01.02.2017 Views

THE LORD OF THE COLLECTIONS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

NAZGUL’s<br />

Onur Öztürk<br />

Hülya Koca<br />

Gamze Gündüz<br />

Merve Çelik<br />

Nihan Aydın<br />

Casting...<br />

ELF’s<br />

Hikmet Gevrek<br />

Benan Kibar<br />

İlayda Yıldırım<br />

İsmail Keskin<br />

Ecem Diner<br />

HOBBIT’s<br />

Serhat Göktaş<br />

Özgül Güngör<br />

Derya Arpa<br />

Ayten Akça<br />

Selçuk Kaya


1. Bölüm<br />

Hobbitler Orta Dünya'da eşi benzeri olmayan bir orman içinde<br />

mutlu-mesut , etliye-sütlüye dokunmadan yaşamaya devam<br />

etmektedirler. Onlar için heyecanın ve maceranın , rafa<br />

kaldırılmış tozlu , eski bir romandan farkı kalmamıştır. Kendi<br />

yağlarında kavrulmaya devam ederler. Ne var ki, su uyur düşman<br />

uyumaz diyen Nazguller kayıp kentte tahsilat aramaya devam<br />

etmektedirler. Karanlık iyice çökmüştür ve Elf diyarına oldukça<br />

yaklaşmışlardır. Keskin gözlere sahip olan ELF'ler, Nazgul'lerin<br />

yaklaştığını farkederler. Nagzul'ler de farkedildiklerini farketmiş<br />

olsa gerek, Gözcü Elf Ecem'in peşine takılırlar. Nazgul'ler<br />

oldukça süraatlidirler. Bir arada olduklarında çok güçlüdürler. Bir<br />

anda hepsi birden dağılır ve Ecem'in yoluna çıkan Gamze<br />

kılıcıyla bir darbe indirir. Ecem çok ciddi yara alır. Yaralı halde<br />

sırtından çıkardığı oku can havliyle bir anda Nazgul'lerin arasına<br />

gönderir ve zehirli ok Merve'ye saplanır. Bu karışıklıktan<br />

faydalanan ve kendini korunaklı kentin içine atan Ecem, diğer<br />

arkadaşlarının yapmış olduğu şaşırtma büyüsü ile kendilerini<br />

Nazgul'lerden gizlerler. Ecem çok ağır yaralanmıştır.<br />

Nazgul'lerden Merve hafif bir sıyrık ile durumu atlatmış olsa da,<br />

zehrin etkisi geçmeye başlamış ve grubu ile karanlık ormanlarda<br />

izlerini kaybetmişlerdir.


2. Bölüm<br />

Sıradan bir gün. 1. Bölümde Nazgul'ler ve Elf'ler arasında geçen<br />

çetin mücadelenin ardından sular biraz duruldu. Nazgul'ler<br />

güçlerini toparlamak için kabuklarına çekilmiş durumdalar.<br />

Merve almış olduğu darbeyi çabuk atlatmış, eski gücüne<br />

kavuşmuş gözüküyordu. Elf'lerde durum biraz daha kritik hal<br />

almaya başladı. Şişli Memorial'a kaldırılan Ecem'in, yoğun<br />

tedavisi devam etmekte. Ecem'e saldıran Gamze'nin peşine<br />

takılan Hikmet , Hobbit'lerin kurduğu kapana takılmış ve<br />

ayağından yaralanmıştı. Canı çok yanıyordu. Issız ormanda tek<br />

başına kalmış, çaresizce kendisini bulacak bir Elf yoldaşını<br />

bekliyordu. Hikmet'in akıbetini bir sonraki bölümde<br />

açıklayacağız. Hobbit'ler yaşamlarına kaldığı yerden devam<br />

ederlerken, aralarında toplayıcılık görevini üstlenen Selçuk'un<br />

başına talihsiz bir kaza gelmiştir. Grubunun yemek ihtiyacını<br />

karşılamak için ağaçtan yemiş toplamaya çalışan Selçuk, düşerek<br />

ayak bileğini incitmişti.


3. Bölüm<br />

Bugün günlerden Hobbit!.. Zaferin timsali Hobbitler için kış<br />

uykusu sona ermişti. Selçuk'un yaralanmasını Elf'lere bağlayan<br />

Hobbit'ler Kraliçesi Ayten intikam duygusuyla yanıp tutuşuyordu.<br />

Şişli Memorial'da yoğun tedavi gören Ecem'i sözde ziyaret ettiler.<br />

Yoldaşları diğer Elf'leri oyalamak suretiyle, evet onu da yaptılar.<br />

Ayten sinsice Ecem'in odasına girerek yaşam ünitesi fişini<br />

çekerek Ecem'in hayatına son verdi. Kimse uyanmadan apar topar<br />

oradan ayrıldılar. Elf'ler artık 4 kişiydiler. Hastaneden koşa koşa<br />

çıkmaya çalışırken Derya merdivenlerden yuvarlanmıştı. O kadar<br />

heyecan yüklüydüler ki, Derya'nın arkadalarında kaldıklarının<br />

farkında bile değillerdi. Kan kokusu Orta Dünyayı sarmıştı.


4. Bölüm<br />

Elf'ler ağır yaralı. Elf diyarının Lady'sinin büyük kaybı, tüm Orta<br />

Dünya düzenini değiştirmişti. Tüm ırklar kan istiyordu.<br />

Hastanede yalnız başına kalan Derya, Nazgul'lerin kıskacına<br />

takılmıştı. Gizlice havalandırma boşluğuna giren Derya'nın kalbi<br />

bir saatin tiktakları gibiydi. Her an yakalanacakmış endişesi<br />

içersinde yavaş yavaş ilerliyordu. Omuzundaki yarasına rağmen<br />

çıkış noktasına yaklaşmıştı. Kan kokusunu alan Nazgul'ler<br />

tesadüfen çıkış noktasında bekliyorlardı. 2. Bölümde<br />

Hobbit'lerden Selçuk'un topladığı tüm yiyecekleri yiyen Derya,<br />

ağırlığının vermiş olduğu basınçla havalandırma boşluğundan bir<br />

anda Nazgul'lerin arasına düşmüştü. Herkes şoktaydı, birbirlerine<br />

bakıyorlardı. Bu beklenmedik bir durumdu. Oradan<br />

çıkamayacağını düşünen ve etrafında hiç bir yoldaşını göremeyen<br />

Derya, tüm gücünü toparladı ve çıkardığı ateş topunu , üzerine<br />

gelmekte olan Hülya'nın üzerine atıverdi ve halsiz bir biçimde<br />

dışarıda bekleyen Serhat, Ayten ve Özgül'ün yardımıyla oradan<br />

uzaklaştı. Nazgul'lerin iyilik meleği Gamze durumu farketmiş ve<br />

yerde alevler içinde kalan Hülya'nın üzerine yaptığı itfaiye<br />

hortumu büyüsü ile sadece alevleri dindirebilmişti.<br />

Hülya çok zayıf kalmıştı. Diğer arkadaşları da çevresinde çember<br />

oluşturmuş, O'nu koruyorlardı. Koruma büyüsünü farketmeyen<br />

Hobbit Kraliçesi Ayten, Hülya'nın kalan gücünü de bitirmek için<br />

yeltense de, başarılı olamamış, hafif yaralanmıştır. Artık savaş<br />

kaçınılmaz bir hal almıştı.


Hafta Finali<br />

Orta Dünya'da sular durulmuyordu. Herkes gittikçe yaklaşan<br />

sonun farkındaymışçasına, savaş hazırlıkları da durmaksızın<br />

devam ediyordu. Hobbitler Kraliçesi Ayten yaralarını sarmaya<br />

devam ederken, gözüne uyku girmiyordu. Gamze'nin büyüsünün<br />

etksinde kalmış olacak ki, hemen hemen her gece 2 metrelik<br />

hortum ve baret ile ormanın derinliklerine giderek itfaiye<br />

hortumu büyüsünü yapmak için çabalıyordu. Bunu, bir kraliçe<br />

olmanın verdiği kibir yüzünden kimseyle paylaşamıyordu. Bu<br />

yüzden her ormana gidişinde yalnız ve savunmasızdı. Ne var ki<br />

bu büyüyü yapmayı başardığı takdirde, tehlikeyi nasıl<br />

savuşturacağını da öğrenecekti ve bu tüm ırklar için çok büyük<br />

bir tehditti. Hülya , son saldırının ardından kendine gelmiş, çok<br />

hızlı bir şekilde iyileşmişti. Eski gücü kuvveti neredeyse ikiye<br />

katlanmıştı. Nazgul'ler tekrar bir araya gelmiş ve Kraliçe Ayten'in<br />

bıraktığı kan izlerini takip ederek yollarına devam ediyorlardı.<br />

Gecenin karanlığında Nazgul'ler ormanda yürümeye devam<br />

ederlerken, ilerde ses duymuşlardı. Gelen Ayten'in çığlıklarıydı.<br />

Oldukça sinirli gözüken Ayten hala büyüyü yapmak için uğraştığı<br />

her halinden belliydi. Nazgul'ler hemen saldırmayarak bir süre<br />

izlemeye aldılar. Ayten'in yalnız olduğundan emin olmak<br />

istiyorlardı.<br />

Ertesi gece... Ayten, yine malzemelerini alıp ormanın<br />

derinliklerine yol aldı. Başına geleceklerden habersiz her<br />

zamanki çalışma alanına geldi. Yerde yatan pelerinli bir cismin<br />

olduğunu farketti ve yaptığı büyü ile yerde yatanın etrafta<br />

kimsenin olmadığına emin olmaya çalıştı. Yavaş yavaş<br />

pelerinlinin yanına gitti. Yüzüne baktı ve onun bir nazgul<br />

olduğunu farketti.


Hafta Finali<br />

Bir anda etrafını diğer Nazgul'ler sardı ve "Öldürdüğün Hülya<br />

işte O" diye seslendiler. Ayten "ne isterseniz yaparım, kıymayın<br />

bana" dedi. Gamze buna aldırış etmeyerek, yerdeki Hülya'ya<br />

işaret etti ve Hüya elindeki kılıçla sıçrayarak Ayten'i ikiye böldü.<br />

Çok güçlü ve ölümcül bir darbe olmuştu. Her akşam Ayten'in<br />

ormana gidişini takip eden Derya yaşananları görmüş, birliklere<br />

haber vermek için hızlıca ormandan çıkmaya çalışıyordu.<br />

Arkadan "şşşşş. Meraklı cüce. haHaHaha" diye bir ses duydu ve<br />

arkasına döndüp baktığında havada asılı duran Nihan'ı gördü.<br />

Çok korkmuştu. "Koşmaya devam et" diyen iç sesini dinledi ve<br />

döndüğünde Merve'nin uzun mızrağına saplanmıştı. Merve'nin<br />

intikam almanın vermiş olduğu tebessümüne Derya'nın kanları<br />

bulaşmıştı. O gece iki Hobbit hayatını kaybetmişti. Nazgul'ler<br />

cesetleri orada bırakarak, "alçaklara kar yağıyor üşümedin mi?<br />

sen bu işin sonunu düşünmedin mi?" türküsü eşliğinde Orman'ın<br />

derinliklerinde kayboldular. Sabah olduğunda Lord Serhat acı<br />

haberi almış, doğruca Elf sarayına yola çıktı. "Ahh, sizi yerde<br />

ararken , gökten buldum Lady'm" diyen Serhat, Ecem'in mezarına<br />

çiçek koymakta olan İlayda'ya rastladı. İlayda.<br />

"Olanları gördün, dün gece yaşananları bana göstermeni<br />

istiyorum" diyen Serhat'a , "bunu yapamam, kaderin işleyişini<br />

bozamam" diye yanıtladı İlayda.<br />

Öfkesine ve sabırsızlığına dayanamayan Serhat kılıcını,<br />

İlayda'nın boğazına dayadı. İlayda korkmuştu ve zihniyle Serhat'ı<br />

kontrol etmek isterken bunu farkeden Serhat karşı hamleyle<br />

İlayda'nın boğazını kesmişti. Kanlar içinde İlayda'nın yere<br />

düştüğünü gören Serhat, dizlerinin üzerine çökmüş "böyle<br />

olmasını istememiştim" diye haykırmaya başlamıştı...


6. Bölüm<br />

Orta Dünya bugün çok sessizdi. Gökyüzü parçalı bulutlu, yer yer<br />

yağışlı. Karasal iklim yerini ılıman iklime bırakmış, güneş kan<br />

kızılı doğmuştu. Doğan güneşle birlikte Hobbit Krallığı'nda bir<br />

yandan cenaze töreni hazırlıkları sürerken bir yandan da Ebru<br />

Gündeş'ten kızıl ile mavi adlı parçayı hep bir ağızdan<br />

mırıldanıyorlardı. İkindi namazına müteakiben cenazeler<br />

kalkacaktı. Bu, onların geleneksel cenaze töreni marşıydı.<br />

Elf'lerde durum daha vahimdi. İlayda'nın hala ölmemiş<br />

olabileceği düşüncesindelerdi. Henüz cesedine ulaşamamışlardı.<br />

Herkes Nazgul'lerden şüpheleniyordu. Nazgul'ler sessiz sedasız<br />

tahsilatı aramaya devam ediyorlardı.


7. Bölüm<br />

1 ay sonra... Aradan geçen zaman verilen kayıpların izlerini<br />

silmemiştir. Serhat , güne kan-ter içinde uyanır. Gözleri<br />

kıpkırmızıi ağlamaklı bir ifadeyle kapıya doğru seslenir. O sırada<br />

kapıdan geçen Özgül meraklı gözlerle Serhat 'a bakar ve izin<br />

almaksızın içeri dalar. Serhat, rüyasında kraliçe Ayten'i<br />

gördüğünü , uçurumdan aşağı düşmekte olduğunu ve yere<br />

çakıldığında dönüp kendisine gülümsediğini aktarır Özgül'e.<br />

Kapının ağzında anlatılanlara kulak misafiri olan Selçuk elini<br />

ağzına götürmüş, kıs-kıs gülmektedir. Serhat, bir an önce<br />

toparlanmak lazım, bu bize bir işaret der ve Özgül'e<br />

hazırlanmasını söyler. Serhat ve Özgül güçlerini birleştirmişler,<br />

yaptıkları ölümcül zehirli parşomeni bir güvercinin ayağına<br />

bağlayarak Nazgul'lerin sarayına doğru uçurmuştur. Güvercin<br />

saraya doğru yaklaştığında , Hülya güvercini tek hamleyle yere<br />

sermiş, ayağında takılı olan parşomeni uzanarak almıştır. Eline<br />

aldığı parşomeni açar açmaz okumaya başlar Hülya. Okudukça<br />

gülmeye, daha da gülmeye devam eder. Yazıdaki büyü okudukça<br />

daha da şiddetini arttırmakta olup, Hülya'yı kahkaha krizine<br />

sokmuştu. Kahkahalar tüm orta dünya'da yankılanır olmuş,<br />

Hülya'nın başına toplanan arkadaşları çaresizce O'nu<br />

izlemektedir.<br />

O sırada tek başına avlanmaya çıkan Onur kahkahaları duyar ve<br />

kendi diyarına doğru atıyla hızlı hareket etmeye başlamıştır.<br />

Elf'ler çok zayıflamışlardı. Hikmet eliğini ayağını savaşlardan<br />

çektiğini tüm orta dünyaya tebliğ etmiş, ormanda bulduğu boş bir<br />

arazide bamya, barbunya, fasulye yetiştiriciliğine başlamıştı. O<br />

sırada atıyla son süraat Hikmet'in bahçesinden geçen Onur, birine<br />

çarptığını farketmiş olacak ki, bir anda duruverir. Hikmet "<br />

mahvettin bahçemi" diyerek bağırmaya başlar. Büyüyecek<br />

fasulye ile Tanrı'lara ulaşacağını inanan Hikmet'in tüm hayalleri<br />

uçup gitmiştir. Öfkesine dayanamayan Hikmet , Onur'a<br />

saldırmaya kalkışsa da, yaptığı büyüye hemen karşılık veren<br />

Onur, Hikmet'i tarla faresine çevirerek, "ben gelene kadar uslu<br />

dur, döndüğümde akıbetine karar vereceğim" demişti.


8. Bölüm<br />

Ertesi gün... Hülya'nın kahkahaları herkesin sinirini bozmuştu.<br />

Savaş çanları çalarcasına kahkaha atmaya devam ediyordu.<br />

Hülya'nın kahkahalarını tercüme eden Merve , yerde ölü yatan<br />

güvercini görünce dayanamadı ve ağzının suları bir şelale gibi<br />

akmaya başladı. Günlerdir yemek yememişti ve çok açtı. Tek<br />

hamleyle midesine afiyetle indirdi, başına geleceklerden habersiz.<br />

Hobbit'lerin simyacısı Özgül, Serhat'tan habersiz, güvercinin<br />

kanına özel hazırladığı "açlık hissi" iksiri enjekte etmişti.<br />

Güvercini yiyen Merve aniden fenalaştı. Bir anda yere oturup ,<br />

kendi ayaklarını ısırmaya başladı. Isırdıkça kanları fışkırıyor,<br />

bundan haz alıyordu. Bir yandan da "çok açım" diye bağırıyordu.<br />

Herkes şaşkınlık içindeyken, tamamen kendini yemesi 10 dakika<br />

sürmemişti. Hülya o sırada elindeki parşomeni okumayı<br />

bırakmış, Merve'nin kendini yemesine bakarak kahkahalar<br />

atıyordu. Merve'den geriye kalan yalnızca kan içindeki dişleriydi.<br />

Bu durumu fırsat bilen Hobbit'lerin haylaz çocuğu Selçuk ,<br />

Nazgul kılığına bürünerek, Hülya'nın yanında duruyordu. Aklına<br />

sinsi bir plan gelmişti. Hülya'nın kahkahalarına eşlik etmişti ve<br />

Hülya bu durumdan dolayı daha da fazla kahkaha atıyordu.<br />

Gülmekten çatlamak üzereydi ki, Elf'lerin nokta atışçısı Benan,<br />

kilometrelerce uzaktan yayını germiş, Hülya'nın alnının ortasına<br />

hedef almıştı.<br />

"Ok yaydan çıktı bi kereeeeeeeeee" diye bağırarak oku fırlattı ve<br />

Hülya'nın alnının ortasından vurdu. Bir anda ortalık sessizleşti.<br />

Selçuk hala gülüyordu. Hülya, iki kaşının ortasındaki okla yere<br />

yığıldı. Onur bir hızla Hülya'ya ilişti ve alnındaki oku tek<br />

hamleyle çıkarıverdi. Elindeki oku göğe doğru yükseltti ve<br />

Tanrı'lara bağırdı "All Star'ım ben All Star".. Ayağa kalktı ve<br />

bunu siz istediniz diyerek elindeki oku rastgele fırlattı. O sırada<br />

ok, bahçesine ektiği bamyaları kemiren Hikmet'e saplandı. Tek<br />

başına, oracıkta, bedenine girmiş olan okun acısına rağmen son<br />

nefesinde kelime-i şahadet getirdi ve gözlerini usul usul kapadı.<br />

Orta Dünya gittikçe ıssızlaşmıştı..


9. Bölüm<br />

Nazgul'ler verdikleri zayiatların etkisinden henüz<br />

kurtulamamışlardı. Onur, hastalanmış, inzivaya çekilmiş, güç<br />

toplamaya çalışıyordu. Hülya'nın hunharca katledilmesini<br />

düşüncükçe kahroluyordu. Gamze, derme çatma kulübesinde<br />

kendini şifalı otlara vermiş, kafasını güzelleştirerek içine düştüğü<br />

depresyondan kurtulmak için mücadele ediyordu. Nihan da,<br />

ormanın derinliklerinde bulduğu ıssız, boş bir barakayı kendi<br />

cenneti haline getirmeye çalışıyor, beslenmek için gelen yabani<br />

hayvanları evcilleştiriyordu. Bütün zamanını onlarla geçiriyordu.<br />

Elf'lerden yalnızca Benan ve İsmail kalmıştı. Hikmet'i aramaya<br />

devam ederken, ölüsüyle karşılaşmayı düşünmüyorlardı. Benan,<br />

Hikmet'in kokusunu takip ederek O'na ulaşabilecek yeteneklere<br />

sahipti. Hikmet'i bulduklarında, tuhaf görüntüsüyle<br />

karşılaşmışlardı. Kafası insan kafası, geri kalan kısmı tarla<br />

faresiydi. Kuyruğuna saplanmış olan oku gören İsmail, "bu bizim<br />

kuyruk acımızdır" Benan dedi. Ölenle ölünmez diyen Benan ve<br />

İsmail, Hikmet'in yetiştirdiği Baklagilleri toplayarak turşu<br />

yapmaya karar vermişlerdi. Fakat bi konuda<br />

anlaşamamaktadırlar. Benan ısrarla limon suyundan yapılması<br />

gerektiğini söylese de, İsmail ısrarla sirkeden yapılaması<br />

gerektiğini belirtiyordu. Tartışma günler süreceğe benziyordu.<br />

Hobbitler, eski , şaşalı günlerine dönmüş gibilerdi.<br />

Gittikçe güçlendiklerinin orta dünya farkındaydı. Simyacı Özgül<br />

ve Selçuk kafa kafaya vermiş yeni iksirler üretmeye<br />

çalışıyorlardı. Avcı Serhat ta kendilerine yiycek bulma peşindeydi<br />

ve ormanda yabani hayvanları avlanarak ilerliyordu. İleride bir<br />

barakanın dumanının tüttüğünü gördü. Uzaktan gördüğü Nihan'ın<br />

dizlerine yatmış yetişkin bir ejderha gördü. Kimseye<br />

farkettirmeden, uzaktan attığı mızrak ejderhanın bacağına<br />

saplanmıştı. Canı yanan ejderha bir anda yattığı yerden kalkarak<br />

acı içinde ağzından ateşler püskürtmeye başlamıştı. Ne yazık ki,<br />

bundan Nihan nasibini almış, yüzü tanınmaz hale gelmişti.<br />

Hayattaydı... devam edecek...


Hafta Finali<br />

Nihan, yüzüne bakılmayacak hale gelmişti. Ejderha bile Nihan'ın<br />

yanmış yüzünü gördükten sonra iştahtan kesilmiş, bıraktığı eser<br />

yüzünden kendini cezalandırmış ve ölüm orucuna yatmıştı.<br />

Serhat, yaşadığı olayı , kabilesine dönerek Selçuk ve Özgül'e<br />

müjdeledi. O akşam kendilerine güzel bir ziyafet hazırlayarak ,<br />

bu vahim olayı kutladılar. Bu sırada Selçuk'un aklına yine haince<br />

bir plan gelmişti ve herkesten habersiz uygulamak için şafağın<br />

ağırmasını beklemeye koyuldu. Ertesi sabah... Hobbit Selçuk,<br />

hazırladığı paketle doğruca yaralı Nihan'ın yanına ulaştı. Gücü,<br />

dermanı kalmamış Nihan'ı gören Selçuk bu durumuna aldırış<br />

etmeden, Nihan'ın yanına gitti ve duyduklarına çok üzüldüğünü<br />

belirtti. Yaşanan vahim hadiseden dolayı, Nihan için ufak bir<br />

sürpriz hazırladığını söylemiş, elindeki paketi uzatmıştı. Nihan<br />

hafif kırgınlıkla, biraz da tebessümle elindeki paketi hızlıca<br />

açmak için heyecanlanmıştı. Selçuk ta o anda, ellerini<br />

sıvazlıyordu. Nihan paketi açmıştı. Açtığında gözleri fal taşı gibi<br />

açılmış, kutunun içinden çıkan aynada kendini görmüştü. Aynayı<br />

eline aldı ve yüzünü inceledi. "Bu ben olamam" dedi ve aynayı<br />

yere atmak istedi fakat , ayna büyülü olduğundan eline yapışmıştı<br />

bırakamıyordu. ne kadar sallarsa sallasın ayna gittikçe büyüyordu<br />

ve her tarafta yüzünü görür hale gelmişti.<br />

bırakamıyordu. ne kadar sallarsa sallasın ayna gittikçe büyüyordu<br />

ve her tarafta yüzünü görür hale gelmişti.<br />

Selçuk "beğenediniz mi Nihan Hanım çıldırtma büyümüzü,<br />

hehehe" diyerek oradan ayrıldı. Nihan'ın çığlıkları gittikçe artmış<br />

, çılgınca koşmaya başlamıştı. Duramıyordu. Bir anda kendini<br />

uçurumdan aşağı bırakıverdi. Tüm dertlerin bitmiş olduğunun<br />

verdiği huzurla usulca gözlerini kapattı. O kadar hızlı düştü ki,<br />

film şeridi gerisinde kaldı. Hobbitler yine zaferin tadını çıkarttılar<br />

ve Nazgul'ler artık 2 kişilerdi...


11. Bölüm<br />

Nazgul'ler iki kişi kaldıktan sonra Gamze kendine butik bir otel<br />

kurmuş, adını Nihan olarak koymuş ve yeni yetişen nazgul'ler<br />

için ücretsiz sihir dersleri vermeye başlamıştı. Onur hala intikam<br />

peşindeydi. Gamze'ye bir zarar gelmesin diye tek başına<br />

mücadelesine devam etmesi gerektiğine inanıyordu. Hobbit'lerin<br />

Gaddar Serhat'ı kulesine çekilmiş, gandalf hoca efendi'nin<br />

vaazlarını dinleyerek nargile içerken dışarıdan gelen sesleri işitti.<br />

Kulenin balkonuna çıktığında , Nazgul'lerin intikam çocuğu<br />

Onur'un, elinde bir piknik tüpü, "Gaddar Serhaaaaat, aşağıya gel<br />

yoksa bu tüpü patlatır hepimizi yok ederim" diye seslendiğini<br />

duydu. Serhat apar topar plazma tv yi kapattı ve kıvrak bir büyü<br />

ile nargilenin ateşini söndürdü. At biniciliğinde bir dahi olan<br />

Serhat, her zaman yaptığı kuleden atının üzerine atlayacaktı ki,<br />

Onur 'un hamlesi gecikmedi. Ata ıslık çalarak yanına çağırdığı<br />

anda , Serhat boşluğa çakılmıştı. Neyseki hafif sıyrıklarla bu<br />

saldırıyı atlatmıştı. Kendini toparlayıp ayağa kalktığında<br />

"Ukrayna'ya gel Ukrayna'ya" diye bağırsa da yerde sallanan bir<br />

tüp ve hafif bir toz bulutundan başka bir şey görmedi. Onur<br />

çoktan gitmişti...


12. Bölüm<br />

Ertesi gün... Gaddar Serhat henüz gücünü toparlayabilmişti.<br />

Cübbesini giymiş, tüpçü Onur'un peşine düşmüştü. Tüpçü ünvanı<br />

Onur'a , sık sık yaptığı solarium büyüsünün yarattığı patlama<br />

etkilerinden verilmişti. Onur, Serhat'ın Ukrayna davetine kayıtsız<br />

kalmamış , onunla cenk meydanında buluşmak yola koyulmuştu.<br />

Serhat'ın yola çıkmasındaki sır perdesini aralamak için , sinsi<br />

Hobbit Selçuk, gizlice Serhat'ın peşine takılmıştı.O'nu uzaktan<br />

takip ediyordu kendisini belli etmemek için. Bu sıralar Elf'ler<br />

hastalıklarla uğraşırken , Altın Elf İsmail'in rengi günden güne<br />

gümüşe doğru değişiyordu. Benan bir hayli üzgün, biçare<br />

aramaktaydı. Alpler'de bulunan şifali siyanürlerle İsmail'i<br />

iyileştirebileceği düşüncesiyle yola koyuldu. Serhat, Ukrayna'ya<br />

giriş bileti olan parşomeni bulamıyordu. Bir anda atını durdurdu<br />

ve kendi üzerini aramaya başladı. Çok sinirlenmişti. Hobbit<br />

Saray'ın da unutabilmiş olacağını düşündü ve yolun yarısında geri<br />

dönmek zorunda kalacakken bir çıtırtı duydu. Elinde bir<br />

parşomen ile Onur karşısına geçmiş "Bunu mu arıyorsun serseri"<br />

dedi. Serhat 'ın zaafını biliyordu. Heyecanlanınca eli ayağı<br />

titreyen Serhat'ı yukarda gözleyen bir Elf vardı. Benan, siyanür<br />

aramak için yola koyulurken tüm yaşananlara şahit oluyordu<br />

fakat kimse Benan'ın tepenin zirvesinde olduğunu görmüyordu.<br />

"Sen çok fazla olmaya başladın" diyerek harekete geçmeye<br />

çalışırken , Onur yaptığı solarium büyüsü ile , Serhat'ın önünde<br />

koca bir uçurum oluştu. Serhat'ın öleceğine endişelenen Selçuk<br />

bir anda ortada belirdi ve yardım için hareketlendi. Benan, "fırsat<br />

bu fırsat" diyerek yayını gerdi ve zayıf hobbit Serhat'a çevirdi. O<br />

esna da bir tüp daha patlatan Onur, Serhat'ın ayağını kaydırmış,<br />

Benan'ın attığı ok, Serhat'ı kurtarmaya giden Selçuk'a havada<br />

saplanmıştı. Onur bir anda şaşırdı, "ahah neler yaptım ben yahu"<br />

diyerek kendi yaptıklarına inanamadı. Selçuk, Benan 'ın zehirli<br />

oku ile taşa dönüşmüş, Onur'un açtığı çukurun dibini görünce<br />

kırılıverdi ve hayatını kaybetti. Serhat uçurumdan aşağı düşerken<br />

bir dala tutunmuş ve hala hayattaydı. Devamı gelecek...


13. Bölüm<br />

Serhat , dalı tüm gücüyle tutuyordu. Bir anda kafasını aşağı<br />

çevirdi ve Selçuk'un buz tutmuş, cansız bedenini görüncü kendine<br />

geldi. Son gücüyle kendini yukarı itti ve bulunduğu çukurdan<br />

çıkmayı başardı. Oldukça yaralı ve berbat bir durumdaydı.<br />

Kendisi için hobbitler diyarına yakın bir ormanın derinliklerinde<br />

bir ağaç kuytusu bulmuştu. Bir kaç saat dinlenmek iyi gelecekti<br />

O'nun için. Bir ağaç kavuğu bulmuş, önünde oturmuş, yaktığı<br />

ateşin başında tek başına oturuyordu. Nazgul'lerin güzeller güzeli<br />

medusa prensesi Gamze, otelindeki işleri bitirmiş, ormanda<br />

yürüyüş için hazırlanmıştı. Bunu her akşam yapar, formunu<br />

korurdu. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken etrafında uçuşan<br />

yarasalar söylediği şarkının büyüsüne kapılmış Gamze'yi takip<br />

ediyorlardı. Serhat, Onur'un izini sürdüğünden , Gamze 'nin<br />

bulunduğu yere çok yakındı. Gamze'nin söylediği şarkı çoktan<br />

Serhat'ın kulaklarına ilişmişti ve etkisi altına almıştı. Bulunduğu<br />

yerden kalkan Serhat, şarkının geldiği yöne doğru ilerlemeye<br />

başladı. Serhat gittikçe Gamze'ye doğru yaklaşmıştı. Durumu<br />

farkeden Gamze hiç istifini bozmadı. Serhat git gide<br />

yaklaşıyordu. Neredeyse aralarında bir metreden kısa mesafe<br />

kalmıştı ki gözleri kapalı Serhat, Gamze'nin bir anda durmasıyla<br />

gözlerini açtı ve karşısında Gamze'nin korkunç görüntüsünü<br />

gördü.<br />

Gamze'nin saçlarından Serhat'a saldırmaya çalışırcasına yılanlar<br />

çıkıyordu. Gamze ile gözgöze gelen Serhat , gözlerinin içine<br />

baktı ve mermere dönüşmeye başladı. Gamze kahkaha atıyordu<br />

gördüğü durum karşısında. "Ha.ha.ha seni küçük çiyan hobbit"<br />

diye aşağıladı. "Sana bu kadar korku yeter" dedikten sonra "biri<br />

seni bulana kadar taş olarak kalacaksın" dedi ve Serhat'ı ölümle<br />

bir başına bırakarak bulunduğu yeri terk etti. Serhat ise taş<br />

kesilmiş, öylece duruyordu. Hava gittikçe soğuyordu ve<br />

soğudukça Serhat'ın kafasında oluşan taşlaşma , vücuduna doğru<br />

yayılıyordu. Kanı çekiliyordu..


14. Bölüm<br />

Hava gitgide soğuyor, Serhat ta aynı oranda taşlaşmaya devam<br />

ediyordu. Etraf ıssızdı ve sessizliği bozan kurtların sesi ortamı<br />

daha da gerginleştiriyordu. Ne gelen vardı ne giden. Serhat<br />

umudunu kesmek üzereydi ki, Serhat'ı aramaya çıkan Özgül<br />

elinde bir fenerle puslu ormanda yürüyordu. Serhat Özgül'ü<br />

görmüştü fakat üstüne çöken kasvet yüzünden sesi çıkmıyordu.<br />

Özgül'ün "sesimi duyan var mı?" çığırışlarına bir türlü cevap<br />

veremiyordu Serhat. Ses çıkartması gerekti fakat üzerindeki büyü<br />

yüzünden hareket dahi edemiyordu. Kafasında bir ampul yandı<br />

fakat bu çok tehlikeliydi. Özgül çok yaklaşmıştı fakat her yer<br />

bembeyazdı ve ayırt etmek çok güçtü. Serhat , başka çaresinin<br />

kalmadığını düşünerek sol elini hareket ettirmeye çalışıyordu.<br />

İstediğini yaptı ve elini tamamen kaybetme pahasına hareket<br />

ettirdi. Tuzla buz olan elini bir daha kullanamayacaktı fakat yere<br />

düşen parçalar Özgül'ün dikkatini çekmeyi başarmıştı. Koşarak<br />

yanına geldi ve ne yapması gerektiğini biliyordu. Taşlaşmasını<br />

çözen Özgül küstah bir şekilde "Her kuşun eti yenmez" dedi.<br />

Serhat hala akıllanmamışcasına kopmuş eline bakarak Gamze<br />

için "ama görmen lazımdı" dedi ve birlikte kendi diyarlarına<br />

doğru yola koyuldular. Gamze gittikçe güçleniyordu. Onur ile<br />

birlikte orta dünyaya hakim olmaya , hükümdarlık sürmeye az<br />

kaldığı inancında her gün bitmek bilmeyen bir enerji ile son<br />

savaşa hazırlanıyorlardı...


Final<br />

Benan , İsmail , Serhat ve Özgül şaşırtıcı bir şekilde bir<br />

aradaydılar. Egemenliği Nazgul'lere kaptıracak olmanın verdiği<br />

endişeyle kafa kafaya vermiş planlar hazırlamaya çalışıyorlardı.<br />

Evleri olan Orta Dünya'nın kötü güçlerle yönetilmesine izin<br />

veremezlerdi. Olası bir savaşta gittikçe güçlenen Nazgul'lere<br />

karşı çaresiz kalacaklarını biliyorlardı. Artık gün ağırmıyordu,<br />

heryere savaşın koyu karanlığı çökmüştü. Prensesliğini ve<br />

İmparatorluğunu tüm dünyaya ilan eden Gamze ve Onur, savaşı<br />

başlatma yollarını aramaya çoktan koyulmuşlardı. Gittikçe<br />

güçlendiklerini onlar da farketmişlerdi ve itaat etmeyenleri<br />

keskin kılıçlarından geçireceklerdi. Orta Dünya'nın tüm<br />

hakimiyetini ele geçrimeyi planlıyorlardı. Elf ve Hobbit diyarına<br />

doğru çoktan yola koyulmuşlardı acımasız ordularıyla beraber.<br />

Cendere tepelerine ulaşmışlardı. Çok gizli ve canlı çıkmanın zor<br />

olduğu geçitten geçmek zorundalardı. Dar ve uzun bir asma<br />

köprüden usul usul ilerlemektelerdi. Ansızın, Cendere<br />

Zindanları'nın yer altı tanrısı olarak bilinen kötü Cengiz<br />

karşılarına çıktı. Devasa boyutta, heryeri alevler içinde olan<br />

kötülük Tanrı'sıydı. Elindeki alevler içindeki kırbacı bulundukları<br />

köprüye doğru salladıkça asma köprü yanarak dökülüyordu.<br />

Gamze ve Onur tedirgin bir şekilde "bizden ne istiyorsun?" diye<br />

sordular bir ağızdan. Gamze'yi göstererek "işte onu" dediğinde ,<br />

Onur hemen b planını hazırlamıştı bile. Gamze çaresiz bir şekilde<br />

Onur'a baktı. Onur aldırış etmeden ve son aşamayı tamamlarsa<br />

tüm Orta Dünya'ya tek başına hükmedeceği hayali ile bir anda<br />

hareketlendi ve hızlı bir şekilde köprünün sonuna doğru koşmaya<br />

başladı. Gamze bu duruma çok öfkelenmişti.


Final<br />

Bu sırada Cengiz, Gamze'ye iyice yaklaşmış ve tam O'nu ele<br />

geçirmeye çalışacakken, Onur'un bu yaptığının yanına kalmaması<br />

için bütün gücüyle çığlık atmaya başladı. Çığlık, sağır edecek ve<br />

asma köprünün iplerini koparacak kadar güçlüydü. Sesin<br />

şiddetinden kulaklarını kapayan Onur, köprünün yıkılmasıyla<br />

birlikte Gamze'ye doğru geri koşmaya başladı ve son bir<br />

hamleyle tutundu. Hakimiyetin timsali iki dost bir anda düşman<br />

kesilmişlerdi ve birbirlerine saldırmaya başladı. Yaklaşık bir<br />

metrekarelik bir alanda savaşıyorlardı ve yeraltı tanrısı kötü<br />

Cengiz şaşkın bir şekilde izliyordu. Aradan saatler geçmesine<br />

rağmen birbirine üstünlük kuramadıkları ortadaydı. Yorulmuş<br />

olacaklar ki, Gamze'nin çelmesinden kaçamayan Onur'un ayağı<br />

kaydı ve sonsuz karanlığa doğru düşücekken son bir hamleyle<br />

Gamze'yi tuttu ve birlite sonsuz karanlığa doğru düşmeye<br />

başladılar. Gamze gözlerini açtığında kan ter içinde sayıklıyordu<br />

"benim hakkımdı, benim hakkımdı" diye. Başında bekleyen<br />

Onur'u görünce bir anda rahatladı. "Ne oldu bana" sorusuna<br />

karşılık, "şimdi yatın uyuyun prenses hazretleri, kötü bir kabus<br />

görmüş olmalısınız" diye cevap verdi Onur. "Hemen açıklamanı<br />

bekliyorum, yüzündeki yara izleri ne?"dedi Gamze. Onur da<br />

gelen emir üzerine "Prensesim tüm orta dünya'nın hakimiyetini<br />

ele geçirdik.<br />

Ne var ki savaş esnasında çok yorgun düşmüş olmalısınız ki,<br />

kabuslar gördünüz. Günlerce yataktaydınız. Yemiş olduğunuz<br />

birşey de dokunmuş olabilir" dedi. "Ben sadık kulunuz hep<br />

yanınızdaydım" dedi Onur. Gamze "yüzüne ne oldu?" diye<br />

sorduğunda, başını öne eğen Onur "Prensesim, dün gece çok<br />

şiddetli bir nöbet geçirdiniz, sanırım farkında değildiniz.<br />

Sancılarınız ve gördüğünüz kabusların etkisinden olsa gerek ,<br />

elinize geçen herşeyi her tarafa fırlattınız, ben de nasibimi aldım"<br />

dedi. "Çok özür dilerim, sana zarar vermek istemezdim" dedi<br />

Gamze ve derin bir nefes alarak, herşeyin yolunda olduğunun<br />

vermiş olduğu rahatlıkla yeniden gözlerimi yumdu ve derin bir<br />

uykuya daldı.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!