05.02.2017 Views

Cinedergi 100

Binder100

Binder100

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

CINEVİZYON<br />

3 ŞUBAT<br />

Gecenin Kanunu / Live by Night<br />

Altın / Gold<br />

Toni Erdmann<br />

Lion<br />

Tüylü Kaçak / Run Ozzy Run<br />

Halka 3 / Rings<br />

Yaşamın Kıyısında / Manchester By The Sea<br />

Fırıldak Ailesi<br />

17 ŞUBAT<br />

Recep İvedik 5<br />

Ay Işığı / Moonlight<br />

Silence<br />

Parçalanmış / Split<br />

Yaşam Kürü / A Cure for Wellness<br />

10 ŞUBAT<br />

Swiss Army Man<br />

Enkaz<br />

İsra ve Sihirli Kitap / Isra en het magische boek<br />

Amatörler Gecesi / Amateur Night<br />

Lego Batman Filmi / The Lego Batman Movie<br />

John Wick 2<br />

Karanlığın Elli Tonu / Fifty Shades Darker<br />

24 ŞUBAT<br />

Cereyan<br />

Paterson<br />

AlexCamera10<br />

Gizli Sayılar / Hidden Figures<br />

Karlar Kraliçesi 3: Ateş ve Buz / The Snow<br />

Queen 3<br />

Resident Evil: Son Bölüm / Resident Evil: The<br />

Final Chapter


İÇİNDEKİLER<br />

10<br />

dosya<br />

<strong>100</strong> EN İYİ FİLMİ SEÇTİK<br />

<strong>Cinedergi</strong> yazarları en beğendikleri 10<br />

filmlik listeleri hazırladı.<br />

40<br />

GÖZDEN KAÇAN FİLMLER<br />

Murat Kızılca gözden kaçan<br />

minik hazineleri yazdı<br />

46 RING 3 SİZİ KAPACAK<br />

Masis Üşenmez Ring<br />

dünyasının kapısını aralıyor..<br />

52 MANCHESTER BY THE SEA<br />

Onur Kırşavoğlu Oscar favorisini<br />

seçti Manchester By The Sea.<br />

62 LIVE BY NIGHT<br />

Halil İbrahim Sağlam Ben Affleck’in<br />

filmlerini odağına aldı.<br />

36<br />

AFRA SARAÇOĞLU<br />

RÖPORTAJ<br />

58<br />

68<br />

ÇALGI ÇENGİ<br />

Yönetmen Selçuk Aydemir ve<br />

oyuncu Naz Erkul ile konuştuk<br />

BEDİİ FAİK AKIN<br />

Dağ 2 filminin genç oyuncusu<br />

Bedii Faik Akın iddialı geliyor,<br />

66 JOHN WICK 2<br />

Egemen Tokatlıoğlu Keanu<br />

Reeves’in sinema serüvenini yazdı.


ÖZEL KÖŞE<br />

46 SUSMAYAN KÖŞE<br />

Sinema eleştirmenleri satın alınabilir<br />

mi? Murat Tolga Şen soruyor.<br />

72 ZAMANIN RUHU<br />

Serdar Akbıyık Oscar adaylarını<br />

değerlendirdi. Favorilerini bizle paylaştı.<br />

80<br />

90<br />

94<br />

102<br />

BELGESELCİ<br />

Semra Güzel Korver<br />

Ertuğrul Karslıoğlu ile söyleşti.<br />

AYŞE TEYZE<br />

Ayşe Teyze ile Büyük Gözler<br />

filmi bir başka güzel.<br />

UZUN FİLMİN KISASI<br />

Fırat Sayıcı Ramazan Kılıç ile<br />

kısa filmi Penaver’i konuştu.<br />

DİZİDERGİ<br />

DİZİFUN<br />

Yeni internet dizisi Masum<br />

Nergiz Karadaş’ın odağında.<br />

104<br />

EPISODE<br />

The Americans ile<br />

Amerikanlaşmak mı Ruslaşmak mı?<br />

BÜYÜK BiR<br />

KAYNAK <strong>100</strong>0’DEN<br />

FAZLA FiLM<br />

EDITO<br />

Dile kolay <strong>Cinedergi</strong>’nin <strong>100</strong>’üncü sayısı<br />

bu, yani <strong>100</strong> aydır bu işi yapıyoruz. Bu<br />

<strong>100</strong> ay içinde bize yazan, destek veren<br />

ve şu an bizle olmayan birçok arkadaşımız<br />

oldu. Uzun süredir yazanlarımız var ve inanın<br />

ben dahil hiç birimiz bu sevdaya maddiyat<br />

için düşmedik ve maddi bir katkısı da olmadı<br />

bize. Onun için şimdi edeceğim teşekkür<br />

çok daha anlamlı bence. Şu an yazan<br />

yazmayan herkese çok teşekkür ediyorum.<br />

Çünkü biliyorum ki burada yazmalarının<br />

sebebi bir sinemayı çok sevmeleri, iki benim<br />

arkadaşlığımı kutsamaları. Neyse gelelim<br />

<strong>100</strong>. sayı için yaptığımız en beğendiğimiz <strong>100</strong><br />

film listelerine, 16 yazar <strong>100</strong> filmlik listelerini<br />

gönderdiler. Bu demek ki 1600 film eder.<br />

bunlarda ortak olan filmler var ama nereden<br />

baksanız en az <strong>100</strong>0’den fazla farklı film ismi<br />

bulacaksınız bu listelerde. Böyle bir kaynak<br />

nerede? Bence böyle bir çalışmanın en<br />

yararlı tarafı bu. Aslında bizim Murat Tolga<br />

Şen’in Susmayan köşesindeki konuyu bu<br />

köşeye taşımak istiyordum ama yer kalmadı.<br />

Kısaca bir sinema eleştirmenini satın almak<br />

mümkün mü diye sormuştu Murat. Yahu ekmek,<br />

gazete alsanız daha mantıklı...


PEK YAKINDA<br />

GHOST<br />

IN THE SHELL<br />

Yönetmen: Rupert Sanders<br />

Oyuncular: Scarlett Johansson, Michael<br />

Pitt, Juliette Binoche<br />

Konu: Mamoru Oshii imzalı, 1995<br />

yapımı ünlü animasyon filmi Ghost<br />

in the Shell’in live-action uyarlaması<br />

olan film 9. birlik özel görev gücünün<br />

başında yer alan, özel operasyonlardan<br />

sorumlu benzersiz insan-saybörg<br />

hibritin hikayesini konu alıyor. Kendisini<br />

en tehlikeli suçluları durdurmaya<br />

adamış olan 9. Birlik, tek amacı<br />

Hanka Robotic’in siber teknolojideki<br />

girişimlerini yok etmek olan bir<br />

düşmanla karşı karşıyadır.


POWER RANGERS<br />

Yönetmen: Dean Israelite<br />

Oyuncular: Dacre Montgomery,<br />

RJ Cyler, Naomi<br />

Scott<br />

Konu: 90’ların kült televizyon<br />

dizisi olan Power<br />

Rangers serisini yeniden<br />

perdeye taşıyacak olan<br />

filmin yönetmen koltuğuna<br />

Dean Israelite oturuyor.<br />

Filmin başrollerini ise<br />

Dacre Montgomery, RJ<br />

Cyler, Naomi Scott, Becky<br />

G ve Ludi Lin üsteniyor.<br />

Power Rangers’ın ikonik<br />

kötülerinden uzaylı cadı<br />

Rita Repulsa’ya ise ünlü<br />

oyuncu Elizabeth Banks<br />

hayat verecek.<br />

NERUDA<br />

Yönetmen: Pablo<br />

Larraín<br />

Oyuncular: Luis<br />

Gnecco, Gael García<br />

Bernal, Mercedes<br />

Morán<br />

Konu: Film,<br />

1940’larda Komünist<br />

Parti’ye<br />

katılmak için<br />

kendi ülkesinde<br />

bir kaçak haline<br />

gelen, Nobel ödüllü<br />

Şilili şair Pablo<br />

Neruda’nın peşine<br />

düşen bir müfettişi<br />

konu ediniyor.<br />

Yönetmenliğini<br />

Pablo Larraín’nin<br />

üstlendiği filmin<br />

başrollerini Gael<br />

García Bernal, Luis<br />

Gnecco ve Alfredo<br />

Castro paylaşıyor.<br />

COLLIDE<br />

Yönetmen: Eran Creevy<br />

Oyuncular: Nicholas<br />

Hoult, Felicity Jones,<br />

Anthony Hopkins<br />

Konu: Kötü giden bir<br />

soygunun ardından<br />

Casey Stein kendini<br />

acımasız mafya babası<br />

Hagen’den kaçarken<br />

bulur. Hagen’ın geri<br />

almak için her şeyi<br />

yapabileceği bir kargoyla<br />

kaçmaya çalışan<br />

Casey’in seçenekleri<br />

çok azdır. Çaresizlik<br />

içinde eski patronu ve<br />

uyuşturucu kaçakçısı<br />

olan Geran’ı arar.<br />

Geran’dan isteği uzun<br />

süreli kız arkadaşı<br />

Juliette’i Hagen’dan<br />

korumasıdır.


PEK YAKINDA<br />

ALT TARAFI<br />

DÜNYANIN<br />

SONU<br />

Yönetmen: RXavier Dolan<br />

Oyuncular: Gaspard Ulliel, Na<br />

thalie Baye, Léa Seydoux<br />

Konu: Başrollerinde Marion Cotillard,<br />

Vincent Cassel, Lea Seydoux,<br />

Nathalie Baye ve Gaspard Ulliel gibi<br />

birbirinden başarılı oyuncuların yer<br />

aldığı ve Kanadalı genç yönetmen Xavier<br />

Dolan’ın yönetmenliğini üstlendiği<br />

It’s Only The End Of The World ailesini<br />

uzun zamandır görmeyen bir yazarın<br />

ailesinin yanına gitmesini ve yaşadığı<br />

olayları anlatıyor.


LOGAN<br />

Yönetmen: James Mangold<br />

Oyuncular: Hugh Jackman,<br />

Patrick Stewart, Dafne<br />

Keen<br />

Konu: Yakın gelecekte<br />

yaşlanmış ve yorgun<br />

olan Wolverine ve Professor<br />

X, Meksika sınırında<br />

saklanmaktadır. Fakat<br />

Logan’ın dünyadan gizlenmesi<br />

ve mirası, karanlık<br />

güçler tarafından takip<br />

edilen genç bir mutant<br />

geldiğinde sona erer.<br />

Şimdi Wolverine’de genç<br />

bir kadın klonunu Nathanial<br />

Essex’in liderliğindeki<br />

kötü bir organizasyondan<br />

korumalıdır.<br />

AQUARIUS<br />

Yönetmen: Kleber Mendonça<br />

Filho<br />

Oyuncular: Sônia<br />

Braga, Maeve Jinkings,<br />

Irandhir Santos<br />

Konu: Brezilya’da<br />

varlıklı ve köklü bir<br />

ailede doğmuş olan<br />

Clara, 65 yaşında<br />

emekli bir müzik<br />

eleştirmenidir. Clara,<br />

1940’larda inşa edilmiş,<br />

Recife’in üst sınıf<br />

bölgelerinden olan<br />

Avenida Boa Viagem’de<br />

deniz kenarında<br />

konuşlanan Aquaris’in<br />

son apartman sakinidir.<br />

Tüm diğer apartmanlar<br />

o bölge için başka<br />

planları olan bir şirket<br />

tarafından çoktan satın<br />

alınmıştır.<br />

BEAUTY AND<br />

THE BEAST<br />

Yönetmen: Bill<br />

Condon<br />

Oyuncular: Emma<br />

Watson, Dan Stevens,<br />

Luke Evans<br />

Konu: Disney<br />

masalından beyazperdeye<br />

uyarlanan<br />

filmde, tüccar olan<br />

bir adamyolculuğu<br />

sırasında fırtınaya<br />

yakalanır. Ailesine<br />

dönüş yolunda gece<br />

konaklayacak bir yer<br />

ararken yakınlardaki<br />

bir şatoyu görür. Ev<br />

sahibi ortada görünmese<br />

de her şey<br />

konuğun rahatı için<br />

ayarlanmıştır. Gitmek<br />

üzereyken, gözü bir<br />

güle ilişir ve kızının<br />

kendisinden bir gül<br />

istediği aklına gelir.


Dergimiz dile kolay <strong>100</strong>. sayısını yayınladı. Biz de bu<br />

sayıya özel bütün yazarlarımızın beğendiği <strong>100</strong> film<br />

listelerini yayınlayalım dedik. Bu listelerden yola<br />

çıkarak en beğenilen 120 filmlik bir liste yaptık..<br />

n Başlıkta da dikkat ederseniz en iyi <strong>100</strong> film<br />

demiyoruz. Yazarlarımızın en beğendiği <strong>100</strong><br />

film diyerek yola çıktık. Çünkü herşeyden önce<br />

en iyi lakabı bize büyük sorumluluk yükler.<br />

Ayrıca sinema bu anlamda soyut bir kavramdır.<br />

Sizin durduğunuz yere, kişiliğinize, algınıza<br />

göre içselleştirilir. Belki de duruma bağlı olarak<br />

16 yazarımızın hepsinin listesinde yer alan bir<br />

film çıkmadı. Ama Godfather 14 yazarın listesine<br />

girerek zirveye çıktı. Ben de merak ettim<br />

Godfather’ı kim yazmamış diye rastlantıya<br />

bakın ki iki kadın yazarımız Godfather’ı listelerine<br />

almamışlar. Bunlardan Gizem Merve<br />

Kaboğlu Godfather 2’yi listesine eklemiş. Tam<br />

bunun üzerine 120 filmlik ortak listeye 2016<br />

yapımı tek bir filmin girdiğini gördüm. La La<br />

Land dört yazarımızın listesinde vardı. Kadın<br />

yazarlarımız La La Land’ı listelerine alarak<br />

120 filmlik ortak listeye soktular. İşin komiği<br />

La La Land’ın hiç bir erkek yazarın listesinde<br />

yer almamasıydı. Daha fazla cinsiyetçilik yapmadan<br />

diğer<br />

bakalım.<br />

dikkat çekici noktalara<br />

Bizim yazarlarımızın<br />

çoğunun uzmanlık<br />

alanı korku<br />

sineması. Murat<br />

Tolga Şen, Murat<br />

Kızılca, Egemen<br />

Korkmaz, Masis Üşenmez, Onur Kırşavoğlu<br />

korku sinemasına hakim yazarlardır. Ama<br />

durum böyleyken The Exorcist, The Omen,<br />

Changeling gibi korku klasikleri ortak listeye<br />

giremedi. En şaşırdığım ise The Exorcist gibi<br />

bir klasik sadece iki yazarımızın listesinde<br />

vardı. Ortak listemizdeki en eski film 1925<br />

yapımı Potemkin zırhlısı ile 1927 yapımı Metropolis.<br />

Bilimkurgu filmleri içinde Otomatik<br />

Portakal 13 yazarımızın listesine girerek bu<br />

türde zirveye oturdu. 2001 Uzay Macerası ise<br />

11 yazar ile onu takip etti. Savaş filmlerinde<br />

ise 11 yazarla Apocalypse Now ve 6 yazarla<br />

Platoon listenin önlerinde yer aldılar. Polisiyelerde<br />

ise Seven önde. Ortak listemizde 120<br />

film varken yazarlarımızın kendi listelerini<br />

de yayınlıyoruz. Tam rakkamı bilmiyorum<br />

ama bütün listelerde farklı <strong>100</strong>0’e yakın film<br />

bulacaksınız. Koleksiyoncular için bulunmaz<br />

bir kaynak. İyi okumalar ve iyi seyirler...<br />

BEĞENİLERİN YILDIZI 120 FİLM<br />

Godfather 1972 14<br />

Citizen Kane 1941 13<br />

A Clockwork Orange 13<br />

12 Angry Men (1957) 13<br />

Taxi Driver (1976) 12<br />

Apocalypse Now 1979 11<br />

Seven 1995 11<br />

2001: A Space Odyssey 1971 11<br />

Fight Club (1999) 11<br />

Ucuz Roman pulp fiction 11<br />

The Good, the Bad and the Ugly 10<br />

Bicycle Thieves (1948) 10<br />

The Shining (1980) 10<br />

Star Wars 1977 9<br />

The Shawshank Redemption 1994 9<br />

Matrix 1999 9


The Silence of the Lambs 1991 9<br />

Blade Runner 1982 9<br />

Sevmek Zamanı 1965 9<br />

Seven Samurai (1954) 9<br />

Rear Window(1954) 9<br />

Schindler’s List (1993) 9<br />

Casablanca 1942 8<br />

Modern Times 1936 8<br />

Vertigo 1958 8<br />

Requiem for a Dream (2000) 8<br />

Inception (2010) 8<br />

Oldboy (2003) 8<br />

Metropolis 8<br />

Once Upon a Time in America 1984 7<br />

Reservoir Dogs 1992 7<br />

There Will Be Blood 2007 7<br />

Bir Zamanlar Anadolu’da 2011 7<br />

City Lights - Şehir Işıkları(1931) 7<br />

8½ - Sekiz Buçuk(1963) 7<br />

Alien - Yaratık(1979) 7<br />

Eternal Sunshine of the Spotless Mind 7<br />

Memento 2000 7<br />

Trois couleurs: BleU 1993 7<br />

Yol 7<br />

Psycho (1960) 7<br />

Persona (1966) 7<br />

Amores perros 2000 7<br />

Rocky 1976 6<br />

Platoon 1986 6<br />

The Lord of the Rings:<br />

The Fellowship of the Ring 2001 6<br />

Guguk Kuşu 1975) 6<br />

The 400 Blows (1959) 6<br />

The Seventh Seal (1957 6<br />

Tatlı hayat (1960) La dolce vita 6<br />

Tôkyô monogatari 1953 6<br />

Full Metal Jacket 6<br />

Stalker (1979) 6<br />

Terminator (1984-1991-2003) 6<br />

Jaws 1975 5<br />

Forrest Gump1994 5<br />

Das ALPER Leben der TURGUT Anderen 2006 5<br />

Braveheart 1995 5<br />

On the Waterfront 1954 5 Singin’ in the Rain (1952) 4<br />

The Elephant Man 1980 5 The Battle of Algiers (1966) 4<br />

The White Ribbon 2009 5 Potemkin Zırhlısı 4<br />

The Usual Suspects 1995 5 Andrei Rublev 4<br />

Ben Hur 1959 5 Into the Wild 4<br />

Pan’s Labyrinth (2006) 5 Fargo 4<br />

The Pianist 5 Trainspotting 4<br />

A Separation 5 Der Himmel über Berlin 4<br />

Life Is Beautiful (1997) 5 Protesto (1995) La haine 4<br />

The Deer Hunter 5 Incendies 2010 4<br />

Büyük Lebowski 5 Mulholland Dr. 2001 4<br />

La grande bellezza 2013 5 The Thin Red Line 1998 4<br />

Muhsin Bey 5 Lola rennt 1998 4<br />

M 1931 5 Nuovo Cinema Paradiso 4<br />

It’s a Wonderful Life 1946 5 Uçurtmayı Vurmasınlar 4<br />

Suspiria (1977) 5 Gone with the Wind (1939) 4<br />

Selvi Boylum Al Yazmalım 5 The Great Dictator (1940) 4<br />

The Thing (1982) 5 To Kill a Mockingbird (1962) 4<br />

Leon (1994) 5 Goodfellas (1990) 4<br />

Interstellar (2014) 5 Jurassic Park 4<br />

À bout de souffle 1960 5 The Green Mile (1999) 4<br />

Masumiyet (1997) 5 V for Vendetta (2005) 4<br />

Rashomon (1950) 5 Gemide (1998) 4<br />

Annie Hall 1977 4 Dr. Strangelove 1964 4<br />

Unforgiven 1992 4 Raiders Of The Lost Ark 4<br />

Her Şey Çok Güzel Olacak 4 North by Northwest (1959) 4<br />

Rain Man 1988 4 Chinatown (1974) 4<br />

Rosemary’s Baby (1968) 4 The Fountain (2006) 4<br />

Raging Bull (1980) 4 The Truman Show (1998) 4<br />

In the Mood for Love (2000) 4 La La Land 4<br />

City of God (2002) 4 Chungking Express (1994) 4<br />

Filmlerin yanındaki sayılar kaç yazarın listesinde olduklarını belirtir


SERDAR AKBIYIK’IN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

1 - Star Wars 1977<br />

2 - Crying Game 1992<br />

3 - Apocalypse Now 1979<br />

4 - Grease 1978<br />

5 - Jaws 1975<br />

6 - Ordinary People 1980<br />

7 - Godfather 1972<br />

8 - The Shawshank<br />

Redemption 1994<br />

9 - Forrest Gump1994<br />

10 - Matrix 1999<br />

11 - Seven 1995<br />

12 - The Silence of the<br />

Lambs 1991<br />

13 - Saving Private Ryan 1998<br />

14 - Back to the Future 1985<br />

15 - Das Leben der Anderen 2006<br />

16 - American Beauty 1999<br />

17 - Once Upon a Time in<br />

America 1984<br />

18 - Citizen Kane 1941<br />

19 - Message 1976<br />

20 - Reservoir Dogs 1992<br />

21 - Braveheart 1995<br />

22 - Exorcist 1973<br />

23 - A Clockwork Orange<br />

24 - 2001: A Space Odyssey 1971<br />

25 - Rocky 1976<br />

26 - On the Waterfront 1954<br />

27 - Once (2007)<br />

28 - The Elephant Man 1980<br />

29 - The Bridges of Masion<br />

County (1995)<br />

30 - There Will Be Blood 2007<br />

31 - Platoon 1986<br />

32 - Network 1976<br />

33 - Annie Hall 1977<br />

34 - Groundhog Day 1993<br />

35 - You’ve Got Mail 1998<br />

36 - The Good, the Bad<br />

and the Ugly 1966<br />

37 - OTOBÜS<br />

38 - Unforgiven 1992<br />

39 - Avatar 2009<br />

40 - Amour 2012<br />

41 - Dark City (1998)<br />

42 - Love Story 1970<br />

43 - Bananas 1971<br />

44 - West Side Story 1961<br />

45 - The White Ribbon 2009<br />

46 - Birdman 2014<br />

47 - Blues Brothers 1980<br />

48 - Blade Runner 1982<br />

49 - Contact 1997<br />

50 - Crimes and<br />

Misdemeanors 1989<br />

51 - The Revenant 2015<br />

52 - The Untouchables 1987<br />

53 - Escape to Victory 1981<br />

54 - A Fish Called Wanda 1988<br />

55 - Anadolu’nun Kayıp Şarkıları<br />

56 - The Name Of The Rose 1986<br />

57 - Hair 1979<br />

58 - High Anxiety 1977<br />

59 - History Of The World 1981<br />

60 - The Two Escobars 2010<br />

61 - Casablanca 1942<br />

62 - Her Şey Çok Güzel Olacak 63 -<br />

Tinker Tailor Soldier Spy 2011<br />

64 - Aşk Filmlerinin Unutulmaz<br />

Yönetmeni<br />

65 - Kış Uykusu 2014<br />

66 - Bir Zamanlar Anadolu’da 2011<br />

67 - The Last Command 1928<br />

68 - Little Shop Of Horrors 1986<br />

69 - Love And Death 1975<br />

70 - A Man For All Seasons 1966<br />

71 - Marathon Man 1976<br />

72 - Planet Of The Apes 1968<br />

73 - Missing 1982<br />

74 - Mississippi Burning 1988<br />

75 - Modern Times 1936<br />

76 - Shame 2011<br />

77- The Usual Suspects 1995<br />

78 - Patton 1970<br />

79 - Persepolis 2007<br />

80 - The Wall 1982<br />

81 - Queen Margot 1994<br />

82 - Scrooged 1988<br />

83 - Black Swan 2010<br />

84 - Soylent Green 1973<br />

85 - Under Fire 1983<br />

86 - Vertigo 1958<br />

87 - Cast Away 2000<br />

88 - The Lord of the Rings:<br />

The Fellowship of the Ring 2001<br />

89 - Paths of Glory 1957<br />

90 - Zelig 1983<br />

91 - Rumble Fish 1983<br />

92 - Sevmek Zamanı 1965<br />

93 - Sonbahar 2008<br />

94 - The Turin Horse 2011<br />

95 - Rain Man 1988<br />

96 - Ben Hur 1959<br />

97 - Brokeback Mountain 2005<br />

98 - Biutiful 2010<br />

99 - Babam ve Oğlum<br />

<strong>100</strong> - The Third Man 1949


ALPER TURGUT’UN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

1 – Baba<br />

2 – Yüzüklerin Efendisi<br />

3 - Tanrı Kent<br />

4 - Gel ve Gör (Idi i smotri)<br />

5 - Das Cabinet des Dr. Caligari<br />

6 - Potemkin Zırhlısı<br />

7 - Yurttaş Kane<br />

8 - Başkalarının Hayatı<br />

9 - Bir Ayrılık<br />

10 - Dövüş Kulübü<br />

11 - Ucuz Roman<br />

12 - Yeraltı Peygamberi<br />

13 - Sil Baştan<br />

14 - Mandalinalar<br />

15 – Esaretin Bedeli<br />

16 - Asabiyim Ben<br />

17 - Dönüş<br />

18 - Adem’in Elması<br />

19 - Annie Hall<br />

20 - Andrei Rublev<br />

21 - Yedinci Mühür<br />

22 - 400 Darbe<br />

23 – Olağan Şüpheliler<br />

24 - Spotlight<br />

25 – Müfreze<br />

26 – Kuzuların Sessizliği<br />

27 - Taksi Şoförü<br />

28 - Into the Wild<br />

29 - Fargo<br />

30 - Trainspotting<br />

31 - Akıl Oyunları<br />

32 - Avcı<br />

33 - Büyük Lebowski<br />

34 - Kan Dökülecek<br />

35 - Yeniden Sev Beni<br />

36 - Çingeneler Zamanı<br />

37 – Kaplumbağalar da Uçar<br />

38 - Akıl Defteri<br />

39 - Berlin Üzerindeki Gökyüzü<br />

40 - Aşk Zamanı (Faa yeung nin wa)<br />

41 - Protesto<br />

42 - Tatlı Hayat<br />

43 - İçimdeki Yangın<br />

44 - Açlık<br />

45 - Yojimbo<br />

46 - Yedi Samuray<br />

47 - Rasomon<br />

48 - Yıldız Savaşları<br />

49 - Muhteşem Güzellik<br />

50 - Ölümcül Oyunlar<br />

51 - Cennetin Çocukları<br />

52 - İnce Kırmızı Hat<br />

53 - Koş Lola Koş<br />

54 - Beyaz Bant<br />

55 - Mulholland Çıkmazı<br />

56 - 3 Renk: Mavi<br />

57 - İçimdeki Deniz<br />

58 - Yedi<br />

59 - Tokyo Hikayesi<br />

60 - Geç Gelen Bahar<br />

61 - Erken Gelen Yaz<br />

62 – Bir Güz Öğleden Sonrası<br />

63 - Gün Doğmadan<br />

64 - Gün Batmadan<br />

65 - Biutiful<br />

66 - Cezayir Savaşı<br />

67 - Gazap Üzümleri<br />

68 - Gözlerindeki Sır<br />

69 - Pan’ın Labirenti<br />

70 - Çöküş<br />

71 - Affedilmeyen<br />

72 - Cinnet<br />

73 - Full Metal Jacket<br />

74 - Prenses Mononoke<br />

75 - Kıyamet<br />

76 - Asri Zamanlar<br />

77 - Arka Pencere<br />

78 - Şehir Işıkları<br />

79 - Kazablanka<br />

80 - Bıçak Sırtı<br />

81 - Cennet Sineması<br />

82 - 12 Öfkeli Adam<br />

83 – Mukaddes Vazife<br />

84 – Batıda Kan Var<br />

85 - İyi, Kötü ve Çirkin<br />

86 - Ölümsüz (Z)<br />

87 – Bisiklet Hırsızları<br />

88 - Yağmurdan Önce<br />

89 - Rezervuar Köpekleri<br />

90 - İhtiyar Delikanlı<br />

91 – Yol<br />

92 – Sevmek Zamanı<br />

93 - Karpuz Kabuğundan Gemiler<br />

Yapmak<br />

94 - Umut<br />

95 - Sürü<br />

96 - Duvar<br />

97- Muhsin Bey<br />

98 – Uçurtmayı Vurmasınlar<br />

99 - Bir Zamanlar Anadolu’da<br />

<strong>100</strong> - Susuz Yaz


FIRAT SAYICI’NIN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

Akdeniz<br />

Baba Serisi<br />

Ucuz Roman<br />

İyi, Kötü ve Çirkin<br />

Dövüş Kulübü<br />

Star Wars Serisi<br />

Guguk Kusu<br />

Matrix<br />

Paris-Texas<br />

Kuzularin Sessizligi<br />

Sevginin Gücü<br />

Ruhlarin Kaçisi<br />

Sapik<br />

Şehir Isiklari<br />

Terminator : Mahser Günü<br />

Gelecege Dönüs Serisi<br />

Kiyamet<br />

Alien Serisi<br />

Cennet Sinemasi<br />

1900 Efsanesi<br />

Pariste Son Tango<br />

Oldboy<br />

Yurttas Kane<br />

Amelie<br />

Otomatik Portakal<br />

Taksi Soförü<br />

Toy Story<br />

Bisiklet Hirsizlari<br />

Indiana Jones Serisi<br />

Metropolis<br />

Cehennem Silahı Serisi<br />

Zor Ölüm Serisi<br />

Ran<br />

Atesten kalbe akildan dumana<br />

Trainspotting<br />

The Thing<br />

Avatar<br />

Hayalet Avcıları<br />

Müfreze<br />

Son İmparator<br />

Mad Max Serisi<br />

Paramparça ‘Asklar-Köpekler’<br />

Jurassic Park<br />

Çağrı<br />

Rocky Serisi<br />

Köprüdeki Kız<br />

Sekiz Bucuk<br />

Bugün aslinda dündü<br />

Protesto<br />

Jaws Serisi<br />

Kolya<br />

Üç Renk Serisi<br />

Carmen<br />

Flamenco<br />

Tango<br />

Beter Böcek<br />

Devdas<br />

Aşk Her Yerde<br />

Gerizekalılar<br />

Dünyanın Bütün Sabahları<br />

Durgun Sular Derin Akar<br />

Açlık<br />

Kikujiro’nun Yazı<br />

Leviathan<br />

Ölüm Provası<br />

Postacı<br />

Mutfak Öyküleri<br />

Aşk Hikayesi<br />

Erkekler Kadınlar Kullanma<br />

Kılavuzu<br />

Konuş Onunla<br />

Güreşçi<br />

Salon Kitty<br />

Vengo<br />

Tango Dersleri<br />

Billy Elliot<br />

Sonsuzluk ve Birgün<br />

Blade Runner<br />

Ülke ve Özgürlük<br />

Muhsin Bey<br />

Anayurt Oteli<br />

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni<br />

Hababam Sınıfı Serisi<br />

Gırgıriye<br />

Kurbağalar<br />

Mayıs Sıkıntısı<br />

Masumiyet<br />

Selvi Boylum Al Yazmalım<br />

Tabutta Rövaşata<br />

Sevmek Zamanı<br />

Susuz Yaz<br />

Uçurtmayı Vurmasınlar<br />

Kosmos<br />

Ah Belinda<br />

Züğürt Ağa<br />

Yol<br />

Gemide<br />

Ağır Roman<br />

Çoğunluk<br />

Anadolu’nun Kayıp Şarkıları<br />

Bay E


MURAT TOLGA ŞEN’İN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

1.Citizen Kane (1941)<br />

2.Apocalypse Now (1979)<br />

3.Rocky (1976)<br />

4.The Searchers (1956)<br />

5.Patton (1970)<br />

6.Butch Cassidy and the Sundance<br />

Kid (1969)<br />

7.Bonnie and Clyde (1967)<br />

8.Rear Window (1954)<br />

9.The Godfather (1972)<br />

10.The Shawshank Redemption<br />

11.Raging Bull (1980)<br />

12.Local Hero (1983)<br />

13.The Good, the Bad and the<br />

Ugly (1966)<br />

14.Se7en (1995)<br />

15.Once Upon a Time in the West<br />

(1968)<br />

16.Terminator 2: Judgment Day<br />

17.Dr. Strangelove Or: How I<br />

Learned to Stop Worrying and<br />

Love the Bomb (1964)<br />

18.Alien (1979)<br />

19.Grave of the Fireflies (1988)<br />

20.Taxi Driver (1976)<br />

21.Full Metal Jacket (1987)<br />

22.Bicycle Thieves (1948)<br />

23.2001: A Space Odyssey (1968)<br />

24.Metropolis (1927)<br />

25.Yojimbo (1961)<br />

26.Pan’s Labyrinth (2006)<br />

27.Mad Max: Fury Road (2015)<br />

28.Incendies (2010)<br />

29.The Thing (1982)<br />

30.Life of Brian (1979)<br />

31.Platoon (1986)<br />

32.Shutter Island (2010)<br />

33.Stalker (1979)<br />

34.The Wizard of Oz (1939)<br />

35.Twelve Monkeys (1995)<br />

36.Jaws (1975)<br />

37.Groundhog Day (1993)<br />

38.A Fistful of Dollars (1964)<br />

39.The Graduate (1967)<br />

40.The Message (1976)<br />

41.The Secret Life of Walter Mitty<br />

(1947)<br />

42.Braveheart (1995)<br />

43.It Happened One Night (1934)<br />

44.Chinatown (1974)<br />

45.Moonrise Kingdom (2012)<br />

46.The Life Aquatic with Steve Zissou<br />

(2004)<br />

47.All About Eve (1950)<br />

48.Hidden Fortress (1958)<br />

49.Seven Samurai (1954)<br />

50.Stagecoach (1939)<br />

51.Canım Kardeşim (1975)<br />

52.A.I. Artificial Intelligence (2001)<br />

53.Güzel Bir Gün İçin (1965)<br />

54.The Big Lebowski (1988)<br />

55.El Topo (1970)<br />

56.My Fair Lady (1964)<br />

57.Sevmek Zamanı (1965)<br />

58.La Grande Bellezza (2013)<br />

59.Dark City (1998)<br />

60.Nanook of the North (1922)<br />

61.Fitzcarraldo (1982)<br />

62.Excalibur (1981)<br />

63.The Purple Rose of Cairo (1985)<br />

64.Masumiyet (1997)<br />

65.Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013)<br />

66.Her Şey Çok Güzel Olacak<br />

67.Easy Rider (1969)<br />

68.The Battle of Algiers (1968)<br />

69.The Last Picture Show (1971)<br />

70.Tokyo Story (1953)<br />

71.The Wild Bunch (1969)<br />

72.C’era una volta il West (1968)<br />

73.Planes, Trains and Automobiles<br />

74.Wings of Desire (1988)<br />

75.Nightmare Before Christmas<br />

(1993)<br />

76.The General (1927)<br />

77.The Fall (2006)<br />

78.Days of Heaven (1997)<br />

79.Thin Red Line (1998)<br />

80.Selvi Boylum Al Yazmalım<br />

81.2001: A Space Odyssey (1968)<br />

82.A Clockwork Orange (1971)<br />

83.Scarface (1983)<br />

84.The Truman Show (1998)<br />

85.12 Angry Men (1957)<br />

86.The Green Mile (1999)<br />

87.Forrest Gump (1994)<br />

88.The Evil Dead (1981)<br />

89.The Shining (1980)<br />

90.The Changeling (1980)<br />

91.Once Upon a Time in America<br />

92.Akira (1988)<br />

93.Ghost in the Shell (1995)<br />

94.Nosferatu (1922)<br />

95.Birdman of Alcatraz (1962)<br />

96.Dr. Jekyll and Mr. Hyde (1941)<br />

97.The Breakfast Club (1985)<br />

98.When Harry Met Sally... (1989)<br />

99.Field of Dreams (1989)<br />

<strong>100</strong>.Fandango (1985)


ALİ ULVİ UYANIK’IN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

2001: A Space Odyssey 1968<br />

Citizen Kane (1941)<br />

12 Angry Men (1957)<br />

All Quiet on the Western Front<br />

(1930)<br />

Seven Samurai (1954)<br />

The Godfather(1972)<br />

Taxi Driver (1976)<br />

Rear Window (1954)<br />

Sunset Blvd. (1950)<br />

Fantasia (1940)<br />

Come and See (1985)<br />

All That Jazz (1979)<br />

The Grapes of Wrath (1940)<br />

Guguk Kuşu (1975)<br />

West Side Story (1961)<br />

City Lights (1931)<br />

The Elephant Man (1980)<br />

The Best Years of Our Lives<br />

(1946)<br />

Rocco and His Brothers (1960)<br />

Bicycle Thieves (1948)<br />

The 400 Blows (1959)<br />

They Shoot Horses, Don’t They?<br />

A Clockwork Orange (1971)<br />

A Special Day (1977)<br />

Apocalypse Now (1979)<br />

Don’t Look Now (1973)<br />

On the Waterfront (1954)<br />

Das Boot (1980)<br />

Once Upon a Time in America<br />

(1984)<br />

There Will Be Blood (2007)<br />

The Music Lovers (1970)<br />

Rosemary’s Baby (1968)<br />

Coming Home (1978)<br />

The Graudate (1967)<br />

The Return (2004)<br />

Artificial Intelligence: AI (2001)<br />

Face to Face (1976)<br />

Who’s Afraid of Virginia Woolf?<br />

(1966)<br />

JFK (1991)<br />

Requiem for a Dream (2000)<br />

Selam Bombay(1988)<br />

Ryan’s Daughter (1970)<br />

8½ (1963)<br />

Barry Lyndon (1975)<br />

In the Heat of the Nigh (1967)<br />

Million Dollar Baby (2004)<br />

Brokeback Mountain (2005)<br />

Cabaret - Kabare (1972)<br />

Amadeus (1984)<br />

Raging Bull (1980)<br />

The Seventh Seal (1957)<br />

The Maltese Falcon (1941)<br />

Annie Hall (1977)<br />

Carmen (1983)<br />

Sleuth (1972)<br />

Klute-Fahişe (1971)<br />

The Umbrellas of Cherbourg (1964)<br />

Deliverance (1972)<br />

Gloria (1980)<br />

In the Mood for Love (2000)<br />

The Official Story (1985)<br />

Hombre (1967)<br />

A Short Film About Killing (1988)<br />

It Happened One Night (1934)<br />

Little Big Man (1970)<br />

Pan’s Labyrinth (2006)<br />

Modern Times (1936)<br />

The Cook, the Thief, His Wife &<br />

Her Lover (1989)<br />

City of God (2002)<br />

Soldier Blue (1970)<br />

The Apartment (1960)<br />

The Hours (2002)<br />

Schindler’s List (1993)<br />

All About My Mother (1999)<br />

The Piano (1993)<br />

Death in Venic (1971)<br />

My Neighbor Totoro (1988)<br />

Taxidermia (2006)<br />

The Assassination of Trotsky (1972)<br />

Amélie (2001)<br />

Fight Club - Dövüş Kulübü (1999)<br />

The Pianist<br />

L.A. Confidential (1997)<br />

Central Station (1998)<br />

Children of Men (2006)<br />

Inception (2010)<br />

Singin’ in the Rain (1952)<br />

Battle In The Heaven (2005)<br />

Salò, or the 120 Days of Sodom<br />

(1975)<br />

The Silence of the Lambs - (1991)<br />

Molokh (1999)<br />

A Hen in the Wind(1948)<br />

The Battle of Algiers (1966)<br />

Cheyenne Autumn (1964)<br />

Seven(1995)<br />

Dog Day Afternoon (1975)<br />

Son of Saul - Saul’un Oğlu (2015)<br />

A Separation<br />

Alien (1979)<br />

Life Is Beautiful 1997)


KEREM AKÇA’NIN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

1-Intolerance (1916)<br />

2-Das Cabinet des Dr. Caligari<br />

(1920)<br />

3-The Gold Rush (1925)<br />

4-Potemkin Zırhlısı (1925)<br />

5-Metropolis (1927)<br />

6-Film Kameralı Adam (1929)<br />

7-L’Age d’Or (1930)<br />

8-M (1931)<br />

9-Freaks (1932)<br />

10-Vampyr (1932)<br />

11-La Regle du Jeu (1938)<br />

12-Story of Last Chrysanthemum<br />

13-Stagecoach (1939)<br />

14-The Wizard of Oz (1939)<br />

15-Citizen Kane (1941)<br />

16-Ossessione (1943)<br />

17-Laura (1944)<br />

18-It’s a Wonderful Life (1946)<br />

19-Lady in the Lake (1947)<br />

20-Rope (1948)<br />

21-Les Enfants Terribles (1950)<br />

22-Rashomon (1950)<br />

23-An American in Paris (1951)<br />

24-Vertigo (1958)<br />

25-Hiroshima Mon Amour (1959)<br />

26-Shadows (1959)<br />

27-House on Haunted Hill (1959)<br />

28-La Dolce Vita (1960)<br />

29-A Bout de Souffle (1960)<br />

30-L’Avventura (1960)<br />

31-Zazie dans Le Métro (1960)<br />

32-Jules ve Jim (1962)<br />

33-Vivre Sa Vie (1962)<br />

34-Sanma No Aji (1962)<br />

35-8 1/2 (1963)<br />

36-Hizmetçi (The Servant) (1963)<br />

37-This Sporting Life (1963)<br />

38-Etsuraku (1965)<br />

39-Repulsion (1965)<br />

40-Persona (1966)<br />

41-Shadows of Forgotten Ancestors<br />

42-Da Zui Xia (1966)<br />

43-Blowup (1966)<br />

44-Au Hasard Balthazar (1966)<br />

45-Sedmikrasky (1966)<br />

46-Ostre Sledované Vlaky (1966)<br />

47-Point Blank (1967)<br />

48-Belle de Jour (1967)<br />

59-Csillagosok, katonak (1967)<br />

50-Koroshi No Rakuin (1967)<br />

51-Privilege (1967)<br />

52-Planet of the Apes (1968)<br />

53-2001: Uzay Yolu Macerası<br />

(1968)<br />

54-Once Upon a Time in the West<br />

(1968)<br />

55-Shinju: Ten No Amijima (1969)<br />

56-Domuz Ahırı (Porcile) (1969)<br />

57-Bara no Soretsu (1969)<br />

58-L’eden et Apres (1970)<br />

59-Konformist (1970)<br />

60-Performance (1970)<br />

61-Even Dwarfs Started Small<br />

(1970)<br />

62-Valerie a Tyden Divu (1970)<br />

63-A Clockwork Orange (1971)<br />

64-Holy Mountain (1973)<br />

65-Sanatorium Pod Klepsydra<br />

(1973)<br />

66-Celine et Julie Vont en Bateau<br />

(1974)<br />

67-Zardoz (1974)<br />

68-Sweet Movie (1974)<br />

69-Zerkalo (1975)<br />

70-The Tenant (1976)<br />

71-Im Lauf Der Zeit (1976)<br />

72-Suspiria (1977<br />

73-Jubilee (1977)<br />

74-All That Jazz (1979)<br />

75-Die Blechtrommel (1979)<br />

76-Possession (1981)<br />

77-Querelle (1982)<br />

78-Rumble Fish (1983)<br />

79-Body Double (1984)<br />

80-Stranger Than Paradise (1984)<br />

81-Hamlet liikemailmassa (1987)<br />

82-Der Siebente Kontinent (1989)<br />

83-Edward Scissorhands (1990)<br />

84-Natural Born Killers (1994)<br />

85-Crash (1996)<br />

86-Mat y Sin (1997)<br />

87-Lola Rennt (1998)<br />

88-Truman Show (1998)<br />

89-Memento (2000)<br />

90-Faa Yeung Nin Wa (2000)<br />

91-Moulin Rouge! (2001)<br />

92-Mulholland Dr. (2001)<br />

93-The Royal Tenenbaums (2001)<br />

94-Donnie Darko (2002)<br />

95-Kill Bill (2003)<br />

96-Lost in Translation (2003)<br />

97-Tulse Luper’in Çantaları Üçlemesi<br />

(2003-2004)<br />

98-The Fountain (2006)<br />

99-I’m Not There. (2007)<br />

<strong>100</strong>-Rüzgarların Arasında (Ristuules)<br />

(2014)


MELİS ZARARSIZ’IN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

Mary&Max<br />

Interstellar<br />

Beasts of The Southern Wild<br />

Psycho<br />

The Silence of The Lambs<br />

Rain Man<br />

Pulp Fiction<br />

Good Will Hunting<br />

Taxi Driver<br />

Se7en<br />

Fight Club<br />

The Game<br />

Inception<br />

Matrix<br />

Eternal Sunshine of the Spotless<br />

Mind<br />

Truman Show<br />

Pan’s Labyrinth<br />

V for Vendetta<br />

Kill Bill<br />

Oldboy<br />

Requiem For A Dream<br />

Trainspotting<br />

Black Swan<br />

Sin City<br />

Being John Malkovich<br />

Shutter Island<br />

Only Lovers Left Alive<br />

Run Lola Run<br />

Stranger Than Paradise<br />

The Great Beauty<br />

La La Land<br />

Arrival<br />

The Artist<br />

Pi<br />

Saw<br />

Abre Los Ojos<br />

Ringu<br />

Inglourious Basterds<br />

Beetlejuice<br />

White Ribbon<br />

Rear Window<br />

Birds<br />

Pianist<br />

Jules & Jim<br />

The Others<br />

Sliding Doors<br />

Black Hawk Down<br />

Nymphomaniac<br />

Blue Is The Warmest Color<br />

A.I<br />

The Skin I Live In<br />

Bicycle Thief<br />

A Bout De Souffle<br />

Harold and Maude<br />

Lord of the Flies<br />

Schindler’s List<br />

Chungking Express<br />

Funny Games<br />

Star Wars<br />

Babel<br />

Avatar<br />

Nebraska<br />

Predestination<br />

I Origins<br />

The Lives of Others<br />

Le Havre<br />

We Need to Talk About Kevin<br />

Melancholia<br />

Holy Motors<br />

Jagten<br />

Laurence Anyways<br />

Leviathan<br />

Donnie Darko<br />

Her<br />

Toni Erdmann<br />

Captain Fantastic<br />

Dr. Strange<br />

A Girl Walks Home Alone at Night<br />

The Science of Sleep<br />

Blade Runner<br />

Eraserhead<br />

Floating Weeds<br />

Persona<br />

Wild Strawberries<br />

Stalker<br />

The Shining<br />

Snowpiercer<br />

Hababam Sınıfı<br />

Her Şey Çok Güzel Olacak<br />

Kader<br />

Arabesk<br />

Teyzem<br />

Yeraltı<br />

Gölge Oyunu<br />

Hanım<br />

Sarmaşık<br />

Bizim Aile<br />

Garip<br />

Kış Uykusu<br />

Babamın Kanatları


MURAT KIZILCA’NIN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

The Gold Rush (1925)<br />

Battleship Potemkin (1925)<br />

King Kong (1933)<br />

The Great Dictator (1940)<br />

Citizen Kane (1941)<br />

Rashomon (1950)<br />

A Streetcar Named Desire (1951)<br />

Europe ‘51 (1952)<br />

Tokyo Story (1953)<br />

On the Waterfront (1954)<br />

La Strada (1954)<br />

Seven Samurai (1954)<br />

Journey to Italy (1954)<br />

The Seventh Seal (1957)<br />

Vertigo (1958)<br />

Pickpocket (1959)<br />

North by Northwest (1959)<br />

Breathless (1960)<br />

La Dolce Vita (1960)<br />

Rocco and His Brothers (1960)<br />

La Notte (1961)<br />

Yojimbo (1961)<br />

Last Year at Marienbad (1961)<br />

The Exterminating Angel (1962)<br />

L’Eclisse (1962)<br />

8½ (1963)<br />

Band of Outsiders (1964)<br />

Red Desert (1964)<br />

Onibaba (1964)<br />

Kwaidan (1964)<br />

Blow-Up (1966)<br />

Persona (1966)<br />

The Good, the Bad and the Ugly<br />

(1966)<br />

Le Samouraï (1967)<br />

2001: A Space Odyssey (1968)<br />

Night of the Living Dead (1968)<br />

Rosemary’s Baby (1968)<br />

Teorema (1968)<br />

The Party (1968)<br />

Faces (1968)<br />

Once Upon a Time in the West<br />

(1968)<br />

Le Cercle Rouge (1970)<br />

A Clockwork Orange (1971)<br />

A Bay of Blood (1971)<br />

Harold and Maude (1971)<br />

Un Flic (1972)<br />

The Godfather (1972)<br />

The Discreet Charm of the Bourgeoisie<br />

(1972)<br />

Chinatown (1974)<br />

Dersu Uzala (1975)<br />

Salò, or the 120 Days of Sodom<br />

(1975)<br />

Deep Red (1975)<br />

Taxi Driver (1976)<br />

Annie Hall (1977)<br />

Suspiria (1977)<br />

Eraserhead (1977)<br />

That Obscure Object of Desire<br />

(1977)<br />

Dawn of the Dead (1978)<br />

The Deer Hunter (1978)<br />

Stalker (1979)<br />

Alien (1979)<br />

Apocalypse Now (1979)<br />

Zombie (1979)<br />

The Shining (1980)<br />

The Blues Brothers (1980)<br />

The Beyond (1981)<br />

The Evil Dead (1981)<br />

Escape from New York (1981)<br />

The Road Warrior (1981)<br />

Tenebre (1982)<br />

Blade Runner (1982)<br />

The Thing (1982)<br />

Yol (1982)<br />

Scarface (1983)<br />

Stranger Than Paradise (1984)<br />

Once Upon a Time in America<br />

(1984)<br />

Ran (1985)<br />

Brazil (1985)<br />

The Fly (1986)<br />

Full Metal Jacket (1987)<br />

Women on the Verge of a Nervous<br />

Breakdown (1988)<br />

The Killer (1989)<br />

Tetsuo, the Iron Man (1989)<br />

Boiling Point (1990)<br />

Terminator 2: Judgment Day (1991)<br />

Hard Boiled (1992)<br />

Chungking Express (1994)<br />

Cemetery Man (1994)<br />

La Haine (1995)<br />

Lost Highway (1997)<br />

Happy Together (1997)<br />

The Big Lebowski (1998)<br />

Gemide (1998)<br />

In the Mood for Love (2000)<br />

Requiem for a Dream (2000)<br />

Donnie Darko (2001)<br />

Infernal Affairs (2002)<br />

City of God (2002)<br />

Spring, Summer, Fall, Winter... and<br />

Spring (2003)<br />

Memories of Murder (2003)


NERGİZ KARADAŞ’IN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

The Birth Of A Nation/ 1915<br />

Citizen Kane/ 1941<br />

The Shawshank Redemption/1994<br />

The Great Dictator/1940<br />

Det sjunde inseglet/1957<br />

The Godfather /1972<br />

Autumn Sonata/1978<br />

Intolerance/1916/<br />

One Flew Over the Cuckoo’s<br />

Nest / 1975<br />

The Great Dictator/1940<br />

The Gold Rush /1925<br />

Star Wars/1977<br />

Star Wars: Episode V - The Empire<br />

Strikes Back/1980<br />

Saving Private Ryan/1998<br />

Raiders of the Lost Ark /1981<br />

Bisiklet Hırsızları 1948<br />

400 Darbe 1959/<br />

12 Angry Men/1957<br />

La La Land/2016<br />

The Pianist/2002<br />

Memento/2000/<br />

Persona 1966<br />

Swing Time 1959<br />

Funny Games/1997<br />

La vita è bella/ 1997<br />

The Silence of the Lambs/1991<br />

Hiroshima Mon Amour/1959<br />

Modern Times/1936<br />

12 Angry Men / 1957<br />

Blow Up/ 1966<br />

Amores perros/2000<br />

Léon/1994<br />

The Elephant Man/1980<br />

The Shining /1980<br />

The Boy in the Striped Pyjamas<br />

/2008<br />

A Clockwork Orange /1971<br />

Vivre Sa Vie / 1962<br />

It Happened One Night/1934<br />

Sin City/2005<br />

Metropolis 1927<br />

Reservoir Dogs/1992<br />

Singin’ in the Rain 1952<br />

City Lights /1931<br />

The Usual Suspects/1995<br />

Casablanca/ 1942<br />

Full Metal Jacket 1987<br />

Buddha coliapsed out of<br />

shame/2007<br />

Schindler’s List/1993<br />

Persepolis 2007/ Marjane Satrapi,<br />

Nuovo Cinema Paradiso /1988<br />

Pulp Fiction /1994<br />

Scarface /1983<br />

Il buono, il brutto, il cattivo/ 1966<br />

It’s a Wonderful Life/1946<br />

Taxi Driver/1976<br />

Sen to Chihiro no kamikakushi/2001<br />

Rear Window /1954<br />

Eternal Sunshine of the Spotless<br />

Mind /2004<br />

Interstealler/2014<br />

Le ballon rouge/1956<br />

Amores Perros/2001<br />

Birdman 2014<br />

Vertigo /1958<br />

Where Do We Go Now/2011<br />

Forrest Gump 1994<br />

V for Vendetta 2005<br />

The Green Mile /1999<br />

Requiem for a Dream /2000<br />

Rain Man /1988<br />

Fight Clup /1999<br />

Hizmetçi 2016<br />

2046 2004<br />

Sivas 2014<br />

Pride/2014<br />

The Dolls/2002<br />

Youth/2015<br />

Jaco Van Dormael/2015<br />

Kaptan Fantastik 2016<br />

Whiplash 2014<br />

Big Fish /2003<br />

Serseri Aşıklar 1960<br />

The Fall/ 2006<br />

Memento/ 2000<br />

The Prestige /2006<br />

Sen Aydınlatırsın Geceyi 2013<br />

Sarhoş Atlar Zamanı 2000)<br />

Old Boy/2003<br />

Koş Lola Koş 1998<br />

The Lobster 1925<br />

The Lobster /2015<br />

Bin-Jip/2004<br />

Into the Wild/2007<br />

3 Idiots /2009<br />

Spotlight 2015<br />

A Saparation/ 2011<br />

İnceendies/ 2011<br />

Amelie 2001<br />

Amadeus 1984<br />

Frida 2002<br />

To Kill a Mockingbird/1962


MASİS ÜŞENMEZ’İN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

The Godfather (1972)<br />

The Godfather: Part II (1974)<br />

Taxi Driver (1976)<br />

Dog Day Afternoon (1975)<br />

Goodfellas (1990)<br />

The Exorcist (1973)<br />

The Shining (1980)<br />

Pulp Fiction (1994)<br />

Gladiator (2000)<br />

Matrix (1999)<br />

Jaws (1975)<br />

Raging Bull (1980)<br />

Fargo (1996)<br />

Rosemary’s Baby (1968)<br />

There Will Be Blood (2007)<br />

Yol (1982)<br />

Apocalypse Now (1979)<br />

Citizen Kane (1941)<br />

Blade Runner (1982)<br />

Léon: The Professional (1994)<br />

Casablanca (1942)<br />

Mean Streets (1973)<br />

The Empire Strikes Back (1980)<br />

The Royal Tenenbaums (2001)<br />

Gone with the Wind (1939)<br />

Midnight Cowboy (1969)<br />

Requiem for a Dream (2000)<br />

Being There (1979)<br />

A Clockwork Orange (1971)<br />

The Shawshank Redemption<br />

(1994)<br />

Schindler’s List (1993)<br />

Fight Club (1999)<br />

Psycho (1960)<br />

Forrest Gump (1994)<br />

12 Angry Men (1957)<br />

West Side Story (1961)<br />

Star Wars (1977)<br />

2001: A Space Odyssey (1968)<br />

E.T. the Extra-Terrestrial (1982)<br />

The Silence of the Lambs (1991)<br />

Dr. Strangelove or: How I Learned<br />

to Stop Worrying and Love the<br />

Bomb (1964)<br />

Ben-Hur (1959)<br />

Amadeus (1984)<br />

The Lord of the Rings: The Return<br />

of the King (2003)<br />

Titanic (1997)<br />

Saving Private Ryan (1998)<br />

Unforgiven (1992)<br />

Raiders of the Lost Ark (1981)<br />

Rocky (1976)<br />

To Kill a Mockingbird (1962)<br />

Doctor Zhivago (1965)<br />

Butch Cassidy and the Sundance<br />

Kid (1969)<br />

Il buono, il brutto, il cattivo (1966)<br />

Platoon (1986)<br />

On the Waterfront (1954)<br />

The Deer Hunter (1978)<br />

Bonnie and Clyde (1967)<br />

Sevmek Zamanı (1965)<br />

Rain Man (1988)<br />

Close Encounters of the Third Kind<br />

Jurassic Park (1993)<br />

Braveheart (1995)<br />

Dances with Wolves (1990)<br />

The Maltese Falcon (1941)<br />

Interstellar (2014)<br />

Rear Window (1954)<br />

North by Northwest (1959)<br />

Eşkiya (1996)<br />

Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)<br />

Selvi Boylum Al Yazmalım (1978)<br />

Masumiyet (1997)<br />

Life Is Beautiful (1997)<br />

Good Will Hunting (1997)<br />

Gemide (1998)<br />

Her Şey Çok Güzel Olacak (1998)<br />

Üç Maymun (2008)<br />

Alien (1979)<br />

Aliens (1986)<br />

Se7en (1995)<br />

Eternal Sunshine of the Spotless<br />

Mind (2004)<br />

The Omen (1976)<br />

Poltergeist (1982)<br />

The Lobster (2015)<br />

Her (2013)<br />

Black Swan (2010)<br />

Gravity (2013)<br />

Inception (2010)<br />

Vertigo (1958)<br />

La Haine (1995)<br />

Metoroporisu (2001)<br />

Total Recall (1990)<br />

Terminator 2: Judgment Day (1991)<br />

Back to the Future (1985)<br />

Back to the Future Part II (1989)<br />

Akira (1988)<br />

Kôkaku Kidôtai-Ghost in the Shell<br />

(1995)<br />

Mononoke-hime (1997)<br />

Sen to Chihiro no kamikakushi<br />

(2001)<br />

Pitch Black (2000)<br />

Rebel Without a Cause (1955)


BAŞAK BIÇAK’IN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

Nosferatu (1922)<br />

Sunrise (1927)<br />

M (1931)<br />

City Lights (1931)<br />

Modern Times (1936)<br />

Gone with the Wind (1939)<br />

The Wizard of Oz (1939)<br />

The Great Dictator (1940)<br />

Citizen Kane (1941)<br />

Casablanca (1942)<br />

Brief Encounter (1945)<br />

It’s a Wonderful Life (1946)<br />

Ladri di Biciclette (1948)<br />

Singin’ in the Rain (1952)<br />

The Seven Samurai (1954)<br />

Rear Window (1954)<br />

The Night of the Hunter (1955)<br />

12 Angry Men (1957)<br />

Vertigo (1958)<br />

Ben Hur (1959)<br />

Psycho (1960)<br />

La Dolce Vita (1960)<br />

Spartacus (1960)<br />

Breakfast at Tiffany’s (1961)<br />

To Kill a Mockingbird (1962)<br />

Lawrence of Arabia (1962)<br />

8 1/2 (1963)<br />

Sevmek Zamanı (1965)<br />

Il buono, il brutto, il cattivo<br />

(1966)<br />

2001: A Space Odyssey (1968)<br />

Rosemary’s Baby (1968)<br />

A Clockwork Orange (1971)<br />

Pasolini Eros Üçleme (1971-<br />

1972-1974)<br />

The Exorcist (1973)<br />

One Flew Over the Cuckoo’s Nest<br />

Jaws (1975)<br />

Taxi Driver (1976)<br />

Rocky (1976-1985-2006)<br />

Star Wars (1977-1980-1983)<br />

Suspiria (1977)<br />

Selvi Boylum Al Yazmalım (1977)<br />

Apocalypse Now (1979)<br />

Stalker (1979)<br />

Alien (1979-1992)<br />

The Shining (1980)<br />

The Elephant Man (1980)<br />

The Thing (1982)<br />

Yol – Şerif Gören (1982)<br />

Terminator (1984-1991-2003)<br />

Once Upon a Time in America<br />

The Purple Rose of Cairo (1985)<br />

Back to the Future Üçleme (1985-<br />

1989-1990)<br />

Full Metal Jacket (1987)<br />

Nuovo Cinema Paradiso (1988)<br />

Wings of Desire (1988)<br />

Grave of the FireFlies (1988)<br />

Mujeres Al Borde De Un Ataque De<br />

Nervios (1988)<br />

Goodfellas (1990)<br />

Thelma & Louise (1991)<br />

The Godfather (1972-1974-1990)<br />

Reservoir Dogs (1992)<br />

Schindler’s List (1993)<br />

Trois Couleurs (1993-1994-1994)<br />

Jurassic Park (1993-1997-2001)<br />

The Shawshank Redemption (1994)<br />

Pulp Fiction (1994)<br />

Forest Gump (1994)<br />

Leon (1994)<br />

Underground (1995)<br />

The Bridges of Masion County<br />

Se7en (1995)<br />

Before Üçleme (1995-2004-2013)<br />

Braveheart (1995)<br />

Fargo (1996)<br />

Eşkıya (1996)<br />

La Vita è Bela (1997)<br />

Fight Club (1999)<br />

The Green Mile (1999)<br />

Matrix- The Wachowski Brothers<br />

(1999-2003-2003)<br />

Gladiator (2000)<br />

Requiem for a Dream (2000)<br />

Spirited Away (2001)<br />

The Lord Of The Rings Üçleme<br />

(2001-2002-2003)<br />

Kill Bill Vol:1 – Vol:2 (2003-2004)<br />

Oldboy (2003)<br />

Corpse Bride (2005)<br />

V for Vendetta (2005)<br />

El Laberinto del Fauno (2006)<br />

Apocalypto (2006)<br />

Into the Wild (2007)<br />

There Will Be Blood (2007)<br />

Incendies (2010)<br />

Inception (2010)<br />

Shutter Island (2010)<br />

The Tree of Life (2011)<br />

Moonrise Kingdom (2012)<br />

La Grande Bellezza (2013)<br />

Interstellar (2014)<br />

Mad Max: Fury Road (2015)<br />

Le Tout Nouveau Testament (2015)


HALİL İBRAHİM SAĞLAM’IN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

- 2001: A Space Odyssey (1968)<br />

- 12 Angry Men (1957)<br />

- Casablanca (1942)<br />

- The Good, the Bad and the Ugly<br />

(1966)<br />

- Persona (1966)<br />

- There Will be Blood (2007)<br />

- The Godfather (1972)<br />

- Satantango (1994)<br />

- Seven Samurai (1954)<br />

- Metropolis (1927)<br />

- Sunset Blvd. (1950)<br />

- The 400 Blows (1959)<br />

- Mulholland Drive (2001)<br />

- Citizen Kane (1941)<br />

- 8½ (1963)<br />

- A Clockwork Orange (1971)<br />

- Modern Times (1936)<br />

- Battleship Potemkin (1925)<br />

- Apocalypse Now (1979)<br />

- Taxi Driver (1976)<br />

- Hiroshima mon amour (1959)<br />

- North by Northwest (1959)<br />

- Andrei Rublev (1966)<br />

- Goodfellas (1990)<br />

- Stalker (1979)<br />

- Psycho (1960)<br />

- Schindler’s List (1993)<br />

- Vertigo (1958)<br />

- Ben-Hur (1959)<br />

- Tokyo Story (1953)<br />

- The Discreet Charm of the<br />

Bourgeoisie (1972)<br />

- Pulp Fiction (1994)<br />

- Fight Club (1999)<br />

- Inception (2010)<br />

- The Bridge on the River Kwai<br />

(1957)<br />

- The Leopard (1963)<br />

- All About Eve (1950)<br />

- Gone with the Wind (1939)<br />

- Ordet (1955)<br />

- La regle du jeu (Oyunun Kuralı)<br />

(1939)<br />

- Au Hasard Balthazar (1966)<br />

- Bicycle Thieves (1948)<br />

- The Battle of Algiers (1966)<br />

- L’Avventura (1960)<br />

- Man with a Movie Camera (1929)<br />

- Ugetsu monogatari (1953)<br />

- The Seventh Seal (1957)<br />

- Ali: Fear Eats the Soul (1974)<br />

- Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)<br />

- The Third Man (1949)<br />

- All Quiet on the Western Front<br />

(1930)<br />

- Chinatown (1974)<br />

- On the Waterfront (1954)<br />

- The Deer Hunter (1978)<br />

- Breathless (Serseri Aşıklar) (1960)<br />

- Come and See (1985)<br />

- Le Samourai (1967)<br />

- Enter the Void (2009)<br />

- Intolerance (1916)<br />

- It Happened One Night (1934)<br />

- Dogville (2003)<br />

- M (1931)<br />

- Salò, or the 120 Days of Sodom<br />

(1975)<br />

- Playtime (1967)<br />

- El Topo (1970)<br />

- The Tree of Life (2011)<br />

- Last Year at Marienbad (1961)<br />

- Touch of Evil (1958)<br />

- Amores Perros (2000)<br />

- Barry Lyndon (1975)<br />

- Lawrence of Arabia (1962)<br />

- Three Colors: Blue (1993)<br />

- Singin’ in the Rain (1952)<br />

- One Flew Over the Cuckoo’s Nest<br />

(1975)<br />

- Rashomon (1950)<br />

- Network (1976)<br />

- The Shining (1980)<br />

- Blade Runner (1982)<br />

- Das Weisse Band (2009)<br />

- Fanny and Alexander (1982)<br />

- The French Connection (1971)<br />

- Le Mepris (1963)<br />

- Interstellar (2014)<br />

- Pickpocket (1959)<br />

- Aguirre, the Wrath of God (1972)<br />

- The Lord of the Rings: The Return<br />

of the King (2003)<br />

- Seven (1995)<br />

- Oldboy (2003)<br />

- American Beauty (1999)<br />

- Sevmek Zamanı (1965)<br />

- The Face of Another (1966)<br />

- Holy Motors (2012)<br />

- Viridiana (1961)<br />

- City Lights (1931)<br />

- La Dolce Vita (1960)<br />

- La Grande Illusion (1937)<br />

- L’Atalante (1934)<br />

- Sunrise (1927)<br />

- The Green Mile (1999)<br />

- The Fountain (2006)


TUĞÇE MADAYANTİ’NİN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

12 Angry Men<br />

A Clockwork Orange<br />

American History X<br />

Amores Perros<br />

Amour<br />

Arrival<br />

Before Sunset<br />

Being John Malkovich<br />

Blood Simple<br />

Blue Velvet<br />

Che: Part One<br />

Chungking Express<br />

Citizen Kane<br />

City of God<br />

Clerks<br />

Cube<br />

Days of Heaven<br />

Dead Man<br />

Don’t Breath<br />

Down by Law<br />

Dr. Strangelove Or …<br />

Elle<br />

Eternal Sunshine of the Spotless<br />

Mind<br />

Fargo<br />

Frances Ha<br />

Fruitvale Station<br />

Gran Torino<br />

Hair<br />

Happiness<br />

Hunger<br />

I’ve Loved You So Long<br />

Ikiru<br />

Il gattopardo<br />

In The Mood For Love<br />

Inception<br />

Into the Wild<br />

Jagten<br />

Juno<br />

Kill List<br />

Knockin’ on Heaven’s Door<br />

La Grande Illusion<br />

La la land<br />

Le Trou<br />

Leon: The Professional<br />

Little Miss Sunshine<br />

M<br />

Mad Max: Fury Road<br />

Mauvais Sang<br />

Memento<br />

Mulholland Drive<br />

Napoleon Dynamite<br />

Once<br />

Pi<br />

Pineapple Express<br />

Psycho<br />

Pulp Fiction<br />

Requiem for a Dream<br />

Reservoir Dogs<br />

Sausage Party<br />

Schindler’s List<br />

Se7en<br />

Selvi Boylum Al Yazmalım<br />

Seven Samurai<br />

Shallow Grave<br />

Sicario<br />

Sid & Nancy<br />

Sightseers<br />

Stand By Me<br />

Stranger Than Paradise<br />

Take Shelter<br />

The Big Lebowski<br />

The Blair Witch Project<br />

The Doors<br />

The Evil Dead<br />

The Friends of Eddie Coyle<br />

The Godfather<br />

The Kautokeino Rebellion<br />

The Matrix<br />

The Notebook<br />

The Shawshank Redemption<br />

The Silence<br />

The Silence of the Lambs<br />

The Sixth Sense<br />

The Spirit of the Beehive<br />

The Texas Chain Saw Massacre<br />

The Thin Red Line<br />

The Thing<br />

The Usual Suspects<br />

The Wrestler<br />

Three Colors: Blue<br />

Trainspotting<br />

Un conte de Noël<br />

V for Vendetta<br />

Valley of Love<br />

Werckmeister Harmonies<br />

Whiplash<br />

White God<br />

Wild Strawberries<br />

Winter’ Bone<br />

Year of the Devil


EGEMEN TOKATLIOĞLU’NUN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

2001: A Space Odyssey<br />

Seventh Seal<br />

The 400 Blows<br />

Metropolis<br />

Stalker<br />

Seven Samurai<br />

The Mirror<br />

12 Angry Men<br />

Star Wars: A New Hope<br />

The Bicycle Thief<br />

Persona<br />

Roma, Città Aperta<br />

The Godfather<br />

Vivre sa vie<br />

A Clockwork Orange<br />

The Good, The Bad And The<br />

Ugly<br />

Otobüs<br />

Full Metal Jacket<br />

Nosferatu<br />

The Grapes of Wrath<br />

Gurbet Kuşları<br />

City Lights<br />

Uçurtmayı Vurmasınlar<br />

Casablanca<br />

Psycho<br />

One Flew Over The Cuckoo’s<br />

Nest<br />

Taxi Driver<br />

Modern Times<br />

The Shining<br />

Shawshank Redemption<br />

The Godfather 2<br />

Star Wars: Empire Strikes Back<br />

Ben-Hur<br />

Sevmek Zamanı<br />

Rear Window<br />

Yol<br />

To Kill A Mockingbird<br />

Eşkıya<br />

Tôkyô monogatari<br />

Lost Highway<br />

Muhsin Bey<br />

Suspiria<br />

Gone With The Wind<br />

Star Wars: Return of The Jedi<br />

Terminator<br />

Gemide<br />

The Bridge On The River Kwai<br />

The Turin Horse<br />

Hababam Sınıfı<br />

The Silence Of The Lambs<br />

Susuz Yaz<br />

Oldboy<br />

Apocalypse Now<br />

Solaris<br />

Kış Uykusu<br />

Life is Beautiful<br />

Bir Zamanlar Anadolu’da<br />

Memento<br />

Cache<br />

Schindler’s List<br />

Dr. Strangelove<br />

Fight Club<br />

Sonbahar<br />

Braveheart<br />

Blade Runner<br />

Lost in Translation<br />

Tabutta Rövaşata<br />

Raiders Of The Lost Ark<br />

À Bout de Souffle<br />

Back To The Future<br />

The Matrix<br />

Rocky<br />

American History X<br />

Vertigo<br />

Eternal Sunshine Of The Spotless<br />

Mind<br />

The Pianist<br />

Vozvrashchenie<br />

Spring, Summer, Fall, Winter…and<br />

Spring<br />

The Dark Knight<br />

Alien<br />

Jurassic Park<br />

Platoon<br />

Grease<br />

Masumiyet<br />

Inception<br />

The Usual Suspects<br />

Mr. Nobody<br />

Andrei Rublev<br />

The VVitch<br />

Pulp Fiction<br />

It’s a Wonderful Life<br />

The Lion King<br />

Ağır Roman<br />

Reservoir Dogs<br />

Der Untergang<br />

The Elephant Man<br />

Amores perros<br />

Magnolia<br />

Wings of Desire<br />

The Wailing


GİZEM MERVE KABOĞLU’NUN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

Blind Chance (1987)<br />

L’Eclisse (1962)<br />

12 Angry Men (1957)<br />

Requem for a dream (2000)<br />

Trois Couleurs : Blanc (1994)<br />

Pulp fiction (1994)<br />

Memento (2000)<br />

Il Postino (1994)<br />

In July (2000)<br />

Before Sunset (2004)<br />

Bin Jip (2004)<br />

Fight Club (1999)<br />

Gizli Yüz (1991)<br />

The Godfather: Part II (1974)<br />

The Man Who Wasn’t There<br />

(2001)<br />

Y Tu Mamá También (2001)<br />

Mystery Train (1989)<br />

Dogville (2003)<br />

Inside Llewyn Davis (2013)<br />

Spirited Away (2001)<br />

Festen (1998)<br />

Sürü (1979)<br />

Trois couleurs : Rouge (1994)<br />

A Clockwork Orange (1971)<br />

Trilogia I: To Livadi pou dakryzei<br />

Persona (1966)<br />

Inception (2010)<br />

Babel (2006)<br />

Chasing Amy (1997)<br />

Se7en (1995)<br />

Sevmek Zamanı (1965)<br />

Dancer in the dark (2000)<br />

Kazablanka (1942)<br />

Saturno contro (2007)<br />

Before the rain (1994)<br />

Jodaeiye Nader az Simin (2011)<br />

The Curious Case of Benjamin Button<br />

(2008)<br />

Matrix (1999)<br />

Rashômon (1950)<br />

Uçurtmayı Vurmasınlar (1989)<br />

Amores Perros (2000)<br />

Metropolis (1927)<br />

La Strada (1954)<br />

Perfume (2006)<br />

American Beauty (1999)<br />

Hayat Var (2008)<br />

Anomalisa (2015)<br />

The Truman Show (1998)<br />

The Mirror (1975)<br />

Amelie (2001)<br />

Dabba (2013)<br />

Tabutta Rövaşata (1996)<br />

Being John Malkovich (1999)<br />

Eternal Sunshine of the Spotless<br />

Mind (2004)<br />

Muhsin Bey (1987)<br />

Yol (1982)<br />

The Shining (1980)<br />

Höstsonaten (1978)<br />

Arkadaşım Şeytan (1988)<br />

Sunset Blvd 1950)<br />

Gölge Oyunu (1992)<br />

Professione: reporter (1975)<br />

Mavi Boncuk (1974)<br />

It’s a Free World (2007)<br />

The Big Lebowski (1998)<br />

Uzak (2002)<br />

Lost in Translation (2003)<br />

Ran (1985)<br />

Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)<br />

In The Name Of The Father (1993)<br />

Le fate ignoranti (2001)<br />

Masumiyet (1997)<br />

Blue Velvet (1986)<br />

The Double Life of Veronique<br />

Cache (2005)<br />

Züğürt Ağa (1989)<br />

The Brand New Testament (2015)<br />

Breaking the waves (1996)<br />

The pianist (2002)<br />

Umut (1970)<br />

Rear window (1954)<br />

The high sun (2015)<br />

A ay (1988)<br />

Following (1998)<br />

The Lord Of The Rings: The Return<br />

Of The King (2003)<br />

Spring, Summer, Autumn, Winter...<br />

and Spring (2003)<br />

Das Leben der Anderen (2006)<br />

Kramer Vs. Kramer (1979)<br />

No (2012)<br />

Teyzem (1986)<br />

La La Land (2016)<br />

About time (2013)<br />

Interview (2007)<br />

Sen aydınlatırsın geceyi (2013)<br />

Heaven (2002)<br />

Pleasantville (1998)<br />

My Left Foot: The Story of Christy<br />

Brown (1989)<br />

Inosensu: Kôkaku kidôtai (2004)<br />

Interstate 60 (2002)<br />

Kırık bir aşk hikayesi (1981)


ONUR KIRŞAVOĞLU’NUN<br />

EN BEĞENDİĞİ <strong>100</strong> FİLM<br />

Monthy Python and the Holy<br />

Grail<br />

Se7en<br />

The Assassination of Jesse James<br />

by the Coward Robert Ford<br />

All the President’s Men<br />

Amarcord<br />

Barton Fink<br />

Badlands<br />

Fight Club<br />

In the Mood for Love<br />

The Tree of Life<br />

The Thin Red Line<br />

Ladri di Biciclette<br />

Otto e Mezzo<br />

L’ Avventura<br />

Das Weisse Band<br />

Days of Heaven<br />

La Grande Bellezza<br />

Bir Zamanlar Anadolu’da<br />

Muhsin Bey<br />

12 Angry Men<br />

21 Grams<br />

2001: A Space Odyssey<br />

400 Blows<br />

Umberto D.<br />

Wall-E<br />

Mystic River<br />

Un Prophete<br />

The Unforgiven<br />

The Matrix<br />

Three Colors (Üçleme)<br />

The Godfather I – II<br />

Roma, Citta Aperta<br />

12 Monkeys<br />

The Shawshank Redemption<br />

Godfellas<br />

Schindler’s List<br />

Rashomon<br />

Seven Samurai<br />

Paths of Glory<br />

Once Upon a Time in America<br />

Once Upon a Time in West<br />

La Dolce Vita<br />

Il Conformista<br />

Do the Right Thing<br />

Miller’s Crossing<br />

Indagine Su Un Cittadino al di Sopra<br />

di Ogni Sospetto<br />

Pulp Fiction<br />

Reservoir Dogs<br />

There Will Be Blood<br />

A Bout de Souffle<br />

Oldboy<br />

Das Leben Der Anderen<br />

A Seperation<br />

Raging Bull<br />

Citizen Kane<br />

Apocalypse Now<br />

The Deer Hunter<br />

Dog Day Afternoon<br />

Novecento<br />

Suspiria<br />

Taxi Driver<br />

Modern Times<br />

Vozvrashcheniye<br />

North by Northwest<br />

25th Hour<br />

Jules et Jim<br />

Il Gattopardo<br />

Bande a Part<br />

Zerkalo<br />

Dollars Trilogy (üçleme)<br />

Le Samourai<br />

Morte e Venezia<br />

Halloween<br />

Chunking Express<br />

Hable Cone Ella<br />

It’s a Wonderfull Life<br />

A Woman Under the Influence<br />

Bring me Head of Alfredo Garcia<br />

Blade Runner<br />

La jetee<br />

La Strada<br />

M<br />

Tokyo Monogatari<br />

Come and See<br />

Uzak<br />

Z<br />

Character<br />

L’Atalante<br />

Andrei Rublev<br />

Ugetsu Monogotari<br />

The Wild Bunch<br />

The Fountain<br />

Infernal Affairs (üçleme)<br />

Spirited Away<br />

The Conversation<br />

Ansikte mon Ansikte<br />

Chinatown<br />

Aguirre, dern Zorn Gottes<br />

Star Wars (ilk üçleme)<br />

In the Name of the Father


CINEKRiTiK<br />

BANU BOZDEMİR<br />

KABA KOMEDİNİN ISRARLI TEKRARI<br />

n Mahsun Kırmızıgül her filmine bir tutam<br />

kattığı eleştirel dozunu son iki filminde<br />

komediyle harmanlayarak biraz Yılmaz<br />

Erdoğan’ın tarzına biraz da özellkle<br />

son filmi Vezir Parmağı’yla biraz Ertem<br />

Eğilmez ekolünün daha çok laflı sözlü<br />

erotizme yaslanan komedisine yer vermeye<br />

çalışmış gibi. Osmanlı’ya uzanmak<br />

gibi risksiz bir konuyu kadıya yüklenerek<br />

çoğaltmaya çalışan Kırmızıgül bir kere hikayeyi<br />

ve bizi gereksiz bir uzunlukla sınıyor. Sürekli<br />

tekrarlanan istekler ve anlaşılmamalar üzerinden<br />

giden kaba komedi<br />

algısı hikayeyi yoruyor.<br />

Savaşa giden ve dönmeyen<br />

köyün erkeklerini<br />

beklemekten helak olmuş<br />

kadınlar ordusunu zaman<br />

zaman Şalvar<br />

Davası’ndaki amazon<br />

ruha benzetsem de, bir<br />

erkeğe üç-dört kadının<br />

birden razı olması fikri<br />

beni bu düşüncemden<br />

sürekli uzak tuttu.<br />

Kadınların bu derdi<br />

başlarına vurup taa vezire<br />

kadar uzanınca vezirde<br />

bir Müstesna Paşa’nın<br />

denetiminde köye bir<br />

damızlık erkek grubu<br />

yolluyor. Tabii bu erkekler savaşa gideceklerini<br />

sanıp yol boyunca şehitlik gazilik edebiyatı<br />

yaparken, Paşa’nın imalı gülümsemeleri kalıyor<br />

planın sonunda… Kadınlar ise gelecek bu<br />

gruba dair hayalleri ve beklentileriyle hikayeyi<br />

ittirip duruyor. Tabii filmin kostümlerine, panoramik<br />

çekimlerine ve gösterişine bakınca kötü<br />

demek zor geliyor ama hikayenin tekrarlarını<br />

budayınca adeta bir avuç kaldığını ve o<br />

gösterişin altında ezildiğini söylemek mümkün.<br />

Tabii Kırmızıgül kadıyla olan derdini sadece<br />

eleştirel dozda halletmiyor, ona rakı içirterek<br />

başka bir çıkarsama derdine düşüyor gibi geldi<br />

bana. Ama seyircinin en çok tepki verdiği yerlerin<br />

kadının ikiyüzlü tavırlarının olması, toplumsal<br />

ikiyüzlüğünün güzel bir yansımasını hatırlattı<br />

bana.<br />

Filmin erotizmi nispeten ortalıkta sulu sepken<br />

dolaşan ve sırf bel altı espri olsun diye<br />

yapılanlardan daha iyi, dediğim gibi Yeşilçam’ı<br />

yakalama gayreti var en azından. Yeşilçam’ın özellikle<br />

Süt kardeşler, Tosun Paşa gibi Osmanlı komedilerinden<br />

feyz alan film onların yolunda ilerlemeye<br />

çalışan zayıf ama şaşaalı bir komedi. Kadınların<br />

ön planda olduğu hikayede özenle seçilen kadın<br />

oyuncular rollerinin hakkını vermek için abartılı bir<br />

çaba içindeler. En çok da Yasemin Yalçın’ı görmek<br />

iyi geldi. Filmin az da olsa müzikal bir yanı bile<br />

var ama müzik kullanımı çok fazla. Neredeyse<br />

filmin çoğunluğunda patlayan müzik çok rahatsız<br />

etmese de filmin üstüne sıvanması fazla geldi.<br />

Filmin abartılı mizahının doz aşımına uğradığı ve<br />

filmin adının geçtiği yegane kısımdaki cinsellik<br />

muhabbetinin ayan beyan kabalaşması ise biraz<br />

şaşırtmıyor değil…<br />

Sonuçta Tecavüzcü Coşkun ve Nuri Alço’nun bile<br />

sızdığı filmden buram buram kaba erotizm taşıyor,<br />

tekrarlar bel bükmeye başlıyor, hikayenin zayıflığı<br />

görselliğe yenik düşüyor. Ve Vezirin Parmağı bir<br />

kere görünüp kayboluyor. Belki de Kırmızıgül bol<br />

acılı soslu dramlara geri dönmeli diye düşünmeden<br />

edemedim…


CINEKRiTiK<br />

ALPER TURGUT<br />

ESPRİ ANLAYIŞINIZI ASLA YİTİRMEYİN<br />

n İşte Fences, hatta Hacksaw Ridge, sonra<br />

Manchester by the Sea, illa Moonlight<br />

ve haliyle Toni Erdmann, hep ebeveyn ve<br />

çocuk üzerine hikâyeler… Oscar’ın aileyle<br />

bağları malumunuz, Akademi, oldum olası<br />

kutsal aileyi sever, sayar, ödüllere boğar.<br />

Parçalanmış, dağılmış, savrulmuş, ayrı<br />

kalmış, kavuşmayı unutmuş, temel taşı<br />

birlik bozulmuş da fark etmez. Bireylerin<br />

bocalaması, kaçması, saçmalaması bambaşka<br />

şey, onların ayrık otuna dönüşmesiyle, tüme,<br />

bütüne zeval gelmez. Ailenin, sülalenin önemine<br />

ve değerine değinin kâfi…<br />

Evet, iki saat 42 dakikalık ve şu ana dek 31<br />

ödül kapmış Toni Erdmann, mizah ile izah<br />

etmeyi deneyen, böylelikle dramı görece hafifletmeyi<br />

hedefleyen, özgün bir baba-kız öyküsü.<br />

Ah be gardaşım, keşke bu kadar uzatılmasaydı,<br />

don lastiği gibi çekiştirilmeseydi. Filmin bir saati<br />

kafadan atabilirdi kanımca, iş dünyasının bik<br />

biklerine, yahu dur Allah aşkına denilseydi,<br />

ayrıntıların, genel izleyiciyi (sinefil, her türlü<br />

seyreder) esnetmesine izin verilmeseydi, fena<br />

mı olurdu?Yani yönetmen, kıymayı becerip,<br />

kessssss deseydi, hani keşke. Gereksizlik,<br />

asla eksiklik hissi vermez, orası kesin. Haaa<br />

bizim yerli dizilerin bildik durağanlığıyla alakası<br />

yok, hakkını teslim edelim. Bunlar sanatsal<br />

çabalar işte, bakın sizi mevzuya soktuk,<br />

kahramanlarımızla empati kurdurduk, kamerayı<br />

da açık unuttuk, haydeee aksın zaman<br />

hesabı… Kendi adıma, ben bu filmi sevdim ve<br />

beğendim, baştan söyleyeyim. Tam da bu noktadan<br />

yürüyeyim. Sanat sepet çevresinin, filme<br />

bayılmasının ve anında göklere çıkarmasının,<br />

elbette etkisinde kalmadım, aman ha, yanlış<br />

anlaşılma olmasın, buna en çok hür iradem<br />

gocunur. Neyse…<br />

Biz Akdeniz insanlarına, Avrupalının halleri, kabul<br />

buyurun soğuk gelecek, sözleri, hareketleri,<br />

tepkileri, canlı mı ulan bunlar, emin miyiz,<br />

buzzz resmen buz gibi tipler dedirtecek haliyle.<br />

Yalnızlığı iliklerine dek hissetmeye başlayan bir<br />

baba, mutsuzluğunu iş koşturmasında dizginlemeye<br />

çabalayan kızının peşine düşüyor, ta<br />

Romanya’ya kadar. Kapitalist sistemin gönüllü<br />

bir parçası olan, soğuk nevale Ines Conradi’nin,<br />

muzip ve insancıl babası Winfried Conradi (nam-ı<br />

diğer Toni Erdmann) ile çatışması, kaçınılmaz<br />

olacaktır. İş hayatı, elbette acımasızdır, hata payı<br />

yoktur, çıkmak meşakkatli, düşmek kolaydır. Bir<br />

kadının, ayakta kalması daha da zordur, karşı<br />

cinsin egemenliği altındaki dünyada… Çocuk<br />

ruhlu babasının, gökten zembille hayatına inmesi,<br />

şakalarıyla, sürprizleriyle ve tuhaflıklarıyla, bıkmış,<br />

usanmış, yıpranmış kadını afallatacaktır. Babası


ile iş arkadaşlarının arasında kalacak, utanacak, bocalayacak,<br />

kaçmaya çabalayacak, belki de nereden<br />

çıktı şimdi bu adam diye kendine soracak. Evet,<br />

aslında aralarındaki kopukluğun üzdüğü, hüzne<br />

boğduğu babanın arzusu da, biricik kızına, doğru<br />

soruyu sordurtmak ve cevabını bulmasını ummak...<br />

Misal kariyer planı, iş-güç koşuşturması, salt bir<br />

şeye odaklanılması, hayatı ıskalamak değilse nedir?<br />

Mesele biraz da, geç kalıp kalmamakla ilgilidir<br />

aslında, dönüşmek, değişmek, özgürleşmek için.<br />

Alman yönetmen Maren Ade’ye, böylesi ilginç ve<br />

orijinal bir film çektiği için, oyuncular Sandra<br />

Hüller ve Peter Simonischek’e ise karşılıklı<br />

döktürdükleri için tebrikler. Ah be mesafeler,<br />

kırk kat yabancıları yakın, hayat bulmasına<br />

vesile olduğunun insanı, senden uzak tutabilir.<br />

Asri zamanlar, başa büyük bela, aile üyelerinin<br />

bile birbirlerini artık tanımadığı, belki de<br />

tanıyamayacağı bir çağ… Duyguysa duygu,<br />

ironiyse ironi, espriyse espri, tuhaflıksa<br />

tuhaflık, bu peynir rendesi kadar absürt filmde<br />

hepsi ziyadesiyle var.


CINEKRiTiK<br />

FIRAT SAYICI<br />

İLK OSURUK GÜLDÜRÜR SONUNCUSU<br />

n İlk okumada başlık size biraz kaba<br />

gelebilir. Ancak “Swiss Army Man” filmini<br />

izlediyseniz ya da izlerseniz bu sözün ne<br />

kadar derin bir anlamı olduğunu daha iyi<br />

kavrarsınız. Zira filmde, ıssız bir adada<br />

yalnız kalan Hank’in zaruri intiharına<br />

osuruklarıyla mani olan Manny’nin, yine<br />

osuruklarıyla Hank’in kederli yanlızlığına<br />

el sallaması arasında geçen hikayeye<br />

tanık oluyoruz.<br />

Hank, düştüğü ıssız adada artık hiçbir kurtuluş<br />

şansının kalmadığına kanaat getirmiş ve<br />

hayatına son vermeye karar vermiştir. Artık pes<br />

edip kendini asmaya hazırlandığı anda, kıyıya<br />

vurmuş bir cesetle karşılaşır. Manny adını<br />

verdiği bu cesedin konuşabildiğini ve birtakım<br />

doğaüstü becerilere sahip olduğunu fark<br />

eder. Hank’in yalnızlığına son verecek olan<br />

bu mucize, onun bu adadan kurtulmasını da<br />

sağlayabilecek midir? Prömiyerini yaptığı Sundance<br />

Film Festivali’nde büyük bir coşkuyla<br />

karşılanıp yönetmen ödülünü kucaklayan<br />

“Swiss Army Man” son dönemde izlediğimiz<br />

en tuhaf ve en sürreal film kesinlikle. Daniel<br />

Radcliffe, Paul Dano ve Mary Elizabeth<br />

Winstead’in oynadığı filmin yaratıcıları ise Dan<br />

Kwan ve Daniel Scheinert.<br />

Bildiğiniz üzere sürrealist sinema denince<br />

aklımıza ilk önce usta İspanyol yönetmen<br />

Luis Bunuel gelmekte. “Bir Endülüs Köpeği”,<br />

“Burjuvazinin Gizli Çekiciliği”, “Özgürlük<br />

Hayaleti” ve “Arzunun Şu Karanlık Nesnesi”<br />

gibi başyapıtlarıyla dünya sinema tarihine<br />

damgasını vurmuş olan Bunuel’in ardından<br />

gelen pek fazla yönetmen olmadı sürrealist<br />

sinema alanında. Kendi adıma merakla<br />

izlediğim ve beni şaşırtan örnekleriyle sürrealist<br />

sinemadan çoğu zaman tatmin<br />

olmuşumdur. “Swiss Army Man”i de aynı<br />

duygularla izlediğimi rahatlıkla belirtebilirim.<br />

Sıradan filmler çöplüğünde parıltılı ve zeka<br />

dolu bir iş izlemek kimi mutlu etmez ki? Daha<br />

önce ürettikleri işlerin neredeyse tamamında<br />

birlikte çalışan ‘ilginç’ yönetmenler Dan Kwan<br />

ve Daniel Scheinert’in, bu filmin Sundance’de<br />

en iyi yönetmen ödülünü almaları şans ya da torpil<br />

değil. Bazı filmler ne kadar yenilikçi ve zeka dolu<br />

olurlarsa olsun kolay kolay bu film gibi hem provokatif<br />

hem de ışıltılı bir eğlence sunamıyorlar.<br />

Yaratıcılık konusunda Spike Jonze’la minik<br />

benzerlikler gösterdiklerini de söyleyebileceğim<br />

yönetmenlerin dünyası, çoğu seyirciye ağır gelecek<br />

olsa da, sinemanın yenilikçi, devrimci ve<br />

denemeci ruhunu seven seyircilere eğlenceli bir<br />

lunapark vaat ediyor. Karşımızda ilginç olduğu<br />

kadar derin, felsefi ve sosyolojik bir film var. Seyirciye<br />

bir yandan yaşamın güzelliklerini, hatıraları<br />

ve sevinci ballandırarak anlatırken bir yandan da<br />

ölümün karanlık, soğuk ve geri dönülmezliğini<br />

sezdiriyor. Birbirine tamamen zıt iki karakterin en<br />

yakın dost olabileceğini vurgularken, bir kadın için<br />

birbirlerine nasıl düşman olabileceklerini de gözler<br />

önüne seriyor. Kadınların vazgeçilmez ve ruhani<br />

varlıklar olduğundan tutun da mastürbasyona<br />

yapılan güzellemelere dek ters köşe diyaloglara<br />

rastlıyorsunuz. Korkunun insan ruhunda açtığı


AĞLATIR<br />

yaraları da görebiliyor, korku olmadan nasıl<br />

felaketlere sürüklenebileceğimizin de işaretlerini<br />

alıyorsunuz. İzlemesi zor ama bilinçaltınızı<br />

okşayan ve hatta pohpohlayan bir film...<br />

Yönetmenlerin dehası ve sürprizlerle süslenmiş<br />

senaryonun haricinde filmi sırtlayıp götüren iki<br />

unsur daha var elbet; Daniel Radcliffe ve Paul<br />

Dano... Bildiğiniz üzere Harry Potter serisi ile<br />

kendini dünyaya tanıtan Radcliffe, “The Woman<br />

in Black”, “Kill Your Darlings”, “Horns” ve “Imperium”<br />

gibi filmlerle hayranlarını ters köşeye<br />

yatırmıştı. Bu filmde de, performans anlamında<br />

artık A sınıf oyuncularla adının anılması<br />

gerektiğini düşündüğüm Radcliffe, başından<br />

sonuna dek merak hissini dinç tutan bir yorumla<br />

seyircinin yüzünü güldürüyor. Kendisinin<br />

içinde bulunmaktan en çok hoşlandığı filmin bu<br />

olduğunu ve bu filmde pek fazla dublör kullanmak<br />

istemediğini de belirtelim. “Little Miss Sunshine”,<br />

“Looper”, “Youth”, “There Will Be Blood”<br />

gibi önemli filmlerden de hatırlayacağımız Paul<br />

Dano için ise en azından bu film bazında övgüler<br />

hep yetersiz kalacak. “Swiss Army Man”de<br />

çoğu sahneyi tek başına sırtlayan Dano’nun<br />

filmin en büyük şansı olduğu aşikar. Hank<br />

rolünü oynayabilecek aktör sayısı gerçekten<br />

azdır. Dano, kameranın ne işe yaradığını ve ona<br />

karşı nasıl davranmak gerektiğini iyi kavramış<br />

bir oyuncu. Genel ve uzak planlarda vücudunu<br />

kullanışıyla, yakın ve yüz planda mimiklerini<br />

kullanışı adeta ders niteliğinde. Birçok seyirci<br />

Manny ve Hank’i, aynı kişinin iki zıt yönü olduğu<br />

şeklinde yorumlayacaktır. Yönetmen topu seyirciye<br />

atmış. Ancak, Hank hayal mi görüyor ya<br />

da ruh hastası mı, yoksa aslında ölü mü, gibi<br />

sorularla seyircinin açmazda kalmasına sebebiyet<br />

veren bu dahi oyuncu kısa zamanda büyük<br />

ödülleri toplar gibime geliyor. Aynen bu filmde<br />

olduğu üzere, doğduktan sonra ilk osuruğumuzla<br />

en yakınımızdakileri güldürdüğümüz gibi gün<br />

gelecek son osuruğumuzla da onları ağlatıyor<br />

olacağız. Acı/tatlı ve gerçek. Tıpkı sinema gibi...


CINEKRiTiK<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

BİRAZ DA YABANCI KORKU SEYREDEL<br />

n Özellikle biz sinema yazarlarının<br />

kötülediği Türk korku filmlerinin haksız<br />

eleştiriye uğradığını savunan birisiyim.<br />

Hatta genel itibariyle sinemanın tümünde<br />

böyle bir algı yaratıldığına inanıyorum.<br />

“Yerliyse kötüdür” düsturuyla sinemaya<br />

bakan, yorumlayan kalemlerden hiç<br />

haz etmedim. Mesela bir yabancı komedide<br />

küfür gırla giderken buna sesini<br />

çıkarmayan bizim sinema entelektüelinin<br />

bir Türk komedisinde küfüre takılmasını ne<br />

kadar samimi bulabilirim ki? Veya cinsiyetçi<br />

komedinin dibine vuran Borak gibi bir filmi<br />

yüceltirken Recep İvedik’i cinsiyetçi komedi<br />

yapıyor diye aşağılayanları. Son dönemde<br />

bu samimiyetsizlik en çok korku sinemasında<br />

kendini gösteriyor. Hasan Karacadağ’dan<br />

Alper Mestçi ve Özgür Bakar’a kadar iyi korku<br />

filmi çeken yönetmenlerimiz var. Evet belki<br />

hiçbiri bir başyapıt değil. Ama sinemada çok<br />

geçerli olan korku türünü kendi kültürümüzle<br />

bağdaştıran bir dil oluşturmaya yakın önemli<br />

isimler bunlar. Bizim entelektüelimizin kendi<br />

korku filmlerimizin posterini gördükleri anda<br />

ve çoğunlukla seyretmeden “Yine cin filmi”<br />

aşağılamalarını duymaktan da sıkıldım. Yahu<br />

yıllardır ruha giren şeytanı seyrediyoruz veya<br />

perili ev hikayelerini, hiç kimsenin de “Aman<br />

yine şeytan filmi” dediğini duymadım. Üstelik<br />

en az 80 yıldır bu tür filmlerin egemenliğinde<br />

sinema salonları. Halbuki Türk korku sineması<br />

neredeyse 10 yılını yeni bitirdi ama hemen<br />

bir bıkkınlık ve suni bir hoşnutsuzluk<br />

ile boğmaya çalışıyorlar Türk korkusunu. Bu<br />

hafta vizyona giren Shut In bu anlamda ilgimi<br />

çekti. Yazılarımı takip edenler bilir korku filmi<br />

seyredemem çünkü korkarım. Kendimi kaptırır<br />

ve rahatsız hissederim. Fakat Shut In girince<br />

vizyona gideyim seyredeyim dedim. Üstelik<br />

filmin künyesi de çok iyi, yılların güzel kadını<br />

ve iyi oyuncusu Naomi Watts başrolde. Watts<br />

son dönemlerde korku sinemasında görmeye<br />

alıştığımız bir isim. Mesela Halka filminin<br />

Amerikan versiyonunda bayağı başarılıydı.<br />

Her ne kadar 90’ların kadın oyuncularının<br />

düşüş dönemini yaşasak da sonuçta film bir<br />

sinema şahaseri olma iddiasında değil. Watts’ın<br />

bu filme zarar verecek kadar kötü bir performans<br />

sergilemesi olanaksız. Çocuk oyuncular deseniz,<br />

Jacob Tremblay daha geçen yıl Room filmindeki<br />

performansıyla bizi kendimizden geçirmişti.<br />

Masum yüzü, koca gözleri ve müthiş yeteneği<br />

sayesinde her film için artı olabilecek bir oyuncu.<br />

Filmin kötü karakterini canlandıran Charlie Heaton,<br />

Stranger Things dizisinin oyuncusu. Bu<br />

dizideki rolüyle genç yeteneklerin en önemlilerinden<br />

biri olduğunu kanıtladı. Negatif kahraman<br />

karakterine uygun fiziği, kötücül olma kapasitesi<br />

ile sinemada büyük avantaja sahip olan Heaton<br />

bu filmdeki karaktere çok uygun aslında. Bütün<br />

bu cast’a rağmen film o kadar kötü ki puanlama


İM<br />

yapsam <strong>100</strong> üstünden 20 zor veririm. Çünkü<br />

filmin senaryosu bir felaket. Daha ilk sahneden<br />

bütün olayı çözüyorsunuz. Mary eşini bir kazada<br />

kaybetmiştir. Aynı kazada üvey oğlu Stephen<br />

da bitkisel hayata girmiştir. Psikolojik danışman<br />

olan Mary orman içinde, ücra köşedeki bir<br />

evde oğlunun bakımı ve mesleğiyle beraber<br />

yaşamaktadır. Mary’nin hastalarından biri olan<br />

otistik Tom yalnızlığı ve masumluğuyla Mary’nin<br />

dikkatini çekmiştir. Bir gece fırtına sırasında<br />

Tom’un kaçıp arabasına saklandığını görür.<br />

Onu evine getirir ama o andan itibaren evde<br />

gariplikler olmaya başlar. Kapılar kapanır, camlar<br />

kırılır, Mary gözlendiğini hisseder. Bir tarafta<br />

hastası küçük Tom diğer tarafta bitkisel hayattaki<br />

üvey oğlu Stephen ile bu tehdidin sırrını<br />

öğrenmek zorundadır. Film korku türünün bütün<br />

klişelerini kullanıyor. Ama o kadar basma kalıp<br />

senaryosu var ki filmin sonunu söylemesem de<br />

siz tahmin etmişsinizdir. Bu rezaletin en büyük<br />

sorumlusu yönetmen Christina Hodson. Zaten<br />

kariyerine bakınca kısa film ve televizyon dizisi<br />

çekmek dışında pek birşey yapmadığını görüyoruz.<br />

O kadar yıldız ve korku sineması klişeleri<br />

de filmi kurtaramamış. Merak ediyorum herhangi<br />

bir sinema eleştirmeni bu filmi yazacak mı? Türk<br />

korku filmlerini seyretmeden yerden yere vuran<br />

ve çok da mecburlarmış gibi bir iki kelam eden<br />

sinemacılarımız eminim bu filmi görmeyeceklerdir.<br />

Nasıl olsa Hollywood filmi, kötülemenin ilgi<br />

çeken bir tarafı yok.


AFRA SARAÇOĞLU<br />

CARPE DIEM’E (ANINIZI


Kötü çocuk filminin genç<br />

yıldızı Afra Saraçoğlu Carpe<br />

Diem’i felsefe olarak kabul<br />

ettiğini ve mesleğini çok<br />

sevdiğini söyledi.<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Sinemamız sürekli yeni isimleri önümüze<br />

getiriyor. Bu isimlerin çoğu ya dizilerde ünleniyor<br />

veya yok olup gidiyor. Bu hafta farklı bir oyuncuyla<br />

röportaj yaptık. Genelde genç oyuncuların<br />

kariyeri dizi de başlarken Afra Saraçoğlu iki<br />

sinema filmi çekerek mesleğe atıldı. Bunun<br />

kendisi için bir şans olduğu söyleyen Saraçoğlu<br />

çocukluğundan beri oyuncu olmak istediğini<br />

onun için kendini çok şanslı hessettiğini belirtti.<br />

Senaryoyu okuduğunuzda sizi etkileyen şey<br />

ne oldu?<br />

Orjinal bir senaryo olması, 17-18 yaşlarındaki<br />

gençlerin yaşayabilecegi şeylerin olması ve<br />

Kayla’nın eğlenceli kişiliği :)<br />

Rolünüzden bahsedebilir misiniz?<br />

Kayla enteresan bir karakter. Onu yaşarken çok<br />

eğlendim. Kayla’nın enerjisini çok seviyorum.<br />

Bir kere çok güçlü bir kız ve çok fazla inişleri<br />

çıkışları olan bir kız, dobra bir kız, saf iyi niyetli<br />

ve temiz bir kız. Çok sakar. Köpeklerden<br />

çok korkuyor. Kayla’nın bu denli köpeklerden<br />

korkması benim için garip çünkü ben hayvanları<br />

çok severim özellikle kedi ve köpekleri.<br />

Heyecanladığı zaman ağzından ne çıktığını<br />

bilemiyor ve cümleleri kafasında filtrelemeden<br />

çıkartıyor. Bunların yanında Kayla’nın içinde<br />

çok derin büyük bir baba yarası var. Belkide bu<br />

yüzden girdiği ortamlarda içine kapanık. Herkese<br />

güvenemiyor. Sırf babasının nefretini kazanmak<br />

için kendinden çok zıt bir karakteri istemesi<br />

onu biraz kendi saflığından uzaklaştırıyor. Çok<br />

yönlü bir karakter yani Kayla.<br />

19 yaşında genç bir oyuncusunuz ve bu sizin<br />

ilk başrolünüz. Biraz gözünüz korktu mu?<br />

Yönetmenin de ilk sinema filmi sanıyorum.<br />

Bu sizin için bir avantaj oluşturmuş olabilir<br />

mi çalışma şartları açısından?<br />

Tabi ki birazcık strese giriyor insan. Size<br />

güvenen ve inanan önemli insanlar var ve sizde<br />

ister istemez büyük bir sorumluluğun altına<br />

giriyorsunuz. Bu kadar insanın beklentilerini<br />

karşılayabilecek miyim acaba diye düşünmeden<br />

edemiyor insan ve omuzlarınıza büyük bir yük<br />

biniyor. Tabiki herkesi memnun etmek mümkün<br />

degil. Ama eğer ben bu işi aldıysam elimden<br />

gelenin fazlasını yapmalıyım diye düşündüm<br />

ve bana güvenen insanların güvenlerini boşa<br />

çıkartmamak için sınırlarımı aşmaya çalıştım.<br />

Sinemada en çok hangi türü seversiniz. Türler<br />

arasında kendi fiziğinizin melodrama daha<br />

çok uygun olduğunu düşünüyor musunuz?<br />

Sinemada fantastik, komedi, aksyion ve gençlik<br />

türlerini çok severim. Evet yakıştırıyorum.<br />

Bazı roller vardır onlara hazırlanmak gerekir.<br />

Mesela tarihi bir kişiliği oynuyorsanız veya<br />

engelli birini canlandıracaksanız araştırma<br />

yaparsınız. Bir de oyuncunun kendi tecrübesinden<br />

yola çıkarak hazırlandığı roller vardır.<br />

Bu film hangisine yakın. Nasıl bir hazırlanma<br />

süreci geçirdiniz?<br />

Ben kendi tecrübelerimden yola çıkarak Kayla<br />

karakterini çıkartmaya çalıştım. Kayla gayet<br />

doğal, içinden nasıl geliyorsa öyle davranan bir<br />

kız. Bunun için bir araştırma yapmama gerek<br />

kalmadı çünkü bu bemim içimde olan bir şey.<br />

Sadece 17 yaşına kadar babasız büyümüş ve<br />

baba şevkati görmemiş olan bir kız. Babasız<br />

büyüyen bir çocuğuda araştırmama gerek<br />

kalmadı çünkü o konuda Kaylayı en iyi anlayanlardan<br />

biri de benim. Ama karakteri çıkartmak<br />

için tabiki de bir ön hazırlık sürecim oldu.<br />

Oyuncu koçum bana 30’a yakın terimler verdi<br />

ve bu terimleri benim için ne ifade ediyor onları<br />

yazmamı istedi. Ben de sayfalarca yazdım. Sonra<br />

aynı terimleri Kaylayı yaşamaya başlayınca<br />

Kayla içinde yazmaya başladım. Yaklaşık 15-20<br />

YAŞAYIN) İNANIYORUM


gün bir ön hazırlık sürecim oldu diyebilirim.<br />

Bu ikinci sinema filminiz. Günümüzde oyuncular<br />

ilk önce diziyle mesleğe atılıyor. Siz de ise bu<br />

durum farklı sebebini sorabilir miyim?<br />

İlk teklifler o yönde geldi. Bende kendimi geliştirmek<br />

açısından olumlu karşıladım. Sinema filmiyle<br />

hazırlanmak istedim oyunculuğa. Çünkü sinema filmi<br />

çekmek gerçekten çok keyifli ama bi o kadarda emek<br />

isteyen bir iş. İyiki de sinema filmiyle başlamışım.<br />

Sinema setiyle dizi seti farklıdır. Özellikle dizi<br />

çekimlerinin zorlu şartlarını biliyoruz. Bu anlamda<br />

bir çekinceniz var mı?<br />

Evet ikiside farklı. Dİzi maratonuna daha<br />

başlamadım.Zor oldugunu tahmin edebiliyorum. Ama<br />

işinizi sevdikten sonra yapamayacağınız şey yoktur.<br />

Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu bu<br />

güzelliğine hem tecrübe hem de kabiliyetini<br />

katmalı. Bu anlamda nasıl bir yapılanma içindesiniz?<br />

Evet daha yolun başındayım. Yavaş yavaş tecrübe<br />

kazanıyorum. Benden daha tecrübeli insanlardan<br />

destek alıyorum ve sanatın her dalında kendimi<br />

geliştirmek istiyorum.<br />

Kadın oyuncularımızın önünde Türkan Şoray<br />

kanunları gibi bir örnek de var. Bu kuralları doğru<br />

buluyor musunuz?<br />

Türkan Şoray kuralları olmasa da benimde kendi<br />

sınırlarım var tabiiki.<br />

Bizim sinemamızın kökleri Yeşilçam’a dayanır.<br />

Yeşilçam filmlerini severmisiniz? Sizin<br />

oyunculuğunuzda Yeşilçam’ın etkisi var mıdır?<br />

Evet çok severim. onlarla büyüdüm ben de. Hala<br />

tv’de denk geldigimde severek izliyorum.<br />

Oyuncu olmayı ne zaman istediniz?<br />

Küçüklüğünüzde böyle bir özleminiz var mıydı?<br />

Evet küçüklüğümden beri bir tutkuydu benim için.<br />

10-11 yaşlarımda kendim senaryo yazıp iki farklı kötü<br />

ve iyi karakter yazıp onları canladırırdım. Çevremdeki<br />

herkesin taklidini yapardım ve şu an hayallerimi<br />

yaşıyorum. İnsanın sevdiği mesleği yapması kadar<br />

güzel bir şey yokmuş.<br />

Benim size sormadığım ama sizin izleyiciler için<br />

söylemek istediğiniz bir şey var mı?<br />

Başarıya ulaşmak yada hayallerinizi gerçekleştirmek<br />

her zaman kolay olmuyor. Hiçbir zaman yılmadan ve<br />

ümidinizi kaybetmeden çalışın. Ve tabiki benim mottom<br />

olan anınızı yaşayın,gününüzü yaşayın. Carpe<br />

Diem.


GÖZDEN KAÇIRMIŞ<br />

OLABİLECEĞİNİZ<br />

MİNİK HAZİNELER<br />

En iyi film listelerinde<br />

pek göremeyeceğiniz<br />

ama gönül rahatlığıyla<br />

kaçırmayın<br />

diyebileceğimiz<br />

filmler bu listede.<br />

İyi keşifler!”<br />

MURAT KIZILCA<br />

n Her yılın sonunda<br />

envaiçeşit<br />

“en iyi film” listeleri<br />

yapılarak, bir nevi<br />

biten yılın sinemasal<br />

muhasebesi çıkarılır.<br />

Okur (ya da izleyici)<br />

kötüler ayıklanarak<br />

hazırlanmış bu listeleri karıştırarak, kendi<br />

beğenisine göre sağlam bir izleme listesi<br />

çıkarabilir, kaçırmış olabileceği “iyi”<br />

filmleri izleme fırsatı yakalar. Genelde<br />

bu listeler, yayınlandığı mecranın (ya<br />

da yayınlayan yazarın) ilgi alanına göre<br />

ufak tefek farklılıklar içerse de çok büyük<br />

sapmalar göstermeden hemen hemen<br />

benzer filmleri ihtiva eder. Aşağıda “en<br />

iyi film” listelerinde pek göremeyeceğiniz<br />

ama gönül rahatlığıyla “kaçırmayın”<br />

diyebileceğimiz bazı filmleri bir araya getirdik.<br />

İyi keşifler!<br />

Take Me to the River (2015)<br />

Matt Sobel’in ilk uzun metraj denemesi,<br />

geçtiğimiz senenin önemli keşiflerinden<br />

biriydi. Filmin merkezinde 17 yaşındaki<br />

Ryder isimli eşcinsel genç yer alıyor.<br />

Cinsel tercihiyle barışık yaşayan Ryder,<br />

anne ve babası ile bu konuda sıkıntı


yaşamamaktadır. Tabii ki ailenin California<br />

gibi görece daha rahat bir şehirde<br />

yaşadığını göz ardı etmemek gerek.<br />

Ryder’ın anne tarafının geleneksel aile<br />

toplanması için Nebraska’ya giden ailenin<br />

huzuru, başlarına gelen talihsiz bir olay<br />

sonucu kökünden sarsılır. Nebraska’ya<br />

giden aileyi araba içinde resmeden bir<br />

sahne ile açılan Take Me to the River, aynı<br />

aileyi California’ya geri dönerken benzer<br />

şekilde resmeden sahne ile sona eriyor.<br />

Arada olanlar ise aile bireylerinin (ve belki<br />

de izleyicilerin) hayata bakış açılarında<br />

değişikliklere yol açıyor.<br />

From Afar (2015)<br />

Sinema konusunda pek fazla<br />

sesi soluğu çıkmayan<br />

Venezuela’dan müthiş bir ilk film.<br />

Lorenzo Vigas’ın yönettiği From<br />

Afar, yalnız başına yaşayan ellili<br />

yaşlardaki Armando ile suça<br />

bulanmış bir hayat yaşamak zorunda<br />

kalan 17 yaşındaki Elder’ın<br />

kelimenin tam anlamıyla garip ilişkisine<br />

odaklanıyor. Vigas’ın didaktiklikten uzak<br />

gözlemci tavrı; aşkı, sevgiyi, dostluğu ve<br />

hayatı sorgularken net cevaplar vermekten<br />

özellikle kaçınıyor.<br />

Journalist (2015)<br />

Güney Kore yapımı Journalist, habercilik<br />

hakkındaki zirve filmlerden Ace in the<br />

Hole’un (1951) izinden gidiyor. Bir türlü<br />

istediği patlamayı yapamayan ve belki de<br />

yakında kovulacak olan muhabir<br />

Moo-hyuk, şehri kasıp kavuran<br />

seri katil hakkında önemli bir<br />

ipucu yakaladığını zannedip<br />

haber yapar. Rakip kanalları<br />

atlattığı haber sayesinde bir anda<br />

parlayan Moo-hyuk’un yanıldığını<br />

anlaması uzun sürmez. Gerçeği<br />

açıklamak ile oyuna devam etmek<br />

arasında kalan genç muhabir,<br />

istemeden de olsa bambaşka bir<br />

yola saparak hiç ummadığı bir sona<br />

doğru yelken açar. Journalist, mizahi<br />

öğelere fazlaca yer vererek anlatısını


iraz sulandırsa da iş ahlakı konusunda<br />

önemli laflar eden hoş bir seyirlik.<br />

Maggie’s Plan (2015)<br />

Arthur Miller’ın kızı Rebecca<br />

Miller’ın son filmi Maggie’s Plan,<br />

biraz fazlaca Woody Allen filmlerini<br />

anımsatıyor ama yine de<br />

kendi ayakları üzerinde durmayı<br />

başarıyor. Başrollerdeki Greta<br />

Gerwig, Ethan Hawke ve Julianne<br />

Moore’un çizgi üstü oyunculukları<br />

ile seviye atlayan, umulmadık derecede<br />

çarpıcı bir ilişki komedisi.<br />

A Man Called Ove (2015)<br />

İsveç’ten usta işi bir kara mizah örneği.<br />

Hannes Holm’un yönettiği film,<br />

89. Akademi Ödülleri’nin en iyi<br />

yabancı film dalında son beşe<br />

kaldı. A Man Called Ove, sitelerde<br />

ya da apartman yönetiminde<br />

sıkça karşılaştığımız “emekli<br />

albay” tiplemesine cuk oturan<br />

Ove isimli 59 yaşındaki karakterin<br />

başından geçenleri anlatıyor.<br />

Karısının ölümünden sonra iyice<br />

yalnızlaşan ve yalnızlaştıkça<br />

daha da huysuzlaşan Ove, intihar etmeye<br />

karar verir ama etrafında olan bitenler<br />

her defasında yaşlı adamın nihai emeline<br />

ulaşmasına engel olur. Çok komik ama bir<br />

o kadar da iç burkan, trajik ama aynı zamanda<br />

yüreğinizi ısıtacak, harika bir film.<br />

Other People (2016)<br />

Chris Kelly’nin yazıp yönettiği yarı otobiyografik<br />

Other People, televizyon<br />

dünyasında yer edinmeye çalışan David<br />

isimli 29 yaşındaki yazarın<br />

hayatının belki de en kötü yılına<br />

odaklanıyor. David’in ileri derecede<br />

kanser teşhisi konmuş annesi<br />

ölmek üzeredir. Son aylarını<br />

annesi ile beraber geçirmek<br />

isteyen David, ailesinin yanına<br />

Sacramento’ya döner. Annesini<br />

kaybedeceğini bilmenin<br />

acısıyla baş etmeye çalışan David, bir<br />

yandan da uzun yıllardır birlikte olduğu


sevgilisiyle ayrılma aşamasına gelmesi,<br />

babasının eşcinselliğini bir türlü kabullenememesi<br />

ve kız kardeşleriyle samimi<br />

bir ilişki kuramaması gibi problemler ile<br />

uğraşmaktadır. Ciddi sorunları hafif mizah<br />

sosuyla veren, melodrama yaklaşsa da<br />

belli bir düzey tutturmayı başaran bir film.<br />

7 Años (2016)<br />

Başları maliye ile derde giren<br />

bir şirketin dört ortağı,<br />

buldukları bir arabulucu ile<br />

ofise kapanır. Hep beraber<br />

hapse girmektense aralarından<br />

seçecekleri bir kişinin suçu<br />

üstlenmesine karar verirler<br />

ama kimse yedi sene hapis<br />

yatmaya gönüllü değildir. Netflix için<br />

çekilen ilk İspanya yapımı film olan 7<br />

Años, tek mekânda geçen “tırnak yediren<br />

filmler” arasında kendisine sağlam yer<br />

açtı. Kısıtlı sayıdaki oyuncularına odaklanan<br />

film, anlatısını sinemanın ‘flashback’<br />

benzeri nimetlerinden faydalanmadan,<br />

sadece diyaloglar ile şekillendiriyor.<br />

Oyuncuların dengeli performansları ve<br />

zekice yazılmış diyaloglar ile ayakta<br />

duran 7 Años, senenin dikkate alınması<br />

gereken TV filmlerinden biri.<br />

Always Shine (2016)<br />

Beth, birkaç düşük kalibreli korkugerilim<br />

filminde ve bir iki reklamda boy<br />

göstermiş, biraz ticari başarı kazanmaya<br />

başlamış oyuncudur. Arkadaşı Anna<br />

da oyuncudur ama öğrenci<br />

filmleri dışında bir projede yer<br />

alamamıştır. İki arkadaş hafta<br />

sonu kaçamağı için sayfiyeye<br />

gider. Rekabetin ve kıskançlığın<br />

şekillendirdiği ilişkileri tedirgin<br />

edici bir ortam yaratmakta gecikmez.<br />

Daha çok oyunculuğu ile<br />

tanıdığımız Sophia Takal’dan<br />

etkileyici bir film. Bir parça<br />

sıkıntılı geçen ilk bölümde yorulmazsanız,<br />

karşılığını fazlasıyla alacaksınız. Anna’nın<br />

biraz tuzlu bulduğu oto tamir bedeline<br />

itiraz ettiği sahneye dikkat.


Certain Women (2016)<br />

Kelly Reichardt, son filmiyle takipçilerini<br />

yine memnun etmeyi başardı.<br />

Maile Meloy’un kısa öykülerinden<br />

uyarlanan film,<br />

birbiriyle bağlantısız üç ayrı<br />

bölümden oluşuyor. Bölümler<br />

arasında anlatıya etki<br />

etmeyen tesadüfi karakter<br />

çakışmaları ile her birinin<br />

aynı yerde yaşadığına dikkat<br />

çekiyor ve böylece zaman<br />

ve mekân birliği kuruyor.<br />

Adından da anlaşılacağı üzere kadın<br />

hikâyeleri anlatan filmin özellikle<br />

üçüncü bölümü çok ama çok etkileyici.<br />

Filmin geneline hâkim melankolinin,<br />

fark ettirmeden içinize işlediğine<br />

tanık olacaksınız.<br />

If There’s a Hell Below (2016)<br />

Nathan Williams, ilk uzun metrajlı<br />

filminde sessiz, sakin ama gerilimi<br />

bol bir casusluk öyküsü anlatmaya<br />

girişmiş. Devletin gizli servis<br />

kurumlarından birinde çalışan<br />

bir kadın ajan, her vatandaşın<br />

öğrenmesi gerektiğine inandığı bazı<br />

gizli bilgileri basına sızdırmak ister.<br />

Bu amaçla fazla tanınmamış bir gazeteci<br />

ile buluşur. Çılgın bir paranoyaya<br />

hapsolmuş gibi görünen kadın<br />

ajan, devamlı takip edildiğinden<br />

şüphelenmektedir. Olayı fazla ciddiye<br />

almayan gazeteci ise ne olup<br />

bittiğini anlamaya çalışır. Primer<br />

(2004) ile Brick (2005) arasına bir<br />

yere yerleştirebileceğimiz If<br />

There’s a Hell Below, finaliyle<br />

bir parça hayal kırıklığı<br />

yaratıyor. Ancak filmden<br />

sonra aynı Primer gibi bir<br />

dolu tartışmayı da beraberinde<br />

getirmeye müsait<br />

ayrıntılarla bezeli olduğunu<br />

da eklemek lazım. Nathan<br />

Williams’ın bir sonraki filmini merakla<br />

bekliyoruz.


ELEŞTİRMEN<br />

KALEMİNİ<br />

SATAR MI?<br />

MURAT TOLGA ŞEN<br />

SUSMAYAN KÖŞE<br />

Murat Tolga Şen,<br />

eleştirmenlerin en çok<br />

karşılaştığı ithamın<br />

sebebini araştırıyor ve<br />

soruyor; eleştirmenler<br />

gerçekten filmleri övmek<br />

için sinemacılardan<br />

çanta dolusu para mı<br />

alıyorlar?<br />

Eleştirmenler filmleri övmek için<br />

sinemacılardan para mı alıyor?<br />

Sevdiğim bir meslektaşım bu çirkin<br />

suçlama ile karşılaştı, hem de birden<br />

fazla kez, sebebi de yazdığı Çalgı<br />

Çengi İkimiz filmi kritiği... Okudum, filmi<br />

hem övmüş hem de yermiş, dengeli<br />

bir yazı kaleme almış. Emek verenleri<br />

küstürmeden işin olmayan taraflarını<br />

göstermiş ama birileri üşüşmüş hemen;<br />

“bu filmi para aldın da mı övüyorsun”<br />

diye...<br />

Bazen benim de başıma gelir; birilerinin<br />

sevmediği bir film hakkında olumlu<br />

bir eleştiri yazarım ve arkadaşın biri<br />

bana ulaşabildiği bir sosyal medya<br />

kanalından hemen en değerli tespitini<br />

önüme atar: “söyle bakalım, kaç para<br />

aldın da bu filmi övüyorsun!”<br />

Dayanamadığım, tahammül<br />

edemediğim tek sual bu, hele de sırtını<br />

hiçbir yere dayamadan eleştirmenlik<br />

yapmaya ve işin doğrusunu yazmaya<br />

gayret ederken. Soranın amacı asap<br />

bozmak, o çok belli. Bu sadece benim<br />

başıma gelen bir şey de değil, bir sürü<br />

meslektaşım kariyerinin bir noktasında<br />

bu ithamla mutlaka karşılaşır.<br />

Peki, gerçekten bunu yapan var mıdır?<br />

Yani bir filmi övmek için o sinemacıdan<br />

para alan eleştirmenler yaşıyor mudur<br />

bu ülkede?<br />

Hemen cevaplıyorum: hayır! Ben<br />

bunca yıldır en samimi dostlarımdan,<br />

hiç sevmediğim bazı eleştirmen<br />

kişilerine kadar kimsenin böyle bir şeye<br />

kalkıştığını görmedim, duymadım.<br />

Sevdiği arkadaşı film çekmiştir, onu<br />

kayırır vs. rastladım böyle durumlara<br />

ama “ver parayı al övgü dolu eleştiriyi”<br />

durumu hiç yok, o yüzden bu şekilde<br />

saçmalayanlara çok kızıyorum. Bu<br />

mesleğin bir Hipokrat yemini yok ama<br />

bu işi yapanlar kendi vicdanları ile<br />

hareket ediyor ve bu öyle “vermeyen”<br />

bir meslektir ki kazanılan paraları<br />

bilseniz insanların hala neden bu işi<br />

yaptığını sorgularsınız!


Bazen bölüm başına 50 bin kazanan dizi oyuncusu<br />

ile o röportajı sevabına yapan eleştirmen<br />

aynı masada bir araya gelir, dünyanın en<br />

adil olmayan karşılaşmasıdır bu. Peki, niye<br />

böyle? Çünkü dergiler-gazeteler-TV kanalları<br />

eleştirmenleri sevmez, onlara pek yüz vermez,<br />

yüz verse de para vermez. Bu devran böyle<br />

gelmemiş ama böyle gidiyor.<br />

Ayrıca, “film eleştirmeni” bir eserin gişesini<br />

arttıracak ya da onu gişede batıracak etkiye sahip<br />

değildir. Bizimkisi sinemanın sanatını kollayan<br />

bir kılavuzluk, iyi filmler izleyin istiyoruz ama<br />

kim nasıl biliyorsa öyle yapıyor. Televizyonda<br />

yayınlanan 10 saniyelik bir spot <strong>100</strong> eleştirmen<br />

yazısından etkilidir çünkü koca ülkede eleştiri<br />

okuyan taş çatlasın 20 bin kişi var.<br />

Hem aksi olsa çok övdüğümüz bazı filmler, mesela<br />

Babamın Kanatları, yılın en iyi gişelerinden<br />

birini yaparken, yerden yere vurduklarımız da<br />

gişede nal toplardı ama maalesef öyle olmuyor.<br />

Türkiye’nin gişe şampiyonu, eleştirmenlerin de en<br />

sevmediği filmlerden biridir: Recep İvedik 4…


YA TELEVİZYONDAN<br />

BU ÇIKARSA?<br />

Hiç tanımadığınız beyaz<br />

elbiseli uzun saçlı bir kadın<br />

televizyonunuzdan bir anda<br />

fırlasa ne yapardınız?<br />

MASIS ÜŞENMEZ<br />

n Japon korku edebiyatının unutulmaz<br />

kötücül ruhu Sadako Amerika ziyaretine<br />

üçüncü filmi Rings ile devam<br />

ediyor. Hikayenin bittiği yerden<br />

13 yıl sonrasında Samara adıyla yeni<br />

kıtada dolaşan ruhumuz lanetli videosunda<br />

aslında gizli bir mesaj taşıdığını<br />

gösteriyor. Ring, Spiral ve Loop, Koji Suzuki’nin efsaneyi<br />

başlatan Halka üçlemesi 1990’larda yayınlanmış<br />

ve Japonya’da büyük ses getirmişti. Seyredeni yedi gün<br />

içerisinde öldüren bir lanet taşıyan video kaset etrafında<br />

dönen hikayeler insanın başına merak yüzünden ne büyük<br />

belalar gelebileceğini anlatıyordu.<br />

1998 yılına gelindiğinde yönetmen Hideo Nakata bu laneti<br />

görselleştirerek ilk Ringu filmini çekti. Henüz filmlere<br />

ulaşmamızın kolay olmadığı bu yıllarda Ringu daha seyredilemeden<br />

korku tutkunları arasında bir fenomen olmuştu.<br />

Boşanmış anne Reiko’nun lanetli bir kaset etrafında oluşan<br />

ölümleri araştırması ve sonunda Sadako Yamamura’nın<br />

acıklı hikayesine ulaşmasını anlatıyordu. Sadako beyaz<br />

kıyafeti, ıslak yüzünü kapatan uzun saçları ile insan vücudunun<br />

girmemesi gereken bir şekilde hareket edip televizyondan<br />

fırladığı andan itibaren kült korku karakterleri<br />

arasındaki yerini almıştı.<br />

Uzak doğu Ringu ile sallanırken, Hollywood cephesi de<br />

boş durmadı. Sadako’nun hikayesi Amerikanlaştırarak, adı<br />

da Samara yapılarak 2002 yılında The Ring vizyona girdi.


48 milyon dolarlık bütçesi ile 249 milyon<br />

dolar gişe elde eden film tüm zamanların en<br />

karlı korku filmlerinden biri oldu. Böylece<br />

devam filmlerinin de önü açıldı. The Ring<br />

Two, 2005 yılında vizyona girerken beklenen<br />

tepkiyi vermedi ve Samara ile uzun bir ayrılık<br />

yaşadık. 2014 yılında Ring 3D söylentileri<br />

çıktı ancak sürekli ertelenen proje sonunda<br />

resmileşti!! Rings şubatta vizyona giriyor.<br />

The Ring’in başarısı iki açıdan önemliydi.<br />

Öncelikle J-horror dediğimiz Japon korku<br />

türünü kitlelere ulaştırdı. The Ring’i seyredenler<br />

orjinal Ringu’ların da peşine düştü<br />

ve bu arayışta pek çok farklı j-horror filmini<br />

de keşfetti. Bu talep öncelikle Japonya’da<br />

sonrasında ise bütün Uzak Doğu’da korku<br />

filmlerinin önünü açtı ve ikibinler böylece<br />

Uzak Doğu korku filmlerinin yükselişine<br />

tanıklık etti.<br />

İkinci önemli nokta da hem ünlü Japon<br />

yönetmenlere Hollywood’un kapılarını açıp<br />

kendi seslerini duyurmalarını sağladı hem de<br />

The Grudge, Dark Water, Pulse, One Missed<br />

Call v.b. kült Japon korku filmlerinin Hollywood<br />

remakelerinin çekilmesine neden oldu.<br />

Tabi bu remakeler ne kadar başarılı oldu<br />

başka bir tartışma konusu olur. Ancak The<br />

Ring’i sadece bir ticari başarı olarak görmek<br />

çok sığ bir bakış açısı olur. Bir remake<br />

olarak J-horror türünün önünü açmış ve<br />

altyapısı kuvvetli bir korku sinemasını bizlere<br />

tanıtmayı başarmıştır.<br />

David Loucka, Jacob Aaron Estes ve Akiva<br />

Goldsman’ın senaryolaştırdığı serinin yeni<br />

halkası Rings’in yönetmen koltuğunda F.<br />

Javier Gutiérrez oturuyor. Kendisini 2008<br />

tarihli yapıtı Tres días (Before The Fall) filmi<br />

ile hatırlayabilirsiniz. Matilda Lutz, Alex Roe,<br />

Johnny Galecki, Aimee Teegarden, Bonnie<br />

Morgan ve Vincent D’Onofrio gibi isimlerin<br />

oynadığı rings ilk iki filmdeki hikayenin 13 yıl<br />

sonrasında geçiyor.<br />

Julia (Matilda Lutz), izleyen kişiyi izlendikten<br />

7 gün sonra öldüreceğini söyleyen gizemli<br />

bir video kasetin etrafındaki karanlık alt kültürü<br />

araştıran erkek arkadaşı Holt (Alex Roe)<br />

için endişelenir. Erkek arkadaşını kurtar-


mak için kendini feda eder ve bunu yaparak<br />

korkunç bir şeyi keşfeder: “Filmin içinde<br />

daha önce hiç kimsenin görmediği bir film<br />

vardır.”<br />

Paramount projeyi ilk açıkladığında bir<br />

remake ya da reboot ile karşılaşılacağı<br />

düşünülüyordu. Bunca yıldan sonra serinin<br />

orijinalinin devamının gelebileceğini ön<br />

görememiştik. Bir devam filmi olduğu<br />

anlaşıldıktan sonra 2014 yılında çekimler<br />

başlamış ve 2015’de gösterime çıkacağı<br />

söylenmişti. Ancak çeşitli problemler ile<br />

2015 geçildi ve bu sefer 2016’nın cadılar<br />

bayramında filmin vizyona gireceği duyuruldu.<br />

Ne olduysa 2016 da Rings’siz geçti ve<br />

son olarak Şubat 2017’de kesin vizyon tarihi<br />

konulabildi. Belki de Samara’nın laneti filmin<br />

çekimlerini engellemiştir kim bilir?<br />

Pek çok süprizbozan’ın bulunduğu<br />

fragmanında bir çocuk sesi şöyle diyor<br />

“Bir zamanlar kimsenin adını telaffuz etmek<br />

istemediği bir kız çocuğu vardı. Ölümünde<br />

acılar ile dolu yaşamı için intikam<br />

alıyor. Eğer onun hikayesini seyrederseniz<br />

yaşayacağınız 7 gün kalmış demektir. Çünkü<br />

o unutmaz. Çünkü o affetmez.”<br />

Paramount seriye güveninden pek çok viral<br />

video ile insanları Samara ile buluşturdu.<br />

Bir süredir her köşe başından Samara fırlar<br />

oldu. Bakalım tüm bu pazarlama taktiği filmin<br />

gişesini etkileyecek ve yeni nesli Halka ile<br />

buluşturabilecek mi?<br />

Tüm bu Rings furyası sırasında serinin<br />

köklerinde ne oluyor diye bakarsak orada<br />

da büyük bir hareketlenme var. Ringu’nun<br />

kötücül ruhu Sadako ile Grunge’ın kötücül<br />

ruhu Kayako, Sadako vs Kayako filminde<br />

bir araya getirildi. Daha önce bir benzerini<br />

Freddy vs. Jason (2003)’da gördüğümüz bu<br />

kötülerin çarpışması eğlenceli bir seyirlik<br />

olarak olumlu tepkiler aldı.<br />

Rings, ülkemizde 3 Şubatta Halka 3 adıyla<br />

gösterime girecek. Bakalım ilk Ring’den sonra<br />

sinemadan korku dolu gözlerle uzaklaşan<br />

seyirci bu devam filmine aynı tepkiyi verebilecek<br />

mi?


MANCHESTER BY THE SEA<br />

GERÇEK SİNEMA<br />

ONUR KIRŞAVOĞLU<br />

n DDaha evvel Gangs<br />

of Newyork ve Analyze<br />

This senaryoları<br />

ile büyük başarı yakalayan<br />

ve You Can<br />

Count on Me filmi<br />

ile de Oscar adaylığı<br />

kazandığı senaristlik<br />

yeteneğinin yanısıra yönetmenliğini de<br />

kanıtlayan Lonergan, Margaret filmi ile de<br />

övgüler toplamıştı. Bu kariyerin bir yerde<br />

patlama göstereceği, en üst seviyeye<br />

ulaşılacağı bekleniyordu ve bu beklenti<br />

hep mütevazi bir başarı odaklıydı. Hatta<br />

Manchester by the Sea ilk duyulduğunda<br />

ve festivalleri dolaşmaya başladığında<br />

bu mütevazi hava koklanmaya başlamıştı<br />

ama kimse bunun bir başyapıt seviyesi<br />

olduğunu sanırım düşünmemişti. Hayatın<br />

tam içinden, olabildiğince yalın ve saf bir<br />

sinema örneği Manchester by the Sea...<br />

Film, ölen kardeşinin oğluna bakmakla


yükümlü olan sıradan bir adamın hikayesine<br />

odaklanıyor. Burada devreye<br />

ilk olarak zaten muhteşem bir senarist<br />

olan Kenneth Lonergan’ın kalemi giriyor.<br />

En gerçek haliyle, hiç abartı katmadan<br />

ve eksiği de olmayan bir hikaye<br />

anlatımı mevcut. Hikaye, olabilecek en<br />

kusursuz ve gerçek bir dille aktarılmış.<br />

Böylesini yaşamak için Casey Affleck’in<br />

canlandırdığı Lee Chandler karakterinin<br />

arkadaşı falan olmanız ve ancak bunları<br />

gerçek hayatta yaşıyor olmanız gerekir.<br />

Hikayenin manevraları, geçişleri ve vurucu<br />

anları harka bir ayar içerisinde<br />

birleştirilmiş. Lee Chandler karakteri<br />

başta çok soğuk, bize de empati şansı<br />

tanımıyor ama sonra birden bir flashback<br />

ile o mesafe yok oluyor. Bu yok<br />

oluş sonrası ona kızmamız hatta nefret<br />

etmemiz gereken şeyler öğrenmemize<br />

rağmen hiç ama hiç kızamıyoruz. Karakter<br />

oluşumundaki gerçeklik ve diyalogların<br />

gücü bizi arkadaş konumuna sürüklüyor.<br />

Karakter aslında yine soğuk, yine<br />

anlaması güç ama biz sersemlediğimizle<br />

kalıyor, neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Bonus<br />

olarak da suçluluk duygusu, geçmişin<br />

ağırlığı ve bunların da sıfır ajitasyon ile<br />

önümüze sunuluşu eklenince hikayeye<br />

kendimizi kaptırmamamız imkansızlaşıyor.<br />

Tabii oldukça umursamaz görünen<br />

yeğenin bazı anlardaki kendini ele verişi<br />

de yine karakter yaratımının şaheser<br />

olarak önümüze serilişi anlamına geliyor.<br />

Filmin açılışından kapanışına kadar<br />

da her hamle, her söz aynı derece anlam<br />

taşıyor ve film bittikten günler sonra bile<br />

bunların ağırlığı izleyiciye de geçiyor. Sıfır<br />

ajitasyon ile kaburga kemiklerimiz zarar<br />

görüyor. Zira, çoğu filmde olan abartı<br />

drama, kendini de zora sokar ve izleyici<br />

olarak bizi uzaklaştırır. Bu filmde ise her<br />

şey öylesine gerçek ki gerçek olması<br />

bizi derinden etkiliyor ve savurup yere<br />

fırlatıyor.<br />

Lonergan, senaristliğin üzerine yönetmenlik<br />

beceresini koymayı başarıyor.


Filmin açılış ve kapanış sekanslarındaki<br />

diyaloglar ve göndermeler, geçmişin<br />

hesabını kurgusal olarak yedirerek<br />

geleceğe taşımak, anlatım dilini olabilecek<br />

ve olması gereken en saf halde kurmak<br />

ve elbette harika manevralar. Oyunculuk<br />

yönetimindeki ustalıktan bahsetmiyorum<br />

bile. Lonergan, adeta yaşayan en büyük<br />

yönetmen edasıyla, kendinden ve hikayesinden<br />

emin olarak ağlarını örüyor.<br />

Bunu yaparken de bize film izlediğimizi<br />

bile unutturuyor. Herhangi bir eksik ya<br />

da fazlaya düşmeden romanını yazıyor<br />

ve imzasını atıyor. Detayları muhteşem<br />

bir şekilde işliyor. Filmin bir yerindeki<br />

diyalog koca anlatılanın özeti olabiliryorken,<br />

bir başka yerinde geçen cümle kendi<br />

hayatımızı sorgulamamıza sebebiyet veriyor.<br />

Suçluluk psikolojisini sert bir şekilde<br />

önümüze serip, unutulmaz bir sahneye<br />

imza atmayı da başarıyor ve bir tekne motorundan<br />

bütün bir anlamı ve devamlılık<br />

zorunluluğunu da aktarıyor. Filmin üzerinden<br />

zaman geçtikçe alımıza gelip, onu<br />

hep düşünme sebebimiz de çok açık.<br />

Bu filmde yaşananları birer anı olarak<br />

hatırlıyoruz. Sanki biz yaşamış, sanki<br />

en yakınımız tam ortasında yer almış<br />

ve sanki bu, yıllar sonra çocuklarımıza<br />

anlatacağımız bizim Lee’nin hikayesi.<br />

Bir de filmde bazı anlar var. An’lardan<br />

oluşan harika portreler, yine en derinden<br />

yakalayacağımız diyaloglar var. Eski<br />

yaşanmışıklar, acılar, pişmanlıklar, sorumluluklar,<br />

karşılaşmalar var. Bunların<br />

acısı var, ne yapacağını bilememek var.<br />

Hayatın, birden getirdikleri karşısında<br />

hiç yapmam deyip de yapmak zorunda<br />

kalmışlık var. Yaşamın kıyısında, aslında<br />

tam da ortasında tutunmaya çalışmak<br />

var. Kendini zor idare ederken, kendine<br />

neredeyse yetemezken, başkalarına da sahip<br />

çıkma gerekliliği var. Bu filmde hayat<br />

var, anlar var, her şey var. Hem de üstüne<br />

basa basa tekrar ederek söylenmeli ki<br />

fazlası ya da eksiği yok. Bu gerçeklikte<br />

bir hikaye en iyi sinemayı hak eder. İşte


gerçek sinema bu dedirten bir anlatıyı... Bu<br />

filmde o da var, hem de fazlasıyla!<br />

Bu kadar yoğun anlatının içinde kötü, vasat,<br />

hatta iyi oyunculuk performansları sırıtırdı,<br />

eksik kalırdı ve zedelerdi ama o konuda da<br />

muhteşemlik izleyici karşısında. Bu filmle<br />

haklı Oscar adaylıkları alan Casey Affleck,<br />

Michelle Wiliams ve Lucas Hedges başta<br />

olmak üzere herkes kusursuz. Karşılıklı<br />

oynadıkları sahneler de harikulade. Bundan<br />

aşağısı bu hikayeye olmazdı. Casey Affleck<br />

soğuk, etkileyici ve bütün o ağırlığı hissettiren<br />

bir performansa imza atarken, Michelle<br />

Williams ise hüzünlü, çaresiz ve büyüleyici.<br />

Lucas Hedges ise olağanüstü. Hani kırk yıllık<br />

aktör gibi klişesini hak edercesine bilinçli,<br />

düzenli. Müzik kullanımı ve geri dönüşleri<br />

zerre hissettirmeyen kurgu da muazzam<br />

olunca bu film tek kelime ile bir “başyapıt”.<br />

Yılın en iyi filmi olmasının yanı sıra, demlendikçe<br />

büyüyen, düşündükçe saran ve onsuz<br />

yapamayacağınız bir şaheser. Yaşadığımız<br />

hayat, yitirdiklerimiz, hatalarımız,<br />

kararlarımız ve bütün bir ömrün belki<br />

başında ya da ortasında olsak bile yarattığı<br />

sorumluluklarımız. Manchester by the Sea,<br />

kesinlikle bir filmden çok daha fazlası...


TÜRKiYE’NiN HER<br />

ZAMANKiNDEN FAZLA<br />

KOMEDiYE iHTiYACI VAR<br />

Çalgı Çengi İkimiz filminin yönetmeni<br />

Selçuk Aydemir ile kadın oyuncusu<br />

Nur Erkul sorularımızı cevapladı.<br />

Aydemir günümüzdeki dramatik<br />

süreçte Türkiyenin her zamankinden<br />

fazla komediye ihtiyacı var dedi.<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Çalgı Çengi, Düğün Dernek, İşler Güçler<br />

gibi komedi yapımlarının usta yönetmeni<br />

Selçuk Aydemir ve Çalgı Çengi İkimiz filminin<br />

kadın oyuncusu Nur Erkul günümüzde<br />

komedi yapmanın zorluğu ve önemi üzerine<br />

konuştuk. Aydemir hayatı boyunca komedi<br />

yaptığını hiç bir dönemde mesleğine bu<br />

kadar ihtiyaç duyulmadığını söyledi. Naz<br />

Erkul ise yaşadığımız dönemde komedinin<br />

yaşanılamadığı için bu mesleğe ihtiyaç<br />

duyduğunu belirtti. İşte Çalgı Çengi İkimiz<br />

filminin iki isminin dönemimiz ve filmleriyle<br />

ilgili söyledikleri.<br />

Genelde komedi oyuncuları oynadığı filmlerde<br />

kendi rollerini yazar. Mesela Şahan<br />

kendi rolünü yazar, Cem Yılmaz kendi<br />

rolünü yazar. Ama siz gerçekten çok ünlü<br />

oyunculara senaryo yazıyorsunuz ve onu<br />

giydiriyorsunuz. Bunun şifresi ne?<br />

SELÇUK AYDEMİR: Ben ilk filmi yazdığımda<br />

çok ünlü değillerdi. Hiç ünlü değillerdi.<br />

Film zar zor 60 salonda vizyona girdi, o<br />

da Cem Yılmaz’ın ricasıyla oldu. Kötü<br />

sinema salonlarında vizyona girdik. On-<br />

NUR ERKUL


SALÇUK<br />

AYDEMİR<br />

dan sonra dizi, İşler Güçler derken insanlar<br />

ünlendi. Daha sonrasında da ben<br />

sanki ünlülere yazıyormuş gibi oldum. Ama<br />

aslında arkadaşlarıma yazdığım şeylerdi.<br />

Arkadaşlar ünlenince, ünlü insanlara oldu.<br />

Ama dediğiniz doğru, komedyenler genelde<br />

kendi rollerini yazıyorlar. Bu da güzel oluyor<br />

bence. Onlara bir alan açıyor.<br />

Çok da tanınmadıkları dönemde yazdığınız<br />

için aslında sonraki yollarını da şekillendiren<br />

kişi siz oldunuz.<br />

SELÇUK AYDEMİR: Evet bir şekilde öyle<br />

oldu. Karşılıklı geliştik.<br />

Sonuçta bu kadar tanıdığınız ve senaryosunu<br />

yazabildiğiniz insanlarla film yapmak da bir<br />

güven ve başarı garantisidir. Daha farklı yerlere<br />

nasıl açılacaksınız? Bilmediğiniz sularda<br />

yüzmeye ne zaman başlayacaksınız?<br />

SELÇUK AYDEMİR: Aslında benim niyetim<br />

şöyle, bu filmde batmazsam, önümüzü<br />

görürsek ve bu yıl başka dizi yapmazsam,<br />

senede iki tane film yapıp bir tanesinde<br />

bilmediğim sularda yüzeceğim dediğiniz gibi.<br />

Çalışmak istediğim ama kısmet olmayan insanlarla,<br />

yeni ekiplerle yapmak. Bir tanesini<br />

de kendi ekibimle yapmak istiyorum. Hem<br />

bu ekip de büyüyecek, gelişecek hem de ben<br />

gelişeceğim ve yeni insanlar tanıyacağım.<br />

Yeni ekip derken, kostümcüsüyle, görüntü<br />

yönetmeniyle her şeyiyle yeni bir ekip.<br />

Bu benim gelişmemi ve bilmediğim şeyleri<br />

öğrenmemi sağlayacak.<br />

Sizin ilk sinema filminiz, daha öncesinde<br />

dizileriniz var. Her sinema oyuncusunun ilk<br />

filmi önemlidir. Sizin için bu ne ifade ediyor?<br />

Neden ilk seçim için bu film?<br />

NUR ERKUL: Olaylar biraz da kendiliğinden<br />

gelişti ama benim için de güzel bir noktaya<br />

geldi. Yapmak istediğim şey zaten komediydi.<br />

Artık o dalda devam etmek istiyordum.<br />

Artı, Selçuk Hocayla çalışmak, onun komedi<br />

tekniği çok güzel benim için. Çok başka<br />

bir şey onlarla çalışmak. Öyle bir şey ki,<br />

sektörde ego işi yapıyoruz doğal olarak.<br />

Ama Selçuk Hoca o kadar güzel kurmuş ki<br />

o dengeyi, herkes çalışıyor. Kimse kimsenin<br />

boyunduruğu altına girmiyor. Herkes


muhteşem bir şekilde işini yapıyor.<br />

Neden komedide oynamak istiyordunuz?<br />

NUR ERKUL: Komedide kendimi daha rahat<br />

hissediyorum. Aslında dram da yapabildiğimi<br />

söylüyorlar. Ama komedide daha bir nefes<br />

alıyorum. Belki de şu devirde komediyi<br />

yaşayamadığımız için işimizle yapmaya<br />

çalışıyoruz.<br />

Senaryodaki rolleri kimin oynadığını bilerek<br />

yazmak veya yazılmış bir hikayeye birisini<br />

seçmek. Nasıl bir fark var bunda? Siz bunu<br />

nasıl çiziyorsunuz?<br />

SELÇUK AYDEMİR: Çok büyük fark var<br />

aslında. Artısı da var eksisi de var. Nur, zaten<br />

bizimle çalışmıştı daha önce. Mesela yazarken<br />

Ahmet (Kural) ve Murat (Cemcir) dışında,<br />

bunu bu oynasın şunu şu oynasın demem.<br />

Çünkü Ahmet ve Murat’a arayıp soruyorum<br />

“Şöyle bir şey yapsam, yapabilir misin?”<br />

diye. Biraz da onların kapasitesine göre<br />

yukarı çekiyorum senaryoyu. Onların dışında<br />

yazıyorum, sonra diyorum ki “Bunu x kişisi<br />

oynar” ve anlaşıyoruz. Eğer yapamam dediği<br />

bir şey olursa draftı yeniden yazıyorum.<br />

Artısını şöyle görüyorum, karakteri yazdığın<br />

zaman, eğer bir tanışıklığın da varsa oyuncuyla,<br />

ondan maksimumunu alabiliyorsun.<br />

Oyuncu diyor ki “Şöyle olursa, şöyle yapabilirim”<br />

siz de ona göre kaleme alıyorsunuz.<br />

Diğer yandan çok sürpriz çıkıyor. Daha önce<br />

başka bir karakteri oynamış olan birisi hiç<br />

beklemediğin bir performans sergileyebiliyor.<br />

Yine İsmet’i yazarken mesela oyuncusu yoktu<br />

benim aklımda. Sonra inanılmaz bir performans<br />

çıktı. Belli bir ismi düşünerek yazarsan<br />

zaten yazarken o oynuyor kafanda. Çekerken<br />

de sürprizle karşılaşmıyorsun. Ekstra bir<br />

performans genelde düşünmeden yazdığımda<br />

çıkıyor. Bizde de güzel bir denge var. Birkaç<br />

adamı düşünerek yazıyorum, diğer isimler her<br />

seferinde sürpriz.<br />

Ne yazık ki Türkiye’de genç oyuncular,<br />

oyunculuk tecrübesini dizilerde kazanıyor.<br />

Sizce bu durum, bir oyuncunun sinemasal<br />

olgunlaşmasında sorun yaratıyor mu?<br />

NUR ERKUL: Tabii, sektör olarak Türkiye’de<br />

oyunculara çok izin verilmiyor bir şeyler<br />

yapmak için. Tabii ki yönetmen ne diyorsa o<br />

olacaktır. Ama oyuncunun da kattığı bir şey<br />

olmalıdır diye düşünüyorum. Dizilerde bu<br />

mümkün değil ama sinemada yönetmen biraz<br />

serbest bırakabiliyor kendinizi bulmanız<br />

için. Bu yüzden kendi dilinizi yakalamak ancak<br />

sinemada olabiliyor. Bu da kendi adınızı<br />

duyurup başarı yakaladığınızda mümkün<br />

olabiliyor Türkiye standartlarında.<br />

Peki kendinizi değerlendirdiğinizde bu<br />

sıkıntıyı siz de yaşıyor musunuz?<br />

NUR ERKUL: Çok yaşadım hatta son projemden<br />

de bu sebeple ayrıldım.<br />

Gizli bir proje mi?<br />

NUR ERKUL: Evet.<br />

Hepimiz biliyoruz ki, sinemanın en büyük<br />

değerlerinden biri güzel kadın ve kadın<br />

oyuncu. Fakat güzel kadının da oyuncu<br />

olarak kendine bir şeyler katması lazım.<br />

Yurtdışında bu çok daha kolay. Kariyer<br />

planlamasını, ne yapmaları gerektiğini çok<br />

iyi biliyorlar. Türkiye’de ise bu oyuncuya<br />

kalıyor. Bu noktada sizin bir çabanız, kariyer<br />

planlamanız, nasıl bir hedefiniz var?<br />

NUR ERKUL: Benim aslında çok büyük<br />

bir planım yoktu. İşimi yapmak istiyorum.


Sonuçta ben bunun eğitimini aldım.<br />

Eğitiminizi nerede aldınız?<br />

NUR ERKUL: Müjdat Gezen Sanat<br />

Merkezi’nde aldım, iki tane de konservatuar<br />

bitirdim. O yüzden işimin gereği neyse onu<br />

yapmak istedim senelerdir. Dediğim gibi en<br />

son işimden ayrıldığımda iki sene kendimi<br />

nadasa çektim. Düşünme şansım oldu. Yeni<br />

bir stratejiyle gideceğim. Henüz stratejinin ne<br />

olduğunu ben de bilmiyorum. Yeni menajerim<br />

oldu, yeni projeler oldu, bundan sonrasını<br />

zaman gösterecek. Çünkü bir strateji<br />

yaptığınızda bir bomba patladığında sizin için<br />

her şey bitmiş oluyor. Ama yapmak istiyorum.<br />

Çünkü yapmadığında yok oluyorsun.<br />

SELÇUK AYDEMİR: O soruyu bir de ben<br />

yanıtlayayım mı? Kendime çok sordum onu.<br />

Yabancı yapımlarda oyuncuların kamera<br />

arkasını izliyorsun. Kadın sekiz ay kick-box<br />

dersi almış. Kadın bir tekme atıyor, ben de<br />

zamanında kick-box dersi aldım, benim hocam<br />

öyle tekme atamıyor. Sekiz aylık bir<br />

eğitim… Bir yerde ufacık Fransızca bir şey<br />

konuşacak, gitmiş dil öğrenmiş. Biz de böyle<br />

bir şey yok. Adamlar IMDB’ye filmlerini astığı<br />

zaman seyirci o filmi üç sene sonra izliyor. O<br />

filmin anlaşmasını sen şimdi yaparsan, oyuncunun<br />

parasını ona göre verirsen, bir de o<br />

film dünyanın her yerine dağıtılacak, oyuncu<br />

önden aldığı o parayla kendisine yatırım yapacak,<br />

filme hazırlanacak. Bizde ise şöyle<br />

oluyor. Senaryoyu gönderiyorsun, bir ay sonra<br />

çekim var. Niye, çünkü bir yönetmen olarak<br />

filmin her şeyiyle ben ilgileniyorum. Filmi<br />

yazın çektik, kışın vizyona girdi. Biz yine iyi<br />

bir sürede yaptık. Bir ay önce bitti bizim film.<br />

Bu sıkışmışlık, oyuncunun kendisine zaman<br />

ayırmaması için bir sebep. Siz oyuncuya<br />

yeterli zamanı vermiyorsunuz. “Bak senaryo<br />

bir sene önce geldi, Fransızca bir replik var, git<br />

Fransızca öğren” diyemiyorsunuz. Bizim sektörümüz<br />

henüz oyunculara kendisine yatırım<br />

yaptıracak kadar büyük bir sektör değil. Hepimizin<br />

biraz parmağı var yani bu işte.<br />

Türk sinemasında bir zamanlar korku filmi<br />

furyası vardı. Şimdi korku gitti, komediye<br />

dayanıyor filmler. Her hafta sinemada komedi<br />

izliyoruz. Bu kadar komedi içinde sizin<br />

yaptığınız işin nasıl kaybolmamasını bekliyorsunuz?<br />

Nasıl bir farkı var?<br />

SELÇUK AYDEMİR: İki türü yapan bir çok<br />

arkadaşım var. Münir Özkul’un “Evlat öyle<br />

deme, mizah çok ciddi bir iştir” diye çok<br />

sevdiğim bir sözü var. Zaten komedi filmi<br />

çekiyoruz. Ölçekleri belli, işte şöyle böyle<br />

minimum ekiple yaparız diyorlar. Seyirci<br />

“Bu şey benim sinemada izlemem gereken<br />

bir şey mi?”yi cevaplandırabiliyor. Mizahın<br />

çalışılmamışıyla çalışılmışı arasında dünya<br />

kadar fark var. Seyirci beşinci dakikada “Ben<br />

bunun devamını izlemem” diyor. Bazılarına<br />

bakıyorum, çok iyi senaryo. Bazılarının rejisi<br />

çok iyi. Bazılarının oyuncusu çok iyi.<br />

Ama o ekip o işe inanarak kenetlenememiş,<br />

yeterli para harcanamamış, gerekli mesai<br />

harcanmamış. Şu da önemli bir şey, siz o<br />

senaryoyu yazarsınız, sonrasında o senaryo<br />

oyuncunun ağzına uymayabilir. Sürekli<br />

yazım halinde olması bile bambaşka bir şey<br />

çıkartıyor ortaya. Çalgı Çengi böyle bir film<br />

oldu. Filmin üretimi durmadı bizde. Kurgu için<br />

bir senemizi verdik.<br />

Komedi çok önemli bir tür. Çok eleştirel ve


çok politik bir tür. Bu noktada, yönetmensiniz,<br />

senaristsiniz, üretiyorsunuz. Bu kadar apolitik<br />

olmanızın sebebi nedir? Biliyorum belki<br />

de toplum böyle istiyor. Ama bence sanatçı<br />

olarak kendinizi de tatmin etmeniz gerekir.<br />

Bunu bana babam da<br />

çok sorar. İki tane çok majör sebebim var.<br />

Birincisi şu, siyasetin tarihi geçer. Şu anda<br />

ben neyi eleştireyim, Ak Parti hükümetini<br />

eleştireyim veya muhalefeti eleştireyim<br />

bilmem ne. Bugün bunu izlediğinizde değerli<br />

ama bunu 10 yıl sonra izlediğinizde değerli<br />

olacağına inanmıyorum. Zaman üstü bir şey<br />

yapmak lazım ki zamana yenik düşmesin. 15<br />

sene sonra izlensin. 15 sene sonra, 15 sene<br />

öncenin siyasetiyle ilgili espriye gülmeyecek<br />

ki bu insanlar. Nasıl yakalayacaksınız<br />

onu? Zamanda çürüyecek şeylerden uzak<br />

kalmanız gerekiyor. İkincisi şöyle bir şey<br />

var, söyleyecek sözün yoksa zaten film<br />

yapamazsın. Komedi hiç yapamazsın. Kendi<br />

filmlerimde özellikle bunu anlatırım, önce<br />

insan olmayı bileceksin. İnsanlığımızla<br />

alakalı dertlerim var. Bunu bir halledeyim<br />

ben, daha sonra siyaseti düşünürüm. Üç yıl<br />

sonra “Ben filmlerimde akrabalık bağı olmayan<br />

insanların da birbirlerini akraba gibi<br />

sevebildiğini anlatıyorum” diyebileyim. Çalgı<br />

Çengi’de “Sen zaten sana verilene razı olmazsan<br />

derman bulamayacaksın”ı anlatmaya<br />

çalışıyorum. Ben hala bizim insanlığımızla<br />

alakalı kısımlardayım. Bunu aşabileyim, hakikaten<br />

bu derdim bitsin daha sonra başka<br />

şeylerle ilgilenirim. Bunu niye yapmıyorsun<br />

değil olay. Hissetmeden yapamam. Benim hissetmeden<br />

yaptığım şeyi anlarsınız.<br />

Şu an bunu hissetmiyorsunuz ve dertleriniz<br />

başka.<br />

SELÇUK AYDEMİR: Aynen öyle. Bambaşka<br />

ve tamamen insana özgü dertler. Benim<br />

hayatımda, arkadaşlarımın hayatında olan<br />

şeyler. Bazen anlatamıyorum da, diyorum<br />

ki bak bunu anlattım. Aralarında akrabalık<br />

bağı yok. Yaşça fark var ama adamın dertleriyle<br />

dertlenebiliyorlar. Bunun olması lazım.<br />

Çaresizliğin insana ne yaptırdığını bilemezsiniz.<br />

Çaresizlik bir son değil. Bir arkadaşım<br />

intihar etti. Bu kadar basit değil ya. Bu mudur<br />

sana verilen şans. Şu anda derdim başka.<br />

Günün birinde belki sıra siyasete de gelir<br />

ama daha çok yol var. Mizah yapan insanlara<br />

baktığımda şunu görüyorum, o kadar kafaya<br />

takmışlar ki siyaseti artık komik değiller. Sen<br />

ilk önce komik ol sonra ne yapamadığını<br />

anlarsın. Ben hala dert anlatamıyorum. Bir<br />

süre sonra onu öğreneceksin. Belki daha<br />

sonra genel bir siyaset yapabilirsin.<br />

Türkiye’de komedinin odak noktası erkektir.<br />

Sizse komediyi seviyorsunuz ve ilk filminizde<br />

komedi yapmayı tercih ettiniz. Bu<br />

konuda ne düşünüyorsunuz?<br />

NUR ERKUL: Gelen rolü eğer oynamak<br />

istersem, beğenirsem tabii ki oynarım<br />

ama yönümü komedide çizmek istiyorum.


Yanlış anlaşılmasın ama cıvıtmak, komedide<br />

erkekte daha rahat kaldırılabiliyor. Türk<br />

toplumu olarak biz kadını daha farklı bir yere<br />

koyduğumuz için kadınımızın cıvıtmasını<br />

yapay olarak algılıyoruz. Erkeklerimizi sokaklarda<br />

şakalaşırken görebiliyoruz ama<br />

kadınlarımız kendilerini daha şuh göstermek<br />

istedikleri için şaka yapacaklarsa bile yapmazlar.<br />

Filmde evlenme teklifi alıyorsunuz. Böyle<br />

bir rolünüz var ve önemli bir rol. Bazı roller<br />

vardır hazırlık gerektirir. Fakat bazı roller<br />

vardır sizden çıkması gerekir. Bu rol hangisine<br />

yakın? Ve de senaristin yazdığı dışında<br />

siz bu role kendinizden ne kattınız?<br />

NUR ERKUL: Açıkçası çok odaklı bir şey<br />

çalışmadım, çünkü ilk defa çalışacaktım<br />

Selçuk Hocayla. Elimden geldiğince yapmaya<br />

çalıştım. Selçuk Hoca da zaten “Yok şunu<br />

şöyle kullanacağız” vesaire dedikten sonra<br />

anlık değişimlerimi daha kolay yapabileceğimi<br />

düşündüğü için o şekilde çalıştım.<br />

Türkiye kötü günlerden geçiyor. Böyle bir<br />

ülkede komedi yapmak çok kolay değil. Bu<br />

siyaset, bu hava, bu insanlardaki moralsizlik<br />

vesaire sizi etkiliyor mu? Veya bir sanatçıyı<br />

etkiler mi?<br />

SELÇUK AYDEMİR: Tabii ki de etkiliyor, etkilemez<br />

mi? Ama mesela dün müydü önceki<br />

gün müydü neydi, kendi kendime “İşimi en iyi<br />

yapmam gereken zamandayız” dedim. Yani<br />

yaptığım iş komedi ve başka bir şeyim yok<br />

benim. Bir sene, bir buçuk sene mühendislik<br />

yaptım, elimden başka bir şey gelmez. Kitap<br />

yazıyorum komedi, dergi yazıyorum komedi,<br />

film yapıyorum komedi. Artık insanların benden<br />

günlük beklentileri de komedi üzerine.<br />

Haliyle de bu böyle bir yetenek. Böyle bir<br />

dönemde görüyorsun ki galiba buna ihtiyaç<br />

var. İlk defa yeteneğim gerçekten de işe<br />

yarayacak gibi geliyor bana. Ve nasıl daha<br />

az etkilenirim. Nasıl üretimimi baltalamaz<br />

duygu dünyam, tamamen bunun üzerinde<br />

çalışıyorum. Çok zor, inanılmaz zor. Kitabı<br />

bir ay falan ileri attım ki normalde ben Şubat<br />

ayında teslim edeceğim dediğim kitabı<br />

aralık ayı ortalarında çoktan bitirmiş olurum.<br />

Oturdum yazmak için bu sefer, konsantre<br />

olamıyorum, haberler geliyor vesaire. Benim<br />

şu anda yapabileceğim şey nedir? Bir insan<br />

olarak duyarlılığımı göstermek dışında ne<br />

yapabilirim? İşimi iyi yapabilirim. Sonuçta<br />

bu sefer işime ihtiyaç da var. Yani ne kadar<br />

iyi komedi yapabilirsem o kadar çok insana<br />

bu süreç içerisinde faydam olur. O kadar çok<br />

insanın yüzünü güldürebilirim. Onun dışında<br />

tabii ki de etkileniyorum… İnşallah alışmayız.<br />

Bu bir meslek. Fırında ekmek yapan adamdan<br />

benim hiçbir farkım yok. Sadece ben ekmek<br />

yapamıyorum komedi yapıyorum. Benim işim<br />

bu ve işimi yapabiliyor olmam lazım. Tabi<br />

“Show must go on” mantığına katılmıyorum.<br />

Ben sadece mesleğimi nasıl en iyi şekilde yapmaya<br />

devam edebilirim buna bakıyorum.


BEN AFFLECK’TEN<br />

YENİ BİR SUÇ FİLMİ<br />

LIVE BY NIGHT<br />

HALİL İBRAHİM SAĞLAM<br />

n 15 Ağustos 1972<br />

doğumlu aktör Ben Affleck,<br />

yönetmenlik kariyerine<br />

2007’de Dennis Lehane’nin<br />

Gone Baby Gone romanını<br />

uyarlayarak başlamış<br />

ve sinema çevrelerince<br />

olumlu tepkiler alarak dikkat çekmişti. Daha<br />

sonra The Town ve Argo filmlerinde de uyarlama<br />

senaryoları yöneten Affleck, 70’ler suç,<br />

polisiye, gangster, ajan filmlerine olan sevgisini,<br />

yetkinliğini, aksiyon sahneleri çekme<br />

ve suç şehri atmosferi yaratma başarısını<br />

gözler önüne serdi. 2013’de politik açıdan<br />

epey tartışmalı filmi Argo’yla Oscar ödülünü<br />

kazanması Affleck’i yönetmenlik kariyerinde<br />

zirveye taşıdı. 4 yıllık aradan sonra ilk filmi<br />

Gone Baby Gone’da olduğu gibi yine bir<br />

Dennis Lehane romanı uyarlaması olan Live<br />

by Night ile yönetmenliğe geri dönen Affleck<br />

bu sefer eski filmleri kadar olumlu eleştiriler<br />

alamadı. Oscar için pazarlanan filme Akademi<br />

ödüllerinde adaylık çıkmadı, açılış


Ülkemizde 3 Şubat 2017’de vizyona<br />

girecek olan Live by Night<br />

vesilesiyle Ben Affleck’in bugüne<br />

kadar yönettiği tüm filmlere bir göz<br />

atmakta fayda var.<br />

hasılatlarıyla da film şimdiden zarar<br />

etti. Geçtiğimiz günlerde Ben Affleck<br />

ayrıca solo Batman filmini yönetmekten<br />

vazgeçtiğini açıkladı.<br />

Ülkemizde 3 Şubat 2017’de vizyona girecek<br />

olan Live by Night vesilesiyle Ben<br />

Affleck’in bugüne kadar yönettiği tüm<br />

filmlere bir göz atmakta fayda var.<br />

Gone Baby Gone (2007)<br />

Gizem, suç ve polisiye türlerini harmanlayan<br />

yazar Dennis Lehane’nin Gone<br />

Baby Gone romanını sinemaya uyarlayarak<br />

yönetmenlik kariyerine başlayan<br />

Ben Affleck, ahlaki meselelere sürprizli<br />

bir senaryoyla olan yaklaşımını sinemasal<br />

açıdan çok güçlü olmasa da eli<br />

yüzü düzgün bir atmosferde uyarlıyor,<br />

kardeşi Casey Affleck’in tuhaf ve etkili<br />

performansından güç alıyordu.<br />

Boston’da kaçırılan bir kız çocuğu ve<br />

olayı araştıran dedektifin hikayesine<br />

odaklanan film, Lehane’nin izleyiciyi<br />

felsefi ya da ahlaki sorularla baş başa<br />

bırakan çıkmazlarıyla hafızalarda yer<br />

etti. 19 milyon dolar bütçeli film,<br />

toplamda 34 milyon dolar hasılat<br />

elde etti.<br />

The Town (2010)<br />

Chuck Hogan romanı uyarlaması<br />

ikinci filmi The Town ile beraber<br />

Ben Affleck’in 70’ler suç filmi<br />

modeline kayması başlarken,<br />

yönetmenlik becerisi Gone Baby<br />

Gone’a oranla daha da arttı. Aksiyon<br />

sahneleri çekme konusundaki


i yetkinliğini gösteren Affleck, yan rollerde<br />

Jeremy Renner’ın da katılmasıyla Michael<br />

Mann ekolüne benzeyen bir “erkek<br />

çatışması” yarattı. Affleck – Rebecca Hall<br />

arasındaki suçlu-rehine duygusallığı formül<br />

olarak tutarken, soygun sahnelerinde<br />

kullanılan farklı kamera açıları teknikleri<br />

hafızalara kazandı. Affleck’in ilk filminde<br />

de aşina olduğu Boston bölgesini iyi<br />

tanımasından kaynaklı olarak yarattığı suç<br />

şehri atmosferi kendisini ilerleyen filmlerinde<br />

bu türün peşinden gitmeye itti. 37 milyon<br />

dolar bütçeli film toplamda 154 milyon dolar<br />

hasılat elde etti. Jeremy Renner, “en iyi<br />

yardımcı erkek oyuncu” dalında Oscar’a ve<br />

Altın Küre’ye aday oldu.<br />

Argo (2012)<br />

Ben Affleck, bir bölümünü Türkiye’de çektiği<br />

Argo filminde Tahran’da gerçekleşen bir CIA<br />

operasyonunun perde arkasını<br />

William Goldenberg’in sürükleyici<br />

kurgusuyla işleyen bir gerilim<br />

atmosferinde anlattı. Temel olarak<br />

Affleck’in 70’ler klasik casus<br />

filmlerine hakim yönetimi ve kurgusunun<br />

dört dörtlük işlediği<br />

filmin eleştirilen noktası politik<br />

açıdan taraflı bakış açısını belli<br />

eden senaryosuydu. Amerika’nın<br />

İran’a operasyon yapma ihtimalinin<br />

arttığı bir dönemde, ülkenin<br />

Orta Doğu politikalarına (üzerini<br />

mizahla örtmeye çalışsa da) onay veren bir<br />

tutum sergileyen ve İran’ı olabildiğince kötü<br />

gösteren filmin, Oscar’da “En İyi Film” ödülünü<br />

“first lady” Michelle Obama’dan alması<br />

son yıllarda gördüğümüz en politik Akademi<br />

törenlerinden birine zemin hazırlamıştı. 45<br />

milyon dolar bütçeli film 232 milyon dolar<br />

hasılat elde etti ve “en iyi film”, “en iyi uyarlama<br />

senaryo”, “en iyi kurgu” dallarında 3<br />

Oscar ödülü kazandı.<br />

Live by Night (2017)<br />

Ben Affleck’in Gone Baby Gone’dan sonra<br />

ikinci Dennis Lehane uyarlaması olan<br />

Live by Night, aynı zamanda 65 milyon<br />

dolar bütçesiyle en pahalı filmi. Affleck’in


yönetmenliğinde diğer<br />

filmlerinde olduğu gibi<br />

yine pek sorun yok,<br />

aksiyon sahneleri çekmedeki<br />

yetkinliğini,<br />

70’ler klasik suç filmleri<br />

atmosferini görsel açıdan başarıyla perdeye<br />

yansıttığı aşikar. Lakin, filmin türün<br />

tüm klişelerini ardı ardına sıralayan senaryosuna<br />

eklenen din ve Tanrı motifli yan<br />

hikaye (Elle Fanning ve Chris Cooper’ın<br />

oynadığı) Lehane’nin Gone Baby Gone’da<br />

sorunsuz işleyen ahlaki ikilemlerini bu sefer<br />

öyküye bir yama gibi hissettiriyor. Rüşvet,<br />

şantaj, tehdit, çatışma ve ölümlerin ardı<br />

arkasının kesilmediği bir hikayenin The<br />

Town ve Argo’daki sürükleyici kurguların<br />

aksine akıcı olamaması ve Ben Affleck’in<br />

sanki kendisi değil de balmumu heykeli<br />

oynuyormuş gibi ifadesiz, pudraya bulanmış<br />

bembeyaz yüzü filmin handikaplarından.<br />

Leonardo DiCaprio’nun da yapımcıları<br />

arasında yer aldığı filmin önce Oscar’a aday<br />

olması beklenirken eleştirmenler tarafından<br />

beğenilmemesi ve hiçbir adaylık alamaması,<br />

daha sonra ise Warner Bros’un film için 75<br />

milyon dolar zararda olduğunun açıklanması<br />

da Affleck’i yönetmenlik filmografisinde son<br />

sıraya yazılması gerektiğini gösteriyor.


HOLLYWOOD’UN<br />

DERTLİ AKTÖRÜ<br />

KEANU REEVES<br />

1964 doğumlu Keanu Reeves, yeri<br />

geldi romantik filmlerde, yeri geldi<br />

aksiyon dozu yüksek filmlerde<br />

oynadı. O diğer bazı meslektaşları<br />

gibi çalkantılı, inişli çıkışlı yaşamı<br />

ile değil de daha çok mütevazi<br />

ve ışıltılı hayatlardan uzaktaki<br />

görüntüsü ile hafızalarda yer etti.<br />

EGEMEN TOKATLIOĞLU<br />

n 1964 doğumlu Keanu Reeves,<br />

yeri geldi romantik filmlerde,<br />

yeri geldi aksiyon dozu yüksek<br />

filmlerde oynadı. O diğer bazı<br />

meslektaşları gibi çalkantılı, inişli<br />

çıkışlı yaşamı ile değil de daha<br />

çok mütevazi ve ışıltılı hayatlardan<br />

uzaktaki görüntüsü ile hafızalarda<br />

yer aldı. Hep bir hüzünlü yanı<br />

vardı. Bu ay vizyona girecek olan aksiyon<br />

filmi John Wick 2 ile yeniden gündemdeki<br />

yerini alan Keanu Reeves’in kariyerine bir<br />

yolculuk yapalım.<br />

Özellikle ticari sinemanın kalesi olan<br />

Hollywood’da bir kariyer inşa ediyorsanız<br />

gece hayatından ve dahası gözlerden uzak<br />

kalmanız çok zor bir hal alıyor. Bunalımlı<br />

hayatlar, inişli çıkışlı kariyer ve bitmek bil-


meyen ego savaşları derken bu arenada<br />

doğru düzgün yer edinebilmek ve doğru<br />

düzgün hatırlanabilmek de bir o kadar<br />

güçleşiyor. Keanu Reeves, genç nesil için<br />

1999 yapımı türde çığır açan bilim kurgu/<br />

aksiyon filmi The Matrix ile tanınmış olsa<br />

da kendisi bu sektörde daha çok genç<br />

yaşta pek çok kaliteli yapımda yer alan bir<br />

isim.<br />

Duygusal yönü ile de bilinen Reeves için<br />

Hollywood kaybolması muhtemel büyük<br />

bir labirent gibi. Ancak kariyerini gayet<br />

iyi şekilde yönlendirmeyi beceren Reeves<br />

mütevazi yaşamı ile bu riskli labirente hiç<br />

bulaşmayan birisi. Öyle ki özel arabası ve<br />

şoförü yerine halkın kullandığı metroyu<br />

tercih edip kafa dinlemek için Karayip<br />

adalarına değil de tek başına halka açık<br />

bir parkta oturmayı yeğliyor. Belki de onu<br />

özel kılan ve diğer meslektaşlarından<br />

ayıran en büyük özelliklerden birisi de bu.<br />

Yanlış anlaşılmasın bu şekilde yaşamayan<br />

oyuncular kötüdür, samimiyetsiz demiyorum.<br />

Sadece bize daha yakın daha aşina<br />

yerlerde vakit geçiren ünlü isimleri biraz<br />

daha samimi buluyoruz sanırım. Bu elbette<br />

oyunculuğunu ve kariyerini tamamen<br />

dışarıda tutarak dile getirdiğimiz bir yorum.<br />

Bununla birlikte özel yaşamında oldukça<br />

acılara göğüs germiş birisi kendisi. Kız<br />

arkadaşının ölü bir çocuk dünyaya getirmesi<br />

akabinde yine kız arkadaşının trajik<br />

ölümü yetmezmiş gibi bir de kan kanseri<br />

olan kız kardeşinin bakımı ile ilgileniyor.<br />

Yani kısacası hayattan çok çekmiş Reeves.<br />

Daima hüzünlü bir tarafı olan ve bunu genel<br />

yapısından da anlamak her daim mümkün<br />

olmuştur. Kısacası dünyevi maddi<br />

olan hemen her şeyden sıyrılmış ve maneviyata<br />

daha çok değer vermeye yönelmiş<br />

birisi. Bunda yaşadığı büyük travmaların<br />

etkisi yadsınamaz. Ancak Reeves ne olursa<br />

olsun aktör olarak da özel yaşantısında<br />

da duruşuyla kendisini saygıyla anımsatan<br />

birisi.<br />

Sinemadaki kariyerine bakacak olursak<br />

kendisi 80’li yılların ilk yarısında televizyon


serilerindeki kısa rollerle bu hayata adım<br />

atmış. İlk yer aldığı uzun metrajlı film bir<br />

suç draması olan One Step Away oldu.<br />

Ardından Patrick Swayze ile karşı karşıya<br />

oynama fırsatı buldu ve Youngblood’da<br />

kamera karşısına geçti. 1986’da kamera<br />

karşısına geçtiği Flying ile yakışıklılığının<br />

farkına varıldı. Romantik bir aşk filmi olan<br />

Flying sonrası Dennis Hopper’ın da başrolde<br />

olduğu gerilim filmi River’s Edge’de kendisini<br />

gösterme fırsatı buldu. Ardından esas<br />

atağını yapma fırsatı bulduğu 3 Oscar ödülü<br />

sahibi Dangerous Liaisons’da yer aldı.<br />

Burada birbirinden ünlü isimlerle beraber<br />

karşılıklı oynama fırsatını yakaladı. Kadroda<br />

kimler yoktu ki; Glenn Close, Michelle Pfeiffer,<br />

John Malkovich, Uma Thurman…<br />

İyiden iyiye kendisini belli etmeye başlayan<br />

genç oyuncu birçok kesim tarafından kendisinin<br />

tanınmasına olanak sağlayan ve<br />

özellikle video döneminde büyük ses getiren<br />

Bill & Ted’s Excellent Adventure’da rol<br />

aldı. Zaman makinesi ile yolculuk yapan ve<br />

başlarından komik, heyecanlı olaylar geçen<br />

iki gencin hikayesini anlatan film oldukça<br />

sevildi ve bir televizyon serisi ve onu izleyen<br />

1991 yılında bir de devam filmi çekildi.<br />

Yine 1991 yılında eski oyuncu arkadaşı<br />

Patrick Swayze ile Point Break’te yer<br />

aldı. Bu film büyük beğeni ile karşılandı<br />

ve hali hazırda kariyer merdivenlerini<br />

tırmanan Reeves’e hız kazandırdı. Reeves<br />

artık durmak bilmiyordu, ardı ardına kaliteli<br />

yapımların aranan genç aktörü haline<br />

gelmişti. 1992 yılında ise efsane bir yönetmenle<br />

çalışma fırsatı buldu. Bu isim Francis<br />

Ford Coppola’dan başkası değildi. Bram<br />

Stoker’ın romanından uyarlanan Dracula<br />

uyarlamasında yine birbirinden yetenekli<br />

ve yıldızı parlak isimlerle yan yana oynadı.<br />

1993 yılı geldiğinde Bernardo Bertolucci<br />

yönetmenliğinde çekilen dram Little<br />

Buddha’da rol aldı. Bu filmde Bridget Fonda<br />

ve Chris Isaak ile yan yana oynama fırsatı<br />

elde etti. Sene 1994 olduğunda ise Reeves’in<br />

aksiyon arenasında ne denli başaralı<br />

olacağının sinyallerini ziyadesiyle veren


Speed vizyona girdi. Teknik dallarda 2 Oscar<br />

sahibi olan filmde Reeves, Sandra Bullock<br />

ile muazzam bir kimya tutturmuştu.<br />

1995 yılında bilim kurguya sıçrayan<br />

Reeves, Johnny Mnemonic ile seyirci<br />

karşısına çıktı. Ardından 1996 yılında yine<br />

bir başka bilim kurgu filmi olan Chain<br />

Reaction’da siyahi efsane aktör Morgan<br />

Freeman ile karşılıklı oynama fırsatı elde<br />

etti. Sırasıyla Feeling Minnesota ve The<br />

Last Time I Committed Suicide gibi romantik<br />

ve dram filmlerde yer alan Reeves<br />

için altın çağ başlamıştı. Bu altın çağ 1997<br />

yılında Al Pacino ile birlikte rol aldığı gerilim/gizem<br />

filmi The Devil’s Advocate ile<br />

start aldı. Filmde aklı şeytan tarafından<br />

çelinmeye çalışılan genç bir avukatı<br />

canlandıran Reeves dünya tarafından<br />

tanınan ve sevilen bir oyuncu haline geldi.<br />

Bunu pekiştiren film ise hemen akabinde<br />

çekilen bilim kurgu türüne yeni bir soluk<br />

kazandıran The Matrix oldu. Bir bilgisayar<br />

korsanının dijital dünyayı keşfederek<br />

aslında gerçek sandığımız dünyanın bir<br />

dijital dünya olduğunu fark etmesi üzerine<br />

şekillenen olayları konu edinen film senaryo<br />

ve fikir bazında muazzam bir işti.<br />

Gelmiş geçmiş en iyi filmler, sinemaya<br />

yön veren filmler listelerine üst sıralardan<br />

girmeyi de ihmal etmiyordu. Teknik dallarda<br />

4 Oscar ödülü bulunan filmin başarısı<br />

üzerine 2’de devam filmi çekildi.<br />

2000 yılında yine bir gerilim filmi olan The<br />

Watcher ile oyunculuk kariyerine devam<br />

eden Reeves bu türe ısınmış olacak<br />

ki hemen arkasından The Gift ile korku<br />

sularında yüzmeye devam etti. Sam Raimi<br />

yönetmenliğinde çekilen başarılı filmde<br />

Cate Blanchett, Katie Holmes gibi isimlerle<br />

yan yana oynadı. Ardından ise direksiyonu<br />

biraz kırdı ve romantik sulara yöneldi.<br />

2001’de kamera önüne geçtiği romantik/<br />

dram film Sweet November ile hemen herkesin<br />

kalbine dokundu desem doğru olur<br />

sanırım. Özellikle final sekansı ile unutulmayacak<br />

aşk filmleri listesinde yerini aldı<br />

şüphesiz. 2003 yılında romantik/komedi


Something’s Gotta Give ile<br />

hayranlarını karşısına çıkan<br />

Reeves her ne kadar bu filmde<br />

minimal bir şekilde yer almış<br />

olsa da Jack Nicholson, Diane<br />

Keaton gibi isimlerle renkli bir<br />

kadro oluşturuyordu.<br />

2005’te çizgi roman dünyasına<br />

dalan Reeves korku formatlı<br />

Constantine ile büyük beğeni<br />

topladı. İblis avcısı John<br />

Constantine ile çizgi roman<br />

formatına uymasa bile hayranlardan<br />

tam puan alıyordu. 2006<br />

yılında ise önce bir suç draması<br />

animasyon olan A Scanner<br />

Darkly’da ardından Speed’deki<br />

rol arkadaşı Sandra Bullock<br />

ile yeniden kalpleri sızlatan bir<br />

romantik filme imza atıyordu.<br />

2008’de yükselişe geçen genç<br />

yönetmen David Ayer’in kamera<br />

arkasında olduğu suç<br />

draması Street Kings’te başarılı<br />

bir performans sergileyen<br />

başarılı oyuncu 2008’de bir<br />

yeniden çevrim olan bilim<br />

kurgu filmi The Day the Earth<br />

Stood Still’de rol aldı. 2013’te<br />

hem Man of Tai Chi ile hem de<br />

47 Ronin ile Uzakdoğu sularına<br />

dalan Reeves, 2014 yılına<br />

geldiğimizde John Wick olarak<br />

karşımıza çıkıyordu. Emekli<br />

bir suikastçı olan John Wick’in<br />

öldürülen köpeğinin intikamını<br />

almasını keyifle izledik. Aksiyon<br />

dozajı yüksek bu filmin<br />

devamının gelmesi ise elbette<br />

şaşırtmadı.<br />

2015 yılında Eli Roth gerilimi<br />

Knock Knock ile yeniden<br />

korku arenasına dönüş yaptı.<br />

Ardından türe yakın gizemli,<br />

gerilimli bir hikayeyi anlatan<br />

Exposed’da rol aldı. Bu son iki<br />

filmiyle izleyenleri pek tatmin


edemeyen karizmatik aktör<br />

2016’da bir suç draması olan<br />

The Whole Truth ile görücüye<br />

çıktı. Filmde Renée Zellweger<br />

ve Jim Belushi gibi isimler ona<br />

eşlik ediyordu. Ardından yine<br />

yükselişte olan bir yönetmen,<br />

Nicolas Winding Refn’in senenin<br />

iddialı korku filmlerinden<br />

birisi olan The Neon Demon’da<br />

motel görevlisini canlandırdı.<br />

1-2 komedi filmi ve televizyon<br />

serisinde konuk oyuncu olarak<br />

yer alan Reeves Ağustos<br />

ayında komedi ve dram türünü<br />

harmanlayan To the Bone ile<br />

beyazperdede yerini alacak.<br />

Bir de eski günlerini özlemiş<br />

olacak ki Bill & Ted’in yeni<br />

çekilecek bölümünde kendisini<br />

yeniden Ted ‘Theodore’ Logan<br />

olarak izleme şansına sahip<br />

olacağız. Ancak bundan önce<br />

bu ay vizyona girecek olan ve<br />

ilki oldukça beğenilen John<br />

Wick Chapter:2 ile seyircisi ile<br />

randevusu var karizmatik aktörün.<br />

Özel hayatında oldukça büyük<br />

travmalar geçirmiş olan kaliteli<br />

aktör Keanu Reeves rol aldığı<br />

tüm türlerde kendisini ispat<br />

etmiş yetenekli bir oyuncu.<br />

Kendisi nasıl bir aksiyonda<br />

kendisini hayranlıkla izletebiliyorsa<br />

bir dramda da yüreklere<br />

dokunabilme kabiliyetine<br />

sahip. Yaşadıklarını her halukarda<br />

yüzünden okumanın<br />

mümkün olduğu, hayatın gerçek<br />

ve acı yüzüyle çok erken<br />

tanışmış ve bu olgunluğa<br />

çok erken yaşlarda erişmiş<br />

biri olarak Reeves, daima<br />

Hollywood’un karizmatik ve bir<br />

o kadar duygusal aktörü olarak<br />

hatırlanacak.


OSCAR FİLMLERİNİ<br />

SİZİN İÇİN<br />

SEÇTİK<br />

İŞTE FAVORİLER<br />

26 Şubat’ta yapılacak ödül<br />

töreniyle sahiplerini bulacak<br />

Oscar ödülleri büyük bir<br />

sabırsızlıkla bekleniyor. Oscar’a<br />

aday olan dokuz filmi sizin için<br />

seyrettik işte favoriler...


SERDAR AKBIYIK<br />

n Sinemanın en<br />

önemli ödülleri olan<br />

Oscarlar her yıl<br />

tartışmalarıyla gündemimizi<br />

meşgul<br />

eder. Geçen yıl siyahi<br />

oyuncuların ve<br />

siyahi sinemacıların Oscar’a hak ettikleri<br />

kadar katılamadıkları veya akademi üyeleri<br />

tarafından ırkçı bir bakış açısıyla<br />

değerlendirildikleri yönünde tartışmalar<br />

vardı. Aslında Akademi üyelerinin sadece<br />

yüzde 11’inin siyahi olması da bu iddiaları<br />

güçlendiriyor. Bu sene bünyesine 683<br />

yeni üye katan akademinin yüzde 27’si<br />

kadınlardan, yüzde 11’i ise siyahi oyunculardan<br />

oluşuyor. Belki bu tartışmalan<br />

yüzünden yarışma filmlerine baktığımızda<br />

geçen yıllara nazaran siyahi oyuncuların<br />

yer aldığı daha fazla filmi adaylar arasında<br />

görüyoruz. Oscar habercisi denilen Altın<br />

Küre ödüllerinde drama dalında Moonlight<br />

filminin en iyi film seçilmesinin sebeplerinden<br />

biri de bu olabilir. İşte Oscar’ın<br />

arkasında dönen bu politik çekişmeler<br />

ödülleri hep etkiledi. Biz sizlere sadece<br />

sinemasal bir değerlendirme sunalım<br />

dedik. Onun için bütün aday filmleri bir<br />

şekilde önceden bulup seyrettik. İşte aday<br />

filmler ve bizim favorilerimiz...<br />

EN İYİ FİLM<br />

FAVORİ: Moonlight<br />

Ay Işığı, genç siyahi bir adamın<br />

çocukluğundan yetişkinliğe kadar<br />

Miami’nin zor bir mahallesinde, hayatta<br />

kendine yer edinme savaşını ve büyüme<br />

hikayesini anlatıyor. Eşcinsel dürtüleri ve<br />

uyuşturucu bağımlısı bir annenin arasında<br />

bocalayan Chiron okulda arkadaşlarının<br />

kaba şiddetine maruz kalıyor. Filmin dili<br />

entelektüel açıdan çok başarılı. Daha önce<br />

görmediğimiz bir bakış açısıyla çekilen<br />

film seçkinin en iyisi.


La La Land<br />

Altın Küre’de müzikal dalında en iyi film seçilen<br />

La La Land büyük ilgi görüyor. Titanik filminden<br />

daha fazla adaylık alan film neredeyse herkesin<br />

favorisi. Ödülü alsa itirazımız olmaz ama Moonlight<br />

gibi sinema sanatı açısından çok başarılı<br />

olan bir film ile rakip olması onun şanssızlığı...<br />

Sebastian bir caz kulübü açma hayalinde, Mia<br />

ise Hollywood’ta oyuncu olma telaşındadır.<br />

Bu iki insanın kalpleri birbiri için atmaya<br />

başladığında hayat şartları onları yavaş yavaş<br />

hayallerinden uzaklaştırmaya başlayacaktır.<br />

Manchester by the Sea<br />

La La Land ve Moonlight’tan sonra şansı en<br />

yüksek görülen film Manchester By The Sea.<br />

Büyük bir trajedi sonunda iki çocuğunu kaybeden<br />

Lee’nin suçlulukla mücadelesi ve yeğenine<br />

bakma mecburiyeti arasında kaldığı bir süreyi<br />

seyrediyoruz. Filmin çok seveni olsa da bizim<br />

gözümüzde En İyi Film ödülünü hak etmiyor.<br />

Fences<br />

Denzel Washington’ın yönettiği ve başrolünü<br />

oynadığı film ırkçılıkla mücadele eden bir<br />

adamın aile ilişkileri ve sosyal hayatı üzerine<br />

odaklanmış. Film Oscarlarda sürpriz yapabilir.<br />

En İyi Film’de şansının yüksek olduğunu<br />

düşünmesem de özellikle oyunculuklarda ödüle<br />

daha yakın.<br />

Lion<br />

5 yaşındaki Hintli bir çocuk ağabeyinin geri dönmesini<br />

beklerken bir tren vagonunda uyuyakalır.<br />

O uyurken trenin yola çıkması sonucu küçük<br />

çocuk uyandığında kendini evinden kilometrelerce<br />

uzakta bulur. Artık kayıptır ve eve nasıl<br />

döneceğine dair bir fikri yoktur. Avustralyalı<br />

bir çift tarafından evlat edinilir ve sevgiyle<br />

büyür. Ancak ailesini bulma isteği giderek bir<br />

saplantıya dönüşür. Slumdog Millionaire ile 2008<br />

yılında Oscarlar’ın dumanını atmış olan Dev Patel<br />

filmin başrolünde. Ama bu sefer aynı başarıyı<br />

kazanacağı şüpheli.<br />

Hidden Figures<br />

Üç siyahi kökenli kadın NASA’da büyük işlere


imza atmaktalardır. Uzay ve bilimlerinin derinliklerindeki<br />

sorunları müthiş zekalarıyla çözmeye<br />

çalışan bu kadınlar gelmiş geçmiş en önemli<br />

NASA operasyonlarından birinde de büyük rol<br />

oynayacaklardır. Bu başarılı kadınların ırkçılıkla<br />

mücadelesi ve NASA gibi bir kurumdaki ayrılıkçı<br />

tavırlar daha önce filmlere hiç konu edilmemişti.<br />

Bu yönüyle ödül almasını çok istediğimiz ama<br />

akademi üyelerinin fazlaca önem vermeyeceğini<br />

düşündüğümüz bir yapım.<br />

Arrival<br />

Birden çok uzay gemisi dünyaya iniş yapınca<br />

dünya adeta sarsılır. Amaçlarının ne olduğu bilinmeyen<br />

uzaylılarla iletişim kurmanın yolları aranmaya<br />

başlar. Uzaylılarla iletişim kurması için ordu<br />

dilbilimcisi Dr. Louise Banks çağrılır. Doktora<br />

yardımcı olması için de fizikçi Ian Donnelly seçilir.<br />

İkilinin artık en önemli görevi uzaylıların barışçıl<br />

mı yoksa istilacı mı olduğunu belirleyebilmektir.<br />

2016’nın en iyi bilimkurgusu olan film bir Avatar<br />

değil. Böyle olunca Avatar’ı bile en iyi film seçmeyen<br />

akademi üyelerinin Arrival’a ödül vermesini<br />

beklemek hayalcilik olur.<br />

Hacksaw Ridge<br />

İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan<br />

Ordusu’ndan Desmond T. Doss, Okinawa<br />

Savaşı’nda görev yaparken insanları öldürmeyi<br />

reddeder ve Amerikan tarihinin ilk Onur<br />

Madalyası’na layık görülen vicdani retçisi olur.<br />

Film, tek bir kurşun sıkmadan 75’e yakın kişiyi<br />

kurtaran kahramanın hikayesini ele alıyor. Yönetmen<br />

Mel Gibson ve Yahudi lobisinin Mel Gibson’a<br />

negatif bakışı belli. Filmin ödül alması çok uzak<br />

bir ihtimal.<br />

Hell or High Water<br />

Bankaya borçlanan ve tek varlıkları olan aile<br />

çiftliğini ipotekten kurtarmaya çalışan iki erkek<br />

kardeşin western hikâyesini anlatıyor. Parayı<br />

denkleştirmek için banka soyan Tanner ve Toby,<br />

şehirden şehre dolaşarak izlerini kaybettirmeye<br />

çalışır fakat peşlerine düşen emektar polis<br />

müfettişi o kadar kolay pes etmeyecektir... Belki<br />

de seçkinin en zayıf halkası Hell or High Water.<br />

Hiç şansı yok.


EN İYİ KADIN OYUNCU<br />

FAVORİ: Emma Stone, La La Land<br />

Altın Küre’de en iyi kadın oyuncu ödülünü alan<br />

Emma Stone bizce de Oscar’ın en önemli favorisi.<br />

Enerjisiyle zaten dokunaklı bir film olan La La<br />

Land’a çok şey katmış. Özellikle seslendirdiği<br />

şarkılar oyuncunun Oscar yarışında öne geçmesinin<br />

sebebi.<br />

Isabelle Huppert, Elle<br />

Olgun yaşına rağmen Elle filmindeki cüretkar<br />

sahneleriyle izleyiciyi kendinden geçiren<br />

Isabelle Huppert, Altın Küre’de drama<br />

dalında en iyi oyuncu ödülünü alsa da Emma<br />

Stone’un karşısında çok da şansı olduğunu<br />

düşünmüyorum. Ama performansını ödüle layık<br />

bulanlara da karşı çıkmam.<br />

Meryl Streep, Florence Foster Jenkins<br />

Oscar tarihinin en fazla adaylık almış oyuncusu<br />

Meryl Streep her zaman favori gösterilebilir.<br />

Bu sefer de favoriler arasında ismi öne çıkıyor.<br />

Ama filmin komedi olması, rakiplerinin başarılı<br />

performansları bu sefer fazla şansı olmadığını<br />

düşündürüyor.<br />

Natalie Portman, Jackie<br />

ABD’de suni bir beğeni fırtınası estirilen Jackie<br />

filminin oyuncusu Natalie Portman sinema<br />

açasından en başarısız performanslarından birini<br />

gösteriyor. Bu filmle eğer ödül alırsa Oscar’ın<br />

ABD seviciliği kanıtlanmış olur. Hiç şans vermiyorum.<br />

Ruth Negga, Loving<br />

Filmin hikâyesi ırklararası evlilik yapmış bir çifti,<br />

Richard ve Mildred Loving’i, konu ediniyor. Loving<br />

çifti 1958 yılında evlendikleri için Virginia<br />

hapishanesinde mahkûm edilir. Ruth Negga<br />

filmde iyi bir performans gösterse de rakiplerine<br />

göre daha az bir şansa sahip olduğunu<br />

düşünüyorum.<br />

EN İYİ ERKEK OYUNCU<br />

FAVORİ: Denzel Washington, Fences<br />

En iyi erkek oyuncuda benim favorim aslında<br />

bir sürpriz. Otoriteler arasında fazla şans<br />

tanınmayan Denzel Washington’un olgun<br />

yaşlarının en etkileyici performansı olduğunu<br />

düşünüyorum. Ödül almasını yürekten isterim.<br />

Casey Affleck, Manchester by the Sea


Otoritelerin Oscar’ı alacağına kesin gözle<br />

baktıkları Casey Affleck bu ödülü hak etmediğini<br />

düşündüğüm bir isim. Bir başrol için bile yeterli<br />

karizmaya sahip olmadığına inandığım Affleck<br />

Hollywood’ta ilişkileriyle öne çıkıyor. Nereden<br />

geldiği belli olmayan bu beğeni dalgası ile ödülü<br />

alırsa da sürpriz olmaz.<br />

Ryan Gosling, La La Land<br />

Altın Küre’de müzikalde ödülü alan Ryan Gosling<br />

otoritelerin favori isimlerinden biri. La La Land’ı<br />

her ne kadar beğensem de Gossling’in Oscar<br />

alacak kadar büyük bir performans gösterdiğini<br />

düşünmüyorum. Ama Denzel Washington’a ödül<br />

gitmezse Gossling’e gitmesini isterim.<br />

Andrew Garfield, Hacksaw Ridge<br />

1950’lerin Hollywood tarzı savaş filmlerine benzeyen<br />

Hacksaw Ridge’in başrolünde oynayan<br />

Andrew Garfield ortalama bir performans<br />

göstermiş. Film oyuncunun performansından<br />

çok canlandırılan karakterin mucizevi öyküsüyle<br />

dikkat çekiyor. Garfield’ın ödüle layık olduğuna<br />

inanmıyorum.<br />

Viggo Mortensen, Captain Fantastic<br />

Viggo Mortensen’in oyunculuğuna bir şey diyemem.<br />

Ama biraz karikatürize bir tipleme olan<br />

karakterin ve filmin kapitalist öyküsünün tatsızlığı<br />

ödülü almasına sıcak bakmamama sebep oluyor.<br />

Otoriteler de fazla şans vermiyorlar Mortensen’e<br />

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU<br />

FAVORİ: Viola Davis, Fences<br />

1950’lerde ailesini geçindirmeye çalışırken bir<br />

yandan da ırk ilişkileri ile mücadece etmeye<br />

çalışan Afro-Amerikan bir babanın hayatını<br />

anlatıyor. Viola Davis performansıyla öyle bir etki<br />

yapmış ki filme Denzel Washington’u en iyi erkekte<br />

favori görmeme sebep oldu diyebilirim. Keşke<br />

kazansa.<br />

Michelle Williams, Manchester by the Sea<br />

Yardımcı kadın veya erkek oyuncu her ne kadar<br />

yardımcı diye nitelendirilse de filme büyük derinlik<br />

katan öğelerdir. Michelle Williams’ın ise Manchester<br />

By The Sea’de neredeyse hiç bir etkisi<br />

yok. Hem çok az vakit almış hem de senaryoda<br />

çok dışarıda bırakılmış. Zaten filmin en iyi filme<br />

uzak olmasının sebeplerinden biri de bu. Kısacası<br />

eğer ödül alırsa hiç hak etmediği bir ödül olur.


Naomie Harris, Moonlight<br />

Oyunculuğuna bir şey diyemeyeceğim Naomie<br />

Harris’in en büyük şanssızlığı senaryonun<br />

önem vermediği bir karakteri canlandırması.<br />

Uyuşturucu bağımlısı anne karakteri zaten<br />

yeterince karikatürizeyken bir de filmin hikayesinde<br />

bu kadar dışarıda kalan bir karakterle ödül<br />

alabileceğine inanmıyorum.<br />

Nicole Kidman, Lion<br />

Nicole Kidman adayların en güzeli ama<br />

performansının öyle yükseklerde uçtuğunu söylemek<br />

yanlış olur. Genel itibariyle diğer adaylardan<br />

daha zayıf ödülü kazanma şansı. Sürpriz<br />

kategorisine bile gireceğini sanmıyorum.<br />

Octavia Spencer, Hidden Figures<br />

Octavia Spencer’in hem oyunculuğunu hem<br />

de filmin hikayesini beğendiğimi söylemeliyim.<br />

Eğer bu listede sürpriz yapacak bir isim varsa<br />

Spencer, Hidden Figures’teki performansıyla o<br />

isimdir.<br />

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU<br />

FAVORİ: Michael Shannon, Nocturnal Animals<br />

Noctural Animals bu yılın en iyi filmi olduğu halde<br />

Oscar’a sadece en iyi yardımcı erkek dalında<br />

aday olabildi. Hiç tartışmasız Michael Shannon<br />

adaylar arasında ödüle en layık isim. Muhteşem<br />

bir dedektif karakteri yaratan Shannon öyküde<br />

diğer karakterler arasında sivriliyor.<br />

Dev Patel, Lion<br />

Slumdog Millionaire filmiyle daha önce Oscar’ı<br />

alan Dev Patel, Lion filmindeki performansıyla<br />

aday gösterildi. Aslında filmde başrol olan karakterin<br />

niye yardımcı oyuncu olarak kategorize<br />

edildiği bir muamma. Shannon karşısında şansı<br />

yok.<br />

Jeff Bridges, Hell or High Water<br />

Çok sevdiğim bir oyuncu olan Jeff Bridges bu<br />

sefer hedefi tutturamamış. Özellikle filmde yaşlı<br />

şerifi canlandırırken işi biraz abarttığı için ne<br />

söylediğini anlamakta zorlandım. Bridges’in çok<br />

iyi filmlerini seyrettik bu rolle ödül alması ona<br />

yakışmaz.<br />

Lucas Hedges, Manchester by the Sea<br />

Adaylar listesinde Michael Shannon’dan sonra<br />

en beğendiğim performans Lucas Hedges’e ait.<br />

Hatta Manchester By The Sea’ye bir ödül ver-


ileceksi bunu en hak edem Hedges. Onun ödül<br />

almasına itiraz edemem.<br />

Mahershala Ali, Moonlight<br />

Moonlight çok iyi bir film ama öykünün baş karakterini<br />

canlandıran üç oyuncu var. Ve film bu karaktere<br />

odaklanmış. Diğer yardımcı oyunculuklar<br />

çok da önemli bir yer kaplamıyorlar. Mashershala<br />

Ali iyi bir performans göstermiş ama süresi çok<br />

az. Bu noktada filmin hikayesini fazla etkilemiyor.<br />

Onun için ödüle fazla yakın bulmuyorum.<br />

EN İYİ YÖNETMEN<br />

FAVORİ: Barry Jenkins, Moonlight<br />

Moonlight çok iyi bir film. Ve özellikle bir yönetmen<br />

filmi. Hem oyuncu yönetimi hem de senaryonun<br />

da Barry Jenkins’e ait olması büyük bir<br />

artı. Moonlight’ın Jenkins’in kariyerinde özel bir<br />

film olacağı şüphe götürmez. Niçin bir Oscar ile<br />

taçlandırılmasın? Ayrıca en iyi film ile en iyi yönetmenin<br />

farklı filmlere gitmesini doğru bulmuyorum.<br />

Jenkins bu performansıyla ödülü hak ediyor.<br />

Denis Villeneuve, Arrival<br />

Arrival bu yılın en iyi bilimkurgusu demiştik. Zaten<br />

Villeneuve kariyerindeki önemli filmlerle kendini<br />

kanıtlamış bir isim. Sürpriz olarak onu ödüle yakın<br />

buluyorum ama dediğimiz gibi akademi üyelerinin<br />

bilimkurgu türüne yaklaşımına güvenmiyorum.<br />

Onun için şansının az olduğunu düşünüyorum.<br />

Mel Gibson, Hacksaw Ridge<br />

Mel Gibson eli yüzü düzgün bir film çekmiş. Her<br />

ne kadar başrol oyuncusunda bir kast hatası<br />

yapıldığını düşünsem de aday filmler içinde<br />

önemli bir yere sahip Hacksaw Ridge. Bir de Yahudi<br />

lobisinin Gibson’a negatif bakışı olmasa...<br />

Damien Chazelle, La La Land<br />

Damien Chazelle, La La Land ile otoritelerin en<br />

büyük favorisi. Kişisel olarak ben de müzikal severim<br />

özellikle söz konusu caz ise gönlümde ayrı<br />

bir yeri vardır. Ama filmin ağır konulara hafif bakış<br />

açısı Chazelle’nin ödülü tam olarak hak ettiğini<br />

bana düşündürmüyor.<br />

Kenneth Lonergan, Manchester by the Sea<br />

Kenneth Lonergan bence en iyi yönetmen<br />

adaylarının en zayıf halkası. Çünkü filmde<br />

hatalı bulduğu herşey yönetmene bağlanıyor.<br />

İyi oyuncular ve iyi hikayeyle iyi bir film ortaya<br />

koyamamış Lonergan. Özünde daha çok bir senarist<br />

olan ismin yönetmenlik becerisi sınırlı.


YÜZ YILIN<br />

BELGESELİ<br />

SEMRA GÜZEL KORVER<br />

BELGESELCİ<br />

Belgeselin konu<br />

edindiği gerçeğin<br />

fiyatı olmaz, satın<br />

alamazsınız!<br />

“Çok ilginç” yapımlar<br />

belgesel adı altında<br />

izlettirilmeye çalışılıyor.<br />

Günü birlik çekilen sudan<br />

konular, magazine<br />

kaçan komik olaylar,<br />

haber dosyalar belgesel<br />

değildir.<br />

Türkiye’de belgesel sinema denince<br />

akla ilk gelen isimlerden biri:<br />

Ertuğrul KARSLIOĞLU. 1995’de<br />

sinemanın <strong>100</strong>. yılı nedeniyle Keçenin<br />

Teri belgeseliyle “Yüzyılın Belgeseli” ödülünü<br />

alan üç yönetmenden biri olan ustayı<br />

dergimizin <strong>100</strong>. sayısında ağırlamak<br />

bizim için ayrıca anlamlı oldu. Bir yandan<br />

üniversitede Belgesel Sinema ve Sinema<br />

Dili üzerine dersler. Bir yandan yeni belgeseli<br />

Sonsuzluğa Mühürlenen Kentler<br />

Mardin-Matera’nın çekimleri, bir yandan<br />

festivaller, jüri başkanlıkları, paneller,<br />

söyleşiler, yeni projeler derken nihayet<br />

<strong>100</strong>. sayımızda buluşabildik.<br />

Sizin TRT’de bu işe başladığınız yıllarda<br />

belgesel algısı nasıldı? Bugün belgesel<br />

denince akla “hayvanlar” geliyor çoklukla?<br />

70’li ve 80’li yıllarda belgesel filmlerin<br />

çoğunluğu insana dayalı yapımlardı.<br />

Sinemalarda belgesel gösterim yok<br />

denecek kadar azdı. Televizyonun<br />

neredeyse her eve girmesiyle önce<br />

yabancı belgeseller ve<br />

daha sonra da yerli belgeseller izleyiciye<br />

ulaştı. Geniş halk kitlelerinin kendi<br />

gerçeklerini görüp, tarihine, yaşadığı<br />

coğrafyaya, bu coğrafyada oluşan kültürlere<br />

ilişkin bilgileri arar duruma<br />

geldiğini fark etmemiz uzun sürmedi.<br />

İzleyicinin halen o dönemlerin<br />

belgesellerini anımsamasının bir nedeni<br />

de bu olsa gerek. Bizim dönemde<br />

TRT’de hayvan belgeseli çekildiğini<br />

anımsamıyorum. Şimdilerde çekiliyor<br />

galiba. İyi de oluyor. Ancak nedense<br />

şimdi belgesel denince hayvan belgesellerinin<br />

akla gelmesi, halkı tanımamaktan<br />

geliyor. Ne demek bu. Şu demek; yapılıp<br />

yayınlanan yüzlerce belgeselden çok azı<br />

izleyiciye ulaşıyor! Geriye kalan ürünlerin<br />

çoğu araştırma yapılmadan, sığ bilgilerle<br />

bir-iki günde çekilip, takla attırılarak<br />

kurguladıklarını sandıkları sıradan işler<br />

oluyor. Ve bu filmleri yayınlayanlar da,<br />

yılların verdiği deneyimle belgeseli ciddiye<br />

alan, düzeyini anlayan, içeriği algılayan<br />

düzeyli bir izleyici kitlesinin farkında<br />

değiller.


Yani düzeyli izleyici kitlesi es mi geçiliyor? Öte<br />

yandan yeni belgesel seyircisi yetiştirilmiyor mu<br />

diyorsunuz?<br />

E biraz öyle değil mi Semra! Belgesel diye<br />

yayınlananlara bir baksana! Oysa izleyici 70’li<br />

yılların başından itibaren uzun süre kaliteli<br />

yapımlarla beslendi. En azından bilinçli bir belgesel<br />

izleyici kitlesine dönüştü. Belgeselin ne<br />

olup olmadığı konusunda bilgi sahibi oldu. Ama<br />

görüyor ve izliyorum, çok ilginç yapımlar belgesel<br />

adı altında izlettirilmeye çalışılıyor. Günü birlik<br />

çekilen sudan konular, magazine kaçan komik<br />

olaylar, haber dosyaları (burada şunu belirteyim<br />

haber dosyaları gerçekten çok kaliteli televizyon<br />

yapımlarıdır ama belgesel değil)… Bu yayınları<br />

genç nesil, belgesel film, belgesel sinema buymuş<br />

diye izliyor ve gerçek belgesel algısı da yavaş<br />

yavaş güme gidiyor!<br />

O zaman “kitap okurum, müzik dinlerim belgesel<br />

izlerim” diyen seyirciye ne diyelim? Kızmayalım<br />

mı onlara?<br />

Kızmamalıyız! Çünkü kaliteli, anlayan, bilen<br />

bir seyirci kitlesinin yetişmesi hiç kolay olmadı<br />

ülkemizde.<br />

Belgesel Sinemamızın bugünkü durumunu nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz?<br />

Çok üretim var, birçok TV kanalı belgesel<br />

yayınlıyor. Bazı kanallar yayınlamak zorundalar!<br />

İşte sorun bu nedenle ortaya çıkıyor! Ne<br />

demek illa belgesel yayınlayacağım. O saati<br />

şu içerikli belgeselle dolduracağım. Allah Allah.<br />

Ne bu be, boyahane küpü mü daldır çıkar<br />

belgesel olsun. Araştırmadan, bilgi ve belgelere<br />

ulaşmadan, zamanı, ışığı beklemeden kısacık<br />

bir sürede çekip yayınlamak belgesel oluyor ise<br />

biz şimdiye dek belgesel yapmamışız!


Çok az paralara belki de insanlığın geçmişine<br />

ilişkin bir tarihsel olayı aydınlatacak belgeyi kamuoyuna<br />

sunacak belgesele üç otuz para<br />

vererek o konunun yalap şap hazırlanmasına ve<br />

tabii ehil olmayan ellerde yok olmasına neden<br />

olunuyor.. Ancak çok üretimin olması başarısız,<br />

derdini anlatamayan işlerin yanında, iyi olan<br />

belgesellerin de artmasını sağlıyor şüphesiz.<br />

Bir süreden beri oldukça yetenekli genç yönetmenler<br />

yetişti. Çok başarılı belgesel yaptılar.<br />

Yapıyorlar. Belgesel sinema örneklerine tanık<br />

oluyoruz. Bu genç yeteneklerden Kurtuluş<br />

Özgen, Hasan Basri Özdemir, Musa Ak, Turgay<br />

Kural, Tayfun Belet, Muhammed Beyazdağ,<br />

Murat Türten ve daha sayamadıklarım…<br />

Sizin belgesel algınız, olmazsa olmazlarınız<br />

neler? Belgeselle kurmaca arasındaki ince çizgi<br />

ne sizin için?<br />

Ben belgeseli, “gerçeği yaratıcı bir biçimde<br />

yorumlayan”lardanım. En azından belgesellerimde<br />

işin yaratıcılık yanına ağırlık verenlerden.<br />

Tanımlamam böyle. Senin de bildiğin<br />

gibi bu Grierson’un 1930’larda belgeseli<br />

tanımladığı tümce. Gerçeğin peşindeyken<br />

görselliğe aşırı özen göstermek, kurguyu kesyapıştırın<br />

ötesinde düşünmek, müziği, efekti,<br />

varsa metni bir bütünlük oluşturacak biçimde<br />

oluşturmak... Olmazsa olmazlar diyorsun ya<br />

işte bunlar. Gelelim kurmacayla belgesel film<br />

arasındaki temel ayırıma. Kurmaca adından<br />

da anlaşılacağı üzere yazarın, senaristin ya da<br />

yönetmenin hayal dünyası, fantezisinin ürünü<br />

iken belgesel yaşadığımız gerçeğin kendisi.<br />

Kurmaca filmde hayallerin sınırını bile zorlayarak<br />

ötesine geçebilir, istediğiniz biçimde<br />

izleyeni yönlendirebilirsiniz. Ya da eğlendirebilir,<br />

korkutabilirsiniz. Belgesel de ise karşınızda<br />

duran gerçeğin özüne dokunmadan, bozmadan,<br />

eğer içinde gerilim, acı, eğlence yani ne demek<br />

istiyorsa gerçek, onu bulup çıkarmanız lazım.<br />

Temel fark bu. Hayal kurmak bedava ama hayalinizi<br />

film yapmak çok pahalı. Kolay mıdır<br />

uzay gemileri inşa edip uzaydaymışçasına<br />

dolaştırmak! Ya da ortaçağ şatosunda bir<br />

entrikayı anlatmak. Ciddi finans gerektirir<br />

hayalin gerçekleştirilmesi. Belgeselin böyle<br />

bir derdi yok! Derdi var ama bunlar değil. Onu<br />

bulmak ortaya çıkarmak için ne kadar masraflı<br />

araştırma ve çekimler yaparsanız yapın, uzay<br />

gemisi ya da istasyonu tasarımı için sarf edilen<br />

paranın yanında belgesele harcanan paranın<br />

esamesi okunmaz. Ancak belgeselin konu edindiği<br />

gerçeğin fiyatı da olmaz, satın alamazsınız! O gerçek<br />

sosyolojik bir vaka ise yüzyılların imbiğinden<br />

süzülerek gelmiştir. Hayal değil yani. İzleyiciye<br />

gelince, kurmacanın izleyicisi tabii ki daha fazladır<br />

çünkü hayal pazarlıyor kurmaca.<br />

Keçenin Teri belgeselinizin sırrı neydi? Neden bu<br />

kadar çok sevildi ve sahiplenildi?<br />

Keçenin Teri belgeseli yaptığım tanımın tam<br />

karşılığı bence! Bu kadar çok tutulmasının, sahiplenilmesinin<br />

bir kaç nedeni var. Bunlardan<br />

önemlilerini sıralayacak olursam ilk sırayı akıtılan<br />

emek ve alın teri alır. Bu üretim biçimi izleyende<br />

şok etkisi yaratır. Keçecilerin keçeyi hamamda<br />

döverken canını dişine takarak akıttığı terin<br />

her damlası izleyenin yüreğine damlar gibidir.


Özgün bir üretim biçiminin son demleriydi.<br />

Yıl 1989. Urfa’da çekmiştik. Şimdi artık böyle<br />

keçe üretilmiyor. Ve tabii belgesel sinemaya<br />

örnek olarak alınabilir Keçenin Teri. Biz bunu<br />

16 mm çektik, ses ve efektleri Nagra ses aletiyle<br />

kaydettik. Keçe döverken çıkarılan sesler<br />

gerçekten insanların içini titretti. O sesi bir<br />

çok yerde duyabilirsiniz. Dayak yerken, dayak<br />

atarken, odun kırarken, ya da seks yaparken…<br />

O sesi ilk duyduğumda benim de tüylerim diken<br />

diken olmuştu ve bunu seyirciye geçirdik. O ter<br />

damlarını, o sesleri seyirci kendi bedeninde hissetti<br />

adeta.<br />

Bir nevi hayatın sesi ve görüntüsüydü, mücadelenin<br />

sesiydi, resmiydi belki de seyirci için.<br />

Herkesi bir yerlere götürdü.<br />

Evet gerçekten öyle. Zaten hikâyesi çok etkileyici.<br />

Suyla Gelen Kültür’ü çekerken öğretmen<br />

evinde kalıyorduk. Bir arkadaşın horlamasından<br />

uyuyamamış dışarı çıkmıştık. Öğretmenevinin<br />

gece bekçisi (filmde keçeyi yapan genç) dedi ki<br />

“Ertuğrul ağabey niye keçeciler hamamına gelip<br />

keçeyi çekmiyorsunuz ?” Sanat danışmanımız<br />

rahmetli Mehmet Avcıdırlar, aslında gidip<br />

araştırma yapmış ve “çok fazla bişey yok” diye<br />

bana bilgi vermişti. Anladığım kadarıyla hamama<br />

girer girmez dışarı fırlaması bir olmuş. Ve burada<br />

zor çalışılır diye de bilgi vermişti bana. Çünkü 40<br />

derece sıcak ve nemli bir hava ve havadaki kıl<br />

parçaları insanın nefes almasına engeldi gerçekten.<br />

Öğretmenevi gece bekçisinin anlattıklarını<br />

dehşet ve merakla dinledim, sabahı zor ettim.<br />

Ertesi sabah ilk işimiz oraya, hamam gitmek<br />

ve o inanılmaz üretimi görmekti. Ve çekmeye<br />

karar verdik. Bir konsept oluşturdum. Bu son<br />

keçe ustaları görsel olarak bize keçenin nasıl<br />

yapıldığını anlattılar. Hiç sözsüz, müzik ve efektle<br />

bu hikâyeyi belgesel film haline getirdik.<br />

En beğendiğiniz belgeseller, belgeselciler, belgesele<br />

çaba harcayan, anlam katanlar kimler?<br />

Yabancılardan söz edecek olursak hemen söyleyeyim<br />

Ron Fricke ve belgeseli Baraka! Bana göre<br />

dünyanın şimdiye dek yapılmış en başarılı<br />

belgeseli. Jacques Cousteau, Jean Vigo. Michelle<br />

Moore.. Türk belgeselcilerine gelince az önce<br />

sözünü ettiğim gençlerin yanında rahmetli Suha<br />

Arın olmak üzere, Hasan Özgen, Sen yani Semra<br />

Güzel Korver, Kerime Senyücel, Yılmaz Yıldırım,<br />

Cemallettin İrken , Savaş Karakaş gibi değerler<br />

var.. Bu ve adını sayamadığım değerlerin her<br />

biri ele aldıkları konularla, yaşadığımız hayatın<br />

gerçeklerine, dününe, bugününe, ya da onlarca<br />

metre derinliklerde bir batığın içinde tarihin<br />

karanlığına ışık tutmaya çalışıyorlar. Ya da Nezih<br />

Ünen gibi bir yönetmen çıkıp mükemmel bir<br />

yöntemle ‘Anadolunun Kayıp Şarkıları’nı belgesel<br />

dönüştürüyor. Bu coğrafyada, binlerce yıldan<br />

beri süregelen kültürlerin izini sürüyor, buldukları<br />

her bilgiyi bizimle paylaşıyorlar. Çoğu da sadece<br />

yaptığı belgeselin getirisiyle yaşamaya çalışıyor.<br />

Araştıran, belge, bilgi toplayan ve sonra yol<br />

haritası çıkararak çekimlerini sürdüren belgeselcilerin<br />

desteğe ihtiyacı var. Önlerinin açılması,<br />

desteklenmesi ve sonrasında da özgürce belgesellerini<br />

üretmesi gerekir kanaatindeyim. Bu<br />

deneyimli belgeselcilerin toplumun hafızasını<br />

oluşturduğunu unutmayalım..


Belgesel neden hep sinemanın üvey<br />

evladı olarak kaldı. Televizyonlara, sinema<br />

salonlarına, festivallere baktığımızda resim net<br />

aslında. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?<br />

Evet öyle. Özellikle de bizim ülkede üvey evlat<br />

muamelesi görüyor belgesel yapımlar. Nedenlerden<br />

birisi, içine reklam alamaması! Özel<br />

televizyon kanalları tam bir ticarethane olarak<br />

çalıştığından, belgesele ayıracağı kotayı çok<br />

ucuza kapattığı bir abuk yapımla geçiştiriyor.<br />

İnsanlığın en değerli özelliği olan düşünme<br />

özgürlüğüne fırsat tanımayan, rekabetin ve<br />

kazancın öne çıktığı yapımlarla 24 saati dolduruyorlar.<br />

Böylesi bir çalışma belgeselin ruhuna<br />

aykırı. Belgeselde yola çıkılırken hiçbir<br />

şeyi aceleye getiremezsiniz. Galiba bu çalışma<br />

yöntemi de zamanla yarışanlara(!) lüks geliyor.<br />

Geriye iki kanal kalıyor bir de festivaller… Bu<br />

iki kanalın kapısından dönen deyim yerindeyse,<br />

çiçeği burnunda genç belgesel yönetmenleri<br />

tanıyorum! Yazık! Festivaller ise bu genç<br />

yeteneklerin gerçekten çok sınırlı olanaklarla<br />

filmlerini gösterdiği neredeyse tek yer. Ayrıca<br />

usta sinemacılarla tanıştıkları, tartıştıkları bilgi<br />

alışverişinde bulundukları ortam festivaller. Bazı<br />

yazar arkadaşlarımızın “böyle yapılacaksa hiç<br />

yapılmasın” kabilinden serzenişlerde bulunduğu<br />

festivallerden söz etmiyorum tabii ki. Ancak<br />

küçük- büyük tüm festivallerin yapılmasının, genç<br />

yapımcı-yönetmenlere sağladığı yararı, bugün<br />

adını andığım-anamadığım genç yönetmenlerin<br />

başarılarında görmek mümkün. Açıklanması gereken<br />

daha çok şey var belgesel üzerine Semra.<br />

Örneğin nelerin belgesel sinema olduğu. Sonra<br />

hangi yapımların belgesel olmadığı, kimlerin<br />

belgeseli nerelere sürüklediği, içerikler ve sinema<br />

anlatım yöntemleri... İstersen Semra’cığım bunları<br />

daha sonraki bir söyleşiye bırakalım.<br />

Daha yeni belgeseliniz Sonsuzluğa Mühürlenen<br />

Kentler Mardin - Matera belgeselini konuşmadık<br />

ama. Biliyorum kurgusu yeni bitti.<br />

Gösterime girdiği vakit konuşuruz.<br />

Ne zaman gösterim?<br />

Önümüzdeki aylarda Ankara, İstanbul, Mardin<br />

ve Matera’da(İtalya) gösteriminin yapılacağını<br />

tasarlıyoruz. Şimdiden davetlisin Semra<br />

Teşekkürler. Merakla bekliyorum. O zaman<br />

gösterime girdiğinde hem bu yeni belgeseli<br />

konuşur ve hem de belgesel sinema üzerine sohbetimize<br />

kaldığımız yerden devam ederiz...


MODERN DÖNEMiN HALUK<br />

BiLGiNER’i OLACAĞIM<br />

Dağ 2 filminde karşımıza çıkan, yurt dışında sıkı bir<br />

oyunculuk eğitimi alan ve sinemaya bir bütün olarak<br />

baktığını söyleyen Bedii Akın’la konuştuk...<br />

BANU BOZDEMİR<br />

n Dağ 2 filminde karşımıza çıkan, yurt dışında<br />

sıkı bir oyunculuk eğitimi alan ve sinemaya bir<br />

bütün olarak baktığını söyleyen Bedii Akın’la<br />

konuştuk. Dedesi gazeteci Bedii Faik Akın’la<br />

aynı ismi taşıyan ve dedesinden çok şey<br />

öğrendiğini belirten oyuncu hayatın bir kez<br />

karşısına çıkardığı şeyleri en azından bir kez<br />

olsun denemeyi seviyor!<br />

Dağ 2’de rol aldınız. İlkinde yoktunuz değil<br />

mi? Biraz sizi tanısak?<br />

Evet ilkinde yoktum çünkü iş mastırı yapmak<br />

için yurt dışındaydım. Ama oyunculuk benin hep<br />

içmdeydi. Ortaokul ve lisede okul piyeslerinde<br />

Atatürk rolünü hep ben oynardım. Kaşlardan<br />

dolayı herhalde. Ondan sonra bir edebiyat<br />

projesinde Yıldız Kenter’le röportaj yapmıştım.<br />

Yanında eğitim almamı söyledi ama içindeki<br />

Londra sevdasından bahsedince de mutlaka<br />

gitmemi söyledi. Üniversite’de dedem Bedii<br />

Faik Akıncı’nın isteğinden dolayı oyunculuk<br />

okuyamadım. Ama sonra dayanamadım ve akademiyi<br />

bırakıp konservatuara yazıldım. Tabii yurt<br />

dışında aksan gibi problemler yaşıyorsunuz, bu<br />

aksanla nasıl Shakespeare oynayacaksın diye<br />

soruyorlar.<br />

O zaman yurtdışında direkt tiyatrodan<br />

başladınız…<br />

Evet Shakespeare oyunu ve şiir okumayla<br />

başlanıyor ama İngiliz Edebiyatı olduğu için şiir<br />

okumada bizimkilere benzemiyor. Ben kağıttan<br />

okudum ve onlara bir ayrıcalık sunamadığımı<br />

söylediler. Ama ben yılmadım aksan kursuna<br />

yazıldım. Sonra tekrar kapılarını çaldım<br />

ve bayağı uğraştıktan sonra konservatuara<br />

yazıldım. Yazları da okumaya devam ederek iki<br />

yılda bitirdim okulu.<br />

Peki Türkiye’de oyunculuk eğitimi almak<br />

aklınızdan geçmedi mi, çünkü orada bayağı<br />

zorlu bir süreçten geçmişsiniz?<br />

Geçmedi çünkü dedem bu konseptlere karşıydı.<br />

O oyunculuk şarkıcılık gibi şeylere karşıydı. O<br />

zaman yapımcı ol diyordu. Ben hiperaktifimdir,<br />

yerimde duramam. Bir de oyunculuk okuyan<br />

arkadaşlarımdan çok parlak şeyler duymadım ne<br />

yazık. Ben Haluk Bilginer hayranıyımdır, onun<br />

İngiltere hikayesini duyunca iyice kendi kendime<br />

‘ben de modern dönemin Haluk Bilginer’i olayım<br />

bari’ diyordum. Orada gelmeden önce bir kırk<br />

dakikalık dizide oynadım, o gazı ve dolduruşu<br />

alıp tekrar buraya döndüm.<br />

Ne kadar oldu döneli ve bu süreçte neler<br />

yaptınız?<br />

Ben İngiltere’de bir de stant director (Tehlikeli<br />

Sahne Koordinatörü) olarak yer aldım. Bir sahnede<br />

yönetmene gittim dedim ki birkaç sahnede<br />

ölümleri ben yapayım. Vücut dili eğitimi de<br />

almıştım ve bu anlamda herkesi eğitmemi istedi<br />

yönetmen. Yönetmenle de iletişime geçmiş<br />

oldum. İleriki projelerde bu anlamda Türkiye’deki<br />

işlerde stant director olarak çalışacağım.<br />

Türkiye’de böyle bir işin uzmanlığı yok. Ama<br />

buraya ilk geldiğimde oyunculuktan uzak kaldım.<br />

Bir arkadaşımın annesi bir senaryoyla geldi.<br />

Ben senaryo analiz eğitimi de almıştım ayrıca.<br />

Okudum, fikrimi söyledim. Onlar beğendiler ve<br />

prodüksiyon şirketi kurduk. Ben de hızlı adaptasyon<br />

var, hemen o duruma bürünürüm. Senaryo<br />

analisti olarak başladığım işte yapımcılığa<br />

devam ettim. Bir iki denemeden sonra bu işin<br />

duygusallığa değil cebe baktığını öğrendim. Ve<br />

yapımcılık maceramı bitirdim.


BEDİİ FAİK AKIN


Oyunculuğa tekrar dönüş nasıl oldu o zaman<br />

diyelim…<br />

Show TV’de Aşk Emek İster diye bir dizide<br />

oynayarak. Orada Türkiye’de dizi oyunculuğu<br />

nasıl oluyor onu tattım. Hiç zevk almadım.<br />

Çünkü vücut dili eğitimi aldık ama kamera<br />

karşısında portre gibi durmamızı istiyorlardı. Bir<br />

de herkes çok egolu geldi bana. Dizi, sinemada<br />

tek güç vardır o da yönetmen ama sektörde pek<br />

öyle olmuyor. Arkasından Japonya’da bir kısa<br />

film çektik, çok da ilgi çekti ama Türkiye’deki<br />

yarışmalara sokmadı arkadaşım. O da egoya yenildi<br />

maalesef! Arkasından dedem rahatsızlandı,<br />

her şeyden elimi çekip ona odaklandım.<br />

Arkasından da Dağ 2 projesi geldi sanırım.<br />

Nasıl dahil oldunuz filme, kadroya?<br />

İngiltere’den döndüğümde arkadaşım vasıtasıyla<br />

Alper’le (Çağlar) tanışmıştım. İlk film için<br />

aradığında yeni geldiğim için aksanıma çok<br />

güvenemedim açıkçası. Panzehir’de de<br />

Japonya’daydım. Ama bu projede bir araya<br />

geldik. Bir yandan da Alper’le çalışmak çok zor.<br />

Disiplinli ve zorlayıcı, herkes dayanamaz. Hepimizin<br />

limitimi zorladı o yüzden çok güzel bir iş<br />

çıktı ortaya. Çok klişe olacak ama içimizden bir<br />

vatan sevgisi çıkardı.<br />

Peki bu kadar çok izlenmesinin sebebi ne<br />

olabilir sizce?<br />

Birçok duygunun birleşmesi bence. Ülkemizde<br />

son dönemde yaşanan olaylardan önce çekilmesine<br />

rağmen denk düşen tarafları ve duyguları<br />

var filmin. Filmde ‘her şeyi eleştir ama sev’ diye<br />

bir cümle var. Bunlar 15 Temmuz’a bağlandı,<br />

sınır ötesi operasyonlar Suriye’ye bağlandı.<br />

Ama bu 2014’te yazılmış bir senaryo. Denk geldi<br />

diyelim.<br />

Sizin rolünüzün ayrıntıları nedir?<br />

Filmde Türkmen köy korucusunu canlandırdım.<br />

Bir kurtarma operasyonundan sonra askerler<br />

buraya geliyor. Son bir vicdan sınavına tabii<br />

tutuluyor. Asıl, mutlak görevin ne olduğu<br />

sorgulanıyor. Son bir savunma, son bir<br />

kahramanlık yapılıyor, ben de askerlerle birlikte<br />

çatışan bir korucuyum.<br />

Peki devamı gelecek mi? Siz olur musunuz?<br />

Evet düşünülüyor ama yaşlar gereği ileriki bir<br />

zamana taşınacağı için biraz zaman geçmesi<br />

gerekebilir. Ben Alper’le çalışmaya devam<br />

ederim bundan sonra ama savaş sahnelerinde<br />

yardımcı olurum diye düşünüyorum. Çünkü<br />

benim oynadığım karakter ikinci bölümde<br />

hayatını kaybetti. Çekilirse mutlaka yer alırım bir<br />

yerinde bu filmin. Sinemaya sadece oyunculuk<br />

olarak bakmamak lazım. Sinema sektörünün<br />

gelişmeme sebeplerinden biri de ortak çalışma<br />

isteğinin fazla olmaması.<br />

Biraz da Türk gazetecilik tarihinde önemli bir<br />

yeri olan dedeniz Bedii Faik Akıncı’dan ve<br />

onun size etkisinden bahsedelim…<br />

Babam çok yoğundu. Türk Hava Yolları süreci olsun<br />

Duygu Asena’yla program yaptığı yıllar olsun<br />

bayağı yoğundu. Ben dedemle büyüdüm. Briç<br />

oyununu milli takımda bile oynamış biri olarak


annemde yoğundu. Dedem benim idolümdü ve<br />

onun disiplinini kıran tek insan benmişim. Ben<br />

kendimi tanıtırken ‘Bedii Bey’ diye tanıtırdım,<br />

ona bey derlerdi çünkü hep. Kitap okumama<br />

sebep olan, siyasetle ilgilenmemi sağlayan,<br />

hayata objektif ve aynı zamanda eleştirel<br />

bakmamı sağlayan kişi de dedem olmuştur.<br />

Dedem demokrat parti döneminde bayağı muhalif<br />

bir gazeteciymiş. Yazılarından dolayı hapse<br />

girmesi, kitaplarındaki dil ve gerçeklik beni çok<br />

etkiledi.<br />

Ne güzel bir dedeymiş. Peki oyunculuğun<br />

açılım alanları vardır mutlaka sizin içinde.<br />

Tiyatro yapmayı düşünüyor musunuz?<br />

Evet düşünüyorum ama<br />

aslında diziden önce bir<br />

projem vardı. Yapmadığım<br />

için çok pişmanım.<br />

Çocukları kitap okumaya<br />

teşvik edici uygulamalı<br />

masal okuma etkinliği<br />

gibi bir şeydi. İlk deneme<br />

güzel geçti ve yayınevi<br />

benimle sürekli çalışmak<br />

istedi. Tam o sıralarda<br />

bir dizi için arandım, kabul<br />

ettim ama burayı da<br />

bırakmam diyordum. Ama<br />

dizi o kadar yoğundu ki<br />

bırakmak zorunda kaldım<br />

kitap okuma etkinliğini. Çok pişmanım, en büyük<br />

pişmanlıklarımdan biridir.<br />

Tekrar başlarsınız umarım bir gün.<br />

Canlandırmak istediğiniz bir karakter var mı?<br />

Dedemin ‘O Biçim’ diye hapishane yıllarını<br />

anlattığı bir kitabı var, orada dedemi oynamayı<br />

çok isterim. 15 yıl sonra bunu yapmak istiyorum.<br />

Zaten senaryo gibi, çekilmeye çok uygun. Biraz<br />

günümüz Türkçesine uyarlanması lazım ama.<br />

Rolünüze nasıl hazırlanırsınız, var mı bir<br />

tarzınız?<br />

Ben metot oyunculuğuna çok önem vermiştim<br />

İngiltere’de. Bizim okul Stanislavski yöntemlerini<br />

kullanıyordu. Dağ 2’de topal birini oynuyorum.<br />

Biraz kiloda almam gerekiyordu, bastonla<br />

yürüyerek pratik yaptım iki ay boyunca. Türkmen<br />

şivelerini dinledim bol bol. Poligonda silah<br />

kullanımı üzerine çalıştım. Tamamen Boran<br />

karakterine adadım kendimi.<br />

Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?<br />

Bol bol spor yaparım, bu aralar boksa merak<br />

saldım. Tamamen kondisyon amaçlı. Çok gezen<br />

biri değilim, o anlamda çok sosyal değilim. Sosyal<br />

yabanilik var bende. Çok konuşurum ama<br />

dışarıya çıkmayı çok sevmem.<br />

Mizahi yanınız da var…<br />

Benim en büyük özelliklerimden biri de insanları<br />

güldürmem. Genelde mizahi bir tarafım var.<br />

Belki gerçeklikleri çarpıtma isteğidir bilmiyorum<br />

ama neşeli tarafından bakmaya çalışıyorum<br />

genelde. İngiltere’de kısa bir talk show denemem<br />

olmuştu. Burada da denemek istiyorum<br />

günün birinde mutlaka.


BÜYÜK HAYALLERi<br />

BÜYÜK GÖZLER<br />

GÖRÜR<br />

Ayşe teyze Tim<br />

Burton’ı pek<br />

sever. İkisi de<br />

hayalperest. Big<br />

Eyes yani Büyük<br />

Gözler filmide<br />

2 hayalperestin<br />

enteresan<br />

hikayesini<br />

anlatıyor.


n Ayşe teyze Tim<br />

Burton’ı pek sever. İkisi<br />

de hayalperest. Big<br />

Eyes yani Büyük Gözler<br />

filmide 2 hayalperestin<br />

enteresan hikayesini<br />

anlatıyor. Filmimiz<br />

Margaret’ın kızını da<br />

yanına alıp kocasını<br />

terk etmesiyle başlıyor.<br />

Kızıyla beraber yeni bir hayat kurmaya<br />

çalışırken elinde sadece çizimleri var.<br />

A: Güzel çiziyor sanki ben pek anlamam<br />

ama neyse para kazanacak bir şey var<br />

elinde. Bekara karı boşamak kolay derler ya<br />

bekara koca boşamak daha kolay gelir.. kıh<br />

kıh kıh. Karısı gidince adam evi nasıl çekip<br />

çevireceğini düşünür kadın ise hayatını.. bir<br />

de yanında kızı Allah kolaylık versin.<br />

Dualarımız sevgili Margaret dahil bütün<br />

yalnız kadınlarla. Hayatına<br />

yeniden başlayan kendi becerileri<br />

hariç hiçbir şeyi olmayan<br />

kadınlarımızın falan gibi cümlelerle<br />

feminist bir manifestoya<br />

dönmeyecek bu yazı. Derdimiz<br />

ve ilgimiz hayaller.. Margaret’ın<br />

hayali resimleri.. hayatını devam<br />

ettirebilmek ve kızına bakabilmek<br />

için resimlerini çok düşük fiyatlardan<br />

satıyor ve bunu<br />

farkeden başka bir ressam<br />

yanaşıyor Margaret’a.<br />

2 hayalperestin hikayesi<br />

demiştik biri<br />

Margaret diğeri ise<br />

yeni tanıştığı ressam<br />

görünümlü Walter.<br />

A: Ay böyle büyük büyük<br />

gülen konuşan adamları hiç<br />

sevmem. Hep bir dolandırıcı<br />

gibi gelirler bana, kendilerini<br />

süslüyor gibi, böyle bir değişik<br />

ses tonu, bir acayip tavırlar, kahkahalar<br />

ayy hiç sevmedim bu adamı.<br />

Bak küçük kız da sevmedi.<br />

B: Değil mi? Bir güven vermiyor insana.<br />

BERİL ATEŞOĞLU<br />

Margaret ise hiç bizim gibi düşünmüyor<br />

ve yalnızlığına ilaç gibi gelen bize göre<br />

sahtekar kılıklı olan Frank ile evleniyor. Walter<br />

kendi boyadığı tabloları satmaya çalışan<br />

bir sokak ressamı. Margaret ile evlenince<br />

ikisinin resimlerini satmaya çalışıyor. Tabi<br />

Margaret’ın soyadı Walter ile evlenince<br />

değişiyor ve resimlerinin altına yeni soyadını<br />

yazıyor “Keane”. Margaret’ın tabloları sevilmeye<br />

ve satılmaya başlıyor ve bir anlık<br />

para aşkıyla Walter tabloları yapanın kendisi<br />

olduğunu söylüyor. Ne de olsa soyadı<br />

resimde ki imza ile aynı!<br />

A: Yahu ne biçim adam bu böyle çizmediği<br />

resmi çizdim diyor. En büyük hırsızlık hayal<br />

hırsızlığıdır. Kadıncağızın emeğine saygısızlık<br />

tüüüü böyle insanlar yüzünden ne hale geldi<br />

sanatçılar, böyle yetenekli kadınlar..<br />

Tim Burton dedik, hayalperestler dedik neler


oluyor böyle bir anda ve Müge Anlı ile<br />

tatlı sert ‘e bağlıyoruz hiç anlamıyorum.<br />

Nasıl oldu da Tim Burton ve Müge Anlıyı<br />

aynı cümle içinde kullandım?!?! Ayşe<br />

teyze beni hemen etkisi altına alıyor<br />

kendimi korumam lazım. Filme devam<br />

ediyoruz!<br />

Çiftimiz paraya para dememeye<br />

başlıyorlar. Margaret evde resimleri<br />

çiziyor Walter ise kendi çiziyormuş gibi<br />

ortalarda dolanıyor ve bütün iltifatları,<br />

ilgiyi topluyor. Küçücük bir yalan olarak<br />

başlayan hikaye büyüyor da büyüyor.<br />

Margaret hayali bir ressam gibi hissetmekten<br />

bunalımın eşiğine geliyor, kızından<br />

bile saklamaya çalışıyor. Kurdukları yalan<br />

bütün hayatlarını ele geçiriyor.<br />

A: Şimdi sorarım işte ikisinin de hayalleri<br />

gerçek oldu mu? Oldu! Kadın ünlü bir<br />

ressam olmak istiyordu adamsa zengin.<br />

İkisi de hayallerine ulaştı değil mi? Peki<br />

niye ikisi de mutsuz? Hadi bakalım.<br />

B: Çünkü yalan bir hayal yaşıyorlar daha<br />

doğrusu yaşadıkları her şey bir yalanın<br />

üzerine kurulu.<br />

A: Aferin yani neymiş, zafere giden yolda<br />

her şey mübah değilmiş. Sokrates ne<br />

demiş?<br />

B: çüşşş!!!<br />

A: Hayır öyle dememiş. Demiş ki “bir<br />

adamın değeri ne denli az olursa olsun,<br />

ölür müyüm kalır mıyım diye<br />

düşünmemelidir. Bir iş görürken doğru<br />

mu eğri mi davrandığını, yiğit bir adam<br />

gibi mi yoksa ödlek bir adam gibi mi<br />

davrandığını düşünmelidir yalnız.” Yaaa<br />

Çok iyi demiş tabi de, yani Ayşe teyze<br />

bunu nerden duymuş ve nasıl hatırlıyor<br />

ben onu merak ediyorum. İşler filmde<br />

olduğu gibi bizde de karışmaya başladı.<br />

Tim Burton, Müge Anlı şimdi de<br />

Sokrates.. bütün bunların dışa vurumu<br />

ise şöyle oldu.<br />

B: Haklısın Ayşe teyze, haklısın Sokrates<br />

abi, Tim bey bunları ne de güzel<br />

anlatmışsınız filminizde ve sevgili Müge<br />

hanım sizin hala bu yazıda ne işiniz var<br />

anlayamadım.<br />

A: Müge hanım kim yahu, ne diyorsun<br />

kızım sen?<br />

B: Müge değil ya Margaret dedim<br />

yani öyle mi oldu Müge mi oldu yok<br />

yani ne alaka canım Müge kim o<br />

yani ben de öyle diyorum aslında<br />

kim yahu bu Müge diyorum ne işi<br />

var şu an kafamda dolanıyor yani<br />

fonda, git diyorum ben de zaten<br />

çık diyorum kendi programına<br />

dön bizi rahat bırak ayrılanları<br />

barıştır, kayıpları bul. Git yani sabah<br />

kuşağına ne işin var ya senin Tim<br />

Burtonla nasıl beynimi ele geçirdin<br />

seni Sokrates abime şikayet ederim<br />

bak kızdırma beni aaaaa..<br />

Bayılmışım… kendime geldiğimde<br />

karşımda kafasında “MÜGE ANLI”<br />

yazılı bir bandanayla Tim Burton<br />

saçlı bir Sokrates elime kolonya


döküyordu.. tamam tamam bitiriyorum<br />

bu muhabbeti. Karşımda “bu kızın<br />

beynine giden oksijen miktarı kaç<br />

acaba?” bakışlı bir Ayşe teyze vardı<br />

sadece. Margaret ise daha fazla bu<br />

yalanları saklamak istemediğini ve<br />

Walter’i terk edeceğini söylüyordu.<br />

A: Ah be kızım ah be güzelim geç bile<br />

kaldın! Bırak bu pislik herifi de ne hali<br />

varsa görsün. Al kızını da kaç kurtar<br />

kendini.<br />

Tam olarak böyle oldu Margaret evin<br />

içinde dolanan kocası zannettiği kibirli,<br />

ressam numarası yapan adama<br />

daha fazla dayanamadı ve onu terk<br />

etti. Walter tabi ki boşanmak istemiyor<br />

ve esas ressamın kendisi olduğu<br />

konusunda itibarının son damlasına<br />

kadar savaşıyor. Tabi ki bu savaşı Margaret<br />

kazanıyor ama Walter nefesinin<br />

de son damlasına kadar bu yalanı<br />

inkar ederek yaşamaya devam ediyor.<br />

2 hayalperestin ili ayrı sonu oluyor<br />

biri mutlu son, biri mutsuz son!<br />

A: İşte kadınında bir suçu yok aslında<br />

zayıflığından adama sığında e paraya<br />

da ihtiyacı var adam da kullandı<br />

bunu. Neyse ki sonunda aklı başına<br />

geldi. Beril bak kızım her şey satılıktır<br />

bu hayatta hayaller dahil! Sen sen ol<br />

hayallerini sadece para için satma,<br />

karşılığında mutluluk, itibar, huzur ve<br />

yeni hayaller sunuyorsa sat gitsin,<br />

sadece para uğruna satarsan banka<br />

hesabın kabarır, göğsün değil!<br />

Ayşe teyzem ya yine yaptı<br />

aforizmasını! Bana da diyecek bir<br />

şey bırakmadı. Hayallerin her geçen<br />

gün büyümesi ve gerçekleşmesi<br />

dileğiyle…<br />

Ayşe teyze her filmimde varsın!


BİR KÜLTÜR<br />

DÜRÜST ÖYKÜ<br />

ANLATIMI<br />

OLMADAN<br />

GELİŞMEZ<br />

FIRAT SAYICI<br />

UZUN FİLMİN KISASI<br />

Penaber filmiyle beni<br />

çok etkileyen Ramazan<br />

Kılıç ile ilginç bir söyleşi<br />

yaptık. Yönetmenin<br />

sinema üzerine<br />

görüşlerini<br />

önemsiyorum.<br />

Bu ay köşemde Sabancı Vakfı<br />

Kısa Film Yarışması’nda “Penaber”<br />

adlı çalışmasıyla ödül alan<br />

Ramazan Kılıç var.<br />

Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />

misin?<br />

1993 Ağrı doğumluyum. İlkokul ve<br />

ortaokulu burada bitirdim. Daha sonra<br />

futbolcu olma isteğiyle Bolu’ya gittim.<br />

Bolu Spor altyapısında 4 sene top<br />

koşturdum. Lise eğitimimi Bolu Emine-<br />

Mehmet Baysal Lisesinde tamamladım.<br />

Şu an İstanbul Şehir Üniversitesi<br />

Sinema ve Televizyon bölümü 3.<br />

sınıf öğrencisiyim. Aynı üniversitenin<br />

Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden<br />

de yan dal yapmaktayım. İstanbul’da<br />

yaşıyorum.<br />

Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />

Bana göre bir kısa filmin değeri kısa<br />

ama etkili olmasıyla ölçülür. Dolayısıyla<br />

böyle bir tanım yapmakta doğru olur<br />

diye düşünüyorum. Kısa ama etkili filmlere<br />

kısa film diyebiliriz.<br />

Biraz Penaber’den ve onu çekme<br />

nedenlerinden bahseder misin?<br />

Aslında Penaber üniversitede aldığım<br />

Deneysel Sinema ve Video dersi<br />

kapsamında ortaya çıktı. Aklımda<br />

sadece bir fikir olarak vardı. Dedelerimizin<br />

Hac’dan getirdikleri oyuncak<br />

fotoğraf makinesini bir anlatım aracı<br />

olarak kullanabilir miyim diye düşünüp<br />

duruyordum. Daha sonra bu fikir üzerinde<br />

çalıştıkça hikaye kendiliğinden<br />

ortaya çıkıverdi. Mülteci bir kadının<br />

geçmişteki mutlu hayatını en kısa<br />

sürede nasıl anlatabilirim, sorusunun<br />

cevabıdır filmin son hali. Filmin fikri<br />

çok güzeldi. Anlatacağımız hikaye<br />

bu fikirle birleşince ortaya iyi bir film<br />

çıkacağını tahmin ediyordum çünkü fikri<br />

paylaştığım insanlardan cesaret verici<br />

geri dönüşler alıyordum. Ortada güzel<br />

bir fikir ve bu fikre hizmet edecek bir<br />

senaryo olduğu için Penaber’i çekmeye<br />

karar verdik. Güzel ve çalışkan bir ekiple<br />

Penaber’i iki günde çektik. Bu filmde<br />

üniversitedeki Suriyeli arkadaşlarım


da rol aldı. Ana karakterimiz Diyarbakırlı Hülya<br />

Ablamız. Kendisi cafe işletmecisi. Küçük kızı<br />

oynayan küçük oyuncu yine Suriyeli bir kız. Bir<br />

filme fikir aşamasından başlayıp son aşamasına<br />

kadar inandığınız zaman ortaya gerçekten güzel<br />

bir iş çıkıyor. Penaber de böyle bir film<br />

oldu bizim için.<br />

Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa<br />

filme ne gibi katkıları olabilir? Neler<br />

götürür?<br />

Teknolojinin kısa filme götürdüklerinden<br />

çok katkısı olduğunu<br />

düşünüyorum. Çünkü teknoloji sayesinde<br />

şu aşamada film çekmek daha<br />

kolay ve daha ucuz bir hal aldı. En<br />

azından kısa filmciler için. Ancak bu<br />

durumun handikapları da var. Teknolojiyi<br />

öykü anlatımına faydalı bir şekilde<br />

kullanmayan insanlar film tasarımına<br />

zarar veriyorlar. Filmde kullandıkları<br />

yeni bir teknik ya da yeni bir araç o<br />

öyküye hizmet etmediği halde sırf kullanmak<br />

olsun diye kullanan insanlar<br />

var. Film yapmak bir tasarım işi. Biçim<br />

de içerik de birbirine hizmet etmeli<br />

bana göre. Her öykünün kendine<br />

has bir anlatım dili vardır. Bu anlatım<br />

dili bulunduktan sonra buna hizmet<br />

edebilecek teknolojik araç ya da<br />

teknik neyse o kullanılmalı diye<br />

düşünüyorum.<br />

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin,<br />

yerli ve yabancı yönetmenler kimler?<br />

Genelde senarist-yönetmenleri<br />

örnek alıyorum. Türkiye’de Yavuz<br />

Turgul ve Yılmaz Erdoğan<br />

sinemasını örnek alıyorum. Woody<br />

Allen, Charlie Kaufman ve Wes Anderson<br />

ise sinemasını örnek aldığım<br />

yabancı senarist-yönetmenler.<br />

Türkiye’deki film festivalleri ve kısa<br />

filmcilere yaklaşımları konusunda<br />

neler söylemek istersin?<br />

Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması<br />

katıldığım ilk kısa film yarışmasıydı.<br />

Eğer Türkiye’deki diğer kısa film<br />

yarışmaları da Sabancı Vakfının<br />

düzenlediği yarışma gibiyse kısa<br />

filmciler yaşadı. 4 gün boyunca biz<br />

kısa filmciler için çok faydalı olabilecek etkinliklere<br />

katıldık. Sektörün önde gelenleri ile<br />

bu etkinliklerde buluştuk. Örneğin Perspektif<br />

Buluşmaları adı altında Tolga Karaçelik, Stefan<br />

Arsenijevic ve Sahraa Karimi deneyimlerini


izimle paylaştı. Ustalık Sınıfı’nda Yeşim<br />

Ustaoğlu, Pusula Oturumu’nda Alin Taşçıyan,<br />

Baran Seyhan, Levent Erden, Nesim Bencoya<br />

ve Sevil Demirci’ye sorularımızı yönelttik. Filmlerimizin<br />

bir sonraki adımı için önemli bilgiler<br />

aldık. Ayrıca Zeynep Atakan ve Suzan Güverte<br />

sayesinde yapımcı ve yatırımcı arasındaki farkı<br />

anlamış olduk. Mavi halıda yürüme ve Photocall<br />

çekimi de cabası. Bu kadar iyi organize edilmiş<br />

kısa filmcilere bu kadar değer veren festivallerin<br />

çoğalması gerekiyor. Sabancı Vakfının<br />

düzenlediği festival her açıdan biz kısa filmcileri<br />

motive etti, cesaretlendirdi. İkinci filmime<br />

başladım bile...<br />

Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…<br />

Bir kültür, dürüst ve güçlü öykü anlatımı olmadan<br />

gelişmez. Toplum, tekrar tekrar parlak<br />

ama içi boş, sahte öykülerle karşılaştığı zaman<br />

dejenere olur. Bizim, insan ruhuna ve toplumun<br />

karanlık köşelerine ışık tutan gerçek öykülere<br />

ihtiyacımız var. Dolayısıyla, gelecek planlarım<br />

arasında iyi bir senarist-yönetmen (öykü<br />

anlatıcı) olmak var.


SERDAR AKBIYIK<br />

n Michelle Williams Montana’da beş çocuklu<br />

bir ailenin kızı. Üç üvey kardeşe sahip<br />

olan Michelle taşralı kız olmanın kendine<br />

çok şey kattığını söylüyor. Michelle 15<br />

yaşındayken ebeveynleri boşanmış. Ama<br />

o zamana kadar kendi yolunu çizmiş güzel<br />

yıldız. 14 yaşındayken Lassie filminde<br />

rol aldı. Hemen bir yıl sonra ise Species<br />

filminin kadrosuna girmeyi başardı. 1997<br />

yılında ise Jessica Lange ve Michelle<br />

Pfeiffer’la beraber rol aldığı A Thousand<br />

Acres filmi dikkatleri onun üzerine çekti. Bu<br />

filmindeki başarısı sayesinde ünleneceği<br />

Dawson Creek dizisinde Jen lindley karakterini<br />

canlandırdı. Daha sonra ise birçok iyi<br />

filmde rol aldı. Bu filmlerin çoğu bağımsız<br />

yapımlardı ve gerçekten iyi performanslar<br />

gerektiriyordu. Michelle hepsinin altından<br />

başarıyla kalktı. 2005 yılında ise onun<br />

hayatını sonsuza kadar değiştirecek projeye<br />

katıldı. Brokeback Mountain filminin<br />

setinde Heath Ledger ile çıkmaya başladı<br />

bu beraberlikten Matilda adlı kızları oldu.<br />

2007 yılında ise çift ayrıldı. Trajediyse<br />

bundan sonra başladı. Hemen bir yıl sonra<br />

Heath Ledger hayatını kaybetti. Michelle<br />

Heath ledger’ın kaybı için onu özlüyorum<br />

diyor, “Özellikle ilk zamanlarda yüreğimde<br />

bir yara ile dolaştım. Onunla kızımın ilk<br />

adım atışını seyrettik. Herşeyi paylaştık.<br />

Şimdi de kızımla beraber hep onun bizim<br />

yanımızda var olduğunu düşünüyorum.<br />

Bazı yönlerden ondan gitgide uzaklaştığım<br />

düşüncesi beni üzüyor” diyerek sözlerini<br />

bitiriyor. Bu trajedinin ardından Michelle<br />

filmlerine devam etti. Ve Marilyn ile Bir<br />

Hafta filmiyle Oscar adaylığını kazandı.<br />

Suit Francaise filminden sonra ise bu yıl<br />

Manchester By The Sea filmiyle karşımıza<br />

gelecek. Bütün filmlerinin içinde en etkisiz<br />

rolü bu olsa gerek ama kaderin cilvesine<br />

bakın ki bu rolle Oscar adayı Michelle Williams.<br />

Michelle Williams Dawson Cre<br />

iyi sanatçısı olarak anıldı. 201<br />

canlandırma cesaretini göster<br />

chester By The Sea filminde h


ek’ten beri iyi filmlerin<br />

2’de Marlyn Monroe’yu<br />

en yıldız Oscar adayı Manarcandı.<br />

MICHELLE WILLIAMS’A<br />

YAZIK OLDU


DEV’İN YOLU<br />

HİNT YOLU<br />

n Dev Patel 23 Nisan 1990 yılında<br />

Londra’da doğan oyuncu Hint asıllı<br />

İngiliz aktör olarak anılıyor. Jamal Malik<br />

adında bir çocuğu oynadığı Danny<br />

Boyle tarafından yönetilen Slumdog<br />

Millionaire / Kim Milyoner Olmak<br />

İster filmi Altın Küre ödülü ve en iyi<br />

film dalında Oscar aldı. Karakuşak<br />

sahibi olan Patel aynı zamanda<br />

Dublin’de yapılan Dünya Tekvando<br />

şampiyonasında bronz madalya sahibi olmuştur.<br />

Daha sonra M. Night Shyamalan’ın yönettiği Avatar: Son<br />

Hava Bükücü filminde Zuko karakterini canlandırdı. John<br />

Madden imzalı Hayatımın Tatili filminde annesiyle birlikte<br />

Hindistan’da otel işleten genç adamı canlandıran Patel,<br />

filmin 2015 yapımı devam fiminde de rol aldı. Filmin pozitif<br />

havasının otelde olma isteği<br />

uyandırdığı filmden sonra Patel<br />

Chappie fiminde rol aldı ama filmin<br />

etkisi yönetmen Neil Blomkamp’ın<br />

ilk filmi Distcrit 9 kadar etkili olmadı.<br />

Oyuncu bu ay karşımıza gerçek bir<br />

hilkayeden uyarlanan Lion flminde Saroo olarak çıkacak.<br />

Küçükken kaybolan, başka bir aile tarafından evlat edilen<br />

çocuğun genç bir adam olduktan sonra ailesini arayış<br />

öyküsü aynı zamanda en iyi film dalında Oscar adayı…<br />

BANU BOZDEMİR


MASUM<br />

Türkiye’nin ilk yerli<br />

online dizisi Masum,<br />

27 Ocak tarihinden<br />

itibaren Blu TV’den<br />

izleyicilerle<br />

buluşmaya başladı ve<br />

şimdiden gerek<br />

sosyal medyada<br />

gerekse arkadaş<br />

sohbetlerinde çokça<br />

konuşulur oldu.<br />

MASUM BİR BABA ÇOCUĞU<br />

İÇİN NELER YAPAR?<br />

NERGİZ KARADAŞ<br />

DİZİFUN<br />

Türkiye’nin ilk yerli online dizisi Masum, 27<br />

Ocak tarihinden itibaren Blu TV’den izleyicilerle<br />

buluşmaya başladı. Hali hazırda iki bölümünün<br />

yayınlanmış olması ve Blu TV’nin 7 günlük ücretsiz<br />

deneme süresi tanıması dizinin çok sayıda izleyiciye<br />

ulaşmasını sağladı ve şimdiden gerek sosyal medyada<br />

gerekse arkadaş sohbetlerinde çokça konuşulur<br />

oldu Masum.<br />

Konusu ve özellikle oyuncu kadrosu ile henüz<br />

yayınlanmadan dikkatleri üzerine çekmeyi başaran<br />

Masum’u, D Productions’ın yapımcılığında Berkun<br />

Oya kendi tiyatro oyunu “Bayrak”tan uyarlayıp<br />

senaryolaştırmış ve Seren Yüce’de yönetmenliğini<br />

üstlenmiş. Her biri 60 dakikalık 8 bölümden oluşan<br />

dizinin oyuncu kadrosunda Haluk Bilginer (Cevdet),<br />

Nur Sürer (Nermin), Ali Atay (Yusuf), Okan Yalabık


(Tarık), Serkan Keskin (Taner), Tülin Özen<br />

(Emel), Bartu Küçükçağlayan (Selim) ve Mehmet<br />

Özgür (Selahattin) yer alıyor. (Dikkat!!! Yazının<br />

devamı spoiler içerir)<br />

Pandora’nın Kutusunu Kim Açtı? Ailenin Çürük<br />

Elması Kim?<br />

Masum adlı dizinin bir polisiye ve aile dramı<br />

olduğu henüz fragmanı yayınlanmadan önce bile<br />

biliniyordu. Hali hazırda bu yazı yazıldığı esnada<br />

yayınlanmış olan ilk iki bölüm, dizide bu iki türün<br />

oldukça başarılı bir şekilde harmanlandığının<br />

göstergesi oldu. Bu süreçte, bir yandan hikâye<br />

ilmek ilkmek örülürken diğer yandan yavaş yavaş<br />

karakterlerle tanışırız.<br />

Cinayet büroda görevli Yusuf’un doğduğu ve<br />

büyüdüğü kasabaya elinde bir suç dosyası ile<br />

geri dönmesi ve bu suç dosyasının öznelerinin<br />

eski komiser Cevdet ile eşi Nermin ve küçük oğlu<br />

Tarık olması yıllar sonra bu aile ile Yusuf’un<br />

yollarının tekrar kesişmesine ve sır<br />

perdesinin aralanmasına neden<br />

olur. Yusuf onların öldüğünü<br />

sandığı ya da öyle göründüğü<br />

büyük oğulları Taner’in çocukluk<br />

arkadaşıdır. Yusuf’a bu yolculuk<br />

ve aslında gizli soruşturma<br />

sürecinde istemeden de olsa kızı<br />

Elif de eşlik eder. Elif babasından<br />

ayrı olan annesinin ve onun yeni<br />

eşinin yanından kaçarak babasının<br />

yanına gelmiştir.<br />

Hikâye ilerledikçe yaşanan gelişmeler ve<br />

flashbacklerle (geriye dönüşlerle) büyük oğlan<br />

Taner’in aslında ölmediğini, onun yaşadığını<br />

Tarık’ın bile bilmediğini, ağabeyi ve kendi karısı<br />

Emel’i trafik kazasında öldüğünü sandığını,<br />

Tarık’ın aslında uzun zamandır şizofren olduğunu<br />

ve Cevdet’in onun durumuna ilişkin bir raporu<br />

ortadan kaldırdığını, Taner ve Cevdet arasında<br />

gergin bir durum olduğunu, Taner’in önceki<br />

süreçte bir mezar kazıp, Emel’in çalıştığı şirkette<br />

çalıştığını bildiğimiz Selim’i oraya gömdüğünü<br />

öğreniriz. Bu bilgiler bir yandan şimdiye kadar<br />

olan olaylara ilişkin bilgi verirken diğer yandan<br />

da ilerleyen süreçte yaşanacak olanlara ilişkin<br />

ipuçları veriyor. Ancak şuana kadar izlediklerimiz<br />

bir süre önce mutlu olan ya da en azından mutlu<br />

görünen ailede pandoranın kutusunu kimin<br />

açtığına ve/veya ailenin çürük elmasının kimin<br />

olduğuna ilişkin soruları şimdilik havada<br />

bırakıyor.<br />

Peki, Dizi Tutar mı?<br />

Masum, Türkiye’de ilk kez denendiği ve dizilerin<br />

çekilme ve izlenme pratiklerine yeni bir soluk<br />

getirme ihtimali olduğu için oldukça kıymetli<br />

benim için. Reklam olmadan izleyebilmek ise<br />

ayrı bir keyif. Bunların yanı sıra Masum’un<br />

özellikle süresi ve stoklu çalışılmış olması<br />

çalışma koşullarının daha elverişli olması<br />

noktasında umut ışığı yakıyor. Süre daha kısa<br />

dolayısıyla çalışma koşulları daha insanidir diye<br />

düşünmekten alamıyorum kendimi.<br />

Bu olumlu noktaların yanı sıra gözüme<br />

fazlasıyla batan birkaç noktaya da değinmeden<br />

geçemeyeceğim. Bunlardan ilki bir tek bana<br />

mı fazla geldi bilmiyorum ama dizi bende zaten<br />

küfür serbest hadi bu sahnede de<br />

olsun diye bir yaklaşım sergilendiği<br />

yönünde bir his yarattı. Zira kimi<br />

sahnelerde yer alan diyaloglarda<br />

küfürlere fazla vurgu vardı.<br />

Masum’un beni en çok cezbeden<br />

noktalarından bir diğer dizilerimize<br />

kıyasla kısa süresine<br />

istinaden gereksiz uzun çekim<br />

ve diyaloglara yer verilmemiş<br />

olması yönündeki beklentimdi.<br />

Ama kimi noktalarda bu<br />

konuda hayal kırıklığına uğradım ve<br />

dizinin ilerleyen bölümleri için tedirgin olmadım<br />

desem yalan olur. Bu sahnelerden ilki Tarık’ın<br />

kayalıklarda Emel’in hayaliyle oturduğu ve<br />

sonradan denize atladığını düşündüğü sahnede<br />

Cevdet ve Yusuf’un onun ne yaptığına<br />

anlam veremediklerine ilişkin diyaloglarında yer<br />

alan gereksiz tekrar ve açıklamalardı. Bir diğer<br />

sahne ise ağaçtan düştükten sonra ameliyatın<br />

ardından odada yatan Elif’in başında bekleyen<br />

Yusuf’a hemşirenin “Hiç bir şey yemediniz<br />

herhâlde… Kantin kapanacak” diye haber<br />

vermesi. Öyle tahmin ediyorum ki bu diyalog<br />

bir tek bana gerçekten uzak gelmemiştir. Bunlar<br />

ufak ayrıntılar genel anlamda dizinin senaryosu,<br />

karakterizasyonu, prodüksiyonu, ses<br />

tasarımı gibi bir çok noktada başarılı olduğunu<br />

düşünüyorum. Umarım izleyicilerin dizilerden<br />

beklentilerinde olumlu yönde bir değişim yaratmaya<br />

yardımcı olur Masum.


AMERiKANLAŞSAK MI<br />

RUSLAŞSAK MI<br />

SORUNSALI<br />

ŞENAY TANRIVERMİŞ<br />

EPISODE<br />

2013’ten beri her sezon sonrası<br />

yeni sezon onayı alan ve çok<br />

sıkı bir hayran kitlesine karşın<br />

bir o kadar da eleştiriye maruz kalan<br />

ilginç bir dizi. Çünkü hikaye Amerikan<br />

yakın tarihini iki karşı gözün ekseninde<br />

işlerken ‘öteki’ye söz hakkı<br />

tanıyarak kendi meselesinin içine<br />

girmeyi seçiyor. İşte kıyamette buradan<br />

kopuyor zaten; kimileri ‘neden<br />

iki Rus ajanın perspektifinden Amerikan<br />

tarihini ve kutsallığını gölgeleyen<br />

bir iş yapılıyor’ diye kızıyor, kimileri<br />

de ‘yine çaktırmadan egemen Hollywood<br />

politikasıyla Amerikan güzellemesini<br />

Ruslar’ın ağzıyla yaptırıyor’<br />

diye deliriyor. Pekiyi hangisi mi? İki<br />

tarafı da haklı ve haksız çıkartacak<br />

müthiş bir denge cidden objektif<br />

olduklarına inandıracak kadar<br />

ustalıklı, mesafe ayarı bilinçli ve mesajlar<br />

bilinç değil bilnçaltına empoze etmek<br />

üzere sinsi kodlarla dolu… Üstelik<br />

anlatı casusluk türüne ait olduğunu hiç<br />

unutmadan sürekli yeni komplo teorileri<br />

ile hem akla hem de tempolu takip sahneleri<br />

ile göze hitap ediyor.<br />

Soğuk Savaş döneminde iki Rus<br />

ajanının Amerika’ya sızması üzerinden<br />

KGB’ye karşı FBI,<br />

Amerikan yaşam biçimine karşı Rus<br />

aile yapısı ve değerleri ve son olarak da<br />

bireysel olarak bu ayrışmanın ortasında<br />

kalan bireyler üzerindeki yıkıcı etkisindeki<br />

benzerlik ve farklılıklar ele<br />

alınıyor. Tabii hal böyle olunca Rus<br />

veya Amerikan aşırı uçlardaki izleyici<br />

için diziyi okuma biçimi hassas milli<br />

değerler kanallarından gelişiyor. Subliminal<br />

düzeyde Amerikan politikasının<br />

onaylandığını ve Rusların yine en<br />

acımasız, sinsi ve içimize kadar sızan<br />

kurnaz vahşiler olarak gösterildiğini<br />

söyleyerek kızanlar az değil. Ancak<br />

tam tersine Rusları sempatik ve Amerikan<br />

insanından farklı göstermediği<br />

için diziye söylemediğini bırakmayan<br />

da bir o kadar çok! Neticede Soğuk<br />

Savaş döneminde dünyayı ikiye bölen<br />

Doğu ve Batı kutuplaşması ve bu kalın<br />

kontürlerle tanımlanan insanoğlu<br />

önyargısının henüz hafızalardaki yerinin<br />

taze olduğu ortaya çıkıyor. Ve<br />

yine de diziden vazgeçilemiyor çünkü<br />

beğenenler sevdikleri için sevmeyenler<br />

ise yine ne zararlı fikirler empoze<br />

edildiğini görmek için izlemeye devam


ediyorlar. Kaldı ki dizi içerik ve yapı olarak<br />

yeterince başarılı olduğu için büyük seyir<br />

zevki vererek her iki kesimi de kucaklıyor.<br />

Rus ajanlar iki çocuklu klasik bir Amerikan<br />

ailesi görünümüyle ve hem de burnunun<br />

dibindeki FBI’da çalışan komşularıyla iç içe<br />

aynı sokakta oturuyorlar. Tam da dönemin<br />

ülkenin her tarafına dağıldığı düşünülen Rus<br />

ajan korkusuna denk düşen bir denklemde<br />

seçilen bir mekan söz konusu yani. KGB’li<br />

Rus ajan Jennings ailesinin penceresinden<br />

FBI’lı Amerikan ajan Beeman’lar görünüyor.<br />

Aslında artık iyice paranoyaklaşan Amerikan<br />

toplumunun gizli korkularını hortlatarak<br />

adeta ‘alarm’ çalıyor. Yüzüne gülümseyen<br />

karşı komşun kim biliyor musun, gerçekten<br />

tanıyor musun, ya Amerikalı değilse! En<br />

fenası oluyor ve Amerikan görünümlü Ruslar<br />

içlerine kadar sızıyor ancak daha da fenası<br />

oluyor ve Amerikan rüyası ve yaşam biçimi<br />

öyle rahat, aydınlık ve refah ki Rusların ruhuna<br />

da bu rüyanın ışıltısı sızıyor. Evet<br />

Jeenings’ler sadece Beeman’lere değil kendi<br />

içlerindeki Amerikanlaşmaya karşı da mücadele<br />

etmek zorunda kalıyorlar. E haliyle<br />

Amerikan rüyasının içindeyken Rus ideallerini<br />

korumak zorlaşıyor. Çünkü oğlunla evinin<br />

bahçesinde beyzbol oynamanın keyfi doyumsuz,<br />

kızınla alışveriş merkezinde çeşitlerden<br />

çeşit beğenmek zenginlik, geniş Amerikan<br />

mutfaklı evinde kahvaltı etmek mutluluk veriyor<br />

ve tüm bunlara alışmak kolay vazgeçmek<br />

ise ölümden zor gelebiliyor. Amacından zaman<br />

zaman sapma rotasında bocalayan Rus<br />

ajanlar bu küçük ritüellerden oluşan yaşam<br />

biçimine teslim olmayı isteyerek, kendini ve<br />

çocuklarını korumaya ve daha konforlu bir<br />

yaşama geçmeye kimi zaman can atıyorlar.<br />

Aslında salt Amerika’da değil bütün dünyada<br />

Amerikanlaşan aile yapısına bakınca<br />

Jeenings’lere kızmak mümkün görünmüyor.<br />

Ne var ki sonunda birinden biri içindeki vahşi,<br />

sert ve milliyetçi damardan akan kanla misyonunu<br />

hatırlıyor ya da üstleri tarafından<br />

hatırlatılıyor. Özetle bu gelgitler üzerinden<br />

gelişen ve iki ajan ailesi üzerinden pek çok<br />

farklı kanalla Amerikanlaşma meselesini Rus<br />

ajanı bir aile ile anlatan dizi gerçekten tam bir<br />

seyirlik.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!