04.01.2017 Views

Metod Koleji Dergi - Aralık 2016 (3. Sayı)

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

METOT BİLGİ<br />

LİSESİ<br />

Aydınlık bir<br />

gelecek için...<br />

SINAVLARIMIZ REHBERLİK YAYINLARIMIZ<br />

2 <strong>Metod</strong>ergi


21. YY. EĞİTİM MODELİ<br />

KODLAMA EĞİTİMİ<br />

AR-GE OKULUYUZ<br />

Bu yıl öğrencilerimizi öğrenme alanına<br />

dâhil edeceğimiz ve AR-GE okulu<br />

olarak onay aldığımız bir programı<br />

sizlerle paylaşmak istiyoruz. Çünkü 21. yy.<br />

eğitim modellerinde kodlama sistemi çok<br />

büyük önem taşımaktadır. Öğrencilerimiz<br />

bilgisayar derslerini artık bu sistem üzerinden<br />

gerçekleştireceklerdir. Bu paket bir program<br />

olup okul sistemimiz öğrenme programlarında<br />

artık yerini almış bulunmaktadır.<br />

Kodris platformu, 8-16 yaş arasındaki öğrenciler<br />

için gereksinim duyulan ve öğrencilerin<br />

algoritmik/bilişimsel düşünme becerilerini<br />

arttırarak ileri düzeyde bilgisayar becerisi için<br />

temel oluşturmayı sağlamak ve gerçek bir<br />

kodlama dilini öğretmek amacıyla kurulmuş<br />

bir platformdur. Kodrisizometrik oyun platformu,<br />

kullanana 3 boyutlu düşünme yeteneği<br />

kazandırır.<br />

Kodris.com, özel okullarda ve devlet okullarında<br />

AR-GE’si yapılmış (farklı yaş gruplarına<br />

göre öğrenme düzeyi vs.) müfredatı olan oyun<br />

temelli, online, öğrenci-öğretmen etkileşimi<br />

olan, algoritma kurmayı öğreten, kurulan<br />

algoritmayı koda dönüştüren, gerçek bir kodlama<br />

dili (Python) öğreten online e-öğrenme<br />

platformudur.<br />

Yazılımı ve anlaşılması kolay söz dizimi sayesinde<br />

günümüzde en popüler diller arasında<br />

yer alan Python diliyle öğrencilerimiz kodlamayı<br />

severek öğrenmektedir. Platform ilkokul,<br />

ortaokul ve lise için üç ayrı seviyededir. Her<br />

seviye için öğretmen kılavuzu, yıllık ders planı<br />

ve öğretim programı bulunmaktadır.<br />

Bu sistem, Türk eğitim sistemine uygun bir<br />

müfredat kapsamında, senkronize çalışan<br />

gerçek ve blok kodlama imkanı sunmaktadır.<br />

“Kendin tasarla” modülüyle öğretmen ve<br />

öğrencilerimiz kendi sahnelerini tasarlayabilmektedir.<br />

“Akıllı takip” modülüyle öğrencilerin öğrenme<br />

düzeyleri takip edilip öğretmene rapor edilmektedir.<br />

Öğretmenler için öğrencilerin görev<br />

çözümlerine yönelik detaylı takiplerinin yapılabileceği<br />

“Eğitmen Paneli” bulunmaktadır.<br />

İzometrik platform üzerinden 5 ana çizgi<br />

karakterimize, 11 yardımcı çizgi karakterlerimiz<br />

görevleri tamamlanana kadar yardımcı<br />

olmaktadır.<br />

Neleri Amaçlıyoruz ?<br />

EAlgoritma kurma ve kurulan algoritmayı<br />

kodlamayı,<br />

EBilgisayar gibi düşünmeyi, analitik düşünmeyi,<br />

programlı ve değişkenleri dikkate alarak<br />

işlem yapmayı,<br />

EAlgoritma bilgisi ile tamamen farklı bakış<br />

açılarına odaklanmayı, o yolları denemeyi,<br />

ESorun çözme yeteneğini, en kısa yoldan<br />

problem çözme yeteneğini kazandırmayı,<br />

EGerçek bir kodlama dilini öğrenmeyi amaçlıyoruz.<br />

Her kademe için 250 adet birbirinden eğlenceli,<br />

toplamda 1000’den fazla sahnesi olan<br />

• Kolaydan zora doğru<br />

• Eğlenceli<br />

• Sesli<br />

• Oyunlaştırılmış<br />

• Bilimsel Temelli<br />

bir programdır.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

3


MATEMATİK<br />

ALTIN ORAN<br />

Altın oran, özellikle çeşitli bilim dallarında,<br />

mimari ve sanatsal alanlarda yararlanılan,<br />

belirli bir tutarlılık üzerine<br />

kurulu parçalar arasındaki uyumu yansıtan geometrik<br />

ve sayısal değerlere verilen isimdir. İlk<br />

kez Mısırlılar ve Yunanlar tarafından mimari<br />

yapılarda, heykellerde ve diğer sanatsal alanlarda<br />

kullanılmıştır. Temel olarak bölünen bir<br />

bütünün yan yana getirilen iki parçasının diğer<br />

büyük parçayı oluşturması prensibine dayanır<br />

ve altın oranın sayısal değeri 1,618’dir.<br />

Doğada birçok canlıda ve yapıda gözlemlenebilen<br />

altın oranın insanlar tarafından ne zaman<br />

ve nasıl bulunduğu tam olarak bilinmemekle<br />

birlikte bu konudaki en ünlü eser Leonardo<br />

da Vinci’nin 1492 yılında tamamladığı insan<br />

vücudundaki altın oranları gösteren “Vitrivius<br />

Hülya Yoludoğru<br />

Matematik Öğretmeni<br />

Adamı” isimli çalışmasıdır. Leonardo<br />

da Vinci’nin günlükleri arasında, aldığı<br />

notların yanında bulunan bu çizim<br />

iç içe geçmiş, kolları ve bacakları açık<br />

ve kapalı olmak üzere çıplak bir adamı<br />

tasvir ediyordu. Çizimdeki vücut<br />

çeşitli sayısal değerlerle, geometrik<br />

şekillerle eşleştirildiğinden Leonardo<br />

da Vinci’nin “İnsanın Oranları” adını<br />

verdiği bu çizim insanı ve doğayı,<br />

aralarındaki uyumu keşfetmeye çalışan<br />

bir eser olarak tanımlanmaktadır.<br />

Altın oran veya ilahi oran adını kullanan<br />

ilk kişi de Leonardo da Vinci’dir.<br />

İtalyan Matematikçi Fibonacci de altın<br />

orana uygun olarak dizilen sayılar<br />

topluluğunu keşfetmiştir ancak bunu<br />

altın oranın farkını<br />

bilerek yapıp yapmadığı<br />

tam olarak bilinmemektedir.<br />

Fibonacci<br />

diziliminde arka arkaya<br />

gelen her sayının toplamı bir<br />

sonraki sayıya eşittir. Örneğin;<br />

..., 3, 5, 8, 13, 21... gibi.<br />

Mısırlıların piramitleri yaparken<br />

de altın oran benzeri bir sistemden<br />

yararlandıkları gözlemlenmektedir.<br />

Keops Piramidi’nin<br />

kare şeklindeki tabanının ölçüsü<br />

ile üçgen şeklindeki yüzeyine<br />

uygun bir yuvarlak çizildiğinde<br />

bu yuvarlığın büyüklüğü birbirleri<br />

ile eşit olmaktadır. Aynı şekilde Yunanlar<br />

da heykel yapımlarının çoğunda bu orandan<br />

yararlanmışlardır. Rönesans Döneminde ise<br />

birçok sanatçı tablolarında altın oranı kullanmıştır.<br />

Bu şekilde özellikle insan heykel ve<br />

çizimlerinde gerçeğe çok daha yakın sonuçlar<br />

elde edilmiştir.<br />

Günümüzde de insanlar, teknolojide ve yaşamındaki<br />

birçok alanda bu oranı kullanmaktadır.<br />

Toplum bu oranı kısaca göz nizamının ve düzeninin<br />

oranı, diye tarif etmektedir. Nesnelerin<br />

göze görünen en güzel şekilde ayarlanmasıdır.<br />

BARDAKTAKİ<br />

ÇARPMA<br />

Seneye bomba gibi başlayan öğrenciler, matematik becerilerini<br />

geliştirebilmek için çalışmalarına devam ediyor. Çarpma işlemi<br />

için çalışmalar yapan öğrenciler, işlem becerilerini ve hızlarını<br />

geliştirebilmek için sık sık oyunlar oynuyor. Bunlardan bir tanesi de<br />

ritmik saymalar yapılarak hazırlanan bardak oyunu. Çarpım tablosunu<br />

ezberlemek yerine karışık şekilde dizilen bardaklardan ritmik saymalar<br />

yaparak sayıların katlarını dizmeye çalışıyorlar. En hızlı dizen<br />

kişi ya da grup o oyunu kazanıyor. Ayrıca üst üste konulan bardaklar<br />

hangi sayının kaçıncı katının kaç olduğunu bulmamıza da yardımcı<br />

oluyor. Matematik oyun oynayınca daha güzel.<br />

4 <strong>Metod</strong>ergi<br />

Fatma Korkmaz<br />

Matematik Öğretmeni


FEN BİLİMLERİ<br />

TÜRKİYE’DE STEM HEVES Mİ? YOKSA EĞİTİMDEKİ<br />

SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ MÜ?<br />

STEM sözcüğü, Science-Fen, Technology-Teknoloji,<br />

Engineering-Mühendislik<br />

ve Mathematics-Matematik alanlarının<br />

baş harflerinden oluşmaktadır. Ayrıca STEM bu<br />

alanların birbirine entegre edilmesiyle ortaya<br />

çıkmış bir kavramdır ve fen, teknoloji, matematik<br />

ve mühendislik alanlarının birleştirilerek<br />

öğrenmenin tek bir disiplinin ötesinde, geniş<br />

bir çerçeve içerisinde gerçekleştirilmesidir.<br />

STEM etkinlikleri, ülkenin nitelikli insan gücü<br />

ihtiyacına cevap vermek amacı ile öğrencilere<br />

fen, matematik, teknoloji ve mühendislik<br />

alanlarında, 21. yüzyıl iş gücü ihtiyacına cevap<br />

verecek becerileri kazandırmayı hedeflemektedir.<br />

Bu beceriler, yaratıcılık ve inovasyon,<br />

iletişim ve işbirliği, araştırma, analitik<br />

düşünme, problem çözme ve karar verme gibi<br />

üst düzey bilişsel becerileri bir diğer deyişle<br />

21. yüzyıl becerilerini içermektedir. STEM<br />

uygulamalarıyla amacımız geleceğin bilim<br />

insanlarını yetiştirmenin yanı sıra öğrencilerin<br />

fen, teknoloji, matematik ve mühendislik alanlarına<br />

olan ilgilerini arttırmak ve onlara meslek<br />

seçimlerinde yol göstermektir. Bir başka amaç<br />

ise öğrencilerimize, günlük hayatta karşılaşabilecekleri<br />

sorunlara çözüm bulabilme yeteneği<br />

kazandırmasıdır.<br />

Dünya eğitim gündemi incelendiğinde, bütün<br />

dünyada üzerinde en çok durulan kavramlardan<br />

birisinin STEM olduğu görülmektedir.<br />

ABD’de 2012 yılından beri STEM eğitiminin<br />

önemine dikkat çekiliyor; eyaletlere STEM<br />

konusunda öğretmen yetiştirmek için ödenek<br />

ayrılıyor.<br />

Ülkemizde de kamu ve özel eğitim kurumları<br />

bu gelişmelerden etkilenmeye başlamıştır.<br />

Türkiye’de bu nesli yetiştirmek için öğrencilere<br />

sorumluluk veren, onları düşündüren, onlara<br />

hata yaptıran, onları küçük yaştan itibaren<br />

bilgisayar programlaması gibi teknolojik<br />

bilgilerle donatan, dayanışmayı önemseten ve<br />

girişimci bir ruh aşılayan, bir eğitim kültürüne<br />

ihtiyacımız vardır. Böyle bir eğitim kültürü<br />

oluşturmadan, hem fenden hem matematikten<br />

hem mühendislikten hem de bilgisayardan<br />

anlayan ve bu alanlardaki becerilerini kullanarak<br />

ürün yaratan bir nesil yetiştirmeden 21.<br />

yüzyılda daha da zorlu bir kulvara girecek olan<br />

global ekonomik düzende yarışmak mümkün<br />

olmayacaktır. Dolayısıyla STEM “Türkiye için<br />

bir gereklilik mi?” sorusunun cevabı büyük bir<br />

“Evet!” fakat “Bu tür bir eğitimi öğrencilere<br />

sunmak kolay mı olur?” sorusunun cevabı<br />

mutlak bir “Hayır.”dır.<br />

Ülkemizin eğitim sistemini ve sık sık yapılan<br />

değişiklikleri ele aldığımızda ülkemizde<br />

eğitim kapsamında bir inovasyon stratejisinin<br />

varlığından söz edebiliriz. Bu değişime açık<br />

yapı STEM yaklaşımının Türkiye müfredatına<br />

girmesi için önemli bir basamaktır. Bunun yanı<br />

sıra ülkemizde güncel eğitim programları içerisinde<br />

amaçlanan kazanımlar -üst düzey bilişsel<br />

kazanımlar- STEM kazanımlarıyla bire bir örtüşmektedir.<br />

Bir başka ümit verici basamak ise<br />

ülkemizde bütünleşik öğretmenlik bilgisini geliştiren<br />

öğretmen eğitiminin varlığıdır. Eğitim<br />

fakültelerimizde öğretmen adaylarımız kendi<br />

branşlarında uzmanlaşırken diğer branşlarda da<br />

kendilerini geliştirmektedirler. Ancak bu ümit<br />

verici basamaklara rağmen STEM’in Türkiye’de<br />

uygulanmasının önünde yadsınamayacak<br />

engeller vardır. Okullar arası farklılıklar, öğretmen<br />

istihdamı, seçme sınavları ve en önemlisi<br />

uygulanan sistemin sınav merkezli oluşu bu<br />

akımın önünde duran engellerdir. Ancak bunlar<br />

aşılamayacak engeller değildir. Finlandiya eğitim<br />

sistemi örneğindeki gibi köklü bir eğitim<br />

devrimiyle bu engelleri kaldırmak mümkündür.<br />

Meltem Şeker<br />

Fen Bilgisi Öğretmeni<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

5


ERASMUS PROJECT<br />

LİTVANYA<br />

İTALYA<br />

FİNLANDİYA<br />

Erasmus+,T.C.Avrupa Birliği Bakanlığına<br />

bağlı Türkiye Ulusal Ajansı<br />

tarafından yürütülen bir proje<br />

olarak, 2014-2020 döneminde Hayat boyu<br />

Öğrenme ve Gençlik Programlarının yerini<br />

almıştır.<br />

Erasmus+ ile kişilerin potansiyellerinin<br />

açığa çıkarılmasında eğitim ve öğretimin<br />

önemli olduğuna bir kez daha vurgu yapılmaktadır.<br />

Yeni program ile amaçlananlar<br />

ise şöyledir:<br />

•Kişilere yaş ve eğitim geçmişlerine bakılmaksızın<br />

yeni beceriler kazandırılması,<br />

•Kişisel gelişimlerinin güçlendirilmesi,<br />

•İstihdam olanaklarının arttırılması<br />

Erasmus+ bu amaçlar doğrultusunda<br />

bireysel öğrenme fırsatlarını ve kurumsal<br />

iş birliklerini desteklemektedir.<br />

Okulumuzda 2014 yılından beri uygulanan<br />

“Lessons For Present, Lessons For Future”<br />

temalı Erasmus+ KA2 projesi, aşağıda<br />

belirtilen konularla Türkiye, Finlandiya,<br />

İspanya, Litvanya, Yunanistan, Polonya,<br />

Slovakya ülkelerinin ortak çalışması ile<br />

gerçekleştirilmektedir.<br />

1-Resistance<br />

2-Collaboration<br />

3-Indifference<br />

4-Now a days attitude<br />

İspanya’daki ilk buluşmada belirlenen ders<br />

planları dâhilinde, proje ortağı ülkelerde<br />

toplantılar gerçekleştirilmiştir. Mayıs<br />

2017’de son toplantı yine proje sahibi olan<br />

İspanya’da yapılacaktır.<br />

21. yy. eğitim sistemine yön veren ve dünyadaki<br />

pek çok ülkede eğitim metotlarının<br />

temel alındığı Finlandiya’nın Siilinjarvi<br />

şehrinde öğretmenlerimiz ve 4 öğrenciden<br />

oluşan kalabalık bir grubun katıldığı<br />

buluşmada başarılı bir sunum gerçekleştirilmiştir.<br />

Finlandiya’da öğrencilerimizin sahnelediği<br />

“Indifference” konulu skeç, Finlandiya<br />

basınında yer almıştır.<br />

İtalya’nın Casale Monferrato kasabasında<br />

gerçekleştirilen bir sonraki buluşmada ise<br />

sunumların ardından insan haklarına dikkat<br />

çekmek amacıyla Milano’da bulunan IN-<br />

6 <strong>Metod</strong>ergi


EĞİTİMDE YENİ UFUKLAR<br />

LİTVANYA<br />

FİNLANDİYA<br />

İTALYA<br />

DIFFERENZA anıtına yapılan gezide Nazi<br />

Almanya’sının Yahudiler başta olmak üzere<br />

İtalya’da yaşayan azınlıkların Almanya<br />

ve Avusturya’daki toplama kamplarına<br />

götürüldüğü tren sergisi gezilmiştir.<br />

Soğuk savaş döneminde ve II. Dünya<br />

Savaşı sırasında insan haklarına yapılan<br />

müdahalelerin ve bunların sonuçlarının<br />

farkına varılmasını amaçlayan ders planları<br />

sayesinde, öğrencilerimiz insan haklarına<br />

saygı duymayı öğrenip gelecek nesillere<br />

daha yaşanabilir bir dünya bırakmanın<br />

önemini kavramışlardır.<br />

Finlandiya projesinde görev alan öğrencilerimizin<br />

kendi ifadeleriyle belirttikleri<br />

deneyimleri şöyledir:<br />

Deniz Coşkunyürek: 8-B Erasmus+ projesi<br />

bana yeni dostluklar edinme, yeni bir<br />

kültür, yeni yemekler ve Avrupa’nın en iyi<br />

eğitim sistemini tanıma fırsatı verdi. İngilizcemi<br />

geliştirmeme yardımcı oldu. Çok<br />

güzel yerler, mekanlar görmemi sağladı.<br />

Ecem Aksu: 8-B Finlandiya’da yeni arkadaşlar<br />

edindim. Hepsinin kültürleri, dilleri,<br />

görünüşleri ve ilgi alanları farklıydı. Onlar<br />

sayesinde kültürün, insanların görüşlerini<br />

etkilediğini öğrendim ve farklı olana karşı<br />

hoşgörüleri nedeniyle, Türkiye’de yaşananın<br />

aksine, farklı olmanın kötü bir şey<br />

olmadığını öğrendim.<br />

Songül Büyükköse: 8-A Erasmus + projesinin<br />

bana kültürel açıdan ve dil gelişimi<br />

açısından çok şey kattığına inanıyorum<br />

çünkü yeni arkadaşlar edindim ve ilginç<br />

kültürler tanıdım. Türk kültürünü başkalarının<br />

öğrenmesini sağladım. Böyle bir<br />

projede yer aldığım için çok mutluyum.<br />

Efe Egemen Dinç: 7-A Finlandiya’da<br />

değişik kültürler gördüm, aynı zamanda<br />

İngilizcemi geliştirmek için fırsat elde<br />

ettim. Eğitim sistemi çok iyiydi ve bunu<br />

gözlemleme şansımız oldu.<br />

Okul müdürümüz Sema Batırbek, okulumuz<br />

öğrencileri ve koordinatör öğretmenimiz<br />

de Erasmus Programı kapsamında<br />

tecrübelerini Ankara’da yerel bir radyoda<br />

yer aldıkları bir söyleşide paylaşmışlardır.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

7


SPEAKING CORNER<br />

KONUŞARAK ÖĞRENİYORUM<br />

Ertem Yıldız<br />

İngilizce Öğretmeni<br />

İletişimin birçok yolu vardır. En etkili olanı<br />

ise: “konuşmak”tır. Bir dili öğrendiğimizde<br />

dinleme, konuşma, okuma ve yazma<br />

becerilerinin tümünü geliştirmiş olmalıyız.<br />

Özellikle konuşma becerisi, konuşmacıya<br />

düşünce, duygu ve fikirlerini yansıtmada birçok<br />

avantaj sağlamaktadır. Örneğin dinleyicileri<br />

bilgilendirme, yönetme, ikna etme, onların<br />

arasında fark yaratabilme ve dikkat çekebilme;<br />

diğer alanlardan daha çok, konuşma yoluyla<br />

sağlanabilmektedir.<br />

<strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong> olarak öğrencilerin İngilizceyi<br />

anlayabilmelerinin yanı sıra konuşabilme<br />

kabiliyetlerinin gelişmesi için okulumuzda 2 ay<br />

süreyle devam edecek olan “Speaking Corner”<br />

projesi geliştirdik, bu doğrultuda öğrencilerle<br />

birlikte teneffüs saatleri ve öğle aralarında güncel<br />

olaylara göre belirlenen konular hakkında<br />

konuşmalar gerçekleştirmekteyiz. Söz konusu<br />

projenin tamamlanmasının ardından farklı<br />

çalışmalarla, yabancı dil öğreniminin pratiğe<br />

geçirilmesi teşvik edilecektir.<br />

Atatürk’ün ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım’da<br />

“Atatürk”, ardından “World Kindness Day”<br />

kapsamında “Nezaket”, 24 Kasım Öğretmenler<br />

Günü dâhilinde de “öğretmenlerimiz” hakkında<br />

öğrencilerimizle konuştuk. Bu konularda<br />

öğrencilerimizin dile getirdikleri bazı fikirler<br />

şöyledir:<br />

1-Atatürk<br />

Atatürk is the founder of the Republic of<br />

Turkey.<br />

He is the first president of Turkey<br />

Atatürk made political, economical and cultural<br />

reforms.<br />

Atatürk attended many wars like Italy-Turkish<br />

war, Balkan war and First World War.<br />

Happy is he who says , “I am Turk”<br />

2-World Kindness Day<br />

I help people by giving them new clothes.<br />

Giving old people your sit in the bus is also an<br />

act of kindness.<br />

Makings helter for Street animals.<br />

We cannot buy kindness with money.<br />

I help old people to carry their bags.<br />

3-Teachers’ Day<br />

I love my teacher because he teaches me new<br />

things all the time.<br />

The best gift for my teacher is to be kind and<br />

have best behaviour in the class.<br />

Atatürk is one of the best teachers we ever had.<br />

Happy Teachers’ Day to him.<br />

Diğer öğrencilerin katılımlarına şahit olan<br />

çocuklarımız, proje sayesinde hem konuşabilme<br />

yeteneklerini hem de öğrendiklerini eyleme<br />

geçirebilmeleri için öz güvenlerini geliştirecekleri<br />

uygun ortamı bulmaktadırlar. Etkinlik bitiminde,<br />

konuların tümüne aktif olarak katılan<br />

öğrencilerimize bu cesaret ve becerilerini pekiştirmek<br />

amacıyla, İngilizce konuşma başarısını<br />

belirten sertifikalar verilecektir.<br />

8 <strong>Metod</strong>ergi


ÇİZGİLİ<br />

PİJAMALI ÇOCUK<br />

SANATIN İKİ ÖNEMLİ ALGI<br />

MERKEZİ OKUMAK VE<br />

İZLEMEK<br />

Okumak ve görsel destekli sanat ürünlerini<br />

izleyerek onlardan yeni zevkler<br />

almak kuşkusuz sanatın en özel ve en<br />

güzel yönlerinden biridir.<br />

Biz de <strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong> olarak öğrencilerimizin<br />

okuduklarını analitik düşünceye dönüştürmelerini<br />

sağlamak ve basılı eserlerin aynı zamanda<br />

beyaz perdeye uyarlanarak daha geniş kitlelere<br />

ulaştırıldığını göstermek amacıyla “Bir Film Bir<br />

Kitap” kulübü kapsamında basılı eserleri okuyup<br />

sonrasında beyaz perde uyarlamalarını izleyerek<br />

hem öğrenmelerini sağlıyor hem de kaliteli<br />

zaman geçirmeleri için fırsat yaratıyoruz.<br />

Kulüp etkinliklerimiz kapsamında öncelikle<br />

John BOYNE tarafından kaleme alınan “Çizgili<br />

Pijamalı Çocuk” kitabını okuduk. Ardından<br />

aynı adla Mark HERMAN tarafından sinemaya<br />

uyarlanan filmi izledik. Sonrasında ise film ile<br />

roman arasındaki benzerlik ve farkları yazılı anlatımla<br />

ortaya koyduk. Öğrencilerimiz de film<br />

ve kitap arasındaki farklılıklar/benzerlikler üzerine<br />

yaptıkları çalışmaları birbirleriyle paylaştılar.<br />

İşte “Bir Kitap Bir Film” çalışmamız:<br />

7-B Sınıfı<br />

Berke ARSLAN<br />

Asutay ŞEPİTÇİ<br />

Hüseyin Mert EROĞLU<br />

Berke Zeki ARSLANKILIÇ<br />

Eftal Eldem ERDAL<br />

Kemal TÜLE<br />

Kitap dokuz yaşındaki Bruno’nun, Yahudi soykırımı<br />

zamanında yaşamış olduğu dramatik<br />

öyküsünü anlatmaktadır. Babası bu soykırıma<br />

destek olan üst rütbeli bir Alman askeridir. Birgün<br />

Bruno, birçok ortak yönünün olduğu Shmuel<br />

adında bir çocukla tanışır ve bu durum çok<br />

acı verici sonuçların ortaya çıkışının başlangıcı<br />

olur.<br />

Biz tüm bu acıklı olaylara üzülürken verilmek<br />

istenen asıl mesaj Adolf Hitler’<br />

in yaptığı Yahudi soykırımıdır<br />

ama Bruno ve Shmuel, çocuk<br />

akılları ile bu durumu tam olarak<br />

anlayamazlar. Biz de kitabı<br />

ilk okuduğumuzda birtakım soru<br />

işaretleri belirmişti kafamızda.<br />

Anlayamadığımız kısımlar vardı.<br />

Ama yine de kitap çok etkileyiciydi.<br />

Fakat bir çocuğun gözünden<br />

anlatıldığı için Yahudilerin<br />

çektiği sıkıntılar tam olarak ne<br />

anlaşılabiliyor ne de anlatılabiliyordu.<br />

Kitabı bitirince, filmi izlemeye başlamadan<br />

önce, kısa bir araştırma yaptığımızda ve<br />

öğretmenimizin anlattıkları üzerine fark ettik ki<br />

olaylar bizim okuduklarımızdan çok daha kötü<br />

şekilde gerçekleşmiş, insanlar çok büyük acılar<br />

çekmişlerdi.<br />

Eğer kıyaslama yaparsak kitabın akıcılığı, hikâyesi<br />

mükemmel ama Yahudi soykırımını anlatan<br />

diğer kitaplar kadar net ve ayrıntılı değil.<br />

Biz kitapta Yahudilerin yaşadıklarından ziyade<br />

Bruno’nun yaşamına ve düşüncelerine tanık<br />

oluyoruz. Belki de bunun sebebi gerçek hayatta<br />

da bir çocuğun bu durumu yeterince kavrayamaması<br />

ile ilgili. Bu kitabın filminin yönetmeni<br />

Mark Herman, filmde olayları daha net ve anlaşılır<br />

bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu durum<br />

belki de sinema sanatının görsel detaylara yer<br />

verme gücünden kaynaklanır. Çünkü sinema<br />

görsel unsurları sayesinde her şeyi kolayca önümüze<br />

koyup daha anlaşılır kılar. Bazı ayrıntılar<br />

da filmde daha fazla yer bulmuştur. Karakterlerin<br />

asıl düşünceleri daha<br />

iyi vurgulanmıştır. Filmde<br />

“toplama kampı propagandası”nın<br />

sürekli yapıldığından,<br />

insanlara orayı,<br />

güzel yerlermiş gibi anlatmalarından<br />

bahsedilirken<br />

kitapta bu durum yeterince<br />

yer bulmamıştır. Her<br />

iki eserin de olayları aynı<br />

şekilde ve aynı sırayla<br />

ilerlemektedir. Bu yönden<br />

kitapla film arasında sıkı<br />

bir bağ vardır. Ama bizim<br />

gönlümüz elbette kitaptan<br />

yanadır. Çünkü eğer bu<br />

kitap olmasaydı film de<br />

olmazdı. Bu yüzden öncelikle<br />

yazarımız John Boyne’a, sonra yönetmenimiz<br />

Mark Herman’a teşekkür ederiz.<br />

5-A / Cansu DEMİRSOY<br />

İlk kitabımız John Boyne’un Tudem yayınlarından<br />

çıkan “Çizgili Pijamalı Çocuk” adlı<br />

eseriydi. Kitap, dram türünde, tarihî olaylardan<br />

esinlenerek yazılmış bir romandı. Öğretmenimiz<br />

kitabı söylediğinde okumak istememiştim,<br />

çünkü çok dramatik olduğunu düşündüm. Ama<br />

sonra ön yargımı yenip okudum. Kitap o kadar<br />

gizemliydi ki her bir sayfayı çevirirken “Acaba<br />

diğer sayfada ne olacak?” diye merak ediyordum.<br />

Kitaba bayıldım, çok beğendim ama filmle<br />

ilgili aynı düşüncelere sahip değilim. Çünkü<br />

birçok ayrıntıya dikkat edilmemişti. Kitaptaki<br />

duygu tonlamasını filmde hissedemedim. Kitaptaki<br />

merak unsurları ve sürükleyicilik filmde<br />

bulunmuyordu. Ben bu filmin yönetmeninin<br />

yerinde olsaydım kitabın bize düşündürdüklerini<br />

karakterlerin ağzından da duymak isterdim.<br />

Kitaptaki olayları dış sesle filme yansıtmaya<br />

çalışırdım. Başrolü daha çok ön plana çıkarırdım.<br />

Her ne kadar filmi yetersiz bulsam da ben<br />

bu kitabı okuyup sonra o kitabın filmini izleme<br />

işini çok sevdim. Tecrübeli yazarların, iyi yönetmenlerin<br />

güzel eserlerini yorumlamayı deneyimledim.<br />

Listemizdeki yeni kitapları ve filmleri<br />

heyecanla bekliyorum.<br />

Kulüp etkinliklerimiz kapsamında sıradaki çalışmamız,<br />

Christy BROWN tarafından kaleme<br />

alınan “Sol Ayağım” adlı eserle ilgili olacak.<br />

Aynı adla sinemaya uyarlanan ve yönetmenliğini<br />

Jim Sheridan’ın yaptığı filmin izlenmesiyle<br />

çalışmalarımız sürecek.<br />

Tolga Yılmaz<br />

Türkçe Öğretmeni<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

9


ORHAN VELİ KANIK<br />

“Gün olur alır başımı giderim,<br />

Yelkovan kuşlarının peşi sıra...”<br />

Gülden Sarısoy<br />

Türkçe Öğretmeni<br />

Küçük şiirlerle, “küçük insanlar” ın dünyasını<br />

anlatmayı tercih etti, yüzyıllardır<br />

süregelmiş şiir geleneğimize rağmen<br />

Orhan Veli.<br />

“Mahallemizde<br />

Senden başka ağaç olsaydı<br />

Seni bu kadar sevmezdim.<br />

Fakat eğer sen<br />

Bizimle beraber<br />

Kaydırak oynamasını bilseydin<br />

Seni daha çok severdim.<br />

Güzel ağacım!<br />

Sen kuruduğun zaman<br />

Biz de inşallah başka mahalleye taşınmış oluruz.”<br />

Onun için mühim olan anlayamadığımız söz<br />

oyunlarıyla, kafiyelerle, ölçüyle yazılmış şiirler<br />

değil; bizim dünyamızdan bizim sözlerimizle<br />

ifade edilen basit ama bir o kadar da önemli<br />

olaylar ve bizim duygularımızdı. Sanmayın ki<br />

kafiyeli şiirler yazmayı beceremedi:<br />

“Ah! Birçok şeyler hatırlatan erik ağacı<br />

Ve o ilk yolculukla başlıyan hasret, zindan;<br />

Atları çıngıraklı arabanın ardından<br />

Beyaz, keten mendilimde sallanan ilk acı.”<br />

İlk şiirleri ölçülü, kafiyeliydi. Şiirimizdeki yeni<br />

gereksinimi sezdi ve birçok genç şairi peşinden<br />

sürükledi. Elbette ki karşı çıkanlar, eleştirenler<br />

oldu. Her zaman olduğu gibi düzen yenilikleri<br />

kabul etmedi. Ama o, tüm eleştirilere rağmen<br />

yoluna devam etmeyi seçti.<br />

“Orhan Veli Kanık<br />

İnsanları sevmekten sanık.” derdi Türkçe<br />

öğretmenim, işte onun hayatının ironisi, bir<br />

çocuğun küçük zihninde kafiyeyle yaşadı yıllar<br />

boyunca… İyi ki zihnim yıllarca tekrarladı bu<br />

ismi çünkü kendisi bizim için büyük bir hazine,<br />

anlayabilirsek verdiği iletileri. Keşke hepimiz<br />

küçük şeylere onun kadar değer verip küçük<br />

şeylerden mutlu olmayı becerebilsek. Mutluluğuna<br />

erebilsek elimizdekilerin ya da “küçük<br />

insan” ların hayatlarından ders çıkarabilsek<br />

küçük dünyalarımız için.<br />

“Bedava yaşıyoruz, bedava;<br />

Hava bedava, bulut bedava;<br />

Dere tepe bedava;<br />

Yağmur çamur bedava;<br />

Otomobillerin dışı,<br />

Sinemaların kapısı,<br />

Camekanlar bedava;<br />

Peynir ekmek değil ama<br />

Acı su bedava;<br />

Kelle fiyatına hürriyet,<br />

Esirlik bedava;<br />

Bedava yaşıyoruz, bedava.”<br />

Turgut Uyar, Orhan Veli’nin çıkışını şöyle<br />

değerlendirir: “Onun en önemli özelliği şairaneliğe<br />

karşı açtığı savaştır. ‘Gülü ve bülbülü’<br />

sürüp çıkarmıştır şiirimizden, o bu işi büyük<br />

bir bilinçle ve gerekçeyle yapıyordu; yeni bir<br />

insan getiriyordu Türk şiirine. Kendi deyişiyle<br />

şiire uzak düşmüş bir insanın şiirini yapıyordu.<br />

Küçük insandı bu; büyük kentlerde çalışan,<br />

ezilip horlanan, kıt kanaat geçinen, dünyası ve<br />

zevkleri küçük insan... Düzeni, kabullenmişliği<br />

gündelik küçük alışkanlıklardan vazgeçmezliği,<br />

ezilmişliğin verdiği hoşgörüsü ile sevimli<br />

bir tip haline gelen küçük insan…”<br />

Tüm bunların yanında La Fontaine’den yaptığı<br />

çevirileriyle, Nasrettin Hoca’nın fıkralarını<br />

şiirleştirmesiyle ve yazdığı yazılarla edebiyat<br />

dünyamıza birçok katkıda bulunmuştur.<br />

“İşim gücüm budur benim,<br />

Gökyüzünü boyarım her sabah,<br />

Hepiniz uyurken.<br />

Uyanır bakarsınız ki mavi.”<br />

Onun yıllarca yaşadığı şehirde, onun boyadığı<br />

gökyüzünün altında nefes alıp veriyoruz. Belki<br />

de hep onun hatası puslu, gri Ankara semaları…<br />

Niye daha canlı bir maviye boyamadı ki<br />

sanki?<br />

10 <strong>Metod</strong>ergi


HER AY BİR YAZAR ETKİNLİĞİ<br />

KAPSAMINDA<br />

YAZAR MEHMET<br />

KEMAL ERDOĞAN<br />

Çocuk edebiyatı denince son dönemde<br />

akla ilk gelen isimler arasında yer alan<br />

ve yazdığı eserlerle adından sıkça söz<br />

ettiren Mehmet Kemal ERDOĞAN, okulumuzdaydı.<br />

Öğrencilerimiz, hem kitabını okudukları<br />

Yazar Mehmet Kemal ERDOĞAN’ı yakından<br />

tanıma fırsatı buldular hem de merak ettikleri<br />

soruları kendisine sordular.1959’da İzmir’de<br />

doğan Mehmet Kemal ERDOĞAN; ilk, orta,<br />

lise ve yüksek öğrenimini bu şehirde tamamladı.<br />

İzmir’de maliyeci olarak meslek yaşamına<br />

başladı. 1999’da “Işığın İçindeyim” adlı şiir<br />

kitabı yayımlandı. 2000 yılında “Yıldız Yürümesi”<br />

adlı eseri Mevlüt Kaplan Edebiyat Ödülü<br />

yarışmasında ikincilik ödülüne değer bulundu.<br />

2001 yılında BU Yayınevi Çocuk Edebiyatı Roman<br />

Yarışması’nda “Burcu’nun Öyküleri” adlı<br />

yapıtı mansiyona değer bulundu. 2002 yılında<br />

BU Yayınevi Çocuk Edebiyatı Öykü Yarışması’nda<br />

“Balık Yemi Pina” adlı yapıtı Jüri Teşvik<br />

Ödülü aldı. BU Yayınevi 2003 Çocuk Edebiyatı<br />

Fantastik Öykü Yarışması’nda “Prenses Mira’nın<br />

Gizemi” adlı eseriyle Jüri Özel Ödülü’ne<br />

değer bulundu.<br />

Yazın çalışmalarını İzmir’de sürdüren yazar,<br />

evli ve iki çocuk babasıdır.<br />

<strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong> öğrencileri için söyleşi ve imza<br />

günü etkinliği kapsamında <strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong>nin konuğu<br />

olan yazarımız, 5/B sınıfından Asım Emir<br />

ÜNSAL’la bir de röportaj yaptı. İşte röportajımız<br />

ve yazarla ilgili merak edilenler:<br />

Asım Emir ÜNSAL: Kendinizden biraz bahseder<br />

misiniz?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Evet, bahsedeyim.<br />

Ben İzmirliyim, 1959’da İzmir’de dünyaya<br />

geldim. Evliyim iki tane kızım var. Biri<br />

rehber öğretmen, diğeri hukuk fakültesi son<br />

sınıf öğrencisi. İzmir’in Tire ilçesinde yaşıyorum.<br />

İşim, kitap yazmak. Bol bol kitap üretmek<br />

sizler için.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Neden yazar olmayı istediniz?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Yazar olmak<br />

istemedim. Yani yazar olmak istenmez biliyorsun.<br />

Bir yazarın kitabını okurken ben de böyle<br />

bir kitap yazabilirim diye düşündüm. O, beni<br />

şevke getirdi. Bir de yazdığım kitaplar arka arkaya<br />

ödüller alınca yazmaya devam ettim. (gülüyor).<br />

Asım Emir ÜNSAL: Kitaplarınızı yazarken<br />

nelerden esinlendiniz?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Çok sayıda yazarın<br />

kitabını okumak, bunlardan bir harman<br />

yapmak ve tabii bu bilgi birikimini çocuklarımızın,<br />

gençlerimizin anlayabileceği tarzda güzel<br />

bir Türkçeyle onlara ulaştırmak... Böylece<br />

devam ediyor şu anda.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Peki, kitap yazmanın zorlukları<br />

nelerdir?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Evet, kitap yazmak<br />

zordur. Okumak nasıl zorsa yazmak da<br />

zordur ki yazmak daha zordur. Çünkü bilirsin<br />

büyüklerimiz bazen bir mektup yazmak ister<br />

–eskiden mektuplar vardı artık şimdi teknoloji<br />

var- uğraşırlardı. İlk cümleyi yazar, beğenmez<br />

kâğıdı buruşturup atarlardı. Sonra bir daha yazar,<br />

beğenmez kâğıdı yine buruşturur atarlardı.<br />

Ben her zaman söylerim kitabın ilk cümlesi, ilk<br />

paragrafı seni o kitabın sonuna kadar götürecek<br />

şekilde ayarlanmışsa o kitabı yazabiliyorsun.<br />

Onu yapamıyorsan, mesela yirmi sayfa yazıyorsun<br />

fakat kitaba giremiyorsun. Bozuyorsun<br />

onu tekrar yeniden başlıyorsun. Yani ilk yazılan<br />

cümle ve sayfa çok önemli yazarlarda. En zor<br />

kısmı budur yazarlığın.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Bugünlerde bir kitap yazıyor<br />

musunuz?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Evet, yeni bitirdim<br />

bir tane.Biraz Türk büyüklerinden başladım<br />

yazmaya. Cengiz Han, Atilla vs. onları<br />

yazdım, şimdi yeni bitirdiğim bir kitap var. O<br />

da Osmanlının kurucusu Osman Bey’in babası<br />

var Ertuğrul Gazi. Onu bitirdim. Sanırım şu<br />

aşamada başlayacağım çalışmalardan biri Mete<br />

Han veya Oğuz Kağan. Çünkü tarihî bir kitap<br />

olduğundan tarih hakkında biraz ön bilgi edinmek<br />

gerekiyor fakat bizimki tarih yazmak değil,<br />

bizimki roman yazmak. Biz romancıyız. Sanırım<br />

Mete Han’ı veya Oğuz Kağan’ı yazmayı<br />

düşünüyorum.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Günümüz çocuk edebiyatı<br />

hakkında neler düşünüyorsunuz?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Çocuk edebiyatı<br />

her geçen gün artan bir ivmeyle devam ediyor.<br />

Çok sayıda yazarımız ve okurumuz var.Çocuklarımız<br />

okuyorlar. Şu son dönemde epey bir gelişme<br />

var çocuk edebiyatında. Çok iyi yazarlarımız<br />

yetişiyor ve ben bundan dolayı çok büyük<br />

mutluluk duyuyorum. Bizim dönemimizde, biz<br />

büyükler için yazılmış olan kitapları çocuk kitabı<br />

diye okuyorduk. Örneğin Ömer Seyfettin’in,<br />

Peyami Safa’nın, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın,<br />

Reşat Nuri Güntekin’in yazıları. Bunlar büyükler<br />

için yazılmıştır.Biz bunları çocuk kitabı diye<br />

okuduk. Mesela Halide Edip Adıvar’ın kitabını<br />

çocuk kitabı diye okuyorduk. Şimdi yaş gruplarına<br />

göre çok sayıda kitap hazırlandı. Yayınevleri<br />

bunlar için çalışıyor. Yani temelde böyle<br />

okumaya yönelik güzel bir ivme var, bir hareket<br />

var.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Sizin de takip ettiğiniz bir<br />

yazar var mı peki?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Evet, son dönemde<br />

artık Hasan Ali TOPTAŞ okuyucusuyum<br />

ben. Onun kitaplarını tekrar tekrar okuyorum.<br />

O da benim gibi maliye kökenli, maliye’den<br />

emekli. Çok farklı bir dili var TOPTAŞ’ın. Ama<br />

şu son dönemde yabancı yazarları okumamaya<br />

başladım. Çünkü yabancı yazarların kendilerine<br />

göre kültürleri var. Kendi yaşadıkları kültürler<br />

çok farklı. Tercüme sorunlarından dolayı okuyamıyorum,<br />

zevk alamıyorum yani. Artık belli<br />

bir aşamaya geldikten sonra tercümeden zevk<br />

almıyorsun. İyi yazılmış bir tercüme kitap okunuyor<br />

ama çağdaş yazarları tercih ediyorum. Bu<br />

dönemin yazarlarını.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Kitaplarınızı yazarken<br />

özellikle dikkat ettiğiniz bir nokta var mı?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Evet, yaralamamak.<br />

Çocuk kitapları yazıyorsam eğer çocuklarımızı<br />

yaralamamak. Olabildiğince hassas<br />

davranıyorum çocuk kitapları yazarken. Çünkü<br />

“şiddet” mesela “duygusal şiddet” işlenmemeli<br />

çocuk kitaplarında. Ne bileyim “vampir” kitapları<br />

var mesela değil mi? Çocuklar bunları çok<br />

seviyorlar. Bunlar, çocuklara bir şey katmıyor.<br />

Çocuklara bir şeyler katacak, onların zihinsel ve<br />

edebi yönünü geliştirecek kitaplara ağırlık vermeye<br />

çalışıyorum.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Peki, ne tür kitaplar yazıyorsunuz?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Genelde yaş<br />

gruplarına göre düşünürsem macera, fantastik<br />

macera gibi çocuklara okuma zevki verecek onların<br />

hayal gücünü zenginleştirecek tarzda kitaplar<br />

yazmaya çalışıyorum. Bence çok önemli<br />

hayal. Neden? Çünkü hayal gücü zenginse o<br />

kişi bilime öncülük yapabilir. Eğer hayal gücü<br />

zayıfsa bilime öncülük yapamaz. O yüzden hayal<br />

güçlerini zenginleştirsinler diye uğraşıyorum.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Bize zaman ayırdığınız<br />

için teşekkür ediyorum.<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Ben teşekkür<br />

ediyorum.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Bir şey daha rica edebilir<br />

miyim?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Tabi.<br />

Asım Emir ÜNSAL: Kitabımı imzalar mısınız?<br />

Mehmet Kemal ERDOĞAN: Tabii ne demek.<br />

Biz de bu güzel röportaj için yazarımız <strong>Sayı</strong>n Mehmet<br />

Kemal ERDOĞAN’a ve öğrencimiz Asım Emir ÜN-<br />

SAL’a teşekkür ediyor, <strong>Sayı</strong>n Mehmet Kemal ERDO-<br />

ĞAN’ın yepyeni çalışmalarını bekliyoruz.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

11


KAR ÇİÇEKLERİ<br />

(22 ARALIK 1914-15 OCAK 1915)<br />

Isı biraz arttığında, eriyen karların altından kardelen çiçekleri gibiaskerlerin<br />

donuk bedenleri çıkıyordu ortaya. Önce ayaklarda bir sızı<br />

başlıyordu...Yürüyemez olduğundan devriliyordu aç ve yorgun bedenler.<br />

Sonra, bir daha uyanılmayan o müthiş uyku...Tek mermi atamadan<br />

şehit olan tam 90.000 asker. Ve bir dramın bilinmeyen yüzü. Donarak<br />

şehit olan 90.000 askerin buruk öyküsü.<br />

Sevcan Uludoğan<br />

Sosyal Bilgiler Öğretmeni<br />

Tarihimiz ihtişamlı zaferler kadar facialarla<br />

da dolu. Facialardan söz ederken, Sarıkamış’<br />

ı özellikle dikkate almamız gerekir.<br />

Orada, hiç de uzak olmayan bir zamanda<br />

90.000 yiğidimizi karlara gömdük. Üstelik tek<br />

kurşun atamadan... Üstelik sadece bir hayalperestin<br />

kişisel ihtirası uğruna...<br />

Tarih, 16 <strong>Aralık</strong> 1914. Soğuk bir kış günü. Talebesi<br />

öğretmenini azarlamaktadır: “Hatalı davrandınız!<br />

Başarılı olamadınız! Rus ordusu burada<br />

yok edilmeliydi. Şimdi hemen harekete geçip<br />

Rus ordusunu Sarıkamış’ta yok edeceksiniz!”<br />

Cephelerin ve harp okulunun emektar komutanı<br />

Hasan İzzet Paşa, küstahlaşan öğrencisine pervasızca<br />

cevap verir: “Olmaz! Havaları görüyorsunuz.<br />

Her yerde kar var. Kara kış başlamıştır.<br />

Bu şartlar altında, bu mevsimde harekât bir faciaya<br />

dönüşebilir. Kış şiddetini kaybetsin, yollar<br />

açılsın, düşmana haddini bildiririz.”<br />

Her verdiği emrin hemen yerine getirilmesine<br />

alışkın padişah damadı ve orduların başkomutan<br />

vekili 34 yaşındaki Enver Paşa, asabileşerek<br />

şu tehdidi savurur: “Eğer hocam olmasaydınız,<br />

sizi idam ettirirdim!”<br />

Bir facianın eşiğinde, Hasan İzzet Paşa istifa<br />

ederek ordudaki görevinden ayrılır.<br />

Çok geçmeden, tarihler 21 <strong>Aralık</strong>’ı gösterirken,<br />

tarihe “Sarıkamış Faciası” olarak geçen harekât<br />

başlatılır. 125 bine yakın iman abidesi insan, kış<br />

kıyamette paltosuz, postalsız, gömlekle, çarıkla<br />

cehennemî tipinin ortasına sürülürler. İstanbul’dan<br />

gelecek olan kışlık giysileri beklerken,<br />

Karadeniz’de başka bir facia yaşanmaktadır.<br />

Ruslar Osmanlı ordusuna erzak, mühimmat ve<br />

giyecek getirmekte olan gemileri sulara gömmüşlerdi.<br />

Bu durumu askere bildirmeyen Enver<br />

Paşa, ihtiraslarına mağlup olarak bütün birliklere<br />

şu mesajı çeker:<br />

“Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda<br />

çarık, sırtınızda paltonuz olmadığını gördüm.<br />

Lâkin karşınızdaki düşman sizden korkuyor.<br />

Yakın zamanda Kafkasya’ya gireceğiz. Orada<br />

her türlü nimete kavuşacaksınız. İslâm alemi’nin<br />

bütün ümidi sizsiniz.”<br />

Böylece “Turan Fatihi”, “Sarıkamış Fatihi”<br />

olma uğruna, binlerce insan dehşetli bir can pazarına<br />

sürülür.<br />

Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç, anılarında<br />

Sarıkamış’a kavuşan o bir avuç kahramanı şöyle<br />

anlatacaktır:<br />

“İlk sırada diz çökmüş beş kahraman. Omuz<br />

çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile nişan<br />

almışlar. Tetiğe asılmak üzereler. Ama asılamamışlar.<br />

Kaput yakaları, Allah’ın rahmetini<br />

o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek<br />

istercesine semaya dikilmiş, kaskatı... Hele bıyıkları,<br />

hele hele bıyıkları ve sakalları! Her biri<br />

birer fütuhat oku gibi çelik misal. Ya gözler.<br />

Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin<br />

bile örtüp kapatamadığı gözleri! Apaçık! Tabiata<br />

da başkumandana da karşısındaki düşmana<br />

da isyan eden ama Allah’ına teslimiyetle bakan<br />

gözler... Açık, vallahi apaçık!<br />

İkinci sırada öyle bir manzara ki hiçbir heykeltıraş<br />

benzerini yapmayı başaramamıştır. O ürkütücü<br />

ayaza rağmen, sağlarında fişekleri debelenerek<br />

üzerlerinden atmaya tenezzül etmemiş iki<br />

katırın yanında başları semaya dönük, altı masal<br />

güzeli Mehmed... Sandıkları bir avuçlamışlar ki<br />

hayatı biz ancak böyle bir hırsla avuçlayıvermişizdir.<br />

Öylesine kaskatı kesilmişler.<br />

Ve sağ başta Binbaşı Mustafa Nihat. Ayakta...<br />

Yarabbi, bu bir ayakta duruştur ki karşısında<br />

düşmanı da kâfiri de lanetlisi de Allah’ın huzurunda<br />

diz çöküş halinde gibi. Endamı, düşmanı<br />

dize getiren bir tekbir velvelesi gibi. Belinde,<br />

fişeklerinin yuvalarını tipi ile kapatmaya bütün<br />

gece düşen kar bile razı olmamış. Sol eli boynundaki<br />

dürbünü kavramış. Havada donmuş,<br />

kale sancağı gibi... Diğer eli belli ki, semaya<br />

uzanıp rahmet dilerken öylesine taşlaşmış. Hayrettir,<br />

başı açık. Gür erkek kömür karası saçları<br />

beyaza bulanmış...”<br />

Ve Moskova’daki askerî müzede sergilenen bu<br />

satırların sonu şöyle biter: “Allahuekber Dağlarındaki<br />

Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden<br />

çok evvel Allah’larına teslim olmuşlardı.<br />

24.12.1914 Perşembe.”<br />

Sonuç;<br />

Enver Paşa hiçbir şey olmamış gibi İstanbul’a döner.<br />

Arkasında binlerce kefensiz kar çiçeği bırakarak...<br />

Bir sohbet sırasında Harbiye Nezareti Ordu Daire<br />

Başkanı Behiç Bey’e bu facia için Enver Paşa şöyle<br />

der: “Bunlar nasıl olsa bir gün ölecek değiller miydi!”<br />

12 <strong>Metod</strong>ergi


AMEDEO MODİGLİANİ<br />

BİR TUTAM SANAT<br />

RESSAM<br />

Hatice Eroğlu<br />

Görsel Sanatlar Öğretmeni<br />

“Ruhunu gördüğümde gözlerini<br />

çizeceğim.”<br />

Değeri sonradan anlaşılmış, hayatı boyunca<br />

ihmal edilmiş bir dâhi… Kişisel<br />

fikrimi sorarsanız bohem kelimesinin<br />

etten kemikten hali, kelimenin ruhunu zayıf bedeninde<br />

taşımış; ucuz içkilerle, umursamazlık<br />

ve acıyla beslemiş; ölümsüzleştirmiş olandır.<br />

Onun için “bohemia” hayata meydan okumaktır<br />

ve sanatın ta kendisi olmuştur. Yaptığı nefes<br />

kesici tabloların yanı sıra trajik hayatı başlı<br />

başına sanatın kendisidir belki de. İmzasını<br />

taşıyan portrelerin gözlerini boş bırakan, eserlerinin<br />

satılması veya satılmaması umurunda<br />

olmayan, yaşadığı süre boyunca popüler<br />

olmamak için sanki özellikle çabalamış, kendisini<br />

öven burjuvalara bile ruhsuz olduklarını<br />

söyleyebilen pasif-agresif sanatçının kişiliğini;<br />

acılarını ve içinde bulunduğu koşullarla dalga<br />

geçercesine yaşama meydan okuyan halini,<br />

ruhundan katarak yaptığı resimlerinde görürüz<br />

duygusal derinliğimizin ölçüsünde. Hayatı boyunca<br />

canının istemediği hiçbir eser yapmamış;<br />

beş kuruşu olmamasına rağmen taviz vermemiş<br />

bir ressamdır çağdaşlarının aksine ve bu diğer<br />

sanatçılar arasında büyük bir saygı uyandırmıştır.<br />

İçinden geldiği gibi yaşamıştır.<br />

Amedeo Modigliani, 19. yüzyılın sonlarında<br />

İtalyan standartlarında yeni şehirleşen<br />

Livorno’da, Yahudi asıllı bir ailenin dördüncü<br />

ve son çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Baba<br />

Flaminio Modigliani, Roma’da ünlü bir banker<br />

aileden gelir, annesi ise Eugène Garsin de<br />

Yahudi asıllı bir Fransız’dır. Babasının iflasından<br />

sonra, aile kendini müthiş bir yoksulluk<br />

içerinde bulur. Modigliani’nin doğuşu aslında<br />

aileyi kurtarıcı bir rol oynamıştır. Çünkü<br />

yasalar hamile veya yeni doğum yapmış bir<br />

kadının üzerine olan eşyalara el konulmasını<br />

engellemiştir. Dolayısıyla mal varlığının büyük<br />

bir bölümü bu yolla koruma altına alınmıştır.<br />

Yaşamının bir bölümünde varlıklı bir ortamda<br />

yaşamasına rağmen küçük Amedeo, çocukluğundan<br />

itibaren narin olan sıhhati ardı ardına<br />

geçirdiği hastalıklarla sarsılır. Daha on yaşında<br />

iken tüberküloza yakalanan Modigliani hayatı<br />

boyunca zayıf akciğerlerinin yarattığı hastalık<br />

tehdidinin gölgesinde yaşar. Önce zatülcenbe,<br />

sonra da tifoya yakalanır. Daha sonra ise hastalığı<br />

iltihap yapar ve ciğerleri ağır bir şekilde<br />

zedelenir. Bu rahatsızlığı ise lise tahsilini yarım<br />

bırakmasına sebep olur. Hatta bu rahatsızlıkları<br />

ileride 1. Dünya Savaşı sırasında orduya<br />

katılmak isteğinin de önünü keserek sağlıklı olmadığı<br />

gerekçesiyle orduya alınmasını engelleyecektir.<br />

Modigliani’nin de hayatındaki önemli<br />

kadınlardan biridir annesi ve belki de sanat<br />

kariyerine sahip olmasındaki en büyük role sahip<br />

kişi. Çünkü annesi sanatçının ilk öğretmeni<br />

ve aynı zamanda onu sanata ilk yönlendirendir.<br />

Annesi, Modigliani’yi daha 14 yaşında Laverno’daki<br />

en usta ressam olan “Macchiaioli” adı<br />

verilen ve Fransız izlenimcilerine yakın, renge<br />

ve manzaraya ağırlık veren yerel bir İtalyan resim<br />

akımına dâhil Guglielmo Micheli’nin sanat<br />

okuluna kaydeder. Böylece biçime yönelik ilk<br />

sanat eğitimini 19.yüzyıl İtalyan sanat ortamının<br />

temaları ve üsluplarından derin şekilde<br />

etkilenerek geliştirir. Önce Rönesans sanatının<br />

izleri, ardından Leutrac ve Giovanni Boldini<br />

gibi ressamların üsluplarının etkileri ilk dönem<br />

çalışmalarında kendini gösterir. Resimleri çoğunlukla<br />

tek figürlüdür. Çok ustalıklı bir çizgi<br />

ahengi vardır. Gerçeğe pek bağlı kalmamıştır.<br />

Örneğin tablolarındaki bütün kişiler uzun<br />

yüzlü, çok uzun boyludur. Tekrar annesinin de<br />

yönlendirmesiyle 17 yaşında evden ayrılarak<br />

sanat eğitimini tamamlamak amacıyla önce<br />

Floransa’ya ve ardından da 1903 yılında Venedik’e<br />

taşınır. Istituto di Belle Arti’ye kaydolan<br />

Modigliani, bohem hayatına ilk adımını atar.<br />

Önce şehrin tekinsiz gece hayatına ve alkole,<br />

sonra da onu aslında sağlığından en çok edecek<br />

haşhaş kullanımına burada başlar. “Kendi<br />

alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini.<br />

Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?”<br />

Friedrich, Zerdüşt böyle diyordu. Modigliani<br />

küçük yaştan itibaren felsefeye büyük bir ilgi<br />

duyar ve tam bir Nietzsche hayranıdır. Onun<br />

gibi radikal bir felsefeye sahiptir. Bu ilgi ve<br />

hayranlığın oluşumundaki etken ise sanatçının<br />

dedesi İsaco Garsin’dir. Çünkü dedesi, sanatçıyı<br />

küçük yaştan itibaren felsefe konusunda<br />

eğitmiştir. Sanatçının bu eğilimi, Nietzsche,<br />

Baudelaire, Carducci ve Comte de Lautreamont<br />

gibi yazarlardan çok etkilenmesini ve<br />

gerçek yaratıcılığa giden tek yolun düzene ve<br />

hayata meydan okumadan geçtiği felsefesini<br />

oluşturmuştur.<br />

24 Ocak 1920 tarihinde henüz 35 yaşındayken<br />

Hopital de la Charite’de hayata gözlerini<br />

yuman Amadeo Modigliani Paris’in neredeyse<br />

tüm avangart sanat çevresinin katıldığı<br />

muazzam bir cenaze töreniyle toprağa verilir.<br />

Dokuz aylık hamile olan eşi Jeanne Hebuterne<br />

ertesi gün ailesinin evinin 9. kat penceresinden<br />

atlayarak intihar eder.<br />

Onun hayatını kitaplardan okur, filmlerden<br />

izlerken gözyaşlarınızı tutabiliyorsanız da<br />

muhtemelen boğazınızda düğümlenen bir<br />

şeyler vardır. Bir taraftan da ölümüne sebep<br />

olan umursamazlığı ve “Hayatım umrumda<br />

bile değil.” sözlerini haklı çıkaran ihmalkarlığına<br />

kızmak şöyle dursun; ona saygı duyar,<br />

hatta yer yer hak verirsiniz. Beş kuruşsuz ve<br />

kimsesiz halde ölen ve ömrü boyunca yalnızca<br />

bir tek kişisel sergi açabilen Modigliani’nin<br />

ünü ölümünden sonra birden artar. Acıdır ki<br />

ressamın öldüğü yıl zengin Amerikalı müşterilerin<br />

Paris’i istila ettiği yıl olur. Bugüne<br />

değin hayatı hakkında dokuz roman, bir tiyatro<br />

oyunu yazılan, bir belgesel ve üç uzun metrajlı<br />

film çekilen Amadeo Modigliani’nin, sanatçı<br />

öldüğünde henüz 15 aylık olan kızı Jeanne<br />

tarafından “Modigliani: İnsan ve Efsane” adlı<br />

bir de biyografi yazılmıştır.<br />

Modigliani üslubunu ve özelliğini edebiyatımızda<br />

Cemal Süreya , ressamın kusursuz göz<br />

ve boyun tasvirlerinden yola çıkarak Aslan<br />

Heykelleri şiirinde dizelere böyle dökmüştür:<br />

“Yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli<br />

Daha geniş bir gökyüzünde soluk aldıracak şiire<br />

Hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri<br />

Oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri<br />

Olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç<br />

kişi<br />

Bir senin gözlerin var zaten daha yok<br />

Ya bu başını alıp gidiş boynundaki<br />

Modigliani oğlu modigliani “<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

13


RÖPORTAJ<br />

“EBEVEYN TUTUMU VE ÇOCUK GELİŞİ-<br />

Mİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ”<br />

ÇOCUK - ERGEN RUH SAĞLIĞI VE HAS-<br />

TALIKLARI UZMANI<br />

MAHMOUD ALMBAİDHEEN<br />

Elvan Çamtepe<br />

Rehber Öğretmen<br />

Her ne kadar kişilik gelişiminin insanın<br />

yaşamı boyunca şekillendiği kabul<br />

edilse de kişilik gelişiminin temelinin<br />

çocukluk döneminde atıldığı bir gerçektir.<br />

Sosyal uyum üzerine yapılan çalışmalar,<br />

ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son<br />

derece önemli olduğunu göstermiştir. Anne<br />

babanın ve ailenin diğer bireylerinin çocukla<br />

olan etkileşimi, çocuğun aile içindeki yerini<br />

belirlemektedir. Çocuğa yöneltilen davranış<br />

ve ona karşı takınılan tavır, ilk yaşantıların<br />

örülmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul<br />

öncesi dönemde çocuk, sosyal birey olmayı<br />

öğrenirken aynı zamanda özdeşim yapacağı<br />

bir modele gereksinim duyar. Kişilik oluşumu<br />

için gerekli olan özdeşim, büyük olasılıkla aile<br />

içindeki yakın bir üye ile gerçekleşmektedir.<br />

Genellikle özdeşim nesnesi anne baba olmaktadır<br />

fakat ağabey, teyze, hala, dayı ya da amca<br />

gibi aile içinden bir erişkin de özdeşim nesnesi<br />

olabilir. Bu üyelerin bozuk bir kişilik yapısına<br />

sahip olması halinde, olumsuz davranış örneğinin<br />

çocuğa yansıma olasılığı artmaktadır.<br />

OLUMSUZ AİLE TUTUMLARI<br />

Çocuğun anne babadan aldığı iki şey vardır:<br />

Sevgi ve eğitim. Sevgi; kabullenme, koruma,<br />

kollama ve sevecenlik gibi bütün olumlu<br />

duyguları içerir. Eğitim ise; öğretilen her şeyi,<br />

verilen bilgileri, becerileri, yasakları, kuralları,<br />

inançları, değer yargılarını, görgü kurallarını<br />

ve insanın sosyalleşmesi için gerekli olan tüm<br />

toplumsal değerleri kapsar. Olumsuz aile tutumlarında<br />

ailenin verdiği sevgi yetersiz veya<br />

14 <strong>Metod</strong>ergi<br />

aşırı, eğitim ise gevşek ya da sıkı olmaktadır.<br />

Aşırı sevgi tutumunda aile; çocuğu sevgiye<br />

boğucu, onu çok koruyucu ve aşırı kollayıcıdır.<br />

Bunun sonucu olarak çocukta bağımlılık<br />

ve güvensizlik gelişir. Çocuk karşılaştığı her<br />

olayda anne babasına yaslanır, onlara güvenir<br />

fakat kendisine güvensizdir. Sevgi yetersizliği<br />

veya yokluğu sonucu ise çocukta kendine ve<br />

çevreye karşı güvensizlik ve olumsuz duygular<br />

gelişir. Doğal olarak aşırı sevginin veya yetersizliğinin<br />

de dereceleri vardır. Sevgi yetersizliğinin<br />

en aşırı ucu, çocuğu terk etmek veya<br />

kabullenmemektir. Yetersiz sevginin, aşırı sevgiye<br />

göre sonuçları daha ağır olmaktadır. Sıkı<br />

eğitim, çocuğa olur olmaz yasaklar koymak ve<br />

uygulanmaz kurallar ile çocuğu yetiştirmektir.<br />

Sıkı eğitim ve disiplin uygulayan anne babalar<br />

çocuğu kendi tasarladığı bir kalıba göre<br />

yetiştirmek amacını güderler. Çocuk sıkı bir<br />

denetim altında tutularak çocukların en küçük<br />

yanılgı ve hataları gözden kaçmamakta, bunların<br />

üstünde önemle durulmakta ve düzeltilmesi<br />

istenmektedir. Böyle aileler fiziksel cezayı ön<br />

planda kullanmakta ve çocuklara kendilerini<br />

yönetme fırsatı vermemektedir. Bireyin kendine<br />

güvenini ortadan kaldıran, onun kişiliğini<br />

hiçe sayan bir disiplin yöntemi olan sıkı eğitim<br />

ile büyüyen çocuklar kibar, sessiz, uslu ve<br />

dürüst olmalarına karşın küskün, çekingen,<br />

kolay etkilenebilen, huysuz ve aşırı hassas bir<br />

yapıya sahip olabilmektedir. Gevşek eğitimde<br />

ise “hoş gör, boş ver” anlayışı egemendir. Bu<br />

anlayışta “Her şeyi hoş gör; çocuktur her şeyi<br />

yapar, çocuk<br />

özgür olmalıdır;<br />

onun her dediğini<br />

yapın; ona sevgi<br />

verin yeterlidir.”<br />

şeklinde yüzeysel<br />

ve asılsız<br />

öğretiler vardır.<br />

Bu tutumda<br />

çocuğun olumsuz<br />

davranışları aşırı<br />

hoşgörü ile karşılanır.<br />

Aşırı gevşek<br />

tutumla yetiştirilen<br />

çocukların<br />

bencil, sabırsız<br />

ve anlayışsız oldukları<br />

ileri sürülmektedir. Aşırı denetim<br />

çocuğu pasifleştirirken aşırı hoşgörü çocuğun<br />

şımarmasına neden olmakta ve olgunlaşmasını<br />

engellemektedir. Bazı ailelerde ise disiplin<br />

bulunmakta ancak ne zaman ve nerede uygulanacağı<br />

belli olmamaktadır. Anne babaların<br />

tutumu aşırı hoşgörü ile katı cezalandırmalar<br />

arasında gidip gelmektedir. Böyle bir ortamda<br />

büyüyen çocuk hangi davranışın ne zaman ve<br />

nerede yapılacağını ayırt edemez. Tutarsızlık,<br />

bir günün bir güne uymaması biçiminde<br />

olabileceği gibi anne babanın birbirine çok<br />

aykırı ceza ve eğitim anlayışlarının olmasından<br />

da kaynaklanabilir. Bu tutum sonucunda<br />

çocuklarda iç çatışmalar ve huzursuzluklar gelişir,<br />

ardından dengesiz ve tutarsız bir yapının<br />

oluştuğu gözlenir.<br />

OLUMSUZ AİLE TUTUM ŞEKİLLERİ<br />

1- Aşırı sevgi ve gevşek eğitim: Bu tutumu<br />

gösteren ailelerde sevgi,çocuğa şımartılacak<br />

derecede çok verilir ve disiplin yok denecek<br />

kadar azdır. Çocuktan çok az şey beklenir. Bu<br />

tarz yetiştirilen çocuklar genellikle erişkinlik<br />

yaşamlarında sorumluluk taşımayan, hep<br />

alıcı bireyler olarak karşımıza çıkar. Burada<br />

verilen sevgi, aşırı vericilik ve aşırı koruyuculuk<br />

biçimindedir. Disiplin tarzları ise yalancı<br />

bir hoşgörü biçiminde görünse de aslında<br />

ailenin güçsüzlüğünün ve yetersizliğinin bir<br />

sonucudur. Çocuk ne kadar büyümüş olursa<br />

olsun, aile ona ilk yıllarda olduğu gibi daima<br />

vermeye ve korumaya eğilimlidir. Böyle<br />

çocukların ileride, doyumsuz ve bencil olma<br />

olasılığı fazladır. Eğer aile varlıklı ise çocuğu<br />

bir süre daha doyurulabilir; çocuk dayanaksız<br />

ve doyumsuz kaldığında ise alkol, kumar ve<br />

madde kullanımına başlama olasılığı artar.<br />

2- Aşırı sevgi ve sıkı eğitim: Burada sevgi,<br />

aynı birinci tutumda olduğu gibi aşırı verici ve<br />

koruyucu bir davranışla sunulmaktadır. Ancak<br />

çocuğa bir bebek gibi bakıldığı halde, kendisinden<br />

beklenenler çoktur. Hiçbir şey esirgenmez;<br />

özel dersler aldırılır, çeşitli olanaklar<br />

sağlanır. Buna karşılık çocuktan ileri düzeyde<br />

başarı beklenir. Bu tutumla yetiştirilen çocukların<br />

nevrotik olma olasılıkları çok yüksektir.<br />

Bu beklenti, sevgi ile beraber sunulduğundan<br />

çoğunlukla çocuklar tarafından kolay benimsenir<br />

ve benliğe sindirilir. Bazen çocuk bu<br />

özellikleri çok sindirmiştir ve kendisini aşırı


derecede kontrol eder; böylece acımasız bir üst<br />

benliğe sahip erişkin olarak yetişir.<br />

3- Yetersiz sevgi ve aşırı disiplin: Sıkı eğitim<br />

vardır ve disiplin genellikle aşırı cezalarla uygulanır;<br />

en küçük şeyde cezalandırma (dayak,<br />

şiddet) yoluna gidilir. Çocuk çoğunlukla aşağılanır<br />

ve horlanır. Böyle yetiştirilen çocuklarda<br />

saldırgan ve antisosyal davranışlara eğilim<br />

artar. Bu tür ailelerde büyüyen çocuklar, karşı<br />

çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini<br />

kabul ettirmek isterler ve kendi iç dünyalarını<br />

açıklamakta zorlanırlar.<br />

4- Gevşek eğitim ve yetersiz sevgi: Bu durum<br />

yoksul ve kalabalık ailelerde gözlenir. Çocuğa<br />

düşen sevgi ve ilgi payı azdır. Çocuğun eğitimi<br />

de yetersizdir. Böyle çocuklar “saldım çayıra,<br />

mevlam kayıra” anlayışı ile yetişir. Çocuk,<br />

kendi yolunu bulmaya çalışır. Böyle çocuklar<br />

pasif ve donukturlar. Bu tutumda da disiplinsizlik<br />

söz konusudur, ancak disiplinsizliğin<br />

buradaki nedeni sorumsuzluk ve ilgisizliktir.<br />

Sevginin yetersiz oluşu aşırı iticiliğe neden<br />

olur. Çocuk yeterli sevgi ve bakım görmez. Hazır<br />

olmadığı çağlarda bağımsızlığa zorlanır; bir<br />

an önce kendi kendisine yetmesi ve kendisine<br />

bakması beklenir.<br />

Diğer olumsuz aile tutumları:<br />

a. Anne ve babanın tutumları arasında tutarsızlık:<br />

Bu tutumda, bir çocuğa annenin ayrı,<br />

babanın ayrı bir tutum izlemesi söz konusudur.<br />

Çocuğa konulan sınırların sürdürebilmesi için<br />

anne babanın davranışlarında tutarlı olması<br />

gerekir.<br />

b. Aile içindeki kardeşlere farklı tutumlar :<br />

Burada çocuklar arasında ayrımcılık vardır. Örneğin,<br />

kız çocukla erkek çocuk arasında veya<br />

yatağını ıslatan çocukla diğer çocuklar arasında<br />

ayırım yapılır.<br />

c. Aile içi kutuplaşmalar: Aile içinde bazen<br />

klikleşmeler, aile içindeki bir grubun başka<br />

gruba ya da kişiye karşı çıkması, gizli<br />

anlaşmalar oldukça sık görülür. Bazen anne<br />

baba çocuklara karşı, çocuklar anne babaya<br />

karşı, bazen de bir çocukla baba, bir başka<br />

çocukla anneye karşı kutuplaşabilir. Çocuk aile<br />

içinde herkesin yüklendiği bir şamar oğlanı da<br />

olabilir.<br />

d. Sağlıklı tutum: Ailenin<br />

çocuğa karşı tutumunun iki<br />

temel ögesi vardır; sevgi ve<br />

disiplin. Kuramsal olarak<br />

en olumlu tutum, temel gereksinimleri<br />

en uygun biçimde<br />

karşılayan, kişide kendi<br />

kendini doyurabilme yetisi<br />

geliştiren, iki temel ögeyi en<br />

sağlıklı biçimde ve oranda<br />

içinde bulunduran tutumdur.<br />

Disiplin, aile içindeki denge<br />

ve düzenin oluşturulmasında<br />

büyük önem taşır. Ancak<br />

disiplin toplumumuzda<br />

çoğunlukla “cezalandırma”<br />

ile eş anlamlı olarak değerlendirilmektedir.<br />

Her ne kadar kelime anlamıyla<br />

“katılık” ve “kuralcılık” gibi kavramları çağrıştırıyorsa<br />

da gerçek anlamda disiplin, cezalandırma<br />

kadar ödüllendirmeyi de içerir ve çocuğun<br />

topluma uyumunu kolaylaştıran davranışın<br />

yönlendirilmesini amaçlar. Disiplin, çocuğa<br />

istenilen davranış ve alışkanlıkları öğretir, kendi<br />

kendini denetleme ya da iç denetim demek<br />

olan ahlak gelişimini sağlar. Disiplin, tutarlılık<br />

ve esneklik gibi temel ilkeleri içermelidir. Katı<br />

ve baskıcı disiplinle davranışı yönlendirmeyi<br />

amaçlayan anne baba; çocuğun kendilerine<br />

karşı korku, öfke ve kızgınlık içinde olmasına<br />

neden olur, çocuğa saldırgan olmayı ve sorunlarını<br />

şiddet yoluyla çözmeyi öğretir, zayıf bir<br />

vicdan ve ahlâk gelişimine yol açar.<br />

Araştırmalarda disiplin yöntemi olarak ödüllendirmenin<br />

ceza vermekten daha etkili olduğu<br />

saptanmıştır.Disiplin hem yeteri kadar hem de<br />

çocuğun yaşına uygun olmalıdır. Kurallar açık<br />

olmalı ve uygulanabilmelidir. Ceza verilmesi<br />

gerekiyorsa hemen uygulanmalı ve üstü<br />

örtülmemelidir. Ceza, çocuğun özüne değil de<br />

davranışlarına yönelik olmalıdır. Anne babalar<br />

çocuklarına sevgi, anlayış, sabır ve hoşgörü ile<br />

disiplin vermelidir.<br />

Anne-baba-çocuk ilişkilerini içinde yaşanan<br />

toplumun etkileri belirler. Türk aile ve eğitim<br />

sistemine bakıldığında, genelde otoriter, kısıtlayıcı,<br />

aşırı koruyucu ve kontrol edici bir yapının<br />

ortaya çıktığı; çocukların saygılı, baş eğici,<br />

pasif ve uysal kişilik yapısıyla biçimlendiği;<br />

kurallara uygun davranışlar ödüllendirilirken,<br />

aktif, sorgulayıcı, atılgan davranışların<br />

cezalandırıldığı görülmektedir. Başka bir<br />

deyişle, toplumumuzda çoğunlukla pasif ve söz<br />

dinleyen çocuklar anne babayla olumlu ilişkilere<br />

girmekte, kendi görüşlerini ifade edebilen<br />

aktif ve girişken çocuklar ise çatışma kaynağı<br />

olmaktadır. Hoşgörülü ve demokratik ailelerde<br />

büyüyen çocuklar, arkadaşları ile ilişkilerinde<br />

daha etkin, daha girişken, yaratıcı fikirler ileri<br />

sürebilen ve fikirlerini söyleme eğiliminde<br />

görülen çocuklar olmaktadır.<br />

Sevgi ve şefkat insan ruhunun üretebildiği en<br />

gönül okşayıcı duygulardır. Sevgi, övgü ve<br />

takdir insana değerli olduğu duygusunu verir;<br />

değerli olduğunu hisseden insan da çevresine<br />

değer verir. Hepimizin ortak amacı çocuklarımızın<br />

fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı yetişmesidir.<br />

Bunda anne babaların tutumlarının<br />

etkisinin büyük olduğu gerçeği yadsınamaz.<br />

Anne babaların çocuklarına yönelik tutumlarının<br />

sağlıklı olması, büyük ölçüde onların kendi<br />

içlerinde barışık, dengeli, huzurlu ve birbirlerine<br />

karşı sevgi ve saygılı olmalarına bağlıdır.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

15


Yasemin Karabay<br />

Beden Eğitimi Öğretmeni<br />

ÇOCUK VE SPOR<br />

Yaşamımıza teknolojinin girdiği günden<br />

beri hareketlerimiz değişmeye<br />

başladı. Dışarıda oyunlar oynadığımız,<br />

yürüyüşler yaptığımız günlerin yerini,<br />

koltukta otururken vakit geçirdiğimiz sanal<br />

dünyanın monotonluğu aldı. O kadar az hareket<br />

eder olduk ki artık vücut ve ruh sağlığı ile ilgili<br />

sorunlar yaşar duruma geldik. Yürümek, koşmak,<br />

sıçramak, tırmanmak vb. pek çok hareket<br />

hayatımızdan kayıp gidiyor. Çocukların bedensel<br />

gelişimlerinin somut olarak gözlenebildiği,<br />

onların hareket gelişimlerini destekleyebilecek<br />

nitelikte etkinlikler de yapılmalıdır. Çocuğun<br />

tüm gelişim süreçlerinin desteklenmesi onun<br />

sağlıklı bir birey olmasında en önemli etkenlerden<br />

biridir. Bu dönemde, bedenin ve buna bağlı<br />

olan hareketlerin gelişimi, gerek ev gerekse<br />

okul eğitiminde en çok ihmal edilen konulardan<br />

biridir. Özellikle şehirlerde yaşayan çocuklar<br />

için ev ortamında çok sınırlı hareket imkanı<br />

vardır. Oysa, bedenini doğru bir şekilde kullanabilen,<br />

hareketlerini uygun bir şekilde kontrol<br />

edebilen bireyler, kişilik gelişiminin temel ögesi<br />

olan öz güveni kazanmayı da başarabilir.<br />

Çocuğun okul öncesi hareket gelişimi, ileri<br />

düzeyde sporla bağlantılı becerilerin temeli olmasından<br />

dolayı çok önemlidir. Çocuk hareket<br />

etmeye yönlendirilmelidir.<br />

Sağlıklı bir vücuda sahip olmanın yolu spor<br />

yapmaktan geçer. Spor yapmak, doğru ve yeterli<br />

miktarda solunum yapabilme yetisini güçlendirir.<br />

Spor her yaşta insanın yapması gereken bir eylemdir.<br />

Fakat çocuk yaşta kazanılan spor alışkanlığı<br />

kişinin hayatı boyunca sağlıklı, enerjik<br />

ve motivasyonu yüksek bir birey olmasını sağlayabilir.<br />

Bu yüzden ebeveynler çocuklarını,<br />

öğretmenler de öğrencilerini her fırsatta spora<br />

teşvik etmeli ve onlara gereken maddi-manevi<br />

desteği vermelidir.<br />

Spora teşvik edilecek çocuk, öncelikle spora<br />

teşvik edecek kişi tarafından iyice tanınmalıdır.<br />

Çocuğun bir hastalığı var mı? Fiziği hangi sporları<br />

yapmaya müsait? Hangi sporları yapmaya<br />

meraklı? Bunlar çok iyi analiz edilmelidir. Spor<br />

dalları iyi tanıtılmalı, yer yer denemeler yapılarak<br />

çocuğun hangi sporu ya da sporları yapacağına<br />

karar verilmelidir.<br />

Çocuk, hangi sporu yapacağına karar verdikten<br />

sonra iyi bir şekilde motive edilmelidir. Teşvik<br />

edilirken de arkadaşlarıyla olan ilişkileri iyi<br />

gözlemlenmelidir. Arkadaşlarıyla olan rekabetini<br />

abartmamalı, arkadaşlarıyla değil her zaman<br />

kendisiyle yarış halinde olduğunu iyi bilmelidir,<br />

bu şekilde teşvik edilirse spor, çocuğun beden<br />

sağlığına katkısı yanında ikili ve grup ilişkilerini<br />

geliştirerek daha sosyal bir birey olmasını<br />

sağlar.<br />

Çocuğun spor yapmaya başladıktan kısa bir<br />

süre sonra öz güveni artmaya başlar, takım çalışmasına<br />

yatkınlaşır, zamanı daha iyi kullanmayı,<br />

hedef koymayı öğrenir ve en önemlisi<br />

16 <strong>Metod</strong>ergi


eğlenmeyi öğrenir. Spor yaptığı mekanda yeni<br />

arkadaşlıklar geliştirerek daha mutlu bir insan<br />

olur. Bu yüzden ebeveynler ve öğretmenlerin,<br />

çocuğu doğru şekilde ve doğru sporu yapmaya<br />

ikna ederek spora bir kez adım attırması, çocuğa<br />

yapılabilecek en güzel teşviktir.<br />

SPOR YAPMANIN ÇOCUKLARA FAYDA-<br />

LARI<br />

1. Az stres yaşar, yüksek öz güvenli olurlar:<br />

Spor yapan çocuklar, yaşıtlarına göre daha az<br />

stres yaşadıkları gibi, öz güvenleri de spor yapmayan<br />

çocuklara oranla daha fazladır.<br />

2. Sağlıklı gelişirler: Spor esnasında yüksek<br />

enerji harcayan çocuklar, bu enerjiyi geri kazanabilmek<br />

için dengeli ve düzenli beslenmek<br />

durumundadır. Kas ve kemik gelişimini olumlu<br />

yönde etkileyen sporun faydalarından biri<br />

de beslenmeyi tetiklemesidir. Spor yaparken<br />

vücudun birçok bölgesi koordineli bir şekilde<br />

çalıştığından, çocukların beyin gelişimi de desteklenmiş<br />

olur.<br />

<strong>3.</strong> Refleksleri güçlü ve odaklanma becerileri<br />

yüksektir: Spor yapan çocuklar, ilgilendikleri<br />

spor dalı ile ilgili spesifik özellikler kazanmakla<br />

beraber, güçlü reflekslere ve yüksek odaklanma<br />

becerisine sahip olurlar.<br />

4. Liderlik yapar ve uyumlu çalışırlar: Basketbol,<br />

hentbol, buz hokeyi, voleybol gibi takım<br />

sporları ile ilgilenenler, zamanı geldiğinde tüm<br />

takıma liderlik yapması gerektiğini ve takımı<br />

yönlendirmesi gerektiğini bilir. Bu nedenle takım<br />

sporları ile ilgilenen çocuklar liderlik vasfına<br />

sahip olduğu gibi, takım çalışmasına da<br />

yatkınlaşır.<br />

5. Dışa dönük olurlar: Herhangi bir spor dalı<br />

ile uğraşan çocukların öz güveni daha yüksek<br />

olduğu gibi; rakip takım, seyirci, hakemler gibi<br />

spor müsabakalarına eşlik eden insanlarla uyum<br />

içerisinde yarışır. Bu nedenle sporcu çocuklar<br />

genellikle dışa dönük ve sosyal olur.<br />

6. Disiplinli ve hedefe odaklıdırlar: Gerek bireysel,<br />

gerekse takım sporları ile ilgilenen çocuklar;<br />

disiplin konusunda başarılıdır. İlgilendiği<br />

spor dalında başarılı olmak için disiplinli<br />

olması gerektiğini öğrenen çocuk; başarı kazanmak<br />

için kendisine hedef belirlemesi gerektiğini<br />

ve bu hedef doğrultusunda sürekli çaba sarf<br />

etmesi gerektiğini de öğrenir.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

17


Gizem Kutluyıl<br />

Müzik Öğretmeni<br />

TÜRK MÜZİĞİNDE ÖZGÜN BİR MAKAM<br />

İLHAN BARAN<br />

Çok sesli Türk müziğinin en önemli<br />

isimlerinden biri olarak kabul edilen,<br />

eğitimci yönüyle de bugüne dek pek<br />

çok besteci ve yorumcunun yetişmesini sağlayan<br />

bestecimiz İlhan Baran, 28 Kasım <strong>2016</strong>’da<br />

aramızdan ayrıldı.<br />

İlhan Baran, 1934 yılında Artvin’de dünyaya<br />

geldi. Babası askeri yargıç olan Baran, ilköğrenimini<br />

farklı şehirlerde tamamladı. Ortaöğrenimini<br />

Ankara Atatürk Lisesinde gördükten sonra<br />

aynı okuldaki müzik öğretmeninin yönlendirmesiyle<br />

Ankara Devlet Konservatuvarı kompozisyon<br />

bölümüne başvurdu. Ancak okulun yaylı<br />

çalgılar bölümüne kabul edildi. Bir yıl Heinrich<br />

Fromme ile kontrbas çalıştıktan sonra kompozisyon<br />

bölümüne geçti. Ahmet Adnan Saygun<br />

ile çalışmalar yaptı. Selçuk Gündemir’den piyano,<br />

Rulen Ferit Kam’dan divan müziği, Muzaffer<br />

Sarısözen’den de halk müziği dersleri<br />

aldı. Okul dışında Kemal İlerici ile Türk müziği<br />

armonisi çalıştı. Ankara Devlet Konservatuvarının<br />

İleri Devre Kompozisyon bölümünü 1960<br />

yılında bitirdi.<br />

1962’de devlet bursu ile Paris’e gönderilen İlhan<br />

Baran, “Ecole de Normale Mosique” adlı<br />

okulda Henri Dutilleux ve Maurice Ohana ile<br />

bestecilik çalıştı. Divan müziği ve halk müziğinin<br />

çok sesli müzik içerisinde eritilmesi gerektiğine<br />

inanan sanatçı, bu anlayışla bestelediği<br />

“Üç Bagatel” adlı yapıtı ilk defa Paris’te seslendirdi.<br />

1964’te okulunu bitirdikten sonra bir<br />

süre Paris radyo-televizyonunda somut müzik<br />

kurslarına katıldı. Piyano için yaptığı besteler<br />

müzik eğitimi veren okulların değişik sınıflarında<br />

müfredatın bir parçası haline geldi. 1965’te<br />

yurda dönen İlhan Baran, Ankara Devlet Konservatuvarında<br />

kompozisyon öğretmeni olarak<br />

çalıştı.<br />

Son kuşak bestecilerinden Fazıl Say, Muhiddin<br />

Dürrüoğlu, Toros Can, Yeşim Alkaya, Burçin<br />

Büke, Oya Ünler, Ayşe Deniz Gökçin gibi<br />

solistlerle Seyit Yöre gibi müzikologlar onun<br />

öğrencisi oldu. Başlıca eserleri arasında 1966-<br />

1967 yıllarında yedek subaylığı sırasında bestelediği<br />

“Demet” adlı üflemeli çalgılar beşlisi,<br />

1975’te yazdığı ve dünyanın ünlü topluluklarının<br />

repertuvarına giren “Dönüşümler” adlı oda<br />

müziği, 1980’de tamamladığı senfonik yapıtı<br />

“Töresel Çeşitlemeler” yer alır. Bu eserlerin<br />

tümü basılmıştır.<br />

Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları<br />

Bölümünde ders vermeye devam eden sanatçının<br />

aldığı başlıca ödüller:<br />

2009’da Sevda-Cenap Müzik Vakfı Onur Ödülü<br />

Altın Madalyası,<br />

2015’te Andante <strong>Dergi</strong>sinin düzenlediği 5. Donizetti<br />

Klasik Müzik Ödülleri’nde Yaşam Boyu<br />

Başarı Ödülü,<br />

<strong>2016</strong>’da 44. İstanbul Müzik Festivali Onur<br />

Ödülü.<br />

2010’da Şefik Kahraman Kaptan tarafından<br />

hazırlanan “İlhan Baran, Müzikte Derin Zirve”<br />

adlı kitap basıldı.<br />

Baran; kendi halinde, içe dönük, öğrencileriyle<br />

örülü bir hayatı olan bir müzik adamıydı.<br />

Terinin son damlasına kadar öğrencileri için<br />

çalışmış, didinmişti. İyi bir besteci ve teori<br />

öğretmeniydi. Bizler de onun eserlerini, çocuk<br />

korolarını örnek alarak müziği seven, müzikle<br />

yaşayan öğrenciler yetiştirmeyi hedefliyor, çalışmalarımızı<br />

bu yolda sürdürüyoruz.<br />

18 <strong>Metod</strong>ergi


ANASINIFI ETKİNLİKLERİMİZ<br />

Bengü Aygün - Seda Dağcı<br />

Anasınıfı Öğretmenleri<br />

OKUMA YAZMAYA HA-<br />

ZIRLIK VE SES ÇALIŞ-<br />

MALARI<br />

Okuma yazmaya hazırlık çalışmaları<br />

sadece masa başında<br />

yapılan kitap/kavram/çizgi<br />

çalışmaları olarak değerlendirilmemelidir.<br />

Aksine, bu<br />

çalışmalar birçok farklı etkinlik<br />

çeşidi ile (sanat, drama, müzik,<br />

oyun vb.) gerçekleştirilmelidir.<br />

Amaç çocuklara okuma ve<br />

yazma öğretmek değil, onların<br />

ilkokulda okuma ve yazmayı<br />

hızlı öğrenebilmesi için<br />

heveslendirmek, farkındalık<br />

yaratmak, gereken ön becerileri<br />

kazandırmaktır.<br />

Yazıya geçişte motor becerilerin<br />

kazanımı aşağıdaki<br />

aşamalarda gerçekleşir:<br />

EKüçük kas gelişimi ve el göz<br />

koordinasyonu,<br />

EKalem tutma ve kullanma<br />

becerisinin kazanımı,<br />

EKaralamalardan eğik çizgi<br />

çalışmalarına geçiş,<br />

ENoktaları birleştirme,<br />

EDalgalardan harflere geçiş.<br />

GELENEKSEL OYUNLAR<br />

Çocuklarımızın zihinsel, fiziksel, sosyal-duygusal gelişimi için ve<br />

kültürel ögeleri, topluma uyum sağlamayı öğretmesi açısından geleneksel<br />

oyunlar önemlidir. Ayrıca sevgi, dayanışma, paylaşma, grup içi<br />

fedakârlık değerlerini kazanmalarını sağlamaları açısından programımızda<br />

geleneksel oyunlara düzenli olarak yer vermekteyiz.<br />

DEĞERLER EĞİTİMİ<br />

Öğrencilerimizin kişiliğin temel taşlarını oluşturan toplumsal ve<br />

evrensel değerleri kazanmalarını ve kişiliklerinin her yönüyle gelişmesini<br />

sağlamak, öğrencilerimizi toplumsal ve evrensel değerlerle<br />

donanmış ve bu değerlerle hayatını sürdürmeyi yaşam biçimi haline<br />

getirmiş bireyler olarak yetiştirmek temel amacımızdır.<br />

Çeşitli programlar aracılığı ile, öğrencilerin temel insani özellikleri<br />

kazanmasını sağlamak, değerlere karşı duyarlılık oluşturmak ve onları<br />

davranışa dönüştürme konusunda öğrencilere yardımcı olmak için<br />

değerler eğitimi çalışmalarımızı önemle sürdürmekteyiz.<br />

AYIN MATERYALİ<br />

Öğrencilerle birlikte ayın materyali etkinliği için bir “obje” seçmekteyiz.<br />

Belirlenen bu nesneyi her öğrenci evden okula getirerek öncelikle<br />

grup arkadaşlarına tanıtır; nereden alındığını, ne zaman alındığını,<br />

özelliklerini anlatır.Ay boyunca sınıfa getirilen tüm nesneler belirlenen<br />

köşede sergilenir ve bu nesnelerin kullanıldığı çeşitli etkinlikler<br />

yapılır: nesnelerle bire bir eşleme, renk-şekil-büyüklük-ağırlık<br />

özellikleri ile ilgili gruplama ve grafik çalışmaları, sıralama, sayma,<br />

hikâye oluşturma vb.<br />

Ayın sonunda bu materyallerle çeşitli sanat etkinlikleri yapılır ve<br />

sergilenir.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

19


BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR<br />

Programımıza belirli gün ve haftaları aksatmadan dâhil ediyoruz.<br />

Dünya “Çocuk Kitapları Haftası”nda okuldaki bütün öğretmenlerimize<br />

kitap ayraçları yaptık ve dağıttık.<br />

TİYATRO:<br />

Tiyatroyu çok seviyoruz. Her ay düzenli olarak seyrettiğimiz tiyatro<br />

oyunlarından bir şeyler öğrenmenin ve eğlenmenin tadına varıyoruz.<br />

BİLİŞİM<br />

İNGİLİZCE<br />

TEMATİK PROJE<br />

“Proje Yaklaşımı” yöntemi, eğitim ortamlarında<br />

sürece önem veren ve bireyin öğrenme<br />

biçiminin önemini vurgulayan bir yöntemdir.<br />

Proje yaklaşımı yöntemini kullanarak çalışmalar<br />

yapan öğrenciler;<br />

EÖğrenme için olumlu tutum geliştirir,<br />

EHayal gücünü kullanır,<br />

EAraştırma becerisini kullanır ve geliştirir,<br />

EProblem çözer,<br />

ESorgular,<br />

ENeden-sonuç ilişkisi kurabilir.<br />

Tematik proje yaklaşımı ile öğrencilerimiz bu<br />

becerilerini geliştirme fırsatı bulurlar.<br />

MATEMATİK:<br />

Matematik çalışmalarımızda amacımız; kalıcı ve<br />

anlamlı öğrenmeyi çocukların doğal materyalleri<br />

kullanarak, serbest keşifler yaparak, eğlenerek<br />

gerçekleştirmesini sağlamaktır. Çalışmalarımızı<br />

şu aşamalar ile gerçekleştirmekteyiz:<br />

EÖrüntü Oluşturma<br />

EGruplama ve Sınıflandırma<br />

ESayma<br />

EMukayese Etme<br />

EGrafik Oluşturma<br />

E<strong>Sayı</strong>ları Algılama<br />

FEN LABORATUVARI<br />

Okul öncesi dönemdeki çocuklar meraklı, araştırmacı ve sorgulayıcıdırlar. Çocukların<br />

bu doğrultudaki gelişimlerini destekleyen etkinliklerden biri de fen etkinlikleridir.<br />

Çocuklara araştırabilecekleri, neden-sonuç ilişkisini görebilecekleri,tahminlerde<br />

bulunabilecekleri ve yaparak, yaşayarak öğrenebilecekleri bir eğitim ortamı hazırlayarak<br />

onların bu alandaki gelişimlerini desteklemekteyiz.<br />

20 <strong>Metod</strong>ergi


1-A SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ<br />

TEKNOLOJİDEN YARARLANIYORUZ<br />

Teknolojik materyallerin eğitime katkısı<br />

yadsınamaz. Bunun farkına varan onlarca ülke,<br />

eğitimi teknolojik materyallerle birleştirmiş<br />

ve teknolojinin sağladığı pratikliği eğitim<br />

dünyasına kazandırmıştır. Teknolojik araç ve<br />

gereçlerin, teknolojinin eğitime katkısı oldukça<br />

fazladır.<br />

Ülkemizde birçok okulda bulunan<br />

projektör, akıllı tahta, dokunmatik<br />

plazma bilgisayarlar ve eğitim<br />

tabletleri de bunlara örnektir. Bu tür<br />

araçlar öğrencilerin konuları daha<br />

iyi anlamasına ve örnekler ile konuları<br />

daha iyi pekiştirmelerine katkıda<br />

bulunmaktadır. Öğrencinin eğitimini<br />

kolaylaştırarak tam öğretmenin gerçekleşmesine<br />

olanak sağlamaktadır.<br />

Okulumuzda teknolojiden her<br />

alanda yararlanarak okuma –yazma<br />

derslerimize görselliği de katıp<br />

derslerimizi zevkli ve eğlenceli bir<br />

şekilde işliyoruz.<br />

Oynamak, yaşama sevinci ve mutlulukla<br />

doğrudan ilgilidir. Oynamak, çocukların hem<br />

bedenini hem de düşüncelerini harekete geçirir<br />

ve yaşamlarına canlılık getirir. Alman şair ve<br />

oyun yazarı Hebbel’in de dediği gibi “Oynayan<br />

çocuk, canlılığın ve sevincin sembolüdür.” Çocuğun<br />

en değerli öğrenme ve kendini keşfetme<br />

alanlarından bir tanesi de oyundur. Çocuklar<br />

oyun sırasında sosyal yeterliliklerini ve duygusal<br />

olgunluklarını geliştirirler.<br />

Arkadaşlığı, birlik ve beraberliği, sınıf olma<br />

bilincini öğretmek, yaşatmak, yaşamak adına<br />

MATEMATİK ETKİNLİĞİMİZ<br />

hep birlikte oyunlar oynuyor, eğleniyor, kahkahalarımızla<br />

herkesi mutlu ediyoruz.<br />

Paylaşmak ve arkadaşlık güzeldir…<br />

Kim korkar matematikten? Neden matematik<br />

öğreniyoruz? Konuştuğunuz herkesin matematikle<br />

ilgili söyleyecek bir şeyleri vardır. Bazı<br />

insanlar matematiği sever, kimileri ise pek<br />

hoşlanmaz. Biz METOD KOLEJİNİN 1.sınıf<br />

öğrencileri, matematiği çok seviyor ve severek<br />

işliyoruz. Ve diyoruz ki:<br />

Matematikten korkmak mı? ASLA! Bizler matematik<br />

dersinde geleneksel öğrenme yöntemlerinin<br />

dışında oyunla, yaparak ve yaşayarak<br />

öğrendik.<br />

1-B SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ<br />

ODTÜ BİLİMİN EV HALİ<br />

Okulumuza yeni gelen minik öğrencilerimizin<br />

birinci sınıfa adapte olması tahmin edilenden<br />

çok daha kısa sürdü. Öğrencilerimizin kişisel<br />

gelişimleri için sınıf içi ve sınıf dışı pek çok<br />

ANITKABİR GEZİMİZ<br />

KİTAP FUARIMIZ<br />

farklı etkinlik düzenledik.Öğretim sürecimizi,öğrencilerimizi<br />

aktif hale getirecek etkinliklerle,<br />

somutlaştırarak gerçekleştirdik. Bu sayede<br />

öğrenmeyi kalıcı hale getirmeye çalışıyoruz.<br />

William Glasser’in “Çocuğun hayatına kalite<br />

katmalıyız.” sözünü benimseyerek sosyal ve<br />

kültürel etkinliklere de önem verdik. Bu amaçla<br />

Anıtkabir’e, ODTÜ’ye ( Bilimin Ev Hali )<br />

geziler düzenledik ve çeşitli çocuk tiyatrolarına<br />

gittik. Bu gezilerle birlikte çocuklarımıza bilgi<br />

ve birikim oluşturmayı hedefledik. Bu sayede<br />

farklı bakış açıları sunmaya çalışmaktayız. Bu<br />

etkinliklerle öğrencilerimizin daha kültürlü,<br />

daha duyarlı ve daha sosyal olmalarını hedefliyoruz.<br />

HAYVAN BARINAKLARINA GEZİ<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

21


2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

<strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong> öğrencileri olarak Ulu Önder<br />

Mustafa Kemal Atatürk’ün bize gösterdiği yolda<br />

yürümeye, onun ilke ve devrimlerine sahip<br />

çıkmaya özen gösteriyoruz.<br />

Ata’mızın istediği gibi çağdaş, okuyan,<br />

araştıran, eleştirel düşünebilen, teknolojiyi ve<br />

bilimsel gelişmeleri takip eden, üreten insanlar<br />

olmaya çalışıyoruz.<br />

Bu nedenle Ata’mızı yokluğunun 78. yılında<br />

Anıtkabir’de ziyaret ettik. Öğretmenlerimiz<br />

ve müze rehberleri ile birlikte Anıtkabir’de<br />

bulunan müzeleri gezdik.<br />

Kurtuluş Savaşı’na, Çanakkale Zaferi’ne ve<br />

Atatürk’ün sergilenen eşyalarına dair bilgiler<br />

aldık. Ata’mızın kütüphanesini gördük ve kendimize<br />

onun okuma sevgisini örnek alacağımızı<br />

söyledik.<br />

KENDİ SAATLERİMİZİ YAPTIK<br />

<strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong> ailesi olarak, yaparak-yaşayarak<br />

öğrenmeyi değerli buluyoruz; çünkü geleneksel<br />

öğretim yöntemlerine göre yaparak yaşayarak<br />

öğrenme modeli ile öğrencinin aktif olmasını,<br />

yaratıcılığını ve hayal gücünü kullanmasını,<br />

ürün tasarlamasını ve bu ürünü ortaya çıkarmasını,<br />

öğrendiklerini gerçek yaşam ile bağdaştırmasını<br />

önemsiyoruz.<br />

Bu nedenle öğrendiğimiz her konuyu gerçek<br />

yaşam ile ilişkilendirip materyal üreterek öğrenmeyi<br />

kalıcı hale getirmeye çalışıyoruz.<br />

Bu görüş çerçevesinde matematik dersimizde<br />

bulunan “Saatler” konusunda bir analog saatin<br />

KENDİ SAATLERİMİZİ YAPTIK<br />

nasıl olduğunu araştırdık, kendi saatimizi tasarladık,<br />

üreteceğimiz materyalimizin malzemelerini<br />

toparladık ve üretime başladık.<br />

Ürettiğimiz saatlerimizde küçük bir değişiklik<br />

yaparak saatlerin öğleden önce ve öğleden<br />

sonraki hallerini de ekledik.<br />

Böylece öğrendiğimiz bu yeni bilgiyi sıklıkla<br />

göz önüne getirebileceğimiz ve tekrarlayabileceğimiz<br />

bir materyale çevirdik.<br />

ÜNİTE SONU SUNUMLARIMIZI YAPTIK<br />

<strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong> öğrencileri olarak düzenli aralıklarla<br />

ünite sunumlarımızı yaptık. Öğrendiğimiz<br />

üniteye bağlı kazanımlar doğrultusunda<br />

seçtiğimiz bir konuyu detaylıca inceleyip, ders<br />

tekrarları yapıp, sunumlarımızı hazırlayarak<br />

akran şubedeki arkadaşlarımıza sunuyoruz.<br />

Böylece önceden öğrendiğimiz bir konuda, sunum<br />

yapmanın ve bir topluluğa hitap etmenin<br />

belli başlı kurallarını daha da derinleştirerek,<br />

akran öğrenmesini kalıcı hale getiriyoruz;<br />

hem de diğer şubedeki arkadaşlarımıza sunum<br />

yaptığımız konu ile ilgili tekrar yapma fırsatı<br />

yaratıyoruz.Bu bizim için aynı zamanda bir<br />

öz güven yolculuğu olup iş birliğine dayalı<br />

çalışmayı,takım olmayı öğreniyoruz.<br />

Bu bağlamda bu ay ünite sonu sunumlarımızı<br />

İngilizce ve Türkçe derslerinden seçip hazırladık.<br />

2-A sınıfı olarak İngilizce dersimizden “Prepositions<br />

of Place”, Türkçe dersimizden “Eş Sesli<br />

Kelimeler” ve “Betimleme” konularını;<br />

2-B sınıfı olarak da İngilizce dersimizden “Question<br />

Wordsand Demonstrative Pronouns”,<br />

Türkçe dersimizden ise “Eş Anlamlı Kelimeler”<br />

ve “Zıt Anlamlı Kelimeler” konularını<br />

seçip sunumlarımızı hazırladık.<br />

Sunumlarımızı yaparken önce konu anlatımını<br />

gerçekleştirdik daha sonra da arkadaşlarımıza<br />

konu ile ilgili sorular sorarak konuyu pekiştirdik.<br />

Seçtiğimiz konularla ilgili olarak arkadaşlarımıza<br />

etkinlikler yaptırıp sunumlarımızı<br />

tamamladık.<br />

ÜNİTE SONU SUNUMUMUZ<br />

<strong>3.</strong> SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

GEZİLERİN ÖĞRENCİ GELİŞİMİNE<br />

KATKISI<br />

ODTÜ BİLİM ŞENLİĞİ GEZİSİ<br />

Geziler çocukların tüm gelişim alanlarını desteklemektedir.<br />

Çocuklar, gezilerde inceleme,<br />

gözlem yapma, merak duygularını giderme gibi<br />

fırsatlar bularak bilişsel gelişimle ilgili kavramları<br />

kazanmaktadırlar. Çocuğun, arkadaşları<br />

ile iş birliği yapması, grupla beraber çalışma,<br />

sorumluluğunu yerine getirme ve yaratıcılığın<br />

gelişmesi için de bu tür geziler önemli bir<br />

22 <strong>Metod</strong>ergi<br />

fırsattır. Geziler, çocukların yaparak yaşayarak<br />

öğrenmelerini sağlar. Çocukların yaşayarak<br />

öğrenmeleri, bilgilerinin kalıcı olmasını sağlar.<br />

Geziler yalnızca fen çalışmaları kapsamında<br />

düşünülmemelidir. Çocukların araştırma yapma,<br />

basit veri toplama yöntemlerini kullanma,<br />

topladıkları verilerden sonuç çıkarma, çıkardığı<br />

sonuçları yorumlama ve problem çözme becerilerini<br />

geliştirir. Çocukların anlamlı ve kalıcı<br />

bir şekilde öğrenmelerini sağlar.<br />

Geziler, çocukların dünyayı anlamasına<br />

katkıda bulunur. Çocukların araştırma yapma,<br />

problem çözme ve olayı yerinde gözlemleme<br />

yolu ile doğrudan öğrenme gereksinimlerini<br />

SINIF İÇİ ETKİNLİKLERİMİZ<br />

ANITKABİR GEZİMİZ<br />

karşılamak amacıyla mutlaka alan gezileri<br />

yapılmalıdır. Biz, <strong>Metod</strong> <strong>Koleji</strong> olarak gezilere<br />

önem veriyoruz. Sınıf içi etkinliklerle çocukların<br />

bu gelişim alanlarını desteklemek için<br />

etkinlikler yapıyoruz.<br />

HAYVAN BARINAĞI GEZİMİZ


4. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

ODTÜ BİLİMİN EV HALİ<br />

ANITKABİR GEZİMİZ<br />

ODTÜ-BİLİMİN EV HALİ GEZİSİ<br />

4. sınıflar olarak öğrencilerimize bilimin eğlenceli<br />

yüzünü göstermek amacıyla, ODTÜ’de<br />

gerçekleştirilen “Bilimin Ev Hali” temalı<br />

etkinliğe katıldık.<br />

Güneş enerjisiyle bahçe sulama, bir enerji<br />

kaynağı olarak rüzgâr, yağmur suyunun çevre<br />

için önemi, havai fişeklerin nasıl rengârenk<br />

olduğu, mutfak artıklarından gübre yapımı,<br />

insansız hava araçlarının nasıl çalıştığı, güneş<br />

enerjisi ile çalışan arabalar; evde sabun yapma,<br />

deterjanın kirleri nasıl çıkardığı ya da göllere<br />

nasıl zarar verdiği, leke tutmayan fayanslar,<br />

kekin nasıl kabardığı, mikrodalgaların gerçekten<br />

zararlı olup olmadığı gibi birbirinden<br />

ilginç konuların deneylerle anlatımını izledik.<br />

Öğrencilerimiz bu etkinlikten hem keyif aldılar<br />

hem de yeni bilgiler edindiler.<br />

“EKLEM”, “KEMİK”, “KAS” ETKİNLİĞİ<br />

Fen Bilimleri dersimizin “Destek ve Hareket”<br />

konusunda yer alan “kemik“, “eklem” ve “kas”<br />

gibi yapıları fen laboratuvarında tavuk etini inceleyerek<br />

öğrendik. Öğrencilerimizin yaparak<br />

ve yaşayarak öğrenmelerine fırsat tanıdığımız<br />

bu derste, öğrencilerimiz bu yapıları kolayca<br />

kavrarken aynı zamanda eğlenceli bir ders<br />

geçirdiler.<br />

İSKELET VE KAS SAĞLIĞI ETKİNLİĞİ<br />

Ayrıca “İskelet ve Kas Sağlığı” adlı afiş<br />

çalışmamızda öğrencilerimiz grup çalışması<br />

gerçekleştirdiler. Grup üyelerinden bazıları<br />

kameraman oldu, bazılarıysa rol model… Sonuç<br />

olarak iskelet ve kas sağlığımızı korumak<br />

için dikkat etmemiz gereken şeyleri öğrenmiş<br />

olduk.<br />

ATATÜRK HAFTASI ANITKABİR ZİYA-<br />

RETİ<br />

10 Kasım “Atatürk Haftası” sebebiyle düzenlediğimiz<br />

Anıtkabir ziyaretimizden kareler…<br />

FİDAN DİKME ETKİNLİĞİ<br />

Sosyal sorumluluk projelerimizden biri de<br />

fidan dikme çalışmamızdı.<br />

FİDAN DİKME ETKİNLİĞİMİZ<br />

İSKELET VE KAS SAĞLIĞI<br />

ETKİNLİĞİMİZ<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

23

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!