Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış
Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış
Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Sahibi<br />
Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal<br />
Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />
Adına<br />
Doç. Dr. Ayşen GÜRCAN<br />
•<br />
Editör<br />
Dr. Nesrin TÜRKARSLAN<br />
(ntaslan@yahoo.com)<br />
•<br />
Ed. Yrd.<br />
Yard.Doç.Dr. Hatice DEMİRBAŞ<br />
•<br />
Yayın Kurulu<br />
Mesut TAŞÇI<br />
Eğitim, Yayın <strong>ve</strong><br />
Dokümantasyon Daire Başkanı<br />
Dr. Dursun AYAN<br />
(Uzman)<br />
Sadık GÜNEŞ<br />
(Uzman)<br />
Ahmet Rasim KALAYCI<br />
(Uzman)<br />
Mehmet Emin SEZGİN<br />
(Uzman Yardımcısı)<br />
•<br />
Adres<br />
Tunus Caddesi No: 24<br />
06680 Kavaklıdere-ANKARA<br />
Tel: (0.312) 416 80 00<br />
Faks: (0.312) 419 29 70<br />
www.aile.gov.tr<br />
•<br />
Aile <strong>ve</strong> Toplum Dergisi’nde yayınlanan<br />
yazılardaki görüşler yazarına aittir.<br />
•<br />
Aile <strong>ve</strong> Toplum Dergisi<br />
üç ayda bir yayınlanır.<br />
•<br />
Baskı <strong>ve</strong> Tasarım<br />
Afşaroğlu Matbaası<br />
Kazım Karabekir Cd. Altuntop İşhanı<br />
No: 87/7 İskitler / ANKARA<br />
Tel: (0.312) 384 54 88<br />
Tel & Faks: (0.312) 384 54 98<br />
E-mail: farukafsar@gmail.com<br />
•<br />
15.04.2010<br />
T.C. Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />
Eğitim - Kültür <strong>ve</strong> Araştırma Dergisi<br />
Yıl : 11 • Cilt: 5 • Sayı: 20 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
AİLE <strong>ve</strong> TOPLUM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ<br />
(Dergimizin bundan sonraki sayılarında geçerli olacak yayın kuralları,<br />
bu dergimizin 107-112. sayflarında belirtilmiştir.)<br />
1. Aile <strong>ve</strong> Toplum Dergisi, Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong><br />
Müdürlüğü tarafından üç ayda bir yayınlanır.<br />
2. Dergide telif <strong>ve</strong> tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın<br />
değerlendirme tartışma yazıları, Türkçe ya da bir yabancı dilde yer alır.<br />
3. Dergi, “Hakemli” bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili bir<br />
akademisyen <strong>ve</strong> Yayın Kurulu tarafından incelendikten sonra yayımlanabilir.<br />
Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya da<br />
yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir.<br />
4. Gönderilen yazıların yayınlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar<br />
yayınlansın ya da yayınlanmasın geri gönderilmez.<br />
5. Dergiye gönderilen yazıların Türkçe <strong>ve</strong> bir yabancı dilde (İngilizce,<br />
Fransızca, Almanca) 100-200 kelimelik özetleri çıkartılmalıdır. Yazı<br />
herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ise belirtilmelidir.<br />
6. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.<br />
7. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (Birden fazla<br />
yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar<br />
belirtilmeli, Türkçe <strong>ve</strong> İngilizce özetler yer almalıdır.<br />
8. Makalelerdeki dipnot <strong>ve</strong>rirken metin içerisinde:<br />
.......eğiliminde bulunabileceklerdir (Green, 2991:2). Şeklinde <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
9. Kaynakçada eserler şu şekilde <strong>ve</strong>rilmelidir:<br />
Tek yazarlı kitap: ÖZKAN Serdar, Aile Eğitimi, Seda Yayınları, Yayın<br />
No: 21, Duru Yayınevi, Ankara 2000.<br />
Çift yazarlı kitap: TÜRKARSLAN N. <strong>ve</strong> S. DEMİRKAN, Üni<strong>ve</strong>rsite Son<br />
Sınıf Öğrencilerinin Evliliğin Kuruluşuna İlişkin Görüş <strong>ve</strong> Düşünceleri,<br />
T.C. Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü Yayını,<br />
<strong>Genel</strong> Yayın No: 132, Afşaroğlu Matbaası, Ankara 2007.<br />
Makale: ÖZMETE E. <strong>ve</strong> A.S. BAYOĞLU, "Duygusal Refah: Gençlerin<br />
Algılarının Kavramsal Analizi", Aile <strong>ve</strong> Toplum, T.C. Başbakanlık Aile <strong>ve</strong><br />
Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü Yayını, Yıl: 10, Cilt: 4, Sayı: 15,<br />
Temmuz-Ağustos-Eylül 2008, Afşaroğlu Matbaası, Ankara.<br />
10. Gönderilen yazıların dili açık <strong>ve</strong> anlaşılır olmalı, dilimizde karşılığı tam<br />
olarak olmayan ifadelerin Türkçe karşılıığı parantez içinde <strong>ve</strong>rilmeli<br />
<strong>ve</strong> gönderilen yazılar yazım düzeni açısından aşağıdaki özellikleri<br />
taşımalıdır:<br />
– Yazılar, A4 boyutundaki beyaz kağıdın bir yüzüne, 1,5 satır aralıklı, 98<br />
<strong>ve</strong> 2000 sürümleri tercih edilmelidir. Metin tek kopya olarak sunulmalıdır.<br />
Ayrıca metin CD'ye kaydedilmeli, CD'nin üzerinde kullanılan bilgisayar<br />
programı <strong>ve</strong> sürüm numarası belirtilmelidir. Yazı, Hakem Kurulu’nun bir<br />
değişiklik önerisi ile kabul edilmiş ise en son durumu içeren çalışma<br />
disketle birlikte teslim edilmeli, önlem olarak dosyanın bir kopyası da<br />
yazarda bulunmalıdır.<br />
– Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine bölünmemelidir.<br />
– Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise, beyaz aydınger kağıt üzerinde çini<br />
mürekkebi ile çizilmelidir. Çizimlerde fotokopi yöntemi kullanılmamalıdır.<br />
Fotoğraflar siyah/beyaz, net <strong>ve</strong> parlak fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır.<br />
Renkli fotoğraflar <strong>ve</strong> fotokopiyle çekilmiş fotoğraflar kullanılmamalıdır. Ayrıca<br />
her bir şeklin metin içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir.
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Danışma Kurulu<br />
Prof. Dr. Rengin AKBOY ...................................................... Dokuz Eylül Ü. Eğitim Bi. Bl.Psi. Dan. <strong>ve</strong> Reh. ABD Bşk.<br />
Prof.Dr. Gönül AKÇAMETE .................................................. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı<br />
Prof.Dr. Aliye Mavili AKTAŞ ................................................. Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Konya Sağlık Y.O. Müdürü<br />
Prof.Dr. Emine AKYÜZ ......................................................... A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof. Dr. Fatma ALİSİNANOĞLU ......................................... Gazi Ü. Gazi Eğitim Fak. Okul Öncesi Eğit. ABD<br />
Prof. Dr. Neriman ARAL ....................................................... Ankara Ü. Sağlık Bl. Fak. Çocuk Gel. Bl.<br />
Prof.Dr. Çiğdem ARIKAN ..................................................... Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Konya Sağlık Y.O.Sosyal Hizmet Böl. Öğr.Ü.<br />
Doç.Dr. Fatma ARPACI ......................................................... G.Ü. Mesleki Eğitim Fak. Aile Ekonomisi Eğitimi A.B.D.<br />
Prof.Dr. Hediye ARSLAN ...................................................... Maltepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi Hemşirelik Yüksekokulu Müdürü<br />
Yard.Doç.Dr. Metin ARSLAN ................................................ Kırıkkale Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. İbrahim ARSLANOĞLU .......................................... Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Yard. Doç. Dr. Ayten EREN ARTAN ..................................... İzzet Baysal Ü.Eğitim Fak.<br />
Prof.Dr. Sevil ATAUZ ............................................................ H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı<br />
Yard. Doç. Dr. Selahattin AVŞAROĞLU .............................. S.Ü.Ahmet Keleşoğlu Eğt. Fak.Özel E. Bl. Z. Eng. Öğrt.<br />
Prof.Dr. Orhan AYDIN ........................................................... H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Yard. Doç. Dr. Melike TÜRKAN BAĞLI ................................ Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Eğitim Psik. ABD<br />
Prof.Dr. Aylin GÖRGÜN BARAN ......................................... H.Ü. Edebiyat Fak. Sosyoloji Böl. Öğretim Üyesi<br />
Prof. Dr. Handan ASUDE BAŞAL ........................................ Uudağ Ü. Eğit. Fak. İlköğr. Bl.Okul Ön. Eğitmi ABD.<br />
Prof.Dr. Pınar BAYHAN ........................................................ H.Ü. Sağlık Bilimleri Fak. Çocuk Gelişimi Böl. Öğretim Üyesi<br />
Doç.Dr. Aslıhan ÖĞÜN BOYACIOĞLU ................................ H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Yard. Doç. Dr. Sema BUZ ..................................................... Ankara Ü. İktisadi <strong>ve</strong> İdari Bilimler Fak. Sosyal Hizmet Bölümü<br />
Prof.Dr. Latife BIYIKLI .......................................................... A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Kamil Ufuk BİLGİN ................................................. TODAİE Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Işıl BULUT ............................................................... Başkent Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Esra BURCU ............................................................ H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Yard.Doç.Dr. Ayda BÜYÜKŞAHİN ........................................ A.Ü. Dil <strong>ve</strong> Tarih-Coğrafya Fak. Psikoloji Böl. Öğretim Üyesi Prof.<br />
Prof.Dr. Saynur CANAT ........................................................ A.Ü. Tıp Fakültesi Ergen Psikiyatrisi Bölüm Başkanı<br />
Yard.Doç.Dr. Ayşe CANATAN .............................................. Gazi Ün. Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü Başkanı<br />
Doç.Dr. Özlem ÖNTAŞ CANKURTARAN ............................ H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Bülent ÇAPLI .......................................................... A.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Nilgün ÇELEBİ ........................................................ Emekli Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. İhsan DAĞ ............................................................... H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Yard.Doç.Dr. Hatice DEMİRBAŞ .......................................... Başkent Ü. Eğitim Fak. İlköğretim Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Doç.Dr. Nükhet DEMİRTAŞLI ............................................... A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Beylü DİKEÇLİGİL .................................................. Erciyes Üni<strong>ve</strong>rsitesi Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü<br />
Doç.Dr. Zait DİRİK ................................................................ Uludağ Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. İsmail DOĞAN ......................................................... A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Yıldırım B. DOĞAN ................................................. A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Doç.Dr. Zehra DÖKMEN ....................................................... A.Ü. Dil <strong>ve</strong> Tarih-Coğrafya Fakültesi Psikoloji Bölümü<br />
Prof. Dr. Necati BAYKOÇ DÖNMEZ ..................................... Hacettepe Ü. Sağlık Bil. Fak.Çocuk Gel. <strong>ve</strong> Eğit. Bl.<br />
Prof.Dr. Veli DUYAN .............................................................. A.Ü. Sağlık Bil. Fak. Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Yıldız ECEVİT .......................................................... O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Yard. Doç. Dr. Şafak ERGÜL ................................................Ege Ü.Hemşirelik Y.O Halk Sağ.Hemşireliği ABD<br />
Prof.Dr. Mebeccel GÖNEN ................................................... H.Ü. Çocuk Gelişimi <strong>ve</strong> Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU ....................................... Ankara Ü. Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı<br />
Ekim - Kasım - Aralık 2009<br />
3
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Danışma Kurulu<br />
Prof. Dr. Gelengül HAKTANIR ............................................. Ankara Ü.Eğt. Bil. Fak.İlköğrt. Böl. Okul Öncesi Eğit.ABD<br />
Prof. Dr. Firdevs GÜNEŞ ...................................................... Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Sınıf Öğretmenliği ABD<br />
Prof.Dr. Tülin GÜNŞEN İÇLİ ................................................. H.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Böl. Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Gülden GÜVENÇ ..................................................... Okan Ü. Fen-Edebiyat Fak. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Doç.Dr. Sunay İL ................................................................... H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Zafer İLBARS .......................................................... A.Ü. D.T.C.F. Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Doç.Dr. Emel İRGİL .............................................................. Uludağ Ü. Tıp Fakültesi Halksağlığı A.B.D.<br />
Prof.Dr. Sibel KALAYCIOĞLU .............................................. O.D.T.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Başkanı<br />
Doç. Dr. Emine GÜL KAPÇI ................................................. Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Psikolojisi ABD<br />
Doç.Dr. Ayten KAPLAN ........................................................ H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Ahmet KARAARSLAN ............................................ Dumlupınar Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü<br />
Prof.Dr. Velittîn KALINKARA ............................................... Pamukkale Üni<strong>ve</strong>rsitesi Denizli Meslek Yüksek Okulu<br />
Doç. Dr. Nilay ÇABUK KAYA ............................................... Ankara Ü.Dil <strong>ve</strong> Tarih-Coğr. Fak. Kurumlar Sos. ABD Bşk.<br />
Prof.Dr. Kurtuluş KAYALI ..................................................... Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Efser KERİMOĞLU ................................................. A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölüm Başkanı<br />
Prof. Dr. Şermin KÜLAHOĞLU ............................................ Uludağ Ü. Eğitim Fak. Eğitim Bilimleri Bölümü<br />
Prof. Dr. Duyan MAĞDEN .................................................... H.Ü. Çocuk Gelişimi <strong>ve</strong> Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Ferhan ODABAŞI .................................................... A.Ü. Eğitim Fak. Bilgisayar <strong>ve</strong> Öğretim Teknolojileri Böl.Öğr.Ü.<br />
Prof.Dr. Selahattin ÖĞÜLMÜŞ ............................................. A.Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Psikolojik Dan. <strong>ve</strong> Rehberlik Bl. Bşk.<br />
Yard. Doç. Dr. Şevket ÖKTEN ..............................................Harran Ü. Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bl. Bşk.<br />
Prof.Dr. Alev ÖNDER ............................................................ M.Ü. Atatürk Eğt.Fak. İlköğretim Bl. Okul Ön. Öğret. A.B.D. Öğr. Ü.<br />
Prof.Dr. Esra ÖMEROĞLU ................................................... G.Ü. Mesleki Eğitim Fak. Okulöncesi A.B.D. Başkanı<br />
Yard.Doç.Dr. Cengiz ÖZBESLER ......................................... Başkent Ün. Sağlık Bilimleri F. Sos.Hiz. Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof. Dr. Havva Neşe ÖZGEN ............................................... Okan Ü. Fen-Ed.Fak.Sosyoloji Bl.<br />
Doç. Dr. Emine ÖZMETE ....................................................... Ankara Ü.Sağlık Bil. Fak.Sosyal Hiz. Bl.<br />
Prof. Dr. Süheyla ÖZSOY ..................................................... Ege Ü. Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Hemşireliği ABD<br />
Doç. Dr. Reşat PEKER ......................................................... Uludağ Ü. Eğitim Fak, Eğitim Bilimleri Bölümü<br />
Prof.Dr. Işık SAYIL ................................................................ A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof. Dr. Ümran SEVİL .......................................................... Ege Ü. Hemşirelik Y.O. Doğum <strong>ve</strong> Kadın Sağlığı Hast.Hem. ABD<br />
Doç. Dr. Seher SEVİM .......................................................... Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Reh. <strong>ve</strong> Psik. Danışmanlık ABD<br />
Prof.Dr. Metin Saip SÜRÜCÜOĞLU ..................................... A.Ü. Sağlık Bil. Fak. Beslenme <strong>ve</strong> Diyetetik A.B.D. Başkanı<br />
Doç. Dr. Fatih ŞAHİN ............................................................ Başkent Ü. Sağlık Bil. Fakültesi Sosyal Hizmet Bl.<br />
Prof.Dr. Ahsen ŞİRİN ............................................................ Ege Üniv. Hemşirelik Y.O. Kadın Sağlığı <strong>ve</strong> Hast.Hem. A.D.<br />
Yard.Doç.Dr. Ebru TANJU .................................................... Başkent Ü. Eğitim Fak. İlköğretim Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Ayla BAYIK TEMEL ................................................. Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Bl. Başkanı<br />
Prof.Dr. Günsel TERZİOĞLU ............................................... H.Ü.İ.İ.B.F. Aile <strong>ve</strong> Tüketici Bilimleri Bölüm Başkanı<br />
Prof.Dr. Mahmut TEZCAN .................................................... A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Gülay TOKSÖZ ....................................................... A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi<br />
Prof. Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU ......................................... Selçuk Üniv. Edebiyat Fakültesi <strong>Genel</strong> Sosyoloji <strong>ve</strong> Metodoloji<br />
Prof.Dr. Sevda ULUĞTEKİN ................................................. H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Ozana URAL ............................................................ Marmara Ü. Atatürk Eğitim Fak. Dekan Yardımcısı<br />
Prof.Dr. Hamza UYGUN ........................................................ H.Ü. İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi<br />
Prof.Dr. Serhat ÜNAL ........................................................... H.Ü. Tıp Fakültesi Dekanı<br />
Doç. Dr. Nurhan ÜNÜSAN ................................................... S.Ü. Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fak.İlköğretim Bl.Okul Ön. Öğrt.<br />
Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK ............................................ A.Ü. EBB. Eğt. Hiz. A.D. Reh. <strong>ve</strong> Psi. Danış. Böl. Öğr. Üyesi<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
5
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
İçindekiler<br />
Ailede Demokratik Sosyalleşme .............................................................................. 9<br />
Dr. Abdulvahap ÖZPOLAT<br />
Yaşlılık <strong>ve</strong> Huzurevi ............................................................................................... 25<br />
Yard. Doç. Dr. Melek ARDAHAN<br />
<strong>Ergenlik</strong> <strong>Döneminde</strong> <strong>İlişkiler</strong>: <strong>Akran</strong> <strong>ve</strong> <strong>Romantik</strong> <strong>İlişkiler</strong>e <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong> ............... 33<br />
Prof. Dr. Pınar BAYHAN - Araş. Gör. Sonnur IŞITAN<br />
Menopoz <strong>ve</strong> Hormon Replasman Tedavisi ile İlgili Kanıta Dayalı Çalışmalar ....... 45<br />
Arş. Gör. Emine ŞEN - Yard. Doç. Dr. Aynur SARUHAN<br />
Yeniden Gözden Geçirme: Pozitif Psikoterapi <strong>ve</strong> Gelişimsel Rehberlik<br />
Bağlamında Ergenler İçin Amaçları Genişletme Programı .................................... 53<br />
Ali ERYILMAZ<br />
Bir Fedakârlık Örneği Olarak “Kan Bağışı” ............................................................ 67<br />
Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU - Doç. Dr. Yasemin ÖZKAN<br />
Uzm. Filiz YILDIRIM<br />
Evsizler <strong>ve</strong> Toplum Sağlığı .................................................................................... 79<br />
Öğr. Gör. Nesrin İLHAN - Yard. Doç. Dr. Ayşe ERGÜN<br />
Montessori Metodunda Okuma <strong>ve</strong> Yazma Eğitimi ................................................. 91<br />
Abdullah DURAKOĞLU<br />
Yayın Kuralları ..................................................................................................... 105<br />
7
Ailede Demokratik Sosyalleşme<br />
• Dr. Abdulvahap ÖZPOLAT*<br />
Öz<br />
Çağımızın yükselen değeri <strong>ve</strong> etkili bir toplumsal<br />
değişme faktörü olarak demokrasi, bireysel boyuttan<br />
toplumsal örgütlenme <strong>ve</strong> siyasal sistemin işleyişine<br />
kadar hayatın birçok alanını derinden etkilemektedir.<br />
Bununla birlikte, ancak bireysel düzeyde<br />
benimsenmesiyle güçlü <strong>ve</strong> kalıcı olabilen demokrasinin<br />
yaşaması, onun gerektirdiği bilgi, beceri <strong>ve</strong> değerlerin<br />
çocukların sosyalleştirilmeleri sürecinde esas<br />
alınmasına bağlıdır. Sosyalleşme, hayatın bütün<br />
alanlarında yaşanan bir süreç olsa da önemli ölçüde<br />
aile ortamında <strong>ve</strong> aile bireyleriyle yaşanan etkileşim<br />
sonucunda gerçekleşir. Çağın geçerli paradigması<br />
olarak demokrasinin de gerektirdiği yeterlilikler<br />
çocuğun sosyalleşmesinde giderek artan bir ihtiyaç<br />
hâline gelmektedir. Bu durum, toplumun temelini<br />
oluşturan bir kurum olarak ailenin de yapı <strong>ve</strong> işlev<br />
boyutunda kendini demokrasiye uyarlamasını<br />
gerektirmektedir. Bunun özellikle, çocuğun kimliğinin<br />
inşasında, aile içi iletişiminde <strong>ve</strong> karar <strong>ve</strong>rme sürecine<br />
katılmasında dikkate alınması önem taşımaktadır.<br />
Literatür taraması tekniğinin kullanıldığı bu çalışmada,<br />
ailedeki sosyalleşme sürecinde demokratik beceri <strong>ve</strong><br />
değerlerin esas alınmasının önemi ile bunun nasıl<br />
gerçekleştirilebileceği açıklanmaya çalışılmıştır.<br />
Anahtar Kavramlar: Aile, eğitim, sosyalleşme,<br />
demokrasi, katılım, demokratik sosyalleşme.<br />
________________________<br />
Abstract<br />
(*) Milli Eğitim Bakanlığı Talim <strong>ve</strong> Terbiye Kurulu Üyesi <strong>ve</strong> Kurul Başkan Yardımcısı.<br />
Democratic Socialization in Family<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Democracy as a rising value of our age and an<br />
important factor of social change, deeply effects many<br />
fields of life from individual to social organizations,<br />
e<strong>ve</strong>n the course of political system. Nonetheless,<br />
survival of democracy which can be potent and<br />
permanent only if experienced at the individual le<strong>ve</strong>l<br />
requires its envisaged knowledge, skills and values to<br />
be the base in the socialization process of children.<br />
Although socialization is a process realizing in all<br />
fields of life, it significantly occurs in the family and in<br />
the interaction between the family members. The<br />
qualifications required for democracy as a valid<br />
paradigm of the age become more necessary for the<br />
socialization of children. This issue requires the<br />
structural and functional adaptation of family as an<br />
institution forming the base of the society. It is critically<br />
important to consider this issue especially in terms of<br />
the de<strong>ve</strong>lopment of identity, family intercommunication<br />
and decision-making skill of the child. In this study,<br />
which is based on screening technique, it is aimed to<br />
discuss the significance of taking the democratic skills<br />
and values as a basis in the socialization process of<br />
the family and the realization of this.<br />
Keywords: Family, education, socialization,<br />
democracy, inclusion, democratic socialization.<br />
9
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Giriş<br />
İnsan hayata zekâ <strong>ve</strong> yetenek açısından sıfır<br />
noktasında başlamamakla birlikte, insan olarak<br />
yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan bilgi <strong>ve</strong><br />
becerilere doğuştan sahip değildir. Doğuştan sahip<br />
olduğu zekâ <strong>ve</strong> yeteneğin potansiyel durumdan<br />
bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong> davranış boyutuna taşınabilmesi<br />
<strong>ve</strong> kendi özgünlüğünü koruyarak yaşadığı<br />
toplumun uyumlu bir üyesi hâline getirilebilmesi<br />
için insanın sosyal bir ortamda yetiştirilmesine<br />
ihtiyaç duyulur. Doğumdan ölüme kadar insanın<br />
bütün yaşamını kuşatan bu sürece sosyalleşme<br />
denir. Çocukluk <strong>ve</strong> gençlik döneminde daha yoğun<br />
olan bu süreç, her insanın bir biçimde kendisine<br />
yönelttiği “Diğer insanlar <strong>ve</strong> doğa ile birlikte yaşamayı<br />
nasıl sağlayabilirim?” sorusuna kendi doğasından<br />
<strong>ve</strong> toplumdan aldığı cevabın ifadesidir.<br />
Bireyin sosyalleştirilmesi konusu bütün zamanlarda<br />
aile, toplum <strong>ve</strong> devlet için öncelikli konulardan<br />
biri olmuştur. Başta aile olmak üzere bütün<br />
sosyal kurumların etkili rol oynadığı sosyalleşme<br />
sürecinin başarılı işlemesi bireyi hayatta başarılı,<br />
mutlu <strong>ve</strong> topluma yararlı kılar. Sosyalleşme süreci<br />
çoğunlukla ailenin, toplumun <strong>ve</strong> devletin bireyden<br />
beklentilerini öne çıkaran bir çerçe<strong>ve</strong>den oluşsa da<br />
bazen bunların dışında kimi faktörlerin de bu sürece<br />
ilişkin öncelikleri belirlediği görülür. Bu faktörler,<br />
toplumların üretim <strong>ve</strong> tüketim biçimlerini, örgütlenme<br />
modellerini, düşünme yöntemlerini <strong>ve</strong> sosyal<br />
ilişkilerini etkiledikleri gibi bireylerin düşünce, değer<br />
<strong>ve</strong> davranışlarını da etkileyerek sosyalleşme<br />
için gerekli olan yeterliliklerin nitelik <strong>ve</strong> niceliğini de<br />
değiştirirler.<br />
Bireysel <strong>ve</strong> toplumsal hayatımızı âdeta kuşatan<br />
demokratikleşme, bilişim <strong>ve</strong> küreselleşme günümüzde<br />
etkili olan toplumsal değişme dinamikleridir.<br />
Bir hayat tarzı sunması nedeniyle demokrasi,<br />
bireyin yaşam tarzını <strong>ve</strong> toplumsal hayatını daha<br />
10 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bağımsız<br />
bir değişken olarak demokrasi, hayatımızın birçok<br />
yönünü etkilediği gibi sosyalleşme biçimimizi de<br />
etkilemektedir.<br />
Demokrasinin birçok toplumda yükselen<br />
bir değer, kabul gören bir siyasal sistem <strong>ve</strong> bir<br />
yaklaşım biçimi hâline gelmesi nedeniyle siyaset,<br />
eğitim, hukuk vb. sosyal kurumların demokrasinin<br />
paradigmasına uygun olarak yeniden yapılandırıldığı,<br />
vatandaşların da demokrasinin ilkeleri<br />
doğrultusunda yetiştirildiği görülür. Bu kapsamda<br />
toplumun temelini oluşturan bir sosyal kurum<br />
olarak ailede de çocuk eğitimi <strong>ve</strong> sosyal ilişkiler<br />
demokrasinin etkisinde yeniden şekillenmektedir.<br />
Aile kurumunun yapısı geleneksel biçiminden farklılaşmakta<br />
<strong>ve</strong> hemen hemen bütün aile tiplerinde<br />
ilişkiler giderek demokratikleşmektedir.<br />
Ülke olarak iki yüzyıllık demokratikleşme sürecinin<br />
ulaştığı noktada demokratik rejimin demokratik<br />
toplumu, demokratik toplumun demokratik aileyi,<br />
demokratik ailenin de demokratik bireyi/vatandaşı<br />
meydana getirdiği; bir siyasal rejim, bir yaşam biçimi<br />
<strong>ve</strong> değer felsefesi olarak demokrasinin hem yönetim<br />
hem toplum hem de bireysel boyutta giderek<br />
kökleşmekte olduğu görülür. Gelecekte daha fazla<br />
oranda hayatımızı kuşatması beklenen demokrasi<br />
kültürüne uygun nesiller yetiştirebilmemiz için aile<br />
ortamında küçük yaşlarda çocuklarımızın sosyalleşmesini<br />
sağlamamız büyük önem taşımaktadır.<br />
Yetişkinlerin bu süreçte “nelere dikkat etmeleri<br />
gerektiği, demokrasinin ilke <strong>ve</strong> kurallarına uygun<br />
bir sosyalleşme için çocuklara öncelikle hangi değerleri<br />
<strong>ve</strong> becerileri kazandırılması gerektiği” sorularına<br />
cevap aramak için yapılan bu çalışmada<br />
“tarama tekniği” kullanılmıştır.<br />
Demokratik Sosyalleşme<br />
Sosyalleşme, bireyin çeşitli bilgi, beceri, değer<br />
<strong>ve</strong> davranışlar edinerek içinde bulunduğu ortamın
mevcut kültürünü; toplumun örgütlenme, iş bölümü,<br />
üretim <strong>ve</strong> tüketim biçimlerinin gereklerini bilmesi<br />
<strong>ve</strong> buna katılma çabası içinde olmasıdır (Özpolat,<br />
2009: 249-266). Doğan (2009: 85)’ın Rocher’den<br />
aktardığı tanıma göre sosyalleşme, “İnsanın, tecrübelerinin<br />
ışığında kişiliğinin doğal yapısı ile yaşadığı<br />
toplumun sosyo-kültürel ögelerini yaşama<br />
sırasında içselleştirdiği <strong>ve</strong> insani kişiliğinin farkına<br />
vardığı, bunun yanı sıra anlamlı toplumsal görevlerle<br />
yaşamak zorunda olduğu toplumsal çevreye<br />
uyumunu sağlayan bir süreçtir.” Marshall (1999:<br />
760)’a göre de toplumsallaşma, “gerek toplumun<br />
norm <strong>ve</strong> değerlerini içselleştirerek gerekse toplumsal<br />
rolleri (işçi, arkadaş, yurttaş vb. olarak) yerine<br />
getirmeyi <strong>ve</strong> toplumun üyesi hâline gelmeyi öğrenme<br />
sürecidir.” Demokratik sosyalleşme ise alternatif<br />
bir sosyalleşme modeli iddiası içermeksizin<br />
bireyin yetiştirilmesi sürecinde demokrasi kültürünün<br />
gerektirdiği bilgi, beceri, değer, tutum, ilke <strong>ve</strong><br />
kuralları yeteri kadar dikkate almaktır. Demokratik<br />
sosyalleşmeden kastımız ailede çocuğa demokrasi<br />
bilgisi <strong>ve</strong>rilmesinden çok, ona demokratik davranılarak<br />
demokrasiyi öğrenmesini <strong>ve</strong> yaşamasını<br />
öğretmektir.<br />
İnsanın toplumsallaşma serü<strong>ve</strong>ni doğumundan<br />
ölümüne kadar de<strong>ve</strong>m eder. Bu yönüyle denilebilir<br />
ki hayat, öğrenerek, değişerek, gelişerek sosyalleşmektir.<br />
Belli bir kültür ortamında yetişkinlerin<br />
tesirinde toplumsallaşan çocuk, zamanla kendini o<br />
kültürün <strong>ve</strong> toplumun bir parçası olarak görmeye<br />
başlar, üstlendiği çeşitli rollerle söz konusu toplumun<br />
birikimini sonraki kuşaklara taşır. Sonuçları<br />
<strong>ve</strong> bireyi aşan boyutu itibariyle sosyalleşme,<br />
insanlığın her türlü birikiminin öğrenilerek yaşatılması;<br />
yeni kuşakların önceki kuşaklardan uygarlığı<br />
öğrenmesi <strong>ve</strong> sonraki kuşaklara aktarmasıdır.<br />
Kuşaktan kuşağa devam eden bu kültürel transfer,<br />
uygarlığın hayat kaynağını oluşturur. Buna göre<br />
diyebiliriz ki insanın sosyalleşebilme <strong>ve</strong> sosyalleş-<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
tirebilme yeteneği uygarlık dediğimiz birikimi meydana<br />
getirmiştir. Bu açıdan bakıldığında birey, toplum,<br />
kültür <strong>ve</strong> uygarlık karşılıklı birbirlerini mümkün<br />
kılan unsurlar olarak değerlendirilir. Eralp (1949:<br />
52-56), birey <strong>ve</strong> sosyal şartlar arasındaki ilişkinin<br />
önemini şöyle vurgular: “Toplum bizim dışımızda<br />
olmaktan çok bizim içimizdedir. Her keşfin yapılabilmesi,<br />
her büyük adamın yetişmesi için bazı sosyal<br />
şartlara ihtiyaç olduğuna şüphe yoktur; çölde<br />
ne sonsuz küçükler hesabı keşfedilebilir ne de dokuzuncu<br />
senfoni bestelenebilirdi.” Olumlu sosyal<br />
şartların birey üzerindeki olumlu etkisinin aksine,<br />
bireyin içinde doğup büyüdüğü sosyal çevrenin<br />
sağlıklı sosyalleşme için el<strong>ve</strong>rişli olmaması, onun<br />
doğuştan getirdiği zekâ <strong>ve</strong> yeteneğin yeteri kadar<br />
gelişme imkânı bulamamasına ya da kötü amaçlı<br />
kullanılmasına neden olabilme potansiyelini içerir.<br />
Bir etkileşim <strong>ve</strong> öğrenme süreci dâhilinde ömür<br />
boyu devam eden, ancak, olgunluk çağından itibaren<br />
hızı azalan <strong>ve</strong> niteliği değişen sosyalleşme,<br />
öncelikle çocukluk <strong>ve</strong> ergenlik döneminde büyük<br />
önem taşır. Bu önem kültürümüzde “Ağaç yaş iken<br />
eğilir.” atasözünde karşılığını bulur. “Sosyalleşme<br />
çocukta kendine gü<strong>ve</strong>n duygusunu geliştirir. Çocukta<br />
kendine gü<strong>ve</strong>n duygusu, onun olumsuz bir<br />
vaziyet alışla diğer insanlardan kaçıp kendi başına<br />
hodbin <strong>ve</strong> hiçbir şey öğrenemez bir varlık olarak<br />
yaşamasına <strong>ve</strong>ya mevcut otoriteye kayıtsız şartsız<br />
boyun eğerek silik bir varlık olarak yaşamasına<br />
engel olur. Sosyalleşme bir vicdan teşekkülüne<br />
hizmet eder; bu sayede çocuk hem kendi fikir <strong>ve</strong><br />
ihtiyaçlarını kontrol eder hem de toplumdaki mevcut<br />
değer <strong>ve</strong> kurallara uygun davranış şekilleri geliştirebilir”<br />
(Ergün, 1994: 40).<br />
Bireyin sosyalleşmesinde bütün toplumsal kurumların<br />
etkisi olmakla beraber birer sosyal ortam<br />
<strong>ve</strong> bilgi-kültür kaynağı olması nedeniyle çoğunlukla<br />
aile, okul, arkadaş grubu, iş çevresi; çeşitli dinî,<br />
fikrî, kültürel <strong>ve</strong> mesleki grupların etkisi olmaktadır.<br />
11
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Bunlardan özellikle aile, bireyin ilk <strong>ve</strong> hayat boyu<br />
devam eden sosyalleşme kaynağı olması açısından<br />
büyük önem arz etmektedir. Ailede de genellikle<br />
annenin sosyalleştirici etkisi, ailenin diğer bireylerine<br />
oranla daha güçlüdür. Bebeklik <strong>ve</strong> erken<br />
çocukluk döneminde çoğunlukla aile bireylerinden<br />
etkilenerek toplumsallaşan çocuk, zamanla okul,<br />
iş, sosyal gruplar <strong>ve</strong> değişik ortamlarda yaşadığı<br />
ilişkilerle sosyalleşmesini sürdürür.<br />
İki önemli sosyalleştirme kurumu olarak<br />
aile <strong>ve</strong> okul, çocuğun ihtiyacı olan sosyalleşme<br />
mesajlarını seçerken genellikle çağın yaşayan, itibar<br />
edilen, kullanım değeri olan bilgi, beceri, değer<br />
<strong>ve</strong> davranışların kazandırılması perspektifinden<br />
hareket eder. Başka bir ifadeyle bir toplumdaki<br />
sosyalleşme sürecinin içeriğini toplumun/dönemin<br />
paradigmaları belirler. Bu bağlamda beceri boyutunda,<br />
eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, problem<br />
çözme, karar <strong>ve</strong>rme, araştırma yapma, sosyal<br />
<strong>ve</strong> siyasal katılım, grupla çalışma, gözlem yapma,<br />
girişimcilik, iletişim <strong>ve</strong> empati kurma, bilgi teknolojilerini<br />
kullanma, değişim <strong>ve</strong> sürekliliği algılama, dili<br />
doğru, güzel <strong>ve</strong> etkili kullanma; değer boyutunda<br />
ise, adil olma, dürüstlük, barışse<strong>ve</strong>rlik, çalışkanlık,<br />
dayanışma, farklılıklara saygı, hak <strong>ve</strong> özgürlüklerini<br />
bilmek <strong>ve</strong> korumak, başkalarının haklarına saygı<br />
duyma, sorumluluklarının bilincinde olma, hoşgörülü<br />
olma, uzlaşmaya <strong>ve</strong> değişime açık olma,<br />
ön yargı <strong>ve</strong> ayrımcılıklarla mücadele, eşitlik, sevgi,<br />
doğal çevreye duyarlılık, vatanse<strong>ve</strong>rlik, yardımse<strong>ve</strong>rlik,<br />
kültürel mirasa duyarlılık gösterme gibi yeterliliklerin<br />
önem kazandığı görülür. Ana hatlarıyla<br />
demokrasi kültürü <strong>ve</strong> değerleri ile ilgili yeterlilikleri<br />
esas alması nedeniyle “demokratik sosyalleşme”<br />
olarak nitelediğimiz bu sosyalleşme yaklaşımı,<br />
çağımız insanının temel ihtiyaçlarındandır.<br />
Küçük yaşlarda aile ortamında temelleri atılması<br />
gereken bu sosyalleşme çerçe<strong>ve</strong>siyle demokrasi,<br />
ancak birey <strong>ve</strong> toplum düzeyinde bir kültüre dönüşebilecektir.<br />
12 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Demokratik sosyalleşme, bireye demokratik<br />
kültürün, değerlerin, becerilerin <strong>ve</strong> tutumların kazandırıldığı,<br />
yani demokrasiyi özümsemiş bireyi<br />
<strong>ve</strong> toplumu yetiştirmeyi hedefleyen sosyalleşmedir.<br />
Demokratik sosyalleşme, bireylerin demokratik<br />
süreçlere hem siyasal sistem hem toplumsal hayat<br />
hem de bireysel yaşantı boyutunda katılması; tercihlerinde,<br />
kararlarında <strong>ve</strong> ilişkilerinde demokrasiyi<br />
referans almasıdır. Demokrasiye dayalı bir sosyalleşme,<br />
insana dair doğal olanı, insanlık hâllerini<br />
<strong>ve</strong> birlikte yaşamak için gerekli olan bilgi, beceri,<br />
değer <strong>ve</strong> tutumları hesaba katan bir sosyalleşme<br />
yaklaşımıdır. Bu nedenle demokrasiye dayalı sosyalleşme<br />
idealden çok realiteyi esas alır. Toplumumuzda<br />
yaygın olan sosyalleşme anlayışında ise<br />
mükemmellik hedefi baskındır. Sosyalleştirmenin<br />
öncelikli amacı bireye devlet, toplum <strong>ve</strong> aile için<br />
üstlenmesi gereken rol <strong>ve</strong> sorumlulukları öğretmektir.<br />
Amaç kusursuz bireyler yetiştirmektir. Demokratik<br />
sosyalleşmede ise doğruya <strong>ve</strong> yanlışa,<br />
iyiye <strong>ve</strong> kötüye, güzele <strong>ve</strong> çirkine ilişkin sonucu<br />
tayin eden önemli faktörlerden biri, durumsallık<br />
ilkesidir. Yani koşullar önermelerin doğruluk <strong>ve</strong><br />
yanlışlık derecelerini etkileyebilir. Buna göre, her<br />
görüş, içinde yanlışlık ihtimali olan bir doğru olabileceği<br />
gibi içinde doğruluk ihtimali olan bir yanlış<br />
da olabilir. Esnek bir zihinsel yapıya hizmet eden<br />
bu bakış açısı, demokratik sosyalleşmenin gerektirdiği<br />
birçok beceri <strong>ve</strong> değerin özünü oluşturur.<br />
Demokratik sosyalleşme bireyin diğer insanlarla<br />
ilişkilerinde “doğal olan”ı esas alır. Her bireyin,<br />
insan olarak kendi türünün bütün özelliklerini<br />
taşıdığı <strong>ve</strong> bu nedenle evrensel insanlık ailesinin<br />
ayrılmaz bir parçası olduğu <strong>ve</strong> aynı zamanda kendisini<br />
diğer insanlardan bir ölçüde farklı <strong>ve</strong> özgün<br />
kılan bir yönünün bulunduğu realitesini kabul eder.<br />
Bu ilkeden hareketle demokratik sosyalleşme hem<br />
evrensel ilke <strong>ve</strong> değerleri hem de bireysel hak, özgürlük<br />
<strong>ve</strong> sorumluluğu dikkate alır.
Demokratik sosyalleşme bireye ilişkin hak-görev<br />
dengesini esas alır. Bu sosyalleşme anlayışı<br />
bireyin ailesine, topluma, devlete, genel olarak insanlığa<br />
<strong>ve</strong> doğaya karşı hem görevlerini hem de<br />
haklarını bilmesini gerektirir. Hak <strong>ve</strong> görev madeni<br />
bir paranın iki yüzü gibidir. Bir tarafın varlığı diğerinin<br />
varlığıyla anlam kazanır. Bu nedenle hak<br />
<strong>ve</strong>ya görevden birinin diğerine feda edilmesi sosyal<br />
dengeyi bozar. Ancak, insanlık tarihine bakıldığında<br />
bireylerin sosyalleşme sürecinde her zaman<br />
hem “hak” hem de “görev” boyutuna vurgu yapıldığını<br />
söylemek zordur. Bu bağlamda dengenin<br />
çoğu zaman “görev” lehine bozulduğu <strong>ve</strong> “görev”i<br />
esas alan sosyalleştirme eğiliminin daha ağır bastığı<br />
görülür. Bu durum Türk toplumu dâhil birçok<br />
toplumda hâlâ devam etmektedir.<br />
Hak <strong>ve</strong> özgürlükleri geri plana iterek bireyin görev<br />
<strong>ve</strong> sorumluluklarını katı bir şekilde öne çıkaran<br />
sosyalleştirme anlayışının altında yatan nedenlerden<br />
biri, otoritenin sarsılması <strong>ve</strong> otorite kaynağının<br />
egemenlik alanının daralması kaygısıdır. Özellikle<br />
baskıcı ailelerde ebe<strong>ve</strong>yn otoritesinin korunması <strong>ve</strong><br />
aynı nitelikteki sosyal gruplarda da liderin otoritesinin<br />
korunması çabası hak <strong>ve</strong> özgürlüklere dayalı<br />
değerlerin geri plana itilmesini gerektirmiştir. Bu <strong>ve</strong><br />
benzeri kültürel nedenlerin yanında, bu bağlamda<br />
siyasi nedenlerin de etkili olduğu söylenebilir.<br />
Hak <strong>ve</strong> özgürlüklerinin farkında olarak sosyalleşen<br />
bireylerin, devletin geniş hükümranlık yetkilerini<br />
sorgulayacağı, böylece onun otoritesini sarsacağı<br />
kaygısı, eskisi kadar olmasa da demokratik eğitim<br />
<strong>ve</strong> demokratik sosyalleşme önünde bir zihniyet sorunu<br />
olarak varlığını korumaktadır. Özellikle totaliter<br />
yönetimlere sahip toplumlarda hak <strong>ve</strong> özgürlük<br />
bilgisine dayalı sosyalleşme talebi, devlet açısından<br />
siyasi sonuçları da olan ciddi bir sosyal risk<br />
olarak algılanmaktadır. Bu risk, çoğu zaman bu tür<br />
devletlerin eğitim politikaları, öğretim programları<br />
<strong>ve</strong> uygulamalarında bireyin hak <strong>ve</strong> özgürlüklerini,<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
görev <strong>ve</strong> sorumluklularının gölgesinde bırakan<br />
yaklaşımların izlenmesine neden olmaktadır.<br />
Demokratik sosyalleşme bir haktır. Bu sosyalleşme<br />
biçimi, insanlığın ortak paydasını esas alır,<br />
ancak bireyin özgün <strong>ve</strong> farklı oluşunu da bir “hak”<br />
olarak kabul eder. Bu, “farklı olma hakkı” dır.<br />
Farklı olma hakkının bilincinde olmak <strong>ve</strong> onu koruyup<br />
geliştirmek demokratik sosyalleşmenin temelini<br />
oluşturur. Buna göre her insan se<strong>ve</strong>bilir, ama<br />
herkes aynı yemeği, aynı şehri, aynı kitabı, aynı<br />
lideri sevmek zorunda değildir. Herkes düşünebilir<br />
ama herkes aynı görüşte olmak zorunda değildir.<br />
Her insan inanabilir, ama herkes aynı dine, aynı<br />
mezhebe, aynı toteme inanmak zorunda değildir.<br />
Bu hak aynı zamanda farklı etnik kökene, kültürel<br />
yapıya, siyasal tercihe, politik <strong>ve</strong> felsefi görüşe,<br />
sosyal gruba vb. ait olmayı da içerir. İnsanın farklı<br />
olma hakkı, şahsiyet oluşturabilmenin, hayata<br />
anlam katabilmenin, kimlik kazanabilmenin temel<br />
şartıdır. Bu hak, yaşama hakkı dışında inanma,<br />
düşünme, ikamet etme, seyahat etme gibi hakların<br />
da temelini oluşturur.<br />
Bireylerin <strong>ve</strong> çeşitli grupların farklı olma haklarının<br />
inkârı, bütün totaliter yönetimlerin genel<br />
politikasıdır. Bu yönetimler inanç, kültür, siyasi<br />
düşünce <strong>ve</strong> etnik kökene dayalı farklılıkları, sosyal<br />
kontrolü zorlaştırıcı, onun maliyetini artırıcı bir<br />
faktör, dolayısıyla da bir tehdit olarak görürler. Bu<br />
nedenle, farklı olana, kendisine benzeme dışında<br />
başka seçenek tanımazlar. Oysa ki aşırı benzeşim<br />
yoluyla sağlanan yapay “biz” duygusuyla toplumda<br />
gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nlik tesis edilemeyeceği gibi bu<br />
süreçte tekilin, farklı olanın ötekileştirilmesinin,<br />
yadsınmasının toplumda yarattığı mağduriyet <strong>ve</strong><br />
kamplaşma insanlık açısından daha büyük riskler<br />
içermektedir.<br />
Demokratik sosyalleşme, bireyi aydınlatma,<br />
onun duygu <strong>ve</strong> zihin dünyasında farklı olana, öte-<br />
13
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
kine saygı temelinde bir kabul alanı yaratma sürecidir.<br />
Çeşitli şekillerde öteki hakkında yaratılan<br />
olumsuz imajları <strong>ve</strong> ön yargıları değiştirmedir. Bu<br />
belki de sosyalleşmenin en zor aşamasıdır. Çünkü<br />
birçok kültürde öteki/ötekiler hakkında yüzyıllara<br />
yayılan kuv<strong>ve</strong>tli ön yargılar bulunmakta <strong>ve</strong> sosyalleşme<br />
sürecinde bunlar yeni kuşaklara da benimsetilmektedir.<br />
Oysa insanlığın geleceği, bu ön<br />
yargıları yaşatmakta değil, bunları derinden sorgulamakta<br />
aranmalıdır. Demokratik sosyalleşme bu<br />
sorgulamayı yapabilmenin <strong>ve</strong> öteki hakkında kategorik,<br />
kalıp <strong>ve</strong> sabit düşüncelerden kurtulabilmenin<br />
yegâne imkânıdır.<br />
Demokratik sosyalleşme, farklılığı tehdit algısının<br />
dışına çıkarma, ona hayat hakkı tanıma hedefine<br />
odaklıdır. Bu başarıldığı zaman, toplumun<br />
sosyal sermayesi büyür, toplumda birey-birey, birey-toplum<br />
<strong>ve</strong> birey-devlet arasında gü<strong>ve</strong>n duygusu<br />
gelişir. İnsan, üstün kılınmış olur. Sosyal barış<br />
<strong>ve</strong> huzur artar, toplumsal bilinç güçlenir, sosyal<br />
kontrol kendiliğindenleşir; bunlara bağlı olarak kamunun<br />
gü<strong>ve</strong>nlik harcamaları azalır.<br />
Demokratik sosyalleşmenin diğer bir hareket<br />
noktası “insanlık hâlleri” dir. İnsanlık hâlleri değişken<br />
<strong>ve</strong> başka başkadır. Zira bütün insanların<br />
aynı derecede zeki, duygusal, cesur, cömert, şefkatli<br />
vb. olması mümkün değildir. İnsanlık hâlleri,<br />
her insanın her hâlden, özellikten bir ölçüde bir<br />
pay sahibi olmasının ifadesidir. Buna göre bütün<br />
insanlık bir kişiyi, bir kişi bütün insanlığı temsil<br />
edebilir. Kimi özelliklerimiz açısından farklı olsak<br />
da hepimiz aslında biriz. Hepimiz bir ölçüde cesur,<br />
korkak, bilge, cahil, sevimli, itici, adil, zalim, aziz <strong>ve</strong><br />
günahkârız. Örneğin, çok cesur bir insan bazı durumlarda<br />
biraz da korkak davranabilir. Çok cömert<br />
biri bazı hâllerde cimrilik yapabilir. Çok adil biri bazen<br />
haksızlık yapabilir. Yani herhangi bir niteliğe<br />
dair çokluk da eksiklik de insan için mümkündür.<br />
Elbette ki insanın her konudaki bilgi, beceri <strong>ve</strong> ye-<br />
14 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
terliliklerini en üst düzeye çıkarma hedefi demokratik<br />
sosyalleşme için de geçerlidir. Ancak daha<br />
önde gelen ilke, insanın doğruları <strong>ve</strong> yanlışlarıyla<br />
birlikte insan olduğudur. Demokratik sosyalleşme,<br />
mükemmellik yolunda ne kadar mesafe alınırsa<br />
alınsın bazı konularda insanın eksikliklerinin bulunabileceği<br />
gerçeğini hesaba katar. Bu nedenle<br />
demokratik sosyalleşme, kusursuz <strong>ve</strong> mükemmel<br />
insan yetiştirme iddiasını içermez.<br />
İnsanlık hâllerini göz ardı eden bir sosyalleşme<br />
iddiası, insandan tanrı yaratma hayaliyle avunur.<br />
Bunu başaramayınca tabular, mitler, idoller, aşılmazlar,<br />
ulaşılmazlar, dokunulmazlar yaratır. Yaratacağını<br />
umduğu idolün de insanlık hâllerinden<br />
bağımsız olamayacağını, bir noksanlığının, kusurunun<br />
bulunduğunu anladığı zaman da anlam kaybı<br />
yaşamaya başlar. Sosyalleşme sürecinde bu tür<br />
insanüstüleştirme çabaları ciddi sapmalara neden<br />
olabilir. Aileler <strong>ve</strong> öğretmenler insanüstüleştirmenin,<br />
insanı değerli kılmak değil, aksine onu kendi<br />
doğasından koparmak, insanlığından çıkarmak olduğunu<br />
bilmelidirler.<br />
Sosyalleştirmede insanlık hâllerini dikkate almak,<br />
bireysel <strong>ve</strong> toplumsal zihniyeti aşırılıklardan<br />
arındırır. İnsanı olduğu gibi kabul etmeyi, onun içinde<br />
bulunduğu, bulunabileceği özel koşulları, imkân<br />
<strong>ve</strong> imkânsızlıkları dikkate almayı gerektirir. İnsanlık<br />
hâllerini dikkate alan demokratik sosyalleşme, tolere<br />
edilebilir sınırlardaki hataların, noksanlıkların,<br />
zaafların her insan için mümkün olabileceğini; her<br />
insandan aynı standartta yeterlilikler beklemenin<br />
doğru olmayacağını, insan olmanın gereği olarak<br />
hiç kimsenin bu durumlardan bağımsız olamayacağını<br />
kabul eder.<br />
Demokratik sosyalleşmenin esas aldığı diğer<br />
bir husus da “birlikte yaşama kültürü” açısından<br />
birey için çağın gerektirdiği bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong><br />
tutumlardır. Çünkü demokrasi bir yandan bireylerin
özgürlük alanının geliştirilmesini savunurken aynı<br />
zamanda “düzen” fikrini de savunur. Anarşizm<br />
derecesinde bir özgürlük anlayışını reddeder. Bireyin<br />
bir toplum içinde ancak kimlik <strong>ve</strong> kişiliğinin gelişebileceği<br />
gerçeğinden hareketle “çokluk içinde<br />
birlik” anlayışına dayalı olarak birlikte yaşama iradesini<br />
sürekli kılmaya çalışır. Bunu sağlamak için<br />
sosyalleşme sürecinde çocuklara esnek bir zihinsel<br />
yapı, tolerans <strong>ve</strong> hoşgörü kültürünün kazandırılmasını<br />
öngörür. Bu amaca yönelik empati kurma<br />
becerisi ile farklılıklara, hak <strong>ve</strong> özgürlüklere saygı<br />
duyma değerini öne çıkarır.<br />
Ailede Demokratik Sosyalleşme<br />
Toplumun çekirdeği olan aile bir sosyalleşme<br />
okuludur. Bireyin ilk sosyalleşmesi ailede başlar.<br />
Hayatta öğrenilen birçok şeyin daha önce öğrenilen<br />
bilgi, değer <strong>ve</strong> beceriler üzerine bina edildiği,<br />
bu öğrenmelerin aile ortamında gerçekleştiği, ayrıca<br />
ailenin birçok kişi için hayat boyu bir yaşam<br />
alanı olduğu gerçeği, ailede işletilen sosyalleşme<br />
sürecinin önemini ortaya koymaktadır. Ailede gerçekleştirilen<br />
sosyalleşmenin demokratik temelde<br />
şekillenmesi için öncelikle ebe<strong>ve</strong>ynler olmak üzere<br />
bütün aile bireylerinin tutum <strong>ve</strong> davranışlarında,<br />
etkileşim <strong>ve</strong> iletişim biçimlerinde demokratik bir<br />
duyarlılık içinde bulunmalarını gerekir. Zira bireyler<br />
erken çocukluk döneminde daha çok taklit yoluyla<br />
öğrenirler. Hayat içinde doğal <strong>ve</strong> gönüllü bir<br />
öğrenme modelinin uygulandığı aile yaşantısında<br />
birey, toplumsal yaşamın temel kurallarını öğrenir.<br />
İnsanın içinde doğup büyüdüğü, sevgi <strong>ve</strong> himaye<br />
gördüğü aile; toplumun temel taşı, bireyin birincil<br />
sosyalleşme kaynağı <strong>ve</strong> yaşam boyu bir yuva olması<br />
nedeniyle titizlikle korunması gereken saygın<br />
bir sosyal kurumdur.<br />
Aile biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün devamını<br />
sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk yaşandığı,<br />
karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlan-<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
dığı; toplumda oluşan özdeksel <strong>ve</strong> tinsel zenginlik-<br />
leri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik,<br />
ekonomik, toplumsal, hukuksal vb. yönleri bulunan<br />
toplumsal bir birimdir (Sayın, 1990: 2). Aile, birey<br />
için önemli bir modelleme aracıdır. Ailede gördükleri<br />
modeller üzerinden bireyler annelik, babalık,<br />
ağabeylik, ablalık ya da “kadınlık”, “erkeklik” davranış<br />
kalıplarını öğrenir (Yıldırım, 2005: 93-100).<br />
Kültürümüzde birey-toplum ilişkisinin kurucu<br />
ünitesi ailedir. Aile bağları, doğumdan ölüme kadar<br />
bireyin fiziksel, zihinsel, ruhsal sağlığının <strong>ve</strong> mutluluğunun<br />
teminatıdır (İçli, 2009). Doğan (2009: 204-<br />
205)’a göre, Türk toplumu aile örgütlenmesi üzerine<br />
kurulu bir toplumdur. Bu örgütlenmeyi pekiştiren<br />
<strong>ve</strong> ikame eden toplumsal değerlerdir. Himaye,<br />
itaat <strong>ve</strong> sadakat gibi değerler toplumsal değerlerin<br />
başında yer alarak Türk aile yapısındaki ilişkileri<br />
denetlemekte <strong>ve</strong> düzenlemektedir. Sözlü kültür<br />
ürünleri sözü edilen olguyu doğrulayan önemli tarihsel<br />
<strong>ve</strong> sosyolojik kaynaklardır. Bu kaynaklarda<br />
baba/koca/aile reisi itaat <strong>ve</strong> sadakatle kendisine<br />
tabi olunan kişi/ler; anne, kadın <strong>ve</strong> çocuklar bu<br />
değerlerle tabi oldukları kişilerden himaye gören<br />
varlıklardır.<br />
Bireysel bağlamda bakıldığında, ailede özellikle<br />
annenin toplumsallaştırıcı etkisinin ailenin diğer<br />
bireylerine oranla daha güçlü olduğu görülür. Bu<br />
özelliği nedeniyle “anne aynı zamanda informal<br />
eğitim bağlamında insanın ilk öğretmenidir” (Özpolat,<br />
2002: 31). Bu durum önemli ölçüde anneliğin<br />
doğası <strong>ve</strong> anne ile çocuk arasında daha gebelik<br />
döneminde kurulan duygusal etkileşimden<br />
kaynaklanır. Bu nedenle birçok toplumda olduğu<br />
gibi toplumumuzda da aile ölçeğinde sosyalleşme<br />
sorumluluğunun çoğunlukla anneye <strong>ve</strong>rildiği görülmektedir.<br />
Annelik rolünün sosyalleştirici etkisinin<br />
yanında toplumun üretim biçiminin babaya <strong>ve</strong> ailenin<br />
erkeklerine aile dışında yüklediği sorumluluğun<br />
da etkisi bulunmaktadır. Zira, Ersöz (1999: 104)’ün<br />
15
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
kamuda çalışan yönetici kadınlar <strong>ve</strong> eşleri üzerinde<br />
yaptığı bir araştırmaya göre erkeklerin %43,7’sinin<br />
aşırı yorgunluk, zaman bulamama, e<strong>ve</strong> geç gelme<br />
vb. nedenlerle çocuklarıyla ilgilenemediklerini ortaya<br />
koymaktadır.<br />
Aile bireyin özel alanıdır. Bu durum çoğu<br />
bireyin ailesine karşı muhafazakâr bir eğilim içinde<br />
olmasına neden olur. Bu eğilim aile bireylerinin<br />
birbirlerine tutkun olması, saygı göstermesi, birbirlerini<br />
sevmesi, himaye etmesi için gerekli olan bir<br />
durumdur. Aidiyet duygusundan kaynaklanan <strong>ve</strong><br />
bireyin hayatında çoğunlukla olumlu rol oynayan<br />
bu eğilim, kimi durumlarda ailede öğrenilen bazı<br />
yanlışları da sorgulama dışı tutma, akıl süzgecinden<br />
geçirmeme gibi boyutlara varabilmektedir. Durum<br />
böyle olunca, doğruluk adına bireye öğretilen<br />
kimi yanlışlar ömür boyu onun düşüncesi, inancı<br />
<strong>ve</strong>ya tercihi hâline gelebilmekte <strong>ve</strong> ilişkilerini etkileyebilmektedir.<br />
Bu durum ailede <strong>ve</strong>rilen ilk eğitimin<br />
rafine edilmiş gü<strong>ve</strong>nilir bilgileri içermesinin<br />
önemini ortaya koymaktadır.<br />
Ülkemizde demokratik sistemin birey, toplum<br />
<strong>ve</strong> siyasal sistem boyutunda yaşadığı sorunların<br />
temelinde yatan nedenlerden biri, aile ortamında<br />
çocukları demokrasinin nimetlerinden mahrum<br />
etmek, demokrasiye uygun olmayan kimi yanlış<br />
bilgi, değer <strong>ve</strong> tutumları aile <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya kabile muhafazakârlığı<br />
adına meşru göstermektir. Ülkemizde<br />
iki yüz yıllık serü<strong>ve</strong>nine rağmen demokrasinin<br />
hâlâ sorunlu olmasının nedeni birey, aile <strong>ve</strong> toplum<br />
düzeyinde demokrasi kültürünü inşa edememiş olmamızdır.<br />
Uysal (1984: 84)’a göre “demokrasinin<br />
işlerliği için bilgili <strong>ve</strong> etkin vatandaşa duyulan gereksinme<br />
ile ailedeki etkilik arasında da bir paralellik<br />
kurulabilir.” Bu tespitten hareketle denilebilir<br />
ki birey ailede evlat olarak nasılsa, hangi yeterliliklere<br />
sahipse, devletin vatandaşı <strong>ve</strong> toplumun üyesi<br />
olarak da öyledir. Demokrasi kültürü açısından bakılırsa<br />
birey ailede ne kadar demokratikse toplum<br />
16 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
hayatında <strong>ve</strong> devletle ilişkilerinde de o kadar demokratiktir.<br />
Bu nedenle demokratikleşmeye ilişkin<br />
süreç tabandan yani bireyden <strong>ve</strong> aileden başlamalıdır.<br />
Bireyin hayatını kuşatan bir toplumsal, kültürel<br />
<strong>ve</strong> siyasal çerçe<strong>ve</strong> olarak demokrasinin mümkün<br />
olan en erken yaşlarda <strong>ve</strong> aile ortamında yaşanarak<br />
öğrenilmesi tam demokratik bir toplum için bir<br />
zorunluluk hâline gelmiştir. Çünkü istisnalar hariç,<br />
temeli ailede atılmayan, kökü aile içi sosyalleşmeye<br />
uzanmayan, başka bir ifadeyle ailede alınmış terbiyeye<br />
dönüştürülmeyen değer <strong>ve</strong> bilgilerin bireyin<br />
hayatında kalıcı iz bırakması zordur. Bu nedenle<br />
işe aileden başlanmalı, birey toplum <strong>ve</strong> devlet için<br />
doğru <strong>ve</strong> yararlı olan bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong> tutumlar<br />
mümkün olan en erken yaşta <strong>ve</strong> aile ortamında<br />
kazandırılmalıdır. Demokrasinin gerektirdiği yeterliliklerin<br />
çocuklarda bir kültür hâline dönüşebilmesi<br />
<strong>ve</strong> bir referans olarak görülebilmesi için demokrasi<br />
paradigmasının bazı açılardan ailede bir sosyalleşme<br />
hedefi olarak benimsenmesi gerekmektedir.<br />
Bu bağlamda, şahsiyet eğitimini de içeren çocukta<br />
kimlik oluşum süreci, aile içi iletişim <strong>ve</strong> katılım<br />
önem <strong>ve</strong> öncelik arz etmektedir.<br />
1. Kimlik Oluşturan Unsurlar<br />
Bireyin kimliğine etki eden temel unsurlar cinsiyet,<br />
etnik köken, dil, din, politik <strong>ve</strong> felsefi görüş,<br />
kültür, sosyal sınıf, coğrafi bölge gibi unsurlardır.<br />
Toplumumuzda önce toplumsal cinsiyet rollerinin<br />
öğretimi ile başlayan kimlik oluşumuna dönük sosyalleşme,<br />
zamanla ailenin etnik kökeni, inançları,<br />
politik görüşleri, sosyal köken değerleri hakkında<br />
farkındalık oluşturularak tamamlanır. Toplumun en<br />
hassas <strong>ve</strong> kırılgan noktaları olan bu olgular hakkında<br />
daha ilk bilgiler <strong>ve</strong>rilirken demokratik duyarlılık<br />
gösterilmesi, çocuğun cinsiyet, inanç, düşünce,<br />
etnik köken vb. bağlamlarda ayrımcı tutumlardan<br />
korunması, böylece toplumda farklılıklara saygı <strong>ve</strong>
eşitlik temelinde bir diyalog <strong>ve</strong> uzlaşma kültürünün<br />
oluşması açısından önemlidir. Bu nedenle çocuğa<br />
cinsiyet, milliyet, inanç gibi kimlik unsurları tanıtılırken<br />
aynı zamanda bütün bunların üzerinde öncellikle<br />
“insanlık” kimliğine <strong>ve</strong> onun değerlerine sahip<br />
olması gerektiği bilinci kazandırılmalıdır. İnsanlık<br />
kimliğinin cinsiyet <strong>ve</strong> milliyet kimliğinin üzerinde bir<br />
üst kimlik olarak kabulü çocukta eşitlik <strong>ve</strong> evrensellik<br />
fikrini pekiştirerek demokratik sosyalleşmeye<br />
katkı sağlar. Bu hususta Frenc Kölcsey’in oğluna<br />
öğüdü olan: “İnsanlığı sevmek, her asil kabilede<br />
bulunması gereken bir şarttır. İnsanlığın bütünü,<br />
her ferdi akrabamız olan, sevgimize <strong>ve</strong> hizmetimize<br />
aynı şekilde hakkı olan sayısız ailelere ayrılmış<br />
büyük bir soydan başka bir şey değildir.” şeklindeki<br />
bakış açısına insanlığın ne kadar da ihtiyacı vardır.<br />
(Turan, 2003: 205).<br />
Her aile toplumun değerlerini göz önünde tutarak,<br />
çocuklarına şahsi bağımsızlıklarını kazandıracak,<br />
onları ayakları üstünde durabilen insanlar<br />
hâline getirecek, hayat mücadelesinden galip çıkaracak<br />
şekilde eğitim uygulamalarına tabi tutar.<br />
Onların sorumluluk duygusuna sahip olmalarını<br />
ister (Özcan, 2004; 135-168). Demokratik kültürün<br />
yeteri kadar oluşmadığı toplumlarda ailelerde yaygın<br />
olan yetiştirme modeli, ebe<strong>ve</strong>ynlerin “kendi<br />
geçmişlerini çocuklarının geleceğinde yaşatmak”<br />
şeklinde ifade edilebilen bir anlayışın izlerini<br />
taşır. Halk arasında çocuğun kimi davranışları<br />
hakkında “Bu çocuk kime çekmiş acaba?” şeklindeki<br />
değerlendirmeler bu anlayışın ifadesidir. Bu<br />
durum çoğunlukla çocuklara toplumsal cinsiyet rolleri<br />
öğretilirken dışa vurulur. Toplumumuzda erkek<br />
çocuğun ailenin idealini oluşturan yetişkin erkekler<br />
gibi, kız çocuğunun da ailenin idealindeki kadınlar<br />
gibi yetiştirilmeye çalışılmasının nedeni bu bilinçaltı<br />
durumundan kaynaklanmaktadır. Hâlbuki çocuklar<br />
bizim arzularımıza konu olmak, bizim istediğimiz<br />
gibi yaşamak için dünyaya gelmemişlerdir. Onların<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
dünyaya ebe<strong>ve</strong>ynleri aracılığıyla gelmeleri, ebe<strong>ve</strong>ynlere<br />
onlar üzerinde mutlak tasarruf hakkı <strong>ve</strong>rmez.<br />
Toplumumuzda birçok ailede, önce cinsiyetçi<br />
bir yaklaşımla toplumsal cinsiyet rolleri öğretilen<br />
çocuğa zamanla kimlik oluşturan diğer unsurlar<br />
hakkında bilgiler <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> yönlendirmeler yapılır.<br />
Çocuğun aile ile bağlarının kuv<strong>ve</strong>tli <strong>ve</strong>ya zayıf oluşu<br />
da çocuğa sosyalleşme adına öğretilenlerin benimsenmesi<br />
<strong>ve</strong> uygulanmasıyla orantılıdır. Aile <strong>ve</strong><br />
sosyal çevre üzerinden yaratılan bilgi evreni giderek<br />
çocuğun kişiliği, sosyal ilişkileri, tercihleri, değerleri,<br />
davranışları, kabul <strong>ve</strong> retlerinin temel kodlarını<br />
oluşturur. Son derece doğal <strong>ve</strong> hatta gerekli<br />
olan bu sürecin demokratik değerler içermemesi<br />
bireyi çeşitli egemenlik <strong>ve</strong> güç ilişkilerinin nesnesi<br />
hâline getirebilir. Çoğu zaman bireyi, güce göre<br />
yönünü belirleme <strong>ve</strong> gücün üstünlüğünü kabullenme<br />
durumunda bırakan böyle bir sosyalleştirme<br />
anlayışı, demokratik açıdan sorgulanmaya açıktır.<br />
Ailede demokrasi çocuğun şahsiyetine saygı<br />
göstermekle başlar. Çocuğun sosyalleşmesinin<br />
demokratik esaslar dâhilinde olabilmesi için öncelikle,<br />
ailede annesi <strong>ve</strong> babasının insan olarak<br />
eşit olduğunu görmesi, buna inanması <strong>ve</strong> bunu<br />
yaşaması gerekir. Cinsiyetten kaynaklanan rol<br />
farklılıklarının her iki cinsin doğasının, fiziksel <strong>ve</strong><br />
ruhsal özelliklerinin gereği olduğu, bu roller arasında<br />
önem açısından öncelik sonralık ilişkisinin bulunmadığı,<br />
kadın <strong>ve</strong> erkeğin bir bütünün birer eşit<br />
yarısı olduğu, biri olmadan diğerinin de varlığının<br />
anlamını kaybedeceği gerçeği çocuğun düzeyine<br />
uygun bir dille anlatılmasıyla yetinilmemelidir. İla<strong>ve</strong><br />
olarak, ebe<strong>ve</strong>ynler <strong>ve</strong> ailenin diğer yetişkinleri tarafından<br />
cinsiyet ayrımı <strong>ve</strong> eşitsizliğini sorgulayıcı<br />
bir söylem kullanılmalı <strong>ve</strong> bu yargı çocuğa uygun<br />
biçimde hissettirilmelidir. Bireylerin kimi başarıları<br />
<strong>ve</strong>ya başarısızlıkları cinsiyet eksenli değerlendirilmemelidir.<br />
Toplumda zaman zaman kadınlara<br />
<strong>ve</strong>ya erkeklere yönelik bilinçsizce kullanılan kimi<br />
17
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
olumsuz yargıları içeren jargon ile herhangi bir cins<br />
hakkında abartılı olumlu değerlendirmeleri anlatan<br />
dil kullanımından imtina edilmelidir. Cinsiyetin insan<br />
kimliğinin bir parçası olduğu ancak bunun kesinlikle<br />
üstünlük nedeni olamayacağı ilkesi ailede<br />
hâkim kılınmalıdır.<br />
Ailede rol <strong>ve</strong> görev paylaşımı da demokratik<br />
sosyalleşmeyi etkiler. Bu bağlamda dikkat edilmesi<br />
gereken husus, toplumsal cinsiyete dayalı rol paylaşımının<br />
cinsiyet ayrımını pekiştirici <strong>ve</strong> meşrulaştırıcı<br />
nitelikte olmamasıdır. Örneğin: annenin <strong>ve</strong> kız<br />
çocuklarının yerinin daima mutfak olduğu, babanın<br />
<strong>ve</strong> erkek çocukların ise mutfak tezgâhına yaklaşmasının<br />
bir cinsiyet sapması olarak algılandığı bir<br />
aile düşünelim. Böyle bir ailede toplumsal cinsiyet<br />
rolü algısı rasyonel <strong>ve</strong> demokratik çerçe<strong>ve</strong>nin dışına<br />
çıkacak, özellikle erkek gözüyle tanımlanan bir<br />
kadın dünyası yaratılacaktır. Demokratik sosyalleşme<br />
için aile bireylerinin başarı <strong>ve</strong>ya başarısızlıkları<br />
onların cinsiyetleri ile ilişkilendirilmemelidir.<br />
Ailede cinsiyet <strong>ve</strong> güç esasına dayalı bir hiyerarşi<br />
yaratılmamalıdır. Zira rasyonel <strong>ve</strong> demokratik temeli<br />
bulunmayan hiyerarşi anlayışını meşrulaştıran<br />
bir zihniyet her an ya bir zalimin mazlumu ya<br />
da bir mazlumun zalimi olmaya açık hâle gelir. Bu<br />
nedenle hiçbir rasyonel izahı olmayan cinsiyetçi<br />
hiyerarşi, yani bir cinsin diğerinden cinsiyetinden<br />
dolayı üstün olduğu anlayışı, demokrasi kültürü<br />
açısından sorgulanmalıdır.<br />
Çocuğa etnik kimliği hakkında bilgi <strong>ve</strong>rilirken de<br />
demokratik duyarlılık gösterilmelidir. Zira insanlık<br />
açısından cinsiyet eşitsizliği ne denli kabul edilmez<br />
bir durumsa, ırk ayrımcılığı da aynı derecede kabul<br />
edilmez bir durumdur. Elbette ki çocukta kimlik<br />
gelişimi için kök duygusu <strong>ve</strong> milliyet düşüncesi<br />
önemli <strong>ve</strong> gereklidir. Ancak bu bağlamda çocuğa<br />
bir bilinç kazandırılmaya çalışılırken asla “insan”<br />
üst kimliğinin belirlediği çerçe<strong>ve</strong>nin dışına çıkılmamalıdır.<br />
Çünkü etnik köken <strong>ve</strong> milliyete aşırı olumlu<br />
18 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
vurgu yapılması çocukta ırkçı eğilimler, bu değer-<br />
lerin yeteri kadar dikkate alınmaması da çocukta<br />
köksüzlük duygusu yaratabilir. Bir etnik kökene<br />
aidiyet duygusunun belli düzeyde tatmin edilmesi<br />
sosyo-kültürel bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanması<br />
çocukta tarihsel, toplumsal <strong>ve</strong> kültürel açıdan<br />
derinliklere uzanan “kök” bilincini oluşturur<br />
ki bu bilinç, bireyde yetişkinlik çağında toplumsal<br />
bütünleşmeye katkıda bulunma <strong>ve</strong> vatandaşlık<br />
görevlerini yerine getirme konusunda bireyi istekli<br />
hâle getirir. Ancak bir etnik kökene ait olduğu kadar<br />
aynı zamanda evrensel insanlık ailesinin de<br />
bir üyesi olduğu bilincini bireye kazandırmak, onu<br />
etnik kökene dayalı ayrımcılık <strong>ve</strong> ırkçı eğilimlerden<br />
korumak için “insan <strong>ve</strong> insanlık” değerinin daha<br />
üstün tutulması gerekir.<br />
Etnik kökene ilişkin demokratik sosyalleşmeyi<br />
sağlamak için Türklerin, Arapların, Almanların<br />
<strong>ve</strong>ya başka ulusların bazı açılardan birbirlerinden<br />
farklı olabileceği, bunun doğal olmanın da ötesinde<br />
gerekli bir durum olduğu anlatılmalıdır. Söz konusu<br />
farklılıkların asla bir ulusun diğer bir ulustan<br />
üstün olduğu anlamına gelmeyeceği belirtilmelidir.<br />
Cinsiyet gibi etnik kimliğin de insanların kendi seçimi<br />
olmadığı, bunların doğuştan <strong>ve</strong>rili birer özellik<br />
olduğu, hiç kimsenin cinsiyetini, doğacağı yeri <strong>ve</strong><br />
zamanı, anne <strong>ve</strong> babasını dolayısıyla da etnik kökenini<br />
seçme şansına sahip olamayacağına yönelik<br />
kendi yaşantısından, ailenin diğer bireyleri <strong>ve</strong><br />
yakın çevredeki çocuklar üzerinden örnekler <strong>ve</strong>rilerek<br />
çocuk bilinçlendirilmelidir. Düzeye uygun olarak<br />
insanın kendi kazanımı <strong>ve</strong> seçimi olmayan bir<br />
özelliğinin diğer insanlarla olan mesafesini tayin<br />
etmede ölçü alınmaması gerektiği sezdirilmelidir.<br />
Uluslar arasında dil <strong>ve</strong> kültür farklılıklarının ulus olmanın<br />
doğal gereği olduğu, bunun bizim <strong>ve</strong> başkaları<br />
için bir tehlike arz etmediği, aksine iyi ilişkilerle<br />
bunun insanlık için bir fırsat <strong>ve</strong> zenginliğe dönüştürülebileceği<br />
görüşü vurgulanmalıdır.
Çocukları/bireyleri etnik ayrımcılıktan korumak,<br />
bu bağlamda farklı olana saygı duyulmasını sağlamak<br />
için çocuğun farklı milletlerden olan kişilere<br />
değer atfetmesini sağlamak için diğer ırk <strong>ve</strong> etnik<br />
kökenlerden olan insanların kültürlerinden <strong>ve</strong> yaşantılarından<br />
iyi örnekler <strong>ve</strong>rilebilir; bu bağlamda,<br />
farklı etnik kökenlerden uygarlığın gelişmesi için<br />
başarılı çalışmalar yapmış bilim adamları, düşünürler,<br />
sanatçılar, liderler <strong>ve</strong> benzerleri örnek gösterilebilir.<br />
İyi <strong>ve</strong>ya kötü oluşun etnik bir temelinin<br />
bulunmadığı fikri, kendi etnik kökeninden olumlu<br />
<strong>ve</strong> olumsuz örneklerle anlatılmalıdır. Hatta değil<br />
ulusal ölçekte bir ailede bile bireylerin iyi oluş<br />
<strong>ve</strong>ya kötü oluş derecelerinin değişebileceği anlatılmalıdır.<br />
Irk, renk, cinsiyet <strong>ve</strong> etnik köken hakkında<br />
çocukta demokratik sosyalleşmeyi sağlamak<br />
için daha oyun çağında iken çocuk için seçilecek<br />
oyuncaklarda farklı cinsiyet, renk <strong>ve</strong> ırklardan insan<br />
figürleri seçmek yararlı olabilir. Ev ortamında<br />
farklı kültürleri çağrıştıran kitap, eşya, aksesuar <strong>ve</strong><br />
motiflerin bulunması da bu süreci kolaylaştırıcı rol<br />
oynayabilir. Varsa çevrede farklı etnik kökenden<br />
ailelerle sosyal ilişki içinde bulunmak, onların gıyabında<br />
aile ortamında olumlu değerlendirmeler<br />
yapmak da çocukta pozitif eğilimler geliştirebilir.<br />
Ailede din, politik görüş <strong>ve</strong> değer felsefesi çocuğa<br />
öğretilirken de demokratik duyarlılık gösterilmelidir.<br />
Kimliğimizin birer parçası hâline gelen<br />
bu unsurların cinsiyet <strong>ve</strong> etnik köken gibi bireye<br />
doğuştan <strong>ve</strong>rili olmadığı, bireyin birer kazanımı<br />
<strong>ve</strong> tercihi olduğu çocuğa anlatılmalıdır. Ancak bu<br />
tercihlerin çeşitli sosyal, siyasal <strong>ve</strong> kültürel şartlar<br />
altında gerçekleştiği, bu nedenle koşulların değişmesine<br />
bağlı olarak bu tercihlerin de değişebileceği<br />
hususunda çocukta esnek bir bakış açısı yaratılıdır.<br />
Din, dil, kültür, politik <strong>ve</strong> felsefi görüş <strong>ve</strong><br />
sosyal sınıf açısından bizden farklı olanların, bu<br />
farklılıkları nedeniyle suçlanamayacakları kuv<strong>ve</strong>tle<br />
vurgulanmalıdır. Bu konuda çocuğu ikna etmek<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
için eğer doğup büyüdüğümüz kültür ortamını öteki<br />
olarak gördüklerimizinki ile değiştirebilseydik,<br />
onların bizim, bizim de onların şimdiki inancını, politik<br />
görüşünü, değer yargılarını yaşıyor olabilirdik<br />
ihtimaline dikkat çekilmelidir.<br />
2. Aile İçi İletişim<br />
İnsan başkalarıyla iletişim içinde bulunmadan<br />
uzun süre insanca yaşayamaz. Bireysel bağlamda<br />
<strong>ve</strong> en genel anlamıyla iletişim, duygu <strong>ve</strong> düşüncelerin<br />
sergilenmesi <strong>ve</strong> diğer insanlarla paylaşılmasıdır.<br />
İletişimde kullanılan sözcüklerin anlamları,<br />
cümle kurma biçimi, sözün anlam derinliği, bedensel<br />
duruş, jest <strong>ve</strong> mimikler <strong>ve</strong>rilen mesajın etki<br />
derecesini olumlu <strong>ve</strong>ya olumsuz şekilde etkiler.<br />
Toplumsal ilişkilerde görülen birçok problemin altında<br />
yatan neden iletişim çatışmalarıdır. İletişimde<br />
mesaj alış<strong>ve</strong>rişinin doğru kodlanması, empati<br />
becerisinin kullanılması, “ben” dilinden kaçınılması,<br />
karşılıklı olarak birbirine özen gösterme çabasının<br />
gösterilmesi iletişim çatışmalarını önleme<br />
konusunda önemli rol oynar. İletişim çatışmalarını<br />
çözmeden aile bireyleri arasında karşılıklı gü<strong>ve</strong>n,<br />
sevgi, saygı, hoşgörü <strong>ve</strong> demokrasi kültürünü inşa<br />
etmek mümkün olamayacaktır. O hâlde işe dilden<br />
<strong>ve</strong> iletişimden başlamak lazımdır. İletişimi çatışma<br />
olmaktan çıkarıp diyaloğa dönüştürecek çözümlere<br />
ihtiyaç vardır. Bunu sağlamak için aile çocuğun<br />
duygu, düşünce, imge, tercih, ilişki yaşantılarına<br />
değer <strong>ve</strong>rmeli, onunla ilişkilerde iyi bir dinleyici <strong>ve</strong><br />
empatik bir tutum içinde olmalıdır.<br />
Aile ortamında çocuklarla kurulan sağlıklı iletişim,<br />
çocuğun sağlıklı kişilik geliştirmesini sağlar,<br />
başkaları ile olumlu ilişkiler kurmasına temel<br />
oluşturur. Yapılan araştırmalarda anne babalarıyla<br />
sağlıklı iletişim içinde olan çocukların diğerlerine<br />
göre daha az stresli oldukları <strong>ve</strong> uyum sorunu yaşamadıkları<br />
gözlenmiştir (Solak, 2009: 55-56). Ne<br />
var ki, Mc. Whirter <strong>ve</strong> Voltan (2002: 23-24)’dan<br />
19
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
aktarıldığına göre “Toplumumuzda çocuklarının isteklerini<br />
yapsalar bile, ana-baba çocuk iletişiminin<br />
daha çok olumsuz iletişim örüntülerine, bir başka<br />
deyişle olumsuz iletişime dayandığı söylenebilir.<br />
Ana babalar özsaygıyı zedeleyici dili, sen-dilini,<br />
öğüt <strong>ve</strong>rmeyi, çiftli mesaj kullanmayı dikkati dağıtmayı<br />
kullanmaktadırlar”(2001 Yılı Aile Raporu).<br />
Ailede kullanılan dili etkileyen faktörlerden biri<br />
eğitimdir. Hess <strong>ve</strong> Shipman’ın eğitim <strong>ve</strong> ait olunan<br />
sosyal sınıf faktörünün aile içi iletişime etkisini konu<br />
alan bir çalışmada, “statü esasına dayalı” ailelerle<br />
“şahsa yönelmiş” ailelerde annenin çocuğa<br />
karşı tutumunun çocuğun lisanına <strong>ve</strong> fikirleri anlama<br />
kabiliyetine etkisi araştırılmıştır. Araştırmada<br />
incelemeye konu edilen iki aileden birincisi bir işçi<br />
ailesi, ikincisi ise annenin epeyce tahsilli olduğu bir<br />
orta sınıf ailesidir. Araştırmaya göre her iki evde<br />
de çocuk elindeki kapkacakla gürültülü bir şekilde<br />
oynadığı esnada telefon çalar. Birinci evde anne<br />
çocuğa “Gürültüyü kes!” emrini <strong>ve</strong>rir. İkinci evde<br />
ise annenin çocuğa hitabı, “Telefonla konuşmak<br />
istiyorum, lütfen bir dakika sessiz kalabilir misin?”<br />
şeklinde bir ricadan ibarettir. Araştırmada birinci ailede<br />
çocuğun, bir emirle karşılaştığı için hiçbir zihni<br />
gayret göstermeye hazırlıklı <strong>ve</strong> meyilli olmadığı<br />
görülmüştür. İkinci ailede ise çocuğa birbirine bağlı<br />
olan olaylar arasındaki ilişkiyi görme fırsatı <strong>ve</strong>rilmenin<br />
yanında, annesinin soyut unsurlar, sıfatlar<br />
<strong>ve</strong> uzun cümlelerden oluşan mükemmel konuşmasını<br />
ilgiyle dinlemiştir (Kurtkan, 1992: 30).<br />
Bu araştırmadan da anlaşılacağı üzere aile içi<br />
iletişimde mesajın içerik zenginliği <strong>ve</strong> yeteri kadar<br />
neden-sonuç ilişkisini açıklaması hem ikna sürecini<br />
kolaylaştırıyor hem alıcının zihnî kapasitesinin<br />
gelişmesine katkıda bulunuyor. Konuşma örneklerine<br />
bakılırsa birinci örnekteki annenin buyurgan<br />
tarzından, çocuğun ailede ferdiyetinin kabul<br />
edilmediği anlaşılmaktadır. Buyurgan iletişim tarzı<br />
özellikle de ikili ilişkilerde asla demokrasi kültürüy-<br />
20 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
le bağdaştırılamaz. Talimatlarla büyüyen çocuğun<br />
günün birinde yetki kullanması gerektiğinde muhtemelen<br />
başvuracağı ilk yöntem buyurganlık olacaktır.<br />
Buyurganlık totaliter tarzın göstergesidir. Bu<br />
nedenle aile içi iletişimde buyurgan iletişim tarzından<br />
<strong>ve</strong> “ben” dilinden kaçınılmalı; ifadeler alıcıda<br />
değerlilik duygusu yaratmalı, yeteri kadar rasyonel<br />
<strong>ve</strong> duygusal unsurlar içermelidir. Demokrasi kültürünü<br />
ailede yaşatmak <strong>ve</strong> çocuğun demokratik değerlere<br />
uygun sosyalleşmesi için önem arz eden<br />
bu yaklaşımı kullanabilmek belli bir eğitim düzeyini<br />
gerektirmektedir. Çocukluk döneminde çocuğun<br />
gelişimi üzerinde özellikle annenin güçlü etkisi düşünüldüğünde<br />
potansiyel birer anne adayı olarak<br />
kız çocuklarımızın eğitiminin önemi ön plana çıkmaktadır.<br />
Zira annelerine demokratik kültür kazandırılamayan<br />
toplumun çocuklarına bunun kazandırılması<br />
çok daha zordur.<br />
Toplumumuzun erkek egemen sosyal yapısı,<br />
aile reisliğinin yetki <strong>ve</strong> statüsünün yaygın bir biçimde<br />
baba tarafından temsil edilmesi, bazı ailelerde<br />
otoriter baba modelinin hâlâ kültürel meşruiyet<br />
zeminin bulunması gibi nedenler dikkate alındığında<br />
kimi baba rollerinin demokratik sosyalleşme<br />
açısından sorgulanması gerektiği anlaşılmaktadır.<br />
Disiplin oluşturmada ailede önemli roller oynayan<br />
“babanın kızan, bağıran, otoriteyi temsil eden kendisinden<br />
korkulan <strong>ve</strong> tehdit unsuru olarak kullanılan<br />
rolde olmaması gerekir” (Kıraç, 2008; 93-98).<br />
Disiplin sağlamak amacıyla takınılan otoriter tutum<br />
çoğunlukla rasyonel temelden yoksun olduğu<br />
için disiplin sağlayıcı <strong>ve</strong> kişilik geliştirici olmaktan<br />
çok kişiliği yok eder. Bireyin düşünme, sorgulama<br />
<strong>ve</strong> üretme becerilerini köreltir. Otoriterlik korkuyu<br />
esas alır <strong>ve</strong> gücün kötüye kullanılması potansiyelini<br />
içerir. Korkunun olduğu yerde sevgi, şefkat, akıl,<br />
adalet <strong>ve</strong> özgürlük kaybolur. Korku nefreti besler.<br />
Ailede <strong>ve</strong>ya okulda yapılan her cezalandırma eylemi<br />
nefret duygusunu kamçılar. Otoriterliğin yarat
tığı korku ya bireyi köleleştirir ya da isyana zorlar.<br />
Her iki sonuç da birey <strong>ve</strong> toplum için felakettir (Özpolat,<br />
2009; 193-194). Toplumumuzda demokrasi<br />
kültürünün toplumsal tabanda kök salması <strong>ve</strong> ailede<br />
çocuk eğitiminde dikkate alınması için kapsamlı<br />
bir anne-baba eğitimine ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
Otoriter anne-babaların elinde otoriter çocuk,<br />
demokratik ebe<strong>ve</strong>ynlerin elinde demokratik çocuk<br />
yetiştirileceği kabulünden hareket edersek bu ihtiyacın<br />
önem <strong>ve</strong> aciliyeti daha iyi anlaşılacaktır.<br />
Ebe<strong>ve</strong>ynler çocuklarını farklı bir birey olarak<br />
görmelidirler. Duygu, düşünce <strong>ve</strong> davranışlarında<br />
özgür olduklarını düşünerek onları oldukları gibi<br />
kabul etmelidirler. … Anne-babaları tarafından<br />
duygularına <strong>ve</strong> algılarına gü<strong>ve</strong>nilmeyen çocuklar<br />
onlara karşı öfke, nefret, kızgınlık gibi olumsuz<br />
duygular hissederler. Kendilerinin bilgisiz, beceriksiz<br />
olduğunu düşünürler. Böylece kendi benliklerine<br />
ilişkin olumsuz algılamalar içine girerek düşük<br />
bir benlik saygısı <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsiz bir kişilik yapısı<br />
geliştirebilirler (Çağdaş <strong>ve</strong> Seçer, 2004: 171-173).<br />
Demokratik sosyalleşme için ailede saygı sınırları<br />
içinde duygu <strong>ve</strong> düşünceleri azami derecede<br />
açıklama özgürlüğü olmalıdır. Bu, ailenin her bireyi<br />
için bir hak olarak görülmelidir. Çocukların çeşitli<br />
şekillerde bu haktan mahrum edilmesi <strong>ve</strong>ya bu<br />
hakka ikinci dereceden sahip oldukları izleniminin<br />
<strong>ve</strong>rilmesi, onları rasyonaliteden uzaklaştırabileceği<br />
gibi eline imkân geçtiğinde söz hürriyeti hakkında<br />
baskıcı tavırlar geliştirmelerine neden olabilir. Bu<br />
nedenle söz hürriyetinin kullanımında yetişkinlere<br />
imtiyaz tanınmamalı bu konuda da eşitlik <strong>ve</strong> adaletten<br />
yana olunmalıdır.<br />
Demokratik sosyalleşme açısından aile içi iletişimde<br />
mutlaka nezakete dikkat edilmeli, “siz”<br />
dili kullanılmalıdır. Bu iletişim, gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>rici olmalı,<br />
uzlaşma sonucunu doğurmasa bile diyaloğu kalıcı<br />
kılmalı, empati kurma becerisine dayanmalı <strong>ve</strong><br />
rasyonel bir temeli olmalıdır.<br />
3. Aile İçi Katılım<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Demokrasi kültürü açısından ailede esas alınması<br />
gereken hususlardan biri de katılımdır. Karar<br />
<strong>ve</strong>rme, kural oluşturma, aile harcamaları, okul, iş<br />
<strong>ve</strong> meslek seçimi, eğlence <strong>ve</strong> tatil, görev dağılımı<br />
<strong>ve</strong> evle ilgili faaliyetlerin yürütülmesi gibi durumlarda<br />
işletilmesi gereken katılımcılık ilkesi hem kişilik<br />
gelişimi hem de demokrasi kültürünün yaratılması<br />
açısından önem arz eder. Ayrıca, “çocukların evle<br />
ilgili faaliyetlere katılmalarıyla bireysel gelişmeleri<br />
hızlanır, kendine özgü işleri yapabilme olanağı bulur,<br />
sorumluluk alma duygusu, sağduyusu, kendi<br />
kendini kontrol etme <strong>ve</strong> problem çözme yeteneği<br />
gelişir” (Şafak, 1996: 45-48).<br />
Araştırmalar katılımcı <strong>ve</strong> katılımsız aileler arasında<br />
demokrasi kültürü arasında manidar farkın<br />
bulunduğunu göstermektedir. Katılımcı aile, aileye<br />
<strong>ve</strong> aile bireylerine ilişkin kararların ortaklaşa<br />
alındığı <strong>ve</strong> çocuğa kendini ilgilendiren konularda<br />
söz hakkı tanıyan aile biçimidir. Katılımsız aile ise<br />
geleneksel tarımsal yapının ataerkil aile ilişkilerine<br />
özgü biçimde, aile reisinin her tür karar <strong>ve</strong>rme yetkisini<br />
elinde tuttuğu aile modelidir. Uysal (1984: 90-<br />
97)’ın ailede kararlara katılmaya yönelik tutum <strong>ve</strong><br />
davranışları ölçen bir monografi çalışmasında aile<br />
içi konular, eğitim öğretim, para kontrolü, kültür <strong>ve</strong><br />
eğlence, iş <strong>ve</strong> çalışma konularında katılımsız aile<br />
tiplerinde kararların %70’ten fazlasının aile reisi<br />
tarafından <strong>ve</strong>rildiği görülmüştür. Aynı araştırmadan<br />
ailede çocuklara söz <strong>ve</strong>rilmeyişin nedenleri arasında<br />
%58,6 ile “âdet olmayışı”; %14 ile de “otorite<br />
gereği”nin görüldüğü anlaşılmaktadır.<br />
Demokratik sosyalleşme için ailede <strong>ve</strong> toplumda<br />
güç <strong>ve</strong> otoritenin kişilerde değil kurallarda olduğu;<br />
bu kuralların akılcı bir izahının, geçerli bir<br />
nedeninin olduğu çocuğa hissettirilmelidir. Çünkü<br />
yetişkinler gibi çocuklar da başkaları tarafından<br />
tanımlanmış sınırlar içinde hareket etme zorunda<br />
21
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
bırakılmayı bir özgürlük sorunu olarak değerlendirirler.<br />
Bu nedenle kurallara uyma konusunda çocuk<br />
eğitilirken onu kuralın sahibi hâline getirmek, yani<br />
söz konusu kuralın ilham kaynağının çocuğun fikirleri<br />
olduğu <strong>ve</strong>ya kuralın onun tarafından da onaylandığı<br />
izlenimi yararlı olacaktır. Ailede kurallar<br />
önceden belirlenmiş olsa bile, katılımcılık ilkesinin<br />
gereği olarak çocuğun görüşünün de alınması için<br />
kurallar yeniden masaya yatırılmalı <strong>ve</strong> demokratik<br />
kültürün gereği yerine getirilmelidir. Yani önceden<br />
belirlenmiş kurallara çocuğun uymasını beklemek<br />
yerine, uyulacak kurallar bütün aile bireylerinin katılımı<br />
ile belirlenmelidir.<br />
Kural koymanın yanında ailede karar alma<br />
sürecinin de demokratik kültüre uygun işletilmesi<br />
gerekmektedir. Katı hiyerarşik yapılanmanın egemen<br />
olduğu toplumumuzda “tek adam” anlayışı<br />
olarak nitelendirilebilen bir kültür, geleneksel<br />
aile modelimizde, toplumsal örgütlenmemizde <strong>ve</strong><br />
devlet teşkilatımızda tarih boyunca yaşatılmıştır.<br />
Bu anlayışın özünde, tek adamın mutlak otorite<br />
olması <strong>ve</strong> toplumun da yığınlaştırılması algısı vardır.<br />
Tek adam anlayışı, aile boyutunda aile reisinin<br />
tartışılmaz otoritesi biçiminde kendini göstermektedir.<br />
Tarıma dayalı toplumsal örgütlenmenin egemen<br />
olduğu geniş ataerkil ailelerde mutlak otorite<br />
olarak kararların birçoğu aile reisi tarafından <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />
İstisnaları olmakla birlikte genellikle<br />
bu tarihsel mirasın yaşatıldığı aile tipinde bireyin<br />
demokratik temelde kişilik gelişimine imkân <strong>ve</strong>rilememektedir.<br />
Çocuğun, hatta yetişkinlerin bile<br />
karar sürecinin dışında tutulduğu bu tür ailelerde<br />
tek adam olmak, ailede alınan kararların tek öznesi<br />
olmaktır. Demokrasi kültürü açısından sorunlu<br />
bu anlayış, demokrasiyi yönetim düzeyinden birey<br />
<strong>ve</strong> toplum düzeyine taşımanın gerekliliğini bir kez<br />
daha hatırlatmaktadır.<br />
Ailede katılımı artırmak <strong>ve</strong> demokrasi kültürünü<br />
geliştirmek için çeşitli konularda kararlar alı-<br />
22 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
nırken çocuğu doğrudan ilgilendirmese de çocuk<br />
karar sürecine dâhil edilmelidir. Özellikle çocuğu<br />
ilgilendiren konularda kararlar alınırken mutlaka<br />
çocuğun görüşü alınmalı <strong>ve</strong> görüşlerinin saygıdeğer<br />
olduğu kendisine hissettirilmelidir. Arkadaş,<br />
oyuncak, kıyafet, aksesuar seçme gibi durumlarda<br />
çocuğun tercihlerine öncelik <strong>ve</strong>rilmelidir. Onun <strong>ve</strong>rdiği<br />
karara uyulmaması gerekiyorsa, bunun geçerli<br />
<strong>ve</strong> rasyonel nedenleri anlatılmalıdır. Böyle bir uygulama<br />
çocukta değerlilik duygusu yaratmanın yanında,<br />
başkalarının görüşlerine saygılı davranma<br />
duyarlılığını da geliştirir.<br />
Demokratik değerlere dayalı bir sosyalleşme<br />
için çocuğun kendi geleceğini tasarlama hakkına<br />
saygı duyulmalıdır. Aile büyükleri, çocuğu herhangi<br />
bir modeli taklit etmeye zorlamamalı ona rehberlik<br />
yapmakla yetinmelidirler. Çocuğun özgün<br />
düşünmesi yönünde cesaretlendirici tutum içinde<br />
olmalıdırlar. Özellikle anne <strong>ve</strong> baba ile kardeşler<br />
arasındaki rol paylaşımının eşitlikçi <strong>ve</strong> adil olmasına<br />
özen gösterilmeli <strong>ve</strong> çocuğun dikkati buna<br />
çekilmelidir.<br />
Sonuç<br />
Doğumdan ölüme kadar devam eden bir çizgide<br />
gerçekleşen sosyalleşme sürecinin çağın geçerli<br />
paradigmaları <strong>ve</strong> değerlerine uygun işletilmesi,<br />
çocuğun bireysel <strong>ve</strong> sosyal gelişimi açısından<br />
önem arz eder. Günümüzde bireysel <strong>ve</strong> toplumsal<br />
hayatı, devlet örgütlenmesini <strong>ve</strong> siyasal sistemi<br />
derinden etkileyen dinamiklerden birinin demokrasi<br />
olduğu görülür. Bu durum bütün sosyal kurumların<br />
işlevinin demokratik duyarlılıklar temelinde<br />
yeniden ele alınmasını gerektirmektedir. Bireyin<br />
yetiştirilmesi açısından bu süreçte aile <strong>ve</strong> eğitim<br />
kurumunun da yeni bir vaziyet alması gerekmektedir.<br />
Bu gereklilik bağlamında son yıllarda eğitim<br />
sisteminin demokratikleştirilmesine yönelik çeşitli<br />
çalışmalar yapılmakta olduğu bilinmektedir.
Demokratikleşme paralelinde kurumsal eğitimde<br />
ortaya konan hedefe ulaşılması, bireyin kimlik<br />
<strong>ve</strong> kişilik kazanmasında temel inşa edici toplumsal<br />
kurum olan ailede de aynı perspektifin paylaşmasıyla<br />
mümkündür. Bu bağlamda ailedeki sosyalleşme<br />
sürecinde öncelikle demokratik değer <strong>ve</strong><br />
becerilerin esas alınması gerekmektedir. Annebabalar<br />
<strong>ve</strong> ailenin diğer yetişkinleri, demokratik<br />
değerleri sadece çocuklara kazandırma çabasıyla<br />
yetinmemeli, birer rol model olduklarını dikkate<br />
alarak kendi aralarındaki iletişimde <strong>ve</strong> ilişkilerde de<br />
demokrasi kültürünün gereklerini yerine getirmelidirler.<br />
Çocuğun eğitiminde otoriter tutumdan kaçınılmalı,<br />
rasyonel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya insani nedenlere dayalı<br />
açıklamalar içeren bir disiplin anlayışı izlenmelidir.<br />
Çocukta sorumluluk, hak <strong>ve</strong> özgürlük bilinci geliş-<br />
KAYNAKLAR<br />
BİLGİSEVEN K. Amiran, Eğitim Sosyolojisi Kavramlar,<br />
Teoriler, Eğitim Yoluyla Kalkınmanın Temelleri,<br />
Genişletilmiş 5. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul,<br />
1992.<br />
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı “2001<br />
Yılı Aile Raporu, (hzl. İrfan Çayboylu), Ankara,<br />
2002.<br />
ÇAĞDAŞ, A. <strong>ve</strong> Z. SEÇER, Mutlu <strong>ve</strong> Sağlıklı Yarınlar<br />
İçin Anne-Baba Eğitimi, Eğitim Kitabevi, Konya,<br />
2004.<br />
DOĞAN İsmail, Sosyoloji (Kavramlar <strong>ve</strong> Sorunlar), 9.<br />
Baskı, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2009.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
tirmek için katılımcılık ilkesinden taviz <strong>ve</strong>rilmeme-<br />
lidir. Bunu sağlamak için çocuk, ailenin amaçları,<br />
kararları <strong>ve</strong> sosyal ilişkilerine ortak edilmelidir.<br />
Küçük yaşlarda aile ortamında bireylere demokrasi<br />
kültürünün kazandırılması, aileyi demokrasinin<br />
kaynağı hâline getirecektir. Bu, bireysel <strong>ve</strong><br />
toplumsal hayatta demokrasinin bir kültür olarak<br />
yaşanması <strong>ve</strong> devlet yönetiminde de bütün kurum<br />
<strong>ve</strong> kurallarıyla işleyen bir siyasal sistem olarak var<br />
olması için bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun gereğini<br />
yerine getirmenin imkânı, demokrasinin gerektirdiği<br />
bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong> tutumların ailedeki<br />
yetişkinler tarafından yaşanması <strong>ve</strong> bireyin yaşantısında<br />
ömür boyu iz bırakan ailedeki sosyalleşme<br />
sürecinde yeni nesillere kazandırılmasıdır.<br />
DOĞAN İsmail, Dünden Bugüne Türk Ailesi, T.C. Başbakanlık<br />
Atatürk Kültür, Dil <strong>ve</strong> Tarih Yüksek Kurumu<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 2009.<br />
ERALP H. Vasi, İnsan Hürriyeti <strong>ve</strong> İçtimai Kanunlar,<br />
Sosyoloji Dergisi, İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Edebiyat<br />
Fakültesi Yayını, C: 4-5, Pulhan Matbaası, İstanbul,<br />
1949.<br />
ERGÜN Mustafa, Eğitim Sosyolojisi, 4. Baskı, Ocak Yayınları,<br />
Ankara, 1994.<br />
ERSÖZ G. Aysel, Cinsiyet Rollerine İlişkin Beklenti Tutum,<br />
Davranışlar <strong>ve</strong> Eşler Arası Sorumluluk Paylaşımı,<br />
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999.<br />
23
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
İÇLİ Tülin, Çocuk, Suç <strong>ve</strong> Sokak, Sokakta Yaşayan Suç<br />
İşleyen <strong>ve</strong> Suça Maruz Kalan Çocuklar, T.C. Başbakanlık,<br />
Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />
Yayını, 2009.<br />
KIRAÇ Emine, Aile Eğitimi <strong>ve</strong> Önemi, ss., 93-98, V. Aile<br />
Şurası “Aile Destek Hizmetleri Bildirileri” 5-7 Kasım<br />
2008, Ankara, T.C. Başbakanlık, Aile <strong>ve</strong> Sosyal<br />
Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü Yayını.<br />
MARSHALL Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, (çev. Osman<br />
Akınhay, Derya Kömürcü) Bilim <strong>ve</strong> Sanat Yayınları,<br />
Ankara, 1999.<br />
SAYIN Önal, Aile Sosyolojisi-Ailenin Toplumdaki Yeri,<br />
Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi Basımevi, İzmir, 1990.<br />
SOLAK Adem, Çocuklarda <strong>ve</strong> Gençlerde Şiddet, Saldırganlık<br />
<strong>ve</strong> Suçluluk Duyguları Açısından Anne-<br />
Baba Eğitimi, 14. Baskı, Hegem Yayınları, Ankara,<br />
2009.<br />
ŞAFAK Şükran, Ailede Sorumluluk Dağılımında Çocukların<br />
Yer Almasının Önemi” Eğitim <strong>ve</strong> Bilim 20<br />
(99): 45-48, Ankara, 1996.<br />
24 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
ÖZCAN A. Osman, Çocuk Nasıl Eğitilir, ss., 135-168,<br />
Ailede Çocuk Eğitimi, (hzl. İrfan Çayboylu) T.C.<br />
Başbakanlık, Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong><br />
Müdürlüğü Yayını, 2004.<br />
ÖZPOLAT Abdulvahap, Toplumsallaşma Hedefleri Açısından<br />
2005 Sosyal Bilgiler Öğretim Programı,<br />
Millî Eğitim Dergisi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayını,<br />
Yıl: 38, Sayı: 182, Bahar 2009, Ankara.<br />
ÖZPOLAT Abdulvahap, Demokratik Vatandaşlık-Birlikte<br />
Yaşama Kültürü, Hegem Yayınları, Ankara,<br />
2009.<br />
UYSAL Birkan, Siyasal Katılma <strong>ve</strong> Katılma Davranışına<br />
Ailenin Etkisi, TODAİE Yayınları, Ankara, 1984.<br />
TURAN Mustafa, Tarih Boyunca Babaların Çocuklarına<br />
Öğütleri, Timaş Yayınları, İstanbul, 2003.<br />
YILDIRIM Ergün, Bir Modernite Rüyası: Ailenin Sonu<br />
mu? -Kütahya Yetiştirme Yurdu Örneği- Aile <strong>ve</strong><br />
Toplum, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu<br />
Başkanlığı Yayını, Yıl: 7, Cilt: 2, Sayı: 8, Ocak-<br />
Mart 2005 Ankara.
Yaşlılık <strong>ve</strong> Huzurevi<br />
• Yard. Doç. Dr. Melek ARDAHAN*<br />
Öz<br />
Yaşlılık döneminde yaşanan en önemli sosyal<br />
sorunlardan birisi yaşlıların bakımıdır. Her ne kadar<br />
65 yaş <strong>ve</strong> üzerindeki her yaşlı, hasta <strong>ve</strong> bakıma<br />
muhtaç olmasa da hastalanma riski <strong>ve</strong> fiziksel<br />
yetersizlikleri nedeniyle yardıma ihtiyaç duyma<br />
olasılığı artmaktadır. Bu dönemde görülen fonksiyonel<br />
<strong>ve</strong> fiziksel yetersizlikler nedeniyle yaşlı bireyler <strong>ve</strong><br />
aileleri toplumsal bakım alternatifleri arasından birini<br />
seçme ile karşı karşıya kalmaktadır. Birlikte<br />
yaşamaktan çıkan problemler <strong>ve</strong> modern hayatın<br />
doğal sonucu olarak yaşlılık probleminin de çözümünde<br />
profesyonel yardım gerektiği açıktır. Profesyonel<br />
kurumlaşma <strong>ve</strong> meslek örgütleri çerçe<strong>ve</strong>sinde yaşlı<br />
bakımı <strong>ve</strong> hizmeti yapılarak hem ailenin üzerinden<br />
yük alınacak hem de yaşlının yeni rolüne uygun bir<br />
yaşam şansı yakalaması sağlanacaktır. Bu anlamıyla<br />
huzurevleri, kentsel hayatın bir gereği olarak ortaya<br />
çıkmıştır. Huzurevleri, devletin sosyal alana bir<br />
müdahalesidir. Huzurevleri, Türk toplumunda yaşlı<br />
vatandaşları barındırmayı <strong>ve</strong> yaşamlarının geri kalan<br />
kısmını huzurlu geçirmelerini sağlamayı amaç<br />
edinmektedir.<br />
Anahtar Kelimeler: Yaşlılık, yaşlanma, yaşlı<br />
bakımı, huzurevi.<br />
________________________<br />
(*) E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Halk Sağlığı Hemşireliği A.B.D.<br />
Abstract<br />
Aging and Nursing Home<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
One of the most important problems, which are<br />
experienced during the old ages, is caring of older<br />
people. Older people, who are 65 years-old or older,<br />
may need the care because of the risk of being sick<br />
and physical inadequacy, e<strong>ve</strong>n if they are not sick and<br />
don’t need any care. The older people and their<br />
families face to select one of the social care alternati<strong>ve</strong>s<br />
because of functional and physical inadequacies<br />
during this period. It is obvious that professional help<br />
is required for the solution of problems arising out of<br />
living together and the problems of old age as a<br />
natural result of modern life. Through caring for and<br />
offering service to the old within the framework of<br />
professional institutionalization and organizations, not<br />
only the burden of the family will be reduced but also<br />
the old will be gi<strong>ve</strong>n the chance of a new lifestyle in<br />
accordance with their new role. In this sense, nursing<br />
homes ha<strong>ve</strong> emerged as a necessity of urban life.<br />
Nursing homes is an inter<strong>ve</strong>ntion of the state to social<br />
space. Nursing homes aim at sheltering old citizens<br />
and providing them with a peaceful environment for<br />
spending the rest of their li<strong>ve</strong>s in Turkish society.<br />
Keywords: Old age, aging, caring of the old,<br />
nursing home.<br />
25
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
GİRİŞ<br />
Yaşlılığa <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong><br />
Yaşlılık, çağımızda sorun olarak ele alınan<br />
yaşlanma olgusunun yer aldığı oldukça uzun bir<br />
dönemdir. Çünkü yaşlanma her canlı için intrauterin<br />
hayatta başlayıp ölüme kadar devam eden bir<br />
süreç olarak kabul edilmektedir. Yunanca “Geras”<br />
yaşlılık, “iatros” ise hizmet <strong>ve</strong>ya bakım anlamına<br />
gelen kelimeler olup “Geriatri” yaşlı kişilerin bakım<br />
<strong>ve</strong> tedavisi anlamını taşımaktadır. “Gerontoloji” ise<br />
yaşlanma sürecinin bilimsel olarak incelenmesidir<br />
(Birol, 1993; Güler, 1998; Göksoy, 2004).<br />
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) tanımına göre<br />
yaşlılık “çevresel faktörlere uyum sağlama yetisinin<br />
giderek azalmasıdır” (Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001;<br />
Ergün <strong>ve</strong> ark. 2003). Yaşlanma, bugün önlenmesi<br />
mümkün olmayan kronolojik, sosyolojik, biyolojik<br />
<strong>ve</strong> psikolojik boyutlu bir gerilemedir. Bu hayat boyu<br />
devam eden bir süreçtir (Karaman <strong>ve</strong> ark. 1997;<br />
Azak <strong>ve</strong> ark., 2001; Kutsal, 2005). Belli bir başlangıcı<br />
<strong>ve</strong>ya bitiş anı yoktur. Yaşlanmanın birçok organ<br />
sisteminde adölesan dönemden sonra belirsiz<br />
bir anda başladığı düşünülmektedir. Bununla birlikte<br />
DSÖ tarafından, 65 yaş <strong>ve</strong> üzeri kişiler ‘yaşlı’<br />
olarak kabul edilmektedir (Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001; Ergün<br />
<strong>ve</strong> ark. 2003). Günümüzde sağlık alanındaki<br />
bilimsel <strong>ve</strong> teknolojik gelişmeler ile geliştirilen yeni<br />
tanı <strong>ve</strong> tedavi yöntemleri, hastalıkların önlenmesi,<br />
erken dönemde tedavinin sağlanması <strong>ve</strong> ölüm hızını<br />
azaltmada etkili olmuştur. Bütün bunların sonucunda<br />
da beklenen yaşam süresi uzamış, toplam<br />
nüfus içinde 65 yaş <strong>ve</strong> üzerindeki nüfus artmıştır<br />
(Birol, 1993; Özmenler, 2001; Batman, 2002).<br />
Yaşlılığın sadece kronolojik yaş ile değerlendirilmemesi,<br />
yaşlanma sürecini etkileyen bireysel<br />
farklılıklar olması yaşlılığa “bireysel” <strong>ve</strong> “biyolojik”<br />
yaşlanma boyutlarını kazandırmaktadır. Biyolojik<br />
yaşlanma doku <strong>ve</strong> hücre düzeyinde histolojik deği-<br />
26 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
şiklikler, organlar düzeyinde ise fonksiyon azalma-<br />
sı şeklinde görülür. Bireysel yaşlanma ise bireyde<br />
biyolojik, fizyolojik <strong>ve</strong> psikolojik yönden gerilemelerin<br />
görülmesine bağlı olarak fiziksel <strong>ve</strong> psikolojik<br />
fonksiyonlarda belirgin yetersizliklerin ortaya çıkmasıyla<br />
günlük yaşam aktivitelerini yeterince yerine<br />
getirememe şeklinde karşımıza çıkar (Birol,<br />
1993).<br />
Herkes aynı genetik mirası taşımaz. Üstelik<br />
herkes farklı beslenir <strong>ve</strong> farklı yaşam sürerler. Aynı<br />
yumurtadan çıkan tek yumurta ikizlerinin bile birbirinden<br />
farklı coğrafi koşullarda yaşamaları halinde<br />
bir diğerinden farklı bir yaşlanmaya uğradığı durumlara<br />
çok kez rastlanmaktadır (Göksoy, 2004).<br />
Kronolojik yaş, biyolojik yaş <strong>ve</strong> psikolojik yaş olmak<br />
üzere insanlarda üç çeşit yaş vardır. Bu üç değişik<br />
yaş genelde birbirine paralel gitmez. Örneğin<br />
50 yaşında olduğu halde 70 yaşındaki bir kimsenin<br />
eklemi <strong>ve</strong>ya damarları kadar yıpranmış kişiler olduğu<br />
gibi 80 yaşında olduğu halde görme, duyma<br />
keskinliği <strong>ve</strong> diğer birçok bakımdan kendi yaşıtlarından<br />
çok daha iyi durumda olan çok sayıda yaşlı<br />
insan vardır. Öte yandan kendini gerçek yaşından<br />
daha genç hisseden yaşlılar olduğu gibi tersine<br />
kendini çökmüş <strong>ve</strong> çok yaşlanmış olarak hisseden<br />
çok sayıda genç de vardır (Göksoy, 2004).<br />
Yaşlanmanın Nedenleri<br />
Yaşlanmanın <strong>ve</strong> ölümün nedeni açıklanmaya<br />
çalışılmıştır. Bilimsel olarak yaşlanmayı açıklayabilmek<br />
için 130’u aşkın kuram <strong>ve</strong> varsayım ileri<br />
sürülmüştür (Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001). Bazı araştırmacılar<br />
insanda ömür uzunluğunun artışını (<strong>ve</strong> dolayısıyla<br />
yaşlılığın ortaya çıkışını) beyin büyümesiyle<br />
açıklamaktadır. Onlara göre artan beyin hacmi<br />
sayesinde insanlar bir yandan besin kaynaklarını<br />
çeşitlendirip avlanma stratejilerini geliştirmiş, diğer<br />
yandan da çevreden gelen tehlikeleri azaltmada<br />
daha başarılı olmuşlardır. Tüm bu gelişmeler in-
sanın daha uzun yaşamasına giden yolu hazırlamıştır.<br />
Diğer bir grup araştırıcı ise insanda yaşam<br />
süresinin artışını “büyükanne hipotezi” adı <strong>ve</strong>rilen<br />
görüş çerçe<strong>ve</strong>sinde açıklamaya çalışmaktadırlar.<br />
Buna göre, kendi üreme dönemi sona ermesine<br />
rağmen kızlarına <strong>ve</strong> torunlarına yardım eden büyükanneler<br />
evrimsel açıdan başarı kazanarak daha<br />
uzun yaşamaya başlamışlardır (Duyar, 2005).Bütün<br />
bu kuramlara <strong>ve</strong> varsayımlara rağmen henüz<br />
yaşlanmanın <strong>ve</strong> ölümün nedeni çözülememiştir.<br />
Şu an için bilinen yaşlanmanın kaçınılmaz olduğudur<br />
(Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001).<br />
Yaşlanma süreci, moleküler yaşlanma, hücresel<br />
yaşlanma, doku <strong>ve</strong> organ yaşlanması, bireysel<br />
yaşlanma <strong>ve</strong> geniş anlamda toplumsal yaşlanma<br />
olarak incelenebilir. Biyolojik yaşlanma zamana<br />
bağlı olarak hastalık söz konusu olmaksızın bireyin<br />
anatomi <strong>ve</strong> fizyolojisinde oluşan değişimlerdir.<br />
Bu değişimler bireyden bireye farklılık gösterir. Biyolojik<br />
<strong>ve</strong> kronolojik yaş birbiri ile aynı olmayabilir.<br />
Aynı şekilde vücuttaki organların biyolojik yaşı da<br />
değişik olabilir. Yaşlanma süreci ile birlikte oluşan<br />
fonksiyonel değişiklikler normal koşullar altında<br />
vücut fonksiyonlarını etkilemeden, stres durumlarında<br />
devreye giren yedek kapasitenin azalmasını<br />
etkiler niteliktedir. Fizyolojik yaşlanma sonucu bu<br />
değişimlerle birlikte, yetersizlikler <strong>ve</strong> bozukluklar<br />
da görülmektedir. Özellikle kardiyak, pulmoner,<br />
renal, merkezi sinir sistemi <strong>ve</strong> immun işlevlerde<br />
sürekli bir azalım <strong>ve</strong> buna bağlı olarak çeşitli hastalıkların<br />
gelişmesi söz konusudur (Ergün <strong>ve</strong> ark.,<br />
2001).<br />
Yaşlanmayı etkileyen dört neden saptanmıştır,<br />
1. Verimli bir işten yoksun kalmak, pasif kalmaya<br />
zorunlu olmak,<br />
2. Fiziksel gücün zayıflaması <strong>ve</strong> bedensel yakınmaların<br />
ortaya çıkması,<br />
3.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Eğlenceden yoksunluk, yaşamın zevk <strong>ve</strong>ren<br />
deneyimlerinden <strong>ve</strong> sevinçlerinden vazgeçmek<br />
<strong>ve</strong>ya bunların dışında bırakılmak,<br />
4. Ölüme yaklaşımın bilincinde olmaktır ( Dik <strong>ve</strong><br />
ark., 2004).<br />
Huzurevleri <strong>ve</strong> Yaşam Koşulları<br />
Yaşlılıkta ortaya çıkan sorunlar sadece kronolojik<br />
yaşlanmayla ilgili değildir. Hızlı nüfus artışına<br />
ek olarak; kentleşme, iç <strong>ve</strong> dış göçler nedeniyle<br />
çekirdek aileye dönüşüm, geniş aile sayısının<br />
azalması, ekonomik sorunların varlığı, kadınların<br />
çalışma yaşamına katılması, çekirdek aileye dönüşüm<br />
sonucu konutların küçülmesi nedeniyle yaşlılar<br />
için uygun <strong>ve</strong> yeterli ortam olmaması, gençlerin<br />
yaşlılığa bakış açısı, kuşaklar arası iletişim bozuklukları,<br />
yaşlanmayla birlikte sağlığın bozulması <strong>ve</strong><br />
bağımlılık yaşlıların evde bakımını güçleştirmiştir.<br />
Ülkemizde Aile Araştırma Kurumu'nun yaşlılarla<br />
ilgili yaptığı çalışmalarda yaşlıların büyük çoğunluğunun<br />
aileleri tarafından bakıldığı saptanmıştır.<br />
Ancak geleneksel yaklaşım yaşlıları aile içinde<br />
barındırma olmasına rağmen saydığımız nedenlerden<br />
dolayı artık ülkemizde yaşlılarımız aile ortamından<br />
farklı olan kurumlara yerleştirilmekte <strong>ve</strong><br />
büyük kentlerimizde yaşlı bireylere yönelik hizmetlere<br />
ihtiyaç artmaktadır. Bu durumda yaşlıların<br />
bakımı <strong>ve</strong> korunmasında kamunun sorumluluğu<br />
da aynı oranda artış göstermektedir (Sertbaş <strong>ve</strong><br />
Bahar, 2003).<br />
Türkiye’de yaşlı hizmetleri içinde ilk sırayı sosyal<br />
gü<strong>ve</strong>nlik programları <strong>ve</strong> sosyal hizmet programları<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde kurum bakımı (huzurevleri)<br />
almaktadır. Ülkemizde yaşlı bakım hizmetleri<br />
Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme Kurumu<br />
(SHÇEK) tarafından yürütülmektedir. 1956 yılında<br />
Sosyal Hizmetler <strong>Genel</strong> Müdürlüğü kurulmuş <strong>ve</strong> bu<br />
tarih itibariyle yaşlılara götürülen hizmetlerin planlanması<br />
<strong>ve</strong> yürütülmesi görevinden devlet sorumlu<br />
27
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
tutulmuştur. 1983 yılında çıkarılan 2828 sayılı Sosyal<br />
Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme Kurumu ile bu<br />
kurum doğrudan yaşlı ferahı ile ilgili tüm görevleri<br />
üstlenmiştir. Yaşlı refahı ile ilgili hizmetlerden en<br />
önemlileri kurum bakım hizmetleri (huzurevi), yaşlı<br />
danışma merkezleri <strong>ve</strong> evde bakım hizmetleridir<br />
(Sertbaş <strong>ve</strong> Bahar, 2003).<br />
Ülkemizde Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme<br />
Kurumu (SHÇEK) <strong>Genel</strong> Müdürlüğü’ne bağlı<br />
(kamu <strong>ve</strong> özel kuruluşlar olmak üzere) SHÇEK’e<br />
ait 69, diğer Bakanlıklara ait 7, belediyelere ait 21,<br />
dernek <strong>ve</strong> vakıflara ait 33, azınlıklara ait 7 <strong>ve</strong> 102<br />
özel olmak üzere toplam 239 huzurevi bulunuyor.<br />
SHÇEK’e bağlı 69 huzurevinde Eylül 2007 itibariyle<br />
6 bin 412 yaşlı bakım altında bulunuyor. Bu sayı<br />
giderek artsa da henüz gereksinimlerin tümüne yanıt<br />
<strong>ve</strong>rebilecek düzeyde değildir (Sosyal Sektörler<br />
<strong>ve</strong> Koordinasyon <strong>Genel</strong> Müdürlüğü, 2007).<br />
Huzurevlerine maddi <strong>ve</strong> sosyal yönden yoksunluk<br />
içinde olan, ancak günlük ihtiyaçlarını (yeme,<br />
içme <strong>ve</strong> tuvalet gibi) bağımsız olarak karşılayabilen,<br />
sürekli tıbbi bakım <strong>ve</strong> tedavi gerektiren ağır<br />
bir hastalık <strong>ve</strong>ya sakatlığı bulunmayan, akıl <strong>ve</strong> ruh<br />
sağlığı yerinde 60 yaş <strong>ve</strong> daha yukarı yaştaki kişiler<br />
alınmaktadır. Huzurevlerine ekonomik gücü<br />
yerinde olmayan, kanunen kendisine bakmakla<br />
yükümlü kimsesi bulunmayan ya da kanunen kendisine<br />
bakmakla yükümlü kimsesi olan fakat yükümlülerin<br />
ekonomik gücü yeterli olmayan yaşlılar<br />
ücretsiz, ekonomik gücü yerinde olan ancak sosyal<br />
yoksunluk içinde bulunan yaşlılar ücretli olarak kabul<br />
edilmektedirler. Huzurevlerinde kalan yaşlıların<br />
günlük ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra, tıbbi<br />
bakım <strong>ve</strong> tedavilerinin yapılması, psikolojik <strong>ve</strong><br />
sosyal kaynaklı sorunlarının çözümünde yardımcı<br />
olunması, sosyal ilişkilerinin geliştirilmesi, zamanlarının<br />
değerlendirilmesi, aktivitelerinin devamının<br />
sağlanması, ayrıca besin harcama oranları <strong>ve</strong> sağlık<br />
durumları göz önüne alınarak uygun tarzda bes-<br />
28 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
lenmelerini temin amacıyla gerekli tüm hizmetler,<br />
doktor, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, psikolog,<br />
diyetisyen <strong>ve</strong> fizyoterapist gibi uzman kişiler tarafından<br />
koordineli bir biçimde <strong>ve</strong>rilmektedir. Huzurevlerinde<br />
ücretli kalmakta olan yaşlılardan alınacak<br />
bakım ücretleri, her mali yılda Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong><br />
Çocuk Esirgeme Kurumu <strong>Genel</strong> Müdürlüğü’nce<br />
tespit edilen miktarlar üzerinden aylık olarak tahsil<br />
edilmektedir. Bu ücretlere yeme, içme, barınma<br />
<strong>ve</strong> her türlü bakım giderleri dahil bulunmaktadır.<br />
Huzurevlerine alındıktan sonra zaman içinde bazı<br />
yaşlılarda bedensel <strong>ve</strong> zihinsel fonksiyon kayıpları<br />
nedeniyle sürekli yatağa bağımlı hale gelme<br />
<strong>ve</strong> kontrol altında bulundurulma sorununun ortaya<br />
çıkması, ayrıca evlerinde bu duruma düşmüş, aile<br />
yanında bakımı güçleşen yaşlıların bakım <strong>ve</strong> korunmalarının<br />
sağlanması, özel bakım hizmetlerini<br />
gerekli kılmıştır. Huzurevleri bünyesinde özel bakım<br />
bölümleri açılmıştır (Sosyal Sektörler <strong>ve</strong> Koordinasyon<br />
<strong>Genel</strong> Müdürlüğü, 2007).<br />
Yaşlılık <strong>ve</strong> Huzurevi<br />
Yaşlılık dönemi üretilenler <strong>ve</strong> birikimler açısından<br />
en <strong>ve</strong>rimli dönemdir. Ancak yaşlılar kurumlarda<br />
gereksinimleri karşılanırken bağımsızlıklarını<br />
<strong>ve</strong> kendi yaşamları üzerindeki denetimlerini yitirmektedirler.<br />
Özellikle 60 yaş öncesinde yaşlılığa<br />
psikolojik olarak yalnızlık <strong>ve</strong> çevreye uyumda güçlük<br />
gibi sorunlar görülmektedir. Yaşlılıkta fiziksel<br />
<strong>ve</strong> ruhsal gerilemeye bağlı olarak yaşam gücü <strong>ve</strong><br />
isteği giderek azalmakta <strong>ve</strong> uyumlarda da azalma<br />
olmaktadır. Yaşlının fiziksel gücünü, işini kaybetmesi<br />
<strong>ve</strong> rol değişimi gibi durumlar yaşlıları karamsarlığa<br />
itmektedir (Sertbaş <strong>ve</strong> Bahar, 2003).<br />
Onat (2004) tarafından Ankara’da yapılan araştırmada;<br />
1300 yaşlı kişi ile görüşülmüş yaşlıların<br />
neredeyse tamamına yakınının (%91.7) huzurevinde<br />
kalmayı istemedikleri belirlenmiştir. Huzurevinde<br />
kalmayı istememe nedenleri incelendiğin
de; yaşlıların yarısı (% 50.1) ailesiyle kalmaktan<br />
mutlu olduğu, %21.0’i çocukları izin <strong>ve</strong>rmeyeceği,<br />
% 9.9’u yalnız yaşamaktan hoşlandığı, %2.2’si<br />
huzurevi ortamından rahatsız olduğu için, % 1.8’i<br />
ise toplum baskısı nedeniyle huzurevinde kalmak<br />
istememektedir (Onat, 2004). Yapılan benzer<br />
araştırmaların sonuçları da yaşlıların huzurevinde<br />
kalmak istemediklerini göstermektedir. Yaşlıların<br />
huzurevlerinde kendilerini soyutlanmış hissettikleri,<br />
yalnızlık <strong>ve</strong> tüketilmişlik duygularına kapıldıkları<br />
<strong>ve</strong> ruhsal sorunlarının arttığı, kurumsal bakımdan<br />
yeme, içme, yatma <strong>ve</strong> temizlik gibi konularda<br />
memnun oldukları halde yine de kendi evlerinde<br />
kalmayı tercih ettikleri bu çalışmaların bulguları<br />
arasındadır (Atalay <strong>ve</strong> ark., 1992; Emiroğlu, 1995;<br />
Bilgili,2000). Araştırma bulgularından da görüldüğü<br />
gibi yaşlılar kurum bakımından çok ev ortamında<br />
aileleri ile birlikte yaşamak istemektedirler.<br />
Yurtdışında, çeşitli nedenlerle doktora başvuran<br />
65 yaş üzerindeki hastaların yaklaşık % 15’inde,<br />
huzurevlerinde kalanların %25’inde depresyon<br />
olduğu öne sürülmekteyken ülkemizdeki bir çalışmada<br />
kendi evlerinde yaşayanlarda %29, huzurevlerinde<br />
yaşayanlarda ise %41 gibi yüksek bir<br />
oranda depresyon bulunmuştur (Copeland <strong>ve</strong> ark.,<br />
1992). Şahin <strong>ve</strong> Yalçın’ın (2003) yaptığı çalışmada<br />
Geriatrik Depresyon Ölçeğinden (GDÖ) kendi<br />
evinde yaşayanlarda %34,2 <strong>ve</strong> huzurevinde yaşayanlarda<br />
% 48,1 oranında anlamlı yüksek skorlar<br />
alındığı belirlenmiştir (Şahin <strong>ve</strong> Yalçın; 2003).<br />
Hastanede yatan yaşlı hastalarda poliklinik<br />
hastalarına göre, kanser, demans, diyabet, hipertansiyon<br />
gibi kronik hastalıkların bulunduğu yaşlılarda<br />
hastalığı bulunmayanlara göre <strong>ve</strong> huzurevlerinde<br />
kalanlarda ailesi yanında kalanlara göre<br />
depresyonun daha sık görüldüğü bildirilmektedir<br />
(Ersoy <strong>ve</strong> ark., 2001; Özmenler, 2001; Demet <strong>ve</strong><br />
ark., 2002 ).<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Kuruma giden yaşlının, kendini kabul etme <strong>ve</strong><br />
kendine saygı duymayı belirleyen çevreyi tanıma<br />
<strong>ve</strong> denetleyebilme olanakları kaybolmakta, yaşlı<br />
birey soyutlanma, yadsınmışlık, kendini değersiz<br />
hissetme gibi duygulara kapılabilmektedir. Ruh<br />
sağlığı açısından bir risk grubunu oluşturan yaşlılar,<br />
huzurevinde daha yoğun sorunlarla karşı karşıya<br />
gelmektedirler. Kurumda yaşayan yaşlı izole<br />
olmaya <strong>ve</strong> toplumdan geri çekilmeye başlamaktadır<br />
(Karataş, 1990).<br />
Tel <strong>ve</strong> ark. (2006) yaptığı çalışmada, evde <strong>ve</strong><br />
kurumda yaşayan yaşlıların yarısından fazlasının<br />
günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız olduğu, her<br />
iki grupta da bireylerin yalnızlık yaşadığı <strong>ve</strong> kurumda<br />
yaşayan bireylerin yalnızlık düzeyinin evde<br />
yaşayan yaşlılardan daha yüksek olduğu saptanmıştır<br />
( Tel <strong>ve</strong> ark., 2006).<br />
Evde bakımın da bazı olumsuz yönleri vardır.<br />
Kişi özel yaşamına müdahale ediliyormuş duygusuna<br />
kapılabilir. Aile üzerinde artan duygusal, fiziksel<br />
<strong>ve</strong> ekonomik baskı oluşabilir. Evde sağlık<br />
bakımı <strong>ve</strong>rilmesi durumunda birey kendisini gerçekten<br />
hasta hissedebilir. Birey hastalığın ağırlığına<br />
<strong>ve</strong> gereksinim duyduğu evde bakım hizmetlerine<br />
bağlı olarak çevresini çok sayıda insan, alet <strong>ve</strong><br />
malzeme ile sarılmış hissedebilir (Subaşı, 2001).<br />
Bu nedenlerden dolayı bireyler huzurevini tercih<br />
edebilmektedir.<br />
Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde<br />
de yaşlılar genellikle ailelerinin yanında yaşamlarını<br />
sürdürmektedir. Edirne Huzurevi’nde kalan<br />
yaşlılarla ilgili yapılan bir çalışmada, yaşlıların<br />
yaklaşık yarısının (%47,1) önemli bir özelliği dul<br />
<strong>ve</strong>ya çocuğunun olmayışı olarak belirlenmiştir. Bu<br />
sonuç; huzurevlerinde daha çok ailesi <strong>ve</strong> çocuğu<br />
olmayan yaşlıların kaldığı görüşünü desteklemektedir<br />
(Çoban <strong>ve</strong> Şirin, 2005).<br />
Yaşlılıkla ilgili geniş kapsamlı araştırmalar yapan<br />
ülkelere göre; çok sayıda yaşlının kurumsal<br />
29
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
hizmetleri tercih etme nedeni, güçsüzlük <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya<br />
muhtaçlık olmayıp yaşadıkları ortamlarda yaşamlarını<br />
sürdürebilecekleri destek hizmetlerin yetersiz<br />
ya da bulunmayışıdır. Kurumsal hizmetlerde yaşlıların<br />
kendilerini evlerinde hissedebilecekleri mutlu<br />
<strong>ve</strong> huzurlu mekânların oluşturulmasına öncelik <strong>ve</strong>rilmesi<br />
görüşü ilke olarak benimsenmelidir (Pakdil,<br />
1992). Bu ilke <strong>ve</strong> politikaların demografik sosyoekonomik<br />
<strong>ve</strong> kültürel özellikleri <strong>ve</strong> buna bağlı olarak<br />
farklı yaşlı grupların ihtiyaç <strong>ve</strong> gereksinimlerine<br />
göre ele alınarak ülkemiz koşullarına uygulanması<br />
gerekmektedir (Durgun,1997).<br />
Aksoydan’ın (2005) yaptığı çalışmada huzurevinde<br />
yaşayan yaşlılar evde yaşayanlara göre<br />
daha düzenli beslenmektedir. Kurumlarda üç ana<br />
öğünün zamanında <strong>ve</strong> eksiksiz olarak hazırlanıp<br />
sunulması nedeni ile burada yaşayanların öğün<br />
sayılarının daha düzenli olduğu düşünülmektedir.<br />
İlerleyen yaşla birlikte hastalıkların sıklığında<br />
da bir artış görülmektedir. Hastalıkların sıklığı kadınlarda<br />
(%79.2) erkeklere (%75) göre <strong>ve</strong> kendi<br />
evinde yaşayanlarda (%91.1) huzurevinde yaşayanlara<br />
(%70.8) göre daha fazladır. Yaşanılan yer<br />
ile hastalık sıklığı arasında anlamlı bir ilişki vardır.<br />
Yaşlıların %72.2’si tanı konulmuş hastalıklar nedeni<br />
ile diyet uygulamak zorundadır. Ancak bu grubun<br />
%75.8’i diyetini tam olarak uygulamaktadır. Yaşlıların<br />
bir kısmı diyetini tam olarak uygulamamaktadır.<br />
Huzurevinde kalanlar diyetini daha düzenli<br />
olarak uygulamaktadır. Bu kurumlarda görevli diyetisyenlerin<br />
olmasının <strong>ve</strong> yemeklerin yaşlıların<br />
gereksinimlerine göre hazırlanmasının bu sonuçta<br />
etkili olduğu düşünülmektedir (Aksoydan, 2005).<br />
SONUÇ<br />
Ailenin kent içindeki farklılaşması ile birlikte<br />
yaşlının konumu da zorunlu olarak değişmiştir.<br />
Geleneksel toplumda bilginin merkezi olan yaşlı,<br />
modern toplumda bu görevi yerine getirememekte<br />
30 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
<strong>ve</strong> bir statü kaybına uğramaktadır. Bunun yanında<br />
hızla değişme, yaşlının sahip olduğu bilgiyi de geçersiz<br />
kılmaktadır. Durum böyleyken, kent hayatı<br />
yaşlıyı yalnızlaştırmakta <strong>ve</strong> evlatları ile ilişkisinde<br />
kuşak çatışmaları yaşamasına sebep olmaktadır.<br />
Bu karmaşanın içine bir de yaşlanma <strong>ve</strong> yaşlılığı<br />
algılama gibi bir sosyal problem eklenirse birlikte<br />
yaşamak daha güç hale gelecektir. Birlikte yaşamada<br />
çıkan problemler <strong>ve</strong> modern hayatın doğal<br />
sonucu olarak yaşlılık probleminin de çözümünde<br />
profesyonel yardım gerektiği açıktır. Bu anlamıyla<br />
huzurevleri kentsel hayatın bir gereği olarak kendisini<br />
ortaya çıkarmıştır. Huzurevi adı <strong>ve</strong>rilen kurum,<br />
devletin sosyal alana müdahalesi sonucu ortaya<br />
çıkmıştır (Durgun <strong>ve</strong> Tümerdem, 1999).<br />
Modern toplumsal organizasyon farklılaşmış,<br />
uzmanlaşmış iş örgütlenmesi “yaşlılık” olgusu ile<br />
ilgili sorunlara da kendi içlerinde bir çözüm yolu<br />
bulmaya çalışmış, bu konuda sosyal politikalar geliştirilmiştir.<br />
Bu anlamıyla profesyonel kurumlaşma<br />
<strong>ve</strong> meslek örgütleri çerçe<strong>ve</strong>sinde yaşlı bakımı <strong>ve</strong><br />
hizmeti yapılarak hem ailenin üzerinden böyle bir<br />
yük alınacak hem de yaşlının kendisine yeni rolüne<br />
uygun bir yaşam kurma şansı yakalaması sağlanacaktır.<br />
Bu anlayış, merkez <strong>ve</strong> toplumsal yapıyı<br />
planlayanlar tarafından da aynı işlevsel hedefler<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde geliştirilmiştir. Fakat pratikte yaşlılık<br />
<strong>ve</strong> huzurevi anlayışı, bu düşünce çerçe<strong>ve</strong>sinde şekillenmektedir<br />
(Baran, 2001).<br />
Özetle, modern toplumun yarattığı farklılaşma<br />
süreci içinde ortaya çıkan huzurevleri, ailenin çekirdek<br />
aileye dönüşmesi <strong>ve</strong> ayrıca yaşlı bakımının<br />
profesyonel hizmet gerektirmesi, ailenin çalışma<br />
hayatı sebebiyle bu hizmeti <strong>ve</strong>rememesi sonucunda<br />
ortaya çıkmıştır. Bunun yanında kendi sorumluluğunu<br />
taşıması beklenen modern yaşlı, kimseye<br />
yük olmak istememesinden dolayı modern bir<br />
kurumdan yardım talep edecek <strong>ve</strong> bu ihtiyaç da<br />
huzurevi organizasyonlarında profesyoneller tarafından<br />
karşılanacaktır.
KAYNAKLAR<br />
Aksoydan, E. (2005).Yaşlılık <strong>ve</strong> Beslenme. T.C. Sağlık<br />
Bakanlığı, Başkent Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Burgaz Matbaası,<br />
Ankara.<br />
Atalay, Y. <strong>ve</strong> ark. (1992). Türk Aile Yapısı Araştırması.<br />
D.P.T. Yayınları, Ankara.<br />
Azak, A., Karamanoğlu, A.Y., Sert, H., Çetinkaya, B.,<br />
Çınar, İ.Ö. <strong>ve</strong> Kartal, A.(2001). Huzurevinde yaşayan<br />
yaşlıların yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi.<br />
Hemşirelik Forumu, 55-59.<br />
Baran, A.G. (2001). Türkiye’de Yaşlılık Politikalarının<br />
Sosyolojik Analizi. 1. Ulusal Yaşlılık Kongresi Kitabı,<br />
Ankara.<br />
Batman, A. (2002). Yaşlı popülasyonun özellikleri <strong>ve</strong> sunulan<br />
hizmetler. Geriatri, 5 : 123.<br />
Bilgili, N. (2000). Yaşlı bireye bakım <strong>ve</strong>ren ailelerin yaşadıkları<br />
sorunların belirlenmesi. H.Ü. Sağlık<br />
Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi,<br />
Ankara.<br />
Birol, L. (1993). Yaşlılık <strong>ve</strong> yaşlı hasta bakımı. İç Hastalıkları<br />
Hemşireliği, Geliştirilmiş IV. Baskı, Ankara,<br />
18-24.<br />
Copeland, J.R.M., Dewey, P.A. (1992). Yaşlılarda depresyon.<br />
Cev. İncila Kaplan. Türk Psikiyatri Dergisi,<br />
3: 3-7.<br />
Çoban, A., Şirin, A. (2005). Ailede yaşlı bakımı. Hemşirelik<br />
Forumu, 58-61.<br />
Demet, M., Taşkın, E.O., Deniz, F., Karaca, N., İçelli,<br />
İ. (2002). Manisa huzurevlerinde kalan yaşlılarda<br />
depresyon belirtilerinin yaygınlığı <strong>ve</strong> ilişkili risk<br />
etkenleri. Türk Psikiyatri Dergisi, 13: 290-299.<br />
Dik, A., Yenice, Z., Tanlı, S. (2004). Yaşlılarda evde bakım<br />
<strong>ve</strong> yaşam kalitesine katkısı, Aktüel Tıp Dergisi<br />
Geriatri Özel Sayısı, 9(2-3): 51-53.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Durgun, B. (1997). Yaşlılara Sunulan Hizmetler <strong>ve</strong> İs-<br />
tanbul Kentinde Duruma İlişkin Bir Araştırma. Uzmanlık<br />
Tezi. İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü, Hastane <strong>ve</strong> Salık Kurumlan Yönetim<br />
Bilim Dalı, İstanbul.<br />
Durgun, B., Tümerdem,Y. (1999). Kentleşme <strong>ve</strong> yaşlılara<br />
sunulan hizmetler. Geriatri, 2: 115-120.<br />
Duyar, İ. (2005). İnsanda yaşlılığın evrimi, Turkish Journal<br />
of Geriatrics , 8(4): 209-214.<br />
Emiroğlu, V. (1995). Yaşlılık <strong>ve</strong> Yaşlının Sosyal Uyumu.<br />
Ankara: Şafak Matbaacılık Ltd.Şti.<br />
Ergün, Ö.G., Uğuz, Ş., Bozdemir, N., Saatçi, E., Akpınar,<br />
E. (2001). Yaşlılık, depresyon <strong>ve</strong> serum<br />
kolesterol düzeyi arasındaki ilişki. Arşiv Kaynak<br />
Tarama Dergisi, 10: 419-425.<br />
Ergün, U.G.Ö., Bozdemir, N., Uğuz, Ş., Güzel, R., Burgut,<br />
R., Saatçı, E., Akpınar, E. (2003). Adana huzurevinde<br />
yaşayan yaşlılar ile aile hekimliği polikliniğine<br />
başvuran yaşlıların medikososyal özelliklerinin<br />
değerlendirilmesi, Geriatri, 6: 89-94.<br />
Ersoy, F., Boratav, C., Edirne, T. (2001). Yaşlılarda görülen<br />
depresif bozukluklar, Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi,<br />
10: 180-182.<br />
Göksoy, T.(2004). Geriatrik Rehabilitasyon. Klinik Aktüel<br />
Tıp, Fiziksel Tıp <strong>ve</strong> Rehabilitasyon, 4:39-47.<br />
Güler, Ç. (1998). Yaşlılıkta tanımlar <strong>ve</strong> yaşlılık üstüne<br />
söylenenler. Geriatri, 1:105.<br />
Karaman, Y., Aksu, M., Çatakoğlu, Ö., Ersoy, A.Ö., Arman,<br />
F. (1997). Normal yaşlılıkta kognitif fonksiyonların<br />
incelenmesi: mental durum testleri standardizasyon<br />
çalışması, Erciyes Tıp Dergisi, 19:<br />
11-18.<br />
Karataş, S. (1990). Yaşlılıkta yaşam doyumu <strong>ve</strong> etkileyen<br />
etmenler. Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal<br />
Hizmetler Yüksekokulu Dergisi, 8:105-114.<br />
31
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Kutsal, Y.G. (2005). Yaşlanan Dünya <strong>ve</strong> İnsan. SB Dialog<br />
T.C. Sağlık Bakanlığı Yayın Organı, Yıl:1,<br />
Sayı:11, 24-27.<br />
Onat, Ü. (2004). Yaşlanma <strong>ve</strong> Sosyal Hizmet. Yaşlılık<br />
Gerçeği. Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi Geriatrik Bilimler<br />
Araştırma Merkezi. Ankara: H.Ü. Hastaneleri<br />
Basımevi.<br />
Özmenler, K.N. (2001). Yaşlılık Çağında Depresyon.<br />
Geriatrik Sendromlar. Gata Geriatri Bilim Dalı,<br />
Gata Basımevi-Ankara, 153-157.<br />
Pakdil, O. (1992). Yaşlılık Soranları <strong>ve</strong> Yaşlılara Sağlanan<br />
Servisler (İngiltere Örneği). Yıldız Üni. Mimarlık<br />
Fakültesi Baskı İşliği, İstanbul.<br />
Sertbaş, G., Bahar, A. (2003). Huzurevinde yaşayan<br />
yaşlıların yaşlılığa ilişkin görüşleri <strong>ve</strong> sosyal<br />
uyumlarının değerlendirilmesi, Hemşirelik Forumu,<br />
6: 33-39.<br />
32 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Sosyal Sektörler <strong>ve</strong> Koordinasyon <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />
(2007) Türkiye’de Yaşlıların Durumu <strong>ve</strong> Yaşlan-<br />
ma Ulusal Eylem Planı.http://www.ekutup.dpt.<br />
gov.tr/nufus/yaşlılık. Erişim tarihi: 22.12.2009<br />
Subaşı, N. (2001). Ankara ili Çankaya ilçesinde evde<br />
bakım durumu araştırması. H.Ü. Sağlık Bilimleri<br />
Enstitüsü Yayınlanmamış Bilim Uzmanlığı Tezi,<br />
Ankara.<br />
Şahin, E.M., Yalçın, B.M. (2003). Huzurevinde <strong>ve</strong> kendi<br />
evlerinde yaşayan yaşlılarda depresyon sıklıklarının<br />
karşılaştırılması. Geriatri, 6:10-13.<br />
Tel, H., Tel, H., Sabancıoğulları, S. (2006). Evde <strong>ve</strong> kurumda<br />
yaşayan 60 yaş <strong>ve</strong> üzeri bireylerin günlük<br />
yaşam aktivitelerini sürdürme <strong>ve</strong> yalnızlık yaşama<br />
durumu, Geriatri, 9:34-40.
<strong>Ergenlik</strong> <strong>Döneminde</strong> <strong>İlişkiler</strong>: <strong>Akran</strong> <strong>ve</strong><br />
<strong>Romantik</strong> <strong>İlişkiler</strong>e <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong><br />
• Prof. Dr. Pınar BAYHAN*<br />
• Arş. Gör. Sonnur IŞITAN*<br />
Öz<br />
<strong>Ergenlik</strong> dönemindeki arkadaşlık ilişkileri <strong>ve</strong><br />
romantik ilişkiler, bu dönemin önemli konularındandır.<br />
Bu makalede, ergenlik döneminde yaşanan arkadaşlık<br />
ilişkileri <strong>ve</strong> romantik ilişkiler ele alınmıştır. Arkadaşlık<br />
<strong>ve</strong> romantik ilişkiler ile ilgili olarak Sullivan <strong>ve</strong> Erikson’ın<br />
ergenlerin arkadaşlık ilişkisine dair görüşleri incelenmiş<br />
<strong>ve</strong> karşılaştırılmıştır. Ayrıca Rawlins’in iletişim<br />
kuramından söz edilmiş, arkadaşlığı incelediği konular<br />
vurgulanmıştır. Arkadaşlık ilişkisinin yaşla birlikte<br />
gelişimsel bir süreç içerdiği, arkadaşlığın önce aynı<br />
cinsiyetten kişilerle kurulmaya başladığı, sonrasında<br />
karşı cinsiyetten arkadaşlıklar kurulduğu, bu durumun<br />
ileride ergenin karşı cinsle olan yakınlaşmasına olanak<br />
sağladığı vurgulanmıştır. Arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik<br />
ilişkilerinin ergen üzerindeki çeşitli olumlu <strong>ve</strong> olumsuz<br />
etkileri tartışılmış, arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik ilişkilerin<br />
belirleyicisi olarak ebe<strong>ve</strong>yn tutumları <strong>ve</strong> kültürel<br />
farklılıklar ele alınmış, bu nedenle her kültürde farklı<br />
şekillerde romantik ilişkilerin yaşandığı belirtilmiştir.<br />
Teknolojik gelişmelerin de ergenin ilişkileri üzerinde<br />
etkili olduğu, arkadaşlıkta temel öğenin dürüstlük <strong>ve</strong><br />
gü<strong>ve</strong>n olduğu vurgulanmıştır.<br />
Anahtar kelimeler: <strong>Ergenlik</strong>, arkadaşlık, akran<br />
ilişkileri, romantik ilişkiler.<br />
________________________<br />
Abstract<br />
(*) Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Gelişimi Bölümü.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Relationshpis in Adolescence: A <strong>Genel</strong>ar<br />
View of Peer and Romantic relationships<br />
During adolescence relations of friendship and<br />
romantic relationships are important issues of this<br />
period. In this article, in the period of adolescence the<br />
relationship of friendship and romantic relationships<br />
were discussed. Friendships and romantic relationships<br />
as related to theory of Sullivan and theory of Erikson<br />
were mentioned and compared. Also the dialectical<br />
theory of Rawlins were cited and his subjects about<br />
friendships were highlighted. Friendship relations<br />
with the years that were stressed include de<strong>ve</strong>lopmental<br />
process. Also firstly, same-sex friendships with people<br />
was established and after opposite-sex friendships<br />
were established, against this situation of adolescent<br />
was allowed the closest relationship with oppositesex<br />
in to the future were highlighted., The various<br />
positi<strong>ve</strong> and negati<strong>ve</strong> effects of friendships and<br />
romantic relationships on adolescents has been<br />
discussed, the effects of parental attitudes and cultural<br />
differences of the friendships and romantic<br />
relationships has been argued out. On this account<br />
peer and romantic relationships in different ways in<br />
e<strong>ve</strong>ry culture that has been specified. As a conclusion<br />
technological de<strong>ve</strong>lopment effected on friendships<br />
and the basic components of friendships were honesty<br />
and trust.<br />
Key words: adolescence, friendship, peer<br />
relationships, romantic relationships.<br />
33
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
1. Giriş<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminde, ergen yoğun bir biçimde<br />
fiziksel <strong>ve</strong> hormonal değişimler yaşamakta, bu<br />
hızlı değişimlere ayak uydurmaya çalışırken bir taraftan<br />
da duygusal açıdan yeni, farklı hisleri oluşmaya<br />
başlamaktadır. <strong>Ergenlik</strong> yıllarında bilişsel,<br />
sözel <strong>ve</strong> mantıksal değişikliklerle birlikte sosyal <strong>ve</strong><br />
duygusal açıdan da değişiklik olduğundan ergenin<br />
ailesi <strong>ve</strong> arkadaşlarıyla olan iletişimi de çeşitlenmektedir.<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminde kişi bireysel olarak çocukluk<br />
yıllarından farklı bir biçimde yeni ilişkiler kurma<br />
isteği içerisindedir. Çocukluk <strong>ve</strong> ergenlik yılları arasında<br />
sosyal ilişkiler değişmektedir. Elbette ki aile<br />
ilişkileri bu dönemde önemini korumakla beraber<br />
ergenlik döneminde önem kazanan diğer konu ise<br />
akran ilişkileri <strong>ve</strong> romantik ilişkilerdir.<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminin en önemli konularından biri<br />
akranlarla olan ilişkilerdir. <strong>Akran</strong>ın ergen için birçok<br />
anlamı bulunmaktadır. Öncelikle aynı yaş grubundan<br />
yakın arkadaş topluluğu anlamına gelirken<br />
aynı zamanda aynı yaş grubundan arkadaş olmaları<br />
gerekmeyen bir grup kimsedir. Farklı bir diğer<br />
anlamı ise aynı etkinliği gerçekleştiren birbirinden<br />
farklı insan grubudur. <strong>Akran</strong> grup yapılarının kesin,<br />
homojen kuralları bulunmaktadır. Yaş, cinsiyet,<br />
sosyal sınıf ya da serbest zaman etkinliği, ilgiler<br />
bu kurallardan bazılarıdır. Gruba uyum için kurallar<br />
önceden bilinmektedir (Coleman & Hendry, 1989).<br />
Bu makalede; ergenlik dönemindeki sosyal ilişkilerden<br />
akran <strong>ve</strong> romantik ilişkiler konusu ele alınmıştır.<br />
<strong>Ergenlik</strong> dönemindeki akran <strong>ve</strong> romantik<br />
ilişkiler ile ilgili olarak Sullivan (1953) <strong>ve</strong> Ericson’un<br />
(1968) görüşleri incelenecek <strong>ve</strong> karşılaştırılacaktır.<br />
Rawlins’in (1992) iletişimsel kuramından söz edilmiş,<br />
akran <strong>ve</strong> romantik ilişkiler gelişimsel süreçte<br />
ele alınacaktır. <strong>Ergenlik</strong> dönemindeki ilişkiler üzerinde<br />
rol oynayan etmenler tartışılacak, arkadaşlık<br />
34 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
<strong>ve</strong> romantik ilişkilerin ergen üzerindeki etkileri hakkında<br />
bilgi <strong>ve</strong>rilecektir.<br />
2. Arkadaşlık İlişkisine Kuramsal <strong>Bakış</strong><br />
<strong>Akran</strong> ilişkilerinde “yakınlık” (intimacy) kavramı<br />
önemlidir. Ergenlerin akranlarıyla ilgili görüş <strong>ve</strong> ilişkilerin<br />
temelini bu kavram oluşturmaktadır. Yakınlık<br />
kavramının cinsel ya da fiziksel bir temas içermesi<br />
gerekmez. Yakınlık iki kişi arasındaki duygusal bağı<br />
ifade etmektedir. Bu konudaki en önemli yaklaşım<br />
Harry Stack Sullivan’ın (1953) <strong>ve</strong> Erik Erikson’ın<br />
(1968) çalışmalarıdır (Akt; Steinberg, 2005).<br />
2.1. Sullivan <strong>ve</strong> Erikson’un <strong>Ergenlik</strong><br />
<strong>Döneminde</strong> Yakın <strong>İlişkiler</strong> Hakkındaki<br />
Görüşleri<br />
Sullivan (1953), çocukların kişiler arası farklı<br />
ihtiyaçlarının yakınlaşmaya neden olduğunu söyler.<br />
Gü<strong>ve</strong>nlik ihtiyacı (ihtiyaçların giderilmesi) ya<br />
da kaygı duyma (ihtiyaçların giderilmemesi) temel<br />
öğelerdir. Sullivan’a göre bu durum bebeklikten ergenlik<br />
yılları boyunca devam eder. Bu ihtiyaçlar:<br />
Fiziksel temas ihtiyacı (bebeklik), yetişkin desteği<br />
ihtiyacı (erken çocukluk), arkadaş <strong>ve</strong> arkadaş kabulü<br />
ihtiyacı (orta çocukluk), yakınlık ihtiyacı (ön<br />
ergenlik), cinsel temas <strong>ve</strong> karşı cinsiyetten arkadaş<br />
olma ihtiyacı (ergenliğin ilk yılları) <strong>ve</strong> toplumun<br />
bir parçası olma ihtiyacıdır (ergenliğin son yılları).<br />
Sullivan (1953), ergenin birçok farklı kimliği aradığını<br />
söyler. Ergen farklı şekillerde yakın ilişkiler<br />
kurar (Akt; Steinberg, 2005).<br />
Erikson (1968) ergenlikte kişiler arası ilişkilerin,<br />
kimlik gelişiminin önemli bir parçası olduğunu, ergenin,<br />
farklı ilişkileri deneyerek, gelecekteki yetişkinlik<br />
rollerinde başarılı olmasında çok önemli<br />
olduğunu vurgulamıştır. Özellikle akran ilişkilerinin<br />
hem sosyal destek hem de deneyim açısından<br />
önemli olduğunu vurgulayarak, bu ilişkilerin yetişkinlikte<br />
dünya görüşünün şekillenmesine katkıda<br />
bulunacağını ifade etmiştir (akt; Collins & Sprinthall,1995).
2.2. Erikson <strong>ve</strong> Sullivan’ın Birbiriyle<br />
Çelişen Görüşleri<br />
Sullivan (1953) yakınlaşmayı ön ergenlik yıllarının<br />
gelişimsel bir parçası olarak görür. Yakınlık<br />
Sullivan’a göre kimlik gelişiminin temelidir. Kimlik<br />
ergenlik döneminin sonuna kadar tam olarak gelişmez.<br />
Erikson’a (1968) göre ise kimlik gelişimi<br />
yakınlaşmadan önce gelişir <strong>ve</strong> gelişmesi ergenin<br />
sosyal gelişimi için önemlidir.<br />
Cinsiyet farklılığının cinsiyet üzerindeki etkisini<br />
inceleyen birçok çalışmalar yapılmıştır. Birçok teoriysen<br />
kız ergenler için yakınlaşmanın daha önemli<br />
olduğunu vurgulamıştır(Josselson, Greenberger &<br />
McConichie,1977b- akt; Steinberg,2005).<br />
Sullivan’ın (1953) bakış açısına göre yakınlık<br />
kızlar için daha kabul edilebilirken Erikson’a<br />
(1968) göre erkekler için kimlik oluşumu <strong>ve</strong> yakın<br />
ilişki kuramı daha önce gelir.<br />
Birçok araştırmacı bebeklik döneminde kurulan<br />
sağlıklı bağlanma ilişkisi ile ergenlik yılları<br />
arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünür<br />
(Kobak&Sceery, 1988). Bu durum “içsel olarak<br />
çalışan model” (internal working model) olarak adlandırılır.<br />
Model kişinin başkalarının gözünde nasıl<br />
olduğuyla ilgili düşüncesidir. Kişi bebeklik yıllarında<br />
gü<strong>ve</strong>nli ilişki kurduysa ergenlik yıllarında da olumlu<br />
sosyal ilişkileri olur. Ancak gü<strong>ve</strong>nsiz bağlanmışsa<br />
ergenlik yıllarında da gü<strong>ve</strong>nsiz ilişkileri olacaktır.<br />
Bu bakış açısı sadece arkadaş ilişkisi için değil arkadaş<br />
<strong>ve</strong> ana-baba ilişkisi içinde geçerlidir.<br />
2.3. Arkadaşlıkta İletişimsel Kuram<br />
Arkadaş ilişkilerini inceleyen bir diğer kuram<br />
ise iletişimsel kuramdır. Rawlins (1992) arkadaşlık<br />
ilişkilerini Amerikan toplumu için birçok açıdan ele<br />
almıştır. Rawlins “arkadaşlığı” “kurumsal olmayan<br />
kurum” olarak tanımlamıştır. Arkadaşlığı iki gruba<br />
bölmüştür; (1) yapısal (contex); daha geniş sosyal<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
yapıyı içerir, (2)etkileşimsel (interaction); her zamanki<br />
günlük iletişimi içerir.<br />
Yapısal iletişim; kültürel <strong>ve</strong> sosyal kavramların<br />
birleşmesi sonucunda yakın arkadaşlığı içerir.<br />
Yapısal iletişimi Rawlins (1992), iki gruba ayırır;<br />
(a) özel <strong>ve</strong> yerel iletişim, (b) ideal <strong>ve</strong> gerçek iletişim.<br />
Yerel iletişime göre arkadaşlık özeldir <strong>ve</strong><br />
iki kişi arasında kurulur. Toplumun arkadaşlıktan<br />
beklentisi(yerel) <strong>ve</strong> kişinin arkadaşlıktan beklentisini<br />
(özel) karşılayan sosyal <strong>ve</strong> kültürel güçlü bir<br />
bağdan oluşur. Buradaki davranışlar toplum tarafından<br />
kabul gören davranışlardır. İdeal iletişim<br />
ilişkinin gerçek doğasını yansıtır. İdeal ilişki toplumun<br />
istekleri <strong>ve</strong> beklentileriyle şekillenir. Amerikan<br />
kültürü için ideal ilişki; gönüllü, kişisel, eşitlikçi, iki<br />
kişi arasında etkili bağı sağlayan karşılıklı bir ilişkidir.<br />
Ancak o romantik ilişkilerden farklıdır. Rawlins<br />
(2003), ideal ilişkiyi ilişkisel gerçeklerle bağlar.<br />
Herhangi bir kurumla bağlantılı değildir. Çünkü<br />
ideal ilişkide kişinin sosyal durumu değişiklik gösterse<br />
de ilişki devam eder (Rawlins, 1992; Rawlins,<br />
2003).<br />
2.4. Arkadaşlık <strong>İlişkiler</strong>inde Gelişimsel<br />
Süreç<br />
Arkadaşlık ilişkileri yaşla birlikte değişkenlik<br />
göstermekte, bu ilişkide gelişimsel bir süreç olduğu<br />
gözlenmektedir. Özellikle edinilen arkadaş sayısı<br />
gelişimsel olarak önem taşımaktadır. Çünkü yaşla<br />
birlikte edinilen arkadaşın niteliği <strong>ve</strong> sayısı da değişiklik<br />
göstermektedir. Dunphy (1972), arkadaşlık<br />
ilişkisini gelişimsel olarak ele alıp aşamalara ayırmıştır.<br />
Ona göre arkadaşlık ilişkisi giderek kabalıklaşma<br />
durumuyla ilişkilidir(akt; Coleman & Hendry,<br />
1989). Yani çocuk önce kendi cinsiyetinden çocuklarla<br />
arkadaşlık kurar, sonra bu arkadaşlık karma<br />
cinsiyetten oluşan arkadaş gruplarının oluşmasına<br />
zemin hazırlar. Bu aşamadan sonra da yakın arkadaş<br />
grupları oluşmaya başlar (Şekil 3).<br />
35
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Şekil 3: Ergenlerde grup gelişimi<br />
GEÇ ERGENLİK<br />
�<br />
� �<br />
ERKEN ERGENLİK<br />
Erkekler Kızlar Kızlar <strong>ve</strong> Erkekler<br />
Ayrıca arkadaşlık ilişkilerinde cinsiyet farklılığı<br />
da önem taşımaktadır. Çevik (2008), lise 3. sınıftaki<br />
ergenlerle arkadaşlık ilişkileri ile ilgili yaptığı<br />
çalışmasında, ergenlerin arkadaş sayılarının çoğunluğunun<br />
10’dan fazla olduğu; erkeklerin kızlara<br />
göre daha fazla arkadaşa sahip olduğunu belirtmiştir.<br />
Ergenlerin yakın arkadaş sayısının çoğunun<br />
iki ile dört arasında olduğu <strong>ve</strong> erkeklerin yakın<br />
arkadaş sayısının kızlardan daha yüksek olduğu<br />
36 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
5. Aşama : Kaynaşma olmayan kalabalığın<br />
başlangıcı. Çift sayısında azalma<br />
4. Aşama: Tamamıyla kalabalık gruplaşma.<br />
Karma cinsiyetten kişilerden oluşan yakın<br />
arkadaş grupları<br />
3. Aşama: Kalabalık gruplaşmaya geçiş vardır.<br />
Aynı cinsiyetten oluşan arkadaş grubundan<br />
karma cinsiyet arkadaş grubuna geçiş vardır<br />
2. Aşama: Kalabalık ortamın başlangıcıdır. Aynı<br />
cinsiyetten oluşan diğer gruplarla etkileşim<br />
başlar.<br />
1.Aşama: kalabalık öncesi dönem. Diğer<br />
gruplardan izole aynı cinsiyetten oluşan arkadaş<br />
grubu.<br />
Kaynak: D. C. Dunphy (1972), Socialization in Australia, Sydney: Angus & Robertson, Akt; Coleman &<br />
Hendry, 1989.<br />
görülmüştür. Taysi (2000), üni<strong>ve</strong>rsiteye devam<br />
eden kızlar için arkadaşlık <strong>ve</strong> arkadaşlık ilişkisinin<br />
merkezi bir yer tuttuğunu ifade etmiştir. Kızların,<br />
erkeklere göre kendilerini aynı cinsten olan arkadaşlarına<br />
daha yakın hissettikleri belirtilmiştir.<br />
Arkadaşlık ilişkilerinin belirleyicilerinden biri de<br />
çocuk <strong>ve</strong> ergenlerin arkadaşlık ilişkisinden beklentileridir.<br />
Bu konuyla ilgili olarak Selman (1980),<br />
arkadaşlık kavramının gelişimi ile ilgili olarak, 7-14
yaşları arasındaki çocuklara arkadaşlarından beklentilerini<br />
yazmalarını istemiştir. Çalışma sonucunda<br />
arkadaşlardan beklentilerin ortak faaliyet<br />
<strong>ve</strong> mekanda yakınlık gibi yüzeysel beklentilerden,<br />
Yine Adler <strong>ve</strong> Furman (1978; akt; Hortaçsu,<br />
2003) ise; değişik ilişkileri karşılaştırırken bu ilişkilerin<br />
temel boyutlar, ilişki özellikleri <strong>ve</strong> bu özelliklerin<br />
ortaya konuş biçimleri düzeylerinde incelenebileceğini<br />
ileri sürmüşlerdir. Değişik ölçeklerle<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
toplumca belirlenmiş <strong>ve</strong>fa, bağlılık gibi kurallara,<br />
ayrıca anlayış, duygu katılımı gibi psikolojik durumlara<br />
kadar geniş bir yelpazede değiştiğini bulmuştur<br />
(Şekil 1).<br />
Şekil 1. Selman’a (1980) göre insan ilişkileriyle ilgili kavramların gelişimi<br />
Aşamalar<br />
�<br />
1.Aşama<br />
Birey Kavramı<br />
Fiziksel nesne olarak<br />
insan<br />
2. Aşama Niyetleri olan insan<br />
3. Aşama<br />
4. Aşama<br />
5. Aşama<br />
Kendileri <strong>ve</strong><br />
başkalarına ilişkin<br />
düşünceleri olan insan<br />
Kalıcı ilişkileri olan<br />
insan<br />
Karmaşık benliklere<br />
sahip insanlar<br />
Şekil 2. Arkadaşlık ilişkileri<br />
Arkadaşlık<br />
Kavramı<br />
Geçici fiziksel<br />
birliktelik<br />
Yardım eden<br />
insan<br />
İyi gün dostluğu<br />
Karşılıklı<br />
yardımlaşma<br />
Yakınlık <strong>ve</strong><br />
paylaşım<br />
Özerklik <strong>ve</strong><br />
karşılıklı<br />
bağımlılık<br />
Yaşıt Grubuyla<br />
İlişki Kavramı<br />
Ana Babayla İlişki<br />
Kavramı<br />
Fiziksel birliktelik Bakıcı vb.<br />
Tek yönlü ilişkiler Bakıcı/yardımcı<br />
Çift yönlü ilişkiler<br />
Sıcaklık/yakınlık Çatışma Dışlayıcılık<br />
Yakınlık<br />
Olumlu ilişki<br />
Birlikte faaliyet<br />
Benzerlik<br />
Arkadaşa hayranlık<br />
Arkadaşın hayranlığı<br />
Şevkat<br />
Kabul<br />
Sadakat<br />
(Adler & Furman, 1978, akt; Hortaçsu, 2003).<br />
kavga<br />
düşmanlık<br />
yarışma<br />
Yol gösterici<br />
Gereksinim<br />
giderici<br />
Türdeş grup Hoşgörü/saygı<br />
Çok boyutlu örgüt --------------------<br />
ana-baba, çocuk <strong>ve</strong> kardeş ilişkileri için boyutlar<br />
önermişlerdir (Şekil 2). Kaner (2000) ise yaptığı<br />
çalışmada arkadaşlık boyutlarının; bağlılık, gü<strong>ve</strong>n<br />
<strong>ve</strong> özdeşim, kendini açma, sadakat olduğunu belirtmiştir.<br />
arkadaşın paylaşılmaması<br />
arkadaş tarafından dışlanma<br />
37
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
3. <strong>Ergenlik</strong> <strong>Döneminde</strong>ki <strong>İlişkiler</strong>i Etkileyen<br />
Etmenler<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminde arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik<br />
ilişkiler ergenin çevresel etmenlerinden de etkilenmektedir.<br />
Kültür, arkadaşlık ilişkisinin belirleyicilerinden<br />
biri olarak görülmektedir. Lewin’e (1942)<br />
göre ergenin davranışlarında birçok kültürel farklılıklar<br />
ön plandadır <strong>ve</strong> bu farklılıkların ideolojiler,<br />
davranışlar, değerler vb birçok sebebi bulunmaktadır.<br />
Ayrıca ona göre ergen grupları <strong>ve</strong> yetişkin<br />
grupları arasındaki farklılıklar da kültüre göre değişiklik<br />
göstermektedir (Lewin, 1942,1975,p.130; akt;<br />
King, 2004). Field (1999), kültürlerarası çalışma<br />
olarak lise öğrencileri ile yaptığı araştırmasında;<br />
Amerikan ergenlerin birbirlerine daha az dokundukları,<br />
sarıldıkları, Amerikan ergenlerin Fransız<br />
ergenlere nazaran arkadaşlarıyla daha az olumlu<br />
<strong>ve</strong> yüz yüze ilişkilerde bulunduklarını saptamıştır.<br />
Ayrıca günümüzde kültürel farklılıkların yanı<br />
sıra ilerleyen teknoloji ile birlikte farklı türde arkadaşlık<br />
ilişkileri ortaya çıkmıştır. Tosun (2002),<br />
98 Türk, 46 Japon üni<strong>ve</strong>rsite öğrencisiyle yaptığı<br />
çalışmasında; erkeklerin internet arkadaşlıklarına<br />
yönelik yakınlıklarının kızlarınkinden, kızların yüz<br />
yüze arkadaşlıklarına yönelik yakınlıklarının erkeklerden<br />
yüksek olduğunu bulmuştur. Arkadaşlık<br />
tanımları açısından, Türk katılımcılar kişisel tanımlamaları,<br />
Japon katılımcılar ise ilişkisel tanımlamaları<br />
daha çok kullandıkları bulmuştur.<br />
<strong>Romantik</strong> ilişkilere bakış açısı da kültürler arası<br />
farklılık göstermektedir. Çıkma/flört davranışı ebe<strong>ve</strong>yn-ergen<br />
ilişkisini değiştirmektedir. Amerika’daki<br />
kolej öğrencileri ile Çin’de yaşayan ergenlerin çıkma<br />
davranışı karşılaştırılmış <strong>ve</strong> Amerikalı ergenlerin<br />
Çin’de yaşayanlara nazaran daha serbest<br />
oldukları, Amerika’da çıkma yaşı ortalama 14 iken<br />
Çin’de ortalama 18 yaş olduğu bulunmuştur (Tang<br />
& Zuo, 2000).<br />
38 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Ülkemizde ergenlerin akran <strong>ve</strong> romantik iliş-<br />
kilerinde aileler önemli etkilere sahiptir. Ailelerin<br />
genellikle ergenlerin flört/çıkma davranışına tepki<br />
gösterdikleri saptanmıştır. Ergenlerin yarısından<br />
fazlasının ailelerinin arkadaşlık ilişkilerine müdahale<br />
ettiği, arkadaşlık ilişkilerinde erkeklere göre<br />
kızların ilişkilerine daha fazla müdahale edildiği <strong>ve</strong><br />
bu müdahalenin çoğunlukla anne tarafından yapıldığı<br />
ortaya çıkmıştır (Çevik, 2008).<br />
Üni<strong>ve</strong>rsite öğrenimine devam eden erkek ergenlerin<br />
aileleri ile ilişkileri ilgili duygusal yalnızlık<br />
düzeylerinin kız ergenlere oranla daha yüksek olduğu,<br />
geç ergenlik döneminde yalnızlık duygusunun<br />
arkadaş sayesinde sağlanan sosyal destek<br />
<strong>ve</strong> sosyal beceri ile azaldığı, aileden alınan sosyal<br />
desteğin yeterli olmadığı saptamıştır (Eldeleklioğlu,<br />
2008). Ergenliğin ortalarında bulunanların, ergenliğin<br />
ileriki yıllarında olanlara göre daha fazla<br />
duygusal yalnızlık hissettikleri <strong>ve</strong> ön ergenlerin<br />
daha sonraki yaşlardaki ergenlerden daha fazla<br />
sosyal yalnızlık yaşadıkları bulunmuştur (Çeçen,<br />
2007; Löker,1999).<br />
Demir <strong>ve</strong> arkadaşları (2005), Türkiye’deki<br />
gençlerin akran ilişkilerini incelemişlerdir. Gencin<br />
arkadaş-akran gruplarıyla ilişkisinde sosyal çevre<br />
faktörlerinden ailenin önemli bir rol oynamadığını<br />
belirtmişlerdir. Arkadaşlarının kendilerini ebe<strong>ve</strong>ynlerinden<br />
daha çok anladığını düşünen gençlerin<br />
aile içinde çoğunlukla kavga ettiği saptanmıştır.<br />
Yine farklı ülkede yapılan bir çalışmaya göre; anababasıyla<br />
<strong>ve</strong> arkadaşlarıyla nitelikli ilişkide bulunan<br />
ergenin çok arkadaşı olduğu, anne-babasıyla yakın<br />
ilişkiler içinde bulunduğu, ebe<strong>ve</strong>yni ile nitelikli<br />
ilişkisi olmayan ergenlerin ise ilaç kullanımının olduğu<br />
<strong>ve</strong> okul başarısının düşük olduğu görülmüştür<br />
(Field, Diego & Sanders, 2002).<br />
Jeijl <strong>ve</strong> ark.(2000), üst sosyo-ekonomik düzeydeki<br />
12 yaş grubu çocukların genellikle vakti-
ni ana-baba <strong>ve</strong> kardeşleriyle geçirdiği, 14-15 yaş<br />
grubundaki erkek çocukların ise akranlarıyla geçirdiği,<br />
kızların ise daha az arkadaşlarını tercih ettiklerini<br />
bulmuşlardır. Buna göre arkadaşlık ilişkisinin<br />
sosyo-ekonomik düzeyden de etkilendiği görüşü<br />
vurgulanmıştır.<br />
4. Arkadaşlık <strong>ve</strong> <strong>Romantik</strong> <strong>İlişkiler</strong>in Ergen<br />
Üzerindeki Etkileri<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminde arkadaşlık önemli bir konu<br />
olduğundan, ergenin üzerinde arkadaşlarının etkisi<br />
büyük önem taşımaktadır. Arkadaşlık ilişkilerinin<br />
ergen üzerinde olumlu <strong>ve</strong> olumsuz olmak üzere<br />
çeşitli etkileri bulunmaktadır.<br />
Meriç (1999), arkadaş gruplarının ergenler üzerindeki<br />
olumlu etkilerini şu şekilde vurgulamıştır.<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
“Arkadaş grubu, sosyal bir pekiştireçtir.<br />
Arkadaş grubu ergene, herhangi bir kriz <strong>ve</strong> karışıklık<br />
durumunda duygusal kaynak<br />
olarak destek sağlamaktadır<br />
Arkadaş grubu ergene, kendi davranışlarını değerlendireceği<br />
bir ortam sağlamaktadır.<br />
Arkadaş grubu, bütünlük baskısı yaratarak, ergenin<br />
davranışlarının şekillenmesini sağlamaktadır.<br />
Arkadaş grubu, ebe<strong>ve</strong>yne ait davranışlar yorumlanırken<br />
ergene destek sağlamaktadır”.<br />
Arkadaşların egenler üzerindeki olumsuz etkileri<br />
de söz konusudur. Üni<strong>ve</strong>rsiteye devam eden<br />
öğrencilerden arkadaşlık ilişkileri “yetersiz” olan<br />
ergenlerin kaygı düzeylerinin daha yüksek olduğunu<br />
bulmuşlardır (Çakmak & He<strong>ve</strong>danlı, 2005).<br />
Yüksek yalnızlık düzeyine sahip lise öğrencilerinin<br />
düşük benlik saygısına sahip oldukları bulunmuştur<br />
(Kılınç & Sevim, 2005). Ayrıca, sosyal benlik<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
saygısı düzeyinin karşı cinsten arkadaşın olmasına<br />
göre değiştiği saptanmıştır (Oskay, 1985).<br />
Suça yönelme, sigara içme gibi olumsuz davranışlarda<br />
akranın rolünü ele alan çalışmalar da<br />
yapılmıştır. Suça yönelik davranışlar için genellikle<br />
ergenin kendi kardeşleri ya da ana babası<br />
suç işlemişse suç işlemeye daha yatkın olduğu<br />
bulunmuştur(West <strong>ve</strong> Forrington, 1977- akt; Coleman<br />
& Hendry, 1989). Türkeri (1995) suçlu çocukların<br />
suç işlemeden önce arkadaşlarında da<br />
olumsuz davranışlar söz konusu olduğu, tüm bu<br />
davranışların suçlu çocuklar üzerinde olumsuz etki<br />
yarattığı <strong>ve</strong> suçluluğa hazırlayıcı rol oynadığı görüşüne<br />
varmıştır( akt; Aksoy & Ögel,1995).<br />
Esan (2003), ergenlerin sigara içme davranışında<br />
akranların etkili olduğunu bulmuştur. Ancak<br />
Ungar (2000), yaptığı çalışmasında; "akran baskısı”<br />
kavramının önyargı olduğu, ergenleri akranların<br />
olumlu davranışlara sevk ettiğini saptamıştır.<br />
Arkadaşlık ilişkilerinde önemli konulardan biri<br />
ise ergenin akranları arasında arkadaş olarak bulunduğu<br />
statüdür. Bu statüler; popüler olma, geçimsiz<br />
olma, ilgi görmeme <strong>ve</strong> reddedilme olarak<br />
belirtilmiştir. Arkadaş grubu arasında çocuk <strong>ve</strong> ergenin<br />
bulunduğu statü onun davranışları üzerinde<br />
etkilidir (Graham, Gangluff, Kollock & Pizza, 2000).<br />
<strong>Akran</strong>ları içinde popüler olan çocuk akranları gözünde<br />
onların ihtiyaçlarına cevap <strong>ve</strong>rebilen kişidir.<br />
Popüler ergen neşeli, sıcakkanlı, espirili <strong>ve</strong> zekidir.<br />
Popüler olan ergen popüler olmayanın eksikliklerini<br />
kapabilmektedir. (Jorvinell&Nicholls, 1996- Akt;<br />
Steinberg, 2005). Popüler olma kültürler arası<br />
farklılık gösterebilir. <strong>Akran</strong>ları içinde popüler olan<br />
ergenler için iki model olduğu saptanmıştır. 1. model<br />
erkekler içindir. Fiziksel <strong>ve</strong> akademik açıdan<br />
yetenekli, utangaç ya da sinirli olmayan, sıcakkanlı.<br />
2. model kız çocukları içindir. Bu modelde<br />
çocuk sinirli, fiziksel olarak güçlü, daha az arkadaş<br />
39
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
canlısı, akademik başarısı yüksek <strong>ve</strong> utangaçtır.<br />
Bazı gruplarda sinirli ergenler reddedilmesine karşın<br />
bazı gruplar için popülerdir (Bowker, Bukowski,<br />
Hymel, Sippola, 2000).<br />
Popüler olmamak ergenin bilişsel <strong>ve</strong> sosyal gelişimini<br />
olumsuz yönde etkiler. <strong>Akran</strong> grubu tarafından<br />
dışlanmanın ergende depresyon, davranış<br />
problemleri <strong>ve</strong> akademik güçlüklere sebep olduğu<br />
düşünülmektedir (Steinberg, 2005). Kız/erkek arkadaşa<br />
sahip olmanın ergenliğin ilk yıllarında aynı<br />
cinsiyetteki yaşıtlar arasında “popüler” olmayanların<br />
daha olumsuz davranış durumlarının olduğu,<br />
ergenlerin romantik ilişkilerinin (sadece kızlar için)<br />
akademik performansla negatif yönde ilişkili olduğu<br />
saptanmıştır (Bredgan <strong>ve</strong> ark; 2002).<br />
Ergenliğin ilk yıllarında aynı cinsiyetteki arkadaşlar<br />
hala özel arkadaş durumunda olmasına<br />
rağmen (Bukowski, Gouze, Hoza F Newcoub,<br />
1993; Bukowski, Sippola, 1993, akt. Bredgan <strong>ve</strong><br />
ark;2002) ergenlerin karşı cinsiyette arkadaş aramaları<br />
artar <strong>ve</strong> romantik ilişkiler böylelikle başlamış<br />
olur.<br />
Araştırmacılar yaptıkları çalışmalarda genellikle<br />
romantik ilişkilerin ergen üzerindeki etkilerine<br />
odaklanmışlardır. Rabaglietti <strong>ve</strong> Clairano (2008)<br />
uzunlamasına yaptıkları çalışmalarda, arkadaşlık<br />
ilişkisinin ergenler üzerindeki gelişimsel etkilerinin<br />
şu alanlar üzerinde olduğunu belirtilmişlerdir: (a)<br />
özerklik-boş zamanı düzenleme, (b)sosyal-kurumsal<br />
beceriler ya da okul başarısı, (c) ilişkisel beceriler<br />
(çıkma/flört)dir. Ayrıca küçük yaşta çıkma<br />
davranışının daha fazla olmasına rağmen ilişkilerin<br />
büyük yaşta daha olgun olduğu saptanmış, arkadaş<br />
desteğinin okul başarısı <strong>ve</strong> çıkma davranışı<br />
üzerinde olumlu etkisi olduğu belirtilmiştir.<br />
Connoly <strong>ve</strong> arkadaşları (2000), aynı cinsiyetten<br />
oluşan grup arkadaşlığı oranının karşı cinsten oluşan<br />
arkadaş grubunun yapısını belirlediğini sapta-<br />
40 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
mıştır. Karşı cinsiyetten oluşan grup arkadaşlığının<br />
yapısı ise romantik ilişkilerin yapısını oluşturduğu,<br />
karma cinsiyetteki arkadaş gruplarının çıkma davranışını<br />
desteklediği bulunmuştur (Gro<strong>ve</strong>r & Nangle,<br />
2007).<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminde kurulan romantik ilişkiler<br />
de ergen üzerinde etkili olmaktadır. Çünkü romantik<br />
ilişki kurma ergenlik döneminin en önemli özelliklerinden<br />
biridir. Ergenler karşı cinsten arkadaşlarıyla<br />
daha fazla birlikte olmaya başlarlar. Fakat<br />
romantik ilişkiler konusunda kaygıları bulunmaktadır.<br />
<strong>Romantik</strong> ilişkiler ile ilgili temel kavram bu dönemde<br />
çıkma/flörttür.<br />
Çıkma/Flört: Çıkma/Flört, ergenlik dönemindeki<br />
karşı cinsle kurulan yakın ilişki sürecidir. Karşı<br />
cinsten kişilerle ilişki kurma isteği özellikle lise<br />
döneminde kızlar arasında yaygındır. (Savin, Williams&<br />
Berndt, 1990; akt; Kaplan, 2004). <strong>Romantik</strong><br />
ilişkilerle ilgili olarak yapılan bir anket çalışmasında<br />
8. sınıfların %27’sinin, 10. sınıfların %39’unun, 12.<br />
sınıfların %63’ünün bir ilişkisi olduğu saptanmıştır.<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminde yaş büyüdükçe çıkmanın daha<br />
ciddiye alındığı görülmektedir. Yine çok sık çıkma<br />
davranışı gösteren ergenlerin (ayda bir ya da iki<br />
kez) akademik başarılarının <strong>ve</strong> akademik motivasyonlarının<br />
düşük, depresyon bulgularının yüksek<br />
olduğu bulunmuştur (Quatman <strong>ve</strong> diğ; 2001).<br />
Flört: Öncelikle arkadaşlık sürecinde karşı<br />
cinsten bireylerle arkadaş olma, sonra karma cinsiyetten<br />
gruplar, sonrasında çıkma davranışı görülmektedir.<br />
Feiring (1996), 15 yaş itibariyle çoğu<br />
ergenin bu deneyimi yaşadığını belirtmiştir. 15<br />
yaşındaki ergenlerin çıkma davranışlarının bir erkek<br />
ya da bir kız ile basit düzeyde, kısa, ortalama<br />
olarak dört aylık bir süreyi kapsadığı bulunmuştur.<br />
Erkek ergenlere karşı cinsten neden hoşlandığı<br />
sorulduğunda cevap karşı cinsin fiziksel özellikleri<br />
olurken, kız ergenlerin cevabı yakınlık <strong>ve</strong> destek<br />
olmuştur.
Ergenlerin çoğunun karşı cinsten arkadaşı<br />
olduğu <strong>ve</strong> arkadaşlarıyla genellikle okulda, dershanede<br />
tanıştıkları görülmüştür. Karşı cinsten romantik<br />
bir ilişkisinin olmadığını belirten ergenlerin<br />
sayısı, olduğunu belirtenlerden daha yüksektir<br />
(Çevik, 2008). Ayrıca kız çocuklarının duygusal<br />
ilişki sırasında erkek çocuklara göre daha duygusal<br />
oldukları bulunmuştur. Bunun yanında duygusal<br />
ilişkisi olmayan ergenlerin, flörte karşı daha<br />
fazla kaygılarının olduğu, ergenin arkadaşlarıyla<br />
olan ilişkilerinin romantik ilişkileri üzerinde olumlu<br />
<strong>ve</strong> olumsuz etkilerinin olduğu saptanmıştır (La<br />
Greca & Mackey, 2007).<br />
<strong>Romantik</strong> ilişkilerin ergenler üzerindeki depresyon<br />
etkileri incelenmiştir. Kız çocuklarının romantik<br />
ilişkilerinin zayıf olmasının onlarda depresyona<br />
neden olduğu saptanmıştır. Ayrıca romantik<br />
deneyimlerin, romantik ilişki kurma yeteneğinin<br />
depresyonla ilişki olduğu gözlenmiştir Bunun yanı<br />
sıra, ergenin flörtünün olmaması, flörtünden ayrılması<br />
ya da flörtünün terk etmesi de gencin depresyon<br />
sürecine girmesine <strong>ve</strong> sapkın davranışlara<br />
yönelmesine yol açmaktadır (Steinberg & Davila,<br />
2008).<br />
Ergenliğin sonlarına doğru yaşanan romantik<br />
ilişkilere bakıldığında; ergenlerin bu dönemde<br />
ilişkideki eşitlik duygusunun onları ilişkiye karşı<br />
olumlu düşünmelerini sağladığını <strong>ve</strong> ergenlerin<br />
romantik ilişkilerine karşı olan kaygılarını azalttığı<br />
bulunmuştur. <strong>Romantik</strong> ilişki sırasında rahatça iletişim<br />
kurabildiğini düşünen ergenlerin benlik saygılarının<br />
daha yüksek olduğu saptanmıştır (Bouchey,<br />
2007).<br />
Sosyal kaygıya ilişkin olarak, sosyal kaçınma<br />
üzerinde cinsiyetler arasında farklılık bulunmaktadır.<br />
Erkeklerin sosyal kaçınma ortalamalarının kızların<br />
ortalamalarından daha yüksek olduğu gözlemlemiştir.<br />
Kızların eleştirilmeye karşı daha du-<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
yarlı oldukları saptanmıştır (Erözkan, 2004). Karşı<br />
cinsten romantik bir arkadaşı olmayan ergenlerin<br />
aileye ilişkin benlik saygılarının daha yüksek olduğu<br />
belirlenirken karşı cinsten romantik bir arkadaşı<br />
olan ergenlerin sosyal benlik saygılarının daha<br />
yüksek olduğu belirlenmiştir (Oskay, 1985).<br />
5. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Arkadaşlık, yaşamın her devresinde kişi için<br />
büyük önem taşımaktadır. Arkadaşlık ilişkisi yaşla<br />
birlikte gelişimsel bir süreç içermektedir. Arkadaşlık<br />
öncelikle aynı cinsiyetten kurulmaya başlar, bu<br />
durum onun karşı cinsle olan yakınlaşmasına ileride<br />
olanak sağlayacaktır.<br />
Arkadaşlık <strong>ve</strong> akran ilişkileri ile ilgili birçok araştırmacı<br />
çalışmalar yapmış, çeşitli kuramlar bu konu<br />
üzerinde durmuştur. Arkadaşlık ilişkisine yönelik<br />
pek çok bakış açısı gelişmiştir. Bazı bilim adamlarına<br />
göre kişiyi toplumsal hayata hazırlar, diğerine<br />
göre gelişimin bir parçasıdır <strong>ve</strong> böylelikle kişi kimliğini<br />
geliştirir, diğerine göre ise ergenin arkadaşlık<br />
ilişkisi kurabilmesi için önce kimliğini oluşturması<br />
gerekmektedir. Bu tarz olguların ergenin bireysel<br />
özellikleri de ile de ilişkili olabileceği düşünülmektedir.<br />
Ergen arkadaşlık ilişkisi kurdukça kimliğini<br />
daha iyi oturtacak, kimliği geliştikçe daha iyi ilişkiler<br />
kuracaktır.<br />
Arkadaşlık, ergenlik döneminde oldukça önemlidir.<br />
Toplumsal ilişkiler kurması açısından da rahatlatıcı<br />
bir öğedir. Arkadaşsızlık ergende yalnızlık<br />
<strong>ve</strong> eksiklik duygusu yaratabilir. Arkadaşlarla yardımlaşarak,<br />
paylaşarak duygusal alış<strong>ve</strong>rişe girer.<br />
Toplumsal ilişkilerinin temeli atılır, arkadaşlar gencin<br />
kendi kişiliğini yansıtan ayna yerine geçer. Böylece<br />
kendi kişiliğini tanıtır, insanlarla geçinmeyi <strong>ve</strong><br />
işbirliğini öğrenir. Gençlikten ergenliğe doğru adım<br />
atmaya başlar. Toplumsal becerilerini geliştirir.<br />
Araştırmacıların üzerinde durduğu bir diğer<br />
41
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
konu ise akranların ergenler üzerindeki etkileridir.<br />
Bu konudaki araştırmalar genellikle olumsuz etkileri<br />
üzerinde durmuştur (Coleman & Hendry, 1989;<br />
çakmak <strong>ve</strong> He<strong>ve</strong>danlı, 2005) ancak olumlu etkilerini<br />
belirlemek amacıyla çalışmaların yapılması<br />
önemlidir.<br />
Ergenlerin hayatlarında her zaman olumlu <strong>ve</strong><br />
olumsuz etkilere sahip diğer bir kurum ise ergenin<br />
ailesidir. Aileler, genellikle ergenlerin arkadaş<br />
ilişkilerine karışmakta, bu sebeple ergen-ebe<strong>ve</strong>yn<br />
arasında çatışmalar yaşanabilmektedir. Ayrıca<br />
ebe<strong>ve</strong>ynlerin olumlu <strong>ve</strong> olumsuz tutumları, ergenin<br />
arkadaş ilişkileri üzerinde önemli etki <strong>ve</strong> belirleyiciliğe<br />
sahiptir. Arkadaşlık konusunda ergen <strong>ve</strong><br />
ebe<strong>ve</strong>yn arasında karşılıklı anlayış <strong>ve</strong> hoşgörünün<br />
olması önemlidir.<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminin en hassas konularından<br />
biri ise bu dönemde yaşanan romantik ilişkilerdir.<br />
Ergenlerin birçoğunun romantik ilişkisinin olduğu<br />
yapılan araştırmalarda görülmektedir. Ergenin<br />
yaşıyla birlikte bu ilişkinin giderek ciddiye alındığı,<br />
ancak romantik ilişkilerin ergen üzerinde akademik<br />
başarısızlık gibi olumsuz etkilerinin olabileceği belirtilmektedir<br />
(Steinberg, 2005).<br />
<strong>Ergenlik</strong> döneminde ergenlerin bir kısmı karşı<br />
cinse karşı korku <strong>ve</strong> çekingenlik göstermektedir.<br />
Bu çekingenliğin sebebi cinsel gelişimle ilgili eksik<br />
bilgiden ya da kötü şartlanmaktan, olumsuz akran<br />
yada aile ilişkilerinden vb. kaynaklanabilmektedir.<br />
Ergene bu durumunun geçici olduğu <strong>ve</strong> kız-erkek<br />
arkadaşlığının korkulacak bir durum olmadığı anlatılmalıdır.<br />
42 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Bu noktada toplumdaki genel bakış açısının<br />
etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Çünkü yapılan<br />
çalışmalar akran <strong>ve</strong> romantik ilişkilerde kültürel<br />
özelliklerin etkisini göstermektedir. Yine her<br />
kültürde, toplumsal cinsiyetin <strong>ve</strong> cinsiyet rolünün<br />
oluşmasında cinsel kimlik doğrultusunda kişiye<br />
toplum tarafından yüklenen anlam da çok önemlidir.<br />
Toplumsal çevreyi oluşturan insanlar <strong>ve</strong> içinde<br />
yaşanan kültürün cinsiyete <strong>ve</strong> cinselliğe ilişkin algı,<br />
inanç <strong>ve</strong> değerleri kişi üzerinde önemli bir etkiye<br />
sahiptir ki buda her kültürde farklı şekillerde romantik<br />
ilişkilerin yaşanmasına sebep olmaktadır.<br />
Teknolojik değişikliklere bağlı olarak sürekli<br />
<strong>ve</strong> hızlı bir biçimde toplumsal <strong>ve</strong> kültürel yapı<br />
değişmektedir. Bu durum elbetteki arkadaşlık <strong>ve</strong><br />
romantik ilişkilere de yansıyacaktır. Bu sebeple<br />
hangi dönemde olursa olsun akran yada romantik<br />
ilişkiler ile ilgili araştırmaların devam edeceği düşünülmektedir.<br />
Kişinin arkadaş seçerken ortak <strong>ve</strong><br />
benzer ilgilere dikkat ettiği, akran yada romantik<br />
ilişkilerindeki temel öğenin “gü<strong>ve</strong>n” <strong>ve</strong> “dürüstlük”<br />
olduğu unutulmamalıdır.<br />
Ülkemizde ergenlerin yaşamlarında, gelecek<br />
kaygısı <strong>ve</strong> sınav korkusu önemli bir konudur. Ön<br />
ergenlikten itibaren ilköğretim ikinci kademesine<br />
girme sınavları için çalışmaya başlayan ergen<br />
daha sonraları da meslek edinmek için kendini üni<strong>ve</strong>rsite<br />
sınavına hazırlanmaya odaklamaktadır. <strong>Ergenlik</strong><br />
döneminde yaşanan arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik<br />
ilişkilerin boyutlarının ne ölçüde olduğu sınav kaygısı<br />
olmayan toplumlardaki ergenlerle ülkemizdeki<br />
ergenlerin karşılaştırıldığı araştırmalarla ortaya<br />
konabilir.
KAYNAKLAR<br />
Aksoy., A. & Ögel., K. (2004). Tutuklu <strong>ve</strong> Hükümlü<br />
Ergenlerle İlgili Yapılan Tezlerin Özetleri.Adalet<br />
Bakanlığı Ceza <strong>ve</strong> Tevkifevleri <strong>Genel</strong> Müdürlüğünün<br />
Gözetimindeki Çocuklara Yönelik Hizmetlerin<br />
İyileştirilmesi Projesi İhtiyaçların Belirlenmesi<br />
Çalışması. YenidenSağlık <strong>ve</strong> Eğitim Derneği, İstanbul.<br />
Bredgan., M., Vitaro., F., Doyle., A., B., Markiewicz.,D. &<br />
Bukowski.,M. (2002). Same Sex Peer Relations<br />
and Romantic Relationships During Early Adolescence:<br />
Interacti<strong>ve</strong> Links to Emotional, Bahavioral,<br />
and Academic Adjustment. Merril Palmer<br />
Quarterly, vol: 48, no: 1, pp: 77-103.<br />
Bowker, A., Bukowsk, W. M., Hymel, S. & Sippola, L.<br />
K. (2000). Coping with Daily Hassles in the Peer<br />
group During Early Adolescence: Variations as a<br />
Function of Peer Experience. Journal of Research<br />
on Adolescence, vol: 10, no: 2, pp: 211<br />
– 243.<br />
Bouchey, H., A. (2007). Percei<strong>ve</strong>d Romantic Competence,<br />
Importance of Romantic Domains, and<br />
Psychosocial Adjustment. Journal of Clinical<br />
Child and Adolescent Psychology , vol: 36, no:<br />
4, pp: 503–514.<br />
Coleman., J., C., & Hendry., L. (1989). The Nature of<br />
Adolescence. Second Edition, Routledge: London<br />
and New York.<br />
Collins, A.W., Sprinthall A. N. (1995). Adolescent Psychology.<br />
New York: McGraw-Hill International<br />
Edition, pp: 172,177.<br />
Connolly, J. A., Furman, W. & Konorski, R. (2000). The<br />
Role of Peers in the Emergence of Heterosexual<br />
Romantic Relationships in Adolescence. Child<br />
De<strong>ve</strong>lopment, n: 71, pp: 1395-1408.<br />
Çakmak Ö. & He<strong>ve</strong>danlı M. (2005). Eğitim <strong>ve</strong> Fen Edebiyat<br />
Fakülteleri Biyoloji Bölümü Öğrencilerinin<br />
Kaygı Düzeylerinin Çeşitli Değişkenler Açısından<br />
İncelenmesi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,<br />
www.e-sosder.com, c:4, s:14, s:115-127, Güz.<br />
Çeçen, A. R. (2007). Üni<strong>ve</strong>rsite Ergenlerinin Cinsiyet<br />
<strong>ve</strong> Yaşam Doyumu Düzeylerine Göre Sosyal <strong>ve</strong><br />
Duygusal Yalnızlık Düzeylerinin İncelenmesi.<br />
Mersin Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, cilt:<br />
3, sayı: 2, s: 180-190.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Çevik B. G. (2008). Lise 3. Sınıf Öğrencilerinin Arkadaşlık<br />
<strong>İlişkiler</strong>inin Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi.<br />
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt:<br />
17, sayı: 2, s: 35–50.<br />
Demir, Ö. N., Baran, G. A. <strong>ve</strong> Ulusoy, D. (2005).<br />
Türkiye’de Ergenlerin Arkadaş-<strong>Akran</strong> Grupları İle<br />
<strong>İlişkiler</strong>i <strong>ve</strong> Sapmış Davranışlar: Ankara Örneklemi.<br />
Bilig , sayı: 32, s: 83-108.<br />
Eldeleklioğlu, J. (2008). Yalnızlığın Belirleyicileri Olarak:<br />
Cinsiyet, Duygusal İlişki, İnternet Kullanımı Algılanan<br />
Sosyal Destek <strong>ve</strong> Sosyal Beceri. Eurasian<br />
Journal of Educational Research, n: 33, pp: 127-<br />
140.<br />
Erözkan, A. (2004). Üni<strong>ve</strong>rsite Öğrencilerinin Reddedilme<br />
Duyarlıkları İle Sosyal Kaygı Düzeylerinin<br />
Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi. Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
Kırşehir Eğitim Fakültesi, cilt: 5, sayı :<br />
2, s: 85-98.<br />
Esan., K. B. (2003). Ergenlerin <strong>Akran</strong> Baskısı Düzeyleri<br />
<strong>ve</strong> Cinsiyetlerine Göre Sigara İçme Davranışlarının<br />
İncelenmesi. Kuram <strong>ve</strong> Uygulamada Eğitim<br />
Bilimleri, c: 3, n: 1, s:167-188.<br />
Feiring, C. (1996). Concepts of Romance in 15-Year-Old<br />
Adolescents. Journal of Research on Adolescence,<br />
n: 6, pp:181-200.<br />
Field., T., Diego M. & Sanders C. (2002). Adolescents’<br />
Parent and Peer Relationships. Adolescence. n:<br />
37, pp: 121-30 Spr.<br />
Field, T. (1999). “American Adolescence Touch Each Other<br />
Less and More Agressi<strong>ve</strong> Toward Their Pers<br />
as Compared with French Adolescence. Adolescence.<br />
vol:34, no:136, pp: 753-8, Wint.<br />
Graham, J. A., Gangluff, A., Lollock, K. & Pizza, J.<br />
(2000). Relational Schemas in Children’s Friendship<br />
Dyads as a Function of Peer Group<br />
Status. Eastern Psychological Association Conference<br />
(Baltimore, MD, March 2000).<br />
Gro<strong>ve</strong>r, L. R. & Nangle, W. D. (2007). Special Section:<br />
Adolescent Romantic Competence: De<strong>ve</strong>lopment<br />
and Adjustment Implications. Journal of<br />
Clinical and Adolescent Psychology, vol: 36, no:<br />
4, pp: 485-490.<br />
Hortaçsu., N. (2003). Çocuklukta <strong>İlişkiler</strong> Ana Baba, Kardeş<br />
<strong>ve</strong> Arkadaşlar. İmge Kitapevi, Şubat, Ankara.<br />
43
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Jeij., E., Poel., Y., Reymond., M., Ra<strong>ve</strong>sloot., J. & Meulman,<br />
J., J. (2000). The Role of Parents and<br />
Peers in The Leisure Activities of Young Adolescents.<br />
Journal of Leisure Researrch vol :32, no:<br />
3, pp: 281-302.<br />
Kaner., S. (2000). <strong>Akran</strong> <strong>İlişkiler</strong>i Ölçeği <strong>ve</strong> <strong>Akran</strong> Sapması<br />
Ölçeği Geliştirme Çalışması. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
Eğitim Bilimleri Dergisi, cilt:33, sayı:1-2,<br />
s:9-27.<br />
Kaplan, S. P. (2004). Adolescence. Boston, NewYork:<br />
Houghton Mifflin Company.<br />
Kobak, R. & Sceery, A. (1988). Attachment in late adolescence:<br />
Working models, affect regulation, and<br />
representations of self and others, Child De<strong>ve</strong>lopment<br />
59, pp. 135–146.<br />
Kılınç, H. <strong>ve</strong> Sevim, A. S. (2005). Ergenlerde Yalnızlık<br />
<strong>ve</strong> Bilişsel Çarpıtmalar. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim<br />
Bilimleri Fakültesi Dergisi. cilt: 38, sayı: 2,s:<br />
68-89.<br />
La Greca A., M. & Mackey E., R. (2007). Adolescents’<br />
Anxiety in Dating Situations: The Potential Role<br />
of Friends and Romantic Partners. Journal of Clinical<br />
Child and Adolescent Psychology, vol: 36,<br />
no. 4, pp: 522–533.<br />
Löker., Ö. (1999). Ergenlerde Ana-Baba <strong>ve</strong> Arkadaş<br />
Bağlılığının Sosyal <strong>ve</strong> Duygusal Yalnızlık Üzerindeki<br />
Ayrıştırıcı Etkisi. Ortadoğu Teknik Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Bölümü,<br />
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.<br />
Meriç, B. (1999). Grup İçinde Popüler Olan Gençlerin<br />
Bazı Kişilik Özellikleri Üzerine Bir<br />
İnceleme. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.<br />
Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, İstanbul.<br />
Oskay, G. (1985). Arkadaş <strong>İlişkiler</strong>inden Kaynaklanan<br />
Ana-Baba, Ergen Çatışması. Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />
Edebiyat Fakültesi Dergisi, cilt:2, sayı:3, s:<br />
141-166.<br />
Rabaglietti, E. & Clairano, S. (2008). Qulaity of Friendship<br />
Relationships and De<strong>ve</strong>lopmental Tasks<br />
in Adolescence. Cognition, Brain, Behaviour,<br />
vol:12, no: 2, pp:183-203.<br />
Rawlins., K., L. (2003). Dialectical Theory of Friendship.<br />
44 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Ithaka College, Park School of Communications<br />
Graduate Program in Communications, Television<br />
Sitcom by Estkil Si<strong>ve</strong>rtsen, December.<br />
Rawlins, W. K. (1992). Friendship Matters: Communication,<br />
Dialectics, and The Life Course. Hawthorne,<br />
NY: Aldine.<br />
Quatman, T., Sampson, K., Robinson. C. & Watson, C.<br />
M. (2001). Academic, Motivational, and Emotional<br />
Correlates of Adolescent Dating. Genetic,<br />
Social, and General Psychology Monographs.<br />
vol: 127, no:2, pp: 211-34.<br />
Selman, R. L. (1980). The Growth of Interpersonal Understanding:<br />
De<strong>ve</strong>lopment and Clinical Analyses.<br />
New York: Academic Press.<br />
Steinberg, L. (2005). Adolescence. Stephen B. Rutter.<br />
Se<strong>ve</strong>nth Edition.<br />
Steinberg, S. J.& Davila J. (2008). Romantic Functioning<br />
and Depressi<strong>ve</strong> Symptoms Among Early<br />
Adolescent Girls: The Moderating Role of Parental<br />
Emotional Availability. Journal of Clinical<br />
Child & Adolescent Psychology, vol: 37, no:2, pp:<br />
350–362.<br />
Tang, S. & Zuo, J. (2000). Dating Attitudes and Behaviors<br />
of American and Chinese College Students.<br />
The Social Science Journal, vol: 37, no: 1, pp:<br />
67-78.<br />
Taysi., E., (2000). Benlik Saygısı, Arkadaşlardan <strong>ve</strong> Aileden<br />
Sağlanan Sosyal Destek: Üni<strong>ve</strong>rsite Öğrencileriyle<br />
Yapılan Bir Çalışma. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Anabilim Dalı,<br />
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.<br />
Tosun., L., P. (2002). Yüz Yüze Ortamda <strong>ve</strong> Bilgisayar<br />
Ortamında Kültürün, Cinsiyetin <strong>ve</strong> Benliğin Arkadaş<br />
<strong>ve</strong> Yakınlık Üzerine Etkisi. Boğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji<br />
Programı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,<br />
İstanbul.<br />
Ungar., T., M. (2000). The Myth of Peer Pressure. Adolescence.<br />
vol: 35, no:137, pp:167-180, Spr.<br />
King R. M. (2004). O<strong>ve</strong>rview, Historical Background and<br />
Theoretical Perspecti<strong>ve</strong>s. http://www.psyking.<br />
net/id183.htm, , February 2004. 10.10.2006.
________________________<br />
(*) Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Hemşirelik Yüksekokulu Kadın Sağlığı <strong>ve</strong> Hastalıkları Hemşirelik A.B.D.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Menopoz <strong>ve</strong> Hormon Replasman Tedavisi İle<br />
İlgili Kanıta Dayalı Çalışmalar<br />
• Arş. Gör. Emine ŞEN*<br />
• Yard. Doç. Dr. Aynur SARUHAN*<br />
Öz<br />
Bu makalenin amacı menopozla ilgili semptomları<br />
rahatlatmada yaygın olarak kullanılan hormon<br />
replasman tedavisinin yararları <strong>ve</strong> zararlarına ilişkin<br />
kanıta dayalı çalışmaları incelemektir.<br />
Menopoz, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ)<br />
önerdiği tanıma göre, “ovaryum aktivitesinin yitirilmesi<br />
sonucunda menstruasyonun kalıcı olarak<br />
sonlanmasıdır”. Hormon replasman tedavisinin amacı<br />
östrojene yanıt <strong>ve</strong>ren dokulardaki etkileri geriye<br />
çevirerek menopoz sonrası kadının yaşam kalitesini<br />
korumaktır. Halen dünyada milyonlarca postmenapozal<br />
kadın hormon tedavisi olarak östrojen kullanmaktadır.<br />
Hormon replasman tedavisinde progesteronların<br />
kullanım amacı, östrojenin endometriumdaki etkilerini<br />
karşılamaktır. Yapılan meta-analizler, sistematik<br />
araştırmalar <strong>ve</strong> randomize kontrollü çalışmalarda<br />
östrojenin vazomotor semptomların sıklığı <strong>ve</strong><br />
şiddetinde azalma, ürogenital semptomlarda hafifleme,<br />
depresyon durumunda azalma <strong>ve</strong> yaşam kalitesinde<br />
gelişme sağladığı saptanmıştır. Uyku bozukluğu ile<br />
ilgili farklı östrojen preparatları kullanılarak yapılan<br />
çalışmalardan bazılarında östrojenin etkili olduğu<br />
belirtilirken bazılarında da etkili olmadığı saptanmıştır.<br />
Bununla birlikte, bilinen sağlık riskleri <strong>ve</strong> uzun dönem<br />
kullanımına ilişkin belirsizlikler vardır.<br />
Anahtar Kelimeler: Menopoz, hormon replasman<br />
tedavisi, kanıta dayalı çalışmalar.<br />
Abstract<br />
Evidence Based Studies Related to Menopause<br />
and Hormone Replacement Therapy<br />
The purpose of this article is to presented evidencebased<br />
studies related to benefits and damages of<br />
hormone replacement therapy used commonly in<br />
relieving symptoms regarding menopause<br />
Menopause, according to definition which<br />
commonly using and suggested of World Health<br />
Organization (WHO), is terminated permanently<br />
menstruation as a result of lost of ovarium activity.<br />
Purpose of hormonal replasman therapy (HRT) is to<br />
protect life quality of woman postmenopase by<br />
re<strong>ve</strong>rsing effects in tissues that respond to oestrogen.<br />
Currently, millions of postmenopausal women ha<strong>ve</strong><br />
used oestrogen as hormone therapy in the world. The<br />
purpose of using of progesterones in hormone<br />
replacement therapy ha<strong>ve</strong> correspond effects on<br />
endometrium . It is determined by meta-analysis<br />
systematic reviews of ostregen and randomizedcontrol<br />
trials that oestrogen has provided decline on<br />
incidence and intensity of vasomotor symptoms,<br />
lighten on genitourinary symptoms, decline on<br />
depression and impro<strong>ve</strong>ment on quality of life It is<br />
also determined that oestregen is found efficent<br />
related to sleep disorder in some studies but in<br />
other studies not by using different oestrogen<br />
preparates. Howe<strong>ve</strong>r there are known health risks<br />
and uncertainties related to long time use.<br />
Key Words: Menopause, hormonal replasman<br />
therapy, evidence-based studies.<br />
45
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
GİRİŞ<br />
Günümüzde, giderek yaşlanan toplumlarda insanların<br />
uzun süreli yaşam beklentilerinin yanında,<br />
kaliteli yaşam istekleri de ön plana çıkmıştır.<br />
1900’lu yıllarda doğmuş bir kadının umduğu yaşam<br />
süresi yalnızca 48 yıldı <strong>ve</strong> mortalitenin önemli<br />
bir bölümünü çocukluk çağı hastalıkları oluşturuyordu.<br />
Bugün ise beklenen ortalama yaşam süresinin<br />
kadınlarımız için 72 yıl olduğu belirtilmektedir.<br />
Devlet İstatistik Enstitüsünün 6. Beş Yıllık Kalkınma<br />
Planı nüfus öngörülerine göre, 2000 yılında<br />
toplam kadın nüfusumuz 34.576.300 <strong>ve</strong> 45 yaş<br />
üzeri kadın nüfusumuz 6.851.100’dür. Bu <strong>ve</strong>rilere<br />
göre kadın nüfusumuzun yaklaşık %20’si menopoz<br />
sonrası dönemdedir <strong>ve</strong> yaşamlarının yaklaşık<br />
25 yılını menopozda geçireceklerdir (Ünlüer 2005:<br />
5-6). Makalede hormon replasman tedavisi kullanmanın<br />
vazomotor <strong>ve</strong> ürogenital semptomlar, uyku<br />
bozukluğu, demans-mental sağlık <strong>ve</strong> yaşam kalitesi<br />
üzerindeki yararları <strong>ve</strong> risklerine yönelik çalışmalar<br />
ele alınmıştır.<br />
MENOPOZ<br />
Menopoz, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ)<br />
önerdiği <strong>ve</strong> yaygın olarak kullanılan tanıma göre,<br />
“ovaryum aktivitesinin yitirilmesi sonucunda menstruasyonun<br />
kalıcı olarak sonlanmasıdır”. Menopoz<br />
sözcüğü, eski yunanca kökenli bir sözcük olup<br />
men, menos, menses = ay <strong>ve</strong> pausis = kesilme<br />
köklerinin birleştirilmesinden türetilmiştir (Hotun<br />
1998). Menopoz belirli bir anda gelişmekle beraber<br />
bu olaya kadar oluşan değişiklikler yıllarca<br />
öncesinden başlamaktadır. Eğer kadın bir yıl süre<br />
ile adet görmemişse, gördüğü son adete menopoz<br />
denilir. Bu andan sonraki döneme postmenopozal<br />
dönem, önceki döneme premenopozal dönem adı<br />
<strong>ve</strong>rilir (Ünlüer 2005: 5-6).<br />
HORMON REPLASMAN TEDAVİSİ (HRT)<br />
Hormon replasman tedavisinin amacı östrojene<br />
yanıt <strong>ve</strong>ren dokulardaki etkileri geriye çevi-<br />
46 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
rerek menopoz sonrası kadının yaşam kalitesini<br />
korumaktır. Hormon replasman tedavisinin progesteronların<br />
kullanım amacı, östrojenin endometriumdaki<br />
etkilerini karşılamaktır. Halen dünyada<br />
milyonlarca postmenapozal kadın hormon tedavisi<br />
olarak östrojen kullanmaktadır (Yücesoy <strong>ve</strong> Çakıroğlu<br />
2007).<br />
Hormon Replasman Tedavisi (HRT) ilk olarak<br />
70 yıl önce kullanıma sunulmuştur. Kullanımı son<br />
20 yılda giderek artmış <strong>ve</strong> kadınlar HRT kullanıp<br />
kullanmama kararı ile daha sık karşılaşır olmuşlardır.<br />
Son 20-30 yıldır HRT kullanımının sık gündeme<br />
gelmesinin temel nedeni gelişmiş ülkelerde yaşam<br />
standartlarının, dolayısıyla yaşam süresinin artmış<br />
olmasıdır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde<br />
(ABD) 65 yaşına ulaşan kadının yaşam beklentisi<br />
84.3 yaştır. İs<strong>ve</strong>ç <strong>ve</strong> İsviçre’de de aynı durum söz<br />
konusudur. Yaşlı populasyon oranı artan gelişmiş<br />
ülkelerde kardiyovasküler, lökomotor <strong>ve</strong> serebrovasküler<br />
sisteme ait hastalıklar <strong>ve</strong> bu hastalıkların<br />
önlenmesi öncelik kazanmıştır. HRT’nin populer<br />
olmasındaki en önemli etken yıllar içinde biriken<br />
literatürün ışığı altında postmenopozal kadınlarda<br />
kalça-<strong>ve</strong>rtebra kırıklarının önlemesi <strong>ve</strong> kardiyovasküler<br />
sistemi koruduğuna inanılmasıdır.<br />
Araştırmalar göstermektedir ki, hormon<br />
replasman tedavisi, sıcak basmaları <strong>ve</strong> vajinal kuruluk<br />
biçimindeki menopozal belirtileri gidermekte<br />
etkilidir. Bu tedavi aynı zamanda, osteoporoz riskini<br />
de azaltabilmektedir. Bununla birlikte, bilinen<br />
sağlık riskleri <strong>ve</strong> uzun dönem kullanımına ilişkin<br />
belirsizlikler vardır (Tıraş <strong>ve</strong> Kurdoğlu 2004).<br />
HRT’nin Endikasyonları<br />
• Vazomotor semptomlar<br />
• Ürogenital atrofi<br />
• Kardiyovasküler<br />
hastalıklar için artmış risk
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
HRT’nin Kontrendikasyonları<br />
Kesin Kontrendikasyonlar<br />
Gebelik<br />
Tanı konulmamış uterin kanama<br />
Aktif tromboflebit<br />
Karaciğer hastalığı<br />
Safra kesesi hastalığı<br />
Myokard infarktüsü akut dönemi<br />
Rölatif kontrendikasyonlar<br />
•<br />
•<br />
Meme kanseri anamnezi<br />
Tekrarlayan tromboflebit ya da tromboembolik<br />
hastalık öyküsü<br />
HRT’ de Kullanılan Preparatlar<br />
1. Östrojen: Bugün için kullanımda olan bazı<br />
östrojenler:<br />
•<br />
•<br />
•<br />
Doğal östrojenler<br />
Konjuge östrojenler (konjuge kısrak östrojen)<br />
Sentetik östrojenler<br />
Östrojenler kullanım şekilleri, etki <strong>ve</strong> metabolizma<br />
farklılıklarına göre de sınıflandırılırlar:<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
Oral yol<br />
Transdermal sistem<br />
Vajinal yol<br />
Subdermal implantlar<br />
Perkütanöz östrojen<br />
İntranazal uygulama<br />
2. Progesteron: Kullanımındaki temel amaç,<br />
intakt uterusa sahip kadınlarda endometrial hiperplazi<br />
gelişimini önlemektir. HRT’de dört tip progesteron<br />
kullanılmaktadır (Yücesoy <strong>ve</strong> Çakıroğlu<br />
2007).<br />
Menopozdaki kadınlar için önerilerin her kadına<br />
<strong>ve</strong> özgeçmişine spesifik olması gerekir. Menopoz<br />
semptomları, farklı postmenopozal hastalıkların<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
sıklığı, klinik uygulama, sağlık bakım kaynakları <strong>ve</strong><br />
mali olarak karşılanabilen girişimlerde ülkelerde<br />
özel <strong>ve</strong> kültürel farklılıklar söz konusudur. Dolayısıyla<br />
uygulamalar ülke <strong>ve</strong> kültüre spesifik olarak<br />
değişecektir.<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
Son araştırma bulgularına göre:<br />
Perimenopozal dönemde olan kadınların yanı<br />
sıra, menopoz semptomları olan <strong>ve</strong> olmayan<br />
kadınların sağlığı geliştirmeyi ifade etme gereksinimleri<br />
artmaktadır;<br />
Yaşam biçimi, farmakolojik <strong>ve</strong> cerrahi girişimlerin<br />
riskleri <strong>ve</strong> yararları kadının yaşına göre<br />
değişebilir<br />
Kadının menopoz tedavisine adaptasyonunun<br />
onun klinik profili <strong>ve</strong> endişeleri ile ilişkilendirilmesi<br />
gerekir.<br />
Klimakterik sendromun tedavisi açısından HRT<br />
en etkili farmakolojik girişim olarak kalmaktadır.<br />
HRT’nin uzun süreli yararları <strong>ve</strong> riskleri değerlendirilmeye<br />
devam edilmektedir.<br />
Osteoporoz kadar sağlığı geliştirme için uzun<br />
süreli HRT genellikle sürekli kullanım gerektirmektedir.<br />
Klinik çalışmalarda yoğun olarak test edilen<br />
non-hormonal terapiler yaygın menopoz semptomları<br />
için daha fazla seçenek sunmaktadır.<br />
Menopoz sonrası yıllarda özellikle osteoporozu<br />
önleyici olarak ilaç tedavisi başlatılabilir. Ancak<br />
bu ideal olmayabilir (Barrett-Conner <strong>ve</strong> ark.<br />
2002: 5-7).<br />
Bu makalenin amacı menopozla ilgili semptomları<br />
rahatlatmada yaygın olarak kullanılan hormon<br />
replasman tedavisinin yararları <strong>ve</strong> zararlarına ilişkin<br />
kanıta dayalı çalışmaları incelemektir.<br />
47
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
MENOPOZLA İLGİLİ SEMPTOMLARI<br />
RAHATLATMADA YAYGIN OLARAK<br />
KULLANILAN HORMON REPLASMAN<br />
TEDAVİSİNİN YARARLARI VE<br />
ZARARLARINA İLİŞKİN KANITA DAYALI<br />
ÇALIŞMALAR<br />
Vazomotor Semptomlar<br />
Cochrane meta-analizi; plasebo ile karşılaştırıldığında<br />
oral östrojenin sıcak basmalarının haftalık<br />
sıklığında önemli azalma sağladığı, (haftada sıcak<br />
basması sayısı için ağırlıklandırılarak toplanan<br />
ortalama fark-17.9 [%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI, -22.9,<br />
-13.0; dokuz çalışma], sıklığında ortalama %75.3<br />
oranında azalma olduğu, [%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI;<br />
%64.3, %82.3] <strong>ve</strong> ayrıca semptomların şiddetinde<br />
de azalma olduğunu belirlemiştir [odds ratio (OR)<br />
0.13; %95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI 0.07, 0.23; 13 çalışma]<br />
(Maclennan <strong>ve</strong> ark. 2004). Nelson’ın sistematik<br />
araştırmasında, on çalışmadan dokuzunda plasebo<br />
ile karşılaştırıldığında oral östrojenin, 11 çalışmada<br />
da transdermal östrojenin sıcak basması<br />
sıklığı, şiddeti ya da her ikisinde iyileşme sağladığı<br />
belirtilmiştir. Sıcak basması için ağırlıklandırılarak<br />
toplanan ortalama fark, oral östrodiol için haftada<br />
-16.8 [%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI, -23.4, 10.2; beş çalışma)<br />
<strong>ve</strong> transdermal östrodiol için haftada -22.4’tür<br />
[%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI, -35.9, -10.4).<br />
Vazomotor semptomların östrojen ile tedavisi<br />
ile ilgili 32 çalışmanın yer aldığı araştırmada, çalışmaların<br />
beş tanesinde sürenin bir yıldan daha az<br />
olduğu, sadece üç çalışmada katılımcı sayısının<br />
500’den fazla olduğu <strong>ve</strong> yan etkilerin sınırlı olarak<br />
değerlendirildiği belirtilmektedir. Çalışmalar, atipik<br />
kanama <strong>ve</strong> endometrial hipertrofi, bulantı-kusma,<br />
memelerde hassasiyet, baş ağrısı, kilo değişimi,<br />
<strong>ve</strong>nöz tromboembolik olaylar, kardiyovasküler<br />
olaylar, kaşıntı, kolesistit, karaciğer etkileri <strong>ve</strong> diğer<br />
yan etkileri içeren spesifik yan etkiler bildirmiştir<br />
48 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
(Nelson 2004). Cochrane araştırmasında yer alan<br />
çalışmalar en yaygın olarak bildirilen meme hassasiyeti<br />
<strong>ve</strong> uterin kanama ile birlikte benzer yan<br />
etkilerin olduğunu göstermiştir (Barrett-Conner <strong>ve</strong><br />
ark. 2002: 5-7).<br />
Ürogenital Semptomlar<br />
Dokuz randomize kontrollü çalışma östrojenin<br />
ürogenital semptomları hafiflettiğini göstermektedir.<br />
Bu oral <strong>ve</strong> transdermal östrojen <strong>ve</strong> östrodiol<br />
açığa çıkaran silikon vajinal halka için doğru olabilir.<br />
Vajinal kuruluk <strong>ve</strong> disparoni topikal östrojen<br />
krem, tablet, vajinal halka ya da non-hormonal<br />
nemlendirici <strong>ve</strong>ya kayganlaştırıcı ürünler ile tedavi<br />
edilebilir. Klinik çalışmalarda, östrojenin bu semptomları<br />
rahatlatma açısından sistemik östrojenden<br />
daha iyi olduğu <strong>ve</strong> ayrıca dolaşımdaki östrojen<br />
düzeyinin de yüksek olmasını engellediği bildirilmektedir.<br />
Yalnız ya da progestinle birlikte sistemik<br />
östrojen inkontinansı azaltmamaktadır. Büyük bir<br />
klinik çalışmada, Östrojen/Progestin Replasman<br />
Çalışmasında, inkontinansı arttırdığı saptanmıştır<br />
(Barrett-Conner <strong>ve</strong> ark. 2002: 5-7).<br />
İyi <strong>ve</strong> yetersiz nitelikteki çalışmaların yer aldığı<br />
bir sistematik araştırmada dokuz çalışmadan sekizinde<br />
çeşitli östrojen ajanlarının ürogenital semptomları<br />
düzelttiği <strong>ve</strong> 11 çalışmadan sekizinde de<br />
ilişki sırasında ağrıyı da içeren cinsel fonksiyonda<br />
düzelme sağladığı belirtilmektedir (Nelson 2004).<br />
Beş çalışmada östrojenin vajinal formları değerlendirilmiştir.<br />
Plasebo-kontrollü bir çalışmada,<br />
plasebo ile karşılaştırıldığında östrodiol içeren vajinal<br />
halkanın kullanımının ilişki sırasındaki vajinal<br />
kuruluk <strong>ve</strong> ağrıyı hafiflettiği bildirilmiştir (Speroff<br />
2004). Bir başka çalışmada, intravajinal halka <strong>ve</strong><br />
oral östrodiol tedavisi alan gruplarda ilişki sırasında<br />
vajinal kuruluk, idrar kaçırma <strong>ve</strong> ağrıya yönelik<br />
iyileşme sağlandığı saptanmıştır (Al-Azzawi <strong>ve</strong><br />
Buckler 2003). Ürogenital atrofiye ilişkin belirti <strong>ve</strong>
ulguların olduğu kadınlar arasında intravajinal<br />
östrodiol halka ile kombine östrojen vajinal kremin<br />
karşılaştırıldığı iki çalışma, ilişki sırasında <strong>ve</strong> vajinal<br />
kurulukta rahatlama, atrofik belirtilerin çözümlenmesi,<br />
vajinal mukozal matürasyonda gelişme<br />
<strong>ve</strong> vajinal pH’da azalma sağladığını göstermiştir<br />
(Ayton <strong>ve</strong> ark. 1996; Bachmann <strong>ve</strong> ark. 1997).<br />
Transdermal östrodiol ile ilgili dört plasebo<br />
kontrollü çalışmanın bazılarında üriner <strong>ve</strong> cinsel<br />
semptomlarda gelişme olduğu saptanmıştır. Bir<br />
başka çalışmada ise; plasebo ile karşılaştırıldığında<br />
transdermal östrodiolün vajinal kuruluğu azalttığı,<br />
ancak ilişki sırasında ağrı, sık idrara çıkma,<br />
dizüri, stres inkontinansı <strong>ve</strong> noktüri üzerinde etkili<br />
olmadığı belirtilmiştir (Shulman <strong>ve</strong> ark. 2002).<br />
Uyku Bozukluğu<br />
Nelson’ın sistematik araştırmasında yer alan<br />
üç çalışmada uykuyu arttırmaya yönelik önlemler<br />
belirtilmiştir. Celentano <strong>ve</strong> ark. plasebo ile karşılaştırıldığında<br />
transdermal östrodiolün uyku kalitesi,<br />
uykuya dalma, gece uykusunda azalma <strong>ve</strong><br />
uyanıklık açısından önemli gelişme sağladığını<br />
belirlemişlerdir. Orta <strong>ve</strong> ciddi derecede vazomotor<br />
semptomlar bildiren 50-54 yaş arası kadınların<br />
incelendiği Kadın Sağlığı İnsiyatifi (KSİ) çalışmasının<br />
sub-analizinde, plasebo ile karşılaştırıldığında<br />
oral konjuge at östrojenin uyku bozukluğu<br />
üzerinde pozitif etkili olduğu belirlenmiştir (Hays<br />
<strong>ve</strong> ark. 2003). Purdie <strong>ve</strong> ark. tarafından yapılan<br />
çalışmada sıcak basmaları <strong>ve</strong> gece uyanmaları<br />
olan kadınlarda oral konjuge equine östrojenin<br />
menopozal semptomlar <strong>ve</strong> psikolojik iyilik halinde<br />
gelişme sağlarken plasebo ile karşılaştırıldığında<br />
total uyku zamanı, uykuya dalma zamanı, uyanma<br />
sayısı <strong>ve</strong> REM uykusunun süresi gibi uyku kalitesi<br />
parametrelerinde farklılık olmadığı saptanmıştır.<br />
Demans <strong>ve</strong> Mental Sağlık<br />
Ruhsal durum <strong>ve</strong> depresyon sonuçlarını bildiren,<br />
östrojen ile ilgili 13 çalışma (üçü iyi nitelikli,<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
dördü orta <strong>ve</strong> altısı zayıf nitelikli) plasebo ile konjuge<br />
östrojen, oral östrodiol, transdermal östrodiol,<br />
östrojen sülfat’ı karşılaştırmıştır. Plasebo ile konjuge<br />
östrojenin karşılaştırıldığı iki çalışmada (iyi <strong>ve</strong><br />
orta nitelikli) gruplar arasında depresif ruh halinde<br />
hiçbir farklılık olmadığı saptanmıştır (Strickler <strong>ve</strong><br />
ark. 2000; Khoo <strong>ve</strong> ark. 1998). Plasebo ile oral<br />
östrodiol tedavilerinin karşılaştırıldığı çalışmalarda<br />
(iyi <strong>ve</strong> orta nitelikli), Beck Depresyon Envanteri<br />
kullanılmış <strong>ve</strong> gruplar arasında depresyon skorlarında<br />
iyileşme olduğu saptanmıştır (Voss <strong>ve</strong> ark.<br />
2000, Bech <strong>ve</strong> ark. 1998). Plasebo ile transdermal<br />
östrojenin karşılaştırıldığı çalışmada Montgomery-<br />
Asberg Depresyon Oranlama Skalası kullanılmış<br />
<strong>ve</strong> tedavi sonunda her iki grupta depresyon skorlarında<br />
iyileşme olduğu belirlenmiştir (Soares <strong>ve</strong> ark.<br />
2001).<br />
Yaşam Kalitesi<br />
Sistematik bir araştırmada; transdermal östrodiol<br />
ile ilgili dört çalışma (Shulman <strong>ve</strong> ark. 2002;<br />
Wilklund <strong>ve</strong> ark. 1993; Karlberg <strong>ve</strong> ark.1995;<br />
Skarsgard <strong>ve</strong> ark.2000) <strong>ve</strong> oral östrodiolle ilgili<br />
iki çalışmada [çift-kör plasebo kontrollü] (Bech <strong>ve</strong><br />
ark. 1998; Derman <strong>ve</strong> ark. 1995) plasebo ile karşılaştırıldığında<br />
bu iki tedavinin yaşam kalitesi <strong>ve</strong><br />
iyilik haliyle ilişkili sağlığı geliştirdiği gösterilmiştir<br />
(Nelson 2004). Orta <strong>ve</strong> ciddi derecede vazomotor<br />
semptomlar bildiren 50-54 yaş arası kadınların<br />
incelendiği Kadın Sağlığı İnsiyatifi (KSİ) çalışmasının<br />
sub-analizinde, vazomotor semptomlarda<br />
önemli gelişme sağlanmasına rağmen, sağlıkla ilgili<br />
yaşam kalitesi ölçümlerinde etkisinin olmadığı<br />
belirlenmiştir (Hays <strong>ve</strong> ark. 2003). Konjuge östrojen<br />
<strong>ve</strong> transdermal östrodiolün karşılaştırıldığı bir<br />
çalışmada; menopoza özgü yaşam kalitesi anketi<br />
kullanılmış, gruplar arasında önemli bir farklılık<br />
olmamakla birlikte, tüm alanlarda gelişme olduğu<br />
saptanmıştır (Hilditch <strong>ve</strong> ark. 1996).<br />
49
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
SONUÇ<br />
Günümüzde kadınlar yaşamlarının yaklaşık<br />
25 yılını postmenopozal dönemde geçirmektedir.<br />
Bu dönemde yaşanan menopozal semptomlar<br />
kadınların yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir.<br />
Menopoz semptomlarını rahatlatmada<br />
kullanılan hormon replasman tedavisine yönelik<br />
KAYNAKLAR<br />
AL-AZZAWİ, F., BUCKLER, H.M. (2003). Comparison of<br />
a no<strong>ve</strong>l vaginal ring deli<strong>ve</strong>ring estradiol acetate<br />
<strong>ve</strong>rsus oral estradiol forrelief of vasomotor menopausal<br />
symptoms, Climacteric, 6(2):118-27.<br />
AYTON, R.A., DARLİNG, G.M., MURKİES, A.L. et al.<br />
(1996). A comparati<strong>ve</strong> study of safety and efficacy<br />
of continuous low dose oestradiol released<br />
from a vaginal ring compared with conjugated<br />
equine oestrogen vaginal cream in the treatment<br />
of postmenopausal urogenital atrophy, Br J Obstet<br />
Gynaecol, 103(4):351-8.<br />
BACHMANN, G., NOTELOVİTZ, M., NACHTİGALL, L.<br />
et al. (1997). A comparati<strong>ve</strong> study of a low-dose<br />
estradiol vaginal ring and conjugated estrogen<br />
cream for postmenopausal urogenital atrophy,<br />
Primary Care Update for Ob/Gyns, 4(3):109-<br />
115.<br />
BARRETT-CONNOR, E., HENDRIX, S., ETTİNGER,<br />
B. (2002). Best Clinical Practices from the<br />
International Paper on Women’s Health and<br />
Menopause: A Compprehensi<strong>ve</strong> Approach,<br />
National Heart, Lung, and Blood Institute Office<br />
of Research on Women’s Health National Insti-<br />
50 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
yapılan kanıta dayalı çalışmalarda östrojen tedavisinin<br />
vazomotor semptomlarda azalma, ürogenital<br />
semptomlarda <strong>ve</strong> depresyon skorlarında iyileşme,<br />
yaşam kalitesinde artış sağladığı saptanmıştır.<br />
Uyku bozukluğu ile ilgili farklı östrojen preparatları<br />
kullanılarak yapılan çalışmalardan bazılarında<br />
östrojenin etkili olduğu belirtilirken bazılarında da<br />
etkili olmadığı saptanmıştır.<br />
tutes of Health and Gio<strong>ve</strong>nni Lorenzini medical<br />
Science Foundation. United State of America.<br />
12 Mayıs 2008’de alınmıştır, web üzerinde http://<br />
www.nhlbi.nih.gov/health/prof/heart/other/wm_<br />
menop.pdf.<br />
BECH, P., MUNK-JENSEN, N., OBEL, E. et al. (1998).<br />
Combined <strong>ve</strong>rsus sequential hormonal replacement<br />
therapy: A double-blind, placebo-controlled<br />
study on quality of life-related outcome measures,<br />
Psychother Psychosom, 67(4-5):259-65.<br />
CELENTANO E, GALASSO R, BERRINO F et al. (2003).<br />
Correlates of age at natural menopause in the<br />
cohorts of EPIC-Italy, Tumori, 89(6): 608-614.<br />
DERMAN, R.J., DAWOOD, M.Y., STONE, S. (1995).<br />
Quality of life during sequential hormone replacement<br />
therapy a placebocontrolled study, Int J<br />
Fertil Menopausal Stud, 40(2):73-8.<br />
HAYS J, OCKENE J, BRUNNER R et al. (2003). Effects<br />
of estrogen plus progestin on health-related quality<br />
of life, N Engl J Med, 348(19):1839-54.<br />
HOTUN, N. Bir kilometre Taşı, Menopoz, Çevik Matbaacılık,<br />
İstanbul 1998.
HILDITCH, J.R., LEWIS, J., ROSS, A.H. et al. (1996).<br />
A comparison of the effects of oral conjugated<br />
equine estrogen and transdermal estradiol-<br />
17betacombined with an oral progestin on quality<br />
of life in postmenopausal women, Maturitas,<br />
24(3):177-84.<br />
KARLBERG, J., MATTSSON, L.A., WIKLUND, I. (1995).<br />
A quality of life perspecti<strong>ve</strong> on who benefits from<br />
estradiol replacement therapy, Acta Obstet Gynecol<br />
Scand, 74(5):367-72.<br />
KHOO, S.K., COGLAN, M., BATTİSTUTTA, D. et al.<br />
(1998). Hormonal treatment and psychological<br />
function during the menopausal transition: an<br />
evaluation of the effects of conjugated estrogens/cyclic<br />
medroxyprogesterone acetate, Climacteric,<br />
1(1):55-62.<br />
MACLENNAN A. H., BROADBENT J. L., LESTER S. <strong>ve</strong><br />
ark. (2004). Oral Oestrogen and Combined Oestrogen/Progestogen<br />
Therapy Versus Placebo for<br />
Hot Flushes, Cochrane Database Syst Rev, Issue<br />
9, 1-109.<br />
NELSON, HD. (2004). Commonly used types of postmenopausal<br />
estrogen for treatment of hot flashes:<br />
scientific review, JAMA, 291(13):1610-20.<br />
PURDIE, D.W., EMPSON, J.A.C., CRICHTON, C. et<br />
al. (1995). Hormone replacement therapy, sleep<br />
quality and psychological wellbeing, Br J Obstet<br />
Gynaecol, 102(9):735-39.<br />
SHULMAN, L.P., YANKOV, V., UHL, K. (2002). Safety<br />
and efficacy of a continuous once-a-week 17beta-estradiol/levonorgestrel<br />
transdermal system<br />
and its effects on vasomotor symptoms and endometrial<br />
safety in postmenopausal women: the<br />
results of two multicenter, double-blind, randomized,<br />
controlled trials, Menopause, 9(3):195-207.<br />
SKARSGARD, C., BERG, G.E., EKBLAD, S. et al.<br />
(2000). Effects of estrogen therapy on well-being<br />
in postmenopausal women without vasomotor<br />
complaints, Maturitas, 36(2):123-30.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
SOARES CN, ALMEIDA OP, JOFFE H et al. (2001). Ef-<br />
ficacy of estradiol for the treatment of depressi<strong>ve</strong><br />
disorders in perimenopausal women: A doubleblind,<br />
randomized, placebo-controlled trial, Arch<br />
Gen Psychiatry, 58(6):529-34.<br />
SPEROFF, L. (2003). Efficacy and tolerability of a no<strong>ve</strong>l<br />
estradiol vaginal ring for relief of menopausal<br />
symptoms, Obstet Gynecol, 102:823-34.<br />
STRİCKLER, R., STOVALL, D.W., MERRİTT, D. et al.<br />
(2000). Raloxifene and estrogen effects on quality<br />
of life in healthy postmenopausal women: a<br />
placebo-controlled randomized trial, Obstet Gynaecol,<br />
96(3):359-65.<br />
TIRAŞ, B., KURDOĞLU, M. (2004). “Postmenopozal<br />
Hormon Replasman Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar”,<br />
Sted, 13(9): 332-334.<br />
ÜNLÜER, E. (2005). Postmenopozal kadınlarda yılan<br />
otu tedavisinin vasküler elastisite, kan lipid profili<br />
<strong>ve</strong> vazomotor semptomlar üzerine etkilerinin<br />
araştırılması”, Sağlık Bakanlığı Bakırköy Kadın<br />
<strong>ve</strong> Çocuk Hastalıkları Eğitim <strong>ve</strong> Araştırma Hastanesi,<br />
Uzmanlık Tezi, İstanbul.<br />
VOSS, S., QUAIL, D., DAWSON, A. et al. (2002). A randomised,<br />
doubleblind trial comparing raloxifene<br />
HCl and continuous combined hormone replacement<br />
therapy in postmenopausal women: effects<br />
on compliance and quality of life, BJOG,<br />
109(8):874-85.<br />
WILKLUND, I., KARLBERG, J., MATTSSON, L.A.<br />
(1993). Quality of life of postmenopausal women<br />
on a regimen of transdermal estradiol therapy:<br />
a double-blind placebo-controlled study, Am J<br />
Obstet Gynecol, 168:824-30.<br />
YÜCESOY, İ., ÇAKIROĞLU, Y. Menopoz <strong>ve</strong> Postmenopoz.<br />
Klinikte Obstetrik <strong>ve</strong> Jinekoloji, Ed:<br />
ÇİÇEK N., MUNGAN T., Güneş Tıp Kitabevleri,<br />
Ankara 2007.<br />
51
________________________<br />
(*) Bu çalışma IACAPAP Konferansında Sözel Bildiri Olarak Sunulmuştur.<br />
(**) Ankara Lisesi (Anadolu).<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Yeniden Gözden Geçirme: Pozitif Psikoterapi<br />
<strong>ve</strong> Gelişimsel Rehberlik Bağlamında Ergenler<br />
İçin Amaçları Genişletme Programı*<br />
• Dr. Ali ERYILMAZ**<br />
Öz<br />
Bu çalışmanın amacı, ergenlerin yaşam boyu<br />
amaçlar oluşturmalarına yardımcı olacak bir program<br />
geliştirmektir. Amaçları genişletme programının iki<br />
aşaması vardır: Birinci aşamada, toplam 205 ergenle<br />
“Pozitif Psikoterapi’ye Dayalı Amaçlar Ölçeği” geliştirilmiştir.<br />
Araştırmanın ikinci aşaması, tek grup ön-test<br />
son-test deneysel deseninde yürütülmüştür. İkinci<br />
aşama, meslek lisesine devam eden dokuzuncu sınıf<br />
öğrencilerinden 20 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Program,<br />
45 dakikalık 8 oturumda yürütülmüştür. Süreç: I.<br />
Oturum: Ön-test uygulanmıştır. Bu bağlamda, huzurevinde<br />
yaşayan bireylerle mülakat yapmaları ödev<br />
olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. II. Oturum: Ergenlerin mülakat sonucunda<br />
neler yaşadıkları <strong>ve</strong> neler hissettikleri, onlarla<br />
bireysel olarak sınıf ortamında paylaşılmıştır.<br />
Ergenlerden dört alanda yaşam boyu amaç edinmeleri<br />
istenmiştir. III. Oturum: Ergenlerden daha önce<br />
istenen ödevler toplanmıştır. Sınıf içerisinde, hazırlanan<br />
amaç tabloları sunulmuştur. IV. Oturum:<br />
Ergenlerden, amaçlarını gerçekleştirdikleri bir yaşamı<br />
içeren “cenaze mektupları”nı yazmaları istenmiştir.<br />
Yazılan mektuplar toplanmış <strong>ve</strong> değerlendirilmiştir. V.<br />
Oturum: Acı-haz etkinliği gerçekleştirilmiştir. VI.<br />
Oturum: Amaçlarla ilgili film izletilmiştir. VII. Oturum:<br />
Programı değerlendirmek amacıyla son-test uygulaması<br />
yapılmıştır. VIII. Oturum: Değerlendirme sonuçları,<br />
ergenlerle paylaşılmıştır. Yapılan son-test çalışmasına<br />
göre program, ergenlerin ihtiyaçlarını gidermiştir.<br />
Programın ergenlerin amaç belirlemelerinde<br />
kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Pozitif Psikoterapi, Gelişimsel<br />
Rehberlik, Amaç, <strong>Ergenlik</strong>.<br />
Abstract<br />
Renew: "Expansion of Goals Program" for<br />
Adolesonts with Respect to Positi<strong>ve</strong><br />
Psycholterapy and Comprehensi<strong>ve</strong><br />
Guidance<br />
The aim of this study is improving an educational<br />
program about extending the goals of adolescents.<br />
The first step, scale de<strong>ve</strong>lopment study was made. At<br />
second step, the one group pretest-posttest design<br />
was made. Process: The study was conducted within<br />
eight periods. Each session took 45 minutes. 1st<br />
Session: Pretest was made. Then theoritical<br />
explanation was made by the counselor, and an<br />
assigment which was about interviewing with the<br />
older adults was gi<strong>ve</strong>n to adolesecents. 2nd Session:<br />
The assigment was discussed. Then the assigment<br />
which was aobut the making lifelong goals, which<br />
were about the four life areas, was gi<strong>ve</strong>n. 3rd<br />
Session: The assigment was discussed. Then<br />
adolescents presented their goals in the classroom.<br />
4th Session: Pain and Pleasure activity were made.<br />
5th Session: “Letter of Death” activity was made. 6th<br />
Session: “Hope activity” was made. 7th Session: The<br />
post-test were made at this session. 8th Session:<br />
Their impro<strong>ve</strong>ment were displayed them. As a result,<br />
the program was useful for adolescents. In the future<br />
this program could be used in making goals for<br />
adolescents.<br />
Keywords: Positi<strong>ve</strong> Psychotherapy,<br />
Compherensi<strong>ve</strong> Guidance, Goal, Adolescent.<br />
53
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Psikolojide bireylerin davranışları içgüdü, dürtü,<br />
gereksinim gibi pek çok faktörle açıklanmaktadır.<br />
1980’lerden sonra, bilişsel <strong>ve</strong> pozitif psikolojinin<br />
gelişimi ile birlikte amaçlar da insan davranışını<br />
açıklayan faktörlerden biri olmaya başlamıştır.<br />
Özellikle psikoterapi alanında amaçların yeri çok<br />
önemlidir. Ulaşılabilir bilinçli amaçlar, hem insanın<br />
gelişip olgunlaşmasında hem de gelişip olgunlaşmasına<br />
katkıda bulunan psikoterapilerde<br />
vazgeçilmez öğelerden olmuştur. Öyle ki Pozitif<br />
Psikoterapi’nin son aşaması, “amaçların genişletilmesi<br />
evresi” adını almıştır. Bu denli öneme sahip<br />
amaçların ergenin kişisel, sosyal <strong>ve</strong> meslekî gelişiminde<br />
de kullanılması anlamlı olabilir.<br />
Psikoloji literatürüne bakıldığında, amacın insanın<br />
en belirgin özelliği olarak ele alındığı görülmektedir.<br />
İnsan, aktif, amaç yönelimli bir varlıktır<br />
(Emmons, 1999). İnsan, farklı durumlarla amaçlı<br />
olarak etkileşime girer <strong>ve</strong> amaçlarına ulaşmak<br />
için davranışlarını düzenler (Yetim, 2001). Lock<br />
<strong>ve</strong> Latham (1990), insanın bir özelliği olan amacı,<br />
bireyin bilinçli bir biçimde elde etmeye çalıştığı<br />
bireyin dışında bir şey olarak tanımlamaktadır.<br />
Amaç kavramı literatürde farklı şekillerde ele alınıp<br />
değerlendirilmektedir. Örneğin, Emmons (1986),<br />
amaç kavramını kişisel çabalar bağlamında; Little<br />
(1983) olası benlikler; Kasser <strong>ve</strong> Ryan (1993)<br />
yaşam amaçları bağlamında ele almıştır. Little<br />
(1989), amaçları kısa <strong>ve</strong> uzun dönemli olarak ikiye<br />
ayırmıştır. Emmons (1999) yakınlık, çekicilik, maneviyat<br />
gibi 13 farklı amaç tipinin olduğunu belirlemiştir.<br />
Ford (1992), amaçları kişi içinde istendik sonuçlar<br />
<strong>ve</strong> istendik kişi-çevre sonuçları olmak üzere<br />
iki kategoride toplamıştır. Bu iki kategori içine 24<br />
amaç koymuştur (eğlence, beden sağlığı, ait olma,<br />
ustalık vb).<br />
Amaç <strong>ve</strong> diğer değişkenler arasındaki ilişkileri<br />
inceleyen pek çok çalışmanın yapıldığı görülür<br />
(Deci <strong>ve</strong> Ryan, 2000; Pöhlmann, 2001). Literatürde<br />
54 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
bireyin amaç belirlemesi <strong>ve</strong> amaçlarını sürdürmesi<br />
ile akademik başarı (Vansteenkiste <strong>ve</strong> arkadaşları,<br />
2005; Vansteenkiste, Lens <strong>ve</strong> Deci, 2006), ihtiyaç<br />
doyumu (Deci <strong>ve</strong> Ryan, 2000; Sheldon <strong>ve</strong> Eliot,<br />
1999), öznel iyi oluş (Bauer <strong>ve</strong> McAdams,2004;<br />
Brunstein, 1993) arasında pozitif yönde ilişki bulunmuştur.<br />
Ayrıca amaç kavramı, pek çok kültürler<br />
arası psikoloji çalışmalarında (Chirkov <strong>ve</strong> Ryan,<br />
2001; Oishi, 2000; Ryan <strong>ve</strong> arkadaşları, 1999; Tsai,<br />
2007) önemli bir değişken olarak ele alınmıştır.<br />
Amaçlar <strong>ve</strong> ilgili değişkenler arasındaki ilişkiler<br />
incelendikten sonra, ergen gelişimi bağlamında<br />
amaçlar ele alınabilir. Bu bağlamda ergenler, uzak<br />
geleceğe ilişkin plan yapma konusundaki yeterliliklerini<br />
ergenlikle birlikte yavaş yavaş ortaya koymaya<br />
başlarlar (Piaget <strong>ve</strong> Inhelder, 1993). Soyut<br />
işlemler döneminde ergenler, olayları daha eleştirel<br />
<strong>ve</strong> gerçekçi görmeye başlarlar. Aynı zamanda,<br />
duygusal düzenlemelerinin dengesiz olmasından<br />
dolayı gerçekçi bir planlama yapamayabilirler. Ayrıca<br />
ergen benmerkezciliğinden dolayı, ergenler<br />
hiç ölmeyeceklerini düşünürler. Dolayısıyla, zamana<br />
ilişkin algıları da gerçekçi değildir. Fakat yaşam<br />
<strong>ve</strong> zaman hızla ilerlemektedir. Bu durumda ya ergenler<br />
kendi yaşam amaçlarını oluşturacaklar ya<br />
öteleyecekler ya da hiçbir zaman yaşam amaçlarına<br />
sahip olmayacaklardır. Sonuçta, başkalarının<br />
amaçlarına aracılık ederek yaşamlarını sürdüreceklerdir.<br />
Bu koşulda, bireylerin kendi ilgileri <strong>ve</strong> yetenekleri<br />
doğrultusunda kendilerini gerçekleştirme<br />
olanağı oluşmayacak <strong>ve</strong> mutlu bir yaşam sürdürmeleri<br />
de %40 oranında azalacaktır (Sheldon <strong>ve</strong><br />
Lyubomirsky, 2006). Yaşamı boş bir şekilde kayıp<br />
<strong>ve</strong> mutsuz olarak geçirmek rasyonel olmadığı için<br />
ergenlerin yaşam boyu amaçlar edinmelerini <strong>ve</strong> bu<br />
amaçlar doğrultusunda yaşamlarını yapılandırmalarını<br />
sağlamak önemlidir.<br />
Ergenler, terapi yöntemleri aracılığı ile amaç<br />
belirleyebilirler. Bu bağlamda, bir aşama olarak
amaç belirlemeyi içinde barındıran yaklaşım, Pozitif<br />
Psikoterapi yaklaşımıdır. Pozitif Psikoterapi’de<br />
amaçların yerini görmek için öncelikle modeli tanımak<br />
gerekir. Pozitif Psikoterapi, denge modeline<br />
dayalı bir yaklaşımdır. Bireyler, bedenleriyle (duyular<br />
aracılığıyla), başarıyla (akıl aracılığıyla), ilişki<br />
kurma ile (gelenekler aracılığıyla) <strong>ve</strong> hayal kurma<br />
yoluyla (sezgi aracılığı ile) yaşadıkları çatışmayla<br />
başa çıkmaktadırlar (Fışıloğlu, 2002). Pozitif<br />
Psikoterapi’nin amacı, danışanın çatışmayla baş<br />
etme olanaklarını genişletmeye çalışmaktır. Bu<br />
bağlamda terapi, beş evreden oluşur: Gözlem/<br />
Uzaklaşma Evresi, Envanter Evresi, Durumsal<br />
Cesaretlendirme Evresi, Sözelleştirme Evresi <strong>ve</strong><br />
Amaçların Genişletilmesi Evresi (Naim, 2002).<br />
Özellikle amaçların genişletilmesi evresinde, denge<br />
modelinin dört boyutunda kişilerin yaşam kalitelerini<br />
artırıcı amaçlar belirlenmektedir.<br />
Pozitif Psikoterapi’de amaçları ele aldıktan<br />
sonra ergenlerin amaç belirlemeleri konusu ele alınabilir.<br />
Ergenler, yaşam amaçlarını iki şekilde belirleyebilirler:<br />
Bu yollardan ilki, kişisel çabaya dayalı<br />
belirleme çalışmalarıdır. İkincisi ise, yapılandırılmış<br />
Şekil 1- Denge Modeline Dayalı Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />
Eğlence Amaçları<br />
Fantezi<br />
Başarı / Akıl<br />
Maneviyat<br />
Manevi Amaçlar<br />
Beden / Duyular<br />
Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />
Beden Duyular<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
eğitim programlarına katılmadır. Kişisel çabaya dayalı<br />
amaç belirlemenin ergen gelişiminden dolayı<br />
zor olduğu açıktır. Yapılandırılmış çalışmaların tarihi<br />
ise oldukça yenidir. Türkiye’de Eryılmaz (2007;<br />
2008), Pozitif Psikoterapi <strong>ve</strong> Gelişimsel Rehberlik<br />
anlayışına uygun olarak, ergenler için yaşam boyu<br />
gelişim amaçları belirleme çalışmaları yapmıştır.<br />
Yapılan çalışmalarda varsayımsal olarak Pozitif<br />
Psikoterapi’nin denge modeli esas alınmıştır. Denge<br />
modeline dayalı olarak, dört alanda ergenlerin<br />
yaşam boyu amaç belirlemeleri sağlanmıştır. Bu<br />
dört alan Şekil-1’de görülebilir. Ergenler için denge<br />
modeline dayalı yaşam boyu gelişim amaçları belirleme<br />
çalışmalarında (Eryılmaz, 2007; 2008) iki<br />
önemli sınırlılık olduğu görülmüştür: Varsayımsal<br />
olarak belirlenen çalışmaların, deneysel anlamda<br />
doğrulanma çalışmalarının yapılmaması birinci sınırlılıktır.<br />
İkinci sınırlılık ise, amaca bağlanma çalışmalarının<br />
eksikliğidir. Oysaki insanların amaçlarına<br />
bağlanmaları (Brunstein, 1993; Emmons,<br />
1986), değer <strong>ve</strong>rmeleri, amaçlarını gerçekleştirebileceklerine<br />
inanmaları <strong>ve</strong> bunu kararlı bir şekilde<br />
sürdürmeleri (Kasser <strong>ve</strong> Ryan, 2001) önemlidir.<br />
Kariyer Amaçları<br />
Gelecek<br />
İlişki Amaçları<br />
55
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Papila, Olds <strong>ve</strong> Feldman’a (2004) göre ergenlik<br />
dönemindeki birey, zamanının büyük bir çoğunluğunu<br />
aile dışında geçirmeye başlar. Böylece ergen,<br />
toplumsal gelişimini hızlandırır. Kimlik gelişimi<br />
ile birlikte (Erikson, 1968) ergen, geleceğin yetişkinler<br />
dünyasına hazır hâle gelir. Cinsel üreme<br />
kapasitesinin gelişmesiyle birlikte, biyolojik olarak<br />
anne-baba olmaya artık adaydır. Amaç belirlemenin<br />
<strong>ve</strong> sürdürmenin bireyin mutluluğunu artırma<br />
yollarından biri olduğu (Sheldon <strong>ve</strong> Lyubomirsky,<br />
2006), bireyin önemli bulduğu <strong>ve</strong> çaba gösterdiği<br />
amaçlara ulaşınca mutluluk duyacağı belirtilmektedir<br />
(Yetim, 2001). Bu noktada, çeşitli gelişim<br />
süreçlerinden geçen ergenlerin yaşam boyu gelişimlerine<br />
katkıda bulunacak amaç programlarının<br />
hazırlanması anlamlı olacaktır. Bu bağlamda, Pozitif<br />
Psikoterapi’nin son evresinden yola çıkarak,<br />
gelişimsel <strong>ve</strong> önleyici rehberlik anlayışına da uygun<br />
olarak, ergenlerin kendilerini gerçekleştirebilecekleri<br />
“yaşam boyu gelişim amaçları” edinmelerini<br />
sağlamak faydalı olabilir.<br />
YÖNTEM<br />
Çalışmanın Amacı <strong>ve</strong> Yöntemi<br />
Pozitif Psikoterapi’nin son evresinden yola<br />
çıkarak, önleyici rehberlik anlayışına da uygun<br />
olarak, ergenlerin kendilerini gerçekleştirebilecekleri<br />
yaşam boyu amaçlarını oluşturmalarına<br />
yardımcı olmak, bu çalışmanın en temel amacıdır.<br />
Amaçları genişletme programının iki aşaması vardır:<br />
Birinci aşamada, toplam 205 ergenle “Pozitif<br />
Psikoterapi’ye Dayalı Amaçlar Ölçeği” geliştirilmiştir.<br />
Araştırmanın ikinci aşaması, tek grup ön-test<br />
son-test deneysel deseninde yürütülmüştür. İkinci<br />
aşama, meslek lisesine devam eden dokuzuncu<br />
sınıf öğrencilerinden 20 kişi ile gerçekleştirilmiştir.<br />
Program, 45 dakikalık 8 oturumda yürütülmüştür.<br />
Oturumlarda gerçekleştirilen etkinlikleri değerlendirmek<br />
amacıyla, zaman zaman cümle bazında<br />
56 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
içerik analizi yöntemine de başvurulmuştur. Böylece<br />
bu çalışma, nitel boyut da kazanmıştır.<br />
İşlem<br />
Çalışma, ölçek geliştirme <strong>ve</strong> program geliştirme<br />
olmak üzere iki aşamada ele alınmıştır. Bu<br />
bağlamda, bu bölümde öncelikle ölçek geliştirme<br />
çalışmasına, daha sonra deneysel çalışmaya değinilmiştir.<br />
l. Aşama: Ölçek Geliştirme<br />
Ölçek geliştirme çalışmasının ilk aşaması, ölçek<br />
maddesi oluşturmadır. Çalışmanın yazarı, Pozitif<br />
Psikoterapi <strong>ve</strong> Pozitif Psikoloji literatürünü amaçlar<br />
bağlamında incelemiş <strong>ve</strong> önemli gördüğü yerlerin<br />
altını çizmiştir. Daha sonra e<strong>ve</strong>t-hayır şeklinde 18<br />
maddeden oluşan ölçek deneme formu hazırlamıştır.<br />
Oluşturulan maddeleri uzman görüşüyle de<br />
değerlendirmiştir. 18 madde üzerinde açımlayıcı<br />
faktör analizi yöntemi uygulanmıştır. Analiz sonucunda,<br />
faktör yükleri .60’ın üzerinde 9 madde <strong>ve</strong><br />
üç faktör elde edilmiştir. Sonuçlar aşağıda Tablo-<br />
1’de yer almaktadır:<br />
Tablo-1’de görüldüğü gibi açıklanan varyansı<br />
%52.89 olan, üç boyutlu, 9 maddeden oluşan bir<br />
ölçek elde edilmiştir. Ölçeğin ilk boyutu, “Kariyer<br />
(Başarı) Amaçları” (1, 2, 3) olarak isimlendirilmiştir.<br />
Çünkü maddeler, “ne tür işlerde çalışacağımı belirledim,<br />
işimde nasıl bir ilerleme yapacağımı planladım”<br />
ifadelerinden oluşmaktadır. İkinci boyutta,<br />
“eşimde olması gereken özellikleri belirledim, kaç<br />
tane çocuğa sahip olacağımın planlamasını yaptım”<br />
gibi ifadeler bulunduğundan ikinci boyut da<br />
(4, 5, 6) “İlişki Amaçları” olarak adlandırılmıştır.<br />
Üçüncü boyuta “Eğlence (Beden-Doyum) Amaçları”<br />
denilmiştir. Çünkü “yaşamım boyunca nereleri<br />
gezeceğimin planlamasını yaptım, ne tür hobiler<br />
edineceğimin planlamasını yaptım” gibi maddelerden<br />
(7, 8, 9) oluşmaktadır.
Tablo 1. Açımlayıcı Faktör Analizi Sonuçları (N = 205)<br />
Gü<strong>ve</strong>nirlik: Geliştirilen ölçeğin tamamı <strong>ve</strong> alt<br />
boyutları için KR–20 gü<strong>ve</strong>nirlik hesaplama yöntemi<br />
kullanılmıştır. Sonuçlar, Tablo–2’de gösterilmiştir.<br />
Sonuç olarak; geliştirilen ölçeğin gü<strong>ve</strong>nilir olduğu<br />
söylenebilir. Tüm bunların yanında, aynı grup<br />
Faktör Yükleri<br />
Maddeler Faktör1 Faktör1 Faktör1<br />
1 .74<br />
2 .71<br />
3 .69<br />
4 .75<br />
5 .74<br />
6 .69<br />
7 .75<br />
8 .68<br />
9 .61<br />
Özdeğerler 2,04 1,62 1,10<br />
Açıklanan Varyans 22,6 18,00 12, 21<br />
Yığılmalı Varyans 22,66 40,67 52,89<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Tablo–2. Ölçeğin Tamamı <strong>ve</strong> Alt Boyutları İçin Hesaplanan KR–20 Değerleri, Ortalamalar <strong>ve</strong><br />
Standart Sapmalar (N=205)<br />
İstatistikî Değerler<br />
Ölçek Faktörleri Kr20 Ortalama Standart Sapma<br />
Kariyer Amaçları<br />
(Başarı Amaçları)<br />
.91 2.04 1.01<br />
İlişki Amaçları .87 1.45 2.26<br />
Eğlence (Beden-<br />
Duyum) Amaçları<br />
.76 2.26 .89<br />
Toplam Puan .95 5.76 1.89<br />
üzerinde ölçeğin derecelendirme formunu, geliş-<br />
tirme çalışmaları yapılmıştır. Çalışmada ölçeğin<br />
e<strong>ve</strong>t-hayır formundaki aynı maddeler kullanılmıştır.<br />
Likert tipinde madde analizi, faktör analizi <strong>ve</strong><br />
gü<strong>ve</strong>nirlik analizi çalışmaları da yapılmıştır. Analiz<br />
sonuçları Tablo–3 <strong>ve</strong> Tablo-4’te gösterilmektedir.<br />
57
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Tablo 3. Açımlayıcı Faktör Analizi Sonuçları (N = 205)<br />
Tablo–3 incelendiğinde ölçeğin e<strong>ve</strong>t-hayır formunda<br />
olduğu gibi, üç boyutlu <strong>ve</strong> dokuz maddeden<br />
oluşan, açıklanan varyansı % 65.32 olan bir ölçeğe<br />
de ulaşılmıştır. Elde edilen ölçeğe “Pozitif Psikoterapi<br />
Bağlamında Ergenler İçin Yaşam Amaçları Ölçeği<br />
Likert Formu” ismi <strong>ve</strong>rilmiştir. Tablo-4’te likert<br />
formunun gü<strong>ve</strong>nirlik değerleri <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
58 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Faktör Yükleri<br />
Maddeler Faktör1 Faktör1 Faktör1<br />
1 .89<br />
2 .88<br />
3 .82<br />
4 .82<br />
5 .79<br />
6 .75<br />
7 .83<br />
8 .76<br />
9 .50<br />
Özdeğerler 2,83 1,89 1,14<br />
Açıklanan Varyans 31,46 21,08 12, 76<br />
Yığılmalı Varyans 31,46 52,55 65,32<br />
Tablo–4. Ölçeğin Tamamı <strong>ve</strong> Alt Boyutları İçin Hesaplanan Cronbach Alfa Değerleri,<br />
Ortalamalar <strong>ve</strong> Standart Sapmalar (N=205)<br />
İstatistikî Değerler<br />
Ölçek Faktörleri Alfa Ortalama Standart Sapma<br />
Kariyer Amaçları<br />
(Başarı Amaçları)<br />
.85 8.92 1.95<br />
İlişki Amaçları .73 7.66 2.41<br />
Eğlence (Beden-<br />
Duyum) Amaçları<br />
.68 9.31 2.86<br />
Toplam Puan .75 2.41 2.86<br />
Tablo–4 incelendiğinde ölçeğin gü<strong>ve</strong>nirlik de-<br />
ğerleri görülür. Bu değerlere bakıldığında ölçeğin<br />
likert formunun da gü<strong>ve</strong>nilir olduğu söylenebilir.<br />
Sonuç olarak; geliştirilen ölçeklerde manevî amaçlar<br />
ya da gelecek boyutu işlememiştir. Denge modeline<br />
dayalı olarak, ölçeklere ilişkin oluşan sonuç,<br />
Şekil-2’de görülebilir.
Şekil 2- Denge Modeline Dayalı Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />
Fantezi<br />
Gelecek<br />
Maneviyat<br />
Bu çalışmada ölçeğin, yukarıda detaylı bir şekilde<br />
anlatılan e<strong>ve</strong>t-hayır formu, bir başka deyişle<br />
“Pozitif Psikoterapi Bağlamında Ergenler İçin Yaşam<br />
Amaçları Ölçeği E<strong>ve</strong>t-Hayır Formu” kullanılmıştır.<br />
II. Aşama: Deneysel Çalışma ya da Program<br />
Geliştirme<br />
Süreç: Araştırmanın ikinci aşaması, tek grup<br />
ön-test son-test deneysel deseninde yürütülmüştür.<br />
İkinci aşama, meslek lisesine devam eden<br />
dokuzuncu sınıf öğrencisi ile gerçekleştirilmiştir.<br />
Program, 45 dakikalık 8 oturumda yürütülmüştür.<br />
Programın iki aşaması bulunmaktadır: Amaç<br />
belirleme (1-3 oturum) <strong>ve</strong> amaca bağlanma (4-8<br />
oturum) dır. Oturumlara ilişkin bilgiler aşağıda yer<br />
alır:<br />
I.Oturum: Ergenler İçin Pozitif Psikoterapi’ye<br />
Dayalı Amaçlar Ölçeği ön-test olarak çalışma grubuna<br />
uygulanmıştır. Daha sonra öğrencilere amaç<br />
<strong>ve</strong> amaçlı yaşamın gerekliliği konusunda bilimsel<br />
literatüre dayalı bilgiler sunulmuştur. Ergenlerden,<br />
Beden / Duyular<br />
Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />
Başarı / Akıl<br />
İlişki Amaçları Kariyer Amaçları<br />
Beden Duyular<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
huzurevi ziyareti yapmaları istenmiştir. Bu bağlamda,<br />
huzurevinde yaşayan bireylerle mülakat<br />
yapmaları ödev olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. Görüşmeye ilişkin<br />
kendi duygu <strong>ve</strong> düşüncelerini belirtmeleri istenmiştir.<br />
II. Oturum: Ergenlerle yapılan mülakat sonucunda,<br />
onların neler yaşadıkları <strong>ve</strong> neler hissettikleri,<br />
bireysel olarak sınıf ortamında paylaşılmıştır.<br />
Ergenlerden istenen ödevler toplanmıştır. Bir sonraki<br />
oturuma: Pozitif Psikoterapi’nin ilgili öykülerinden<br />
yararlanarak yaşam boyu kariyer amaçları,<br />
katkı-manevî amaçları, sosyal ilişki amaçları, eğlence<br />
amaçları, ekonomik amaçlar, kişisel gelişim<br />
amaçları oluşturmaları <strong>ve</strong> amaçlarını, 10, 20 <strong>ve</strong> 30<br />
yılı içerecek tarzda planlamaları istenmiştir. Amaçları<br />
belirlerken göz önünde bulunduracakları soru<br />
listeleri öğrencilere dağıtılmıştır. Planlanan amaçların<br />
kişisel olarak resimli birer tabloya aktarılması<br />
da ödev olarak <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
Öğrencilere <strong>ve</strong>rilen öykülerden birine örnek olarak,<br />
Yaşamın İki Yönü öyküsünü <strong>ve</strong>rebiliriz. Öğrencilerden<br />
bu öyküye dayalı olarak iki şey istenmiştir:<br />
59
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Kariyer amaçları ile Yaşamın İki Yönü öyküsünü<br />
nasıl ilişkilendirirsiniz? Öyküden kariyer amaçlarını<br />
oluştururken nasıl faydalanırsınız? Öğrencilerin<br />
<strong>ve</strong>rmiş oldukları yanıtlara içerik analizi uygulanmıştır<br />
<strong>ve</strong> şu sonuçlara ulaşılmıştır: öykü, ergenlere<br />
% 35 oranında kişiler arası ilişkileri, % 25 oranında<br />
pragmatikliği, % 25 oranında çok yönlü gelişimi <strong>ve</strong><br />
% 15 oranında da motivasyonu hatırlatmıştır.<br />
Ergenlerin, öyküden %30 oranında amaçlarının<br />
toplumla bütünleşmeyi içermesi gerektiği, %25<br />
oranında pragmatik amaçlarının olması gerektiği,<br />
%25 oranında amaçlarının moti<strong>ve</strong> edici olması gerektiği<br />
<strong>ve</strong> %20 oranında da amaçlarının kendilerini<br />
düzenleyici olması gerektiği sonuçlarını çıkardıkları<br />
görülmektedir.<br />
III. Oturum: Ergenlerden istenen ödevler toplanmıştır.<br />
Hazırlanan amaç tabloları, sınıfta sunulmuştur.<br />
IV. Oturum: Ergenlerden amaçlarını gerçekleştirdikleri<br />
bir yaşamı içeren “cenaze mektupları”nı<br />
yazmaları istenmiştir.<br />
V. Oturum: Acı-haz etkinliği gerçekleştirilmiştir.<br />
Öğrencilere amaçlarına ulaştıklarında ne gibi<br />
hazlar yaşayacakları <strong>ve</strong> ulaşamadıklarında ne<br />
gibi acılar yaşayacakları sorulmuştur. Daha sonra<br />
acı-haz etkinliğini değerlendirmeleri istenmiştir.<br />
Acı-haz etkinliğinin değerlendirme sonuçları içerik<br />
analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Analiz sonucunda<br />
acı-haz etkinliğinin ergenlere % 38 oranında<br />
farkındalık kazandırdığı, ergenleri % 33 oranında<br />
60 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
geleceğe yönlendirdiği, % 24.3 oranında amaçlara<br />
bağladığı <strong>ve</strong> % 4.7 oranında moti<strong>ve</strong> ettiği sonucuna<br />
varılmıştır.<br />
Vl. Oturum: Umut etkinliği yapılmıştır. Amaçlarla<br />
ilgili Esaretin Bedeli filmi izletilmiştir. Öğrencilere<br />
filmin neler hatırlattığı <strong>ve</strong> öğrencilerin filmden<br />
neler çıkardıkları sorulmuştur. Yapılan analizlerin<br />
sonucunda, filmin ergenlere % 40 oranında umudu<br />
<strong>ve</strong> % 24 oranında amaçlarını hatırlattığı; % 12’şer<br />
oranında motivasyonu, ilişkisel çıkarımları <strong>ve</strong> farkındalığı<br />
hatırlattığı görülmüştür.<br />
Öğrenciler, filmden çeşitli çıkarımlarda bulunmuşlardır.<br />
Film, % 24 oranında öğrencilere amaç<br />
belirlemede model etkisi yapmıştır; % 16 oranında<br />
amaçlarını gerçekleştirmeleri için umut oluşturmuştur;<br />
% 16 oranında öğrencileri moti<strong>ve</strong> etmiştir; %<br />
8 oranında amaçlarını gerçekleştirme konusunda<br />
yılmazlık oluşturmuştur; % 8 oranında farkındalık<br />
kazandırmıştır <strong>ve</strong> son olarak da % 4’er oranında<br />
akış <strong>ve</strong> iyimserlik kazandırmıştır.<br />
Vll. Oturum: Programı değerlendirmek amacıyla,<br />
“Pozitif Psikoterapi Bağlamında Ergenler İçin<br />
Amaç Ölçeği” son-test olarak tekrar uygulanmıştır.<br />
Programın faydalı olup olmadığına ilişkin üç açık<br />
uçlu soru ödev olarak <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
a) Nicel Değerlendirme<br />
Tablo–5 Ön-test <strong>ve</strong> Son-test Sonuçları: Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi<br />
Programı, nicel olarak değerlendirmek amacıyla<br />
Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi kullanılmıştır. Test<br />
sonuçları, Tablo-5’te yer almaktadır.<br />
Istatistiki Değerler<br />
Test Durumu N Ortalama S.Sapma z-değeri p-değeri<br />
Ön-Test 20 5.05 1.84 -3.75 0.00<br />
Sont-Test 20 8.80 .52
Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi bulgularına göre,<br />
ön-test <strong>ve</strong> son-test sonuçlarının anlamlı bir şekilde<br />
farklılaştığı görülmektedir. Çalışma grubunda yer<br />
alan ergenlerin yaşam boyu amaçlar edindikleri<br />
sonucuna varılabilir.<br />
b) Nitel Değerlendirme<br />
Programın nitel değerlendirmesi, ergenlere sorulan<br />
“Program faydalı oldu çünkü...” <strong>ve</strong> “ Progra-<br />
Tablo–6-Programın En İlginç Yanları<br />
Tablo-6’ya göre, ergenlerin % 68 oranında<br />
programda gerçekleştirilen etkinlikler <strong>ve</strong> %32 oranında<br />
ilişki amaçlarıyla ilgili detaylar ilgisini çekmiştir.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
mın en ilginç yanı...” ifadelerine <strong>ve</strong>rilen yanıtların<br />
analizine dayanmaktadır. Öncelikle programın en<br />
ilgi çekici yanlarına değinilmiştir. Daha sonra programın<br />
faydalı olup olmadığına ilişkin bulgular ele<br />
alınmıştır.<br />
Ergenlere programın en ilginç yanına ilişkin<br />
sorulan sorunun içerik analizi sonuçları Tablo-6’da<br />
<strong>ve</strong>rilmektedir.<br />
İçerik Sayı Yüzde<br />
Huzurevi ziyaretiydi 5 20<br />
Filmdi 5 20<br />
Cenaze mektuplarıydı 4 16<br />
Öyküleri yorumlamaktı 1 4<br />
Gezeceğim yerler <strong>ve</strong> öğreneceğim dillerdi 1 4<br />
Tablo hazırlamaktı 1 4<br />
TOPLAM 17 68<br />
Sosyal ilişki amaçlarıydı 2 8<br />
Evliliğimizle ilgili amaçları yazmaktı 2 8<br />
Aile kuracağım yerdi 2 8<br />
Evlenip çocuk sahibi olmak 1 4<br />
Çocuklarımla <strong>ve</strong> eşimle yapacaklarım 1 4<br />
TOPLAM 8 32<br />
GENEL TOPLAM 25 100<br />
“Ergenlerin program faydalı oldu çünkü” ifadesine<br />
<strong>ve</strong>rmiş oldukları yanıtların içerik analizi sonuçları<br />
tablo-7’de yer almaktadır.<br />
61
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Tablo–7. Programın Değerlendirmesine İlişkin Sonuçlar<br />
Kazanımlar İçerik Sayı Yüzde<br />
Geleceğe<br />
Yönelme<br />
Farkındalık<br />
Kendini<br />
Düzenleme<br />
Ergenlere göre program faydalı olmuştur çünkü<br />
program sayesinde ergenler %55 oranında geleceğe<br />
yönelmişler, % 25.8 oranında farkındalık<br />
kazanmışlar <strong>ve</strong> %17 oranında kendilerini düzenlemişlerdir.<br />
VIII. Oturum: Değerlendirme sonuçları, ergenlerle<br />
paylaşılmıştır. Yapılan son test çalışmasına<br />
göre program, ergenlerin ihtiyaçlarını gidermiştir.<br />
Ergenlerin tamamı, programın faydalı olduğunu<br />
belirtmiştir.<br />
62 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Geleceğimin planını hazırladım. 6<br />
Gelecekteki amaçlarımı belirlememi sağladı. 4<br />
Geleceğimi tasarladım. 3<br />
TOPLAM 13<br />
Eksiklerimin farkına vardım. 2<br />
Bize yarar sağladı. Bazı şeylerin farkına vardık. 2<br />
Hayat çok kısaymış <strong>ve</strong> çok değerliymiş. Çok iyi yaşamam <strong>ve</strong><br />
sağlıklı kararlar <strong>ve</strong>rmem gerekiyormuş. Bunu anladım.<br />
Etkinlikleri yapmadan önce gelecek hakkında hiçbir şey<br />
düşünmüyordum. Günümü gün ederek yaşıyordum. Artık<br />
gelecek hakkında planlarım var. Ben de büyüyeceğim.<br />
Çözmem gereken sorunlarım olacak. Şimdiden planlamasını<br />
yapmak önemlidir.<br />
TOPLAM 6<br />
Kendimi düzenledim. 2<br />
Hayatımın planını tam olarak yapmamış <strong>ve</strong> hayatı akışına<br />
bırakmıştım. Kapsamlı bir şeklide düşünme fırsatı buldum.<br />
TOPLAM 4<br />
TARTIŞMA <strong>ve</strong> SONUÇ<br />
%55<br />
%25.8<br />
Üç boyut <strong>Genel</strong> Toplam 23 %100<br />
Elde edilen bulgulara göre sonuçları, çalışmanın<br />
alana katkıları, ergenlik dönemi özellikleri, gelişimsel<br />
rehberlik, pozitif psikoterapi <strong>ve</strong> amaç kuramı<br />
bağlamında değerlendirmek mümkündür.<br />
Bu çalışmada ergenlerin yaşam boyu amaçlar<br />
edinmeleri amaçlanmıştır. Çalışmanın literatüre<br />
iki önemli katkısı bulunmaktadır. “Pozitif<br />
Psikoterapi’ye Dayalı Ergenler İçin Yaşam Amaç-<br />
1<br />
1<br />
2<br />
%17
ları Ölçeği’nin” geliştirilmesi birinci katkısıdır. Bilim<br />
birikimli bir şekilde bilgiler ortaya koymaktadır. Her<br />
ne kadar sınırlılıkları da olsa bundan sonra yapılacak<br />
çalışmalara yön <strong>ve</strong>rmesi açısından yaşam<br />
amaçları edinmeye ilişkin bir deneysel şablonun<br />
ortaya konması ise ikinci önemli katkısıdır.<br />
Daha önceki yapılan çalışmalara oranla (Eryılmaz,<br />
2007; 2008) bu çalışma ölçme <strong>ve</strong> değerlendirme<br />
açısından <strong>ve</strong> kuramsal açıdan daha güçlüdür.<br />
Ayrıca grup rehberliği özelliğinden çıkarak<br />
deneysel bir görünüm kazanmıştır. Öte yandan<br />
ergenlerin geleceğe yönelmelerini, motivasyonlarının<br />
artışını <strong>ve</strong> kendilerini düzenlemelerini sağlamıştır.<br />
Bu özelliklerinin yanında hala tek grup öntest<br />
son-test deneysel desende yürütüldüğü için<br />
zayıf bir çalışmadır denilebilir.<br />
Elkind’a (1967) göre, ergenler bilişsel gelişimlerindeki<br />
eksiklikten dolayı benmerkezci davranışlar<br />
sergilerler. Sergilenen davranışlar, ergenlerin geleceğe<br />
yönelmelerini engeller. Programın sonuçlarına<br />
bakıldığında, ergenlerin ileri yetişkinlerle görüşmelerinin,<br />
benmerkezcilikten uzaklaşmalarında<br />
yararlı olduğu düşünülmektedir. Bu bulgu, ergenlere<br />
uygulanacak programların yöntemlerine bir<br />
alternatif olabilir.<br />
Günümüzde, gelişimsel <strong>ve</strong> önleyici rehberlik<br />
çalışmaları bağlamında, iyilik hali (wellness) çalışmalarının<br />
yoğunluk kazandığı görülür (Myers,<br />
Sweeney <strong>ve</strong> Witmer, 2000). Geliştirilen programın,<br />
yaşam biçimi iyilik hali programı içeriği ile paralellik<br />
gösterdiği düşünülmektedir. Bu bağlamda, program<br />
ergenler için iyilik hali programının bir öğesi<br />
olarak da işlev görebilir.<br />
Bu çalışmada denge modelindeki manevi<br />
amaçlar boyutunun çalışmadığı görülür. Bu durumun<br />
pek çok nedeni olabilir. Çalışmama durumu,<br />
yaşam boyu gelişim psikolojisinin <strong>ve</strong>rileriyle açıklanabilir.<br />
Yaşam dönemlerine göre erdem (visdom)<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
gelişimi farklılaşmaktadır (Baltes <strong>ve</strong> Staudinger,<br />
2000). İleri yetişkinler erdem açısından daha fazla<br />
gelişmişlerdir. İleri yetişkinlerin yaşam deneyimleri<br />
erdem gelişimlerine katkıda bulunmuştur. Bu<br />
sonuç bize manevi <strong>ve</strong> soyut kavramların yaşamın<br />
ilerleyen yıllarında daha anlamlı olduğunu gösterir.<br />
Buradan hareketle ergenlerin manevi yaşam konusundaki<br />
deneyimlerinin azlığı, ölçekteki manevi<br />
amaçlar boyutunun çalışmamasına neden olmuş<br />
olabilir. Öte yandan yaşam boyu gelişimde olayların<br />
zamanı önemlidir. Olayların zamanı açısından<br />
maneviyatla ilgilenmenin zamanı ergenlik değil<br />
yaşamın ilerleyen yıllarıdır. Bu anlayış, ölçeğin<br />
manevi amaçlar boyutunun işlememesine neden<br />
olmuş olabilir.<br />
Pozitif Psikoterapide kullanılan öyküler pek<br />
çok işle<strong>ve</strong> sahiptir (Pesseschkian, 1998; Eryılmaz,<br />
2006). Programda kullanılan Pozitif Psikoterapi<br />
öyküleri, ergenleri amaç belirleme noktasında güdülemiştir.<br />
Bu noktada öyküler, katkı sağlamıştır.<br />
Ayrıca öykülerin işlevselliği bir kez daha ortaya<br />
konmuştur.<br />
Lock <strong>ve</strong> Latham (1990) sadece amaç belirlemenin<br />
bireyin amaçlarını gerçekleştirmesinde yeterli<br />
olmadığını belirtirler. Amaca bağlanma da önemlidir.<br />
Bu çalışma ergenlerin amaca bağlanmalarını<br />
sağlamıştır. Bu noktada “hangi etkinliklerle amaca<br />
bağlanma gerçekleşir sorusunun” yanıtını bu çalışmada<br />
bulmak olasıdır.<br />
Ergenler amaçlarını belirlerken, toplumla bütünleşmeyi<br />
sağlayıcı amaçlar belirlemenin önemini<br />
vurgulamışlardır. Amaçta bireysel <strong>ve</strong> öznel bir boyut<br />
olmasına karşın neden ergenler toplumsal bütünleşmeye<br />
vurgu yapmıştır? Bu soruya yanıt kültürel<br />
psikolojiden gelebilir. Kağıtçıbaşına (2000),<br />
göre tamamen Batı tarzı bir toplumsallaşma süreci<br />
yaşansa dahi Türk toplumunda ilişkili benliklerin<br />
duygusal bağlılıktan dolayı varlıkları hep devam<br />
63
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
edecektir. Ergenler amaçlarında ilişkili benliklerinin<br />
bir uzantısı olarak toplumsal bütünleşmeye önem<br />
<strong>ve</strong>rmiş olabilirler.<br />
Programa ilişkin birkaç öneri geliştirmek olasıdır.<br />
Öncelikle geliştirilen program, farklı ergen<br />
gruplarında uygulanabilinir. Öte yandan program,<br />
KAYNAKÇA<br />
Baltes, P.B, & Staudinger, U.M.(2000). Wisdom: A metaheuristic<br />
(pragmatic) to orchestrate mind and virtue<br />
toward excellence. American Psychologist,<br />
55,122-136.<br />
Bauer, J. J., & McAdams, D. P. (2004). Growth goals,<br />
maturity, and well-being. De<strong>ve</strong>lopmental Psychology,<br />
40(1), 114–127.<br />
Brunstein, J. C. (1993). Personal goals and subjecti<strong>ve</strong><br />
well-being: A longitudinal study. Journal of Personality<br />
and Social Psychology, 65, 1061–1070.<br />
Chirkov, V., & Ryan, R. M. (2001). Parent and teacher<br />
autonomy-support in Russian and U.S. adolescents:<br />
Common effects on well-being and academic<br />
motivation. Journal of Cross Cultural Psychology,<br />
32, 618–635.<br />
Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why”<br />
of goal pursuits: Human needs and the self determination<br />
of behavior. Psychological Inquiry,<br />
11(4), 227–268.<br />
64 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Okul Psikolojik Danışmanlık <strong>ve</strong> Rehberlik Programlarında<br />
da yer alabilir. Daha güçlü deneysel<br />
desenlerle yeni çalışmalar yapılabilir. Sonuç olarak,<br />
geliştirilen amaçları genişletme programının,<br />
ergenlerin amaç edinmelerinde kullanılabileceği<br />
düşünülmüştür.<br />
Doğan, S.(2000). Pratik Bir Sınıf Rehberlik <strong>ve</strong> Psikolojik<br />
Danışma Programı. Eğitim Yönetimi<br />
Dergisi, yıl:6, sayı:21, ss225-140<br />
Elkind, D.(1967). Egocentrism in adolescence. Child<br />
De<strong>ve</strong>lopment, 38, 1025 1034.<br />
Emmons, R.A.,(1999). The psychology of ultimate concerns:<br />
Motivation and spirituality in personality.<br />
New York: Guilford.<br />
Erikson, E.H.(1968). Identity: Youth and crisis. New<br />
York: Norton<br />
Erkan, S.(2001). Rehberlik Programlarının Hazırlanması.<br />
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.<br />
Eryılmaz, A.(2006). Pozitif psikoterapi bağlamında<br />
psikolojik danışma <strong>ve</strong> rehberlik programlarında<br />
öykü kullanımı: Örnek bir uygulama. I. Ulusal<br />
Psikolojik Danışma <strong>ve</strong> Rehberlik Uygulamaları<br />
Kongresi, Mersin Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Mersin, Türkiye,<br />
21-23 Eylül,2006.
Eryılmaz, A.(2007). Pozitif psikoterapi <strong>ve</strong> gelişimsel<br />
rehberlik bağlamında ergenler için amaçları genişletme<br />
programının geliştirilmesi. Ulusal Teknik<br />
Eğitim, Mühendislik <strong>ve</strong> Eğitim Bilimleri Genç<br />
Araştırmacılar Sempozyumu, Kocaeli Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />
Kocaeli, Türkiye, 20-22 Haziran<br />
Eryılmaz, A . (2008) . Improvıng an educatıonal programme<br />
about extendıng the aıms for adolescents<br />
wıth respect to posıtı<strong>ve</strong> psychotherapy<br />
and compherensı<strong>ve</strong> guıdance Paper presented<br />
at World Conference of International Association<br />
of Child an Adolsecent Psychiarty and Allied Disciplines<br />
(IACAPAP) Conference, İstanbul, Turkey,<br />
April 30- May 3, 2008.<br />
Gysbers, N.C. & Henderson, P.(2000). De<strong>ve</strong>loping and<br />
Managing Your School Guidance<br />
Program (3 rd Ed.). Alexandria, VA: ACA.<br />
Gysbers, N.C. & Henderson,P.(2001). Compherensi<strong>ve</strong><br />
Guidance andCounseling Programs: A<br />
Rich History and a Bright Future. Professional School<br />
Counseling.Vol.4, Issue 4, p246,11p<br />
Judge, T. A, Bono, J. E, Erez, A., & Locke, E. A. (2005).<br />
Core self-evaluations and job and life satisfaction:<br />
The role of self-concordance and goal attainment.<br />
Journal of Applied Psychology, 90(2),<br />
257–268.<br />
Kağıtçıbaşı, Ç. (2000). Kültürel psikoloji.İstanbul: Evrim<br />
Yayınevi<br />
Kasser, T., & Ryan, R. M. (1996). Further examining the<br />
American dream: differential correlates of intrinsic<br />
and extrinsic goals. Personality and Social<br />
Psychology Bulletin, 22, 280–287<br />
Little, B.R.(1989).Personal projects analysis: Trivial pursuits.<br />
Magnificent obsessions, and the search for<br />
coherence. In D.M.Buss & N. Cantor (Eds), Personality<br />
psychology: Recent trends and emerging<br />
directions (pp.15-31). New York:Springer-<strong>ve</strong>rlag.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Lock, E.A. & Latham, G.P.(1990). A theory of goal set-<br />
ting and task performance. Englewood Cliffs,<br />
NJ:Prentice Hall.<br />
Myers, J.E., Sweeney, T.J.,&Witmer,J.M.(2000). The<br />
wheel of wellness: A holistic model for treatment<br />
planning. Journal of Counselling and De<strong>ve</strong>lopment.<br />
78, 251-266.<br />
Oishi, S. (2000). Goals as cornerstones of subjecti<strong>ve</strong><br />
well-being: Linking individuals and cultures. In<br />
E. Diener & E. M. Suh (Eds.), Culture and subjecti<strong>ve</strong><br />
well-being (pp. 87–112). Cambridge, MA:<br />
Bradford.<br />
Papalia, D.E., Olds, S.W.,& Feldman, R.D.(2004). Human<br />
de<strong>ve</strong>lopmant. New York: Mc Graw Hill.<br />
Pesseschkian, N.(2002a). Günlük yaşamın psikoterapisi<br />
(Çev. H. Fışıloğlu). İstanbul:Beyaz Yayınları<br />
Pesseschkian, N.(2002b). Pozitif aile terapisi (Çev.<br />
M.Naim). İstanbul: Beyaz Yayınları<br />
Pesseschkian, N.(1998). Doğu Hikayeleriyle psikoterapi<br />
(Çev. H. Fışıloğlu). İstanbul: Beyaz Yayınları<br />
Pöhlmann, K. (2001). Agency and communion-orientation<br />
in life goals: Impacts on goal pursuit strategies<br />
and psychological well-being. In P. Schmuck<br />
& K. M.<br />
Sheldon (Eds.), Life goals and well-being: Towards a positi<strong>ve</strong><br />
psychology of human striving (pp. 68-84).<br />
Göttingen, Germany: Hogrefe & Huber Publishers.<br />
Ryan, R. M., Chirkov, V. I., Little, T. D., Sheldon, K. M.,<br />
Timoshina, E., & Deci, E. L. (1999). The American<br />
dream in Russia: Extrinsic aspirations and<br />
well-being in two cultures. Personality and Social<br />
Psychology Bulletin, 25, 1509–1524.<br />
Schmuck, P., & Sheldon, K. M. (2001). Life goals and<br />
well-being: To the frontiers of life goal research.<br />
In P. Schmuck & K. M. Sheldon (Eds.), Life goals<br />
and well-being: Towards a positi<strong>ve</strong> psychology of<br />
human striving (pp. 1-17). Göttingen, Germany:<br />
Hogrefe & Huber Publishers.<br />
65
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Sheldon, K. M., & Lyubomirsky, S. (2006). How to increase<br />
and sustain positi<strong>ve</strong> emotion: The effects<br />
of expressing gratitude and visualizing best possible<br />
sel<strong>ve</strong>s. Journal of Positi<strong>ve</strong> Psychology, 1,<br />
73-82.<br />
Sheldon, K. M., & Elliot, A. J. (1999). Goal striving, need<br />
satisfaction, and longitudinal well-being: The self<br />
concordance model. Journal of Personality and-<br />
Social Psychology, 76, 482–497.<br />
Tsai, J. L., Miao, F. F, Seppala, E., Fung, H. F., & Yeung,<br />
D. Y. (2007). Influence and adjustment goals:<br />
Sources of cultural differences in ideal affect.<br />
Journal of Personality and Social Psychology,<br />
92(6), 1102–1117.<br />
66 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Vansteenkiste, M., Lens, W., Edward L., & Deci, E. L.<br />
(2006). Intrinsic <strong>ve</strong>rsus extrinsic goal contents<br />
in self determination theory: Another look at the<br />
quality of academic motivation. Educational Psychologist,<br />
41(1), 131.<br />
Yeşilyaprak, B.(2003). Eğitimde rehberlik hizmetleri gelişimsel<br />
yaklaşım. Ankara:Nobel Yayın Dağıtım.<br />
Yetim, Ü. (2001). Toplumdan bireye mutluluk resimleri.<br />
İstanbul: Bağlam Yayıncılık
________________________<br />
(*) Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü.<br />
(**) Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Aile <strong>ve</strong> Tüketici Bilimleri Bölümü.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Bir Fedakâkarlık Örneği Olarak "Kan Bağışı"<br />
• Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU*<br />
• Doç. Dr. Yasemin ÖZKAN*<br />
• Uzm. Filiz YILDIRIM**<br />
Öz<br />
Kan, geçmişten günümüze sağlığın <strong>ve</strong> yaşamın<br />
temel simgesi olarak “kaynağı insan olan <strong>ve</strong> elde edilmesi<br />
için başka alternatifi olmayan eşsiz bir tedavi<br />
aracı” olarak bilinmektedir. Kan bağışı ise sadece tıbbi<br />
<strong>ve</strong> teknik konularla değil, aynı zamanda bireylerin iyi<br />
niyetli davranışlarının sonucu olarak açıklanmaktadır.<br />
Bir anlamda kan bağışı; bir örgüte, topluma ya da<br />
bireye yardımcı olma tutumunun davranışa dönüşmesi<br />
ya da bir kişilik özelliği olarak “fedakârlık” ile yakından<br />
ilişkilidir. Bu araştırma, öğretmenlerin fedakârlık<br />
yapma tutumlarına kan bağışlama durumu ile seçilen<br />
bazı demografik belirleyicilerin (cinsiyet <strong>ve</strong> yaş) etkisini<br />
açıklamak amacı ile planlanarak Ankara’nın orta<br />
sosyo-ekonomik düzeydeki semtlerinde çalışan 176<br />
öğretmen ile karşılıklı görüşülerek yürütülmüştür.<br />
Yapılan analizler sonucunda öğretmenlerin fedakârlık<br />
tutumları üzerinde kan bağışında bulunma durumunun<br />
<strong>ve</strong> yaşın önemli bir yordayıcı olduğu belirlenmiştir.<br />
Anahtar kelimeler: Kan bağışı, fedakârlık.<br />
Abstract<br />
"Blood Donation" As An Example of Altruism<br />
Blood the basic symbol of health and life from past<br />
to present is known as an unique treatment tool which<br />
is human its source and no other alternati<strong>ve</strong> to be<br />
obtained. Blood donation is related to not only medical<br />
and technical issue but it is also explained as result of<br />
individual’s a good-faith behaviours. In a sense it is<br />
regarded with attitudes helping to organization, society<br />
or individual transform to the behavior or “altruism as<br />
a charecteristic of identity. This study is carried out by<br />
interviewing mutually with 176 teachers in the middle<br />
socio-economic le<strong>ve</strong>l district in Ankara by planning in<br />
order to explain the effect of the blood donation status<br />
and some of the selected demographic indicators on<br />
teachers’ altruistic attitudes. In the results of analysis,<br />
it is stated that the blood donation status and age<br />
affects teachers’ altruistic attitudes.<br />
Key words: Blood donation, altruism.<br />
67
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
1. GİRİŞ<br />
Kan, eski uygarlıklardan beri yaşam ile bir tutulmuş,<br />
insanı hayatta tutan, ona güç <strong>ve</strong>ren unsur<br />
olarak görülmüştür (Ülman, 2000: 172; Yıldız vd.<br />
2006: 1). Nitekim toplumu oluşturan bireyler başta<br />
olmak üzere tüm canlılar yaşamı boyunca değişik<br />
zamanlarda çeşitli nedenlerden dolayı kendisi,<br />
ailesi ya da yakın çevresiyle ilgili olarak zaman<br />
zaman kan <strong>ve</strong> kan ürünlerine gerek duymuşlardır<br />
(Solaz, 2004: 118).<br />
Onyedinci yüzyılda Willam Har<strong>ve</strong>y’in kan dolaşımı<br />
fizyolojisi konusunda bilgi <strong>ve</strong>rmesinden sonra<br />
1665 yılında İngiliz fizyolog Richard Lower tarafından<br />
bir hayvandan diğerine kan nakli gerçekleştirilmiştir.<br />
İnsandan insana kan nakli ise 19. yüzyıl<br />
başlarında İngiliz kadın doğum uzmanı James<br />
Blundell tarafından yapılmıştır (Garrison, 1966).<br />
Günümüzde tıp <strong>ve</strong> teknoloji alanındaki tüm gelişmelere<br />
rağmen kan, kan bileşenleri <strong>ve</strong> kandan<br />
elde edilen ürünlerin yerine geçebilecek alternatif<br />
bir tedavi aracı bulunamamıştır. Bu nedenle dünyada<br />
kan hizmetleri sistemli bir şekilde yürütülmektedir.<br />
Bu hizmetlerden biri olarak donasyon kan<br />
bankacılığı; gönüllü, düzenli, bilinçli, karşılık beklemeksizin<br />
gü<strong>ve</strong>nli bir şekilde kanın toplanmasını;<br />
toplanan kanlara gerekli laboratuar işlemlerinin<br />
yapılmasını, kanın saklanmasını <strong>ve</strong> hastanelere<br />
ulaştırılmasını içermektedir. Kanın hastalar için kullanılması<br />
<strong>ve</strong> kullanıldıktan sonra kayıt altına alınan<br />
bilgilerin takip edilmesini kapsayan hizmetler ise<br />
transfüzyon kan bankacılığı adı altında yapılmaktadır.<br />
(http://www.kan<strong>ve</strong>r.org/sayfa.php?t=157).<br />
Kan transfüzyonuna, tedavi edici başka seçeneğin<br />
olmadığı kazalar, savaş <strong>ve</strong> afetler, çeşitli suç<br />
girişimleri, cerrahi müdahaleler, hemofili, lösemi,<br />
aplastik anemi gibi kronik hastalıklarda <strong>ve</strong> gebelik<br />
gibi ciddi klinik durumlarda ihtiyaç duyulmaktadır<br />
(World Health Organization, 2000).<br />
68 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Bu anlamda Amerika Birleşik Devletleri’nde<br />
yıllık on milyon kan bağışının yarısından fazlası,<br />
donasyon kan bankacılığı hizmetlerinin ise % 90<br />
kadarı Amerikan Kızılhaçı tarafından karşılanmaktadır.<br />
Almanya’da; hizmete sunulan toplam 4.2 milyon<br />
ünite kanın % 85’ini (3.6 milyon kan bağışı,<br />
200.000 kan gönüllüsü) Alman Kızılhaçı toplamaktadır.<br />
Japonya’da; donasyon kan bankacılığı hizmetlerinin<br />
tamamı 7 bölgesel kan merkezi ile Japon<br />
Kızılhaçı tarafından karşılanmaktadır. Ülkede her<br />
yıl yaklaşık 4 milyon ünite kan bağışı toplanmaktadır.<br />
Kanada, Avusturya, Finlandiya gibi gelişmiş<br />
ülkelerde; donasyon kan bankacılığı faaliyetleri o<br />
ülkelerin Kızılhaçları tarafından <strong>ve</strong>rilen örneklere<br />
paralel bir organizasyon ile sürdürülmektedir. Ülkemiz;<br />
kan bağışı konusunda gelişmiş ülkeler ile<br />
kıyaslandığında oldukça geri sıralarda yer almaktadır.<br />
Bu ülkelerde gönüllü kan bağışlarının nüfusa<br />
oranı %5’e ulaşabilirken, ülkemizde bu oran halen<br />
% 1.5-2 civarındadır. En önemli problem gönüllü<br />
kan bağışçısı sayısındaki yetersizliktir. Ülkemizde<br />
kan hizmetleri konusunda kapsayıcı bir standardizasyon<br />
<strong>ve</strong> denetim mevcut olmadığı gibi, toplanan<br />
kan bağışını (Türk Kızılayı kan birimleri <strong>ve</strong> hastane<br />
kan merkezleri tarafından) kesin bir sayıyla söyleyebilmek<br />
de mümkün değildir. Türkiye Kan Merkezleri<br />
<strong>ve</strong> Transfüzyon Derneği (TKMTD) tarafından<br />
2003 yılında ülke genelindeki kan merkezlerinde<br />
yapılan anket çalışması sonuçları ile T.C. Sağlık<br />
Bakanlığı Yataklı Tedavi Hizmetleri Yıllığı <strong>ve</strong>rileri<br />
uyumlu görünmemektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı<br />
<strong>ve</strong>rilerine göre 2004’de 873.454 ünite kan bağışı<br />
toplanmış, Türkiye Kan Merkezleri Transfüzyon<br />
Derneği’nin anket sonuçlarına göre ise 1.236.776<br />
ünite kan toplanmıştır. Ancak ülkemizdeki hastane<br />
yatak kapasitesinin yetersiz olduğu <strong>ve</strong> T.C. Sağlık<br />
Bakanlığı’nın ülke çapındaki sağlık organizasyonuna<br />
bağlı olarak devreye girecek yeni hastaneler<br />
<strong>ve</strong> hastalar için etkin kan <strong>ve</strong> kan ürünü kullanımı<br />
göz önüne alındığında 2006 yılı itibari ile kan ih-
tiyacının hesaplamalara göre ortalama 1,5 milyon<br />
ünite civarında olduğu tahmin edilmektedir (http://<br />
www.kan<strong>ve</strong>r.org/sayfa.php?t=157). Bu nedenle<br />
dünyada özellikle Türkiye’de sağlık hizmetleri; bireylere<br />
yaşam kazandıracak <strong>ve</strong> mevcut kan ya da<br />
kan ürünlerinin desteği ile bu desteği güçlendirecek<br />
gü<strong>ve</strong>nli kan bağışına bağlı olmaktadır.<br />
1.1. Kan Bağışçı Tipleri<br />
Kan bağışı sadece tıbbi <strong>ve</strong> teknik konularla değil<br />
aynı zamanda sosyoloji ile de yakından bağlantılıdır.<br />
Bu durum kan bağışının ilk günlerinden beri<br />
bilinmekle birlikte sosyolojik yönü de içine alan<br />
ilk bağışçı sınıflandırma çalışması İngiliz sosyoekonomist<br />
olan Richard Titmus tarafından 1970<br />
yılında “Hediye İlişkisi (The Gift Relationship)”<br />
adlı kitapta ele alınmıştır. Bu kitapta kan bağışçısı<br />
sosyolojik olarak 8 ana tipe ayrılarak incenlemiştir:<br />
Tip A (paralı bağışçı) kanını piyasa durumuna göre<br />
belirlediği bir bedel karşılığında satan bireyi; Tip<br />
B (profesyonel bağışçı) para ya da izin gibi ödülü<br />
almak için düzenli aralıklarla kanını satan bireyi;<br />
Tip C (paralı <strong>ve</strong>ya yönlendirilmiş bağışçı) kanını<br />
satan ancak para olmasa da kanını <strong>ve</strong>rebilecek<br />
bireyi; Tip D (sorumluluk bedeli bağışçısı) kendisine<br />
kullanılan kan için kendisinden belli bir para<br />
alınan bu kişinin bu parayı ödememek ya da geri<br />
almak için kendisinin kan <strong>ve</strong>rmesini ya da <strong>ve</strong>recek<br />
birini bulması durumunda kan <strong>ve</strong>ren bireyi; Tip E<br />
(aile kredi bağışçısı) ileride kendisi ya da ailesine<br />
kan gerektiğinde kan bulabilmek için önceden<br />
belli aralıklarla (yılda en az 1 kez) kan bağışlayan<br />
bireyi; Tip F (zorunlu bağışçı) bulunduğu sosyal<br />
konum gereği kendisinden kan bağışlaması istenildiğinde<br />
ret edebilme şansı olmayan bireyi; Tip<br />
G (ödüllendirilmiş bağışçı); kan bağışı karşılığında<br />
para dışında <strong>ve</strong>rilen ödülü alabilmek için kan<br />
bağışında bulunan bireyi; Tip H (gönüllü toplumsal<br />
kan bağışçısı) teşvik edici ödül, para <strong>ve</strong> baskı olmaksızın<br />
tamamen kendi özgür iradesi ile kan ba-<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
ğışlayan bireyi tanımlar (http://www.gata.edu.tr).<br />
Bu bağlamda kan bağışı <strong>ve</strong> kan bağışçısı tipleri<br />
bireylerin tutum, davranış, inanç, değer, yönelim<br />
<strong>ve</strong> bu davranışa yönelik güdüleyiciler bağlamında<br />
açıklanmaktadır. Fishbein <strong>ve</strong> Ajzen (1974)’in nedenli<br />
eylem teorisi, bir sosyal davranış olarak kan<br />
bağışı için kavramsal bir çerçe<strong>ve</strong> sunmaktadır. Bu<br />
teori; kan bağışının iradeye dayalı, kontrollü olarak<br />
yapıldığını vurgulamaktadır. Bu nedenle bireylerin<br />
kan bağışlaması ya da bağışlamaması mevcut ya<br />
da muhtemel niyete / amaca göre belirlenmektedir.<br />
Kan bağışlama niyeti / amacı sırası ile kan bağışına<br />
yönelik tutumlardan <strong>ve</strong> bu davranışın yapılmasına<br />
ilişkin bireylerin olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerinden<br />
etkilenmektedir. Özellikle kan bağışına<br />
yönelik tutumlar; inanç, beklenti ya da değer yargılarının<br />
fonksiyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Daha<br />
sonra “planlı davranış teorisi” olarak açıklanan bu<br />
teori; hem davranışların kökeni <strong>ve</strong> hem de inançların<br />
tutumları belirleme fonksiyonu olarak niyeti<br />
/ amacı açıklamaktadır. Bu noktada Fishbein <strong>ve</strong><br />
Ajzen’in teorisi kan bağışına yönelik olarak bireylerin<br />
tutum <strong>ve</strong> davranışlarının anlaşılması açısından<br />
önem taşımaktadır (Fernandez-Montoya, Lopez-<br />
Berrio, A. <strong>ve</strong> Luna del Castillo, 1997: 141).<br />
1.2. Kan Bağışı <strong>ve</strong> Fedakârlık Arasındaki<br />
İlişki<br />
Bazı yazarlar kan bağışı ile fedakar kişiliği eş<br />
değer tutarken (Piliavin 1990); bazı yazarlar da<br />
kan bağışlamanın nedeni ya da güdüleyicisi olarak<br />
fedakârlığı araştırmaktadırlar (Condie, Warner <strong>ve</strong><br />
Gillman, 1976). Bu noktada kan <strong>ve</strong>rme; bir örgüte,<br />
topluma ya da bireye yardımcı olma tutumu içindeki<br />
davranış biçimi olarak tanımlanmaktadır. Bu<br />
davranış bir toplumdaki ya da sosyal grup içindeki<br />
pek çok insanın genel olarak başkalarına iyilik yapmak<br />
amacıyla gerçekleşen harekettir. Bu nedenle<br />
öncelikle başkalarına fayda sağlamak amacıyla<br />
bu davranışı sergileyen insanlar da bir anlamda<br />
69
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
yardımse<strong>ve</strong>r gibi olumlu değerlendirmelerle tanımlanmaktadırlar.<br />
Başkalarına yardımcı olma tutumu<br />
içindeki kişiliklerin temel karakteristikleri; iyilik<br />
yapmaya istekli olma <strong>ve</strong> fedakârca davranışa güdülenme<br />
olarak belirtilmektedir. Bir erdem olarak<br />
kan <strong>ve</strong>rme davranışı da çoğu zaman bireylerin fedakârlığa<br />
güdülenmelerinin bir sonucu olarak gerçekleşmektedir<br />
(Steele et al. 2008: 44). Kan <strong>ve</strong>ren<br />
bireyleri bu davranışa güdüleyen faktörler üzerinde<br />
yapılan pek çok araştırma da kan <strong>ve</strong>rmenin en<br />
önemli nedeni olarak fedekârlığın yapma amacının<br />
en önemli güdüleyici faktör olduğunu göstermektedir<br />
(Gillespie and Hillyer, 2002: 128; Healy, 2000:<br />
1658; Penning, 2005; Piliavin, 1990).<br />
Healy (2000: 1650) fedakârlık kapsamında kan<br />
bağışlamayı bir dini görev <strong>ve</strong> sorumluluk bağlamında<br />
açıklamaktadır. Kan bağışına, fedakârlığa <strong>ve</strong><br />
gönüllü işbirliğine ilişkin tutumlara yönelik değişim<br />
yaratmada sosyal kapital de önemlidir (Alessandrini,<br />
2007: 104). Bar-Tal (1986: 4) sosyal psikolojide<br />
fedakârlığı; davranışa yönelik <strong>ve</strong> güdüleyici yaklaşım<br />
olarak iki açıdan açıklamaktadır. Bu noktada<br />
kan bağışlamayla gerçekleşen fedakârlık, kan bağışlama<br />
sonucunda başkalarına iyilik yapma amacına<br />
odaklanmaktadır. Rushton’ın da belirttiği gibi<br />
bir sosyal davranış olarak “fedakârlık, herhangi<br />
bir durumun / eylemin bireylerin kendisinden çok<br />
başkalarına olumlu sonuçlar getirmesini sağlamak<br />
amacıyla gerçekleştirilmesidir” (Rushton, 1980: 8).<br />
Güdüleyici yaklaşım bağlamında fedakârlık ise,<br />
davranışa güdüleyen iyi niyetli düşünme biçimidir.<br />
Bu noktada Batson’a göre fedakârlık “başkalarının<br />
refahını artırmak amacı taşıyan güdüsel bir<br />
dizi davranış”ı ifade eder (Rushton et al., 1981:<br />
6). Bir anlamda bu tanımların tümü, bireyleri kan<br />
bağışlamaya götüren nedenleri açıklamaktadır.<br />
Sonuç olarak başkalarını herhangi bir çıkar beklemeksizin<br />
desteklemek üzere yapılan fedakârca<br />
davranışlar literatürde “bir örgüte, topluma ya da<br />
70 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
bireye yardımcı olma tutumu ya da davranış biçimi”<br />
<strong>ve</strong> “yardım etme davranışı” başlığı altında sınıflandırılmaktadır<br />
(McClurg, 2009). Bu anlamda<br />
Hinde <strong>ve</strong> Groebel (1991) bireyler aynı zamanda<br />
başkalarının ihtiyaçlarını tatmin etmek üzere kan<br />
bağışlıyorsa bu davranış “yardımse<strong>ve</strong>r davranış<br />
biçimi” olarak tanımlamaktadır. Nitekim bireyleri<br />
kan bağışlamaya fedakârlık bağlamında toplumda<br />
sosyal kabul görme gibi potansiyel (i) dış etkenler<br />
(ödüller) <strong>ve</strong> başkalarına yardım etme duygusuna<br />
ya da manevi tatmine yönelik olarak manevi (ii) (iç)<br />
etkenler (ödüller) güdülemektedir.<br />
Diğer taraftan fedakârlık yapmaya yönelik kan<br />
bağışı, gönüllülük bağlamında açıklanmaktadır.<br />
Bazı yazarlar dış etkenlerden kaynaklanan beklentileri<br />
önemsemeksizin başkalarına fayda sağlama<br />
amacına bağlı olarak gönüllü kan bağışlandığını<br />
belirtmektedirler (Macaulay <strong>ve</strong> Berkowitz, 1970;<br />
Bar-Tal 1986: 6; Eisenberg 1986). Bazıları ise,<br />
başkalarına yardım ederek sağlanan hoş duygular<br />
<strong>ve</strong> manevi tatmin gibi iç etkenlerin (ödüllerin) kan<br />
bağışlama için yeterli olmadığını savunmaktadırlar<br />
(Se<strong>ve</strong>ry, 1974; Sober and Wilson, 1998). Bu noktada<br />
Staub gönüllülük kapsamında öncelikle kişisel<br />
sorumluluğun, başkalarının refahını önemsemeyi<br />
<strong>ve</strong> böylece fedakârca kan bağışlamayı sağladığını<br />
belirtmektedir (Staub, 1991: 151). Bir anlamda<br />
başkalarına yardımcı olma amacına yönelik olarak<br />
kan bağışlama, ahlaki bir zorunluluk / kural olarak<br />
algılanmaktadır.<br />
Bu çalışma, sorumluluk algısının yüksek olduğu<br />
bilinen öğretmenlerin fedakârlık tutumlarına<br />
kan bağışlama durumu ile seçilen bazı demografik<br />
belirleyicilerin (cinsiyet <strong>ve</strong> yaş) etkisini açıklamak<br />
amacı ile planlanarak yürütülmüştür.<br />
MATERYAL VE YÖNTEM<br />
Bu çalışma, kan bağışlama durumu ile cinsiyet<br />
<strong>ve</strong> yaşın öğretmenlerin fedakârlık tutumlarına etkisini<br />
açıklamayı amaçlayan bir alan araştırmasıdır.
2.1 Örnekleme Yöntemi <strong>ve</strong> Örnek Seçimi<br />
Araştırmanın örneklemini yaşları 21-61 arasında<br />
değişen, Ankara’nın Keçiören semtindeki Barış<br />
Yolu İlköğretim Okulu, Batıkent Kardelen İlköğretim<br />
Okulu, Batıkent İlköğretim Okulu ile Ahmet Hamdi<br />
Tanpınar İlköğretim Okulu <strong>ve</strong> Kalecik semtindeki<br />
Cumhuriyet İlköğretim Okulu <strong>ve</strong> Dumlupınar İlköğretim<br />
Okulu’nda görev yapan toplam 176 öğretmen<br />
oluşturmaktadır. Öğretmenler bu çalışmaya<br />
gönüllü olarak katılmayı kabul etmişlerdir.<br />
2.2 Veri Toplama Yöntem <strong>ve</strong> Araçları<br />
Veri toplama aracı olarak geliştirilen soru formu<br />
iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm; araştırmaya<br />
katılan öğretmenleri tanıtıcı demografik bilgiler<br />
ile kan bağışlama durumunu belirlemeye yönelik<br />
soruları içermektedir. İkinci bölümde, Rushton<br />
<strong>ve</strong> arkadaşlarının (1981) geliştirmiş olduğu<br />
“Self-Report Altruism (SRA)” ölçeğinin Türkçe’ye<br />
uyarlanması sonucunda oluşturulan “Fedakârlık<br />
Ölçeği” bulunmaktadır.<br />
Tablo 1. Araştırmada kullanılan ölçeği betimleyen istatistikler<br />
Ölçek<br />
Soru<br />
sayısı<br />
3. BULGULAR VE TARTIŞMA<br />
Puan aralığı<br />
3.1 Öğretmenleri Tanıtıcı Kişisel Bilgiler<br />
Araştırma kapsamındaki öğretmenlerin<br />
%51.7’si erkek, %48.3’ü kadındır. Öğretmenlerin<br />
%65.3’ü “kan bağışında bulundunuz mu” sorusuna<br />
“hayır” yanıtını <strong>ve</strong>rirken, %34.7’si ise “e<strong>ve</strong>t” yanı-<br />
2.3 Verilerin Değerlendirilmesi<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Araştırmada öncelikle fedakârlık ölçeğini tanımlayıcı<br />
istatistik bir çalışma yapılmıştır. “Fedakârlık<br />
Ölçeği” , “yabancı birine yol tarif ettim”, “hayır için<br />
gönüllü bir iş yaptım”, “yaşlı ya da engelli bireye<br />
karşıdan karşıya geçerken yardım ettim” gibi önermeleri<br />
içeren <strong>ve</strong> (1)hiç –(5)çok sık seçeneklerinden<br />
oluşan 5 düzeyli bir likert ölçeğidir. Ölçeğin<br />
uygulanması sonucunda elde edilen <strong>ve</strong>riler, SPSS<br />
v.16 (Statistical Package for The Social Sciences)<br />
istatistik paket yazılım programı ile incelenmiştir.<br />
Verilerin değerlendirilmesinde öncelikle soru formunun<br />
gü<strong>ve</strong>nirliği sınanmış, fedakârlık ölçeği gü<strong>ve</strong>nirliği,<br />
iç tutarlılık katsayısı olan “Cronbach Alpha”<br />
hesaplanarak 0.81 olarak bulunmuştur (Tablo<br />
1). Araştırma kapsamında kan bağışlama durumunun<br />
fedakârlık ölçeği üzerindeki etkisi normal<br />
dağılım gösteren <strong>ve</strong>rilere “t testi” analizi yapılarak<br />
incelenmiştir. Seçilen değişkenler (cinsiyet, yaş <strong>ve</strong><br />
kan bağışlama durumu) ile genel olarak fedâkarlık<br />
tutumları arasındaki ilişki <strong>ve</strong> etkileşim çok değişkenli<br />
regresyon analizi ile hesaplanmıştır.<br />
Tek faktörün açıkladığı<br />
varyans<br />
tını <strong>ve</strong>rmişlerdir. Bu noktada öğretmenlerin büyük<br />
çoğunluğunun kan bağışında bulunmamış olması<br />
dikkati çekmektedir. Ayrıca araştırmaya katılan öğ-<br />
retmenlerin %69.9’unun yaşının 36 <strong>ve</strong> üzerinde,<br />
%30.1’inin ise yaşının 35 <strong>ve</strong> 35’ten daha az oldu-<br />
ğu belirlenmiştir.<br />
Özdeğer<br />
İç tutarlılık<br />
katsayısı<br />
Fedakârlık 13 5 (Hiç-Çok sık) 31.71 4.122 0.81<br />
71
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
3.2 Kan Bağışlama Durumuna Göre<br />
Fedakârlık Tutumları<br />
Bu bölümde araştırmaya katılan öğretmenlerin<br />
“hiç kan bağışladınız mı” sorusuna “e<strong>ve</strong>t”, “hayır”<br />
olarak <strong>ve</strong>rdikleri yanıtlardan yola çıkılarak fedakârlık<br />
tutumları açıklanmaya çalışılmıştır (Tablo 2).<br />
Öğretmenlerin fedakârlık tutumları kan bağışlama<br />
durumuna göre incelendiğinde; kan bağışlayan<br />
öğretmenlerin kan bağışlamayanlara göre daha<br />
çok yabancı birine yol tarif ettikleri (3.87, 3.72),<br />
sonradan gelen yabancı biri için asansörü beklettikleri<br />
<strong>ve</strong> kapıyı açtıkları (3.69, 3.50), trafikte aynı<br />
istikamette giden birinin kendilerinden daha önce<br />
72 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
gitmesine izin <strong>ve</strong>rdikleri (3.59, 3.25), kendilerinden<br />
yardım bekleyen / isteyen birine para <strong>ve</strong>rdikleri<br />
(3.56, 3.45), yabancı birine kitap, paket vb. gibi<br />
ağır yük taşımada yardım ettikleri (3.36, 3.31), tezgahtarın<br />
eksik hesap çıkarması durumunda uyardıkları<br />
(3.33, 3.03), bir hayır kurumuna mal ya da<br />
giysi yardımında bulundukları (3.11, 2.79), çok iyi<br />
tanımadıkları komşularının kendilerinden istediği<br />
değerli eşyaları onlara ödünç <strong>ve</strong>rdikleri (2.44,<br />
2.17) <strong>ve</strong> kendilerine sorulmadan önce komşularının<br />
evcil hayvanına herhangi bir ücret almaksızın<br />
gönüllü olarak baktıkları (2.00, 1.82) saptanmıştır<br />
(Tablo 2).<br />
Tablo 2. Öğretmenlerin kan bağışında bulunma durumuna göre fedakârlık tutumlarına ilişkin<br />
t testi sonuçları<br />
Fedakârlık Ölçeği Kan bağışlama durumu<br />
Kan bağışlayan<br />
Kan<br />
bağışlamayan<br />
x ± S x ± S<br />
Yabancı birine yol tarif ettim 3.87±.85 3.72±.81 1.13<br />
Bir hayır kurumuna para <strong>ve</strong>rdim 3.15±1.08 3.15±1.03 .00<br />
Benden yardım bekleyen / isteyen birine para <strong>ve</strong>rdim 3.56±.90 3.45±.90 .74<br />
Bir hayır kurumuna mal ya da giysi yardımında bulundum 3.11±.1.23 2.79±1.18 1.71<br />
Hayır için gönüllü bir iş yaptım 2.28±1.14 2.95±1.10 1.88<br />
Yabancı birine kitap, paket vb. gibi ağır yük taşımada<br />
yardım ettim<br />
Sonradan gelen yabancı biri için asansörü beklettim,<br />
kapıyı açtım<br />
Tezgahtarın eksik hesap çıkarması durumunda onu<br />
uyardım<br />
Trafikte aynı istikamette giden birinin benden önce<br />
gitmesine müsaade ettim<br />
Çok iyi tanımadığım komşumun benden istediği değerli<br />
eşyaları ona ödünç <strong>ve</strong>rdim<br />
Bana sorulmadan önce komşumun evcil hayvanına<br />
herhangi bir ücret almaksızın gönüllü olarak baktım<br />
Yaşlı ya da engelli bireye karşıdan karşıya geçerken<br />
yardım ettim<br />
p < .05<br />
3.36±1.00 3.31±1.13 .28<br />
3.69±1.07 3.50±1.15 1.03<br />
3.33±1.21 3.03±1.20 1.54<br />
3.59±1.05 3.25±1.18 1.87<br />
2.44±1.34 2.17±1.31 1.28<br />
2.00±1.37 1.82±1.22 .91<br />
3.67±.96 3.22±1.15 2.65*<br />
t
Diğer taraftan kan bağışlamayan öğretmenlerin<br />
(2.95), kan bağışlayanlara göre (2.28) daha fazla<br />
oranda hayır için gönüllü bir iş yaptıkları; kan bağışlayan<br />
<strong>ve</strong> bağışlamayan öğretmenlerin ise aynı<br />
oranda (3.15) bir hayır kurumuna para <strong>ve</strong>rdikleri<br />
anlaşılmaktadır. Ayrıca kan bağışlayan öğretmenlerin<br />
(3.67) kan bağışlamayanlara (3.22) göre yaşlı<br />
ya da engelli bireye karşıdan karşıya geçerken<br />
daha fazla yardım ettiklerine ilişkin değerlendirmeleri<br />
p< .05 istatistik düzeyinde anlamlı bulunmuştur.<br />
Ayrıca kan bağışlayan <strong>ve</strong> bağışlamayan<br />
öğretmenlerin genel olarak fedakârlık tutumlarının<br />
olumlu olması dikkati çeken önemli bir bulgudur<br />
(Tablo 2).<br />
3.3. Seçilen Değişkenlerin Fedakârlık<br />
Tutumları Üzerindeki Önemlilik Sırası<br />
Bu bölümde, seçilen bazı sosyo-demografik<br />
belirleyiciler (cinsiyet, yaş <strong>ve</strong> kan bağışlama duru-<br />
bağışına ilişkin bilgi düzeyi üzerinde toplumsal<br />
cinsiyet, yaş <strong>ve</strong> eğitimin önemli olmadığı bulunmuştur.<br />
Ayrıca kan bağışlamamanın nedeni olarak<br />
Hindistan’da araştırmaya katılan <strong>ve</strong> yaşları 30-<br />
39 yaş arasında değişen bireylerin kan bağışına<br />
ilişkin bilgi düzeyinin <strong>ve</strong> gönüllü kan bağışlamaya<br />
yönelik toplumdaki kampanyaların yetersiz olması<br />
gösterilmiştir.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
mu) ile genel olarak fedakârlık tutumları arasında-<br />
ki ilişki çoklu regresyon analizi ile hesaplanmıştır<br />
(Tablo 3).<br />
Standardize edilmiş regresyon katsayısına (β)<br />
göre yordayıcı değişkenlerin (cinsiyet, yaş <strong>ve</strong> kan<br />
bağışlama durumu) öğretmenlerin fedakârlık tutumları<br />
üzerinde sırası ile; kan bağışında bulunma<br />
durumu, yaş <strong>ve</strong> cinsiyet olarak önemli etkilerinin<br />
olduğu belirlenmiştir. Regresyon katsayılarının anlamlılığı<br />
incelendiğinde ise, kan bağışlama durumunun<br />
<strong>ve</strong> yaşın öğretmenlerin fedakârlık tutumları<br />
üzerinde anlamlı bir yordayıcı olduğu görülmektedir<br />
(p< .05, Tablo 3).<br />
Shenga <strong>ve</strong> arkadaşlarının (2008: 59)<br />
Hindistan’da “kan bağışlamaya ilişkin davranış<br />
bozuklukları” konusunda gönüllü olarak kan bağışlama<br />
<strong>ve</strong> kan bağışlamamanın nedenlerini tespit<br />
etmek üzere yapmış oldukları araştırmada kan<br />
Tablo 3. Fedakârlık tutumlarının yordanmasına ilişkin Çoklu Regresyon Analizi sonuçları<br />
Yordayıcı Değişkenler B Standart HataB Β T P İkili r Kısmi r<br />
Sabit 48.839 3.688 - 13.242 .000 - -<br />
Cinsiyet -.401 1.239 -.025 -.323 .747 -.041 -.025<br />
Yaş -2.570 1.323 -.147 -1.942 .040 -.123 -.147<br />
Kan bağışlama durumu -2.937 1.293 -.174 -2.272 .024 -.163 -.171<br />
R = .218 R² = .047 F (3-172) = 2.859 p = .039* * p< . 05<br />
4. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Araştırma sonucunda öğretmenlerin fedakârlık<br />
tutumları üzerinde sırasıyla kan bağışında bulunma<br />
durumunun <strong>ve</strong> yaşın etkili olduğu, cinsiyetin<br />
önemli bir belirleyici olmadığı sonucuna varılmıştır.<br />
Ayrıca hem kan bağışında bulunan hem de kan<br />
bağışında bulunmayan öğretmenlerin genel olarak<br />
73
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
fedakârlık tutumlarının olumlu olması dikkati çeken<br />
önemli bir bulgudur.<br />
Bu bulgulardan hareketle öğretmenlerin fedakârlık<br />
yapmaya ilişkin olumlu tutumlarda <strong>ve</strong> değerlendirmelerde<br />
bulunmaları, yetiştirdikleri genç<br />
nesilleri etkileme potansiyellerine sahip olmaları<br />
nedeni ile büyük önem taşımaktadır.<br />
Bireyleri kan bağışına teşvik ederek bu davranışı,<br />
bir fedakârlık örneği olarak algılamalarını<br />
sağlamanın yolu, hiç kuşkusuz ki toplumun eğitimi<br />
<strong>ve</strong> bu eğitimin ilköğretim çağından itibaren başlaması<br />
ile mümkündür (Yıldız vd. 2006). Wiwanitkit<br />
Tayland’da kırsal alanda yaşayan <strong>ve</strong> yaşları 11-60<br />
arasında değişen bireyler üzerinde kan bağışlama<br />
tutumlarını açıklamaya yönelik olarak araştırma<br />
yapmıştır. Araştırma sonuçları kan bağışlama<br />
tutumları üzerinde özellikle okul sistemine bağlı<br />
olarak eğitimin önemli olduğunu ortaya koymuştur<br />
(Wiwanitkit, 2000: 611).<br />
Diğer taraftan özellikle kan bağışlama konusunda<br />
çalışan sosyal psikologlar, gönüllü olarak<br />
kan <strong>ve</strong>rmek isteyenlerde fedakârlık / yardımse<strong>ve</strong>rlik<br />
kimliğini açıklamak üzere çeşitli modellere<br />
başvurmaktadırlar. Piliavin <strong>ve</strong> Callero (1991: 448)<br />
“Kan <strong>ve</strong>rme: Fedakârlık kimliğinin gelişimi” adlı<br />
kitabında fedakârlığın gelişimine ilişkin modellerin<br />
kapsamlı analizini açıklamıştır. Bu modeller<br />
Becker’ın Uyum Modelini, Muhalif / Zıt Süreç Teorisini,<br />
Özellik / Öz-Algılama Çerçe<strong>ve</strong>sini, Kimlik Teorisini<br />
<strong>ve</strong> Nedenli Eylem Teorisini kapsamaktadır.<br />
Yapılan araştırma sonucunda bu teorilerden farklı<br />
kayda değer bir bulgu olarak bireylerin kan bağışlamaya<br />
ilişkin fedakâr davranışlar sergilemelerinde<br />
eğitimcilerin / öğretmenlerin büyük rolü olduğu<br />
sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca Schwartz (1993) da<br />
ev <strong>ve</strong> okul alanlarındaki sosyalizasyon süreçleri ile<br />
fedakârlığın arttığını saptamıştır. Örneğin başkalarının<br />
sıkıntılarını paylaşan çocuklara, aileleri de<br />
74 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
fedakâr davranışlar sergileyerek <strong>ve</strong> belirli kurallar<br />
uygulayarak onların fedakâr davranışlar yapmalarını<br />
artırabilirler. İşbirliğine dayalı öğrenme, oyun<br />
alanları, farklı yaş grupları ile bir arada vakit geçirme,<br />
drama çalışmaları, arkadaşlık Schwartz’ın<br />
(1993) okul alanlarında fedakârlığın artırılmasını<br />
sağlayan sosyalizasyon süreçleri olarak önerdiği<br />
önemli seçeneklerdir. Ayrıca şiddetten uzak, huzurlu<br />
bir yaşam da fedakar yaşam <strong>ve</strong> fedakâr kişilik<br />
özelliklerini artırmaktadır. Bunun yanı sıra özellikle<br />
okul alanlarında sadece kan bağışına yönelik değil<br />
bir yaşam felsefesi olarak fedakâr yaşam biçimi <strong>ve</strong><br />
başkalarına iyilik yapma okul temelli toplumsal hizmeti<br />
öğrenme <strong>ve</strong> yurttaşlık eğitimi yoluyla da başarılabilmektedir.<br />
Bu nedenle tüm okullar öğrenciler<br />
arasında fedakâr kişilik özelliklerini desteklemek<br />
amacıyla toplumsal hizmeti öğrenme projelerine<br />
ders programlarında yer ayırmalıdırlar. Hatta bazı<br />
projeler okul müfredatıyla bütünleştirilmeli <strong>ve</strong> okul<br />
temelli olarak seçilen “kardeş okul/lar”la birlikte<br />
yürütülmelidir. Böyle projelerin sadece içinde bulundukları<br />
topluma değil aynı zamanda fedakâr yaşam<br />
biçimi ile arzulanan “iyilik yapma” felsefesinin<br />
hem okullara hem de yarının yardımse<strong>ve</strong>r gençlerine<br />
yararı olacağı açıktır (Wells-Anita <strong>ve</strong> Christenberry,<br />
2002: 11). Nitekim bu tür gönüllülük esasına<br />
dayalı olarak yapılan hizmet öğrenme projeleri ile<br />
öğrenciler, yaşamlarının geri kalanında da pek çok<br />
erdemli davranışları gönüllü olarak <strong>ve</strong> fedakârca<br />
yapacaklardır. Ayrıca pek çok yazar bu türden projelerin<br />
akademik başarıyı, bir grubun üyesi olmayı,<br />
sosyal gelişmeyi, toplumsal katılımı <strong>ve</strong> yardımse<strong>ve</strong>rliği<br />
artırdığını belirtmektedir (Ediger, 1993; Kiner,<br />
1993; Kraus, 1993). Diğer taraftan bu projelerde<br />
özellikle davranış <strong>ve</strong> akademik problemi olan<br />
öğrencilerin yer almasının onların öğretmenleri ile<br />
ilişki <strong>ve</strong> etkileşimlerini artırdığı <strong>ve</strong> okula karşı olumlu<br />
tutum geliştirerek disiplin suçlarının da azalmasına<br />
katkıda bulunduğu saptanmıştır (McKeon <strong>ve</strong><br />
Rosenberg, 1998). Bu nedenle özellikle ilköğre
timden başlayarak lise <strong>ve</strong> hatta üni<strong>ve</strong>rsite düzeyindeki<br />
eğitim kurumlarında gençlerin “toplum içinde<br />
öğrenme”lerine dayalı olarak sosyal <strong>ve</strong> toplumsal<br />
sonuçların gözlenmesine olanak sağlayan projeler<br />
geliştirilerek gençlere bir yurttaş olmanın sorumlulukları,<br />
etik, bireysel <strong>ve</strong> sosyal gelişmenin temelleri<br />
kazandırılmalıdır. Böylece gençler toplum içinde<br />
kendilerini değerli, etkili, yeterli <strong>ve</strong> yetişkinliğe geçiş<br />
için hazır hissederek, başkalarının yaşamlarına<br />
da duyarlı davranarak gelecekte “fedakâr yaşam<br />
biçimi”ni benimseyen nesiller yetiştireceklerdir<br />
(Wells-Anita <strong>ve</strong> Christenberry, 2002).<br />
Bu bağlamda “Toplumda Kan Bağışı Bilincinin<br />
Oluşturulması”nda öğretmenlere kanaat önderleri<br />
olarak büyük görevler düşmektedir. Bu nedenle<br />
yerel yönetimler işbirliği ile bu konuda öğretmenlere<br />
yönelik seminerler düzenlenmesi <strong>ve</strong> projeler geliştirilmesi<br />
gerekmektedir. Örneğin yakın zamanda<br />
KAYNAKLAR<br />
AJZEN Icek, Attitudes, Personality and Behaviour,<br />
Open Uni<strong>ve</strong>rsity Press, Bilmoor 1988.<br />
ALESSANDRINI M, “Community Volunteerism and Blood<br />
Donation: Altruism as a Lifestyle Choice”,<br />
Transfusion Medicine Reviews, Volume 21,<br />
Issue 4, 307-316, 2007.<br />
Dünya <strong>ve</strong> Türkiye’de kan bağışı, http://www.kan<strong>ve</strong>r.org,<br />
26.05.2008 (Son Erişim: 04.04.2009)<br />
World Health Organization, Methodological guidelines<br />
for socio-cultural studies on issues related to<br />
blood donation, Program on Essential Drugs and<br />
Technology (HSE), Division of Health System<br />
and Services De<strong>ve</strong>lopment (HSP), Pan American<br />
Health Organization, 2000.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Gaziantep’in Nizip Halk Eğitim Merkezi’nde “Toplumda<br />
Kan Bağışı Bilincinin Oluşturulması Projesi”<br />
ile Gaziantep <strong>ve</strong> ilçelerinde resmi <strong>ve</strong> özel okul <strong>ve</strong><br />
kurumlarda görevli yönetici, öğretmen, öğrenci <strong>ve</strong><br />
öğrenci <strong>ve</strong>lilerinin kan bağışı konusunda bilinçlendirilmeleri,<br />
bu bilincin geliştirilerek daha duyarlı bir<br />
toplum oluşturulması düşüncesiyle, öğretmenlere<br />
kan bağışının önemi <strong>ve</strong> toplumda kan bağışçısı<br />
sayısının arttırılmasının nasıl sağlanacağı konusunda<br />
bilgiler <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
Ayrıca bu hizmetlerin, kan bağışını teşvik etmeye<br />
yönelik kampanyaların yanı sıra ilkokuldan başlayarak<br />
kan bağışının anlam <strong>ve</strong> kapsamına yönelik<br />
olarak “Sağlık Eğitimi” adı altında derslerde de ele<br />
alınması gerekmektedir. Kitle iletişim araçları ile<br />
özellikle “gönüllü kan bağışlama”yı teşvik etmeye<br />
yönelik reklamlara <strong>ve</strong> programlara da yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
BAR-TAL D, “Altruistic Motivation to Help: Definition, Utility<br />
and Operationalization”, Humboldt Journal<br />
of Social Relations, Volume: 13, 3-14, 1986.<br />
BATSON C.D., B.D. DUNCAN, P. ACKERMAN, T.<br />
BUCKLEY & K. BIRCH, “Is Empathic Emotion a<br />
Source of Altruistic Motivation?” J Pers Soc Psychol,<br />
Volume: 40, 290-302, 1981.<br />
CONDIE, L.J., W.K WARNER & D.C. GILLMAN, “Getting<br />
Blood from Collecti<strong>ve</strong> Turnips: Volunteer Donation<br />
in Mass Blood Dri<strong>ve</strong>s”, Journal of Applied<br />
Psychology, Volume: 61, 290-294, 1976.<br />
EDIGER M, “Community Service Promotes Student<br />
Awareness”, School in the Middle, Volume: 3,<br />
24-26, 1993.<br />
75
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
EISENBERG N, Altruistic Emotion, Cognition, and<br />
Behavior, NJ: Lawrence Erlbaum Associates,<br />
Hillsdale 1986.<br />
FERNANDEZ-MONTOYA A., A. LOPEZ-BERRIO & J.D.<br />
LUNA DEL CASTILLO, “How Some Attitudes,<br />
Beliefs and Motivations of Spanish Blood Donors<br />
Evol<strong>ve</strong> O<strong>ve</strong>r Time”, Vox Sanguinis, Volume: 74;<br />
140-147, 1997.<br />
FISHBEIN M. & I. AJZEN, “Attitudes toward Object as<br />
Predictors of Single and Multiple Criteria”, Psychol.<br />
Rev., Volume: 81, 59-74, 1974.<br />
GARRISON F, An Introductıon to The History of<br />
Medicine, Sounders, WB Co (4th ed.) London,<br />
1966.<br />
GILLESPIE T.W. & C.D. HILLYER, “Blood Donors and<br />
Factors Impacting the Blood Donation Decision”,<br />
Transfus Med., Volume: 16, 115-30, 2002.<br />
HEALY K. “Embedded Altruism: Blood Collection Regimes<br />
and the European Union’s Donor Population”,<br />
Am J Sociol, Volume: 105, Issue: 16, 33-57,<br />
2000.<br />
HINDE R.A. & J. GROEBEL, Cooperation and Prosocial<br />
Behaviour, Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press,<br />
Cambridge, England 1991.<br />
http://www.kan<strong>ve</strong>r.org/sayfa.php?t=157 Dünya <strong>ve</strong> Türkiye’de<br />
Kan Bağışı, Erişim Tarihi: 09.04.2009.<br />
http://www.gata.edu.tr, Kan Bağışçısı Çeşitleri, Erişim<br />
Tarihi: 08.04.2009.<br />
KINER R.W, “Community Service: A Middle School Success<br />
Story”, The Clearing House, Volume: 66,<br />
139-140, 1993.<br />
KRAUS D, ” Building Student Activity Program”, School<br />
in the Middle, Volume: 3, 17-20, 1993.<br />
MACAULAY J.R, & L. BERKOWITZ, Altruism and<br />
Helping Behavior. Academic Press New York<br />
1993.<br />
76 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
MCCLURG A.A, An exploratory study into the role of<br />
altruism in planning the control of West nile virus.<br />
MS. Thesis, Uni<strong>ve</strong>rsity of Waterloo, Master<br />
of Environmental Studies in Planning, Ontario,<br />
Canada, pp. 1-158, 2009.<br />
MCKEON L.M. & S. ROSENBERG, “Rebels with A Cause”,<br />
Momentum, Volume, 29, 66-68, 1998.<br />
PENNINGS G, “Demanding Pure Moti<strong>ve</strong>s for Donation:<br />
The Moral Acceptability of Blood Donations by<br />
Haemochromatosis Patients”, J Med Ethics,<br />
Volume; 31, 69-72, 2005.<br />
PILIAVIN J.A, “Why Do They Gi<strong>ve</strong> The Gift of Life? A<br />
Review of Research on Blood Donors Since<br />
1977”, Transfusion, Volume: 30, Issue: 5, 444-<br />
59, 1990.<br />
PILIAVIN J.A & P.L. CALLERO, Giving Blood: The De<strong>ve</strong>lopment<br />
of an Altruistic Identity, Johns Hopkins<br />
Uni<strong>ve</strong>rsity Press, Baltimore, 1991.<br />
RUSHTON J.P, Altruism, Socialization and Society.<br />
NJ: Prentice-Hall, Englewood Cliffs 1980.<br />
RUSHTON J.P., R.D. CHRISJOHN, G.C. FEKKEN,<br />
“The Altruistic Personality and The Self-Report<br />
Altruism Scale”, Personality & Individual Difference,<br />
Volume 21, Issue: 2, 293-302, 1981.<br />
SEVERY L.J, “Comments and Rejoinders”, Journal of<br />
Social Issues, Volume: 30, 189-98, 1974.<br />
SHENGA M., R. PAL, & S. SENGUPTA, “Behavior Disparities<br />
towards Blood Donation in Sikkim, India”,<br />
Asian J Trans Sci, Volume: 2, Issue: 2, 56-60,<br />
2008.<br />
SCHWARTZ B, “Why Altruism is Impossible…and<br />
Ubiquitous”, Social Service Review, Volume:<br />
67, 314-343, 1993.<br />
STEELE R.W., G.B. SCHREIBER, A. GUILTINAN, C.<br />
NASS, S.A. GLYNN, D.J. WRIGHT, D. KESS-<br />
LER, K.S. SCHLUMPF, Y. TU, J. W. SMITH &<br />
G. GARRATY, “The Role of Altruistic Behavior,
Empathetic Concern, and Social Responsibility<br />
Motivation in Blood Donation Behavior”, Transfusion,<br />
Volume: 48, 43-54, 2008.<br />
SOBER E. & D.S. WILSON, Unto Others: The Evolution<br />
and Psychology of Unselfish Behavior.<br />
Harvard Uni<strong>ve</strong>rsity, London 1998.<br />
SOLAZ N, Ülkemiz Ulusal Kan Politikası <strong>ve</strong> Donör<br />
Kazanım Stratejisi. Kan Bankacılığı <strong>ve</strong> Transfüzyon<br />
Kurs Kitabı, Şan Ofset, İstanbul 2004.<br />
STAUB E, “Altruistic and Moral Motivations for Helping<br />
and Their Translation into Action”, Psychological<br />
Inquiry, 2(2), 150-153, 1991.<br />
ÜLMAN Y, Tıbbi Etik Açısından Kan <strong>ve</strong> Kan Ürünlerinin<br />
Transfüzyonu. Ulusal Kan Merkezleri <strong>ve</strong><br />
Transfüzyon Kurs Kitabı. F Özcan Matbaacılık,<br />
İstanbul 2000.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
WELLS-ANITA G. & N. CHRISTENBERRY, De<strong>ve</strong>lo-<br />
ping altruistic behavior and motivation to donate<br />
blood: A role for educator and service learning<br />
project. Annual Meeting of The Mid-South Educational<br />
Research Association, Chattanoga, No<strong>ve</strong>mber<br />
6-8, 2002.<br />
WIWANITKIT V, “A Study on Attitudes towards Blood<br />
Donation among People in A Rural District, Thailand”.<br />
Southeast Asian J Trop Med Public Health,<br />
Volume: 31, Issue: 3, 609-611, 2000.<br />
YILDIZ Ç. G. EMEKDAŞ, A. KANIK, N. TİFTİK, N. SO-<br />
LAZ, G. ASLAN, S. TEZCAN, M.S. SERİN, S.<br />
ERDEN, İ. HELVACI <strong>ve</strong> F. OTAĞ, “Neden Kan<br />
Bağışlamıyoruz? Mersin İlinde Yaşayanlarda<br />
Kan Bağışına <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong>: Anket Çalışması”,<br />
İnfeksiyon Dergisi (Turkish Journal of Infection),<br />
Cilt: 20, Sayı:1, 41-55, 2006.<br />
77
Evsizler <strong>ve</strong> Toplum Sağlığı<br />
• Öğr. Gör. Nesrin İLHAN*<br />
• Yard. Doç. Dr. Ayşe ERGÜN**<br />
Öz<br />
Evsizlik, tüm dünya ülkelerinde önemli toplum<br />
sağlığı sorunlarından biridir. Son yıllarda ekonomik,<br />
sosyal <strong>ve</strong> politik faktörlerin etkisiyle, evsiz kadın,<br />
erkek <strong>ve</strong> çocukların sayısı önemli ölçüde artmıştır.<br />
Evsizlik, sağlık risklerine <strong>ve</strong> problemlerine sebep<br />
olmaktadır. Evsiz erkek, kadın <strong>ve</strong> çocuklar, evi olanlara<br />
göre daha fazla sağlık problemleri yaşamakta <strong>ve</strong><br />
sağlık bakımı almada birçok engelle karşılaşmaktadırlar.<br />
Bu makalede, toplum içinde önemli bir risk grubu<br />
olan evsiz insanlar, sağlık riskleri, evsizlere yönelik<br />
toplum sağlığı hizmetleri <strong>ve</strong> sağlığı koruma düzeyleri<br />
doğrultusunda toplum sağlığı hemşiresinin sorumlulukları<br />
tartışılmaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: Evsizlik, Evsizler, Toplum<br />
Sağlığı.<br />
________________________<br />
Abstract<br />
(*) Haliç Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Hemşirelik Yüksekokulu, İstanbul.<br />
(**) Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Halk Sağlığı Hemşireliği AD..İstanbul<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Homeless People and Community Health<br />
Homelessness is one of the important public<br />
health problems in world countries today. The<br />
number of homeless men, women and children has<br />
been increased in alarming rate with economic, social<br />
and political factors in recent years. Homelessness<br />
causes health risks and problems. Homeless men,<br />
women and children experience more health problems<br />
than people who li<strong>ve</strong> in home and often encounter<br />
multiple barriers when they attempt to obtain health<br />
care.<br />
Homeless people who are one of the major risky<br />
populations in community, their health risks, community<br />
health services for homeless people and responsibilities<br />
of community health nurses in terms of health<br />
pre<strong>ve</strong>ntion le<strong>ve</strong>ls are discussed in this article.<br />
Key Words: Homelessness, Homeless,<br />
Community Health.<br />
79
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Giriş<br />
Geleneksel konutların dışında; sokaklar, terkedilmiş<br />
evler, otobüs durakları, parklar gibi toplumsal<br />
alanlar <strong>ve</strong> konut olarak tasarlanmamış yerlerde<br />
ya da evsiz barınaklarında yaşayanlara evsiz insanlar<br />
denir (Işıkhan, 2006). Evsizler; sabit <strong>ve</strong> düzenli<br />
gece uyuyacak yeri olmayan kişilerdir (Nies,<br />
2001).<br />
Evsizlik dünyanın birçok ülkesi gibi, ülkemiz<br />
içinde önemli bir sorundur. Hızlı nüfus artışı, göç,<br />
çarpık kentleşme, konut sorunu, işsizlik, sosyal<br />
gü<strong>ve</strong>nceden yoksunluk, gelir düşüklüğü, sağlık<br />
hizmetlerinden yeterince yararlanamama, yetersiz<br />
<strong>ve</strong> dengesiz beslenme, madde bağımlılığı gibi nedenlerle<br />
evsiz insanların sayısında ülkemizde <strong>ve</strong><br />
dünyada belirgin bir artış olmuştur(Altun,1997).<br />
Evsiz insanlar, genellikle cadde, metro, tünel, köprü<br />
altı <strong>ve</strong> terkedilmiş binalarda yaşamaktadırlar. Bu<br />
nedenle evsizlerin sayısını tam olarak bilmek zor<br />
olmakla birlikte, Amerika’da 760.000 evsiz olduğu<br />
tahmin edilmektedir (Nies, 2001).<br />
Ülkemizde geleneksel aile yapısı, akraba dayanışması<br />
<strong>ve</strong> yoksullara yardım etmeye yönelik yaklaşımlar<br />
nedeniyle batıda görüldüğü gibi sokaklarda<br />
battaniyesi ile yaşayan çok sayıda yetişkine<br />
rastlanmamaktadır. Kamusal alanlarda yatan <strong>ve</strong><br />
yaşayanların çoğunun zihinsel özürlüler, bağımlılar<br />
<strong>ve</strong> evden kaçan çocuklar olduğu gözlenmekle<br />
beraber, evsizlerle ilgili çalışmaların yetersizliği nedeniyle<br />
resmi kurumlarca açıklanmış bir istatistik<br />
bulunmamaktadır(Erkaslan, 2009). İstanbul Büyük<br />
Şehir Belediyesi <strong>ve</strong>rilerine göre İstanbul’da sokakta<br />
yaşayan yetişkinlerin sayısının ortalama 500-600<br />
olduğu tahmin edilmektedir. İstanbul’da 2006 yılında<br />
kar fırtınası nedeniyle donma tehlikesine karşı,<br />
belediye ekipleri tarafından 4 günde 464 evsizin,<br />
2008 yılında 159 evsizin belirlenerek spor salonlarına<br />
yerleştirildiği bildirilmektedir (http://www.ibb.<br />
80 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=12349/<br />
08.06.2007, www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.<br />
aspx?NewsID=15575/ 25.08.2009). Ankara’da<br />
Behice Eren Çocuk <strong>ve</strong> Gençlik Merkezi 2002-2006<br />
yılları arasında toplam 964 evsize hizmet <strong>ve</strong>rmiş<br />
<strong>ve</strong> bunların %54’ü sokaklara geri dönmüştür<br />
(http://www.ankarashcek.gov.tr/dosya/behiceeren/<br />
<strong>ve</strong>ri.htm/27.08.2009).<br />
Önemli toplum sağlığı sorunlarından biri olan<br />
evsizlik, sağlık risklerini <strong>ve</strong> problemlerini de beraberinde<br />
getirmektedir. Evsiz erkek, kadın <strong>ve</strong> çocuklar,<br />
evi olanlara göre daha fazla sağlık problemleri<br />
yaşamakta <strong>ve</strong> sağlık bakımı almada birçok<br />
engelle karşılaşmaktadırlar. Hava koşullarından<br />
korunmanın zor olduğu <strong>ve</strong> hijyenik olmayan ortamlarda<br />
yaşama, yetersiz <strong>ve</strong> yanlış beslenme, uyku<br />
yetersizliği, madde kullanımı <strong>ve</strong> riskli cinsel ilişkide<br />
bulunma gibi etkenler nedeniyle evsizler ciddi sağlık<br />
problemleri yaşamaktadırlar.<br />
Sokakta yaşayan evsizler genellikle gündüz herhangi<br />
bir tehlike oluşturmazken, geceleri hem kendileri<br />
hem de toplum için tehlike oluşturmaktadırlar.<br />
Bu tehlike zaman zaman hayati risklere bile neden<br />
olabilmektedir. Madde kullanımı çeşitli sağlık sorunları<br />
yaratan en önemli etkenlerdendir. Evsizlerde<br />
madde kullanımı <strong>ve</strong> psikiyatrik bozukluklar genel<br />
popülasyona göre daha fazladır. Ayrıca korunmasız<br />
<strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsiz ortamlarda yaşamak zorunda<br />
olan evsizler büyük oranda şiddet <strong>ve</strong> şiddete bağlı<br />
sakatlık <strong>ve</strong> ölüm riski altındadırlar(Smith,2000).<br />
Evsizler için düzenlenecek toplum sağlığı programları<br />
ile evsizlerin sağlık düzeylerinde yükselme<br />
sağlanacaktır. Toplum sağlığı hemşireleri evsizlere<br />
yönelik çalışmalarda sağlık ekibi içinde önemli rollere<br />
sahiptir.<br />
Bu makalenin amacı, toplum içinde önemli bir<br />
risk grubu olan evsiz insanlar <strong>ve</strong> sağlık risklerine<br />
dikkat çekerek, evsizlere yönelik toplum sağlığı
hizmetleri <strong>ve</strong> sağlığı koruma düzeyleri doğrultusunda<br />
toplum sağlığı hemşiresinin sorumluluklarını<br />
tartışmaktır.<br />
Evsizlik Kavramı<br />
Evsizliğin birçok tanımı bulunmaktadır. Evsizlik<br />
tanımları yaşayacak konuta, özellikle de uyuyacak<br />
yere <strong>ve</strong> aile bağlarının olmamasına odaklanmaktadır.<br />
Evsizler; sabit, düzenli <strong>ve</strong> gece uyuyacak<br />
yeri olmayan kişiler olarak tanımlanmaktadır<br />
(Nies, 2001). Evsizlerin toplumdan uzaklaşmış<br />
olmaları üzerinde duran tanımlar da vardır. Buna<br />
göre evsizlik “uygun yerleşim koşullarının olmayışı<br />
<strong>ve</strong> sosyal marjinalizasyon” olarak nitelendirilmiştir.<br />
Geniş kapsamlı tanımlar, tek kişilik odalı otellerde,<br />
cezaevi <strong>ve</strong>ya madde bağımlılığı kliniklerinde <strong>ve</strong><br />
hastanede kalan bireyler gibi risk altında olan bireyleri<br />
de kapsamaktadır (Türkcan,1996).<br />
Evsizler, evsizlik süresine bağlı olarak üç grupta<br />
incelenmektedir.<br />
1. Epizodik evsizler: Evsiz kalabilme olasılığı<br />
yüksek olan <strong>ve</strong> zaman zaman evsiz kalan kişilerdir.<br />
Yoksulluk sınırının altında yaşarlar <strong>ve</strong> sürekli<br />
olarak evsiz kalma riskiyle karşı karşıyadırlar.<br />
2. Geçici Evsizler: Evsizlik süresi çok uzun<br />
olmayan evsizlerdir. Kendilerini evsizlerden farklı<br />
olarak toplumun bir parçası olarak tanımlarlar.<br />
Anksiyete, depresyon semptomları, alkol, madde<br />
kullanımı görülebilir. Onları caddelerde görebiliriz,<br />
kabul edilmeyen yaşam stilleri vardır. Evlerini, işlerini<br />
<strong>ve</strong> sosyal statülerini tekrar kazanmak için çaba<br />
gösterirler.<br />
3. Kronik Evsizler: Uzun süreden beri evsiz<br />
olan kişilerdir. Caddelerde yaşamayı normal olarak<br />
kabul ederler <strong>ve</strong> açıkça evsiz olarak tanımlanırlar.<br />
Toplumdaki diğer bireylerle iletişimlerinde çok şüphecidirler<br />
(Smith, 2000).<br />
Evsizliğe Neden Olan Faktörler<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Bireylerin kontrolü dışında birçok faktör evsizliğe<br />
neden olmaktadır. Yoksulluk, ucuz konut bulma<br />
zorluğu, iş piyasasındaki değişiklikler, satın<br />
alma gücünün giderek düşmesi, sağlık bakımını<br />
karşılamada eksiklik, sosyal gü<strong>ve</strong>nlikten yoksun<br />
olmak, destekleyici yardım hizmetlerinin fonlarının<br />
ortadan kalkması ya da azaltılması, aile içi şiddet,<br />
zihinsel özürlü hasta sayısının artması, ruhsal<br />
hastalıklar <strong>ve</strong> madde bağımlılığı evsizliğe neden<br />
olan faktörler olarak sayılabilir.<br />
Ciddi hastalık <strong>ve</strong> sakatlıklar evsizliğe neden<br />
olmakta, bunun sonucunda da iş kaybı, bakımı<br />
karşılayamama <strong>ve</strong> ev kirasını ödeyememe gibi sorunlar<br />
ortaya çıkmaktadır. Evlilik sorunları, aile içi<br />
uyumsuzluklar <strong>ve</strong> şiddet evsizlik için diğer önemli<br />
nedenler olarak düşünülmektedir. Aile içi şiddet<br />
nedeniyle, sığınma evleri dışında hiçbir alternatifi<br />
olmayan kadınlar olabildiği gibi, erkeklerde aile içi<br />
şiddet nedeniyle evsiz kalabilmektedir (Nies 2001,<br />
Smith 2000, Türkcan 1996, Işıkhan 2002).<br />
Evden ayrılan gençlerin üçte ikisi ebe<strong>ve</strong>ynleri ile<br />
anlaşmazlıkları nedeniyle evden ayrıldıklarını bildirmişlerdir<br />
(Rosenthal,2006). Evsizlerin çocukluk<br />
hikayelerinde, aileden ayrılma <strong>ve</strong> çeşitli kurumlara<br />
yerleştirme sık olarak belirlenmektedir. Bunlardan<br />
travmatik çocukluk çağı deneyimleri(zorunlu olarak<br />
kurumlarda yaşama, evden kaçma) özellikle<br />
önem taşımaktadır.<br />
Çok sayıda evsiz insanın ruhsal bir hastalığı<br />
vardır. Hastalıkları nedeniyle çalışma becerilerinin<br />
sınırlı oluşu <strong>ve</strong> sürekli işsizlik ile karşılaşmaları<br />
nedeniyle barınma ihtiyaçlarını karşılamada güçlük<br />
yaşamakta <strong>ve</strong> evsiz kalabilmektedirler. Evsiz<br />
insanlarla ilgili bir araştırmada, evsizlerin yarıdan<br />
fazlasında madde bağımlılığı olduğu bildirilmiştir<br />
(Schanzer et al. 2007). Ögel <strong>ve</strong> Yücel’in çalışmasında<br />
evsiz adolesanların % 78’inin madde kullan-<br />
81
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
dığı <strong>ve</strong> % 16,8’inin ruhsal bir rahatsızlığı olduğu<br />
bildirilmiştir. Ailesinde ruhsal bir rahatsızlığı olan<br />
adolesanlarda ruhsal bir rahatsızlık görülme riski<br />
ise, bulunmayanlara göre 4.5 kat fazladır (Ögel,<br />
Yücel, 2005).<br />
Evsiz insanların diğer bir özelliği de sokakta<br />
yaşamayı kendilerinin tercih etmeleridir. Bu kişilerin<br />
büyük bir kısmı bir kuruma girmeyi <strong>ve</strong> kurum<br />
kuralları çerçe<strong>ve</strong>sinde yaşamayı reddetmektedir.<br />
Bu nedenle sosyal hizmetlerden yararlanmamaktadırlar.<br />
Karamustafalıoğlu evsizliğin döngüsel bir<br />
yapısı olduğunu, evsiz kimselerin çoğunluğunun<br />
korunma (barınma) sistemine girişlerinin 2 yılı içinde<br />
sistemi terk ettiklerini belirtmiştir (Karamustafalıoğlu<br />
et al,2007).<br />
Hiçbir faktör tek başına kişilerin <strong>ve</strong> ailelerin evsiz<br />
kalmasında etken değildir. Çok sayıda etken,<br />
hassas kişi <strong>ve</strong> aileler arasında evsizlik olasılığını<br />
arttırmaktadır. Toplum sağlığı profesyonelleri evsizliğe<br />
neden olabilecek faktörleri bilmeli <strong>ve</strong> risk<br />
altındaki kişilere yardımcı olmalıdırlar (Nies 2001,<br />
Smith 2000, Türkcan 1996).<br />
Evsizlerin Sağlık Sorunları<br />
<strong>Genel</strong> nüfusa oranla birçok sağlık sorunu evsizlerde<br />
daha sık görülmektedir. Literatürde evsizlerde<br />
özellikle pnomoni, tüberküloz, AIDS olmak üzere<br />
enfeksiyon hastalıklarının <strong>ve</strong> kronik hastalıkların<br />
(kardiyovasküler, kr.obstrüktif akciğer hastalığı)<br />
görülme oranının gittikçe arttığı belirtilmektedir.<br />
Güneşe uzun süreli maruz kalma, sigara içme <strong>ve</strong><br />
alkol kullanımı gibi bazı kanser risk faktörleri evsizlerde<br />
daha yüksektir. Evsizlerin üçte birinde major<br />
depresyon, % 17’sinde hipertansiyon, % 6’sında<br />
diyabet, % 17’sinde astım <strong>ve</strong> yarısından fazlasında<br />
madde kullanım bozukluğu olduğu <strong>ve</strong> en az %<br />
40’ının kronik bir hastalığının olduğu saptanmıştır<br />
(Schanzer et al. 2007).<br />
82 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Evi olan insanlarla karşılaştırıldığında evsiz-<br />
lerde psikiyatrik bozukluklar daha yüksek oranda<br />
görülmektedir. Evsizlerde psikiyatrik hastalık oranı<br />
%10 ile %19 arasında değişmektedir. Evsizlerde<br />
tahmini alkol kullanım oranı % 40’dır. Yapılan bir<br />
çalışmada evi olan kişilerde madde kullanımı ile<br />
ilgili bozuklukların oranı %5 iken, evsizlerde %21<br />
olarak bulunmuştur (Farrell et al, 2003). Diğer bir<br />
çalışmada evsizlerde üçte bir oranında major depresyon<br />
<strong>ve</strong> yarısından fazlasında madde kullanımı<br />
bildirilmiştir ( Schanzer et al, 2007). Karamustafalıoğlu<br />
<strong>ve</strong> Arkadaşlarının İstanbul'da evsizlerle yaptığı<br />
çalışmada, psikotik bozukluk oranı %40, geçmişteki<br />
psikotik bozukluk oranı %31, alkol kullanım<br />
bozukluğu %29 olarak bulunmuştur. Ayrıca evsizlerin<br />
%34,7’sinin psikiyatri kliniğine yatarak tedavi<br />
öyküsü olduğu belirlenmiştir (Karamustafalıoğlu et<br />
al, 2007).<br />
Evsizlerde psikiyatrik bozukluklar <strong>ve</strong> madde<br />
kullanım bozukluğunun yüksek oranda gözlenmesi<br />
evsizlik durumunun hem nedeni hem de sonucu<br />
olarak değerlendirilebilmektedir. Madde kullanımı<br />
önemli sağlık sorunlarını (karaciğer, sinir sistemi,<br />
<strong>ve</strong> kalp hastalıkları) beraberinde getirmektedir.<br />
Ekonomik üretkenlik kaybı, kazalara yatkınlık <strong>ve</strong><br />
adam öldürme yaygın sonuçlardır. İlaç kullanımı<br />
<strong>ve</strong> intra<strong>ve</strong>nöz uygulamalar; Hepatit, AIDS, sosyal,<br />
yasal <strong>ve</strong> ekonomik problemlere neden olabilmektedir<br />
(Nies, 2001).<br />
Altun’un çalışmasında evsiz ölümlerinin %22’sinin<br />
alkolle ilişkili olduğu saptanmıştır. Evsizlerin<br />
%82’ sinin Ekim <strong>ve</strong> Nisan aylarında öldüğü <strong>ve</strong><br />
İstanbul’daki evsiz ölümlerin çoğunluğunun Beyoğlu<br />
<strong>ve</strong> Aksaray Bölgelerinde olduğu <strong>ve</strong> ölümlerin<br />
çoğunluğunun solunum sistemi enfeksiyonları(%44)<br />
<strong>ve</strong> kalp dolaşım sistemi hastalıkları(%23)<br />
nedeniyle olduğu saptanmıştır(Altun,1997) .
Büyük <strong>ve</strong> arkadaşlarının çalışmasında İstanbul’da<br />
2000-2004 yılları arasındaki evsiz ölümlerinin<br />
üçte birinin pulmoner tüberküloz nedeniyle olduğu,<br />
%39,76’sının ölümünün doğal olmayan nedenlerle<br />
olduğu saptanmıştır (Büyük et al. 2008).<br />
Yapılan bir çalışmada evsizlerin fiziksel sağlık<br />
risklerinin yanı sıra % 79,5’inin yaşamlarında en<br />
az bir kez fiziksel ya da cinsel istismara uğradığı<br />
bildirilmektedir (Christensen et al.2005).<br />
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi <strong>ve</strong>rilerine göre<br />
İstanbul’da sokakta yaşayan yetişkinlerin içerisinde<br />
kadınların oranı yaklaşık % 3’tür. Karamustafalıoğlu<br />
<strong>ve</strong> Arkadaşlarının İstanbul'da evsizlerle<br />
yaptığı çalışmada (Karamustafalıoğlu et.al,2007)<br />
evsizler içinde kadınların oranı %10,2, Altun’ un<br />
çalışmasında (Altun,1997) %2, Büyük <strong>ve</strong> arkadaşlarının<br />
çalışmasında (Büyük et al. 2008) %8,73 olarak<br />
bulunmuştur. Evsiz kadınlar genel sağlık durumunu<br />
sürdürmede sorunlar yaşarlar. Bir çoğunda<br />
kompleks sağlık problemleri vardır. Şiddet, madde<br />
kullanımı <strong>ve</strong> mental hastalıkla ilgili sağlık problemlerini<br />
gizleme eğilimindedirler <strong>ve</strong> bu nedenle sağlık<br />
profesyonellerine daha az başvururlar. <strong>Genel</strong>likle<br />
akut bir sorun nedeniyle acil servislerden yararlanmaktadırlar<br />
(Nies, 2001). Evsiz kadınlarda gebelik<br />
oranı(%10,1), genel popülasyona göre(%7,1)<br />
yüksektir. Üriner sistem enfeksiyonları daha sık<br />
görülmekte <strong>ve</strong> genellikle ihmal edilmektedir. Bir<br />
evi olmaması kadını rahatsız etmekte <strong>ve</strong> önemli<br />
bir stigma duygusu yaşamasına <strong>ve</strong> ruh sağlığı<br />
problemlerine neden olmaktadır. Çoğu şiddet içeren;<br />
anksiyete, panik bozukluk, madde kullanımı,<br />
somatizasyon, yeme bozukluğu, kendi kendini yaralama,<br />
intihar davranışları <strong>ve</strong> diğer riskli davranışlar<br />
sıklıkla görülebilmektedir. Evsiz kadınlarda<br />
mortalite, evi olan kadınlara göre on kat fazladır<br />
(Cheung AM, Hwang SW, 2004).<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Evsizler içinde orta yaşlı erkekler çoğunluğu<br />
oluşturmaktadır. Karamustafalıoğlu <strong>ve</strong> arkadaşları-<br />
nın çalışmasında evsizler içinde erkeklerin(%89,8)<br />
daha fazla olduğu belirlenmiştir (Karamustafalıoğlu<br />
et.al,2007). Altun’un çalışmasında(Altun,1997)<br />
evsizlerin %95’i 31-50 yaşları arası erkektir. Evsiz<br />
erkeklerde, akut fiziksel sağlık problemleri, solunum<br />
sistemi enfeksiyonları, travma <strong>ve</strong> cilt hastalıkları<br />
genel nüfus içindeki erkeklere göre daha<br />
fazladır. Hipertansiyon, gastrointestinal problemler,<br />
eklem hastalıkları, periferal damar hastalıkları,<br />
KOAH, nörolojik bozukluklar <strong>ve</strong> yetersiz ağız bakımı<br />
evsiz erkeklerde yaygındır. Bunlara ila<strong>ve</strong>ten,<br />
HIV, AIDS, Tüberküloz <strong>ve</strong> cinsel yolla bulaşan hastalıklara<br />
da genel nüfusa göre daha yüksek oranda<br />
rastlanmaktadır. İlaç <strong>ve</strong> alkol bağımlılığı yaygın<br />
sağlık problemleridir. Ciddi ruhsal hastalıklara <strong>ve</strong><br />
kişilik bozukluklarına genel popülasyona göre evsizlerde<br />
daha çok rastlanmaktadır (Nies, 2001).<br />
Evsizler içinde çocuklar en önemli risk grubunu<br />
oluşturmaktadır. Çocukları sokağa iten başlıca<br />
sebepler; göç <strong>ve</strong> buna bağlı çarpık <strong>ve</strong> sağlıksız<br />
yerleşme, yoksulluk, kontrolsüz nüfus artışı, ailenin<br />
eğitimsizliği, parçalanmış aile, sokakta zorla<br />
çalıştırılma, aile içi şiddet <strong>ve</strong> geçimsizlik, fizikselduygusal-cinsel-ekonomik<br />
istismar, sevgisizlik,<br />
ilgisizlik, çocuk haklarının yeterince hayata geçirilememiş<br />
olması, gelir dağılımındaki adaletsizlik<br />
olarak sayılabilir.<br />
Emniyet <strong>Genel</strong> Müdürlüğü kayıtlarına göre;<br />
2002 yılında Emniyete getirilen, 95 bin 732 çocuğun<br />
%35’nin; sigara, alkol, çözücü, yapıştırıcı,<br />
uyuşturucu <strong>ve</strong> hap kullandığı, bu çocukların büyük<br />
çoğunluğunun suç örgütlerince kullanıldığı, bu sayının<br />
giderek arttığı gösterilmiştir.<br />
Sokakta yaşayan/çalışan çocukları sıklıkla şiddet<br />
(arkadaşları <strong>ve</strong>ya başkaları tarafından uygulanan),<br />
madde bağımlılığı (tiner, bali, esrar, hap,<br />
83
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
alkol, sigara <strong>ve</strong> diğer uyuşturucular), suça karıştırılma<br />
(hırsızlık, adam yaralama <strong>ve</strong> suç örgütlerine<br />
katılmaya zorlanma) cinsel istismar <strong>ve</strong> ticari cinsel<br />
sömürü aracı olarak kullanılma (taciz, tecavüz, fuhuşa<br />
sürüklenme), çeşitli sağlık sorunları (madde<br />
kullanımı <strong>ve</strong> olumsuz yaşam koşullarından kaynaklanan<br />
fiziksel <strong>ve</strong> ruhsal sorunları) beklemektedir.<br />
(http://www.shcek.gov.tr/hizmetler/Sokakta_Yasayan_Calisan_Cocuklar/rapor1.htm/27.04.2007).<br />
Wright, Rubin <strong>ve</strong> Devine evsiz çocuk sendromunu<br />
tanımlamışlardır. Bu sendrom, yoksullukla<br />
ilgili sağlık problemlerini, gecikmiş bağışıklama,<br />
tedavi olamama, akut <strong>ve</strong> kronik hastalıkların tedavi<br />
edilememesi, tanılanmamış hastalıklar, okul<br />
problemleri, davranışsal <strong>ve</strong> psikolojik sorunlar, istismar<br />
<strong>ve</strong> ihmali kapsar. Yoksul çocuklara göre evsiz<br />
çocuklarda bu sendrom, daha yaygındır (Nies,<br />
2001).<br />
Evsiz adölesanlarda cinsel yolla bulaşan hastalıklar,<br />
fiziksel <strong>ve</strong> cinsel istismar, cilt hastalıkları,<br />
anemi, ilaç <strong>ve</strong> alkol bağımlılığı, istenmeyen yaralanmalar,<br />
depresyon, intihar, hamilelik, fuhuş<br />
<strong>ve</strong> eşcinsel ilişkiler daha yaygındır. Hamile evsiz<br />
adölesanlar da ciddi ruh sağlığı problemleri, hamile<br />
olmayan evsiz adölesanlara göre daha fazladır.<br />
Bu nedenle hamilelikleri genellikle kötü bir şekilde<br />
sonuçlanmaktadır (Nies, 2001).<br />
Ögel <strong>ve</strong> Yücel’in çalışmasında sokakta yaşayan<br />
adolesanların dörtte birinin, bedensel bir rahatsızlığı<br />
olduğu bildirilmiştir. Bedensel rahatsızlık<br />
görülme riski kızlarda <strong>ve</strong> sokakta 4 yıl <strong>ve</strong> daha<br />
uzun süredir yaşayanlarda 3 kat civarında daha<br />
yüksektir. Para karşılığı cinsel ilişkide bulunanların<br />
%42.9’u bedensel bir rahatsızlık bildirirken, bulunmayanlarda<br />
bu oran %22.6’dır. Sokakta yaşayan<br />
adölesanların %16.8’i ruhsal bir rahatsızlığı olduğunu<br />
bildirmiştir (Ögel, Yücel, 2005).<br />
84 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Evsizlere Yönelik Toplum Sağlığı Hizmetleri<br />
Evsiz insanlara yönelik yapılan çalışmalar<br />
incelendiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nde, evsiz<br />
erkek, kadın <strong>ve</strong> çocuklar için barınak olanakları<br />
sağlamaya <strong>ve</strong> yiyecek vb. ihtiyaçlarını karşılamaya<br />
yönelik programlar yürütüldüğü görülmektedir.<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitelerin hemşirelik okulları pek çok eyalette<br />
sağlık bakım klinikleri açarak evsiz insanlara yönelik<br />
çeşitli sağlık programları yapmaktadır. Kiliselerin<br />
evsizlere yönelik çeşitli yardım programları<br />
bulunmaktadır.<br />
Ayrıca Amerika Birleşik Devletlerinde, evsizlerin<br />
fiziksel, psikiyatrik <strong>ve</strong> sosyal ihtiyaçlarını karşılamak<br />
üzere, devlet tarafından finanse edilen programlar<br />
(Health Care For The Homeless (HCH)<br />
Program), başarılı bir şekilde yürütülmektedir.<br />
HCH sağlık merkezleri, evsiz sığınakları, aşevleri,<br />
mobil sağlık hizmetleri <strong>ve</strong> cadde ilk adım istasyonlarında<br />
evsizlere hizmet <strong>ve</strong>rmektedir. (Smith,<br />
2000, www.nationalhomeless.org/health/hchprogram.html/<br />
1.01.2009).<br />
Ülkemizde evsiz kadın <strong>ve</strong> çocukları korumaya<br />
yönelik bazı çalışmalar olmakla birlikte evsizlerin<br />
büyük bölümünü oluşturan erkekler için hizmetler<br />
oldukça sınırlıdır. Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme<br />
Kurumu’na bağlı Çocuk <strong>ve</strong> Gençlik Merkezleri<br />
evsiz çocukların rehabilitasyonunu sağlayarak<br />
aile yanına dönmelerini destekleyici çalışmalar yürütmektedir.<br />
Evsiz kadınlar için Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong><br />
Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı dokuz kadın sığınma<br />
evi vardır (www.istanbul.gov.tr/ 8.06.2007).<br />
Beyoğlu Kaymakamlığına bağlı Beyoğlu Kaymakamlığı<br />
Evsizler Evi İstanbul’da evsiz insanlara hizmet<br />
<strong>ve</strong>rmektedir (www.beyoglu.gov.tr/ 8.06.2007).<br />
Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze<br />
Müdürlüğü’nün “Yenikapı Evsizler Hanı” Projesi<br />
kapsamında çalışmaları devam etmektedir. İstanbul<br />
Afet Koordinasyon Merkezi(AKOM), soğuk
hava şartlarında evsizlerin dışarıda kalmalarını <strong>ve</strong><br />
donarak ölmelerini önlemek için geçici olarak spor<br />
salonu vb. yerlerde barınmalarını sağlamakta <strong>ve</strong><br />
bu dönem içinde ihtiyaçlarını karşılamaktadır.<br />
Evsizlik çok boyutlu toplumsal bir sorundur <strong>ve</strong><br />
neden olan faktörlerle birlikte, beraberinde gelişen<br />
sorunların çözülebilmesi için sektörler arası<br />
işbirliğini zorunlu kılar. Bu nedenle sağlık sektörü<br />
yanında özellikle yerel yönetimler <strong>ve</strong> sivil toplum<br />
kuruluşlarının birlikte çalışmasını gerektirir. Kompleks<br />
sorunlar sonucu oluşması <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya evsizlik<br />
sonucunda gelişen sorunların büyüklüğü geniş<br />
kapsamlı sağlık programlarını <strong>ve</strong> ekip yaklaşımını<br />
gerektirmektedir.<br />
Ülkemizde evsizlik sorununa kalıcı bir çözüm<br />
için yerel yönetimlerin, Sağlık Bakanlığı, SHÇEK,<br />
Milli Eğitim Bakanlığı, Emniyet Amirliğinin işbirliği<br />
içinde çalışması <strong>ve</strong> bütün kurumların hizmetlerini<br />
koordine eden bir merkezin olması gerekmektedir.<br />
Yerel yönetimler kendi bölgelerindeki evsizleri<br />
belirlemeli <strong>ve</strong> evsizlerin sağlık <strong>ve</strong> barınma gibi ihtiyaçlarının<br />
karşılanması için barınma evleri oluşturmalıdır.<br />
Bu barınma evlerinde evsizlerin hijyen,<br />
beslenme, sağlık, sosyal, psikolojik <strong>ve</strong> barınma<br />
ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli personel<br />
çalışmalıdır. Bu barınma evleri sadece kış döneminde<br />
değil, bütün yıl hizmet <strong>ve</strong>ren sürekli kurumlar<br />
olmalıdır. Evsizliği özendirmemek için kurumda<br />
kalan evsizlerin kendi başına hayatını sürdürecek<br />
duruma getirilmesi <strong>ve</strong> kuruma ihtiyacı kalmaması<br />
için rehabilitasyon hizmetleri yürütülmelidir. Sağlık<br />
problemi olanlar <strong>ve</strong> madde kullanan evsizler hastane<br />
<strong>ve</strong> gerekli rehabilitasyon merkezlerine gönderilmelidir.<br />
Rehabilitasyonu tamamlanan evsizler<br />
tekrar sokağa bırakılmamalı <strong>ve</strong> kendi başına hayatını<br />
sürdürecek duruma geldikten sonra iş bulma<br />
konusunda destek <strong>ve</strong>rilmeli, isteyenler memleketlerine<br />
gönderilmeli ya da bireylerin özelliklerine<br />
göre sürekli bir kuruma yerleştirilmelidir. Bütün bu<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
uygulamalarda belediyeler diğer kurumlarla işbirliği<br />
içinde çalışmalıdır. Ayrıca SHÇEK’te ilk adım<br />
istasyonları, gece barınakları <strong>ve</strong> sığınma evlerinin<br />
sayısını <strong>ve</strong> donanımını arttırmalıdır. Sağlık Bakanlığı<br />
toplum ruh sağlığı hizmetlerini yaygınlaştırmalı,<br />
akıl hastalarının tedavi <strong>ve</strong> izlemini yapmalıdır.<br />
Milli Eğitim Bakanlığı <strong>ve</strong> Sağlık Bakanlığı işbirliği<br />
içinde çocuk ruh sağlığını koruma <strong>ve</strong> madde kullanımını<br />
önleme <strong>ve</strong> rehabilitasyonuna yönelik programlar<br />
yürütmelidir. Emniyet Müdürlüğü’ nün tespit<br />
ettiği evsizler, bulunduğu belediyenin barınma<br />
evine teslim edilmelidir. Ayrıca evsizlere hizmet<br />
etmek için kurulan sivil toplum örgütleri de desteklenmelidir<br />
(Ögel, Yücel, 2005, Işıkhan 2002, Işıkhan,2006,<br />
www.caginpolisi.com.tr/18/57-58-59.<br />
htm/25.08.2009).<br />
Evsizlere yönelik sağlık programları zordur,<br />
uzun süre <strong>ve</strong> sabırlı olmayı gerektirir. Sağlık profesyonelleri<br />
evsiz insanların stresle baş etme yeteneklerini<br />
etkileyen çoklu değişkenlerin <strong>ve</strong> kendi<br />
güdü/ilgilerinin farkında olmalıdır. Evsiz insanlara<br />
yönelik programlarda zorluklarla karşılaşıldığında<br />
hayal kırıklığına uğranmamalıdır. Başarı küçük değişikliklerle<br />
ölçülür, sorumluluk <strong>ve</strong> ısrarlılık önemlidir.<br />
Evsizler eğer sağlık profesyonellerinin onların<br />
yaşamını onaylamadığını fark ederse programlara<br />
katılmayı bırakacaklardır. Yapılan bir araştırmada<br />
sağlık profesyonellerinin evsiz hastalarla ilgili pozitif<br />
tutumunun bakımın kalitesini arttırmaya önemli<br />
katkısının olduğu bildirilmiştir (Zrinyi, Balogh<br />
2004).<br />
Sağlık profesyonelleri duyarlı olmalı, kişiler ile<br />
gü<strong>ve</strong>nilir ilişkiler kurmalıdır. Gü<strong>ve</strong>n, kabul <strong>ve</strong> doğruluğun<br />
temelidir. Evsizlerle çalışan sağlık profesyonelleri<br />
indirekt iletişim tekniklerini de iyi kullanmalıdır.<br />
Çünkü evsiz insanlarla direkt iletişim<br />
kurulması kolay olmayabilir. Bazı sorulara cevap<br />
<strong>ve</strong>rmeyebilir ya da savunucu cevaplar <strong>ve</strong>rebilirler.<br />
85
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Sağlık profesyonelleri evsizlerin yaşadığı gü<strong>ve</strong>nli<br />
olmayan çevrelerde çalışırken kişisel risklerden<br />
kaçınmak için gerekli önlemleri almalıdır<br />
(Smith,2000).<br />
Sağlığı Koruma Düzeyleri Doğrultusunda<br />
Toplum Sağlığı Hemşiresinin Sorumlulukları<br />
Sağlık ekibi içinde birey, aile <strong>ve</strong> grupların sağlığının<br />
geliştirilmesi, sürdürülmesi <strong>ve</strong> hastalıkların<br />
önlenmesi amacıyla toplumun çeşitli alanlarında<br />
hizmet <strong>ve</strong>ren toplum sağlığı hemşirelerine önemli<br />
roller düşmektedir. Toplum sağlığı hemşirelerinin<br />
temel sorumluluk alanı bir bütün olarak toplum<br />
olmakla birlikte riskli gruplarla çalışma önemli bir<br />
bölümünü oluşturmaktadır. Toplum sağlığı hemşireleri<br />
birçok farklı alanda evsizlerle karşılaşmaktadırlar.<br />
Toplum sağlığı hemşireleri evsiz bireylerin<br />
sağlık tanılaması, risk değerlendirme, sağlık eğitimi,<br />
hastalıkların tedavisi <strong>ve</strong> acil durumlara müdahale<br />
için gerekli bilgi birikimine sahiptir. Amerika<br />
Birleşik Devletleri’nde toplum sağlığı hemşireleri,<br />
evsizlerle okullarda, cezaevlerinde, hastanelerin<br />
acil birimlerinde, sağlık merkezlerinde <strong>ve</strong> evsiz<br />
barınaklarında çalışmaktadırlar. Hemşirelik<br />
süreci(tanılama, planlama, uygulama, değerlendirme)<br />
doğrultusunda evsizlerin sağlık bakım gereksinimlerinin<br />
tanılamakta <strong>ve</strong> bireylere özgü gerekli<br />
bakımı <strong>ve</strong>rmektedirler (Nies, 2001). Ülkemizde de<br />
toplum sağlığı hemşireleri, evsizlerin hizmet <strong>ve</strong>ren<br />
kurumlarda, barınma evlerinde, ilk adım istasyonlarında,<br />
rehabilitasyon merkezlerinde görev alabilirler.<br />
Toplum sağlığı hemşiresinin sağlığı koruma<br />
düzeyleri doğrultusunda sorumlulukları aşağıda<br />
açıklanmıştır.<br />
Primer Koruma<br />
Toplum Sağlık Hemşirelerinin primer koruma<br />
kapsamındaki iki önemli sorumluluğu evsiz insanlar<br />
<strong>ve</strong> evsizlik için risk altında bulunanların savunuculuğunu<br />
<strong>ve</strong> sözcülüğünü yapmaktır. Beslenme,<br />
86 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
madde kullanımı, cinsel sağlık <strong>ve</strong> gebelik gibi konularda<br />
sağlık eğitimleri yapmak; yeterli barınak,<br />
sosyal <strong>ve</strong> ekonomik destek sağlanması için sektörler<br />
arası işbirliği yapmak diğer önemli sorumlulukları<br />
arasında sayılabilir(Tablo1).<br />
Sekonder Koruma<br />
Sekonder koruma girişimleri, sağlık taraması,<br />
vaka bulma <strong>ve</strong> sevk etme programlarını kapsar.<br />
Evsizliğin ilk düzeyinde(epizodik evsizler) çocuklar<br />
için tarama, hamileler için prenatal programlar,<br />
kronik <strong>ve</strong> önlenebilir hastalıklar için tarama programları<br />
hazırlanmalıdır.<br />
Evsiz insanların sağlık bakımına ulaşmaları<br />
zordur. Tüberküloz barınaklarda yaşayan evsizler<br />
için önemli bir sorundur. Evsizliğin ikinci<br />
düzeyinde(geçici evsizler) toplum sağlığı hemşireleri<br />
evsizlerin erken tanı <strong>ve</strong> uygun tedavi almaları<br />
için danışmanlık <strong>ve</strong> rehberlik yapmalıdır.<br />
Üçüncü düzeyde (kronik evsizler) hemşire<br />
evsizlerin sosyal programlara <strong>ve</strong> mobil tedavi<br />
programlarına ulaşımı için çaba göstermelidir.<br />
Evsiz kadın <strong>ve</strong> erkeklerin şiddetten korunması,<br />
yiyecek <strong>ve</strong> temel ihtiyaçların karşılanması kadar<br />
önemlidir(Tablo1).<br />
Tersiyer Koruma<br />
Evsizliğin ilk düzeyinde(epizodik evsizler) tersiyer<br />
koruma girişimleri, etkili baş etme tekniklerinin<br />
kullanımı için kişilere yardımcı olmayı içerir.<br />
Ruh sağlığı <strong>ve</strong> madde kullanımı tedavi programları<br />
önemli girişimlerdir. AIDS’ li kişilere tedavi programına<br />
uyumda yardımcı olmak hem hastalıkla hem<br />
de evsizlikle mücadele etmede önemlidir.<br />
Evsizliğin ikinci düzeyinde (geçici evsizler) girişimler,<br />
detoksifikasyon programlarını, okuma<br />
yazma, iş eğitim programları mental hastalıkların<br />
tedavi <strong>ve</strong> kronik hastalıkların yönetimini içerir.
Evsizliğin üçüncü düzeyinde (kronik evsizler)<br />
tersiyer koruma; tıbbi olmayan detoksifikasyon<br />
programlarını <strong>ve</strong> ruh sağlıklarını kazanmak için kişilere<br />
yardım etmeyi kapsar. Evsiz insanlar zamanla<br />
<strong>ve</strong> yaşla birlikte çok sayıda <strong>ve</strong> çeşitlilikte problem<br />
yaşarlar. Toplum sağlığı hemşireleri evsizlerde<br />
gelişebilecek tüberküloz, diyabet, hipertansiyon,<br />
madde kullanımı <strong>ve</strong> mental hastalıklarını takip etmelidir.<br />
Fiziksel ihmal, madde kullanımı, kötü hijyen,<br />
sosyal izolasyon <strong>ve</strong> psikolojik sorunların uzun<br />
sürmesi rehabilitasyon programlarının uzunluğunu<br />
belirler. Toplum sağlığı hemşireleri evsiz insanlara<br />
en yüksek seviyede fonksiyonlarını sürdürme <strong>ve</strong><br />
yeteneklerini geliştirmede yardımcı olmalıdır (Tablo1)<br />
(Smith 2000, Anderson 2000).<br />
Sonuç<br />
Evsizlik çok boyutlu toplumsal bir sorundur.<br />
Yoksulluk, aile içi sorunlar, şiddet, ciddi hastalık<br />
<strong>ve</strong> sakatlıklar, ruhsal hastalıklar, işsizlik, madde<br />
bağımlılığı <strong>ve</strong> sosyal yardım fonlarının yokluğu<br />
insanların evsiz kalmasına neden olan başlıca<br />
faktörlerdir. Evsiz insanlar temel gereksinimlerini<br />
karşılamak için zorlanırken bir de çeşitli sağlık<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
sorunları ile karşı karşıyadır. Pnömoni, tüberküloz,<br />
AİDS gibi enfeksiyon hastalıkları, kronik kalp-akciğer<br />
hastalıkları genel nüfusa oranla daha sık görülmesine<br />
rağmen evsizler yeterli sağlık bakımından<br />
yararlanamamaktadır.<br />
Evsizliğin bu çok boyutlu sorunlarına yönelik<br />
çözüm önerileri üretmek için öncelikle, ülkemizdeki<br />
evsizlerin sayısı <strong>ve</strong> evsizliğe neden olan faktörler<br />
belirlenmelidir. Evsizliği önlemeye yönelik girişimler<br />
kapsamında evsizlerin sağlık <strong>ve</strong> sosyal açıdan<br />
temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik barınma<br />
<strong>ve</strong> beslenme olanakları sağlanmalıdır. Sağlık<br />
sistemi içinde ise, toplum sağlığı hizmetlerinin<br />
yaygınlaştırılması <strong>ve</strong> ulaşılabilirliğinin arttırılması,<br />
oluşabilecek daha ciddi sorunlara erken müdahale<br />
olanağı sağlayacaktır. Tarama programları, sağlık<br />
eğitimi <strong>ve</strong> madde kullanımını bırakmaya yönelik<br />
toplum sağlığını geliştirici <strong>ve</strong> erken tanı olanakları<br />
sağlayan programlar sorunun çözümünde anahtar<br />
girişimlerdir. Evsizler için düzenlenecek bu tür<br />
toplum sağlığı programları ile evsizlerin sağlık düzeylerinde<br />
yükselme sağlanacaktır. Toplum sağlığı<br />
hemşireleri evsizlere yönelik çalışmalarda sağlık<br />
ekibi içinde önemli rollere sahiptir.<br />
87
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Tablo 1. Sağlığı Koruma Düzeyleri Doğrultusunda Toplum Sağlığı Hemşiresinin Girişimleri<br />
Evsizliğin<br />
Düzeyleri<br />
1.Düzey<br />
Epizodik<br />
Evsizler<br />
2. Düzey<br />
Geçici<br />
Evsizler<br />
3. Düzey<br />
Kronik<br />
Evsizler<br />
88 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Koruma Düzeyleri<br />
Primer Koruma Sekonder Koruma Tersiyer Koruma<br />
• Fiziksel sağlığın geliştirilmesi<br />
• Yeterli barınağın sağlanması<br />
• Sağlık eğitimi (İlaç <strong>ve</strong> alkol<br />
kullanımı, iyi beslenme,<br />
cinsel sağlık,hamilelik <strong>ve</strong><br />
beslenme)<br />
• Savunuculuk<br />
• Yoksullara yardımı<br />
destekleyen yasalar<br />
• Asgari ücretin arttırılması<br />
• Çocukların günlük bakımı<br />
• Sağlık bakımı alabilme<br />
• Etkili baş etme stratejilerinin<br />
öğretilmesi<br />
• Olası şiddet durumlarından<br />
kaçınmanın öğretilmesi<br />
• Savunuculuk<br />
• Sağlık eğitimi<br />
• Kişilerarası ilişkiler eğitimi<br />
• Hizmet sağlayıcılar ile<br />
kişilerarası ilişkilerin<br />
geliştirilmesi<br />
• Yiyecek <strong>ve</strong> enfeksiyon<br />
hastalıklarına maruziyet için<br />
tavsiyeler<br />
• İyi beslenmenin önemi<br />
• Yasal yardım için<br />
yönlendirme<br />
• Savunuculuk<br />
• Sosyal destek programları<br />
• Evsiz ruh hastaları için<br />
yasaların geliştirilmesi<br />
• Evsizlerin bakımı için<br />
yasaların geliştirilmesi<br />
• Sosyal destek programları<br />
aracılığı ile evsizlerin<br />
yerleştirilmesi<br />
• Hizmet alanlarında çoklu<br />
hizmetler<br />
• Sağlık taramaları<br />
• Yönlendirme programları<br />
• Vaka yönetimi<br />
• Tüberküloz, HIV, madde<br />
kullanımı, hemoglobin,<br />
demir, için tarama<br />
• Tanılama hizmetleri<br />
• Akut hastalıkların tedavisinin<br />
sağlanması<br />
• Olası yaşamı tehdit eden<br />
hastalıkların tedavisi<br />
• Kronik hastalıkların<br />
taranması(bacak ülseri,<br />
ilaç kullanımı, travma,<br />
hipertansiyon, kanser)<br />
• Aşılama<br />
• Psikiyatrik durum <strong>ve</strong> tıbbi<br />
tedaviye uyumun izlenmesi<br />
• Enfeksiyon hastalıkları<br />
durumunun izlenmesi<br />
• Barınak <strong>ve</strong> hizmet<br />
merkezlerinin sağlanması<br />
• Vaka yönetimi<br />
• Mobil tedavi programları<br />
• Sağlık durumundaki<br />
değişikliklerin izlenmesi<br />
• Temel besin ihtiyaçlarına<br />
erişimin sağlanması<br />
• Hastalıkların yayılımının<br />
kontrolü<br />
• Tüberküloz <strong>ve</strong> AIDS’ in<br />
tedavisi<br />
• İlaç <strong>ve</strong> alkol tedavi<br />
programları<br />
• Ruh hastalarının tedavisi<br />
• Destek sistemlerinin<br />
güçlendirilmesi<br />
• Önemli ruhsal hastalıklarının<br />
tedavisi<br />
• Önemli hastalık <strong>ve</strong><br />
yaralanmaların tedavisi<br />
• Detoksifikasyon programları<br />
• Kronik hastalıkların yönetimi<br />
• AIDS semptomlarının<br />
yönetimi<br />
• Şiddetten koruma<br />
• Detoksifikasyon<br />
programlarının<br />
geliştirilmesi<br />
• Önemli hastalıkların tedavisi<br />
• Ruh sağlığı programlarında<br />
kişilere yardım<br />
• Bağımsızlığın arttırılması<br />
Kaynak: Smith, C M. Maurer, F A. (2000). Community Health Nursing Theory and Practice(2rd ed.). W B. Saunders<br />
Company.
KAYNAKLAR<br />
Altun, G.(1997). 1995-1997 Yılları Arasında İstanbul’da<br />
Evsiz İnsan Ölümleri. Uzmanlık Tezi.Trakya Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı.<br />
Edirne.<br />
Anderson, E T. Mcfarlane, J. (2000). Community As<br />
Partner: Theory and Practice in Nursing(3rd ed.).<br />
Lippincott. p.357-364.<br />
Büyük, Y. Uzun, I. Eke, M. Cetïn, G. (2008). Homeless<br />
deaths in Istanbul, Turkey. J Forensic Leg Med,<br />
(5):318-321.<br />
Cheung, AM. Hwang, SW. (2004). Risk of death among<br />
homeless women: a cohort study<br />
and review of the literature, CMAJ, 170(8):1243–1247.<br />
Christensen, R C. Hodgkins, C C. Garces, L K. Estlund,<br />
K L et al. (2005). Homeless, Mentally Ill<br />
and Addicted. The Need for Abuse and Trauma<br />
Services, Journal of Health Care for the<br />
Poor and Underser<strong>ve</strong>d. 16(4): 615.<br />
Farrell, M. Howes, S. Taylor, C. Lewis, G. et al. (2003).<br />
Substance misuse and psychistric comorbidity:<br />
An o<strong>ve</strong>rview of the OPCS National Psychiatric<br />
Morbidity Sur<strong>ve</strong>y, International Review<br />
of Psychiatry, 15(1/2):43.<br />
Işıkhan, V.(2002). Kentlerin Gölgesinde Yaşayan Evsizler.<br />
Kardelen Ofset, Ankara.<br />
Işıkhan, V.(2006). Türkiye’de Evsizler Sorunu <strong>ve</strong> Sosyal<br />
Hizmet. Küreselleşen Dünya’ da Sosyal Hizmetlerin<br />
Konumu Hedefleri <strong>ve</strong> Geleceği Sempozyum<br />
Sunum Kitabı. Antalya.<br />
Karamustafalıoğlu, KO. Bakım, B. Gü<strong>ve</strong>li,M. Özçelik,<br />
B. Uzun, UE(2007). İstanbul’daki evsizlerde psikiyatrik<br />
bozukluklar, Düşünen Adam: Psikiyatri <strong>ve</strong><br />
Nörolojik Bilimler Dergisi, 20(2):88-96.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Nies, M A. McEwen, M.(2001). Community Health<br />
Nursing:Promoting The Health of Populations(3rd<br />
ed.). W B. Saunders Company. p.526-542.<br />
Ögel, K. Yücel, H. (2005) Sokakta Yaşayan Ergenler<br />
<strong>ve</strong> Sağlık Durumları. Anadolu Psikiyatri Dergisi,<br />
6:11-18.<br />
Rosenthal, D. Mallett, S. Myers, P. (2006) Why do homeless<br />
young people lea<strong>ve</strong> home, Aust N Z J<br />
Public Health, 30(3):281-285.<br />
Schanzer, B. Dominguez, B. Shrout, P E. Caton, C<br />
L M.(2007) Homelessness, Health Status, and<br />
Health Care Use, American Journal of Public<br />
Health, 97:464.<br />
Smith, C M. Maurer, F A. (2000). Community Health<br />
Nursing Theory and Practice(2rd ed.). W B. Saunders<br />
Company. p.672-692.<br />
Türkcan, S. Türkcan, A.(1996). Psikiyatri <strong>ve</strong> Evsizlik: Bir<br />
Gözden Geçirme Çalışması, Düşünen Adam,<br />
9(4):8-14.<br />
Zrinyi, M. Balogh, Z. (2004). Student nurse attitudes<br />
towards homeless clients: a challenge for education<br />
and practice, Nurs Ethics, 11(4):334–348.<br />
Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının<br />
Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken<br />
Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan<br />
Meclis Araştırması Komisyonu, 9.11.2004 Tarihli<br />
Komisyon Çalışma Tutanakları, Ulaşım tarihi:<br />
27.04.2007.<br />
(www.shcek.gov.tr/hizmetler/Sokakta_Yasayan_Calisan_Cocuklar/rapor1.htm/<br />
).<br />
Beyoğlu Kaymakamlığı Evsizler Evi. Ulaşım tarihi:<br />
08.06.2007.(www.beyoglu.gov.tr).<br />
İstanbul Valiliği Sokakta Yaşayan Ve Çalıştırılan Çocukların<br />
Korunması Projesi. Ulaşım tarihi: 08.06.2007<br />
(www.istanbul.gov.tr/).<br />
89
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Health Care For The Homeless Program. Ulaşım ta-<br />
rihi: 01.01.2009. (www.nationalhomeless.org/<br />
health/hchprogram.html)<br />
Çocuk Şube Müdürlüğünce Ankara Sokaklarındaki<br />
Madde Bağımlısı Çocuklara Kesitsel Bir <strong>Bakış</strong><br />
Ulaşım tarihi: 25.08.2009. (www.caginpolisi.com.<br />
tr/18/57-58-59.htm)<br />
Erkaslan, Ö E.(2009). Evsizlik, Yoksulluk <strong>ve</strong> Yoksunluk.<br />
Mimarlık Dergisi,361. Ulaşım tarihi:25.08.2009.<br />
90 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
(http://old.mo.org.tr/mimarlikdergisi/index.cfm?s<br />
ayfa=mimarlik&DergiSayi=361&RecID=2066)<br />
Evsizler dondurucu soğuklardan etkilenmedi. Ulaşım<br />
tarihi: 08.06.2007 (http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/<br />
Pages/Haber.aspx?NewsID=12349)<br />
İstanbul karla mücadelede büyük başarı sağladı. Ulaşım<br />
tarihi: 25.08.2009.<br />
(www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=<br />
15575/)
Montessori Metodunda Okuma <strong>ve</strong> Yazma<br />
Eğitimi<br />
• Abdullah DURAKOĞLU*<br />
Öz<br />
Montessori sistemi çerçe<strong>ve</strong>sinde okuma <strong>ve</strong> yazma<br />
eğitiminin değerlendirilmesi amacıyla yapılan bu çalışma,<br />
literatür taramaya dayalı nitel bir araştırmadır. Bu<br />
araştırmada Montessori okullarında eğitim gören<br />
çocukların okuma <strong>ve</strong> yazmayı öğrenirken karşılaştıkları<br />
süreçler ayrıntılı olarak aşamalı bir biçimde ele<br />
alınmıştır. Çalışmanın önemli bir bölümünü eğitim<br />
sürecinde kullanılan materyaller oluşturmaktadır.<br />
Başka bir deyişle çalışmada ağırlıklı olarak Montessori<br />
Metodu’nun en önemli unsurlarına yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Aynı<br />
zamanda bu çalışmayla Montessori Metodu’nun ana<br />
hatlarıyla tanıtılması da amaçlanmıştır.<br />
Anahtar Sözcükler: Montessori, Çocuk, Okuma<br />
<strong>ve</strong> Yazma Eğitimi.<br />
________________________<br />
Abstract<br />
Reading and Writing Education in<br />
Montessorian Method<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
This study is a qualitati<strong>ve</strong> research based on<br />
literature review, which aims at evaluating the reading<br />
and writing education within the framework of the<br />
Montessorian system. In this research study, the<br />
process that children encounter while they learn to<br />
read and write in Montessorian schools is examined in<br />
detail in a progressi<strong>ve</strong> manner. Materials used in the<br />
educational process constitute a significant part of this<br />
study. In other words, this study mainly includes the<br />
most important elements of the Montessorian Method.<br />
It also intends to outline the Montessorian Method<br />
with its main features.<br />
Key Words: Montessori, Child, Reading and<br />
Writing Education.<br />
(*) Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Felsefe Grubu Öğretmenliği Bilim Dalı, Doktora Öğrencisi. Rehber Öğretmeni,<br />
Kaman Anadolu Lisesi.<br />
91
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
GİRİŞ<br />
Pedagoji alanındaki geleneksel uygulamalara<br />
karşı çıkan İtalya’nın ilk kadın tıp doktoru Maria<br />
Montessori (1870- 1952), özgün bir metot ortaya<br />
koymuştur. Bu metoda göre yapılan eğitimin en<br />
önemli özelliği çocuk merkezli olmasıdır. Montessori<br />
okulları, bu amaç doğrultusunda çocukların,<br />
yetişkinin yardımı olmadan öğretim araçlarını<br />
kullanmalarına <strong>ve</strong> pratik hayatla ilgili faaliyetlerde<br />
bulunmalarına imkân <strong>ve</strong>rebilecek tarzda tasarlanmıştır.<br />
Bu nedenle Montessori okullarında başta<br />
sandalyeler, masalar <strong>ve</strong> dolaplar olmak üzere tüm<br />
eşyalar çocukların boylarına uygun ebatlardadır.<br />
Bu ortamda yer alan çocuk, yetişkinin yardımı<br />
olmadan eşyaları istediği zaman yerinden alarak<br />
kullanabilir. Bununla çocuğun yaparak <strong>ve</strong> yaşayarak<br />
öğrenmesi amaçlanmaktadır. Montessori ortamında<br />
günlük hayata ilişkin nesnelerle de meşgul<br />
olan çocuklar, pratik hayatla ilgili işleri de yaparak<br />
öğrenirler. Bunlar arasında toz almak, sofra hazırlamak,<br />
bulaşık yıkamak gibi çeşitli ev işleri vardır.<br />
Bu durum Montessori Sistemi’nde yer alan tüm<br />
eğitim alanları için geçerlidir. Montessori okullarında<br />
okuma <strong>ve</strong> yazma eğitimi de çocukların doğrudan<br />
materyallerle öğrenmelerine uygun bir biçimde<br />
yapılmaktadır (Korkmaz, 2006; Topbaş, 2004).<br />
Geleneksel metotlarla yapılan okuma <strong>ve</strong> yazma<br />
eğitiminde çocuklar fişlerden cümleler ezberlemekte,<br />
sayfalar dolusu çizgi, harf <strong>ve</strong> cümle çalışmaları<br />
yapmaktadırlar. Bu çalışmaların her biri<br />
öğretmenlerin kontrolünde yapılmaktadır. (Pollard,<br />
1996). Süreçlerden de anlaşılacağı gibi bu biçimde<br />
<strong>ve</strong>rilen okuma <strong>ve</strong> yazma eğitiminin öğretmen merkezli<br />
olduğu görülmektedir. Böyle bir eğitim modelinde<br />
önemli olan konunun belirli bir zaman dilimi<br />
içerisinde işlenmesidir. Başka bir deyişle eğitim,<br />
öğrencilerin bireysel öğrenme hızlarına göre değil<br />
belirli bir plan doğrultusunda yapılmaktadır. Bu<br />
modelle yapılan eğitimde, öğrenciler öğretmenin<br />
92 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
dediklerini ezberlemek, yapmak <strong>ve</strong> tekrarlamakla<br />
sorumludurlar. Montessori Metodu çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
yapılan eğitimde ise öğrencileri pasif hale getiren<br />
<strong>ve</strong> onlarda yetersizlik duygularının oluşmasına<br />
neden olan hiçbir sürece yer <strong>ve</strong>rilmez (Korkmaz,<br />
2006; Sönmez, 2008).<br />
Amaç<br />
Bu çalışmanın amacı, Montessori Sistemi içinde<br />
yer alan okulöncesi eğitim kurumlarında (Çocuklar<br />
Evi) eğitim gören çocukların okuma <strong>ve</strong> yazmayı<br />
öğrenirlerken karşılaştıkları süreçlerin neler<br />
olduğunu ortaya koymaktır. Bu genel amaç çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
Montessori Metodu’nun ana hatlarıyla<br />
tanıtılması da amaçlanmıştır.<br />
MONTESSORI METODU’NUN TARİHÇESİ<br />
VE UNSURLARI<br />
Montessori Metodu’nun Oluşum Süreci<br />
İtalya’da doğan <strong>ve</strong> ülkesinin ilk kadın tıp doktoru<br />
ünvanını elde eden Maria Montessori, asistan<br />
doktor olarak çalışırken bir yandan da felsefe, eğitim,<br />
antropoloji gibi birbirlerinden farklı alanlarda<br />
araştırma <strong>ve</strong> çalışmalarda bulunmuştur. Yaşamını<br />
özellikle çocukların eğitimine adayan Montessori,<br />
önce zihinsel engelli çocuklarla çalışmıştır. Ona<br />
göre, bu çocukların akılları tamamen kullanılamaz<br />
durumda değildir, yalnızca kullanılamamaktadır.<br />
Bu düşünceyle hareket eden Montessori, zihinsel<br />
engellilerin eğitiminde kullanılacak özel eğitim <strong>ve</strong><br />
gözlem programları hazırlamış <strong>ve</strong> bu programları<br />
iki yıl boyunca uygulayarak kendi metodunu oluşturmuştur.<br />
Uygulamalarında zihinsel engelli çocukların<br />
materyallerle çalışarak başarı gösterdiklerini<br />
<strong>ve</strong> onların da uyarılar bulduklarında tepkiler <strong>ve</strong>rdiklerini<br />
deneyimleyen Montessori, bu metodu gerekli<br />
değişiklik <strong>ve</strong> ila<strong>ve</strong>lerle normal zekâlı çocuklara da<br />
uygulayarak özgün bir eğitim metodunun temellerini<br />
atmıştır (Topbaş, 2004; Wilbrandt, 2009).
Çocuk eğitimi alanında yaptığı çalışmalara<br />
daha fazla zaman ayırmak için üni<strong>ve</strong>rsitedeki kürsüsünden<br />
vazgeçen Montessori, hiç öğretmenlik<br />
eğitimi almamıştır. Bu nedenle küçük çocukların<br />
öğrenmeye nasıl başlayacakları konusunda öğretmenler<br />
gibi sabit düşünceleri yoktu. Başka bir<br />
deyişle Montessori başlangıç noktası olarak çocuğu<br />
ele aldı. Böylece metot, çocuğun doğası üzerine<br />
inşa edildi. Montessori (1975: 133), bu süreci<br />
şu şekilde özetler: Ortada belli bir yöntem yoktu.<br />
Belli olan tek şey çocuğun kendisiydi. Engellerden<br />
arınmış çocuk ruhu, kendi doğasına göre hareket<br />
etmekteydi. Görünen işte buydu.<br />
Çocukları gözlemleyen <strong>ve</strong> metodunu bu gözlemlerin<br />
sonucunda oluşturan Montessori’ye<br />
“Casa dei Bambini” (Çocuklar Evi) kurma önerisi<br />
geldi. Böylece 1907 yılında 3–6 yaş çocukları için<br />
ilk “Çocuklar Evi” açıldı <strong>ve</strong> kısa zamanda büyük<br />
başarıya ulaştı. Montessori’nin Roma’nın kenar<br />
mahallelerinden biri olan San Lorenzo’da açtığı<br />
okul, onun dünyaca tanınmasını <strong>ve</strong> çağdaş eğitim<br />
alanında adı geçen eğitimcilerden biri olmasını<br />
sağlamıştı (Pollard, 1996).<br />
Montessori, açtığı okullarda, ihmal edilmiş, bakımsız<br />
çocukları kısa zamanda mutlu <strong>ve</strong> öğrenmeye<br />
he<strong>ve</strong>sli çocuklar haline getirmişti. O, çocukların<br />
eğitimi için onlara hayatla ilgili pratik alıştırmalar<br />
yaptırmıştı. Çocukların akla gelebilecek her işi<br />
neşe içinde yaptıkları gözlemleniyordu. Zaman<br />
geçtikçe önemli şahıslar da “Çocuklar Evi”ni ziyaret<br />
etmeye başlamışlardı. Ziyaretçilerin duydukları<br />
hayranlık kısa sürede diğer çocuk yuvalarının da<br />
açılışına zemin hazırladı (Schafer, 2006). Bu nedenle<br />
Montessori, San Lorenzo Mahallesi’ndeki bir<br />
apartmanda ikinci “Çocuklar Evi”ni açmaya karar<br />
<strong>ve</strong>rdi. 1908 yılında Milano’da üçüncü ev, 1909 yılında<br />
ise Roma’da dördüncü ev açıldı. Böylelikle<br />
Montessori’nin çalışmaları bir tıp doktorunun eğitim<br />
konusundaki özel çalışmaları olmaktan çık-<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
mış, başlı başına bir akım haline gelmişti (Pollard,<br />
1996).<br />
Montessori’nin uygulamalarını ülkesine yaydığı<br />
bu dönemde, Mussolini liderliğinde Faşist Parti<br />
kuruldu. Daha sonra meclisten olağanüstü yetkiler<br />
alan Mussolini <strong>ve</strong> onun Faşist Partisi 1922- 1943<br />
yılları arasında İtalya’nın kaderine egemen oldu.<br />
Bu dönemde İtalya’daki tüm demokratik kurumları<br />
kapatan Mussolini’nin amacı, devleti Faşist<br />
Parti’de kişileştirmekti (Armaoğlu, 1983). Mussolini<br />
bu amaçla Montessori okullarını da kapattırdı. Bu<br />
dönemden sonra yurt dışına çıkmaya karar <strong>ve</strong>ren<br />
Montessori, metodunu dünyanın birçok ülkesinde<br />
tanıtma olanağı elde etti. Hollanda, İspanya <strong>ve</strong><br />
Hindistan’ın da aralarında bulunduğu çeşitli ülkelere<br />
yaptığı uzun süreli seyahatler sonucunda, Montessori<br />
Metodu, kısa zamanda dünyanın en yaygın<br />
eğitim metodu haline geldi (Pollard, 1996).<br />
Montessori Ortamının Etkin Aktörü: Çocuk<br />
Montessori Metodu, çocukların rahatlıkla hareket<br />
edebilecekleri bir eğitim ortamında uygulanır.<br />
Bu ortam hazırlanırken sadece eşyaların boyutlarına<br />
bakılmaz. Ortamın çocuğun iç dünyasına da<br />
uygun olmasına özen gösterilir. Montessori örneğin,<br />
günlük hayat uygulamaları yapan çocukların<br />
özgü<strong>ve</strong>n duygusu geliştirdiklerinden dolayı huzura<br />
kavuştuklarını düşünür. Bu nedenle ortamda çocukların<br />
günlük hayat uygulamalarını gerçekleştirebilecekleri<br />
materyallere de yer <strong>ve</strong>rilmektedir. Çocuk,<br />
bu ortamda yetişkinin baskısı olmadan özel<br />
olarak tasarlanmış materyalleri kullanarak zihnini<br />
<strong>ve</strong> bedenini geliştirir (Aydın, 2006; Wilbrandt,<br />
2009).<br />
Montessori Metodu’na göre düzenlenen bu eğitim<br />
ortamındaki en önemli amaçlardan biri çocukların<br />
özgürleştirilmesidir. Bağımsızlığın kazanılmadan<br />
özgürlüğün elde edilemeyeceğini söyleyen<br />
Montessori, özgürlüğü temele alan bir eğitim me-<br />
93
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
todunun öncelikle çocuğun doğal gelişimini sınırlayan<br />
bağlardan kurtarma amacına sahip olması<br />
gerektiğini vurgular. O, bunu aktiviteyle gerçekleştirmeye<br />
çalışır. Öyleyse Montessori Metodu’na<br />
göre yapılan eğitimde çocuk eylemsizlik ile değil<br />
aktivite ile disipline edilir. Montessori’nin çocuklar<br />
için öngördüğü özgürlük onların serbestçe hareket<br />
etmesi anlamına gelir. Ona göre, çocuk ancak yetişkinlerden<br />
bağımsız hale gelerek özgürce hareket<br />
edebilir. Öyleyse eğitim her şeyden önce çocuğun<br />
yetişkinlerden bağımsız hale gelmesi amacına yönelik<br />
olmalıdır (Wilbrandt, 2009).<br />
Montessori (1953; 1975) etkin bir pedagojinin<br />
aynı zamanda çocuğun çevreye karşı yoğun bir<br />
ilgi göstermesine el<strong>ve</strong>rişli olması gerektiğini söyler.<br />
Ona göre, çocuğun çevresindeki nesnelere karşı<br />
bir tutkusu vardır. Çocuk, doğal bir eğilimle serbestçe<br />
hareket ederek sesleri işitmek, çevresinde<br />
gördüğü nesnelere dokunmak ister. Çünkü çocuğun<br />
zekâsını geliştirebilmesi için nesnelere ihtiyacı<br />
vardır. Bu anlayışı doğa belirlemiştir. Bu nedenle<br />
çocuğun merkeze alındığı bu ortam ilginç aktivite<br />
biçimleri bakımından zengin olmalıdır.<br />
Montessori’nin çocuk merkezli eğitim anlayışına<br />
sahip olmasında Fransız düşünür Jean Jacques<br />
Rousseau (1712–1778)’nun etkisini görmek<br />
mümkündür. Montessori de Rousseau gibi çocuğa<br />
karşı yapılması gereken en iyi davranışın onu<br />
kendi başına bırakmak olduğunu düşünür. O da,<br />
her çocuğun kendi kendini eğitme gücüne sahip<br />
olduğunu düşünür. Öyleyse yapılacak iş, çocuğa<br />
uygun materyaller <strong>ve</strong>rerek onun hiçbir dış yardıma<br />
gerek kalmaksızın gelişmesini sağlamaktır. Dolayısıyla<br />
Montessori Metodu, Rousseau’nun “özgürlük”<br />
ilkesi üzerine inşa edilmiştir (Aytaç, 2006;<br />
Pignatari, 1967).<br />
94 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Montessori (1975)’ye göre, çocuk çevre içinde<br />
biçimlenmekte olan bir varlıktır. Bu nedenle hareketin<br />
çocuk için önemi büyüktür. Hareketleriyle<br />
eyleme geçen çocuk, çevresindekilerle ilişkiler kurarak<br />
kişisel gelişimini gerçekleştirir. Ancak bunun<br />
farkında olmayan yetişkin çocuğun karşısına çok<br />
sayıda engel çıkarır. Bunların büyük bir bölümü<br />
çocuğu, kendi başına iş yapmaktan <strong>ve</strong> hareket<br />
etmekten alıkoymaya yöneliktir. Çocuklar doğal<br />
eğilimlerle işlerini kendi başlarına yapmak isterlerken<br />
yetişkinler, özellikle çabadan <strong>ve</strong> zamandan<br />
tasarruf etmeye yöneldiklerinden dolayı genellikle<br />
onların işlerini kendi başlarına yapmalarına <strong>ve</strong> bağımsız<br />
hareket etmelerine engel olurlar.<br />
Çocuğu kendi inançlarına göre yönetmek isteyen<br />
yetişkin, onun gelişimini engellemekle kalmaz,<br />
çocuk üzerinde karakter <strong>ve</strong> duygu bozukluklarının<br />
ortaya çıkmasına neden olur. Montessori bu sorunun<br />
ortaya çıkmaması için çocuğa değil yetişkine<br />
müdahale edilmesi gerektiğini söyler. Ona göre,<br />
bazı eğitimciler çocuğun ihtiyaçları <strong>ve</strong> doğası hakkında<br />
önyargılara sahiptirler. Bu eğitimcilere göre<br />
çocuk, her şeyi yetişkinden öğrenen <strong>ve</strong> sürekli müdahale<br />
edilmesi gereken bir varlıktır. Bu anlayışla<br />
hareket eden bazı eğitimciler, çocuğun hareketsiz<br />
bir şekilde oturmasını disiplinin dışavurumu olarak<br />
algılarlar. Montessori ise disiplini, hayat kurallarına<br />
sadık kalma olarak tanımlar. Başka bir deyişle<br />
çocuk, bir çalışmayla meşgul olur <strong>ve</strong> yoğun bir dikkat<br />
gösterirse o çocuk disipline edilmiş demektir.<br />
Montessori’ye göre, çocukların iç ihtiyaçlarını bilen<br />
yetişkin, onlara baskıcı <strong>ve</strong> zorlayıcı davranışlarda<br />
bulunmaz. Bu nedenle önce eğitimciyi, çocukların<br />
doğası <strong>ve</strong> ihtiyaçları hakkında bilgilendirerek önyargılardan<br />
kurtarmak <strong>ve</strong> pasifize etmek gerekir.<br />
Daha sonra da çocuk için engellerden arınmış bir<br />
çevre hazırlanmalıdır. Bu çevre, çocuğun eğilimlerini<br />
ortaya koyabilmesine <strong>ve</strong> zihinsel ihtiyaçlarını<br />
giderebilmesine imkân <strong>ve</strong>recek biçimde hazırlan
malıdır. Ayrıca çevrenin hazırlanması sırasında<br />
materyallerin her birinin çocukların ulaşabilecekleri<br />
raflarda bulunmalarına dikkat edilmelidir. Bu durum<br />
çocuklara hareket etme <strong>ve</strong> seçme özgürlüğü<br />
<strong>ve</strong>rir. Montessori, böyle bir çevrede yaşayan çocuğun<br />
bağımsızlığı yoluyla özgürlüğünü elde edeceğini<br />
<strong>ve</strong> kişiliğini geliştireceğini iddia eder (Savard,<br />
1976; Wilbrandt, 2009).<br />
Özgürlük anlayışı ile biçimlenen eğitim ortamında<br />
çocuk, yapacağı faaliyetleri seçmekte hür<br />
olduğundan emrine <strong>ve</strong>rilmiş nesnelerle doğrudan<br />
temas halindedir. Çocuk, bilgiyi öğretmenden değil<br />
materyallerden alır. Bu nedenle Montessori okullarında<br />
öğretmen ile öğrenci arasında güçlü bir ilişki<br />
yoktur. Öğretmen, çocuğa sadece materyalin nasıl<br />
kullanılacağını göstermekle sorumludur. Öğrenci<br />
sürekli materyallerle meşgul olduğu için ortam<br />
öğretmene göre değil öğrenciye göre hazırlanır.<br />
Öyleyse ortam çocukların, sadece eğitimleri için<br />
değil bir ev ortamındaki gibi yaşayabilecekleri <strong>ve</strong><br />
her türlü ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir mekân<br />
olarak tasarlanmıştır. Böyle bir ortamda çocuk,<br />
öğrenmeye karşı olan eğilimlerini ortaya koymaya<br />
başlar. Montessori’ye göre, çocuklar büyüyüp olgunlaşıncaya<br />
kadar özel bir dönemden geçerler.<br />
“Duyarlılık dönemi” olarak adlandırılan bu evrede,<br />
çocukların zihinleri öteki yaş dönemlerinden daha<br />
farklı bir biçimde öğrenmeye açıktır. Çocuk, sahip<br />
olduğu bu dönem sayesinde kimseye ihtiyaç<br />
duymadan <strong>ve</strong> zorlanmadan öğrenir. Bu nedenle<br />
ortamda bulunan çocuk, kendine hizmet eden<br />
yetişkinden “yalnız başıma yapmama yardım et”<br />
diyerek yardım ister. Bununla yetişkinin müdahalesinin<br />
sınırlandırılarak öğretmenin <strong>ve</strong>rdiği geleneksel<br />
dersler yerine çocuğun gerekli bilgileri kendi<br />
gelişim ihtiyaçlarına göre kendiliğinden kazanması<br />
amaçlanmaktadır. (Pollard, 1990; Savard, 1976).<br />
Montessori (1975), çocuğun sahip olduğu iç duyarlılığın<br />
kendisi için gerekli olanı seçmesine im-<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
kân <strong>ve</strong>rdiğini söyler. Böylelikle çocuk bazı şeylere<br />
duyarlı bazı şeylere kayıtsız kalır. Buna örnek<br />
olarak dilin öğrenimi <strong>ve</strong>rilir. Çeşitli sesler çocuğun<br />
kulağına karmakarışık dolarken çocuk, bu sesler<br />
arasından kendisi için gerekli olan insan seslerine<br />
odaklanır. Montessori’ye göre, duyarlılık dönemindeki<br />
çocuk, kendisi için gerekli olanı tespit edebildiğinden<br />
dolayı öğretmenin bu dönemdeki çocuğa<br />
seçme özgürlüğü tanıması yeterlidir.<br />
Montessori ortamında yer alan çocukların faaliyetleri<br />
sadece öğretim araçlarını kullanmakla sınırlı<br />
değildir. Günlük hayata ilişkin nesnelerle de<br />
meşgul olan çocuklar pratik hayatla ilgili işleri öğrenirler.<br />
Bunlar arasında toz almak, suyun döküldüğü<br />
yeri kurulamak, leke çıkarmak, halıları kaldırıp<br />
rulo yapmak, onları yere sermek gibi ilginç ev<br />
işleri de vardır. Bu alıştırmalar sadece çocuğun öz<br />
bakım becerilerini geliştirmek için değil, daha çok<br />
ellerini kullanma ihtiyaçlarını karşıladığından dolayı<br />
yapılır. Çünkü çocuk işe en iyi zekâsının gereçleri<br />
olan elleriyle yoğunlaşır. İş yaparken kullanılan<br />
el hareketleri insan zekâsıyla yakından ilgilidir. Bu<br />
nedenle ellerini kullanan çocuk zekâsını daha da<br />
geliştirir. Dolayısıyla çocuğun yaptığı sayısız ev işleri<br />
zihinsel gelişimini gerçekleştirmek için önemli<br />
fırsatlar sunar (Montessori, 1970).<br />
Montessori Metodu’nun çocuğu merkeze alması,<br />
öğretmenin rolünü de kökten değiştirmiştir.<br />
Çünkü çocuk bilgiyi öğretmenden değil, deneyimleri<br />
yoluyla ortamdan almaktadır. Montessori öğretmeninin<br />
görevi, geleneksel öğretmeninkinden<br />
farklı olarak sadece çocuğun bilgiyi yaşayarak<br />
keşfetmesine yardımcı olmakla sınırlıdır. Bu bağlamda<br />
Montessori Metodu’na göre yapılan eğitimde<br />
en güçlü ilişki geleneksel metottakilerin aksine<br />
çocuk ile ortam arasında kurulur. Dolayısıyla “kendi<br />
kendine eğitim” ilkesi Montessori Metodu’nun<br />
özünü teşkil etmektedir.<br />
95
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Montessori okullarında çocuk, kendi ilgilerine<br />
göre dilediği kadar çalışmakta <strong>ve</strong> hatasını kendisi<br />
belirlemektedir. Başka bir deyişle, yetişkinin çocuğun<br />
hatasını düzeltmesine gerek kalmamaktadır.<br />
Böylelikle çocuk, sorunları tek başına çözebilme,<br />
kendine gü<strong>ve</strong>n geliştirme, analitik düşünme gibi<br />
yeteneklere sahip olmakta <strong>ve</strong> bireysel çalışmalarını<br />
tekrar etmek suretiyle de öğrenilenlere kalıcılık<br />
sağlamaktadır (Arslan, 2008; Aydın, 2006). Ancak<br />
metodun özünü teşkil eden “kendi kendine eğitim”<br />
ilkesi, uygulamalarda sorunların da ortaya çıkmasına<br />
neden olabilmektedir. Montessori Metodu ile<br />
ilgili uygulama programlarını yürüten Wilbrandt<br />
(2009), eğitimcilerin bireysel çalışmada çocukları<br />
denetleyemeyeceklerinden dolayı kaygılandıklarını,<br />
bu durumunun uygulamaların istenen biçimde<br />
yapılmasını zorlaştırdığını söyler. Ona göre, bu<br />
kaygılar, eğitimcilerin kendilerini belirli bilgileri öğretme<br />
konusunda baskı altında hissetmelerinden<br />
kaynaklanmaktadır. Eğitimcilerin bu kaygılardan<br />
zor da olsa kurtulabileceklerini düşünen Wilbrandt,<br />
deneyimlerine dayanarak bu sorunun çözümü<br />
hakkında bilgiler <strong>ve</strong>rir. Ona göre, eğitimci tek bir<br />
çocukla çalışmadan önce tüm çocukların bir çalışmayla<br />
meşgul olmalarını beklemeli, kendisine<br />
çalışma seçememiş çocuklara ise önerilerde bulunmalıdır.<br />
Eğitimci bu düzeni sağladıktan sonra<br />
bir çocukla çalışmaya başladıysa <strong>ve</strong> çocukların<br />
herhangi birinden bir talep olursa eğitimcinin açık<br />
<strong>ve</strong> dürüst olması da önemlidir. Onun çocuğun anlayabileceği<br />
bir şekilde, daha sonra kendisiyle ilgilenebileceğini<br />
söylemesi gerekir. Ancak daha sonra<br />
mutlaka çocuğa <strong>ve</strong>rdiği sözü yerine getirmelidir.<br />
Böylelikle düzen kurulacak <strong>ve</strong> her çocuk bu düzende<br />
çalışmalarına devam edecektir.<br />
Montessori Materyalleri<br />
“Kendi kendine eğitim” materyallerle mümkündür.<br />
Bu nedenle ortam, Montessori Metodu’nun<br />
en önemli unsurudur. Ancak Montessori’nin eğitim<br />
96 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
materyaline yüklediği anlam alışılmışın dışındadır.<br />
Geleneksel metotlarda eğitim materyalleri sadece<br />
öğretmenin açıklamalarına destek olmak amacıyla<br />
kullanılır. Başka bir deyişle materyali eline alan öğretmen,<br />
onun özelikleri hakkında çocuklara sadece<br />
bilgiler <strong>ve</strong>rir. Dolayısıyla bu materyalleri, çocuklar<br />
istedikleri zaman kullanamazlar. Materyal tamamen<br />
öğretmenin kontrolünde olduğundan çocuklar,<br />
bunlarla özgürce kendi başlarına çalışamazlar.<br />
Bunlar, daha çok öğretmenin kullanmasına uygun<br />
biçimde tasarlanmışlardır. Öğrencilerin aktivitesini<br />
ise sınırlandırırlar. Materyaller sadece anlatılacak<br />
konularla ilgilidir <strong>ve</strong> tesadüfen seçilmiştir. Materyallerin<br />
seçiminde çocuğun psikolojik ihtiyaçlarıyla<br />
ilgili hiçbir ölçüt yoktur. Montessori materyalleri ise<br />
çocuğun bireysel deneyimler kazanabileceği şekilde<br />
tasarlanmıştır. Bu özelliğinden dolayı materyaller,<br />
geleneksel metotlarda kullanılanlardan farklı<br />
olarak çocuğun özgürce kendi başına çalışmasına<br />
izin <strong>ve</strong>rdiği gereçlerdir. (De Bartolomeis, 1973;<br />
Wilbrandt, 2009).<br />
Montessori materyalleri öğretmenin kendi işini<br />
kolaylaştırmak için eline aldığı bir araç değildir.<br />
Öğretmen çocuğa materyalin renk, şekil, boyut gibi<br />
özellikleri hakkında anlatım yoluyla bilgi <strong>ve</strong>rmez.<br />
O, çocuğa sadece materyalin nasıl kullanılacağını<br />
gösterir. Materyali amacına uygun bir biçimde kullanan<br />
çocuk, materyalin özelliklerini kendi kendine<br />
keşfeder. Ayrıca öğretmenin çocuğa, materyali<br />
hatasız kullanmayı öğretme gibi bir amacı yoktur<br />
(Montessori, 1950). Bu materyallerle çalışma yapan<br />
çocuklar yeni beceriler kazanmaktadırlar.<br />
Dolayısıyla Montessori materyalleri çocuğun gelişimine<br />
yardımcı olan gereçlerdir (Topbaş, 2004).<br />
Montessori materyalleriyle ilgili yapılan bazı araştırmalar<br />
da bu gerçeği ortaya koymaktadır.<br />
Öngören (2008), 4–5 yaş grubundaki çocuklara<br />
geometrik şekil kavramları (daire, üçgen, kare,<br />
dikdörtgen) hakkında bilgi <strong>ve</strong>ren iki ayrı eğitim
programını etkililiği bakımından birbirleriyle karşılaştırmıştır.<br />
Bunlardan biri Montessori materyalleri<br />
ile yapılan eğitim programı, diğeri ise Milli Eğitim<br />
Bakanlığı okulöncesi eğitim programıdır. Selçuk<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi Mesleki Eğitim Fakültesi İhsan Doğramacı<br />
Anaokulu’nda eğitim alan 40 öğrenci üzerinde<br />
yapılan araştırma için çocuklar, deney <strong>ve</strong> kontrol<br />
grubu olarak ikiye ayrılmıştır. Deney gurubundaki<br />
20 çocuğa 6 hafta boyunca Montessori materyalleriyle<br />
eğitim <strong>ve</strong>rilirken, kontrol grubundaki 20 çocuk<br />
Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim Müfredatına<br />
uygun olarak eğitim almaya devam etmiştir.<br />
Araştırmanın sonucunda Montessori materyalleriyle<br />
eğitim alan deney gurubundaki çocukların<br />
kazanımlarının, Milli Eğitim Bakanlığı programı ile<br />
eğitim alan kontrol gurubundaki çocuklarınkinden<br />
daha çok olduğu ortaya çıkmıştır.<br />
Montessori materyalleri, doğrudan bireyin<br />
gelişimsel olgunlaşma ihtiyacına karşılık gelir.<br />
Montessori’ye göre, materyallerin seçiminde hiçbir<br />
öğretmen çocuğa rehberlik edemez. Çünkü hiçbir<br />
öğretmen çocuğun olgunlaşma düzeyini <strong>ve</strong> ihtiyacını<br />
çocuğun doğası kadar bilemez (De Bartolomeis,<br />
1973). İçgüdüsel eğilimlerin yönlendirmeleriyle<br />
hareket eden çocuk, kendi gelişim planıyla<br />
uyumlu seçimlerde bulunur. Bu nedenle Montessori<br />
ortamındaki çocuklar, kendine sunulan nesnelerden<br />
hepsini değil, sadece kendi ihtiyaçlarına<br />
uygun olanları alırlar. Montessori okullarındaki dolaplar<br />
da “özgür seçim” ilkesine uygun bir biçimde<br />
çocukların boylarına göre tasarlanmıştır. Çocuk,<br />
materyal seçerken öğretmen sadece gözlem yaparak<br />
onun olgunlaşma düzeyini anlamaya çalışır<br />
(Montessori, 1975).<br />
Montessori öğretmeni sadece materyal ile çocuk<br />
arasında bir bağlantı noktasıdır. O, çocuğa<br />
<strong>ve</strong>rdiği işi açıklamak <strong>ve</strong> kolaylaştırmaktan başka<br />
bir şey yapmaz. Bu nedenle Montessori öğretmeni,<br />
içinde gerekli spor aletlerinin bulunduğu bir sa-<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
lonun antrenörüne benzetilir. Antrenörün aletlerin<br />
sadece ne şekilde ele alınacağını <strong>ve</strong> kullanılacağını<br />
göstermesi gibi Montessori öğretmeni de çocuklarla<br />
iletişim kurarak materyallerin nasıl kullanılacağını<br />
gösterir. Nasıl ki hiçbir öğrenci beden eğitimi<br />
teorileriyle ilgili sözlerle vücudunu geliştiremezse,<br />
öğretmen de anlatımdan yararlanarak çocukların<br />
gelişimine katkıda bulunamaz (Montessori, 1950).<br />
Ortamın temel unsurları olarak nitelendirilen bu<br />
materyallerin en önemli özelliklerinden biri hatanın<br />
kontrolünü içermeleridir. Örneğin, bu ortamda farklı<br />
ebatlarda silindirlerin yerleştirilmesine uygun boşluklara<br />
sahip bir düzlem hatanın kontrolünü içermektedir.<br />
Bu düzlemde silindirlerin tümünü yanlış<br />
yerleştirme olanağı yoktur. Bir silindir dışarıda kaldığında<br />
bile bu durum yapılmış bir hatayı gösterir.<br />
Bu düzlem bir gömlekteki düğme sırası gibidir. Zira<br />
düğmelerden birini iliklemeyi unuttuğumuzda <strong>ve</strong>ya<br />
ilikleme sırasında öncelik sonralık hatası yaptığımızda<br />
sonunda kalan boş bir ilik yapılmış hatayı<br />
gösterir. Hatanın kontrolü, çocuğun dikkatle küçük<br />
farkları ayırt ederek bilinçli hareket etmesine<br />
neden olur. Çocuk artık materyal olmadığında da<br />
hatasını kontrol etme bilinci kazanır (Montessori,<br />
1950). Bu nedenle öğretmen, materyal kullanırken<br />
hata yapan çocuğa, hatanın giderilmesi için önerilerde<br />
bulunmaz. Hatasını gören çocuk, bunu kendisi<br />
düzeltmeye çalışır. Eğer çocuk materyallerden<br />
hatasını göremiyorsa bu çocuğun yeteri kadar gelişemediğini<br />
<strong>ve</strong> tekrar alıştırma yapması gerektiğini<br />
gösterir (Doğru, 2009).<br />
MONTESSORI SİSTEMİNDE<br />
OKUMA- YAZMA EĞİTİMİ<br />
Montessori okullarında doğrudan doğruya zihinsel<br />
süreçlere karşılık gelen eğitimler de “kendi<br />
kendine eğitim” ilkesi çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılmaktadır.<br />
Bunlardan biri de okuma-yazma eğitimidir. Bu eğitim<br />
de doğrudan doğruya materyaller aracılığıyla<br />
yapılmaktadır (Montessori, 1970).<br />
97
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Montessori Sistemi’nde okuma-yazma eğitimi<br />
yazmanın öğrenilmesi <strong>ve</strong> okumanın öğrenilmesi<br />
olarak iki aşamada gerçekleşir. Öncelikle işe<br />
yazı yazmayı öğrenmekle başlanır. Daha sonra<br />
okuma öğrenilir. Ancak bu iki aşama Montessori<br />
Sistemi’nde birbirleriyle kaynaşmıştır. Dolayısıyla<br />
yazı yazmanın öğrenilmesi için kullanılan süreçler<br />
okumak için de bir ön hazırlık niteliği taşır.<br />
Yazma Eğitimi<br />
Geleneksel metotlarda yazı yazmayı öğretmek<br />
için alfabetik işaretler çıkış noktası olarak kabul<br />
edilir <strong>ve</strong> işe harflerin çizgilerinden başlanır. Bu metotta<br />
öncelikle çizgiyi çizenin durumu değil, çizginin<br />
kendisi üzerinde durulur. Bu doğrultuda önce<br />
öğretmen tarafından çizgiler üzerinde açıklamalar<br />
yapılır. Sonra eğik <strong>ve</strong> düz çizgiler çizilir, zamanla<br />
çeşitli harfler çizilmeye başlanır. Oysa Montessori<br />
Metodu özneyi çıkış noktası olarak kabul eder.<br />
Başka bir deyişle bu metotla yapılan eğitimde öznenin<br />
bireysel öğrenme hızına göre hareket edilmektedir<br />
(Montessori, 1970; Wilbrandt, 2009).<br />
Montessori’nin okuma <strong>ve</strong> yazma eğitiminde<br />
kullandığı yöntem ise üç aşamadan oluşur. İlk aşamada,<br />
çocukların yazı yazabilme yeteneği elde<br />
edebilmeleri için çeşitli hazırlık alıştırmaları yapılır.<br />
Bu alıştırmalar için kullanılan materyaller metal<br />
çerçe<strong>ve</strong>ler ile zımpara kâğıdından yapılmış harflerdir.<br />
İkinci aşamada, çocukların harfleri seslerine<br />
göre tanımaları <strong>ve</strong> bulmaları için taşınabilir harflerden<br />
yararlanılır. Bu aşamada çocuklar, yazılarını<br />
mükemmelleştirirler. Üçüncü aşamada ise çocukların<br />
okumayı öğrenmeleri için okuma kartlarıyla<br />
alıştırmalar yapılır (Korkmaz, 2006).<br />
Montessori okullarında çocuğun, yazı yazmayı<br />
öğrenmesi için öncelikle yazı yazmada kullanacağı<br />
tüm hareketleri yapabilme yeteneği elde etmesi<br />
amaçlanır. Bu hareketler, çocuğa harf <strong>ve</strong>ya çizgi<br />
çizdirilerek öğretilmez. Çocuk, yazı yazabilme ye-<br />
98 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
teneği dolaylı bir hazırlık sürecinin sonunda elde<br />
eder. Dolayısıyla Montessori Metodu ile <strong>ve</strong>rilen<br />
eğitimde çocuklar, tek bir harf bile çizmeden yazı<br />
yazmayı öğrenirler (Montessori, 1970).<br />
Yazı yazmayı öğrenmek için yazı yazma gerecini<br />
(kalem, tebeşir vb.) parmaklar arasında tutabilme<br />
<strong>ve</strong> onu, yazı yazılacak düzleme doğru yönlendirme<br />
hareketlerini öğrenmek gerekir. Ancak<br />
bu hareketlerin her şeyden önce yazma gerecinin<br />
kontrolünü sağlayacak bir biçimde yapılmasına<br />
özen gösterilmelidir. Yazı yazma gereci, parmaklar<br />
arasında ne çok sıkı ne de çok gevşek tutulmalıdır.<br />
Ayrıca yazı yazma gerecini, yazı yazılacak<br />
düzleme düzgün bir şekilde yöneltmek için kaba<br />
bir biçimde hareket etmemek, aksine onun hafifçe<br />
düzleme değdirilmesini sağlamak gerekir (Montessori,<br />
1950). Bu şekilde yazı yazılması, ellerin kontrol<br />
edilebildiğini <strong>ve</strong> yazma gerecinin kullanımı için<br />
gerekli yeterliliğin sağlandığını gösterir. Yazı yazmak<br />
için tüm harfleri tanımak yeterli değildir. Yazı<br />
yazmakta kullanılan elin deneyimleri de önemlidir.<br />
Başlangıçta çocuk, eliyle yazma gerecini tam olarak<br />
kontrol edemediği için çizgiler düzensiz olur<br />
<strong>ve</strong> çoğu zaman doldurulması gereken boşlukların<br />
dışına taşar. Ancak yazma gerecinin kontrol edilmesiyle<br />
birlikte çizgiler düzelir <strong>ve</strong> istenilen biçimler<br />
elde edilir. Montessori okullarında çocuklar, yazı<br />
yazabilmek için sahip olmaları gereken yeteneklerin<br />
büyük bir bölümünü daha önce <strong>ve</strong>rilen duyuların<br />
eğitimi sayesinde elde ederler (Topbaş, 2004).<br />
Duyuların eğitimi çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılan alıştırmalarda<br />
çocuklara; düz <strong>ve</strong>ya pürtüklü yüzeylere<br />
hafifçe dokunabilme, katı cisimleri yuvalarına koyabilme<br />
<strong>ve</strong> çıkarabilme, geometrik cisimleri iki parmağıyla<br />
tutabilme becerileri kazandırılır. Böylece<br />
eller, yazı yazmada kullanacağı hareketlerin önemli<br />
bir bölümünü yapabilecek kadar yüksek bir olgunluk<br />
seviyesine ulaşır (Montessori, 1970). Ancak bu<br />
türden alıştırmalar, çocukların düzgün bir biçimde
kalem tutmaları için tek başına yeterli değildir. Bu<br />
nedenle farklı materyallerden de yararlanılır.<br />
Metal Çerçe<strong>ve</strong>ler<br />
Çocuklara kalem tutma becerisi kazandırmak<br />
için metal çerçe<strong>ve</strong>lerden yararlanılır. Bir düzlem<br />
üzerinde bulunan <strong>ve</strong> kolaylıkla çıkarılabilen metal<br />
çerçe<strong>ve</strong>lerden her biri farklı bir geometrik biçime<br />
sahiptir. Bunlardan bazıları üçgen, altıgen gibi düz<br />
çizgilerden oluşurken bazıları daire, elips gibi eğik<br />
çizgilerden oluşmaktadır (Montessori, 1970). Bunlarla<br />
alıştırma yapan çocuk, yazı yazmada kullanacağı<br />
el hareketlerini öğrenir. Metal çerçe<strong>ve</strong>lerle<br />
yapılan alıştırmalar, çocuğun düzgün bir biçimde<br />
yazı yazması için yeterli değildir. Çünkü bu aşamadaki<br />
çocuğun, henüz harflerin biçimleri hakkında<br />
bilgisi yoktur. Ancak bu materyaller, çocuğun kalem<br />
tutma becerisini geliştirmesine yardımcı olurlar<br />
(Lillard, 2008).<br />
Alıştırma için çocuğa beyaz bir kâğıt <strong>ve</strong> renkli<br />
kalem <strong>ve</strong>rilir. Metal çerçe<strong>ve</strong>lerden birini kâğıdın<br />
üstüne koyan çocuk, onun dış kenarlarını renkli<br />
kalemle takip ederek çizer. Çerçe<strong>ve</strong> kâğıdın üstünden<br />
kaldırıldığında da geometrik figür ortaya çıkar.<br />
Metal çerçe<strong>ve</strong>nin dış kenarlarını çizen çocuk, bir<br />
başka renkteki kalemi eline alır <strong>ve</strong> aynı işlemi yapar.<br />
Çizim iyi yapılmışsa metal çerçe<strong>ve</strong> kaldırıldığında<br />
kâğıdın üstünde iki farklı renkte çizilmiş geometrik<br />
figür görülür (Montessori, 1970). Çocuğun,<br />
çift çizgiyle geometrik figürün dış kenarları çizebilmesi,<br />
onun kalem tutma <strong>ve</strong> kullanma da yararlanacağı<br />
hareketleri öğrendiği anlamına gelir.<br />
Çocuklar, bu aşamadan sonra yazı yazmak<br />
için kullanacağı hazırlayıcı hareketleri öğrenirler.<br />
Bunun için çocuklar, çizdikleri figürlerin içlerini yukardan<br />
aşağıya çizdikleri dik çizgilerle doldururlar.<br />
Başlangıçta çocuklar genellikle figürlerin içlerini<br />
kenarlarına bakmadan, büyük çizgilerle kabaca<br />
doldururlar. Ancak yavaş yavaş çizimler düzelir<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
(Montessori, 1970). Böylece şekillerin içlerini, dış<br />
hatlarını geçmeden doldurmayı da öğrenirler. Çocuklar,<br />
bu alıştırmalar sayesinde birçok el hareketi<br />
yapmış olurlar. Bu şekilde çok sayıda alıştırma yapan<br />
çocuklar yazı yazmak için gerekli olan kassal<br />
koordinasyonunu sağlarlar (Korkmaz, 2006).<br />
Metal çerçe<strong>ve</strong>lerin kenarlarını takip ederek<br />
başlayan çizimler, çocukların albümlerdeki çeşitli<br />
hazır figürlerin içlerini doldurmaya başlamalarıyla<br />
daha da mükemmelleşir. İçinde hayvan, bitki gibi<br />
çeşitli figürlerin bulunduğu albüm, sayfaları birer<br />
birer dışarı çıkartılabilecek şekilde tasarlanmıştır.<br />
Böylelikle çocuklar rahatça çalışma imkânı bulurlar<br />
(Montessori, 1970).<br />
Zımpara Kâğıdından Yapılmış Harfler<br />
Metal çerçe<strong>ve</strong>lerle çizim yapabilme yeteneğini<br />
elde eden çocuklar, bu aşamadan sonra harfleri<br />
öğrenmeye başlarlar. Bu sürecin sonunda çocuklar,<br />
harfleri çizebilme yeteneği elde edeceklerdir.<br />
Montessori okullarında harfleri öğretmek için zımpara<br />
kâğıtlarından yararlanılır. Çocuklar, bunların<br />
her birine yazıldıkları yönde <strong>ve</strong> yazı yazmada kullandıkları<br />
parmaklarıyla dokunurlar. Ayrıca kalem<br />
gibi tutulacak bir çubukla da harflerin üzerinde çalışırlar.<br />
Böylelikle elin <strong>ve</strong> kolun hareketleri çocuğun<br />
belleğine işlenir. Bunun sonucunda çocuklar, her<br />
bir harfin biçimi hakkında bilgi sahibi olurlar. Çocuklar,<br />
harfleri aynı zamanda gözleriyle de takip<br />
ederler. Bu şekilde harf, belleğe hem görsel hem<br />
de dokunma yoluyla olmak üzere iki yönlü işlenmektedir.<br />
(Pollard, 1996; Wilbrandt, 2009) .<br />
Zımpara kâğıtlarıyla yapılan alıştırmada çocuk<br />
harfe dokunurken, öğretmen o harfin sahip olduğu<br />
sesi telaffuz eder. Örneğin çocuk, zımpara kâğıdından<br />
yapılmış iki ünlü harf olan “i” <strong>ve</strong> “o”ya dokunduğunda,<br />
öğretmen sırayla bunların seslerini<br />
telaffuz eder. Sonra öğretmen, çocuğa, “bana ‘i’yi<br />
<strong>ve</strong> ‘o’yu <strong>ve</strong>r” der. Daha sonra çocuğa harfler gös-<br />
99
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
terilerek “bunlar nedir?” diye sorulur. Diğer harfler<br />
için de aynı biçimde alıştırmalar yapılır. Böylelikle<br />
çocuk, harfleri çizmek için gerekli hareketleri organize<br />
eder. Bu süreç sadece yazmak için değil okumak<br />
için de bir ön hazırlık niteliği taşır. Harflere<br />
dokunan çocuk, aynı zamanda onların görünüşlerini<br />
de incelemiş olur (Montessori, 1970).<br />
Almanya’nın Münih şehrinin Çocuk Merkezi<br />
Yöneticisi Prof. Dr. Hellbrügge zımpara kâğıtlarıyla<br />
yapılan çalışmaların kalıcı öğrenmeye neden<br />
olduğunu söyler. Ona göre, bu çalışmalarda harfin<br />
biçimi öyle belleğe yerleşmektedir ki, tıpkı bisiklet<br />
sürmeyi öğrenmek gibi artık unutulmamaktadır.<br />
Zımpara kâğıtlarıyla yapılan çalışmanın ardından<br />
bir sonraki adımın zor olmayacağını düşünen<br />
Hellbrügge, bu aşamadan sonra okumaya<br />
kendiliğinden geçildiğini söyler (Wilbrandt, 2009).<br />
Ayrıca Beken (2009) tarafından yapılan araştırmada<br />
yazı yazma eğitiminde kullanılan zımpara<br />
kâğıdından yapılmış harf <strong>ve</strong> metal çerçe<strong>ve</strong>lerin,<br />
küp, silindir, sayı çubuğu vb. diğer materyallerle<br />
birlikte kullanıldığında el becerilerinin gelişmesine<br />
de katkı sağladığı ortaya çıkmıştır. Bu araştırmanın<br />
çalışma grubunu, Adnan Menderes Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
Eğitim Fakültesi’ne bağlı uygulama anaokulu ile Milli<br />
Eğitim Bakanlığı’na bağlı anaokuluna devam eden<br />
32 çocuk oluşturmuştur. Deney <strong>ve</strong> kontrol grubu<br />
belirlendikten sonra deney grubundaki çocuklara,<br />
12 hafta boyunca toplam 48 etkinlikten oluşan<br />
Montessori eğitim programı uygulanmıştır. Kontrol<br />
grubundaki günlük eğitim öğretim etkililiklerine<br />
ise herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır.<br />
Araştırmanın sonucunda Montessori eğitimi<br />
alan deney grubundaki çocukların el becerileri<br />
kazanımlarının, Milli Eğitim Bakanlığı Okulöncesi<br />
Eğitim Programı ile eğitim alan kontrol grubu<br />
çocuklarının el becerileri kazanımlarından daha<br />
çok olduğu ortaya çıkmıştır.<br />
100 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Taşınabilir Harfler<br />
Yazmanın öğrenilmesi için Montessori okullarında<br />
kullanılan diğer bir materyal de taşınabilir<br />
harflerdir. İki adet taşınabilir harf seti bulunur.<br />
Bunlardan birinde büyük boyutlarda, diğerinde ise<br />
küçük boyutlarda harfler bulunmaktadır. Ünlü harfler<br />
<strong>ve</strong> ünsüz harfler farklı renklerde tasarlanmıştır.<br />
Çocuk, harflerin bir bölümünü öğrense bile bu<br />
harfleri yan yana koyarak kelime oluşturmaya başlayabilir.<br />
(Montessori, 1970). Çocuğun hareketli<br />
harflerle sesleri birleştirerek sözcük oluşturmasını<br />
sağlayan bu sette ünlü harfler mavi, ünsüz harfler<br />
de pembe renklerdedir. Bu harflerle çalışan çocuk,<br />
kelimelerin seslerden oluştuğunun farkına vararak<br />
analiz, bir kelimedeki seslerden farklı kelimeler<br />
oluşturarak sentez yapar (Wilbrandt, 2009).<br />
Montessori (1970)’ ye göre, okunduğu gibi yazılan<br />
İtalyanca’da yazmayı öğretmek için bir kelimeyi<br />
oluşturan sesleri ayrı ayrı telaffuz etmek yeterlidir.<br />
Montessori, buna örnek olarak “el” anlamına gelen<br />
“mano” kelimesini <strong>ve</strong>rir. Bu kelimeyi oluşturmaya<br />
çalışan çocuk, -m, -a, -n, –o seslerinden yola çıkar.<br />
O, daha sonra bu seslere sahip olan harfleri setten<br />
bularak yan yana koyar. Böylece çocuk, kelimeleri<br />
uygun bir biçimde önce seslere bölmeyi, sonra da<br />
harflere dönüştürmeyi başarır. Bu şekilde alıştırmalar<br />
yapan çocuk, bütünden parçaya giderek de<br />
alıştırma yapabilme yeteneği kazanır.<br />
Montessori (1970) taşınabilir harflerle alıştırma<br />
yapan çocukların hiç yazı yazmadıkları halde kelimeleri<br />
tam olarak yazabilme yeteneği kazandıklarını<br />
söyler. Hatta bu olay, beklenmedik bir anda<br />
meydana gelir. Öyle ki, kâğıt üzerine bir harf bile<br />
çizmeyen çocuklar ardı ardına sayısız kelimeler<br />
yazarlar. Montessori, çocukların bu başarılarını<br />
“yazı patlaması” olarak adlandırır.
Okuma Eğitimi<br />
Montessori Metodu’na göre, materyalleri amacına<br />
uygun bir şekilde kullanabilen çocuk bir üst<br />
aşamaya geçebilmektedir. Bu anlayış çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
ancak yazı yazabilme yeteneği kazandırmayı<br />
amaçlayan materyalleri başarıyla kullanabilen çocuk,<br />
okumayı öğrenmeye başlayabilir. Dolayısıyla<br />
metal çerçe<strong>ve</strong>leri <strong>ve</strong> zımpara kâğıdından yapılmış<br />
harfleri kullanabilen çocuk, bu noktadan itibaren<br />
okuma eğitimine başlayabilir.<br />
Okuma Kartları<br />
Montessori (1970)’ye göre, okumayı öğrenmenin<br />
başlangıç dönemi harfleri görmek <strong>ve</strong> tanımaktır.<br />
Bu aşama her ne kadar yazmayı öğrenmek için<br />
kullanılsa da okumak <strong>ve</strong> yazmak birbirleriyle kaynaşan<br />
iki işlemdir. Özellikle harfleri yan yana koyarak<br />
kelimeler oluşturan çocuklar, kelimenin okunuşunu<br />
da içeren karmaşık bir alıştırma yaparlar.<br />
Ancak Montessori, bu süreçten geçen çocukların<br />
kelimenin okunuşlarını öğrendikleri halde okumayı<br />
tam olarak öğrenemediklerini iddia eder. Çünkü o,<br />
yazılan kelimenin seslendirilmesini “okuma” olarak<br />
nitelendirmez. Montessori’ye göre, asıl okuma yazılan<br />
bir kelime <strong>ve</strong>ya kelime grubundan düşüncenin<br />
yorumlanmasıdır.<br />
Montessori’ye göre, tek tek kelimeleri, hatta<br />
cümleleri okuyup anlayan çocuklar bile kitaplardan<br />
uzun bir süre uzak kalmayı tercih ederler. O, buna<br />
dayanarak eğitimcinin çocuk için yazı yazmasını<br />
<strong>ve</strong> çocuğun yazdığı kelimeleri seslendirmesini<br />
önerir. Çünkü çocuğun basılı kitaplarda yazılı olan<br />
kalıpları okuyup anlamlandırması uzun bir süre<br />
gerektirebilir. Bu nedenle Montessori okullarında<br />
okumanın öğretilmesi için özel alıştırmalar yapılır<br />
(Wilbrandt, 2009).<br />
Okumanın öğretilmesi amacıyla yapılan alıştırmalar<br />
için kartların üzerine herkes tarafından<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
bilinen kelimeler <strong>ve</strong>ya çocuklara gösterilen nesnelerin<br />
adları yazılır. Eğer kelime, çocuğa gösterilen<br />
nesnelerden birine ilişkinse nesneler, okumayı<br />
kolaylaştırmak için, çocuğun gözlerinin önüne<br />
konulur. Daha sonra çocuk, nesnenin adıyla onu<br />
temsil eden kelime arasında ilişki kurarak okuma<br />
kartındaki kelimeyi okumaya çalışır. Okumanın öğrenilmesi<br />
için bu biçimde birçok alıştırma yapılır.<br />
Bu alıştırmalara, okunuşu zor kelimelerle de başlanabilir.<br />
Çünkü bu aşamada çocuklar, önceki alıştırmalarda<br />
çok sayıda kelime oluşturduklarından<br />
dolayı kelimelerin nasıl seslendirileceklerini bilirler<br />
(Montessori, 1970). Okuma kartlarıyla yapılan çalışmaların<br />
sonucunda çocuklar, yazılı sembolleri<br />
anlayarak okumada sürat kazanabilmektedirler.<br />
Bu çalışmayla çocukların çevredeki nesnelere ait<br />
isim kartlarını okuyarak bunları ilgili nesnelerle eşleştirebilme<br />
yetenekleri de desteklenir. Ayrıca bu<br />
çalışmayla çocukların okuduğunu anlama becerileri<br />
de geliştirilebilir (Wilbrandt, 2009).<br />
SONUÇ <strong>ve</strong> ÖNERİLER<br />
Sonuç<br />
Eğitim alanındaki uygulamalara karşı gelen<br />
Montessori, bunların yerine bilimsel bulguları <strong>ve</strong><br />
gözlemleri temele alarak geliştirdiği metodu önermiştir.<br />
Okuma-yazma eğitimi, onun ortaya koyduğu<br />
metodun önemli bir parçasını teşkil etmektedir. Bu<br />
doğrultuda Montessori Metodu çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılan<br />
okuma-yazma eğitimine ilişkin bazı tespitlerde<br />
bulunmak mümkün görünmektedir:<br />
Montessori okullarında çocuklara <strong>ve</strong>rilen okuma-yazma<br />
eğitimi, Fransız düşünür Jean Jacques<br />
Rousseau’nun pedagojik anlayışına uygun gelebilecek<br />
bir biçimde tasarlanmıştır. Rousseau (2008),<br />
çocukların çevrelerinde sürekli gözlemler <strong>ve</strong> keşifler<br />
yapmalarına imkân <strong>ve</strong>recek nesnelere ihtiyaçları<br />
olduğunu söyler. Ona göre, öğretmenler çocukların<br />
bu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelmelidir.<br />
101
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Bu nedenle Rousseau, çocuklara bizzat yaparak<br />
<strong>ve</strong> yaşayarak öğrenebilecekleri bir ortam <strong>ve</strong>rilmesi<br />
gerektiğini savunur. Montessori okullarında okuma-<br />
yazma eğitimi de materyallerle yapılmaktadır.<br />
Bu süreçte sürekli hareket halinde bulunan çocuklar,<br />
okuma-yazmayı bireysel çalışmalarda bulunarak<br />
öğrenmektedirler.<br />
Montessori yaklaşımıyla ilgili çalışmalarda bulunan<br />
Amerikalı Angeline Lillard (2008) tarafından<br />
yapılan bir araştırmada, Montessori okuluna devam<br />
eden çocuklar ile geleneksel okullara devam eden<br />
çocukların sosyal becerilerini geliştirme düzeyleri<br />
karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada Montessori okuluna<br />
giden çocuklar deney grubunu, geleneksel metotların<br />
kullanıldığı diğer okullara kaydını yaptıran<br />
çocuklar ise kontrol grubunu oluşturmuştur. Araştırmanın<br />
sonuçlarına göre, Montessori eğitimi alan<br />
çocukların geleneksel eğitim alan çocuklara göre<br />
sosyal becerilerini daha fazla geliştirdikleri ortaya<br />
çıkmıştır. Bu <strong>ve</strong>riye dayanarak bireysellik üzerine<br />
inşa edilmesine rağmen Montessori Metodu’nun,<br />
bireylerin sosyal gelişimlerini sağladığı söylenebilir.<br />
Ayrıca bu <strong>ve</strong>ri geleneksel eğitimcilerin sosyalleşme<br />
kavramına ilişkin anlayışına karşı gelen<br />
Montessori’nin düşüncelerini de desteklemektedir.<br />
Montessori (1953), sosyal hayatın yan yana<br />
oturmak <strong>ve</strong>ya konuşan birini dinlemekten ibaret<br />
olmadığını söyler. Ona göre, sosyalleşmeden söz<br />
edebilmek için grubu oluşturan bireyler arasında<br />
etkileşimin olması gerekir. Etkileşim ancak topluca<br />
birbirleriyle kaynaşarak hareket eden <strong>ve</strong> ortaklaşa<br />
çalışmalarda bulunan insanlar tarafından gerçekleştirilir.<br />
Montessori materyalleri de çocukların birbirleriyle<br />
ortak çalışmalarda bulunmalarına uygun<br />
<strong>ve</strong>recek tarzda tasarlanmışlardır.<br />
Montessori okullarında okuma-yazma eğitiminde<br />
kullanılan materyaller de diğerleri gibi öğrencilerin<br />
birbirleriyle iletişimde bulunmalarına imkân<br />
<strong>ve</strong>rmektedir. Özellikle metal çerçe<strong>ve</strong>ler <strong>ve</strong> taşına-<br />
102 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
bilir harflerle yapılan çalışmalarda çocuklar, ortamda<br />
serbestçe hareket ederek birbirleriyle yardımlaşabilmekte,<br />
fikir alış<strong>ve</strong>rişinde bulunabilmekte <strong>ve</strong><br />
yaptıkları çalışmaları birbirlerine gösterebilmektedirler.<br />
Ayrıca bu materyaller tek başına olduğu gibi<br />
ortaklaşa da kullanılabilmektedir.<br />
Montessori okullarında diğer eğitimler gibi okuma-yazma<br />
eğitimi de çocukların bireysel öğrenme<br />
hızlarına göre yapılmaktadır. Bu nedenle Montessori<br />
okullarında okuma-yazma eğitimi, çocukların<br />
okuryazar olmalarını sağlamak amacıyla yapılmamaktadır.<br />
Ancak bu okullarda bireysel öğrenme<br />
hızları yüksek olan çocuklara, okuryazar olmalarını<br />
sağlayacak kadar okuma-yazma becerilerini<br />
geliştirme fırsatı <strong>ve</strong>rilmektedir. Bu yönden ele alındığında<br />
Montessori yaklaşımının temelinde, üç ile<br />
altı yaş çocuklarının okuma-yazma eğitimine hazır<br />
bulunuşluk düzeylerinin yeterli oldukları düşüncesi<br />
olduğu görülmektedir. Ancak okuma-yazma eğitiminde<br />
belirledikleri amaç bakımından Türkiye’nin<br />
okulöncesi eğitim kurumları, Montessori okullarından<br />
farklılık göstermektedir.<br />
Türkiye’nin okulöncesi eğitim kurumlarında<br />
okuma-yazma eğitimi Montessori okullarından<br />
farklı olarak hazırlık çalışmaları niteliğinde yapılmaktadır.<br />
Asla okuma-yazmayı öğretmek amacı<br />
taşımayan bu çalışmalar, çocukların sadece ilköğretime<br />
geçişini kolaylaştırmak, hazır bulunuşluk<br />
düzeyini artırmak amacıyla yapılmaktadır. Tüm yıl<br />
içinde yapılan bu çalışmalar etkinlikleri içermektedir.<br />
(MEB, 2006).<br />
Öneriler<br />
– Türkiye’deki okul öncesi eğitim kurumlarında<br />
Montessori Metodu’nun başta okuma- yazma<br />
olmak üzere matematik <strong>ve</strong> beden eğitimi gibi<br />
bazı eğitim alanları için kısmen uygulanması<br />
düşünülebilir.
– Montessori, ana dili İtalyanca’nın okunduğu gibi<br />
yazılan bir dil olduğunu göz önünde bulundurarak<br />
çocuklara okuma-yazmayı öğretmek için<br />
taşınabilir harflerden yararlanmıştır. Türkçe’nin<br />
de okunduğu gibi yazıldığı düşünülürse ülkemizin<br />
eğitim kurumlarında da taşınabilir harf setinden<br />
yararlanılabilir.<br />
– Montessori Metodunun ilköğretim, ortaöğretim<br />
gibi okul öncesi eğitim dışındaki diğer eğitim<br />
kademelerindeki uygulamaları da araştırılabilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
Armaoğlu, F.(1983). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1980.<br />
Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />
Arslan, M.(2008). “Günümüzde Montessori Pedagojisi”,<br />
Milli Eğitim Dergisi, 36, (177), 65- 79.<br />
Aydın, İ.(2006). Alternatif Okullar. Ankara: Pegem A Ya-<br />
yıncılık.<br />
Aytaç, K. (2006). Çağdaş Eğitim Akımları. Ankara: Pelin<br />
Ofset.<br />
Beken, S.(2009). Montessori Yöntemi Etkinliklerinin 5–6<br />
Yaş Çocuklarının El Becerilerinin Gelişimine Etkisi.<br />
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Aydın:<br />
Adnan Menderes Üni<strong>ve</strong>rsitesi.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
– Montessori okullarında okuma <strong>ve</strong> yazma eğitimi<br />
için kullanılan materyaller ile Türkiye’nin<br />
okul öncesi eğitim kurumlarında okuma <strong>ve</strong> yazma<br />
eğitiminde kullanılan materyaller etkinlikleri<br />
bakımından karşılaştırılarak araştırılabilir.<br />
De Bartolomeis, F. (1973). Maria Montessori e La Pedogogia<br />
Scientifica. Floransa: La Nuova Italia<br />
Editrice.<br />
Doğru, S. (2009). “Özel Eğitimde Kullanılan Alternatif<br />
Programlar (Montessori Yaklaşımı)”, Tübav Bilim<br />
Dergisi, (1) 1: 113- 122.<br />
Korkmaz, E. (2006). Montessori Metodu. Ankara: Algı<br />
Yayınları.<br />
Lillard, A. (2008). “How Important Are the Montessori<br />
Materials?”, Montessori Life, 20 (4), 20- 25.<br />
MEB. (2006). 36–72 Aylık Çocuklar İçin Okul Öncesi<br />
Eğitim Programı, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Talim<br />
<strong>ve</strong> Terbiye Kurulu Başkanlığı, İstanbul: Ya-Pa<br />
Yayınları<br />
103
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Montessori, M. (1975). Çocuk Eğitimi. (Çev: Yücel Güler)<br />
İstanbul: Sander Yayınları.<br />
Montessori, M. (1953). La Mente del Bambino. Roma:<br />
Officine Grafiche Aldo Garzanti.<br />
Montessori, M.(1950). La Scoperta del Bambino. Roma:<br />
Garzanti.<br />
Montessori, M.(1970). Manuale di Pedagogia Scientifica.<br />
Firenze: Gıunti.<br />
Öngören, S.(2008). Okulöncesi Eğitim Kurumlarına Devam<br />
Eden 4–5 Yaş Grubu Çocuklarına Geometrik<br />
Şekil Kavramı Kazandırmada Montessori Eğitimi<br />
Yönteminin Etkililiği. Yayınlanmamış Yüksek<br />
Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi.<br />
Pignatari, M. (1967). Maria Montessori. Roma: Comitato<br />
Italiano Dell’Omep.<br />
104 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Pollard, M. (1996). Maria Montessori. (Çev: Leyla Onat).<br />
Ankara: İlkkaynak Kültür <strong>ve</strong> Sanat Ürünleri.<br />
Rousseau, J. J. (2008). Emile (Bir Çocuk Büyüyor).<br />
(Çev: Ülkü Akagündüz). İstanbul: Selis Kitaplar.<br />
Savard, C. M. (1976). Çağdaş Pedagojiden Seçmeler.<br />
(Çev: Nejat Yüzbaşıoğulları). İstanbul: Milli Eğitim<br />
Basımevi.<br />
Schafer, C. (2006). Ömür Törpüsü mü? Bal Küpü mü?<br />
(Çev: CeydaAydın). İstanbul: Sistem Yayıncılık.<br />
Sönmez, V. (2008). Eğitim Felsefesi. Ankara: Anı Yayıncılık.<br />
Topbaş, E. (2004). Montessori Yöntemi İle Çocuk Eğitimi.<br />
İstanbul: Tekağaç Eylül Yayınları.<br />
Wilbrandt, E. (2009). Maria Montessori Yöntemiyle Çocuk<br />
Eğitimi Sanatı. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Yayın Kuralları<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
105
Yayın Kuralları<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
1. Aile<br />
<strong>ve</strong> Toplum dergisi, Başbakanlık, Alile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü tarafından Ocak-<br />
Şubat-Mart, Nisan-Mayıs-Haziran, Temmuz-Ağustos-Eylül <strong>ve</strong> Ekim-Kasım-Aralık aylarında olmak<br />
üzere yılda dört kez yayınlanmakta olan hakemli bir dergidir.<br />
2. Dergide, <strong>Genel</strong> Müdürlüğümüzün kuruluş amacı (Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi<br />
<strong>ve</strong> sosyal refahının artırılması için gerekli araştırmaları yapmak <strong>ve</strong> projeler geliştirmek, bunların<br />
uygulamaya konulmasını sağlamak, aile ile ilgili milli bir politikanın oluşmasına yardımcı olmak) doğrultusunda<br />
aile odaklı telif <strong>ve</strong> tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme<br />
tartışma yazıları Türkçe ya da bir yabancı dilde yayınlanmaktadır.<br />
3. Dergi, “hakemli” bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, yayın kurulu tarafından incelendikten sonra<br />
konusu ile ilgili hakeme gönderilir. Makaleyi değerlendiren hakemlerin kimlikleri hakkında yazarlara,<br />
gönderilen makalenin kime ait olduğu konusunda da hakemlere bilgi <strong>ve</strong>rilmez. Hakem raporları gizlidir.<br />
Hakemlerden olumlu rapor alamayan makaleler yayınlanmaz <strong>ve</strong> yazarına iade edilmez; bu konuda<br />
idari <strong>ve</strong> adli sorumluluk kabul edilmez. Hakemler tarafından düzeltme istenen yazılar ise gerekli değişiklikler<br />
için yazar(ları)na geri gönderilir. Düzeltilmiş metni belirtilen süre içerisinde dergiye ulaştırmak<br />
yazar(lar)ın sorumluluğundadır.<br />
4. Dergiye gönderilen yazıların daha önce başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere<br />
gönderilmemesi gereklidir. Herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş <strong>ve</strong> yayımlanmamış yazılarda,<br />
toplantının adı, yeri <strong>ve</strong> tarihi belirtilmelidir.<br />
5. Dergide yayımlanacak olan eserler daha önce bir başka dergide yayınlanmamış, yayınlanmak üzere<br />
gönderilmemiş ya da yayın için kabul edilmemiş olmalıdır.<br />
6. Çalışma, <strong>Genel</strong> Müdürlük adresine ikisi isimsiz olmak üzere üç nüsha basılı <strong>ve</strong> bir de CD’de kayıtlı<br />
(bir isimli, bir isimsiz) olarak posta ile ya da editöre bir isimli bir isimsiz iki nüsha halinde elektronik<br />
posta adresine mail ile gönderilebilir.<br />
7. Gönderilen Yazıların Yayınlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar yayınlansın ya da yayınlanması<br />
geri iade edilmez.<br />
8.<br />
Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler <strong>ve</strong> bu konudaki sorumluluk yazara aittir.<br />
9. Eserin yayınlanmasına karar <strong>ve</strong>rilmesi durumunda yazarlar yayın haklarını Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar<br />
Dergisi’ne devretmiş olurlar.<br />
Yazım Kuralları<br />
1. Çalışmanın başlığı büyük harfle <strong>ve</strong> sayfanın ortasına gelecek şekilde “Times New Roman” yazı karakteriyle<br />
14 punto <strong>ve</strong> bir aralıkla “koyu” olarak yazılmalıdır. Ana başlık yazısının sağ alt tarafına yazar<br />
<strong>ve</strong>ya yazarların adları, akademik ünvanlarıyla birlikte yazılmalı <strong>ve</strong> çalıştığı kurum (üni<strong>ve</strong>rsite, fakülte,<br />
bölüm) adları ise (*) işaretiyle dipnot şeklinde sayfanın alt kısmında <strong>ve</strong>rilmelidir. Yapılan çalışma herhangi<br />
bir kurum tarafından destek görmüşse, makalenin ana başlığının son kelimesi üzerine (*) konularak<br />
destek <strong>ve</strong>ren kurumun adı aynı sayfada dipnot olarak <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
2. Dergiye gönderilecek çalışmalar, Apple Mac Word 5.1 <strong>ve</strong>ya Ms Word Windows 95 <strong>ve</strong> üstü programla<br />
yazılmalıdır.<br />
107
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
3.<br />
Makalenin yazarı, adını, soyadını, görev yaptığı kurumu <strong>ve</strong> akademik unvanını tam <strong>ve</strong> açık olarak<br />
belirtmeli; kendisiyle doğrudan iletişim kurulabilecek açık adres, telefon numarası <strong>ve</strong> elektronik posta<br />
adresini <strong>ve</strong>rmelidir.<br />
4. Aday makalede, başlıktan sonra bir aralık <strong>ve</strong> dokuz puntoyla her biri 80-100 kelimeyi geçmeyen <strong>ve</strong><br />
beş ana alt başlıktan oluşan Türkçe <strong>ve</strong> İngilizce yapılandırılmış özler bulunmalıdır. Makalenin başlığının<br />
İngilizce karşılığı ilgili özün başlığı olarak koyu <strong>ve</strong> küçük harflerle yer almalıdır. Yapılandırılmış<br />
özler: görgül araştırmalar için; Problem Durumu, Araştırmanın Amacı, Yöntem, Bulgular <strong>ve</strong> Sonuçlar,<br />
Öneriler; diğer çalışmalar için; Araştırmanın Temelleri, Araştırmanın Amacı, Veri Kaynakları, Ana Tartışma<br />
<strong>ve</strong> Sonuçlar başlıklarını içermelidir.<br />
Yapılandırılmış özün altında 1 satır boşluk bırakılarak en az 3 anahtar kelime <strong>ve</strong>rilmelidir. Anahtar<br />
kelimeler Türkçe <strong>ve</strong> İngilizce hazırlanmalıdır.<br />
5. Metin yazımı, A4 boyutundaki kağıda Times New Roman karakteriyle 1.5 aralıklı olarak 11 puntoyla <strong>ve</strong><br />
2.5 cm. kenar boşluklarıyla yazılmalıdır. Çalışma, giriş bölümüyle başlamalı, burada yazının hipotezi<br />
belirtilmeli, Gelişme bölümü (ana <strong>ve</strong> alt başlıklarla desteklenebilir) <strong>ve</strong>ri, gözlem, görüş, yorum <strong>ve</strong> tartışmalardan<br />
oluşmalı, sonuç bölümünde de varılan sonuçlar, önerilerle desteklenerek açıklanmalıdır.<br />
6. Bölüm başlıkları büyük harfle, alt başlıklar küçük harfle <strong>ve</strong> koyu olarak yazılmalıdır. Numaralandırma<br />
1, 1.1, 1.2, 1.3 şeklinde olmalıdır.<br />
Örnek:<br />
3. YÖNTEM<br />
3.1 Veri Toplama Teknikleri<br />
7. Çizelge, grafik, resim vb. derginin sayfa boyutları dışına taşmamalı <strong>ve</strong> bunların hazırlanmasında Times<br />
New Roman 8 puntodan küçük yazı kullanılmamalıdır. Çizelge, grafik, resim vb.lerine sıra ile<br />
numara <strong>ve</strong> başlık <strong>ve</strong>rilmelidir. Kaynak <strong>ve</strong> gerekli durumlarda açıklayıcı dipnotlar <strong>ve</strong> kısaltmalar, şekil<br />
<strong>ve</strong> çizelgelerin hemen altında gösterilmelidir.<br />
8.<br />
9.<br />
•<br />
Dergiye gönderilecek çalışmalar otuz sayfayı aşmamalıdır.<br />
Kaynaklar APA (American Sociological Association) standartlarına uygun olarak <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
• Göndermeler<br />
Tek Yazarlı<br />
Yazarın adı ifadenin bir parçası değilse cümlenin sonunda yer alır.<br />
Örnek: Bilgisayar okuryazarlığı, bir dildeki okuryazarlıkla eş anlamlı olarak, bir dili kullanma, okuma <strong>ve</strong><br />
yazma yeteneği olarak tanımlanabilir (Kınık, 1991).<br />
•<br />
Yazarın adı ifadede geçiyorsa ismin hemen yanında yer alır.<br />
Örnek: İğdir (1991), bilgisayar okuryazarlığını, bir dildeki okuryazarlıkla eş anlamlı olarak, bir dil kullanma,<br />
okuma <strong>ve</strong> yazma yeteneği olarak tanımlar.<br />
•<br />
İki Yazarlı<br />
Yazarların adı ifadenin bir parçası değilse cümlenin sonunda, ifadede geçiyorsa hemen yanında yer<br />
alır.<br />
108 Ocak - Şubat - Mart 2010
Örnek: Yapılan bazı çalışmalar bu <strong>ve</strong>riyi doğrular niteliktedir (Berk <strong>ve</strong> Altun, 1992).<br />
•<br />
Üç-Beş Yazarlı<br />
İlk göndermede yazar soyadları eserdeki sıraya göre <strong>ve</strong>rilir.<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Örnek: Bu alanda yapılan araştırmalar (Sarıkoç, Türkarslan, Demirkan <strong>ve</strong> Ergun, 1999) göstermiştir<br />
ki…<br />
Aynı eserde ikinci <strong>ve</strong> daha fazla kez gönderme yapmak gerekirse, sadece ilk yazarın soyadı yazılır;<br />
diğerleri için Türkçe makalelerde “vd.”, İngilizce makalelerde “et al.” kısaltması kullanılır.<br />
Örnek: (Yıldırım vd., 1999)<br />
(Hall et al., 1992)<br />
•<br />
6 <strong>ve</strong> Daha Fazla Yazarlı<br />
Sadece ilk yazarın soyadı “vd./et al.” kısaltması kullanılır. Bibliyografyada kısaltma kullanmaksızın tüm<br />
yazarların isimleri yazılır.<br />
Örnek: (Ayyıldız vd., 1997). (Henry et al., 1993).<br />
•<br />
Kurum Yazarlı<br />
İlk göndermede kurumun açık adı, yanında kısaltması <strong>ve</strong> tarih <strong>ve</strong>rilir.<br />
Örnek: (Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü [ASAGEM], 2003)(Further Reduction Unit [FEU],<br />
1998)<br />
•<br />
İkinci <strong>ve</strong> daha sonraki göndermelerde sadece kısaltma <strong>ve</strong> tarih <strong>ve</strong>rilir.<br />
Örnek: (TSE, 1999) (FEU, 1998)<br />
•<br />
Yazarı Olmayan Eser<br />
Yazarı olmayan yayınlara, eser adıyla gönderme yapılır. Eser adı kısaltılır.<br />
Örnek: (“Computer Literacy Handbook”, 1997).<br />
•<br />
Aynı Soyadını Taşıyan Birden Fazla Yazar<br />
Aynı soyadını taşıyan yazarları birbirinden ayırmak için adlarının baş harfleri de kullanılır.<br />
Örnek: G.Underwood (1998) <strong>ve</strong> J.D. Underwood (1999) araştırmalarında bu konuya değinmiştir.<br />
•<br />
Aynı Yazarın Aynı Tarihli Birden Fazla Eseri<br />
Yayın tarihine bir harf eklenerek ayrım sağlanır.<br />
Örnek: (Underwood, 1998a)<br />
(Underwood, 1998b)<br />
•<br />
Birden Fazla Yayına Aynı Anda Gönderme<br />
Yazar soyadına göre alfabetik sıra izlenir.<br />
Örnek: Bu konuda yapılan araştırmalar (Aşkar, 1997; Erden, 1996; Sanemoğlu, 1996) göstermiştir ki…<br />
109
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
•<br />
• Alıntılar<br />
Alıntılar çeşitli biçimlerde olabilir. Aşağıda bazı alıntı şekillerine örnek <strong>ve</strong>rilmiştir. Eğer alıntı yapılan<br />
metinde bazı sözcükler atlanıyorsa bu durum üç nokta (…) kullanılarak belirtilir.<br />
Örnek: Eğitimi çeşitli şekillerde tanımlamak mümkündür. Örneğin, Ertürk (1998) eğitimi, “bireyin davranışlarında<br />
kendi yaşantısı yoluyla <strong>ve</strong> kasıtlı olarak istendik değişiklikler meydana getirme süreci”<br />
olarak tanımlamaktadır (s.12).<br />
Örnek: “Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla <strong>ve</strong> kasıtlı olarak istendik değişiklik meydana<br />
getirme sürecidir. Kültürlemenin belli bir çeşidi olduğunu söylediğimiz eğitim, yani kasıtlı kültürleme<br />
ile kasıtsız kültürleme bir arada <strong>ve</strong> birbirini etkileyerek vuku bulmaktadır” (Ertürk, 1998,<br />
s.12-13).<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
• Kaynakçanın Düzenlenmesi<br />
Kitap<br />
Bulunması gereken bilgi:<br />
Yazarın adı (soyadı, adının baş harfi)<br />
Yayın tarihi (ayraç içinde)<br />
Eser adı (altı çizilerek <strong>ve</strong>ya italik; İlk harf büyük, diğer harfler küçük)<br />
Basım kaydı (ayraç içinde; birinci basımlar belirtilmez.)<br />
Yayın yeri (ardından: gelir)<br />
Yayınevi<br />
Çeşitli Örnekler<br />
Tek Yazarlı:<br />
Gü<strong>ve</strong>nç, B. (1979). İnsan <strong>ve</strong> kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi.<br />
İnan, F. (1997). Uzman sistemler. (3.Basım). İstanbul: Kök Yayınevi.<br />
Çok Yazarlı:<br />
Fidan, N. <strong>ve</strong> Erden, M. (1986). Eğitim bilimine Giriş. Ankara: Kadıoğlu Matbaası.<br />
Editörü Olan Kitap:<br />
Hackman, J.R. (1992). Group Influences on Individuals in Organizations. In M. D. Dunnette & L. M.<br />
Hough (Eds.), Handbook of Industrial and Organizational Psychology (2nd ed., Vol. 3, pp. 199-267).<br />
Palo Alto, CA: Consulting Psychologists Press.<br />
•<br />
•<br />
•<br />
Kurum Yazarlığı Olan Kitap:<br />
Türk Standartlar Enstitüsü. (1992). Toplam kalite. Ankara: Türk Standartlar Enstitüsü.<br />
• Makale<br />
Bulunması gereken bilgi:<br />
Yazar adı (soyadı, adının baş harfi)<br />
Yayın tarihi (ayraç içinde)<br />
Makale adı<br />
110 Ocak - Şubat - Mart 2010
• Dergi<br />
adı (altı çizilerek )<br />
• Cilt numarası<br />
• Sayısı<br />
• Sayfa Numaraları<br />
Çeşitli Örnekler<br />
Dergi:<br />
Ocak - Şubat - Mart 2010<br />
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Akman Y. <strong>ve</strong> Korkut, F. (1993). Umut Ölçeği Üzerine Bir Araştırma. Eğitim Fakültesi Dergisi, 9 (2),<br />
193-203.<br />
Acun, R. (2000). İnternet <strong>ve</strong> Telif Hakları. Bilgi Dünyası, 6 (3), 56-73.<br />
Gazete:<br />
Aydın, C. (13 ocak 1999). Bilgisayarlar <strong>ve</strong> İletişim. Radikal. s.4.<br />
• Diğer Basılı Kaynaklar<br />
Ansiklopedi:<br />
Donanım. (1998). Bilgi Dünyasına Yolculuk (2.Basım Cilt 15, ss. 413-418). Ankara: 3B Yayıncılık.<br />
Rapor:<br />
Draude, B. <strong>ve</strong> Brace, S. (1998) Assessing The Impact of technology on Teaching and Learning: Student<br />
Pespecti<strong>ve</strong>s. (HMMS Report. No.81). Washington, DC: U.S. Department of Education .<br />
Tezler:<br />
Wilfley, D.E. (1989). Interpersonel Analysis of Bulimia. Unpublished Doctaral Dissetation, Uni<strong>ve</strong>rsity<br />
of Missouri, Colombia.<br />
Yağcı, E. (1997). Sınıf İçi Demokratik Öğretimin Öğrenci Erişisi <strong>ve</strong> Akademik Benlik Etkisi. Yayımlanmamış<br />
Doktora Tezi, Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi: Ankara.<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
Elektronik Kaynaklar: Web Sitesi:<br />
Bulunması Gereken Bilgi:<br />
Yazar adı (soyadı, adı)<br />
Yayın tarihi <strong>ve</strong>ya son gözden geçirilme tarihi (ayraç içinde)<br />
Belgenin adı<br />
URL (Üçgen <strong>ve</strong> ayraç içinde)<br />
Erişim tarihi (bizim bu sayfaya eriştiğimiz tarih, ayraç içinde).<br />
Kişisel Web Sitesi:<br />
Öztürk, S. (24 Ekim 1999). Homepage. (1997<br />
No<strong>ve</strong>mber 12).<br />
<strong>Genel</strong> Web Sitesi:<br />
Shade, L. R. (1994, February 14). Gender Issuesin Computer Networking. (1997, No<strong>ve</strong>mber 26)<br />
111
Aile<br />
<strong>ve</strong><br />
Toplum<br />
EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />
Elektronik Kitap:<br />
Darwin, C. (1845; 1997, June). The Voyage of the Beagle. Project Gutenberg. (1997, No<strong>ve</strong>mber 26).<br />
Elektronik Mesaj:<br />
Franke, N. (1996, April 9). SoundApp 2.0.2 [Personal mail]. (1996, May 3).<br />
V. Dipnotlar<br />
Araştırmayı destekleyen kuruluşlarla ilgili olarak ya da yazarın özel bilgiler <strong>ve</strong>rebilmesi amacıyla kullanılır.<br />
Yazılarda dipnotlarına yer <strong>ve</strong>rmekten olabildiğince kaçınılması <strong>ve</strong> burada söyleneceklerin metin<br />
içinde özümlenmesi tercih edilmelidir. Ancak zorunlu olarak dipnot <strong>ve</strong>rilmesi gereken yerlerde italik rakam<br />
kullanılmalı, aynı sayfanın sonunda ana metinden sonra bir çizgiyle ayrılmış olarak yazılmalıdır.<br />
VI. Şekiller<br />
Diyagram <strong>ve</strong> grafikler beyaz bir kağıt üzerine basılabilecek nitelikte 13*18 cm’den büyük olmayacak<br />
şekilde çizilmiş olmalı; mikograflar, radiograflar <strong>ve</strong> fotoğraflar siyah beyaz parlak kağıda basılmış olmalıdır.<br />
Bütün şekillerin bir numarası <strong>ve</strong> alt yazısı olmalı; kaynak kullanılmış ise parantez içinde şekil altına<br />
yazılmalıdır.<br />
VII. Tablolar<br />
Tablo yazısı üstte solda numara gelecek şekilde yazılmalı <strong>ve</strong> içeriği tablo numarasından sonra<br />
başlık olarak açıklanmalıdır. Tablolar metin içinde tablo numarasıyla (ör. Tablo 3.1’de görüldüğü gibi…)<br />
<strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
112 Ocak - Şubat - Mart 2010