09.12.2012 Views

Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış

Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış

Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Sahibi<br />

Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal<br />

Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />

Adına<br />

Doç. Dr. Ayşen GÜRCAN<br />

•<br />

Editör<br />

Dr. Nesrin TÜRKARSLAN<br />

(ntaslan@yahoo.com)<br />

•<br />

Ed. Yrd.<br />

Yard.Doç.Dr. Hatice DEMİRBAŞ<br />

•<br />

Yayın Kurulu<br />

Mesut TAŞÇI<br />

Eğitim, Yayın <strong>ve</strong><br />

Dokümantasyon Daire Başkanı<br />

Dr. Dursun AYAN<br />

(Uzman)<br />

Sadık GÜNEŞ<br />

(Uzman)<br />

Ahmet Rasim KALAYCI<br />

(Uzman)<br />

Mehmet Emin SEZGİN<br />

(Uzman Yardımcısı)<br />

•<br />

Adres<br />

Tunus Caddesi No: 24<br />

06680 Kavaklıdere-ANKARA<br />

Tel: (0.312) 416 80 00<br />

Faks: (0.312) 419 29 70<br />

www.aile.gov.tr<br />

•<br />

Aile <strong>ve</strong> Toplum Dergisi’nde yayınlanan<br />

yazılardaki görüşler yazarına aittir.<br />

•<br />

Aile <strong>ve</strong> Toplum Dergisi<br />

üç ayda bir yayınlanır.<br />

•<br />

Baskı <strong>ve</strong> Tasarım<br />

Afşaroğlu Matbaası<br />

Kazım Karabekir Cd. Altuntop İşhanı<br />

No: 87/7 İskitler / ANKARA<br />

Tel: (0.312) 384 54 88<br />

Tel & Faks: (0.312) 384 54 98<br />

E-mail: farukafsar@gmail.com<br />

•<br />

15.04.2010<br />

T.C. Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />

Eğitim - Kültür <strong>ve</strong> Araştırma Dergisi<br />

Yıl : 11 • Cilt: 5 • Sayı: 20 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

AİLE <strong>ve</strong> TOPLUM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ<br />

(Dergimizin bundan sonraki sayılarında geçerli olacak yayın kuralları,<br />

bu dergimizin 107-112. sayflarında belirtilmiştir.)<br />

1. Aile <strong>ve</strong> Toplum Dergisi, Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong><br />

Müdürlüğü tarafından üç ayda bir yayınlanır.<br />

2. Dergide telif <strong>ve</strong> tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın<br />

değerlendirme tartışma yazıları, Türkçe ya da bir yabancı dilde yer alır.<br />

3. Dergi, “Hakemli” bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili bir<br />

akademisyen <strong>ve</strong> Yayın Kurulu tarafından incelendikten sonra yayımlanabilir.<br />

Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya da<br />

yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir.<br />

4. Gönderilen yazıların yayınlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar<br />

yayınlansın ya da yayınlanmasın geri gönderilmez.<br />

5. Dergiye gönderilen yazıların Türkçe <strong>ve</strong> bir yabancı dilde (İngilizce,<br />

Fransızca, Almanca) 100-200 kelimelik özetleri çıkartılmalıdır. Yazı<br />

herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ise belirtilmelidir.<br />

6. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.<br />

7. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (Birden fazla<br />

yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar<br />

belirtilmeli, Türkçe <strong>ve</strong> İngilizce özetler yer almalıdır.<br />

8. Makalelerdeki dipnot <strong>ve</strong>rirken metin içerisinde:<br />

.......eğiliminde bulunabileceklerdir (Green, 2991:2). Şeklinde <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

9. Kaynakçada eserler şu şekilde <strong>ve</strong>rilmelidir:<br />

Tek yazarlı kitap: ÖZKAN Serdar, Aile Eğitimi, Seda Yayınları, Yayın<br />

No: 21, Duru Yayınevi, Ankara 2000.<br />

Çift yazarlı kitap: TÜRKARSLAN N. <strong>ve</strong> S. DEMİRKAN, Üni<strong>ve</strong>rsite Son<br />

Sınıf Öğrencilerinin Evliliğin Kuruluşuna İlişkin Görüş <strong>ve</strong> Düşünceleri,<br />

T.C. Başbakanlık Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü Yayını,<br />

<strong>Genel</strong> Yayın No: 132, Afşaroğlu Matbaası, Ankara 2007.<br />

Makale: ÖZMETE E. <strong>ve</strong> A.S. BAYOĞLU, "Duygusal Refah: Gençlerin<br />

Algılarının Kavramsal Analizi", Aile <strong>ve</strong> Toplum, T.C. Başbakanlık Aile <strong>ve</strong><br />

Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü Yayını, Yıl: 10, Cilt: 4, Sayı: 15,<br />

Temmuz-Ağustos-Eylül 2008, Afşaroğlu Matbaası, Ankara.<br />

10. Gönderilen yazıların dili açık <strong>ve</strong> anlaşılır olmalı, dilimizde karşılığı tam<br />

olarak olmayan ifadelerin Türkçe karşılıığı parantez içinde <strong>ve</strong>rilmeli<br />

<strong>ve</strong> gönderilen yazılar yazım düzeni açısından aşağıdaki özellikleri<br />

taşımalıdır:<br />

– Yazılar, A4 boyutundaki beyaz kağıdın bir yüzüne, 1,5 satır aralıklı, 98<br />

<strong>ve</strong> 2000 sürümleri tercih edilmelidir. Metin tek kopya olarak sunulmalıdır.<br />

Ayrıca metin CD'ye kaydedilmeli, CD'nin üzerinde kullanılan bilgisayar<br />

programı <strong>ve</strong> sürüm numarası belirtilmelidir. Yazı, Hakem Kurulu’nun bir<br />

değişiklik önerisi ile kabul edilmiş ise en son durumu içeren çalışma<br />

disketle birlikte teslim edilmeli, önlem olarak dosyanın bir kopyası da<br />

yazarda bulunmalıdır.<br />

– Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine bölünmemelidir.<br />

– Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise, beyaz aydınger kağıt üzerinde çini<br />

mürekkebi ile çizilmelidir. Çizimlerde fotokopi yöntemi kullanılmamalıdır.<br />

Fotoğraflar siyah/beyaz, net <strong>ve</strong> parlak fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır.<br />

Renkli fotoğraflar <strong>ve</strong> fotokopiyle çekilmiş fotoğraflar kullanılmamalıdır. Ayrıca<br />

her bir şeklin metin içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir.


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Danışma Kurulu<br />

Prof. Dr. Rengin AKBOY ...................................................... Dokuz Eylül Ü. Eğitim Bi. Bl.Psi. Dan. <strong>ve</strong> Reh. ABD Bşk.<br />

Prof.Dr. Gönül AKÇAMETE .................................................. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı<br />

Prof.Dr. Aliye Mavili AKTAŞ ................................................. Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Konya Sağlık Y.O. Müdürü<br />

Prof.Dr. Emine AKYÜZ ......................................................... A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof. Dr. Fatma ALİSİNANOĞLU ......................................... Gazi Ü. Gazi Eğitim Fak. Okul Öncesi Eğit. ABD<br />

Prof. Dr. Neriman ARAL ....................................................... Ankara Ü. Sağlık Bl. Fak. Çocuk Gel. Bl.<br />

Prof.Dr. Çiğdem ARIKAN ..................................................... Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Konya Sağlık Y.O.Sosyal Hizmet Böl. Öğr.Ü.<br />

Doç.Dr. Fatma ARPACI ......................................................... G.Ü. Mesleki Eğitim Fak. Aile Ekonomisi Eğitimi A.B.D.<br />

Prof.Dr. Hediye ARSLAN ...................................................... Maltepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi Hemşirelik Yüksekokulu Müdürü<br />

Yard.Doç.Dr. Metin ARSLAN ................................................ Kırıkkale Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. İbrahim ARSLANOĞLU .......................................... Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Yard. Doç. Dr. Ayten EREN ARTAN ..................................... İzzet Baysal Ü.Eğitim Fak.<br />

Prof.Dr. Sevil ATAUZ ............................................................ H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı<br />

Yard. Doç. Dr. Selahattin AVŞAROĞLU .............................. S.Ü.Ahmet Keleşoğlu Eğt. Fak.Özel E. Bl. Z. Eng. Öğrt.<br />

Prof.Dr. Orhan AYDIN ........................................................... H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Yard. Doç. Dr. Melike TÜRKAN BAĞLI ................................ Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Eğitim Psik. ABD<br />

Prof.Dr. Aylin GÖRGÜN BARAN ......................................... H.Ü. Edebiyat Fak. Sosyoloji Böl. Öğretim Üyesi<br />

Prof. Dr. Handan ASUDE BAŞAL ........................................ Uudağ Ü. Eğit. Fak. İlköğr. Bl.Okul Ön. Eğitmi ABD.<br />

Prof.Dr. Pınar BAYHAN ........................................................ H.Ü. Sağlık Bilimleri Fak. Çocuk Gelişimi Böl. Öğretim Üyesi<br />

Doç.Dr. Aslıhan ÖĞÜN BOYACIOĞLU ................................ H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Yard. Doç. Dr. Sema BUZ ..................................................... Ankara Ü. İktisadi <strong>ve</strong> İdari Bilimler Fak. Sosyal Hizmet Bölümü<br />

Prof.Dr. Latife BIYIKLI .......................................................... A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Kamil Ufuk BİLGİN ................................................. TODAİE Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Işıl BULUT ............................................................... Başkent Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Esra BURCU ............................................................ H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Yard.Doç.Dr. Ayda BÜYÜKŞAHİN ........................................ A.Ü. Dil <strong>ve</strong> Tarih-Coğrafya Fak. Psikoloji Böl. Öğretim Üyesi Prof.<br />

Prof.Dr. Saynur CANAT ........................................................ A.Ü. Tıp Fakültesi Ergen Psikiyatrisi Bölüm Başkanı<br />

Yard.Doç.Dr. Ayşe CANATAN .............................................. Gazi Ün. Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü Başkanı<br />

Doç.Dr. Özlem ÖNTAŞ CANKURTARAN ............................ H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Bülent ÇAPLI .......................................................... A.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Nilgün ÇELEBİ ........................................................ Emekli Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. İhsan DAĞ ............................................................... H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Yard.Doç.Dr. Hatice DEMİRBAŞ .......................................... Başkent Ü. Eğitim Fak. İlköğretim Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Doç.Dr. Nükhet DEMİRTAŞLI ............................................... A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Beylü DİKEÇLİGİL .................................................. Erciyes Üni<strong>ve</strong>rsitesi Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü<br />

Doç.Dr. Zait DİRİK ................................................................ Uludağ Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. İsmail DOĞAN ......................................................... A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Yıldırım B. DOĞAN ................................................. A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Doç.Dr. Zehra DÖKMEN ....................................................... A.Ü. Dil <strong>ve</strong> Tarih-Coğrafya Fakültesi Psikoloji Bölümü<br />

Prof. Dr. Necati BAYKOÇ DÖNMEZ ..................................... Hacettepe Ü. Sağlık Bil. Fak.Çocuk Gel. <strong>ve</strong> Eğit. Bl.<br />

Prof.Dr. Veli DUYAN .............................................................. A.Ü. Sağlık Bil. Fak. Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Yıldız ECEVİT .......................................................... O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Yard. Doç. Dr. Şafak ERGÜL ................................................Ege Ü.Hemşirelik Y.O Halk Sağ.Hemşireliği ABD<br />

Prof.Dr. Mebeccel GÖNEN ................................................... H.Ü. Çocuk Gelişimi <strong>ve</strong> Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU ....................................... Ankara Ü. Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı<br />

Ekim - Kasım - Aralık 2009<br />

3


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Danışma Kurulu<br />

Prof. Dr. Gelengül HAKTANIR ............................................. Ankara Ü.Eğt. Bil. Fak.İlköğrt. Böl. Okul Öncesi Eğit.ABD<br />

Prof. Dr. Firdevs GÜNEŞ ...................................................... Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Sınıf Öğretmenliği ABD<br />

Prof.Dr. Tülin GÜNŞEN İÇLİ ................................................. H.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Böl. Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Gülden GÜVENÇ ..................................................... Okan Ü. Fen-Edebiyat Fak. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Doç.Dr. Sunay İL ................................................................... H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Zafer İLBARS .......................................................... A.Ü. D.T.C.F. Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Doç.Dr. Emel İRGİL .............................................................. Uludağ Ü. Tıp Fakültesi Halksağlığı A.B.D.<br />

Prof.Dr. Sibel KALAYCIOĞLU .............................................. O.D.T.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Başkanı<br />

Doç. Dr. Emine GÜL KAPÇI ................................................. Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Psikolojisi ABD<br />

Doç.Dr. Ayten KAPLAN ........................................................ H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Ahmet KARAARSLAN ............................................ Dumlupınar Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü<br />

Prof.Dr. Velittîn KALINKARA ............................................... Pamukkale Üni<strong>ve</strong>rsitesi Denizli Meslek Yüksek Okulu<br />

Doç. Dr. Nilay ÇABUK KAYA ............................................... Ankara Ü.Dil <strong>ve</strong> Tarih-Coğr. Fak. Kurumlar Sos. ABD Bşk.<br />

Prof.Dr. Kurtuluş KAYALI ..................................................... Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Efser KERİMOĞLU ................................................. A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölüm Başkanı<br />

Prof. Dr. Şermin KÜLAHOĞLU ............................................ Uludağ Ü. Eğitim Fak. Eğitim Bilimleri Bölümü<br />

Prof. Dr. Duyan MAĞDEN .................................................... H.Ü. Çocuk Gelişimi <strong>ve</strong> Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Ferhan ODABAŞI .................................................... A.Ü. Eğitim Fak. Bilgisayar <strong>ve</strong> Öğretim Teknolojileri Böl.Öğr.Ü.<br />

Prof.Dr. Selahattin ÖĞÜLMÜŞ ............................................. A.Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Psikolojik Dan. <strong>ve</strong> Rehberlik Bl. Bşk.<br />

Yard. Doç. Dr. Şevket ÖKTEN ..............................................Harran Ü. Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bl. Bşk.<br />

Prof.Dr. Alev ÖNDER ............................................................ M.Ü. Atatürk Eğt.Fak. İlköğretim Bl. Okul Ön. Öğret. A.B.D. Öğr. Ü.<br />

Prof.Dr. Esra ÖMEROĞLU ................................................... G.Ü. Mesleki Eğitim Fak. Okulöncesi A.B.D. Başkanı<br />

Yard.Doç.Dr. Cengiz ÖZBESLER ......................................... Başkent Ün. Sağlık Bilimleri F. Sos.Hiz. Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof. Dr. Havva Neşe ÖZGEN ............................................... Okan Ü. Fen-Ed.Fak.Sosyoloji Bl.<br />

Doç. Dr. Emine ÖZMETE ....................................................... Ankara Ü.Sağlık Bil. Fak.Sosyal Hiz. Bl.<br />

Prof. Dr. Süheyla ÖZSOY ..................................................... Ege Ü. Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Hemşireliği ABD<br />

Doç. Dr. Reşat PEKER ......................................................... Uludağ Ü. Eğitim Fak, Eğitim Bilimleri Bölümü<br />

Prof.Dr. Işık SAYIL ................................................................ A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof. Dr. Ümran SEVİL .......................................................... Ege Ü. Hemşirelik Y.O. Doğum <strong>ve</strong> Kadın Sağlığı Hast.Hem. ABD<br />

Doç. Dr. Seher SEVİM .......................................................... Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Reh. <strong>ve</strong> Psik. Danışmanlık ABD<br />

Prof.Dr. Metin Saip SÜRÜCÜOĞLU ..................................... A.Ü. Sağlık Bil. Fak. Beslenme <strong>ve</strong> Diyetetik A.B.D. Başkanı<br />

Doç. Dr. Fatih ŞAHİN ............................................................ Başkent Ü. Sağlık Bil. Fakültesi Sosyal Hizmet Bl.<br />

Prof.Dr. Ahsen ŞİRİN ............................................................ Ege Üniv. Hemşirelik Y.O. Kadın Sağlığı <strong>ve</strong> Hast.Hem. A.D.<br />

Yard.Doç.Dr. Ebru TANJU .................................................... Başkent Ü. Eğitim Fak. İlköğretim Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Ayla BAYIK TEMEL ................................................. Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Bl. Başkanı<br />

Prof.Dr. Günsel TERZİOĞLU ............................................... H.Ü.İ.İ.B.F. Aile <strong>ve</strong> Tüketici Bilimleri Bölüm Başkanı<br />

Prof.Dr. Mahmut TEZCAN .................................................... A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Gülay TOKSÖZ ....................................................... A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Prof. Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU ......................................... Selçuk Üniv. Edebiyat Fakültesi <strong>Genel</strong> Sosyoloji <strong>ve</strong> Metodoloji<br />

Prof.Dr. Sevda ULUĞTEKİN ................................................. H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Ozana URAL ............................................................ Marmara Ü. Atatürk Eğitim Fak. Dekan Yardımcısı<br />

Prof.Dr. Hamza UYGUN ........................................................ H.Ü. İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi<br />

Prof.Dr. Serhat ÜNAL ........................................................... H.Ü. Tıp Fakültesi Dekanı<br />

Doç. Dr. Nurhan ÜNÜSAN ................................................... S.Ü. Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fak.İlköğretim Bl.Okul Ön. Öğrt.<br />

Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK ............................................ A.Ü. EBB. Eğt. Hiz. A.D. Reh. <strong>ve</strong> Psi. Danış. Böl. Öğr. Üyesi<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

5


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

İçindekiler<br />

Ailede Demokratik Sosyalleşme .............................................................................. 9<br />

Dr. Abdulvahap ÖZPOLAT<br />

Yaşlılık <strong>ve</strong> Huzurevi ............................................................................................... 25<br />

Yard. Doç. Dr. Melek ARDAHAN<br />

<strong>Ergenlik</strong> <strong>Döneminde</strong> <strong>İlişkiler</strong>: <strong>Akran</strong> <strong>ve</strong> <strong>Romantik</strong> <strong>İlişkiler</strong>e <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong> ............... 33<br />

Prof. Dr. Pınar BAYHAN - Araş. Gör. Sonnur IŞITAN<br />

Menopoz <strong>ve</strong> Hormon Replasman Tedavisi ile İlgili Kanıta Dayalı Çalışmalar ....... 45<br />

Arş. Gör. Emine ŞEN - Yard. Doç. Dr. Aynur SARUHAN<br />

Yeniden Gözden Geçirme: Pozitif Psikoterapi <strong>ve</strong> Gelişimsel Rehberlik<br />

Bağlamında Ergenler İçin Amaçları Genişletme Programı .................................... 53<br />

Ali ERYILMAZ<br />

Bir Fedakârlık Örneği Olarak “Kan Bağışı” ............................................................ 67<br />

Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU - Doç. Dr. Yasemin ÖZKAN<br />

Uzm. Filiz YILDIRIM<br />

Evsizler <strong>ve</strong> Toplum Sağlığı .................................................................................... 79<br />

Öğr. Gör. Nesrin İLHAN - Yard. Doç. Dr. Ayşe ERGÜN<br />

Montessori Metodunda Okuma <strong>ve</strong> Yazma Eğitimi ................................................. 91<br />

Abdullah DURAKOĞLU<br />

Yayın Kuralları ..................................................................................................... 105<br />

7


Ailede Demokratik Sosyalleşme<br />

• Dr. Abdulvahap ÖZPOLAT*<br />

Öz<br />

Çağımızın yükselen değeri <strong>ve</strong> etkili bir toplumsal<br />

değişme faktörü olarak demokrasi, bireysel boyuttan<br />

toplumsal örgütlenme <strong>ve</strong> siyasal sistemin işleyişine<br />

kadar hayatın birçok alanını derinden etkilemektedir.<br />

Bununla birlikte, ancak bireysel düzeyde<br />

benimsenmesiyle güçlü <strong>ve</strong> kalıcı olabilen demokrasinin<br />

yaşaması, onun gerektirdiği bilgi, beceri <strong>ve</strong> değerlerin<br />

çocukların sosyalleştirilmeleri sürecinde esas<br />

alınmasına bağlıdır. Sosyalleşme, hayatın bütün<br />

alanlarında yaşanan bir süreç olsa da önemli ölçüde<br />

aile ortamında <strong>ve</strong> aile bireyleriyle yaşanan etkileşim<br />

sonucunda gerçekleşir. Çağın geçerli paradigması<br />

olarak demokrasinin de gerektirdiği yeterlilikler<br />

çocuğun sosyalleşmesinde giderek artan bir ihtiyaç<br />

hâline gelmektedir. Bu durum, toplumun temelini<br />

oluşturan bir kurum olarak ailenin de yapı <strong>ve</strong> işlev<br />

boyutunda kendini demokrasiye uyarlamasını<br />

gerektirmektedir. Bunun özellikle, çocuğun kimliğinin<br />

inşasında, aile içi iletişiminde <strong>ve</strong> karar <strong>ve</strong>rme sürecine<br />

katılmasında dikkate alınması önem taşımaktadır.<br />

Literatür taraması tekniğinin kullanıldığı bu çalışmada,<br />

ailedeki sosyalleşme sürecinde demokratik beceri <strong>ve</strong><br />

değerlerin esas alınmasının önemi ile bunun nasıl<br />

gerçekleştirilebileceği açıklanmaya çalışılmıştır.<br />

Anahtar Kavramlar: Aile, eğitim, sosyalleşme,<br />

demokrasi, katılım, demokratik sosyalleşme.<br />

________________________<br />

Abstract<br />

(*) Milli Eğitim Bakanlığı Talim <strong>ve</strong> Terbiye Kurulu Üyesi <strong>ve</strong> Kurul Başkan Yardımcısı.<br />

Democratic Socialization in Family<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Democracy as a rising value of our age and an<br />

important factor of social change, deeply effects many<br />

fields of life from individual to social organizations,<br />

e<strong>ve</strong>n the course of political system. Nonetheless,<br />

survival of democracy which can be potent and<br />

permanent only if experienced at the individual le<strong>ve</strong>l<br />

requires its envisaged knowledge, skills and values to<br />

be the base in the socialization process of children.<br />

Although socialization is a process realizing in all<br />

fields of life, it significantly occurs in the family and in<br />

the interaction between the family members. The<br />

qualifications required for democracy as a valid<br />

paradigm of the age become more necessary for the<br />

socialization of children. This issue requires the<br />

structural and functional adaptation of family as an<br />

institution forming the base of the society. It is critically<br />

important to consider this issue especially in terms of<br />

the de<strong>ve</strong>lopment of identity, family intercommunication<br />

and decision-making skill of the child. In this study,<br />

which is based on screening technique, it is aimed to<br />

discuss the significance of taking the democratic skills<br />

and values as a basis in the socialization process of<br />

the family and the realization of this.<br />

Keywords: Family, education, socialization,<br />

democracy, inclusion, democratic socialization.<br />

9


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Giriş<br />

İnsan hayata zekâ <strong>ve</strong> yetenek açısından sıfır<br />

noktasında başlamamakla birlikte, insan olarak<br />

yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan bilgi <strong>ve</strong><br />

becerilere doğuştan sahip değildir. Doğuştan sahip<br />

olduğu zekâ <strong>ve</strong> yeteneğin potansiyel durumdan<br />

bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong> davranış boyutuna taşınabilmesi<br />

<strong>ve</strong> kendi özgünlüğünü koruyarak yaşadığı<br />

toplumun uyumlu bir üyesi hâline getirilebilmesi<br />

için insanın sosyal bir ortamda yetiştirilmesine<br />

ihtiyaç duyulur. Doğumdan ölüme kadar insanın<br />

bütün yaşamını kuşatan bu sürece sosyalleşme<br />

denir. Çocukluk <strong>ve</strong> gençlik döneminde daha yoğun<br />

olan bu süreç, her insanın bir biçimde kendisine<br />

yönelttiği “Diğer insanlar <strong>ve</strong> doğa ile birlikte yaşamayı<br />

nasıl sağlayabilirim?” sorusuna kendi doğasından<br />

<strong>ve</strong> toplumdan aldığı cevabın ifadesidir.<br />

Bireyin sosyalleştirilmesi konusu bütün zamanlarda<br />

aile, toplum <strong>ve</strong> devlet için öncelikli konulardan<br />

biri olmuştur. Başta aile olmak üzere bütün<br />

sosyal kurumların etkili rol oynadığı sosyalleşme<br />

sürecinin başarılı işlemesi bireyi hayatta başarılı,<br />

mutlu <strong>ve</strong> topluma yararlı kılar. Sosyalleşme süreci<br />

çoğunlukla ailenin, toplumun <strong>ve</strong> devletin bireyden<br />

beklentilerini öne çıkaran bir çerçe<strong>ve</strong>den oluşsa da<br />

bazen bunların dışında kimi faktörlerin de bu sürece<br />

ilişkin öncelikleri belirlediği görülür. Bu faktörler,<br />

toplumların üretim <strong>ve</strong> tüketim biçimlerini, örgütlenme<br />

modellerini, düşünme yöntemlerini <strong>ve</strong> sosyal<br />

ilişkilerini etkiledikleri gibi bireylerin düşünce, değer<br />

<strong>ve</strong> davranışlarını da etkileyerek sosyalleşme<br />

için gerekli olan yeterliliklerin nitelik <strong>ve</strong> niceliğini de<br />

değiştirirler.<br />

Bireysel <strong>ve</strong> toplumsal hayatımızı âdeta kuşatan<br />

demokratikleşme, bilişim <strong>ve</strong> küreselleşme günümüzde<br />

etkili olan toplumsal değişme dinamikleridir.<br />

Bir hayat tarzı sunması nedeniyle demokrasi,<br />

bireyin yaşam tarzını <strong>ve</strong> toplumsal hayatını daha<br />

10 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bağımsız<br />

bir değişken olarak demokrasi, hayatımızın birçok<br />

yönünü etkilediği gibi sosyalleşme biçimimizi de<br />

etkilemektedir.<br />

Demokrasinin birçok toplumda yükselen<br />

bir değer, kabul gören bir siyasal sistem <strong>ve</strong> bir<br />

yaklaşım biçimi hâline gelmesi nedeniyle siyaset,<br />

eğitim, hukuk vb. sosyal kurumların demokrasinin<br />

paradigmasına uygun olarak yeniden yapılandırıldığı,<br />

vatandaşların da demokrasinin ilkeleri<br />

doğrultusunda yetiştirildiği görülür. Bu kapsamda<br />

toplumun temelini oluşturan bir sosyal kurum<br />

olarak ailede de çocuk eğitimi <strong>ve</strong> sosyal ilişkiler<br />

demokrasinin etkisinde yeniden şekillenmektedir.<br />

Aile kurumunun yapısı geleneksel biçiminden farklılaşmakta<br />

<strong>ve</strong> hemen hemen bütün aile tiplerinde<br />

ilişkiler giderek demokratikleşmektedir.<br />

Ülke olarak iki yüzyıllık demokratikleşme sürecinin<br />

ulaştığı noktada demokratik rejimin demokratik<br />

toplumu, demokratik toplumun demokratik aileyi,<br />

demokratik ailenin de demokratik bireyi/vatandaşı<br />

meydana getirdiği; bir siyasal rejim, bir yaşam biçimi<br />

<strong>ve</strong> değer felsefesi olarak demokrasinin hem yönetim<br />

hem toplum hem de bireysel boyutta giderek<br />

kökleşmekte olduğu görülür. Gelecekte daha fazla<br />

oranda hayatımızı kuşatması beklenen demokrasi<br />

kültürüne uygun nesiller yetiştirebilmemiz için aile<br />

ortamında küçük yaşlarda çocuklarımızın sosyalleşmesini<br />

sağlamamız büyük önem taşımaktadır.<br />

Yetişkinlerin bu süreçte “nelere dikkat etmeleri<br />

gerektiği, demokrasinin ilke <strong>ve</strong> kurallarına uygun<br />

bir sosyalleşme için çocuklara öncelikle hangi değerleri<br />

<strong>ve</strong> becerileri kazandırılması gerektiği” sorularına<br />

cevap aramak için yapılan bu çalışmada<br />

“tarama tekniği” kullanılmıştır.<br />

Demokratik Sosyalleşme<br />

Sosyalleşme, bireyin çeşitli bilgi, beceri, değer<br />

<strong>ve</strong> davranışlar edinerek içinde bulunduğu ortamın


mevcut kültürünü; toplumun örgütlenme, iş bölümü,<br />

üretim <strong>ve</strong> tüketim biçimlerinin gereklerini bilmesi<br />

<strong>ve</strong> buna katılma çabası içinde olmasıdır (Özpolat,<br />

2009: 249-266). Doğan (2009: 85)’ın Rocher’den<br />

aktardığı tanıma göre sosyalleşme, “İnsanın, tecrübelerinin<br />

ışığında kişiliğinin doğal yapısı ile yaşadığı<br />

toplumun sosyo-kültürel ögelerini yaşama<br />

sırasında içselleştirdiği <strong>ve</strong> insani kişiliğinin farkına<br />

vardığı, bunun yanı sıra anlamlı toplumsal görevlerle<br />

yaşamak zorunda olduğu toplumsal çevreye<br />

uyumunu sağlayan bir süreçtir.” Marshall (1999:<br />

760)’a göre de toplumsallaşma, “gerek toplumun<br />

norm <strong>ve</strong> değerlerini içselleştirerek gerekse toplumsal<br />

rolleri (işçi, arkadaş, yurttaş vb. olarak) yerine<br />

getirmeyi <strong>ve</strong> toplumun üyesi hâline gelmeyi öğrenme<br />

sürecidir.” Demokratik sosyalleşme ise alternatif<br />

bir sosyalleşme modeli iddiası içermeksizin<br />

bireyin yetiştirilmesi sürecinde demokrasi kültürünün<br />

gerektirdiği bilgi, beceri, değer, tutum, ilke <strong>ve</strong><br />

kuralları yeteri kadar dikkate almaktır. Demokratik<br />

sosyalleşmeden kastımız ailede çocuğa demokrasi<br />

bilgisi <strong>ve</strong>rilmesinden çok, ona demokratik davranılarak<br />

demokrasiyi öğrenmesini <strong>ve</strong> yaşamasını<br />

öğretmektir.<br />

İnsanın toplumsallaşma serü<strong>ve</strong>ni doğumundan<br />

ölümüne kadar de<strong>ve</strong>m eder. Bu yönüyle denilebilir<br />

ki hayat, öğrenerek, değişerek, gelişerek sosyalleşmektir.<br />

Belli bir kültür ortamında yetişkinlerin<br />

tesirinde toplumsallaşan çocuk, zamanla kendini o<br />

kültürün <strong>ve</strong> toplumun bir parçası olarak görmeye<br />

başlar, üstlendiği çeşitli rollerle söz konusu toplumun<br />

birikimini sonraki kuşaklara taşır. Sonuçları<br />

<strong>ve</strong> bireyi aşan boyutu itibariyle sosyalleşme,<br />

insanlığın her türlü birikiminin öğrenilerek yaşatılması;<br />

yeni kuşakların önceki kuşaklardan uygarlığı<br />

öğrenmesi <strong>ve</strong> sonraki kuşaklara aktarmasıdır.<br />

Kuşaktan kuşağa devam eden bu kültürel transfer,<br />

uygarlığın hayat kaynağını oluşturur. Buna göre<br />

diyebiliriz ki insanın sosyalleşebilme <strong>ve</strong> sosyalleş-<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

tirebilme yeteneği uygarlık dediğimiz birikimi meydana<br />

getirmiştir. Bu açıdan bakıldığında birey, toplum,<br />

kültür <strong>ve</strong> uygarlık karşılıklı birbirlerini mümkün<br />

kılan unsurlar olarak değerlendirilir. Eralp (1949:<br />

52-56), birey <strong>ve</strong> sosyal şartlar arasındaki ilişkinin<br />

önemini şöyle vurgular: “Toplum bizim dışımızda<br />

olmaktan çok bizim içimizdedir. Her keşfin yapılabilmesi,<br />

her büyük adamın yetişmesi için bazı sosyal<br />

şartlara ihtiyaç olduğuna şüphe yoktur; çölde<br />

ne sonsuz küçükler hesabı keşfedilebilir ne de dokuzuncu<br />

senfoni bestelenebilirdi.” Olumlu sosyal<br />

şartların birey üzerindeki olumlu etkisinin aksine,<br />

bireyin içinde doğup büyüdüğü sosyal çevrenin<br />

sağlıklı sosyalleşme için el<strong>ve</strong>rişli olmaması, onun<br />

doğuştan getirdiği zekâ <strong>ve</strong> yeteneğin yeteri kadar<br />

gelişme imkânı bulamamasına ya da kötü amaçlı<br />

kullanılmasına neden olabilme potansiyelini içerir.<br />

Bir etkileşim <strong>ve</strong> öğrenme süreci dâhilinde ömür<br />

boyu devam eden, ancak, olgunluk çağından itibaren<br />

hızı azalan <strong>ve</strong> niteliği değişen sosyalleşme,<br />

öncelikle çocukluk <strong>ve</strong> ergenlik döneminde büyük<br />

önem taşır. Bu önem kültürümüzde “Ağaç yaş iken<br />

eğilir.” atasözünde karşılığını bulur. “Sosyalleşme<br />

çocukta kendine gü<strong>ve</strong>n duygusunu geliştirir. Çocukta<br />

kendine gü<strong>ve</strong>n duygusu, onun olumsuz bir<br />

vaziyet alışla diğer insanlardan kaçıp kendi başına<br />

hodbin <strong>ve</strong> hiçbir şey öğrenemez bir varlık olarak<br />

yaşamasına <strong>ve</strong>ya mevcut otoriteye kayıtsız şartsız<br />

boyun eğerek silik bir varlık olarak yaşamasına<br />

engel olur. Sosyalleşme bir vicdan teşekkülüne<br />

hizmet eder; bu sayede çocuk hem kendi fikir <strong>ve</strong><br />

ihtiyaçlarını kontrol eder hem de toplumdaki mevcut<br />

değer <strong>ve</strong> kurallara uygun davranış şekilleri geliştirebilir”<br />

(Ergün, 1994: 40).<br />

Bireyin sosyalleşmesinde bütün toplumsal kurumların<br />

etkisi olmakla beraber birer sosyal ortam<br />

<strong>ve</strong> bilgi-kültür kaynağı olması nedeniyle çoğunlukla<br />

aile, okul, arkadaş grubu, iş çevresi; çeşitli dinî,<br />

fikrî, kültürel <strong>ve</strong> mesleki grupların etkisi olmaktadır.<br />

11


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Bunlardan özellikle aile, bireyin ilk <strong>ve</strong> hayat boyu<br />

devam eden sosyalleşme kaynağı olması açısından<br />

büyük önem arz etmektedir. Ailede de genellikle<br />

annenin sosyalleştirici etkisi, ailenin diğer bireylerine<br />

oranla daha güçlüdür. Bebeklik <strong>ve</strong> erken<br />

çocukluk döneminde çoğunlukla aile bireylerinden<br />

etkilenerek toplumsallaşan çocuk, zamanla okul,<br />

iş, sosyal gruplar <strong>ve</strong> değişik ortamlarda yaşadığı<br />

ilişkilerle sosyalleşmesini sürdürür.<br />

İki önemli sosyalleştirme kurumu olarak<br />

aile <strong>ve</strong> okul, çocuğun ihtiyacı olan sosyalleşme<br />

mesajlarını seçerken genellikle çağın yaşayan, itibar<br />

edilen, kullanım değeri olan bilgi, beceri, değer<br />

<strong>ve</strong> davranışların kazandırılması perspektifinden<br />

hareket eder. Başka bir ifadeyle bir toplumdaki<br />

sosyalleşme sürecinin içeriğini toplumun/dönemin<br />

paradigmaları belirler. Bu bağlamda beceri boyutunda,<br />

eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, problem<br />

çözme, karar <strong>ve</strong>rme, araştırma yapma, sosyal<br />

<strong>ve</strong> siyasal katılım, grupla çalışma, gözlem yapma,<br />

girişimcilik, iletişim <strong>ve</strong> empati kurma, bilgi teknolojilerini<br />

kullanma, değişim <strong>ve</strong> sürekliliği algılama, dili<br />

doğru, güzel <strong>ve</strong> etkili kullanma; değer boyutunda<br />

ise, adil olma, dürüstlük, barışse<strong>ve</strong>rlik, çalışkanlık,<br />

dayanışma, farklılıklara saygı, hak <strong>ve</strong> özgürlüklerini<br />

bilmek <strong>ve</strong> korumak, başkalarının haklarına saygı<br />

duyma, sorumluluklarının bilincinde olma, hoşgörülü<br />

olma, uzlaşmaya <strong>ve</strong> değişime açık olma,<br />

ön yargı <strong>ve</strong> ayrımcılıklarla mücadele, eşitlik, sevgi,<br />

doğal çevreye duyarlılık, vatanse<strong>ve</strong>rlik, yardımse<strong>ve</strong>rlik,<br />

kültürel mirasa duyarlılık gösterme gibi yeterliliklerin<br />

önem kazandığı görülür. Ana hatlarıyla<br />

demokrasi kültürü <strong>ve</strong> değerleri ile ilgili yeterlilikleri<br />

esas alması nedeniyle “demokratik sosyalleşme”<br />

olarak nitelediğimiz bu sosyalleşme yaklaşımı,<br />

çağımız insanının temel ihtiyaçlarındandır.<br />

Küçük yaşlarda aile ortamında temelleri atılması<br />

gereken bu sosyalleşme çerçe<strong>ve</strong>siyle demokrasi,<br />

ancak birey <strong>ve</strong> toplum düzeyinde bir kültüre dönüşebilecektir.<br />

12 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Demokratik sosyalleşme, bireye demokratik<br />

kültürün, değerlerin, becerilerin <strong>ve</strong> tutumların kazandırıldığı,<br />

yani demokrasiyi özümsemiş bireyi<br />

<strong>ve</strong> toplumu yetiştirmeyi hedefleyen sosyalleşmedir.<br />

Demokratik sosyalleşme, bireylerin demokratik<br />

süreçlere hem siyasal sistem hem toplumsal hayat<br />

hem de bireysel yaşantı boyutunda katılması; tercihlerinde,<br />

kararlarında <strong>ve</strong> ilişkilerinde demokrasiyi<br />

referans almasıdır. Demokrasiye dayalı bir sosyalleşme,<br />

insana dair doğal olanı, insanlık hâllerini<br />

<strong>ve</strong> birlikte yaşamak için gerekli olan bilgi, beceri,<br />

değer <strong>ve</strong> tutumları hesaba katan bir sosyalleşme<br />

yaklaşımıdır. Bu nedenle demokrasiye dayalı sosyalleşme<br />

idealden çok realiteyi esas alır. Toplumumuzda<br />

yaygın olan sosyalleşme anlayışında ise<br />

mükemmellik hedefi baskındır. Sosyalleştirmenin<br />

öncelikli amacı bireye devlet, toplum <strong>ve</strong> aile için<br />

üstlenmesi gereken rol <strong>ve</strong> sorumlulukları öğretmektir.<br />

Amaç kusursuz bireyler yetiştirmektir. Demokratik<br />

sosyalleşmede ise doğruya <strong>ve</strong> yanlışa,<br />

iyiye <strong>ve</strong> kötüye, güzele <strong>ve</strong> çirkine ilişkin sonucu<br />

tayin eden önemli faktörlerden biri, durumsallık<br />

ilkesidir. Yani koşullar önermelerin doğruluk <strong>ve</strong><br />

yanlışlık derecelerini etkileyebilir. Buna göre, her<br />

görüş, içinde yanlışlık ihtimali olan bir doğru olabileceği<br />

gibi içinde doğruluk ihtimali olan bir yanlış<br />

da olabilir. Esnek bir zihinsel yapıya hizmet eden<br />

bu bakış açısı, demokratik sosyalleşmenin gerektirdiği<br />

birçok beceri <strong>ve</strong> değerin özünü oluşturur.<br />

Demokratik sosyalleşme bireyin diğer insanlarla<br />

ilişkilerinde “doğal olan”ı esas alır. Her bireyin,<br />

insan olarak kendi türünün bütün özelliklerini<br />

taşıdığı <strong>ve</strong> bu nedenle evrensel insanlık ailesinin<br />

ayrılmaz bir parçası olduğu <strong>ve</strong> aynı zamanda kendisini<br />

diğer insanlardan bir ölçüde farklı <strong>ve</strong> özgün<br />

kılan bir yönünün bulunduğu realitesini kabul eder.<br />

Bu ilkeden hareketle demokratik sosyalleşme hem<br />

evrensel ilke <strong>ve</strong> değerleri hem de bireysel hak, özgürlük<br />

<strong>ve</strong> sorumluluğu dikkate alır.


Demokratik sosyalleşme bireye ilişkin hak-görev<br />

dengesini esas alır. Bu sosyalleşme anlayışı<br />

bireyin ailesine, topluma, devlete, genel olarak insanlığa<br />

<strong>ve</strong> doğaya karşı hem görevlerini hem de<br />

haklarını bilmesini gerektirir. Hak <strong>ve</strong> görev madeni<br />

bir paranın iki yüzü gibidir. Bir tarafın varlığı diğerinin<br />

varlığıyla anlam kazanır. Bu nedenle hak<br />

<strong>ve</strong>ya görevden birinin diğerine feda edilmesi sosyal<br />

dengeyi bozar. Ancak, insanlık tarihine bakıldığında<br />

bireylerin sosyalleşme sürecinde her zaman<br />

hem “hak” hem de “görev” boyutuna vurgu yapıldığını<br />

söylemek zordur. Bu bağlamda dengenin<br />

çoğu zaman “görev” lehine bozulduğu <strong>ve</strong> “görev”i<br />

esas alan sosyalleştirme eğiliminin daha ağır bastığı<br />

görülür. Bu durum Türk toplumu dâhil birçok<br />

toplumda hâlâ devam etmektedir.<br />

Hak <strong>ve</strong> özgürlükleri geri plana iterek bireyin görev<br />

<strong>ve</strong> sorumluluklarını katı bir şekilde öne çıkaran<br />

sosyalleştirme anlayışının altında yatan nedenlerden<br />

biri, otoritenin sarsılması <strong>ve</strong> otorite kaynağının<br />

egemenlik alanının daralması kaygısıdır. Özellikle<br />

baskıcı ailelerde ebe<strong>ve</strong>yn otoritesinin korunması <strong>ve</strong><br />

aynı nitelikteki sosyal gruplarda da liderin otoritesinin<br />

korunması çabası hak <strong>ve</strong> özgürlüklere dayalı<br />

değerlerin geri plana itilmesini gerektirmiştir. Bu <strong>ve</strong><br />

benzeri kültürel nedenlerin yanında, bu bağlamda<br />

siyasi nedenlerin de etkili olduğu söylenebilir.<br />

Hak <strong>ve</strong> özgürlüklerinin farkında olarak sosyalleşen<br />

bireylerin, devletin geniş hükümranlık yetkilerini<br />

sorgulayacağı, böylece onun otoritesini sarsacağı<br />

kaygısı, eskisi kadar olmasa da demokratik eğitim<br />

<strong>ve</strong> demokratik sosyalleşme önünde bir zihniyet sorunu<br />

olarak varlığını korumaktadır. Özellikle totaliter<br />

yönetimlere sahip toplumlarda hak <strong>ve</strong> özgürlük<br />

bilgisine dayalı sosyalleşme talebi, devlet açısından<br />

siyasi sonuçları da olan ciddi bir sosyal risk<br />

olarak algılanmaktadır. Bu risk, çoğu zaman bu tür<br />

devletlerin eğitim politikaları, öğretim programları<br />

<strong>ve</strong> uygulamalarında bireyin hak <strong>ve</strong> özgürlüklerini,<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

görev <strong>ve</strong> sorumluklularının gölgesinde bırakan<br />

yaklaşımların izlenmesine neden olmaktadır.<br />

Demokratik sosyalleşme bir haktır. Bu sosyalleşme<br />

biçimi, insanlığın ortak paydasını esas alır,<br />

ancak bireyin özgün <strong>ve</strong> farklı oluşunu da bir “hak”<br />

olarak kabul eder. Bu, “farklı olma hakkı” dır.<br />

Farklı olma hakkının bilincinde olmak <strong>ve</strong> onu koruyup<br />

geliştirmek demokratik sosyalleşmenin temelini<br />

oluşturur. Buna göre her insan se<strong>ve</strong>bilir, ama<br />

herkes aynı yemeği, aynı şehri, aynı kitabı, aynı<br />

lideri sevmek zorunda değildir. Herkes düşünebilir<br />

ama herkes aynı görüşte olmak zorunda değildir.<br />

Her insan inanabilir, ama herkes aynı dine, aynı<br />

mezhebe, aynı toteme inanmak zorunda değildir.<br />

Bu hak aynı zamanda farklı etnik kökene, kültürel<br />

yapıya, siyasal tercihe, politik <strong>ve</strong> felsefi görüşe,<br />

sosyal gruba vb. ait olmayı da içerir. İnsanın farklı<br />

olma hakkı, şahsiyet oluşturabilmenin, hayata<br />

anlam katabilmenin, kimlik kazanabilmenin temel<br />

şartıdır. Bu hak, yaşama hakkı dışında inanma,<br />

düşünme, ikamet etme, seyahat etme gibi hakların<br />

da temelini oluşturur.<br />

Bireylerin <strong>ve</strong> çeşitli grupların farklı olma haklarının<br />

inkârı, bütün totaliter yönetimlerin genel<br />

politikasıdır. Bu yönetimler inanç, kültür, siyasi<br />

düşünce <strong>ve</strong> etnik kökene dayalı farklılıkları, sosyal<br />

kontrolü zorlaştırıcı, onun maliyetini artırıcı bir<br />

faktör, dolayısıyla da bir tehdit olarak görürler. Bu<br />

nedenle, farklı olana, kendisine benzeme dışında<br />

başka seçenek tanımazlar. Oysa ki aşırı benzeşim<br />

yoluyla sağlanan yapay “biz” duygusuyla toplumda<br />

gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nlik tesis edilemeyeceği gibi bu<br />

süreçte tekilin, farklı olanın ötekileştirilmesinin,<br />

yadsınmasının toplumda yarattığı mağduriyet <strong>ve</strong><br />

kamplaşma insanlık açısından daha büyük riskler<br />

içermektedir.<br />

Demokratik sosyalleşme, bireyi aydınlatma,<br />

onun duygu <strong>ve</strong> zihin dünyasında farklı olana, öte-<br />

13


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

kine saygı temelinde bir kabul alanı yaratma sürecidir.<br />

Çeşitli şekillerde öteki hakkında yaratılan<br />

olumsuz imajları <strong>ve</strong> ön yargıları değiştirmedir. Bu<br />

belki de sosyalleşmenin en zor aşamasıdır. Çünkü<br />

birçok kültürde öteki/ötekiler hakkında yüzyıllara<br />

yayılan kuv<strong>ve</strong>tli ön yargılar bulunmakta <strong>ve</strong> sosyalleşme<br />

sürecinde bunlar yeni kuşaklara da benimsetilmektedir.<br />

Oysa insanlığın geleceği, bu ön<br />

yargıları yaşatmakta değil, bunları derinden sorgulamakta<br />

aranmalıdır. Demokratik sosyalleşme bu<br />

sorgulamayı yapabilmenin <strong>ve</strong> öteki hakkında kategorik,<br />

kalıp <strong>ve</strong> sabit düşüncelerden kurtulabilmenin<br />

yegâne imkânıdır.<br />

Demokratik sosyalleşme, farklılığı tehdit algısının<br />

dışına çıkarma, ona hayat hakkı tanıma hedefine<br />

odaklıdır. Bu başarıldığı zaman, toplumun<br />

sosyal sermayesi büyür, toplumda birey-birey, birey-toplum<br />

<strong>ve</strong> birey-devlet arasında gü<strong>ve</strong>n duygusu<br />

gelişir. İnsan, üstün kılınmış olur. Sosyal barış<br />

<strong>ve</strong> huzur artar, toplumsal bilinç güçlenir, sosyal<br />

kontrol kendiliğindenleşir; bunlara bağlı olarak kamunun<br />

gü<strong>ve</strong>nlik harcamaları azalır.<br />

Demokratik sosyalleşmenin diğer bir hareket<br />

noktası “insanlık hâlleri” dir. İnsanlık hâlleri değişken<br />

<strong>ve</strong> başka başkadır. Zira bütün insanların<br />

aynı derecede zeki, duygusal, cesur, cömert, şefkatli<br />

vb. olması mümkün değildir. İnsanlık hâlleri,<br />

her insanın her hâlden, özellikten bir ölçüde bir<br />

pay sahibi olmasının ifadesidir. Buna göre bütün<br />

insanlık bir kişiyi, bir kişi bütün insanlığı temsil<br />

edebilir. Kimi özelliklerimiz açısından farklı olsak<br />

da hepimiz aslında biriz. Hepimiz bir ölçüde cesur,<br />

korkak, bilge, cahil, sevimli, itici, adil, zalim, aziz <strong>ve</strong><br />

günahkârız. Örneğin, çok cesur bir insan bazı durumlarda<br />

biraz da korkak davranabilir. Çok cömert<br />

biri bazı hâllerde cimrilik yapabilir. Çok adil biri bazen<br />

haksızlık yapabilir. Yani herhangi bir niteliğe<br />

dair çokluk da eksiklik de insan için mümkündür.<br />

Elbette ki insanın her konudaki bilgi, beceri <strong>ve</strong> ye-<br />

14 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

terliliklerini en üst düzeye çıkarma hedefi demokratik<br />

sosyalleşme için de geçerlidir. Ancak daha<br />

önde gelen ilke, insanın doğruları <strong>ve</strong> yanlışlarıyla<br />

birlikte insan olduğudur. Demokratik sosyalleşme,<br />

mükemmellik yolunda ne kadar mesafe alınırsa<br />

alınsın bazı konularda insanın eksikliklerinin bulunabileceği<br />

gerçeğini hesaba katar. Bu nedenle<br />

demokratik sosyalleşme, kusursuz <strong>ve</strong> mükemmel<br />

insan yetiştirme iddiasını içermez.<br />

İnsanlık hâllerini göz ardı eden bir sosyalleşme<br />

iddiası, insandan tanrı yaratma hayaliyle avunur.<br />

Bunu başaramayınca tabular, mitler, idoller, aşılmazlar,<br />

ulaşılmazlar, dokunulmazlar yaratır. Yaratacağını<br />

umduğu idolün de insanlık hâllerinden<br />

bağımsız olamayacağını, bir noksanlığının, kusurunun<br />

bulunduğunu anladığı zaman da anlam kaybı<br />

yaşamaya başlar. Sosyalleşme sürecinde bu tür<br />

insanüstüleştirme çabaları ciddi sapmalara neden<br />

olabilir. Aileler <strong>ve</strong> öğretmenler insanüstüleştirmenin,<br />

insanı değerli kılmak değil, aksine onu kendi<br />

doğasından koparmak, insanlığından çıkarmak olduğunu<br />

bilmelidirler.<br />

Sosyalleştirmede insanlık hâllerini dikkate almak,<br />

bireysel <strong>ve</strong> toplumsal zihniyeti aşırılıklardan<br />

arındırır. İnsanı olduğu gibi kabul etmeyi, onun içinde<br />

bulunduğu, bulunabileceği özel koşulları, imkân<br />

<strong>ve</strong> imkânsızlıkları dikkate almayı gerektirir. İnsanlık<br />

hâllerini dikkate alan demokratik sosyalleşme, tolere<br />

edilebilir sınırlardaki hataların, noksanlıkların,<br />

zaafların her insan için mümkün olabileceğini; her<br />

insandan aynı standartta yeterlilikler beklemenin<br />

doğru olmayacağını, insan olmanın gereği olarak<br />

hiç kimsenin bu durumlardan bağımsız olamayacağını<br />

kabul eder.<br />

Demokratik sosyalleşmenin esas aldığı diğer<br />

bir husus da “birlikte yaşama kültürü” açısından<br />

birey için çağın gerektirdiği bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong><br />

tutumlardır. Çünkü demokrasi bir yandan bireylerin


özgürlük alanının geliştirilmesini savunurken aynı<br />

zamanda “düzen” fikrini de savunur. Anarşizm<br />

derecesinde bir özgürlük anlayışını reddeder. Bireyin<br />

bir toplum içinde ancak kimlik <strong>ve</strong> kişiliğinin gelişebileceği<br />

gerçeğinden hareketle “çokluk içinde<br />

birlik” anlayışına dayalı olarak birlikte yaşama iradesini<br />

sürekli kılmaya çalışır. Bunu sağlamak için<br />

sosyalleşme sürecinde çocuklara esnek bir zihinsel<br />

yapı, tolerans <strong>ve</strong> hoşgörü kültürünün kazandırılmasını<br />

öngörür. Bu amaca yönelik empati kurma<br />

becerisi ile farklılıklara, hak <strong>ve</strong> özgürlüklere saygı<br />

duyma değerini öne çıkarır.<br />

Ailede Demokratik Sosyalleşme<br />

Toplumun çekirdeği olan aile bir sosyalleşme<br />

okuludur. Bireyin ilk sosyalleşmesi ailede başlar.<br />

Hayatta öğrenilen birçok şeyin daha önce öğrenilen<br />

bilgi, değer <strong>ve</strong> beceriler üzerine bina edildiği,<br />

bu öğrenmelerin aile ortamında gerçekleştiği, ayrıca<br />

ailenin birçok kişi için hayat boyu bir yaşam<br />

alanı olduğu gerçeği, ailede işletilen sosyalleşme<br />

sürecinin önemini ortaya koymaktadır. Ailede gerçekleştirilen<br />

sosyalleşmenin demokratik temelde<br />

şekillenmesi için öncelikle ebe<strong>ve</strong>ynler olmak üzere<br />

bütün aile bireylerinin tutum <strong>ve</strong> davranışlarında,<br />

etkileşim <strong>ve</strong> iletişim biçimlerinde demokratik bir<br />

duyarlılık içinde bulunmalarını gerekir. Zira bireyler<br />

erken çocukluk döneminde daha çok taklit yoluyla<br />

öğrenirler. Hayat içinde doğal <strong>ve</strong> gönüllü bir<br />

öğrenme modelinin uygulandığı aile yaşantısında<br />

birey, toplumsal yaşamın temel kurallarını öğrenir.<br />

İnsanın içinde doğup büyüdüğü, sevgi <strong>ve</strong> himaye<br />

gördüğü aile; toplumun temel taşı, bireyin birincil<br />

sosyalleşme kaynağı <strong>ve</strong> yaşam boyu bir yuva olması<br />

nedeniyle titizlikle korunması gereken saygın<br />

bir sosyal kurumdur.<br />

Aile biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün devamını<br />

sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk yaşandığı,<br />

karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlan-<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

dığı; toplumda oluşan özdeksel <strong>ve</strong> tinsel zenginlik-<br />

leri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik,<br />

ekonomik, toplumsal, hukuksal vb. yönleri bulunan<br />

toplumsal bir birimdir (Sayın, 1990: 2). Aile, birey<br />

için önemli bir modelleme aracıdır. Ailede gördükleri<br />

modeller üzerinden bireyler annelik, babalık,<br />

ağabeylik, ablalık ya da “kadınlık”, “erkeklik” davranış<br />

kalıplarını öğrenir (Yıldırım, 2005: 93-100).<br />

Kültürümüzde birey-toplum ilişkisinin kurucu<br />

ünitesi ailedir. Aile bağları, doğumdan ölüme kadar<br />

bireyin fiziksel, zihinsel, ruhsal sağlığının <strong>ve</strong> mutluluğunun<br />

teminatıdır (İçli, 2009). Doğan (2009: 204-<br />

205)’a göre, Türk toplumu aile örgütlenmesi üzerine<br />

kurulu bir toplumdur. Bu örgütlenmeyi pekiştiren<br />

<strong>ve</strong> ikame eden toplumsal değerlerdir. Himaye,<br />

itaat <strong>ve</strong> sadakat gibi değerler toplumsal değerlerin<br />

başında yer alarak Türk aile yapısındaki ilişkileri<br />

denetlemekte <strong>ve</strong> düzenlemektedir. Sözlü kültür<br />

ürünleri sözü edilen olguyu doğrulayan önemli tarihsel<br />

<strong>ve</strong> sosyolojik kaynaklardır. Bu kaynaklarda<br />

baba/koca/aile reisi itaat <strong>ve</strong> sadakatle kendisine<br />

tabi olunan kişi/ler; anne, kadın <strong>ve</strong> çocuklar bu<br />

değerlerle tabi oldukları kişilerden himaye gören<br />

varlıklardır.<br />

Bireysel bağlamda bakıldığında, ailede özellikle<br />

annenin toplumsallaştırıcı etkisinin ailenin diğer<br />

bireylerine oranla daha güçlü olduğu görülür. Bu<br />

özelliği nedeniyle “anne aynı zamanda informal<br />

eğitim bağlamında insanın ilk öğretmenidir” (Özpolat,<br />

2002: 31). Bu durum önemli ölçüde anneliğin<br />

doğası <strong>ve</strong> anne ile çocuk arasında daha gebelik<br />

döneminde kurulan duygusal etkileşimden<br />

kaynaklanır. Bu nedenle birçok toplumda olduğu<br />

gibi toplumumuzda da aile ölçeğinde sosyalleşme<br />

sorumluluğunun çoğunlukla anneye <strong>ve</strong>rildiği görülmektedir.<br />

Annelik rolünün sosyalleştirici etkisinin<br />

yanında toplumun üretim biçiminin babaya <strong>ve</strong> ailenin<br />

erkeklerine aile dışında yüklediği sorumluluğun<br />

da etkisi bulunmaktadır. Zira, Ersöz (1999: 104)’ün<br />

15


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

kamuda çalışan yönetici kadınlar <strong>ve</strong> eşleri üzerinde<br />

yaptığı bir araştırmaya göre erkeklerin %43,7’sinin<br />

aşırı yorgunluk, zaman bulamama, e<strong>ve</strong> geç gelme<br />

vb. nedenlerle çocuklarıyla ilgilenemediklerini ortaya<br />

koymaktadır.<br />

Aile bireyin özel alanıdır. Bu durum çoğu<br />

bireyin ailesine karşı muhafazakâr bir eğilim içinde<br />

olmasına neden olur. Bu eğilim aile bireylerinin<br />

birbirlerine tutkun olması, saygı göstermesi, birbirlerini<br />

sevmesi, himaye etmesi için gerekli olan bir<br />

durumdur. Aidiyet duygusundan kaynaklanan <strong>ve</strong><br />

bireyin hayatında çoğunlukla olumlu rol oynayan<br />

bu eğilim, kimi durumlarda ailede öğrenilen bazı<br />

yanlışları da sorgulama dışı tutma, akıl süzgecinden<br />

geçirmeme gibi boyutlara varabilmektedir. Durum<br />

böyle olunca, doğruluk adına bireye öğretilen<br />

kimi yanlışlar ömür boyu onun düşüncesi, inancı<br />

<strong>ve</strong>ya tercihi hâline gelebilmekte <strong>ve</strong> ilişkilerini etkileyebilmektedir.<br />

Bu durum ailede <strong>ve</strong>rilen ilk eğitimin<br />

rafine edilmiş gü<strong>ve</strong>nilir bilgileri içermesinin<br />

önemini ortaya koymaktadır.<br />

Ülkemizde demokratik sistemin birey, toplum<br />

<strong>ve</strong> siyasal sistem boyutunda yaşadığı sorunların<br />

temelinde yatan nedenlerden biri, aile ortamında<br />

çocukları demokrasinin nimetlerinden mahrum<br />

etmek, demokrasiye uygun olmayan kimi yanlış<br />

bilgi, değer <strong>ve</strong> tutumları aile <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya kabile muhafazakârlığı<br />

adına meşru göstermektir. Ülkemizde<br />

iki yüz yıllık serü<strong>ve</strong>nine rağmen demokrasinin<br />

hâlâ sorunlu olmasının nedeni birey, aile <strong>ve</strong> toplum<br />

düzeyinde demokrasi kültürünü inşa edememiş olmamızdır.<br />

Uysal (1984: 84)’a göre “demokrasinin<br />

işlerliği için bilgili <strong>ve</strong> etkin vatandaşa duyulan gereksinme<br />

ile ailedeki etkilik arasında da bir paralellik<br />

kurulabilir.” Bu tespitten hareketle denilebilir<br />

ki birey ailede evlat olarak nasılsa, hangi yeterliliklere<br />

sahipse, devletin vatandaşı <strong>ve</strong> toplumun üyesi<br />

olarak da öyledir. Demokrasi kültürü açısından bakılırsa<br />

birey ailede ne kadar demokratikse toplum<br />

16 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

hayatında <strong>ve</strong> devletle ilişkilerinde de o kadar demokratiktir.<br />

Bu nedenle demokratikleşmeye ilişkin<br />

süreç tabandan yani bireyden <strong>ve</strong> aileden başlamalıdır.<br />

Bireyin hayatını kuşatan bir toplumsal, kültürel<br />

<strong>ve</strong> siyasal çerçe<strong>ve</strong> olarak demokrasinin mümkün<br />

olan en erken yaşlarda <strong>ve</strong> aile ortamında yaşanarak<br />

öğrenilmesi tam demokratik bir toplum için bir<br />

zorunluluk hâline gelmiştir. Çünkü istisnalar hariç,<br />

temeli ailede atılmayan, kökü aile içi sosyalleşmeye<br />

uzanmayan, başka bir ifadeyle ailede alınmış terbiyeye<br />

dönüştürülmeyen değer <strong>ve</strong> bilgilerin bireyin<br />

hayatında kalıcı iz bırakması zordur. Bu nedenle<br />

işe aileden başlanmalı, birey toplum <strong>ve</strong> devlet için<br />

doğru <strong>ve</strong> yararlı olan bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong> tutumlar<br />

mümkün olan en erken yaşta <strong>ve</strong> aile ortamında<br />

kazandırılmalıdır. Demokrasinin gerektirdiği yeterliliklerin<br />

çocuklarda bir kültür hâline dönüşebilmesi<br />

<strong>ve</strong> bir referans olarak görülebilmesi için demokrasi<br />

paradigmasının bazı açılardan ailede bir sosyalleşme<br />

hedefi olarak benimsenmesi gerekmektedir.<br />

Bu bağlamda, şahsiyet eğitimini de içeren çocukta<br />

kimlik oluşum süreci, aile içi iletişim <strong>ve</strong> katılım<br />

önem <strong>ve</strong> öncelik arz etmektedir.<br />

1. Kimlik Oluşturan Unsurlar<br />

Bireyin kimliğine etki eden temel unsurlar cinsiyet,<br />

etnik köken, dil, din, politik <strong>ve</strong> felsefi görüş,<br />

kültür, sosyal sınıf, coğrafi bölge gibi unsurlardır.<br />

Toplumumuzda önce toplumsal cinsiyet rollerinin<br />

öğretimi ile başlayan kimlik oluşumuna dönük sosyalleşme,<br />

zamanla ailenin etnik kökeni, inançları,<br />

politik görüşleri, sosyal köken değerleri hakkında<br />

farkındalık oluşturularak tamamlanır. Toplumun en<br />

hassas <strong>ve</strong> kırılgan noktaları olan bu olgular hakkında<br />

daha ilk bilgiler <strong>ve</strong>rilirken demokratik duyarlılık<br />

gösterilmesi, çocuğun cinsiyet, inanç, düşünce,<br />

etnik köken vb. bağlamlarda ayrımcı tutumlardan<br />

korunması, böylece toplumda farklılıklara saygı <strong>ve</strong>


eşitlik temelinde bir diyalog <strong>ve</strong> uzlaşma kültürünün<br />

oluşması açısından önemlidir. Bu nedenle çocuğa<br />

cinsiyet, milliyet, inanç gibi kimlik unsurları tanıtılırken<br />

aynı zamanda bütün bunların üzerinde öncellikle<br />

“insanlık” kimliğine <strong>ve</strong> onun değerlerine sahip<br />

olması gerektiği bilinci kazandırılmalıdır. İnsanlık<br />

kimliğinin cinsiyet <strong>ve</strong> milliyet kimliğinin üzerinde bir<br />

üst kimlik olarak kabulü çocukta eşitlik <strong>ve</strong> evrensellik<br />

fikrini pekiştirerek demokratik sosyalleşmeye<br />

katkı sağlar. Bu hususta Frenc Kölcsey’in oğluna<br />

öğüdü olan: “İnsanlığı sevmek, her asil kabilede<br />

bulunması gereken bir şarttır. İnsanlığın bütünü,<br />

her ferdi akrabamız olan, sevgimize <strong>ve</strong> hizmetimize<br />

aynı şekilde hakkı olan sayısız ailelere ayrılmış<br />

büyük bir soydan başka bir şey değildir.” şeklindeki<br />

bakış açısına insanlığın ne kadar da ihtiyacı vardır.<br />

(Turan, 2003: 205).<br />

Her aile toplumun değerlerini göz önünde tutarak,<br />

çocuklarına şahsi bağımsızlıklarını kazandıracak,<br />

onları ayakları üstünde durabilen insanlar<br />

hâline getirecek, hayat mücadelesinden galip çıkaracak<br />

şekilde eğitim uygulamalarına tabi tutar.<br />

Onların sorumluluk duygusuna sahip olmalarını<br />

ister (Özcan, 2004; 135-168). Demokratik kültürün<br />

yeteri kadar oluşmadığı toplumlarda ailelerde yaygın<br />

olan yetiştirme modeli, ebe<strong>ve</strong>ynlerin “kendi<br />

geçmişlerini çocuklarının geleceğinde yaşatmak”<br />

şeklinde ifade edilebilen bir anlayışın izlerini<br />

taşır. Halk arasında çocuğun kimi davranışları<br />

hakkında “Bu çocuk kime çekmiş acaba?” şeklindeki<br />

değerlendirmeler bu anlayışın ifadesidir. Bu<br />

durum çoğunlukla çocuklara toplumsal cinsiyet rolleri<br />

öğretilirken dışa vurulur. Toplumumuzda erkek<br />

çocuğun ailenin idealini oluşturan yetişkin erkekler<br />

gibi, kız çocuğunun da ailenin idealindeki kadınlar<br />

gibi yetiştirilmeye çalışılmasının nedeni bu bilinçaltı<br />

durumundan kaynaklanmaktadır. Hâlbuki çocuklar<br />

bizim arzularımıza konu olmak, bizim istediğimiz<br />

gibi yaşamak için dünyaya gelmemişlerdir. Onların<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

dünyaya ebe<strong>ve</strong>ynleri aracılığıyla gelmeleri, ebe<strong>ve</strong>ynlere<br />

onlar üzerinde mutlak tasarruf hakkı <strong>ve</strong>rmez.<br />

Toplumumuzda birçok ailede, önce cinsiyetçi<br />

bir yaklaşımla toplumsal cinsiyet rolleri öğretilen<br />

çocuğa zamanla kimlik oluşturan diğer unsurlar<br />

hakkında bilgiler <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> yönlendirmeler yapılır.<br />

Çocuğun aile ile bağlarının kuv<strong>ve</strong>tli <strong>ve</strong>ya zayıf oluşu<br />

da çocuğa sosyalleşme adına öğretilenlerin benimsenmesi<br />

<strong>ve</strong> uygulanmasıyla orantılıdır. Aile <strong>ve</strong><br />

sosyal çevre üzerinden yaratılan bilgi evreni giderek<br />

çocuğun kişiliği, sosyal ilişkileri, tercihleri, değerleri,<br />

davranışları, kabul <strong>ve</strong> retlerinin temel kodlarını<br />

oluşturur. Son derece doğal <strong>ve</strong> hatta gerekli<br />

olan bu sürecin demokratik değerler içermemesi<br />

bireyi çeşitli egemenlik <strong>ve</strong> güç ilişkilerinin nesnesi<br />

hâline getirebilir. Çoğu zaman bireyi, güce göre<br />

yönünü belirleme <strong>ve</strong> gücün üstünlüğünü kabullenme<br />

durumunda bırakan böyle bir sosyalleştirme<br />

anlayışı, demokratik açıdan sorgulanmaya açıktır.<br />

Ailede demokrasi çocuğun şahsiyetine saygı<br />

göstermekle başlar. Çocuğun sosyalleşmesinin<br />

demokratik esaslar dâhilinde olabilmesi için öncelikle,<br />

ailede annesi <strong>ve</strong> babasının insan olarak<br />

eşit olduğunu görmesi, buna inanması <strong>ve</strong> bunu<br />

yaşaması gerekir. Cinsiyetten kaynaklanan rol<br />

farklılıklarının her iki cinsin doğasının, fiziksel <strong>ve</strong><br />

ruhsal özelliklerinin gereği olduğu, bu roller arasında<br />

önem açısından öncelik sonralık ilişkisinin bulunmadığı,<br />

kadın <strong>ve</strong> erkeğin bir bütünün birer eşit<br />

yarısı olduğu, biri olmadan diğerinin de varlığının<br />

anlamını kaybedeceği gerçeği çocuğun düzeyine<br />

uygun bir dille anlatılmasıyla yetinilmemelidir. İla<strong>ve</strong><br />

olarak, ebe<strong>ve</strong>ynler <strong>ve</strong> ailenin diğer yetişkinleri tarafından<br />

cinsiyet ayrımı <strong>ve</strong> eşitsizliğini sorgulayıcı<br />

bir söylem kullanılmalı <strong>ve</strong> bu yargı çocuğa uygun<br />

biçimde hissettirilmelidir. Bireylerin kimi başarıları<br />

<strong>ve</strong>ya başarısızlıkları cinsiyet eksenli değerlendirilmemelidir.<br />

Toplumda zaman zaman kadınlara<br />

<strong>ve</strong>ya erkeklere yönelik bilinçsizce kullanılan kimi<br />

17


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

olumsuz yargıları içeren jargon ile herhangi bir cins<br />

hakkında abartılı olumlu değerlendirmeleri anlatan<br />

dil kullanımından imtina edilmelidir. Cinsiyetin insan<br />

kimliğinin bir parçası olduğu ancak bunun kesinlikle<br />

üstünlük nedeni olamayacağı ilkesi ailede<br />

hâkim kılınmalıdır.<br />

Ailede rol <strong>ve</strong> görev paylaşımı da demokratik<br />

sosyalleşmeyi etkiler. Bu bağlamda dikkat edilmesi<br />

gereken husus, toplumsal cinsiyete dayalı rol paylaşımının<br />

cinsiyet ayrımını pekiştirici <strong>ve</strong> meşrulaştırıcı<br />

nitelikte olmamasıdır. Örneğin: annenin <strong>ve</strong> kız<br />

çocuklarının yerinin daima mutfak olduğu, babanın<br />

<strong>ve</strong> erkek çocukların ise mutfak tezgâhına yaklaşmasının<br />

bir cinsiyet sapması olarak algılandığı bir<br />

aile düşünelim. Böyle bir ailede toplumsal cinsiyet<br />

rolü algısı rasyonel <strong>ve</strong> demokratik çerçe<strong>ve</strong>nin dışına<br />

çıkacak, özellikle erkek gözüyle tanımlanan bir<br />

kadın dünyası yaratılacaktır. Demokratik sosyalleşme<br />

için aile bireylerinin başarı <strong>ve</strong>ya başarısızlıkları<br />

onların cinsiyetleri ile ilişkilendirilmemelidir.<br />

Ailede cinsiyet <strong>ve</strong> güç esasına dayalı bir hiyerarşi<br />

yaratılmamalıdır. Zira rasyonel <strong>ve</strong> demokratik temeli<br />

bulunmayan hiyerarşi anlayışını meşrulaştıran<br />

bir zihniyet her an ya bir zalimin mazlumu ya<br />

da bir mazlumun zalimi olmaya açık hâle gelir. Bu<br />

nedenle hiçbir rasyonel izahı olmayan cinsiyetçi<br />

hiyerarşi, yani bir cinsin diğerinden cinsiyetinden<br />

dolayı üstün olduğu anlayışı, demokrasi kültürü<br />

açısından sorgulanmalıdır.<br />

Çocuğa etnik kimliği hakkında bilgi <strong>ve</strong>rilirken de<br />

demokratik duyarlılık gösterilmelidir. Zira insanlık<br />

açısından cinsiyet eşitsizliği ne denli kabul edilmez<br />

bir durumsa, ırk ayrımcılığı da aynı derecede kabul<br />

edilmez bir durumdur. Elbette ki çocukta kimlik<br />

gelişimi için kök duygusu <strong>ve</strong> milliyet düşüncesi<br />

önemli <strong>ve</strong> gereklidir. Ancak bu bağlamda çocuğa<br />

bir bilinç kazandırılmaya çalışılırken asla “insan”<br />

üst kimliğinin belirlediği çerçe<strong>ve</strong>nin dışına çıkılmamalıdır.<br />

Çünkü etnik köken <strong>ve</strong> milliyete aşırı olumlu<br />

18 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

vurgu yapılması çocukta ırkçı eğilimler, bu değer-<br />

lerin yeteri kadar dikkate alınmaması da çocukta<br />

köksüzlük duygusu yaratabilir. Bir etnik kökene<br />

aidiyet duygusunun belli düzeyde tatmin edilmesi<br />

sosyo-kültürel bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanması<br />

çocukta tarihsel, toplumsal <strong>ve</strong> kültürel açıdan<br />

derinliklere uzanan “kök” bilincini oluşturur<br />

ki bu bilinç, bireyde yetişkinlik çağında toplumsal<br />

bütünleşmeye katkıda bulunma <strong>ve</strong> vatandaşlık<br />

görevlerini yerine getirme konusunda bireyi istekli<br />

hâle getirir. Ancak bir etnik kökene ait olduğu kadar<br />

aynı zamanda evrensel insanlık ailesinin de<br />

bir üyesi olduğu bilincini bireye kazandırmak, onu<br />

etnik kökene dayalı ayrımcılık <strong>ve</strong> ırkçı eğilimlerden<br />

korumak için “insan <strong>ve</strong> insanlık” değerinin daha<br />

üstün tutulması gerekir.<br />

Etnik kökene ilişkin demokratik sosyalleşmeyi<br />

sağlamak için Türklerin, Arapların, Almanların<br />

<strong>ve</strong>ya başka ulusların bazı açılardan birbirlerinden<br />

farklı olabileceği, bunun doğal olmanın da ötesinde<br />

gerekli bir durum olduğu anlatılmalıdır. Söz konusu<br />

farklılıkların asla bir ulusun diğer bir ulustan<br />

üstün olduğu anlamına gelmeyeceği belirtilmelidir.<br />

Cinsiyet gibi etnik kimliğin de insanların kendi seçimi<br />

olmadığı, bunların doğuştan <strong>ve</strong>rili birer özellik<br />

olduğu, hiç kimsenin cinsiyetini, doğacağı yeri <strong>ve</strong><br />

zamanı, anne <strong>ve</strong> babasını dolayısıyla da etnik kökenini<br />

seçme şansına sahip olamayacağına yönelik<br />

kendi yaşantısından, ailenin diğer bireyleri <strong>ve</strong><br />

yakın çevredeki çocuklar üzerinden örnekler <strong>ve</strong>rilerek<br />

çocuk bilinçlendirilmelidir. Düzeye uygun olarak<br />

insanın kendi kazanımı <strong>ve</strong> seçimi olmayan bir<br />

özelliğinin diğer insanlarla olan mesafesini tayin<br />

etmede ölçü alınmaması gerektiği sezdirilmelidir.<br />

Uluslar arasında dil <strong>ve</strong> kültür farklılıklarının ulus olmanın<br />

doğal gereği olduğu, bunun bizim <strong>ve</strong> başkaları<br />

için bir tehlike arz etmediği, aksine iyi ilişkilerle<br />

bunun insanlık için bir fırsat <strong>ve</strong> zenginliğe dönüştürülebileceği<br />

görüşü vurgulanmalıdır.


Çocukları/bireyleri etnik ayrımcılıktan korumak,<br />

bu bağlamda farklı olana saygı duyulmasını sağlamak<br />

için çocuğun farklı milletlerden olan kişilere<br />

değer atfetmesini sağlamak için diğer ırk <strong>ve</strong> etnik<br />

kökenlerden olan insanların kültürlerinden <strong>ve</strong> yaşantılarından<br />

iyi örnekler <strong>ve</strong>rilebilir; bu bağlamda,<br />

farklı etnik kökenlerden uygarlığın gelişmesi için<br />

başarılı çalışmalar yapmış bilim adamları, düşünürler,<br />

sanatçılar, liderler <strong>ve</strong> benzerleri örnek gösterilebilir.<br />

İyi <strong>ve</strong>ya kötü oluşun etnik bir temelinin<br />

bulunmadığı fikri, kendi etnik kökeninden olumlu<br />

<strong>ve</strong> olumsuz örneklerle anlatılmalıdır. Hatta değil<br />

ulusal ölçekte bir ailede bile bireylerin iyi oluş<br />

<strong>ve</strong>ya kötü oluş derecelerinin değişebileceği anlatılmalıdır.<br />

Irk, renk, cinsiyet <strong>ve</strong> etnik köken hakkında<br />

çocukta demokratik sosyalleşmeyi sağlamak<br />

için daha oyun çağında iken çocuk için seçilecek<br />

oyuncaklarda farklı cinsiyet, renk <strong>ve</strong> ırklardan insan<br />

figürleri seçmek yararlı olabilir. Ev ortamında<br />

farklı kültürleri çağrıştıran kitap, eşya, aksesuar <strong>ve</strong><br />

motiflerin bulunması da bu süreci kolaylaştırıcı rol<br />

oynayabilir. Varsa çevrede farklı etnik kökenden<br />

ailelerle sosyal ilişki içinde bulunmak, onların gıyabında<br />

aile ortamında olumlu değerlendirmeler<br />

yapmak da çocukta pozitif eğilimler geliştirebilir.<br />

Ailede din, politik görüş <strong>ve</strong> değer felsefesi çocuğa<br />

öğretilirken de demokratik duyarlılık gösterilmelidir.<br />

Kimliğimizin birer parçası hâline gelen<br />

bu unsurların cinsiyet <strong>ve</strong> etnik köken gibi bireye<br />

doğuştan <strong>ve</strong>rili olmadığı, bireyin birer kazanımı<br />

<strong>ve</strong> tercihi olduğu çocuğa anlatılmalıdır. Ancak bu<br />

tercihlerin çeşitli sosyal, siyasal <strong>ve</strong> kültürel şartlar<br />

altında gerçekleştiği, bu nedenle koşulların değişmesine<br />

bağlı olarak bu tercihlerin de değişebileceği<br />

hususunda çocukta esnek bir bakış açısı yaratılıdır.<br />

Din, dil, kültür, politik <strong>ve</strong> felsefi görüş <strong>ve</strong><br />

sosyal sınıf açısından bizden farklı olanların, bu<br />

farklılıkları nedeniyle suçlanamayacakları kuv<strong>ve</strong>tle<br />

vurgulanmalıdır. Bu konuda çocuğu ikna etmek<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

için eğer doğup büyüdüğümüz kültür ortamını öteki<br />

olarak gördüklerimizinki ile değiştirebilseydik,<br />

onların bizim, bizim de onların şimdiki inancını, politik<br />

görüşünü, değer yargılarını yaşıyor olabilirdik<br />

ihtimaline dikkat çekilmelidir.<br />

2. Aile İçi İletişim<br />

İnsan başkalarıyla iletişim içinde bulunmadan<br />

uzun süre insanca yaşayamaz. Bireysel bağlamda<br />

<strong>ve</strong> en genel anlamıyla iletişim, duygu <strong>ve</strong> düşüncelerin<br />

sergilenmesi <strong>ve</strong> diğer insanlarla paylaşılmasıdır.<br />

İletişimde kullanılan sözcüklerin anlamları,<br />

cümle kurma biçimi, sözün anlam derinliği, bedensel<br />

duruş, jest <strong>ve</strong> mimikler <strong>ve</strong>rilen mesajın etki<br />

derecesini olumlu <strong>ve</strong>ya olumsuz şekilde etkiler.<br />

Toplumsal ilişkilerde görülen birçok problemin altında<br />

yatan neden iletişim çatışmalarıdır. İletişimde<br />

mesaj alış<strong>ve</strong>rişinin doğru kodlanması, empati<br />

becerisinin kullanılması, “ben” dilinden kaçınılması,<br />

karşılıklı olarak birbirine özen gösterme çabasının<br />

gösterilmesi iletişim çatışmalarını önleme<br />

konusunda önemli rol oynar. İletişim çatışmalarını<br />

çözmeden aile bireyleri arasında karşılıklı gü<strong>ve</strong>n,<br />

sevgi, saygı, hoşgörü <strong>ve</strong> demokrasi kültürünü inşa<br />

etmek mümkün olamayacaktır. O hâlde işe dilden<br />

<strong>ve</strong> iletişimden başlamak lazımdır. İletişimi çatışma<br />

olmaktan çıkarıp diyaloğa dönüştürecek çözümlere<br />

ihtiyaç vardır. Bunu sağlamak için aile çocuğun<br />

duygu, düşünce, imge, tercih, ilişki yaşantılarına<br />

değer <strong>ve</strong>rmeli, onunla ilişkilerde iyi bir dinleyici <strong>ve</strong><br />

empatik bir tutum içinde olmalıdır.<br />

Aile ortamında çocuklarla kurulan sağlıklı iletişim,<br />

çocuğun sağlıklı kişilik geliştirmesini sağlar,<br />

başkaları ile olumlu ilişkiler kurmasına temel<br />

oluşturur. Yapılan araştırmalarda anne babalarıyla<br />

sağlıklı iletişim içinde olan çocukların diğerlerine<br />

göre daha az stresli oldukları <strong>ve</strong> uyum sorunu yaşamadıkları<br />

gözlenmiştir (Solak, 2009: 55-56). Ne<br />

var ki, Mc. Whirter <strong>ve</strong> Voltan (2002: 23-24)’dan<br />

19


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

aktarıldığına göre “Toplumumuzda çocuklarının isteklerini<br />

yapsalar bile, ana-baba çocuk iletişiminin<br />

daha çok olumsuz iletişim örüntülerine, bir başka<br />

deyişle olumsuz iletişime dayandığı söylenebilir.<br />

Ana babalar özsaygıyı zedeleyici dili, sen-dilini,<br />

öğüt <strong>ve</strong>rmeyi, çiftli mesaj kullanmayı dikkati dağıtmayı<br />

kullanmaktadırlar”(2001 Yılı Aile Raporu).<br />

Ailede kullanılan dili etkileyen faktörlerden biri<br />

eğitimdir. Hess <strong>ve</strong> Shipman’ın eğitim <strong>ve</strong> ait olunan<br />

sosyal sınıf faktörünün aile içi iletişime etkisini konu<br />

alan bir çalışmada, “statü esasına dayalı” ailelerle<br />

“şahsa yönelmiş” ailelerde annenin çocuğa<br />

karşı tutumunun çocuğun lisanına <strong>ve</strong> fikirleri anlama<br />

kabiliyetine etkisi araştırılmıştır. Araştırmada<br />

incelemeye konu edilen iki aileden birincisi bir işçi<br />

ailesi, ikincisi ise annenin epeyce tahsilli olduğu bir<br />

orta sınıf ailesidir. Araştırmaya göre her iki evde<br />

de çocuk elindeki kapkacakla gürültülü bir şekilde<br />

oynadığı esnada telefon çalar. Birinci evde anne<br />

çocuğa “Gürültüyü kes!” emrini <strong>ve</strong>rir. İkinci evde<br />

ise annenin çocuğa hitabı, “Telefonla konuşmak<br />

istiyorum, lütfen bir dakika sessiz kalabilir misin?”<br />

şeklinde bir ricadan ibarettir. Araştırmada birinci ailede<br />

çocuğun, bir emirle karşılaştığı için hiçbir zihni<br />

gayret göstermeye hazırlıklı <strong>ve</strong> meyilli olmadığı<br />

görülmüştür. İkinci ailede ise çocuğa birbirine bağlı<br />

olan olaylar arasındaki ilişkiyi görme fırsatı <strong>ve</strong>rilmenin<br />

yanında, annesinin soyut unsurlar, sıfatlar<br />

<strong>ve</strong> uzun cümlelerden oluşan mükemmel konuşmasını<br />

ilgiyle dinlemiştir (Kurtkan, 1992: 30).<br />

Bu araştırmadan da anlaşılacağı üzere aile içi<br />

iletişimde mesajın içerik zenginliği <strong>ve</strong> yeteri kadar<br />

neden-sonuç ilişkisini açıklaması hem ikna sürecini<br />

kolaylaştırıyor hem alıcının zihnî kapasitesinin<br />

gelişmesine katkıda bulunuyor. Konuşma örneklerine<br />

bakılırsa birinci örnekteki annenin buyurgan<br />

tarzından, çocuğun ailede ferdiyetinin kabul<br />

edilmediği anlaşılmaktadır. Buyurgan iletişim tarzı<br />

özellikle de ikili ilişkilerde asla demokrasi kültürüy-<br />

20 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

le bağdaştırılamaz. Talimatlarla büyüyen çocuğun<br />

günün birinde yetki kullanması gerektiğinde muhtemelen<br />

başvuracağı ilk yöntem buyurganlık olacaktır.<br />

Buyurganlık totaliter tarzın göstergesidir. Bu<br />

nedenle aile içi iletişimde buyurgan iletişim tarzından<br />

<strong>ve</strong> “ben” dilinden kaçınılmalı; ifadeler alıcıda<br />

değerlilik duygusu yaratmalı, yeteri kadar rasyonel<br />

<strong>ve</strong> duygusal unsurlar içermelidir. Demokrasi kültürünü<br />

ailede yaşatmak <strong>ve</strong> çocuğun demokratik değerlere<br />

uygun sosyalleşmesi için önem arz eden<br />

bu yaklaşımı kullanabilmek belli bir eğitim düzeyini<br />

gerektirmektedir. Çocukluk döneminde çocuğun<br />

gelişimi üzerinde özellikle annenin güçlü etkisi düşünüldüğünde<br />

potansiyel birer anne adayı olarak<br />

kız çocuklarımızın eğitiminin önemi ön plana çıkmaktadır.<br />

Zira annelerine demokratik kültür kazandırılamayan<br />

toplumun çocuklarına bunun kazandırılması<br />

çok daha zordur.<br />

Toplumumuzun erkek egemen sosyal yapısı,<br />

aile reisliğinin yetki <strong>ve</strong> statüsünün yaygın bir biçimde<br />

baba tarafından temsil edilmesi, bazı ailelerde<br />

otoriter baba modelinin hâlâ kültürel meşruiyet<br />

zeminin bulunması gibi nedenler dikkate alındığında<br />

kimi baba rollerinin demokratik sosyalleşme<br />

açısından sorgulanması gerektiği anlaşılmaktadır.<br />

Disiplin oluşturmada ailede önemli roller oynayan<br />

“babanın kızan, bağıran, otoriteyi temsil eden kendisinden<br />

korkulan <strong>ve</strong> tehdit unsuru olarak kullanılan<br />

rolde olmaması gerekir” (Kıraç, 2008; 93-98).<br />

Disiplin sağlamak amacıyla takınılan otoriter tutum<br />

çoğunlukla rasyonel temelden yoksun olduğu<br />

için disiplin sağlayıcı <strong>ve</strong> kişilik geliştirici olmaktan<br />

çok kişiliği yok eder. Bireyin düşünme, sorgulama<br />

<strong>ve</strong> üretme becerilerini köreltir. Otoriterlik korkuyu<br />

esas alır <strong>ve</strong> gücün kötüye kullanılması potansiyelini<br />

içerir. Korkunun olduğu yerde sevgi, şefkat, akıl,<br />

adalet <strong>ve</strong> özgürlük kaybolur. Korku nefreti besler.<br />

Ailede <strong>ve</strong>ya okulda yapılan her cezalandırma eylemi<br />

nefret duygusunu kamçılar. Otoriterliğin yarat


tığı korku ya bireyi köleleştirir ya da isyana zorlar.<br />

Her iki sonuç da birey <strong>ve</strong> toplum için felakettir (Özpolat,<br />

2009; 193-194). Toplumumuzda demokrasi<br />

kültürünün toplumsal tabanda kök salması <strong>ve</strong> ailede<br />

çocuk eğitiminde dikkate alınması için kapsamlı<br />

bir anne-baba eğitimine ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Otoriter anne-babaların elinde otoriter çocuk,<br />

demokratik ebe<strong>ve</strong>ynlerin elinde demokratik çocuk<br />

yetiştirileceği kabulünden hareket edersek bu ihtiyacın<br />

önem <strong>ve</strong> aciliyeti daha iyi anlaşılacaktır.<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynler çocuklarını farklı bir birey olarak<br />

görmelidirler. Duygu, düşünce <strong>ve</strong> davranışlarında<br />

özgür olduklarını düşünerek onları oldukları gibi<br />

kabul etmelidirler. … Anne-babaları tarafından<br />

duygularına <strong>ve</strong> algılarına gü<strong>ve</strong>nilmeyen çocuklar<br />

onlara karşı öfke, nefret, kızgınlık gibi olumsuz<br />

duygular hissederler. Kendilerinin bilgisiz, beceriksiz<br />

olduğunu düşünürler. Böylece kendi benliklerine<br />

ilişkin olumsuz algılamalar içine girerek düşük<br />

bir benlik saygısı <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsiz bir kişilik yapısı<br />

geliştirebilirler (Çağdaş <strong>ve</strong> Seçer, 2004: 171-173).<br />

Demokratik sosyalleşme için ailede saygı sınırları<br />

içinde duygu <strong>ve</strong> düşünceleri azami derecede<br />

açıklama özgürlüğü olmalıdır. Bu, ailenin her bireyi<br />

için bir hak olarak görülmelidir. Çocukların çeşitli<br />

şekillerde bu haktan mahrum edilmesi <strong>ve</strong>ya bu<br />

hakka ikinci dereceden sahip oldukları izleniminin<br />

<strong>ve</strong>rilmesi, onları rasyonaliteden uzaklaştırabileceği<br />

gibi eline imkân geçtiğinde söz hürriyeti hakkında<br />

baskıcı tavırlar geliştirmelerine neden olabilir. Bu<br />

nedenle söz hürriyetinin kullanımında yetişkinlere<br />

imtiyaz tanınmamalı bu konuda da eşitlik <strong>ve</strong> adaletten<br />

yana olunmalıdır.<br />

Demokratik sosyalleşme açısından aile içi iletişimde<br />

mutlaka nezakete dikkat edilmeli, “siz”<br />

dili kullanılmalıdır. Bu iletişim, gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>rici olmalı,<br />

uzlaşma sonucunu doğurmasa bile diyaloğu kalıcı<br />

kılmalı, empati kurma becerisine dayanmalı <strong>ve</strong><br />

rasyonel bir temeli olmalıdır.<br />

3. Aile İçi Katılım<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Demokrasi kültürü açısından ailede esas alınması<br />

gereken hususlardan biri de katılımdır. Karar<br />

<strong>ve</strong>rme, kural oluşturma, aile harcamaları, okul, iş<br />

<strong>ve</strong> meslek seçimi, eğlence <strong>ve</strong> tatil, görev dağılımı<br />

<strong>ve</strong> evle ilgili faaliyetlerin yürütülmesi gibi durumlarda<br />

işletilmesi gereken katılımcılık ilkesi hem kişilik<br />

gelişimi hem de demokrasi kültürünün yaratılması<br />

açısından önem arz eder. Ayrıca, “çocukların evle<br />

ilgili faaliyetlere katılmalarıyla bireysel gelişmeleri<br />

hızlanır, kendine özgü işleri yapabilme olanağı bulur,<br />

sorumluluk alma duygusu, sağduyusu, kendi<br />

kendini kontrol etme <strong>ve</strong> problem çözme yeteneği<br />

gelişir” (Şafak, 1996: 45-48).<br />

Araştırmalar katılımcı <strong>ve</strong> katılımsız aileler arasında<br />

demokrasi kültürü arasında manidar farkın<br />

bulunduğunu göstermektedir. Katılımcı aile, aileye<br />

<strong>ve</strong> aile bireylerine ilişkin kararların ortaklaşa<br />

alındığı <strong>ve</strong> çocuğa kendini ilgilendiren konularda<br />

söz hakkı tanıyan aile biçimidir. Katılımsız aile ise<br />

geleneksel tarımsal yapının ataerkil aile ilişkilerine<br />

özgü biçimde, aile reisinin her tür karar <strong>ve</strong>rme yetkisini<br />

elinde tuttuğu aile modelidir. Uysal (1984: 90-<br />

97)’ın ailede kararlara katılmaya yönelik tutum <strong>ve</strong><br />

davranışları ölçen bir monografi çalışmasında aile<br />

içi konular, eğitim öğretim, para kontrolü, kültür <strong>ve</strong><br />

eğlence, iş <strong>ve</strong> çalışma konularında katılımsız aile<br />

tiplerinde kararların %70’ten fazlasının aile reisi<br />

tarafından <strong>ve</strong>rildiği görülmüştür. Aynı araştırmadan<br />

ailede çocuklara söz <strong>ve</strong>rilmeyişin nedenleri arasında<br />

%58,6 ile “âdet olmayışı”; %14 ile de “otorite<br />

gereği”nin görüldüğü anlaşılmaktadır.<br />

Demokratik sosyalleşme için ailede <strong>ve</strong> toplumda<br />

güç <strong>ve</strong> otoritenin kişilerde değil kurallarda olduğu;<br />

bu kuralların akılcı bir izahının, geçerli bir<br />

nedeninin olduğu çocuğa hissettirilmelidir. Çünkü<br />

yetişkinler gibi çocuklar da başkaları tarafından<br />

tanımlanmış sınırlar içinde hareket etme zorunda<br />

21


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

bırakılmayı bir özgürlük sorunu olarak değerlendirirler.<br />

Bu nedenle kurallara uyma konusunda çocuk<br />

eğitilirken onu kuralın sahibi hâline getirmek, yani<br />

söz konusu kuralın ilham kaynağının çocuğun fikirleri<br />

olduğu <strong>ve</strong>ya kuralın onun tarafından da onaylandığı<br />

izlenimi yararlı olacaktır. Ailede kurallar<br />

önceden belirlenmiş olsa bile, katılımcılık ilkesinin<br />

gereği olarak çocuğun görüşünün de alınması için<br />

kurallar yeniden masaya yatırılmalı <strong>ve</strong> demokratik<br />

kültürün gereği yerine getirilmelidir. Yani önceden<br />

belirlenmiş kurallara çocuğun uymasını beklemek<br />

yerine, uyulacak kurallar bütün aile bireylerinin katılımı<br />

ile belirlenmelidir.<br />

Kural koymanın yanında ailede karar alma<br />

sürecinin de demokratik kültüre uygun işletilmesi<br />

gerekmektedir. Katı hiyerarşik yapılanmanın egemen<br />

olduğu toplumumuzda “tek adam” anlayışı<br />

olarak nitelendirilebilen bir kültür, geleneksel<br />

aile modelimizde, toplumsal örgütlenmemizde <strong>ve</strong><br />

devlet teşkilatımızda tarih boyunca yaşatılmıştır.<br />

Bu anlayışın özünde, tek adamın mutlak otorite<br />

olması <strong>ve</strong> toplumun da yığınlaştırılması algısı vardır.<br />

Tek adam anlayışı, aile boyutunda aile reisinin<br />

tartışılmaz otoritesi biçiminde kendini göstermektedir.<br />

Tarıma dayalı toplumsal örgütlenmenin egemen<br />

olduğu geniş ataerkil ailelerde mutlak otorite<br />

olarak kararların birçoğu aile reisi tarafından <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

İstisnaları olmakla birlikte genellikle<br />

bu tarihsel mirasın yaşatıldığı aile tipinde bireyin<br />

demokratik temelde kişilik gelişimine imkân <strong>ve</strong>rilememektedir.<br />

Çocuğun, hatta yetişkinlerin bile<br />

karar sürecinin dışında tutulduğu bu tür ailelerde<br />

tek adam olmak, ailede alınan kararların tek öznesi<br />

olmaktır. Demokrasi kültürü açısından sorunlu<br />

bu anlayış, demokrasiyi yönetim düzeyinden birey<br />

<strong>ve</strong> toplum düzeyine taşımanın gerekliliğini bir kez<br />

daha hatırlatmaktadır.<br />

Ailede katılımı artırmak <strong>ve</strong> demokrasi kültürünü<br />

geliştirmek için çeşitli konularda kararlar alı-<br />

22 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

nırken çocuğu doğrudan ilgilendirmese de çocuk<br />

karar sürecine dâhil edilmelidir. Özellikle çocuğu<br />

ilgilendiren konularda kararlar alınırken mutlaka<br />

çocuğun görüşü alınmalı <strong>ve</strong> görüşlerinin saygıdeğer<br />

olduğu kendisine hissettirilmelidir. Arkadaş,<br />

oyuncak, kıyafet, aksesuar seçme gibi durumlarda<br />

çocuğun tercihlerine öncelik <strong>ve</strong>rilmelidir. Onun <strong>ve</strong>rdiği<br />

karara uyulmaması gerekiyorsa, bunun geçerli<br />

<strong>ve</strong> rasyonel nedenleri anlatılmalıdır. Böyle bir uygulama<br />

çocukta değerlilik duygusu yaratmanın yanında,<br />

başkalarının görüşlerine saygılı davranma<br />

duyarlılığını da geliştirir.<br />

Demokratik değerlere dayalı bir sosyalleşme<br />

için çocuğun kendi geleceğini tasarlama hakkına<br />

saygı duyulmalıdır. Aile büyükleri, çocuğu herhangi<br />

bir modeli taklit etmeye zorlamamalı ona rehberlik<br />

yapmakla yetinmelidirler. Çocuğun özgün<br />

düşünmesi yönünde cesaretlendirici tutum içinde<br />

olmalıdırlar. Özellikle anne <strong>ve</strong> baba ile kardeşler<br />

arasındaki rol paylaşımının eşitlikçi <strong>ve</strong> adil olmasına<br />

özen gösterilmeli <strong>ve</strong> çocuğun dikkati buna<br />

çekilmelidir.<br />

Sonuç<br />

Doğumdan ölüme kadar devam eden bir çizgide<br />

gerçekleşen sosyalleşme sürecinin çağın geçerli<br />

paradigmaları <strong>ve</strong> değerlerine uygun işletilmesi,<br />

çocuğun bireysel <strong>ve</strong> sosyal gelişimi açısından<br />

önem arz eder. Günümüzde bireysel <strong>ve</strong> toplumsal<br />

hayatı, devlet örgütlenmesini <strong>ve</strong> siyasal sistemi<br />

derinden etkileyen dinamiklerden birinin demokrasi<br />

olduğu görülür. Bu durum bütün sosyal kurumların<br />

işlevinin demokratik duyarlılıklar temelinde<br />

yeniden ele alınmasını gerektirmektedir. Bireyin<br />

yetiştirilmesi açısından bu süreçte aile <strong>ve</strong> eğitim<br />

kurumunun da yeni bir vaziyet alması gerekmektedir.<br />

Bu gereklilik bağlamında son yıllarda eğitim<br />

sisteminin demokratikleştirilmesine yönelik çeşitli<br />

çalışmalar yapılmakta olduğu bilinmektedir.


Demokratikleşme paralelinde kurumsal eğitimde<br />

ortaya konan hedefe ulaşılması, bireyin kimlik<br />

<strong>ve</strong> kişilik kazanmasında temel inşa edici toplumsal<br />

kurum olan ailede de aynı perspektifin paylaşmasıyla<br />

mümkündür. Bu bağlamda ailedeki sosyalleşme<br />

sürecinde öncelikle demokratik değer <strong>ve</strong><br />

becerilerin esas alınması gerekmektedir. Annebabalar<br />

<strong>ve</strong> ailenin diğer yetişkinleri, demokratik<br />

değerleri sadece çocuklara kazandırma çabasıyla<br />

yetinmemeli, birer rol model olduklarını dikkate<br />

alarak kendi aralarındaki iletişimde <strong>ve</strong> ilişkilerde de<br />

demokrasi kültürünün gereklerini yerine getirmelidirler.<br />

Çocuğun eğitiminde otoriter tutumdan kaçınılmalı,<br />

rasyonel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya insani nedenlere dayalı<br />

açıklamalar içeren bir disiplin anlayışı izlenmelidir.<br />

Çocukta sorumluluk, hak <strong>ve</strong> özgürlük bilinci geliş-<br />

KAYNAKLAR<br />

BİLGİSEVEN K. Amiran, Eğitim Sosyolojisi Kavramlar,<br />

Teoriler, Eğitim Yoluyla Kalkınmanın Temelleri,<br />

Genişletilmiş 5. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul,<br />

1992.<br />

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı “2001<br />

Yılı Aile Raporu, (hzl. İrfan Çayboylu), Ankara,<br />

2002.<br />

ÇAĞDAŞ, A. <strong>ve</strong> Z. SEÇER, Mutlu <strong>ve</strong> Sağlıklı Yarınlar<br />

İçin Anne-Baba Eğitimi, Eğitim Kitabevi, Konya,<br />

2004.<br />

DOĞAN İsmail, Sosyoloji (Kavramlar <strong>ve</strong> Sorunlar), 9.<br />

Baskı, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2009.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

tirmek için katılımcılık ilkesinden taviz <strong>ve</strong>rilmeme-<br />

lidir. Bunu sağlamak için çocuk, ailenin amaçları,<br />

kararları <strong>ve</strong> sosyal ilişkilerine ortak edilmelidir.<br />

Küçük yaşlarda aile ortamında bireylere demokrasi<br />

kültürünün kazandırılması, aileyi demokrasinin<br />

kaynağı hâline getirecektir. Bu, bireysel <strong>ve</strong><br />

toplumsal hayatta demokrasinin bir kültür olarak<br />

yaşanması <strong>ve</strong> devlet yönetiminde de bütün kurum<br />

<strong>ve</strong> kurallarıyla işleyen bir siyasal sistem olarak var<br />

olması için bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun gereğini<br />

yerine getirmenin imkânı, demokrasinin gerektirdiği<br />

bilgi, beceri, değer <strong>ve</strong> tutumların ailedeki<br />

yetişkinler tarafından yaşanması <strong>ve</strong> bireyin yaşantısında<br />

ömür boyu iz bırakan ailedeki sosyalleşme<br />

sürecinde yeni nesillere kazandırılmasıdır.<br />

DOĞAN İsmail, Dünden Bugüne Türk Ailesi, T.C. Başbakanlık<br />

Atatürk Kültür, Dil <strong>ve</strong> Tarih Yüksek Kurumu<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 2009.<br />

ERALP H. Vasi, İnsan Hürriyeti <strong>ve</strong> İçtimai Kanunlar,<br />

Sosyoloji Dergisi, İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Edebiyat<br />

Fakültesi Yayını, C: 4-5, Pulhan Matbaası, İstanbul,<br />

1949.<br />

ERGÜN Mustafa, Eğitim Sosyolojisi, 4. Baskı, Ocak Yayınları,<br />

Ankara, 1994.<br />

ERSÖZ G. Aysel, Cinsiyet Rollerine İlişkin Beklenti Tutum,<br />

Davranışlar <strong>ve</strong> Eşler Arası Sorumluluk Paylaşımı,<br />

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999.<br />

23


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

İÇLİ Tülin, Çocuk, Suç <strong>ve</strong> Sokak, Sokakta Yaşayan Suç<br />

İşleyen <strong>ve</strong> Suça Maruz Kalan Çocuklar, T.C. Başbakanlık,<br />

Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />

Yayını, 2009.<br />

KIRAÇ Emine, Aile Eğitimi <strong>ve</strong> Önemi, ss., 93-98, V. Aile<br />

Şurası “Aile Destek Hizmetleri Bildirileri” 5-7 Kasım<br />

2008, Ankara, T.C. Başbakanlık, Aile <strong>ve</strong> Sosyal<br />

Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü Yayını.<br />

MARSHALL Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, (çev. Osman<br />

Akınhay, Derya Kömürcü) Bilim <strong>ve</strong> Sanat Yayınları,<br />

Ankara, 1999.<br />

SAYIN Önal, Aile Sosyolojisi-Ailenin Toplumdaki Yeri,<br />

Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi Basımevi, İzmir, 1990.<br />

SOLAK Adem, Çocuklarda <strong>ve</strong> Gençlerde Şiddet, Saldırganlık<br />

<strong>ve</strong> Suçluluk Duyguları Açısından Anne-<br />

Baba Eğitimi, 14. Baskı, Hegem Yayınları, Ankara,<br />

2009.<br />

ŞAFAK Şükran, Ailede Sorumluluk Dağılımında Çocukların<br />

Yer Almasının Önemi” Eğitim <strong>ve</strong> Bilim 20<br />

(99): 45-48, Ankara, 1996.<br />

24 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

ÖZCAN A. Osman, Çocuk Nasıl Eğitilir, ss., 135-168,<br />

Ailede Çocuk Eğitimi, (hzl. İrfan Çayboylu) T.C.<br />

Başbakanlık, Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong><br />

Müdürlüğü Yayını, 2004.<br />

ÖZPOLAT Abdulvahap, Toplumsallaşma Hedefleri Açısından<br />

2005 Sosyal Bilgiler Öğretim Programı,<br />

Millî Eğitim Dergisi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayını,<br />

Yıl: 38, Sayı: 182, Bahar 2009, Ankara.<br />

ÖZPOLAT Abdulvahap, Demokratik Vatandaşlık-Birlikte<br />

Yaşama Kültürü, Hegem Yayınları, Ankara,<br />

2009.<br />

UYSAL Birkan, Siyasal Katılma <strong>ve</strong> Katılma Davranışına<br />

Ailenin Etkisi, TODAİE Yayınları, Ankara, 1984.<br />

TURAN Mustafa, Tarih Boyunca Babaların Çocuklarına<br />

Öğütleri, Timaş Yayınları, İstanbul, 2003.<br />

YILDIRIM Ergün, Bir Modernite Rüyası: Ailenin Sonu<br />

mu? -Kütahya Yetiştirme Yurdu Örneği- Aile <strong>ve</strong><br />

Toplum, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu<br />

Başkanlığı Yayını, Yıl: 7, Cilt: 2, Sayı: 8, Ocak-<br />

Mart 2005 Ankara.


Yaşlılık <strong>ve</strong> Huzurevi<br />

• Yard. Doç. Dr. Melek ARDAHAN*<br />

Öz<br />

Yaşlılık döneminde yaşanan en önemli sosyal<br />

sorunlardan birisi yaşlıların bakımıdır. Her ne kadar<br />

65 yaş <strong>ve</strong> üzerindeki her yaşlı, hasta <strong>ve</strong> bakıma<br />

muhtaç olmasa da hastalanma riski <strong>ve</strong> fiziksel<br />

yetersizlikleri nedeniyle yardıma ihtiyaç duyma<br />

olasılığı artmaktadır. Bu dönemde görülen fonksiyonel<br />

<strong>ve</strong> fiziksel yetersizlikler nedeniyle yaşlı bireyler <strong>ve</strong><br />

aileleri toplumsal bakım alternatifleri arasından birini<br />

seçme ile karşı karşıya kalmaktadır. Birlikte<br />

yaşamaktan çıkan problemler <strong>ve</strong> modern hayatın<br />

doğal sonucu olarak yaşlılık probleminin de çözümünde<br />

profesyonel yardım gerektiği açıktır. Profesyonel<br />

kurumlaşma <strong>ve</strong> meslek örgütleri çerçe<strong>ve</strong>sinde yaşlı<br />

bakımı <strong>ve</strong> hizmeti yapılarak hem ailenin üzerinden<br />

yük alınacak hem de yaşlının yeni rolüne uygun bir<br />

yaşam şansı yakalaması sağlanacaktır. Bu anlamıyla<br />

huzurevleri, kentsel hayatın bir gereği olarak ortaya<br />

çıkmıştır. Huzurevleri, devletin sosyal alana bir<br />

müdahalesidir. Huzurevleri, Türk toplumunda yaşlı<br />

vatandaşları barındırmayı <strong>ve</strong> yaşamlarının geri kalan<br />

kısmını huzurlu geçirmelerini sağlamayı amaç<br />

edinmektedir.<br />

Anahtar Kelimeler: Yaşlılık, yaşlanma, yaşlı<br />

bakımı, huzurevi.<br />

________________________<br />

(*) E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Halk Sağlığı Hemşireliği A.B.D.<br />

Abstract<br />

Aging and Nursing Home<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

One of the most important problems, which are<br />

experienced during the old ages, is caring of older<br />

people. Older people, who are 65 years-old or older,<br />

may need the care because of the risk of being sick<br />

and physical inadequacy, e<strong>ve</strong>n if they are not sick and<br />

don’t need any care. The older people and their<br />

families face to select one of the social care alternati<strong>ve</strong>s<br />

because of functional and physical inadequacies<br />

during this period. It is obvious that professional help<br />

is required for the solution of problems arising out of<br />

living together and the problems of old age as a<br />

natural result of modern life. Through caring for and<br />

offering service to the old within the framework of<br />

professional institutionalization and organizations, not<br />

only the burden of the family will be reduced but also<br />

the old will be gi<strong>ve</strong>n the chance of a new lifestyle in<br />

accordance with their new role. In this sense, nursing<br />

homes ha<strong>ve</strong> emerged as a necessity of urban life.<br />

Nursing homes is an inter<strong>ve</strong>ntion of the state to social<br />

space. Nursing homes aim at sheltering old citizens<br />

and providing them with a peaceful environment for<br />

spending the rest of their li<strong>ve</strong>s in Turkish society.<br />

Keywords: Old age, aging, caring of the old,<br />

nursing home.<br />

25


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

GİRİŞ<br />

Yaşlılığa <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong><br />

Yaşlılık, çağımızda sorun olarak ele alınan<br />

yaşlanma olgusunun yer aldığı oldukça uzun bir<br />

dönemdir. Çünkü yaşlanma her canlı için intrauterin<br />

hayatta başlayıp ölüme kadar devam eden bir<br />

süreç olarak kabul edilmektedir. Yunanca “Geras”<br />

yaşlılık, “iatros” ise hizmet <strong>ve</strong>ya bakım anlamına<br />

gelen kelimeler olup “Geriatri” yaşlı kişilerin bakım<br />

<strong>ve</strong> tedavisi anlamını taşımaktadır. “Gerontoloji” ise<br />

yaşlanma sürecinin bilimsel olarak incelenmesidir<br />

(Birol, 1993; Güler, 1998; Göksoy, 2004).<br />

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) tanımına göre<br />

yaşlılık “çevresel faktörlere uyum sağlama yetisinin<br />

giderek azalmasıdır” (Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001;<br />

Ergün <strong>ve</strong> ark. 2003). Yaşlanma, bugün önlenmesi<br />

mümkün olmayan kronolojik, sosyolojik, biyolojik<br />

<strong>ve</strong> psikolojik boyutlu bir gerilemedir. Bu hayat boyu<br />

devam eden bir süreçtir (Karaman <strong>ve</strong> ark. 1997;<br />

Azak <strong>ve</strong> ark., 2001; Kutsal, 2005). Belli bir başlangıcı<br />

<strong>ve</strong>ya bitiş anı yoktur. Yaşlanmanın birçok organ<br />

sisteminde adölesan dönemden sonra belirsiz<br />

bir anda başladığı düşünülmektedir. Bununla birlikte<br />

DSÖ tarafından, 65 yaş <strong>ve</strong> üzeri kişiler ‘yaşlı’<br />

olarak kabul edilmektedir (Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001; Ergün<br />

<strong>ve</strong> ark. 2003). Günümüzde sağlık alanındaki<br />

bilimsel <strong>ve</strong> teknolojik gelişmeler ile geliştirilen yeni<br />

tanı <strong>ve</strong> tedavi yöntemleri, hastalıkların önlenmesi,<br />

erken dönemde tedavinin sağlanması <strong>ve</strong> ölüm hızını<br />

azaltmada etkili olmuştur. Bütün bunların sonucunda<br />

da beklenen yaşam süresi uzamış, toplam<br />

nüfus içinde 65 yaş <strong>ve</strong> üzerindeki nüfus artmıştır<br />

(Birol, 1993; Özmenler, 2001; Batman, 2002).<br />

Yaşlılığın sadece kronolojik yaş ile değerlendirilmemesi,<br />

yaşlanma sürecini etkileyen bireysel<br />

farklılıklar olması yaşlılığa “bireysel” <strong>ve</strong> “biyolojik”<br />

yaşlanma boyutlarını kazandırmaktadır. Biyolojik<br />

yaşlanma doku <strong>ve</strong> hücre düzeyinde histolojik deği-<br />

26 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

şiklikler, organlar düzeyinde ise fonksiyon azalma-<br />

sı şeklinde görülür. Bireysel yaşlanma ise bireyde<br />

biyolojik, fizyolojik <strong>ve</strong> psikolojik yönden gerilemelerin<br />

görülmesine bağlı olarak fiziksel <strong>ve</strong> psikolojik<br />

fonksiyonlarda belirgin yetersizliklerin ortaya çıkmasıyla<br />

günlük yaşam aktivitelerini yeterince yerine<br />

getirememe şeklinde karşımıza çıkar (Birol,<br />

1993).<br />

Herkes aynı genetik mirası taşımaz. Üstelik<br />

herkes farklı beslenir <strong>ve</strong> farklı yaşam sürerler. Aynı<br />

yumurtadan çıkan tek yumurta ikizlerinin bile birbirinden<br />

farklı coğrafi koşullarda yaşamaları halinde<br />

bir diğerinden farklı bir yaşlanmaya uğradığı durumlara<br />

çok kez rastlanmaktadır (Göksoy, 2004).<br />

Kronolojik yaş, biyolojik yaş <strong>ve</strong> psikolojik yaş olmak<br />

üzere insanlarda üç çeşit yaş vardır. Bu üç değişik<br />

yaş genelde birbirine paralel gitmez. Örneğin<br />

50 yaşında olduğu halde 70 yaşındaki bir kimsenin<br />

eklemi <strong>ve</strong>ya damarları kadar yıpranmış kişiler olduğu<br />

gibi 80 yaşında olduğu halde görme, duyma<br />

keskinliği <strong>ve</strong> diğer birçok bakımdan kendi yaşıtlarından<br />

çok daha iyi durumda olan çok sayıda yaşlı<br />

insan vardır. Öte yandan kendini gerçek yaşından<br />

daha genç hisseden yaşlılar olduğu gibi tersine<br />

kendini çökmüş <strong>ve</strong> çok yaşlanmış olarak hisseden<br />

çok sayıda genç de vardır (Göksoy, 2004).<br />

Yaşlanmanın Nedenleri<br />

Yaşlanmanın <strong>ve</strong> ölümün nedeni açıklanmaya<br />

çalışılmıştır. Bilimsel olarak yaşlanmayı açıklayabilmek<br />

için 130’u aşkın kuram <strong>ve</strong> varsayım ileri<br />

sürülmüştür (Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001). Bazı araştırmacılar<br />

insanda ömür uzunluğunun artışını (<strong>ve</strong> dolayısıyla<br />

yaşlılığın ortaya çıkışını) beyin büyümesiyle<br />

açıklamaktadır. Onlara göre artan beyin hacmi<br />

sayesinde insanlar bir yandan besin kaynaklarını<br />

çeşitlendirip avlanma stratejilerini geliştirmiş, diğer<br />

yandan da çevreden gelen tehlikeleri azaltmada<br />

daha başarılı olmuşlardır. Tüm bu gelişmeler in-


sanın daha uzun yaşamasına giden yolu hazırlamıştır.<br />

Diğer bir grup araştırıcı ise insanda yaşam<br />

süresinin artışını “büyükanne hipotezi” adı <strong>ve</strong>rilen<br />

görüş çerçe<strong>ve</strong>sinde açıklamaya çalışmaktadırlar.<br />

Buna göre, kendi üreme dönemi sona ermesine<br />

rağmen kızlarına <strong>ve</strong> torunlarına yardım eden büyükanneler<br />

evrimsel açıdan başarı kazanarak daha<br />

uzun yaşamaya başlamışlardır (Duyar, 2005).Bütün<br />

bu kuramlara <strong>ve</strong> varsayımlara rağmen henüz<br />

yaşlanmanın <strong>ve</strong> ölümün nedeni çözülememiştir.<br />

Şu an için bilinen yaşlanmanın kaçınılmaz olduğudur<br />

(Ergün <strong>ve</strong> ark., 2001).<br />

Yaşlanma süreci, moleküler yaşlanma, hücresel<br />

yaşlanma, doku <strong>ve</strong> organ yaşlanması, bireysel<br />

yaşlanma <strong>ve</strong> geniş anlamda toplumsal yaşlanma<br />

olarak incelenebilir. Biyolojik yaşlanma zamana<br />

bağlı olarak hastalık söz konusu olmaksızın bireyin<br />

anatomi <strong>ve</strong> fizyolojisinde oluşan değişimlerdir.<br />

Bu değişimler bireyden bireye farklılık gösterir. Biyolojik<br />

<strong>ve</strong> kronolojik yaş birbiri ile aynı olmayabilir.<br />

Aynı şekilde vücuttaki organların biyolojik yaşı da<br />

değişik olabilir. Yaşlanma süreci ile birlikte oluşan<br />

fonksiyonel değişiklikler normal koşullar altında<br />

vücut fonksiyonlarını etkilemeden, stres durumlarında<br />

devreye giren yedek kapasitenin azalmasını<br />

etkiler niteliktedir. Fizyolojik yaşlanma sonucu bu<br />

değişimlerle birlikte, yetersizlikler <strong>ve</strong> bozukluklar<br />

da görülmektedir. Özellikle kardiyak, pulmoner,<br />

renal, merkezi sinir sistemi <strong>ve</strong> immun işlevlerde<br />

sürekli bir azalım <strong>ve</strong> buna bağlı olarak çeşitli hastalıkların<br />

gelişmesi söz konusudur (Ergün <strong>ve</strong> ark.,<br />

2001).<br />

Yaşlanmayı etkileyen dört neden saptanmıştır,<br />

1. Verimli bir işten yoksun kalmak, pasif kalmaya<br />

zorunlu olmak,<br />

2. Fiziksel gücün zayıflaması <strong>ve</strong> bedensel yakınmaların<br />

ortaya çıkması,<br />

3.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Eğlenceden yoksunluk, yaşamın zevk <strong>ve</strong>ren<br />

deneyimlerinden <strong>ve</strong> sevinçlerinden vazgeçmek<br />

<strong>ve</strong>ya bunların dışında bırakılmak,<br />

4. Ölüme yaklaşımın bilincinde olmaktır ( Dik <strong>ve</strong><br />

ark., 2004).<br />

Huzurevleri <strong>ve</strong> Yaşam Koşulları<br />

Yaşlılıkta ortaya çıkan sorunlar sadece kronolojik<br />

yaşlanmayla ilgili değildir. Hızlı nüfus artışına<br />

ek olarak; kentleşme, iç <strong>ve</strong> dış göçler nedeniyle<br />

çekirdek aileye dönüşüm, geniş aile sayısının<br />

azalması, ekonomik sorunların varlığı, kadınların<br />

çalışma yaşamına katılması, çekirdek aileye dönüşüm<br />

sonucu konutların küçülmesi nedeniyle yaşlılar<br />

için uygun <strong>ve</strong> yeterli ortam olmaması, gençlerin<br />

yaşlılığa bakış açısı, kuşaklar arası iletişim bozuklukları,<br />

yaşlanmayla birlikte sağlığın bozulması <strong>ve</strong><br />

bağımlılık yaşlıların evde bakımını güçleştirmiştir.<br />

Ülkemizde Aile Araştırma Kurumu'nun yaşlılarla<br />

ilgili yaptığı çalışmalarda yaşlıların büyük çoğunluğunun<br />

aileleri tarafından bakıldığı saptanmıştır.<br />

Ancak geleneksel yaklaşım yaşlıları aile içinde<br />

barındırma olmasına rağmen saydığımız nedenlerden<br />

dolayı artık ülkemizde yaşlılarımız aile ortamından<br />

farklı olan kurumlara yerleştirilmekte <strong>ve</strong><br />

büyük kentlerimizde yaşlı bireylere yönelik hizmetlere<br />

ihtiyaç artmaktadır. Bu durumda yaşlıların<br />

bakımı <strong>ve</strong> korunmasında kamunun sorumluluğu<br />

da aynı oranda artış göstermektedir (Sertbaş <strong>ve</strong><br />

Bahar, 2003).<br />

Türkiye’de yaşlı hizmetleri içinde ilk sırayı sosyal<br />

gü<strong>ve</strong>nlik programları <strong>ve</strong> sosyal hizmet programları<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde kurum bakımı (huzurevleri)<br />

almaktadır. Ülkemizde yaşlı bakım hizmetleri<br />

Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme Kurumu<br />

(SHÇEK) tarafından yürütülmektedir. 1956 yılında<br />

Sosyal Hizmetler <strong>Genel</strong> Müdürlüğü kurulmuş <strong>ve</strong> bu<br />

tarih itibariyle yaşlılara götürülen hizmetlerin planlanması<br />

<strong>ve</strong> yürütülmesi görevinden devlet sorumlu<br />

27


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

tutulmuştur. 1983 yılında çıkarılan 2828 sayılı Sosyal<br />

Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme Kurumu ile bu<br />

kurum doğrudan yaşlı ferahı ile ilgili tüm görevleri<br />

üstlenmiştir. Yaşlı refahı ile ilgili hizmetlerden en<br />

önemlileri kurum bakım hizmetleri (huzurevi), yaşlı<br />

danışma merkezleri <strong>ve</strong> evde bakım hizmetleridir<br />

(Sertbaş <strong>ve</strong> Bahar, 2003).<br />

Ülkemizde Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme<br />

Kurumu (SHÇEK) <strong>Genel</strong> Müdürlüğü’ne bağlı<br />

(kamu <strong>ve</strong> özel kuruluşlar olmak üzere) SHÇEK’e<br />

ait 69, diğer Bakanlıklara ait 7, belediyelere ait 21,<br />

dernek <strong>ve</strong> vakıflara ait 33, azınlıklara ait 7 <strong>ve</strong> 102<br />

özel olmak üzere toplam 239 huzurevi bulunuyor.<br />

SHÇEK’e bağlı 69 huzurevinde Eylül 2007 itibariyle<br />

6 bin 412 yaşlı bakım altında bulunuyor. Bu sayı<br />

giderek artsa da henüz gereksinimlerin tümüne yanıt<br />

<strong>ve</strong>rebilecek düzeyde değildir (Sosyal Sektörler<br />

<strong>ve</strong> Koordinasyon <strong>Genel</strong> Müdürlüğü, 2007).<br />

Huzurevlerine maddi <strong>ve</strong> sosyal yönden yoksunluk<br />

içinde olan, ancak günlük ihtiyaçlarını (yeme,<br />

içme <strong>ve</strong> tuvalet gibi) bağımsız olarak karşılayabilen,<br />

sürekli tıbbi bakım <strong>ve</strong> tedavi gerektiren ağır<br />

bir hastalık <strong>ve</strong>ya sakatlığı bulunmayan, akıl <strong>ve</strong> ruh<br />

sağlığı yerinde 60 yaş <strong>ve</strong> daha yukarı yaştaki kişiler<br />

alınmaktadır. Huzurevlerine ekonomik gücü<br />

yerinde olmayan, kanunen kendisine bakmakla<br />

yükümlü kimsesi bulunmayan ya da kanunen kendisine<br />

bakmakla yükümlü kimsesi olan fakat yükümlülerin<br />

ekonomik gücü yeterli olmayan yaşlılar<br />

ücretsiz, ekonomik gücü yerinde olan ancak sosyal<br />

yoksunluk içinde bulunan yaşlılar ücretli olarak kabul<br />

edilmektedirler. Huzurevlerinde kalan yaşlıların<br />

günlük ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra, tıbbi<br />

bakım <strong>ve</strong> tedavilerinin yapılması, psikolojik <strong>ve</strong><br />

sosyal kaynaklı sorunlarının çözümünde yardımcı<br />

olunması, sosyal ilişkilerinin geliştirilmesi, zamanlarının<br />

değerlendirilmesi, aktivitelerinin devamının<br />

sağlanması, ayrıca besin harcama oranları <strong>ve</strong> sağlık<br />

durumları göz önüne alınarak uygun tarzda bes-<br />

28 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

lenmelerini temin amacıyla gerekli tüm hizmetler,<br />

doktor, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, psikolog,<br />

diyetisyen <strong>ve</strong> fizyoterapist gibi uzman kişiler tarafından<br />

koordineli bir biçimde <strong>ve</strong>rilmektedir. Huzurevlerinde<br />

ücretli kalmakta olan yaşlılardan alınacak<br />

bakım ücretleri, her mali yılda Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong><br />

Çocuk Esirgeme Kurumu <strong>Genel</strong> Müdürlüğü’nce<br />

tespit edilen miktarlar üzerinden aylık olarak tahsil<br />

edilmektedir. Bu ücretlere yeme, içme, barınma<br />

<strong>ve</strong> her türlü bakım giderleri dahil bulunmaktadır.<br />

Huzurevlerine alındıktan sonra zaman içinde bazı<br />

yaşlılarda bedensel <strong>ve</strong> zihinsel fonksiyon kayıpları<br />

nedeniyle sürekli yatağa bağımlı hale gelme<br />

<strong>ve</strong> kontrol altında bulundurulma sorununun ortaya<br />

çıkması, ayrıca evlerinde bu duruma düşmüş, aile<br />

yanında bakımı güçleşen yaşlıların bakım <strong>ve</strong> korunmalarının<br />

sağlanması, özel bakım hizmetlerini<br />

gerekli kılmıştır. Huzurevleri bünyesinde özel bakım<br />

bölümleri açılmıştır (Sosyal Sektörler <strong>ve</strong> Koordinasyon<br />

<strong>Genel</strong> Müdürlüğü, 2007).<br />

Yaşlılık <strong>ve</strong> Huzurevi<br />

Yaşlılık dönemi üretilenler <strong>ve</strong> birikimler açısından<br />

en <strong>ve</strong>rimli dönemdir. Ancak yaşlılar kurumlarda<br />

gereksinimleri karşılanırken bağımsızlıklarını<br />

<strong>ve</strong> kendi yaşamları üzerindeki denetimlerini yitirmektedirler.<br />

Özellikle 60 yaş öncesinde yaşlılığa<br />

psikolojik olarak yalnızlık <strong>ve</strong> çevreye uyumda güçlük<br />

gibi sorunlar görülmektedir. Yaşlılıkta fiziksel<br />

<strong>ve</strong> ruhsal gerilemeye bağlı olarak yaşam gücü <strong>ve</strong><br />

isteği giderek azalmakta <strong>ve</strong> uyumlarda da azalma<br />

olmaktadır. Yaşlının fiziksel gücünü, işini kaybetmesi<br />

<strong>ve</strong> rol değişimi gibi durumlar yaşlıları karamsarlığa<br />

itmektedir (Sertbaş <strong>ve</strong> Bahar, 2003).<br />

Onat (2004) tarafından Ankara’da yapılan araştırmada;<br />

1300 yaşlı kişi ile görüşülmüş yaşlıların<br />

neredeyse tamamına yakınının (%91.7) huzurevinde<br />

kalmayı istemedikleri belirlenmiştir. Huzurevinde<br />

kalmayı istememe nedenleri incelendiğin


de; yaşlıların yarısı (% 50.1) ailesiyle kalmaktan<br />

mutlu olduğu, %21.0’i çocukları izin <strong>ve</strong>rmeyeceği,<br />

% 9.9’u yalnız yaşamaktan hoşlandığı, %2.2’si<br />

huzurevi ortamından rahatsız olduğu için, % 1.8’i<br />

ise toplum baskısı nedeniyle huzurevinde kalmak<br />

istememektedir (Onat, 2004). Yapılan benzer<br />

araştırmaların sonuçları da yaşlıların huzurevinde<br />

kalmak istemediklerini göstermektedir. Yaşlıların<br />

huzurevlerinde kendilerini soyutlanmış hissettikleri,<br />

yalnızlık <strong>ve</strong> tüketilmişlik duygularına kapıldıkları<br />

<strong>ve</strong> ruhsal sorunlarının arttığı, kurumsal bakımdan<br />

yeme, içme, yatma <strong>ve</strong> temizlik gibi konularda<br />

memnun oldukları halde yine de kendi evlerinde<br />

kalmayı tercih ettikleri bu çalışmaların bulguları<br />

arasındadır (Atalay <strong>ve</strong> ark., 1992; Emiroğlu, 1995;<br />

Bilgili,2000). Araştırma bulgularından da görüldüğü<br />

gibi yaşlılar kurum bakımından çok ev ortamında<br />

aileleri ile birlikte yaşamak istemektedirler.<br />

Yurtdışında, çeşitli nedenlerle doktora başvuran<br />

65 yaş üzerindeki hastaların yaklaşık % 15’inde,<br />

huzurevlerinde kalanların %25’inde depresyon<br />

olduğu öne sürülmekteyken ülkemizdeki bir çalışmada<br />

kendi evlerinde yaşayanlarda %29, huzurevlerinde<br />

yaşayanlarda ise %41 gibi yüksek bir<br />

oranda depresyon bulunmuştur (Copeland <strong>ve</strong> ark.,<br />

1992). Şahin <strong>ve</strong> Yalçın’ın (2003) yaptığı çalışmada<br />

Geriatrik Depresyon Ölçeğinden (GDÖ) kendi<br />

evinde yaşayanlarda %34,2 <strong>ve</strong> huzurevinde yaşayanlarda<br />

% 48,1 oranında anlamlı yüksek skorlar<br />

alındığı belirlenmiştir (Şahin <strong>ve</strong> Yalçın; 2003).<br />

Hastanede yatan yaşlı hastalarda poliklinik<br />

hastalarına göre, kanser, demans, diyabet, hipertansiyon<br />

gibi kronik hastalıkların bulunduğu yaşlılarda<br />

hastalığı bulunmayanlara göre <strong>ve</strong> huzurevlerinde<br />

kalanlarda ailesi yanında kalanlara göre<br />

depresyonun daha sık görüldüğü bildirilmektedir<br />

(Ersoy <strong>ve</strong> ark., 2001; Özmenler, 2001; Demet <strong>ve</strong><br />

ark., 2002 ).<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Kuruma giden yaşlının, kendini kabul etme <strong>ve</strong><br />

kendine saygı duymayı belirleyen çevreyi tanıma<br />

<strong>ve</strong> denetleyebilme olanakları kaybolmakta, yaşlı<br />

birey soyutlanma, yadsınmışlık, kendini değersiz<br />

hissetme gibi duygulara kapılabilmektedir. Ruh<br />

sağlığı açısından bir risk grubunu oluşturan yaşlılar,<br />

huzurevinde daha yoğun sorunlarla karşı karşıya<br />

gelmektedirler. Kurumda yaşayan yaşlı izole<br />

olmaya <strong>ve</strong> toplumdan geri çekilmeye başlamaktadır<br />

(Karataş, 1990).<br />

Tel <strong>ve</strong> ark. (2006) yaptığı çalışmada, evde <strong>ve</strong><br />

kurumda yaşayan yaşlıların yarısından fazlasının<br />

günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız olduğu, her<br />

iki grupta da bireylerin yalnızlık yaşadığı <strong>ve</strong> kurumda<br />

yaşayan bireylerin yalnızlık düzeyinin evde<br />

yaşayan yaşlılardan daha yüksek olduğu saptanmıştır<br />

( Tel <strong>ve</strong> ark., 2006).<br />

Evde bakımın da bazı olumsuz yönleri vardır.<br />

Kişi özel yaşamına müdahale ediliyormuş duygusuna<br />

kapılabilir. Aile üzerinde artan duygusal, fiziksel<br />

<strong>ve</strong> ekonomik baskı oluşabilir. Evde sağlık<br />

bakımı <strong>ve</strong>rilmesi durumunda birey kendisini gerçekten<br />

hasta hissedebilir. Birey hastalığın ağırlığına<br />

<strong>ve</strong> gereksinim duyduğu evde bakım hizmetlerine<br />

bağlı olarak çevresini çok sayıda insan, alet <strong>ve</strong><br />

malzeme ile sarılmış hissedebilir (Subaşı, 2001).<br />

Bu nedenlerden dolayı bireyler huzurevini tercih<br />

edebilmektedir.<br />

Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde<br />

de yaşlılar genellikle ailelerinin yanında yaşamlarını<br />

sürdürmektedir. Edirne Huzurevi’nde kalan<br />

yaşlılarla ilgili yapılan bir çalışmada, yaşlıların<br />

yaklaşık yarısının (%47,1) önemli bir özelliği dul<br />

<strong>ve</strong>ya çocuğunun olmayışı olarak belirlenmiştir. Bu<br />

sonuç; huzurevlerinde daha çok ailesi <strong>ve</strong> çocuğu<br />

olmayan yaşlıların kaldığı görüşünü desteklemektedir<br />

(Çoban <strong>ve</strong> Şirin, 2005).<br />

Yaşlılıkla ilgili geniş kapsamlı araştırmalar yapan<br />

ülkelere göre; çok sayıda yaşlının kurumsal<br />

29


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

hizmetleri tercih etme nedeni, güçsüzlük <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya<br />

muhtaçlık olmayıp yaşadıkları ortamlarda yaşamlarını<br />

sürdürebilecekleri destek hizmetlerin yetersiz<br />

ya da bulunmayışıdır. Kurumsal hizmetlerde yaşlıların<br />

kendilerini evlerinde hissedebilecekleri mutlu<br />

<strong>ve</strong> huzurlu mekânların oluşturulmasına öncelik <strong>ve</strong>rilmesi<br />

görüşü ilke olarak benimsenmelidir (Pakdil,<br />

1992). Bu ilke <strong>ve</strong> politikaların demografik sosyoekonomik<br />

<strong>ve</strong> kültürel özellikleri <strong>ve</strong> buna bağlı olarak<br />

farklı yaşlı grupların ihtiyaç <strong>ve</strong> gereksinimlerine<br />

göre ele alınarak ülkemiz koşullarına uygulanması<br />

gerekmektedir (Durgun,1997).<br />

Aksoydan’ın (2005) yaptığı çalışmada huzurevinde<br />

yaşayan yaşlılar evde yaşayanlara göre<br />

daha düzenli beslenmektedir. Kurumlarda üç ana<br />

öğünün zamanında <strong>ve</strong> eksiksiz olarak hazırlanıp<br />

sunulması nedeni ile burada yaşayanların öğün<br />

sayılarının daha düzenli olduğu düşünülmektedir.<br />

İlerleyen yaşla birlikte hastalıkların sıklığında<br />

da bir artış görülmektedir. Hastalıkların sıklığı kadınlarda<br />

(%79.2) erkeklere (%75) göre <strong>ve</strong> kendi<br />

evinde yaşayanlarda (%91.1) huzurevinde yaşayanlara<br />

(%70.8) göre daha fazladır. Yaşanılan yer<br />

ile hastalık sıklığı arasında anlamlı bir ilişki vardır.<br />

Yaşlıların %72.2’si tanı konulmuş hastalıklar nedeni<br />

ile diyet uygulamak zorundadır. Ancak bu grubun<br />

%75.8’i diyetini tam olarak uygulamaktadır. Yaşlıların<br />

bir kısmı diyetini tam olarak uygulamamaktadır.<br />

Huzurevinde kalanlar diyetini daha düzenli<br />

olarak uygulamaktadır. Bu kurumlarda görevli diyetisyenlerin<br />

olmasının <strong>ve</strong> yemeklerin yaşlıların<br />

gereksinimlerine göre hazırlanmasının bu sonuçta<br />

etkili olduğu düşünülmektedir (Aksoydan, 2005).<br />

SONUÇ<br />

Ailenin kent içindeki farklılaşması ile birlikte<br />

yaşlının konumu da zorunlu olarak değişmiştir.<br />

Geleneksel toplumda bilginin merkezi olan yaşlı,<br />

modern toplumda bu görevi yerine getirememekte<br />

30 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

<strong>ve</strong> bir statü kaybına uğramaktadır. Bunun yanında<br />

hızla değişme, yaşlının sahip olduğu bilgiyi de geçersiz<br />

kılmaktadır. Durum böyleyken, kent hayatı<br />

yaşlıyı yalnızlaştırmakta <strong>ve</strong> evlatları ile ilişkisinde<br />

kuşak çatışmaları yaşamasına sebep olmaktadır.<br />

Bu karmaşanın içine bir de yaşlanma <strong>ve</strong> yaşlılığı<br />

algılama gibi bir sosyal problem eklenirse birlikte<br />

yaşamak daha güç hale gelecektir. Birlikte yaşamada<br />

çıkan problemler <strong>ve</strong> modern hayatın doğal<br />

sonucu olarak yaşlılık probleminin de çözümünde<br />

profesyonel yardım gerektiği açıktır. Bu anlamıyla<br />

huzurevleri kentsel hayatın bir gereği olarak kendisini<br />

ortaya çıkarmıştır. Huzurevi adı <strong>ve</strong>rilen kurum,<br />

devletin sosyal alana müdahalesi sonucu ortaya<br />

çıkmıştır (Durgun <strong>ve</strong> Tümerdem, 1999).<br />

Modern toplumsal organizasyon farklılaşmış,<br />

uzmanlaşmış iş örgütlenmesi “yaşlılık” olgusu ile<br />

ilgili sorunlara da kendi içlerinde bir çözüm yolu<br />

bulmaya çalışmış, bu konuda sosyal politikalar geliştirilmiştir.<br />

Bu anlamıyla profesyonel kurumlaşma<br />

<strong>ve</strong> meslek örgütleri çerçe<strong>ve</strong>sinde yaşlı bakımı <strong>ve</strong><br />

hizmeti yapılarak hem ailenin üzerinden böyle bir<br />

yük alınacak hem de yaşlının kendisine yeni rolüne<br />

uygun bir yaşam kurma şansı yakalaması sağlanacaktır.<br />

Bu anlayış, merkez <strong>ve</strong> toplumsal yapıyı<br />

planlayanlar tarafından da aynı işlevsel hedefler<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde geliştirilmiştir. Fakat pratikte yaşlılık<br />

<strong>ve</strong> huzurevi anlayışı, bu düşünce çerçe<strong>ve</strong>sinde şekillenmektedir<br />

(Baran, 2001).<br />

Özetle, modern toplumun yarattığı farklılaşma<br />

süreci içinde ortaya çıkan huzurevleri, ailenin çekirdek<br />

aileye dönüşmesi <strong>ve</strong> ayrıca yaşlı bakımının<br />

profesyonel hizmet gerektirmesi, ailenin çalışma<br />

hayatı sebebiyle bu hizmeti <strong>ve</strong>rememesi sonucunda<br />

ortaya çıkmıştır. Bunun yanında kendi sorumluluğunu<br />

taşıması beklenen modern yaşlı, kimseye<br />

yük olmak istememesinden dolayı modern bir<br />

kurumdan yardım talep edecek <strong>ve</strong> bu ihtiyaç da<br />

huzurevi organizasyonlarında profesyoneller tarafından<br />

karşılanacaktır.


KAYNAKLAR<br />

Aksoydan, E. (2005).Yaşlılık <strong>ve</strong> Beslenme. T.C. Sağlık<br />

Bakanlığı, Başkent Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Burgaz Matbaası,<br />

Ankara.<br />

Atalay, Y. <strong>ve</strong> ark. (1992). Türk Aile Yapısı Araştırması.<br />

D.P.T. Yayınları, Ankara.<br />

Azak, A., Karamanoğlu, A.Y., Sert, H., Çetinkaya, B.,<br />

Çınar, İ.Ö. <strong>ve</strong> Kartal, A.(2001). Huzurevinde yaşayan<br />

yaşlıların yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi.<br />

Hemşirelik Forumu, 55-59.<br />

Baran, A.G. (2001). Türkiye’de Yaşlılık Politikalarının<br />

Sosyolojik Analizi. 1. Ulusal Yaşlılık Kongresi Kitabı,<br />

Ankara.<br />

Batman, A. (2002). Yaşlı popülasyonun özellikleri <strong>ve</strong> sunulan<br />

hizmetler. Geriatri, 5 : 123.<br />

Bilgili, N. (2000). Yaşlı bireye bakım <strong>ve</strong>ren ailelerin yaşadıkları<br />

sorunların belirlenmesi. H.Ü. Sağlık<br />

Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi,<br />

Ankara.<br />

Birol, L. (1993). Yaşlılık <strong>ve</strong> yaşlı hasta bakımı. İç Hastalıkları<br />

Hemşireliği, Geliştirilmiş IV. Baskı, Ankara,<br />

18-24.<br />

Copeland, J.R.M., Dewey, P.A. (1992). Yaşlılarda depresyon.<br />

Cev. İncila Kaplan. Türk Psikiyatri Dergisi,<br />

3: 3-7.<br />

Çoban, A., Şirin, A. (2005). Ailede yaşlı bakımı. Hemşirelik<br />

Forumu, 58-61.<br />

Demet, M., Taşkın, E.O., Deniz, F., Karaca, N., İçelli,<br />

İ. (2002). Manisa huzurevlerinde kalan yaşlılarda<br />

depresyon belirtilerinin yaygınlığı <strong>ve</strong> ilişkili risk<br />

etkenleri. Türk Psikiyatri Dergisi, 13: 290-299.<br />

Dik, A., Yenice, Z., Tanlı, S. (2004). Yaşlılarda evde bakım<br />

<strong>ve</strong> yaşam kalitesine katkısı, Aktüel Tıp Dergisi<br />

Geriatri Özel Sayısı, 9(2-3): 51-53.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Durgun, B. (1997). Yaşlılara Sunulan Hizmetler <strong>ve</strong> İs-<br />

tanbul Kentinde Duruma İlişkin Bir Araştırma. Uzmanlık<br />

Tezi. İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü, Hastane <strong>ve</strong> Salık Kurumlan Yönetim<br />

Bilim Dalı, İstanbul.<br />

Durgun, B., Tümerdem,Y. (1999). Kentleşme <strong>ve</strong> yaşlılara<br />

sunulan hizmetler. Geriatri, 2: 115-120.<br />

Duyar, İ. (2005). İnsanda yaşlılığın evrimi, Turkish Journal<br />

of Geriatrics , 8(4): 209-214.<br />

Emiroğlu, V. (1995). Yaşlılık <strong>ve</strong> Yaşlının Sosyal Uyumu.<br />

Ankara: Şafak Matbaacılık Ltd.Şti.<br />

Ergün, Ö.G., Uğuz, Ş., Bozdemir, N., Saatçi, E., Akpınar,<br />

E. (2001). Yaşlılık, depresyon <strong>ve</strong> serum<br />

kolesterol düzeyi arasındaki ilişki. Arşiv Kaynak<br />

Tarama Dergisi, 10: 419-425.<br />

Ergün, U.G.Ö., Bozdemir, N., Uğuz, Ş., Güzel, R., Burgut,<br />

R., Saatçı, E., Akpınar, E. (2003). Adana huzurevinde<br />

yaşayan yaşlılar ile aile hekimliği polikliniğine<br />

başvuran yaşlıların medikososyal özelliklerinin<br />

değerlendirilmesi, Geriatri, 6: 89-94.<br />

Ersoy, F., Boratav, C., Edirne, T. (2001). Yaşlılarda görülen<br />

depresif bozukluklar, Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi,<br />

10: 180-182.<br />

Göksoy, T.(2004). Geriatrik Rehabilitasyon. Klinik Aktüel<br />

Tıp, Fiziksel Tıp <strong>ve</strong> Rehabilitasyon, 4:39-47.<br />

Güler, Ç. (1998). Yaşlılıkta tanımlar <strong>ve</strong> yaşlılık üstüne<br />

söylenenler. Geriatri, 1:105.<br />

Karaman, Y., Aksu, M., Çatakoğlu, Ö., Ersoy, A.Ö., Arman,<br />

F. (1997). Normal yaşlılıkta kognitif fonksiyonların<br />

incelenmesi: mental durum testleri standardizasyon<br />

çalışması, Erciyes Tıp Dergisi, 19:<br />

11-18.<br />

Karataş, S. (1990). Yaşlılıkta yaşam doyumu <strong>ve</strong> etkileyen<br />

etmenler. Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal<br />

Hizmetler Yüksekokulu Dergisi, 8:105-114.<br />

31


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Kutsal, Y.G. (2005). Yaşlanan Dünya <strong>ve</strong> İnsan. SB Dialog<br />

T.C. Sağlık Bakanlığı Yayın Organı, Yıl:1,<br />

Sayı:11, 24-27.<br />

Onat, Ü. (2004). Yaşlanma <strong>ve</strong> Sosyal Hizmet. Yaşlılık<br />

Gerçeği. Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi Geriatrik Bilimler<br />

Araştırma Merkezi. Ankara: H.Ü. Hastaneleri<br />

Basımevi.<br />

Özmenler, K.N. (2001). Yaşlılık Çağında Depresyon.<br />

Geriatrik Sendromlar. Gata Geriatri Bilim Dalı,<br />

Gata Basımevi-Ankara, 153-157.<br />

Pakdil, O. (1992). Yaşlılık Soranları <strong>ve</strong> Yaşlılara Sağlanan<br />

Servisler (İngiltere Örneği). Yıldız Üni. Mimarlık<br />

Fakültesi Baskı İşliği, İstanbul.<br />

Sertbaş, G., Bahar, A. (2003). Huzurevinde yaşayan<br />

yaşlıların yaşlılığa ilişkin görüşleri <strong>ve</strong> sosyal<br />

uyumlarının değerlendirilmesi, Hemşirelik Forumu,<br />

6: 33-39.<br />

32 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Sosyal Sektörler <strong>ve</strong> Koordinasyon <strong>Genel</strong> Müdürlüğü<br />

(2007) Türkiye’de Yaşlıların Durumu <strong>ve</strong> Yaşlan-<br />

ma Ulusal Eylem Planı.http://www.ekutup.dpt.<br />

gov.tr/nufus/yaşlılık. Erişim tarihi: 22.12.2009<br />

Subaşı, N. (2001). Ankara ili Çankaya ilçesinde evde<br />

bakım durumu araştırması. H.Ü. Sağlık Bilimleri<br />

Enstitüsü Yayınlanmamış Bilim Uzmanlığı Tezi,<br />

Ankara.<br />

Şahin, E.M., Yalçın, B.M. (2003). Huzurevinde <strong>ve</strong> kendi<br />

evlerinde yaşayan yaşlılarda depresyon sıklıklarının<br />

karşılaştırılması. Geriatri, 6:10-13.<br />

Tel, H., Tel, H., Sabancıoğulları, S. (2006). Evde <strong>ve</strong> kurumda<br />

yaşayan 60 yaş <strong>ve</strong> üzeri bireylerin günlük<br />

yaşam aktivitelerini sürdürme <strong>ve</strong> yalnızlık yaşama<br />

durumu, Geriatri, 9:34-40.


<strong>Ergenlik</strong> <strong>Döneminde</strong> <strong>İlişkiler</strong>: <strong>Akran</strong> <strong>ve</strong><br />

<strong>Romantik</strong> <strong>İlişkiler</strong>e <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong><br />

• Prof. Dr. Pınar BAYHAN*<br />

• Arş. Gör. Sonnur IŞITAN*<br />

Öz<br />

<strong>Ergenlik</strong> dönemindeki arkadaşlık ilişkileri <strong>ve</strong><br />

romantik ilişkiler, bu dönemin önemli konularındandır.<br />

Bu makalede, ergenlik döneminde yaşanan arkadaşlık<br />

ilişkileri <strong>ve</strong> romantik ilişkiler ele alınmıştır. Arkadaşlık<br />

<strong>ve</strong> romantik ilişkiler ile ilgili olarak Sullivan <strong>ve</strong> Erikson’ın<br />

ergenlerin arkadaşlık ilişkisine dair görüşleri incelenmiş<br />

<strong>ve</strong> karşılaştırılmıştır. Ayrıca Rawlins’in iletişim<br />

kuramından söz edilmiş, arkadaşlığı incelediği konular<br />

vurgulanmıştır. Arkadaşlık ilişkisinin yaşla birlikte<br />

gelişimsel bir süreç içerdiği, arkadaşlığın önce aynı<br />

cinsiyetten kişilerle kurulmaya başladığı, sonrasında<br />

karşı cinsiyetten arkadaşlıklar kurulduğu, bu durumun<br />

ileride ergenin karşı cinsle olan yakınlaşmasına olanak<br />

sağladığı vurgulanmıştır. Arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik<br />

ilişkilerinin ergen üzerindeki çeşitli olumlu <strong>ve</strong> olumsuz<br />

etkileri tartışılmış, arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik ilişkilerin<br />

belirleyicisi olarak ebe<strong>ve</strong>yn tutumları <strong>ve</strong> kültürel<br />

farklılıklar ele alınmış, bu nedenle her kültürde farklı<br />

şekillerde romantik ilişkilerin yaşandığı belirtilmiştir.<br />

Teknolojik gelişmelerin de ergenin ilişkileri üzerinde<br />

etkili olduğu, arkadaşlıkta temel öğenin dürüstlük <strong>ve</strong><br />

gü<strong>ve</strong>n olduğu vurgulanmıştır.<br />

Anahtar kelimeler: <strong>Ergenlik</strong>, arkadaşlık, akran<br />

ilişkileri, romantik ilişkiler.<br />

________________________<br />

Abstract<br />

(*) Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Gelişimi Bölümü.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Relationshpis in Adolescence: A <strong>Genel</strong>ar<br />

View of Peer and Romantic relationships<br />

During adolescence relations of friendship and<br />

romantic relationships are important issues of this<br />

period. In this article, in the period of adolescence the<br />

relationship of friendship and romantic relationships<br />

were discussed. Friendships and romantic relationships<br />

as related to theory of Sullivan and theory of Erikson<br />

were mentioned and compared. Also the dialectical<br />

theory of Rawlins were cited and his subjects about<br />

friendships were highlighted. Friendship relations<br />

with the years that were stressed include de<strong>ve</strong>lopmental<br />

process. Also firstly, same-sex friendships with people<br />

was established and after opposite-sex friendships<br />

were established, against this situation of adolescent<br />

was allowed the closest relationship with oppositesex<br />

in to the future were highlighted., The various<br />

positi<strong>ve</strong> and negati<strong>ve</strong> effects of friendships and<br />

romantic relationships on adolescents has been<br />

discussed, the effects of parental attitudes and cultural<br />

differences of the friendships and romantic<br />

relationships has been argued out. On this account<br />

peer and romantic relationships in different ways in<br />

e<strong>ve</strong>ry culture that has been specified. As a conclusion<br />

technological de<strong>ve</strong>lopment effected on friendships<br />

and the basic components of friendships were honesty<br />

and trust.<br />

Key words: adolescence, friendship, peer<br />

relationships, romantic relationships.<br />

33


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

1. Giriş<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminde, ergen yoğun bir biçimde<br />

fiziksel <strong>ve</strong> hormonal değişimler yaşamakta, bu<br />

hızlı değişimlere ayak uydurmaya çalışırken bir taraftan<br />

da duygusal açıdan yeni, farklı hisleri oluşmaya<br />

başlamaktadır. <strong>Ergenlik</strong> yıllarında bilişsel,<br />

sözel <strong>ve</strong> mantıksal değişikliklerle birlikte sosyal <strong>ve</strong><br />

duygusal açıdan da değişiklik olduğundan ergenin<br />

ailesi <strong>ve</strong> arkadaşlarıyla olan iletişimi de çeşitlenmektedir.<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminde kişi bireysel olarak çocukluk<br />

yıllarından farklı bir biçimde yeni ilişkiler kurma<br />

isteği içerisindedir. Çocukluk <strong>ve</strong> ergenlik yılları arasında<br />

sosyal ilişkiler değişmektedir. Elbette ki aile<br />

ilişkileri bu dönemde önemini korumakla beraber<br />

ergenlik döneminde önem kazanan diğer konu ise<br />

akran ilişkileri <strong>ve</strong> romantik ilişkilerdir.<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminin en önemli konularından biri<br />

akranlarla olan ilişkilerdir. <strong>Akran</strong>ın ergen için birçok<br />

anlamı bulunmaktadır. Öncelikle aynı yaş grubundan<br />

yakın arkadaş topluluğu anlamına gelirken<br />

aynı zamanda aynı yaş grubundan arkadaş olmaları<br />

gerekmeyen bir grup kimsedir. Farklı bir diğer<br />

anlamı ise aynı etkinliği gerçekleştiren birbirinden<br />

farklı insan grubudur. <strong>Akran</strong> grup yapılarının kesin,<br />

homojen kuralları bulunmaktadır. Yaş, cinsiyet,<br />

sosyal sınıf ya da serbest zaman etkinliği, ilgiler<br />

bu kurallardan bazılarıdır. Gruba uyum için kurallar<br />

önceden bilinmektedir (Coleman & Hendry, 1989).<br />

Bu makalede; ergenlik dönemindeki sosyal ilişkilerden<br />

akran <strong>ve</strong> romantik ilişkiler konusu ele alınmıştır.<br />

<strong>Ergenlik</strong> dönemindeki akran <strong>ve</strong> romantik<br />

ilişkiler ile ilgili olarak Sullivan (1953) <strong>ve</strong> Ericson’un<br />

(1968) görüşleri incelenecek <strong>ve</strong> karşılaştırılacaktır.<br />

Rawlins’in (1992) iletişimsel kuramından söz edilmiş,<br />

akran <strong>ve</strong> romantik ilişkiler gelişimsel süreçte<br />

ele alınacaktır. <strong>Ergenlik</strong> dönemindeki ilişkiler üzerinde<br />

rol oynayan etmenler tartışılacak, arkadaşlık<br />

34 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

<strong>ve</strong> romantik ilişkilerin ergen üzerindeki etkileri hakkında<br />

bilgi <strong>ve</strong>rilecektir.<br />

2. Arkadaşlık İlişkisine Kuramsal <strong>Bakış</strong><br />

<strong>Akran</strong> ilişkilerinde “yakınlık” (intimacy) kavramı<br />

önemlidir. Ergenlerin akranlarıyla ilgili görüş <strong>ve</strong> ilişkilerin<br />

temelini bu kavram oluşturmaktadır. Yakınlık<br />

kavramının cinsel ya da fiziksel bir temas içermesi<br />

gerekmez. Yakınlık iki kişi arasındaki duygusal bağı<br />

ifade etmektedir. Bu konudaki en önemli yaklaşım<br />

Harry Stack Sullivan’ın (1953) <strong>ve</strong> Erik Erikson’ın<br />

(1968) çalışmalarıdır (Akt; Steinberg, 2005).<br />

2.1. Sullivan <strong>ve</strong> Erikson’un <strong>Ergenlik</strong><br />

<strong>Döneminde</strong> Yakın <strong>İlişkiler</strong> Hakkındaki<br />

Görüşleri<br />

Sullivan (1953), çocukların kişiler arası farklı<br />

ihtiyaçlarının yakınlaşmaya neden olduğunu söyler.<br />

Gü<strong>ve</strong>nlik ihtiyacı (ihtiyaçların giderilmesi) ya<br />

da kaygı duyma (ihtiyaçların giderilmemesi) temel<br />

öğelerdir. Sullivan’a göre bu durum bebeklikten ergenlik<br />

yılları boyunca devam eder. Bu ihtiyaçlar:<br />

Fiziksel temas ihtiyacı (bebeklik), yetişkin desteği<br />

ihtiyacı (erken çocukluk), arkadaş <strong>ve</strong> arkadaş kabulü<br />

ihtiyacı (orta çocukluk), yakınlık ihtiyacı (ön<br />

ergenlik), cinsel temas <strong>ve</strong> karşı cinsiyetten arkadaş<br />

olma ihtiyacı (ergenliğin ilk yılları) <strong>ve</strong> toplumun<br />

bir parçası olma ihtiyacıdır (ergenliğin son yılları).<br />

Sullivan (1953), ergenin birçok farklı kimliği aradığını<br />

söyler. Ergen farklı şekillerde yakın ilişkiler<br />

kurar (Akt; Steinberg, 2005).<br />

Erikson (1968) ergenlikte kişiler arası ilişkilerin,<br />

kimlik gelişiminin önemli bir parçası olduğunu, ergenin,<br />

farklı ilişkileri deneyerek, gelecekteki yetişkinlik<br />

rollerinde başarılı olmasında çok önemli<br />

olduğunu vurgulamıştır. Özellikle akran ilişkilerinin<br />

hem sosyal destek hem de deneyim açısından<br />

önemli olduğunu vurgulayarak, bu ilişkilerin yetişkinlikte<br />

dünya görüşünün şekillenmesine katkıda<br />

bulunacağını ifade etmiştir (akt; Collins & Sprinthall,1995).


2.2. Erikson <strong>ve</strong> Sullivan’ın Birbiriyle<br />

Çelişen Görüşleri<br />

Sullivan (1953) yakınlaşmayı ön ergenlik yıllarının<br />

gelişimsel bir parçası olarak görür. Yakınlık<br />

Sullivan’a göre kimlik gelişiminin temelidir. Kimlik<br />

ergenlik döneminin sonuna kadar tam olarak gelişmez.<br />

Erikson’a (1968) göre ise kimlik gelişimi<br />

yakınlaşmadan önce gelişir <strong>ve</strong> gelişmesi ergenin<br />

sosyal gelişimi için önemlidir.<br />

Cinsiyet farklılığının cinsiyet üzerindeki etkisini<br />

inceleyen birçok çalışmalar yapılmıştır. Birçok teoriysen<br />

kız ergenler için yakınlaşmanın daha önemli<br />

olduğunu vurgulamıştır(Josselson, Greenberger &<br />

McConichie,1977b- akt; Steinberg,2005).<br />

Sullivan’ın (1953) bakış açısına göre yakınlık<br />

kızlar için daha kabul edilebilirken Erikson’a<br />

(1968) göre erkekler için kimlik oluşumu <strong>ve</strong> yakın<br />

ilişki kuramı daha önce gelir.<br />

Birçok araştırmacı bebeklik döneminde kurulan<br />

sağlıklı bağlanma ilişkisi ile ergenlik yılları<br />

arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünür<br />

(Kobak&Sceery, 1988). Bu durum “içsel olarak<br />

çalışan model” (internal working model) olarak adlandırılır.<br />

Model kişinin başkalarının gözünde nasıl<br />

olduğuyla ilgili düşüncesidir. Kişi bebeklik yıllarında<br />

gü<strong>ve</strong>nli ilişki kurduysa ergenlik yıllarında da olumlu<br />

sosyal ilişkileri olur. Ancak gü<strong>ve</strong>nsiz bağlanmışsa<br />

ergenlik yıllarında da gü<strong>ve</strong>nsiz ilişkileri olacaktır.<br />

Bu bakış açısı sadece arkadaş ilişkisi için değil arkadaş<br />

<strong>ve</strong> ana-baba ilişkisi içinde geçerlidir.<br />

2.3. Arkadaşlıkta İletişimsel Kuram<br />

Arkadaş ilişkilerini inceleyen bir diğer kuram<br />

ise iletişimsel kuramdır. Rawlins (1992) arkadaşlık<br />

ilişkilerini Amerikan toplumu için birçok açıdan ele<br />

almıştır. Rawlins “arkadaşlığı” “kurumsal olmayan<br />

kurum” olarak tanımlamıştır. Arkadaşlığı iki gruba<br />

bölmüştür; (1) yapısal (contex); daha geniş sosyal<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

yapıyı içerir, (2)etkileşimsel (interaction); her zamanki<br />

günlük iletişimi içerir.<br />

Yapısal iletişim; kültürel <strong>ve</strong> sosyal kavramların<br />

birleşmesi sonucunda yakın arkadaşlığı içerir.<br />

Yapısal iletişimi Rawlins (1992), iki gruba ayırır;<br />

(a) özel <strong>ve</strong> yerel iletişim, (b) ideal <strong>ve</strong> gerçek iletişim.<br />

Yerel iletişime göre arkadaşlık özeldir <strong>ve</strong><br />

iki kişi arasında kurulur. Toplumun arkadaşlıktan<br />

beklentisi(yerel) <strong>ve</strong> kişinin arkadaşlıktan beklentisini<br />

(özel) karşılayan sosyal <strong>ve</strong> kültürel güçlü bir<br />

bağdan oluşur. Buradaki davranışlar toplum tarafından<br />

kabul gören davranışlardır. İdeal iletişim<br />

ilişkinin gerçek doğasını yansıtır. İdeal ilişki toplumun<br />

istekleri <strong>ve</strong> beklentileriyle şekillenir. Amerikan<br />

kültürü için ideal ilişki; gönüllü, kişisel, eşitlikçi, iki<br />

kişi arasında etkili bağı sağlayan karşılıklı bir ilişkidir.<br />

Ancak o romantik ilişkilerden farklıdır. Rawlins<br />

(2003), ideal ilişkiyi ilişkisel gerçeklerle bağlar.<br />

Herhangi bir kurumla bağlantılı değildir. Çünkü<br />

ideal ilişkide kişinin sosyal durumu değişiklik gösterse<br />

de ilişki devam eder (Rawlins, 1992; Rawlins,<br />

2003).<br />

2.4. Arkadaşlık <strong>İlişkiler</strong>inde Gelişimsel<br />

Süreç<br />

Arkadaşlık ilişkileri yaşla birlikte değişkenlik<br />

göstermekte, bu ilişkide gelişimsel bir süreç olduğu<br />

gözlenmektedir. Özellikle edinilen arkadaş sayısı<br />

gelişimsel olarak önem taşımaktadır. Çünkü yaşla<br />

birlikte edinilen arkadaşın niteliği <strong>ve</strong> sayısı da değişiklik<br />

göstermektedir. Dunphy (1972), arkadaşlık<br />

ilişkisini gelişimsel olarak ele alıp aşamalara ayırmıştır.<br />

Ona göre arkadaşlık ilişkisi giderek kabalıklaşma<br />

durumuyla ilişkilidir(akt; Coleman & Hendry,<br />

1989). Yani çocuk önce kendi cinsiyetinden çocuklarla<br />

arkadaşlık kurar, sonra bu arkadaşlık karma<br />

cinsiyetten oluşan arkadaş gruplarının oluşmasına<br />

zemin hazırlar. Bu aşamadan sonra da yakın arkadaş<br />

grupları oluşmaya başlar (Şekil 3).<br />

35


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Şekil 3: Ergenlerde grup gelişimi<br />

GEÇ ERGENLİK<br />

�<br />

� �<br />

ERKEN ERGENLİK<br />

Erkekler Kızlar Kızlar <strong>ve</strong> Erkekler<br />

Ayrıca arkadaşlık ilişkilerinde cinsiyet farklılığı<br />

da önem taşımaktadır. Çevik (2008), lise 3. sınıftaki<br />

ergenlerle arkadaşlık ilişkileri ile ilgili yaptığı<br />

çalışmasında, ergenlerin arkadaş sayılarının çoğunluğunun<br />

10’dan fazla olduğu; erkeklerin kızlara<br />

göre daha fazla arkadaşa sahip olduğunu belirtmiştir.<br />

Ergenlerin yakın arkadaş sayısının çoğunun<br />

iki ile dört arasında olduğu <strong>ve</strong> erkeklerin yakın<br />

arkadaş sayısının kızlardan daha yüksek olduğu<br />

36 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

5. Aşama : Kaynaşma olmayan kalabalığın<br />

başlangıcı. Çift sayısında azalma<br />

4. Aşama: Tamamıyla kalabalık gruplaşma.<br />

Karma cinsiyetten kişilerden oluşan yakın<br />

arkadaş grupları<br />

3. Aşama: Kalabalık gruplaşmaya geçiş vardır.<br />

Aynı cinsiyetten oluşan arkadaş grubundan<br />

karma cinsiyet arkadaş grubuna geçiş vardır<br />

2. Aşama: Kalabalık ortamın başlangıcıdır. Aynı<br />

cinsiyetten oluşan diğer gruplarla etkileşim<br />

başlar.<br />

1.Aşama: kalabalık öncesi dönem. Diğer<br />

gruplardan izole aynı cinsiyetten oluşan arkadaş<br />

grubu.<br />

Kaynak: D. C. Dunphy (1972), Socialization in Australia, Sydney: Angus & Robertson, Akt; Coleman &<br />

Hendry, 1989.<br />

görülmüştür. Taysi (2000), üni<strong>ve</strong>rsiteye devam<br />

eden kızlar için arkadaşlık <strong>ve</strong> arkadaşlık ilişkisinin<br />

merkezi bir yer tuttuğunu ifade etmiştir. Kızların,<br />

erkeklere göre kendilerini aynı cinsten olan arkadaşlarına<br />

daha yakın hissettikleri belirtilmiştir.<br />

Arkadaşlık ilişkilerinin belirleyicilerinden biri de<br />

çocuk <strong>ve</strong> ergenlerin arkadaşlık ilişkisinden beklentileridir.<br />

Bu konuyla ilgili olarak Selman (1980),<br />

arkadaşlık kavramının gelişimi ile ilgili olarak, 7-14


yaşları arasındaki çocuklara arkadaşlarından beklentilerini<br />

yazmalarını istemiştir. Çalışma sonucunda<br />

arkadaşlardan beklentilerin ortak faaliyet<br />

<strong>ve</strong> mekanda yakınlık gibi yüzeysel beklentilerden,<br />

Yine Adler <strong>ve</strong> Furman (1978; akt; Hortaçsu,<br />

2003) ise; değişik ilişkileri karşılaştırırken bu ilişkilerin<br />

temel boyutlar, ilişki özellikleri <strong>ve</strong> bu özelliklerin<br />

ortaya konuş biçimleri düzeylerinde incelenebileceğini<br />

ileri sürmüşlerdir. Değişik ölçeklerle<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

toplumca belirlenmiş <strong>ve</strong>fa, bağlılık gibi kurallara,<br />

ayrıca anlayış, duygu katılımı gibi psikolojik durumlara<br />

kadar geniş bir yelpazede değiştiğini bulmuştur<br />

(Şekil 1).<br />

Şekil 1. Selman’a (1980) göre insan ilişkileriyle ilgili kavramların gelişimi<br />

Aşamalar<br />

�<br />

1.Aşama<br />

Birey Kavramı<br />

Fiziksel nesne olarak<br />

insan<br />

2. Aşama Niyetleri olan insan<br />

3. Aşama<br />

4. Aşama<br />

5. Aşama<br />

Kendileri <strong>ve</strong><br />

başkalarına ilişkin<br />

düşünceleri olan insan<br />

Kalıcı ilişkileri olan<br />

insan<br />

Karmaşık benliklere<br />

sahip insanlar<br />

Şekil 2. Arkadaşlık ilişkileri<br />

Arkadaşlık<br />

Kavramı<br />

Geçici fiziksel<br />

birliktelik<br />

Yardım eden<br />

insan<br />

İyi gün dostluğu<br />

Karşılıklı<br />

yardımlaşma<br />

Yakınlık <strong>ve</strong><br />

paylaşım<br />

Özerklik <strong>ve</strong><br />

karşılıklı<br />

bağımlılık<br />

Yaşıt Grubuyla<br />

İlişki Kavramı<br />

Ana Babayla İlişki<br />

Kavramı<br />

Fiziksel birliktelik Bakıcı vb.<br />

Tek yönlü ilişkiler Bakıcı/yardımcı<br />

Çift yönlü ilişkiler<br />

Sıcaklık/yakınlık Çatışma Dışlayıcılık<br />

Yakınlık<br />

Olumlu ilişki<br />

Birlikte faaliyet<br />

Benzerlik<br />

Arkadaşa hayranlık<br />

Arkadaşın hayranlığı<br />

Şevkat<br />

Kabul<br />

Sadakat<br />

(Adler & Furman, 1978, akt; Hortaçsu, 2003).<br />

kavga<br />

düşmanlık<br />

yarışma<br />

Yol gösterici<br />

Gereksinim<br />

giderici<br />

Türdeş grup Hoşgörü/saygı<br />

Çok boyutlu örgüt --------------------<br />

ana-baba, çocuk <strong>ve</strong> kardeş ilişkileri için boyutlar<br />

önermişlerdir (Şekil 2). Kaner (2000) ise yaptığı<br />

çalışmada arkadaşlık boyutlarının; bağlılık, gü<strong>ve</strong>n<br />

<strong>ve</strong> özdeşim, kendini açma, sadakat olduğunu belirtmiştir.<br />

arkadaşın paylaşılmaması<br />

arkadaş tarafından dışlanma<br />

37


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

3. <strong>Ergenlik</strong> <strong>Döneminde</strong>ki <strong>İlişkiler</strong>i Etkileyen<br />

Etmenler<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminde arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik<br />

ilişkiler ergenin çevresel etmenlerinden de etkilenmektedir.<br />

Kültür, arkadaşlık ilişkisinin belirleyicilerinden<br />

biri olarak görülmektedir. Lewin’e (1942)<br />

göre ergenin davranışlarında birçok kültürel farklılıklar<br />

ön plandadır <strong>ve</strong> bu farklılıkların ideolojiler,<br />

davranışlar, değerler vb birçok sebebi bulunmaktadır.<br />

Ayrıca ona göre ergen grupları <strong>ve</strong> yetişkin<br />

grupları arasındaki farklılıklar da kültüre göre değişiklik<br />

göstermektedir (Lewin, 1942,1975,p.130; akt;<br />

King, 2004). Field (1999), kültürlerarası çalışma<br />

olarak lise öğrencileri ile yaptığı araştırmasında;<br />

Amerikan ergenlerin birbirlerine daha az dokundukları,<br />

sarıldıkları, Amerikan ergenlerin Fransız<br />

ergenlere nazaran arkadaşlarıyla daha az olumlu<br />

<strong>ve</strong> yüz yüze ilişkilerde bulunduklarını saptamıştır.<br />

Ayrıca günümüzde kültürel farklılıkların yanı<br />

sıra ilerleyen teknoloji ile birlikte farklı türde arkadaşlık<br />

ilişkileri ortaya çıkmıştır. Tosun (2002),<br />

98 Türk, 46 Japon üni<strong>ve</strong>rsite öğrencisiyle yaptığı<br />

çalışmasında; erkeklerin internet arkadaşlıklarına<br />

yönelik yakınlıklarının kızlarınkinden, kızların yüz<br />

yüze arkadaşlıklarına yönelik yakınlıklarının erkeklerden<br />

yüksek olduğunu bulmuştur. Arkadaşlık<br />

tanımları açısından, Türk katılımcılar kişisel tanımlamaları,<br />

Japon katılımcılar ise ilişkisel tanımlamaları<br />

daha çok kullandıkları bulmuştur.<br />

<strong>Romantik</strong> ilişkilere bakış açısı da kültürler arası<br />

farklılık göstermektedir. Çıkma/flört davranışı ebe<strong>ve</strong>yn-ergen<br />

ilişkisini değiştirmektedir. Amerika’daki<br />

kolej öğrencileri ile Çin’de yaşayan ergenlerin çıkma<br />

davranışı karşılaştırılmış <strong>ve</strong> Amerikalı ergenlerin<br />

Çin’de yaşayanlara nazaran daha serbest<br />

oldukları, Amerika’da çıkma yaşı ortalama 14 iken<br />

Çin’de ortalama 18 yaş olduğu bulunmuştur (Tang<br />

& Zuo, 2000).<br />

38 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Ülkemizde ergenlerin akran <strong>ve</strong> romantik iliş-<br />

kilerinde aileler önemli etkilere sahiptir. Ailelerin<br />

genellikle ergenlerin flört/çıkma davranışına tepki<br />

gösterdikleri saptanmıştır. Ergenlerin yarısından<br />

fazlasının ailelerinin arkadaşlık ilişkilerine müdahale<br />

ettiği, arkadaşlık ilişkilerinde erkeklere göre<br />

kızların ilişkilerine daha fazla müdahale edildiği <strong>ve</strong><br />

bu müdahalenin çoğunlukla anne tarafından yapıldığı<br />

ortaya çıkmıştır (Çevik, 2008).<br />

Üni<strong>ve</strong>rsite öğrenimine devam eden erkek ergenlerin<br />

aileleri ile ilişkileri ilgili duygusal yalnızlık<br />

düzeylerinin kız ergenlere oranla daha yüksek olduğu,<br />

geç ergenlik döneminde yalnızlık duygusunun<br />

arkadaş sayesinde sağlanan sosyal destek<br />

<strong>ve</strong> sosyal beceri ile azaldığı, aileden alınan sosyal<br />

desteğin yeterli olmadığı saptamıştır (Eldeleklioğlu,<br />

2008). Ergenliğin ortalarında bulunanların, ergenliğin<br />

ileriki yıllarında olanlara göre daha fazla<br />

duygusal yalnızlık hissettikleri <strong>ve</strong> ön ergenlerin<br />

daha sonraki yaşlardaki ergenlerden daha fazla<br />

sosyal yalnızlık yaşadıkları bulunmuştur (Çeçen,<br />

2007; Löker,1999).<br />

Demir <strong>ve</strong> arkadaşları (2005), Türkiye’deki<br />

gençlerin akran ilişkilerini incelemişlerdir. Gencin<br />

arkadaş-akran gruplarıyla ilişkisinde sosyal çevre<br />

faktörlerinden ailenin önemli bir rol oynamadığını<br />

belirtmişlerdir. Arkadaşlarının kendilerini ebe<strong>ve</strong>ynlerinden<br />

daha çok anladığını düşünen gençlerin<br />

aile içinde çoğunlukla kavga ettiği saptanmıştır.<br />

Yine farklı ülkede yapılan bir çalışmaya göre; anababasıyla<br />

<strong>ve</strong> arkadaşlarıyla nitelikli ilişkide bulunan<br />

ergenin çok arkadaşı olduğu, anne-babasıyla yakın<br />

ilişkiler içinde bulunduğu, ebe<strong>ve</strong>yni ile nitelikli<br />

ilişkisi olmayan ergenlerin ise ilaç kullanımının olduğu<br />

<strong>ve</strong> okul başarısının düşük olduğu görülmüştür<br />

(Field, Diego & Sanders, 2002).<br />

Jeijl <strong>ve</strong> ark.(2000), üst sosyo-ekonomik düzeydeki<br />

12 yaş grubu çocukların genellikle vakti-


ni ana-baba <strong>ve</strong> kardeşleriyle geçirdiği, 14-15 yaş<br />

grubundaki erkek çocukların ise akranlarıyla geçirdiği,<br />

kızların ise daha az arkadaşlarını tercih ettiklerini<br />

bulmuşlardır. Buna göre arkadaşlık ilişkisinin<br />

sosyo-ekonomik düzeyden de etkilendiği görüşü<br />

vurgulanmıştır.<br />

4. Arkadaşlık <strong>ve</strong> <strong>Romantik</strong> <strong>İlişkiler</strong>in Ergen<br />

Üzerindeki Etkileri<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminde arkadaşlık önemli bir konu<br />

olduğundan, ergenin üzerinde arkadaşlarının etkisi<br />

büyük önem taşımaktadır. Arkadaşlık ilişkilerinin<br />

ergen üzerinde olumlu <strong>ve</strong> olumsuz olmak üzere<br />

çeşitli etkileri bulunmaktadır.<br />

Meriç (1999), arkadaş gruplarının ergenler üzerindeki<br />

olumlu etkilerini şu şekilde vurgulamıştır.<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

“Arkadaş grubu, sosyal bir pekiştireçtir.<br />

Arkadaş grubu ergene, herhangi bir kriz <strong>ve</strong> karışıklık<br />

durumunda duygusal kaynak<br />

olarak destek sağlamaktadır<br />

Arkadaş grubu ergene, kendi davranışlarını değerlendireceği<br />

bir ortam sağlamaktadır.<br />

Arkadaş grubu, bütünlük baskısı yaratarak, ergenin<br />

davranışlarının şekillenmesini sağlamaktadır.<br />

Arkadaş grubu, ebe<strong>ve</strong>yne ait davranışlar yorumlanırken<br />

ergene destek sağlamaktadır”.<br />

Arkadaşların egenler üzerindeki olumsuz etkileri<br />

de söz konusudur. Üni<strong>ve</strong>rsiteye devam eden<br />

öğrencilerden arkadaşlık ilişkileri “yetersiz” olan<br />

ergenlerin kaygı düzeylerinin daha yüksek olduğunu<br />

bulmuşlardır (Çakmak & He<strong>ve</strong>danlı, 2005).<br />

Yüksek yalnızlık düzeyine sahip lise öğrencilerinin<br />

düşük benlik saygısına sahip oldukları bulunmuştur<br />

(Kılınç & Sevim, 2005). Ayrıca, sosyal benlik<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

saygısı düzeyinin karşı cinsten arkadaşın olmasına<br />

göre değiştiği saptanmıştır (Oskay, 1985).<br />

Suça yönelme, sigara içme gibi olumsuz davranışlarda<br />

akranın rolünü ele alan çalışmalar da<br />

yapılmıştır. Suça yönelik davranışlar için genellikle<br />

ergenin kendi kardeşleri ya da ana babası<br />

suç işlemişse suç işlemeye daha yatkın olduğu<br />

bulunmuştur(West <strong>ve</strong> Forrington, 1977- akt; Coleman<br />

& Hendry, 1989). Türkeri (1995) suçlu çocukların<br />

suç işlemeden önce arkadaşlarında da<br />

olumsuz davranışlar söz konusu olduğu, tüm bu<br />

davranışların suçlu çocuklar üzerinde olumsuz etki<br />

yarattığı <strong>ve</strong> suçluluğa hazırlayıcı rol oynadığı görüşüne<br />

varmıştır( akt; Aksoy & Ögel,1995).<br />

Esan (2003), ergenlerin sigara içme davranışında<br />

akranların etkili olduğunu bulmuştur. Ancak<br />

Ungar (2000), yaptığı çalışmasında; "akran baskısı”<br />

kavramının önyargı olduğu, ergenleri akranların<br />

olumlu davranışlara sevk ettiğini saptamıştır.<br />

Arkadaşlık ilişkilerinde önemli konulardan biri<br />

ise ergenin akranları arasında arkadaş olarak bulunduğu<br />

statüdür. Bu statüler; popüler olma, geçimsiz<br />

olma, ilgi görmeme <strong>ve</strong> reddedilme olarak<br />

belirtilmiştir. Arkadaş grubu arasında çocuk <strong>ve</strong> ergenin<br />

bulunduğu statü onun davranışları üzerinde<br />

etkilidir (Graham, Gangluff, Kollock & Pizza, 2000).<br />

<strong>Akran</strong>ları içinde popüler olan çocuk akranları gözünde<br />

onların ihtiyaçlarına cevap <strong>ve</strong>rebilen kişidir.<br />

Popüler ergen neşeli, sıcakkanlı, espirili <strong>ve</strong> zekidir.<br />

Popüler olan ergen popüler olmayanın eksikliklerini<br />

kapabilmektedir. (Jorvinell&Nicholls, 1996- Akt;<br />

Steinberg, 2005). Popüler olma kültürler arası<br />

farklılık gösterebilir. <strong>Akran</strong>ları içinde popüler olan<br />

ergenler için iki model olduğu saptanmıştır. 1. model<br />

erkekler içindir. Fiziksel <strong>ve</strong> akademik açıdan<br />

yetenekli, utangaç ya da sinirli olmayan, sıcakkanlı.<br />

2. model kız çocukları içindir. Bu modelde<br />

çocuk sinirli, fiziksel olarak güçlü, daha az arkadaş<br />

39


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

canlısı, akademik başarısı yüksek <strong>ve</strong> utangaçtır.<br />

Bazı gruplarda sinirli ergenler reddedilmesine karşın<br />

bazı gruplar için popülerdir (Bowker, Bukowski,<br />

Hymel, Sippola, 2000).<br />

Popüler olmamak ergenin bilişsel <strong>ve</strong> sosyal gelişimini<br />

olumsuz yönde etkiler. <strong>Akran</strong> grubu tarafından<br />

dışlanmanın ergende depresyon, davranış<br />

problemleri <strong>ve</strong> akademik güçlüklere sebep olduğu<br />

düşünülmektedir (Steinberg, 2005). Kız/erkek arkadaşa<br />

sahip olmanın ergenliğin ilk yıllarında aynı<br />

cinsiyetteki yaşıtlar arasında “popüler” olmayanların<br />

daha olumsuz davranış durumlarının olduğu,<br />

ergenlerin romantik ilişkilerinin (sadece kızlar için)<br />

akademik performansla negatif yönde ilişkili olduğu<br />

saptanmıştır (Bredgan <strong>ve</strong> ark; 2002).<br />

Ergenliğin ilk yıllarında aynı cinsiyetteki arkadaşlar<br />

hala özel arkadaş durumunda olmasına<br />

rağmen (Bukowski, Gouze, Hoza F Newcoub,<br />

1993; Bukowski, Sippola, 1993, akt. Bredgan <strong>ve</strong><br />

ark;2002) ergenlerin karşı cinsiyette arkadaş aramaları<br />

artar <strong>ve</strong> romantik ilişkiler böylelikle başlamış<br />

olur.<br />

Araştırmacılar yaptıkları çalışmalarda genellikle<br />

romantik ilişkilerin ergen üzerindeki etkilerine<br />

odaklanmışlardır. Rabaglietti <strong>ve</strong> Clairano (2008)<br />

uzunlamasına yaptıkları çalışmalarda, arkadaşlık<br />

ilişkisinin ergenler üzerindeki gelişimsel etkilerinin<br />

şu alanlar üzerinde olduğunu belirtilmişlerdir: (a)<br />

özerklik-boş zamanı düzenleme, (b)sosyal-kurumsal<br />

beceriler ya da okul başarısı, (c) ilişkisel beceriler<br />

(çıkma/flört)dir. Ayrıca küçük yaşta çıkma<br />

davranışının daha fazla olmasına rağmen ilişkilerin<br />

büyük yaşta daha olgun olduğu saptanmış, arkadaş<br />

desteğinin okul başarısı <strong>ve</strong> çıkma davranışı<br />

üzerinde olumlu etkisi olduğu belirtilmiştir.<br />

Connoly <strong>ve</strong> arkadaşları (2000), aynı cinsiyetten<br />

oluşan grup arkadaşlığı oranının karşı cinsten oluşan<br />

arkadaş grubunun yapısını belirlediğini sapta-<br />

40 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

mıştır. Karşı cinsiyetten oluşan grup arkadaşlığının<br />

yapısı ise romantik ilişkilerin yapısını oluşturduğu,<br />

karma cinsiyetteki arkadaş gruplarının çıkma davranışını<br />

desteklediği bulunmuştur (Gro<strong>ve</strong>r & Nangle,<br />

2007).<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminde kurulan romantik ilişkiler<br />

de ergen üzerinde etkili olmaktadır. Çünkü romantik<br />

ilişki kurma ergenlik döneminin en önemli özelliklerinden<br />

biridir. Ergenler karşı cinsten arkadaşlarıyla<br />

daha fazla birlikte olmaya başlarlar. Fakat<br />

romantik ilişkiler konusunda kaygıları bulunmaktadır.<br />

<strong>Romantik</strong> ilişkiler ile ilgili temel kavram bu dönemde<br />

çıkma/flörttür.<br />

Çıkma/Flört: Çıkma/Flört, ergenlik dönemindeki<br />

karşı cinsle kurulan yakın ilişki sürecidir. Karşı<br />

cinsten kişilerle ilişki kurma isteği özellikle lise<br />

döneminde kızlar arasında yaygındır. (Savin, Williams&<br />

Berndt, 1990; akt; Kaplan, 2004). <strong>Romantik</strong><br />

ilişkilerle ilgili olarak yapılan bir anket çalışmasında<br />

8. sınıfların %27’sinin, 10. sınıfların %39’unun, 12.<br />

sınıfların %63’ünün bir ilişkisi olduğu saptanmıştır.<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminde yaş büyüdükçe çıkmanın daha<br />

ciddiye alındığı görülmektedir. Yine çok sık çıkma<br />

davranışı gösteren ergenlerin (ayda bir ya da iki<br />

kez) akademik başarılarının <strong>ve</strong> akademik motivasyonlarının<br />

düşük, depresyon bulgularının yüksek<br />

olduğu bulunmuştur (Quatman <strong>ve</strong> diğ; 2001).<br />

Flört: Öncelikle arkadaşlık sürecinde karşı<br />

cinsten bireylerle arkadaş olma, sonra karma cinsiyetten<br />

gruplar, sonrasında çıkma davranışı görülmektedir.<br />

Feiring (1996), 15 yaş itibariyle çoğu<br />

ergenin bu deneyimi yaşadığını belirtmiştir. 15<br />

yaşındaki ergenlerin çıkma davranışlarının bir erkek<br />

ya da bir kız ile basit düzeyde, kısa, ortalama<br />

olarak dört aylık bir süreyi kapsadığı bulunmuştur.<br />

Erkek ergenlere karşı cinsten neden hoşlandığı<br />

sorulduğunda cevap karşı cinsin fiziksel özellikleri<br />

olurken, kız ergenlerin cevabı yakınlık <strong>ve</strong> destek<br />

olmuştur.


Ergenlerin çoğunun karşı cinsten arkadaşı<br />

olduğu <strong>ve</strong> arkadaşlarıyla genellikle okulda, dershanede<br />

tanıştıkları görülmüştür. Karşı cinsten romantik<br />

bir ilişkisinin olmadığını belirten ergenlerin<br />

sayısı, olduğunu belirtenlerden daha yüksektir<br />

(Çevik, 2008). Ayrıca kız çocuklarının duygusal<br />

ilişki sırasında erkek çocuklara göre daha duygusal<br />

oldukları bulunmuştur. Bunun yanında duygusal<br />

ilişkisi olmayan ergenlerin, flörte karşı daha<br />

fazla kaygılarının olduğu, ergenin arkadaşlarıyla<br />

olan ilişkilerinin romantik ilişkileri üzerinde olumlu<br />

<strong>ve</strong> olumsuz etkilerinin olduğu saptanmıştır (La<br />

Greca & Mackey, 2007).<br />

<strong>Romantik</strong> ilişkilerin ergenler üzerindeki depresyon<br />

etkileri incelenmiştir. Kız çocuklarının romantik<br />

ilişkilerinin zayıf olmasının onlarda depresyona<br />

neden olduğu saptanmıştır. Ayrıca romantik<br />

deneyimlerin, romantik ilişki kurma yeteneğinin<br />

depresyonla ilişki olduğu gözlenmiştir Bunun yanı<br />

sıra, ergenin flörtünün olmaması, flörtünden ayrılması<br />

ya da flörtünün terk etmesi de gencin depresyon<br />

sürecine girmesine <strong>ve</strong> sapkın davranışlara<br />

yönelmesine yol açmaktadır (Steinberg & Davila,<br />

2008).<br />

Ergenliğin sonlarına doğru yaşanan romantik<br />

ilişkilere bakıldığında; ergenlerin bu dönemde<br />

ilişkideki eşitlik duygusunun onları ilişkiye karşı<br />

olumlu düşünmelerini sağladığını <strong>ve</strong> ergenlerin<br />

romantik ilişkilerine karşı olan kaygılarını azalttığı<br />

bulunmuştur. <strong>Romantik</strong> ilişki sırasında rahatça iletişim<br />

kurabildiğini düşünen ergenlerin benlik saygılarının<br />

daha yüksek olduğu saptanmıştır (Bouchey,<br />

2007).<br />

Sosyal kaygıya ilişkin olarak, sosyal kaçınma<br />

üzerinde cinsiyetler arasında farklılık bulunmaktadır.<br />

Erkeklerin sosyal kaçınma ortalamalarının kızların<br />

ortalamalarından daha yüksek olduğu gözlemlemiştir.<br />

Kızların eleştirilmeye karşı daha du-<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

yarlı oldukları saptanmıştır (Erözkan, 2004). Karşı<br />

cinsten romantik bir arkadaşı olmayan ergenlerin<br />

aileye ilişkin benlik saygılarının daha yüksek olduğu<br />

belirlenirken karşı cinsten romantik bir arkadaşı<br />

olan ergenlerin sosyal benlik saygılarının daha<br />

yüksek olduğu belirlenmiştir (Oskay, 1985).<br />

5. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />

Arkadaşlık, yaşamın her devresinde kişi için<br />

büyük önem taşımaktadır. Arkadaşlık ilişkisi yaşla<br />

birlikte gelişimsel bir süreç içermektedir. Arkadaşlık<br />

öncelikle aynı cinsiyetten kurulmaya başlar, bu<br />

durum onun karşı cinsle olan yakınlaşmasına ileride<br />

olanak sağlayacaktır.<br />

Arkadaşlık <strong>ve</strong> akran ilişkileri ile ilgili birçok araştırmacı<br />

çalışmalar yapmış, çeşitli kuramlar bu konu<br />

üzerinde durmuştur. Arkadaşlık ilişkisine yönelik<br />

pek çok bakış açısı gelişmiştir. Bazı bilim adamlarına<br />

göre kişiyi toplumsal hayata hazırlar, diğerine<br />

göre gelişimin bir parçasıdır <strong>ve</strong> böylelikle kişi kimliğini<br />

geliştirir, diğerine göre ise ergenin arkadaşlık<br />

ilişkisi kurabilmesi için önce kimliğini oluşturması<br />

gerekmektedir. Bu tarz olguların ergenin bireysel<br />

özellikleri de ile de ilişkili olabileceği düşünülmektedir.<br />

Ergen arkadaşlık ilişkisi kurdukça kimliğini<br />

daha iyi oturtacak, kimliği geliştikçe daha iyi ilişkiler<br />

kuracaktır.<br />

Arkadaşlık, ergenlik döneminde oldukça önemlidir.<br />

Toplumsal ilişkiler kurması açısından da rahatlatıcı<br />

bir öğedir. Arkadaşsızlık ergende yalnızlık<br />

<strong>ve</strong> eksiklik duygusu yaratabilir. Arkadaşlarla yardımlaşarak,<br />

paylaşarak duygusal alış<strong>ve</strong>rişe girer.<br />

Toplumsal ilişkilerinin temeli atılır, arkadaşlar gencin<br />

kendi kişiliğini yansıtan ayna yerine geçer. Böylece<br />

kendi kişiliğini tanıtır, insanlarla geçinmeyi <strong>ve</strong><br />

işbirliğini öğrenir. Gençlikten ergenliğe doğru adım<br />

atmaya başlar. Toplumsal becerilerini geliştirir.<br />

Araştırmacıların üzerinde durduğu bir diğer<br />

41


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

konu ise akranların ergenler üzerindeki etkileridir.<br />

Bu konudaki araştırmalar genellikle olumsuz etkileri<br />

üzerinde durmuştur (Coleman & Hendry, 1989;<br />

çakmak <strong>ve</strong> He<strong>ve</strong>danlı, 2005) ancak olumlu etkilerini<br />

belirlemek amacıyla çalışmaların yapılması<br />

önemlidir.<br />

Ergenlerin hayatlarında her zaman olumlu <strong>ve</strong><br />

olumsuz etkilere sahip diğer bir kurum ise ergenin<br />

ailesidir. Aileler, genellikle ergenlerin arkadaş<br />

ilişkilerine karışmakta, bu sebeple ergen-ebe<strong>ve</strong>yn<br />

arasında çatışmalar yaşanabilmektedir. Ayrıca<br />

ebe<strong>ve</strong>ynlerin olumlu <strong>ve</strong> olumsuz tutumları, ergenin<br />

arkadaş ilişkileri üzerinde önemli etki <strong>ve</strong> belirleyiciliğe<br />

sahiptir. Arkadaşlık konusunda ergen <strong>ve</strong><br />

ebe<strong>ve</strong>yn arasında karşılıklı anlayış <strong>ve</strong> hoşgörünün<br />

olması önemlidir.<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminin en hassas konularından<br />

biri ise bu dönemde yaşanan romantik ilişkilerdir.<br />

Ergenlerin birçoğunun romantik ilişkisinin olduğu<br />

yapılan araştırmalarda görülmektedir. Ergenin<br />

yaşıyla birlikte bu ilişkinin giderek ciddiye alındığı,<br />

ancak romantik ilişkilerin ergen üzerinde akademik<br />

başarısızlık gibi olumsuz etkilerinin olabileceği belirtilmektedir<br />

(Steinberg, 2005).<br />

<strong>Ergenlik</strong> döneminde ergenlerin bir kısmı karşı<br />

cinse karşı korku <strong>ve</strong> çekingenlik göstermektedir.<br />

Bu çekingenliğin sebebi cinsel gelişimle ilgili eksik<br />

bilgiden ya da kötü şartlanmaktan, olumsuz akran<br />

yada aile ilişkilerinden vb. kaynaklanabilmektedir.<br />

Ergene bu durumunun geçici olduğu <strong>ve</strong> kız-erkek<br />

arkadaşlığının korkulacak bir durum olmadığı anlatılmalıdır.<br />

42 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Bu noktada toplumdaki genel bakış açısının<br />

etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Çünkü yapılan<br />

çalışmalar akran <strong>ve</strong> romantik ilişkilerde kültürel<br />

özelliklerin etkisini göstermektedir. Yine her<br />

kültürde, toplumsal cinsiyetin <strong>ve</strong> cinsiyet rolünün<br />

oluşmasında cinsel kimlik doğrultusunda kişiye<br />

toplum tarafından yüklenen anlam da çok önemlidir.<br />

Toplumsal çevreyi oluşturan insanlar <strong>ve</strong> içinde<br />

yaşanan kültürün cinsiyete <strong>ve</strong> cinselliğe ilişkin algı,<br />

inanç <strong>ve</strong> değerleri kişi üzerinde önemli bir etkiye<br />

sahiptir ki buda her kültürde farklı şekillerde romantik<br />

ilişkilerin yaşanmasına sebep olmaktadır.<br />

Teknolojik değişikliklere bağlı olarak sürekli<br />

<strong>ve</strong> hızlı bir biçimde toplumsal <strong>ve</strong> kültürel yapı<br />

değişmektedir. Bu durum elbetteki arkadaşlık <strong>ve</strong><br />

romantik ilişkilere de yansıyacaktır. Bu sebeple<br />

hangi dönemde olursa olsun akran yada romantik<br />

ilişkiler ile ilgili araştırmaların devam edeceği düşünülmektedir.<br />

Kişinin arkadaş seçerken ortak <strong>ve</strong><br />

benzer ilgilere dikkat ettiği, akran yada romantik<br />

ilişkilerindeki temel öğenin “gü<strong>ve</strong>n” <strong>ve</strong> “dürüstlük”<br />

olduğu unutulmamalıdır.<br />

Ülkemizde ergenlerin yaşamlarında, gelecek<br />

kaygısı <strong>ve</strong> sınav korkusu önemli bir konudur. Ön<br />

ergenlikten itibaren ilköğretim ikinci kademesine<br />

girme sınavları için çalışmaya başlayan ergen<br />

daha sonraları da meslek edinmek için kendini üni<strong>ve</strong>rsite<br />

sınavına hazırlanmaya odaklamaktadır. <strong>Ergenlik</strong><br />

döneminde yaşanan arkadaşlık <strong>ve</strong> romantik<br />

ilişkilerin boyutlarının ne ölçüde olduğu sınav kaygısı<br />

olmayan toplumlardaki ergenlerle ülkemizdeki<br />

ergenlerin karşılaştırıldığı araştırmalarla ortaya<br />

konabilir.


KAYNAKLAR<br />

Aksoy., A. & Ögel., K. (2004). Tutuklu <strong>ve</strong> Hükümlü<br />

Ergenlerle İlgili Yapılan Tezlerin Özetleri.Adalet<br />

Bakanlığı Ceza <strong>ve</strong> Tevkifevleri <strong>Genel</strong> Müdürlüğünün<br />

Gözetimindeki Çocuklara Yönelik Hizmetlerin<br />

İyileştirilmesi Projesi İhtiyaçların Belirlenmesi<br />

Çalışması. YenidenSağlık <strong>ve</strong> Eğitim Derneği, İstanbul.<br />

Bredgan., M., Vitaro., F., Doyle., A., B., Markiewicz.,D. &<br />

Bukowski.,M. (2002). Same Sex Peer Relations<br />

and Romantic Relationships During Early Adolescence:<br />

Interacti<strong>ve</strong> Links to Emotional, Bahavioral,<br />

and Academic Adjustment. Merril Palmer<br />

Quarterly, vol: 48, no: 1, pp: 77-103.<br />

Bowker, A., Bukowsk, W. M., Hymel, S. & Sippola, L.<br />

K. (2000). Coping with Daily Hassles in the Peer<br />

group During Early Adolescence: Variations as a<br />

Function of Peer Experience. Journal of Research<br />

on Adolescence, vol: 10, no: 2, pp: 211<br />

– 243.<br />

Bouchey, H., A. (2007). Percei<strong>ve</strong>d Romantic Competence,<br />

Importance of Romantic Domains, and<br />

Psychosocial Adjustment. Journal of Clinical<br />

Child and Adolescent Psychology , vol: 36, no:<br />

4, pp: 503–514.<br />

Coleman., J., C., & Hendry., L. (1989). The Nature of<br />

Adolescence. Second Edition, Routledge: London<br />

and New York.<br />

Collins, A.W., Sprinthall A. N. (1995). Adolescent Psychology.<br />

New York: McGraw-Hill International<br />

Edition, pp: 172,177.<br />

Connolly, J. A., Furman, W. & Konorski, R. (2000). The<br />

Role of Peers in the Emergence of Heterosexual<br />

Romantic Relationships in Adolescence. Child<br />

De<strong>ve</strong>lopment, n: 71, pp: 1395-1408.<br />

Çakmak Ö. & He<strong>ve</strong>danlı M. (2005). Eğitim <strong>ve</strong> Fen Edebiyat<br />

Fakülteleri Biyoloji Bölümü Öğrencilerinin<br />

Kaygı Düzeylerinin Çeşitli Değişkenler Açısından<br />

İncelenmesi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,<br />

www.e-sosder.com, c:4, s:14, s:115-127, Güz.<br />

Çeçen, A. R. (2007). Üni<strong>ve</strong>rsite Ergenlerinin Cinsiyet<br />

<strong>ve</strong> Yaşam Doyumu Düzeylerine Göre Sosyal <strong>ve</strong><br />

Duygusal Yalnızlık Düzeylerinin İncelenmesi.<br />

Mersin Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, cilt:<br />

3, sayı: 2, s: 180-190.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Çevik B. G. (2008). Lise 3. Sınıf Öğrencilerinin Arkadaşlık<br />

<strong>İlişkiler</strong>inin Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi.<br />

Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt:<br />

17, sayı: 2, s: 35–50.<br />

Demir, Ö. N., Baran, G. A. <strong>ve</strong> Ulusoy, D. (2005).<br />

Türkiye’de Ergenlerin Arkadaş-<strong>Akran</strong> Grupları İle<br />

<strong>İlişkiler</strong>i <strong>ve</strong> Sapmış Davranışlar: Ankara Örneklemi.<br />

Bilig , sayı: 32, s: 83-108.<br />

Eldeleklioğlu, J. (2008). Yalnızlığın Belirleyicileri Olarak:<br />

Cinsiyet, Duygusal İlişki, İnternet Kullanımı Algılanan<br />

Sosyal Destek <strong>ve</strong> Sosyal Beceri. Eurasian<br />

Journal of Educational Research, n: 33, pp: 127-<br />

140.<br />

Erözkan, A. (2004). Üni<strong>ve</strong>rsite Öğrencilerinin Reddedilme<br />

Duyarlıkları İle Sosyal Kaygı Düzeylerinin<br />

Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi. Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

Kırşehir Eğitim Fakültesi, cilt: 5, sayı :<br />

2, s: 85-98.<br />

Esan., K. B. (2003). Ergenlerin <strong>Akran</strong> Baskısı Düzeyleri<br />

<strong>ve</strong> Cinsiyetlerine Göre Sigara İçme Davranışlarının<br />

İncelenmesi. Kuram <strong>ve</strong> Uygulamada Eğitim<br />

Bilimleri, c: 3, n: 1, s:167-188.<br />

Feiring, C. (1996). Concepts of Romance in 15-Year-Old<br />

Adolescents. Journal of Research on Adolescence,<br />

n: 6, pp:181-200.<br />

Field., T., Diego M. & Sanders C. (2002). Adolescents’<br />

Parent and Peer Relationships. Adolescence. n:<br />

37, pp: 121-30 Spr.<br />

Field, T. (1999). “American Adolescence Touch Each Other<br />

Less and More Agressi<strong>ve</strong> Toward Their Pers<br />

as Compared with French Adolescence. Adolescence.<br />

vol:34, no:136, pp: 753-8, Wint.<br />

Graham, J. A., Gangluff, A., Lollock, K. & Pizza, J.<br />

(2000). Relational Schemas in Children’s Friendship<br />

Dyads as a Function of Peer Group<br />

Status. Eastern Psychological Association Conference<br />

(Baltimore, MD, March 2000).<br />

Gro<strong>ve</strong>r, L. R. & Nangle, W. D. (2007). Special Section:<br />

Adolescent Romantic Competence: De<strong>ve</strong>lopment<br />

and Adjustment Implications. Journal of<br />

Clinical and Adolescent Psychology, vol: 36, no:<br />

4, pp: 485-490.<br />

Hortaçsu., N. (2003). Çocuklukta <strong>İlişkiler</strong> Ana Baba, Kardeş<br />

<strong>ve</strong> Arkadaşlar. İmge Kitapevi, Şubat, Ankara.<br />

43


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Jeij., E., Poel., Y., Reymond., M., Ra<strong>ve</strong>sloot., J. & Meulman,<br />

J., J. (2000). The Role of Parents and<br />

Peers in The Leisure Activities of Young Adolescents.<br />

Journal of Leisure Researrch vol :32, no:<br />

3, pp: 281-302.<br />

Kaner., S. (2000). <strong>Akran</strong> <strong>İlişkiler</strong>i Ölçeği <strong>ve</strong> <strong>Akran</strong> Sapması<br />

Ölçeği Geliştirme Çalışması. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

Eğitim Bilimleri Dergisi, cilt:33, sayı:1-2,<br />

s:9-27.<br />

Kaplan, S. P. (2004). Adolescence. Boston, NewYork:<br />

Houghton Mifflin Company.<br />

Kobak, R. & Sceery, A. (1988). Attachment in late adolescence:<br />

Working models, affect regulation, and<br />

representations of self and others, Child De<strong>ve</strong>lopment<br />

59, pp. 135–146.<br />

Kılınç, H. <strong>ve</strong> Sevim, A. S. (2005). Ergenlerde Yalnızlık<br />

<strong>ve</strong> Bilişsel Çarpıtmalar. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim<br />

Bilimleri Fakültesi Dergisi. cilt: 38, sayı: 2,s:<br />

68-89.<br />

La Greca A., M. & Mackey E., R. (2007). Adolescents’<br />

Anxiety in Dating Situations: The Potential Role<br />

of Friends and Romantic Partners. Journal of Clinical<br />

Child and Adolescent Psychology, vol: 36,<br />

no. 4, pp: 522–533.<br />

Löker., Ö. (1999). Ergenlerde Ana-Baba <strong>ve</strong> Arkadaş<br />

Bağlılığının Sosyal <strong>ve</strong> Duygusal Yalnızlık Üzerindeki<br />

Ayrıştırıcı Etkisi. Ortadoğu Teknik Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Bölümü,<br />

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.<br />

Meriç, B. (1999). Grup İçinde Popüler Olan Gençlerin<br />

Bazı Kişilik Özellikleri Üzerine Bir<br />

İnceleme. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.<br />

Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, İstanbul.<br />

Oskay, G. (1985). Arkadaş <strong>İlişkiler</strong>inden Kaynaklanan<br />

Ana-Baba, Ergen Çatışması. Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />

Edebiyat Fakültesi Dergisi, cilt:2, sayı:3, s:<br />

141-166.<br />

Rabaglietti, E. & Clairano, S. (2008). Qulaity of Friendship<br />

Relationships and De<strong>ve</strong>lopmental Tasks<br />

in Adolescence. Cognition, Brain, Behaviour,<br />

vol:12, no: 2, pp:183-203.<br />

Rawlins., K., L. (2003). Dialectical Theory of Friendship.<br />

44 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Ithaka College, Park School of Communications<br />

Graduate Program in Communications, Television<br />

Sitcom by Estkil Si<strong>ve</strong>rtsen, December.<br />

Rawlins, W. K. (1992). Friendship Matters: Communication,<br />

Dialectics, and The Life Course. Hawthorne,<br />

NY: Aldine.<br />

Quatman, T., Sampson, K., Robinson. C. & Watson, C.<br />

M. (2001). Academic, Motivational, and Emotional<br />

Correlates of Adolescent Dating. Genetic,<br />

Social, and General Psychology Monographs.<br />

vol: 127, no:2, pp: 211-34.<br />

Selman, R. L. (1980). The Growth of Interpersonal Understanding:<br />

De<strong>ve</strong>lopment and Clinical Analyses.<br />

New York: Academic Press.<br />

Steinberg, L. (2005). Adolescence. Stephen B. Rutter.<br />

Se<strong>ve</strong>nth Edition.<br />

Steinberg, S. J.& Davila J. (2008). Romantic Functioning<br />

and Depressi<strong>ve</strong> Symptoms Among Early<br />

Adolescent Girls: The Moderating Role of Parental<br />

Emotional Availability. Journal of Clinical<br />

Child & Adolescent Psychology, vol: 37, no:2, pp:<br />

350–362.<br />

Tang, S. & Zuo, J. (2000). Dating Attitudes and Behaviors<br />

of American and Chinese College Students.<br />

The Social Science Journal, vol: 37, no: 1, pp:<br />

67-78.<br />

Taysi., E., (2000). Benlik Saygısı, Arkadaşlardan <strong>ve</strong> Aileden<br />

Sağlanan Sosyal Destek: Üni<strong>ve</strong>rsite Öğrencileriyle<br />

Yapılan Bir Çalışma. Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Anabilim Dalı,<br />

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.<br />

Tosun., L., P. (2002). Yüz Yüze Ortamda <strong>ve</strong> Bilgisayar<br />

Ortamında Kültürün, Cinsiyetin <strong>ve</strong> Benliğin Arkadaş<br />

<strong>ve</strong> Yakınlık Üzerine Etkisi. Boğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji<br />

Programı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,<br />

İstanbul.<br />

Ungar., T., M. (2000). The Myth of Peer Pressure. Adolescence.<br />

vol: 35, no:137, pp:167-180, Spr.<br />

King R. M. (2004). O<strong>ve</strong>rview, Historical Background and<br />

Theoretical Perspecti<strong>ve</strong>s. http://www.psyking.<br />

net/id183.htm, , February 2004. 10.10.2006.


________________________<br />

(*) Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Hemşirelik Yüksekokulu Kadın Sağlığı <strong>ve</strong> Hastalıkları Hemşirelik A.B.D.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Menopoz <strong>ve</strong> Hormon Replasman Tedavisi İle<br />

İlgili Kanıta Dayalı Çalışmalar<br />

• Arş. Gör. Emine ŞEN*<br />

• Yard. Doç. Dr. Aynur SARUHAN*<br />

Öz<br />

Bu makalenin amacı menopozla ilgili semptomları<br />

rahatlatmada yaygın olarak kullanılan hormon<br />

replasman tedavisinin yararları <strong>ve</strong> zararlarına ilişkin<br />

kanıta dayalı çalışmaları incelemektir.<br />

Menopoz, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ)<br />

önerdiği tanıma göre, “ovaryum aktivitesinin yitirilmesi<br />

sonucunda menstruasyonun kalıcı olarak<br />

sonlanmasıdır”. Hormon replasman tedavisinin amacı<br />

östrojene yanıt <strong>ve</strong>ren dokulardaki etkileri geriye<br />

çevirerek menopoz sonrası kadının yaşam kalitesini<br />

korumaktır. Halen dünyada milyonlarca postmenapozal<br />

kadın hormon tedavisi olarak östrojen kullanmaktadır.<br />

Hormon replasman tedavisinde progesteronların<br />

kullanım amacı, östrojenin endometriumdaki etkilerini<br />

karşılamaktır. Yapılan meta-analizler, sistematik<br />

araştırmalar <strong>ve</strong> randomize kontrollü çalışmalarda<br />

östrojenin vazomotor semptomların sıklığı <strong>ve</strong><br />

şiddetinde azalma, ürogenital semptomlarda hafifleme,<br />

depresyon durumunda azalma <strong>ve</strong> yaşam kalitesinde<br />

gelişme sağladığı saptanmıştır. Uyku bozukluğu ile<br />

ilgili farklı östrojen preparatları kullanılarak yapılan<br />

çalışmalardan bazılarında östrojenin etkili olduğu<br />

belirtilirken bazılarında da etkili olmadığı saptanmıştır.<br />

Bununla birlikte, bilinen sağlık riskleri <strong>ve</strong> uzun dönem<br />

kullanımına ilişkin belirsizlikler vardır.<br />

Anahtar Kelimeler: Menopoz, hormon replasman<br />

tedavisi, kanıta dayalı çalışmalar.<br />

Abstract<br />

Evidence Based Studies Related to Menopause<br />

and Hormone Replacement Therapy<br />

The purpose of this article is to presented evidencebased<br />

studies related to benefits and damages of<br />

hormone replacement therapy used commonly in<br />

relieving symptoms regarding menopause<br />

Menopause, according to definition which<br />

commonly using and suggested of World Health<br />

Organization (WHO), is terminated permanently<br />

menstruation as a result of lost of ovarium activity.<br />

Purpose of hormonal replasman therapy (HRT) is to<br />

protect life quality of woman postmenopase by<br />

re<strong>ve</strong>rsing effects in tissues that respond to oestrogen.<br />

Currently, millions of postmenopausal women ha<strong>ve</strong><br />

used oestrogen as hormone therapy in the world. The<br />

purpose of using of progesterones in hormone<br />

replacement therapy ha<strong>ve</strong> correspond effects on<br />

endometrium . It is determined by meta-analysis<br />

systematic reviews of ostregen and randomizedcontrol<br />

trials that oestrogen has provided decline on<br />

incidence and intensity of vasomotor symptoms,<br />

lighten on genitourinary symptoms, decline on<br />

depression and impro<strong>ve</strong>ment on quality of life It is<br />

also determined that oestregen is found efficent<br />

related to sleep disorder in some studies but in<br />

other studies not by using different oestrogen<br />

preparates. Howe<strong>ve</strong>r there are known health risks<br />

and uncertainties related to long time use.<br />

Key Words: Menopause, hormonal replasman<br />

therapy, evidence-based studies.<br />

45


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

GİRİŞ<br />

Günümüzde, giderek yaşlanan toplumlarda insanların<br />

uzun süreli yaşam beklentilerinin yanında,<br />

kaliteli yaşam istekleri de ön plana çıkmıştır.<br />

1900’lu yıllarda doğmuş bir kadının umduğu yaşam<br />

süresi yalnızca 48 yıldı <strong>ve</strong> mortalitenin önemli<br />

bir bölümünü çocukluk çağı hastalıkları oluşturuyordu.<br />

Bugün ise beklenen ortalama yaşam süresinin<br />

kadınlarımız için 72 yıl olduğu belirtilmektedir.<br />

Devlet İstatistik Enstitüsünün 6. Beş Yıllık Kalkınma<br />

Planı nüfus öngörülerine göre, 2000 yılında<br />

toplam kadın nüfusumuz 34.576.300 <strong>ve</strong> 45 yaş<br />

üzeri kadın nüfusumuz 6.851.100’dür. Bu <strong>ve</strong>rilere<br />

göre kadın nüfusumuzun yaklaşık %20’si menopoz<br />

sonrası dönemdedir <strong>ve</strong> yaşamlarının yaklaşık<br />

25 yılını menopozda geçireceklerdir (Ünlüer 2005:<br />

5-6). Makalede hormon replasman tedavisi kullanmanın<br />

vazomotor <strong>ve</strong> ürogenital semptomlar, uyku<br />

bozukluğu, demans-mental sağlık <strong>ve</strong> yaşam kalitesi<br />

üzerindeki yararları <strong>ve</strong> risklerine yönelik çalışmalar<br />

ele alınmıştır.<br />

MENOPOZ<br />

Menopoz, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ)<br />

önerdiği <strong>ve</strong> yaygın olarak kullanılan tanıma göre,<br />

“ovaryum aktivitesinin yitirilmesi sonucunda menstruasyonun<br />

kalıcı olarak sonlanmasıdır”. Menopoz<br />

sözcüğü, eski yunanca kökenli bir sözcük olup<br />

men, menos, menses = ay <strong>ve</strong> pausis = kesilme<br />

köklerinin birleştirilmesinden türetilmiştir (Hotun<br />

1998). Menopoz belirli bir anda gelişmekle beraber<br />

bu olaya kadar oluşan değişiklikler yıllarca<br />

öncesinden başlamaktadır. Eğer kadın bir yıl süre<br />

ile adet görmemişse, gördüğü son adete menopoz<br />

denilir. Bu andan sonraki döneme postmenopozal<br />

dönem, önceki döneme premenopozal dönem adı<br />

<strong>ve</strong>rilir (Ünlüer 2005: 5-6).<br />

HORMON REPLASMAN TEDAVİSİ (HRT)<br />

Hormon replasman tedavisinin amacı östrojene<br />

yanıt <strong>ve</strong>ren dokulardaki etkileri geriye çevi-<br />

46 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

rerek menopoz sonrası kadının yaşam kalitesini<br />

korumaktır. Hormon replasman tedavisinin progesteronların<br />

kullanım amacı, östrojenin endometriumdaki<br />

etkilerini karşılamaktır. Halen dünyada<br />

milyonlarca postmenapozal kadın hormon tedavisi<br />

olarak östrojen kullanmaktadır (Yücesoy <strong>ve</strong> Çakıroğlu<br />

2007).<br />

Hormon Replasman Tedavisi (HRT) ilk olarak<br />

70 yıl önce kullanıma sunulmuştur. Kullanımı son<br />

20 yılda giderek artmış <strong>ve</strong> kadınlar HRT kullanıp<br />

kullanmama kararı ile daha sık karşılaşır olmuşlardır.<br />

Son 20-30 yıldır HRT kullanımının sık gündeme<br />

gelmesinin temel nedeni gelişmiş ülkelerde yaşam<br />

standartlarının, dolayısıyla yaşam süresinin artmış<br />

olmasıdır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde<br />

(ABD) 65 yaşına ulaşan kadının yaşam beklentisi<br />

84.3 yaştır. İs<strong>ve</strong>ç <strong>ve</strong> İsviçre’de de aynı durum söz<br />

konusudur. Yaşlı populasyon oranı artan gelişmiş<br />

ülkelerde kardiyovasküler, lökomotor <strong>ve</strong> serebrovasküler<br />

sisteme ait hastalıklar <strong>ve</strong> bu hastalıkların<br />

önlenmesi öncelik kazanmıştır. HRT’nin populer<br />

olmasındaki en önemli etken yıllar içinde biriken<br />

literatürün ışığı altında postmenopozal kadınlarda<br />

kalça-<strong>ve</strong>rtebra kırıklarının önlemesi <strong>ve</strong> kardiyovasküler<br />

sistemi koruduğuna inanılmasıdır.<br />

Araştırmalar göstermektedir ki, hormon<br />

replasman tedavisi, sıcak basmaları <strong>ve</strong> vajinal kuruluk<br />

biçimindeki menopozal belirtileri gidermekte<br />

etkilidir. Bu tedavi aynı zamanda, osteoporoz riskini<br />

de azaltabilmektedir. Bununla birlikte, bilinen<br />

sağlık riskleri <strong>ve</strong> uzun dönem kullanımına ilişkin<br />

belirsizlikler vardır (Tıraş <strong>ve</strong> Kurdoğlu 2004).<br />

HRT’nin Endikasyonları<br />

• Vazomotor semptomlar<br />

• Ürogenital atrofi<br />

• Kardiyovasküler<br />

hastalıklar için artmış risk


•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

HRT’nin Kontrendikasyonları<br />

Kesin Kontrendikasyonlar<br />

Gebelik<br />

Tanı konulmamış uterin kanama<br />

Aktif tromboflebit<br />

Karaciğer hastalığı<br />

Safra kesesi hastalığı<br />

Myokard infarktüsü akut dönemi<br />

Rölatif kontrendikasyonlar<br />

•<br />

•<br />

Meme kanseri anamnezi<br />

Tekrarlayan tromboflebit ya da tromboembolik<br />

hastalık öyküsü<br />

HRT’ de Kullanılan Preparatlar<br />

1. Östrojen: Bugün için kullanımda olan bazı<br />

östrojenler:<br />

•<br />

•<br />

•<br />

Doğal östrojenler<br />

Konjuge östrojenler (konjuge kısrak östrojen)<br />

Sentetik östrojenler<br />

Östrojenler kullanım şekilleri, etki <strong>ve</strong> metabolizma<br />

farklılıklarına göre de sınıflandırılırlar:<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

Oral yol<br />

Transdermal sistem<br />

Vajinal yol<br />

Subdermal implantlar<br />

Perkütanöz östrojen<br />

İntranazal uygulama<br />

2. Progesteron: Kullanımındaki temel amaç,<br />

intakt uterusa sahip kadınlarda endometrial hiperplazi<br />

gelişimini önlemektir. HRT’de dört tip progesteron<br />

kullanılmaktadır (Yücesoy <strong>ve</strong> Çakıroğlu<br />

2007).<br />

Menopozdaki kadınlar için önerilerin her kadına<br />

<strong>ve</strong> özgeçmişine spesifik olması gerekir. Menopoz<br />

semptomları, farklı postmenopozal hastalıkların<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

sıklığı, klinik uygulama, sağlık bakım kaynakları <strong>ve</strong><br />

mali olarak karşılanabilen girişimlerde ülkelerde<br />

özel <strong>ve</strong> kültürel farklılıklar söz konusudur. Dolayısıyla<br />

uygulamalar ülke <strong>ve</strong> kültüre spesifik olarak<br />

değişecektir.<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

Son araştırma bulgularına göre:<br />

Perimenopozal dönemde olan kadınların yanı<br />

sıra, menopoz semptomları olan <strong>ve</strong> olmayan<br />

kadınların sağlığı geliştirmeyi ifade etme gereksinimleri<br />

artmaktadır;<br />

Yaşam biçimi, farmakolojik <strong>ve</strong> cerrahi girişimlerin<br />

riskleri <strong>ve</strong> yararları kadının yaşına göre<br />

değişebilir<br />

Kadının menopoz tedavisine adaptasyonunun<br />

onun klinik profili <strong>ve</strong> endişeleri ile ilişkilendirilmesi<br />

gerekir.<br />

Klimakterik sendromun tedavisi açısından HRT<br />

en etkili farmakolojik girişim olarak kalmaktadır.<br />

HRT’nin uzun süreli yararları <strong>ve</strong> riskleri değerlendirilmeye<br />

devam edilmektedir.<br />

Osteoporoz kadar sağlığı geliştirme için uzun<br />

süreli HRT genellikle sürekli kullanım gerektirmektedir.<br />

Klinik çalışmalarda yoğun olarak test edilen<br />

non-hormonal terapiler yaygın menopoz semptomları<br />

için daha fazla seçenek sunmaktadır.<br />

Menopoz sonrası yıllarda özellikle osteoporozu<br />

önleyici olarak ilaç tedavisi başlatılabilir. Ancak<br />

bu ideal olmayabilir (Barrett-Conner <strong>ve</strong> ark.<br />

2002: 5-7).<br />

Bu makalenin amacı menopozla ilgili semptomları<br />

rahatlatmada yaygın olarak kullanılan hormon<br />

replasman tedavisinin yararları <strong>ve</strong> zararlarına ilişkin<br />

kanıta dayalı çalışmaları incelemektir.<br />

47


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

MENOPOZLA İLGİLİ SEMPTOMLARI<br />

RAHATLATMADA YAYGIN OLARAK<br />

KULLANILAN HORMON REPLASMAN<br />

TEDAVİSİNİN YARARLARI VE<br />

ZARARLARINA İLİŞKİN KANITA DAYALI<br />

ÇALIŞMALAR<br />

Vazomotor Semptomlar<br />

Cochrane meta-analizi; plasebo ile karşılaştırıldığında<br />

oral östrojenin sıcak basmalarının haftalık<br />

sıklığında önemli azalma sağladığı, (haftada sıcak<br />

basması sayısı için ağırlıklandırılarak toplanan<br />

ortalama fark-17.9 [%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI, -22.9,<br />

-13.0; dokuz çalışma], sıklığında ortalama %75.3<br />

oranında azalma olduğu, [%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI;<br />

%64.3, %82.3] <strong>ve</strong> ayrıca semptomların şiddetinde<br />

de azalma olduğunu belirlemiştir [odds ratio (OR)<br />

0.13; %95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI 0.07, 0.23; 13 çalışma]<br />

(Maclennan <strong>ve</strong> ark. 2004). Nelson’ın sistematik<br />

araştırmasında, on çalışmadan dokuzunda plasebo<br />

ile karşılaştırıldığında oral östrojenin, 11 çalışmada<br />

da transdermal östrojenin sıcak basması<br />

sıklığı, şiddeti ya da her ikisinde iyileşme sağladığı<br />

belirtilmiştir. Sıcak basması için ağırlıklandırılarak<br />

toplanan ortalama fark, oral östrodiol için haftada<br />

-16.8 [%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI, -23.4, 10.2; beş çalışma)<br />

<strong>ve</strong> transdermal östrodiol için haftada -22.4’tür<br />

[%95 gü<strong>ve</strong>n aralığı CI, -35.9, -10.4).<br />

Vazomotor semptomların östrojen ile tedavisi<br />

ile ilgili 32 çalışmanın yer aldığı araştırmada, çalışmaların<br />

beş tanesinde sürenin bir yıldan daha az<br />

olduğu, sadece üç çalışmada katılımcı sayısının<br />

500’den fazla olduğu <strong>ve</strong> yan etkilerin sınırlı olarak<br />

değerlendirildiği belirtilmektedir. Çalışmalar, atipik<br />

kanama <strong>ve</strong> endometrial hipertrofi, bulantı-kusma,<br />

memelerde hassasiyet, baş ağrısı, kilo değişimi,<br />

<strong>ve</strong>nöz tromboembolik olaylar, kardiyovasküler<br />

olaylar, kaşıntı, kolesistit, karaciğer etkileri <strong>ve</strong> diğer<br />

yan etkileri içeren spesifik yan etkiler bildirmiştir<br />

48 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

(Nelson 2004). Cochrane araştırmasında yer alan<br />

çalışmalar en yaygın olarak bildirilen meme hassasiyeti<br />

<strong>ve</strong> uterin kanama ile birlikte benzer yan<br />

etkilerin olduğunu göstermiştir (Barrett-Conner <strong>ve</strong><br />

ark. 2002: 5-7).<br />

Ürogenital Semptomlar<br />

Dokuz randomize kontrollü çalışma östrojenin<br />

ürogenital semptomları hafiflettiğini göstermektedir.<br />

Bu oral <strong>ve</strong> transdermal östrojen <strong>ve</strong> östrodiol<br />

açığa çıkaran silikon vajinal halka için doğru olabilir.<br />

Vajinal kuruluk <strong>ve</strong> disparoni topikal östrojen<br />

krem, tablet, vajinal halka ya da non-hormonal<br />

nemlendirici <strong>ve</strong>ya kayganlaştırıcı ürünler ile tedavi<br />

edilebilir. Klinik çalışmalarda, östrojenin bu semptomları<br />

rahatlatma açısından sistemik östrojenden<br />

daha iyi olduğu <strong>ve</strong> ayrıca dolaşımdaki östrojen<br />

düzeyinin de yüksek olmasını engellediği bildirilmektedir.<br />

Yalnız ya da progestinle birlikte sistemik<br />

östrojen inkontinansı azaltmamaktadır. Büyük bir<br />

klinik çalışmada, Östrojen/Progestin Replasman<br />

Çalışmasında, inkontinansı arttırdığı saptanmıştır<br />

(Barrett-Conner <strong>ve</strong> ark. 2002: 5-7).<br />

İyi <strong>ve</strong> yetersiz nitelikteki çalışmaların yer aldığı<br />

bir sistematik araştırmada dokuz çalışmadan sekizinde<br />

çeşitli östrojen ajanlarının ürogenital semptomları<br />

düzelttiği <strong>ve</strong> 11 çalışmadan sekizinde de<br />

ilişki sırasında ağrıyı da içeren cinsel fonksiyonda<br />

düzelme sağladığı belirtilmektedir (Nelson 2004).<br />

Beş çalışmada östrojenin vajinal formları değerlendirilmiştir.<br />

Plasebo-kontrollü bir çalışmada,<br />

plasebo ile karşılaştırıldığında östrodiol içeren vajinal<br />

halkanın kullanımının ilişki sırasındaki vajinal<br />

kuruluk <strong>ve</strong> ağrıyı hafiflettiği bildirilmiştir (Speroff<br />

2004). Bir başka çalışmada, intravajinal halka <strong>ve</strong><br />

oral östrodiol tedavisi alan gruplarda ilişki sırasında<br />

vajinal kuruluk, idrar kaçırma <strong>ve</strong> ağrıya yönelik<br />

iyileşme sağlandığı saptanmıştır (Al-Azzawi <strong>ve</strong><br />

Buckler 2003). Ürogenital atrofiye ilişkin belirti <strong>ve</strong>


ulguların olduğu kadınlar arasında intravajinal<br />

östrodiol halka ile kombine östrojen vajinal kremin<br />

karşılaştırıldığı iki çalışma, ilişki sırasında <strong>ve</strong> vajinal<br />

kurulukta rahatlama, atrofik belirtilerin çözümlenmesi,<br />

vajinal mukozal matürasyonda gelişme<br />

<strong>ve</strong> vajinal pH’da azalma sağladığını göstermiştir<br />

(Ayton <strong>ve</strong> ark. 1996; Bachmann <strong>ve</strong> ark. 1997).<br />

Transdermal östrodiol ile ilgili dört plasebo<br />

kontrollü çalışmanın bazılarında üriner <strong>ve</strong> cinsel<br />

semptomlarda gelişme olduğu saptanmıştır. Bir<br />

başka çalışmada ise; plasebo ile karşılaştırıldığında<br />

transdermal östrodiolün vajinal kuruluğu azalttığı,<br />

ancak ilişki sırasında ağrı, sık idrara çıkma,<br />

dizüri, stres inkontinansı <strong>ve</strong> noktüri üzerinde etkili<br />

olmadığı belirtilmiştir (Shulman <strong>ve</strong> ark. 2002).<br />

Uyku Bozukluğu<br />

Nelson’ın sistematik araştırmasında yer alan<br />

üç çalışmada uykuyu arttırmaya yönelik önlemler<br />

belirtilmiştir. Celentano <strong>ve</strong> ark. plasebo ile karşılaştırıldığında<br />

transdermal östrodiolün uyku kalitesi,<br />

uykuya dalma, gece uykusunda azalma <strong>ve</strong><br />

uyanıklık açısından önemli gelişme sağladığını<br />

belirlemişlerdir. Orta <strong>ve</strong> ciddi derecede vazomotor<br />

semptomlar bildiren 50-54 yaş arası kadınların<br />

incelendiği Kadın Sağlığı İnsiyatifi (KSİ) çalışmasının<br />

sub-analizinde, plasebo ile karşılaştırıldığında<br />

oral konjuge at östrojenin uyku bozukluğu<br />

üzerinde pozitif etkili olduğu belirlenmiştir (Hays<br />

<strong>ve</strong> ark. 2003). Purdie <strong>ve</strong> ark. tarafından yapılan<br />

çalışmada sıcak basmaları <strong>ve</strong> gece uyanmaları<br />

olan kadınlarda oral konjuge equine östrojenin<br />

menopozal semptomlar <strong>ve</strong> psikolojik iyilik halinde<br />

gelişme sağlarken plasebo ile karşılaştırıldığında<br />

total uyku zamanı, uykuya dalma zamanı, uyanma<br />

sayısı <strong>ve</strong> REM uykusunun süresi gibi uyku kalitesi<br />

parametrelerinde farklılık olmadığı saptanmıştır.<br />

Demans <strong>ve</strong> Mental Sağlık<br />

Ruhsal durum <strong>ve</strong> depresyon sonuçlarını bildiren,<br />

östrojen ile ilgili 13 çalışma (üçü iyi nitelikli,<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

dördü orta <strong>ve</strong> altısı zayıf nitelikli) plasebo ile konjuge<br />

östrojen, oral östrodiol, transdermal östrodiol,<br />

östrojen sülfat’ı karşılaştırmıştır. Plasebo ile konjuge<br />

östrojenin karşılaştırıldığı iki çalışmada (iyi <strong>ve</strong><br />

orta nitelikli) gruplar arasında depresif ruh halinde<br />

hiçbir farklılık olmadığı saptanmıştır (Strickler <strong>ve</strong><br />

ark. 2000; Khoo <strong>ve</strong> ark. 1998). Plasebo ile oral<br />

östrodiol tedavilerinin karşılaştırıldığı çalışmalarda<br />

(iyi <strong>ve</strong> orta nitelikli), Beck Depresyon Envanteri<br />

kullanılmış <strong>ve</strong> gruplar arasında depresyon skorlarında<br />

iyileşme olduğu saptanmıştır (Voss <strong>ve</strong> ark.<br />

2000, Bech <strong>ve</strong> ark. 1998). Plasebo ile transdermal<br />

östrojenin karşılaştırıldığı çalışmada Montgomery-<br />

Asberg Depresyon Oranlama Skalası kullanılmış<br />

<strong>ve</strong> tedavi sonunda her iki grupta depresyon skorlarında<br />

iyileşme olduğu belirlenmiştir (Soares <strong>ve</strong> ark.<br />

2001).<br />

Yaşam Kalitesi<br />

Sistematik bir araştırmada; transdermal östrodiol<br />

ile ilgili dört çalışma (Shulman <strong>ve</strong> ark. 2002;<br />

Wilklund <strong>ve</strong> ark. 1993; Karlberg <strong>ve</strong> ark.1995;<br />

Skarsgard <strong>ve</strong> ark.2000) <strong>ve</strong> oral östrodiolle ilgili<br />

iki çalışmada [çift-kör plasebo kontrollü] (Bech <strong>ve</strong><br />

ark. 1998; Derman <strong>ve</strong> ark. 1995) plasebo ile karşılaştırıldığında<br />

bu iki tedavinin yaşam kalitesi <strong>ve</strong><br />

iyilik haliyle ilişkili sağlığı geliştirdiği gösterilmiştir<br />

(Nelson 2004). Orta <strong>ve</strong> ciddi derecede vazomotor<br />

semptomlar bildiren 50-54 yaş arası kadınların<br />

incelendiği Kadın Sağlığı İnsiyatifi (KSİ) çalışmasının<br />

sub-analizinde, vazomotor semptomlarda<br />

önemli gelişme sağlanmasına rağmen, sağlıkla ilgili<br />

yaşam kalitesi ölçümlerinde etkisinin olmadığı<br />

belirlenmiştir (Hays <strong>ve</strong> ark. 2003). Konjuge östrojen<br />

<strong>ve</strong> transdermal östrodiolün karşılaştırıldığı bir<br />

çalışmada; menopoza özgü yaşam kalitesi anketi<br />

kullanılmış, gruplar arasında önemli bir farklılık<br />

olmamakla birlikte, tüm alanlarda gelişme olduğu<br />

saptanmıştır (Hilditch <strong>ve</strong> ark. 1996).<br />

49


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

SONUÇ<br />

Günümüzde kadınlar yaşamlarının yaklaşık<br />

25 yılını postmenopozal dönemde geçirmektedir.<br />

Bu dönemde yaşanan menopozal semptomlar<br />

kadınların yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir.<br />

Menopoz semptomlarını rahatlatmada<br />

kullanılan hormon replasman tedavisine yönelik<br />

KAYNAKLAR<br />

AL-AZZAWİ, F., BUCKLER, H.M. (2003). Comparison of<br />

a no<strong>ve</strong>l vaginal ring deli<strong>ve</strong>ring estradiol acetate<br />

<strong>ve</strong>rsus oral estradiol forrelief of vasomotor menopausal<br />

symptoms, Climacteric, 6(2):118-27.<br />

AYTON, R.A., DARLİNG, G.M., MURKİES, A.L. et al.<br />

(1996). A comparati<strong>ve</strong> study of safety and efficacy<br />

of continuous low dose oestradiol released<br />

from a vaginal ring compared with conjugated<br />

equine oestrogen vaginal cream in the treatment<br />

of postmenopausal urogenital atrophy, Br J Obstet<br />

Gynaecol, 103(4):351-8.<br />

BACHMANN, G., NOTELOVİTZ, M., NACHTİGALL, L.<br />

et al. (1997). A comparati<strong>ve</strong> study of a low-dose<br />

estradiol vaginal ring and conjugated estrogen<br />

cream for postmenopausal urogenital atrophy,<br />

Primary Care Update for Ob/Gyns, 4(3):109-<br />

115.<br />

BARRETT-CONNOR, E., HENDRIX, S., ETTİNGER,<br />

B. (2002). Best Clinical Practices from the<br />

International Paper on Women’s Health and<br />

Menopause: A Compprehensi<strong>ve</strong> Approach,<br />

National Heart, Lung, and Blood Institute Office<br />

of Research on Women’s Health National Insti-<br />

50 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

yapılan kanıta dayalı çalışmalarda östrojen tedavisinin<br />

vazomotor semptomlarda azalma, ürogenital<br />

semptomlarda <strong>ve</strong> depresyon skorlarında iyileşme,<br />

yaşam kalitesinde artış sağladığı saptanmıştır.<br />

Uyku bozukluğu ile ilgili farklı östrojen preparatları<br />

kullanılarak yapılan çalışmalardan bazılarında<br />

östrojenin etkili olduğu belirtilirken bazılarında da<br />

etkili olmadığı saptanmıştır.<br />

tutes of Health and Gio<strong>ve</strong>nni Lorenzini medical<br />

Science Foundation. United State of America.<br />

12 Mayıs 2008’de alınmıştır, web üzerinde http://<br />

www.nhlbi.nih.gov/health/prof/heart/other/wm_<br />

menop.pdf.<br />

BECH, P., MUNK-JENSEN, N., OBEL, E. et al. (1998).<br />

Combined <strong>ve</strong>rsus sequential hormonal replacement<br />

therapy: A double-blind, placebo-controlled<br />

study on quality of life-related outcome measures,<br />

Psychother Psychosom, 67(4-5):259-65.<br />

CELENTANO E, GALASSO R, BERRINO F et al. (2003).<br />

Correlates of age at natural menopause in the<br />

cohorts of EPIC-Italy, Tumori, 89(6): 608-614.<br />

DERMAN, R.J., DAWOOD, M.Y., STONE, S. (1995).<br />

Quality of life during sequential hormone replacement<br />

therapy a placebocontrolled study, Int J<br />

Fertil Menopausal Stud, 40(2):73-8.<br />

HAYS J, OCKENE J, BRUNNER R et al. (2003). Effects<br />

of estrogen plus progestin on health-related quality<br />

of life, N Engl J Med, 348(19):1839-54.<br />

HOTUN, N. Bir kilometre Taşı, Menopoz, Çevik Matbaacılık,<br />

İstanbul 1998.


HILDITCH, J.R., LEWIS, J., ROSS, A.H. et al. (1996).<br />

A comparison of the effects of oral conjugated<br />

equine estrogen and transdermal estradiol-<br />

17betacombined with an oral progestin on quality<br />

of life in postmenopausal women, Maturitas,<br />

24(3):177-84.<br />

KARLBERG, J., MATTSSON, L.A., WIKLUND, I. (1995).<br />

A quality of life perspecti<strong>ve</strong> on who benefits from<br />

estradiol replacement therapy, Acta Obstet Gynecol<br />

Scand, 74(5):367-72.<br />

KHOO, S.K., COGLAN, M., BATTİSTUTTA, D. et al.<br />

(1998). Hormonal treatment and psychological<br />

function during the menopausal transition: an<br />

evaluation of the effects of conjugated estrogens/cyclic<br />

medroxyprogesterone acetate, Climacteric,<br />

1(1):55-62.<br />

MACLENNAN A. H., BROADBENT J. L., LESTER S. <strong>ve</strong><br />

ark. (2004). Oral Oestrogen and Combined Oestrogen/Progestogen<br />

Therapy Versus Placebo for<br />

Hot Flushes, Cochrane Database Syst Rev, Issue<br />

9, 1-109.<br />

NELSON, HD. (2004). Commonly used types of postmenopausal<br />

estrogen for treatment of hot flashes:<br />

scientific review, JAMA, 291(13):1610-20.<br />

PURDIE, D.W., EMPSON, J.A.C., CRICHTON, C. et<br />

al. (1995). Hormone replacement therapy, sleep<br />

quality and psychological wellbeing, Br J Obstet<br />

Gynaecol, 102(9):735-39.<br />

SHULMAN, L.P., YANKOV, V., UHL, K. (2002). Safety<br />

and efficacy of a continuous once-a-week 17beta-estradiol/levonorgestrel<br />

transdermal system<br />

and its effects on vasomotor symptoms and endometrial<br />

safety in postmenopausal women: the<br />

results of two multicenter, double-blind, randomized,<br />

controlled trials, Menopause, 9(3):195-207.<br />

SKARSGARD, C., BERG, G.E., EKBLAD, S. et al.<br />

(2000). Effects of estrogen therapy on well-being<br />

in postmenopausal women without vasomotor<br />

complaints, Maturitas, 36(2):123-30.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

SOARES CN, ALMEIDA OP, JOFFE H et al. (2001). Ef-<br />

ficacy of estradiol for the treatment of depressi<strong>ve</strong><br />

disorders in perimenopausal women: A doubleblind,<br />

randomized, placebo-controlled trial, Arch<br />

Gen Psychiatry, 58(6):529-34.<br />

SPEROFF, L. (2003). Efficacy and tolerability of a no<strong>ve</strong>l<br />

estradiol vaginal ring for relief of menopausal<br />

symptoms, Obstet Gynecol, 102:823-34.<br />

STRİCKLER, R., STOVALL, D.W., MERRİTT, D. et al.<br />

(2000). Raloxifene and estrogen effects on quality<br />

of life in healthy postmenopausal women: a<br />

placebo-controlled randomized trial, Obstet Gynaecol,<br />

96(3):359-65.<br />

TIRAŞ, B., KURDOĞLU, M. (2004). “Postmenopozal<br />

Hormon Replasman Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar”,<br />

Sted, 13(9): 332-334.<br />

ÜNLÜER, E. (2005). Postmenopozal kadınlarda yılan<br />

otu tedavisinin vasküler elastisite, kan lipid profili<br />

<strong>ve</strong> vazomotor semptomlar üzerine etkilerinin<br />

araştırılması”, Sağlık Bakanlığı Bakırköy Kadın<br />

<strong>ve</strong> Çocuk Hastalıkları Eğitim <strong>ve</strong> Araştırma Hastanesi,<br />

Uzmanlık Tezi, İstanbul.<br />

VOSS, S., QUAIL, D., DAWSON, A. et al. (2002). A randomised,<br />

doubleblind trial comparing raloxifene<br />

HCl and continuous combined hormone replacement<br />

therapy in postmenopausal women: effects<br />

on compliance and quality of life, BJOG,<br />

109(8):874-85.<br />

WILKLUND, I., KARLBERG, J., MATTSSON, L.A.<br />

(1993). Quality of life of postmenopausal women<br />

on a regimen of transdermal estradiol therapy:<br />

a double-blind placebo-controlled study, Am J<br />

Obstet Gynecol, 168:824-30.<br />

YÜCESOY, İ., ÇAKIROĞLU, Y. Menopoz <strong>ve</strong> Postmenopoz.<br />

Klinikte Obstetrik <strong>ve</strong> Jinekoloji, Ed:<br />

ÇİÇEK N., MUNGAN T., Güneş Tıp Kitabevleri,<br />

Ankara 2007.<br />

51


________________________<br />

(*) Bu çalışma IACAPAP Konferansında Sözel Bildiri Olarak Sunulmuştur.<br />

(**) Ankara Lisesi (Anadolu).<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Yeniden Gözden Geçirme: Pozitif Psikoterapi<br />

<strong>ve</strong> Gelişimsel Rehberlik Bağlamında Ergenler<br />

İçin Amaçları Genişletme Programı*<br />

• Dr. Ali ERYILMAZ**<br />

Öz<br />

Bu çalışmanın amacı, ergenlerin yaşam boyu<br />

amaçlar oluşturmalarına yardımcı olacak bir program<br />

geliştirmektir. Amaçları genişletme programının iki<br />

aşaması vardır: Birinci aşamada, toplam 205 ergenle<br />

“Pozitif Psikoterapi’ye Dayalı Amaçlar Ölçeği” geliştirilmiştir.<br />

Araştırmanın ikinci aşaması, tek grup ön-test<br />

son-test deneysel deseninde yürütülmüştür. İkinci<br />

aşama, meslek lisesine devam eden dokuzuncu sınıf<br />

öğrencilerinden 20 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Program,<br />

45 dakikalık 8 oturumda yürütülmüştür. Süreç: I.<br />

Oturum: Ön-test uygulanmıştır. Bu bağlamda, huzurevinde<br />

yaşayan bireylerle mülakat yapmaları ödev<br />

olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. II. Oturum: Ergenlerin mülakat sonucunda<br />

neler yaşadıkları <strong>ve</strong> neler hissettikleri, onlarla<br />

bireysel olarak sınıf ortamında paylaşılmıştır.<br />

Ergenlerden dört alanda yaşam boyu amaç edinmeleri<br />

istenmiştir. III. Oturum: Ergenlerden daha önce<br />

istenen ödevler toplanmıştır. Sınıf içerisinde, hazırlanan<br />

amaç tabloları sunulmuştur. IV. Oturum:<br />

Ergenlerden, amaçlarını gerçekleştirdikleri bir yaşamı<br />

içeren “cenaze mektupları”nı yazmaları istenmiştir.<br />

Yazılan mektuplar toplanmış <strong>ve</strong> değerlendirilmiştir. V.<br />

Oturum: Acı-haz etkinliği gerçekleştirilmiştir. VI.<br />

Oturum: Amaçlarla ilgili film izletilmiştir. VII. Oturum:<br />

Programı değerlendirmek amacıyla son-test uygulaması<br />

yapılmıştır. VIII. Oturum: Değerlendirme sonuçları,<br />

ergenlerle paylaşılmıştır. Yapılan son-test çalışmasına<br />

göre program, ergenlerin ihtiyaçlarını gidermiştir.<br />

Programın ergenlerin amaç belirlemelerinde<br />

kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.<br />

Anahtar Kelimeler: Pozitif Psikoterapi, Gelişimsel<br />

Rehberlik, Amaç, <strong>Ergenlik</strong>.<br />

Abstract<br />

Renew: "Expansion of Goals Program" for<br />

Adolesonts with Respect to Positi<strong>ve</strong><br />

Psycholterapy and Comprehensi<strong>ve</strong><br />

Guidance<br />

The aim of this study is improving an educational<br />

program about extending the goals of adolescents.<br />

The first step, scale de<strong>ve</strong>lopment study was made. At<br />

second step, the one group pretest-posttest design<br />

was made. Process: The study was conducted within<br />

eight periods. Each session took 45 minutes. 1st<br />

Session: Pretest was made. Then theoritical<br />

explanation was made by the counselor, and an<br />

assigment which was about interviewing with the<br />

older adults was gi<strong>ve</strong>n to adolesecents. 2nd Session:<br />

The assigment was discussed. Then the assigment<br />

which was aobut the making lifelong goals, which<br />

were about the four life areas, was gi<strong>ve</strong>n. 3rd<br />

Session: The assigment was discussed. Then<br />

adolescents presented their goals in the classroom.<br />

4th Session: Pain and Pleasure activity were made.<br />

5th Session: “Letter of Death” activity was made. 6th<br />

Session: “Hope activity” was made. 7th Session: The<br />

post-test were made at this session. 8th Session:<br />

Their impro<strong>ve</strong>ment were displayed them. As a result,<br />

the program was useful for adolescents. In the future<br />

this program could be used in making goals for<br />

adolescents.<br />

Keywords: Positi<strong>ve</strong> Psychotherapy,<br />

Compherensi<strong>ve</strong> Guidance, Goal, Adolescent.<br />

53


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Psikolojide bireylerin davranışları içgüdü, dürtü,<br />

gereksinim gibi pek çok faktörle açıklanmaktadır.<br />

1980’lerden sonra, bilişsel <strong>ve</strong> pozitif psikolojinin<br />

gelişimi ile birlikte amaçlar da insan davranışını<br />

açıklayan faktörlerden biri olmaya başlamıştır.<br />

Özellikle psikoterapi alanında amaçların yeri çok<br />

önemlidir. Ulaşılabilir bilinçli amaçlar, hem insanın<br />

gelişip olgunlaşmasında hem de gelişip olgunlaşmasına<br />

katkıda bulunan psikoterapilerde<br />

vazgeçilmez öğelerden olmuştur. Öyle ki Pozitif<br />

Psikoterapi’nin son aşaması, “amaçların genişletilmesi<br />

evresi” adını almıştır. Bu denli öneme sahip<br />

amaçların ergenin kişisel, sosyal <strong>ve</strong> meslekî gelişiminde<br />

de kullanılması anlamlı olabilir.<br />

Psikoloji literatürüne bakıldığında, amacın insanın<br />

en belirgin özelliği olarak ele alındığı görülmektedir.<br />

İnsan, aktif, amaç yönelimli bir varlıktır<br />

(Emmons, 1999). İnsan, farklı durumlarla amaçlı<br />

olarak etkileşime girer <strong>ve</strong> amaçlarına ulaşmak<br />

için davranışlarını düzenler (Yetim, 2001). Lock<br />

<strong>ve</strong> Latham (1990), insanın bir özelliği olan amacı,<br />

bireyin bilinçli bir biçimde elde etmeye çalıştığı<br />

bireyin dışında bir şey olarak tanımlamaktadır.<br />

Amaç kavramı literatürde farklı şekillerde ele alınıp<br />

değerlendirilmektedir. Örneğin, Emmons (1986),<br />

amaç kavramını kişisel çabalar bağlamında; Little<br />

(1983) olası benlikler; Kasser <strong>ve</strong> Ryan (1993)<br />

yaşam amaçları bağlamında ele almıştır. Little<br />

(1989), amaçları kısa <strong>ve</strong> uzun dönemli olarak ikiye<br />

ayırmıştır. Emmons (1999) yakınlık, çekicilik, maneviyat<br />

gibi 13 farklı amaç tipinin olduğunu belirlemiştir.<br />

Ford (1992), amaçları kişi içinde istendik sonuçlar<br />

<strong>ve</strong> istendik kişi-çevre sonuçları olmak üzere<br />

iki kategoride toplamıştır. Bu iki kategori içine 24<br />

amaç koymuştur (eğlence, beden sağlığı, ait olma,<br />

ustalık vb).<br />

Amaç <strong>ve</strong> diğer değişkenler arasındaki ilişkileri<br />

inceleyen pek çok çalışmanın yapıldığı görülür<br />

(Deci <strong>ve</strong> Ryan, 2000; Pöhlmann, 2001). Literatürde<br />

54 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

bireyin amaç belirlemesi <strong>ve</strong> amaçlarını sürdürmesi<br />

ile akademik başarı (Vansteenkiste <strong>ve</strong> arkadaşları,<br />

2005; Vansteenkiste, Lens <strong>ve</strong> Deci, 2006), ihtiyaç<br />

doyumu (Deci <strong>ve</strong> Ryan, 2000; Sheldon <strong>ve</strong> Eliot,<br />

1999), öznel iyi oluş (Bauer <strong>ve</strong> McAdams,2004;<br />

Brunstein, 1993) arasında pozitif yönde ilişki bulunmuştur.<br />

Ayrıca amaç kavramı, pek çok kültürler<br />

arası psikoloji çalışmalarında (Chirkov <strong>ve</strong> Ryan,<br />

2001; Oishi, 2000; Ryan <strong>ve</strong> arkadaşları, 1999; Tsai,<br />

2007) önemli bir değişken olarak ele alınmıştır.<br />

Amaçlar <strong>ve</strong> ilgili değişkenler arasındaki ilişkiler<br />

incelendikten sonra, ergen gelişimi bağlamında<br />

amaçlar ele alınabilir. Bu bağlamda ergenler, uzak<br />

geleceğe ilişkin plan yapma konusundaki yeterliliklerini<br />

ergenlikle birlikte yavaş yavaş ortaya koymaya<br />

başlarlar (Piaget <strong>ve</strong> Inhelder, 1993). Soyut<br />

işlemler döneminde ergenler, olayları daha eleştirel<br />

<strong>ve</strong> gerçekçi görmeye başlarlar. Aynı zamanda,<br />

duygusal düzenlemelerinin dengesiz olmasından<br />

dolayı gerçekçi bir planlama yapamayabilirler. Ayrıca<br />

ergen benmerkezciliğinden dolayı, ergenler<br />

hiç ölmeyeceklerini düşünürler. Dolayısıyla, zamana<br />

ilişkin algıları da gerçekçi değildir. Fakat yaşam<br />

<strong>ve</strong> zaman hızla ilerlemektedir. Bu durumda ya ergenler<br />

kendi yaşam amaçlarını oluşturacaklar ya<br />

öteleyecekler ya da hiçbir zaman yaşam amaçlarına<br />

sahip olmayacaklardır. Sonuçta, başkalarının<br />

amaçlarına aracılık ederek yaşamlarını sürdüreceklerdir.<br />

Bu koşulda, bireylerin kendi ilgileri <strong>ve</strong> yetenekleri<br />

doğrultusunda kendilerini gerçekleştirme<br />

olanağı oluşmayacak <strong>ve</strong> mutlu bir yaşam sürdürmeleri<br />

de %40 oranında azalacaktır (Sheldon <strong>ve</strong><br />

Lyubomirsky, 2006). Yaşamı boş bir şekilde kayıp<br />

<strong>ve</strong> mutsuz olarak geçirmek rasyonel olmadığı için<br />

ergenlerin yaşam boyu amaçlar edinmelerini <strong>ve</strong> bu<br />

amaçlar doğrultusunda yaşamlarını yapılandırmalarını<br />

sağlamak önemlidir.<br />

Ergenler, terapi yöntemleri aracılığı ile amaç<br />

belirleyebilirler. Bu bağlamda, bir aşama olarak


amaç belirlemeyi içinde barındıran yaklaşım, Pozitif<br />

Psikoterapi yaklaşımıdır. Pozitif Psikoterapi’de<br />

amaçların yerini görmek için öncelikle modeli tanımak<br />

gerekir. Pozitif Psikoterapi, denge modeline<br />

dayalı bir yaklaşımdır. Bireyler, bedenleriyle (duyular<br />

aracılığıyla), başarıyla (akıl aracılığıyla), ilişki<br />

kurma ile (gelenekler aracılığıyla) <strong>ve</strong> hayal kurma<br />

yoluyla (sezgi aracılığı ile) yaşadıkları çatışmayla<br />

başa çıkmaktadırlar (Fışıloğlu, 2002). Pozitif<br />

Psikoterapi’nin amacı, danışanın çatışmayla baş<br />

etme olanaklarını genişletmeye çalışmaktır. Bu<br />

bağlamda terapi, beş evreden oluşur: Gözlem/<br />

Uzaklaşma Evresi, Envanter Evresi, Durumsal<br />

Cesaretlendirme Evresi, Sözelleştirme Evresi <strong>ve</strong><br />

Amaçların Genişletilmesi Evresi (Naim, 2002).<br />

Özellikle amaçların genişletilmesi evresinde, denge<br />

modelinin dört boyutunda kişilerin yaşam kalitelerini<br />

artırıcı amaçlar belirlenmektedir.<br />

Pozitif Psikoterapi’de amaçları ele aldıktan<br />

sonra ergenlerin amaç belirlemeleri konusu ele alınabilir.<br />

Ergenler, yaşam amaçlarını iki şekilde belirleyebilirler:<br />

Bu yollardan ilki, kişisel çabaya dayalı<br />

belirleme çalışmalarıdır. İkincisi ise, yapılandırılmış<br />

Şekil 1- Denge Modeline Dayalı Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />

Eğlence Amaçları<br />

Fantezi<br />

Başarı / Akıl<br />

Maneviyat<br />

Manevi Amaçlar<br />

Beden / Duyular<br />

Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />

Beden Duyular<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

eğitim programlarına katılmadır. Kişisel çabaya dayalı<br />

amaç belirlemenin ergen gelişiminden dolayı<br />

zor olduğu açıktır. Yapılandırılmış çalışmaların tarihi<br />

ise oldukça yenidir. Türkiye’de Eryılmaz (2007;<br />

2008), Pozitif Psikoterapi <strong>ve</strong> Gelişimsel Rehberlik<br />

anlayışına uygun olarak, ergenler için yaşam boyu<br />

gelişim amaçları belirleme çalışmaları yapmıştır.<br />

Yapılan çalışmalarda varsayımsal olarak Pozitif<br />

Psikoterapi’nin denge modeli esas alınmıştır. Denge<br />

modeline dayalı olarak, dört alanda ergenlerin<br />

yaşam boyu amaç belirlemeleri sağlanmıştır. Bu<br />

dört alan Şekil-1’de görülebilir. Ergenler için denge<br />

modeline dayalı yaşam boyu gelişim amaçları belirleme<br />

çalışmalarında (Eryılmaz, 2007; 2008) iki<br />

önemli sınırlılık olduğu görülmüştür: Varsayımsal<br />

olarak belirlenen çalışmaların, deneysel anlamda<br />

doğrulanma çalışmalarının yapılmaması birinci sınırlılıktır.<br />

İkinci sınırlılık ise, amaca bağlanma çalışmalarının<br />

eksikliğidir. Oysaki insanların amaçlarına<br />

bağlanmaları (Brunstein, 1993; Emmons,<br />

1986), değer <strong>ve</strong>rmeleri, amaçlarını gerçekleştirebileceklerine<br />

inanmaları <strong>ve</strong> bunu kararlı bir şekilde<br />

sürdürmeleri (Kasser <strong>ve</strong> Ryan, 2001) önemlidir.<br />

Kariyer Amaçları<br />

Gelecek<br />

İlişki Amaçları<br />

55


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Papila, Olds <strong>ve</strong> Feldman’a (2004) göre ergenlik<br />

dönemindeki birey, zamanının büyük bir çoğunluğunu<br />

aile dışında geçirmeye başlar. Böylece ergen,<br />

toplumsal gelişimini hızlandırır. Kimlik gelişimi<br />

ile birlikte (Erikson, 1968) ergen, geleceğin yetişkinler<br />

dünyasına hazır hâle gelir. Cinsel üreme<br />

kapasitesinin gelişmesiyle birlikte, biyolojik olarak<br />

anne-baba olmaya artık adaydır. Amaç belirlemenin<br />

<strong>ve</strong> sürdürmenin bireyin mutluluğunu artırma<br />

yollarından biri olduğu (Sheldon <strong>ve</strong> Lyubomirsky,<br />

2006), bireyin önemli bulduğu <strong>ve</strong> çaba gösterdiği<br />

amaçlara ulaşınca mutluluk duyacağı belirtilmektedir<br />

(Yetim, 2001). Bu noktada, çeşitli gelişim<br />

süreçlerinden geçen ergenlerin yaşam boyu gelişimlerine<br />

katkıda bulunacak amaç programlarının<br />

hazırlanması anlamlı olacaktır. Bu bağlamda, Pozitif<br />

Psikoterapi’nin son evresinden yola çıkarak,<br />

gelişimsel <strong>ve</strong> önleyici rehberlik anlayışına da uygun<br />

olarak, ergenlerin kendilerini gerçekleştirebilecekleri<br />

“yaşam boyu gelişim amaçları” edinmelerini<br />

sağlamak faydalı olabilir.<br />

YÖNTEM<br />

Çalışmanın Amacı <strong>ve</strong> Yöntemi<br />

Pozitif Psikoterapi’nin son evresinden yola<br />

çıkarak, önleyici rehberlik anlayışına da uygun<br />

olarak, ergenlerin kendilerini gerçekleştirebilecekleri<br />

yaşam boyu amaçlarını oluşturmalarına<br />

yardımcı olmak, bu çalışmanın en temel amacıdır.<br />

Amaçları genişletme programının iki aşaması vardır:<br />

Birinci aşamada, toplam 205 ergenle “Pozitif<br />

Psikoterapi’ye Dayalı Amaçlar Ölçeği” geliştirilmiştir.<br />

Araştırmanın ikinci aşaması, tek grup ön-test<br />

son-test deneysel deseninde yürütülmüştür. İkinci<br />

aşama, meslek lisesine devam eden dokuzuncu<br />

sınıf öğrencilerinden 20 kişi ile gerçekleştirilmiştir.<br />

Program, 45 dakikalık 8 oturumda yürütülmüştür.<br />

Oturumlarda gerçekleştirilen etkinlikleri değerlendirmek<br />

amacıyla, zaman zaman cümle bazında<br />

56 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

içerik analizi yöntemine de başvurulmuştur. Böylece<br />

bu çalışma, nitel boyut da kazanmıştır.<br />

İşlem<br />

Çalışma, ölçek geliştirme <strong>ve</strong> program geliştirme<br />

olmak üzere iki aşamada ele alınmıştır. Bu<br />

bağlamda, bu bölümde öncelikle ölçek geliştirme<br />

çalışmasına, daha sonra deneysel çalışmaya değinilmiştir.<br />

l. Aşama: Ölçek Geliştirme<br />

Ölçek geliştirme çalışmasının ilk aşaması, ölçek<br />

maddesi oluşturmadır. Çalışmanın yazarı, Pozitif<br />

Psikoterapi <strong>ve</strong> Pozitif Psikoloji literatürünü amaçlar<br />

bağlamında incelemiş <strong>ve</strong> önemli gördüğü yerlerin<br />

altını çizmiştir. Daha sonra e<strong>ve</strong>t-hayır şeklinde 18<br />

maddeden oluşan ölçek deneme formu hazırlamıştır.<br />

Oluşturulan maddeleri uzman görüşüyle de<br />

değerlendirmiştir. 18 madde üzerinde açımlayıcı<br />

faktör analizi yöntemi uygulanmıştır. Analiz sonucunda,<br />

faktör yükleri .60’ın üzerinde 9 madde <strong>ve</strong><br />

üç faktör elde edilmiştir. Sonuçlar aşağıda Tablo-<br />

1’de yer almaktadır:<br />

Tablo-1’de görüldüğü gibi açıklanan varyansı<br />

%52.89 olan, üç boyutlu, 9 maddeden oluşan bir<br />

ölçek elde edilmiştir. Ölçeğin ilk boyutu, “Kariyer<br />

(Başarı) Amaçları” (1, 2, 3) olarak isimlendirilmiştir.<br />

Çünkü maddeler, “ne tür işlerde çalışacağımı belirledim,<br />

işimde nasıl bir ilerleme yapacağımı planladım”<br />

ifadelerinden oluşmaktadır. İkinci boyutta,<br />

“eşimde olması gereken özellikleri belirledim, kaç<br />

tane çocuğa sahip olacağımın planlamasını yaptım”<br />

gibi ifadeler bulunduğundan ikinci boyut da<br />

(4, 5, 6) “İlişki Amaçları” olarak adlandırılmıştır.<br />

Üçüncü boyuta “Eğlence (Beden-Doyum) Amaçları”<br />

denilmiştir. Çünkü “yaşamım boyunca nereleri<br />

gezeceğimin planlamasını yaptım, ne tür hobiler<br />

edineceğimin planlamasını yaptım” gibi maddelerden<br />

(7, 8, 9) oluşmaktadır.


Tablo 1. Açımlayıcı Faktör Analizi Sonuçları (N = 205)<br />

Gü<strong>ve</strong>nirlik: Geliştirilen ölçeğin tamamı <strong>ve</strong> alt<br />

boyutları için KR–20 gü<strong>ve</strong>nirlik hesaplama yöntemi<br />

kullanılmıştır. Sonuçlar, Tablo–2’de gösterilmiştir.<br />

Sonuç olarak; geliştirilen ölçeğin gü<strong>ve</strong>nilir olduğu<br />

söylenebilir. Tüm bunların yanında, aynı grup<br />

Faktör Yükleri<br />

Maddeler Faktör1 Faktör1 Faktör1<br />

1 .74<br />

2 .71<br />

3 .69<br />

4 .75<br />

5 .74<br />

6 .69<br />

7 .75<br />

8 .68<br />

9 .61<br />

Özdeğerler 2,04 1,62 1,10<br />

Açıklanan Varyans 22,6 18,00 12, 21<br />

Yığılmalı Varyans 22,66 40,67 52,89<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Tablo–2. Ölçeğin Tamamı <strong>ve</strong> Alt Boyutları İçin Hesaplanan KR–20 Değerleri, Ortalamalar <strong>ve</strong><br />

Standart Sapmalar (N=205)<br />

İstatistikî Değerler<br />

Ölçek Faktörleri Kr20 Ortalama Standart Sapma<br />

Kariyer Amaçları<br />

(Başarı Amaçları)<br />

.91 2.04 1.01<br />

İlişki Amaçları .87 1.45 2.26<br />

Eğlence (Beden-<br />

Duyum) Amaçları<br />

.76 2.26 .89<br />

Toplam Puan .95 5.76 1.89<br />

üzerinde ölçeğin derecelendirme formunu, geliş-<br />

tirme çalışmaları yapılmıştır. Çalışmada ölçeğin<br />

e<strong>ve</strong>t-hayır formundaki aynı maddeler kullanılmıştır.<br />

Likert tipinde madde analizi, faktör analizi <strong>ve</strong><br />

gü<strong>ve</strong>nirlik analizi çalışmaları da yapılmıştır. Analiz<br />

sonuçları Tablo–3 <strong>ve</strong> Tablo-4’te gösterilmektedir.<br />

57


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Tablo 3. Açımlayıcı Faktör Analizi Sonuçları (N = 205)<br />

Tablo–3 incelendiğinde ölçeğin e<strong>ve</strong>t-hayır formunda<br />

olduğu gibi, üç boyutlu <strong>ve</strong> dokuz maddeden<br />

oluşan, açıklanan varyansı % 65.32 olan bir ölçeğe<br />

de ulaşılmıştır. Elde edilen ölçeğe “Pozitif Psikoterapi<br />

Bağlamında Ergenler İçin Yaşam Amaçları Ölçeği<br />

Likert Formu” ismi <strong>ve</strong>rilmiştir. Tablo-4’te likert<br />

formunun gü<strong>ve</strong>nirlik değerleri <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

58 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Faktör Yükleri<br />

Maddeler Faktör1 Faktör1 Faktör1<br />

1 .89<br />

2 .88<br />

3 .82<br />

4 .82<br />

5 .79<br />

6 .75<br />

7 .83<br />

8 .76<br />

9 .50<br />

Özdeğerler 2,83 1,89 1,14<br />

Açıklanan Varyans 31,46 21,08 12, 76<br />

Yığılmalı Varyans 31,46 52,55 65,32<br />

Tablo–4. Ölçeğin Tamamı <strong>ve</strong> Alt Boyutları İçin Hesaplanan Cronbach Alfa Değerleri,<br />

Ortalamalar <strong>ve</strong> Standart Sapmalar (N=205)<br />

İstatistikî Değerler<br />

Ölçek Faktörleri Alfa Ortalama Standart Sapma<br />

Kariyer Amaçları<br />

(Başarı Amaçları)<br />

.85 8.92 1.95<br />

İlişki Amaçları .73 7.66 2.41<br />

Eğlence (Beden-<br />

Duyum) Amaçları<br />

.68 9.31 2.86<br />

Toplam Puan .75 2.41 2.86<br />

Tablo–4 incelendiğinde ölçeğin gü<strong>ve</strong>nirlik de-<br />

ğerleri görülür. Bu değerlere bakıldığında ölçeğin<br />

likert formunun da gü<strong>ve</strong>nilir olduğu söylenebilir.<br />

Sonuç olarak; geliştirilen ölçeklerde manevî amaçlar<br />

ya da gelecek boyutu işlememiştir. Denge modeline<br />

dayalı olarak, ölçeklere ilişkin oluşan sonuç,<br />

Şekil-2’de görülebilir.


Şekil 2- Denge Modeline Dayalı Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />

Fantezi<br />

Gelecek<br />

Maneviyat<br />

Bu çalışmada ölçeğin, yukarıda detaylı bir şekilde<br />

anlatılan e<strong>ve</strong>t-hayır formu, bir başka deyişle<br />

“Pozitif Psikoterapi Bağlamında Ergenler İçin Yaşam<br />

Amaçları Ölçeği E<strong>ve</strong>t-Hayır Formu” kullanılmıştır.<br />

II. Aşama: Deneysel Çalışma ya da Program<br />

Geliştirme<br />

Süreç: Araştırmanın ikinci aşaması, tek grup<br />

ön-test son-test deneysel deseninde yürütülmüştür.<br />

İkinci aşama, meslek lisesine devam eden<br />

dokuzuncu sınıf öğrencisi ile gerçekleştirilmiştir.<br />

Program, 45 dakikalık 8 oturumda yürütülmüştür.<br />

Programın iki aşaması bulunmaktadır: Amaç<br />

belirleme (1-3 oturum) <strong>ve</strong> amaca bağlanma (4-8<br />

oturum) dır. Oturumlara ilişkin bilgiler aşağıda yer<br />

alır:<br />

I.Oturum: Ergenler İçin Pozitif Psikoterapi’ye<br />

Dayalı Amaçlar Ölçeği ön-test olarak çalışma grubuna<br />

uygulanmıştır. Daha sonra öğrencilere amaç<br />

<strong>ve</strong> amaçlı yaşamın gerekliliği konusunda bilimsel<br />

literatüre dayalı bilgiler sunulmuştur. Ergenlerden,<br />

Beden / Duyular<br />

Yaşam Boyu Gelişim Amaçları<br />

Başarı / Akıl<br />

İlişki Amaçları Kariyer Amaçları<br />

Beden Duyular<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

huzurevi ziyareti yapmaları istenmiştir. Bu bağlamda,<br />

huzurevinde yaşayan bireylerle mülakat<br />

yapmaları ödev olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. Görüşmeye ilişkin<br />

kendi duygu <strong>ve</strong> düşüncelerini belirtmeleri istenmiştir.<br />

II. Oturum: Ergenlerle yapılan mülakat sonucunda,<br />

onların neler yaşadıkları <strong>ve</strong> neler hissettikleri,<br />

bireysel olarak sınıf ortamında paylaşılmıştır.<br />

Ergenlerden istenen ödevler toplanmıştır. Bir sonraki<br />

oturuma: Pozitif Psikoterapi’nin ilgili öykülerinden<br />

yararlanarak yaşam boyu kariyer amaçları,<br />

katkı-manevî amaçları, sosyal ilişki amaçları, eğlence<br />

amaçları, ekonomik amaçlar, kişisel gelişim<br />

amaçları oluşturmaları <strong>ve</strong> amaçlarını, 10, 20 <strong>ve</strong> 30<br />

yılı içerecek tarzda planlamaları istenmiştir. Amaçları<br />

belirlerken göz önünde bulunduracakları soru<br />

listeleri öğrencilere dağıtılmıştır. Planlanan amaçların<br />

kişisel olarak resimli birer tabloya aktarılması<br />

da ödev olarak <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Öğrencilere <strong>ve</strong>rilen öykülerden birine örnek olarak,<br />

Yaşamın İki Yönü öyküsünü <strong>ve</strong>rebiliriz. Öğrencilerden<br />

bu öyküye dayalı olarak iki şey istenmiştir:<br />

59


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Kariyer amaçları ile Yaşamın İki Yönü öyküsünü<br />

nasıl ilişkilendirirsiniz? Öyküden kariyer amaçlarını<br />

oluştururken nasıl faydalanırsınız? Öğrencilerin<br />

<strong>ve</strong>rmiş oldukları yanıtlara içerik analizi uygulanmıştır<br />

<strong>ve</strong> şu sonuçlara ulaşılmıştır: öykü, ergenlere<br />

% 35 oranında kişiler arası ilişkileri, % 25 oranında<br />

pragmatikliği, % 25 oranında çok yönlü gelişimi <strong>ve</strong><br />

% 15 oranında da motivasyonu hatırlatmıştır.<br />

Ergenlerin, öyküden %30 oranında amaçlarının<br />

toplumla bütünleşmeyi içermesi gerektiği, %25<br />

oranında pragmatik amaçlarının olması gerektiği,<br />

%25 oranında amaçlarının moti<strong>ve</strong> edici olması gerektiği<br />

<strong>ve</strong> %20 oranında da amaçlarının kendilerini<br />

düzenleyici olması gerektiği sonuçlarını çıkardıkları<br />

görülmektedir.<br />

III. Oturum: Ergenlerden istenen ödevler toplanmıştır.<br />

Hazırlanan amaç tabloları, sınıfta sunulmuştur.<br />

IV. Oturum: Ergenlerden amaçlarını gerçekleştirdikleri<br />

bir yaşamı içeren “cenaze mektupları”nı<br />

yazmaları istenmiştir.<br />

V. Oturum: Acı-haz etkinliği gerçekleştirilmiştir.<br />

Öğrencilere amaçlarına ulaştıklarında ne gibi<br />

hazlar yaşayacakları <strong>ve</strong> ulaşamadıklarında ne<br />

gibi acılar yaşayacakları sorulmuştur. Daha sonra<br />

acı-haz etkinliğini değerlendirmeleri istenmiştir.<br />

Acı-haz etkinliğinin değerlendirme sonuçları içerik<br />

analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Analiz sonucunda<br />

acı-haz etkinliğinin ergenlere % 38 oranında<br />

farkındalık kazandırdığı, ergenleri % 33 oranında<br />

60 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

geleceğe yönlendirdiği, % 24.3 oranında amaçlara<br />

bağladığı <strong>ve</strong> % 4.7 oranında moti<strong>ve</strong> ettiği sonucuna<br />

varılmıştır.<br />

Vl. Oturum: Umut etkinliği yapılmıştır. Amaçlarla<br />

ilgili Esaretin Bedeli filmi izletilmiştir. Öğrencilere<br />

filmin neler hatırlattığı <strong>ve</strong> öğrencilerin filmden<br />

neler çıkardıkları sorulmuştur. Yapılan analizlerin<br />

sonucunda, filmin ergenlere % 40 oranında umudu<br />

<strong>ve</strong> % 24 oranında amaçlarını hatırlattığı; % 12’şer<br />

oranında motivasyonu, ilişkisel çıkarımları <strong>ve</strong> farkındalığı<br />

hatırlattığı görülmüştür.<br />

Öğrenciler, filmden çeşitli çıkarımlarda bulunmuşlardır.<br />

Film, % 24 oranında öğrencilere amaç<br />

belirlemede model etkisi yapmıştır; % 16 oranında<br />

amaçlarını gerçekleştirmeleri için umut oluşturmuştur;<br />

% 16 oranında öğrencileri moti<strong>ve</strong> etmiştir; %<br />

8 oranında amaçlarını gerçekleştirme konusunda<br />

yılmazlık oluşturmuştur; % 8 oranında farkındalık<br />

kazandırmıştır <strong>ve</strong> son olarak da % 4’er oranında<br />

akış <strong>ve</strong> iyimserlik kazandırmıştır.<br />

Vll. Oturum: Programı değerlendirmek amacıyla,<br />

“Pozitif Psikoterapi Bağlamında Ergenler İçin<br />

Amaç Ölçeği” son-test olarak tekrar uygulanmıştır.<br />

Programın faydalı olup olmadığına ilişkin üç açık<br />

uçlu soru ödev olarak <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

a) Nicel Değerlendirme<br />

Tablo–5 Ön-test <strong>ve</strong> Son-test Sonuçları: Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi<br />

Programı, nicel olarak değerlendirmek amacıyla<br />

Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi kullanılmıştır. Test<br />

sonuçları, Tablo-5’te yer almaktadır.<br />

Istatistiki Değerler<br />

Test Durumu N Ortalama S.Sapma z-değeri p-değeri<br />

Ön-Test 20 5.05 1.84 -3.75 0.00<br />

Sont-Test 20 8.80 .52


Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi bulgularına göre,<br />

ön-test <strong>ve</strong> son-test sonuçlarının anlamlı bir şekilde<br />

farklılaştığı görülmektedir. Çalışma grubunda yer<br />

alan ergenlerin yaşam boyu amaçlar edindikleri<br />

sonucuna varılabilir.<br />

b) Nitel Değerlendirme<br />

Programın nitel değerlendirmesi, ergenlere sorulan<br />

“Program faydalı oldu çünkü...” <strong>ve</strong> “ Progra-<br />

Tablo–6-Programın En İlginç Yanları<br />

Tablo-6’ya göre, ergenlerin % 68 oranında<br />

programda gerçekleştirilen etkinlikler <strong>ve</strong> %32 oranında<br />

ilişki amaçlarıyla ilgili detaylar ilgisini çekmiştir.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

mın en ilginç yanı...” ifadelerine <strong>ve</strong>rilen yanıtların<br />

analizine dayanmaktadır. Öncelikle programın en<br />

ilgi çekici yanlarına değinilmiştir. Daha sonra programın<br />

faydalı olup olmadığına ilişkin bulgular ele<br />

alınmıştır.<br />

Ergenlere programın en ilginç yanına ilişkin<br />

sorulan sorunun içerik analizi sonuçları Tablo-6’da<br />

<strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

İçerik Sayı Yüzde<br />

Huzurevi ziyaretiydi 5 20<br />

Filmdi 5 20<br />

Cenaze mektuplarıydı 4 16<br />

Öyküleri yorumlamaktı 1 4<br />

Gezeceğim yerler <strong>ve</strong> öğreneceğim dillerdi 1 4<br />

Tablo hazırlamaktı 1 4<br />

TOPLAM 17 68<br />

Sosyal ilişki amaçlarıydı 2 8<br />

Evliliğimizle ilgili amaçları yazmaktı 2 8<br />

Aile kuracağım yerdi 2 8<br />

Evlenip çocuk sahibi olmak 1 4<br />

Çocuklarımla <strong>ve</strong> eşimle yapacaklarım 1 4<br />

TOPLAM 8 32<br />

GENEL TOPLAM 25 100<br />

“Ergenlerin program faydalı oldu çünkü” ifadesine<br />

<strong>ve</strong>rmiş oldukları yanıtların içerik analizi sonuçları<br />

tablo-7’de yer almaktadır.<br />

61


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Tablo–7. Programın Değerlendirmesine İlişkin Sonuçlar<br />

Kazanımlar İçerik Sayı Yüzde<br />

Geleceğe<br />

Yönelme<br />

Farkındalık<br />

Kendini<br />

Düzenleme<br />

Ergenlere göre program faydalı olmuştur çünkü<br />

program sayesinde ergenler %55 oranında geleceğe<br />

yönelmişler, % 25.8 oranında farkındalık<br />

kazanmışlar <strong>ve</strong> %17 oranında kendilerini düzenlemişlerdir.<br />

VIII. Oturum: Değerlendirme sonuçları, ergenlerle<br />

paylaşılmıştır. Yapılan son test çalışmasına<br />

göre program, ergenlerin ihtiyaçlarını gidermiştir.<br />

Ergenlerin tamamı, programın faydalı olduğunu<br />

belirtmiştir.<br />

62 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Geleceğimin planını hazırladım. 6<br />

Gelecekteki amaçlarımı belirlememi sağladı. 4<br />

Geleceğimi tasarladım. 3<br />

TOPLAM 13<br />

Eksiklerimin farkına vardım. 2<br />

Bize yarar sağladı. Bazı şeylerin farkına vardık. 2<br />

Hayat çok kısaymış <strong>ve</strong> çok değerliymiş. Çok iyi yaşamam <strong>ve</strong><br />

sağlıklı kararlar <strong>ve</strong>rmem gerekiyormuş. Bunu anladım.<br />

Etkinlikleri yapmadan önce gelecek hakkında hiçbir şey<br />

düşünmüyordum. Günümü gün ederek yaşıyordum. Artık<br />

gelecek hakkında planlarım var. Ben de büyüyeceğim.<br />

Çözmem gereken sorunlarım olacak. Şimdiden planlamasını<br />

yapmak önemlidir.<br />

TOPLAM 6<br />

Kendimi düzenledim. 2<br />

Hayatımın planını tam olarak yapmamış <strong>ve</strong> hayatı akışına<br />

bırakmıştım. Kapsamlı bir şeklide düşünme fırsatı buldum.<br />

TOPLAM 4<br />

TARTIŞMA <strong>ve</strong> SONUÇ<br />

%55<br />

%25.8<br />

Üç boyut <strong>Genel</strong> Toplam 23 %100<br />

Elde edilen bulgulara göre sonuçları, çalışmanın<br />

alana katkıları, ergenlik dönemi özellikleri, gelişimsel<br />

rehberlik, pozitif psikoterapi <strong>ve</strong> amaç kuramı<br />

bağlamında değerlendirmek mümkündür.<br />

Bu çalışmada ergenlerin yaşam boyu amaçlar<br />

edinmeleri amaçlanmıştır. Çalışmanın literatüre<br />

iki önemli katkısı bulunmaktadır. “Pozitif<br />

Psikoterapi’ye Dayalı Ergenler İçin Yaşam Amaç-<br />

1<br />

1<br />

2<br />

%17


ları Ölçeği’nin” geliştirilmesi birinci katkısıdır. Bilim<br />

birikimli bir şekilde bilgiler ortaya koymaktadır. Her<br />

ne kadar sınırlılıkları da olsa bundan sonra yapılacak<br />

çalışmalara yön <strong>ve</strong>rmesi açısından yaşam<br />

amaçları edinmeye ilişkin bir deneysel şablonun<br />

ortaya konması ise ikinci önemli katkısıdır.<br />

Daha önceki yapılan çalışmalara oranla (Eryılmaz,<br />

2007; 2008) bu çalışma ölçme <strong>ve</strong> değerlendirme<br />

açısından <strong>ve</strong> kuramsal açıdan daha güçlüdür.<br />

Ayrıca grup rehberliği özelliğinden çıkarak<br />

deneysel bir görünüm kazanmıştır. Öte yandan<br />

ergenlerin geleceğe yönelmelerini, motivasyonlarının<br />

artışını <strong>ve</strong> kendilerini düzenlemelerini sağlamıştır.<br />

Bu özelliklerinin yanında hala tek grup öntest<br />

son-test deneysel desende yürütüldüğü için<br />

zayıf bir çalışmadır denilebilir.<br />

Elkind’a (1967) göre, ergenler bilişsel gelişimlerindeki<br />

eksiklikten dolayı benmerkezci davranışlar<br />

sergilerler. Sergilenen davranışlar, ergenlerin geleceğe<br />

yönelmelerini engeller. Programın sonuçlarına<br />

bakıldığında, ergenlerin ileri yetişkinlerle görüşmelerinin,<br />

benmerkezcilikten uzaklaşmalarında<br />

yararlı olduğu düşünülmektedir. Bu bulgu, ergenlere<br />

uygulanacak programların yöntemlerine bir<br />

alternatif olabilir.<br />

Günümüzde, gelişimsel <strong>ve</strong> önleyici rehberlik<br />

çalışmaları bağlamında, iyilik hali (wellness) çalışmalarının<br />

yoğunluk kazandığı görülür (Myers,<br />

Sweeney <strong>ve</strong> Witmer, 2000). Geliştirilen programın,<br />

yaşam biçimi iyilik hali programı içeriği ile paralellik<br />

gösterdiği düşünülmektedir. Bu bağlamda, program<br />

ergenler için iyilik hali programının bir öğesi<br />

olarak da işlev görebilir.<br />

Bu çalışmada denge modelindeki manevi<br />

amaçlar boyutunun çalışmadığı görülür. Bu durumun<br />

pek çok nedeni olabilir. Çalışmama durumu,<br />

yaşam boyu gelişim psikolojisinin <strong>ve</strong>rileriyle açıklanabilir.<br />

Yaşam dönemlerine göre erdem (visdom)<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

gelişimi farklılaşmaktadır (Baltes <strong>ve</strong> Staudinger,<br />

2000). İleri yetişkinler erdem açısından daha fazla<br />

gelişmişlerdir. İleri yetişkinlerin yaşam deneyimleri<br />

erdem gelişimlerine katkıda bulunmuştur. Bu<br />

sonuç bize manevi <strong>ve</strong> soyut kavramların yaşamın<br />

ilerleyen yıllarında daha anlamlı olduğunu gösterir.<br />

Buradan hareketle ergenlerin manevi yaşam konusundaki<br />

deneyimlerinin azlığı, ölçekteki manevi<br />

amaçlar boyutunun çalışmamasına neden olmuş<br />

olabilir. Öte yandan yaşam boyu gelişimde olayların<br />

zamanı önemlidir. Olayların zamanı açısından<br />

maneviyatla ilgilenmenin zamanı ergenlik değil<br />

yaşamın ilerleyen yıllarıdır. Bu anlayış, ölçeğin<br />

manevi amaçlar boyutunun işlememesine neden<br />

olmuş olabilir.<br />

Pozitif Psikoterapide kullanılan öyküler pek<br />

çok işle<strong>ve</strong> sahiptir (Pesseschkian, 1998; Eryılmaz,<br />

2006). Programda kullanılan Pozitif Psikoterapi<br />

öyküleri, ergenleri amaç belirleme noktasında güdülemiştir.<br />

Bu noktada öyküler, katkı sağlamıştır.<br />

Ayrıca öykülerin işlevselliği bir kez daha ortaya<br />

konmuştur.<br />

Lock <strong>ve</strong> Latham (1990) sadece amaç belirlemenin<br />

bireyin amaçlarını gerçekleştirmesinde yeterli<br />

olmadığını belirtirler. Amaca bağlanma da önemlidir.<br />

Bu çalışma ergenlerin amaca bağlanmalarını<br />

sağlamıştır. Bu noktada “hangi etkinliklerle amaca<br />

bağlanma gerçekleşir sorusunun” yanıtını bu çalışmada<br />

bulmak olasıdır.<br />

Ergenler amaçlarını belirlerken, toplumla bütünleşmeyi<br />

sağlayıcı amaçlar belirlemenin önemini<br />

vurgulamışlardır. Amaçta bireysel <strong>ve</strong> öznel bir boyut<br />

olmasına karşın neden ergenler toplumsal bütünleşmeye<br />

vurgu yapmıştır? Bu soruya yanıt kültürel<br />

psikolojiden gelebilir. Kağıtçıbaşına (2000),<br />

göre tamamen Batı tarzı bir toplumsallaşma süreci<br />

yaşansa dahi Türk toplumunda ilişkili benliklerin<br />

duygusal bağlılıktan dolayı varlıkları hep devam<br />

63


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

edecektir. Ergenler amaçlarında ilişkili benliklerinin<br />

bir uzantısı olarak toplumsal bütünleşmeye önem<br />

<strong>ve</strong>rmiş olabilirler.<br />

Programa ilişkin birkaç öneri geliştirmek olasıdır.<br />

Öncelikle geliştirilen program, farklı ergen<br />

gruplarında uygulanabilinir. Öte yandan program,<br />

KAYNAKÇA<br />

Baltes, P.B, & Staudinger, U.M.(2000). Wisdom: A metaheuristic<br />

(pragmatic) to orchestrate mind and virtue<br />

toward excellence. American Psychologist,<br />

55,122-136.<br />

Bauer, J. J., & McAdams, D. P. (2004). Growth goals,<br />

maturity, and well-being. De<strong>ve</strong>lopmental Psychology,<br />

40(1), 114–127.<br />

Brunstein, J. C. (1993). Personal goals and subjecti<strong>ve</strong><br />

well-being: A longitudinal study. Journal of Personality<br />

and Social Psychology, 65, 1061–1070.<br />

Chirkov, V., & Ryan, R. M. (2001). Parent and teacher<br />

autonomy-support in Russian and U.S. adolescents:<br />

Common effects on well-being and academic<br />

motivation. Journal of Cross Cultural Psychology,<br />

32, 618–635.<br />

Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why”<br />

of goal pursuits: Human needs and the self determination<br />

of behavior. Psychological Inquiry,<br />

11(4), 227–268.<br />

64 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Okul Psikolojik Danışmanlık <strong>ve</strong> Rehberlik Programlarında<br />

da yer alabilir. Daha güçlü deneysel<br />

desenlerle yeni çalışmalar yapılabilir. Sonuç olarak,<br />

geliştirilen amaçları genişletme programının,<br />

ergenlerin amaç edinmelerinde kullanılabileceği<br />

düşünülmüştür.<br />

Doğan, S.(2000). Pratik Bir Sınıf Rehberlik <strong>ve</strong> Psikolojik<br />

Danışma Programı. Eğitim Yönetimi<br />

Dergisi, yıl:6, sayı:21, ss225-140<br />

Elkind, D.(1967). Egocentrism in adolescence. Child<br />

De<strong>ve</strong>lopment, 38, 1025 1034.<br />

Emmons, R.A.,(1999). The psychology of ultimate concerns:<br />

Motivation and spirituality in personality.<br />

New York: Guilford.<br />

Erikson, E.H.(1968). Identity: Youth and crisis. New<br />

York: Norton<br />

Erkan, S.(2001). Rehberlik Programlarının Hazırlanması.<br />

Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.<br />

Eryılmaz, A.(2006). Pozitif psikoterapi bağlamında<br />

psikolojik danışma <strong>ve</strong> rehberlik programlarında<br />

öykü kullanımı: Örnek bir uygulama. I. Ulusal<br />

Psikolojik Danışma <strong>ve</strong> Rehberlik Uygulamaları<br />

Kongresi, Mersin Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Mersin, Türkiye,<br />

21-23 Eylül,2006.


Eryılmaz, A.(2007). Pozitif psikoterapi <strong>ve</strong> gelişimsel<br />

rehberlik bağlamında ergenler için amaçları genişletme<br />

programının geliştirilmesi. Ulusal Teknik<br />

Eğitim, Mühendislik <strong>ve</strong> Eğitim Bilimleri Genç<br />

Araştırmacılar Sempozyumu, Kocaeli Üni<strong>ve</strong>rsitesi,<br />

Kocaeli, Türkiye, 20-22 Haziran<br />

Eryılmaz, A . (2008) . Improvıng an educatıonal programme<br />

about extendıng the aıms for adolescents<br />

wıth respect to posıtı<strong>ve</strong> psychotherapy<br />

and compherensı<strong>ve</strong> guıdance Paper presented<br />

at World Conference of International Association<br />

of Child an Adolsecent Psychiarty and Allied Disciplines<br />

(IACAPAP) Conference, İstanbul, Turkey,<br />

April 30- May 3, 2008.<br />

Gysbers, N.C. & Henderson, P.(2000). De<strong>ve</strong>loping and<br />

Managing Your School Guidance<br />

Program (3 rd Ed.). Alexandria, VA: ACA.<br />

Gysbers, N.C. & Henderson,P.(2001). Compherensi<strong>ve</strong><br />

Guidance andCounseling Programs: A<br />

Rich History and a Bright Future. Professional School<br />

Counseling.Vol.4, Issue 4, p246,11p<br />

Judge, T. A, Bono, J. E, Erez, A., & Locke, E. A. (2005).<br />

Core self-evaluations and job and life satisfaction:<br />

The role of self-concordance and goal attainment.<br />

Journal of Applied Psychology, 90(2),<br />

257–268.<br />

Kağıtçıbaşı, Ç. (2000). Kültürel psikoloji.İstanbul: Evrim<br />

Yayınevi<br />

Kasser, T., & Ryan, R. M. (1996). Further examining the<br />

American dream: differential correlates of intrinsic<br />

and extrinsic goals. Personality and Social<br />

Psychology Bulletin, 22, 280–287<br />

Little, B.R.(1989).Personal projects analysis: Trivial pursuits.<br />

Magnificent obsessions, and the search for<br />

coherence. In D.M.Buss & N. Cantor (Eds), Personality<br />

psychology: Recent trends and emerging<br />

directions (pp.15-31). New York:Springer-<strong>ve</strong>rlag.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Lock, E.A. & Latham, G.P.(1990). A theory of goal set-<br />

ting and task performance. Englewood Cliffs,<br />

NJ:Prentice Hall.<br />

Myers, J.E., Sweeney, T.J.,&Witmer,J.M.(2000). The<br />

wheel of wellness: A holistic model for treatment<br />

planning. Journal of Counselling and De<strong>ve</strong>lopment.<br />

78, 251-266.<br />

Oishi, S. (2000). Goals as cornerstones of subjecti<strong>ve</strong><br />

well-being: Linking individuals and cultures. In<br />

E. Diener & E. M. Suh (Eds.), Culture and subjecti<strong>ve</strong><br />

well-being (pp. 87–112). Cambridge, MA:<br />

Bradford.<br />

Papalia, D.E., Olds, S.W.,& Feldman, R.D.(2004). Human<br />

de<strong>ve</strong>lopmant. New York: Mc Graw Hill.<br />

Pesseschkian, N.(2002a). Günlük yaşamın psikoterapisi<br />

(Çev. H. Fışıloğlu). İstanbul:Beyaz Yayınları<br />

Pesseschkian, N.(2002b). Pozitif aile terapisi (Çev.<br />

M.Naim). İstanbul: Beyaz Yayınları<br />

Pesseschkian, N.(1998). Doğu Hikayeleriyle psikoterapi<br />

(Çev. H. Fışıloğlu). İstanbul: Beyaz Yayınları<br />

Pöhlmann, K. (2001). Agency and communion-orientation<br />

in life goals: Impacts on goal pursuit strategies<br />

and psychological well-being. In P. Schmuck<br />

& K. M.<br />

Sheldon (Eds.), Life goals and well-being: Towards a positi<strong>ve</strong><br />

psychology of human striving (pp. 68-84).<br />

Göttingen, Germany: Hogrefe & Huber Publishers.<br />

Ryan, R. M., Chirkov, V. I., Little, T. D., Sheldon, K. M.,<br />

Timoshina, E., & Deci, E. L. (1999). The American<br />

dream in Russia: Extrinsic aspirations and<br />

well-being in two cultures. Personality and Social<br />

Psychology Bulletin, 25, 1509–1524.<br />

Schmuck, P., & Sheldon, K. M. (2001). Life goals and<br />

well-being: To the frontiers of life goal research.<br />

In P. Schmuck & K. M. Sheldon (Eds.), Life goals<br />

and well-being: Towards a positi<strong>ve</strong> psychology of<br />

human striving (pp. 1-17). Göttingen, Germany:<br />

Hogrefe & Huber Publishers.<br />

65


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Sheldon, K. M., & Lyubomirsky, S. (2006). How to increase<br />

and sustain positi<strong>ve</strong> emotion: The effects<br />

of expressing gratitude and visualizing best possible<br />

sel<strong>ve</strong>s. Journal of Positi<strong>ve</strong> Psychology, 1,<br />

73-82.<br />

Sheldon, K. M., & Elliot, A. J. (1999). Goal striving, need<br />

satisfaction, and longitudinal well-being: The self<br />

concordance model. Journal of Personality and-<br />

Social Psychology, 76, 482–497.<br />

Tsai, J. L., Miao, F. F, Seppala, E., Fung, H. F., & Yeung,<br />

D. Y. (2007). Influence and adjustment goals:<br />

Sources of cultural differences in ideal affect.<br />

Journal of Personality and Social Psychology,<br />

92(6), 1102–1117.<br />

66 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Vansteenkiste, M., Lens, W., Edward L., & Deci, E. L.<br />

(2006). Intrinsic <strong>ve</strong>rsus extrinsic goal contents<br />

in self determination theory: Another look at the<br />

quality of academic motivation. Educational Psychologist,<br />

41(1), 131.<br />

Yeşilyaprak, B.(2003). Eğitimde rehberlik hizmetleri gelişimsel<br />

yaklaşım. Ankara:Nobel Yayın Dağıtım.<br />

Yetim, Ü. (2001). Toplumdan bireye mutluluk resimleri.<br />

İstanbul: Bağlam Yayıncılık


________________________<br />

(*) Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü.<br />

(**) Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Aile <strong>ve</strong> Tüketici Bilimleri Bölümü.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Bir Fedakâkarlık Örneği Olarak "Kan Bağışı"<br />

• Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU*<br />

• Doç. Dr. Yasemin ÖZKAN*<br />

• Uzm. Filiz YILDIRIM**<br />

Öz<br />

Kan, geçmişten günümüze sağlığın <strong>ve</strong> yaşamın<br />

temel simgesi olarak “kaynağı insan olan <strong>ve</strong> elde edilmesi<br />

için başka alternatifi olmayan eşsiz bir tedavi<br />

aracı” olarak bilinmektedir. Kan bağışı ise sadece tıbbi<br />

<strong>ve</strong> teknik konularla değil, aynı zamanda bireylerin iyi<br />

niyetli davranışlarının sonucu olarak açıklanmaktadır.<br />

Bir anlamda kan bağışı; bir örgüte, topluma ya da<br />

bireye yardımcı olma tutumunun davranışa dönüşmesi<br />

ya da bir kişilik özelliği olarak “fedakârlık” ile yakından<br />

ilişkilidir. Bu araştırma, öğretmenlerin fedakârlık<br />

yapma tutumlarına kan bağışlama durumu ile seçilen<br />

bazı demografik belirleyicilerin (cinsiyet <strong>ve</strong> yaş) etkisini<br />

açıklamak amacı ile planlanarak Ankara’nın orta<br />

sosyo-ekonomik düzeydeki semtlerinde çalışan 176<br />

öğretmen ile karşılıklı görüşülerek yürütülmüştür.<br />

Yapılan analizler sonucunda öğretmenlerin fedakârlık<br />

tutumları üzerinde kan bağışında bulunma durumunun<br />

<strong>ve</strong> yaşın önemli bir yordayıcı olduğu belirlenmiştir.<br />

Anahtar kelimeler: Kan bağışı, fedakârlık.<br />

Abstract<br />

"Blood Donation" As An Example of Altruism<br />

Blood the basic symbol of health and life from past<br />

to present is known as an unique treatment tool which<br />

is human its source and no other alternati<strong>ve</strong> to be<br />

obtained. Blood donation is related to not only medical<br />

and technical issue but it is also explained as result of<br />

individual’s a good-faith behaviours. In a sense it is<br />

regarded with attitudes helping to organization, society<br />

or individual transform to the behavior or “altruism as<br />

a charecteristic of identity. This study is carried out by<br />

interviewing mutually with 176 teachers in the middle<br />

socio-economic le<strong>ve</strong>l district in Ankara by planning in<br />

order to explain the effect of the blood donation status<br />

and some of the selected demographic indicators on<br />

teachers’ altruistic attitudes. In the results of analysis,<br />

it is stated that the blood donation status and age<br />

affects teachers’ altruistic attitudes.<br />

Key words: Blood donation, altruism.<br />

67


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

1. GİRİŞ<br />

Kan, eski uygarlıklardan beri yaşam ile bir tutulmuş,<br />

insanı hayatta tutan, ona güç <strong>ve</strong>ren unsur<br />

olarak görülmüştür (Ülman, 2000: 172; Yıldız vd.<br />

2006: 1). Nitekim toplumu oluşturan bireyler başta<br />

olmak üzere tüm canlılar yaşamı boyunca değişik<br />

zamanlarda çeşitli nedenlerden dolayı kendisi,<br />

ailesi ya da yakın çevresiyle ilgili olarak zaman<br />

zaman kan <strong>ve</strong> kan ürünlerine gerek duymuşlardır<br />

(Solaz, 2004: 118).<br />

Onyedinci yüzyılda Willam Har<strong>ve</strong>y’in kan dolaşımı<br />

fizyolojisi konusunda bilgi <strong>ve</strong>rmesinden sonra<br />

1665 yılında İngiliz fizyolog Richard Lower tarafından<br />

bir hayvandan diğerine kan nakli gerçekleştirilmiştir.<br />

İnsandan insana kan nakli ise 19. yüzyıl<br />

başlarında İngiliz kadın doğum uzmanı James<br />

Blundell tarafından yapılmıştır (Garrison, 1966).<br />

Günümüzde tıp <strong>ve</strong> teknoloji alanındaki tüm gelişmelere<br />

rağmen kan, kan bileşenleri <strong>ve</strong> kandan<br />

elde edilen ürünlerin yerine geçebilecek alternatif<br />

bir tedavi aracı bulunamamıştır. Bu nedenle dünyada<br />

kan hizmetleri sistemli bir şekilde yürütülmektedir.<br />

Bu hizmetlerden biri olarak donasyon kan<br />

bankacılığı; gönüllü, düzenli, bilinçli, karşılık beklemeksizin<br />

gü<strong>ve</strong>nli bir şekilde kanın toplanmasını;<br />

toplanan kanlara gerekli laboratuar işlemlerinin<br />

yapılmasını, kanın saklanmasını <strong>ve</strong> hastanelere<br />

ulaştırılmasını içermektedir. Kanın hastalar için kullanılması<br />

<strong>ve</strong> kullanıldıktan sonra kayıt altına alınan<br />

bilgilerin takip edilmesini kapsayan hizmetler ise<br />

transfüzyon kan bankacılığı adı altında yapılmaktadır.<br />

(http://www.kan<strong>ve</strong>r.org/sayfa.php?t=157).<br />

Kan transfüzyonuna, tedavi edici başka seçeneğin<br />

olmadığı kazalar, savaş <strong>ve</strong> afetler, çeşitli suç<br />

girişimleri, cerrahi müdahaleler, hemofili, lösemi,<br />

aplastik anemi gibi kronik hastalıklarda <strong>ve</strong> gebelik<br />

gibi ciddi klinik durumlarda ihtiyaç duyulmaktadır<br />

(World Health Organization, 2000).<br />

68 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Bu anlamda Amerika Birleşik Devletleri’nde<br />

yıllık on milyon kan bağışının yarısından fazlası,<br />

donasyon kan bankacılığı hizmetlerinin ise % 90<br />

kadarı Amerikan Kızılhaçı tarafından karşılanmaktadır.<br />

Almanya’da; hizmete sunulan toplam 4.2 milyon<br />

ünite kanın % 85’ini (3.6 milyon kan bağışı,<br />

200.000 kan gönüllüsü) Alman Kızılhaçı toplamaktadır.<br />

Japonya’da; donasyon kan bankacılığı hizmetlerinin<br />

tamamı 7 bölgesel kan merkezi ile Japon<br />

Kızılhaçı tarafından karşılanmaktadır. Ülkede her<br />

yıl yaklaşık 4 milyon ünite kan bağışı toplanmaktadır.<br />

Kanada, Avusturya, Finlandiya gibi gelişmiş<br />

ülkelerde; donasyon kan bankacılığı faaliyetleri o<br />

ülkelerin Kızılhaçları tarafından <strong>ve</strong>rilen örneklere<br />

paralel bir organizasyon ile sürdürülmektedir. Ülkemiz;<br />

kan bağışı konusunda gelişmiş ülkeler ile<br />

kıyaslandığında oldukça geri sıralarda yer almaktadır.<br />

Bu ülkelerde gönüllü kan bağışlarının nüfusa<br />

oranı %5’e ulaşabilirken, ülkemizde bu oran halen<br />

% 1.5-2 civarındadır. En önemli problem gönüllü<br />

kan bağışçısı sayısındaki yetersizliktir. Ülkemizde<br />

kan hizmetleri konusunda kapsayıcı bir standardizasyon<br />

<strong>ve</strong> denetim mevcut olmadığı gibi, toplanan<br />

kan bağışını (Türk Kızılayı kan birimleri <strong>ve</strong> hastane<br />

kan merkezleri tarafından) kesin bir sayıyla söyleyebilmek<br />

de mümkün değildir. Türkiye Kan Merkezleri<br />

<strong>ve</strong> Transfüzyon Derneği (TKMTD) tarafından<br />

2003 yılında ülke genelindeki kan merkezlerinde<br />

yapılan anket çalışması sonuçları ile T.C. Sağlık<br />

Bakanlığı Yataklı Tedavi Hizmetleri Yıllığı <strong>ve</strong>rileri<br />

uyumlu görünmemektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı<br />

<strong>ve</strong>rilerine göre 2004’de 873.454 ünite kan bağışı<br />

toplanmış, Türkiye Kan Merkezleri Transfüzyon<br />

Derneği’nin anket sonuçlarına göre ise 1.236.776<br />

ünite kan toplanmıştır. Ancak ülkemizdeki hastane<br />

yatak kapasitesinin yetersiz olduğu <strong>ve</strong> T.C. Sağlık<br />

Bakanlığı’nın ülke çapındaki sağlık organizasyonuna<br />

bağlı olarak devreye girecek yeni hastaneler<br />

<strong>ve</strong> hastalar için etkin kan <strong>ve</strong> kan ürünü kullanımı<br />

göz önüne alındığında 2006 yılı itibari ile kan ih-


tiyacının hesaplamalara göre ortalama 1,5 milyon<br />

ünite civarında olduğu tahmin edilmektedir (http://<br />

www.kan<strong>ve</strong>r.org/sayfa.php?t=157). Bu nedenle<br />

dünyada özellikle Türkiye’de sağlık hizmetleri; bireylere<br />

yaşam kazandıracak <strong>ve</strong> mevcut kan ya da<br />

kan ürünlerinin desteği ile bu desteği güçlendirecek<br />

gü<strong>ve</strong>nli kan bağışına bağlı olmaktadır.<br />

1.1. Kan Bağışçı Tipleri<br />

Kan bağışı sadece tıbbi <strong>ve</strong> teknik konularla değil<br />

aynı zamanda sosyoloji ile de yakından bağlantılıdır.<br />

Bu durum kan bağışının ilk günlerinden beri<br />

bilinmekle birlikte sosyolojik yönü de içine alan<br />

ilk bağışçı sınıflandırma çalışması İngiliz sosyoekonomist<br />

olan Richard Titmus tarafından 1970<br />

yılında “Hediye İlişkisi (The Gift Relationship)”<br />

adlı kitapta ele alınmıştır. Bu kitapta kan bağışçısı<br />

sosyolojik olarak 8 ana tipe ayrılarak incenlemiştir:<br />

Tip A (paralı bağışçı) kanını piyasa durumuna göre<br />

belirlediği bir bedel karşılığında satan bireyi; Tip<br />

B (profesyonel bağışçı) para ya da izin gibi ödülü<br />

almak için düzenli aralıklarla kanını satan bireyi;<br />

Tip C (paralı <strong>ve</strong>ya yönlendirilmiş bağışçı) kanını<br />

satan ancak para olmasa da kanını <strong>ve</strong>rebilecek<br />

bireyi; Tip D (sorumluluk bedeli bağışçısı) kendisine<br />

kullanılan kan için kendisinden belli bir para<br />

alınan bu kişinin bu parayı ödememek ya da geri<br />

almak için kendisinin kan <strong>ve</strong>rmesini ya da <strong>ve</strong>recek<br />

birini bulması durumunda kan <strong>ve</strong>ren bireyi; Tip E<br />

(aile kredi bağışçısı) ileride kendisi ya da ailesine<br />

kan gerektiğinde kan bulabilmek için önceden<br />

belli aralıklarla (yılda en az 1 kez) kan bağışlayan<br />

bireyi; Tip F (zorunlu bağışçı) bulunduğu sosyal<br />

konum gereği kendisinden kan bağışlaması istenildiğinde<br />

ret edebilme şansı olmayan bireyi; Tip<br />

G (ödüllendirilmiş bağışçı); kan bağışı karşılığında<br />

para dışında <strong>ve</strong>rilen ödülü alabilmek için kan<br />

bağışında bulunan bireyi; Tip H (gönüllü toplumsal<br />

kan bağışçısı) teşvik edici ödül, para <strong>ve</strong> baskı olmaksızın<br />

tamamen kendi özgür iradesi ile kan ba-<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

ğışlayan bireyi tanımlar (http://www.gata.edu.tr).<br />

Bu bağlamda kan bağışı <strong>ve</strong> kan bağışçısı tipleri<br />

bireylerin tutum, davranış, inanç, değer, yönelim<br />

<strong>ve</strong> bu davranışa yönelik güdüleyiciler bağlamında<br />

açıklanmaktadır. Fishbein <strong>ve</strong> Ajzen (1974)’in nedenli<br />

eylem teorisi, bir sosyal davranış olarak kan<br />

bağışı için kavramsal bir çerçe<strong>ve</strong> sunmaktadır. Bu<br />

teori; kan bağışının iradeye dayalı, kontrollü olarak<br />

yapıldığını vurgulamaktadır. Bu nedenle bireylerin<br />

kan bağışlaması ya da bağışlamaması mevcut ya<br />

da muhtemel niyete / amaca göre belirlenmektedir.<br />

Kan bağışlama niyeti / amacı sırası ile kan bağışına<br />

yönelik tutumlardan <strong>ve</strong> bu davranışın yapılmasına<br />

ilişkin bireylerin olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerinden<br />

etkilenmektedir. Özellikle kan bağışına<br />

yönelik tutumlar; inanç, beklenti ya da değer yargılarının<br />

fonksiyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Daha<br />

sonra “planlı davranış teorisi” olarak açıklanan bu<br />

teori; hem davranışların kökeni <strong>ve</strong> hem de inançların<br />

tutumları belirleme fonksiyonu olarak niyeti<br />

/ amacı açıklamaktadır. Bu noktada Fishbein <strong>ve</strong><br />

Ajzen’in teorisi kan bağışına yönelik olarak bireylerin<br />

tutum <strong>ve</strong> davranışlarının anlaşılması açısından<br />

önem taşımaktadır (Fernandez-Montoya, Lopez-<br />

Berrio, A. <strong>ve</strong> Luna del Castillo, 1997: 141).<br />

1.2. Kan Bağışı <strong>ve</strong> Fedakârlık Arasındaki<br />

İlişki<br />

Bazı yazarlar kan bağışı ile fedakar kişiliği eş<br />

değer tutarken (Piliavin 1990); bazı yazarlar da<br />

kan bağışlamanın nedeni ya da güdüleyicisi olarak<br />

fedakârlığı araştırmaktadırlar (Condie, Warner <strong>ve</strong><br />

Gillman, 1976). Bu noktada kan <strong>ve</strong>rme; bir örgüte,<br />

topluma ya da bireye yardımcı olma tutumu içindeki<br />

davranış biçimi olarak tanımlanmaktadır. Bu<br />

davranış bir toplumdaki ya da sosyal grup içindeki<br />

pek çok insanın genel olarak başkalarına iyilik yapmak<br />

amacıyla gerçekleşen harekettir. Bu nedenle<br />

öncelikle başkalarına fayda sağlamak amacıyla<br />

bu davranışı sergileyen insanlar da bir anlamda<br />

69


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

yardımse<strong>ve</strong>r gibi olumlu değerlendirmelerle tanımlanmaktadırlar.<br />

Başkalarına yardımcı olma tutumu<br />

içindeki kişiliklerin temel karakteristikleri; iyilik<br />

yapmaya istekli olma <strong>ve</strong> fedakârca davranışa güdülenme<br />

olarak belirtilmektedir. Bir erdem olarak<br />

kan <strong>ve</strong>rme davranışı da çoğu zaman bireylerin fedakârlığa<br />

güdülenmelerinin bir sonucu olarak gerçekleşmektedir<br />

(Steele et al. 2008: 44). Kan <strong>ve</strong>ren<br />

bireyleri bu davranışa güdüleyen faktörler üzerinde<br />

yapılan pek çok araştırma da kan <strong>ve</strong>rmenin en<br />

önemli nedeni olarak fedekârlığın yapma amacının<br />

en önemli güdüleyici faktör olduğunu göstermektedir<br />

(Gillespie and Hillyer, 2002: 128; Healy, 2000:<br />

1658; Penning, 2005; Piliavin, 1990).<br />

Healy (2000: 1650) fedakârlık kapsamında kan<br />

bağışlamayı bir dini görev <strong>ve</strong> sorumluluk bağlamında<br />

açıklamaktadır. Kan bağışına, fedakârlığa <strong>ve</strong><br />

gönüllü işbirliğine ilişkin tutumlara yönelik değişim<br />

yaratmada sosyal kapital de önemlidir (Alessandrini,<br />

2007: 104). Bar-Tal (1986: 4) sosyal psikolojide<br />

fedakârlığı; davranışa yönelik <strong>ve</strong> güdüleyici yaklaşım<br />

olarak iki açıdan açıklamaktadır. Bu noktada<br />

kan bağışlamayla gerçekleşen fedakârlık, kan bağışlama<br />

sonucunda başkalarına iyilik yapma amacına<br />

odaklanmaktadır. Rushton’ın da belirttiği gibi<br />

bir sosyal davranış olarak “fedakârlık, herhangi<br />

bir durumun / eylemin bireylerin kendisinden çok<br />

başkalarına olumlu sonuçlar getirmesini sağlamak<br />

amacıyla gerçekleştirilmesidir” (Rushton, 1980: 8).<br />

Güdüleyici yaklaşım bağlamında fedakârlık ise,<br />

davranışa güdüleyen iyi niyetli düşünme biçimidir.<br />

Bu noktada Batson’a göre fedakârlık “başkalarının<br />

refahını artırmak amacı taşıyan güdüsel bir<br />

dizi davranış”ı ifade eder (Rushton et al., 1981:<br />

6). Bir anlamda bu tanımların tümü, bireyleri kan<br />

bağışlamaya götüren nedenleri açıklamaktadır.<br />

Sonuç olarak başkalarını herhangi bir çıkar beklemeksizin<br />

desteklemek üzere yapılan fedakârca<br />

davranışlar literatürde “bir örgüte, topluma ya da<br />

70 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

bireye yardımcı olma tutumu ya da davranış biçimi”<br />

<strong>ve</strong> “yardım etme davranışı” başlığı altında sınıflandırılmaktadır<br />

(McClurg, 2009). Bu anlamda<br />

Hinde <strong>ve</strong> Groebel (1991) bireyler aynı zamanda<br />

başkalarının ihtiyaçlarını tatmin etmek üzere kan<br />

bağışlıyorsa bu davranış “yardımse<strong>ve</strong>r davranış<br />

biçimi” olarak tanımlamaktadır. Nitekim bireyleri<br />

kan bağışlamaya fedakârlık bağlamında toplumda<br />

sosyal kabul görme gibi potansiyel (i) dış etkenler<br />

(ödüller) <strong>ve</strong> başkalarına yardım etme duygusuna<br />

ya da manevi tatmine yönelik olarak manevi (ii) (iç)<br />

etkenler (ödüller) güdülemektedir.<br />

Diğer taraftan fedakârlık yapmaya yönelik kan<br />

bağışı, gönüllülük bağlamında açıklanmaktadır.<br />

Bazı yazarlar dış etkenlerden kaynaklanan beklentileri<br />

önemsemeksizin başkalarına fayda sağlama<br />

amacına bağlı olarak gönüllü kan bağışlandığını<br />

belirtmektedirler (Macaulay <strong>ve</strong> Berkowitz, 1970;<br />

Bar-Tal 1986: 6; Eisenberg 1986). Bazıları ise,<br />

başkalarına yardım ederek sağlanan hoş duygular<br />

<strong>ve</strong> manevi tatmin gibi iç etkenlerin (ödüllerin) kan<br />

bağışlama için yeterli olmadığını savunmaktadırlar<br />

(Se<strong>ve</strong>ry, 1974; Sober and Wilson, 1998). Bu noktada<br />

Staub gönüllülük kapsamında öncelikle kişisel<br />

sorumluluğun, başkalarının refahını önemsemeyi<br />

<strong>ve</strong> böylece fedakârca kan bağışlamayı sağladığını<br />

belirtmektedir (Staub, 1991: 151). Bir anlamda<br />

başkalarına yardımcı olma amacına yönelik olarak<br />

kan bağışlama, ahlaki bir zorunluluk / kural olarak<br />

algılanmaktadır.<br />

Bu çalışma, sorumluluk algısının yüksek olduğu<br />

bilinen öğretmenlerin fedakârlık tutumlarına<br />

kan bağışlama durumu ile seçilen bazı demografik<br />

belirleyicilerin (cinsiyet <strong>ve</strong> yaş) etkisini açıklamak<br />

amacı ile planlanarak yürütülmüştür.<br />

MATERYAL VE YÖNTEM<br />

Bu çalışma, kan bağışlama durumu ile cinsiyet<br />

<strong>ve</strong> yaşın öğretmenlerin fedakârlık tutumlarına etkisini<br />

açıklamayı amaçlayan bir alan araştırmasıdır.


2.1 Örnekleme Yöntemi <strong>ve</strong> Örnek Seçimi<br />

Araştırmanın örneklemini yaşları 21-61 arasında<br />

değişen, Ankara’nın Keçiören semtindeki Barış<br />

Yolu İlköğretim Okulu, Batıkent Kardelen İlköğretim<br />

Okulu, Batıkent İlköğretim Okulu ile Ahmet Hamdi<br />

Tanpınar İlköğretim Okulu <strong>ve</strong> Kalecik semtindeki<br />

Cumhuriyet İlköğretim Okulu <strong>ve</strong> Dumlupınar İlköğretim<br />

Okulu’nda görev yapan toplam 176 öğretmen<br />

oluşturmaktadır. Öğretmenler bu çalışmaya<br />

gönüllü olarak katılmayı kabul etmişlerdir.<br />

2.2 Veri Toplama Yöntem <strong>ve</strong> Araçları<br />

Veri toplama aracı olarak geliştirilen soru formu<br />

iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm; araştırmaya<br />

katılan öğretmenleri tanıtıcı demografik bilgiler<br />

ile kan bağışlama durumunu belirlemeye yönelik<br />

soruları içermektedir. İkinci bölümde, Rushton<br />

<strong>ve</strong> arkadaşlarının (1981) geliştirmiş olduğu<br />

“Self-Report Altruism (SRA)” ölçeğinin Türkçe’ye<br />

uyarlanması sonucunda oluşturulan “Fedakârlık<br />

Ölçeği” bulunmaktadır.<br />

Tablo 1. Araştırmada kullanılan ölçeği betimleyen istatistikler<br />

Ölçek<br />

Soru<br />

sayısı<br />

3. BULGULAR VE TARTIŞMA<br />

Puan aralığı<br />

3.1 Öğretmenleri Tanıtıcı Kişisel Bilgiler<br />

Araştırma kapsamındaki öğretmenlerin<br />

%51.7’si erkek, %48.3’ü kadındır. Öğretmenlerin<br />

%65.3’ü “kan bağışında bulundunuz mu” sorusuna<br />

“hayır” yanıtını <strong>ve</strong>rirken, %34.7’si ise “e<strong>ve</strong>t” yanı-<br />

2.3 Verilerin Değerlendirilmesi<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Araştırmada öncelikle fedakârlık ölçeğini tanımlayıcı<br />

istatistik bir çalışma yapılmıştır. “Fedakârlık<br />

Ölçeği” , “yabancı birine yol tarif ettim”, “hayır için<br />

gönüllü bir iş yaptım”, “yaşlı ya da engelli bireye<br />

karşıdan karşıya geçerken yardım ettim” gibi önermeleri<br />

içeren <strong>ve</strong> (1)hiç –(5)çok sık seçeneklerinden<br />

oluşan 5 düzeyli bir likert ölçeğidir. Ölçeğin<br />

uygulanması sonucunda elde edilen <strong>ve</strong>riler, SPSS<br />

v.16 (Statistical Package for The Social Sciences)<br />

istatistik paket yazılım programı ile incelenmiştir.<br />

Verilerin değerlendirilmesinde öncelikle soru formunun<br />

gü<strong>ve</strong>nirliği sınanmış, fedakârlık ölçeği gü<strong>ve</strong>nirliği,<br />

iç tutarlılık katsayısı olan “Cronbach Alpha”<br />

hesaplanarak 0.81 olarak bulunmuştur (Tablo<br />

1). Araştırma kapsamında kan bağışlama durumunun<br />

fedakârlık ölçeği üzerindeki etkisi normal<br />

dağılım gösteren <strong>ve</strong>rilere “t testi” analizi yapılarak<br />

incelenmiştir. Seçilen değişkenler (cinsiyet, yaş <strong>ve</strong><br />

kan bağışlama durumu) ile genel olarak fedâkarlık<br />

tutumları arasındaki ilişki <strong>ve</strong> etkileşim çok değişkenli<br />

regresyon analizi ile hesaplanmıştır.<br />

Tek faktörün açıkladığı<br />

varyans<br />

tını <strong>ve</strong>rmişlerdir. Bu noktada öğretmenlerin büyük<br />

çoğunluğunun kan bağışında bulunmamış olması<br />

dikkati çekmektedir. Ayrıca araştırmaya katılan öğ-<br />

retmenlerin %69.9’unun yaşının 36 <strong>ve</strong> üzerinde,<br />

%30.1’inin ise yaşının 35 <strong>ve</strong> 35’ten daha az oldu-<br />

ğu belirlenmiştir.<br />

Özdeğer<br />

İç tutarlılık<br />

katsayısı<br />

Fedakârlık 13 5 (Hiç-Çok sık) 31.71 4.122 0.81<br />

71


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

3.2 Kan Bağışlama Durumuna Göre<br />

Fedakârlık Tutumları<br />

Bu bölümde araştırmaya katılan öğretmenlerin<br />

“hiç kan bağışladınız mı” sorusuna “e<strong>ve</strong>t”, “hayır”<br />

olarak <strong>ve</strong>rdikleri yanıtlardan yola çıkılarak fedakârlık<br />

tutumları açıklanmaya çalışılmıştır (Tablo 2).<br />

Öğretmenlerin fedakârlık tutumları kan bağışlama<br />

durumuna göre incelendiğinde; kan bağışlayan<br />

öğretmenlerin kan bağışlamayanlara göre daha<br />

çok yabancı birine yol tarif ettikleri (3.87, 3.72),<br />

sonradan gelen yabancı biri için asansörü beklettikleri<br />

<strong>ve</strong> kapıyı açtıkları (3.69, 3.50), trafikte aynı<br />

istikamette giden birinin kendilerinden daha önce<br />

72 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

gitmesine izin <strong>ve</strong>rdikleri (3.59, 3.25), kendilerinden<br />

yardım bekleyen / isteyen birine para <strong>ve</strong>rdikleri<br />

(3.56, 3.45), yabancı birine kitap, paket vb. gibi<br />

ağır yük taşımada yardım ettikleri (3.36, 3.31), tezgahtarın<br />

eksik hesap çıkarması durumunda uyardıkları<br />

(3.33, 3.03), bir hayır kurumuna mal ya da<br />

giysi yardımında bulundukları (3.11, 2.79), çok iyi<br />

tanımadıkları komşularının kendilerinden istediği<br />

değerli eşyaları onlara ödünç <strong>ve</strong>rdikleri (2.44,<br />

2.17) <strong>ve</strong> kendilerine sorulmadan önce komşularının<br />

evcil hayvanına herhangi bir ücret almaksızın<br />

gönüllü olarak baktıkları (2.00, 1.82) saptanmıştır<br />

(Tablo 2).<br />

Tablo 2. Öğretmenlerin kan bağışında bulunma durumuna göre fedakârlık tutumlarına ilişkin<br />

t testi sonuçları<br />

Fedakârlık Ölçeği Kan bağışlama durumu<br />

Kan bağışlayan<br />

Kan<br />

bağışlamayan<br />

x ± S x ± S<br />

Yabancı birine yol tarif ettim 3.87±.85 3.72±.81 1.13<br />

Bir hayır kurumuna para <strong>ve</strong>rdim 3.15±1.08 3.15±1.03 .00<br />

Benden yardım bekleyen / isteyen birine para <strong>ve</strong>rdim 3.56±.90 3.45±.90 .74<br />

Bir hayır kurumuna mal ya da giysi yardımında bulundum 3.11±.1.23 2.79±1.18 1.71<br />

Hayır için gönüllü bir iş yaptım 2.28±1.14 2.95±1.10 1.88<br />

Yabancı birine kitap, paket vb. gibi ağır yük taşımada<br />

yardım ettim<br />

Sonradan gelen yabancı biri için asansörü beklettim,<br />

kapıyı açtım<br />

Tezgahtarın eksik hesap çıkarması durumunda onu<br />

uyardım<br />

Trafikte aynı istikamette giden birinin benden önce<br />

gitmesine müsaade ettim<br />

Çok iyi tanımadığım komşumun benden istediği değerli<br />

eşyaları ona ödünç <strong>ve</strong>rdim<br />

Bana sorulmadan önce komşumun evcil hayvanına<br />

herhangi bir ücret almaksızın gönüllü olarak baktım<br />

Yaşlı ya da engelli bireye karşıdan karşıya geçerken<br />

yardım ettim<br />

p < .05<br />

3.36±1.00 3.31±1.13 .28<br />

3.69±1.07 3.50±1.15 1.03<br />

3.33±1.21 3.03±1.20 1.54<br />

3.59±1.05 3.25±1.18 1.87<br />

2.44±1.34 2.17±1.31 1.28<br />

2.00±1.37 1.82±1.22 .91<br />

3.67±.96 3.22±1.15 2.65*<br />

t


Diğer taraftan kan bağışlamayan öğretmenlerin<br />

(2.95), kan bağışlayanlara göre (2.28) daha fazla<br />

oranda hayır için gönüllü bir iş yaptıkları; kan bağışlayan<br />

<strong>ve</strong> bağışlamayan öğretmenlerin ise aynı<br />

oranda (3.15) bir hayır kurumuna para <strong>ve</strong>rdikleri<br />

anlaşılmaktadır. Ayrıca kan bağışlayan öğretmenlerin<br />

(3.67) kan bağışlamayanlara (3.22) göre yaşlı<br />

ya da engelli bireye karşıdan karşıya geçerken<br />

daha fazla yardım ettiklerine ilişkin değerlendirmeleri<br />

p< .05 istatistik düzeyinde anlamlı bulunmuştur.<br />

Ayrıca kan bağışlayan <strong>ve</strong> bağışlamayan<br />

öğretmenlerin genel olarak fedakârlık tutumlarının<br />

olumlu olması dikkati çeken önemli bir bulgudur<br />

(Tablo 2).<br />

3.3. Seçilen Değişkenlerin Fedakârlık<br />

Tutumları Üzerindeki Önemlilik Sırası<br />

Bu bölümde, seçilen bazı sosyo-demografik<br />

belirleyiciler (cinsiyet, yaş <strong>ve</strong> kan bağışlama duru-<br />

bağışına ilişkin bilgi düzeyi üzerinde toplumsal<br />

cinsiyet, yaş <strong>ve</strong> eğitimin önemli olmadığı bulunmuştur.<br />

Ayrıca kan bağışlamamanın nedeni olarak<br />

Hindistan’da araştırmaya katılan <strong>ve</strong> yaşları 30-<br />

39 yaş arasında değişen bireylerin kan bağışına<br />

ilişkin bilgi düzeyinin <strong>ve</strong> gönüllü kan bağışlamaya<br />

yönelik toplumdaki kampanyaların yetersiz olması<br />

gösterilmiştir.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

mu) ile genel olarak fedakârlık tutumları arasında-<br />

ki ilişki çoklu regresyon analizi ile hesaplanmıştır<br />

(Tablo 3).<br />

Standardize edilmiş regresyon katsayısına (β)<br />

göre yordayıcı değişkenlerin (cinsiyet, yaş <strong>ve</strong> kan<br />

bağışlama durumu) öğretmenlerin fedakârlık tutumları<br />

üzerinde sırası ile; kan bağışında bulunma<br />

durumu, yaş <strong>ve</strong> cinsiyet olarak önemli etkilerinin<br />

olduğu belirlenmiştir. Regresyon katsayılarının anlamlılığı<br />

incelendiğinde ise, kan bağışlama durumunun<br />

<strong>ve</strong> yaşın öğretmenlerin fedakârlık tutumları<br />

üzerinde anlamlı bir yordayıcı olduğu görülmektedir<br />

(p< .05, Tablo 3).<br />

Shenga <strong>ve</strong> arkadaşlarının (2008: 59)<br />

Hindistan’da “kan bağışlamaya ilişkin davranış<br />

bozuklukları” konusunda gönüllü olarak kan bağışlama<br />

<strong>ve</strong> kan bağışlamamanın nedenlerini tespit<br />

etmek üzere yapmış oldukları araştırmada kan<br />

Tablo 3. Fedakârlık tutumlarının yordanmasına ilişkin Çoklu Regresyon Analizi sonuçları<br />

Yordayıcı Değişkenler B Standart HataB Β T P İkili r Kısmi r<br />

Sabit 48.839 3.688 - 13.242 .000 - -<br />

Cinsiyet -.401 1.239 -.025 -.323 .747 -.041 -.025<br />

Yaş -2.570 1.323 -.147 -1.942 .040 -.123 -.147<br />

Kan bağışlama durumu -2.937 1.293 -.174 -2.272 .024 -.163 -.171<br />

R = .218 R² = .047 F (3-172) = 2.859 p = .039* * p< . 05<br />

4. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />

Araştırma sonucunda öğretmenlerin fedakârlık<br />

tutumları üzerinde sırasıyla kan bağışında bulunma<br />

durumunun <strong>ve</strong> yaşın etkili olduğu, cinsiyetin<br />

önemli bir belirleyici olmadığı sonucuna varılmıştır.<br />

Ayrıca hem kan bağışında bulunan hem de kan<br />

bağışında bulunmayan öğretmenlerin genel olarak<br />

73


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

fedakârlık tutumlarının olumlu olması dikkati çeken<br />

önemli bir bulgudur.<br />

Bu bulgulardan hareketle öğretmenlerin fedakârlık<br />

yapmaya ilişkin olumlu tutumlarda <strong>ve</strong> değerlendirmelerde<br />

bulunmaları, yetiştirdikleri genç<br />

nesilleri etkileme potansiyellerine sahip olmaları<br />

nedeni ile büyük önem taşımaktadır.<br />

Bireyleri kan bağışına teşvik ederek bu davranışı,<br />

bir fedakârlık örneği olarak algılamalarını<br />

sağlamanın yolu, hiç kuşkusuz ki toplumun eğitimi<br />

<strong>ve</strong> bu eğitimin ilköğretim çağından itibaren başlaması<br />

ile mümkündür (Yıldız vd. 2006). Wiwanitkit<br />

Tayland’da kırsal alanda yaşayan <strong>ve</strong> yaşları 11-60<br />

arasında değişen bireyler üzerinde kan bağışlama<br />

tutumlarını açıklamaya yönelik olarak araştırma<br />

yapmıştır. Araştırma sonuçları kan bağışlama<br />

tutumları üzerinde özellikle okul sistemine bağlı<br />

olarak eğitimin önemli olduğunu ortaya koymuştur<br />

(Wiwanitkit, 2000: 611).<br />

Diğer taraftan özellikle kan bağışlama konusunda<br />

çalışan sosyal psikologlar, gönüllü olarak<br />

kan <strong>ve</strong>rmek isteyenlerde fedakârlık / yardımse<strong>ve</strong>rlik<br />

kimliğini açıklamak üzere çeşitli modellere<br />

başvurmaktadırlar. Piliavin <strong>ve</strong> Callero (1991: 448)<br />

“Kan <strong>ve</strong>rme: Fedakârlık kimliğinin gelişimi” adlı<br />

kitabında fedakârlığın gelişimine ilişkin modellerin<br />

kapsamlı analizini açıklamıştır. Bu modeller<br />

Becker’ın Uyum Modelini, Muhalif / Zıt Süreç Teorisini,<br />

Özellik / Öz-Algılama Çerçe<strong>ve</strong>sini, Kimlik Teorisini<br />

<strong>ve</strong> Nedenli Eylem Teorisini kapsamaktadır.<br />

Yapılan araştırma sonucunda bu teorilerden farklı<br />

kayda değer bir bulgu olarak bireylerin kan bağışlamaya<br />

ilişkin fedakâr davranışlar sergilemelerinde<br />

eğitimcilerin / öğretmenlerin büyük rolü olduğu<br />

sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca Schwartz (1993) da<br />

ev <strong>ve</strong> okul alanlarındaki sosyalizasyon süreçleri ile<br />

fedakârlığın arttığını saptamıştır. Örneğin başkalarının<br />

sıkıntılarını paylaşan çocuklara, aileleri de<br />

74 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

fedakâr davranışlar sergileyerek <strong>ve</strong> belirli kurallar<br />

uygulayarak onların fedakâr davranışlar yapmalarını<br />

artırabilirler. İşbirliğine dayalı öğrenme, oyun<br />

alanları, farklı yaş grupları ile bir arada vakit geçirme,<br />

drama çalışmaları, arkadaşlık Schwartz’ın<br />

(1993) okul alanlarında fedakârlığın artırılmasını<br />

sağlayan sosyalizasyon süreçleri olarak önerdiği<br />

önemli seçeneklerdir. Ayrıca şiddetten uzak, huzurlu<br />

bir yaşam da fedakar yaşam <strong>ve</strong> fedakâr kişilik<br />

özelliklerini artırmaktadır. Bunun yanı sıra özellikle<br />

okul alanlarında sadece kan bağışına yönelik değil<br />

bir yaşam felsefesi olarak fedakâr yaşam biçimi <strong>ve</strong><br />

başkalarına iyilik yapma okul temelli toplumsal hizmeti<br />

öğrenme <strong>ve</strong> yurttaşlık eğitimi yoluyla da başarılabilmektedir.<br />

Bu nedenle tüm okullar öğrenciler<br />

arasında fedakâr kişilik özelliklerini desteklemek<br />

amacıyla toplumsal hizmeti öğrenme projelerine<br />

ders programlarında yer ayırmalıdırlar. Hatta bazı<br />

projeler okul müfredatıyla bütünleştirilmeli <strong>ve</strong> okul<br />

temelli olarak seçilen “kardeş okul/lar”la birlikte<br />

yürütülmelidir. Böyle projelerin sadece içinde bulundukları<br />

topluma değil aynı zamanda fedakâr yaşam<br />

biçimi ile arzulanan “iyilik yapma” felsefesinin<br />

hem okullara hem de yarının yardımse<strong>ve</strong>r gençlerine<br />

yararı olacağı açıktır (Wells-Anita <strong>ve</strong> Christenberry,<br />

2002: 11). Nitekim bu tür gönüllülük esasına<br />

dayalı olarak yapılan hizmet öğrenme projeleri ile<br />

öğrenciler, yaşamlarının geri kalanında da pek çok<br />

erdemli davranışları gönüllü olarak <strong>ve</strong> fedakârca<br />

yapacaklardır. Ayrıca pek çok yazar bu türden projelerin<br />

akademik başarıyı, bir grubun üyesi olmayı,<br />

sosyal gelişmeyi, toplumsal katılımı <strong>ve</strong> yardımse<strong>ve</strong>rliği<br />

artırdığını belirtmektedir (Ediger, 1993; Kiner,<br />

1993; Kraus, 1993). Diğer taraftan bu projelerde<br />

özellikle davranış <strong>ve</strong> akademik problemi olan<br />

öğrencilerin yer almasının onların öğretmenleri ile<br />

ilişki <strong>ve</strong> etkileşimlerini artırdığı <strong>ve</strong> okula karşı olumlu<br />

tutum geliştirerek disiplin suçlarının da azalmasına<br />

katkıda bulunduğu saptanmıştır (McKeon <strong>ve</strong><br />

Rosenberg, 1998). Bu nedenle özellikle ilköğre


timden başlayarak lise <strong>ve</strong> hatta üni<strong>ve</strong>rsite düzeyindeki<br />

eğitim kurumlarında gençlerin “toplum içinde<br />

öğrenme”lerine dayalı olarak sosyal <strong>ve</strong> toplumsal<br />

sonuçların gözlenmesine olanak sağlayan projeler<br />

geliştirilerek gençlere bir yurttaş olmanın sorumlulukları,<br />

etik, bireysel <strong>ve</strong> sosyal gelişmenin temelleri<br />

kazandırılmalıdır. Böylece gençler toplum içinde<br />

kendilerini değerli, etkili, yeterli <strong>ve</strong> yetişkinliğe geçiş<br />

için hazır hissederek, başkalarının yaşamlarına<br />

da duyarlı davranarak gelecekte “fedakâr yaşam<br />

biçimi”ni benimseyen nesiller yetiştireceklerdir<br />

(Wells-Anita <strong>ve</strong> Christenberry, 2002).<br />

Bu bağlamda “Toplumda Kan Bağışı Bilincinin<br />

Oluşturulması”nda öğretmenlere kanaat önderleri<br />

olarak büyük görevler düşmektedir. Bu nedenle<br />

yerel yönetimler işbirliği ile bu konuda öğretmenlere<br />

yönelik seminerler düzenlenmesi <strong>ve</strong> projeler geliştirilmesi<br />

gerekmektedir. Örneğin yakın zamanda<br />

KAYNAKLAR<br />

AJZEN Icek, Attitudes, Personality and Behaviour,<br />

Open Uni<strong>ve</strong>rsity Press, Bilmoor 1988.<br />

ALESSANDRINI M, “Community Volunteerism and Blood<br />

Donation: Altruism as a Lifestyle Choice”,<br />

Transfusion Medicine Reviews, Volume 21,<br />

Issue 4, 307-316, 2007.<br />

Dünya <strong>ve</strong> Türkiye’de kan bağışı, http://www.kan<strong>ve</strong>r.org,<br />

26.05.2008 (Son Erişim: 04.04.2009)<br />

World Health Organization, Methodological guidelines<br />

for socio-cultural studies on issues related to<br />

blood donation, Program on Essential Drugs and<br />

Technology (HSE), Division of Health System<br />

and Services De<strong>ve</strong>lopment (HSP), Pan American<br />

Health Organization, 2000.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Gaziantep’in Nizip Halk Eğitim Merkezi’nde “Toplumda<br />

Kan Bağışı Bilincinin Oluşturulması Projesi”<br />

ile Gaziantep <strong>ve</strong> ilçelerinde resmi <strong>ve</strong> özel okul <strong>ve</strong><br />

kurumlarda görevli yönetici, öğretmen, öğrenci <strong>ve</strong><br />

öğrenci <strong>ve</strong>lilerinin kan bağışı konusunda bilinçlendirilmeleri,<br />

bu bilincin geliştirilerek daha duyarlı bir<br />

toplum oluşturulması düşüncesiyle, öğretmenlere<br />

kan bağışının önemi <strong>ve</strong> toplumda kan bağışçısı<br />

sayısının arttırılmasının nasıl sağlanacağı konusunda<br />

bilgiler <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Ayrıca bu hizmetlerin, kan bağışını teşvik etmeye<br />

yönelik kampanyaların yanı sıra ilkokuldan başlayarak<br />

kan bağışının anlam <strong>ve</strong> kapsamına yönelik<br />

olarak “Sağlık Eğitimi” adı altında derslerde de ele<br />

alınması gerekmektedir. Kitle iletişim araçları ile<br />

özellikle “gönüllü kan bağışlama”yı teşvik etmeye<br />

yönelik reklamlara <strong>ve</strong> programlara da yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

BAR-TAL D, “Altruistic Motivation to Help: Definition, Utility<br />

and Operationalization”, Humboldt Journal<br />

of Social Relations, Volume: 13, 3-14, 1986.<br />

BATSON C.D., B.D. DUNCAN, P. ACKERMAN, T.<br />

BUCKLEY & K. BIRCH, “Is Empathic Emotion a<br />

Source of Altruistic Motivation?” J Pers Soc Psychol,<br />

Volume: 40, 290-302, 1981.<br />

CONDIE, L.J., W.K WARNER & D.C. GILLMAN, “Getting<br />

Blood from Collecti<strong>ve</strong> Turnips: Volunteer Donation<br />

in Mass Blood Dri<strong>ve</strong>s”, Journal of Applied<br />

Psychology, Volume: 61, 290-294, 1976.<br />

EDIGER M, “Community Service Promotes Student<br />

Awareness”, School in the Middle, Volume: 3,<br />

24-26, 1993.<br />

75


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

EISENBERG N, Altruistic Emotion, Cognition, and<br />

Behavior, NJ: Lawrence Erlbaum Associates,<br />

Hillsdale 1986.<br />

FERNANDEZ-MONTOYA A., A. LOPEZ-BERRIO & J.D.<br />

LUNA DEL CASTILLO, “How Some Attitudes,<br />

Beliefs and Motivations of Spanish Blood Donors<br />

Evol<strong>ve</strong> O<strong>ve</strong>r Time”, Vox Sanguinis, Volume: 74;<br />

140-147, 1997.<br />

FISHBEIN M. & I. AJZEN, “Attitudes toward Object as<br />

Predictors of Single and Multiple Criteria”, Psychol.<br />

Rev., Volume: 81, 59-74, 1974.<br />

GARRISON F, An Introductıon to The History of<br />

Medicine, Sounders, WB Co (4th ed.) London,<br />

1966.<br />

GILLESPIE T.W. & C.D. HILLYER, “Blood Donors and<br />

Factors Impacting the Blood Donation Decision”,<br />

Transfus Med., Volume: 16, 115-30, 2002.<br />

HEALY K. “Embedded Altruism: Blood Collection Regimes<br />

and the European Union’s Donor Population”,<br />

Am J Sociol, Volume: 105, Issue: 16, 33-57,<br />

2000.<br />

HINDE R.A. & J. GROEBEL, Cooperation and Prosocial<br />

Behaviour, Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press,<br />

Cambridge, England 1991.<br />

http://www.kan<strong>ve</strong>r.org/sayfa.php?t=157 Dünya <strong>ve</strong> Türkiye’de<br />

Kan Bağışı, Erişim Tarihi: 09.04.2009.<br />

http://www.gata.edu.tr, Kan Bağışçısı Çeşitleri, Erişim<br />

Tarihi: 08.04.2009.<br />

KINER R.W, “Community Service: A Middle School Success<br />

Story”, The Clearing House, Volume: 66,<br />

139-140, 1993.<br />

KRAUS D, ” Building Student Activity Program”, School<br />

in the Middle, Volume: 3, 17-20, 1993.<br />

MACAULAY J.R, & L. BERKOWITZ, Altruism and<br />

Helping Behavior. Academic Press New York<br />

1993.<br />

76 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

MCCLURG A.A, An exploratory study into the role of<br />

altruism in planning the control of West nile virus.<br />

MS. Thesis, Uni<strong>ve</strong>rsity of Waterloo, Master<br />

of Environmental Studies in Planning, Ontario,<br />

Canada, pp. 1-158, 2009.<br />

MCKEON L.M. & S. ROSENBERG, “Rebels with A Cause”,<br />

Momentum, Volume, 29, 66-68, 1998.<br />

PENNINGS G, “Demanding Pure Moti<strong>ve</strong>s for Donation:<br />

The Moral Acceptability of Blood Donations by<br />

Haemochromatosis Patients”, J Med Ethics,<br />

Volume; 31, 69-72, 2005.<br />

PILIAVIN J.A, “Why Do They Gi<strong>ve</strong> The Gift of Life? A<br />

Review of Research on Blood Donors Since<br />

1977”, Transfusion, Volume: 30, Issue: 5, 444-<br />

59, 1990.<br />

PILIAVIN J.A & P.L. CALLERO, Giving Blood: The De<strong>ve</strong>lopment<br />

of an Altruistic Identity, Johns Hopkins<br />

Uni<strong>ve</strong>rsity Press, Baltimore, 1991.<br />

RUSHTON J.P, Altruism, Socialization and Society.<br />

NJ: Prentice-Hall, Englewood Cliffs 1980.<br />

RUSHTON J.P., R.D. CHRISJOHN, G.C. FEKKEN,<br />

“The Altruistic Personality and The Self-Report<br />

Altruism Scale”, Personality & Individual Difference,<br />

Volume 21, Issue: 2, 293-302, 1981.<br />

SEVERY L.J, “Comments and Rejoinders”, Journal of<br />

Social Issues, Volume: 30, 189-98, 1974.<br />

SHENGA M., R. PAL, & S. SENGUPTA, “Behavior Disparities<br />

towards Blood Donation in Sikkim, India”,<br />

Asian J Trans Sci, Volume: 2, Issue: 2, 56-60,<br />

2008.<br />

SCHWARTZ B, “Why Altruism is Impossible…and<br />

Ubiquitous”, Social Service Review, Volume:<br />

67, 314-343, 1993.<br />

STEELE R.W., G.B. SCHREIBER, A. GUILTINAN, C.<br />

NASS, S.A. GLYNN, D.J. WRIGHT, D. KESS-<br />

LER, K.S. SCHLUMPF, Y. TU, J. W. SMITH &<br />

G. GARRATY, “The Role of Altruistic Behavior,


Empathetic Concern, and Social Responsibility<br />

Motivation in Blood Donation Behavior”, Transfusion,<br />

Volume: 48, 43-54, 2008.<br />

SOBER E. & D.S. WILSON, Unto Others: The Evolution<br />

and Psychology of Unselfish Behavior.<br />

Harvard Uni<strong>ve</strong>rsity, London 1998.<br />

SOLAZ N, Ülkemiz Ulusal Kan Politikası <strong>ve</strong> Donör<br />

Kazanım Stratejisi. Kan Bankacılığı <strong>ve</strong> Transfüzyon<br />

Kurs Kitabı, Şan Ofset, İstanbul 2004.<br />

STAUB E, “Altruistic and Moral Motivations for Helping<br />

and Their Translation into Action”, Psychological<br />

Inquiry, 2(2), 150-153, 1991.<br />

ÜLMAN Y, Tıbbi Etik Açısından Kan <strong>ve</strong> Kan Ürünlerinin<br />

Transfüzyonu. Ulusal Kan Merkezleri <strong>ve</strong><br />

Transfüzyon Kurs Kitabı. F Özcan Matbaacılık,<br />

İstanbul 2000.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

WELLS-ANITA G. & N. CHRISTENBERRY, De<strong>ve</strong>lo-<br />

ping altruistic behavior and motivation to donate<br />

blood: A role for educator and service learning<br />

project. Annual Meeting of The Mid-South Educational<br />

Research Association, Chattanoga, No<strong>ve</strong>mber<br />

6-8, 2002.<br />

WIWANITKIT V, “A Study on Attitudes towards Blood<br />

Donation among People in A Rural District, Thailand”.<br />

Southeast Asian J Trop Med Public Health,<br />

Volume: 31, Issue: 3, 609-611, 2000.<br />

YILDIZ Ç. G. EMEKDAŞ, A. KANIK, N. TİFTİK, N. SO-<br />

LAZ, G. ASLAN, S. TEZCAN, M.S. SERİN, S.<br />

ERDEN, İ. HELVACI <strong>ve</strong> F. OTAĞ, “Neden Kan<br />

Bağışlamıyoruz? Mersin İlinde Yaşayanlarda<br />

Kan Bağışına <strong>Genel</strong> <strong>Bakış</strong>: Anket Çalışması”,<br />

İnfeksiyon Dergisi (Turkish Journal of Infection),<br />

Cilt: 20, Sayı:1, 41-55, 2006.<br />

77


Evsizler <strong>ve</strong> Toplum Sağlığı<br />

• Öğr. Gör. Nesrin İLHAN*<br />

• Yard. Doç. Dr. Ayşe ERGÜN**<br />

Öz<br />

Evsizlik, tüm dünya ülkelerinde önemli toplum<br />

sağlığı sorunlarından biridir. Son yıllarda ekonomik,<br />

sosyal <strong>ve</strong> politik faktörlerin etkisiyle, evsiz kadın,<br />

erkek <strong>ve</strong> çocukların sayısı önemli ölçüde artmıştır.<br />

Evsizlik, sağlık risklerine <strong>ve</strong> problemlerine sebep<br />

olmaktadır. Evsiz erkek, kadın <strong>ve</strong> çocuklar, evi olanlara<br />

göre daha fazla sağlık problemleri yaşamakta <strong>ve</strong><br />

sağlık bakımı almada birçok engelle karşılaşmaktadırlar.<br />

Bu makalede, toplum içinde önemli bir risk grubu<br />

olan evsiz insanlar, sağlık riskleri, evsizlere yönelik<br />

toplum sağlığı hizmetleri <strong>ve</strong> sağlığı koruma düzeyleri<br />

doğrultusunda toplum sağlığı hemşiresinin sorumlulukları<br />

tartışılmaktadır.<br />

Anahtar Kelimeler: Evsizlik, Evsizler, Toplum<br />

Sağlığı.<br />

________________________<br />

Abstract<br />

(*) Haliç Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Hemşirelik Yüksekokulu, İstanbul.<br />

(**) Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Halk Sağlığı Hemşireliği AD..İstanbul<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Homeless People and Community Health<br />

Homelessness is one of the important public<br />

health problems in world countries today. The<br />

number of homeless men, women and children has<br />

been increased in alarming rate with economic, social<br />

and political factors in recent years. Homelessness<br />

causes health risks and problems. Homeless men,<br />

women and children experience more health problems<br />

than people who li<strong>ve</strong> in home and often encounter<br />

multiple barriers when they attempt to obtain health<br />

care.<br />

Homeless people who are one of the major risky<br />

populations in community, their health risks, community<br />

health services for homeless people and responsibilities<br />

of community health nurses in terms of health<br />

pre<strong>ve</strong>ntion le<strong>ve</strong>ls are discussed in this article.<br />

Key Words: Homelessness, Homeless,<br />

Community Health.<br />

79


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Giriş<br />

Geleneksel konutların dışında; sokaklar, terkedilmiş<br />

evler, otobüs durakları, parklar gibi toplumsal<br />

alanlar <strong>ve</strong> konut olarak tasarlanmamış yerlerde<br />

ya da evsiz barınaklarında yaşayanlara evsiz insanlar<br />

denir (Işıkhan, 2006). Evsizler; sabit <strong>ve</strong> düzenli<br />

gece uyuyacak yeri olmayan kişilerdir (Nies,<br />

2001).<br />

Evsizlik dünyanın birçok ülkesi gibi, ülkemiz<br />

içinde önemli bir sorundur. Hızlı nüfus artışı, göç,<br />

çarpık kentleşme, konut sorunu, işsizlik, sosyal<br />

gü<strong>ve</strong>nceden yoksunluk, gelir düşüklüğü, sağlık<br />

hizmetlerinden yeterince yararlanamama, yetersiz<br />

<strong>ve</strong> dengesiz beslenme, madde bağımlılığı gibi nedenlerle<br />

evsiz insanların sayısında ülkemizde <strong>ve</strong><br />

dünyada belirgin bir artış olmuştur(Altun,1997).<br />

Evsiz insanlar, genellikle cadde, metro, tünel, köprü<br />

altı <strong>ve</strong> terkedilmiş binalarda yaşamaktadırlar. Bu<br />

nedenle evsizlerin sayısını tam olarak bilmek zor<br />

olmakla birlikte, Amerika’da 760.000 evsiz olduğu<br />

tahmin edilmektedir (Nies, 2001).<br />

Ülkemizde geleneksel aile yapısı, akraba dayanışması<br />

<strong>ve</strong> yoksullara yardım etmeye yönelik yaklaşımlar<br />

nedeniyle batıda görüldüğü gibi sokaklarda<br />

battaniyesi ile yaşayan çok sayıda yetişkine<br />

rastlanmamaktadır. Kamusal alanlarda yatan <strong>ve</strong><br />

yaşayanların çoğunun zihinsel özürlüler, bağımlılar<br />

<strong>ve</strong> evden kaçan çocuklar olduğu gözlenmekle<br />

beraber, evsizlerle ilgili çalışmaların yetersizliği nedeniyle<br />

resmi kurumlarca açıklanmış bir istatistik<br />

bulunmamaktadır(Erkaslan, 2009). İstanbul Büyük<br />

Şehir Belediyesi <strong>ve</strong>rilerine göre İstanbul’da sokakta<br />

yaşayan yetişkinlerin sayısının ortalama 500-600<br />

olduğu tahmin edilmektedir. İstanbul’da 2006 yılında<br />

kar fırtınası nedeniyle donma tehlikesine karşı,<br />

belediye ekipleri tarafından 4 günde 464 evsizin,<br />

2008 yılında 159 evsizin belirlenerek spor salonlarına<br />

yerleştirildiği bildirilmektedir (http://www.ibb.<br />

80 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=12349/<br />

08.06.2007, www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.<br />

aspx?NewsID=15575/ 25.08.2009). Ankara’da<br />

Behice Eren Çocuk <strong>ve</strong> Gençlik Merkezi 2002-2006<br />

yılları arasında toplam 964 evsize hizmet <strong>ve</strong>rmiş<br />

<strong>ve</strong> bunların %54’ü sokaklara geri dönmüştür<br />

(http://www.ankarashcek.gov.tr/dosya/behiceeren/<br />

<strong>ve</strong>ri.htm/27.08.2009).<br />

Önemli toplum sağlığı sorunlarından biri olan<br />

evsizlik, sağlık risklerini <strong>ve</strong> problemlerini de beraberinde<br />

getirmektedir. Evsiz erkek, kadın <strong>ve</strong> çocuklar,<br />

evi olanlara göre daha fazla sağlık problemleri<br />

yaşamakta <strong>ve</strong> sağlık bakımı almada birçok<br />

engelle karşılaşmaktadırlar. Hava koşullarından<br />

korunmanın zor olduğu <strong>ve</strong> hijyenik olmayan ortamlarda<br />

yaşama, yetersiz <strong>ve</strong> yanlış beslenme, uyku<br />

yetersizliği, madde kullanımı <strong>ve</strong> riskli cinsel ilişkide<br />

bulunma gibi etkenler nedeniyle evsizler ciddi sağlık<br />

problemleri yaşamaktadırlar.<br />

Sokakta yaşayan evsizler genellikle gündüz herhangi<br />

bir tehlike oluşturmazken, geceleri hem kendileri<br />

hem de toplum için tehlike oluşturmaktadırlar.<br />

Bu tehlike zaman zaman hayati risklere bile neden<br />

olabilmektedir. Madde kullanımı çeşitli sağlık sorunları<br />

yaratan en önemli etkenlerdendir. Evsizlerde<br />

madde kullanımı <strong>ve</strong> psikiyatrik bozukluklar genel<br />

popülasyona göre daha fazladır. Ayrıca korunmasız<br />

<strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsiz ortamlarda yaşamak zorunda<br />

olan evsizler büyük oranda şiddet <strong>ve</strong> şiddete bağlı<br />

sakatlık <strong>ve</strong> ölüm riski altındadırlar(Smith,2000).<br />

Evsizler için düzenlenecek toplum sağlığı programları<br />

ile evsizlerin sağlık düzeylerinde yükselme<br />

sağlanacaktır. Toplum sağlığı hemşireleri evsizlere<br />

yönelik çalışmalarda sağlık ekibi içinde önemli rollere<br />

sahiptir.<br />

Bu makalenin amacı, toplum içinde önemli bir<br />

risk grubu olan evsiz insanlar <strong>ve</strong> sağlık risklerine<br />

dikkat çekerek, evsizlere yönelik toplum sağlığı


hizmetleri <strong>ve</strong> sağlığı koruma düzeyleri doğrultusunda<br />

toplum sağlığı hemşiresinin sorumluluklarını<br />

tartışmaktır.<br />

Evsizlik Kavramı<br />

Evsizliğin birçok tanımı bulunmaktadır. Evsizlik<br />

tanımları yaşayacak konuta, özellikle de uyuyacak<br />

yere <strong>ve</strong> aile bağlarının olmamasına odaklanmaktadır.<br />

Evsizler; sabit, düzenli <strong>ve</strong> gece uyuyacak<br />

yeri olmayan kişiler olarak tanımlanmaktadır<br />

(Nies, 2001). Evsizlerin toplumdan uzaklaşmış<br />

olmaları üzerinde duran tanımlar da vardır. Buna<br />

göre evsizlik “uygun yerleşim koşullarının olmayışı<br />

<strong>ve</strong> sosyal marjinalizasyon” olarak nitelendirilmiştir.<br />

Geniş kapsamlı tanımlar, tek kişilik odalı otellerde,<br />

cezaevi <strong>ve</strong>ya madde bağımlılığı kliniklerinde <strong>ve</strong><br />

hastanede kalan bireyler gibi risk altında olan bireyleri<br />

de kapsamaktadır (Türkcan,1996).<br />

Evsizler, evsizlik süresine bağlı olarak üç grupta<br />

incelenmektedir.<br />

1. Epizodik evsizler: Evsiz kalabilme olasılığı<br />

yüksek olan <strong>ve</strong> zaman zaman evsiz kalan kişilerdir.<br />

Yoksulluk sınırının altında yaşarlar <strong>ve</strong> sürekli<br />

olarak evsiz kalma riskiyle karşı karşıyadırlar.<br />

2. Geçici Evsizler: Evsizlik süresi çok uzun<br />

olmayan evsizlerdir. Kendilerini evsizlerden farklı<br />

olarak toplumun bir parçası olarak tanımlarlar.<br />

Anksiyete, depresyon semptomları, alkol, madde<br />

kullanımı görülebilir. Onları caddelerde görebiliriz,<br />

kabul edilmeyen yaşam stilleri vardır. Evlerini, işlerini<br />

<strong>ve</strong> sosyal statülerini tekrar kazanmak için çaba<br />

gösterirler.<br />

3. Kronik Evsizler: Uzun süreden beri evsiz<br />

olan kişilerdir. Caddelerde yaşamayı normal olarak<br />

kabul ederler <strong>ve</strong> açıkça evsiz olarak tanımlanırlar.<br />

Toplumdaki diğer bireylerle iletişimlerinde çok şüphecidirler<br />

(Smith, 2000).<br />

Evsizliğe Neden Olan Faktörler<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Bireylerin kontrolü dışında birçok faktör evsizliğe<br />

neden olmaktadır. Yoksulluk, ucuz konut bulma<br />

zorluğu, iş piyasasındaki değişiklikler, satın<br />

alma gücünün giderek düşmesi, sağlık bakımını<br />

karşılamada eksiklik, sosyal gü<strong>ve</strong>nlikten yoksun<br />

olmak, destekleyici yardım hizmetlerinin fonlarının<br />

ortadan kalkması ya da azaltılması, aile içi şiddet,<br />

zihinsel özürlü hasta sayısının artması, ruhsal<br />

hastalıklar <strong>ve</strong> madde bağımlılığı evsizliğe neden<br />

olan faktörler olarak sayılabilir.<br />

Ciddi hastalık <strong>ve</strong> sakatlıklar evsizliğe neden<br />

olmakta, bunun sonucunda da iş kaybı, bakımı<br />

karşılayamama <strong>ve</strong> ev kirasını ödeyememe gibi sorunlar<br />

ortaya çıkmaktadır. Evlilik sorunları, aile içi<br />

uyumsuzluklar <strong>ve</strong> şiddet evsizlik için diğer önemli<br />

nedenler olarak düşünülmektedir. Aile içi şiddet<br />

nedeniyle, sığınma evleri dışında hiçbir alternatifi<br />

olmayan kadınlar olabildiği gibi, erkeklerde aile içi<br />

şiddet nedeniyle evsiz kalabilmektedir (Nies 2001,<br />

Smith 2000, Türkcan 1996, Işıkhan 2002).<br />

Evden ayrılan gençlerin üçte ikisi ebe<strong>ve</strong>ynleri ile<br />

anlaşmazlıkları nedeniyle evden ayrıldıklarını bildirmişlerdir<br />

(Rosenthal,2006). Evsizlerin çocukluk<br />

hikayelerinde, aileden ayrılma <strong>ve</strong> çeşitli kurumlara<br />

yerleştirme sık olarak belirlenmektedir. Bunlardan<br />

travmatik çocukluk çağı deneyimleri(zorunlu olarak<br />

kurumlarda yaşama, evden kaçma) özellikle<br />

önem taşımaktadır.<br />

Çok sayıda evsiz insanın ruhsal bir hastalığı<br />

vardır. Hastalıkları nedeniyle çalışma becerilerinin<br />

sınırlı oluşu <strong>ve</strong> sürekli işsizlik ile karşılaşmaları<br />

nedeniyle barınma ihtiyaçlarını karşılamada güçlük<br />

yaşamakta <strong>ve</strong> evsiz kalabilmektedirler. Evsiz<br />

insanlarla ilgili bir araştırmada, evsizlerin yarıdan<br />

fazlasında madde bağımlılığı olduğu bildirilmiştir<br />

(Schanzer et al. 2007). Ögel <strong>ve</strong> Yücel’in çalışmasında<br />

evsiz adolesanların % 78’inin madde kullan-<br />

81


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

dığı <strong>ve</strong> % 16,8’inin ruhsal bir rahatsızlığı olduğu<br />

bildirilmiştir. Ailesinde ruhsal bir rahatsızlığı olan<br />

adolesanlarda ruhsal bir rahatsızlık görülme riski<br />

ise, bulunmayanlara göre 4.5 kat fazladır (Ögel,<br />

Yücel, 2005).<br />

Evsiz insanların diğer bir özelliği de sokakta<br />

yaşamayı kendilerinin tercih etmeleridir. Bu kişilerin<br />

büyük bir kısmı bir kuruma girmeyi <strong>ve</strong> kurum<br />

kuralları çerçe<strong>ve</strong>sinde yaşamayı reddetmektedir.<br />

Bu nedenle sosyal hizmetlerden yararlanmamaktadırlar.<br />

Karamustafalıoğlu evsizliğin döngüsel bir<br />

yapısı olduğunu, evsiz kimselerin çoğunluğunun<br />

korunma (barınma) sistemine girişlerinin 2 yılı içinde<br />

sistemi terk ettiklerini belirtmiştir (Karamustafalıoğlu<br />

et al,2007).<br />

Hiçbir faktör tek başına kişilerin <strong>ve</strong> ailelerin evsiz<br />

kalmasında etken değildir. Çok sayıda etken,<br />

hassas kişi <strong>ve</strong> aileler arasında evsizlik olasılığını<br />

arttırmaktadır. Toplum sağlığı profesyonelleri evsizliğe<br />

neden olabilecek faktörleri bilmeli <strong>ve</strong> risk<br />

altındaki kişilere yardımcı olmalıdırlar (Nies 2001,<br />

Smith 2000, Türkcan 1996).<br />

Evsizlerin Sağlık Sorunları<br />

<strong>Genel</strong> nüfusa oranla birçok sağlık sorunu evsizlerde<br />

daha sık görülmektedir. Literatürde evsizlerde<br />

özellikle pnomoni, tüberküloz, AIDS olmak üzere<br />

enfeksiyon hastalıklarının <strong>ve</strong> kronik hastalıkların<br />

(kardiyovasküler, kr.obstrüktif akciğer hastalığı)<br />

görülme oranının gittikçe arttığı belirtilmektedir.<br />

Güneşe uzun süreli maruz kalma, sigara içme <strong>ve</strong><br />

alkol kullanımı gibi bazı kanser risk faktörleri evsizlerde<br />

daha yüksektir. Evsizlerin üçte birinde major<br />

depresyon, % 17’sinde hipertansiyon, % 6’sında<br />

diyabet, % 17’sinde astım <strong>ve</strong> yarısından fazlasında<br />

madde kullanım bozukluğu olduğu <strong>ve</strong> en az %<br />

40’ının kronik bir hastalığının olduğu saptanmıştır<br />

(Schanzer et al. 2007).<br />

82 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Evi olan insanlarla karşılaştırıldığında evsiz-<br />

lerde psikiyatrik bozukluklar daha yüksek oranda<br />

görülmektedir. Evsizlerde psikiyatrik hastalık oranı<br />

%10 ile %19 arasında değişmektedir. Evsizlerde<br />

tahmini alkol kullanım oranı % 40’dır. Yapılan bir<br />

çalışmada evi olan kişilerde madde kullanımı ile<br />

ilgili bozuklukların oranı %5 iken, evsizlerde %21<br />

olarak bulunmuştur (Farrell et al, 2003). Diğer bir<br />

çalışmada evsizlerde üçte bir oranında major depresyon<br />

<strong>ve</strong> yarısından fazlasında madde kullanımı<br />

bildirilmiştir ( Schanzer et al, 2007). Karamustafalıoğlu<br />

<strong>ve</strong> Arkadaşlarının İstanbul'da evsizlerle yaptığı<br />

çalışmada, psikotik bozukluk oranı %40, geçmişteki<br />

psikotik bozukluk oranı %31, alkol kullanım<br />

bozukluğu %29 olarak bulunmuştur. Ayrıca evsizlerin<br />

%34,7’sinin psikiyatri kliniğine yatarak tedavi<br />

öyküsü olduğu belirlenmiştir (Karamustafalıoğlu et<br />

al, 2007).<br />

Evsizlerde psikiyatrik bozukluklar <strong>ve</strong> madde<br />

kullanım bozukluğunun yüksek oranda gözlenmesi<br />

evsizlik durumunun hem nedeni hem de sonucu<br />

olarak değerlendirilebilmektedir. Madde kullanımı<br />

önemli sağlık sorunlarını (karaciğer, sinir sistemi,<br />

<strong>ve</strong> kalp hastalıkları) beraberinde getirmektedir.<br />

Ekonomik üretkenlik kaybı, kazalara yatkınlık <strong>ve</strong><br />

adam öldürme yaygın sonuçlardır. İlaç kullanımı<br />

<strong>ve</strong> intra<strong>ve</strong>nöz uygulamalar; Hepatit, AIDS, sosyal,<br />

yasal <strong>ve</strong> ekonomik problemlere neden olabilmektedir<br />

(Nies, 2001).<br />

Altun’un çalışmasında evsiz ölümlerinin %22’sinin<br />

alkolle ilişkili olduğu saptanmıştır. Evsizlerin<br />

%82’ sinin Ekim <strong>ve</strong> Nisan aylarında öldüğü <strong>ve</strong><br />

İstanbul’daki evsiz ölümlerin çoğunluğunun Beyoğlu<br />

<strong>ve</strong> Aksaray Bölgelerinde olduğu <strong>ve</strong> ölümlerin<br />

çoğunluğunun solunum sistemi enfeksiyonları(%44)<br />

<strong>ve</strong> kalp dolaşım sistemi hastalıkları(%23)<br />

nedeniyle olduğu saptanmıştır(Altun,1997) .


Büyük <strong>ve</strong> arkadaşlarının çalışmasında İstanbul’da<br />

2000-2004 yılları arasındaki evsiz ölümlerinin<br />

üçte birinin pulmoner tüberküloz nedeniyle olduğu,<br />

%39,76’sının ölümünün doğal olmayan nedenlerle<br />

olduğu saptanmıştır (Büyük et al. 2008).<br />

Yapılan bir çalışmada evsizlerin fiziksel sağlık<br />

risklerinin yanı sıra % 79,5’inin yaşamlarında en<br />

az bir kez fiziksel ya da cinsel istismara uğradığı<br />

bildirilmektedir (Christensen et al.2005).<br />

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi <strong>ve</strong>rilerine göre<br />

İstanbul’da sokakta yaşayan yetişkinlerin içerisinde<br />

kadınların oranı yaklaşık % 3’tür. Karamustafalıoğlu<br />

<strong>ve</strong> Arkadaşlarının İstanbul'da evsizlerle<br />

yaptığı çalışmada (Karamustafalıoğlu et.al,2007)<br />

evsizler içinde kadınların oranı %10,2, Altun’ un<br />

çalışmasında (Altun,1997) %2, Büyük <strong>ve</strong> arkadaşlarının<br />

çalışmasında (Büyük et al. 2008) %8,73 olarak<br />

bulunmuştur. Evsiz kadınlar genel sağlık durumunu<br />

sürdürmede sorunlar yaşarlar. Bir çoğunda<br />

kompleks sağlık problemleri vardır. Şiddet, madde<br />

kullanımı <strong>ve</strong> mental hastalıkla ilgili sağlık problemlerini<br />

gizleme eğilimindedirler <strong>ve</strong> bu nedenle sağlık<br />

profesyonellerine daha az başvururlar. <strong>Genel</strong>likle<br />

akut bir sorun nedeniyle acil servislerden yararlanmaktadırlar<br />

(Nies, 2001). Evsiz kadınlarda gebelik<br />

oranı(%10,1), genel popülasyona göre(%7,1)<br />

yüksektir. Üriner sistem enfeksiyonları daha sık<br />

görülmekte <strong>ve</strong> genellikle ihmal edilmektedir. Bir<br />

evi olmaması kadını rahatsız etmekte <strong>ve</strong> önemli<br />

bir stigma duygusu yaşamasına <strong>ve</strong> ruh sağlığı<br />

problemlerine neden olmaktadır. Çoğu şiddet içeren;<br />

anksiyete, panik bozukluk, madde kullanımı,<br />

somatizasyon, yeme bozukluğu, kendi kendini yaralama,<br />

intihar davranışları <strong>ve</strong> diğer riskli davranışlar<br />

sıklıkla görülebilmektedir. Evsiz kadınlarda<br />

mortalite, evi olan kadınlara göre on kat fazladır<br />

(Cheung AM, Hwang SW, 2004).<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Evsizler içinde orta yaşlı erkekler çoğunluğu<br />

oluşturmaktadır. Karamustafalıoğlu <strong>ve</strong> arkadaşları-<br />

nın çalışmasında evsizler içinde erkeklerin(%89,8)<br />

daha fazla olduğu belirlenmiştir (Karamustafalıoğlu<br />

et.al,2007). Altun’un çalışmasında(Altun,1997)<br />

evsizlerin %95’i 31-50 yaşları arası erkektir. Evsiz<br />

erkeklerde, akut fiziksel sağlık problemleri, solunum<br />

sistemi enfeksiyonları, travma <strong>ve</strong> cilt hastalıkları<br />

genel nüfus içindeki erkeklere göre daha<br />

fazladır. Hipertansiyon, gastrointestinal problemler,<br />

eklem hastalıkları, periferal damar hastalıkları,<br />

KOAH, nörolojik bozukluklar <strong>ve</strong> yetersiz ağız bakımı<br />

evsiz erkeklerde yaygındır. Bunlara ila<strong>ve</strong>ten,<br />

HIV, AIDS, Tüberküloz <strong>ve</strong> cinsel yolla bulaşan hastalıklara<br />

da genel nüfusa göre daha yüksek oranda<br />

rastlanmaktadır. İlaç <strong>ve</strong> alkol bağımlılığı yaygın<br />

sağlık problemleridir. Ciddi ruhsal hastalıklara <strong>ve</strong><br />

kişilik bozukluklarına genel popülasyona göre evsizlerde<br />

daha çok rastlanmaktadır (Nies, 2001).<br />

Evsizler içinde çocuklar en önemli risk grubunu<br />

oluşturmaktadır. Çocukları sokağa iten başlıca<br />

sebepler; göç <strong>ve</strong> buna bağlı çarpık <strong>ve</strong> sağlıksız<br />

yerleşme, yoksulluk, kontrolsüz nüfus artışı, ailenin<br />

eğitimsizliği, parçalanmış aile, sokakta zorla<br />

çalıştırılma, aile içi şiddet <strong>ve</strong> geçimsizlik, fizikselduygusal-cinsel-ekonomik<br />

istismar, sevgisizlik,<br />

ilgisizlik, çocuk haklarının yeterince hayata geçirilememiş<br />

olması, gelir dağılımındaki adaletsizlik<br />

olarak sayılabilir.<br />

Emniyet <strong>Genel</strong> Müdürlüğü kayıtlarına göre;<br />

2002 yılında Emniyete getirilen, 95 bin 732 çocuğun<br />

%35’nin; sigara, alkol, çözücü, yapıştırıcı,<br />

uyuşturucu <strong>ve</strong> hap kullandığı, bu çocukların büyük<br />

çoğunluğunun suç örgütlerince kullanıldığı, bu sayının<br />

giderek arttığı gösterilmiştir.<br />

Sokakta yaşayan/çalışan çocukları sıklıkla şiddet<br />

(arkadaşları <strong>ve</strong>ya başkaları tarafından uygulanan),<br />

madde bağımlılığı (tiner, bali, esrar, hap,<br />

83


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

alkol, sigara <strong>ve</strong> diğer uyuşturucular), suça karıştırılma<br />

(hırsızlık, adam yaralama <strong>ve</strong> suç örgütlerine<br />

katılmaya zorlanma) cinsel istismar <strong>ve</strong> ticari cinsel<br />

sömürü aracı olarak kullanılma (taciz, tecavüz, fuhuşa<br />

sürüklenme), çeşitli sağlık sorunları (madde<br />

kullanımı <strong>ve</strong> olumsuz yaşam koşullarından kaynaklanan<br />

fiziksel <strong>ve</strong> ruhsal sorunları) beklemektedir.<br />

(http://www.shcek.gov.tr/hizmetler/Sokakta_Yasayan_Calisan_Cocuklar/rapor1.htm/27.04.2007).<br />

Wright, Rubin <strong>ve</strong> Devine evsiz çocuk sendromunu<br />

tanımlamışlardır. Bu sendrom, yoksullukla<br />

ilgili sağlık problemlerini, gecikmiş bağışıklama,<br />

tedavi olamama, akut <strong>ve</strong> kronik hastalıkların tedavi<br />

edilememesi, tanılanmamış hastalıklar, okul<br />

problemleri, davranışsal <strong>ve</strong> psikolojik sorunlar, istismar<br />

<strong>ve</strong> ihmali kapsar. Yoksul çocuklara göre evsiz<br />

çocuklarda bu sendrom, daha yaygındır (Nies,<br />

2001).<br />

Evsiz adölesanlarda cinsel yolla bulaşan hastalıklar,<br />

fiziksel <strong>ve</strong> cinsel istismar, cilt hastalıkları,<br />

anemi, ilaç <strong>ve</strong> alkol bağımlılığı, istenmeyen yaralanmalar,<br />

depresyon, intihar, hamilelik, fuhuş<br />

<strong>ve</strong> eşcinsel ilişkiler daha yaygındır. Hamile evsiz<br />

adölesanlar da ciddi ruh sağlığı problemleri, hamile<br />

olmayan evsiz adölesanlara göre daha fazladır.<br />

Bu nedenle hamilelikleri genellikle kötü bir şekilde<br />

sonuçlanmaktadır (Nies, 2001).<br />

Ögel <strong>ve</strong> Yücel’in çalışmasında sokakta yaşayan<br />

adolesanların dörtte birinin, bedensel bir rahatsızlığı<br />

olduğu bildirilmiştir. Bedensel rahatsızlık<br />

görülme riski kızlarda <strong>ve</strong> sokakta 4 yıl <strong>ve</strong> daha<br />

uzun süredir yaşayanlarda 3 kat civarında daha<br />

yüksektir. Para karşılığı cinsel ilişkide bulunanların<br />

%42.9’u bedensel bir rahatsızlık bildirirken, bulunmayanlarda<br />

bu oran %22.6’dır. Sokakta yaşayan<br />

adölesanların %16.8’i ruhsal bir rahatsızlığı olduğunu<br />

bildirmiştir (Ögel, Yücel, 2005).<br />

84 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Evsizlere Yönelik Toplum Sağlığı Hizmetleri<br />

Evsiz insanlara yönelik yapılan çalışmalar<br />

incelendiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nde, evsiz<br />

erkek, kadın <strong>ve</strong> çocuklar için barınak olanakları<br />

sağlamaya <strong>ve</strong> yiyecek vb. ihtiyaçlarını karşılamaya<br />

yönelik programlar yürütüldüğü görülmektedir.<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitelerin hemşirelik okulları pek çok eyalette<br />

sağlık bakım klinikleri açarak evsiz insanlara yönelik<br />

çeşitli sağlık programları yapmaktadır. Kiliselerin<br />

evsizlere yönelik çeşitli yardım programları<br />

bulunmaktadır.<br />

Ayrıca Amerika Birleşik Devletlerinde, evsizlerin<br />

fiziksel, psikiyatrik <strong>ve</strong> sosyal ihtiyaçlarını karşılamak<br />

üzere, devlet tarafından finanse edilen programlar<br />

(Health Care For The Homeless (HCH)<br />

Program), başarılı bir şekilde yürütülmektedir.<br />

HCH sağlık merkezleri, evsiz sığınakları, aşevleri,<br />

mobil sağlık hizmetleri <strong>ve</strong> cadde ilk adım istasyonlarında<br />

evsizlere hizmet <strong>ve</strong>rmektedir. (Smith,<br />

2000, www.nationalhomeless.org/health/hchprogram.html/<br />

1.01.2009).<br />

Ülkemizde evsiz kadın <strong>ve</strong> çocukları korumaya<br />

yönelik bazı çalışmalar olmakla birlikte evsizlerin<br />

büyük bölümünü oluşturan erkekler için hizmetler<br />

oldukça sınırlıdır. Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong> Çocuk Esirgeme<br />

Kurumu’na bağlı Çocuk <strong>ve</strong> Gençlik Merkezleri<br />

evsiz çocukların rehabilitasyonunu sağlayarak<br />

aile yanına dönmelerini destekleyici çalışmalar yürütmektedir.<br />

Evsiz kadınlar için Sosyal Hizmetler <strong>ve</strong><br />

Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı dokuz kadın sığınma<br />

evi vardır (www.istanbul.gov.tr/ 8.06.2007).<br />

Beyoğlu Kaymakamlığına bağlı Beyoğlu Kaymakamlığı<br />

Evsizler Evi İstanbul’da evsiz insanlara hizmet<br />

<strong>ve</strong>rmektedir (www.beyoglu.gov.tr/ 8.06.2007).<br />

Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze<br />

Müdürlüğü’nün “Yenikapı Evsizler Hanı” Projesi<br />

kapsamında çalışmaları devam etmektedir. İstanbul<br />

Afet Koordinasyon Merkezi(AKOM), soğuk


hava şartlarında evsizlerin dışarıda kalmalarını <strong>ve</strong><br />

donarak ölmelerini önlemek için geçici olarak spor<br />

salonu vb. yerlerde barınmalarını sağlamakta <strong>ve</strong><br />

bu dönem içinde ihtiyaçlarını karşılamaktadır.<br />

Evsizlik çok boyutlu toplumsal bir sorundur <strong>ve</strong><br />

neden olan faktörlerle birlikte, beraberinde gelişen<br />

sorunların çözülebilmesi için sektörler arası<br />

işbirliğini zorunlu kılar. Bu nedenle sağlık sektörü<br />

yanında özellikle yerel yönetimler <strong>ve</strong> sivil toplum<br />

kuruluşlarının birlikte çalışmasını gerektirir. Kompleks<br />

sorunlar sonucu oluşması <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya evsizlik<br />

sonucunda gelişen sorunların büyüklüğü geniş<br />

kapsamlı sağlık programlarını <strong>ve</strong> ekip yaklaşımını<br />

gerektirmektedir.<br />

Ülkemizde evsizlik sorununa kalıcı bir çözüm<br />

için yerel yönetimlerin, Sağlık Bakanlığı, SHÇEK,<br />

Milli Eğitim Bakanlığı, Emniyet Amirliğinin işbirliği<br />

içinde çalışması <strong>ve</strong> bütün kurumların hizmetlerini<br />

koordine eden bir merkezin olması gerekmektedir.<br />

Yerel yönetimler kendi bölgelerindeki evsizleri<br />

belirlemeli <strong>ve</strong> evsizlerin sağlık <strong>ve</strong> barınma gibi ihtiyaçlarının<br />

karşılanması için barınma evleri oluşturmalıdır.<br />

Bu barınma evlerinde evsizlerin hijyen,<br />

beslenme, sağlık, sosyal, psikolojik <strong>ve</strong> barınma<br />

ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli personel<br />

çalışmalıdır. Bu barınma evleri sadece kış döneminde<br />

değil, bütün yıl hizmet <strong>ve</strong>ren sürekli kurumlar<br />

olmalıdır. Evsizliği özendirmemek için kurumda<br />

kalan evsizlerin kendi başına hayatını sürdürecek<br />

duruma getirilmesi <strong>ve</strong> kuruma ihtiyacı kalmaması<br />

için rehabilitasyon hizmetleri yürütülmelidir. Sağlık<br />

problemi olanlar <strong>ve</strong> madde kullanan evsizler hastane<br />

<strong>ve</strong> gerekli rehabilitasyon merkezlerine gönderilmelidir.<br />

Rehabilitasyonu tamamlanan evsizler<br />

tekrar sokağa bırakılmamalı <strong>ve</strong> kendi başına hayatını<br />

sürdürecek duruma geldikten sonra iş bulma<br />

konusunda destek <strong>ve</strong>rilmeli, isteyenler memleketlerine<br />

gönderilmeli ya da bireylerin özelliklerine<br />

göre sürekli bir kuruma yerleştirilmelidir. Bütün bu<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

uygulamalarda belediyeler diğer kurumlarla işbirliği<br />

içinde çalışmalıdır. Ayrıca SHÇEK’te ilk adım<br />

istasyonları, gece barınakları <strong>ve</strong> sığınma evlerinin<br />

sayısını <strong>ve</strong> donanımını arttırmalıdır. Sağlık Bakanlığı<br />

toplum ruh sağlığı hizmetlerini yaygınlaştırmalı,<br />

akıl hastalarının tedavi <strong>ve</strong> izlemini yapmalıdır.<br />

Milli Eğitim Bakanlığı <strong>ve</strong> Sağlık Bakanlığı işbirliği<br />

içinde çocuk ruh sağlığını koruma <strong>ve</strong> madde kullanımını<br />

önleme <strong>ve</strong> rehabilitasyonuna yönelik programlar<br />

yürütmelidir. Emniyet Müdürlüğü’ nün tespit<br />

ettiği evsizler, bulunduğu belediyenin barınma<br />

evine teslim edilmelidir. Ayrıca evsizlere hizmet<br />

etmek için kurulan sivil toplum örgütleri de desteklenmelidir<br />

(Ögel, Yücel, 2005, Işıkhan 2002, Işıkhan,2006,<br />

www.caginpolisi.com.tr/18/57-58-59.<br />

htm/25.08.2009).<br />

Evsizlere yönelik sağlık programları zordur,<br />

uzun süre <strong>ve</strong> sabırlı olmayı gerektirir. Sağlık profesyonelleri<br />

evsiz insanların stresle baş etme yeteneklerini<br />

etkileyen çoklu değişkenlerin <strong>ve</strong> kendi<br />

güdü/ilgilerinin farkında olmalıdır. Evsiz insanlara<br />

yönelik programlarda zorluklarla karşılaşıldığında<br />

hayal kırıklığına uğranmamalıdır. Başarı küçük değişikliklerle<br />

ölçülür, sorumluluk <strong>ve</strong> ısrarlılık önemlidir.<br />

Evsizler eğer sağlık profesyonellerinin onların<br />

yaşamını onaylamadığını fark ederse programlara<br />

katılmayı bırakacaklardır. Yapılan bir araştırmada<br />

sağlık profesyonellerinin evsiz hastalarla ilgili pozitif<br />

tutumunun bakımın kalitesini arttırmaya önemli<br />

katkısının olduğu bildirilmiştir (Zrinyi, Balogh<br />

2004).<br />

Sağlık profesyonelleri duyarlı olmalı, kişiler ile<br />

gü<strong>ve</strong>nilir ilişkiler kurmalıdır. Gü<strong>ve</strong>n, kabul <strong>ve</strong> doğruluğun<br />

temelidir. Evsizlerle çalışan sağlık profesyonelleri<br />

indirekt iletişim tekniklerini de iyi kullanmalıdır.<br />

Çünkü evsiz insanlarla direkt iletişim<br />

kurulması kolay olmayabilir. Bazı sorulara cevap<br />

<strong>ve</strong>rmeyebilir ya da savunucu cevaplar <strong>ve</strong>rebilirler.<br />

85


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Sağlık profesyonelleri evsizlerin yaşadığı gü<strong>ve</strong>nli<br />

olmayan çevrelerde çalışırken kişisel risklerden<br />

kaçınmak için gerekli önlemleri almalıdır<br />

(Smith,2000).<br />

Sağlığı Koruma Düzeyleri Doğrultusunda<br />

Toplum Sağlığı Hemşiresinin Sorumlulukları<br />

Sağlık ekibi içinde birey, aile <strong>ve</strong> grupların sağlığının<br />

geliştirilmesi, sürdürülmesi <strong>ve</strong> hastalıkların<br />

önlenmesi amacıyla toplumun çeşitli alanlarında<br />

hizmet <strong>ve</strong>ren toplum sağlığı hemşirelerine önemli<br />

roller düşmektedir. Toplum sağlığı hemşirelerinin<br />

temel sorumluluk alanı bir bütün olarak toplum<br />

olmakla birlikte riskli gruplarla çalışma önemli bir<br />

bölümünü oluşturmaktadır. Toplum sağlığı hemşireleri<br />

birçok farklı alanda evsizlerle karşılaşmaktadırlar.<br />

Toplum sağlığı hemşireleri evsiz bireylerin<br />

sağlık tanılaması, risk değerlendirme, sağlık eğitimi,<br />

hastalıkların tedavisi <strong>ve</strong> acil durumlara müdahale<br />

için gerekli bilgi birikimine sahiptir. Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nde toplum sağlığı hemşireleri,<br />

evsizlerle okullarda, cezaevlerinde, hastanelerin<br />

acil birimlerinde, sağlık merkezlerinde <strong>ve</strong> evsiz<br />

barınaklarında çalışmaktadırlar. Hemşirelik<br />

süreci(tanılama, planlama, uygulama, değerlendirme)<br />

doğrultusunda evsizlerin sağlık bakım gereksinimlerinin<br />

tanılamakta <strong>ve</strong> bireylere özgü gerekli<br />

bakımı <strong>ve</strong>rmektedirler (Nies, 2001). Ülkemizde de<br />

toplum sağlığı hemşireleri, evsizlerin hizmet <strong>ve</strong>ren<br />

kurumlarda, barınma evlerinde, ilk adım istasyonlarında,<br />

rehabilitasyon merkezlerinde görev alabilirler.<br />

Toplum sağlığı hemşiresinin sağlığı koruma<br />

düzeyleri doğrultusunda sorumlulukları aşağıda<br />

açıklanmıştır.<br />

Primer Koruma<br />

Toplum Sağlık Hemşirelerinin primer koruma<br />

kapsamındaki iki önemli sorumluluğu evsiz insanlar<br />

<strong>ve</strong> evsizlik için risk altında bulunanların savunuculuğunu<br />

<strong>ve</strong> sözcülüğünü yapmaktır. Beslenme,<br />

86 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

madde kullanımı, cinsel sağlık <strong>ve</strong> gebelik gibi konularda<br />

sağlık eğitimleri yapmak; yeterli barınak,<br />

sosyal <strong>ve</strong> ekonomik destek sağlanması için sektörler<br />

arası işbirliği yapmak diğer önemli sorumlulukları<br />

arasında sayılabilir(Tablo1).<br />

Sekonder Koruma<br />

Sekonder koruma girişimleri, sağlık taraması,<br />

vaka bulma <strong>ve</strong> sevk etme programlarını kapsar.<br />

Evsizliğin ilk düzeyinde(epizodik evsizler) çocuklar<br />

için tarama, hamileler için prenatal programlar,<br />

kronik <strong>ve</strong> önlenebilir hastalıklar için tarama programları<br />

hazırlanmalıdır.<br />

Evsiz insanların sağlık bakımına ulaşmaları<br />

zordur. Tüberküloz barınaklarda yaşayan evsizler<br />

için önemli bir sorundur. Evsizliğin ikinci<br />

düzeyinde(geçici evsizler) toplum sağlığı hemşireleri<br />

evsizlerin erken tanı <strong>ve</strong> uygun tedavi almaları<br />

için danışmanlık <strong>ve</strong> rehberlik yapmalıdır.<br />

Üçüncü düzeyde (kronik evsizler) hemşire<br />

evsizlerin sosyal programlara <strong>ve</strong> mobil tedavi<br />

programlarına ulaşımı için çaba göstermelidir.<br />

Evsiz kadın <strong>ve</strong> erkeklerin şiddetten korunması,<br />

yiyecek <strong>ve</strong> temel ihtiyaçların karşılanması kadar<br />

önemlidir(Tablo1).<br />

Tersiyer Koruma<br />

Evsizliğin ilk düzeyinde(epizodik evsizler) tersiyer<br />

koruma girişimleri, etkili baş etme tekniklerinin<br />

kullanımı için kişilere yardımcı olmayı içerir.<br />

Ruh sağlığı <strong>ve</strong> madde kullanımı tedavi programları<br />

önemli girişimlerdir. AIDS’ li kişilere tedavi programına<br />

uyumda yardımcı olmak hem hastalıkla hem<br />

de evsizlikle mücadele etmede önemlidir.<br />

Evsizliğin ikinci düzeyinde (geçici evsizler) girişimler,<br />

detoksifikasyon programlarını, okuma<br />

yazma, iş eğitim programları mental hastalıkların<br />

tedavi <strong>ve</strong> kronik hastalıkların yönetimini içerir.


Evsizliğin üçüncü düzeyinde (kronik evsizler)<br />

tersiyer koruma; tıbbi olmayan detoksifikasyon<br />

programlarını <strong>ve</strong> ruh sağlıklarını kazanmak için kişilere<br />

yardım etmeyi kapsar. Evsiz insanlar zamanla<br />

<strong>ve</strong> yaşla birlikte çok sayıda <strong>ve</strong> çeşitlilikte problem<br />

yaşarlar. Toplum sağlığı hemşireleri evsizlerde<br />

gelişebilecek tüberküloz, diyabet, hipertansiyon,<br />

madde kullanımı <strong>ve</strong> mental hastalıklarını takip etmelidir.<br />

Fiziksel ihmal, madde kullanımı, kötü hijyen,<br />

sosyal izolasyon <strong>ve</strong> psikolojik sorunların uzun<br />

sürmesi rehabilitasyon programlarının uzunluğunu<br />

belirler. Toplum sağlığı hemşireleri evsiz insanlara<br />

en yüksek seviyede fonksiyonlarını sürdürme <strong>ve</strong><br />

yeteneklerini geliştirmede yardımcı olmalıdır (Tablo1)<br />

(Smith 2000, Anderson 2000).<br />

Sonuç<br />

Evsizlik çok boyutlu toplumsal bir sorundur.<br />

Yoksulluk, aile içi sorunlar, şiddet, ciddi hastalık<br />

<strong>ve</strong> sakatlıklar, ruhsal hastalıklar, işsizlik, madde<br />

bağımlılığı <strong>ve</strong> sosyal yardım fonlarının yokluğu<br />

insanların evsiz kalmasına neden olan başlıca<br />

faktörlerdir. Evsiz insanlar temel gereksinimlerini<br />

karşılamak için zorlanırken bir de çeşitli sağlık<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

sorunları ile karşı karşıyadır. Pnömoni, tüberküloz,<br />

AİDS gibi enfeksiyon hastalıkları, kronik kalp-akciğer<br />

hastalıkları genel nüfusa oranla daha sık görülmesine<br />

rağmen evsizler yeterli sağlık bakımından<br />

yararlanamamaktadır.<br />

Evsizliğin bu çok boyutlu sorunlarına yönelik<br />

çözüm önerileri üretmek için öncelikle, ülkemizdeki<br />

evsizlerin sayısı <strong>ve</strong> evsizliğe neden olan faktörler<br />

belirlenmelidir. Evsizliği önlemeye yönelik girişimler<br />

kapsamında evsizlerin sağlık <strong>ve</strong> sosyal açıdan<br />

temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik barınma<br />

<strong>ve</strong> beslenme olanakları sağlanmalıdır. Sağlık<br />

sistemi içinde ise, toplum sağlığı hizmetlerinin<br />

yaygınlaştırılması <strong>ve</strong> ulaşılabilirliğinin arttırılması,<br />

oluşabilecek daha ciddi sorunlara erken müdahale<br />

olanağı sağlayacaktır. Tarama programları, sağlık<br />

eğitimi <strong>ve</strong> madde kullanımını bırakmaya yönelik<br />

toplum sağlığını geliştirici <strong>ve</strong> erken tanı olanakları<br />

sağlayan programlar sorunun çözümünde anahtar<br />

girişimlerdir. Evsizler için düzenlenecek bu tür<br />

toplum sağlığı programları ile evsizlerin sağlık düzeylerinde<br />

yükselme sağlanacaktır. Toplum sağlığı<br />

hemşireleri evsizlere yönelik çalışmalarda sağlık<br />

ekibi içinde önemli rollere sahiptir.<br />

87


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Tablo 1. Sağlığı Koruma Düzeyleri Doğrultusunda Toplum Sağlığı Hemşiresinin Girişimleri<br />

Evsizliğin<br />

Düzeyleri<br />

1.Düzey<br />

Epizodik<br />

Evsizler<br />

2. Düzey<br />

Geçici<br />

Evsizler<br />

3. Düzey<br />

Kronik<br />

Evsizler<br />

88 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Koruma Düzeyleri<br />

Primer Koruma Sekonder Koruma Tersiyer Koruma<br />

• Fiziksel sağlığın geliştirilmesi<br />

• Yeterli barınağın sağlanması<br />

• Sağlık eğitimi (İlaç <strong>ve</strong> alkol<br />

kullanımı, iyi beslenme,<br />

cinsel sağlık,hamilelik <strong>ve</strong><br />

beslenme)<br />

• Savunuculuk<br />

• Yoksullara yardımı<br />

destekleyen yasalar<br />

• Asgari ücretin arttırılması<br />

• Çocukların günlük bakımı<br />

• Sağlık bakımı alabilme<br />

• Etkili baş etme stratejilerinin<br />

öğretilmesi<br />

• Olası şiddet durumlarından<br />

kaçınmanın öğretilmesi<br />

• Savunuculuk<br />

• Sağlık eğitimi<br />

• Kişilerarası ilişkiler eğitimi<br />

• Hizmet sağlayıcılar ile<br />

kişilerarası ilişkilerin<br />

geliştirilmesi<br />

• Yiyecek <strong>ve</strong> enfeksiyon<br />

hastalıklarına maruziyet için<br />

tavsiyeler<br />

• İyi beslenmenin önemi<br />

• Yasal yardım için<br />

yönlendirme<br />

• Savunuculuk<br />

• Sosyal destek programları<br />

• Evsiz ruh hastaları için<br />

yasaların geliştirilmesi<br />

• Evsizlerin bakımı için<br />

yasaların geliştirilmesi<br />

• Sosyal destek programları<br />

aracılığı ile evsizlerin<br />

yerleştirilmesi<br />

• Hizmet alanlarında çoklu<br />

hizmetler<br />

• Sağlık taramaları<br />

• Yönlendirme programları<br />

• Vaka yönetimi<br />

• Tüberküloz, HIV, madde<br />

kullanımı, hemoglobin,<br />

demir, için tarama<br />

• Tanılama hizmetleri<br />

• Akut hastalıkların tedavisinin<br />

sağlanması<br />

• Olası yaşamı tehdit eden<br />

hastalıkların tedavisi<br />

• Kronik hastalıkların<br />

taranması(bacak ülseri,<br />

ilaç kullanımı, travma,<br />

hipertansiyon, kanser)<br />

• Aşılama<br />

• Psikiyatrik durum <strong>ve</strong> tıbbi<br />

tedaviye uyumun izlenmesi<br />

• Enfeksiyon hastalıkları<br />

durumunun izlenmesi<br />

• Barınak <strong>ve</strong> hizmet<br />

merkezlerinin sağlanması<br />

• Vaka yönetimi<br />

• Mobil tedavi programları<br />

• Sağlık durumundaki<br />

değişikliklerin izlenmesi<br />

• Temel besin ihtiyaçlarına<br />

erişimin sağlanması<br />

• Hastalıkların yayılımının<br />

kontrolü<br />

• Tüberküloz <strong>ve</strong> AIDS’ in<br />

tedavisi<br />

• İlaç <strong>ve</strong> alkol tedavi<br />

programları<br />

• Ruh hastalarının tedavisi<br />

• Destek sistemlerinin<br />

güçlendirilmesi<br />

• Önemli ruhsal hastalıklarının<br />

tedavisi<br />

• Önemli hastalık <strong>ve</strong><br />

yaralanmaların tedavisi<br />

• Detoksifikasyon programları<br />

• Kronik hastalıkların yönetimi<br />

• AIDS semptomlarının<br />

yönetimi<br />

• Şiddetten koruma<br />

• Detoksifikasyon<br />

programlarının<br />

geliştirilmesi<br />

• Önemli hastalıkların tedavisi<br />

• Ruh sağlığı programlarında<br />

kişilere yardım<br />

• Bağımsızlığın arttırılması<br />

Kaynak: Smith, C M. Maurer, F A. (2000). Community Health Nursing Theory and Practice(2rd ed.). W B. Saunders<br />

Company.


KAYNAKLAR<br />

Altun, G.(1997). 1995-1997 Yılları Arasında İstanbul’da<br />

Evsiz İnsan Ölümleri. Uzmanlık Tezi.Trakya Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı.<br />

Edirne.<br />

Anderson, E T. Mcfarlane, J. (2000). Community As<br />

Partner: Theory and Practice in Nursing(3rd ed.).<br />

Lippincott. p.357-364.<br />

Büyük, Y. Uzun, I. Eke, M. Cetïn, G. (2008). Homeless<br />

deaths in Istanbul, Turkey. J Forensic Leg Med,<br />

(5):318-321.<br />

Cheung, AM. Hwang, SW. (2004). Risk of death among<br />

homeless women: a cohort study<br />

and review of the literature, CMAJ, 170(8):1243–1247.<br />

Christensen, R C. Hodgkins, C C. Garces, L K. Estlund,<br />

K L et al. (2005). Homeless, Mentally Ill<br />

and Addicted. The Need for Abuse and Trauma<br />

Services, Journal of Health Care for the<br />

Poor and Underser<strong>ve</strong>d. 16(4): 615.<br />

Farrell, M. Howes, S. Taylor, C. Lewis, G. et al. (2003).<br />

Substance misuse and psychistric comorbidity:<br />

An o<strong>ve</strong>rview of the OPCS National Psychiatric<br />

Morbidity Sur<strong>ve</strong>y, International Review<br />

of Psychiatry, 15(1/2):43.<br />

Işıkhan, V.(2002). Kentlerin Gölgesinde Yaşayan Evsizler.<br />

Kardelen Ofset, Ankara.<br />

Işıkhan, V.(2006). Türkiye’de Evsizler Sorunu <strong>ve</strong> Sosyal<br />

Hizmet. Küreselleşen Dünya’ da Sosyal Hizmetlerin<br />

Konumu Hedefleri <strong>ve</strong> Geleceği Sempozyum<br />

Sunum Kitabı. Antalya.<br />

Karamustafalıoğlu, KO. Bakım, B. Gü<strong>ve</strong>li,M. Özçelik,<br />

B. Uzun, UE(2007). İstanbul’daki evsizlerde psikiyatrik<br />

bozukluklar, Düşünen Adam: Psikiyatri <strong>ve</strong><br />

Nörolojik Bilimler Dergisi, 20(2):88-96.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Nies, M A. McEwen, M.(2001). Community Health<br />

Nursing:Promoting The Health of Populations(3rd<br />

ed.). W B. Saunders Company. p.526-542.<br />

Ögel, K. Yücel, H. (2005) Sokakta Yaşayan Ergenler<br />

<strong>ve</strong> Sağlık Durumları. Anadolu Psikiyatri Dergisi,<br />

6:11-18.<br />

Rosenthal, D. Mallett, S. Myers, P. (2006) Why do homeless<br />

young people lea<strong>ve</strong> home, Aust N Z J<br />

Public Health, 30(3):281-285.<br />

Schanzer, B. Dominguez, B. Shrout, P E. Caton, C<br />

L M.(2007) Homelessness, Health Status, and<br />

Health Care Use, American Journal of Public<br />

Health, 97:464.<br />

Smith, C M. Maurer, F A. (2000). Community Health<br />

Nursing Theory and Practice(2rd ed.). W B. Saunders<br />

Company. p.672-692.<br />

Türkcan, S. Türkcan, A.(1996). Psikiyatri <strong>ve</strong> Evsizlik: Bir<br />

Gözden Geçirme Çalışması, Düşünen Adam,<br />

9(4):8-14.<br />

Zrinyi, M. Balogh, Z. (2004). Student nurse attitudes<br />

towards homeless clients: a challenge for education<br />

and practice, Nurs Ethics, 11(4):334–348.<br />

Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının<br />

Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken<br />

Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan<br />

Meclis Araştırması Komisyonu, 9.11.2004 Tarihli<br />

Komisyon Çalışma Tutanakları, Ulaşım tarihi:<br />

27.04.2007.<br />

(www.shcek.gov.tr/hizmetler/Sokakta_Yasayan_Calisan_Cocuklar/rapor1.htm/<br />

).<br />

Beyoğlu Kaymakamlığı Evsizler Evi. Ulaşım tarihi:<br />

08.06.2007.(www.beyoglu.gov.tr).<br />

İstanbul Valiliği Sokakta Yaşayan Ve Çalıştırılan Çocukların<br />

Korunması Projesi. Ulaşım tarihi: 08.06.2007<br />

(www.istanbul.gov.tr/).<br />

89


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Health Care For The Homeless Program. Ulaşım ta-<br />

rihi: 01.01.2009. (www.nationalhomeless.org/<br />

health/hchprogram.html)<br />

Çocuk Şube Müdürlüğünce Ankara Sokaklarındaki<br />

Madde Bağımlısı Çocuklara Kesitsel Bir <strong>Bakış</strong><br />

Ulaşım tarihi: 25.08.2009. (www.caginpolisi.com.<br />

tr/18/57-58-59.htm)<br />

Erkaslan, Ö E.(2009). Evsizlik, Yoksulluk <strong>ve</strong> Yoksunluk.<br />

Mimarlık Dergisi,361. Ulaşım tarihi:25.08.2009.<br />

90 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

(http://old.mo.org.tr/mimarlikdergisi/index.cfm?s<br />

ayfa=mimarlik&DergiSayi=361&RecID=2066)<br />

Evsizler dondurucu soğuklardan etkilenmedi. Ulaşım<br />

tarihi: 08.06.2007 (http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/<br />

Pages/Haber.aspx?NewsID=12349)<br />

İstanbul karla mücadelede büyük başarı sağladı. Ulaşım<br />

tarihi: 25.08.2009.<br />

(www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=<br />

15575/)


Montessori Metodunda Okuma <strong>ve</strong> Yazma<br />

Eğitimi<br />

• Abdullah DURAKOĞLU*<br />

Öz<br />

Montessori sistemi çerçe<strong>ve</strong>sinde okuma <strong>ve</strong> yazma<br />

eğitiminin değerlendirilmesi amacıyla yapılan bu çalışma,<br />

literatür taramaya dayalı nitel bir araştırmadır. Bu<br />

araştırmada Montessori okullarında eğitim gören<br />

çocukların okuma <strong>ve</strong> yazmayı öğrenirken karşılaştıkları<br />

süreçler ayrıntılı olarak aşamalı bir biçimde ele<br />

alınmıştır. Çalışmanın önemli bir bölümünü eğitim<br />

sürecinde kullanılan materyaller oluşturmaktadır.<br />

Başka bir deyişle çalışmada ağırlıklı olarak Montessori<br />

Metodu’nun en önemli unsurlarına yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Aynı<br />

zamanda bu çalışmayla Montessori Metodu’nun ana<br />

hatlarıyla tanıtılması da amaçlanmıştır.<br />

Anahtar Sözcükler: Montessori, Çocuk, Okuma<br />

<strong>ve</strong> Yazma Eğitimi.<br />

________________________<br />

Abstract<br />

Reading and Writing Education in<br />

Montessorian Method<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

This study is a qualitati<strong>ve</strong> research based on<br />

literature review, which aims at evaluating the reading<br />

and writing education within the framework of the<br />

Montessorian system. In this research study, the<br />

process that children encounter while they learn to<br />

read and write in Montessorian schools is examined in<br />

detail in a progressi<strong>ve</strong> manner. Materials used in the<br />

educational process constitute a significant part of this<br />

study. In other words, this study mainly includes the<br />

most important elements of the Montessorian Method.<br />

It also intends to outline the Montessorian Method<br />

with its main features.<br />

Key Words: Montessori, Child, Reading and<br />

Writing Education.<br />

(*) Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Felsefe Grubu Öğretmenliği Bilim Dalı, Doktora Öğrencisi. Rehber Öğretmeni,<br />

Kaman Anadolu Lisesi.<br />

91


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

GİRİŞ<br />

Pedagoji alanındaki geleneksel uygulamalara<br />

karşı çıkan İtalya’nın ilk kadın tıp doktoru Maria<br />

Montessori (1870- 1952), özgün bir metot ortaya<br />

koymuştur. Bu metoda göre yapılan eğitimin en<br />

önemli özelliği çocuk merkezli olmasıdır. Montessori<br />

okulları, bu amaç doğrultusunda çocukların,<br />

yetişkinin yardımı olmadan öğretim araçlarını<br />

kullanmalarına <strong>ve</strong> pratik hayatla ilgili faaliyetlerde<br />

bulunmalarına imkân <strong>ve</strong>rebilecek tarzda tasarlanmıştır.<br />

Bu nedenle Montessori okullarında başta<br />

sandalyeler, masalar <strong>ve</strong> dolaplar olmak üzere tüm<br />

eşyalar çocukların boylarına uygun ebatlardadır.<br />

Bu ortamda yer alan çocuk, yetişkinin yardımı<br />

olmadan eşyaları istediği zaman yerinden alarak<br />

kullanabilir. Bununla çocuğun yaparak <strong>ve</strong> yaşayarak<br />

öğrenmesi amaçlanmaktadır. Montessori ortamında<br />

günlük hayata ilişkin nesnelerle de meşgul<br />

olan çocuklar, pratik hayatla ilgili işleri de yaparak<br />

öğrenirler. Bunlar arasında toz almak, sofra hazırlamak,<br />

bulaşık yıkamak gibi çeşitli ev işleri vardır.<br />

Bu durum Montessori Sistemi’nde yer alan tüm<br />

eğitim alanları için geçerlidir. Montessori okullarında<br />

okuma <strong>ve</strong> yazma eğitimi de çocukların doğrudan<br />

materyallerle öğrenmelerine uygun bir biçimde<br />

yapılmaktadır (Korkmaz, 2006; Topbaş, 2004).<br />

Geleneksel metotlarla yapılan okuma <strong>ve</strong> yazma<br />

eğitiminde çocuklar fişlerden cümleler ezberlemekte,<br />

sayfalar dolusu çizgi, harf <strong>ve</strong> cümle çalışmaları<br />

yapmaktadırlar. Bu çalışmaların her biri<br />

öğretmenlerin kontrolünde yapılmaktadır. (Pollard,<br />

1996). Süreçlerden de anlaşılacağı gibi bu biçimde<br />

<strong>ve</strong>rilen okuma <strong>ve</strong> yazma eğitiminin öğretmen merkezli<br />

olduğu görülmektedir. Böyle bir eğitim modelinde<br />

önemli olan konunun belirli bir zaman dilimi<br />

içerisinde işlenmesidir. Başka bir deyişle eğitim,<br />

öğrencilerin bireysel öğrenme hızlarına göre değil<br />

belirli bir plan doğrultusunda yapılmaktadır. Bu<br />

modelle yapılan eğitimde, öğrenciler öğretmenin<br />

92 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

dediklerini ezberlemek, yapmak <strong>ve</strong> tekrarlamakla<br />

sorumludurlar. Montessori Metodu çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

yapılan eğitimde ise öğrencileri pasif hale getiren<br />

<strong>ve</strong> onlarda yetersizlik duygularının oluşmasına<br />

neden olan hiçbir sürece yer <strong>ve</strong>rilmez (Korkmaz,<br />

2006; Sönmez, 2008).<br />

Amaç<br />

Bu çalışmanın amacı, Montessori Sistemi içinde<br />

yer alan okulöncesi eğitim kurumlarında (Çocuklar<br />

Evi) eğitim gören çocukların okuma <strong>ve</strong> yazmayı<br />

öğrenirlerken karşılaştıkları süreçlerin neler<br />

olduğunu ortaya koymaktır. Bu genel amaç çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

Montessori Metodu’nun ana hatlarıyla<br />

tanıtılması da amaçlanmıştır.<br />

MONTESSORI METODU’NUN TARİHÇESİ<br />

VE UNSURLARI<br />

Montessori Metodu’nun Oluşum Süreci<br />

İtalya’da doğan <strong>ve</strong> ülkesinin ilk kadın tıp doktoru<br />

ünvanını elde eden Maria Montessori, asistan<br />

doktor olarak çalışırken bir yandan da felsefe, eğitim,<br />

antropoloji gibi birbirlerinden farklı alanlarda<br />

araştırma <strong>ve</strong> çalışmalarda bulunmuştur. Yaşamını<br />

özellikle çocukların eğitimine adayan Montessori,<br />

önce zihinsel engelli çocuklarla çalışmıştır. Ona<br />

göre, bu çocukların akılları tamamen kullanılamaz<br />

durumda değildir, yalnızca kullanılamamaktadır.<br />

Bu düşünceyle hareket eden Montessori, zihinsel<br />

engellilerin eğitiminde kullanılacak özel eğitim <strong>ve</strong><br />

gözlem programları hazırlamış <strong>ve</strong> bu programları<br />

iki yıl boyunca uygulayarak kendi metodunu oluşturmuştur.<br />

Uygulamalarında zihinsel engelli çocukların<br />

materyallerle çalışarak başarı gösterdiklerini<br />

<strong>ve</strong> onların da uyarılar bulduklarında tepkiler <strong>ve</strong>rdiklerini<br />

deneyimleyen Montessori, bu metodu gerekli<br />

değişiklik <strong>ve</strong> ila<strong>ve</strong>lerle normal zekâlı çocuklara da<br />

uygulayarak özgün bir eğitim metodunun temellerini<br />

atmıştır (Topbaş, 2004; Wilbrandt, 2009).


Çocuk eğitimi alanında yaptığı çalışmalara<br />

daha fazla zaman ayırmak için üni<strong>ve</strong>rsitedeki kürsüsünden<br />

vazgeçen Montessori, hiç öğretmenlik<br />

eğitimi almamıştır. Bu nedenle küçük çocukların<br />

öğrenmeye nasıl başlayacakları konusunda öğretmenler<br />

gibi sabit düşünceleri yoktu. Başka bir<br />

deyişle Montessori başlangıç noktası olarak çocuğu<br />

ele aldı. Böylece metot, çocuğun doğası üzerine<br />

inşa edildi. Montessori (1975: 133), bu süreci<br />

şu şekilde özetler: Ortada belli bir yöntem yoktu.<br />

Belli olan tek şey çocuğun kendisiydi. Engellerden<br />

arınmış çocuk ruhu, kendi doğasına göre hareket<br />

etmekteydi. Görünen işte buydu.<br />

Çocukları gözlemleyen <strong>ve</strong> metodunu bu gözlemlerin<br />

sonucunda oluşturan Montessori’ye<br />

“Casa dei Bambini” (Çocuklar Evi) kurma önerisi<br />

geldi. Böylece 1907 yılında 3–6 yaş çocukları için<br />

ilk “Çocuklar Evi” açıldı <strong>ve</strong> kısa zamanda büyük<br />

başarıya ulaştı. Montessori’nin Roma’nın kenar<br />

mahallelerinden biri olan San Lorenzo’da açtığı<br />

okul, onun dünyaca tanınmasını <strong>ve</strong> çağdaş eğitim<br />

alanında adı geçen eğitimcilerden biri olmasını<br />

sağlamıştı (Pollard, 1996).<br />

Montessori, açtığı okullarda, ihmal edilmiş, bakımsız<br />

çocukları kısa zamanda mutlu <strong>ve</strong> öğrenmeye<br />

he<strong>ve</strong>sli çocuklar haline getirmişti. O, çocukların<br />

eğitimi için onlara hayatla ilgili pratik alıştırmalar<br />

yaptırmıştı. Çocukların akla gelebilecek her işi<br />

neşe içinde yaptıkları gözlemleniyordu. Zaman<br />

geçtikçe önemli şahıslar da “Çocuklar Evi”ni ziyaret<br />

etmeye başlamışlardı. Ziyaretçilerin duydukları<br />

hayranlık kısa sürede diğer çocuk yuvalarının da<br />

açılışına zemin hazırladı (Schafer, 2006). Bu nedenle<br />

Montessori, San Lorenzo Mahallesi’ndeki bir<br />

apartmanda ikinci “Çocuklar Evi”ni açmaya karar<br />

<strong>ve</strong>rdi. 1908 yılında Milano’da üçüncü ev, 1909 yılında<br />

ise Roma’da dördüncü ev açıldı. Böylelikle<br />

Montessori’nin çalışmaları bir tıp doktorunun eğitim<br />

konusundaki özel çalışmaları olmaktan çık-<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

mış, başlı başına bir akım haline gelmişti (Pollard,<br />

1996).<br />

Montessori’nin uygulamalarını ülkesine yaydığı<br />

bu dönemde, Mussolini liderliğinde Faşist Parti<br />

kuruldu. Daha sonra meclisten olağanüstü yetkiler<br />

alan Mussolini <strong>ve</strong> onun Faşist Partisi 1922- 1943<br />

yılları arasında İtalya’nın kaderine egemen oldu.<br />

Bu dönemde İtalya’daki tüm demokratik kurumları<br />

kapatan Mussolini’nin amacı, devleti Faşist<br />

Parti’de kişileştirmekti (Armaoğlu, 1983). Mussolini<br />

bu amaçla Montessori okullarını da kapattırdı. Bu<br />

dönemden sonra yurt dışına çıkmaya karar <strong>ve</strong>ren<br />

Montessori, metodunu dünyanın birçok ülkesinde<br />

tanıtma olanağı elde etti. Hollanda, İspanya <strong>ve</strong><br />

Hindistan’ın da aralarında bulunduğu çeşitli ülkelere<br />

yaptığı uzun süreli seyahatler sonucunda, Montessori<br />

Metodu, kısa zamanda dünyanın en yaygın<br />

eğitim metodu haline geldi (Pollard, 1996).<br />

Montessori Ortamının Etkin Aktörü: Çocuk<br />

Montessori Metodu, çocukların rahatlıkla hareket<br />

edebilecekleri bir eğitim ortamında uygulanır.<br />

Bu ortam hazırlanırken sadece eşyaların boyutlarına<br />

bakılmaz. Ortamın çocuğun iç dünyasına da<br />

uygun olmasına özen gösterilir. Montessori örneğin,<br />

günlük hayat uygulamaları yapan çocukların<br />

özgü<strong>ve</strong>n duygusu geliştirdiklerinden dolayı huzura<br />

kavuştuklarını düşünür. Bu nedenle ortamda çocukların<br />

günlük hayat uygulamalarını gerçekleştirebilecekleri<br />

materyallere de yer <strong>ve</strong>rilmektedir. Çocuk,<br />

bu ortamda yetişkinin baskısı olmadan özel<br />

olarak tasarlanmış materyalleri kullanarak zihnini<br />

<strong>ve</strong> bedenini geliştirir (Aydın, 2006; Wilbrandt,<br />

2009).<br />

Montessori Metodu’na göre düzenlenen bu eğitim<br />

ortamındaki en önemli amaçlardan biri çocukların<br />

özgürleştirilmesidir. Bağımsızlığın kazanılmadan<br />

özgürlüğün elde edilemeyeceğini söyleyen<br />

Montessori, özgürlüğü temele alan bir eğitim me-<br />

93


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

todunun öncelikle çocuğun doğal gelişimini sınırlayan<br />

bağlardan kurtarma amacına sahip olması<br />

gerektiğini vurgular. O, bunu aktiviteyle gerçekleştirmeye<br />

çalışır. Öyleyse Montessori Metodu’na<br />

göre yapılan eğitimde çocuk eylemsizlik ile değil<br />

aktivite ile disipline edilir. Montessori’nin çocuklar<br />

için öngördüğü özgürlük onların serbestçe hareket<br />

etmesi anlamına gelir. Ona göre, çocuk ancak yetişkinlerden<br />

bağımsız hale gelerek özgürce hareket<br />

edebilir. Öyleyse eğitim her şeyden önce çocuğun<br />

yetişkinlerden bağımsız hale gelmesi amacına yönelik<br />

olmalıdır (Wilbrandt, 2009).<br />

Montessori (1953; 1975) etkin bir pedagojinin<br />

aynı zamanda çocuğun çevreye karşı yoğun bir<br />

ilgi göstermesine el<strong>ve</strong>rişli olması gerektiğini söyler.<br />

Ona göre, çocuğun çevresindeki nesnelere karşı<br />

bir tutkusu vardır. Çocuk, doğal bir eğilimle serbestçe<br />

hareket ederek sesleri işitmek, çevresinde<br />

gördüğü nesnelere dokunmak ister. Çünkü çocuğun<br />

zekâsını geliştirebilmesi için nesnelere ihtiyacı<br />

vardır. Bu anlayışı doğa belirlemiştir. Bu nedenle<br />

çocuğun merkeze alındığı bu ortam ilginç aktivite<br />

biçimleri bakımından zengin olmalıdır.<br />

Montessori’nin çocuk merkezli eğitim anlayışına<br />

sahip olmasında Fransız düşünür Jean Jacques<br />

Rousseau (1712–1778)’nun etkisini görmek<br />

mümkündür. Montessori de Rousseau gibi çocuğa<br />

karşı yapılması gereken en iyi davranışın onu<br />

kendi başına bırakmak olduğunu düşünür. O da,<br />

her çocuğun kendi kendini eğitme gücüne sahip<br />

olduğunu düşünür. Öyleyse yapılacak iş, çocuğa<br />

uygun materyaller <strong>ve</strong>rerek onun hiçbir dış yardıma<br />

gerek kalmaksızın gelişmesini sağlamaktır. Dolayısıyla<br />

Montessori Metodu, Rousseau’nun “özgürlük”<br />

ilkesi üzerine inşa edilmiştir (Aytaç, 2006;<br />

Pignatari, 1967).<br />

94 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Montessori (1975)’ye göre, çocuk çevre içinde<br />

biçimlenmekte olan bir varlıktır. Bu nedenle hareketin<br />

çocuk için önemi büyüktür. Hareketleriyle<br />

eyleme geçen çocuk, çevresindekilerle ilişkiler kurarak<br />

kişisel gelişimini gerçekleştirir. Ancak bunun<br />

farkında olmayan yetişkin çocuğun karşısına çok<br />

sayıda engel çıkarır. Bunların büyük bir bölümü<br />

çocuğu, kendi başına iş yapmaktan <strong>ve</strong> hareket<br />

etmekten alıkoymaya yöneliktir. Çocuklar doğal<br />

eğilimlerle işlerini kendi başlarına yapmak isterlerken<br />

yetişkinler, özellikle çabadan <strong>ve</strong> zamandan<br />

tasarruf etmeye yöneldiklerinden dolayı genellikle<br />

onların işlerini kendi başlarına yapmalarına <strong>ve</strong> bağımsız<br />

hareket etmelerine engel olurlar.<br />

Çocuğu kendi inançlarına göre yönetmek isteyen<br />

yetişkin, onun gelişimini engellemekle kalmaz,<br />

çocuk üzerinde karakter <strong>ve</strong> duygu bozukluklarının<br />

ortaya çıkmasına neden olur. Montessori bu sorunun<br />

ortaya çıkmaması için çocuğa değil yetişkine<br />

müdahale edilmesi gerektiğini söyler. Ona göre,<br />

bazı eğitimciler çocuğun ihtiyaçları <strong>ve</strong> doğası hakkında<br />

önyargılara sahiptirler. Bu eğitimcilere göre<br />

çocuk, her şeyi yetişkinden öğrenen <strong>ve</strong> sürekli müdahale<br />

edilmesi gereken bir varlıktır. Bu anlayışla<br />

hareket eden bazı eğitimciler, çocuğun hareketsiz<br />

bir şekilde oturmasını disiplinin dışavurumu olarak<br />

algılarlar. Montessori ise disiplini, hayat kurallarına<br />

sadık kalma olarak tanımlar. Başka bir deyişle<br />

çocuk, bir çalışmayla meşgul olur <strong>ve</strong> yoğun bir dikkat<br />

gösterirse o çocuk disipline edilmiş demektir.<br />

Montessori’ye göre, çocukların iç ihtiyaçlarını bilen<br />

yetişkin, onlara baskıcı <strong>ve</strong> zorlayıcı davranışlarda<br />

bulunmaz. Bu nedenle önce eğitimciyi, çocukların<br />

doğası <strong>ve</strong> ihtiyaçları hakkında bilgilendirerek önyargılardan<br />

kurtarmak <strong>ve</strong> pasifize etmek gerekir.<br />

Daha sonra da çocuk için engellerden arınmış bir<br />

çevre hazırlanmalıdır. Bu çevre, çocuğun eğilimlerini<br />

ortaya koyabilmesine <strong>ve</strong> zihinsel ihtiyaçlarını<br />

giderebilmesine imkân <strong>ve</strong>recek biçimde hazırlan


malıdır. Ayrıca çevrenin hazırlanması sırasında<br />

materyallerin her birinin çocukların ulaşabilecekleri<br />

raflarda bulunmalarına dikkat edilmelidir. Bu durum<br />

çocuklara hareket etme <strong>ve</strong> seçme özgürlüğü<br />

<strong>ve</strong>rir. Montessori, böyle bir çevrede yaşayan çocuğun<br />

bağımsızlığı yoluyla özgürlüğünü elde edeceğini<br />

<strong>ve</strong> kişiliğini geliştireceğini iddia eder (Savard,<br />

1976; Wilbrandt, 2009).<br />

Özgürlük anlayışı ile biçimlenen eğitim ortamında<br />

çocuk, yapacağı faaliyetleri seçmekte hür<br />

olduğundan emrine <strong>ve</strong>rilmiş nesnelerle doğrudan<br />

temas halindedir. Çocuk, bilgiyi öğretmenden değil<br />

materyallerden alır. Bu nedenle Montessori okullarında<br />

öğretmen ile öğrenci arasında güçlü bir ilişki<br />

yoktur. Öğretmen, çocuğa sadece materyalin nasıl<br />

kullanılacağını göstermekle sorumludur. Öğrenci<br />

sürekli materyallerle meşgul olduğu için ortam<br />

öğretmene göre değil öğrenciye göre hazırlanır.<br />

Öyleyse ortam çocukların, sadece eğitimleri için<br />

değil bir ev ortamındaki gibi yaşayabilecekleri <strong>ve</strong><br />

her türlü ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir mekân<br />

olarak tasarlanmıştır. Böyle bir ortamda çocuk,<br />

öğrenmeye karşı olan eğilimlerini ortaya koymaya<br />

başlar. Montessori’ye göre, çocuklar büyüyüp olgunlaşıncaya<br />

kadar özel bir dönemden geçerler.<br />

“Duyarlılık dönemi” olarak adlandırılan bu evrede,<br />

çocukların zihinleri öteki yaş dönemlerinden daha<br />

farklı bir biçimde öğrenmeye açıktır. Çocuk, sahip<br />

olduğu bu dönem sayesinde kimseye ihtiyaç<br />

duymadan <strong>ve</strong> zorlanmadan öğrenir. Bu nedenle<br />

ortamda bulunan çocuk, kendine hizmet eden<br />

yetişkinden “yalnız başıma yapmama yardım et”<br />

diyerek yardım ister. Bununla yetişkinin müdahalesinin<br />

sınırlandırılarak öğretmenin <strong>ve</strong>rdiği geleneksel<br />

dersler yerine çocuğun gerekli bilgileri kendi<br />

gelişim ihtiyaçlarına göre kendiliğinden kazanması<br />

amaçlanmaktadır. (Pollard, 1990; Savard, 1976).<br />

Montessori (1975), çocuğun sahip olduğu iç duyarlılığın<br />

kendisi için gerekli olanı seçmesine im-<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

kân <strong>ve</strong>rdiğini söyler. Böylelikle çocuk bazı şeylere<br />

duyarlı bazı şeylere kayıtsız kalır. Buna örnek<br />

olarak dilin öğrenimi <strong>ve</strong>rilir. Çeşitli sesler çocuğun<br />

kulağına karmakarışık dolarken çocuk, bu sesler<br />

arasından kendisi için gerekli olan insan seslerine<br />

odaklanır. Montessori’ye göre, duyarlılık dönemindeki<br />

çocuk, kendisi için gerekli olanı tespit edebildiğinden<br />

dolayı öğretmenin bu dönemdeki çocuğa<br />

seçme özgürlüğü tanıması yeterlidir.<br />

Montessori ortamında yer alan çocukların faaliyetleri<br />

sadece öğretim araçlarını kullanmakla sınırlı<br />

değildir. Günlük hayata ilişkin nesnelerle de<br />

meşgul olan çocuklar pratik hayatla ilgili işleri öğrenirler.<br />

Bunlar arasında toz almak, suyun döküldüğü<br />

yeri kurulamak, leke çıkarmak, halıları kaldırıp<br />

rulo yapmak, onları yere sermek gibi ilginç ev<br />

işleri de vardır. Bu alıştırmalar sadece çocuğun öz<br />

bakım becerilerini geliştirmek için değil, daha çok<br />

ellerini kullanma ihtiyaçlarını karşıladığından dolayı<br />

yapılır. Çünkü çocuk işe en iyi zekâsının gereçleri<br />

olan elleriyle yoğunlaşır. İş yaparken kullanılan<br />

el hareketleri insan zekâsıyla yakından ilgilidir. Bu<br />

nedenle ellerini kullanan çocuk zekâsını daha da<br />

geliştirir. Dolayısıyla çocuğun yaptığı sayısız ev işleri<br />

zihinsel gelişimini gerçekleştirmek için önemli<br />

fırsatlar sunar (Montessori, 1970).<br />

Montessori Metodu’nun çocuğu merkeze alması,<br />

öğretmenin rolünü de kökten değiştirmiştir.<br />

Çünkü çocuk bilgiyi öğretmenden değil, deneyimleri<br />

yoluyla ortamdan almaktadır. Montessori öğretmeninin<br />

görevi, geleneksel öğretmeninkinden<br />

farklı olarak sadece çocuğun bilgiyi yaşayarak<br />

keşfetmesine yardımcı olmakla sınırlıdır. Bu bağlamda<br />

Montessori Metodu’na göre yapılan eğitimde<br />

en güçlü ilişki geleneksel metottakilerin aksine<br />

çocuk ile ortam arasında kurulur. Dolayısıyla “kendi<br />

kendine eğitim” ilkesi Montessori Metodu’nun<br />

özünü teşkil etmektedir.<br />

95


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Montessori okullarında çocuk, kendi ilgilerine<br />

göre dilediği kadar çalışmakta <strong>ve</strong> hatasını kendisi<br />

belirlemektedir. Başka bir deyişle, yetişkinin çocuğun<br />

hatasını düzeltmesine gerek kalmamaktadır.<br />

Böylelikle çocuk, sorunları tek başına çözebilme,<br />

kendine gü<strong>ve</strong>n geliştirme, analitik düşünme gibi<br />

yeteneklere sahip olmakta <strong>ve</strong> bireysel çalışmalarını<br />

tekrar etmek suretiyle de öğrenilenlere kalıcılık<br />

sağlamaktadır (Arslan, 2008; Aydın, 2006). Ancak<br />

metodun özünü teşkil eden “kendi kendine eğitim”<br />

ilkesi, uygulamalarda sorunların da ortaya çıkmasına<br />

neden olabilmektedir. Montessori Metodu ile<br />

ilgili uygulama programlarını yürüten Wilbrandt<br />

(2009), eğitimcilerin bireysel çalışmada çocukları<br />

denetleyemeyeceklerinden dolayı kaygılandıklarını,<br />

bu durumunun uygulamaların istenen biçimde<br />

yapılmasını zorlaştırdığını söyler. Ona göre, bu<br />

kaygılar, eğitimcilerin kendilerini belirli bilgileri öğretme<br />

konusunda baskı altında hissetmelerinden<br />

kaynaklanmaktadır. Eğitimcilerin bu kaygılardan<br />

zor da olsa kurtulabileceklerini düşünen Wilbrandt,<br />

deneyimlerine dayanarak bu sorunun çözümü<br />

hakkında bilgiler <strong>ve</strong>rir. Ona göre, eğitimci tek bir<br />

çocukla çalışmadan önce tüm çocukların bir çalışmayla<br />

meşgul olmalarını beklemeli, kendisine<br />

çalışma seçememiş çocuklara ise önerilerde bulunmalıdır.<br />

Eğitimci bu düzeni sağladıktan sonra<br />

bir çocukla çalışmaya başladıysa <strong>ve</strong> çocukların<br />

herhangi birinden bir talep olursa eğitimcinin açık<br />

<strong>ve</strong> dürüst olması da önemlidir. Onun çocuğun anlayabileceği<br />

bir şekilde, daha sonra kendisiyle ilgilenebileceğini<br />

söylemesi gerekir. Ancak daha sonra<br />

mutlaka çocuğa <strong>ve</strong>rdiği sözü yerine getirmelidir.<br />

Böylelikle düzen kurulacak <strong>ve</strong> her çocuk bu düzende<br />

çalışmalarına devam edecektir.<br />

Montessori Materyalleri<br />

“Kendi kendine eğitim” materyallerle mümkündür.<br />

Bu nedenle ortam, Montessori Metodu’nun<br />

en önemli unsurudur. Ancak Montessori’nin eğitim<br />

96 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

materyaline yüklediği anlam alışılmışın dışındadır.<br />

Geleneksel metotlarda eğitim materyalleri sadece<br />

öğretmenin açıklamalarına destek olmak amacıyla<br />

kullanılır. Başka bir deyişle materyali eline alan öğretmen,<br />

onun özelikleri hakkında çocuklara sadece<br />

bilgiler <strong>ve</strong>rir. Dolayısıyla bu materyalleri, çocuklar<br />

istedikleri zaman kullanamazlar. Materyal tamamen<br />

öğretmenin kontrolünde olduğundan çocuklar,<br />

bunlarla özgürce kendi başlarına çalışamazlar.<br />

Bunlar, daha çok öğretmenin kullanmasına uygun<br />

biçimde tasarlanmışlardır. Öğrencilerin aktivitesini<br />

ise sınırlandırırlar. Materyaller sadece anlatılacak<br />

konularla ilgilidir <strong>ve</strong> tesadüfen seçilmiştir. Materyallerin<br />

seçiminde çocuğun psikolojik ihtiyaçlarıyla<br />

ilgili hiçbir ölçüt yoktur. Montessori materyalleri ise<br />

çocuğun bireysel deneyimler kazanabileceği şekilde<br />

tasarlanmıştır. Bu özelliğinden dolayı materyaller,<br />

geleneksel metotlarda kullanılanlardan farklı<br />

olarak çocuğun özgürce kendi başına çalışmasına<br />

izin <strong>ve</strong>rdiği gereçlerdir. (De Bartolomeis, 1973;<br />

Wilbrandt, 2009).<br />

Montessori materyalleri öğretmenin kendi işini<br />

kolaylaştırmak için eline aldığı bir araç değildir.<br />

Öğretmen çocuğa materyalin renk, şekil, boyut gibi<br />

özellikleri hakkında anlatım yoluyla bilgi <strong>ve</strong>rmez.<br />

O, çocuğa sadece materyalin nasıl kullanılacağını<br />

gösterir. Materyali amacına uygun bir biçimde kullanan<br />

çocuk, materyalin özelliklerini kendi kendine<br />

keşfeder. Ayrıca öğretmenin çocuğa, materyali<br />

hatasız kullanmayı öğretme gibi bir amacı yoktur<br />

(Montessori, 1950). Bu materyallerle çalışma yapan<br />

çocuklar yeni beceriler kazanmaktadırlar.<br />

Dolayısıyla Montessori materyalleri çocuğun gelişimine<br />

yardımcı olan gereçlerdir (Topbaş, 2004).<br />

Montessori materyalleriyle ilgili yapılan bazı araştırmalar<br />

da bu gerçeği ortaya koymaktadır.<br />

Öngören (2008), 4–5 yaş grubundaki çocuklara<br />

geometrik şekil kavramları (daire, üçgen, kare,<br />

dikdörtgen) hakkında bilgi <strong>ve</strong>ren iki ayrı eğitim


programını etkililiği bakımından birbirleriyle karşılaştırmıştır.<br />

Bunlardan biri Montessori materyalleri<br />

ile yapılan eğitim programı, diğeri ise Milli Eğitim<br />

Bakanlığı okulöncesi eğitim programıdır. Selçuk<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi Mesleki Eğitim Fakültesi İhsan Doğramacı<br />

Anaokulu’nda eğitim alan 40 öğrenci üzerinde<br />

yapılan araştırma için çocuklar, deney <strong>ve</strong> kontrol<br />

grubu olarak ikiye ayrılmıştır. Deney gurubundaki<br />

20 çocuğa 6 hafta boyunca Montessori materyalleriyle<br />

eğitim <strong>ve</strong>rilirken, kontrol grubundaki 20 çocuk<br />

Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim Müfredatına<br />

uygun olarak eğitim almaya devam etmiştir.<br />

Araştırmanın sonucunda Montessori materyalleriyle<br />

eğitim alan deney gurubundaki çocukların<br />

kazanımlarının, Milli Eğitim Bakanlığı programı ile<br />

eğitim alan kontrol gurubundaki çocuklarınkinden<br />

daha çok olduğu ortaya çıkmıştır.<br />

Montessori materyalleri, doğrudan bireyin<br />

gelişimsel olgunlaşma ihtiyacına karşılık gelir.<br />

Montessori’ye göre, materyallerin seçiminde hiçbir<br />

öğretmen çocuğa rehberlik edemez. Çünkü hiçbir<br />

öğretmen çocuğun olgunlaşma düzeyini <strong>ve</strong> ihtiyacını<br />

çocuğun doğası kadar bilemez (De Bartolomeis,<br />

1973). İçgüdüsel eğilimlerin yönlendirmeleriyle<br />

hareket eden çocuk, kendi gelişim planıyla<br />

uyumlu seçimlerde bulunur. Bu nedenle Montessori<br />

ortamındaki çocuklar, kendine sunulan nesnelerden<br />

hepsini değil, sadece kendi ihtiyaçlarına<br />

uygun olanları alırlar. Montessori okullarındaki dolaplar<br />

da “özgür seçim” ilkesine uygun bir biçimde<br />

çocukların boylarına göre tasarlanmıştır. Çocuk,<br />

materyal seçerken öğretmen sadece gözlem yaparak<br />

onun olgunlaşma düzeyini anlamaya çalışır<br />

(Montessori, 1975).<br />

Montessori öğretmeni sadece materyal ile çocuk<br />

arasında bir bağlantı noktasıdır. O, çocuğa<br />

<strong>ve</strong>rdiği işi açıklamak <strong>ve</strong> kolaylaştırmaktan başka<br />

bir şey yapmaz. Bu nedenle Montessori öğretmeni,<br />

içinde gerekli spor aletlerinin bulunduğu bir sa-<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

lonun antrenörüne benzetilir. Antrenörün aletlerin<br />

sadece ne şekilde ele alınacağını <strong>ve</strong> kullanılacağını<br />

göstermesi gibi Montessori öğretmeni de çocuklarla<br />

iletişim kurarak materyallerin nasıl kullanılacağını<br />

gösterir. Nasıl ki hiçbir öğrenci beden eğitimi<br />

teorileriyle ilgili sözlerle vücudunu geliştiremezse,<br />

öğretmen de anlatımdan yararlanarak çocukların<br />

gelişimine katkıda bulunamaz (Montessori, 1950).<br />

Ortamın temel unsurları olarak nitelendirilen bu<br />

materyallerin en önemli özelliklerinden biri hatanın<br />

kontrolünü içermeleridir. Örneğin, bu ortamda farklı<br />

ebatlarda silindirlerin yerleştirilmesine uygun boşluklara<br />

sahip bir düzlem hatanın kontrolünü içermektedir.<br />

Bu düzlemde silindirlerin tümünü yanlış<br />

yerleştirme olanağı yoktur. Bir silindir dışarıda kaldığında<br />

bile bu durum yapılmış bir hatayı gösterir.<br />

Bu düzlem bir gömlekteki düğme sırası gibidir. Zira<br />

düğmelerden birini iliklemeyi unuttuğumuzda <strong>ve</strong>ya<br />

ilikleme sırasında öncelik sonralık hatası yaptığımızda<br />

sonunda kalan boş bir ilik yapılmış hatayı<br />

gösterir. Hatanın kontrolü, çocuğun dikkatle küçük<br />

farkları ayırt ederek bilinçli hareket etmesine<br />

neden olur. Çocuk artık materyal olmadığında da<br />

hatasını kontrol etme bilinci kazanır (Montessori,<br />

1950). Bu nedenle öğretmen, materyal kullanırken<br />

hata yapan çocuğa, hatanın giderilmesi için önerilerde<br />

bulunmaz. Hatasını gören çocuk, bunu kendisi<br />

düzeltmeye çalışır. Eğer çocuk materyallerden<br />

hatasını göremiyorsa bu çocuğun yeteri kadar gelişemediğini<br />

<strong>ve</strong> tekrar alıştırma yapması gerektiğini<br />

gösterir (Doğru, 2009).<br />

MONTESSORI SİSTEMİNDE<br />

OKUMA- YAZMA EĞİTİMİ<br />

Montessori okullarında doğrudan doğruya zihinsel<br />

süreçlere karşılık gelen eğitimler de “kendi<br />

kendine eğitim” ilkesi çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılmaktadır.<br />

Bunlardan biri de okuma-yazma eğitimidir. Bu eğitim<br />

de doğrudan doğruya materyaller aracılığıyla<br />

yapılmaktadır (Montessori, 1970).<br />

97


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Montessori Sistemi’nde okuma-yazma eğitimi<br />

yazmanın öğrenilmesi <strong>ve</strong> okumanın öğrenilmesi<br />

olarak iki aşamada gerçekleşir. Öncelikle işe<br />

yazı yazmayı öğrenmekle başlanır. Daha sonra<br />

okuma öğrenilir. Ancak bu iki aşama Montessori<br />

Sistemi’nde birbirleriyle kaynaşmıştır. Dolayısıyla<br />

yazı yazmanın öğrenilmesi için kullanılan süreçler<br />

okumak için de bir ön hazırlık niteliği taşır.<br />

Yazma Eğitimi<br />

Geleneksel metotlarda yazı yazmayı öğretmek<br />

için alfabetik işaretler çıkış noktası olarak kabul<br />

edilir <strong>ve</strong> işe harflerin çizgilerinden başlanır. Bu metotta<br />

öncelikle çizgiyi çizenin durumu değil, çizginin<br />

kendisi üzerinde durulur. Bu doğrultuda önce<br />

öğretmen tarafından çizgiler üzerinde açıklamalar<br />

yapılır. Sonra eğik <strong>ve</strong> düz çizgiler çizilir, zamanla<br />

çeşitli harfler çizilmeye başlanır. Oysa Montessori<br />

Metodu özneyi çıkış noktası olarak kabul eder.<br />

Başka bir deyişle bu metotla yapılan eğitimde öznenin<br />

bireysel öğrenme hızına göre hareket edilmektedir<br />

(Montessori, 1970; Wilbrandt, 2009).<br />

Montessori’nin okuma <strong>ve</strong> yazma eğitiminde<br />

kullandığı yöntem ise üç aşamadan oluşur. İlk aşamada,<br />

çocukların yazı yazabilme yeteneği elde<br />

edebilmeleri için çeşitli hazırlık alıştırmaları yapılır.<br />

Bu alıştırmalar için kullanılan materyaller metal<br />

çerçe<strong>ve</strong>ler ile zımpara kâğıdından yapılmış harflerdir.<br />

İkinci aşamada, çocukların harfleri seslerine<br />

göre tanımaları <strong>ve</strong> bulmaları için taşınabilir harflerden<br />

yararlanılır. Bu aşamada çocuklar, yazılarını<br />

mükemmelleştirirler. Üçüncü aşamada ise çocukların<br />

okumayı öğrenmeleri için okuma kartlarıyla<br />

alıştırmalar yapılır (Korkmaz, 2006).<br />

Montessori okullarında çocuğun, yazı yazmayı<br />

öğrenmesi için öncelikle yazı yazmada kullanacağı<br />

tüm hareketleri yapabilme yeteneği elde etmesi<br />

amaçlanır. Bu hareketler, çocuğa harf <strong>ve</strong>ya çizgi<br />

çizdirilerek öğretilmez. Çocuk, yazı yazabilme ye-<br />

98 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

teneği dolaylı bir hazırlık sürecinin sonunda elde<br />

eder. Dolayısıyla Montessori Metodu ile <strong>ve</strong>rilen<br />

eğitimde çocuklar, tek bir harf bile çizmeden yazı<br />

yazmayı öğrenirler (Montessori, 1970).<br />

Yazı yazmayı öğrenmek için yazı yazma gerecini<br />

(kalem, tebeşir vb.) parmaklar arasında tutabilme<br />

<strong>ve</strong> onu, yazı yazılacak düzleme doğru yönlendirme<br />

hareketlerini öğrenmek gerekir. Ancak<br />

bu hareketlerin her şeyden önce yazma gerecinin<br />

kontrolünü sağlayacak bir biçimde yapılmasına<br />

özen gösterilmelidir. Yazı yazma gereci, parmaklar<br />

arasında ne çok sıkı ne de çok gevşek tutulmalıdır.<br />

Ayrıca yazı yazma gerecini, yazı yazılacak<br />

düzleme düzgün bir şekilde yöneltmek için kaba<br />

bir biçimde hareket etmemek, aksine onun hafifçe<br />

düzleme değdirilmesini sağlamak gerekir (Montessori,<br />

1950). Bu şekilde yazı yazılması, ellerin kontrol<br />

edilebildiğini <strong>ve</strong> yazma gerecinin kullanımı için<br />

gerekli yeterliliğin sağlandığını gösterir. Yazı yazmak<br />

için tüm harfleri tanımak yeterli değildir. Yazı<br />

yazmakta kullanılan elin deneyimleri de önemlidir.<br />

Başlangıçta çocuk, eliyle yazma gerecini tam olarak<br />

kontrol edemediği için çizgiler düzensiz olur<br />

<strong>ve</strong> çoğu zaman doldurulması gereken boşlukların<br />

dışına taşar. Ancak yazma gerecinin kontrol edilmesiyle<br />

birlikte çizgiler düzelir <strong>ve</strong> istenilen biçimler<br />

elde edilir. Montessori okullarında çocuklar, yazı<br />

yazabilmek için sahip olmaları gereken yeteneklerin<br />

büyük bir bölümünü daha önce <strong>ve</strong>rilen duyuların<br />

eğitimi sayesinde elde ederler (Topbaş, 2004).<br />

Duyuların eğitimi çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılan alıştırmalarda<br />

çocuklara; düz <strong>ve</strong>ya pürtüklü yüzeylere<br />

hafifçe dokunabilme, katı cisimleri yuvalarına koyabilme<br />

<strong>ve</strong> çıkarabilme, geometrik cisimleri iki parmağıyla<br />

tutabilme becerileri kazandırılır. Böylece<br />

eller, yazı yazmada kullanacağı hareketlerin önemli<br />

bir bölümünü yapabilecek kadar yüksek bir olgunluk<br />

seviyesine ulaşır (Montessori, 1970). Ancak bu<br />

türden alıştırmalar, çocukların düzgün bir biçimde


kalem tutmaları için tek başına yeterli değildir. Bu<br />

nedenle farklı materyallerden de yararlanılır.<br />

Metal Çerçe<strong>ve</strong>ler<br />

Çocuklara kalem tutma becerisi kazandırmak<br />

için metal çerçe<strong>ve</strong>lerden yararlanılır. Bir düzlem<br />

üzerinde bulunan <strong>ve</strong> kolaylıkla çıkarılabilen metal<br />

çerçe<strong>ve</strong>lerden her biri farklı bir geometrik biçime<br />

sahiptir. Bunlardan bazıları üçgen, altıgen gibi düz<br />

çizgilerden oluşurken bazıları daire, elips gibi eğik<br />

çizgilerden oluşmaktadır (Montessori, 1970). Bunlarla<br />

alıştırma yapan çocuk, yazı yazmada kullanacağı<br />

el hareketlerini öğrenir. Metal çerçe<strong>ve</strong>lerle<br />

yapılan alıştırmalar, çocuğun düzgün bir biçimde<br />

yazı yazması için yeterli değildir. Çünkü bu aşamadaki<br />

çocuğun, henüz harflerin biçimleri hakkında<br />

bilgisi yoktur. Ancak bu materyaller, çocuğun kalem<br />

tutma becerisini geliştirmesine yardımcı olurlar<br />

(Lillard, 2008).<br />

Alıştırma için çocuğa beyaz bir kâğıt <strong>ve</strong> renkli<br />

kalem <strong>ve</strong>rilir. Metal çerçe<strong>ve</strong>lerden birini kâğıdın<br />

üstüne koyan çocuk, onun dış kenarlarını renkli<br />

kalemle takip ederek çizer. Çerçe<strong>ve</strong> kâğıdın üstünden<br />

kaldırıldığında da geometrik figür ortaya çıkar.<br />

Metal çerçe<strong>ve</strong>nin dış kenarlarını çizen çocuk, bir<br />

başka renkteki kalemi eline alır <strong>ve</strong> aynı işlemi yapar.<br />

Çizim iyi yapılmışsa metal çerçe<strong>ve</strong> kaldırıldığında<br />

kâğıdın üstünde iki farklı renkte çizilmiş geometrik<br />

figür görülür (Montessori, 1970). Çocuğun,<br />

çift çizgiyle geometrik figürün dış kenarları çizebilmesi,<br />

onun kalem tutma <strong>ve</strong> kullanma da yararlanacağı<br />

hareketleri öğrendiği anlamına gelir.<br />

Çocuklar, bu aşamadan sonra yazı yazmak<br />

için kullanacağı hazırlayıcı hareketleri öğrenirler.<br />

Bunun için çocuklar, çizdikleri figürlerin içlerini yukardan<br />

aşağıya çizdikleri dik çizgilerle doldururlar.<br />

Başlangıçta çocuklar genellikle figürlerin içlerini<br />

kenarlarına bakmadan, büyük çizgilerle kabaca<br />

doldururlar. Ancak yavaş yavaş çizimler düzelir<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

(Montessori, 1970). Böylece şekillerin içlerini, dış<br />

hatlarını geçmeden doldurmayı da öğrenirler. Çocuklar,<br />

bu alıştırmalar sayesinde birçok el hareketi<br />

yapmış olurlar. Bu şekilde çok sayıda alıştırma yapan<br />

çocuklar yazı yazmak için gerekli olan kassal<br />

koordinasyonunu sağlarlar (Korkmaz, 2006).<br />

Metal çerçe<strong>ve</strong>lerin kenarlarını takip ederek<br />

başlayan çizimler, çocukların albümlerdeki çeşitli<br />

hazır figürlerin içlerini doldurmaya başlamalarıyla<br />

daha da mükemmelleşir. İçinde hayvan, bitki gibi<br />

çeşitli figürlerin bulunduğu albüm, sayfaları birer<br />

birer dışarı çıkartılabilecek şekilde tasarlanmıştır.<br />

Böylelikle çocuklar rahatça çalışma imkânı bulurlar<br />

(Montessori, 1970).<br />

Zımpara Kâğıdından Yapılmış Harfler<br />

Metal çerçe<strong>ve</strong>lerle çizim yapabilme yeteneğini<br />

elde eden çocuklar, bu aşamadan sonra harfleri<br />

öğrenmeye başlarlar. Bu sürecin sonunda çocuklar,<br />

harfleri çizebilme yeteneği elde edeceklerdir.<br />

Montessori okullarında harfleri öğretmek için zımpara<br />

kâğıtlarından yararlanılır. Çocuklar, bunların<br />

her birine yazıldıkları yönde <strong>ve</strong> yazı yazmada kullandıkları<br />

parmaklarıyla dokunurlar. Ayrıca kalem<br />

gibi tutulacak bir çubukla da harflerin üzerinde çalışırlar.<br />

Böylelikle elin <strong>ve</strong> kolun hareketleri çocuğun<br />

belleğine işlenir. Bunun sonucunda çocuklar, her<br />

bir harfin biçimi hakkında bilgi sahibi olurlar. Çocuklar,<br />

harfleri aynı zamanda gözleriyle de takip<br />

ederler. Bu şekilde harf, belleğe hem görsel hem<br />

de dokunma yoluyla olmak üzere iki yönlü işlenmektedir.<br />

(Pollard, 1996; Wilbrandt, 2009) .<br />

Zımpara kâğıtlarıyla yapılan alıştırmada çocuk<br />

harfe dokunurken, öğretmen o harfin sahip olduğu<br />

sesi telaffuz eder. Örneğin çocuk, zımpara kâğıdından<br />

yapılmış iki ünlü harf olan “i” <strong>ve</strong> “o”ya dokunduğunda,<br />

öğretmen sırayla bunların seslerini<br />

telaffuz eder. Sonra öğretmen, çocuğa, “bana ‘i’yi<br />

<strong>ve</strong> ‘o’yu <strong>ve</strong>r” der. Daha sonra çocuğa harfler gös-<br />

99


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

terilerek “bunlar nedir?” diye sorulur. Diğer harfler<br />

için de aynı biçimde alıştırmalar yapılır. Böylelikle<br />

çocuk, harfleri çizmek için gerekli hareketleri organize<br />

eder. Bu süreç sadece yazmak için değil okumak<br />

için de bir ön hazırlık niteliği taşır. Harflere<br />

dokunan çocuk, aynı zamanda onların görünüşlerini<br />

de incelemiş olur (Montessori, 1970).<br />

Almanya’nın Münih şehrinin Çocuk Merkezi<br />

Yöneticisi Prof. Dr. Hellbrügge zımpara kâğıtlarıyla<br />

yapılan çalışmaların kalıcı öğrenmeye neden<br />

olduğunu söyler. Ona göre, bu çalışmalarda harfin<br />

biçimi öyle belleğe yerleşmektedir ki, tıpkı bisiklet<br />

sürmeyi öğrenmek gibi artık unutulmamaktadır.<br />

Zımpara kâğıtlarıyla yapılan çalışmanın ardından<br />

bir sonraki adımın zor olmayacağını düşünen<br />

Hellbrügge, bu aşamadan sonra okumaya<br />

kendiliğinden geçildiğini söyler (Wilbrandt, 2009).<br />

Ayrıca Beken (2009) tarafından yapılan araştırmada<br />

yazı yazma eğitiminde kullanılan zımpara<br />

kâğıdından yapılmış harf <strong>ve</strong> metal çerçe<strong>ve</strong>lerin,<br />

küp, silindir, sayı çubuğu vb. diğer materyallerle<br />

birlikte kullanıldığında el becerilerinin gelişmesine<br />

de katkı sağladığı ortaya çıkmıştır. Bu araştırmanın<br />

çalışma grubunu, Adnan Menderes Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

Eğitim Fakültesi’ne bağlı uygulama anaokulu ile Milli<br />

Eğitim Bakanlığı’na bağlı anaokuluna devam eden<br />

32 çocuk oluşturmuştur. Deney <strong>ve</strong> kontrol grubu<br />

belirlendikten sonra deney grubundaki çocuklara,<br />

12 hafta boyunca toplam 48 etkinlikten oluşan<br />

Montessori eğitim programı uygulanmıştır. Kontrol<br />

grubundaki günlük eğitim öğretim etkililiklerine<br />

ise herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır.<br />

Araştırmanın sonucunda Montessori eğitimi<br />

alan deney grubundaki çocukların el becerileri<br />

kazanımlarının, Milli Eğitim Bakanlığı Okulöncesi<br />

Eğitim Programı ile eğitim alan kontrol grubu<br />

çocuklarının el becerileri kazanımlarından daha<br />

çok olduğu ortaya çıkmıştır.<br />

100 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Taşınabilir Harfler<br />

Yazmanın öğrenilmesi için Montessori okullarında<br />

kullanılan diğer bir materyal de taşınabilir<br />

harflerdir. İki adet taşınabilir harf seti bulunur.<br />

Bunlardan birinde büyük boyutlarda, diğerinde ise<br />

küçük boyutlarda harfler bulunmaktadır. Ünlü harfler<br />

<strong>ve</strong> ünsüz harfler farklı renklerde tasarlanmıştır.<br />

Çocuk, harflerin bir bölümünü öğrense bile bu<br />

harfleri yan yana koyarak kelime oluşturmaya başlayabilir.<br />

(Montessori, 1970). Çocuğun hareketli<br />

harflerle sesleri birleştirerek sözcük oluşturmasını<br />

sağlayan bu sette ünlü harfler mavi, ünsüz harfler<br />

de pembe renklerdedir. Bu harflerle çalışan çocuk,<br />

kelimelerin seslerden oluştuğunun farkına vararak<br />

analiz, bir kelimedeki seslerden farklı kelimeler<br />

oluşturarak sentez yapar (Wilbrandt, 2009).<br />

Montessori (1970)’ ye göre, okunduğu gibi yazılan<br />

İtalyanca’da yazmayı öğretmek için bir kelimeyi<br />

oluşturan sesleri ayrı ayrı telaffuz etmek yeterlidir.<br />

Montessori, buna örnek olarak “el” anlamına gelen<br />

“mano” kelimesini <strong>ve</strong>rir. Bu kelimeyi oluşturmaya<br />

çalışan çocuk, -m, -a, -n, –o seslerinden yola çıkar.<br />

O, daha sonra bu seslere sahip olan harfleri setten<br />

bularak yan yana koyar. Böylece çocuk, kelimeleri<br />

uygun bir biçimde önce seslere bölmeyi, sonra da<br />

harflere dönüştürmeyi başarır. Bu şekilde alıştırmalar<br />

yapan çocuk, bütünden parçaya giderek de<br />

alıştırma yapabilme yeteneği kazanır.<br />

Montessori (1970) taşınabilir harflerle alıştırma<br />

yapan çocukların hiç yazı yazmadıkları halde kelimeleri<br />

tam olarak yazabilme yeteneği kazandıklarını<br />

söyler. Hatta bu olay, beklenmedik bir anda<br />

meydana gelir. Öyle ki, kâğıt üzerine bir harf bile<br />

çizmeyen çocuklar ardı ardına sayısız kelimeler<br />

yazarlar. Montessori, çocukların bu başarılarını<br />

“yazı patlaması” olarak adlandırır.


Okuma Eğitimi<br />

Montessori Metodu’na göre, materyalleri amacına<br />

uygun bir şekilde kullanabilen çocuk bir üst<br />

aşamaya geçebilmektedir. Bu anlayış çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

ancak yazı yazabilme yeteneği kazandırmayı<br />

amaçlayan materyalleri başarıyla kullanabilen çocuk,<br />

okumayı öğrenmeye başlayabilir. Dolayısıyla<br />

metal çerçe<strong>ve</strong>leri <strong>ve</strong> zımpara kâğıdından yapılmış<br />

harfleri kullanabilen çocuk, bu noktadan itibaren<br />

okuma eğitimine başlayabilir.<br />

Okuma Kartları<br />

Montessori (1970)’ye göre, okumayı öğrenmenin<br />

başlangıç dönemi harfleri görmek <strong>ve</strong> tanımaktır.<br />

Bu aşama her ne kadar yazmayı öğrenmek için<br />

kullanılsa da okumak <strong>ve</strong> yazmak birbirleriyle kaynaşan<br />

iki işlemdir. Özellikle harfleri yan yana koyarak<br />

kelimeler oluşturan çocuklar, kelimenin okunuşunu<br />

da içeren karmaşık bir alıştırma yaparlar.<br />

Ancak Montessori, bu süreçten geçen çocukların<br />

kelimenin okunuşlarını öğrendikleri halde okumayı<br />

tam olarak öğrenemediklerini iddia eder. Çünkü o,<br />

yazılan kelimenin seslendirilmesini “okuma” olarak<br />

nitelendirmez. Montessori’ye göre, asıl okuma yazılan<br />

bir kelime <strong>ve</strong>ya kelime grubundan düşüncenin<br />

yorumlanmasıdır.<br />

Montessori’ye göre, tek tek kelimeleri, hatta<br />

cümleleri okuyup anlayan çocuklar bile kitaplardan<br />

uzun bir süre uzak kalmayı tercih ederler. O, buna<br />

dayanarak eğitimcinin çocuk için yazı yazmasını<br />

<strong>ve</strong> çocuğun yazdığı kelimeleri seslendirmesini<br />

önerir. Çünkü çocuğun basılı kitaplarda yazılı olan<br />

kalıpları okuyup anlamlandırması uzun bir süre<br />

gerektirebilir. Bu nedenle Montessori okullarında<br />

okumanın öğretilmesi için özel alıştırmalar yapılır<br />

(Wilbrandt, 2009).<br />

Okumanın öğretilmesi amacıyla yapılan alıştırmalar<br />

için kartların üzerine herkes tarafından<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

bilinen kelimeler <strong>ve</strong>ya çocuklara gösterilen nesnelerin<br />

adları yazılır. Eğer kelime, çocuğa gösterilen<br />

nesnelerden birine ilişkinse nesneler, okumayı<br />

kolaylaştırmak için, çocuğun gözlerinin önüne<br />

konulur. Daha sonra çocuk, nesnenin adıyla onu<br />

temsil eden kelime arasında ilişki kurarak okuma<br />

kartındaki kelimeyi okumaya çalışır. Okumanın öğrenilmesi<br />

için bu biçimde birçok alıştırma yapılır.<br />

Bu alıştırmalara, okunuşu zor kelimelerle de başlanabilir.<br />

Çünkü bu aşamada çocuklar, önceki alıştırmalarda<br />

çok sayıda kelime oluşturduklarından<br />

dolayı kelimelerin nasıl seslendirileceklerini bilirler<br />

(Montessori, 1970). Okuma kartlarıyla yapılan çalışmaların<br />

sonucunda çocuklar, yazılı sembolleri<br />

anlayarak okumada sürat kazanabilmektedirler.<br />

Bu çalışmayla çocukların çevredeki nesnelere ait<br />

isim kartlarını okuyarak bunları ilgili nesnelerle eşleştirebilme<br />

yetenekleri de desteklenir. Ayrıca bu<br />

çalışmayla çocukların okuduğunu anlama becerileri<br />

de geliştirilebilir (Wilbrandt, 2009).<br />

SONUÇ <strong>ve</strong> ÖNERİLER<br />

Sonuç<br />

Eğitim alanındaki uygulamalara karşı gelen<br />

Montessori, bunların yerine bilimsel bulguları <strong>ve</strong><br />

gözlemleri temele alarak geliştirdiği metodu önermiştir.<br />

Okuma-yazma eğitimi, onun ortaya koyduğu<br />

metodun önemli bir parçasını teşkil etmektedir. Bu<br />

doğrultuda Montessori Metodu çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılan<br />

okuma-yazma eğitimine ilişkin bazı tespitlerde<br />

bulunmak mümkün görünmektedir:<br />

Montessori okullarında çocuklara <strong>ve</strong>rilen okuma-yazma<br />

eğitimi, Fransız düşünür Jean Jacques<br />

Rousseau’nun pedagojik anlayışına uygun gelebilecek<br />

bir biçimde tasarlanmıştır. Rousseau (2008),<br />

çocukların çevrelerinde sürekli gözlemler <strong>ve</strong> keşifler<br />

yapmalarına imkân <strong>ve</strong>recek nesnelere ihtiyaçları<br />

olduğunu söyler. Ona göre, öğretmenler çocukların<br />

bu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelmelidir.<br />

101


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Bu nedenle Rousseau, çocuklara bizzat yaparak<br />

<strong>ve</strong> yaşayarak öğrenebilecekleri bir ortam <strong>ve</strong>rilmesi<br />

gerektiğini savunur. Montessori okullarında okuma-<br />

yazma eğitimi de materyallerle yapılmaktadır.<br />

Bu süreçte sürekli hareket halinde bulunan çocuklar,<br />

okuma-yazmayı bireysel çalışmalarda bulunarak<br />

öğrenmektedirler.<br />

Montessori yaklaşımıyla ilgili çalışmalarda bulunan<br />

Amerikalı Angeline Lillard (2008) tarafından<br />

yapılan bir araştırmada, Montessori okuluna devam<br />

eden çocuklar ile geleneksel okullara devam eden<br />

çocukların sosyal becerilerini geliştirme düzeyleri<br />

karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada Montessori okuluna<br />

giden çocuklar deney grubunu, geleneksel metotların<br />

kullanıldığı diğer okullara kaydını yaptıran<br />

çocuklar ise kontrol grubunu oluşturmuştur. Araştırmanın<br />

sonuçlarına göre, Montessori eğitimi alan<br />

çocukların geleneksel eğitim alan çocuklara göre<br />

sosyal becerilerini daha fazla geliştirdikleri ortaya<br />

çıkmıştır. Bu <strong>ve</strong>riye dayanarak bireysellik üzerine<br />

inşa edilmesine rağmen Montessori Metodu’nun,<br />

bireylerin sosyal gelişimlerini sağladığı söylenebilir.<br />

Ayrıca bu <strong>ve</strong>ri geleneksel eğitimcilerin sosyalleşme<br />

kavramına ilişkin anlayışına karşı gelen<br />

Montessori’nin düşüncelerini de desteklemektedir.<br />

Montessori (1953), sosyal hayatın yan yana<br />

oturmak <strong>ve</strong>ya konuşan birini dinlemekten ibaret<br />

olmadığını söyler. Ona göre, sosyalleşmeden söz<br />

edebilmek için grubu oluşturan bireyler arasında<br />

etkileşimin olması gerekir. Etkileşim ancak topluca<br />

birbirleriyle kaynaşarak hareket eden <strong>ve</strong> ortaklaşa<br />

çalışmalarda bulunan insanlar tarafından gerçekleştirilir.<br />

Montessori materyalleri de çocukların birbirleriyle<br />

ortak çalışmalarda bulunmalarına uygun<br />

<strong>ve</strong>recek tarzda tasarlanmışlardır.<br />

Montessori okullarında okuma-yazma eğitiminde<br />

kullanılan materyaller de diğerleri gibi öğrencilerin<br />

birbirleriyle iletişimde bulunmalarına imkân<br />

<strong>ve</strong>rmektedir. Özellikle metal çerçe<strong>ve</strong>ler <strong>ve</strong> taşına-<br />

102 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

bilir harflerle yapılan çalışmalarda çocuklar, ortamda<br />

serbestçe hareket ederek birbirleriyle yardımlaşabilmekte,<br />

fikir alış<strong>ve</strong>rişinde bulunabilmekte <strong>ve</strong><br />

yaptıkları çalışmaları birbirlerine gösterebilmektedirler.<br />

Ayrıca bu materyaller tek başına olduğu gibi<br />

ortaklaşa da kullanılabilmektedir.<br />

Montessori okullarında diğer eğitimler gibi okuma-yazma<br />

eğitimi de çocukların bireysel öğrenme<br />

hızlarına göre yapılmaktadır. Bu nedenle Montessori<br />

okullarında okuma-yazma eğitimi, çocukların<br />

okuryazar olmalarını sağlamak amacıyla yapılmamaktadır.<br />

Ancak bu okullarda bireysel öğrenme<br />

hızları yüksek olan çocuklara, okuryazar olmalarını<br />

sağlayacak kadar okuma-yazma becerilerini<br />

geliştirme fırsatı <strong>ve</strong>rilmektedir. Bu yönden ele alındığında<br />

Montessori yaklaşımının temelinde, üç ile<br />

altı yaş çocuklarının okuma-yazma eğitimine hazır<br />

bulunuşluk düzeylerinin yeterli oldukları düşüncesi<br />

olduğu görülmektedir. Ancak okuma-yazma eğitiminde<br />

belirledikleri amaç bakımından Türkiye’nin<br />

okulöncesi eğitim kurumları, Montessori okullarından<br />

farklılık göstermektedir.<br />

Türkiye’nin okulöncesi eğitim kurumlarında<br />

okuma-yazma eğitimi Montessori okullarından<br />

farklı olarak hazırlık çalışmaları niteliğinde yapılmaktadır.<br />

Asla okuma-yazmayı öğretmek amacı<br />

taşımayan bu çalışmalar, çocukların sadece ilköğretime<br />

geçişini kolaylaştırmak, hazır bulunuşluk<br />

düzeyini artırmak amacıyla yapılmaktadır. Tüm yıl<br />

içinde yapılan bu çalışmalar etkinlikleri içermektedir.<br />

(MEB, 2006).<br />

Öneriler<br />

– Türkiye’deki okul öncesi eğitim kurumlarında<br />

Montessori Metodu’nun başta okuma- yazma<br />

olmak üzere matematik <strong>ve</strong> beden eğitimi gibi<br />

bazı eğitim alanları için kısmen uygulanması<br />

düşünülebilir.


– Montessori, ana dili İtalyanca’nın okunduğu gibi<br />

yazılan bir dil olduğunu göz önünde bulundurarak<br />

çocuklara okuma-yazmayı öğretmek için<br />

taşınabilir harflerden yararlanmıştır. Türkçe’nin<br />

de okunduğu gibi yazıldığı düşünülürse ülkemizin<br />

eğitim kurumlarında da taşınabilir harf setinden<br />

yararlanılabilir.<br />

– Montessori Metodunun ilköğretim, ortaöğretim<br />

gibi okul öncesi eğitim dışındaki diğer eğitim<br />

kademelerindeki uygulamaları da araştırılabilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Armaoğlu, F.(1983). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1980.<br />

Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />

Arslan, M.(2008). “Günümüzde Montessori Pedagojisi”,<br />

Milli Eğitim Dergisi, 36, (177), 65- 79.<br />

Aydın, İ.(2006). Alternatif Okullar. Ankara: Pegem A Ya-<br />

yıncılık.<br />

Aytaç, K. (2006). Çağdaş Eğitim Akımları. Ankara: Pelin<br />

Ofset.<br />

Beken, S.(2009). Montessori Yöntemi Etkinliklerinin 5–6<br />

Yaş Çocuklarının El Becerilerinin Gelişimine Etkisi.<br />

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Aydın:<br />

Adnan Menderes Üni<strong>ve</strong>rsitesi.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

– Montessori okullarında okuma <strong>ve</strong> yazma eğitimi<br />

için kullanılan materyaller ile Türkiye’nin<br />

okul öncesi eğitim kurumlarında okuma <strong>ve</strong> yazma<br />

eğitiminde kullanılan materyaller etkinlikleri<br />

bakımından karşılaştırılarak araştırılabilir.<br />

De Bartolomeis, F. (1973). Maria Montessori e La Pedogogia<br />

Scientifica. Floransa: La Nuova Italia<br />

Editrice.<br />

Doğru, S. (2009). “Özel Eğitimde Kullanılan Alternatif<br />

Programlar (Montessori Yaklaşımı)”, Tübav Bilim<br />

Dergisi, (1) 1: 113- 122.<br />

Korkmaz, E. (2006). Montessori Metodu. Ankara: Algı<br />

Yayınları.<br />

Lillard, A. (2008). “How Important Are the Montessori<br />

Materials?”, Montessori Life, 20 (4), 20- 25.<br />

MEB. (2006). 36–72 Aylık Çocuklar İçin Okul Öncesi<br />

Eğitim Programı, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Talim<br />

<strong>ve</strong> Terbiye Kurulu Başkanlığı, İstanbul: Ya-Pa<br />

Yayınları<br />

103


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Montessori, M. (1975). Çocuk Eğitimi. (Çev: Yücel Güler)<br />

İstanbul: Sander Yayınları.<br />

Montessori, M. (1953). La Mente del Bambino. Roma:<br />

Officine Grafiche Aldo Garzanti.<br />

Montessori, M.(1950). La Scoperta del Bambino. Roma:<br />

Garzanti.<br />

Montessori, M.(1970). Manuale di Pedagogia Scientifica.<br />

Firenze: Gıunti.<br />

Öngören, S.(2008). Okulöncesi Eğitim Kurumlarına Devam<br />

Eden 4–5 Yaş Grubu Çocuklarına Geometrik<br />

Şekil Kavramı Kazandırmada Montessori Eğitimi<br />

Yönteminin Etkililiği. Yayınlanmamış Yüksek<br />

Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi.<br />

Pignatari, M. (1967). Maria Montessori. Roma: Comitato<br />

Italiano Dell’Omep.<br />

104 Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Pollard, M. (1996). Maria Montessori. (Çev: Leyla Onat).<br />

Ankara: İlkkaynak Kültür <strong>ve</strong> Sanat Ürünleri.<br />

Rousseau, J. J. (2008). Emile (Bir Çocuk Büyüyor).<br />

(Çev: Ülkü Akagündüz). İstanbul: Selis Kitaplar.<br />

Savard, C. M. (1976). Çağdaş Pedagojiden Seçmeler.<br />

(Çev: Nejat Yüzbaşıoğulları). İstanbul: Milli Eğitim<br />

Basımevi.<br />

Schafer, C. (2006). Ömür Törpüsü mü? Bal Küpü mü?<br />

(Çev: CeydaAydın). İstanbul: Sistem Yayıncılık.<br />

Sönmez, V. (2008). Eğitim Felsefesi. Ankara: Anı Yayıncılık.<br />

Topbaş, E. (2004). Montessori Yöntemi İle Çocuk Eğitimi.<br />

İstanbul: Tekağaç Eylül Yayınları.<br />

Wilbrandt, E. (2009). Maria Montessori Yöntemiyle Çocuk<br />

Eğitimi Sanatı. İstanbul: Sistem Yayıncılık.


Yayın Kuralları<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

105


Yayın Kuralları<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

1. Aile<br />

<strong>ve</strong> Toplum dergisi, Başbakanlık, Alile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü tarafından Ocak-<br />

Şubat-Mart, Nisan-Mayıs-Haziran, Temmuz-Ağustos-Eylül <strong>ve</strong> Ekim-Kasım-Aralık aylarında olmak<br />

üzere yılda dört kez yayınlanmakta olan hakemli bir dergidir.<br />

2. Dergide, <strong>Genel</strong> Müdürlüğümüzün kuruluş amacı (Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi<br />

<strong>ve</strong> sosyal refahının artırılması için gerekli araştırmaları yapmak <strong>ve</strong> projeler geliştirmek, bunların<br />

uygulamaya konulmasını sağlamak, aile ile ilgili milli bir politikanın oluşmasına yardımcı olmak) doğrultusunda<br />

aile odaklı telif <strong>ve</strong> tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme<br />

tartışma yazıları Türkçe ya da bir yabancı dilde yayınlanmaktadır.<br />

3. Dergi, “hakemli” bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, yayın kurulu tarafından incelendikten sonra<br />

konusu ile ilgili hakeme gönderilir. Makaleyi değerlendiren hakemlerin kimlikleri hakkında yazarlara,<br />

gönderilen makalenin kime ait olduğu konusunda da hakemlere bilgi <strong>ve</strong>rilmez. Hakem raporları gizlidir.<br />

Hakemlerden olumlu rapor alamayan makaleler yayınlanmaz <strong>ve</strong> yazarına iade edilmez; bu konuda<br />

idari <strong>ve</strong> adli sorumluluk kabul edilmez. Hakemler tarafından düzeltme istenen yazılar ise gerekli değişiklikler<br />

için yazar(ları)na geri gönderilir. Düzeltilmiş metni belirtilen süre içerisinde dergiye ulaştırmak<br />

yazar(lar)ın sorumluluğundadır.<br />

4. Dergiye gönderilen yazıların daha önce başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere<br />

gönderilmemesi gereklidir. Herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş <strong>ve</strong> yayımlanmamış yazılarda,<br />

toplantının adı, yeri <strong>ve</strong> tarihi belirtilmelidir.<br />

5. Dergide yayımlanacak olan eserler daha önce bir başka dergide yayınlanmamış, yayınlanmak üzere<br />

gönderilmemiş ya da yayın için kabul edilmemiş olmalıdır.<br />

6. Çalışma, <strong>Genel</strong> Müdürlük adresine ikisi isimsiz olmak üzere üç nüsha basılı <strong>ve</strong> bir de CD’de kayıtlı<br />

(bir isimli, bir isimsiz) olarak posta ile ya da editöre bir isimli bir isimsiz iki nüsha halinde elektronik<br />

posta adresine mail ile gönderilebilir.<br />

7. Gönderilen Yazıların Yayınlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar yayınlansın ya da yayınlanması<br />

geri iade edilmez.<br />

8.<br />

Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler <strong>ve</strong> bu konudaki sorumluluk yazara aittir.<br />

9. Eserin yayınlanmasına karar <strong>ve</strong>rilmesi durumunda yazarlar yayın haklarını Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar<br />

Dergisi’ne devretmiş olurlar.<br />

Yazım Kuralları<br />

1. Çalışmanın başlığı büyük harfle <strong>ve</strong> sayfanın ortasına gelecek şekilde “Times New Roman” yazı karakteriyle<br />

14 punto <strong>ve</strong> bir aralıkla “koyu” olarak yazılmalıdır. Ana başlık yazısının sağ alt tarafına yazar<br />

<strong>ve</strong>ya yazarların adları, akademik ünvanlarıyla birlikte yazılmalı <strong>ve</strong> çalıştığı kurum (üni<strong>ve</strong>rsite, fakülte,<br />

bölüm) adları ise (*) işaretiyle dipnot şeklinde sayfanın alt kısmında <strong>ve</strong>rilmelidir. Yapılan çalışma herhangi<br />

bir kurum tarafından destek görmüşse, makalenin ana başlığının son kelimesi üzerine (*) konularak<br />

destek <strong>ve</strong>ren kurumun adı aynı sayfada dipnot olarak <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

2. Dergiye gönderilecek çalışmalar, Apple Mac Word 5.1 <strong>ve</strong>ya Ms Word Windows 95 <strong>ve</strong> üstü programla<br />

yazılmalıdır.<br />

107


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

3.<br />

Makalenin yazarı, adını, soyadını, görev yaptığı kurumu <strong>ve</strong> akademik unvanını tam <strong>ve</strong> açık olarak<br />

belirtmeli; kendisiyle doğrudan iletişim kurulabilecek açık adres, telefon numarası <strong>ve</strong> elektronik posta<br />

adresini <strong>ve</strong>rmelidir.<br />

4. Aday makalede, başlıktan sonra bir aralık <strong>ve</strong> dokuz puntoyla her biri 80-100 kelimeyi geçmeyen <strong>ve</strong><br />

beş ana alt başlıktan oluşan Türkçe <strong>ve</strong> İngilizce yapılandırılmış özler bulunmalıdır. Makalenin başlığının<br />

İngilizce karşılığı ilgili özün başlığı olarak koyu <strong>ve</strong> küçük harflerle yer almalıdır. Yapılandırılmış<br />

özler: görgül araştırmalar için; Problem Durumu, Araştırmanın Amacı, Yöntem, Bulgular <strong>ve</strong> Sonuçlar,<br />

Öneriler; diğer çalışmalar için; Araştırmanın Temelleri, Araştırmanın Amacı, Veri Kaynakları, Ana Tartışma<br />

<strong>ve</strong> Sonuçlar başlıklarını içermelidir.<br />

Yapılandırılmış özün altında 1 satır boşluk bırakılarak en az 3 anahtar kelime <strong>ve</strong>rilmelidir. Anahtar<br />

kelimeler Türkçe <strong>ve</strong> İngilizce hazırlanmalıdır.<br />

5. Metin yazımı, A4 boyutundaki kağıda Times New Roman karakteriyle 1.5 aralıklı olarak 11 puntoyla <strong>ve</strong><br />

2.5 cm. kenar boşluklarıyla yazılmalıdır. Çalışma, giriş bölümüyle başlamalı, burada yazının hipotezi<br />

belirtilmeli, Gelişme bölümü (ana <strong>ve</strong> alt başlıklarla desteklenebilir) <strong>ve</strong>ri, gözlem, görüş, yorum <strong>ve</strong> tartışmalardan<br />

oluşmalı, sonuç bölümünde de varılan sonuçlar, önerilerle desteklenerek açıklanmalıdır.<br />

6. Bölüm başlıkları büyük harfle, alt başlıklar küçük harfle <strong>ve</strong> koyu olarak yazılmalıdır. Numaralandırma<br />

1, 1.1, 1.2, 1.3 şeklinde olmalıdır.<br />

Örnek:<br />

3. YÖNTEM<br />

3.1 Veri Toplama Teknikleri<br />

7. Çizelge, grafik, resim vb. derginin sayfa boyutları dışına taşmamalı <strong>ve</strong> bunların hazırlanmasında Times<br />

New Roman 8 puntodan küçük yazı kullanılmamalıdır. Çizelge, grafik, resim vb.lerine sıra ile<br />

numara <strong>ve</strong> başlık <strong>ve</strong>rilmelidir. Kaynak <strong>ve</strong> gerekli durumlarda açıklayıcı dipnotlar <strong>ve</strong> kısaltmalar, şekil<br />

<strong>ve</strong> çizelgelerin hemen altında gösterilmelidir.<br />

8.<br />

9.<br />

•<br />

Dergiye gönderilecek çalışmalar otuz sayfayı aşmamalıdır.<br />

Kaynaklar APA (American Sociological Association) standartlarına uygun olarak <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

• Göndermeler<br />

Tek Yazarlı<br />

Yazarın adı ifadenin bir parçası değilse cümlenin sonunda yer alır.<br />

Örnek: Bilgisayar okuryazarlığı, bir dildeki okuryazarlıkla eş anlamlı olarak, bir dili kullanma, okuma <strong>ve</strong><br />

yazma yeteneği olarak tanımlanabilir (Kınık, 1991).<br />

•<br />

Yazarın adı ifadede geçiyorsa ismin hemen yanında yer alır.<br />

Örnek: İğdir (1991), bilgisayar okuryazarlığını, bir dildeki okuryazarlıkla eş anlamlı olarak, bir dil kullanma,<br />

okuma <strong>ve</strong> yazma yeteneği olarak tanımlar.<br />

•<br />

İki Yazarlı<br />

Yazarların adı ifadenin bir parçası değilse cümlenin sonunda, ifadede geçiyorsa hemen yanında yer<br />

alır.<br />

108 Ocak - Şubat - Mart 2010


Örnek: Yapılan bazı çalışmalar bu <strong>ve</strong>riyi doğrular niteliktedir (Berk <strong>ve</strong> Altun, 1992).<br />

•<br />

Üç-Beş Yazarlı<br />

İlk göndermede yazar soyadları eserdeki sıraya göre <strong>ve</strong>rilir.<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Örnek: Bu alanda yapılan araştırmalar (Sarıkoç, Türkarslan, Demirkan <strong>ve</strong> Ergun, 1999) göstermiştir<br />

ki…<br />

Aynı eserde ikinci <strong>ve</strong> daha fazla kez gönderme yapmak gerekirse, sadece ilk yazarın soyadı yazılır;<br />

diğerleri için Türkçe makalelerde “vd.”, İngilizce makalelerde “et al.” kısaltması kullanılır.<br />

Örnek: (Yıldırım vd., 1999)<br />

(Hall et al., 1992)<br />

•<br />

6 <strong>ve</strong> Daha Fazla Yazarlı<br />

Sadece ilk yazarın soyadı “vd./et al.” kısaltması kullanılır. Bibliyografyada kısaltma kullanmaksızın tüm<br />

yazarların isimleri yazılır.<br />

Örnek: (Ayyıldız vd., 1997). (Henry et al., 1993).<br />

•<br />

Kurum Yazarlı<br />

İlk göndermede kurumun açık adı, yanında kısaltması <strong>ve</strong> tarih <strong>ve</strong>rilir.<br />

Örnek: (Aile <strong>ve</strong> Sosyal Araştırmalar <strong>Genel</strong> Müdürlüğü [ASAGEM], 2003)(Further Reduction Unit [FEU],<br />

1998)<br />

•<br />

İkinci <strong>ve</strong> daha sonraki göndermelerde sadece kısaltma <strong>ve</strong> tarih <strong>ve</strong>rilir.<br />

Örnek: (TSE, 1999) (FEU, 1998)<br />

•<br />

Yazarı Olmayan Eser<br />

Yazarı olmayan yayınlara, eser adıyla gönderme yapılır. Eser adı kısaltılır.<br />

Örnek: (“Computer Literacy Handbook”, 1997).<br />

•<br />

Aynı Soyadını Taşıyan Birden Fazla Yazar<br />

Aynı soyadını taşıyan yazarları birbirinden ayırmak için adlarının baş harfleri de kullanılır.<br />

Örnek: G.Underwood (1998) <strong>ve</strong> J.D. Underwood (1999) araştırmalarında bu konuya değinmiştir.<br />

•<br />

Aynı Yazarın Aynı Tarihli Birden Fazla Eseri<br />

Yayın tarihine bir harf eklenerek ayrım sağlanır.<br />

Örnek: (Underwood, 1998a)<br />

(Underwood, 1998b)<br />

•<br />

Birden Fazla Yayına Aynı Anda Gönderme<br />

Yazar soyadına göre alfabetik sıra izlenir.<br />

Örnek: Bu konuda yapılan araştırmalar (Aşkar, 1997; Erden, 1996; Sanemoğlu, 1996) göstermiştir ki…<br />

109


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

•<br />

• Alıntılar<br />

Alıntılar çeşitli biçimlerde olabilir. Aşağıda bazı alıntı şekillerine örnek <strong>ve</strong>rilmiştir. Eğer alıntı yapılan<br />

metinde bazı sözcükler atlanıyorsa bu durum üç nokta (…) kullanılarak belirtilir.<br />

Örnek: Eğitimi çeşitli şekillerde tanımlamak mümkündür. Örneğin, Ertürk (1998) eğitimi, “bireyin davranışlarında<br />

kendi yaşantısı yoluyla <strong>ve</strong> kasıtlı olarak istendik değişiklikler meydana getirme süreci”<br />

olarak tanımlamaktadır (s.12).<br />

Örnek: “Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla <strong>ve</strong> kasıtlı olarak istendik değişiklik meydana<br />

getirme sürecidir. Kültürlemenin belli bir çeşidi olduğunu söylediğimiz eğitim, yani kasıtlı kültürleme<br />

ile kasıtsız kültürleme bir arada <strong>ve</strong> birbirini etkileyerek vuku bulmaktadır” (Ertürk, 1998,<br />

s.12-13).<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

• Kaynakçanın Düzenlenmesi<br />

Kitap<br />

Bulunması gereken bilgi:<br />

Yazarın adı (soyadı, adının baş harfi)<br />

Yayın tarihi (ayraç içinde)<br />

Eser adı (altı çizilerek <strong>ve</strong>ya italik; İlk harf büyük, diğer harfler küçük)<br />

Basım kaydı (ayraç içinde; birinci basımlar belirtilmez.)<br />

Yayın yeri (ardından: gelir)<br />

Yayınevi<br />

Çeşitli Örnekler<br />

Tek Yazarlı:<br />

Gü<strong>ve</strong>nç, B. (1979). İnsan <strong>ve</strong> kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi.<br />

İnan, F. (1997). Uzman sistemler. (3.Basım). İstanbul: Kök Yayınevi.<br />

Çok Yazarlı:<br />

Fidan, N. <strong>ve</strong> Erden, M. (1986). Eğitim bilimine Giriş. Ankara: Kadıoğlu Matbaası.<br />

Editörü Olan Kitap:<br />

Hackman, J.R. (1992). Group Influences on Individuals in Organizations. In M. D. Dunnette & L. M.<br />

Hough (Eds.), Handbook of Industrial and Organizational Psychology (2nd ed., Vol. 3, pp. 199-267).<br />

Palo Alto, CA: Consulting Psychologists Press.<br />

•<br />

•<br />

•<br />

Kurum Yazarlığı Olan Kitap:<br />

Türk Standartlar Enstitüsü. (1992). Toplam kalite. Ankara: Türk Standartlar Enstitüsü.<br />

• Makale<br />

Bulunması gereken bilgi:<br />

Yazar adı (soyadı, adının baş harfi)<br />

Yayın tarihi (ayraç içinde)<br />

Makale adı<br />

110 Ocak - Şubat - Mart 2010


• Dergi<br />

adı (altı çizilerek )<br />

• Cilt numarası<br />

• Sayısı<br />

• Sayfa Numaraları<br />

Çeşitli Örnekler<br />

Dergi:<br />

Ocak - Şubat - Mart 2010<br />

Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Akman Y. <strong>ve</strong> Korkut, F. (1993). Umut Ölçeği Üzerine Bir Araştırma. Eğitim Fakültesi Dergisi, 9 (2),<br />

193-203.<br />

Acun, R. (2000). İnternet <strong>ve</strong> Telif Hakları. Bilgi Dünyası, 6 (3), 56-73.<br />

Gazete:<br />

Aydın, C. (13 ocak 1999). Bilgisayarlar <strong>ve</strong> İletişim. Radikal. s.4.<br />

• Diğer Basılı Kaynaklar<br />

Ansiklopedi:<br />

Donanım. (1998). Bilgi Dünyasına Yolculuk (2.Basım Cilt 15, ss. 413-418). Ankara: 3B Yayıncılık.<br />

Rapor:<br />

Draude, B. <strong>ve</strong> Brace, S. (1998) Assessing The Impact of technology on Teaching and Learning: Student<br />

Pespecti<strong>ve</strong>s. (HMMS Report. No.81). Washington, DC: U.S. Department of Education .<br />

Tezler:<br />

Wilfley, D.E. (1989). Interpersonel Analysis of Bulimia. Unpublished Doctaral Dissetation, Uni<strong>ve</strong>rsity<br />

of Missouri, Colombia.<br />

Yağcı, E. (1997). Sınıf İçi Demokratik Öğretimin Öğrenci Erişisi <strong>ve</strong> Akademik Benlik Etkisi. Yayımlanmamış<br />

Doktora Tezi, Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi: Ankara.<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

•<br />

Elektronik Kaynaklar: Web Sitesi:<br />

Bulunması Gereken Bilgi:<br />

Yazar adı (soyadı, adı)<br />

Yayın tarihi <strong>ve</strong>ya son gözden geçirilme tarihi (ayraç içinde)<br />

Belgenin adı<br />

URL (Üçgen <strong>ve</strong> ayraç içinde)<br />

Erişim tarihi (bizim bu sayfaya eriştiğimiz tarih, ayraç içinde).<br />

Kişisel Web Sitesi:<br />

Öztürk, S. (24 Ekim 1999). Homepage. (1997<br />

No<strong>ve</strong>mber 12).<br />

<strong>Genel</strong> Web Sitesi:<br />

Shade, L. R. (1994, February 14). Gender Issuesin Computer Networking. (1997, No<strong>ve</strong>mber 26)<br />

111


Aile<br />

<strong>ve</strong><br />

Toplum<br />

EĞİTİM-KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERGİSİ<br />

Elektronik Kitap:<br />

Darwin, C. (1845; 1997, June). The Voyage of the Beagle. Project Gutenberg. (1997, No<strong>ve</strong>mber 26).<br />

Elektronik Mesaj:<br />

Franke, N. (1996, April 9). SoundApp 2.0.2 [Personal mail]. (1996, May 3).<br />

V. Dipnotlar<br />

Araştırmayı destekleyen kuruluşlarla ilgili olarak ya da yazarın özel bilgiler <strong>ve</strong>rebilmesi amacıyla kullanılır.<br />

Yazılarda dipnotlarına yer <strong>ve</strong>rmekten olabildiğince kaçınılması <strong>ve</strong> burada söyleneceklerin metin<br />

içinde özümlenmesi tercih edilmelidir. Ancak zorunlu olarak dipnot <strong>ve</strong>rilmesi gereken yerlerde italik rakam<br />

kullanılmalı, aynı sayfanın sonunda ana metinden sonra bir çizgiyle ayrılmış olarak yazılmalıdır.<br />

VI. Şekiller<br />

Diyagram <strong>ve</strong> grafikler beyaz bir kağıt üzerine basılabilecek nitelikte 13*18 cm’den büyük olmayacak<br />

şekilde çizilmiş olmalı; mikograflar, radiograflar <strong>ve</strong> fotoğraflar siyah beyaz parlak kağıda basılmış olmalıdır.<br />

Bütün şekillerin bir numarası <strong>ve</strong> alt yazısı olmalı; kaynak kullanılmış ise parantez içinde şekil altına<br />

yazılmalıdır.<br />

VII. Tablolar<br />

Tablo yazısı üstte solda numara gelecek şekilde yazılmalı <strong>ve</strong> içeriği tablo numarasından sonra<br />

başlık olarak açıklanmalıdır. Tablolar metin içinde tablo numarasıyla (ör. Tablo 3.1’de görüldüğü gibi…)<br />

<strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

112 Ocak - Şubat - Mart 2010

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!