Dergi54_Sayı_01

07.03.2017 Views

SAKARYASPOR / MAKALE TARAFTAR PSİKOLOJİSİ Cemre SOYSAL* Bundan yaklaşık 20 yıl önce ilk defa Simon Kuper tarafından dile getirilen bir ifade vardı; “Futbol asla sadece futbol değildir.” Geçen sürede hem ülkemizde hem de dünya futbol camiasında yaşananlar bu tespitin doğruluğunu kanıtlar nitelikteydi. 19. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de doğan modern futbol kültürü 150 senelik bir geçmişe sahip. Dünya tarihini düşündüğümüzde çok da uzun olmayan bir süre içinde kıtaları, ırkları, ülkeleri birbiriyle bağlayan, ortak sevinç ve heyecanlara yönelten bir spor dalı futbol. Çoğu kez akla getirdiği soru ise şu, hiçbir politik, dini ya da etnik sebebe gerek kalmaksızın nasıl oluyor da milyonlarca insanı bir araya getirmeye bir top ve peşinden koşan 22 kişi yetiveriyor? Futbolun psikolojisini anlamaya çalıştığımızda taraftarlık ilk akla gelen unsurdur. Tribünler olmazsa futbol asla aynı zevki vermeyecektir. Taraftar cezasının olduğu maçlardan sonra futbolcularla yapılan röportajlarda çoğu futbolcu, taraftarsız maçların motivasyonlarını olumsuz yönde etkilediğini vurgular. Birçok kulübün taraftar grubu kendini takımının “12. Adamı” olarak tanımlar. Bunların hiçbiri tesadüf değildir. Tribün ve takım et ve tırnak gibidir, birini diğerinden ayrı düşünmek bütünü bölmek demektir. İnsanlar doğduğundan itibaren ister istemez birtakım grupların içine doğar, yani ait olurlar. Bu bazen bir ülkeye ait olma, bazen bir şehre ya da bir dine aidiyet olabilir. Takım tutan ve bir kulübün taraftarlığını seçen insanlarda öncelikli motivasyon da bu ait olma hissidir. Bir camiaya ait olduğunu hisseden insanlar kendilerini daha fazla güvende hissetmeye başlarlar. Önemli bir maçın kritik bir dakikasında atılan golde bir stat dolusu insanla beraber sevinmek; ait olma hissinin en coşkun yaşandığı andır. Maçı tribünde seyretmenin güzel tarafı da çoğunlukla beraber olmanın verdiği güven hissidir. İnsan psikolojisine baktığımızda yaşanan zorlukları aşarken insanların “kendileri gibi” birilerine ihtiyaç duyduğunu gözlemliyoruz. Örneğin; deprem, doğal afet gibi bir travma yaşandığında aynı sıkıntıyı yaşayan insanlar bir araya gelerek başlarından geçeni anlattıklarında ve yalnız olmadıklarını hissettiklerinde çaresizlik ve yalnızlık hisleri azalıyor. Bu noktada da yine taraftarlığın sadece galibiyetleri yaşamak için değil olası mağlubiyet, kaçan gol, kaybedilen şampiyonluk gibi olumsuz durumları aşmada da insanlara kuvvet verdiğini söylemek mümkündür. Tribünlerin bir diğer etkisi ise tüm hiyerarşik rütbelerin neredeyse sıfırlanmasıdır. Bir iş yerindeki patronla iş yerinin çaycısı tribün söz konusu olduğunda eşit statüye geçerler. Stadın turnikelerinden geçtikten sonra herkesin tek bir ünvanı vardır artık; taraftarlık. Ya beraber sevinilecek ya da beraber üzünülecektir. Küçük bir çocuğun babasıyla aynı anda sevinmesi, berber çırağı ile genel müdürün beraber üzülmesi o topun kale çizgisinin neresinde kaldığına bağlıdır. Toplumsal hayatta eşitliği yaşayamayan insanlar için tribünler herkesin nispeten eşit olduğu bir alandır. Futbol sadece kulüpler bazında değil; Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası gibi uluslararası turnuvalarda da taraftarlık psikolojisini karşımıza çıkarmaktadır. Turnuvaların düzenleneceği senelerde stoklarını arttıran televizyon markalarından, özel tasarım ürünler geliştiren markalara kadar birçok alandaki değişiklikler de gösteriyor ki futbol yarattığı etki itibariyle oldukça geniş bir popülasyona hitap etmektedir. Kendi ülkesinin katılmadığı bir turnuvada bile kendine favori bir takım seçip onu destekleyen birçok futbol seyircisi bulunmaktadır. Bunun sebebi, yanında olduğumuz tarafın kazanmasına duyduğumuz ihtiyaçtır. Herkesin gönlünde bir Arjantin - Brezilya çekişmesi vardır örneğin. Oysa, hiçbirimiz Güney Amerika topraklarında doğmamışızdır. Futbolun endüstriyelleşmesiyle git gide kaybolan amatör ruhun, sadece kulüplerin kimyasını değil,º aynı zamanda taraftarlık şablonlarını ve tribün atmosferini de doğrudan etkilediğini söylemek pek yanlış olmaz. Yukarıda bahsettiğimiz tüm psikolojik etkiler ise futbolun amatör kalan ruhunun hiç kaybolmayacağını düşündüğümüz parçalarıdır. * Klinik Psikolog Cemre Soysal, Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık lisansından sonra Klinik Psikoloji yüksek lisansını tamamlamıştır. Çocuk ve ergenlerle çalışan Cemre Soysal; duygusal problemler, performans geliştirme, travma, okul ve öğrenme sorunları gibi alanlarda terapiler uygulamaktadır. Ayrıca ailelere yönelik eğitimler vermektedir. Cemre Soysal terapistliğin yanı sıra çocuk kitapları yazmakta ve çocuk kitaplarına danışmanlık vermektedir. 48

GÜNDEM 49

GÜNDEM<br />

49

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!