıklarda zayıf elektrokimyasal<br />

performans sergilemesi, nikel-demir bataryaların<br />

başarısını büyük oranda kısıtlamıştır. 1932 yılına<br />

Nikel-kadmiyum bataryanın elektrokimyasal<br />

performansını geliştirmek üzere pek çok bilim adamı<br />

tarafından çalışmalar yürütülmüş, yüksek akım<br />

yoğunluğu elde edilemesede, bu tarihte Schelecht ve<br />

Ackermann bilim adamları tarafından, sinterlenmiş<br />

kutup plakar geliştirerek, Nikel-kadmiyum<br />

bataryanın kullanım ömrünü büyük bir oranda<br />

artırmıştırlar.<br />

Uzun yıllar boyunca kadmiyum-nikel bataryalar,<br />

taşınabilir elektronik aletlerde tek şarj edilebilen<br />

batarya türü olarak kullanıldı. Ancak 1990 yılların<br />

başlarında Avrupa’daki bazı çevre bilimciler, NiCd<br />

(Nikel-kadmiyum) bataryaların dikkatsiz bir şekilde<br />

çevreye atılması durumunda maruz kaldıkları<br />

zarardan endişelenmeye başladılar. Günümüzde<br />

değiştirilmesi mümkün olmayan özel endüstriyel<br />

kullanımlar haricinde, NiCd (Nikel-kadmiyum)<br />

bataryaların kullanımı Avrupa birliği tarafından<br />

satışı kısıtlanmıştır. Tabi bu yıllarda NiCd batarya<br />

yerine alternatif olabilecek NiMH ( Nikel metal<br />

hibrit) bataryalar önerilmiştir.<br />

Şarj edilebilen bataryalar için asıl dönüm noktası<br />

1991 yılında Sony şirketi tarafından ortaya konulan<br />

ilk Lityum iyon bataryalar ile başlar. Bu tarihten<br />

sonra lityum üzerine derin yapılan derin araştırmalar<br />

yapılmış ve bu tarihten günümüze kadar çeşitli<br />

konfigrasyonlarda lityum iyon batarya türevleri<br />

türetilmiştir. Lityum iyon bataryalar, doğadaki<br />

elektrokimyasal olarak en aktif metal olması,<br />

molekül kütlesi en hafif metal olması, yüksek enerji<br />

yoğunluğuna sahip olması, çevre dostu olması ve<br />

uzun raf ömrüne sahip oldukları için günümüzde<br />

cep telefonu, tablet ve elektrik araçlar gibi pek çok<br />

alanda yüksek oranda kullanılmaktadır.<br />

Kaynaklar :<br />

*http://batteryuniversity.com/learn/article<br />

*http://www.sony.net/SonyInfo/csr/SonyEnvironment/ChargeyourEmotion.html?s_tc=eco000059_CSR<br />

25


Haber<br />

Yabancı<br />

CANLI HÜCRELERİN İÇİ, YENİ BİR<br />

ULTRASON TEKNİĞİ İLE İLK KEZ<br />

GÖRÜNTÜLENDİ<br />

Kök hücreler yağ hücreleri haline gelir. Ultrason<br />

tekniğini kullanılarak, yağ hücrelerinin neden<br />

yağ içerdiği ve hücrelerin diyet yapıp yapmadığı<br />

araştırılabilir.<br />

Nottingham Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, kök<br />

hücre nakillerinde ve kanser teşhisinde potansiyel bir<br />

uygulama olan canlı hücrelerin içini görmek için ışık<br />

yerine ses kullanan bir ara geçiş tekniği geliştirdiler.<br />

Yeni nano ölçekli ultrason tekniği, optik dalga<br />

boylarından daha kısa bir ses dalgası kullanıyor ve bu<br />

özelliği ile 2014’deki Nobel <strong>Kimya</strong> Ödülü’nü kazanan<br />

optik süper-çözünürlük tekniklerine rakip olabilir.<br />

Bu yeni alt optik fonon (ses) görüntüleme tekniği,<br />

daha önce elde edilememiş bir ölçekte canlı<br />

hücrelerin yapısı, mekanik özellikleri ve davranışları<br />

hakkında paha biçilemez bilgiler sağlıyor.<br />

Nottingham Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’ndeki<br />

Optik ve Fotonik Grubu araştırmacıları bu bulguları<br />

‘Alt optik dalga boyundaki fononlarla canlı<br />

hücrelerin yüksek çözünürlüklü 3B görüntülemesi’<br />

adıyla Scientific Reports dergisinde yayınladılar.<br />

Araştırmaya katkıda bulunan Profesör Matt Clark;<br />

“İnsanlar vücudun içine bakmanın bir yolu<br />

olarak en basit ifadeyle, tek bir hücrenin içine<br />

bakabileceği bir nokta için ultrason tekniğiyle<br />

ilgileniyorlar. Nottingham şu anda bunu<br />

yapabilecek yeteneğe sahip olan dünyadaki tek<br />

üniversitedir.”<br />

Işık (foton) kullanan geleneksel optik mikroskopik<br />

incelemede görebileceğiniz en küçük cismin boyutu<br />

(veya çözünürlük) dalga boyuyla sınırlıdır.<br />

Biyolojik örnekler için, dalga boyu mavi ışığın dalga<br />

boyundan daha küçük olamaz çünkü ultraviyole<br />

ve daha kısa dalga boyları için ışığın fotonları<br />

üzerinde taşınan enerji o kadar yüksektir ki biyolojik<br />

molekülleri bir arada tutan bağları yok ederek<br />

hücrelere zarar verebilir.<br />

Ayrıca, optik süper çözünürlüklü görüntülemenin<br />

biyolojik araştırmalarda farklı sınırlamaları vardır.<br />

Kullanılan floresan boyaların genellikle toksik olması<br />

ve hücrelere zarar verecek bir görüntüyü elde etmek<br />

ve yeniden oluşturmak için büyük miktarda ışık ve<br />

zaman gerektirmesi nedeniyle ortaya çıkan zararlar<br />

bu sınırlamalara örnek olarak verilebilir.<br />

Işığın aksine, sesin yüksek enerjili bir yükü yoktur.<br />

Bu özellik, Nottingham araştırmacılarına daha küçük<br />

dalga boylarını kullanmalarını ve daha küçük şeyleri<br />

görmelerini ve hücre biyolojisine zarar vermeden<br />

daha yüksek çözünürlüklere ulaşmalarını sağladı.<br />

Profesör Clark; “Vücuttaki ultrason gibi,<br />

hücrelerdeki ultrasonun hasara neden olmaması<br />

ve çalışması için toksik kimyasallara ihtiyaç<br />

duyulmaması harika bir şeydir. Böylece, örneğin<br />

kök hücre nakli gibi hücrelerin vücuttaki bir<br />

hücre içine nakledilebileceği hücrelerin içinde ne<br />

olduğunu görebiliriz.”<br />

26


Yerli<br />

Haber<br />

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ KİMYA<br />

BÖLÜMÜ BAŞKANI PROF. DR.<br />

HÜSEYİN KARACA: DÜNYANIN<br />

YAKLAŞIK 45 YILLIK BİR PETROL<br />

REZERVİ KALDI<br />

İnönü Üniversitesi Mühendislik Fakültesi <strong>Kimya</strong><br />

Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Karaca,<br />

‘Dünyanın mevcut fosil yakıtlarına baktığımız<br />

zaman ekonomik ömürler açısından dünyanın<br />

yaklaşık 45 yıllık bir petrol rezervi kaldı. Tüketim<br />

hızla devam ederse dünyadaki petrol rezervleri 40<br />

ya da 45 yıl sonra tükenmiş olacak’ dedi.<br />

Prof. Dr. Karaca, yaptığı açıklamada, petrol<br />

rezervlerinin 45 yıllık ömrü kaldığını söyleyerek,<br />

alternatif enerji kaynaklarına yönelinmesi gerektiği<br />

konusunda uyarılarda bulundu. Türkiye’nin şu an<br />

ortalama olarak yüzde seksen düzeyinde enerjisini<br />

fosil yakıtlardan sağladığını anımsatan Prof. Dr.<br />

Karaca, “Bunu yalnızca Türkiye için söylemiyorum.<br />

Dünyanın aslında bunu dikkate alması gerekiyor.<br />

Dünyanın mevcut fosil yakıtlarına baktığımız<br />

zaman ekonomik ömürler açısından dünyanın<br />

toplam 40 ya da 45 yıllık bir petrol rezervi kaldı.<br />

Yani bu tüketim hızla devam ederse dünya 40 ya<br />

da 45 yıl sonra mevcut petrol rezervlerini tüketmiş<br />

olacak” dedi.<br />

Doğalgaz rezervi<br />

27<br />

Karaca doğal gaz rezervinin ise 65 yıllık ömrü<br />

kaldığını savunarak, “Peki bu durumda doğalgaz<br />

rezervi ne olacak? Doğalgaz rezervlerine<br />

baktığımız zaman 60 ya da 65 yıllık bir ömrü<br />

var. Doğalgaz etkin bir şekilde enerji üretiminde<br />

kullanılmakta. Peki biz bu doğalgazı nereden elde<br />

ediyoruz ve kullanıyoruz? Bakın biz bunu ithal<br />

etmek durumunda kalıyoruz. Yüzde 90 düzeyinde<br />

ithal ediyoruz” diyerek uyarılarını sürdürdü.<br />

En uzun ömürlü rezerv kömür<br />

Karaca, şu anda alternatif enerji kaynaklarından<br />

rezervi en uzun olanın ise kömür olduğunu<br />

vurgulayarak, “Kömürlerde, dünya kömür<br />

rezervleri ortalama 200-255 yıl hatta bazı<br />

rakamlara göre 300-350 yılla kadar yeterli düzeyde<br />

kömür rezervler var. O zaman ne yapılması<br />

gerekiyor. Yapılması gereken şu, birinci öncelik<br />

bizim mutlaka mevcut kömür yataklarımızı,<br />

kömür rezervlerimizi etkin bir şekilde<br />

kullanmamız gerekiyor. Kömür rezervlerini de<br />

kullanırken yalnızca enerji üretimine yönelik<br />

olmamalı. Mevcut kömür rezervlerimizi alternatif<br />

yeni petrol rezervleri, yeni yakıtlar üretme üzerine


şekillendirmeliyiz” İfadelerine yer verdi.<br />

Alternatif enerji kaynakları<br />

Karaca, Türkiye’nin enerji kaynakları bakımından<br />

çok zengin bir ülke olmadığını dile getirerek,<br />

enerjisinin yüzde seksen oranında dışarıdan ithal<br />

ettiğini kaydetti. Türkiye’nin güneş, rüzgar, jeotermal<br />

gibi diğer enerji kaynaklar ile biyoyakıtlara yönelmesi<br />

gerektiğini de kaydeden Karaca, “Türkiye aynı<br />

zamanda güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, jeotermal<br />

enerji ve diğer enerji kaynakları öncelikle<br />

biyoyakıtları konusunda çok ciddi anlamda önemli<br />

rezervlere, potansiyellere sahip. Peki bunları etkin<br />

bir şekilde kullanabiliyor muyuz? Bu konuda<br />

oranlara baktığımız zaman maalesef bu konuda<br />

çok iç açıcı durumda değil” dedi.<br />

Biyoyakıtlar kullanılmalı<br />

Prof. Dr. Karaca, Türkiye’nin mevcut<br />

enerji kaynaklarından çok etkin bir şekilde<br />

faydalanamadığına yineleyerek, enerji kaynaklardan<br />

daha fazla faydalanılması için çağrıda bulundu.<br />

Karaca, alternatif kaynaklardan daha fazla yönelim<br />

için teknolojik olarak ülkenin alt yapısının da<br />

geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Türkiye’nin<br />

rüzgar enerjisi bakımından da önemli bir potansiyele<br />

sahip olduğunu anlatan Karaca, tarım ürünleri ile<br />

elde edilen biyoyakıtın da teşvik edilmesi gerektiğini<br />

vurguladı. Karaca, “Türkiye’nin gelirine baktığımız<br />

zaman öncelikle bir tarım ülkesi. Halen daha<br />

yüzde yüz tam sanayileşmiş bir ülke değil. Bu<br />

anlamda temel geçim kaynağına baktığımız zaman<br />

tarımın çok büyük bir etkinliği var. Tarımsal<br />

ürünlerinin mutlaka etkin bir şekilde biyoyakıt<br />

dediğimiz alternatif enerjide kullanılması gerekir.<br />

Yani rüzgar, güneş, jeotermal, su enerjisi dediğimiz<br />

enerji dışında biyoyakıtlarında mutlaka etkin<br />

bir şekilde kullanmalıyız. Çünkü bu gerçekten<br />

Türkiye’nin bir avantajıdır. Türkiye’nin bu mevcut<br />

fırsatı etkin bir şekilde ekonomiye kazandırması<br />

gerekiyor. Bu anlamda özellikle ülkenin doğu ve<br />

güneydoğusunda bu biyoyakıtları çok etkin bir<br />

şekilde Türkiye’ye etkin bir teşvik mekanizmasıyla<br />

yürürlüğe sokabilir. Hem çevre anlamında hem de<br />

Türkiye’nin enerji komplosu oluşturması açısından<br />

çok önemli katkı sağlar düşüncesindeyim” diye<br />

konuştu.<br />

28


DİLZAR DURSUN<br />

KİMYAGER<br />

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ<br />

ÖĞRENCİ<br />

d.dursun2@gmail.com<br />

NANOFİBER ÜRETİM TEKNİĞİ<br />

ELECTROSPINNING<br />

Yıllardır çok duyduğumuz ,adına<br />

seminerlerin,kongrelerin yapıldığı,bir çok<br />

araştırmacının ilgisini üzerine çeken ve son<br />

yirmi yılın en popüler çalışma alanı nanoteknolojidir.<br />

Atomik mikroskopların keşfedilmesi nanometre<br />

boyutlarında fiziğe ve kimyaya çok güçlü bir göz<br />

kazandırmıştır. Bu mikroskoplarla nanometre<br />

düzeyinde çeşitli süreçleri, etkileşimleri, kimyasal<br />

reaksiyonları gözlemek ve atomları teker teker<br />

kontrollü bir şekilde istenen yerlere taşıyıp yapay<br />

malzemeler oluşturmak mümkündür. Nano-ölçek<br />

seviyesindeki malzemelerin özellikleri makroskobik<br />

29<br />

ölçekten tamamen farklı olup, nano-boyutlara<br />

yaklaştıkça birçok yeni özellikler ortaya çıkmaktadır.<br />

Maddeyi nano boyutlarda işleyerek ve ortaya çıkan<br />

değişik özellikleri kullanarak, yeni teknolojik nano<br />

boyutta aygıtlar ve malzemeler yapmak mümkün<br />

olmuştur.<br />

Bilimde elde edilen gelişmeler ve varılan bu sonuç<br />

nanometre boyutlarında malzemelerin teknolojiye<br />

ne kadar büyük olanaklar kazandırabileceğini<br />

göstermiştir. Otomotiv ve benzeri imalat<br />

sanayilerinde kar marjlarının düşmüş olduğu


ABD’de iktisatçılar bu olanakları herkesten önce<br />

görüp Başkan Clinton’ı etkileyerek nanoteknolojiyi<br />

öncelikli alan olarak ilan ettirmiştirler. Bundan<br />

sonra, 1997’den itibaren konu bütün dünyada hızla<br />

gelişmiştir. Şimdi nanoteknoloji bilgisayar devrimini<br />

izleyen ve 21. yüzyıla damgasını vuracak bir teknoloji<br />

devrimi olarak değerlendirilmektedir [Çıracı, 2007]<br />

Yeni yüzyılda kritik bir teknoloji devrimi olarak<br />

görülen nanoteknoloji hala kuluçka dönemindedir.<br />

Bu kritik teknolojinin 2025 yılına kadar gelişmesini<br />

tamamlaması ve hayatın her alanına girmesi<br />

beklenmektedir [Bayındır, 2007]<br />

Son yıllarda da tek yönlü (One dimensional-<br />

1D) nano-yapılar örneğin teller (wires),çubuklar<br />

(rods),tüpler (tubes) gösterdikleri özelliklerden<br />

dolayı çoğu araştırmacının dikkatini çekmektedir.<br />

Sahip oldukları bu özellikler bir çok uygulama<br />

alanında kullanılma imkanı sunmaktadır<br />

(elektronik, optoelektronik, elektrokimya gibi ).Yakın<br />

zamanlarda da çevre,sağlık,güvenlik gibi günlük<br />

yaşamın ihtiyaçları doğrultusunda nanoliflere<br />

(nanofiberlere) olan ilgi artmıştır.Nanofiberlerin<br />

kullanım nedenlerinden bir kaçı; birim kütleden<br />

elde edilebilecek yüzey alanında artışa sahip<br />

olmaları,farklı çaplarda, çok katlı olabilen, çok<br />

kararlı yapılar, daha dayanıklı, daha hafif yapılar<br />

oluşturmaları, üretimlerinde daha az malzeme<br />

kullanımı, daha az enerji kullanımı,filtrelemede<br />

yüksek performans göstermeleri olarak<br />

sıralanabilir.Bir çok nanofiber üretim tekniği<br />

vardır ; Çekme yöntemi (Drawing) ,Kalıp sentez<br />

yöntemi (Template Sentezi) ,Faz ayrımı (Phase<br />

Separation) ,Kendiliğinden düzenlenme (Self-<br />

Assembly),Elektrospinning gibi. Bunlardan en çok<br />

kullanılan elektrospinning yöntemidir, Türkçeye<br />

elektro lif çekim yöntemi olarak geçmiştir. Bu<br />

yöntemin neden kullanıldığına dair birkaç özellik<br />

sıralanabilir; ucuz ve basit bir cihaz kullanımı, farklı<br />

çaplarda fiber üretimi, sentez sürecinin kolay olması<br />

gibi.<br />

Elektrospinning, William Gilbert ‘ ın 1600 ‘ lü<br />

yıllarda sıvının yüksek voltajla değişimini merak<br />

etmesiyle ilk adamını atmış daha sonra birçok bilim<br />

insanı tarafından geliştirilmiş bir yöntemdir.<br />

Tipik bir elektrospin cihazı<br />

Resimde de görüldüğü üzere iğnenin ucundan çıkan<br />

polimer jeti karşıda sabitlenmiş olan alüminyum<br />

tabakaya ulaşacaktır. İğne ucu ile tabaka arasında<br />

ki mesafeye yüksek voltajda elektrik uygulanır. Bu<br />

sayede ince bir iplik görünümünü alan fiber arada ki<br />

mesafe boyunca kuruyarak tabakaya ulaşır, bir çok<br />

fiberin üst üste gelmesiyle pamuk görünümü elde<br />

edilir. Ortalama 15-18 kV elektrik voltajı uygulanır<br />

ki bu da evlerde kullanığımız voltajın (200 V) çok<br />

üzerindedir. Polimer solüsyonu fiberin kullanım<br />

amacına göre hazırlanır .Solüsyon için kolay uçucu<br />

bir solvent kullanılır çünkü iğne ucu ile tabaka<br />

30<br />

arasında solventin buharlaşması istenir.<br />

Burada ki temel mantık şöyledir; iğne ucunda<br />

elektriklenen polimer solüsyonunda ki atomlar artı<br />

ve eksi yükler ile depolanır.Birbirini itmeye başlayan<br />

atomlar uygulanan voltajın eşik değerine ulaşmasıyla<br />

harekete başlarlar.Bu hareket esnasında çözücü<br />

madde buharlaşır geriye kalan katı çözünen madde<br />

fiber halinde karşıya ulaşır.<br />

Elektrospinning yönteminde bir çok parametre<br />

mevcut olup bunlardan bazıları; Çözelti iletkenliği,


Yüzey gerilimi, Çözelti viskozitesi ,Molekül<br />

ağırlığı ,Voltaj ,Akış hızı, İğne-toplayıcı arası<br />

mesafe,Toplayıcı etkisi, Şırınga çapı.<br />

Çok fazla parametre olması bu yöntemin dezavantajı<br />

olarak görülebilir. Ancak bu, parametrelerin<br />

değiştirilmesi ile farklı özelliklerde malzeme<br />

sentezleme olanağı vermektedir.<br />

Uygulama alanları arasında filtrasyon sistemleri ve<br />

özellikle doku nakli gibi tıbbi protezler en yaygın<br />

olanlarıdır. Hedeflenen diğer uygulamalar doku<br />

şablonu, elektromanyetik koruyucu, kompozit<br />

delaminasyon direnci ve sıvı kristal cihazını içerir.<br />

Genişletilmiş olarak uygulama alanları Şekil-2 ve 3’te<br />

verilmiştir .<br />

Bu uygulamaların çoğu endüstri seviyesine<br />

ulaşamamış, sadece bir laboratuar araştırma ve<br />

geliştirme aşamasındadır. Ancak, umut verici<br />

potansiyel ile tüm dünyada akademik ve sanayi<br />

yatırımlarının dikkatini çekeceğine inanılıyor.(1)<br />

Kaynaklar :<br />

(1) Çakmakçı E. “Elektrospinning Yöntemiyle Yeni Polimerik Malzemelerin Sentezi ve Karakterizasyonu” ,<br />

http://www.bilimkurgukulubu.com<br />

http://www.iwash.com.hr<br />

http://www.yenisafak.com<br />

31


Haber<br />

Yabancı<br />

DENİZ SUYUNDAKİ ATIKLAR<br />

KALKERLİ TORTU İÇİNDE<br />

TUTULACAK<br />

Elektrokimyasal teknik metal bakımından zengin<br />

deniz suyunda sadece yedi gün içinde nikelin % ​<br />

24’ünü yakalayabilir.<br />

Yeni Kaledonya’nın Güney Pasifik adasındaki yeni<br />

araştırmalara göre; çaydanlığın kireçtaşının su<br />

ısıtıcının iç kısmında birikmesine neden olan aynı<br />

işlem, deniz suyundaki nikel kirliliğini temizlemeye<br />

yardımcı olabilir.<br />

Nikel Madenciliği yeni Kollandiyada önemli bir<br />

endüstridir,küçük ada dünyanın en büyük metal<br />

üreticilerinden biridir.Fakat büyük açık ocaklar ve<br />

şiddetli yağışların kombinasyonu, önemli miktarda<br />

nikel demektir,kurşun ve diğer metaller ile birlikte<br />

adanın çevresindeki suları bitiriyor. Bu nikel kirlilik<br />

insan sağlığına zararlı olabilir, çünkü balık zinciri<br />

yukarıya doğru hareket ederken balık ve kabuklu<br />

deniz hayvanlarının bedenlerinde daha yoğunlaşır.<br />

Bu nikelin bir kısmını sudan çekmek için ; Fransa<br />

La Rochelle Üniversitesi’nden bir çevre mühendisi<br />

olan Marc Jeannin ve Noumea’daki Yeni Kaledonya<br />

Üniversitesi’ndeki meslektaşları katdik koruma<br />

yöntemini kullanıp kullanamayacaklarını merak<br />

etti. Bu yöntem, okyanustaki metalik yapılardaki<br />

korozyonu kontrol etmek için kullanılmaktadır.<br />

Deniz suyundaki bir metale zayıf bir elektrik akımı<br />

uygulandığında, kalsiyum karbonata ve magnezyum<br />

dihidroksitin sudan çökelmesine ve metal yüzeyinde<br />

kalkerli bir kütle oluşturmasına neden olur.<br />

Süreç, nikel gibi metalik kirleticiler varlığında<br />

incelenmemişti ve araştırmacılar, nikel iyonlarının<br />

bir kısmının depoda sıkıştığını bilmek istiyorlardı.<br />

Ekip, CaCl 2<br />

tuzuyla kaplanmış yapay bir deniz<br />

suyunun bir küvetine bir galvanize çelik tel<br />

yerleştirdi ve yedi gün boyunca zayıf bir akım<br />

geçirmiştir. Kısa sürenin sonunda, başlangıçta<br />

bulunan nikelin% 24’ünün kireç tabakası deposunda<br />

sıkıştığını buldular.<br />

Jeannin, bu, nikel kirliliğini gidermek için ucuz ve<br />

basit bir yol olabilir.’Bütün kirliliği giderebilir,ancak<br />

bunun sınırı olabilir’diyor.<br />

Şans Eseri Bulgular<br />

Kirliliği iyileştirme orjinal araştırma planının<br />

hedeflerinden biri olmadığından sonuçlar biraz<br />

şans eseriydi. Jeannine’nin ana araştırması kıyı<br />

erozyonuyla mücadele yolları geliştiriyor,deniz<br />

tabanına gömülmüş tel örgü üzerindeki kalkerli<br />

birikintileri, daykların altında sedimentlerin stabilize<br />

edilmesine yardımcı olmak için bir tür doğal çimento<br />

görevi görebileceklerini araştırıyor.<br />

32


Jeannin, bölgedeki nikel kirliliğinin tarihinin<br />

incelenmesine yardımcı olması için örgünün yeterli<br />

metal kirletici maddeleri tutup tıkayamayacağını<br />

belirlemek için Yeni Kaledonya projesine başladı.<br />

Ancak, çok miktarda nikel yakalayabildiğimizi<br />

öğrendiğimizde olası endüstriyel uygulamalar<br />

hakkında düşünmeye başladık “diye hatırlıyor.<br />

Vancouver’daki British Columbia Üniversitesi’nde<br />

çevreci bir kimyager olan Kristin Orians, yöntemin<br />

sadece nikel değil aynı zamanda önemli miktarda<br />

diğer metalleri de kaldıracağını söyledi. ‘Birlikte<br />

çökeltme çok seçici değil,’ diye Chemistry World’a<br />

anlatıyor. ‘Zehirli metalden yeterli miktarda,<br />

demir gibi yararlı olabilecek metalleri de<br />

uzaklaştırmadan etkili bir şekilde kaldıracağını<br />

bilmiyorum.’<br />

Bununla birlikte, Jeannin, sistemin, büyük ölçekte<br />

konuşlandırılmışsa, hayati mineralleri okyanuslardan<br />

sıyırdıklarından endişe duymuyor. Deneyde,<br />

kalsiyumun sadece% 3’ü ve magnezyumun% 0.4’ü<br />

sudan çıkarıldı ve o okyanustaki demir miktarının<br />

önemli ölçüde etkilenmemesi için yeterince büyük<br />

olduğunu söylüyor.<br />

Jeannin, özellikle, Noumea limanı gibi, nikel<br />

sızıntısının yüksek olduğu yerlerde denize giren<br />

miktarın azaltılmasına yardımcı olması için böyle bir<br />

sistemin kurulabileceğini önermektedir. Az gözlem<br />

gerektirir ve güneş panelleri gibi yenilenebilir enerji<br />

kaynaklarına bağlanabilir. Kireçtaşı içine sıkışan<br />

nikel ve diğer kirleticiler geri kazanılabilir ve geri<br />

dönüştürülebilir.<br />

Jeannin, Fransa ve Yeni Kaledonya’daki şirketler<br />

ile birlikte çalışarak, sistemin endüstriyel ölçekte<br />

kurulup kurulamayacağının belirlenmesine yardımcı<br />

olacak bir pilot proje hazırladığını söyledi.<br />

33


Yerli<br />

Haber<br />

BAKTERİLER HAVAMIZI<br />

TEMİZLEYECEK<br />

Gebze Teknik Üniversitesinde geliştirilen proje<br />

tamamlanınca atık gazlar bakteriler tarafından<br />

arıtılacak. Bu sayede ekonomik ve basit işletilebilir<br />

bir sistem ile zararlı NO x<br />

gazlarının atmosfere<br />

salınımı engellenmiş olacak.<br />

Özellikle endüstriyel üretimin, nüfus ve trafik<br />

yoğunluğunun yüksek olduğu şehirler başta olmak<br />

üzere dünyada artan hava kirliliği insan sağlığı<br />

üzerindeki kaygıları da beraberinde gündeme getirdi.<br />

Ulusal ve uluslararası düzenlemelerle emisyonlara<br />

getirilen kısıtlamalar nedeniyle daha seçici ve<br />

ekonomik arıtım sistemlerinin geliştirilmesine<br />

ihtiyaç duyuluyor. Bu doğrultuda Gebze Teknik<br />

Üniversitesinde biyolojik atık gaz giderimi üzerine<br />

yürütülen çalışmalar hız verildi. Araştırmalar<br />

neticesinde alternatif bir arıtım yöntemi olarak<br />

geliştirilecek yeni sistem ile baca gazı emisyonlarında<br />

bulunan NO x<br />

gazları, membran biyofilm reaktör<br />

aracılığıyla havadaki azot gazına (N 2<br />

) dönüştürecek<br />

bir proje geliştirildi. Projede tasarlanan seçici<br />

malzeme bakterilerin atık gaz ile temas süresini<br />

arttıracak. Bu sayede reaktör içerisinde uygun<br />

şartlar altında bakteriler atık gazı yüksek verimlerde<br />

tüketebilecek zararlı NO x<br />

gazlarının atmosfere<br />

salınımı engellenmiş olacak.<br />

Doğal bir sistem<br />

34<br />

Gebze Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği<br />

Bölümü Doktora Öğrencisi Faruk Can’a ‘3<br />

Dakikada Doktora Tezi Yarışmasında’ ikincilik<br />

getiren doktora tezi ‘Demir Porfirin Modifiyeli<br />

Hollow Fiber Membran Biyofilm Reaktör<br />

Kullanılarak Biyolojik NO x<br />

Giderim Sistemi’<br />

projesini şu ifadelerle açıkladı: “En önemli hava<br />

kirleticilerden birisi olarak karşımıza çıkan azot<br />

oksitler (NO x<br />

), çevre ve sağlık üzerindeki ciddi<br />

olumsuz etkilerinden dolayı azaltılması gereken<br />

emisyonlardır. TÜBİTAK tarafından maddi<br />

olarak desteklenen bu tez çalışmasında uygun bir<br />

reaktör içerisinde NOx seçici bir filtre malzemesi<br />

geliştirilerek biyolojik gaz arıtımında kullanılması<br />

amaçlanmıştır. Esasında doğada kendiliğinden<br />

gelişen biyolojik dönüşümün, geliştirilen<br />

biyomimetik malzemeyle uygun reaktör koşulları<br />

sağlandığında seçici ve hızlandırılmış bir arıtım<br />

yöntemi olarak kullanılabileceği görülmüştür.<br />

Hali hazırda kullanılan yöntemlere güçlü bir<br />

alternatif olarak karşımıza çıkacaktır. Laboratuvar<br />

ortamında yapılan çalışmalarda sistemin istenilen<br />

verimleri yakalaması halinde, ilk etapta çimento ve<br />

gübre üretim fabrikaları gibi sabit kaynaklardan<br />

yayılan azot oksit emisyonların arıtımında<br />

kullanılması hedeflenmektedir”.


AYIN RÖPORTAJI<br />

• Merhaba, öncelikle röportaj için çok teşekkür<br />

ederiz. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?<br />

Merhaba; röportaj yapmak için firmamızı seçtiğiniz<br />

için biz teşekkür ederiz. Ben Mehmet Tamer Gelen<br />

1969 doğumluyum. Eğitimimi 4 yıllık lisans eğitimi<br />

ile Biyolog olarak tamamladım. Eczacı bir babanın<br />

oğlu olmaktan gurur duyan ve eczacılık mesleğini<br />

ve camiasını çok seven biri olup evli ve 2 çocuk<br />

babasıyım.<br />

•Firmanızın kuruluş öyküsü var mı? Firmanızdan,<br />

üretim tesislerinizden ve ürünlerinizden biraz<br />

bahseder misiniz?<br />

Firmamız 70’li yılların sonun da şahıs firması<br />

olarak kurulmuş olup 93 yılında ltd. şti.olarak<br />

kurumsallaşmıştır. Kuruluş amacı Eczanelerin<br />

laboratuar sarf malzemeleri ve medikal malzemeler<br />

konusunda tedarikini ve dağıtımını yapmak<br />

idi. Uzun yıllar kuruluş amacına uygun olarak<br />

eczanelerin hizmetinde bulunduktan sonra 2007<br />

yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığın’dan<br />

onaylı kendi üretim tesislerini faaliyeti geçirerek<br />

yine aynı Bakanlık tarafından ruhsatlandırılmış<br />

35<br />

olan Takviye Edici Gıdaların üretimini yapmaktadır.<br />

Üretim Tesisimizde Tablet, Likit-Solüsyon, toz, şase,<br />

ve çiğnenebilir formlarda ürün üretimi yapmaktayız.<br />

•Havan İlaç’ın Türkiye ve Dünya ilaç pazarındaki<br />

konumu hakkında bilgi verir misiniz?<br />

Havan ilaç Türkiye pazarında, özellikle, ülkemizde<br />

bir ilk olan çiğnenebilir formda gıda takviyelerinin<br />

ar-ge ve üretimini kendi bünyesinde geliştirmiş<br />

ve üretimine başlamış olmakla diğer takviye edici<br />

üretim yapan firmalardan farklı bir konuma sahip<br />

olmuştur. Dünyada birçok gelişmiş ülkede çocuklar<br />

için ayrıcalıklı ve tercih edilen bir form olarak<br />

ciddi bir pazar payına sahip olana çiğnenebilir jelly<br />

formundaki ürünlerin, ülkemizde de yavaş yavaş<br />

tanınan ve pazar payını yükselten bir form olduğunu<br />

göz önüne alırsak ve bu formun şu an Türkiye’deki<br />

tek üretici ve ruhsatlandırılmış ürün grubuna sahip<br />

firması olduğumuzu düşünürsek; gelecekte OTC<br />

pazarında oldukça büyük bir paya sahip bir firma<br />

olacağımızı umuyoruz.


•Firmanızı kısa ve öz tanımlayacak olsanız bu<br />

tanım ne olurdu?<br />

İnsan sağlığına önem veren, bu konuda etik kurallara<br />

ve yasal düzenlemelere uygun olarak hareket<br />

eden, inovatif ürünlerle toplum sağlığına katkıda<br />

bulunmaya çalışan bir firmayız.<br />

•Arge faaliyetleri yürütüyor musunuz, bu<br />

konudaki çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir<br />

misiniz?<br />

Arge faaliyetlerini kendi bünyemizde yürütmekle<br />

beraber dışardan da destek alıyoruz. Ar ge<br />

çalışmalarını tamamen kendi bünyemizde yaptığımız<br />

ve piyasaya sunduğumuz çiğnenebilir formda<br />

(halkın bildiği anlamda Jelibon) takviye edici<br />

ürünler dışında, Laktoz intoleransına karşı Laktaz<br />

enzimi içeren damla, tamamen bitkisel içerikli ağız<br />

içi aftlarda kullanılan aftavit isimli solüsyonumuz,<br />

içilebilir formda saf balık yağı gibi ürünlerimiz<br />

de bulunmaktadır. Şu an bu ürünlerin haricinde<br />

farklı takviyeler üzerine ar ge çalışmalarımız devam<br />

etmektedir ve çok kısa süre içerisinde çalışmaların<br />

tamamlanmasıyla bu ürünlerimizi de piyasaya<br />

sunmak hedefindeyiz.<br />

•Yerli ilaç ya da Milli İlaç üretimi hakkındaki<br />

düşünceleriniz nelerdir?<br />

Türkiye’nin bulunduğu coğrafya ve insan nüfusunu<br />

göz önünde bulundurursak çok ciddi bir pazardır.<br />

Bu pazar içerisinde yurt dışı ilaç firmaları ile<br />

rekabet edebilmek için Ar ge çalışmalarına önem<br />

vermek gerekir. Ancak ciddi Ar ge yapabilmek<br />

yetişmiş nitelikli kişiler ile mümkündür. Bu<br />

anlamda sanayicilerin ve üniversitelerdeki yetişmiş<br />

insanlarımızın ortak hareket etmesi bunun da<br />

devlet politikası olarak kabul edilip desteklenmesi<br />

gerekmeklidir diye düşünüyorum.<br />

•İlaç dışında üretimleriniz mevcut mudur? Varsa<br />

bu üretimler hakkında bilgi verebilir misiniz?<br />

Üretim yeri ve ürünlerimizi Gıda Tarım ve<br />

Hayvancılık Bakanlığına tabi yönetmelikler ve izinler<br />

çerçevesinde Gıda Takviyesi olarak üretmekteyiz. İlaç<br />

olarak değil. Ancak ürettiğimiz ürünler tamamen<br />

eczanelerde satışı gerçekleşen OTC ürün grubu<br />

olarak arz edilmektedir. Şu anda bunların dışında<br />

bir ürün grubu ve malzeme olarak üretimimiz<br />

bulunmamaktadır. Fakat kuruluş amacımıza<br />

uygun olarak mümessilliğini ve bayiliğini yapmış<br />

olduğumuz eczane laboratuvar ve sarf malzemeleri<br />

ile ilgili tedarik ve satış sistemimiz ecza depoları<br />

36


aracılığı ile devam etmektedir.<br />

•OTC ürünleri üzerinde çalışıyorsunuz.<br />

Türkiye'deki OTC pazarı hakkında ne<br />

düşünüyorsunuz, OTC'nin geleceği sizce nasıl<br />

görünüyor?<br />

OTC ürünleri gelişmiş ülkelerde ve toplumlarda<br />

hastalık önleyici ürün gurubu olarak oldukça geniş<br />

ve etkin bir pazar ve tüketime sahiptir. Günümüz<br />

dünyasında olumsuz yaşam koşullarını göz önüne<br />

alırsak, hastalıkları önleyici ve sağlıklı bir yaşam<br />

amacıyla tüketilen OTC grubu ürünler ülkemiz<br />

için de dikkate alınması gereken önemli bir ürün<br />

gurubudur. Ancak bu ürün gurupların da pazar<br />

payının yavaş yavaş ciddi bir şekilde büyümeye<br />

başlaması ve daha da büyüyecek bir potansiyele<br />

sahip olması art niyetli kişi ve firmaların sağlıksız ve<br />

ruhsatsız ürünleri farklı reklam ve satış kanallarını<br />

kullanarak piyasaya sunmalarına sebep olmaktadır.<br />

Toplum sağlığı açısından büyük bir tehlike arz eden<br />

bu ürünler ve kişiler ile ilgili hem yönetmelikler,<br />

hem denetim mekanizması, hem yasal çerçevede<br />

üretim yapan sanayiciler, hem de eczanelere dağıtım<br />

yapan depolar kanalı ile ciddi bir mücadele verilmesi<br />

gerekmektedir. Bu mücadelenin verilmemesi<br />

durumunda toplum sağlığını ciddi bir şekilde<br />

ilgilendiren OTC grubu ürünlerin güvenilirliğini<br />

yitirmesine ve gelişmeden ülkemizde bu ürün<br />

grubunun kısa zamanda kaybolasına sebep olur ki<br />

bu da ülkemiz toplum sağlığı açısından ciddi bir<br />

tehlikedir.<br />

•Gıda takviyelerini çiğnenebilir formda yumuşak<br />

jel haline getirecek üretim tesisini Türkiye’de kuran<br />

ilk firmasınız. Benzer şekilde, yeni iş geliştirme<br />

faaliyetleri yürütme gibi hedefleriniz var mı?<br />

Firmamız üstlendiği vizyon ve misyonun bir<br />

sorumluluğu olarak inovatif ürünler üretme<br />

hedefiyle çalışmalarını devam ettirmektedir. Bu<br />

anlamda yürüttüğümüz çalışmalar sonuçlandıkça<br />

sizler ve sektör paydaşlarımızla paylaşacağız.<br />

37


•Çalışanlarınız Havan İlaç firmasını nasıl bir<br />

firma olarak görüyorlar? Firmanızı, çalışma<br />

ortamı ve kariyer planlaması fırsatları açısından<br />

değerlendirir misiniz?<br />

Firmamızın sektör içerisindeki geçmişten gelen<br />

güvenilirliği ve geliştirmiş olduğu yenilikçi<br />

ürünler, çalışanlarımızı da olumlu anlamda motive<br />

etmektedir. Çalışanlarının gelecekteki kariyerleri<br />

firma açısından çok önemsenmektedir. Bu anlamda<br />

gelişime açık, yenilikçi ve kariyer planlamasında hep<br />

bir adım ötesini düşünen çalışanlarımızın bulunması<br />

ve onlarla bu yolda beraber yürümekten keyif<br />

aldığımızı söyleyebilirim.<br />

•İlaç sektöründe çalışan kadın istihdam modeli<br />

hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?<br />

Şirketinizdeki durum nedir?<br />

Günümüz iş dünyasında, tabi bu sadece bizim değil<br />

tüm sektörler için geçerli olan bir durumdur ki, o<br />

da kadın ve erkek ayrımcılığının bulunduğu hiçbir<br />

firma veya kuruluşun büyümesi, kurumsallaşması ve<br />

markalaşması mümkün değildir. Medeni ve gelişmiş<br />

toplum ve kurum olmanın ilk adımı kadınların da<br />

artık üretime katılması ve erkeklerle her platformda<br />

eşit koşullarda bulunması ile mümkündür.<br />

•Şirketinizdeki kariyer basamakları hakkında bilgi<br />

alabilir miyiz?<br />

iyi ifade edebilen ve hedefleri olan arkadaşlarla<br />

çalışmayı tercih ediyoruz.<br />

•İlaç sektöründe birçok pozisyon mevcut.<br />

Sektörden mezun olan arkadaşların birçoğu ilaç<br />

sektöründe görev almak istiyor. <strong>Kimya</strong> üzerine<br />

bölüm bitiren arkadaşlar hangi pozisyonlarda<br />

görev alabiliyor ve bu pozisyonlara alırken nelere<br />

dikkat ediyorsunuz?<br />

Öncelikle mezun olan tüm arkadaşlarımıza başarılar<br />

diliyorum. Önlerinde çok zor bir yol var. Kariyer<br />

planlamalarını yapabilmeleri ve uygun yaşam<br />

standartlarını yakalayabilmek adına, mesleklerine<br />

dair bir iş arama ve bulma süreci ülkemiz için<br />

oldukça sıkıntılı. Nacizane tavsiyem öncelikle<br />

sevdikleri iş ve sektörle ilgili iş arayışlarında<br />

bulunmaları esas olan yaptıkları işte mutlu<br />

olmalarıdır. Bu anlamda da kendilerini geliştirmeleri,<br />

farklı bakış açılarını yakalayabilmeleri ve yenilikleri<br />

takip edebilmeleri gerekmektedir.<br />

•İşe alım süreci sonrası şirketinizde eğitimler<br />

devam ediyor mu, takım çalışmasının<br />

şirketinizdeki önemi nedir?<br />

İşe alım sonrasında belirli periyodlarda eğitimlerimiz<br />

devam etmektedir. Yaptığımız iş bireysel olmadığı<br />

için takım çalışması ve çalışanlar arasındaki uyum en<br />

önemli konularımızdan biridir.<br />

Firmamızın, her daim gelişmeyi ve büyümeyi<br />

kendine hedef edinmiş olmasından dolayı, bizimle<br />

aynı hedefi paylaşan ve mücadele veren her<br />

arkadaşımız için, büyüme grafiğimize paralel olarak,<br />

kariyer imkanı sunmak temel ilkelerimizdendir.<br />

Güncel büyüme hızımız ve gelecekte planladığımız<br />

büyümemiz göz önüne alınırsa ve bu amacı<br />

gerçekleştirebilirsek, her çalışanımızın hak ettiği her<br />

türlü kariyer aşamasını da sunan bir firma olmayı<br />

hedefliyoruz.<br />

•Firmanıza iş başvurusunda bulunan adayların<br />

hangi özelliklere sahip olmasına dikkat<br />

ediyorsunuz? İşe alım süreci şirketinizde nasıl<br />

uygulanıyor?<br />

Öncelikle bize başvuruların ulaşmasından sonra<br />

özgeçmişler titizlikle incelenir. Sonrasında, uygun<br />

bulunan adaylar ile mülakat görüşmelerimiz<br />

olmaktadır. Elbette profesyonel İK mülakatlarının<br />

detaylarının dışında temel olarak samimi, dürüst,<br />

özgüveni yüksek, sadakat duygusuna sahip, kendini<br />

38<br />

•Şirketinizde staj yapmak isteyen öğrencilere<br />

tavsiyeleriniz nelerdir, staja kabul ederken<br />

nelere dikkat ediyorsunuz? Öğrenci arkadaşlar<br />

hangi konulara hakim olarak size gelmeliler, bu<br />

konudaki tavsiyeleriniz nelerdir?<br />

Firmamızın staj konusunda dönemsel olarak belli<br />

sayıda bir kabulü söz konusu. Bize gelecek olan<br />

arkadaşlarımızın öncelikle bulunduğumuz sektör ile<br />

ilgili bir ön araştırma yapması ve bizde bulunduğu<br />

süre içinde kendine neler katabileceğini bilerek<br />

gelmesi önemlidir.<br />

•Son olarak sektörün büyümesine ve gelişmesine<br />

katkıda bulunacağını düşündüğünüz tavsiye ve<br />

önerileriniz nelerdir?<br />

OTC ürün grubunda, sektörün büyüme ve<br />

gelişmesinin önündeki en büyük sorun toplum<br />

sağlığını düşünmeden sadece ticari kar olarak<br />

görülerek bilinçsiz ve duyarsız üretilen ürünlerdir. Bu<br />

ürünlerin üretilmesinin ve pazarlama mecralarının


denetim altına alınması en önemli katkı olacaktır.<br />

İllegal olarak üretilen ve denetimsiz reklamları<br />

yapılan ve satılan bu ürünlerle ilgili olarak gerekli<br />

otokontrol ve denetim mekanizmalarının kurulması<br />

ve mücadele edilmesi gerekmektedir.<br />

Röportaj ve bilgilendirmeler için bana ve firmamıza<br />

bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.<br />

Röportaj için çok teşekkür ediyoruz.<br />

Soruları Hazırlayanlar<br />

Yavuz Selim Kart Özgenur Geridönmez Rüya Atlıbatur<br />

39


ONUR BAYRİ<br />

KİMYA MÜHENDİSİ<br />

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ<br />

MEZUN<br />

bayrionur19@gmail.com<br />

Gıda Katkı Maddeleri<br />

(Emülgatörler)<br />

Aldığımız gıdaların üzerinde E100, E262 vb.<br />

ifadeler pek çoğumuzun dikkatini çekmiştir.<br />

Bu ifadeler gıda katkı maddeleridir ve<br />

aldığımız ürüne aroma katmak veya bozulmasını<br />

geciktirmek gibi amaçlar ile kullanılmaktadır.<br />

Bu maddeler içinde zararsız katkı maddeleri<br />

çoğunluktadır ancak şüpheli, kanserojen veya<br />

tehlikeli katkılar da vardır. Aldığınız ürünlerin<br />

sağlığınız açısından tehlike yaratmaması için bunları<br />

bilmek yararlı olacaktır.<br />

Besinlerdeki katkı maddelerin güvenli olup<br />

olmadığını anlamak için hayvanlar (fareler)<br />

kullanılmıştır; ancak hayvanlar insan değil ki<br />

onlara kendilerini nasıl hissettiklerini soralım.<br />

(Başınız ağrıyor mu?) Ayrıca insanlarla hayvanların<br />

biyokimyasal ve genetik yapıları farklı olduğu için<br />

varılan sonuçlar son derece yanıltıcı olabiliyor.<br />

Bir araştırmada insanlar; thalidomide ilacından,<br />

farelerden yüz kat, maymunlardansa yirmi kat<br />

daha duyarlı olup çok daha fazla etkilenmektedir.<br />

Diğer bir nokta da, bu katkı maddelerinin<br />

kokteyl etkisinin araştırılmamasıdır. İki madde<br />

üzerinde yapılan ender bir araştırma sonucunda,<br />

sodyum sülfit (E221) ile benzoik asidin (E210)<br />

birlikte kullanılmalarındaki etkileri ayrı ayrı<br />

kullanılmalarıyla karşılaştırıldıklarında, birlikte<br />

olarak tek başlarına verdikleri sonuçlardan çok daha<br />

ciddî sonuçların ortaya çıktığı görülmüştür<br />

40


Şu hususa da dikkat!<br />

Gıdaların üzerinde “Hiçbir koruyucu madde<br />

içermez” yazısı “Hiçbir katkı maddesi yoktur”<br />

anlamına gelmiyor. Örneğin: “Hiçbir koruyucu<br />

madde içermez” diye etiketlenen hazır çorbalarda<br />

MSG adlı lezzet arttırıcı katkı maddesi bulunuyor.<br />

Her yıl binin üzerinde yeni kimyasal katkı maddesi<br />

gıda sektöründe, raflarda ve dolayısıyla bedenimizde<br />

yer alıyor.<br />

Hepimiz artık sanayi, şehir ve toprak kirliliği ile<br />

kimyasal bir çevre içinde yaşamaktayız. Vücudumuza<br />

giren zehir miktarını mümkün olduğunca azaltmak<br />

vücudumuzun ve bağışıklık sistemimizin daha güçlü<br />

EMÜLGATÖR GERÇEĞİ:<br />

Emülgatör: Besinlere katılan ve onların kararlı<br />

emülsiyon haline gelmesini sağlayan katkı<br />

maddesidir.<br />

Emülgatörler: Bir gıda maddesinde, yağ ve su gibi<br />

iki veya daha fazla fazın homojen bir karışımını<br />

oluşturan veya sabit tutan maddelere verilen genel<br />

bir addır.<br />

Emülgatörler (emülsiyon yapıcılar) uçlarından<br />

birisi yağı seven (hidrophobic) diğeri suyu seven<br />

(hidrophilic) moleküllerdir. Yağın ve suyun iyi bir<br />

şekilde birbirine karışmasını (dispersion) sağlayarak<br />

kararlı, homojen ve topaksız bir emülsiyon meydana<br />

getirirler.<br />

İstenen ölçüde birbiri içinde dağılmayan sıvı ve<br />

hamur şeklinde bulunan maddelerin karışımını<br />

sağlayabilmek için Emülsiyon yapıcı katkı maddeleri<br />

kullanılır.<br />

olmasını sağlayacaktır. Tâbii ki arada bir tüketilen<br />

birkaç katkı maddesi bizi öldürmeyecektir. Fakat bu<br />

durumun vücudumuza uzun sürede etki etmediği<br />

anlamına gelmiyor.<br />

İki tip Emülsiyon vardır:<br />

Yağ içinde su Emülsiyonu: Tereyağı<br />

Su içinde yağ Emülsiyonu: Süt<br />

Öyle malzemeler vardır ki bunlar bir Emulsiyon’un<br />

oluşumunu kolaylaştırırlar veya karışımı önlerler.<br />

Emülsiyonlar istikrarsız yapılardır, bu sebeple<br />

kendiliğinden oluşmazlar. Bir emülsiyonu<br />

oluşturmak için gerekli enerji girişinin çalkalama,<br />

karıştırma, püskürtme ve homojenleştiriciler ile<br />

sağlanması gerekir.<br />

Emülgatörlerin Bazı Sektörlerdeki uygulamaları:<br />

Ekmek: Emülgatör olmadan da ekmeğin yapımı<br />

mümkündür. Fakat onsuz yapılan ekmek; kuru,<br />

hacmi düşük, ve kolay bayatlayan bir ekmek<br />

olacaktır. Hamura eklenen % 0.5 kadar az miktardaki<br />

emülgatör ekmekte hacmin artışını, yumuşak bir<br />

ekmek içi yapısının oluşumunu ve raf ömrünün<br />

uzamasını sağlamaya yeterlidir.<br />

41


Çikolata: Bütün çikolata ürünleri, %0.5 oranında<br />

lesitin (E 322) veya amonyum fosfat (E <strong>44</strong>2) içerir. Bu<br />

emülgatörler, çikolataya uygun bir kıvam sağlamak<br />

amacıyla eklenir. Böylece çikolatalar kalıplara daha<br />

kolay yerleşebilir.<br />

Eğer çikolata yüksek sıcaklıkta stoklanmışsa,<br />

yüzeyi donuk veya beyaz görünebilir. Bu durum,<br />

ürünü müşteriye karşı daha az çekici kılar ve<br />

çiçek açma (beyazlanma) olarak isimlendirilir.<br />

Sorbitan tristearate (E 492) çiçek açma oluşumunu<br />

geciktirebilir.<br />

Dondurma: Karşılaşılan en kompleks (karmaşık)<br />

ürünlerden birisi dondurmadır; hem köpük hem de<br />

emülsiyon, buz kristalleri ve donmamış sulu karışım<br />

içerir.<br />

Emülgatörler, dondurmanın daha akıcı bir yapıda<br />

olmasını sağlamak ve servis yapıldıktan sonra hızla<br />

erimemesini garantiye almak için donma işlemi<br />

esnasında ilave edilirler ve aynı zamanda donmaçözünme<br />

kararlığını düzenlerler. Yağ asitlerinin<br />

mono ve digliseritleri (E 471), lesitin (E 322) ve<br />

polisorbatlar (E 432, E 436) dondurma üretiminde<br />

yaygın olarak kullanılan emülgatörlerdir.<br />

Bahsi geçen bütün bu emülgatörlerin kullanımı,<br />

donmuş yoğurt gibi tatlılara da uygulanır.<br />

Margarin: Emülgatörler, margarine gerekli<br />

sağlamlık, yumuşaklık/sertlik ve tat sağlarlar. Su<br />

damlacıklarının, yağ fazı içerisinde iyi bir şekilde<br />

dağılmasını sağlamak için genellikle yağ asitlerinin<br />

mono ve digliseritleri (E 471) ve lesitin (E 322)<br />

kullanılır. Örneğin, kek pişirmede kullanılan iyi<br />

kalitede bir margarin için laktik asit ve poligliserol<br />

esterleri kullanılırken mono ve digliseritlerin<br />

sitrik asit esterleri, margarinden suyun ayrılmasını<br />

engellerler.<br />

İşlenmiş et: Sosisler, Avrupa işlenmiş et ürünleri<br />

endüstrisinde en önemli yeri tutarlar. Sosisler, et<br />

proteinleri ve sağlam bir emülsiyon içinde bağlanmış<br />

yağ ve su moleküllerinden meydana gelirler.<br />

Emülgatörler, bu emülsiyonu kararlı hale getirerek<br />

yağın ürün içerisinde iyice dağılmasını sağlar. Gıda<br />

katkı maddeleri yağ oranı düşük et ürünlerinde de,<br />

bu ürünlerin tam yağlı türleri kadar iyi olmalarını<br />

sağlamak amacıyla kullanılırlar. Gıda endüstrisinde,<br />

işlenmiş et ürünleri imalatında, yağ asitlerinin mono<br />

ve digliseritleri ve sitrik asit esterleri kullanılır.<br />

‘E’ harfiyle besleniyoruz:<br />

Yediğimiz, içtiğimiz hemen her şeyde katkı maddesi<br />

vardır. En bilinen katkı maddeleri, emülgatörler,<br />

boyalar, asitler, koyulaştırıcılar ve tatlandırıcılar.<br />

Bunlar, başında ‘E’ harfi bulunan numaralarla<br />

gösteriliyor.<br />

Katkı maddeleri; Katkı maddeleri ürünün rengini,<br />

yapısını, tadını, kimyasal ve mikrobiyolojik<br />

dayanıklılığını, besleyici özelliklerini ayakta tutuyor<br />

ve sorunsuz bir üretim sürecini güvenceye alıyor. En<br />

bilinen katkı maddeleri, antioksidanlar, emülgatörler,<br />

boyalar, dayanıklılığı artırıcılar, asitler, stabilizatörler,<br />

koyulaştırıcılar ve tatlandırıcılar. Bunlar başında ‘E’<br />

harfi bulunan numaralarla gösteriliyor. Bunların da<br />

bir sistematiği var. Örneğin E100-199 arası boyalar,<br />

E200-299 arası dayanıklılığı artırıcılar, E300-321<br />

antioksidanlar, E322-375 emülgatörler ve asitler,<br />

E400-419 koyulaştırıcı ve jölelendiriciler, E400 ve<br />

üzeri daha farklı katkı maddelerini gösteriyor.<br />

AB ülkeleri aralarında ortak bir gıda kodeksi<br />

oluşturmak için karmaşık kimyasal tanımlar<br />

yerine, her maddeye bir numara vermeyi<br />

kararlaştırmışlardır. ‘E’ harfi ile başlayan numaralar<br />

o katkı maddesinin sağlığımız için bir tehlike<br />

oluşturup oluşturmadığını anlamamıza yardımcı<br />

oluyor.<br />

Zararsız katkılar:<br />

E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126, 130, 132,<br />

140, 151, 152, 160, 161, 162, 163, 170, 174, 175, 180,<br />

181, 200, 201, 202, 203, 236, 237, 238, 260, 261, 262,<br />

263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304, 305,<br />

306, 307, 308 309 322 325, 326, 327, 331, 332, 333,<br />

334, 336, 337, 382, 400, 401, 402, 403, 404, 405, 406,<br />

408, 410, 411, 420, 421, 422, <strong>44</strong>0, 471, 472, 473, 474,<br />

475, 480,<br />

Şüpheli katkılar:<br />

E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605,<br />

E220, 221, 222, 223, 224, 338, 339, 340, 341, 460, 461,<br />

466, 407, (mide ve bağırsak hastalıklarına yol açıyor)<br />

E200 (vücuttaki vitamini B12 yi yok ediyor)<br />

E250, 251, 320, 321, (Kalp hastalıkları Damar<br />

sertlikleri ve tıkanıklıklarına yol açıyor)<br />

Tehlikeli Katkılar:<br />

E102, 120, E311, 312, (Nörolojik hastalıklara yol<br />

açıyor)<br />

42


Kanserojen maddeli Katkılar:<br />

E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214,<br />

215, 216, 217, (örneğin E211-Sodyum Benzoat<br />

Ketçaplarda bulunmaktadır)<br />

En Tehlikeli Kanserojen Katkı:<br />

E330 ( ne yazık ki birçok hazır gıdada<br />

kullanılmaktadır)<br />

Kaynaklar :<br />

1.http://www.food-info.net/tr/qa/qa-fi63.htm,<br />

2.http://www.nedirnedemek.com/em%C3%BClgat%C3%B6r-nedir-ne-demek,<br />

3.http://www.main-board.eu/bunlari-biliyormuydunuz/178907-emulgatorler-nedir.html,<br />

4.http://www.okumas.net/showthread.php?<strong>44</strong>6-Emulgat%F6r-nedir-neden-yap%FDl%FDr,<br />

5.http://www.webhatti.com/saglik/173103-e-harfiyle-besleniyoruz.html,<br />

43


Haber<br />

Yabancı<br />

DÜŞÜK OKSİJEN DÜZEYİ, DÜNYA’NIN<br />

EVRİMİNİ 2 MİLYAR YIL GECİKTİRDİ!<br />

Exeter Üniversitesi’nin verileri, Dünya’da yaşanan<br />

gelişmeleri ve karanlık bir gerçeği ortaya koyuyor.<br />

vurgulanıyor. Büyük Oksidasyon’dan sonra<br />

atmosferde oksijenle reaksiyona girdi.<br />

Dünyanın orta çağlarındaki düşük atmosferik<br />

oksijen seviyesi, gezegenimizdeki yaşamın kökeni<br />

hakkında yeni sorular yaratarak 2 milyar yıllık bir<br />

evrimi gölgede bıraktı.<br />

Exeter Üniversitesi tarafından yapılan yeni<br />

araştırmalar, oksijenin, önceki yıllara göre akılları<br />

baştan alacak düzeyde gerilediği gerçeğini ortaya<br />

seriyor.<br />

Exeter Coğrafya Bölümü’nden Profesör Tim Lenton<br />

ve Dr Stuart Daines, oksijenin halihazırda erken<br />

fotosentezle üretilmesine rağmen oksijenin düşük<br />

seviyelerde stabilize edildiğini ve yükselmediğini,<br />

araştırmalarla ortaya koydu.<br />

2,4 milyar yıl önce atmosfere oksijen veren ‘büyük<br />

oksidasyon olayı’ maalesef oksijen düzeyine<br />

yardımcı olamıyor.<br />

Exeter Üniversitesi’nden bilim insanları, sedimenter<br />

organik karbonun oksidatif hava şartlandırmasındaki<br />

düşük Proterozoik (Kambriyen öncesi dönemde<br />

oluşan kayaç katmanlarının daha üstte yer alan<br />

bölümü) seviyesini ortaya çıkarıyor. Dünyanın<br />

basit tortul kayaçlarında biriken organik maddeni,<br />

basit yaşam biçimlerinin nasıl bir araya geldiği<br />

<strong>44</strong><br />

Atmosferdeki oksijenin seviyesi çok olursa, bu<br />

organik materyal ile reaksiyona girerek oksijenin<br />

tortullar tarafından üretildiği ortaya çıkar.<br />

Söz konusu mekanizma, kara bitkilerinin yükselmesi<br />

ve bunun sonucu olarak küresel fotosentezin iki<br />

katına çıkmasıyla değişti. Atmosferdeki artan oksijen<br />

konsantrasyonu nihayetinde oksijen kontrolünü<br />

bastırdı ve oksijen değerleri, nihayet bugünkü<br />

seviyelere geldi. Buna, hayvanların işgal etmesi ve<br />

sonuçta insanlığın evrimi yardımcı oldu.<br />

Profesör Lenton şu ifadeleri kullandı: “Dünya tarihi<br />

kökten değişri. Bazı yaşam biçimlerin değiştirmek<br />

teoride mümkün değildi çünkü atmosferde yeterli<br />

oksijen yoktu ve karışık bitkilerden dolayı yeterli<br />

oksijen mevcut değildi. Sadece kara bitkileri<br />

geliştiğinde atmosferik oksijende belirgin bir<br />

artış gördük. Dünya’nın tarihine bakılırsa,<br />

gezegenimizin fiziksel ve kimyasal mekanizmaları<br />

arasında yakın bir ilişki var. Bence insanlar, var<br />

oluşlarının bir mucize olduğunu ve muhteşem<br />

bir gezegende yaşadıklarını kabul etmeli. Birkaç<br />

yüzyıl içinde tüm dengeler değişebilir. Yine<br />

de şunu vurgulamız şart: Oksijen düzeyinin<br />

yetersizliği, insanlığın gelişimini milyarlarca yıl<br />

geliştirdi.”


Yerli<br />

Haber<br />

KİMYA SEKTÖRÜ 2017’YE HIZLI<br />

BAŞLADI<br />

<strong>Kimya</strong>dan 1 Milyar 237 Milyon<br />

Dolarlık İhracat<br />

<strong>Kimya</strong> sektörü 2017 yilina hem miktarda hem<br />

değerde ihracat artışıyla başladı. İstanbul Kimyevi<br />

Maddeler ve Mamülleri İhracatçıları Birliği<br />

(İKMİB) verilerine göre; Ocak ayı kimya ihracatı<br />

geçtiğimiz yılın aynı ayına göre miktarda yüzde<br />

27,08 artışla 1 milyon 607 bin ton, değerde ise yüzde<br />

23,62 yükselişle 1 milyar 237 milyon dolar olarak<br />

gerçekleşti. Artışta Rusya, İran ve Irak gibi önemli<br />

pazarlardaki toparlanma etkili oldu. Aynı dönemde<br />

Çin, Singapur ve Malta’ya yapılan ihracattaki artış<br />

dikkat çekti.<br />

Ocak Ayında Yüzler Güldü<br />

Bu yıl 15,5 milyar dolarlık ihracat hedefi koyan<br />

kimya sektörü temsilcilerinin yüzü Ocak ayı ihracat<br />

rakamları ile güldü. Türkiye sanayinin en önemli<br />

aktörlerinden kimya, geçtiğimiz ay miktarda ve<br />

değerde ihracat artışı yakaladı. Ocak ayı kimya<br />

ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre miktarda<br />

yüzde 27,08 artışla 1 milyon 607 bin ton, değerde ise<br />

yüzde 23,62 yükselişle 1 milyar 237 milyon dolara<br />

ulaştı.<br />

İlk Sırada Birleşik Arap<br />

Emirlikleri Var<br />

<strong>Kimya</strong> sektörünün Ocak ayında en çok ihracat<br />

yaptığı ilk on ülke; Birleşik Arap Emirlikleri,<br />

Singapur, Almanya, Irak, İspanya, İtalya, İran, Malta,<br />

Hollanda ve Çin olarak sıralandı. Sektörün 2017<br />

ve sonrasında ihracatta hedef ülkeler arasına aldığı<br />

ABD’ye gerçekleştirilen ihracatta miktarda yüzde<br />

34,11; değerde ise yüzde 19,51 düşüş yaşandığı ve<br />

18.’lige gerilediği görüldü.<br />

45


En Çok İhraç Edilen Mineral<br />

Yağlar ve Ürünler<br />

<strong>Kimya</strong>nın alt sektörlerinin Ocak ayında<br />

gerçekleştirdiği ihracat rakamlarına bakıldığında<br />

mineral yağlar ve ürünlerin 386 milyon 719 bin<br />

dolarlık ihracatla uzun bir aradan sonra yeniden ilk<br />

sıraya yerleştiği dikkat çekti. Plastikler ve mamülleri<br />

352 milyon 386 bin dolarlık ihracatla ikinci sırada<br />

yer alırken üçüncülüğü 95 milyon 546 bin dolarla<br />

kauçuk ve kauçuk eşyalar üstlendi.<br />

Yüzümüz Gülüyor. Rusya<br />

İhracatımız %19 Artışta<br />

Ocak ayı ihracat rakamlarını değerlendiren İstanbul<br />

Kimyevi Maddeler ve Mamülleri İhracatçıları<br />

Birliği (İKMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Murat<br />

Akyüz, “Dünya genelinde yaşanan tüm olumsuz<br />

gelişmelere rağmen Ocak ayında elde ettiğimiz<br />

ihracat rakamları sanayicimizin yüzünü güldürdü.<br />

Uçak krizi sonrası kayıp yaşadığımız Rusya<br />

pazarına ihracatımız yüzde 19’lik artış yakaladı.<br />

Önümüzdeki aylarda petrol fiyatlarındaki<br />

yükselişin ekonomisini olumlu etkilemesi<br />

beklenen Rusya pazarından alacağımız payın daha<br />

da artacağını düşünüyoruz. Yine sektörümüz<br />

için büyük önem taşıyan Irak’a ihracatımız yüzde<br />

33,43; İran’a ise yüzde 32,98 arttı. En çok ihracat<br />

gerçekleştirdiğimiz ülkeler arasında Çin, Singapur<br />

ve Malta’da yaşanan artışlar dikkat çekiciydi.<br />

Singapur’a ihracatımız yüzde 362,67 artışla bu<br />

ülkeyi ikinci en çok ihracat gerçekleştirilen ülke<br />

yaparken, Malta’ya ihracat yüzde 631,51; Çin’e<br />

ihracat yüzde 39,17 arttı” dedi.<br />

İhracatta Süreklilik Önemli<br />

İhracattaki artışın sürekliliğinin önemli olduğunu<br />

belirten Murat Akyüz şunları söyledi; “Her zaman<br />

söylediğimiz gibi umutsuz olmamalıyız. Bunun<br />

yanında riskleri de düşünüp temkinli hareket<br />

etmek gerekiyor. Önümüzdeki aylarda da<br />

ihracatımızdaki artışın sürmesi için istikrarlı bir<br />

ortama ihtiyacımız var. Kurdaki ani dalgalanmalar<br />

ihracatçı firmalarımızın önlerini görmelerini<br />

zorlaştırıyor, bir an evvel makul seviyelere<br />

gelmesini bekliyoruz.”<br />

46


ÖZGENUR GERİDÖNMEZ<br />

ECZACI<br />

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ<br />

ÖĞRENCİ<br />

ozgenurgeridonmez@gmail.com<br />

SAÇ ŞEKİLLENDİRMENİN<br />

KİMYASI<br />

Her birimizin saçlarının şekli farklıdır.<br />

Kimimizin düzken kimimizin dalgalı hatta<br />

kıvırcıktır. Peki bu çeşitliliğin sebebini hiç<br />

merak ettiniz mi?<br />

Aslında bu konuda en önemli faktör genlerimizdir.<br />

Lise hatta belki ilkokul bilgilerimizden<br />

47<br />

hatırladığımız Mendel genetiğine kadar uzanıyor<br />

bu çeşitlilik. Anne ve babamızdan aldığımız alleller<br />

saçımızın şeklini belirler.<br />

Fakat saç şeklimizi belirleyen tek şey genlerimiz<br />

değildir. Önemli bir diğer faktör de saçlarımızda<br />

bulunan keratindir.


Peki nedir keratin?<br />

Keratin, bazı ökaryotik hücrelerde bulunan, ipliksi<br />

bir yapısal proteindir. Keratin filamentleri yapısal<br />

olarak çok sağlamdırlar ve suda çözünmezler.<br />

Keratin proteinin alfa ve beta olmak üzere 2 çeşidi<br />

vardır. Saçlarda α-keratin yoğunlukta bulunur.<br />

α-keratin de yapısında, kükürtlü aminoasit olan<br />

sistein’den bol miktarda bulundurur. Sistein<br />

aminoasitlerinin yan zincirlerinde bulundurdukları<br />

tiyol grupları okside olarak iki sistein arasında<br />

disülfit bağı oluşturabilir. Bu bağ, proteinleri<br />

oluşturan aminoasit zincirlerinin çapraz<br />

bağlanmasını sağlar. Bu nedenle sistein, keratin<br />

proteininin üç boyutlu yapısının oluşturulmasında<br />

belirleyici rol oynar. Nasıl mı? Sisteinler arası<br />

oluşan kovalent karakterdeki disülfit bağları (-SS-)<br />

saçın kıvırımlı hale gelmesini sağlar. Yani genelleme<br />

yapmak istersek disülfit bağları ne kadar çok ve<br />

yoğunsa saçlar da o kadar kıvrımlı olur.<br />

Saçlarımızın şeklinin nereden geldiğini öğrenmiş<br />

olduk. Fakat saçlarımız hep olduğu gibi kalmaz.<br />

Biz insanlar, değişikliği severiz. Hatta özellikle<br />

kadınlar, en ufak moral bozukluğunda direk<br />

saçlarında değişim yapmak isterler. Eski çağlardan<br />

beri de saçlarını değiştirmek için farklı yöntemlere<br />

başvururlar. Şimdilerde kalıcı bir saç dalgası elde<br />

etmek kolay bir işlemdir. Kuaförde veya evde çok<br />

rahat uygulanabilir. Fön çekmek, maşa yapmak,<br />

perma gibi bir çok yöntem var bunun için.<br />

Düz bir saçı kıvırcık hale getirmek, proteinin<br />

doğallığını bozma(denatürasyon) ve yeniden<br />

doğallaştırma(renatürasyon) işleminin pratik bir<br />

uygulamasıdır. Peki bunu yaparken nasıl bir kimyasal<br />

işlem uygulanıyor?<br />

Önce düz saçtan başlanarak disülfit bağları sülfhidril<br />

gruplarına (-SH) indirgenir. Bu sırada uzun<br />

protein zincirleri arasındaki çapraz bağlar kırılır.<br />

İndirgenmiş hale gelen saç, artık şekillendiricilerle<br />

istenen şekle sokulabilir.<br />

Daha sonra indirgenmiş ve yeniden düzenlenmiş<br />

saç, yeniden disülfit bağları oluşturmak üzere bir<br />

yükseltgenle muamele edilir. Yeni disülfit bağları<br />

başlangıç konumundan farklı pozisyonda oluştuğu<br />

için verilen şekli korur ve yeni bir saç modeli elde<br />

edilmiş olur.<br />

Aynı şekilde kıvırcık saça da düz fön çekmeye<br />

çalıştığımızda, saça yoğun bir ısı uygulanır. Isıyla<br />

beraber keratin yapısındaki disülfit ve hidrojen<br />

bağları yıkılır.<br />

Disülfit bağları, renatüre proteinlerin farklı<br />

pozisyonlarında oluşmasına rağmen, saç<br />

48<br />

keratinlerinin herhangi bir özel işlevi olmadığından<br />

ortada biyolojik bir sonuç yoktur. “Kalıcı” kelimesi<br />

sadece indirgen ve yükseltgen maddelerle muamele<br />

edilen saç kısmı için geçerlidir. Dalgalı saçlar, yeni<br />

çıkan ve bu kimyasal maddelerle işlem görmemiş<br />

keratinlerin, eskilerinin yerini almasına kadar devam<br />

eder.<br />

Saça yapılan bu işlemlerin sık uygulanması ve saça<br />

çok fazla ısı uygulanması sonucu saçta kalıcı hasarlar<br />

oluşabilir, saç eski haline dönemeyebilir ve saç yapısı<br />

zarar görebilir.<br />

Kaynaklar :<br />

1. Organik <strong>Kimya</strong>, Hart Craine Hart<br />

2. Genel <strong>Kimya</strong>, Chang and Goldsby (Palme<br />

Yayıncılık, 2014)<br />

3. https://tr.wikipedia.org


Haber<br />

Yabancı<br />

POLİMERİN PROTEİN İLACININ<br />

STABİLİTESİNİ GELİŞTİRDİĞİ<br />

BELİRLENDİ<br />

Trehaloz esaslı glikopolimer insülini ısı ve mekanik<br />

strese karşı korur, farede vücut içerisindeki proteinin<br />

ömrünü uzatır.<br />

Trehaloz yan zincirleri olan bir glikopolimer, farede<br />

insülinin vücut içerisindeki ömür süresini arttırır ve<br />

proteini depolama ve taşınım süresince oluşabilecek<br />

ısı ve mekanik stresten korur. (Bioconjugate Chem)<br />

Tedavi edici proteinlere polietilen glikol gibi canlı<br />

ile uyumlu polimerler ekleyerek kan dolaşımındaki<br />

ömürleri arttırılabilir. Fakat bu polimerlerin çoğu,<br />

protein ilaçlarını vücut dışında dengeleyemez.<br />

Protein ilaçları genellikle refrijenasyona, depolama<br />

ve taşınım süresince dikkatli kullanıma gereksinim<br />

duyar. Aksi takdirde, hastalar için hayati risk taşıyan<br />

sonuçlara sebep olarak inaktif olabilirler.<br />

Günümüzde, araştırmacılar enjeksiyon öncesi ve<br />

sonrasında protein ilaçlarını stabilize edebilen<br />

polimerleri geliştirmektedirler. Yan zinciri disakkarit<br />

trehaloz içeren glikopolimer insüline eklendiğinde,<br />

farelerdeki proteinin ömür süresi toksik etkisi<br />

olmaksızın uzatılmıştır. Bu aynı zamanda insülini,<br />

ambalajlama ve nakliye sırasında ısıl ve mekanik<br />

strese maruz kalındığında oluşacak yığılmadan önler.<br />

Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi’nden<br />

Heather D. Maynord ve takım arkadaşları trehaloz<br />

glikopolimerin, lisozim ve diğer enzimleri ısı ve<br />

49<br />

dondurarak kurutmadan koruduğunu bulmuşlardır.<br />

Yeni çalışmalarında, glikopolimerin protein ilaçlarını<br />

vücut içinde ve dışında stabilize edebilirliğini test<br />

etmek istemişlerdir. Diyabetli hastaların kandaki<br />

glikoz seviyesini ayarlamak için yaygın olarak<br />

kullanılan insülin üzerine odaklanmışlardır.<br />

İnsülini ısıl, mekanik stresten ve yığılmadan -iki<br />

bileşen beher içerisinde kolaylıkla birleştiğinde<br />

dahi- koruyan glikopolimer bulunduktan sonra,<br />

proteine farklı bölgelerden 2 glikopolimer zincirini<br />

ekleyerek insülin-glikopolimer konjügatlarını<br />

çözümlemişlerdir. Bu bağlayıcının aynı ısıl ve yığılma<br />

testlerine maruz kaldığında insülin-glikopolimer<br />

karışımı ile aynı stabillikte olduğu ortaya çıkmıştır.<br />

Vücut içerisindeki insülinin ömür süresini arttırdığı<br />

bilinen insülin-PEG konjügatları ile insülinglikopolimer<br />

konjügatlarının sağladığı ömür süreleri<br />

yaklaşık olarak aynıdır. Bu insülin-glikopolimer<br />

konjügatları farede kan şekeri seviyesini düşürdü<br />

fakat tek başına insülinden beş kat daha fazla yüksek<br />

bir doz gerekti. Önceki çalışmalarda, muhtemelen<br />

polimerin insülinin reseptörüne bağlanmasını<br />

engellediği için, insülin-PEG sonuçları benzer<br />

çıkmıştır. Araştırmacılara göre, ileriki araştırmalarda<br />

insülin proteine konjuge olan glikopolimerin daha<br />

iyi bir reseptör bağlanmaya olanak sağlayacağı<br />

belirlenebilir.


Minnesota Üniversitesi’nden Theresa M. Reineke<br />

‘ Bu, PEG (protein ilaçlarına konjuge edilmiş<br />

polimer) için umut verici bir alternatiftir’ diye<br />

belirtmiştir. Maynard, trehaloz glikopolimerin<br />

diğer terapötik proteinler ile testlerine başlamıştır.<br />

Bu ilaçların stabil edilmesi A.B.D ‘de önemli<br />

fakat diğer bölgelerde sürekli refrijenasyon uygun<br />

değildir diye belirtmiştir. Yine de uzun süreli<br />

klinik öncesi çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

‘Ayrıca, sistemin bütünüyle anlaşılması için<br />

geniş kapsamlı mekanik çalışmalara gereksinim<br />

duyulmaktadır’ demiştir.<br />

50


Yerli<br />

Haber<br />

LASTİK SEKTÖRÜNE 3. HAVALİMANI<br />

DOPİNGİ<br />

Türkiye’de ticari lastik sektörü geçen yıla göre önemli<br />

ölçüde büyürken Goodyear Türkiye ticari lastik<br />

pazarının büyümesinin üç katı büyüme sağladı. Bu<br />

büyümede en önemli etken ise 3. Havalimani inşaatı<br />

oldu.<br />

2016 yılında, ticari lastik sektöründe en ciddi<br />

büyüme karma servis olarak adlandırılan ve daha<br />

çok inşaat sektöründe kullanılan ürün grubunda<br />

yaşanırken, İstanbul’daki üçüncü havalimanı<br />

gibi büyük ölçekli projeler, bu ürün segmentinin<br />

büyümesine önemli ölçüde katkı sağladı.<br />

3. Havalimanı tedarikçisi<br />

Bu verileri değerlendiren Goodyear Ticari Lastikler<br />

Direktörü Şaban Güngör konuyla ilgili olarak yaptığı<br />

açıklamada; “Goodyear olarak bu yıl en çok inşaat<br />

sektörünü kapsayan karma servis ürün grubunda<br />

büyüdük. Bu alanda en önemli projelerin başında<br />

gelen İstanbul’daki üçüncü havalimanın lastik<br />

tedarikçisiyiz. Böylesine büyük projelerde yer<br />

alarak, sektörün en güçlü bayilerini Goodyear<br />

ailesine katarak ve elbette müşterilerimiz<br />

sayesinde, Goodyear Şirketi 2016 yılında, Türkiye<br />

ticari lastik pazarının büyümesinin üç katı büyüme<br />

sağladı” diye konuştu.<br />

EMEA bölgesinde lider<br />

2016 yılında Goodyear Avrupa, Orta Doğu, Afrika<br />

(EMEA) bölgesinde yer alan pazarlardan, ticari<br />

lastik işindeki en başarılı performanslarından birini<br />

Goodyear Türkiye ekibinin göstermiş olmasından<br />

büyük gurur duyduklarını ifade eden Güngör,<br />

“Böylece; EMEA bölgesinin 2016 yılı ticari lastik<br />

iş sonuçlarına en büyük katkıyı sağlayan ülke,<br />

Türkiye oldu” dedi.<br />

Ticari lastik pazarının 2017’de de geçtiğimiz<br />

yıllardaki kadar olmasa da, ekonominin genel<br />

seyrine paralel olarak büyümesini sürdüreceğini<br />

öngördüklerini ifade eden Güngör; “Goodyear,<br />

2017’de ürün portföyüne kattığı yeni ürünlerle,<br />

satış sonrası hizmetleriyle büyüyecek. Goodyear’ın<br />

bütün stratejilerinin odağında müşterileri<br />

yer alıyor. Bu bağlamda Goodyear, servis<br />

standartlarının gelişmesini de sürdürecek” dedi.<br />

51


2017’de çalışmalar hızlanacak<br />

Önümüzdeki dönemde filolaşmanın bir trend olarak<br />

daha da artacağını belirten Güngör; “Buna bağlı<br />

olarak, biz de Türkiye’de, Goodyear’ın Avrupa’da<br />

halihazırda kullandığı filolara yönelik servis<br />

programlarının uyarlanması üzerine çalışıyoruz.<br />

2017’de bu çalışmalarımızı daha da hızlandırarak,<br />

müşterilerimize çok daha gelişmiş bir hizmet<br />

sunacağız” diye konuştu.<br />

52


ELİF ESRA ALTUNER<br />

YÜKSEK KİMYAGER<br />

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ<br />

DOKTORA ÖĞRENCİSİ (Selçuk Üniversitesi)<br />

ee_altuner@hotmail.com<br />

RADİKAL- ANTİOKSİDAN<br />

İLİŞKİSİ<br />

Doğada herşey çift yaratılmıştır. Evrendeki<br />

bütün varlıkların bir çifti vardır.<br />

İnsanoğlundan tutunda atomlara kadar bu<br />

gerçeklik yerini korumaktadır.<br />

Bildiğiniz üzere atomlara son yörüngelerini dublete<br />

yada oktede tamamlayıp kendini soygazlara<br />

benzetmek isterler. Yani son yörüngelerindeki tek<br />

elektronlarını çiftlemek isterler.<br />

bulundurduğundan kararsız atomlardır. Çünkü<br />

çiftlenmemiştir. Bu kararsızlıkları sebebiyle çok<br />

kararsız olup enerji yüklüdür.<br />

Radikaller vücuda girdiğinde hücrelere, dokulara<br />

organlara saldırarak vücudumuza hasar verir.<br />

Hastalıklara sebebiyet verir. Bu radikaller güneş<br />

ışığında, sigara dumanında , stresli durumlarda ve bir<br />

çok olumsuz etmenlerde çıkmaktadır.<br />

Son yörüngelerinde tek elektron atoma radikal adı<br />

verilir. Radikaller son orbitallerinde tek elektron<br />

ŞEKİL 1: BİR RADİKAL TASLAĞI<br />

Peki bu tek elektronlu radikallerin zararını nasıl<br />

ortadan kaldırırız?<br />

Tek elektron başka bir tek elektronu bulursa çiftleşir<br />

mantığı<br />

Antioksidan adını verdiğimiz tek elektronlu atomlar,<br />

diğer tek elektronlu radikallerle çiftleşerek ortaya<br />

bir bileşik getirirler Ve bu bileşikler, kendini soygaza<br />

benzetip zararsızdır.<br />

53


ŞEKİL2: ANTİOKSİDAN-RADİKAL İLİŞKİSİ<br />

Antioksidanlar; meyvelerde, kahve ve çikolatada,<br />

yumurtada , barbunya ve fasulyede, çaylarda ve bir<br />

çok doğal kaynaklarda bulunmaktadır.<br />

Belli başlı antioksidanlar:<br />

Kateşinler<br />

C vitamini<br />

B 6<br />

ve B 12<br />

vitamini<br />

Çinko<br />

Magnezyum<br />

Likopen<br />

Lutein<br />

Selenyum<br />

Glutain<br />

Beta Karoten<br />

Katalaz<br />

Magnezyum vs gibi örneklerini artırabiliriz<br />

Radikallerden uzak, stressiz ve bol antioksidanlı<br />

günler geçirmeniz dileğiyle ….<br />

54


Haber<br />

Yabancı<br />

SIFIR ENERJİ KULLANARAK<br />

OBJELERİ SERİN TUTAN MALZEME<br />

GELİŞTİRİLDİ<br />

ABD’li mühendisler, doğada var olmayan sıra dışı<br />

özelliklere sahip, objeleri serin tutan bir malzeme<br />

geliştirdi.<br />

Colorado Boulder Üniversitesi’nden bir grup<br />

mühendisin geliştirdiği malzemenin, doğrudan<br />

güneş ışığına maruz kalan nesneleri dahi sıfır enerji<br />

ve su tüketimiyle serin tutmayı başardığı, bir nevi<br />

iklimlendirme cihazı gibi hareket ettiği belirtildi.<br />

spektral yansıtma amacıyla da altına ince gümüş<br />

kaplama eklediği belirtildi.<br />

Malzemenin ayrıca hem inşaat sektöründe hem de<br />

ticari amaçlı olarak kullanılabileceği ifade edildi.<br />

Keşifle ilgili detaylar Science dergisinde<br />

yayımlanırken, ölçeklenebilir metamalzeme filmin,<br />

bir yüzeye uygulandığında altındaki objeyi, güneş<br />

enerjisini etkili bir biçimde yansıtarak, aynı zamanda<br />

yüzeyin kendi ısısını kızıl ötesi termal ışınım<br />

formunda tutarak soğuttuğu kaydedildi.<br />

Mutfaklarda yaygın kullanılan alüminyum folyodan<br />

biraz daha kalın olan, sadece 50 mikrometrelik<br />

cam-polimer karışımı malzemenin, soğutma işlemi<br />

için büyük miktarda su ve elektriğe ihtiyaç duyan<br />

termo elektrik santrallerine çevre dostu bir seçenek<br />

sunabileceğine dikkat çekildi.<br />

Mühendislerin güneş ışınlarını atmosfere geri<br />

yansıtırken aynı zamanda kızıl ötesi ışınım için kaçış<br />

yolu sunması amacıyla polimer filmin içine kızılötesi<br />

radyant ısı mini kürecikleri serpiştirdiği, azami<br />

55


Yerli<br />

Haber<br />

ÇİMENTO İHRACATINDA<br />

İLK SIRADA SURİYE VAR<br />

Çimento üreticileri 2016 yılından memnun.<br />

Geçen yıl yaklaşık 80 ülkeye çimento ihracatı<br />

gerçekleştirilirken, ilk sırayı 1,7 milyon tonla Suriye<br />

aldı.<br />

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği (TÇMB)<br />

Başkanı Mustafa Şefik Tüzün, 2016’nın çimento<br />

sektörü açısından bir önceki yıla göre daha iyi<br />

geçtiğini ve 2015 yılına göre yaklaşık yüzde 5 satış<br />

artışı yaşandığını bildirdi.<br />

2016 başında beklentilerinin daha yüksek olduğunu<br />

anlatan Tüzün, “İlk 3 ay içinde bir önceki yıla göre<br />

yüzde 20’lere varan artışları yakalamıştık satış<br />

olarak ama tabii sonra bu azalarak devam etti.<br />

Rakamlar tam olarak netleşmedi ama sanıyorum<br />

2016’yı, iç satışta 69 milyon ton, çimento ve klinker<br />

toplam ihracatında da 11 milyon ton civarında bir<br />

rakamla kapatacağız” dedi.<br />

80 Ülkeye İhracat Gerçekleştirildi<br />

Tüzün, iç satış büyüklüğünü 3 milyar dolar, ihracatı<br />

da 550 milyon dolar olarak tahmin ettiklerini<br />

belirterek, yaklaşık 80 ülkeye ihracat yapıldığını, en<br />

fazla ihracat yapılan ülkelerin sırasıyla Suriye, Libya,<br />

Batı Afrika ülkeleri ve ABD olduğunu söyledi.<br />

Lojistik maliyetlerin artmasına karşın dolar<br />

paritesinin ihracatı kolaylaştırdığını söyleyen Tüzün,<br />

“Avrupa’da bir kriz var, ayrıca İspanya, Portekiz<br />

gibi Akdeniz bandı üzerinde ihracat yapmaya<br />

çalışan ülkeler var. Lojistik anlamda bu ülkelere<br />

göre biraz daha dezavantajlı konumdayız. Ayrıca<br />

kullandığımız, kömür, fuel oil gibi yakıtların<br />

fiyatında artış var. Bu da doğal olarak üretim<br />

maliyetlerini etkiliyor. Dolar paritesinden<br />

dolayı ihracatta bir kolaylık da söz konusu.<br />

Bunların dengesine göre 2017’yi göreceğiz”<br />

değerlendirmesinde bulundu.<br />

2017 Beklentileri<br />

Bu yılın da 2016 kadar iyi veya onun eşdeğeri<br />

olacağını ön gördüklerini söyleyen Tüzün, “Daha<br />

iyi bir yıl beklentimiz vardı, fakat önümüzde<br />

bir referandum süreci var. Ondan sonra yeni bir<br />

döneme girilecek. Bunların hiçbiri belli değil.<br />

56


Ekonomide en kötü olan şey de belirsizlik. Bu<br />

nedenle yatırım planlarında piyasada genel olarak<br />

bir bekleme var. Devletin büyük projeleri, mega<br />

projeleri var. Bu çerçevede inşaat sektörünün<br />

mevcut durumunu devam ettireceğini, bunun<br />

eşdeğeri olarak da çimento sektörünün mevcut<br />

durumunu muhafaza edeceğini düşünüyoruz”<br />

dedi.<br />

Tüzün ayrıca Türkiye’nin, çimento üretiminde<br />

Avrupa’da birinci, dünyada ise ilk 5 ülke içinde yer<br />

aldığını, ihracatta da ilk 3 ülke içinde bulunduğunu<br />

da söyledi.<br />

57


AHMET KÜÇÜKÇALIK<br />

KİMYAGER<br />

İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ<br />

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ<br />

kucukcalik@itu.edu.tr<br />

İLAÇ GELİŞTİRME İÇİN<br />

BİYOLOG ve KİMYAGERLER<br />

Biyologlar doğadan özütleyip elde ettikleri<br />

ve ardından ayırdıkları malzemeleri<br />

biyolojik kataliz olarak önemli sentezleri<br />

gerçekleştirmek üzere hazırlarlar. Hepimizin bildiği<br />

gibi katalizler kimyasal reaksiyonlar için hız arttırıcı<br />

görev üstlenirler tıpkı enzimler gibi. Öyle ki enzimler<br />

de vücut içindeki reaksiyon hızını arttırıcı işlev<br />

görür.<br />

Buradan asimetrik sentez kavramına yolculuk<br />

yapacağız. Nedir bu asimetrik sentez, neden<br />

asimetrik denir? Asimetrik sentez biyolojik katalizler<br />

kullanılarak sentezlenmesi zor olan kiral ara<br />

ürünlerin kolayca elde edilmesi ile yüksek üretkenlik,<br />

verimlilik ve kararlılığa sahip enzimleri üretmeyi<br />

amaçlar.<br />

İşte tam burada biyologlar devreye giriyor; istenen<br />

hızda kimyasal prosesler için uygun biyolojik<br />

katalizin üretilmesi. Kataliz teknolojileri o kadar<br />

ilerledi ki eskiden eldeki enzimlere göre sentezler<br />

planlanırdı, şimdi ise istenen sentezlere göre<br />

özel enzimler üretilmekte. Bunu da doğanın bize<br />

gösterdiği yoldan yapmak en hızlı, kolay ve akılcı<br />

yolu. Bitkilerden özütlenen enzimlerin biyolojik<br />

aktivitesi bazen tahminlerden çok daha iyi sonuç<br />

verebilir. Doğanın derdinden doğa anlar diyesim<br />

geliyor…<br />

Biyolojik aktiviteyi tanımlama ihtiyacı duydum,<br />

biyolojik aktivite bir molekülün insan vücuduna<br />

girdiğinde yaptığı etki ve işlev diyebiliriz. Aslında<br />

bu sadece insan da olmayabilir, herhangi bir canlı<br />

organizma içerisindeki aktiviteye ‘in vivo’, cansız bir<br />

doku veya hücre kültürü içerisindeki aktiviteye ise<br />

‘in vitro’ ölçüm demekteyiz.<br />

58


Peki kimyagerler bu işin neresinde duruyor?<br />

Öncelikle kimyagerlerin ilaç geliştirmede neler<br />

yapabileceği üzerinde duralım. Tabi burada sentetik<br />

organik kimya laboratuarına yolumuz düşüyor.<br />

• Bir kimyager bilinen bir yöntemden yola çıkarak<br />

bilinen bir molekülü sentezleyebilir.<br />

• Yeni bir metodoloji ve yöntem geliştirerek daha<br />

önceden yapılmamış sentezleri gerçekleştirebilir.<br />

• Doğal olan moleküllerden fazla miktarda<br />

gerektiğinde bunu bir kimyager organik sentez<br />

bilgisini kullanarak gerçekleştirebilir.<br />

• Doğal olmayan, doğada bulunmayan veya doğada<br />

henüz gözlemlenmemiş yeni molekül ve bileşikleri<br />

sentetik olarak laboratuarda sentezleyebilir.<br />

• Bir kimyager ilaç molekülünün yapısına göre ilacın<br />

hangi hedefe karşı aktivite göstereceği ve ne derecede<br />

tesir edeceğini kestirebilir.<br />

• Belirli bir hastalığın tedavisi için etkili olabilecek<br />

yapıda moleküller tasarlayarak ilaç Araştırma<br />

Geliştirmede önemli roller alabilir.<br />

• Bir kimyager ilacın vücutta emilimi, dağıtımı,<br />

parçalanması ve atılışı (farmakokinetik) süresince<br />

uğradığı kimyasal değişimleri ve ilacın dönüşeceği<br />

metabolitlerin neler olabileceğini kestirebilir.<br />

Kayıtlı ilaçların bilinen metabolitlerine drug bank<br />

uzantısından erişilebilir.<br />

Bununla birlikte ülkemizde ilaç firmaları jenerik<br />

ilaç üreticileri olduğu için kimyagerlerin değeri<br />

bilinmemekte ve sektördeki ihtiyaçlarına binaen<br />

istihdamları oldukça problemli olmakta. Daha<br />

kapsamlı bilgiler için “Yeni İlaç Etken Madde<br />

Geliştirmek mi Yoksa Jenerik Üretim mi” başlıklı<br />

yazımı okumanızı tavsiye ederim.<br />

Kaynaklar :<br />

* Detay için “İlaçların Yan Etkileri” yazımı inceleyebilirsiniz: http://web.itu.edu.tr/kucukcalik/ilaclarin_yan_<br />

etkileri.pdf<br />

* https://www.drugbank.ca/<br />

* http://web.itu.edu.tr/kucukcalik/jenerik_uretim.pdf<br />

59


Haber<br />

Yabancı<br />

MÜHENDİSLER BETON YAPILARIN<br />

GÜÇLENDİRİLMESİ İÇİN FİBERLE<br />

GÜÇLENDİRİLMİŞ POLİMER<br />

KULLANACAK<br />

Geçen yıl depremler sırasında çok sayıda yapı<br />

harap oldu. Bu yapıların yeniden inşası devam<br />

ediyor. Altyapıları / yapıları korumak, onarmak ve<br />

yeniden inşa etmek için pahalı süreç, sahiplerine ve<br />

müteahhitlerine, Fiber Reinforced Polymer (FRP’ler)<br />

kullanarak soruna daha etkin çözümler aramalarını<br />

sağlamıştır. Hafiflik, korozyona karşı direnç, kurulum<br />

kolaylığı ve dayanıklılık, mühendislik profesyonelleri<br />

arasında popülaritesinin arkasındaki başlıca<br />

nedenlerdir.<br />

Ana fiberin bir takviye elemanı olarak işlev gören<br />

cam matris içine gömülü çelik teller gibi epoksi lif<br />

gibi epoksi reçine gibi polimer matrisi aralarında<br />

bir bağlayıcı görevi görür. Betonarme yapılarda<br />

hızla çelik üzerinde tercih edilen malzeme haline<br />

geliyorlar. FRP malzemesi imalat ajansında<br />

prefabrik olarak imal edilebilmekte olup, burada<br />

uygulama yerinde çubuklar, çubuklar ve levhaların<br />

güçlendirilmesi için kullanılabilecek çeşitli form<br />

ve ebatlara dönüştürülebilmektedir; yerinde ise<br />

cam veya karbondan kuru kumaş karıştırılarak<br />

hazırlanmaktadır Beton altlığı hazırlamak için epoksi<br />

gibi reçinelerle bağlanır. Çok yönlü yapı ve köprüler,<br />

çok yönlülüğü ve daha iyi çalışma ortamı nedeniyle<br />

dünyanın son günlerinde FRP’yi kullanarak çok<br />

sayıda inşa ediliyor. Saha uygulaması, korozif ve<br />

soğuk iklim koşulları üzerinde çeşitli yapıları kapsar.<br />

Büyük rüzgar değirmenlerinin bıçağından ev<br />

kapılarına ve diğer ev yenileme elemanlarından, FRP<br />

çekiciliğini yayıyor. FRP kapılar son derece sağlam<br />

ve kırılması zor. Sertleştikten sonra, FRP yapısal<br />

bir sistemin ayrılmaz bir parçası olarak davranır.<br />

Genel olarak FRP’ler için kullanılan elyaf, karbon,<br />

cam ve aramittir. Nihai FRP ürününün özellikleri<br />

elyafın kalitesine, şekline, yönlendirilmesine, polimer<br />

matrisine yapışmasına ve üretim sürecine bağlıdır.<br />

En yaygın FRP sistemi karbon elyaf bazlıdır<br />

(CFRP). Matris sadece elyafları kaplamaz, çeşitli<br />

kazara mekanik aşınmalardan korur, aynı zamanda<br />

elyaflar arasındaki gerilimleri de aktarır. Termoset<br />

ve termoplastik, FRP kompozitler için yaygın<br />

olarak kullanılan iki polimer matris çeşididir.<br />

Termoset polimerleri termoplastiklerden daha fazla<br />

kullanılırIsıyla sertleşen polimerler, iyi bir lif çıkışı<br />

60


elde etmek için sıvı halde işlenir. Bazıları polyester,<br />

vinil esterler ve epoksitlerdir. Prefabrike FRP<br />

elemanları, genellikle CFRP çubuğunun yönlendirme<br />

bakımından düz ve hafif kavisli yüzeylerle sınırlı<br />

olduğu için serttir. Öte yandan, herhangi bir<br />

geometriye kolayca sığabilen ve hemen hemen her<br />

profil türüne sarılabilen rulolar üzerinde FRP fiber<br />

mevcuttur.<br />

Köprü tasarımı bağlamında, FRP, daha fazla sismik<br />

direnç ile arttırılmış mukavemet ile birlikte azaltılmış<br />

toplam ağırlık ile daha uzun desteksiz yayların arzu<br />

edildiği durumlarda kullanılır. Öte yandan, FRP<br />

takviyeli yapı, kolonların ve temellerin maliyetini<br />

düşürebilir ve muhtemelen daha ağır trafik<br />

yüklerindeki artan taleplerle başa çıkabilir. Yapıların<br />

çeşitli türlerdeki sismik yenileme çalışmaları<br />

başarıyla uygulanmıştır. Kiriş-kolon derzlerinden,<br />

kiriş / kolonlarda makaslama başarısızlığı, boyuna<br />

çelik çubukların kolonlarda bükülmesi, betonarme<br />

yapıların enerji tüketim özellikleri ve çeşitli<br />

sıcaklıklar ve sismik niteliklere ilişkin toplam<br />

performansı için uygulanabilir.<br />

Güçlendirici çubuklar, güvenli ve sağlam güvenilir<br />

yapı tasarımı ve yapımı alanlarında büyük ilgi<br />

gören başka bir üründür. FRP çubuklarının yüzeyi,<br />

spiral, düz ve deforme olmuş gibi çeşitli seçenekler<br />

olabilir. Bu çubukların beton ile birleşmesi, çeliğin<br />

bağına eşit ya da daha iyidir. Korozyona dayanıklı<br />

özellik, hem iç hem de dış cephelerde hemen hemen<br />

tüm olumlu çevresel koşullarda uygulanabilir hale<br />

getirmiştir. Yüzey hazırlığı, FRP ile önceden var olan<br />

beton arasındaki doğru bağ için bir zorunluluktur.<br />

FRP sisteminin uygulanmasından önce betonda<br />

mevcut bozulma ve korozyon giderilmelidir. Bunu<br />

gerçekleştirmedeki başarısızlık sonuçta betonun<br />

yapısının delaminasyonu nedeniyle FRP sistemini<br />

hasarlandıracaktır. Çelik betonarme betonda, çelik<br />

donatı korozyonunu önlemek için çatlak genişliğinin<br />

azaltılması şarttır. FRP betonarme maddeleri<br />

açısından FRP malzemelerinin korozyon direnci<br />

özelliği nedeniyle bu gerekli değildir. Bunu büyük<br />

ölçekte değerlendirirsek, uzun vadeli avantajlı<br />

davranışa sahip olur.<br />

Yapışkan, betona nüfuz etmek ve sistemin<br />

yapışmasını arttırmak için kullanılan bir astar<br />

da dahil olmak üzere FRP ile birlikte kullanılır.<br />

Epoksi gibi reçine, beton yapıdaki boşluğun<br />

doldurulmasında, FRP’nin kaplandığı bir yüzey elde<br />

etmek için kullanılır. Taşıma ve uygulama açısından,<br />

FRP çubukları geleneksel çelik çubuklara göre daha<br />

az emek ile yerlere aktarılabilir. FRP çubuğunun<br />

yapımı ve uygulaması geleneksel çelik takviye<br />

formatına benzer. FRP ağırlığının düşük olması<br />

nedeniyle, FRP kalıp dökümü, çelik takviyeden<br />

çok daha az zaman alır. Nepal’de kendi onarım ve<br />

güçlendirme yönergelerimize sahip olmadığımız<br />

için, FRP’nin uygulamaları ile ilgili çok az bilgi<br />

Hint Standart kodlarında listelenmiştir. Zarar gören<br />

yapılar teknik olarak düzenli ve doğru uygulanmaları<br />

ile denetlenirse, çok sayıda yapı ve altyapı daha iyi bir<br />

şekilde güçlendirilebilir.<br />

61


Yerli<br />

Haber<br />

KİMYA SEKTÖRÜNÜN YOKSULLUKLA<br />

MÜCADELESİ PROJESİ<br />

İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamülleri<br />

İhracatçıları Birliği (İKMİB), sosyoekonomik<br />

açıdan dezavantajlı bireylerin mesleki eğitimlerini<br />

tamamlayarak kimya sektöründe istihdam<br />

edilmelerini hedefleyen “<strong>Kimya</strong> Sektörünün<br />

Yoksullukla Mücadelesi” projesini hayata geçirdi.<br />

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Avrupa Birliği<br />

ve Mali Yardımlar Dairesi Başkanlığının yürüttüğü<br />

“Dezavantajlı Grupların Sosyal Entegrasyonu ve<br />

İstihdam Edilebilirliklerinin Geliştirilmesi Hibe<br />

Programı” kapsamında hayata geçirilen <strong>Kimya</strong><br />

Sektörünün Yoksullukla Mücadelesi projesinin<br />

açılış toplantısına İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı<br />

Murat Akyüz, İstanbul Vali Yardımcısı Ahmet<br />

Önal, Bağcılar Kaymakamı Orhan Çiftçi, Esenler<br />

Kaymakamı Hulusi Şahin ve Gaziosmanpaşa<br />

Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Berber katıldı.<br />

İKMİB, sosyoekonomik açıdan dezavantajlı<br />

bireylerin mesleki eğitimlerini tamamlayarak kimya<br />

sektöründe istihdam edilmelerini hedefleyen <strong>Kimya</strong><br />

Sektörünün Yoksullukla Mücadelesi projesini hayata<br />

geçirdi.<br />

Toplantının açılış konuşmasını yapan İKMİB<br />

Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akyüz, “<strong>Kimya</strong><br />

sanayicileri olarak elimizi taşın altına koyuyor<br />

ve sosyoekonomik açıdan dezavantajlı bireylerin<br />

sektörümüzde istihdam edilmelerini sağlamak<br />

üzere harekete geçiyoruz.” dedi.<br />

Akyüz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,<br />

Avrupa Birliği ve Mali Yardımlar Dairesi Başkanlığı<br />

ve proje ortaklarının desteğiyle <strong>Kimya</strong> Sektörünün<br />

Yoksullukla Mücadelesi projesinin bu alanda örnek<br />

bir model haline geleceğine ve ilerleyen yıllarda etki<br />

alanını daha da genişleteceğine inandıklarını söyledi.<br />

Akyüz, toplam bütçesi 1 milyon 100 bin lira olan<br />

proje kapsamında yapılan çalışmalar hakkında<br />

şunları söyledi:<br />

“Hazırlık çalışmalarını tamamladığımız proje<br />

kapsamında sektör firmalarımızla görüşmeler<br />

gerçekleştireceğimiz İK İhtiyaç Analizine<br />

başladık. Analizden çıkacak veriler doğrultusunda<br />

sosyoekonomik bakımdan dezavantajlı 100<br />

kişiye mesleki eğitim verilerek sertifika almaları<br />

sağlanacak. Ayrıca İnsan Kaynakları Portalı<br />

62


oluşturularak iş gücü piyasasına girişleri<br />

kolaylaştırılacak. Güçlü bir Türkiye için kendi<br />

ayakları üstünde durabilen güçlü kadınlara<br />

ihtiyacımız var. Bu doğrultuda projemizden<br />

yararlanacak 100 kişiden en az 25’i kadın olacak.<br />

Proje ile dezavantajlı grupların yaşadığı zorluklar,<br />

sosyal dışlanma gibi konularda farkındalık<br />

yaratmaya yönelik çalışmalar da gerçekleştireceğiz.<br />

<strong>Kimya</strong> sektöründe faaliyet gösteren 100 firmamızı<br />

ziyaret ederek konu hakkında bilgiler vereceğiz.<br />

Hazırlanacak kamu spotu ve farklı konularda<br />

yapılacak atölye çalışmaları ile kamuoyunda<br />

farkındalığın artırılmasını da hedefliyoruz.”<br />

İstanbul Vali Yardımcısı Ahmet Önal da projeyi ilk<br />

duyduğunda sevindiğini belirterek “Çünkü proje<br />

sadece Türkiye’de değil bir çok dünya ülkesinin en<br />

önemli sorunlarından biri olan işşizlik sorununa<br />

parmak basıyor.” diye konuştu.<br />

63


KADİR EROL<br />

KİMYAGER<br />

BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ<br />

HİTİT ÜNİVERSİTESİ<br />

(Yrd. Doç. Dr. )<br />

kadirerol86@gmail.com<br />

BERAY EROL<br />

KİMYAGER<br />

HİTİT ÜNİVERSİTESİ<br />

YÜKSEK LİSANS<br />

ÖĞRENCİSİ<br />

bulter12beray@hotmail.com.tr<br />

BİR KİMYAGERİN TEHLİKELİ<br />

MADDE GÜVENLİK DANIŞMANI<br />

(TMGD) OLMASI İÇİN<br />

HAKLI SEBEPLERİ NELERDİR?<br />

TMGD Nedir?<br />

30 tehlikeli madde güvenlik danışmanlığı<br />

Haziran 2015 tarihi itibariyle, yazılı ve<br />

görsel medyada sıklıkla telafuz edilen<br />

(TMGD) kavramının tarihi, yaklaşık 60 yıl öncesine<br />

dayanmaktadır. Tehlikeli Malların Karayolu<br />

ile Uluslararası Taşımacılığına İlişkin Avrupa<br />

Anlaşması (ADR), Birleşmiş Milletler Komisyonu<br />

himayesinde, 30 Eylül 1957 tarihinde Cenevre’de<br />

hazırlanmış, bundan 11 yıl sonra yani 1968 yılında<br />

ise yürürlüğe girmiştir. Günümüz itibariyle,<br />

Türkiye’nin de içinde bulunduğu toplam 46 ülke<br />

tarafından uygulanmaktadır. ADR, yalnızca karayolu<br />

taşımacılığını ilgilendiren bir düzenleme olmayıp,<br />

tehlikeli maddenin bir noktadan diğer noktaya<br />

ulaşmasında rol alan tüm firmaları, yükümlülük<br />

altına alan bir uygulamadır.<br />

Ülkemiz ADR Anlaşmasını 2010 yılında<br />

imzalamıştır. ulusal mevzuat olarak anlaşma<br />

koşulları 01.01.2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.<br />

Ayrıca yine ADR kapsamında hazırlanan, “Tehlikeli<br />

Madde Güvenlik Danışmanlığı Hakkında Tebliğ”<br />

22.05.2014 tarihli ve 29007 sayılı Resmi Gazete’de<br />

yayımlanmıştır. 1 Temmuz 2015 itibari ile de tehlikeli<br />

madde ile çalışan ya da başka bir deyişle Tehlikeli<br />

Madde Taşımacılığı ile ilgili gönderen, paketleyen,<br />

dolduran, taşımacı vs. faaliyetleri gerçekleştiren<br />

işletmelerin tehlikeli madde güvenlik danışmanı<br />

(TMGD) istihdam etmesi veya tehlikeli madde<br />

güvenlik danışmanından hizmet alması zorunludur.<br />

64


Yalnız piyasadaki TMGD sayısı az olduğu<br />

için akaryakıt ve LPG istasyonlarında TMGD<br />

bulundurma zorunluluğu, 2018 yılına ertelenmiştir.<br />

2018 yılında Türkiye piyasasının TMGD ihtiyacının<br />

18 bin kişi olacağı tahmin edilmektedir.<br />

Nasıl Tehlikeli Madde Güvenlik<br />

Danışmanı Olunur?<br />

TMGD olmak isteyenlerin lisans mezunu olmaları<br />

ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı<br />

(UDHB) tarafından yetkilendirilen bir kurumdan 49<br />

saatlik eğitim alarak sonrasında bakanlığın yapacağı<br />

sınavda başarılı olmaları gerekmektedir. Yapılacak<br />

sınavda 40 soru sorulmakta ve en az 70 puan<br />

alınması gerekmektedir. Yanlış cevap doğru cevabı<br />

götürmediği için adaylara 28 doğru cevap yeterli<br />

olmaktadır. Sınav süresi ise 210 dak.’dır.<br />

Bir kimyager neden TMGD<br />

olmalı?<br />

TMGD eğitiminin içeriği incelendiğinde eğitimin en<br />

çok kimyagerlere hitap ettiği görülmektedir. Tehlikeli<br />

madde denildiğinde akla gelen şeyler patlayıcı,<br />

zehirli, radyoaktif vs. sınıfına giren maddelerdir.<br />

<strong>Kimya</strong> ile ilgili bireylerin bu sınıftaki maddeler<br />

hakkında bilgi sahibi olması doğal ve beklenen<br />

bir durumdur. Bu husus eğitimde anlatılanları<br />

daha iyi anlama ve dolayısıyla da sınavda başarılı<br />

olma ihtimalini kimya sektörü dışındaki adaylara<br />

göre arttırmakla beraber kimyagerler açısından<br />

yeni bir gelir kapısının açılmasını da beraberinde<br />

getirmektedir. Özellikle de TMGD sertifikasına sahip<br />

bir kişinin 5 farklı firmada görev yapabilecek olması<br />

kişi açısından önemli bir avantaj teşkil etmektedir.<br />

Tüm bu sebepler TMGD mesleğini kimyagerler<br />

açısından cazip kılmaktadır.<br />

Kaynaklar :<br />

http://www.kimyasalgelismeler.com/kimya-kutuphanesi/kimya-meslekleri/tehlikeli-madde-guvenlikdanismanligi-tmgd.html<br />

65


Haber<br />

Yabancı<br />

GÜNEŞ ENERJİSİNİ KULLANARAK<br />

ÇOK YÜKSEK VERİMLE ÇALIŞAN BİR<br />

SU ARITICISI GELİŞTİRDİLER!<br />

Bear Grylls’tan ilham alan akademisyenler, güneş<br />

enerjisini kullanarak çok yüksek verimle çalışan bir<br />

su arıtıcısı geliştirdiler!<br />

Bear Grylls’ın plastik ve güneş ışığının biraz daha<br />

fazlası ile kirli suyu içme suyuna dönüştürdüğünü<br />

görmüştük. Akademisyenler, tuzlu ve kirli suyun<br />

kişisel kullanım için içilebilir suya dönüştürülmesi<br />

amacıyla son derece verimli ve ucuz bir yol yaratmak<br />

için üçüncü bir eleman olarak karbona daldırılmış<br />

kağıdı sisteme eklediler. Sistem, özellikle doğal<br />

afetlerden etkilenen bölgeler ve gelişmekte olan<br />

bölgelerde küresel içme suyu sıkıntısını gidermeye<br />

yardımcı olabilir.<br />

Özellikle gelişmekte olan ve doğal afetlerden<br />

etkilenen bölgelerde küresel içme suyu sıkıntısına<br />

yardımcı olabilecek bu fikir, online olarak 30 Ocak<br />

2017 günü Global Challenges dergisinde yayımlanan<br />

bir çalışmada açıklanmıştır.<br />

Araştırmaya önderlik eden Buffalo Üniversitesi<br />

Mühendislik ve Uygulamalı Bilimler Fakültesi’nde<br />

elektrik mühendisliği olan Doçent Qiaoqiang Gan,<br />

PhD, “Son derece düşük maliyetli malzemeler<br />

kullanarak, buharlaşma sırasında güneş enerjisini<br />

neredeyse maksimum düzeyde kullanan bir sistem<br />

yaratmayı başardık. Aynı zamanda bu süreçte<br />

oluşan ısı kaybını da en aza indirdik” dedi.<br />

Araştırma ekibinin diğer üyeleri de; UB’nin<br />

<strong>Kimya</strong> Bölümü’nden, Çin’deki Fudan Üniversitesi,<br />

Wisconsin-Madison Üniversitesi ve UB’nin Malzeme<br />

Bilişiminde New York Eyalet Mükemmellik Merkezi<br />

ve UB’nin RENEW Enstitüsü(karmaşık çevre<br />

sorunlarını çözmeye adanmış disiplinler arası bir<br />

enstitü) üyesi Gan’ın laboratuvarı.<br />

Güneş enerjili buhar jeneratörü<br />

Ekip, araştırmayı yürütmek için güneş enerjisi ile<br />

çalışan küçük ölçekli bir su damıtma cihazı yaptı.<br />

“Güneş Buhar Jeneratörü” olarak adlandırılan bu<br />

cihaz, güneş ışığından elde edilen ısıyı kullanarak<br />

66


suyu temizler veya tuzundan arındırır. Burada işler<br />

şu şekilde yürümektedir: Güneş suyu buharlaştırır.<br />

Sıvı gaz haline geçerken bu işlem sırasında tuz,<br />

bakteri veya diğer istenmeyen maddeler geride kalır.<br />

Daha sonra su buharı soğur ve tekrar sıvı faza geçer,<br />

tuz veya kirleticiler olmaksızın ayrı bir kapta toplanır.<br />

UB’nin doktora adayı ve araştırmanın önde gelen<br />

yazarlarından Haomin Song, “içme suyu yetersizliği<br />

sıkıntısı çeken insanlar yıllardır güneş enerjili<br />

su damıtma cihazlarını kullandılar, ancak bu<br />

cihazlar oldukça verimsizdi.” diyor. “Örneğin,<br />

birçok cihaz buharlaşma işlemi sırasında sıvı<br />

yığınının ısıtılması nedeniyle değerli ısı enerjisini<br />

kaybetmektedir. Ayrıca güneş ışığını konsantre<br />

etme işlemi için aynalar ve mercekler gibi optik<br />

konsantratörleri içeren sistemler de pahalıdır.”<br />

şeklinde ekliyor.<br />

UB önderliğindeki araştırma ekibi, yaklaşık mini<br />

bir buzdolabı ebatlarında olan bir güneş enerjili su<br />

damıtma cihazı tasarlayarak mevcut sorunları ele<br />

aldılar. Bu cihaz, genleşmiş polistiren köpükten (ısı<br />

yalıtım malzemesi olarak kullanılan yaygın bir plastik<br />

ve gerekirse bir flotasyon cihazı) ve karbon siyahı<br />

ile kaplanmış gözenekli kağıttan imal edilmiştir. Bir<br />

peçete gibi kağıt suyu absorplar, karbon siyahı da<br />

güneş ışığını emer ve güneş enerjisini buharlaşma<br />

sırasında kullanılacak olan ısı enerjisine dönüştürür.<br />

satın alınması durumunda düşebilir. (Aksine, optik<br />

konsantratörleri kullanan sistemler metrekare<br />

başına 200 $ ‘dan fazla perakende satış yapabilirler.)<br />

Ticarileştirildiğinde cihazın perakende fiyatı, Dünya<br />

Ekonomik Forumuna göre 2010 ve 2030 yılları<br />

arasındaki dünya çapında 26 trilyon dolar olarak<br />

öngörülen su alt yapı tesislerinin yenilenmesi için<br />

gerekli fon açığını da nihai olarak azaltabilir.<br />

UB’nin misafir öğretim üyesi, Fudan Üniversitesi’nde<br />

doktora adayı ve araştırmanın ortak yazarlarından<br />

biri olan Zhejun Liu “Geliştirmekte olduğumuz<br />

güneş enerjili su damıtma cihazı, küçük<br />

topluluklardaki insanlar için kendi evlerinin<br />

çatısındaki güneş panelleri vasıtasıyla ürettikleri<br />

enerji ile kendi içme sularını yaratmalarına izin<br />

verecek şekilde ideal olacaktır.” dedi.<br />

Araştırma kısmen ABD Ulusal Bilim Vakfı, Çin<br />

Ulusal Bilim Vakfı ve Çin Burs Konseyi tarafından<br />

finanse edildi.<br />

Güneş enerjili su damıtma cihazı su yüzeyini<br />

kaplayarak çok verimli bir şekilde suyu buharlaştırır.<br />

Örneğin, buharlaşma işlemi sırasında mevcut<br />

enerjinin sadece yüzde 12’si kaybolmakta ve<br />

araştırma ekibi bu oranın daha önce görülmemiş<br />

bir oran olduğunu düşünmektedir. Cihazın <strong>44</strong> ˚C’de<br />

buharlaşan yalnızca yüzey suyunu dönüştürmesi<br />

nedeniyle bir dereceye kadar başarı sağlanması olası<br />

gözükmektedir.<br />

Verimli ve ucuz<br />

Araştırmacılar, test sonuçlarına dayanarak günde<br />

3-10 litre su üretebildiklerinden gün içinde 1-5 litre<br />

su üreten benzer boyuttaki ticari güneş enerjili su<br />

damıtma cihazlarına göre bu konu üzerinde bir<br />

gelişme olduğuna inanmaktadırlar.<br />

Yeni güneş enerjili su damıtma cihazının<br />

malzemeleri, metrekare başına kabaca 1.60 $’a mal<br />

olmaktadır ki bu rakam malzemelerin toplu olarak<br />

67


Yerli<br />

Haber<br />

DOPAMİN DÜZEYİ ARTTIRILARAK<br />

AŞKIN ÖMRÜ UZATILABİLİR<br />

Biyokimya Uz. Dr. Servet Külahçıoğlu, aşıkken<br />

salınan biyokimyasal maddelerin aşkın oluşumunda<br />

ve devamında etkili olduğunu belirterek, dopamin<br />

düzeyi arttırılarak aşkın ömrünün uzatılabileceğini<br />

kaydetti.<br />

Memorial Diyarbakır Hastanesi Biyokimya<br />

Bölümü’nden Uz. Dr. Servet Külahçıoğlu, 14 Şubat<br />

Sevgililer Günü nedeniyle aşkın kimyasal yönü<br />

ve hormonlara ilişkin açıklamalarda bulundu.<br />

Aşkın vücutta bir dizi biyokimyasal olayı harekete<br />

geçiren karmaşık bir duygu hali olduğunu belirten<br />

Külahçıoğlu, “Aşık iken salınan biyokimyasal<br />

maddeler aşkın oluşumunda ve devamında<br />

etkilidir. Aşk her daim çok sayıda bilimsel<br />

araştırmanın konusu olmuş ve aşk için çok sayıda<br />

bilim insanı çeşitli tanımlamalar yapmıştır. Freud<br />

aşkı yüceltilmiş cinsellik olarak tanımlamıştır.<br />

Amerikalı psikolog Doroty Tennov ise kadınca<br />

bir bakış açısı ile aşkı normal insanlarda bilişsel<br />

etkinliği devre dışı bırakan sevilen kişiye yönelik<br />

bedenin verdiği duyarlı tepki olarak tanımlamıştır<br />

ve bana göre beynin vücuda bir oyunu olan aşkın<br />

en güzel tanımı budur. Evrimsel bakış açısıyla<br />

ise aşk insanların başarılı üremelerini sağlayan<br />

bir uyum mekanizması olarak tanımlanmıştır.<br />

Helen Fisher ise aşkın oluşumunu cinsel dürtü<br />

oluşumuna, cinsel dürtü oluşumunu ise bir<br />

erkeklik hormonu olan testosterona bağlamıştır.<br />

Tüm bu tanımlamaların birleşimi aşkın aşırı ilgi,<br />

aşırı sorumluluk ve bağlanma hali olduğudur”<br />

dedi.<br />

Aşk ile hormonlar arasındaki ilişkiye de değinen<br />

Külahçıoğlu, “Peki hormon nedir, hangileri aşk<br />

sırasında artar ve bizim zavallı vücudumuza<br />

nasıl hükmeder? Hormonlar vücudumuzda<br />

haberleşmeyi düzenleyen kimyasal maddelerdir.<br />

Bu maddelerin salınımı beyinde bulunan<br />

hipotalamus-hipofiz sistemi ile kontrol edilir.<br />

68


Hormonlar vücudun dengesini, büyüyüp<br />

gelişmesini, üreme ile ilgili olayları, ruhsal<br />

durumumuzu düzenler. Dolayısı ile aşıkken bizi<br />

yöneten sistem beynimizde bulunan hipotalamohipofizer<br />

merkezdir. Aşık olmamıza ve aşkın<br />

sürdürülmesine ve sonrasında yerini sevgi ve<br />

bağlılığa bırakmasına, sadakat veya sadakatsizliğe<br />

salınan bu hormonlar etkilidir. Söz konusu<br />

hormonlar; dopamin, serotonin, oksitosin,<br />

melatonin, adrenalin, noradrenalin ,testosteron<br />

ve diğer cinsiyet hormonlarıdır. Dopamin,<br />

kendimizi iyi hissetmemizi, coşkulanmamızı<br />

sağlayan bir kimyasal maddedir. Dopamin ne<br />

kadar çok artarsa kişi o kadar ağır aşk belirtileri<br />

gösterir. Fazla salınan dopamin nedeniyle kişi<br />

daha hareketli, daha dağınık olur, konsantrasyonu<br />

bozulur. Dopamin düzeyi tutku ve sadakat ile<br />

de ilgilidir. Serotonin mutluluk hormonu olarak<br />

bilinir. Serotonin yükseldiğinde kişinin ruhsal<br />

durumu düzelir, enerjisi artar, keyifli olur. Bu<br />

etkilerinden ötürü depresyon ve başka diğer<br />

psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılan<br />

ilaçlar serotonin düzeyini yükselterek etki<br />

gösterirler. Yani aşık olmak bizi depresyondan<br />

korur. Adrenalin ve noradrenalin aşkın en yoğun<br />

olduğu dönemde fazla salınır” diye konuştu.<br />

Ayakların yerden kesilmesi duygusunu bu<br />

hormonların yaşattığına dikkat çeken Külahçıoğlu,<br />

şunları kaydetti.<br />

“Aşık olan kişide kalbin hızlı çarpmasına, ellerin<br />

terlemesine, kan basıncının yükselmesine,<br />

heyecanlı ruh haline sebep olurlar. Oksitosin<br />

ise şefkat hormonu olarak bilinir. Bu hormon<br />

kadın olmanın, anne olmanın temel maddesi<br />

gibidir. Kadının cinsellik sırasına zevk almasını,<br />

doğumun başlamasını, emzirme sırasında<br />

göğüslerden süt gelmesini bu hormon sağlar.<br />

Çocuk annesinin memesini emdikçe bu hormon<br />

artar ve anne ile bebeğin birbirine bağlanmasını<br />

sağlar, sevgiyi arttırır. Aşık olunca da oksitosin<br />

salınımı artar ve benzer etki ile aşık olunan<br />

kişiye karşı şefkatli ve bağlı olunmasını sağlar.<br />

Aşkın en parlak döneminde salınımı artan<br />

adrenalin ve dopamin zaman içerisinde azalır,<br />

normal düzeye iner ve yerini oksitosine yani<br />

sevgi ve şefkat duygusu oluşturucusuna bırakır.<br />

Aşkın ömrü ile ilgili varsayımlar bu durum ile<br />

açıklanabilir. Testosteron, östrojen, progestoron<br />

ise seks hormonlarıdır. Testosteron kadınlarda<br />

az erkeklerde ise çok miktarda bulunur. Her<br />

iki cinste de testosteron düzeyinin artması<br />

kişilerin karşı cinse yönelmelerine neden olur.<br />

Testosteron hormonunun yüksek olması erkek<br />

cinsi davranış modeline ve çok eşliliğe sebep<br />

olur. Melatonin yine aşık insanların kanında<br />

artmış olduğu gösterilen başka bir maddedir. Bu<br />

madde karanlık odada uyurken salınımı artan<br />

bir hormondur ve kişinin bağışıklık sistemini<br />

güçlendirerek kişiyi hastalıklara karşı korur. Zaten<br />

bu özelliği nedeniyle kanser, stres, uykusuzluk<br />

gibi hastalıkların tedavisi için kullanılmaktadır.<br />

Aşıkken daha az hastalanmamızın aşk acısı<br />

çekerken devamlı hasta olmamızın sebebi bu olsa<br />

gerek. Aşık olmamıza ve bunun devamına yol açan<br />

bu maddeler ile ilgili çalışmalar arttıkça dışarıdan<br />

bu maddeleri vererek kişinin aşık olmasını<br />

sağlayabilir miyiz ya da aşk acısı bu hormonların<br />

düzeyini azaltan ilaçlar ile önlenebilir mi soruları<br />

kafaları kurcalar olmuş ve yeni çalışmalara yön<br />

vermiştir. Özellikle psikiyatristler tarafından<br />

aşık olma hali kimi hastalıklara benzetilmiş ve<br />

tedavi edilip edilmeyeceği araştırılır olmuştur.<br />

Belki dopamin düzeyini arttırarak aşkın ömrünü<br />

uzatabilir ya da oksitosin vererek kişinin<br />

bağlılığını arttırabiliriz.”<br />

69


HATİLE MOUMİNTSA<br />

KİMYA<br />

YANYA ÜNİVERSİTESİ<br />

MEZUN<br />

hatile_m@hotmail.com<br />

İNSANLIK İÇİN BİR ÖLÜM<br />

TEHLİKESİ DAHA<br />

ALÜMİNYUM<br />

Etrafımız plastik ve değişime uğramış<br />

eşyalarla doludur. Sanki etrafımız sarılmış<br />

onlardan kaçamıyoruz. Çünkü onları öyle<br />

bir sunuyorlarki bizlere normalmiş gibi geliyor.<br />

Acaba düşünüp yavaş yavaş klasik cam ve paslanmaz<br />

eşyalara gerimi dönsek? Değerli okuyucularımız bu<br />

ay sizlere alüminyumdan bahsedeceğim.<br />

Alüminyum simgesi Al. Gümüş renkte sünek bir<br />

metaldir. Atom numarası 13 tür. Doğada genellikle<br />

boksit cevheri halinde bulunur ve oksidasyona karşı<br />

üstün direnci ile tanınır. Bu direncin temelinde<br />

pasivasyon özelliği yatar. Alüminyumdan üretilmiş<br />

yapısal bileşenler uzay ve havacılık sanayii için<br />

vazgeçilmezdir.<br />

Uçaklardan mutfak gereçlerine kadar birçok yerde<br />

kullanılan ve hafif bir metal olan alüminyum uzun<br />

zamandır hayatımızın bir parçası. Bu metalin<br />

faydaları milyonlarca kişinin hayatını kolaylaştırdı.<br />

Özellikleri<br />

kadardır. Kolaylıkla dövülebilir, makinede işlenebilir<br />

ve dökülebilir.<br />

Her ne kadar hayatımızı kolaylaştırmış olsada<br />

kaplar ve kozmetikte kullanımı hakkında aynısı<br />

söyleyemem.<br />

Alüminyum Kaplar ve Zararları<br />

Alüminyum malzemeden üretilen malzemeler<br />

piyasada çok fazla yer alıyor. Bu kaplar insan<br />

sağlığı açısından son derece tehlikelidir. İnsanlar<br />

evlerindeki alüminyum eşyaları kullanmamalıdır<br />

ve bu maddeden olabildiğince uzak kalmalıdır.<br />

Alüminyum maddesi adeta besinlerin yapısına<br />

işleyerek vücuda ve organlara ciddi derecede zarar<br />

verir. Alüminyum kapların zararları ısı gördükçe<br />

içerisindeki maddeler erime gösterince daha da<br />

tehlikeli bir hale geleceklerdir. Bu nedenle de kaplar<br />

sıcak yerlerde tutulmamalıdır.<br />

Alüminyum,yumuşak ve hafif bir metal olup mat<br />

gümüşümsü renktedir. Bu renk, havaya maruz<br />

kaldığında üzerinde oluşan ince oksit tabakasından<br />

ileri gelir. Alüminyum, zehirleyici ve manyetik<br />

değildir. Kıvılcım çıkarmaz. Saf alüminyumun<br />

çekme dayanımı yaklaşık 49 megapascal (MPa) iken<br />

alaşımlandırıldığında bu değer 700 MPa'a çıkar.<br />

Yoğunluğu, çeliğin veya bakırın yaklaşık üçte biri<br />

70


Alüminyum ve Yiyecekler<br />

Alüminyum ayrıca bazı yiyeceklerde bulunmaktadır.<br />

Bunlar E173, E523, E541 şeklinde yer almaktadır.<br />

Bunlardan bazıları:<br />

Un ve hazır keklerde<br />

Kabartma tozlarında<br />

Bazı çocuk mamalarında<br />

Ve sigarada bulunmaktadır.<br />

Alüminyumda Sağlık ve<br />

Kozmetik<br />

Bazı güneş kremlerinde, ağız temizleyicilerinde ve<br />

deodorantlarda olduğunu tespit edilmiştir. Bilhassa<br />

deodorant kullanımının meme kanserine yol açtığını<br />

ve ne kadar zararlı olduğunu görmüşüzdür.<br />

Bulundugu bazı kozmetik ve sağlık alanları:<br />

Ruj<br />

Maskara<br />

Hemoroid aşıları<br />

Deodorantlar<br />

71


Toparlayacak olursak alüminyum hayatımızın her<br />

alanında vardır. Kolaylaştırdığı kadar zararlarıda<br />

bulunmaktadır.<br />

Kısaca anlatacak olursak:<br />

1. Alüminyum folyonun zararları: Alüminyum<br />

folyo içerisinde bekleyen besinler maddenin metal<br />

içeriklerini alır ve doğrudan insan vücuduna zarar<br />

verir.<br />

2. Beyin fonksiyonlarını bile etkileyecek kadar<br />

kimyasallar içerir. Alzheimer hastalığına neden olan<br />

etkilerden birisidir. Direkt etki göstermediği için<br />

insanlar zararlarını gözle göremezler.<br />

3. Vücut için çok gerekli olan vitamin, mineral,<br />

protein ve kalsiyum gibi yapı taşlarının yeteri kadar<br />

emilmesine de engel oluyor.<br />

4. Beyin hücrelerinin hasar almasına da neden<br />

olmuştur.<br />

5. Yiyeceklerin ağız yolu ile alınmasından dolayı<br />

başta gırtlak kısmı olmak üzere, akciğer, bağırsak ve<br />

mide rahatsızlıklarına da davetiye çıkarıyor.<br />

6. Çeşitli kanser oluşumlarında da baş rolü oynadığı<br />

gözlenmiştir.<br />

7. Alerjik bazı reaksiyonlara da neden olabilir.<br />

8. Baş ağrıları<br />

9. Miğde arıları<br />

10. Çocuklarda öğrenme bozuklukları<br />

11. Kabızlık<br />

12. Cilt hastalıkları<br />

Olabildiğince kendilerimizi korumalıyız. Çünkü<br />

gördüğünüz gibi bir çok zararı olmasına rağmen hiç<br />

bir fabrika aldırmıyor ve üretime devam etmektedir.<br />

Alüminyum yerine cam, bakır, kum veya paslanmaz<br />

eşyaları kullanmalıyız. Bir yiyecek alırken<br />

içindekilerini iyice kontrol etmeliyiz. Kozmetik<br />

alanından herhangi bir şey seçerken ve bilhassa<br />

deodorantların alüminyum olmayanlarından<br />

almalıyız.<br />

Kaynaklar :<br />

https://tr.wikipedia.org/wiki/Al%C3%BCminyum<br />

72


Haber<br />

Yabancı<br />

BİLİM İNSANLARI, İLK KEZ<br />

“İMKANSIZ MOLEKÜL” OLARAK<br />

BİLİNEN ‘TRIANGULENE<br />

MOLEKÜLÜNÜ’<br />

LABORATUVARDA ÜRETTİ<br />

Araştırmacılar, ilk defa, fizikçilerin yaklaşık 70<br />

yıldır peşinden koştuğu, triangulene adı verilen<br />

garip ve dengesiz özellikli üçgen biçimli bir molekül<br />

sentezledi.<br />

Triangulene, grafene benzemektedir çünkü sadece<br />

bir atom kalınlığındadır. Fakat karbon atomu<br />

levhası yerine tirangulene bir üçgen oluşturmak için<br />

kenarları boyunca birleştirilen altı altıgen karbon<br />

molekülünden oluşur ki alışılmamış bir düzenlemeye<br />

sahip, iki eşleşmeyen serbest nitelikteki elektronun<br />

dengeli bir bağ oluşturamaması nedeniyle kimse<br />

geleneksel kimya yoluyla bugüne kadar bu molekülü<br />

sentezleyememişti.<br />

Business Insider’da yer alan habere göre yaratılması<br />

zor bu molekül, IBM’den bir araştırmacı ekibi<br />

tarafından iğne benzeri bir mikroskop ucu<br />

kullanılarak tekil atomların istenilen formatta<br />

manipüle edilmesiyle oluşturuldu.<br />

Araştırmacılar, geleneksel olarak üretmesi mümkün<br />

olmayan kararsız molekülleri sentezleyebildikleri<br />

ilk molekül Triangulene değil ancak triangulene,<br />

yalnızca benzersiz yapısıyla değil aynı zamanda<br />

elektronik ve kuantum bilgisayarlarda yararlı<br />

özelliklere sahip olması ile çok özel bir konuma<br />

sahip.<br />

67 Yıla Uzanan Keşif<br />

Triangulene ilk kez 1950 yılında Çek bilim insanı<br />

Erich Clar tarafından öngörüldü. Clar, en azından<br />

teorik olarak üçgen şeklindeki hidrokarbonun altı<br />

dairesel benzen molekülünden yapılabilirliğini<br />

hesapladı ki bu moleküller eşit sayıda atom ve<br />

elektrona sahipti ancak yapısından kaynaklı iki<br />

eşleşmemiş elektron açığa çıkartıyordu.<br />

Nature dergisinden Philip Ball’a konuşan İsviçre’deki<br />

IBM laboratuarından baş araştırmacı Leo Gross,<br />

“Triangulene , kimyagerlerin çok uğraştıkları ve<br />

başaramadığı bir molekül ve şu an yapısı hazır.”<br />

diyor.<br />

73


Clar denedi ve laboratuarda tirangulen yapmakta<br />

başarısız oldu. Bu inanılmaz derecede zor bir görevdi,<br />

çünkü eşleşmeyen bu iki elektron, eşleşmemiş halde<br />

kalmaktan hoşlanmıyordu, bu nedenle çevresindeki<br />

herhangi bir şeye tepki veriyordu.<br />

Bilim insanlarının odaklandığı geleneksel sentez<br />

teknikleri , daha büyük yapılar oluşturmak bir araya<br />

getiren molekülleri irdeler. Ancak neredeyse 70 yıldır<br />

araştırmacılar bu şekilde triangulan oluşturmak için<br />

uğraşıyorlar.<br />

Araştırmacılardan Niko Pavlicek, “Sentez<br />

oluşturduğunuz anda, oksitlenecektir de.” diyor.<br />

IBM ekibi bunu farklı bir teknik kullanarak çözdü,<br />

bir molekülden molekül yapısı oluşturmak yerine,<br />

önce daha büyük bir öncü yapı oluşturdu ve sonra<br />

onu aşağı doğru kırdı.<br />

Öncü yapı, dengeli olabilmesi için birkaç ekstra<br />

hidrojen atomuna sahipti. Bu hidrojen atomları, bir<br />

elektron demeti kullanılarak patlatıldı ve kararsız<br />

triangulen molekülü bırakıldı.<br />

görüntüleyebildiler.<br />

IBM araştırmasına dahil olmayan ancak daha önce<br />

triangulen sentezi üzerine çalışan ve Nature dergisine<br />

konuşan diğer araştırmacı olan Japonya’daki Osaka<br />

City Üniversitesi’nden Takeji Takui “Bildiğim<br />

kadarıyla değiştirilmemiş triangulen’in ilk kez<br />

sentezlenmesi.”<br />

Beklenmeyen Özellikler<br />

Yeni malzemebazı benzersiz ve beklenmedik<br />

özellikler taşıyor. Tahmin edilebileceği gibi, Ekip, –<br />

triangulen molekülündeki iki elektronun molekül<br />

seviyesinde manyetik hale getirdiği ve kuantum<br />

bilgisayarlar hatta dönüz bazlı elektronik cihazlar<br />

üretmek için kullanışlı olma anlamına da gelen – iki<br />

eşleşmeyen serbest elektronun kararlı bir dönüşe<br />

sahip olduğunu gösterdi.<br />

Yapıyı bir taramalı sondalı mikroskopi kullanarak<br />

74


Ancak ekip aynı zamanda, bir deney süresince<br />

dört güne kadar bakır yüzeyinde kararlı kaldığını<br />

gördüler. Triangulen metalle reaksiyona girebileceği<br />

tahmin edilmişti ancak ve ekip bunun neden<br />

olmadığını anlamaya çalıştı.<br />

Nature News’e konuşan Gross “Bakırda triangulen<br />

için hiçbir bağ oluşmadığına şaşırdık.” diyor:<br />

“Bunun nedeni, tirangulenenin pi-radikal olması<br />

ve bunun eşleşmeyen serbest elektronların<br />

delokalize olmasını anlamına geldiğini<br />

düşünüyoruz.”<br />

Triangulene hakkında öğrenilmesi gereken çok şey<br />

var ve bağımsız denetçilerle IBM araştırmacılarının<br />

yarattığı şeyin başarılması çok zor olan gerçekten<br />

üçgen şekilli molekül olup olmadığının<br />

doğrulanması gerekiyor. Yine de bu ilerleme diğer<br />

bilim ekiplerinin de bu keşifin açtığı yolda keşfi<br />

derinleştirme şansını arttırıyor.<br />

75


Yerli<br />

Haber<br />

TÜRKİYE’DE KAYA GAZI ADI<br />

ALTINDA DÜNYADA NADİR<br />

BULUNAN HELYUM-3 MÜ<br />

TOPLANIYOR?<br />

Kaya gazı ile ilgili bir iddia gündeme bomba gibi<br />

düştü. Türkiye’de kaya gazı adı altında dünyada nadir<br />

bulunan helyum-3 mü toplanıyor?<br />

40 ton helyum-3’ten ABD’nin bir yıllık elektrik<br />

ihtiyacını karşılayabilecek bir enerji ortaya çıkıyor.<br />

Helyum-3, ABD’nin uzay çalışmalarında en çok takip<br />

ettiği gazların başında geliyor. Türkiye’de helyum-3<br />

ile ilgili test laboratuvarlarının ve ruhsat tarifinin<br />

bile bulunmaması kaya gazı ile ilgili iddiaları daha<br />

vahim bir hale getiriyor. Bilindiği üzere 2012 yılında<br />

Diyarbakır-Silvan’da 4 bin metre derinliğinde<br />

kuyular açılarak kaya gazı aranmıştı. Ve bu sondaj<br />

aramalarının masraflarının tamamı Shell tarafından<br />

karşılanmıştı.<br />

ABD’nin Kaya Gazı İlgisi<br />

İsminin açıklanmasını istemeyen önemli bir enerji<br />

uzmanı, kaya gazı ile ilgili bomba bir iddiayı<br />

gündeme taşıdı. Kaya gazının boşluklarda sıkışan<br />

gaz olduğunu ve maliyet hesabına bakıldığında<br />

doğalgazla rekabet etmesinin mümkün olmadığına<br />

dikkat çeken enerji uzmanı, “Durum ortada iken<br />

ABD neden kaya gazı ile bu kadar ilgileniyor?”<br />

diye sordu.<br />

“Kaya gazının sıkışmış alanlarda birikmiş bir<br />

gaz olduğu belli. Miktarının da yüksek olması<br />

mümkün değil. Kaya gazı denmiş olması,<br />

doğalgazın kayaların arasında sıkışması,<br />

kaçamaması demektir. Yaygın bir havza<br />

oluşturamaması demektir. Sadece küçük<br />

miktarlarda farklı farklı birden çok yerde<br />

oluşabiliyor” şeklinde konuşan enerji uzmanı,<br />

büyük bir havzada bulunan doğalgazın maliyeti ile<br />

kayaların içine sıkışmış kaya gazının maliyetinin<br />

aynı olamayacağının altını çizdi. Enerji uzmanı,<br />

“O zaman geriye tek bir şey kalıyor. Helyum-3’ün<br />

kaya gazından daha fazla bulunma ihtimali var.<br />

Bunu da bilimsel olarak kimse ortaya koymuyor.<br />

76


Israrla koymuyorlar” dedi.<br />

Helyumun her gaz ortamında, petrol türevlerinin<br />

bulunduğu ortamlarda bulunan bir gaz olduğunu<br />

anımsatan enerji uzmanı, kaya gazı aramalarında da<br />

helyum-3’ün aranma ihtimalinin yüksek olduğunu<br />

vurguladı.<br />

Bütün Masrafları Shell<br />

Karşılamıştı<br />

Bilindiği üzere Türkiye Petrolleri A.O (TPAO), Shell<br />

ile birlikte 2012 yılında Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde<br />

kaya gazı araştırmasına başlamıştı. Bu bölgede 4 bin<br />

metre derinliğinde kuyu açılmıştı. Ve TPAO’nun<br />

Shell ile yaptığı anlaşma gereği sondaj masraflarının<br />

tamamının Shell tarafından karşılanacağı<br />

açıklanmıştı. Enerji uzmanının kaya gazı ile ilgili<br />

gündeme getirdiği iddialar, 2012 yılında Diyarbakır-<br />

Silvan’da açılan kaya gazı sondaj kuyularının<br />

sorgulanmasına neden oldu.<br />

Türkiye’de Tarifi Bile Yok<br />

Kaya gazı aramalarında Türkiye için büyük bir<br />

tehlikeye de dikkat çeken enerji uzmanı, bırakın<br />

helyum-3 ile ilgili bir ruhsat alınmasını, Türkiye’de<br />

helyum-3’ün ruhsat tarifinin bile bulunmadığını<br />

vurguladı. Bu durumun da kaya gazı aramalarında<br />

arayan şirketler için büyük bir avantaj sağladığını<br />

ifade eden enerji uzmanı, şunları kaydetti:<br />

“Kaya gazı aramada kalmanın şöyle bir avantajı<br />

var. Helyum-3 zaten miktarı az olan ama değeri<br />

çok yüksek olan bir gazdır. Kaya gazı arama<br />

sırasında numune alır gibi helyum-3’leri alır alır,<br />

çeker gidersiniz ve arama sürekli devam eder.”<br />

77


YAZARIMIZ<br />

OLUN<br />

KOŞULLAR<br />

1-) KİMYA VEYA KİMYA SEKTÖRÜ İLE İLGİLİ BİR KONUDA KAYNAKLARINIZI BELİRTEREK<br />

YAZIN<br />

2-) HER AYIN 20. GÜNÜNE KADAR info@inovatifkimyadergisi.com adresine<br />

AD-SOYAD<br />

SIK KULLANDIĞINIZ MAİL ADRESİ<br />

BİTİRDİĞİNİZ/OKUDUĞUNUZ OKUL İSMİ<br />

PROFİL FOTOĞRAFI<br />

YAZINIZIN WORD FORMATI<br />

İLE GÖNDERİN.<br />

BİR SONRAKİ AY BİLGİLERİNİZ İLE YAZINIZI YAYIMLAYALIM

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!