01.01.2017 Views

Cinedergi 99

Binder99B

Binder99B

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

CINEVİZYON<br />

6 OCAK<br />

Anthropoid<br />

Ağ / The Net<br />

Sonsuzluk Ormanı / The Sea of Trees<br />

Çalgı Çengi İkimiz<br />

Hızlı ve Tüplü<br />

Snowden<br />

20 OCAK<br />

Perde Ayn-ı Cin<br />

Jackie<br />

Olanlar Oldu<br />

Kötü Çocuk<br />

Bu da Nereden Çıktı? / Why Him?<br />

Pepee<br />

Moana<br />

13 OCAK<br />

Bilal: A New Breed of Hero<br />

Queen of Katwe<br />

American Honey<br />

Gölge<br />

Hep Yek 2<br />

Uzay Yolcuları / Passengers<br />

The Bye Bye Man<br />

Sebastian Sevgili Dostum / Belle and Sebastian:<br />

The Adventure Continues<br />

27 OCAK<br />

Vezir Parmağı<br />

Satıcı / The Salesman<br />

Rafadan Tayfa<br />

Can Dostum / A Dog’s Purpose<br />

Yeni Nesil Ajan: Xander Cage’in Dönüşü / xXx:<br />

Return of Xander Cage<br />

İçeride / Shut In<br />

The Model<br />

Cesur Kahraman: Ejderha Büyüsü /<br />

The Dragon Spell


İÇİNDEKİLER<br />

10<br />

dosya<br />

2016’NIN EN İYİLERİ<br />

<strong>Cinedergi</strong> yazarları 2016’nın en iyi 10<br />

yabancı 5 Türk filmini seçti..<br />

38<br />

26<br />

42<br />

58<br />

MELTEM MİRALOĞLU<br />

RÖPORTAJ<br />

DENİZ UĞUR<br />

Deniz Uğur son filmi Hep Yek 2’nin<br />

çekim macerasını anlattı.<br />

BİLAL BABAOĞLU<br />

Babamın Kanatları filminin oyuncusu<br />

Musa Ekici ile söyleştik.<br />

YEŞİM USTAOĞLU<br />

Tereddüt filminin yönetmeni Yeşim<br />

Ustaoğlu, Banu ile konuştu.<br />

30KRALİÇEYE GÜLE GÜLE<br />

Star Wars’un kraliçesi Carry Fisher’a<br />

Masis elveda dedi.<br />

46 AVATAR 2 BİLİNMEZİ<br />

ABD’den Burak Yarkent Avatar 2 ile ilgili<br />

bilgileri bizle paylaştı.<br />

64 JUSTIN KURZEL<br />

Assassins Creed filminin yönetmeni<br />

Justin Kurzel İbrahim’in odağında.<br />

74 2016’NIN KORKULARI<br />

Murat Kızılca 2016 yılının en iyi<br />

korkularını seçti..<br />

78 HELL OR HIGH WATER<br />

Tuğçe Madayanti Hell Or High<br />

Water filmini yazdı..<br />

88 NERUDA<br />

Neruda filminin gizleri <strong>Cinedergi</strong>’de,<br />

Onur’un kaleminden.<br />

68<br />

AYDIN ORAK<br />

Siyah karga filminin oyuncusu Aydın Orak<br />

Gizem’in sorularını cevapladı.<br />

94<br />

2016’NIN FESTİVAL FİLMLERİ<br />

Başak 2016’nın festivallerde<br />

gösterilmiş en iyi filmlerini seçti.


34<br />

52<br />

82<br />

ÖZEL KÖŞE<br />

SUSMAYAN KÖŞE<br />

Tereddüt filminin yönetmeni Ustaoğlu<br />

Murat’ın odağında...<br />

AYŞE TEYZE<br />

Ayşe Teyze Forest Gump’a güldü mü?<br />

Cevabı sayfasında...<br />

106<br />

BELGESELCİ<br />

Semra Güzel Korver Ece Soydam ile doğa<br />

belgesellerinin peşinden gidiyor.<br />

92<br />

102<br />

108<br />

116<br />

112<br />

DİREN SİNEMA<br />

Banu Uşak Kısa Film Festivali’ne<br />

teşekkür ediyor.<br />

UZUN FİLMİN KISASI<br />

Kısa filmci Gökhan Öcal Fırat’ın<br />

sorularını yanıtladı.<br />

DİZİDERGİ<br />

DİZİFUN<br />

2017’nin yeni dizilerini<br />

Nergiz yazdı.<br />

ALİZE GÖRDÜM<br />

Gizem Merve Kaboğlu<br />

Alize Gördüm ile konuştu.<br />

SAMİ AKSU<br />

Sami Aksu sulandırmadan da komedi<br />

yapılabilir dedi.<br />

EPISODE<br />

Animal Kingdom Şenay<br />

Tanrıvermiş’in kaleminden.<br />

KORKU FİLMİ GİBİ<br />

BİR YILI GERİDE<br />

BIRAKTIK<br />

EDITO<br />

2016’yı kimse özlemeyecek sanırım.<br />

Neresinden bakarsanız felaket bir<br />

yıldı. Ülkenin siyaseten, ekonomik,<br />

güvenlik olarak gittiği yer belliyken herhalde<br />

sinemamızda bundan farklı olamazdı.<br />

Festivaller çöktü, filmler kalitesizlikte tavan<br />

yaptı, izleyici sinemadan kaçtı. Neyse<br />

bu çöl ortamı içinde yine de birşeyler<br />

yapıldı. En azından festivallere gidip bir<br />

iki dişe dokunur film seyrettik. 2016’nın<br />

bütün değerlendirmelerinin yapıldığı<br />

dosyaları bulacaksınız dergide. Öncelikle 16<br />

yazarımızın oylarıyla en iyi 10 yabancı listesi<br />

yaptık. Aynı zamanda en iyi 5 Türk filmi<br />

seçkisi de var. Yazarlarımızın teker teker film<br />

listeleri de emrinize amade. Bitmedi. 2016<br />

yılında festivallerde seyrettiğimiz Türk filmlerini<br />

Başak değerlendirdi ve size listeledi.<br />

Murat Kızılca ise en iyi korku filmleriyle<br />

bizi başbaşa bıraktı. Sanki bu yıl yeterince<br />

korkmamışız gibi. İki, Yedi ve dört sayısını<br />

severim. Sanki söyleyişleri sıcak gelir bana.<br />

2017 ismi gibi sıcacık olsun diliyorum. Hiç<br />

beklemediğimiz yönetmenler veya ilk filmini<br />

çekenler bizi şaşırtsın. Ülkenin her yanı film<br />

festivali dolsun. İyi yıllar olsun...


PEK YAKINDA<br />

Yönetmen: F. Javier Gutiérrez<br />

Oyuncular: Matilda Lutz, Alex Roe, Vincent D’Onofrio<br />

Konu: Sıradan bir lise öğrencisi olan Julia ve üniversiteye<br />

giden erkek arkadaşı Holt birbirlerinden giderek<br />

uzaklaşmaktadır. Ayrılacaklarından korkan genç<br />

kadın sevgilisini ziyarete gider ve Holt’un okuldaki<br />

arkadaşlarının 7 günün sonunda insanları öldüren<br />

bir videoyu Holt’a izlettiklerini öğrenir. Holt’un videoyu<br />

izlemesinin üstünden 6 buçuk gün geçmiştir ve<br />

günün sonunda hayatını kaybedecektir. Lanet sayesinde<br />

yeniden yakınlaşan ikili için artık hayatları adına<br />

verecekleri zamana karşı bir mücadele başlamıştır...


MANCHESTER BY<br />

THE SEA<br />

Yönetmen: Kenneth Lonergan<br />

Oyuncular: Casey Affleck, Michelle<br />

Williams, Kyle Chandler<br />

Konu: Lee Chandler, sıhhi<br />

tesisat, elektrik, kapıcılık gibi<br />

sıradan işler yaparak, tek göz<br />

bir evde yalnız başına yaşayan<br />

bir adamdır. Doğup büyüdüğü<br />

ama uzun zamandır uğramadığı<br />

kentten bir gün acil bir telefon<br />

alır. Kalp hastası abisi hastaneye<br />

kaldırılmıştır ve durum ciddidir.<br />

Lee kafasında endişeler<br />

ve soru işaretleri ile yola<br />

koyulur ama hastanede onu<br />

bekleyen haber hiç de iç açıcı<br />

değildir.<br />

SWISS ARMY MAN<br />

SNOWDEN<br />

Yönetmen: Daniel<br />

Kwan, Daniel Scheinert<br />

Oyuncular: Paul Dano,<br />

Daniel Radcliffe, Mary<br />

Elizabeth Winstead<br />

Konu: Küçük ıssız bir<br />

adada tek başına olan<br />

Hank’ın evinde olmak<br />

için hala umudu vardır.<br />

Fakat bir gün kıyaya<br />

vuran bir ceset her şeyi<br />

değiştirir. Hank çok<br />

geçmeden ölümden<br />

kaçmak için son şansı<br />

olduğunun farkına varır.<br />

Silahlı yeni “arkadaş”<br />

ve tuhaf bir çanta, bu<br />

ikili ile Hank’ın hayallerindeki<br />

kadını yeniden<br />

getirmek için destansı<br />

bir maceraya atılar.<br />

Yönetmen: Peter Berg<br />

Oyuncular: Mark Wahlberg,<br />

John Goodman,<br />

J.K. Simmons<br />

Konu: 2013 yılından<br />

Boston Maratonu<br />

bombalı saldırısına<br />

giden süreci anlatan<br />

yapım bombalamanın<br />

ardından bütün şehri<br />

kapsayan bir terörist<br />

avını ve o süreci konu<br />

alıyor. Gerçek olay,<br />

maraton koşusunun<br />

bitim noktasında,<br />

15 Nisan 2013 tarihinde<br />

yerel saatler<br />

14.49’u gösterirken<br />

gerçekleşmiş ve 3<br />

kişinin ölümü ve<br />

200’den fazla kişinin<br />

yaralanması ile<br />

sonuçlanmıştı.


PEK YAKINDA<br />

RESIDENT EVIL:<br />

THE FINAL CHAPTER<br />

Yönetmen: Paul W.S. Anderson<br />

Oyuncular: Milla Jovovich, Ali Larter, Iain Glen<br />

Konu: Resident Evil 5: İntikam filmindeki olayların hemen<br />

ardından, Alice insanlığın zombilere karşı verdiği<br />

savaştan sağ olarak kurtulan tek kişi olmuştır. Şimdi<br />

ise kabusun başladığı yer olan Racoon Şehri’ndeki<br />

Kovan’a geri dönmek zorundadır. Umbrella Şirketi<br />

ise, kıyametten kurtulan son kişileri de yok etmek<br />

amacıyla Racoon Şehri’nde güçlerini son kez<br />

toplamaktadır. Zamana karşı yarış içinde Alice, eski<br />

arkadaşları ile birlikte yeni mutant yaratıklara karşı da<br />

bir savaş verecektir. Bu Alice’in insanlığı kurtarmak<br />

için verdiği en zor mücadele olacaktır.


PARÇALANMIS<br />

Yönetmen: M. Night Shyamalan<br />

Oyuncular: James McAvoy,<br />

Anya Taylor-Joy, Haley Lu Richardson<br />

Konu: Çoklu Kişilik<br />

Bozukluğu’ndan müzdarip genç<br />

adam Kevin’ın 23 ayrı alter<br />

egosu vardır. Bu alter egoları<br />

arasında en baskın olanı da<br />

suça meyilli olan bir karakterdir.<br />

Market çıkışında 3 kız<br />

kardeşi kaçıran Kevin onları<br />

bodrumuna hapseder. Farklı<br />

alter egoları aracılığıyla kızlarla<br />

farklı ilişkiler kuran adam<br />

kızların varlığı ile yavaş yavaş<br />

dağılmaya başlar.<br />

GECENIN KANUNU<br />

Yönetmen: Ben Affleck<br />

Oyuncular: Ben Affleck,<br />

Zoe Saldana, Elle Fanning<br />

Konu: 1920’lilerin suç<br />

gezen Boston kentinde<br />

Joe Coughlin adında<br />

bir adam nam salmıştır.<br />

İçki yasağı halen devam<br />

etmekte ama illegal<br />

yollardan kırılmaktadır.<br />

Dürüst ve namuslu bir<br />

hayatı geride bırakan<br />

Joe kendisine kötü<br />

şöhreti gangster<br />

yaşamını seçer. Küçük<br />

yaştaki hırsızlık kariyerini<br />

geride bırakan<br />

adam artık şehrin en<br />

korkutucu gangsterlerine<br />

hizmet etmektedir.<br />

GOLD<br />

Yönetmen: Stephen<br />

Gaghan<br />

Oyuncular: Matthew<br />

McConaughey, Bryce<br />

Dallas Howard, Édgar<br />

Ramírez<br />

Konu: Şanssız adam<br />

olan Kenny Wells<br />

bir jeolog olanMichael<br />

Acosta ile ekip<br />

olup Endonezya’nın<br />

keşfedilmemiş<br />

ormanlarında altın aramaya<br />

koyulur. Altın bulmak<br />

zordur fakat altını<br />

Wall Street’in en güçlü<br />

kurumları arasında<br />

elinde tutmak daha da<br />

zor olacaktır.


2016’da o kadar kötü film vizyona girdi ki yazarlarımızdan kötü film<br />

kaç filmlik liste istersek isteyelim kötüler listesine giren filmlere h<br />

n <strong>Cinedergi</strong> her yıl başında geride kalan<br />

senenin en iyi filmlerini seçer. Bu yılda 16<br />

yazarımız 10 en iyi yabancı beş en iyi yerli<br />

filmi seçip listelerini hazırladılar. İlk kez bu yıl<br />

15 yazarımızın oylarının hepsini alan bir<br />

film çıkmadı. Açıkçası bunu seçilen<br />

filmler içinde bir başyapıt<br />

bulunmamasına<br />

bağlıyorum.<br />

Yani devrimsel<br />

bir<br />

film çikmedı.<br />

Yabancı filmlerde<br />

Gece<br />

Hayvanları ve Arrival<br />

13 oy alarak<br />

zirveye oturdular,<br />

yerli yapımlarda ise<br />

Babamın Kanatları<br />

ve Tereddüt 11 er oyla<br />

en iyi filmler seçildi.<br />

Normalde yerli filmlerde<br />

5 filmlik bir seçki<br />

yapacaktık ama 5’inci<br />

aday için üç filmde aynı<br />

oyu alınca diğer ikisini de<br />

listeye<br />

ekledik. 2016’nın ilk ve son aylarında<br />

biraz toplasa da sinema anlamında yetersiz<br />

yapımlarla bir yılı geride bıraktık. Hani 2015’in<br />

Oscar adayı filmleri biz de geç vizyon almasa<br />

yabancı filmlerden bile 10 yapım bulmak zor<br />

olacaktı. Hele Türk filmleri tam bir geri adım<br />

atmış durumda. Birçok filmin yetersiz rakipleri<br />

yüzünden bu listede yer aldığını söylemeliyim.<br />

Kalitesiz işler kısa bir süre için izleyicinin ilgisini<br />

çekse de uzun dönemde bıkkınlık yaratır<br />

ve sonunda salonlar boşalır. Aynı dediğimiz<br />

gibi bir süre korku filmleriyle izleyicinin ilgisini<br />

ayakta tutan sinemamız bunun da sonuna<br />

geldi, ilk işi kalitesiz komedilere sarılmak<br />

oldu. Ama onlar da hak ettiklerini aldılar ve<br />

gişe de çöktüler. İşin kötüsü göreceli olarak<br />

sinemamızı ayakta tutan ve bir elin parmağını<br />

geçmeyen elit sinemacılarımızın filmleri de<br />

beklenen kalitede değildi. Bu elit<br />

yönetmenlerin normalde hiç bir zaman<br />

gişe yapmayan filmleri festivallerle<br />

kendini gösteriyordu. En<br />

azından gişede kaybettiklerini<br />

festivallerin ödül paralarıyla<br />

bir yere kadar süspanse<br />

edebiliyorlardı. Ama artık festivaller<br />

de çökmüş durumda.<br />

Malatya, Edirne ve daha birçok<br />

festival iptal edildi. Antalya<br />

ödül parasını azalttı<br />

hatta hedefi kaldırmak.<br />

Bütün bunları altalta<br />

üstüste koyduğumuzda<br />

sinemamız büyük bir<br />

darboğaza girmiş<br />

durumda. Sanıyorum<br />

bir iki yıl içinde çekilen filmlerin<br />

sayısında da azalma olacak. Ve<br />

o zaman 1970’lerde yaşanan çöküşün bir<br />

benzeriyle karşı karşıya kalabiliriz. İnşallah<br />

böyle bir sonla karşılaşmayız. Bu karanlık<br />

tablo içinde biz yine de sizin için 2016 yılında<br />

vizyona giren filmler içinden 10 yabancı ve 5<br />

yerli film seçtik. İşte 2016’nın en iyi filmleri...<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları 11<br />

Tereddüt11<br />

Kalandar Soğuğu 9<br />

AlbümDağ 2 5<br />

Baskın 5<br />

Rüzgarda Salınan<br />

Nilüfer 5<br />

Filmlerin yanındaki<br />

sayılar yazar oylarıdır<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Nocturnal Animals 13<br />

Arrival 13<br />

Son Of Saul 10<br />

I Daniel Blake 9<br />

The Revenant 8<br />

Gençlik-Youth 8<br />

Spotlight 8<br />

La La Land 7<br />

Rogue One 6<br />

Deadpool 5


listesi istemedik. Çünkü<br />

aksızlık etmiş olurduk.<br />

<strong>Cinedergi</strong> yazarlarının listeleri<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Babamın Kanatları<br />

Ekşi Elmalar<br />

Albüm<br />

Dağ II<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Gece Hayvanları - Nocturnal<br />

Animals<br />

Arrival:Geliş - Arrival<br />

Diriliş-The Revenant<br />

Gençlik-Youth<br />

Spotlight<br />

Room: Gizli Dünya - Room<br />

Ben, Daniel Blake - I Daniel<br />

Blake<br />

The Hateful Eight<br />

İnatçılar - Hrútar<br />

A Perfect Day<br />

ALPER TURGUT<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Kötü Kedi Şerafettin<br />

Kümes<br />

Mavi Bisiklet<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Spotlight<br />

Arrival<br />

Saul’un Oğlu<br />

Gece Hayvanları<br />

Annemle Geçen Yaz - Que<br />

Horas Ela Volta<br />

Rogue One<br />

Deadpool<br />

Diriliş<br />

Mükemmel Bir Gün<br />

Ben, Daniel Blake


FIRAT SAYICI<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Kötü Kedi Şerafettin<br />

Tereddüt<br />

Ve Panayır Köyden Gider<br />

Naciye<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Deadpool<br />

Don’t Breathe<br />

Zootropolis<br />

The Witch<br />

Muhammad:The Messenger<br />

of God<br />

Nerve<br />

The Revenant<br />

The Lobster<br />

Arrival<br />

MURAT TOLGA ŞEN<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

ANNEMİN YARASI<br />

DAĞ 2<br />

BASKIN: KARABASAN<br />

NACİYE<br />

BENİM ADIM FERİDUN<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

FRANTZ<br />

ARRIVAL<br />

NOCTURNAL ANIMALS<br />

YOUTH<br />

THE HATEFUL EIGHT<br />

JULIETA<br />

SON OF SAUL<br />

THE REVENANT<br />

A PERFECT DAY<br />

STAR WARS: ROGUE ONE<br />

MURAT KIZILCA<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Tereddüt<br />

Dağ 2<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Baskın: Karabasan<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Arrival (Geliş)<br />

Evolution (Evrim)<br />

The House on Pine Street<br />

Nocturnal Animals (Gece<br />

Hayvanları)<br />

Rogue One: Bir Star Wars<br />

Hikayesi<br />

Youth (Gençlik)<br />

The Corpse of Anna Fritz<br />

The Revenant (Diriliş)<br />

I, Daniel Blake<br />

El Club


BANU BOZDEMİR<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Ana Yurdu<br />

Babamın Kanatları<br />

Tereddüt<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Annemin Yarası<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Nocturnal Animals / Gece<br />

Hayavanları<br />

Kaptan Fantastik<br />

Mezuniyet - Bacalauerat<br />

Saul’un Oğlu<br />

Ben Daniel Blake<br />

Little Men<br />

Neon Şeytan<br />

Saraybosna’da Ölüm<br />

La La Land<br />

Evolution / Evrim


BAŞAK KILIÇ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Baskın<br />

Dağ 2<br />

Annemin Yarası<br />

Siccin 3: Cürmü Aşk<br />

Babamın Kanatları<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Arrival<br />

La La Land<br />

Frantz<br />

Nocturnal Animals<br />

Le Tout Nouveau Testament<br />

Goodnight Mommy<br />

Youth<br />

Son of Saul<br />

Creed<br />

MASİS ÜŞENMEZ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Tereddüt<br />

Baskın: Karabasan<br />

Naciye<br />

Yitik Kuşlar<br />

Dağ 2<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

The Hateful Eight<br />

Creed: Efsanenin Doğuşu<br />

Deadpool<br />

Diriliş The Revenant<br />

Gençlik<br />

Spotlight<br />

Carol<br />

Danimarkalı Kız<br />

Saul’un Oğlu<br />

Cloverfield Yolu No: 10<br />

HALİL İBRAHİM<br />

SAĞLAM<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Baskın<br />

Tereddüt<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Albüm<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Arrival<br />

Nocturnal Animals<br />

La La Land<br />

The Revenant<br />

Elle<br />

The Big Short<br />

The Assassin<br />

El Club<br />

Carol<br />

Son of Saul


MELİS ZARARSIZ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Kötü Kedi Şerafettin<br />

İftarlık Gazoz<br />

Babamın Kanatları<br />

Tereddüt<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Spotlight<br />

Arrival<br />

Carol<br />

Deadpool<br />

Son of Saul<br />

Alice Through The Looking<br />

Glass<br />

Zootopia<br />

Doctor Strange<br />

Rogue One<br />

I, Daniel Blake


NERGİZ KARADAŞ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Tereddüt<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Babamın Kanatları<br />

Rauf<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Ben Daniel Blake<br />

Arivval<br />

Gece Hayvanları<br />

Son of Soul<br />

The Club<br />

Dheepan<br />

Spotlight<br />

The Handmaıden<br />

(Hizmetçi)<br />

Yeni Ahit<br />

Kaptan Fantastik<br />

EGEMEN<br />

TOKATLIOĞLU<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar sogugu<br />

ıftarlık Gazoz<br />

Tereddüt<br />

Babamın Kanatları<br />

Albüm<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Elle<br />

Rogue One<br />

La La Land<br />

Captain Fantastic<br />

Nocturnal Animals<br />

Arrival<br />

I Daniel Blake<br />

Demolition<br />

Creed<br />

The Neon Demon<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları<br />

Albüm<br />

Tereddüt<br />

Ana Yurdu<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Frantz<br />

Spotlight<br />

Denizdeki Ateş<br />

Diriliş<br />

Gençlik<br />

Yalan Labirenti<br />

SEMRA GÜZEL<br />

KORVER


UTKU ÖGETÜRK<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları<br />

Tereddüt<br />

Albüm<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Kalandar Soğuğu<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Nocturnal Animals<br />

Son of Saul<br />

La La Land<br />

Arrival<br />

Goodnight Mommy<br />

Spotlight<br />

El Club<br />

I, Daniel Blake<br />

Carol<br />

Hitchcock/Truffaut<br />

ONUR<br />

KIRŞAVOĞLU<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Çırak<br />

Albüm<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Babamın Kanatları<br />

Kasap Havası<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Spotlight<br />

Arrival<br />

La La Land<br />

Nocturnal Animals<br />

El Club<br />

Hateful Eight<br />

Son of Saul<br />

Youth<br />

The Big Short<br />

Hitchcock/Truffaut<br />

GİZEM ERTÜRK<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Tereddüt<br />

Albüm<br />

Babamın Kanatları<br />

Rauf<br />

Saklı<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Youth<br />

Arrival<br />

Rogue One: A Star Wars<br />

Story<br />

I, Daniel Blake<br />

Captain Fantastic<br />

The Neon Demon<br />

Nocturnal Animals<br />

Where to Invade Next<br />

Deadpool<br />

La la land


CINEKRiTiK<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

DÜNYANIN EN BÜYÜK KORKU ANITI<br />

n Yaratıcılık gereği gerçek olayların<br />

manüpile edilmesine bir itirazım yok. Zaten<br />

sinema bu şekilde değer kazanıyor.<br />

Ama ucu bize dayandığında elimde<br />

olmadan rahatsız oluyorum. Merakla<br />

beklediğim Çin Seddi filminin de böyle bir<br />

durumu var. MS. 1100 civarında geçen<br />

hikayede Çin Seddi’nin yapılmasının<br />

asıl amacının kuzey dağlarından gelen<br />

vahşi yaratıklar olduğunu görüyoruz. Köpek<br />

ile kaplan karışımı bu yaratıkların tek amacı<br />

insanları yemek. O kadar aç gözlüler ki hem<br />

canlı hem ölü bütün insanları yiyip, Ana<br />

Kraliçe’ye sunuyorlar. Böylece Ana Kraliçe de<br />

ürüyor. Yani bu döngü içinde insanlar kurban<br />

oldukça insanları avlayanların da sayısı artıyor.<br />

Gerçek tarihe baktığımızda, genel görüşe<br />

göre Çin Seddi kuzeyden akın eden Türk ve<br />

Moğol kabilelerini durdurmak için yapılmıştır.<br />

MÖ. 200 yılından itibaren parça parça inşa<br />

edilen bu dev yapı dünyanın en büyük antik<br />

kalıntısı olarak kabul edilir. Aynı zamanda<br />

uzaydan görülen tek antik yapı olduğu da<br />

iddia edilir. Çinliler’in içindeki bu korkuyu,<br />

Türk-Moğol insanını canavara benzetmeleri<br />

çok da yaratıcılık gerektiren bir şey değil tabii.<br />

Aslında yüzyıllarca Türk ve Moğol akınları<br />

sadece Çin’de değil bütün dünyada aynı algıyı<br />

yarattı. Romalılar bile Moğollar’ı insan dışı<br />

varlık olarak kabul ettiler. Onların düşmanlarını<br />

öldürüp yanan şehirlerin etrafında ölü insan<br />

dağları oluşturmaları bu korkuları besledi.<br />

Ortada böyle bir gerçek varken Çin Seddi-The<br />

Big Wall’daki canavar hikayesi çok da yaratıcı<br />

bir anlam taşımıyor. Hadi buna takılmadık<br />

diyelim. En azından yaratılan canavarların<br />

görüntüsü daha başarılı olabilirdi. Gerçekten<br />

öyle insanı şaşırtacak veya içini ürpertecek<br />

bir görüntüye sahip değiller. Filmin belki de<br />

en önemli unsuru yönetmen Zhang Yimou.<br />

Raise the Red Lantern, Hero, House of Flying<br />

Daggers gibi esane filmleri yönetmiş olan<br />

Çinli yönetmenin filmin başında olması bizi<br />

heyecanlandırmıştı. O rengarenk görüntüler,<br />

kalabalık sahneler, şiir, resim ve birçok güzel<br />

sanatın perdeye yedirilmesindeki başarı beklentimizin<br />

artmasının sebebiydi. Doğu mistizmini<br />

perdeye çok iyi yansıtıyordu Yimou. Muhteşem<br />

kalabalıkların içindeki en küçük renkli ayrıntı<br />

bile Çinlilerin kültür zenginliğinin ifadesiydi. Bu<br />

filmde de Yimou kendini göstermeye çalışıyor.<br />

Ama Matt Damon, Willem Dafoe, Pedro Pascal<br />

gibi Batının ünlülerinin filmde olması, onların<br />

popüler espri ve diyaloglarıyla Doğunun mistizmi<br />

hiç uyuşmuyor. Bu yüzden yönetmenin yarattığı<br />

antik Çin algısı içi boşaltılmış bir değer olarak<br />

karşımızda duruyor. Sanki Batılı bir yönetmen<br />

Zhang Yimou filmlerinin kötü bir taklidini yapmış<br />

gibi. Bu etkileşim aslında Hollywood’un yıllarca<br />

başarısı kanıtlanmış sinema tarzını da bozuyor.<br />

İki ayrı kültürün birleştiği film iki tarafın güzelliklerini<br />

göstermekten çok birbirini değersizleştiren<br />

bir yapıya bürünmüş. Eğer Çin Seddi’nin bizim<br />

için ne ifade ettiğini görmezden gelsek, yönetmen<br />

Zhang Yimou’nun şiirsel, zerafet dolu sinemasını


ilmesek, bütün bu kıstasları göz ardı etsek<br />

o zaman elimizde eğlenceli bir film kalır der;<br />

belki bu kadar ciddiye almaz “Gidin eğlenin,<br />

bilimkurgu soslu iyi bir fantastik” bile diyebilirdik.<br />

Ama serde ne yazık ki başka beklentilerimiz<br />

var ve film bu beklentileri karşılayamıyor.<br />

Hazır elimize böyle bir film geçmişken şu<br />

Türk Moğol karmaşasına da kısa bir açıklık<br />

getirelim. O coğrafyada tarih sahnesine ilk<br />

çıkan millet Türklerdir. Sibirya’daki Yenisey<br />

ırmağından aşağıya göç eden Ön Türk kabileleri<br />

ilk devlet yapılanmasını oluşturmuşlar ve Çin<br />

imparatorluklarını yağmalamışlardır. Fakat<br />

kılıçla fethettikleri yerleri Çin kültürü karşısında<br />

dönüşüme uğrayarak kaybetmişlerdir. Sınırda<br />

bulunan birçok Türk devleti Çinlileşerek kuzeyden<br />

gelen Türk akınlarını durdurmuş sonunda<br />

da Çinlilerin içinde asimile olmuşlardır. Böyle<br />

bir yenilgi Türklerin Batı’ya göç etmesine sebep<br />

olmuş, onların boşalttığı yerlerde ise Moğol<br />

kabileleri yeni devletler kurmuş ve Çin akınlarına<br />

devam etmişlerdir. Kısacası Türkler ile Moğollar<br />

çok kısa bir süre içinde birbirini takip eden<br />

iki millettir. Bir de buna ilk Türk devletlerinin<br />

içinde yer alan bozkır milletleri olarak Moğolları<br />

eklersek dünyanın Türk-Moğol imparatorlukları<br />

diye kestirip attığı yapıyı anlamamız daha kolay<br />

olur. Bu kısa açıklamadan sonra filme dönüp konusunu<br />

kısaca anlatırsak, William Garin, İsimsiz<br />

Düzen adıyla bilinen seçkin savaşçılardan<br />

oluşan gizli bir ordu tarafından esir alınan usta<br />

bir okçu ve savaşta yaralanmış bir paralı askerdir.<br />

Kale Şehri denilen çok büyük bir askeri<br />

ileri karakolda, insanlığı bugüne kadar inşa<br />

edilmiş en büyük savunma yapılarından biri olan<br />

Çin Seddi’nin üstündeki doğaüstü güçlerden<br />

korumak üzere savaşır. Garin, dünyamızın<br />

harikalarından bir olan Çin Seddi’nin ardındaki<br />

sırrı keşfeder.


CINEKRiTiK<br />

FIRAT SAYICI<br />

UNITED STATES OF ROUGHNECK!<br />

n BUsta yönetmen Oliver Stone Amerika<br />

yönetimi ve istihbaratın kirli yüzüne güçlü<br />

bir tokat attığı filmi ile seyircisine yine<br />

soluksuz bir yapım sunuyor. Yeni yılın<br />

ilk güçlü filmlerinden sayabileceğimiz<br />

“Snowden” yaşanmış bir olaya<br />

dayanmasıyla da izleyiciyi düşündürmeyi<br />

başarıyor.<br />

Edward Snowden’ın, CIA’e<br />

girmek istemesinin en büyük sebebi, ülkesinin<br />

dünyada bir fark yaratmasına yardımcı<br />

olmaktı. Amerikan hükümetinin güvenlik adı<br />

altında e-postalara, sosyal medya hesaplarına,<br />

cep telefonu mesajlarına, hard disklerinize,<br />

kredi kartı ekstelerinize ve hatta masanızın<br />

üzerinde duran bilgisayar kamerasına kadar<br />

erişebildiğini öğrendi. İnternetin hudutsuz<br />

dünyasında hükümetler için gizli hesap diye bir<br />

şeyin olmadığını ve tüm bunların gizli kanunlarla<br />

yasallaştırıldığını 2013 yılı Haziran ayında<br />

tüm dünyaya duyurduğu gün “Amerikan tarihinin<br />

gördüğü en büyük vatan haini” ilan edilirken<br />

aynı zamanda da bir kahramana dönüştü.<br />

Üzerine kitaplar yazılan, belgeseli Oscar Ödülü<br />

kazanan Edward Snowden’ın gerçek hikayesi,<br />

bu kez Oliver Stone yönetmenliğinde Joseph<br />

Gordon-Levitt, Shailene Woodley, Melissa<br />

Leo, Nicholas Cage, Zachary Quinto ve Tom<br />

Wilkinson’un bulunduğu ödüllü oyuncu kadrosuyla<br />

karşımıza çıkıyor.<br />

“Platoon”, “Nixon”, “Natural Born Killers”,<br />

“JFK”, “Born on the Fourth of July”, “Any<br />

Given Sunday” ve “Wall Street” gibi önemli<br />

filmleriyle tanıdığımız Oliver Stone, aynı zamanda<br />

-bu yönüyle ülkemizde pek bilinmese<br />

de- araştıran, doğru soruları soran ve kafa<br />

açan değerli bir belgeselci aynı zamanda. Yeri<br />

geldiğinde Michael Moore kadar tehditkar ve<br />

cesur, yeri geldiğinde Werner Herzog kadar<br />

cüretkar ve izlenimci… Ki, izlemediyseniz<br />

mutlaka şu belgesellerini bir şekilde izleyin<br />

derim; Hugo Chavez’i anlattığı “Mi Amigo<br />

Hugo”, Fidel Castro’yu anlattığı “Comandante”<br />

ve “Castro in Winter”, Güney Amerika’nın<br />

politik yüzünü samimi bir dille anlattığı “South<br />

of the Border”… Yaşlandıkça daha da cesurlaşan<br />

Stone, Amerika’nın dış politikalarını sorgulayan<br />

ve zaman zaman da Amerikan toplumunun körü<br />

körüne bağlandıkları önyargıları kırmaya çalışan<br />

biri olageldi. Filminin sonunda canlı kanlı bize<br />

gösterdiği Eric Snowden’in, toplumu ikiye bölen<br />

(Hain mi? Kahraman mı?) varlığını, kuşkuya yer<br />

bırakmadan, dinamik ve can alıcı bir yapımla<br />

aktarıyor izleyiciye. Takdire şayan…<br />

Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilmiş<br />

her filmin olduğu gibi olumlu ve olumsuz yanları<br />

var elbette “Snowden”in... Ağırlıklı olarak Joseph<br />

Gordon-Levitt’in (başarıyla taşıdığı) omuzlarındaki<br />

oyun yükü, zaman zaman sevgilisini canlandıran<br />

Shailene Woodley üzerinde geziniyor. Kanımca<br />

diğer rollerdeki hiç bir oyuncu onlar kadar öne<br />

çıkamıyor. Hele ki, Nicholas Cage’in gerek-


siz varlığı... Levitt öylesine sakin ve kaygısız<br />

oynamış ki rolü, sanırsınız gerçek Snowden’in<br />

ikiz kardeşi. Filmin enfes son jeneriğinde<br />

gördüğümüz gerçek Snowden, bu filmde<br />

Levitt’in ne kadar doğru bir seçim olduğunu<br />

kanıtlıyor. Malum, milletçe komplo teorilerini<br />

severiz. Ama yıllar geçtikçe bazı komple teorilerinin<br />

gerçeğe dönüşmesi bu merakımızı da boşa<br />

çıkarmıyor değil. Film boyunca ABD’nin kirli<br />

çamaşırlarının ortaya dökülüşünü izlerken bir<br />

yandan da medyanın sahte yüzünü, fırsatçılığını<br />

da tanıklıklarımız arasına ekliyoruz. Ama asıl<br />

mevzu Obama’nın coşkuyla başkanlığa gelişinin<br />

ardından yıllar içinde nasıl bir hayal kırıklığına<br />

dönüştüğünün mesajını da alttan alta yiyoruz Oliver<br />

Stone’un bakış açısıyla. İnsan düşünmeden<br />

edemiyor, bu film acaba Trump’ın başkanlığının<br />

ne kadar da doğru bir hamle olduğunun altını<br />

çizmek için bir fosforlu kalem görevi mi görüyor<br />

ya da görecek mi? En azından sinema alanında.<br />

Zaman gösterecek!<br />

Şu son zamanlarda içinden geçtiğimiz zor<br />

dönemler, darbe girişimi, FETÖ olayları…vs.’nin<br />

altında A.B.D.’nin parmağı olduğunu da artık<br />

ilk okul çocukları bile biliyor. Maalesef! Ve bizlere<br />

yeniden şunu sormak düşüyor; ABD, bu<br />

dünyanın baş belası külhanbeyi mi, her ülkeye<br />

istediğin zaman demokrasi! götürebilme hakkını<br />

kendinde gören, dilediği insanı dilediği zaman<br />

oyunlarına alet eden, öldüren, yakıp yıkan, iç<br />

savaşlar çıkaran, liderleri deviren, istediği adamı<br />

başa getiren, biraz güçlenmeyi başaran ülkeyi<br />

yine dibe batıran?


CINEKRiTiK<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

BiLGiSAYAR SUiKASTÇiLARi PERDENi<br />

n Hollywood son dönemlerde çok<br />

satan ve ünlü bilgisayar oyunlarının<br />

film uyarlamalarını yapıyor. Ama<br />

çoğunluğu başarısız işlerdi. Sanıyorum<br />

endüstri de bu tür uyarlamalara çok<br />

ciddi bakmıyordu çünkü daha piyasaya<br />

çıktığı anda bu tür filmleri B Türü film<br />

olarak adlandırıyorlardı. Ta ki Assassin’s<br />

Creed’e kadar. Çünkü Assassin’s<br />

Creed’in her yönüyle özel bir ihtimam gösterilen<br />

proje olduğu ortada. Herşeyden önce<br />

muhteşem bir oyuncu kadrosu var. Mesela son<br />

dönemlerin en iyi erkek oyuncusu olan Michael<br />

Fassbender. Hunger ile tanıdığımız Fassbender<br />

özellikle Shame filmindeki performansıyla<br />

benim için özel bir yere sahip oldu. Negatif<br />

kahraman tiplemesine cuk oturan oyuncu, rol<br />

aldığı her filmde karakterine derinlik ve kendine<br />

has bir karizma kattı. Assassin’s Creed’te<br />

filmin başrolünü üstlenen Fassbender’in<br />

canlandırdığı Aguilar karakteri de gerçekte<br />

suikastçi olan ve gölgelerde saklanan bir kimlik<br />

olarak negatif bir karakter sayılabilir. Yani<br />

Aguilar karakteri için Fassbender’den daha iyi<br />

bir seçim göremiyorum. Kötü karakter olarak<br />

Tapınakçıların başı Doktor Rikkin’i ise büyük<br />

oyuncu Jeremy Irons canlandırıyor. Onun<br />

isminin üstüne çok da bir şey söyleyemeyiz,<br />

kendi türünün son örneklerinden. Onun gibi<br />

karakter oyuncuları artık kalmadı. Filmin kadın<br />

karakteri ise Dr Rikkin’in kızını canlandıran<br />

Marion Cotillard. Kişisel olarak Hollywood ve<br />

dünya sinemasının ona biçtiği özel ve kabiliyetli<br />

oyuncu rütbesini ben pek kabul edemesem<br />

de isminin filme bir artı getirdiği gerçek.<br />

Gelelim bir film için herşeyden ve her isimden<br />

önemli olan yönetmene. Filmin yönetmeni de<br />

ilginç bir isim. Justin Kurzel yakın gelecekte<br />

ismini çok duyacağımız bir sinemacı. Gişe filmlerine<br />

yatkın ama bağımsız sinema diline sahip<br />

bir sinemacı Kurzel. Avustralyalı yönetmen bol<br />

ödüllü Snowtown ve Macbeth filmleriyle iyi bir<br />

başlangıç yaptı. Assassin’s Creed yönetmenin<br />

dördüncü filmi. Bilgisayar oyunlarından uyarlanan<br />

filmlerin başarısız olmasının ana sebebini<br />

biraz konuşmak gerekiyor. Herşeyden önce bilgisayar<br />

oyunları basit bir öykü üzerine kurulmuştur,<br />

senaryolarında dört başı mamur bir öykü olmadığı<br />

gibi karekter oluşumu da yoktur, karizmatik tiplemeler<br />

üzerine yoğunlaşırlar. Oyunseverlerin avatar<br />

olarak kullanmaktan haz alacağı tiplemeler söz<br />

konusudur. Hal böyle olunca bilgisayar oyunundan<br />

sinema yapmak tek boyutlu bir şeyi alıp her<br />

anlamda üç boyutlu hale getirmek anlamına gelir.<br />

Yani filmin çatısı olan senaryonun neredeyse<br />

yoktan var edilmesi gerekir. En iyi bilgisayar oyunu<br />

bile bir öykülendirmeye muhtaçtır. Zaten sinemada<br />

başarının anahtarı da bu değil midir? İlk önce iyi<br />

bir öykü... İşte bilgisayar oyunları bu anlamda<br />

zayıf olduğu için onları filme çekmek büyük ustalık<br />

gerektirir. Bir roman uyarlaması elde var olanın


N TAPINAK ŞÖVALYELERiNE KARŞI<br />

yönetmen tarafından aktarılmasıdır. Bilgisayar<br />

oyunlarında ise gerçekte yönetmenin elinde hiç<br />

bir şey yoktur. Ellerinde olan bir kaç karakter<br />

ismidir. Assassin’s Creed İspanya’da Emevi<br />

Krallığı döneminde Muhammed adlı sultanın<br />

Tapınak şövalyeleriyle verdiği mücadelede<br />

geçer. Suikastçılar sultanın özel adamlarıdır. Ve<br />

oyunda verilen görevleri yaparak level atlarlar.<br />

Filmde öykü oyunun tersine günümüzde başlar.<br />

Devrim yaratan yepyeni bir teknoloji ile genetik<br />

hafızası ortaya çıkarılan Callum Lynch, 15.<br />

yüzyıl İspanyasında atalarından olan Aguilar’ın<br />

maceralarını deneyimler. Callum Lynch,<br />

gizemli bir topluluk olan Suikastçi soyundan<br />

geldiğini keşfeder ve günümüzde de var olan<br />

güçlü Tapınak Şövalyeleri organizasyonunu<br />

alt etmek için geçmişindeki genetik bilgilerini ve<br />

soyundan gelen uzun yılların tecrübesini kullanır.<br />

Öykü ilerlerken Callum Suikastçi atasının karakterine<br />

dönüşmeye başlar. Diğer bilgisayar oyunu<br />

uyarlamalarından iyi ama sinema olarak çok da<br />

özellikli bir yapım değil. Özellikle aksiyon sahnelerine<br />

kötü bir eleştiri getiremem. Hollywood’ta<br />

bilgisayar teknolojisinin ve yaratıcı beyinlerin<br />

üstüne koyarak devam ettiğini her filmde görüyoruz.<br />

Ama filmin dilinin demin saydığımız o<br />

muhteşem oyuncuların performansını parlatmadığı<br />

da bir gerçek. Bunun dışında Batılıların Doğuya<br />

hala oryantalist bir gözle bakmaları can sıkıcı. Bir<br />

Berberi geleneği olan dövme sanatını her Doğu<br />

öyküsünde mistisizm katmak için kullanmaları ise<br />

artık klişeden de öte...


CINEKRiTiK<br />

BANU BOZDEMİR<br />

KARGALARIN iZiNDE VE SESiNDE!<br />

n İlk uzun metrajlı filmi İz/Reç filmini<br />

2011 yılında çeken M.Tayfur Aydın ikinci<br />

filmi Siyah Karga ile yine zorlu şartlarda<br />

geçen bir yol filmine imza atmış. 53. Antalya<br />

Film Festivali’nde karşımıza çıkan<br />

ve festivalden en iyi görüntü yönetimi<br />

ödülüyle ayrılan film birkaç toplumsal<br />

bileşeni birarada toplamaya çalışıyor.<br />

Fransa’da başlayan, Türkiye’de devam<br />

eden ve İran’da sonlanan hikaye gurbet, hasret<br />

temalarına parmak basarken asıl yurdunda,<br />

kendi topraklarında bile yurtsuz hissetme<br />

temasının altını acı bir<br />

anmayla çiziyor. 28 Aralık<br />

2011’de yaşanan Roboski<br />

katliamına ilişkin<br />

detaylar katırcılar ve<br />

onların yaşadıkları zorluklar<br />

üzerinden hikayeye<br />

dahi oluyor. Filmin birincil<br />

duygusu sınıra ulaşma<br />

ama bu kez katırların<br />

sırtında yük taşıyanların<br />

hikayesi değil, İran’a<br />

hasta babasına ulaşmaya<br />

çalışan Sara’nın çabası<br />

anlatılıyor.<br />

Filmden anlıyoruz ki<br />

İran yönetimi oyuncu olan Sara’ya karşı hiç<br />

hoşgörülü değil, hatta ülkeye girişi yasaklı. O<br />

da yasadışı yollardan Hakkari üzerinden ülkeye<br />

giriş yapmaya çalışıyor. Film aslında Sara’ya<br />

uygulanan baskıyla katırcılara uygulanan yasak<br />

arasında pek bir fark olmadığını vurgulamaya<br />

çalışıyor ve tam bu noktanın ortasından bakmaya<br />

çalışıyor. Yani görüldüğü yerde…<br />

Filmin genel anlamda gerçekçi bir atmosfer<br />

yakaladığını sadece Sara karakterinin biraz<br />

daha gerçek dışı ya da ortama düşen yabancı<br />

madde kıvamına sokulmak istendiği için sakil<br />

durduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.<br />

Ama filmin belgeselle kurmaca arasında akan<br />

çizgisiyle Sara’nın duygusuz inadı da başa<br />

çıkılabilir noktaya geliyor. Yine de o yol hikayesine<br />

arka planda daha güçlü bir hikaye<br />

eşlik edebilirdi. Daha inandırıcı, daha dirençli<br />

ve daha dobra.<br />

Tabii bir yandan da doğu kültürüyle büyümüş, batı<br />

kültürüyle bunu harmanlamış bir kadının tekrar<br />

baba ocağına dönmek için bu denli çabalaması,<br />

erkeklerle dolu bir ortamda gerilmesinin detaylarını<br />

iyi yakaladığını söylemek mümkün. Ama filmin<br />

en dikkat çeken yanlarından biri de bir masalla<br />

öyküsünü taçlandırması ki Kürt sinemacılar<br />

bu detayı atlamamaya özen gösteriyorlar diye<br />

düşünüyorum. Kısa, basit ama özlü bir öykünün bir<br />

anlatıcı tarafından filmi başlattığı detay karganın<br />

filmin çeşitli yerlerinde girip çıkmasıyla varlığını<br />

belli ediyor, adeta ben buralardayım siz devam<br />

edin diyor siyah karga. Zaten sonunda filmi<br />

başlatan ses filmi kapatıyor.<br />

Filme dair son olarak siyah tülbent ve kanatlarını<br />

açarak uzaklaşan siyah karga kalıyor. Yani filmin<br />

sonuna dair bir ipucu vermek gibi olacak ama Sara<br />

ve ona eşlik eden iki adam İran sınırındaki köye,<br />

Sara’nın babasının mezarına ulaşıyor. Film gitmeler,<br />

gelmeler, terk etmeler üzerine kısa bir sorgulama<br />

anı da yaratacak seyircide diye düşünüyorum.<br />

Karlarla bezeli, zorlu kış koşullarında çekilmiş film<br />

kesinlikle daha güçlü bir arka plan öyküsünü hak<br />

ediyordu. Öykünün tekrarlı ve sürekli askerlerden<br />

kaçmaya dönüşen hali zaman zaman bizi ana<br />

duygudan uzaklaştırıyor. Araya daha fazla detay,<br />

olay ya da vurgu sokulmalıydı. O zaman anlatılan<br />

hikayenin uçları daha fazla dokunur ve daha etkili<br />

olurdu kesinlikle.


DENİZ UĞUR<br />

YARAMAZLIK YAPIYOR


Hep Yek 2 filminin güzel<br />

yıldızı Deniz Uğur komedi<br />

filmlerinin daha çok erkekler<br />

üzerine kurulmasının sebebi<br />

olarak, “ Toplumumuzda<br />

hayatın içinde çatışma<br />

yaratan, yaramazlık yapan,<br />

pot kıran, sakarlık eden<br />

genellikle erkekler olduğu<br />

için belki de komedi filmlerine<br />

daha çok malzeme<br />

oluyorlardır” dedi...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Deniz Uğur sinemamızın ve dizilerin aranan<br />

oyuncusu. Uğur sadece bunla da yetinmiyor.<br />

Seslendirme, tiyatro, ve diğer meşguliyetlerini<br />

başarıyla beraber götürüyor. Son filmi Hep Yek<br />

2’de bir tetikçinin baskın eşini canlandıran yıldız<br />

“filmi çok sevdim. Özellikle senaryosu çok iyi<br />

yazılmıştı. İnsanlar bu kötü günlerde biraz gülmek<br />

istiyorlarsa buyursunlar bu filme gelsinler”<br />

dedi.<br />

Senaryo size geldiğinde sizi etkileyen şey ne<br />

oldu?<br />

Hikayenin sürükleyici ve eğlenceli olması. Renkli<br />

karakterler yaratılmıştı, diyalogları ustalıkla<br />

yazılmış, matematiği iyi kurulmuştu. Alışılmış<br />

kalıpların dışında bir rol oynayacağım için de<br />

cazip geldi bana.<br />

Rolünüzü biraz anlatabilir misiniz?<br />

Aslı, kocasının kendisini aldattığından<br />

şüphelenen kıskanç ve dominant bir kadın.<br />

Oysa iyi bir aile babası, hatta pısırık bir eş<br />

gibi görünen kocası Kerim, alemde “Manyak”<br />

lakabıyla tanınan, herkesin korktuğu bir kiralık<br />

katil. Aslı’nın hikayesinde komedi bu yanlış<br />

anlaşılmadan çıkıyor. Kerim, Aslı ve oğulları<br />

Ruhi, üçü birlikte tuhaf, sinir bozucu ve komik bir<br />

aile oluşturuyorlar.<br />

Dizilerdeki rollerinizden farklı olarak<br />

oynadığınız filmlerde komedi yapımlarının<br />

ağırlığı görünüyor. Bu bir tercih mi yoksa<br />

öyle mi rast geldi?<br />

Aslında en sevilen dizilerimden bazıları komedidramaydı.<br />

Sahte Prenses ve Umutsuz Ev<br />

Kadınları gibi. Bir süredir sinemalarda en çok<br />

talep gören filmler komedi filmleri oldu sanırım,<br />

bu yüzden gelen teklifler de çoğunlukla komedi<br />

türünde projeler oluyor. Toplumsal bir ihtiyaç<br />

olmalı bu, insanlar gülmek istiyor.<br />

Yeşilçam komedisi trajikomik bir yapıya<br />

sahiptir. Halbuki 2000 sonrası komediler<br />

daha çok absürt komedi. Siz hangisini tercih<br />

edersiniz? Filminizi hangi kategoriye koyuyorsunuz?<br />

Absürt komedi. Aynı zamanda da suç filmi tabii.<br />

Ben absürt komediyi çok seviyorum. İnsana<br />

özgürce beyin fırtınası yaptırıyor, çağrışımlarla<br />

ilham veriyor. Yeraltı dünyasında Kedi Arif diye<br />

çok tehlikeli bir baba olması ve bu adamın oğlu<br />

yerine koyduğu kedisi Hamdi’nin yanlışlıkla<br />

kurşunlanması üzerine intikam yemini etmesi,<br />

bütün mafya babalarının Arif’e ayıp olmasın diye<br />

mecburen kedinin cenaze törenine gitmesi... İşte<br />

tüm bunlara inanabildiğimiz bir dünya bana çok<br />

naif ve eğlenceli geliyor.<br />

Oynadığınız rolde bir mafya patronunun<br />

baskın eşini canlandırıyorsunuz. Role<br />

hazırlanırken nelerden yararlandınız.<br />

Aynen öyle. Aslında tehlikeli bir mafya tetikçisinin<br />

eşiyim ama bunun farkında değilim.<br />

Ben eşimi iş adamı sanıyorum. Ona gelen<br />

gizemli telefonlardan, zaman zaman ortalıktan<br />

kaybolmasından kuşkulanıyorum. Çapkınlık<br />

yapıyor sanıyorum. Aslında gerçekte, böyle bir<br />

durumda bir kadının verebileceği normal tepkileri<br />

veriyorum filmde. Ama o kadar ölçülü değilim.<br />

Filmin tarzı beni minimal davranmak zorunda<br />

LAR, POT KIRIYORLAR


ırakmadı, bu da keyifli bir değişiklik oldu benim için.<br />

Gözlük takan, saçını topuz yapan, jilet gibi giyinen,<br />

topuklu ayakkabıyla kendini yollara vurup kocasının<br />

peşinden giden ve akvaryumdan çıkıp kendini okyanusta<br />

bulmuş gibi şaşkın, ezberi bozulmuş bir karakter<br />

çıkarmayı düşündüm. Sinirlendiğimde soru cümlelerini<br />

tekrarlayarak pekiştiriyorum, altını çiziyorum. Jestlerim<br />

daha keskin. Başöğretmen gibiyim, biraz gıcığım yani.<br />

Filminizde erkek karakterler baskın. Özellikle<br />

komedi türünde kadın sanatçıların geri planda<br />

kaldığını düşünüyor musunuz?<br />

Bazı senaryolar da kadın karakterler üzerine kuruluyor.<br />

Toplumumuzda hayatın içinde çatışma yaratan,<br />

yaramazlık yapan, pot kıran, sakarlık eden, zaaflarına<br />

yenilen, yani çocuksu davranan genellikle erkekler<br />

olduğu için belki de komedi filmlerine daha çok malzeme<br />

oluyorlardır.<br />

Yeşilçamla aranız nasıl, eski Türk filmlerini sever<br />

misiniz?<br />

Severim tabii. Herkes gibi çocukluğumu ve ailemi,<br />

içimi ısıtarak hatırlatır bana.<br />

Türk sinemasında etkilendiğiniz kadın oyuncular<br />

kimlerdir?<br />

Güzel fiziği, asil vücut dili ve ölçülü oyunculuğla Hülya<br />

Koçyiğit hep favorim olmuştur.<br />

1980 ve 90’ların ikinci yarısına kadar sinemamızda<br />

feminizmin etkisi gözükür. Bunun faturasını ödeyen<br />

(Müjde Ar, Nur Sürer) oyuncularımız var. Fakat<br />

2000 sonrası bu anlamda sinemamızda bir geriye<br />

adım atıldığını düşünüyorum. Bir kadın oyuncu<br />

olarak buna katılıyor musunuz? Bu tür rolleri<br />

oynamanın risklerini göze alır mısınız?<br />

Toplumsal değişim süreklilik arz eder, yani yeni<br />

akımlar her zaman çıkar, sonra başka bir şeye doğru<br />

evrilir, yerine yeni akımlar gelir. Ben senaryonun hangi<br />

fikri savunduğundan çok dramaturji açısından başarılı<br />

olup olmamasıyla ilgilenirim. Nasıl bir rol oynarsanız<br />

oynayın, ortadaki tek risk onu inandırıcı kılamamak,<br />

yani başarısız olmaktır. Oyuncu, kendisine oyun<br />

imkanı veren, kırılma noktaları ve dönüşümü olan,<br />

yani iyi yazılmış her senaryoda oynamak ister bence.<br />

İyi yazılmış senaryo çok sık rastlayabildiğimiz bir şey<br />

değil.<br />

Artık oyuncular mesleğe sinema yerine dizi setlerinde<br />

başlıyor. Bunun genç bir oyuncu için yıpratıcı<br />

olduğunu düşünüyormusunuz? Bu anlamda bir<br />

sinema dili oluşturmak mümkün mü?<br />

Sinema dilini oluşturan yönetmendir diye<br />

düşünüyorum. Biz onun kurduğu dünyayı işletecek


olan çarklarız. Bugünün dizi setleriyse, eski<br />

Yeşilçam’ın devamı bence. Seri üretim yapılıyor,<br />

geniş kitlelere ulaşıyor, yeni yıldızlar yaratılıyor filan.<br />

Sinema filmleri, gişe filmi dahi olsa halkın bütününü<br />

değil, orta sınıf diyebileceğimiz belli bir kesimi ilgilendiriyor<br />

daha çok. Yani hiçbir şeyi eski referanslara<br />

dayanarak düşünemeyiz, şimdiki koşullar farklı.<br />

Sizin dizi ve sinema filmleri dışında seslendirme<br />

yaptığınızı da görüyoruz. Animasyon filmlerinde<br />

sesinizi kullanıyorsunuz. Bu farklı bir yetenek<br />

olarak algılanabilir mi?<br />

Dünya standartlarında oyunculuk eğitimi almış<br />

herkesin iyi bir kulağı olması gerekir ve seslendirme<br />

yapabilmelidir bence. Belki kimilerinin ses rengi<br />

daha özellikli oluyor ve seslendirmede bu tercih sebebi<br />

sayılıyordur. En çok Charlize Theron ve Angelina<br />

Jolie performanslarının Türkçe seslendirmesini<br />

yaptım, çok zevkli bir iş bu.<br />

Tiyatro çalışmalarını geriye bırakmadınız ve<br />

oyunlarınızı görüyoruz. Tiyatro, kariyeriniz için<br />

ne ifade ediyor?<br />

Tiyatro, bizi disipline sokar ve sürekli parlatır. Sahnede<br />

olmak, hiç bitmeyen bir eğitim gibi. Her oyunda<br />

farklı insanlardan canlı tepkiler alıyorsunuz, kendinizin<br />

daha çok farkında olduğunuz bir alan olamaz.<br />

Genç kalmak istiyorsak, sadece fiziksel açıdan<br />

değil, ruhumuzu ve zihnimizi de güncellemek istiyorsak<br />

tiyatrodan kopamayız.<br />

Bütün bu saydıklarımız dışında bir aileniz de<br />

var,çocuklar ve özel hayat. Bir oyuncu bütün<br />

hayatına etki eden böylesi bir meslekle nasıl<br />

başa çıkmalı? Genç oyunculara öneriniz var mı?<br />

Ailemle birlikte olmak benim en temel, insani<br />

hakkım olduğu için bunu oyunculukla birlikte<br />

sürdürülen ikinci bir iş gibi görmüyorum. İş programı<br />

vardır, görevin biter, özel hayatına geri dönersin.<br />

Belki aylaklık edecek boş zamanın kalmaz ama<br />

böyle bir şeye de ihtiyacımız yok zaten. Genç oyunculara<br />

ne önerebilirim, bilmiyorum. Biliyorsunuz biz<br />

“X” kuşağıyız. Bizden sonra gelen “Y kuşağı”nın<br />

hatta yetişmekte olan “Z kuşağı”nın çok daha<br />

farklı bir yapıları var ve belki de bu zamanda nasıl<br />

hareket edecekleri konusunda en doğrusunu şimdi<br />

onlar biliyorlar...<br />

İzleyiciler için filmle ilgili benim size sormadığım<br />

ama sizin söylemek istediğiniz birşey var mı?<br />

Bizi bunalıma sokmak isteyenlere inat, sinemaya gidin<br />

ve gülün. Moral motivasyon her şeyimiz. Ruhumuzu<br />

besleyip kendimizi iyi hissedemezsek biteriz.


GÜLE GÜLE<br />

PRENSES<br />

MASIS ÜŞENMEZ<br />

n “Yardım et Obi-<br />

Wan, sen benim tek<br />

umudumsun.” sözü<br />

ile bir diktatörlüğe<br />

karşı çıkan,<br />

karşısındaki babası<br />

bile olsa kötülüğe<br />

boyun eğmeyen, galaksinin<br />

en güzel ve güçlü kadını Prenses<br />

Leia rolü ile Star Wars sevdalılarının hep<br />

el üstünde tuttuğu bir büyük oyuncu Carrie<br />

Fisher’ı özlemle anıyoruz.<br />

Siz bu satırları okurken bu lanet 2016<br />

yılından da kurtulmuş olacağız. Bir<br />

değişiklik olacak mı bilmiyorum ancak<br />

hayatın pek iyiye gideceği konusunda da<br />

fazla beklentim yok. Aramızdan kimleri<br />

almadı ki 2016, ses sanatçıları, oyuncular,<br />

çocukluğumuzdan bize ne anı<br />

kaldıysa bir bir silip süpürdü. Yaşamının<br />

bir bölümünü Türkiye’de de geçirmiş<br />

dünyalar güzeli Zsa Zsa Gabor (1917<br />

- 2016)’dan seksenler müziğine yön<br />

vermiş George Michael (1963 - 2016)’a,<br />

şarkıları ile pek çoğumuza ilham vermiş<br />

efsane Leonard Cohen (1934 - 2016)’den<br />

ilk aşkımız Prenses Leia’ya can veren<br />

unutulmaz Carrie Fisher (1956 - 2016)’a<br />

pek çok rol modelimiz, kahramanımız,<br />

aşkımız, hayallerimizin kahramanları tek<br />

tek çekip gitti bu hayattan.


“Yardım et Obi-Wan, sen<br />

benim tek umudumsun.”<br />

sözü ile bir diktatörlüğe<br />

karşı çıkan, galaksinin<br />

en güzel ve güçlü kadını<br />

Prenses Leia rolü ile Star<br />

Wars sevdalılarının el<br />

üstünde tuttuğu oyuncu<br />

Carrie Fisher’ı anıyoruz.<br />

Carrie Frances Fisher şarkıcı Eddie Fisher<br />

ve aktrist Debbie Reynolds’ın kızıydı. Daha<br />

iki yaşına gelmeden babası annesinin yakın<br />

arkadaşı Elizabeth Taylor’la yaşamaya<br />

başlayacak ve boşanacaklardı. Küçük Carrie<br />

mutluluğu edebiyatta bulmuş ve dünya<br />

klasiklerinden kafasını kaldırmamıştı. Ailesi<br />

bu yüzden ona kitap kurdu derdi. 1973<br />

yılında Central School of Speech’de oyunculuk<br />

okumaya başladı. Böylece ilk filmi<br />

Shampoo (1975) ‘da Warren Beatty, Julie<br />

Christie ve Goldie Hawn gibi yıldızlar ile<br />

oynama şansı buldu. Asıl büyük çıkışını<br />

ise 1977 yılında Prenses Leia rolünde Star<br />

Wars ile yapacaktı.<br />

Daha 19 yaşındaki Fisher George Lucas’ın<br />

bilim kurgu filmi Star Wars(ya da sonraki<br />

adıyla Star Wars: Episode IV – A<br />

New Hope)’da Mark Hamill ve Harrison<br />

Ford ile müthiş bir sinerji yakalamıştı.<br />

Yaşamının sonlarında yayınladığı The<br />

Princess Diarist otobiyografisinde de Ford<br />

ile yakınlaşmalarını ayrıntıları ile anlattı.<br />

Böylece uzun yıllar hayranlarının merakla<br />

beklediği aralarında bir çekim olup<br />

olmadığı sorusu da cevap bulmuş oldu.<br />

Star Wars ilk üçleme ve geçtiğimiz yıl vizyona<br />

giren The Force Awakens’ın dışında<br />

Fisher The Blues Brothers, The Man with<br />

One Red Shoe, Hannah and Her Sisters,<br />

When Harry Met Sally gibi pek çok filmde<br />

karşımıza çıktı.<br />

Özel yaşamı da kariyeri gibi hızlı ilerliyordu,<br />

1983 yılında müzisyen Paul Simon<br />

ile evlendi. İkili uyuşturucu bağımlılığı gibi<br />

problemlerden inişli çıkışlı bir beraberlik<br />

yaşadılar. Yalnızca bir yıl süren evliliklerinden<br />

sonra da yıllar boyunca pek çok kez bir<br />

araya geldiler.<br />

13 yaşında marijuana ile tanıştığını söyleyen<br />

yıldız, yirmilerine geldiğinde kokain ve<br />

LSD kullanmaya başlamıştı. 1987 yılında<br />

yazdığı yarı otobiyografik romanı Postcards<br />

from the Edge’de bağımlılığını<br />

anlattı. Eser kısa zamanda çok satanlar<br />

listesine girmeyi başardı ve Fisher’a yazma<br />

konusunda şevk verdi. Daha sonra filme


de çekilen eserde Meryl Streep<br />

başrolde oynayacaktı.<br />

Bir röportajında uyuşturucu<br />

bağımlılığı ile ilgili “Alkol<br />

kullanamıyordum, alkole karşı alerjim<br />

var derdim. Ben de hissettiğim<br />

gibi hissetmemek için ne olsa kullanmaya<br />

başladım.” diyordu.<br />

1985 yılına gelindiğinde Fisher’a<br />

Bipolar teşhisi konmuştu. Bir akıl<br />

hastalığı olan bipolar bozukluk<br />

teşhisi Fisher’ın gel gitlerini de<br />

açıklıyordu. Fisher kendini kısa<br />

sürede akıl sağlığı hastalıkları ile<br />

ilgili insanları bilgilendirmeye verecekti.<br />

Doksanlar Fisher’ın kendini yazıya,<br />

senaryolara ve Bipolar farkındalığa<br />

adadığı yıllardı. Tek çocuğu üç yıl<br />

beraber olduğu Bryan Lourd’dan<br />

olan Billie Lourd’u 1<strong>99</strong>2 yılında<br />

doğurdu.<br />

The Force Awakens ile Fisher bir<br />

kez daha Leia rolüne girdiğinde<br />

gözler tekrar kendisine döndü.<br />

“Bu rolün hayatımı değiştireceğini<br />

düşünüyordum ama ne yönde<br />

olacağını hiç bilemedim” diyordu.<br />

2016 Saturn Ödüllerinde en iyi<br />

yardımcı kadın oyuncu ödülüne<br />

aday olan Fisher bu arada 2017’de<br />

vizyona girecek devam filminin de<br />

çekimlerini tamamlamıştı.<br />

Fisher 23 Aralık Cuma günü<br />

Londra’dan Los Angeles’a dönerken<br />

uçakta kalp krizi geçirmiş ve hastaneye<br />

kaldırılmıştı. Kızı Billie Lourd<br />

adına açıklamayı Simon Halls şu<br />

şekilde yaptı;<br />

“Büyük bir üzüntü ile kızı Billie<br />

Lourd sevgili annesi Carrie Fisher’ın


u sabah 8:55 sularında öldüğünü<br />

doğrulamaktadır. Kendisi tüm dünyaca<br />

sevildi ve her zaman özlenecektir.<br />

Tüm ailemiz adına destekleriniz<br />

ve dualarınız için teşekkürler.”<br />

Geçen ay Rolling Stones’a verdiği<br />

röportajda “Ölmekten korkuyor<br />

musunuz?” sorusuna Fisher “Hayır<br />

ölmekten değil ama ölüyor olmaktan<br />

korkarım. Ona bağlantılı olan<br />

acı beni korkutuyor. Ölmek üzere<br />

olan insanların yanında bulundum<br />

ve hiç eğlenceli görünmüyordu.<br />

Fakat bu olacaksa, yanımda beni<br />

seven birinin olmasını isterim.”<br />

diyordu.<br />

2008 yılında kaleme aldığı Wishful<br />

Drinking adlı kitabında “ Genç<br />

arkadaşlarıma nasıl gidersem<br />

gideyim benim ay ışığında kendi<br />

sütyenim tarafından boğulduğumu<br />

söyleyin.” demişti. Lucas sette<br />

beyaz kıyafetler içindeki Fisher’ı<br />

görünce “o sütyeni çıkarmalısın”<br />

der. Fisher nedenini sorunca Lucas<br />

“Çünkü uzayda iç çamaşırı yoktur.”<br />

diyecektir.<br />

Fisher’a göre Lucas bunu o kadar<br />

kendinden emin söylemiştir ki sanki<br />

uzayda uzun bir zaman geçirmiş ve<br />

orada iç çamaşırına rastlamamıştır.<br />

Lucas açıklamasına şöyle devam<br />

eder “Uzayda yer çekimi yoktur. bir<br />

süre sonra vücudun genişlemeye<br />

başlar ancak sütyenin genişlemez<br />

ve sen de kendi sütyenin yüzünden<br />

boğulursun.”<br />

Biz de onun anısına saygıyla ay<br />

ışığında kendi sütyeni yüzünden<br />

boğularak aramızdan ayrıldığını<br />

okurlarımıza iletmek istedik.<br />

Geçtiğin yeni galakside sonsuz<br />

mutluluklar prenses.


SiNEMA<br />

SANATINDA<br />

TEREDDÜTE<br />

YER YOK!<br />

MURAT TOLGA ŞEN<br />

SUSMAYAN KÖŞE<br />

Murat Tolga Şen, Yeşim<br />

Ustaoğlu’nun son filmi<br />

Tereddüt’ün bizzat yönetmeni<br />

tarafından sevişme<br />

sahneleri yumuşatılarak<br />

vizyona sokulmasını ve<br />

bağımsız sinemacıların<br />

çaresizliğini yazı konusu<br />

yapıyor.<br />

Yazının başına not: Tereddüt’ü<br />

sevdim, Portakal’da ulusal<br />

yarışmada da ödül bu filmin<br />

hakkıydı, bunu defalarca yazdım ama<br />

mesele o değil. Filmin farklı bir kopya<br />

ile vizyona sokulacağını Antalya’da<br />

öğrenmiştim, diğer sinema yazarları da<br />

biliyordu. Kimse yazı konusu yapmadı,<br />

röportaja kadar ben de, anlayışlı olmak<br />

gerekir diye düşündüm ancak röportajdaki<br />

“Ben otosansürle yıllardır savaşan,<br />

hiçbir filminde otosansür uygulamayan<br />

bir yönetmenim” cümlesi ve<br />

sonrasındaki savunudan kaynaklanan<br />

bir ihtiyaç bu.<br />

Yeşim Ustaoğlu’nun, Altın Portakal’da<br />

gösterilenden farklı ( kendi tabiriyle,<br />

ince bir kısaltma yaparak) vizyona<br />

soktuğu filmi Tereddüt’ü konuşuyoruz<br />

ama bu tartışmanın da geleceği yer<br />

aynı, yıllardır sayfalarca yazdım; devlet<br />

fonlarıyla bağımsız sinema yapılamaz,<br />

yapılırsa da, yapan içine düştüğü durumu<br />

savunmak için işte böyle kırk takla<br />

atmak zorunda kalır.<br />

Filmin 18+ vizyona çıkınca bakanlık<br />

desteğini geri ödemek zorundasın,<br />

neyle ödeyeceksin, festival filminin<br />

seyircisi yok, bunun sebebinin de<br />

sırf bakanlıktan aldığı parayı geri<br />

ödemesin diye jürilerin kötü film çeken<br />

sinemacılara ‘kıyak çekerek’ ödüllendirmesinin<br />

sonucu olduğunu yazdım.<br />

Dinleyen var mı, yok!<br />

Herkes film çekmek için devletten<br />

destek almak zorunda mı, bunun başka<br />

yolu yok mu? Seyircinin parasıyla film<br />

çekmek neden kimsenin aklına gelmiyor?<br />

“Orada bir para var almalıyız<br />

ve geri ödememeliyiz” kafasına nasıl<br />

geldik? Bu destek Türk sinemasına<br />

ne kattı? Bu yıl vizyona çıkan festival<br />

filmlerinin gişesine bakıyorum. 20 filmin<br />

toplam gişesini 10 ile çarptığın zaman<br />

ancak Dağ 2’nin gişesini buluyorsun.<br />

Bu kadar seyirciden uzak düşmüş bir<br />

sinemayı hala desteklemeli miyiz? Burada<br />

yüksek sanat yapılıyor da sinema-


ya giden aptallar mı anlamıyor? Dürüst olalım;<br />

festivallerde afakanlar basıyor hepimizi, genellikle<br />

berbat filmler izliyoruz!<br />

Bazı sinemacılar ve sinema yazarları itiraz ediyorlar,<br />

“festival filmi diye bir şey yoktur”. Al işte,<br />

bal gibi de var. Aynı filmin festivalde gösterildiği<br />

hali başka vizyondaki hali başka. Festival versiyonu,<br />

vizyon versiyonu diye bir şey olmaz ama<br />

oluyor. Kesen kim, bakanlık mı? Hayır, filmin 18+<br />

sınıflandırması alarak sansürsüz gösterileceği<br />

belli, kimse “bu film gösterilemez” dememiş ama<br />

18+ ibaresi yüzünden bakanlık “ödül de kazansan<br />

umurumda değil ver paramı” diyecek. Bu<br />

durumda Yeşim Ustaoğlu mecburen alıyor eline<br />

makası. Daha yazarken filmin makaslanacağı<br />

belliymiş yani. İşte bunu kabul edemiyorum<br />

ben. O zaman otosansürü en başında beyninde<br />

başlat, işin ucu bir şekilde oraya çıkacaksa<br />

madem. Festival sinemacılarının yıllardır yaptığı<br />

şey zaten bu. Yoksa biz bu yıl birkaç tane<br />

Soma, birkaç tane de Gezi direnişi filmi izlerdik<br />

Adana’da, Antalya’da…<br />

Otosansürün en şahanesi bu, savunamazsın!<br />

Hâlbuki bunu yapmak yerine “evet, buna mecbur<br />

kaldım ve içim kan ağlıyor” dese daha samimi<br />

bir söylem olur ve bu konu tartışmaya açılır. Asıl<br />

tartışmamız gereken mesele bakanlığın neden<br />

18+ filmlere yardım yapmadığı olmalıyken…<br />

OTOSANSÜR NEDİR, NASIL YAPILIR?<br />

Otosansürün ne olduğunu iyi biliyorum, şu durumda<br />

yapılmadığını iddia etmek toplumun<br />

zekasına hakaret etmek demek. Yazı bunu<br />

açıklama gayretindedir.<br />

Milliyet gazetesine verdiği röportajın başında,<br />

“Ben otosansürle yıllardır savaşan, hiçbir filminde<br />

otosansür uygulamayan bir yönetmenim”<br />

diye iddialı bir giriş yapan Yeşim Ustaoğlu<br />

savunmasını verdikten sonra dayanamayıp –bilinçsiz<br />

bir şekilde de olsa- itiraf ediyor,<br />

“Şu anda mevcut iki kopyamız var, biri +15, diğeri<br />

+18. Bu bir vaka tabii, bir emsal belki. Bu tür bir<br />

durumla baş edebilme hali ki, yaptırımlarla mücadele<br />

etmek lazım aslında. Bu yönetmelik maddeleri<br />

herkesi başından itibaren zaten kıskacı<br />

altına alıyor, otosansür uygulamaya itekliyor.”<br />

Peki ama bu yaptırımlarla mücadele etmenin<br />

yolu tam olarak buradan geçmiyor mu? Yani<br />

filmi makaslamadan gösterime sokmak ve<br />

bakanlığın uygulamasına itiraz ederek kamuoyu<br />

oluşturmaktan… Y. Ustaoğlu böyle yaparsa genç


sinemacıları hiç tutamazsın. Bugün sevişme sahnesi<br />

kesilir yarın başka bir şey, kaç dakika kesildiği de<br />

önemli değil, sürekli değişen dönüşen filmler izlemeye<br />

başlarız ve zaten bakanlığın istediği de bu. “18+<br />

film çekersen yardımı geri ödersin” diyerek sansür<br />

takozunu baştan koymuş oluyor. Bu takoza hangi<br />

aşamada takıldığın çok mühim değil, bir şekilde sansüre<br />

uygun davranmış oluyorsun. Burada bakanlığın<br />

zekası, sinemacının eserinden taviz vermesi sayesinde<br />

işe yarıyor. Filmler devlet eliyle değil bizzat<br />

yaratıcısı tarafından sansürlenmiş oluyor. Eti kıyma<br />

makinesine bile sokmadan çekmek… Çok zahmetsiz<br />

ve işte bunun adı: OTOSANSÜR.<br />

Gölgeler gerçek değildir ama bizi daha fazla korkuturlar<br />

çünkü kocamandırlar. Türkiye’de gölgeler giderek<br />

büyüyor. Sanat yapanların iddialı söylemlerine<br />

kanmayın, kimsenin bu gölgelerle savaşmaya yetecek<br />

cesareti yok.<br />

Herkes gerektiği yerde taviz vermeye hazır çünkü<br />

devlet parasıyla film çekip devletin yaptırdığı festivallerden<br />

ödül toplayan ve bununla da övünen bir<br />

sinemacı nesli yetişti. Seyirciyle arası iyice açık bu<br />

sinemacılar devlet filmlerini fonlamayı keserse ya da<br />

festivaller hepten düzenlenemez hale gelirse ürün<br />

veremez hale gelecekler. Sinemanın sanat hali dahi<br />

seyirci tarafından takdir edilmelidir yoksa her geçen<br />

yıl daha da olmamış filmlerle, tuhaf söylemlerle<br />

karşılaşacağız.<br />

80’lerin sıkıyönetim zamanlarında bile yaşanmayan bir<br />

şey bu, ne acı değil mi? Sansür bir kıyma makinesidir.<br />

İktidarın hazmedebileceği leziz köfte için eti (filmi)<br />

tekrar çekmen gerekebilir belki ama herkes yutacak<br />

diye bir şart yok. Eleştiriler olacaktır, olmalı.<br />

Sinema sanatının sıradan insanı alıp dönüştürme<br />

gücü vardır. Eskiden böyle bir dert vardı ama artık<br />

yok. Çünkü nasıl olsa devlet filmleri fonluyor ve sonra<br />

da festivaller tertip edip bunları gösteriyor, ödüllendiriyor.<br />

Seyirci bağı koptu. Y. Ustaoğlu’nun derdi bu değil<br />

ama dert buna dönüştü.<br />

Bakanlık desteği hibe değil ama belli şartlar<br />

karşılanınca hibeye dönüşüyor. Bir sinemacı filmini<br />

buna uygun hale getiriyorsa kafasında sinemadan çok<br />

ticaret vardır. Bu iş artık çok sıkıntılı. Bakanlık destekli<br />

filmlerin festival serüveni sinemamızı kuruttu. The<br />

Wailing diye bir film izledim bu yıl, çok iyiydi. Gişesini<br />

merak edip baktım. 7 milyona yakın bilet satmış<br />

Kore’de… İşte sinema budur, bu filmdir, bu gişedir. Biz<br />

artık saçmalıyoruz, her şey ucuz ticaretten ibaret.


VEYSEL’E iYi BAKTIM,<br />

GÖZÜM ARKADA<br />

KALMADI<br />

Aşık filminde Aşık Veysel’in eşini canlandıran<br />

Meltem Miraloğlu filme hazırlanırken bir köy<br />

evinde yaşayıp tarla sürdüğünü söyledi. Gerçek<br />

hayatta Aşık Veysel’in eşine söylenen<br />

“Veysel’e iyi bakar, gözümüz arkada kalmaz”<br />

lafını hatırladığını belirtti.<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Türk sineması bu memleketin gerçek<br />

değerlerinin filmlerini yapmamakta<br />

ısrar eder. Ama sonunda Aşık Veysel gibi<br />

bir değerimizin hayat hikayesi perdeye<br />

çekildi. Kurmaca bir hikaye olan Aşık<br />

filminin yeterince gerçeklere dayandığını<br />

da söylemek gerekir. Biz de Veysel’in<br />

eşini canlandıran Meltem Miraloğlu ile<br />

konuştuk...<br />

Rolünüzden bahsedebilir misiniz?<br />

Değerli ozanımız Aşık Veysel’in “Anılmazdı<br />

Veysel adı o sana aşık olmasaydı “ dediği<br />

uzaktan akrabası olan ilk eşi Esma karakterini<br />

canlandırdım. Esma Köyün en<br />

güzel en cevval kız çocuğuymuş. Elinden<br />

her iş gelir biz ölürsek Veysel’e iyi bakar<br />

gözümüz arkada kalmaz mantığıyla aşık<br />

Veysel’le evlendirilmiş. Ben güçlü kadın<br />

karakterlerinin hayat hikayelerini merakla<br />

takip eder örnek almaya çalışırım. Esma da<br />

cesur bir kadın karakteri seyircinin keyifle<br />

hatırlayacağını düşünüyorum.<br />

Canlandırdığınız gerçek bir kişilik. Nasıl<br />

hazırlandınız? Rolünüzde gerçeklik dışında


MELTEM<br />

MİRALOĞLU<br />

kurgu ne kadar etkiliydi?<br />

İnsan vücudu, beyni, düşünce gücü, hayal<br />

gücü en önemlisi de inancımız Allah’ın insana<br />

verdiği en sihirli, en gizemli nimetlerden<br />

biridir. Okumanın ve araştırmanın yanı sıra<br />

gözlerini kapatıp iç sesine odaklandığında<br />

Allah bir çok sorunun cevabını bulmana ve<br />

resimler görmene sebep olur. Senaryoyu<br />

okuduktan sonra sorular çıkartırım senaryoya<br />

karaktere bunların cevaplarına<br />

yaptığım araştırmaları da dahil ederim.<br />

Hareket dilinde farkındalık yaratmak benim<br />

için en önemlisi, yönetmenimizin izniyle<br />

can verdiğim karakterin şu zamana kadar<br />

oynananlardan farklı olması benim için<br />

önemli. Diğer yandan şive atölye çalışmaları<br />

da oldu. Usta ellerde harmanlanmamız<br />

bilmediklerimizi öğrenmemiz ve onlara<br />

danışmamız. Biz bu proje için Hasan<br />

Şahintürk’le çalıştık. Bu çalışmalar bittikten<br />

sonra yönetmenimiz Aşık Veysel’i<br />

canlandıracak arkadaşımla beraber bir köy<br />

evine yerleşip orda köy hayatı yaşamamızı<br />

istedi. Sabah erken kalkıp tarlada çalıştım,<br />

çapa yapmayı öğrendim, bin sekizyüzlü<br />

yıllarda traktör yoktu ama ben elime<br />

geçmişken traktör kullanmayı öğrendim, at<br />

biniciliği eğitimi aldım. Aşık filmimizde Sivas<br />

şivesiyle türkü söylediğimi ve ata bindiğimi<br />

göreceksiniz.<br />

Aşık Veysel’in eşi onun sanatında da çok<br />

önemli bir kimlik. Bu canlandırmak için<br />

büyük sorumlukluk gerektiren bir karakter.<br />

Endişe ettiniz mi?<br />

Başlangıçta her projede yaşanır bu tarz<br />

endişeler. Söz konusu Aşık Veysel olunca<br />

bu endişeler ve sorumluluklar iki katına<br />

çıkarabiliyor. Senaryoyu okuduğumda güzel<br />

ve dokunaklıydı, kabul etmemde en büyük<br />

etken buydu, ben de ilk defa seyirciyle beraber<br />

galada izliyeceğim merak ediyorum<br />

umarım iyi bir iş olmuştur.<br />

Eğer yanlış bilmiyorsam kariyerinize Kılıç<br />

Günleri dizisiyle başlamışsınız. Genç bir<br />

oyuncunun sinema dilini oluşturmakta dizi<br />

sektörünün yıpratıcı şartları bir dezavantaj<br />

yaratır mı?


Hayır dezavantaj yaratmaz. Bence kişiye<br />

göre değişir, sonuçta sevmekle alakalı,<br />

bende mesleğimi seviyorum. Çok sevince<br />

bütün olumsuzluklara rağmen<br />

iyimser bakabiliyorsun. Başkasının<br />

adına konuşamam ama ben kendi adıma<br />

şunu söyleyebilirim sinema ve dizilerde<br />

yer almayı seviyorum ve ne kadar bir<br />

birine yakınsada bir o kadarda farklı.<br />

Sinema olunca ön hazırlık başta olmak<br />

üzere daha çök zamanın oluyor ama dizi<br />

bir haftada çekilmesi gerektiği için daha<br />

zor oluyor. Ben de dizide çalıştığımda<br />

mümkün oldukça zamanı en iyi şekilde<br />

değerlendiriyorum ve bu şekilde de mutlu<br />

oluyorum yaptığım işten. Hem sinema<br />

filmlerine hemde dizilere aynı titizlikle<br />

yaklaşıyorum. Geçmişteki çalışmalarıma<br />

bakıldığında gerek sinema olsun ya da<br />

dizi bunu görebiliyorsunuz.<br />

Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu<br />

bu güzelliğine hem tecrübe hem de<br />

kabiliyetini katmalı. Bu anlamda nasıl bir<br />

yapılanma içindesiniz?<br />

Ara verdiğim eğitimlerim var onları<br />

hızlandırmayı düşünüyorum. Cem<br />

Başeskioğlu nun film okumalarını<br />

kaçırmamaya çalışıyorum ve yabancı dil<br />

eğitimleri devam ediyor.<br />

Dönem filmi çekmek zor. Sizinkisi hem<br />

dönem filmi hem de biyografi. Sette<br />

sinema ile dizinin arasında bir fark hissettiniz<br />

mi? Hissettiyseniz bunu bizle<br />

paylaşabilirmisiniz?<br />

Aşık filmimiz yönetmenimizin dediği gibi<br />

Aşık Veysel biyografisi değil çünkü aşık<br />

Veysel sadece Türkiye’ye değil dünyaya<br />

mal olmuş değerli bir ozanımız. Onu<br />

tanıtmak değil genç nesillere hatırlatmak<br />

bizim için önemli. Daha önceki soruda<br />

değinmiştim aslında. Düşünün Bir<br />

proje yıllarca senarist ve yönetmenin<br />

kafasında şekilleniyor, fon bulmak için<br />

yıllar bir o kadar geçiyor, büyük bir emek<br />

var ve senin karşına bu şekilde geliyor.<br />

Bu kadar emeğin bilincinde olmak<br />

çok önemli. Sen de ona göre hazırlık


yapıyorsun. Bazan bir karekteri iyi<br />

çıkartmak adına an gelir bir köye gidip<br />

yerleşirsin, an gelir entellektüel bir<br />

ressamı oynamak için günlerçe çizimle<br />

uğraşırsın. İşte o zaman çıkarttığın<br />

karakter artık senin olmaktan çıkar<br />

ve izleyiciye mal olur. Sinema filmleri<br />

uluslararası festivallerde yarışma<br />

şansını bulunca bu kariyer açısında da<br />

çok önemli bir yere sahip oluyor. Diziler<br />

ise güncel, her hafta izleyicinin gözü<br />

önündesin ama bitiğinde izleyici onu<br />

unutabiliyor. Sinemada yıllar sonra<br />

torunlarınla da oturup izleme şansını<br />

bulabilirsin. En büyük ortak yanları ise<br />

ikisinde de oyuncusun.<br />

Kadın oyuncularımızın önünde Türkan<br />

Şoray kanunları gibi bir örnek de var.<br />

Bu kuralları doğru buluyor musunuz?<br />

Doğru bulmuyorum yanlız bir kadın<br />

olarak anlayabiliyorum onu. Türkan<br />

Şoray kanunları deyince diğer<br />

yandan aklıma gelen bir oyuncunun<br />

hayır diyebilme yetkisinin kendisinde<br />

oluşu, özgürlüğü. Benim için hafife<br />

alınamayacak kadar önemli bir durum.<br />

Bir oyuncu hayır diyebilmeli ve buna<br />

saygı duyulmalıdır. Kendimden örnek<br />

vermek gerekirse Hayat Devam Ediyor<br />

dizisinde oynadığım Hayat karakteri<br />

15 yaşında dedesi yaşında bir adamla<br />

evlenmesini ele aldık. Gerdek gecesi<br />

sahnelerinde oynadım. Her oyuncunun<br />

kabul ettiği bir durum değildi. Ben<br />

bu durumu bir oyuncu olarak sosyal<br />

sorumluluğum ve görevim olduğunu<br />

düşündüğüm için kabul ettim ve projenin<br />

içerisinde seve seve büyük bir<br />

heyecan ve şükürle oynadım. Ancak<br />

sadece reyting amaçlı bu tarz<br />

öpüşme sevişme tekliflerini asla kabul<br />

etmem. Yeni evlendim ileri de bir<br />

gün çocuklarıma vicdan rahatlığıyla<br />

göstereceğim işlerim olsun isterim.<br />

Oyuncu olmayı ne zaman istediniz?<br />

Küçüklüğünüzde böyle bir özleminiz<br />

var mıydı?<br />

Şimdi düşünüyorum da ben kendimi<br />

bildim bileli her bulduğum yere sahne<br />

kurup oynuyormuşum. Temizlik<br />

yaparken müziğin sesini yükseltip<br />

dans ederek şarkılar söylemelerim,<br />

ilk okulda şiir yarışmasında kendi<br />

yazdığım şiirle aldığım ödülüm, yine<br />

ilkokulda öğretmenimiz Türkiye<br />

haritasını çizmemizi ödev vermişti<br />

kopya kağıdı kullanmadan onu birebir<br />

çizmişim ve öğretmenimin bu<br />

duruma inanmayıp kulağımı çekmesi<br />

ve elime kalem kağıt verip<br />

gözünün önünde çizmemi istemesi,<br />

çizdiğimde hayretler içinde izlemesi<br />

bunun üzerine benden özür dilemesi.<br />

Yine o dönemler ne zaman biriyle<br />

dertleşmek istesem elimde kalem<br />

defter yazılar yazmam bu şekilde<br />

teselli olmam, hayallerimi resim defterine<br />

çizmeye çalışmam, orta okul<br />

ve lise dönemlerimde ailemin haberi<br />

olmadan okulun tiyatro sahnesinde<br />

olma durumum, lise de adıma şiirler<br />

ve sözsüz şarkılarının yapılması, evin<br />

içinde sürekli birilerinin taklitlerini<br />

yapmam, zaten oyunculuk dışında<br />

hiç bir meslekte mutlu olamıycağımın<br />

göstergesiydi.<br />

Ailenizin bu tercihine karşı tutumu<br />

nasıl oldu? Mesleğe yeni başlayan<br />

genç oyunculara tavsiyeniz var mı?<br />

Annem okumak isterken o dönemin<br />

şartlarıyla 15 yaşında babamla<br />

evlendirilmiş. Çoluk çocuk<br />

derken hayallerinin bir çoğunu<br />

gerçekleştirememiş. Bu sebeple bizim<br />

önümüze engeller koymak yerine<br />

hayallerimizin peşinde koşmamız için<br />

sonuna kadar desteklediler. Babam<br />

ise 16 yaşında sahneye çıkmayı<br />

istediğimi söylediğimde oyunculuk<br />

mesleğine karşı ön yargılardan<br />

dolayı tedirgin oldu ve beni bu işi<br />

yapmamam için tedirgin olduğunu<br />

dile getirmeye başladı. Benim kararlı<br />

olduğumu görünce o da destek verdi.


MADEM SİZLER GÖRÜYOR<br />

ÖYLEYSE HOŞ GÖRÜN<br />

Senarist Bilal Babaoğlu’nun uzun uğraşlar ve emekler<br />

neticesinde çektiği ilk uzun metrajlı filmi “Âşık”, 30 Ocak<br />

itibariyle tüm Türkiye’de vizyona giriyor.<br />

GİZEM ERTÜRK<br />

n Bu toprakların en büyük halk ozanlarından<br />

Aşık Veysel’in hayat hikayesi bir filme ilham<br />

kaynağı oldu. Senarist Bilal Babaoğlu’nun<br />

uzun uğraşlar ve emekler neticesinde çektiği<br />

ilk uzun metrajlı filmi “Âşık”, 30 Ocak itibariyle<br />

tüm Türkiye’de vizyona giriyor. Babaoğlu<br />

filmi yapmaktaki en büyük amacının,<br />

hoşgörü, tevazu, naiflik gibi unuttuğumuz<br />

değerleri yeniden hatırlatmak olduğunu<br />

söylüyor. “Ya benimsin ya toprağınsın”<br />

bu toprakları ve bizi kirleten bir fikir. Oysa<br />

Veysel’i hatırlamalıyız, diyor.<br />

Merhaba Bilal Bey, öncelikle film için<br />

tebrikler. Sizi biraz tanıyarak başlayabilir<br />

miyiz?<br />

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik<br />

Bölümü mezunuyum. Bir süre Star,<br />

Sabah ve Akşam gazetelerinde muhabirlik<br />

ve foto muhabirliği yaptım. Daha sonra<br />

yazarlığına başladım. Asi, Kurşun Yarası,<br />

Aşka Sürgün, Genco, Kasaba gibi TV dizilerinin<br />

senaryo yazarlarındanım. Halen daha<br />

dizi senaristliği yapmaktayım. Âşık ilk sinema<br />

filmim.<br />

Bize sizin için Âşık Veysel’in ne anlam<br />

taşıdığını ve neden bu filmi yapmak<br />

istediğinizi anlatır mısınız?<br />

Âşık Veysel; âşık geleneğini çağdaş<br />

Türkiye’ye taşıyan, sözlü halk edebiyatını<br />

kayda geçiren bir köprü... Gelenek içinde de<br />

önemli bir yeri var. Benim için onu daha özel<br />

kılan ise hoşgörünün sesi olması. Yerelden<br />

evrensele ulaşmayı başarmış bir ozan. Aşkta<br />

hoşgörü konusunda çok cesur... Kendisini<br />

terk eden eşini hoş gördüğü gibi gittiği yerde<br />

zorluk yaşamasın diye gizlice çorabına para<br />

saklamış. Bugün hemen her gün kadınların<br />

erkeklik şiddetinin kurbanı olduğu trajik<br />

olaylara cinayetlere tanık oluyoruz. O nedenle<br />

bu hikâyeyi anlatmak, bu topraklarda böyle<br />

büyük, centilmence aşklar yaşandığını da<br />

göstermek ve hatırlatmak istedim. Veysel gibi<br />

âşık olmalı…<br />

Yapım süreci nasıl ilerledi? Âşık Veysel gibi<br />

hem ulusal hem de evrensel kıymette bir<br />

sanatçının hayatını anlatmak için çıktığınız<br />

yolda beklediğiniz destekleri alabildiniz mi?<br />

Kültür Bakanlığı’nın desteği ile film yapına<br />

başladık. Filmin dörtte biri bütçesini bakanlık<br />

vermişti. Bu nedenle çok zorlandık. Hatay<br />

Büyükşehir Belediye Başkanı sayın<br />

Lütfü Savaş projeye sahip çıktı. Film ekibini<br />

Hatay’da misafir etti ve böylece filmi tamamlayabildik.<br />

Ülkemizde film yapmak çileli<br />

bir yolculuk… Hele nitelikli, sözü, hikâyesi<br />

olan bir sinema eseri yapma amacıyla<br />

yola çıktıysanız sabırlı ve kararlı olmak<br />

zorundasınız. Çekimleri Sivas’ta yapmak<br />

istedik ama ne yazık ki bütçemiz sınırlı<br />

olduğundan ve Sivas’ta umduğumuz desteği<br />

bulamadığımızdan orada başlayamadık. Bir<br />

kısmını Eskişehir’de yaptık. Yaklaşık üç yıldır<br />

bu filmi hayata geçirmek için çalışıyorum.<br />

Ben de Veysel gibi maddi manevi bedeller<br />

ödedim. “...derdimi dökersem derin dereye<br />

korkarım yar benden yoz olur gider” deyip bu<br />

bahsi kapatalım bence.<br />

Aşık Veysel’i oynayacak kişiyi bulmanız zor<br />

oldu mu? Yalnızca oyunculuk değil iyi bir<br />

müzisyenlik de gerektiriyor çünkü…<br />

Hem çok iyi bağlama sanatçısı hem de iyi


SUNUZ,<br />

BİLAL<br />

BABAOĞLU


ir oyuncu o yaş aralığında bulmak<br />

oldukça zordu. Bir yıldan fazla bir süre<br />

Veysel aradım. Ünlü ünsüz yaklaşık yüz<br />

oyuncuyla görüştüm ve deneme çekimleri<br />

yaptım. Âşık Veysel’i canlandıracak<br />

kişi onun kültürünü de taşıyacak bir<br />

kişi olmalı, saz ustalığıyla tavrıyla ikna<br />

edici olmalı diye düşünüyordum. Kalan<br />

Müzik’ten Nilüfer Saltık’in önerisiyle<br />

Emirhan Kartal ile tanıştım. Oynama isteği<br />

ve kararlılığı beni etkiledi. Altı ay seni<br />

oyuncu koçuyla çalıştıracağım sonunda<br />

olup olmayacağına karar vereceğim dedim,<br />

kabul etti. Oyuncu koçu ve oyunculuk<br />

hocası Hasan Şahintürk altı ay çalıştırdı.<br />

Emirhan bu sürede defalarca görme engellilerle<br />

de çalıştı, onlarla zaman geçirdi.<br />

Sonunda rolü kaptı. Oyuncu olmayan<br />

birisiyle çalışmak büyük riskti ama bu<br />

riski göze aldık. Ben sonuçtan memnunum.<br />

Emirhan rolün hakkını verdi.<br />

Filmi yapmanızın temel amacının Veysel’i<br />

değil Aşık’ı anlatmak olduğunu söylüyorsunuz…<br />

Evet çünkü film bir Âşık Veysel biyografisi<br />

değil, daha çok kurmaca bir<br />

aşk hikayesi… Senarist olarak doğu<br />

edebiyatında çokça işlenen “Leyla’yı<br />

ararken Mevla’yı bulmak” şeklinde<br />

özetlenen temada bir film yapmaya Veysel<br />

hikâyesini bilmeden önce de karar<br />

vermiştim. Veysel de benzer temayı<br />

görünce onun üzerinden anlatmaya karar<br />

verdim. Veysel in sazından ziyade sözüyle<br />

ilgiliydim.<br />

Âşıklık bana kalırsa, kültürümüzün çok<br />

önemli bir parçası ve yeni nesle de mutlaka<br />

anlatılması gereken bir yaşam felsefesi…<br />

Siz Aşıklığı nasıl tanımlıyorsunuz?<br />

Evet âşıklık gelenek içinde bir yaşam<br />

felsefesi. Yaşamın kendisine aşkla<br />

bakmayı öneriyor. Aşık talep halinde olan<br />

arayan peşine pervane olan, kendinden<br />

vazgeçebilen, kendini egosunu maşuk<br />

için yakabilen, ötekinde kendini arayan<br />

kişi… Vuslat da bile hasret kalan hiç<br />

kavuşamayan kişi… Başka bir varoluş<br />

biçimi... Kapitalist toplumda, ilişkileri de<br />

tüketen bir toplumda âşık kişiyi anlamak<br />

öyle bir varoluş oluşturmak nerdeyse imkânsız.<br />

Ama öykünebilir, imrenebiliriz.<br />

Kötülüğün, kabalığın bu denli zirve yaptığı<br />

günümüzde, filminizdeki naif anlatım dilini çok<br />

kıymetli buldum. Siz hangi sözcük ile ifade<br />

edersiniz?<br />

Naiflik doğru tespit… Ben naif biri olmaya<br />

öykünüyorum “kavgaya değil muhabbete geldik”<br />

diyor Mevlana. Tevazu, naiflik gibi tavırlar<br />

değerlerimizdi şimdi eziklik diye aşağılanıyor.<br />

Ya da bu tavırları kazanmak için çeşitli atölyelere<br />

katılarak gurularından parayla satın


alıyoruz. Anlaşılır değil. Belki benim Âşık bir<br />

ağıttır geçmiş bir kültüre bilmiyorum. Rekabet<br />

insan ruhunu kirleten bir şey ama çocuklara<br />

sürekli rekabet aşılanıyor.<br />

Filmde seçtiğiniz Bektaşi Fıkraları’da çok<br />

anlamlı bana kalırsa… Mesela şu meşhur üzümlerin<br />

sirke mi yoksa şarap mı olacağı ile ilgili<br />

olan…<br />

Fıkra da türküler gibi sözlü kültür ürünü.<br />

Veysel’i mayalayan sosyal atmosferin sahnesidir<br />

o sahne. Evde ocak başında ailecek çalınıp<br />

söylenir gülüp eğlenilirdi. Fıkralar, masallar ve<br />

maniler anlatılırdı. Veysel’in babası saza<br />

söze meraklı bir adamdı. Veysel bir Alevi<br />

Bektaşi’dir. Bu nedenle hep muhalif<br />

olmuşlardır. O fıkra da siyasi otoriteyi tiye<br />

alan bir Bektaşi fıkrasıdır.<br />

Filmi yapmaktaki en büyük motivasyonunuz<br />

neydi?<br />

Benim sinemacı olarak meramım şu?<br />

Âşıklık güzel ve değerli bir yaşam biçimiydi.<br />

Yaşatamıyorsak bile unutmayalım<br />

öykünelim, imrenelim. Âşık olduğumuz<br />

kişiye sahip olmaya, ona hükmetmeye<br />

çalışmayalım. Anadolu’da dünyaya<br />

örnek olacak modern bir aşk hikâyesi<br />

yaşandı. “Ya benimsin ya toprağınsın” bu<br />

toprakları ve bizi kirleten bir fikir. Oysa<br />

Veysel’i hatırlamalıyız.<br />

Filminiz kaç kopya ve hangi şehirlerde<br />

vizyonda olacak? Okullarda öğrencilere<br />

ya da farklı topluluklara özel gösterimler<br />

yapmayı düşünüyor musunuz?<br />

Bildiğim kadarıyla yaklaşık 40 kopya<br />

ile bütün Türkiye’de vizyona gireceğiz.<br />

Sesli betimleme uygulamasıyla görme<br />

engellilere de filmimiz ulaşacak. Tabii<br />

filmimizin bütün ortaöğretim düzeyindeki<br />

gençlerimize ulaşmasını çok isterim. Asıl<br />

onların Âşık’ı tanıması daha önemli. Özel<br />

gösterim talebi olursa koşarak giderim.<br />

Mutlu olurum.<br />

Ülkemiz biyografik hikayeler için bir<br />

cennet ama bu konuda sinemamızın çok<br />

eksik kaldığını düşünüyorum. Bundan<br />

sonra bu tarz hikayeler çekmeye devam<br />

edecek misiniz?<br />

Eleştiri, özeleştiri, yüzleşme değerlerinin<br />

güçlü olmadığı toplumlardan biyografi<br />

hikayesi çıkması zor oluyor. Topluma<br />

mâl olmuş kişiler de olsalar birilerinin<br />

ailesi mahremi sayılıyor. Benim dedemi,<br />

atamı böyle anlatamazsınız denildiğinde<br />

sorun oluyor. Yine herkesin gönlünde<br />

yeri olan bir kişiyi anlatmak riskli kimseyi<br />

memnun edemezsin. Ayrıca telif vs<br />

bağlayıcı yanları var. Sabırlı kararlı olmak<br />

lazım ama sinemacılar da birçok engeli<br />

aşmaya çalışırken bir de bu engellerle<br />

uğraşmaktan kaçınıyor. Benim şuan için<br />

hazır başka bir biyografi projem yok.


AVATAR 2 DÜNYASI<br />

ADIM ADIM GELİYOR<br />

Cameron’ın açıklamasına göre<br />

Avatar 2, ilk filmden tanıdığımız Jake,<br />

Neytiri ve bu ikilinin çocukları<br />

üzerinde şekillenece...<br />

BURAK YARKENT<br />

n James Gunn’in Guardians<br />

of the Galaxy filminden<br />

tutun da, Peyton<br />

Reed’in Ant-Man’ine,<br />

Zack Snyder’ın Man of<br />

Steel’ine, Hollywood’da iz<br />

bırakan, ve iyi gişe yapan<br />

filmler oldu.. Fakat<br />

hiçbiri James Cameron’ın<br />

Avatar’ının yanina bile yaklaşamadı. Görünen<br />

köy tabii ki de kılavuz istemez, sonuç olarak<br />

gerçek şu ki, Aralık 2009 yılında gösterime<br />

giren Avatar, dünya çapında $2.782 milyar<br />

ile hala en çok kazandıran film durumunda.<br />

Gösterime ilk girdiğinden beri merakla ikincisini<br />

beklediğimiz filmin sürücü koltuğunda<br />

oturanlar her ne kadar kendilerini ağırdan<br />

alıyormuş gibi gösterseler de ilersi için<br />

müthiş fikirlerinin olduğu da kulağımıza gelen<br />

duyumlar arasında.<br />

Sizi fazla merak içinde bırakmadan bana gelen<br />

duyumları sizlerle paylaşmaya başlıyorum;<br />

Avatar 2 ne zaman gösterime girecek?<br />

Film farklı sebeplerden dolayı, çeşitli etaplarda<br />

gecikmeye uğradı bunu biliyoruz, o<br />

yüzden size kesin gösterime giriş tarihini<br />

veremiyorum fakat planlar filmin 2018 Aralık<br />

ayında gösterime girecekmiş gibi yapılıyor.


Filmin klasmanı ne olacak?<br />

Gerçekçi olmak lazım, Avatar tarzı filmlerin<br />

asıl amacı, toplayabildiği kadar izleyiciyi<br />

sinema salonları toplamak. Bu sebepten<br />

dolayı, hikaye hakkında fazla birşey bilmememize<br />

rağmen, filmin R klasman alacağı<br />

bir gerçek. İlk Avatar PG-13 olduğundan<br />

diğerlerinin de aynı olacağı kesin.<br />

Filmin yönetmeni kim olacak?<br />

Bilindiği gibi ilk Avatar, James Cameron’ın<br />

tutkusuydu. Bunu her kulvarda dile getiren<br />

ünlü film adamı başta Avatar’ın senaryosu<br />

için, daha sonra da teknik detaylar üzerine<br />

yıllarını verdi. Bu sebeptendir ki filmin diğer<br />

bölümlerinin yönetmenliği için Cameron<br />

ismi çok çok ağır basıyor. Cameron ismi<br />

sadece Avatar 2 için değil, Avatar 3, 4 ve<br />

hatta 5 için bile tek adres durumunda.<br />

Cameron’un, filmin teknik tarafı için<br />

de bazı planları olduğu ağızdan ağıza<br />

dolaşıyor. Mesela filmin daha gerçekçi<br />

durması için bazı bölümlerinin su altında<br />

çekilmesi planlanıyor. Düşünülen ve uygulamaya<br />

konulan şu, Avatar 2 Cameron’un<br />

öncülüğünde sınırları sonuna kadar zorlanacak,<br />

bu sınırları aşacak ve tüm dünyada,<br />

modern film yapımında çığır açacak.<br />

Cameron’ın bir başka isteği ise, ilk filmdeki<br />

başarının tesadüfi olmadığını kanıtlamak,<br />

fakat sadece ilk film başarılı oldu diye daha<br />

sonrakilerinin başarısının otomatikman<br />

gelmeyeceğinin de farkında. Bu yüzden<br />

gece gündüz demeden yeni kurduğu ekibi<br />

ile bu filme kilitlenmiş durumda.<br />

Senaryo<br />

James Cameron, ilk filmin “tek” senaryo<br />

yazarı olarak öne çıkan isimdi. Fakat Cameron<br />

gelecekte düşünülen 4 film için, her biri<br />

birbirinden değerli isimlerden oluşan gerçek<br />

bir ekip yarattı.<br />

Spielberg’in War of the Worlds filminin<br />

senaristi ve televizyon için çekilen Terminatör:<br />

Sarah Connor Chronicles’da önemli<br />

görevler üstlenen Josh Friedman takıma<br />

katılan ilk isim oldu. Friedman’ı, Rise of<br />

the Planet of the Apes’ten hatırlayacağımız<br />

Rick Jaffa ve Amanda Silver, bu isimleri de


Armageddon’dan aklımızda kalan Shane<br />

Salerno takip etti ve bu 5 değerli isim fılm<br />

üzerinde omuz omuza çalışmaya başladılar.<br />

Film hakkında bildiğimiz en önemli detay,<br />

filme yeni dünyaların, yeni doğal ortamların,<br />

kültürlerin ve bunları takiben yeni yaratıkların<br />

ekleneceği yönünde.<br />

Cameron’u senaryo üzerinde en fazla zorlayan<br />

gerçek, bir hikaye üzerinde çalışıyorken,<br />

4 ayrı film yazıyor olması. Bu da şu anlama<br />

geliyor, Avatar 2, ilk filmi ve daha sonra gelecekleri<br />

birleştirici bir görev de üstlenecek.<br />

İşte daha önce bahsettiğim, filmin izleyici ile<br />

buluşmasını geciktiren faktörlerden bir tanesi,<br />

belki de en önemlisi bu.<br />

Cameron ve ekibinin bir başka baş ağrısı ise,<br />

4 filmi de aynı anda çekecek olmaları. Bu<br />

da öncelikli olarak tüm senaryonun bitmiş<br />

olması anlamına geliyor.<br />

Hakkında hergün yeni birşey öğrendiğimiz<br />

Avatar serisinin belki de kayda değer en<br />

önemli bilgisi James Cameron tarafından<br />

bize sunuldu. Cameron’ın açıklamasına göre<br />

film, ilk filmden tanıdığımız Jake, Neytiri ve<br />

bu ikilinin çocukları üzerinde şekillenece. Aile<br />

kavramı üzerinden, bu yaratıkların insanoğlu<br />

ile yaşadıkları zorluklar çerçevesinde devam<br />

edecek.<br />

Jake Sully<br />

Tabii ki de beklenildiği gibi ana karakter Jake<br />

Sully yeni bölümlerde de karşımızda olacak.<br />

Clash of the Titans, Man on a Ledge ve Sabotage<br />

gibi filmlerde çeşitli rollerde karşımıza<br />

çıkan Sam Worthington, hem maddi hem de<br />

manevi, geri çevrilmesi zor teklife beklenildiği<br />

gibi olumlu yanıt verdi, ve imzalar şimdiden<br />

atıldı. Öyle ki başarılı aktör Kasım 2013’teki<br />

demecinde “Jim bizi Pandora’ya götürecek<br />

gemi üzerinde çalışmalarını sürdürüyor”<br />

cümlesiyle James Cameron’un film üzerinde<br />

çalıştığını açık bir şekilde beyan etmişti.<br />

Neytiri<br />

Yeni filmde Jake Sully dönüyor ise, tabii ki<br />

onun büyük “yaratık” aşkı Neytiri’nin de dönmesi<br />

gerekiyor. Sam Worthington gibi Zoe<br />

Saldana ile de Avatar 2, 3, 4 ve 5 için anlaşma<br />

sağlanmış durumda. Öyle ki, Saldana vermiş


olduğu bor röportajda Cameron ile bazı<br />

sahneler üzerinde konuştuklarını ve duygulu<br />

anlar yaşadıklarını da çekinmeden söylüyor.<br />

Özellikle Saldana konusunda kafamdaki<br />

soru işaretini sizinle paylaşmadan<br />

geçemeyeceğim..<br />

Star Trek ve Marvel yapımı Guardians of the<br />

Galaxy filmlerinin de ana oyuncularından<br />

olan Saldana’nın Avatar 2’den başlayacak<br />

olan seride ne kadar aktif olacağını tam kestiremiyorum.<br />

Neytiri’den ayrılmak tabii ki kolay<br />

görünmüyor, fakat bir şekilde Star Trek<br />

ve Guardians of the Galaxy’nin gölgesinde<br />

kalma, veya bu yapımlara görsel olarak bu<br />

kadar yakınlaşma fikri beni bu konuda daha<br />

fazla düşünmeye zorluyor.<br />

Dr. Grace Augustine<br />

Çoğunuzun hatırlayacağı gibi Dr. Grace<br />

Augustine rolündeki Sigourney Weaver<br />

ilk Avatar’da ölmüştü. Fakat 2009 yılında<br />

Avatar filmi piyasaya çıktıktan 3 ay kadar<br />

sonra Dr. Grace Augustine’in Avatar 2’de<br />

olacağı açıklanmıştı. Bunun üzerine Ekim<br />

2010’da James Cameron bir röportajında<br />

“bilim kurgu filmlerinde kimse gerçekten<br />

ölmez” açıklaması ile Weaver’in yeni filmde<br />

olacağının sinyalini vermişti.<br />

Weaver ise bir roportajında Avatar 2’deki<br />

rolünden üstü kapalı bir şekilde bahsetmiş,<br />

ve Avatar 1’deki rolünden tamamen farklı<br />

bir karakterde karşımıza çıkacağından söz<br />

etmişti. Bu da kafalarda, acaba Dr. Grace<br />

Augustine gerçekten öldü de, Weaver<br />

karşımıza başka bir karakterde mi çıkacak<br />

sorusunu oluşturdu.<br />

Colonel Miles Quaritch<br />

James Cameron’un “bilim kurgu filmlerinde<br />

kimse gerçekten ölmez” cümlesi Colonel<br />

Miles Quaritch için de geçerli olmuş. İlk<br />

Avatar’da Neytiri tarafından öldürülen Colonel<br />

Miles Quaritch karakterindeki Stephen<br />

Lang, Avatar 2, 3, 4, ve 5’te de karşımıza<br />

çıkıyor, ve James Cameron’un açıklamasına<br />

göre de filmdeki en önemli karakterlerden<br />

biri konumuna dönüşüyor. Size tavsiyem<br />

ilerki bölümlerde bu karakteri yakından takip<br />

etmeniz.


Gösterim tarihi<br />

20th Century Fox film şirketi Avatar 2’yi Aralık<br />

2014 için düşünüyordu, sonrasındaki plan Avatar<br />

3 için Aralık 2016, 4 için Aralık 2017 ve 5 için<br />

ise Aralık 2018’di. Fakat Peter Jackson’un Lord<br />

of the Rings ve Hobbit serileri film şirketinin<br />

tarihlerde değişikliğe gitmelerine neden oldu.<br />

Bazıları daha önce verilen tarihlerin ve tarihlerdeki<br />

değişikliklerin James Cameron’un daha<br />

önceden kurguladığı bir plan olduğunu savunuyorlar.<br />

Neden olduğu daha sonra anlayacağımız<br />

bu durum neticesinde Avatar serilerinin çekimine<br />

başlanacağı tarih 2017 olarak değiştirildi ve<br />

gösterim tarihi de Aralık 2018 olarak fısıldandı.<br />

Buna göre de diğer serilerin gösterim tarihi 2020,<br />

2022 ve 2023 oldu.<br />

Yeni Teknolojiler<br />

James Cameron her zaman yeni teknolojiye<br />

olan aşkıyla tanınan bir film adamı oldu. Sürekli<br />

teknolojik yenilikleri filmlerinde kullanmaya özen<br />

gösterdi. Avatar 1’de özellikle yüzlerde kullanılan<br />

ve hala kullanılmakta olan 3D yöntemini hem<br />

sinemayla hem de izleyici ile buluşturdu, ve bunu<br />

sinemaya kabul ettirdi. Fakat bu en son 2009<br />

yılında oldu, acaba Cameron bu zaman zarfında ne<br />

ile meşguldü? Ne gibi yenilikleri denedi, denemeye<br />

karar verdi?<br />

Avatar yapımcılarından Jon Landau, Douglas<br />

Trumbull ile konuşmasında yüksek çözünürlükte<br />

olan ve 3D çekilen yeni bir film işleminden bahsetti.<br />

Bu konuşma her ne kadar Avatar hakkında<br />

olmasa da, benim aklıma Landau ile çalışan<br />

Cameron’u getirdi. Yüksek çözünürlükleri ve özllikle<br />

3D filmi seven Cameron’un konuya yabancı<br />

kalamayacağını düşündüm. Yanılmayacağımı<br />

garanti ederim..<br />

Cameron’un kafasındaki bir başka projenin, gözlüksüz<br />

görünebilecek bir 3D olduğunu daha önce<br />

duymuştum. Bu teknoloji şu anda mevcut, ve<br />

kullanılıyor, fakat onlarca hatta yüzlerce kişinin<br />

aynı anda girebildiği salonlarda, farklı farklı<br />

açılardan baktıkları devasa ekranda bu tür bir filmi<br />

yayınlamanın ve gözlüksüz izleyebilmenin zorluk<br />

derecesini düşündüğünüzde neden bahsettiğimi<br />

daha rahat anlayabilirsiniz. Teoride 3D bir<br />

yapımı büyütüp gözlüksüz izlemek mümkün,<br />

fakat bu daha önce büyük sinema salonlarında


denenmediğinden, nasıl bir sonuç alınabileceği de<br />

bilinmiyor. Belki de insanoğlu bu işlem için James<br />

Cameron’u bekliyordur..<br />

Yeni Bölümler<br />

Avatar 2’yi takiben en az 3 tane daha Avatar olacağı<br />

şimdilik kesin. Bu 4 film de aynı anda çekilip 2018,<br />

2020, 2022 ve 2023 yıllarında gösterime girecek.<br />

Peki ya bunlardan sonra yeni bölümler olacak mı?<br />

Avatar yazarlarından James Horner bundan birkaç<br />

yıl önce James Cameron’un kafasında, Avatar 2’den<br />

sonra 4 tane daha film senaryosu olduğundan<br />

bahsetmişti. Aynı dönemlerde Cameron, Avatar<br />

2’den sonraki planlamasının 3 artı 1 tane daha film<br />

çekmek üzerine olduğundan söz etmişti. Şimdi<br />

görüyoruz ki, Avatar 2’den sonraki film sayıları 3’e<br />

düşmüş durumda. Bu durum önce 2 bölüm olarak<br />

düşünülen Hobbit’te de karşımıza çıkmıştı. Orada da<br />

gördük ki, para basan bir makina durdurulamadı. Bu<br />

da şu anlama geliyor; sinema tarihinin en çok kazanan<br />

filmi olan Avatar bu başarısını devam ettirdiği<br />

sürece çekimlerine ara verdirilmeden devam edebilir.<br />

Hiçbir zaman “Avatar 5 son olur” diyemeyiz.<br />

Çok fazla, ve umulmadık problemlerden ötürü izleyici<br />

ile buluşması geciken filmin gösterim tarihi<br />

için Aralık 2018 demek ve bunu kesin teyit etmek<br />

doğru olur mu peki, tabii ki hayır. Amacı her zaman<br />

mükemmeli vermek olan Cameron’un açıklamarını<br />

direk kendi cümleleriyle sizinle paylaşıyorum;<br />

“Kafamızdaki gösterim tarihi Aralık 2018’i<br />

değiştirmedik. Fakat gerekirse değiştirebiliriz. İlk<br />

filmi gösterime almak problem değil, ama asıl önemli<br />

olan 3, 4, ve 5. filmlerin gösterim tarihlerini buna<br />

uydurmak. Bu 4 filmin gösterim tarihlerinin birbirlerine<br />

olan yakınlıkları bizim için çok önemli, ve bunun<br />

doğru olması için elimizden geleni yapacağız.”<br />

Görünen o ki Cameron’un kafasında mükemmel<br />

bir model var. Bu model içinde, fimleri bir<br />

an önce çekip ekrana atmaktansa aralarındaki<br />

zaman zarfından, hangi dinemlerde izleyici ile<br />

buluşacaklarına, kullanılacak en yeni hangi teknolojinin<br />

olduğundan, kimlerle çalışılacağına herşey<br />

mükemmel bir uyum içinde işliyor. Bize de sadece<br />

bu festivalin planlandığı gibi 2018’de başlayacağını<br />

umut etmek kalıyor.<br />

Benim gibi Avatar-sever biriyseniz, yazılarımı takip<br />

edin.. En son bilgileri sizlerle paylaşmaktan mutluluk<br />

duyacağım..


FOREST İLE<br />

TANIŞAN<br />

PİŞMAN OLMAZ<br />

BERİL ATEŞOĞLU<br />

n Filmimiz bir otobüs durağında<br />

başlar, Forrest Gump hiç tanımadığı<br />

zenci bir kadına hayat hikayesini anlatmaya<br />

başlar.<br />

A: zor tutmuş herhalde içinde, daha<br />

selam vermeden başladı anlatmaya.<br />

Hiç sevmem böyle tipleri olur olmaz<br />

yerlerde lafa tutarlar insanı.<br />

Ayşe teyzeden ilk yorum hemen geldi. Ama o kadar eminim<br />

ki Forrest’ı seveceğine hiç ses etmedim. Bir anda<br />

Forrest’ın çocukluğuna daldık. Eğri olan omurgası ve 75<br />

olan IQ su ile çok masum ve sevilesi görünüyordu. Annesi<br />

oğlu için her şeyi yapmaya hazırdı. Doktorlar, tedaviler..<br />

diğer çocuklarla beraber okuyabilmesi için okul<br />

müdürüyle nahoş bir ilişki bile yaşadı.<br />

A: delirdi kadın iyice yahu kaş yapayım derken göz<br />

çıkaracak. Tanımadığı adamı aldı vallaha evine cık cık cık.<br />

Bunlar kritik durumlar diye yine cevap vermedim. Annesi<br />

her şeyin en iyisi olsun istiyordu ama o okulda Forrest<br />

pek de rahat edemedi. Sürekli onunla dalga geçiyorlardı.<br />

Tek bir arkadaşı vardı oda Jenny. Önce arkadaşı<br />

sonrasında da platonik aşkı olmuştu.<br />

A: Çocuklar acımasızdır Beril, bir kusur gördülermi hemen<br />

saldırırlar. Çok zeki olmamak iyidir aslında. Biz hep


Ayşe teyzenin klasikler<br />

gezisi devam<br />

ediyor. Bu ayın filmi<br />

Forest Gump...<br />

kötü bir şey zannederiz, hele annelerin<br />

ödü kopar çocuklarında<br />

bir zeka problemi olacak diye,<br />

haksız da sayılmazlar tabi onlar<br />

diğer insanların yapabildiği bir<br />

çok şeyi yapamazlar. Mesela yalan<br />

söylemek, başkalarını kandırmak,<br />

arkalarından iş çevirmek.<br />

B: ne güzel söyledin ya! Bir de buradan<br />

bakmak lazım gerçekten.<br />

Filmimiz ilerledikçe Ayşe teyzenin<br />

tezinide doğruluyordu. Forrest<br />

içinde zerre kötülük beslemeden<br />

yaşıyordu hayatını. Onunla alay<br />

eden çocuklardan kaçabilmek<br />

için koşarken fark etmişti çok<br />

hızlı koşabildiğini ve tabi ki bu<br />

yeteneğini başkaları da keşfetmişti.<br />

O günden sonra Forrest’ın hayatı<br />

değişti. Amerikan futbolunda bir<br />

efsane olmuştu. Topu eline alıp<br />

durdurulamaz şekilde koşuyordu.<br />

A: hah bak işe yaradı koşması, Allah<br />

bir yerden alır bir yerden verir.<br />

Ama duramıyor bu galiba?<br />

Kıkırdamadan duramadım tabi<br />

Ayşe teyzenin sürekli değişen<br />

ruh hali karşısında. İşler iyice<br />

karışmaya başlamıştı. Jenny ile<br />

yolları ayrıldı, jenny artık yakışıklı<br />

ve popüler erkeklerle beraberdi bu<br />

durum Forrest’ın kalbini kırıyordu<br />

tabi.<br />

A: dünyanın dengesi böyle işte.<br />

Kadınlar zeki erkek ister, erkeler<br />

aptal kadın. Aman Beril dikkat et<br />

zeki kadından korkan erkek beş<br />

para etmez!<br />

Ayşe teyze şimdide erkek nüfusuna<br />

sesini duyuruyordu.<br />

Herkes üzerine düşeni alsın<br />

lütfen arkadaşlar Ayşe teyzeyi<br />

kızdırmayın.<br />

B: tamam Ayşe teyze dikkat ederim,<br />

çok zor olmaz herhalde ben de<br />

pek zeki sayılmam.<br />

A: olsun! Sen zekiymişsin gibi


davran.<br />

Oh ben de nasibimi aldıysam filme devam<br />

edebiliriz. Forrest askere gitti ve tabi ki<br />

orada da farkını belli etti. En gereksiz konularda<br />

değişik bir hızı ve kavrayışı vardı.<br />

En yakın arkadaşı ile orada tanıştılar Bubba!<br />

Bubba da Forrest gibi nev-i şahsına<br />

münhasır bir arkadaşımız.<br />

A: hah şimdi oldular vallaha, tencere<br />

kapak!<br />

Gerçekten de öylelerdi. Bubba’nın en<br />

büyük hayali karides teknesi almak ve<br />

kaptanı olmaktı, durmaksızın karisten<br />

bahsediyordu ve Forrest onu büyük bir<br />

sabırla dinliyordu hatta dinlemekle de<br />

kalmadı, tekneyi alacağı zaman ortak<br />

olmayı kabul etti. İki sıkı dostu beraberce<br />

Vietnam’a gönderdiler. Tüm bu olaylar<br />

olurken Forrest Jenny’i bir an bile unutmuyordu.<br />

Hiç cevap gelmesede ona her<br />

gün mektup yazıyordu. Jenny ise çoktan<br />

kötü yola düşmüştü ve bu Forrest için hiç<br />

önemli değildi.<br />

A: unutamadı şu hoppa kızı bir türlü. Bu<br />

çocuk ölürken de bu kıza aşık olur ben<br />

sana diyim! Ah ah kalbi temiz kalbi..<br />

Gözleri doldu Ayşe teyzemin, herhalde<br />

kocasını hatırladı. Canım benim. Bu sırada<br />

Forrest bir çatışma sonrasında Bubbayı<br />

bulmaya çalışırken bir çok insanın<br />

hayatını kurtarır bunlardan biri de teğmen<br />

Dan, o cephede şehit olmak isterken<br />

Forrest’ın hayatını kurtarmasıyla sakat<br />

bir gazi oldu, bacaklarını kaybetmişti ve<br />

Forrest’a öfkeliydi.<br />

A: bunlara yaranamazsın. Adam hayatını<br />

kurtardı bir teşekkür etmedi, neymiş cephede<br />

ölecekmiş. Şükret yahu şükret cık cık<br />

cık. Bobiye noldu Beril o çıkmadı.<br />

B: Bubbayı kurtaramadı, sen adama laf<br />

ederken kaçırdın. Onu buldu ama ellerinde<br />

öldü.<br />

Bir sessizlik oldu. Ayşe teyze Forrest için<br />

önemli olan 3 insana da saygı duyuyordu<br />

içten içe. Annesi, Bubba ve Jenny!<br />

Jenny kötü yola düşmüştü, Bubba ise<br />

ölmüştü. Bir iç çektik bereber. Forrest’ın


u seferde pinpon yeteneğinin ortaya<br />

çıkmasıyla biraz neşelendik. Forrest<br />

çok iyi bir pinpon oyuncusu oldu<br />

askeriye adına bütün dünyada maçlar<br />

yaptı ve bir gün evine dönme vakti<br />

gelmişti. Tabi ki Jenny yine karşına<br />

çıktı ve yine onu terk etti… bu sefer<br />

savaş karşıtı bir örgüt ile beraberdi<br />

ve yine ona kötü davranan bir erkek<br />

arkadaşı vardı. Ayşe teyze hiç yorum<br />

yapmadı ama nefesinden belliydi siniri.<br />

A: ay hele şükür iyi ki bir koştu çocuk,<br />

nerelere sürüklendi bir evine dönemedi<br />

gitsin artık yeter.<br />

Gitmesine gitti de pek uzun sürmedi,<br />

anneciğini görüp Bubbaya verdiği<br />

sözü yerine getirmek için onun<br />

yaşadığı yere gitti, ailesini buldu ve<br />

karides teknesini aldı.<br />

A: bu lafa bayıldım! “aptallık yapan<br />

aptaldır” hay ağzına sağlık Farıst.<br />

Forrest ona her aptal mısın diye<br />

sorana bu cevabı veriyordu! Tıpkı<br />

Bubba’nın annesine verdiği gibi. Forrest<br />

kimseye aldırmadan verdiği sözleri<br />

tutuyor ve sevdiklerini koşulsuzca<br />

sevmekten vazgeçmiyordu. Karides<br />

işine Teğmen Dan de ortak oldu ve<br />

gecikmiş teşekkürünü etti Forrest’a.<br />

A: bak bak ne dedi Forrest, “ tanrıyla<br />

arası düzeldi” yaaa başına gelenleri<br />

kabul etti artık sinirlenmek yerine. kadere<br />

isyan etmek mutsuz eder insanı,<br />

harekete geçeceksin. Aferin adama!<br />

Bir nefes aldık derken, Forrest annesini<br />

kaybetti. Bubba gibi yanı başında<br />

öldü… forrest teknesine geri dönmedi<br />

zaten artık milyoner olmuştu.. Forrest<br />

milyoner olmuştu ama paralelinde<br />

Jenny uyuşturucu bağımlısı.. Ayşe<br />

teyze yine sustu, ta ki Jenny çıkıp gelene<br />

kadar.<br />

A: şuraya yazıyorum 1 haftaya kalmaz<br />

yine gider bu kız! Çocuğa ümit verir<br />

sonra da yok olur. Yazık günah!<br />

B: böyle hikayeler çok var artık Ayşe<br />

teyze, kimse kimsenin üzülmesiyle pek


ilgilenmiyor.<br />

A: salaksınız da ondan.<br />

Tokat mı attı? Aynı anda Jenny de tokadını<br />

Forrest’a attı. Ayşe teyze haklı çıkmıştı jenny<br />

yine Forrest’ı terk etti. Demek ki bizde salağız,<br />

düz mantık! Ben sesimi çıkarmadan oturdum<br />

ama Forrest koşmaya başladı ve 3 sene durmadan<br />

koştu. Yine bir sansasyon yaratmıştı tabi.<br />

İnsanların meraklı sorularına bir cevabı yoktu.<br />

A: dedi işte verdi cevabı, sadece koşmak istedim<br />

dedi, öyle başladı bu koşma işi dedi. İzlemiyor<br />

musun sen? “İlerlemek için önce geçmişini arkana<br />

al” demiş ya annesi, ondan koştum anlıyorum<br />

dedi. Geçmişini arkasına aldığını anlayınca da<br />

durdu. Yok yok bu adam salak değil yani bu<br />

salaksa sen..? hah bak yine çıktı Ceni midir, Keni<br />

midir? Bir rahat vermedi adama.<br />

Resmen hakarete uğruyorum ayrıca yargısız<br />

insaf! Ben anlamadım demedimki neye kızdı<br />

şimdi durduk yere. Kafamda deli sorular???<br />

Forrest Jenny’in teklifini tabi ki geri çevirmez<br />

ve 3 senelik uzun bir maratondan sonra yanına<br />

gider ve Jenny’in çocuğu Forrest ile tanışır. Hatta<br />

Forrest’ın onun oğlu olduğunu o yüzden aynı<br />

ismi verdiğini söyler. Forrest allak bullak olur,<br />

Ayşe teyze başlar ağlamaya.<br />

A: Ah benim güzelim ah canım!! Hemen soruyor<br />

“zeki mi?” diye. nasıl korkuyor onun gibi<br />

olmasından. Yaa ben bile alerjim çocuğa geçer mi<br />

diye ne kadar endişelenmiştim o ne yapsın.. ama<br />

bak maşallahı var küçük Farıstın. Ay yerim onu..<br />

Neler oluyor ya, ben gideyim bana hiç ihtiyaç yok<br />

Forrest ve Ayşe teyze çok iyi anlaşıyorlar. Zaten<br />

salak olanda benmişim. Ayşe teyze durmadı…<br />

A:hah bak Jenny de öldü adamın kollarında. Beril<br />

ne derler biliyor musun?<br />

Güzel! Tahmin ettiğim kadar unutulmamışım!<br />

A: İnsanlar en rahat hissettikleri insanların<br />

yanında ölürlermiş. Bu garibimin bütün sevdikleri<br />

yanında öldü. Melek yahu adam melek.<br />

Ayşe teyze yine haklı! 2 Forrest baş başa kalırlar<br />

buruk bir mutlu son olur.. naçizane bana kalan<br />

kıssadan hisse ise; yeni bir yıldan ziyade yeni bir<br />

insan değiştirir hayatlarımızı, aşk, dostluk, sevgi<br />

değiştirir. İyi yıllar, iyi insanlar olsun herkese..<br />

Ve tabi ki Ayşe teyze her filmimde varsın…


ŞiDDET SADECE MARUZ K<br />

DEĞiL, UYGULAYANIN DA K<br />

Yeşim Ustaoğlu’yla son filmi Tereddüt üzerine detaylı bir<br />

söyleşi yaptık. Söyleşi yapmanın faydalarından biri de<br />

herkesin filmden aldığı algının farklı olduğunun ortaya<br />

çıkması ve yönetmenin buna son noktayı inceden çekmesi<br />

oluyor. Ve söyleşi huzurlarınızda!<br />

BANU BOZDEMİR<br />

Önce bir röportajınızda verdiğiniz bir demeçten<br />

bahsederek başlamak istiyorum.<br />

Sanatçı dediğin buram buram muhalefet<br />

kokmalı demişsiniz, hala aynı düşünceniz<br />

devam ediyor mu, en muhalefet edilmesi gereken<br />

süreçte biraz baskılar nedeniyle sesimiz<br />

kısılmış durumda…<br />

Siz filmi gördünüz, pek kısılmış gibi görünmüyor.<br />

Herkes adına zor zamanlar, evet. Sanat<br />

dediğimiz şey gerçekten de özgürce yapılabilen<br />

birşey. Düşüncenizi paylaşmak ve söylemek<br />

istersiniz. Bir şekilde zapturapt altına alınmayı<br />

ben düşünemem. O zaman yaratamazsınız,<br />

yaratım çok özgür bir şey. Zaten bir şey de kendi<br />

içinde muhalif olur. Bu tür baskıları, sıkıntıları<br />

yaşayan toplumlarda da fikir bir şekilde yaşamını<br />

sürdürebilmiştir. En baskıcı yerlerde en kalıcı, en<br />

yaratıcı eserler de oluşmuştur. Bu bizim bireysel<br />

olarak kendimizle kaldığımızda da baş etmek<br />

zorunda kaldığımız bir şey.<br />

Tereddüt gibi bir film çektiniz, çekebildiniz.<br />

Ama bunun sınırlarına yaklaştığımızı da<br />

hissediyor musunuz bir yandan!<br />

Bir belirsizlik ve muğlaklıktan söz edilebilir belki<br />

ama bir yandan da yaşayıp göreceğimiz bir<br />

süreç olduğunu da düşünüyorum. Muğlaklığın<br />

içinde yüzmek çok hoş bir durum değil. Böyle bir<br />

süreçten geçiyoruz ama yaşayıp göreceğiz…<br />

Tereddüt’deki bazı sahnelerin de bu tepkisellikten<br />

ve ayrıştırılmaya çalışılan bir toplumun<br />

kadın dayanışması üzerinden tekrar<br />

toparlanması ve yeniden yazılması üzerine bir<br />

öneri ürettiğini söyleyebilir miyiz?<br />

Bir ‘dayanışma’ demeyelim buna. Sonuçta bir<br />

hasta doktor ilişkisi karşımızdaki. Karşısındaki<br />

kim olursa olsun doktor profesyonel olmak<br />

zorunda, yoksa işini yapamaz. Tabii filmin asıl<br />

söylediği ilişkilerimizdeki değersizleşme, tahammülsüzlük,<br />

birinin diğerini tahakküm altına<br />

alması ve mahkûm etmesi. Hiçleştirme ve<br />

suistimal. Bütün bu kavramlar var. Bu iki kadının<br />

temasında gerçek bir empati görüyoruz gerçekten<br />

de. Bu empati ve kendi bireysel varlıklarını<br />

da yeniden değerli kılmaya çalışma ve önlerindeki<br />

yolu yeniden açma çabasını görüyoruz.<br />

Tabii ben daha okumuş etmiş ve kendi<br />

kararlarını verebilmiş gibi gözüken kadının<br />

daha küçük ve istemsiz bir hayata zorlanmış<br />

diğer kadına yardımı olarak algıladım…<br />

Hasta ve doktor arasında o empati kurulamazsa<br />

o tedavide sağlıklı olamaz bence. Tabii doktorlar<br />

adına da konuşmuş olmayayım ama empati<br />

gerçekten de çok önemli. Şehnaz’la Elmas<br />

arasında kurulan ilişki profesyonel bir ilişki.<br />

Oyuncu yönetimi konusunda başarılı<br />

olduğunuzu biliyoruz ama ilk defa bu kadar<br />

oyuncuyu ve seyirciyi zorlayan bir yöntem<br />

seçmiş gibisiniz. Özellikle Elmas’ın terapi<br />

sahnesinde seyirci olarak biz de sınandık ve<br />

zorlandık… Bu yöntem nasıl aklınıza geldi<br />

yoksa böyle bir yöntem var mı?<br />

Benim çok zevk alarak yazdığım, bir o kadar<br />

da haz alarak çektiğim bir sahneydi. Bir mono<br />

drama sahnesi bu. Bu aslında kullanılan bir<br />

yöntem. Benim bunu öğrenmem, kavramam<br />

psikodramanın tekil olarak kullanılması. Bir


ALANIN<br />

APANI<br />

YEŞİM USTAOĞLU


psikiyatristin aynı zamanda psikodramatist olması<br />

lazım. Bu yıllar süren bir eğitim süreci. Biz buradan<br />

anlıyoruz ki Şehnaz hempsikiyatr hem<br />

de psikodramatist. Rüyanın çözümlemesini bu<br />

şekilde yapıyor. Bu yöntemi öğrendik, ama tabi<br />

ki çok yoğun bir konsantrasyon isteyen bir sahneydi.<br />

Bir yandan da aslında filmde hiçbir karakter<br />

çok keskin anlamda kötü ve eleştirilesi değil.<br />

Özellikle de erkekler diyelim ama iki kadının<br />

tavrı biraz abartılı mı acaba? Bu bir tahammülsüzlük<br />

mü diyelim, nedir bu kırgınlığın<br />

sebebi?<br />

Aslında her an hayatın içinde<br />

karşılaşabileceğimiz olayların vahametini<br />

anlatmayı seviyorum. Burada psikolojik şiddet olgusu<br />

var. Bu tür bir şiddet sadece maruz kalanın<br />

değil, uygulayanın da işin içinden çıkılmaz bir<br />

kapana sıkışma durumunda olduğunu söyleyebilir<br />

bize. Bir çeşit tekerrür aslında. Sıradan bir durumun<br />

içine baktığımızdaki trajedi canımızı daha<br />

çok acıtıyor belki de. O tanıklık bile bizi eziyor,<br />

yoruyor. Bunun daha vahim hallerini düşünmeye<br />

zorluyor. Sıradan olan şiddet olgusunu kabullenirsek<br />

ötekine davetiye çıkarmış oluruz. O<br />

yüzden yoğun ve sıradan anlara bakmayı tercih<br />

ediyorum ki sonrasını görelim.<br />

Sonrasında Elmas’ın yaşadığı bir süreç var<br />

ve film çok dolaylı gitmeye çalışıyor. Elmas’ın<br />

sebep olup olmadığına dair bir olay yaşanıyor<br />

ve seyirci ikircikli bir durumda kalıyor. Hatta<br />

kendi aramızda da konuştuk Elmas’ın neler<br />

yapıp yapamayacağı konusunda. Biraz açıklık<br />

istiyoruz sizden bu konuya?<br />

Ailesinin koruması altında, güven içinde bir<br />

yaşama sahip olması ve bir eğitim sürecinden<br />

geçmesi gereken, çocukluğunu yaşaması gereken<br />

bir çocuk, başka bir yere evlendirilerek<br />

gönderilmiş ve karılık ve gelinlik görevi üstüne<br />

yıkılmış. Bütün bunların altında ezilen bir çocuktan<br />

bahsediyoruz. Sırtında karşılaması zor bir yük<br />

ve sorumluluk var. Bu sürecin akışı beklenmedik<br />

bir durumla kesiliyor. Bir gece yine yaşadığı<br />

bedensel bir travmadan sonra fırtına nedeniyle,<br />

kendisi banyoda abdest alırken kocası karbonmonoksit<br />

zehirlenmesinden ölüyor. Kocasının<br />

kıpkırmızı suratıyla, ölü suratıyla karşılaşınca<br />

yapacağı ilk iş birilerine haber vermek gibi bir<br />

beklenti içinde olmamız gerekirken, tabii ki çok<br />

korkuyor ve kendini balkona kilitliyor. Sabah<br />

kayınvalidesinin yanına gidemediği için de<br />

kadın insülin iğnesini kendisi yapıyor ve doz<br />

aşımından ölüyor. Bir çocuğa haddinden fazla<br />

şey yüklenmesi böyle bir sonuç doğuruyor.<br />

Aslında korkmaktan ve o gecenin vehametini<br />

kayıt edemeyecek kadar bir travma yaşamaktan<br />

başka bir şey yok ortada.<br />

Karakterleri oluştururken nasıl bir yol izlediniz?<br />

Bunların çok bariz bir cevabı yok aslında.<br />

Tezatlıklar ve komplikasyonlar, yazarken benim<br />

çok ilgimi çekiyor.


Bir taşra sıkışması hali mi var filmde, bir<br />

yandan daraldıkça gidilen bol dalgalı deniz<br />

kenarları var ki, aslında asıl sıkışmışlığın yine<br />

şehirde olduğuna bir küçük tokat çarpıyor<br />

gibi. Mekan araştırması da gayet iyi ve filme<br />

çok iyi eşlik ediyor. Sakarya Araf’tan bir keşif<br />

mi?<br />

Ben de yolculuklar vardır. İnsanın yolculukları,<br />

yolları ama bugünle ilgili şeyler anlatırım genelde.<br />

En sıradan gibi görünen yerlerin cazibesi<br />

beni çok çeker. Karasu ya da Karabük, içinden<br />

geçerken çok da yaşamayı düşünmediğimiz yerlerin<br />

cazibesi ve içine girdiğimizdeki büyüsü de<br />

beni çeker.<br />

Dalga ve kadın duygusu gayet iyi oturuyor<br />

filme. Dalgalar bana çok iyi geldi, filmin<br />

algısını çok iyi yerlere götürmüş. Görülmüş<br />

yerler mi, yoksa yazdıktan sonra keşfedilen<br />

yerler mi oralar?<br />

Ben Karadeniz çocuğuyum. O dalgalara bakarak<br />

büyüdüm. Yazmak bir imgenin peşinden<br />

koşmak aslında. Böyle bir imge hep vardı ben<br />

de yazarken. Sadece dalga değil tabii, kadınların<br />

içindeki yoğunluk hali de. Genellikle çok not<br />

tutan, onlarla yaşayan biri değilim ben. Benim<br />

notlarım, dipnotlarım hep zihnimdedir. Onların<br />

yoğunluğu ben de kalır ve sonra geri gelir. Çok<br />

uzun zaman yerimde durmayı da sevmem.<br />

Hareket etmek, gitmek, içinde yaşamak, o yerlere<br />

dokunmak benim çok ilgimi çeker. Karasu’ya<br />

da yolum düşmüştü bir zaman. Bir fırtına gecesi<br />

beni tekrar çağırdı yazarken. Bütün bunlar bir<br />

serüven aslında bir çeşit yolculuk…<br />

Kadın oyuncuları seçerken neler<br />

düşündünüz, tam nokta atışı yaptığınız belli<br />

oluyor ya da çok çalışma yapılmış herkes<br />

birbirinin reaksiyonuna girmiş gibi, neler söylersiniz?<br />

Her zaman oyuncuma çok güvenirim. Bir çok<br />

ilişki kurduktan sonra bulursunuz olması gereken<br />

kişiyi. Süreci içinde yaşayarak, sonuna kadar<br />

giderek karar veririm. Yazma sürecinde kimlerin<br />

bu rolün altından kalkabileceğini hayal etmek.<br />

Bazen hiç ortada olmayan birini keşfetmeyle<br />

de sonuçlanır. Yeter ki o ve doğru kişi olduğunu<br />

keşfedeyim.<br />

İki başarılı oyuncudan sadece birinin ödül<br />

alması konusundaki düşünceleriniz?<br />

Bence her iki rol de çok zorluydu. Her ikisinin<br />

de hem beraber hem ayrı sahneleri zordu ve<br />

birbirleriyle oluşturdukları kimya çok iyiydi. Her iki<br />

karakter de birbiriyle var oldu, dolayısıyla benim<br />

için çok zor ayrışması.<br />

Biraz kısaltılarak ve 15+ alarak vizyona girecek<br />

sanırım öyle değil mi? Bir de kadına<br />

bakış olarak en cesur filmlerinizden diyebilir<br />

miyiz?<br />

Evet bir takım kısaltmalar olacak. Filmin hem<br />

Yönetmen Kurgusu hem de Vizyon Kurgusu<br />

olacak. Evet Türkiye’nin görebileceği cesur ve<br />

dünya sineması içinde önemli bir yere sahip bir<br />

film diyebiliriz. Mahremiyet çok konuşabildiğimiz


ir alan değil çünkü. Buradaki insanlar ne hissediyorsa<br />

Hindistan, Toronto ve Varşova’daki insanlarda<br />

aynı duygular ve karınlarında bir yumruyla<br />

çıktılar ve günlerce etkisinde kaldıklarını söylediler.<br />

Bu önemli. Bir şekilde herkese değiyor ve<br />

herkesin derdi var ilişkilerimizde, varoluşumuzda.<br />

Bunu tartışabilmeye açmayı önemli buluyorum<br />

ben.<br />

Şehnaz’ın başlangıç hikayesi çok net değil<br />

mesela, ama klasik modern bir ilişinin<br />

açmazları, saklanmışlığı var. Daha zor girdik…<br />

Elmas’ın ki ise daha net bir karşı koyuş.<br />

Çünkü Şehnazda öyle yaşıyor. Şehnazda kendi<br />

komplikasyonunun içine çok zorlanarak giriyor.<br />

Rüyaları, baskıladığı bütün duygularıyla kendisinin<br />

yüzleşmesi çok kolay olmuyor. Çünkü<br />

seçilmiş bir hayatın içindeki sızı daha büyük oluyor.<br />

İteklenmiş bir şeyin kurbanı değil o. Sevdiği,<br />

özlediğini düşündüğü bir hayatı, aşık olduğunu<br />

düşündüğü bir adamı yaşayamaması… İçindeki<br />

sızı bir kağıdın eli kestiğinde içimize oturan bir<br />

sızı vardır ya, öyle. Büyük sözler söylemediği,<br />

bize bunları yaşattırdığı ve hissettirdiği için komplikasyonla<br />

baş başa bırakıyor. Bunun fark edilmesi<br />

de çok zor demek istiyorum.<br />

Doğa ve taşra dediğimiz şey biraz da insanın<br />

içindeki özün ortaya saçılmasına olanak da<br />

tanıyor gibi…<br />

Evet yalnızlık, kendinle kalma hali. Orası bir<br />

kenarda kalmış, karamsar, içinde yaşanılmaz bir<br />

kasaba gibi algılanabilir. İğreti bir bağ kurabilirsiniz<br />

orayla. Ama aynı yer siz de çok başka yoğun<br />

duygular da yaratabilir. Söylüyor zaten, onu<br />

çocukluğuna götürüyor, birtakım bağlar yaratıyor.<br />

Hayat ya algılanarak ya içinde yaşanarak<br />

hissedilen bir şeydir ya da bunu ıskalayarak<br />

varoluşunuzu sürdürebilirsiniz. Bir rutinin içinde.<br />

O rutinden çıkıyor aslında. Yeniden çocukluğunu<br />

hissettiğini söyleyerek, yeniden nefes almayı<br />

hissederek, içindeki coşkuyu patlatmayı<br />

yaşayarak…<br />

Son olarak neler söylersiniz…<br />

Filmler, eserler böyle. Bir sürü şeyi bize söylüyor.<br />

Ama seyirci kendi dünyasından bakma<br />

özgürlüğüne de sahip. Her söylediğimi kafasına<br />

dikte ederek yapmam. O algısını kendi yaratır,<br />

bazen bana kızar, bazen benle örtüşür. Çok da<br />

kafasını yönlendirmek istemem yani buradan bir<br />

yönetmen olarak…


JUSTIN KURZEL<br />

HOLLYWOOD’TA<br />

YÜKSELiŞTE<br />

HALİL İBRAHİM SAĞLAM<br />

n 3 Ağustos 1974’te<br />

Avustralya’da doğan<br />

yönetmen Justin Kurzel,<br />

2005’te 6 dakikalık Blue<br />

Tongue adlı kısa filmiyle<br />

dikkat çektikten tam<br />

6 yıl sonra 2011’de ilk<br />

uzun metrajı Snowtown’a imza attı. Oldukça<br />

sert, kanlı, sinir bozucu ve tartışmalı<br />

bir seri katil filmine imza attıktan sonra<br />

dikkatleri üzerine çeken Kurzel, önce Macbeth,<br />

ardından Assassin’s Creed filmleriyle<br />

Hollywood dünyasının içine giren vizyon<br />

sahibi bir yönetmen olacaktı. Son iki filminde<br />

de Michael Fassbender ve Marion<br />

Cotillard’la birlikte çalışan Kurzel, kendi gibi<br />

Avustralyalı olan ve The Babadook filmiyle<br />

çıkış yapan oyuncu eşi Essie Davis’le de<br />

Assassin’s Creed’te beraber çalıştı. Kurzel,<br />

ayrıca üç filminde de görüntü yönetmeni<br />

Adam Arkapaw ve müzisyen kardeşi Jed<br />

Kurzel ile çalışarak biçimi ön plana çıkaran<br />

sinemasında takım oyununu devam ettirdi.


Son iki filminde de Michael Fassbender<br />

ve Marion Cotillard’la birlikte<br />

çalışan Justin Kurzel, oyuncu<br />

eşi Essie Davis’le de Assassin’s<br />

Creed’te beraber çalıştı.<br />

Video oyun hayranlarının yıllardır merakla<br />

bekledikleri Assassin’s Creed’in<br />

film uyarlaması 23 Aralık 2016’da ülkemizde<br />

vizyona girdi. Dünya çapında genel<br />

olarak olumsuz eleştiriler alan film,<br />

beyazperdede hem hayranlarını hem<br />

eleştirmenlerini tatmin edemeyen oyun<br />

uyarlamalarına yeni bir halka olarak<br />

eklenmiş gözüküyor. Gelin, Kurzel’in<br />

tüm filmografisine beraber göz atalım.<br />

Snowtown (2011)<br />

Avustralya’nın Snowtown kasabasında<br />

1<strong>99</strong>2-1<strong>99</strong>9 yılları arasında işlenen ve<br />

tarihe “Bodies in Barrels” ya da “Snowtown<br />

Murders” olarak geçen seri cinayetleri<br />

konu alan film, yalın ve soğukkanlı<br />

bir şekilde içerdiği şiddet ve vahşet<br />

sahneleriyle ses getirmişti. Kurbanlarını<br />

pedofili ve eşcinsellerden seçen seri<br />

katil John Bunting’in baba figürü<br />

eksikliği çeken, cinsel tacize ve tecavüz<br />

girişimine uğrayan 16 yaşındaki Jamie<br />

Vlassakis’in aklını manipüle ederek onu<br />

cinayetlere ortak edişini işlerken ses ve<br />

imge kullanımıyla tedirgin edici<br />

bir gerçeklik hissi yaratıyordu.<br />

Kurzel, 2 milyon dolar bütçeyle<br />

kotardığı ilk filminde ilk defa<br />

oyunculuk yapan ve yüz olarak<br />

Heath Ledger’ı andıran Lucas<br />

Pittaway’i sinemaya kazandırırken<br />

Cannes’da “FIPRESCI özel ödülü”<br />

başta olmak üzere toplamda 22<br />

ödül kazanarak dikkatleri üzerine<br />

çeken bir çıkış yaptı.


Macbeth (2015)<br />

Justin Kurzel’in Hollywood’a ve yüksek<br />

bütçeli filmlere geçecek kariyerinin<br />

ilk alıştırması olan Macbeth,<br />

esasında sadece 15 milyon dolar<br />

bütçeye sahipti ve 68. Cannes Film<br />

Festivali’nin ana yarışma filmleri<br />

arasında yer aldı. Yeni Macbeth, senaryo<br />

açısından Orson Welles’in 1948<br />

tarihli klasik uyarlamasına daha sadık<br />

olmakla birlikte biçimsel olarak Roman<br />

Polanski’nin 1971 yapımı<br />

kanlı ve ürpertici yorumunun<br />

peşinden gidiyordu.<br />

Görüntü yönetmeni<br />

Adam Arkapaw’ın<br />

sinematografik bir şova<br />

döndürdüğü görsel<br />

tercihleriyle ve Chris<br />

Dickens’ın izleyiciye<br />

nefes aldırmayan kurgu<br />

stiliyle öne çıkan film<br />

kuşkusuz en iyi Macbeth<br />

uyarlaması olmasa<br />

da görsel açıdan en cezbedicisiydi.<br />

Snowtown gibi sert ve ses getiren bir<br />

filmle kariyerine başlayan Kurzel’in en<br />

karanlık Macbeth uyarlamasına imza<br />

atması şaşırtıcı bir durum değildi. Bunun<br />

üzerine filmin kurgusu da seyirciyi<br />

tamamen filmin içerisine hapsederek<br />

ve nefes alması bile engellenecek<br />

şekilde kurulunca kasvetli ve izleyiciyi<br />

zorlayıcı bir atmosfer ortaya çıkıyordu.<br />

Michael Fassbender, Macbeth’in<br />

dönüşümünü, hırslarını, delirmişliğini<br />

oldukça inandırıcı ve izleyiciye hissettirecek<br />

bir yoğunlukta vermeyi<br />

başarırken, Marion Cotillard’ın Lady<br />

Macbeth performansı yetersiz ve edilgen<br />

kalıyordu.<br />

Assassin’s Creed (2016)<br />

Macbeth’in vizyoner başarısının<br />

ardından blockbuster filmler arenasına<br />

geçiş yapan Kurzel, Ubisoft’un popüler<br />

aksiyon / macera video oyunu serisi


Assassin’s Creed’i 130 milyon dolar<br />

bütçeyle ve yine Fassbender ve Cotillard<br />

birlikteliğiyle beyazperdeye<br />

aktarıyor. Assassin’s Creed<br />

oyunlarında bir ameliyat<br />

masası şeklinde tasvir edilen<br />

ve karakterin içindeyken<br />

baygın halde olduğu “Animus”,<br />

filmde güncellenerek daha<br />

aksiyonel bir tasarım halini alıp<br />

Real Steel’de robotların içinde<br />

senkronize şekilde dövüşen<br />

insanları hatırlatıyor. Alternatif<br />

tarih kurgusuyla bir nevi Dan<br />

Brown uyarlamalarına öykünen<br />

film, Da Vinci Şifresi’nde bahsedilen<br />

Tapınak Şövalyeleri ile Melekler ve<br />

Şeytanlar’da yer alan Haşhaşiler’i karşı<br />

karşıya getirerek Robert Langdon’un<br />

“Kutsal Kâse” arayışı gibi Callum<br />

Lynch’i “Cennet Elması” yolculuğuna<br />

çıkarıyor. Görüntü yönetmeni Arkapaw,<br />

bilimkurgu kısımlarında mavi, tarihi<br />

bölümlerinde ise gri ve sarı tonlara<br />

imza atarak Macbeth’teki üç rengi yine<br />

kullansa da onun kadar güçlü bir atmosfer<br />

yaratamıyor. Gerek 1492’nin<br />

İspanya’sında gerekse günümüzdeki<br />

Madrid ve Londra sahnelerinde görseller,<br />

karanlık ve yoğun bir şekilde<br />

sis ya da duman altında kalıyor. Bu<br />

durumda 130 milyon dolar bütçeli<br />

filmin görsel efektlerinin başarısının<br />

gölgelendiğini veya yetersizliğinin üzerinin<br />

örtüldüğünü düşünmek mümkün<br />

hale geliyor. Aksiyonu ve müzikleriyle<br />

sürükleyici bir seyirlik olsa da diğer<br />

kısımlarında yavan senaryosuyla göze<br />

batan, vizyon sahibi yönetmenini ve<br />

görüntü yönetmenini memuriyete<br />

düşüren, Fassbender – Cotillard ikilisinin<br />

kimyasını yine tutturamayan,<br />

iddiasının ve yarattığı beklentinin<br />

altında kalan, oyun uyarlamalarının<br />

makus talihini değiştiremeyen bir yapım<br />

olarak hafızalara geçiyor.


POLİTİK KAOSLARIN TEK<br />

PANZEHİRİ SANAT!<br />

Tayfur Aydın’ın yurtsuzluk, hasret temalarına odaklı 2. filmi<br />

Siyah Karga’da Kaçakçı Sait rolünü üstlenen Aydın Orak,<br />

politik kaosların tek panzehirinin sanat olduğunu düşünüyor.<br />

GİZEM ERTÜRK<br />

n 2016’nın son yerli yapımlarından Siyah Karga,<br />

uzun süre festival yolculuğunun ardından<br />

aralık ayının sonunda seyirciyle buluştu. Dünya<br />

prömiyerini İstanbul Film Festivali’nin Ulusal<br />

Altın Lale Yarışması’nda yapan film son olarak<br />

4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nden En<br />

İyi Görüntü Yönetimi ödülüyle ayrıldı. Tayfur<br />

Aydın’ın yurtsuzluk, gurbet ve hasret temalarına<br />

odaklı ikinci filmi Siyah Karga’da Kaçakçı Sait<br />

rolünü üstlenen Aydın Orak, politik kaosların tek<br />

panzehirinin sanat olduğunu düşünüyor.<br />

Siyah Karga uzun süren festival<br />

yolculuğunun ardından nihayet vizyona girdi.<br />

Nasıl gidiyor her şey?<br />

Şu sıralar ülke gündemi durulmuyor. Ya da<br />

aslında hep mi gündem yoğun? Artık sağlıklı bir<br />

değerlendirme yapmak sanırım mümkün değil.<br />

Bu tür politik kaosların tek panzehiri sanat. Şu<br />

sıra Siyah Karga filminin vizyon yoğunluğu var.<br />

Vizyon da söyleşiler, seyirciyle buluşmalar,<br />

sohbetler, filmle ilgili olumlu olumsuz eleştirilerle<br />

gidiyor.<br />

Filmde yalnızca oyuncu değil, yapım şirketin<br />

Orak Film ile dağıtımcı olarak da yer aldığın<br />

için bize filmin yapım sürecinden de biraz<br />

söz edebilir misin?<br />

Tayfur(Aydın) benim çok eski arkadaşım. Filmin<br />

her sürecinde beraberdik neredeyse. Bana<br />

Sait karakterini önerince başta biraz mesafeli<br />

yaklaştım. Sonra olabileceğini söyledim. Ve<br />

nihayetinde bu karakteri oynadım. Orak Film<br />

zaman zaman bazı filmlerin dağıtımını da<br />

yapıyor. Bunu bir zorunluluktan yapıyoruz desem<br />

yeridir. Türkiye’deki dağıtım durumu malum…<br />

Filmler dağıtımcı bulamıyor. Dağıtımcılar ticari<br />

filmlere öncelik tanıyor. Bu tür bağımsız filmlere<br />

neredeyse vizyonda hiç şans verilmiyor. İlk<br />

Asasız Musa filmimde bu sorunla karşılaşınca<br />

kendi filmimizi kendimiz dağıtalım dedik ve<br />

dağıtıma da başladık. Şu ana kadar 7-8 film<br />

dağıttık.<br />

Film katıldığı festivallerde beğeni<br />

toplamasına rağmen (İstanbul, Antalya gibi)<br />

ödülsüz dönmesini nasıl yorumluyorsun?<br />

Festivallerdeki ödüller filmler için ne kadar<br />

önemli sence?<br />

Bence ödül için ya da festival için film yapılmaz.<br />

Bir filmin olması gerektiği yaratıcılıkta perdeye<br />

aktarılır. Gerisi festival, ödül, gişe başarısı sonra<br />

gelirse gelir. Her film kendi kaderini yaşar diye bir<br />

söz var. Bu bir yere kadar doğru. Bir film çektiniz<br />

ve kaderine bıraktınız. Bu da doğru değil.<br />

Filmlerin kaderleri yönetmen, yapımcı ya da<br />

dağıtımcının elinde… Bu kader kısmen de olsa<br />

değiştirilebilir. Ödüllerin motive edici bir gücü<br />

var. Bunu göz ardı edemeyiz. Fakat ödül için film<br />

yapılmaz. Film seyirci için yapılır. Bir derdiniz ya<br />

da anlatmak istediğiniz var. Bunu kamera diliyle<br />

seyirciye sunarsınız.<br />

Bu arada 4. Boğaziçi Film Festivali’nde<br />

aldığınız En İyi Görüntü Yönetimi ödülünü<br />

tebrik ederim. Filmin çok iyi kurulmuş bir atmosferi<br />

var. Ancak bu görsel anlatının zaman<br />

zaman filmin meselesinin önüne geçtiğini<br />

düşünüyor musun?<br />

Bu filmin yönetmen filmi olduğunu düşünüyorum.<br />

Karakter sineması değil, yönetmen sineması.<br />

Bunun çeşitli kodları, yaklaşımları var. Filmin<br />

görsel dili ön planda... Karakterler derinlikli<br />

çizilmemiş, atmosferin içinde birer figür olarak<br />

çizilmiş. Hikayenin bir parçasılar. Fakat her şeyi


AYDIN<br />

ORAK


değiller. Birçok karakter var. Bunların neredeyse<br />

hiçbirinin gizil, derinlikli, etraflı bir anlatımı yok.<br />

Yönetmen-senarist bunu farkında ve bilerek<br />

yaptığını düşünüyorum. Bundan dolayı Siyah<br />

Karga bir karakter filmi değil, yönetmen filmidir.<br />

Filmde “Kaçakçı” rolünü üstlendin. Senin<br />

için yabancısı olmadığın bir durum olduğunu<br />

okumuştum. Senin hayatından nasıl izler<br />

taşıyor karakter?<br />

Evet. Ben de sınır bir ilçede doğup büyüdüm.<br />

Çok da tanıdığım kaçakçı oldu. Çok hikayelerini<br />

dinledim. Film fikir aşamasındayken de Tayfur<br />

ile mekan bakmak ve araştırma yapmak için<br />

kaçakçılarla röportajlar yaptık, gerçek hikayeler<br />

dinledik. Benim doğup büyüdüğüm yerler düz bir<br />

coğrafya ve katırlarla kaçakçılık yapılmıyor. Fakat<br />

filmdeki mekanlar dağlık ve katırlar var. Buna<br />

alışmam biraz zor oldu. Bir kere dağlar, yamaçlar,<br />

uçurumlar, kar, kış var. En önemlisi de sürekli<br />

beraber oynadığınız katırlar var. Her tekrarda<br />

katırlar da aynısını yapmak zorunda. Bu tekrarı<br />

siz yaparken katıra da yaptırmak zorundasınız.<br />

Tiyatro kökenli olmanın etkilerini sinemadaki<br />

oyunculuğuna da aktardığını söyleyebilir<br />

miyiz?<br />

Sonuç itibarıyla oyunculuğu tiyatroyla öğrendim.<br />

Fakat bu oyunculuk klasik tiyatro oyunculuğu<br />

değil, türüne göre değişim gösteren bir biçim.<br />

Yönetmenin sizden istediğini yapıyorsunuz. Size<br />

içe dönük, dışa dönük, büyük oyna, küçük oyna<br />

der siz de onu yaparsınız. Fakat öncesinde sizin<br />

o karakter için yaptığınız bir çalışma var. Yönetmen<br />

sizden tüm çalıştıklarınızı çöpe atmanızı<br />

da isteyebilir. Onun için öncesinden Tayfur ile bu<br />

karakterin biçim olarak nasıl bir devinim, oyunculuk,<br />

hareket, gestus yapması gerektiğini çalıştık,<br />

tartıştık. Ve böyle bir karakter çıktı.<br />

Filmin gerçeğe çok yakın bir anlatım dili var.<br />

Hatta yer yer belgesel ve kurmaca arasında<br />

olarak yorumlanıyor. Böyle bir anlatım dili<br />

seçilmesinin nedeni ne?<br />

Aslında tamamen kurmaca olan bir filmin yer yer<br />

belgesel gibi duruyor yorumu iyi bir şey sanırım.<br />

Çünkü toplumsal gerçekçi bir konuyu, gerçeğe<br />

en yakın çekebilmek önemli bir detay. Nasıl ki<br />

sinemada hayattaki gerçek ışığa ulaşmak için<br />

ışık kullanılıyorsa, oyuncu gerçek bir karakteri<br />

rol yapmadan doğala en yakın oynayabiliyorsa,<br />

sinema da hayatın gerçekliğine en yakınını<br />

yakalamak için çaba sarf ediyordur. Şayet<br />

kurduğunuz hikaye fantastik değilse.<br />

Film özünde bir kaçış hikayesi… Ana ve yan<br />

hikayelerdeki trajedilere rağmen filmin naif<br />

bir anlatım dili kullanması da gerçeklerden bir<br />

kaçış mı?<br />

İşte tam da demin söylediğim gerçekliğe en<br />

yakınını yakalamak cümlesine “naif, estetik” de<br />

dahil olduğunda sanat yada sinema sanatı olma<br />

potansiyelini taşır. Böyle yorumlanabilir.<br />

Sınırlarda geçen bir film olduğu için film<br />

derdi de aslında sınırlarla… Oldukça politik<br />

bir film olabilecekken daha mistik, masalsı ve<br />

naif bir dil kullanılması neden sana göre?<br />

Bu yönetmenin tercihi bence... Daha politik, sert<br />

bir hikaye olabilecekken bir masalın merkeze<br />

alınması kurulan bir yapı. Bu yapının tek sahibi<br />

de yönetmen ve senarist. Tayfur’un önceki filminde<br />

de böyle bir dil vardı. Hikayelerini böyle<br />

kurmayı seviyor. Bu belki de kendince kurmak<br />

istediği bir dil. Başka şekilde de yorumlanabilir.<br />

Ama ben böyle okuyorum.


Tiyatro, sinema ya da dizi oyunculuğunun farkı<br />

var mı ya da olmalı mı?<br />

Tümünün ortak odak noktası oyun. Oyun<br />

geleneğinin sonucunda oyunculuk tür ve biçimleri<br />

olagelmiştir. Tiyatroda birçok oyunculuk<br />

biçimi var; Klasik, epiki absürd, grotesk... Bu<br />

türler günümüzde dillendirilmeden ve kategorize<br />

edilmeden gerek sinemada gerekse dizilerde<br />

yer alıyor. Sinemadaki oyunculuk biçimleri de<br />

ayrıştırılabilir. Dizilerdeki de. Fakat sonuç itibarıyla<br />

senaryonun üslubu, yönetmenin istediği, hikayenin<br />

getirdikleri size ne tür oyunculuk yapmanız<br />

gerektiğini dayatıyor. Siz de ona göre rolünüzü<br />

yapıyorsunuz. Fakat çoğu zaman sinemada da<br />

dizilerde de oyunculuk tür karmaşası yaşanıyor.<br />

Her oyuncu bir oyunculuk biçimine yatkındır.<br />

Biri epik, rolü ve kendisi arasında bir mesafe<br />

koyarak oynar. Aynı filmdeki diğer oyuncu absürt<br />

oyunculuğu benimsemiştir. Bir diğeri ise grotesk<br />

oynar. Aynı ailedeki karakterlerin ayrı oyunculuk<br />

biçimleri sergilemesi bir tutarsızlıktır. Şayet bu bir<br />

tercih değilse, yönetmenin dikkatsizliğidir. Yine<br />

dillerin kendine ait bir oyunculuk biçimi var.<br />

Her dilin bir ağırlığı, artikülasyonu, derinliği<br />

var. Bazı dillerde yapamayacağınız yada gerek<br />

duymayacağınız, olursa fazla olur, yanlış<br />

olur denilen bir takım gestus, devinim, el kol,<br />

jest ve mimikler var. İngilizce oynadığınızda<br />

Türkçedeki bazı oyunculuk alışkanlıklarını<br />

unutmanız gerekebilir.<br />

Bildiğim kadarıyla tek kişilik şovlar da<br />

yapıyorsun, biraz neler yaptığından söz<br />

eder misin?<br />

20 yıldır tiyatro yapıyorum. Hakkari’den İzmir’e<br />

İsveç’ten Avustralya’ya kadar bu süre zarfında<br />

turneler yaptım. Daha çok tek kişilik oyunlar<br />

sahneledim. En son Actor adında anlatım<br />

tiyatrosu formunda kısmen şov denebilen bir<br />

oyun sahneledim. Bu oyunu önümüzdeki<br />

süreçte sahnelemeye devam edeceğim<br />

sanırım.<br />

Hem yönetmenlik hem de oyunculuk yapan<br />

birisi olarak, öncelikle hangisiyle anılmak<br />

ya da yapmak seni daha çok mutlu ediyor?


Benim asıl mesleğim oyunculuk. 20 yıldır hep<br />

oyunculuk yaptım. Atölyeler açtım zaman zaman.<br />

Workshoplar yaptım. Gerek tiyatro gerek<br />

sinema oyunculuğu hep yaptığım şeydir. Fakat<br />

kafamda bazı fikirler beliriyor. Yazıyorum. Bana<br />

ait olan bir duygu bir hikaye. İlla ki anlatacağım<br />

dediğim şeyi kendim çekiyorum. Yani asıl<br />

mesleğim oyunculuk. Ama yönetmenlik ve diğer<br />

şeyler zaman zaman yapmak istediğim şeyler<br />

olabiliyor.<br />

Bu yıl ne yazık ki kötü geçen Antakya Film<br />

Festivali’nde hem jürilik hem de çeşitli atölyeler<br />

yaptın. Kendi adına nasıl bir deneyimdi?<br />

Her festivalin kendine göre sorunları oluyor.<br />

Antakya’nın da sıkıntıları, eksiklikleri çok vardı.<br />

Antalya film festivaline giderken festivalin<br />

uçağıyla gidiyorsunuz. Ama Antakya’da otogardan<br />

alacakları bir servis aracı bile olamayabilir.<br />

Ve siz durakta bavullarınızla durağa gidip, minibüse<br />

binip sinema salonuna yada otelinize gidebilirsiniz.<br />

Bunları yaşadım. Aynı koşulları beklemek<br />

doğru değil. Bana göre festival bir şekilde<br />

kotarılması gerekiyordu. Ben festival boyunca<br />

neredeyse her gün sabahları kolejde workshop<br />

yaptım. Akşamları ise sinema atölyesinde gençlerle<br />

pratik sinema atölyeleri yaptım. Benim<br />

açımdan çok verimli geçti. Benim için pratikte bir<br />

şeyler yapmak her zaman daha doğru gelmiştir.<br />

Eylem alanını bırakmak, gitmek bana göre<br />

şeyler değildir. Ben eksikler, sorunlar var diye bir<br />

alanı terk etmem. Çelişkilerin giderildiği yer eylem<br />

alanıdır. Evde oturarak çelişkiler, eksiklikler,<br />

sorunlar giderilmez. Dolu dolu bir hafta geçirdim.<br />

Kendi filminiz dışında yerli yapımlardan sana<br />

göre 2016’nın En İyi Filmi neydi?<br />

2016’da çok iyi yerli film olduğunu<br />

düşünmüyorum. Bana göre bir yığın kötü filmle<br />

kapatıyoruz yılı. Yerli olarak film ismi söyleyemiyorum.<br />

Ama 2016’da izlediğim en iyi filmin<br />

Ashkar Farhadi’nin Satıcı filmi olduğunu söyleyebilirim.<br />

Dünya sinemasında oyunculuğuna hayran<br />

olduğun isimler kimler?<br />

Benim hiçbir zaman “hayran” ve “en iyi”<br />

kavramım olmadı. İyi performans sergileyen<br />

oyuncular var. Ve iyi filmler var.<br />

Başucu filmlerin hangileri?<br />

Angelopulos, Kislowsky, Paradjonov, Abbas Kirostami,<br />

Ashkar Farhadi şimdi aklıma gelen yönetmenler<br />

ve tüm filmleri diyebilirim.<br />

Ve son olarak 2017 planlarını öğrenebilir<br />

miyim?<br />

Şimdi kurguda olduğum bir filmim var. Onu bitirmeye<br />

çalışıyorum. Oyunculuk olarak da belli olan<br />

bir sinema filmi var. Ama daha tarih belli değil.<br />

Bir-iki televizyon işi var. Onların görüşmeleri devam<br />

ediyor. Actor tiyatro oyunu var.


2016 KORKU FİLMİ<br />

GİBİ GEÇTİ BUNLAR DA<br />

EN İYİ KORKU FİLMLERİ<br />

Türkiye’de 2016 yılı içerisinde<br />

gösterime giren korku filmleri<br />

arasından bir en iyiler listesi yaptık.<br />

Bakalım korku sineması açısından<br />

nasıl bir vizyon senesi geçirmişiz?”<br />

MURAT KIZILCA<br />

n Geçtiğimiz sene<br />

yerli korkuları tiye alan<br />

bir korku-komedi ile<br />

yerli ortak yapımcı ile<br />

çekilen bir ‘çöp’ filmi<br />

de sayarsak toplam<br />

28 tane yerli korku<br />

filmi gösterime girdi.<br />

Yabancı korku filmlerine batığımızda ise<br />

toplam sayının 31 olduğunu görüyoruz.<br />

Ağırlık her zaman olduğu gibi ABD yapımı<br />

filmlerde; gösterime giren yabancı korku<br />

filmlerinin 13 tanesi ABD yapımı, ortak<br />

yapımları da eklersek bu rakam 24’e<br />

çıkıyor. Yani ABD’nin eli değmeyen sadece<br />

7 korku filmi izleyebilmişiz. Bu durumda<br />

2016 vizyonunun toplam korku filmi<br />

sayısı ise 28’i yerli, 31’i yabancı olmak<br />

üzere 59 ediyor. Vizyona, yabancı korku<br />

filmleri penceresinden şöyle bir genel<br />

olarak baktığımızda, senenin ses getiren<br />

iyi filmlerinin değil de daha çok ABD’deki<br />

büyük stüdyoların desteğini almış filmlerin


tercih edildiğini görüyoruz. Bunda tabii ki<br />

ABD’nin yaygın dağıtım ağının ellerinin<br />

fazlasıyla uzun olmasının etkisi bariz.<br />

Araya sıkışan birkaç düşük bütçeli korku<br />

filmi de hem fazla salon bulamadığı, hem<br />

de yeterince tanıtımı yapılamadığı için<br />

tatmin edici seyirci sayısına ulaşamamış.<br />

Aşağıdaki listede Türkiye’de gösterime<br />

giren 59 film arasından seçtiklerimizden<br />

oluşan, öne çıkan korku filmlerini bir<br />

araya getirdik.<br />

Evolution / Evrim<br />

Evolution, geçen sene Türkiye’de<br />

gösterime giren korku filmleri<br />

arasında tartışmasız en iyisiydi.<br />

Lucile Hadzihalilovic, sadece<br />

yetişkin kadınlar ile erkek<br />

çocukların bulunduğu, çürümeye<br />

yüz tutmuş hastanesi ve az<br />

eşyalı basit köy evleriyle sanki<br />

başka bir dünyaya ya da zamana<br />

aitmiş izlenimi veren bir adayı mekân<br />

olarak seçerek tedirgin edici bir atmosfer<br />

yaratıyor. Nicolas isimli çocuğun denizin<br />

dibinde bir erkek çocuk cesedi görmesiyle<br />

fitili ateşlenen gizemli olaylar silsilesi,<br />

seyirciyi hiç ummadığı yerlere götürüyor.<br />

The House on Pine Street / Lanetli Ev<br />

Perili ev ve hayalet filmlerine<br />

getirdiği yeni bakış açısı ile dikkat<br />

çeken The House On Pine<br />

Street, ezberbozan yapısına<br />

rağmen alt türün klişelerine<br />

sadık kalmaya devam ediyor.<br />

Anne (ya da baba) olma<br />

endişesini merkezine alarak her<br />

anıyla etkili olmayı başaran bir<br />

anlatı sergiliyor.<br />

The Corpse of Anna Fritz / Ölüm ve Ötesi<br />

İspanya’dan ucuz, ama her yönüyle dört<br />

dörtlük bir korku-gerilim. İnsanoğlunun<br />

karanlık yönlerine göz atan The Corpse<br />

of Anna Fritz’in hazmı zor sahnelerle<br />

süslü anlatısı her izleyiciye göre değil.<br />

Nekrofili ve kadın düşmanlığı gibi hassas<br />

mevzuları böylesi heyecanlı bir öyküye<br />

yedirmek gerçekten beceri istiyor.


Goodnight Mommy / Ölümcül Oyun<br />

Yaklaşık iki sene süren festival yolculuğu<br />

sonrasında nihayet geçtiğimiz<br />

sene gösterime girebilen Goodnight<br />

Mommy, müziğe sırtını<br />

dayamadan seyirciyi germeyi<br />

başarabilen ender filmlerden<br />

biri. Kim Jee-woon şahikası A<br />

Tale of Two Sisters sosuna fazlaca<br />

bulanmış olsa da, Haneke<br />

sinemasına yakın dursa da kendi<br />

ayakları üzerinde durmayı biliyor. Çok ama<br />

çok sinir bozucu bir deneyim.<br />

The Shallows / Karanlık Sular<br />

Blake Lively’nin canlandırdığı Nancy’nin<br />

tek başına sörf yaparken köpekbalığı<br />

saldırısına uğrayarak, kıyıya çok yakın bir<br />

yerde mahsur kalmasını konu alan The<br />

Shallows, tıkır tıkır işleyen bir katil hayvan<br />

filmi. Jaws sonrası belli aralıklarla popüler<br />

olan bir dolu ‘çöp’ köpekbalığı filmi içinde<br />

ışıl ışıl parlayan bir avuç filmden biri<br />

olarak hatırlanacak.<br />

Ouija: Origin of Evil / Ölüm Alfabesi:<br />

Kötülüğün Başlangıcı<br />

Berbat bir ilk filmin sürpriz gişe başarısı<br />

sonrasında projelenen Ouija:<br />

Origin of Evil, herhangi bir ‘işçi’<br />

yönetmenin ellerinde sıradan bir<br />

korku filmi olabilirdi ama Mike<br />

Flanagan’ın yerinde tercihleriyle<br />

bambaşka bir hale bürünüyor.<br />

Aslında ortada öyle ahım şahım<br />

bir senaryo yok, klasik bir perili<br />

ev hikâyesi anlatılıyor. Ama doğru<br />

oyuncu tercihleri (ve yönetimi), tadında ve<br />

etkili koltuktan zıplatan sahneler (jumpscares),<br />

ilk film ile kurulan çok doğru<br />

bağlantılar ve olası bir devam filmine<br />

doğru atılan şık köprü ile Ouija: Origin of<br />

Evil, bir devam filminde olması gereken<br />

bütün özelliklere eksiksiz sahip. Flanagan,<br />

son dönem ana akım korku sinemasının<br />

en etkili yönetmenlerinin belki de başında<br />

geliyor.<br />

The Neon Demon / Neon Şeytan<br />

Pusher üçlemesi, Bronson, Drive ve Only<br />

God Forgives ile müthiş bir filmografi<br />

oluşturma yolunda emin adımlarla ilerleyen<br />

Nicolas Winding Refn’in son filmi The<br />

Neon Demon, yıldız olma hedefiyle büyük<br />

şehre gelen ve büyüleyici güzelliğinin<br />

de yardımıyla kariyer basamaklarını<br />

hızla tırmanmaya başlayan genç bir kızın<br />

yaşadıklarını anlatıyor. The Neon Demon,<br />

cafcaflı ama içi boş moda dergileri<br />

gibi rengârenk. Işıltısı ile bile gözlerinizi<br />

alacak birçok sahneye ev sahipliği<br />

yapıyor. Evet, çok da ağırlığı olan farklı<br />

bir şey anlatmıyor ama biçimsel tercihleriyle<br />

fark yaratıyor.<br />

Don’t Breathe / Nefesini Tut<br />

Evil Dead yeniden çevrimiyle<br />

birçok tartışmaya maruz kalan<br />

Fede Alvarez’in özgün denemesi<br />

için tersyüz edilmiş, bol sürprizli<br />

bir ev istilası (home invasion)<br />

diyebiliriz. Müthiş temposuyla<br />

neredeyse nefes almanıza bile<br />

izin vermeyen, adıyla uyumlu Don’t<br />

Breathe, önceki senenin yıldızı It Follows<br />

gibi Detroit’in terkedilmiş banliyölerinde<br />

geçiyor. Filmin hayranlarına önümüzdeki<br />

yıllarda çekilmesi planlanan bir devam<br />

filminin onaylandığı müjdesini de verelim.<br />

Baskın: Karabasan<br />

Can Evrenol’un uzun süredir<br />

beklenen ilk uzun metrajlı<br />

filmi Baskın, galasını Toronto<br />

Uluslararası Film Festivali’nin<br />

ünlü Midnight Madness<br />

seçkisinde gerçekleştirdikten<br />

sonra birçok önemli festivale<br />

konuk oldu. Yurtdışında aldığı<br />

olumlu tepkilerle göğsümüzü<br />

kabartan film, Türk Korku Sineması için<br />

yol gösterici bir öneme sahip ama ne<br />

kadar takipçisi olur bilinmez. 1 Ocak<br />

2016’da genel gösterime giren Baskın,<br />

beş polisin gizemli bir kâbus ağının içine<br />

düştüğü geceyi anlatıyor. Silent Hill ve<br />

Hellraiser kırması bir cehennem tasvirinin<br />

başköşeye yerleştiği final bölümünü<br />

(eğer hala görmediyseniz) muhakkak<br />

görmelisiniz.


HELL OR HIGH WATER<br />

MELANKOLiK<br />

SERT BiR AĞIT<br />

Hell or High Water son<br />

zamanlarda izlediğimiz Slow<br />

West ve True Grit gibi Western<br />

enerjisi olan bir suç dram filmi.<br />

TUĞÇE MADAYANTİ<br />

n Bu sene en iyi filmler<br />

listesini farklı duygularla<br />

beni en çok etkileyen filmlere<br />

göre yaptım. İlk sırada<br />

yer alan The Childhood of A<br />

Leader güçlü atmosferi ve<br />

müziğiyle ilk saniyesinden<br />

itibaren kişiyi koltuğa mıhlayan bir film. Bir<br />

çocuğun dünyanın başına tarih boyunca musallat<br />

olan faşist liderlerden biri olmaya doğru<br />

adım adım nasıl yaklaştığını gösteren bir film.<br />

İlk filmi ile genç yaşından bu denli çarpıcı bir<br />

filme imza atan yönetmen Brady Corbet müthiş<br />

müzik kullanımı ve yakaladığı atmosfer ile<br />

beni adeta koltuğa mıhlamayı başardı. Listede<br />

ikinci sırada yer alan Hell or High Water ise<br />

benim için tam bir sürpriz film. Taylor Sheridan<br />

(Sciaro) tarafından kaleme alınan senaryonun<br />

İskoç yönetmeni David MacKenzie (nedense<br />

yerli kaynaklarda hatalı bir şekilde İngiliz deniliyor).<br />

Sadece hikaye penceresinden bakınca


elki yeni bir şey yok ama bu filmde<br />

kesinlikle yeni bir şeyler var.<br />

Hell or High Water son zamanlarda<br />

izlediğimiz Slow West ve Trur Grit<br />

gibi Western enerjisi olan bir suç<br />

dram filmi. İki erkek kardeş rolünde<br />

Chris Pine (Toby) ve Ben Foster’ın<br />

(Tanner) kimyasının tutmuş olması<br />

ikilinin ilişkisinin son derece gerçek<br />

ve anlaşılır olmasını sağlamış. Film<br />

başlar başlamaz kısa bir süre içinde<br />

bu iki karakteri adeta senelerdir<br />

tanıyormuş gibi hissediyorsunuz ve<br />

diyalogsuz anlarında bile akıllarından<br />

neler geçtiğini, neler hissettiklerini<br />

anlıyorsunuz. Banka soygunu yapan<br />

bu iki kardeşin peşindeki Texas<br />

polisleri rolündeki ikili ise eşsiz tarzı<br />

olan usta Jeff Bridges (Marcus) ve<br />

gerçekte de Komançi olan Gil Birmingham<br />

(Alberto). İkisinin dostane ilişkisi<br />

ve uyumunu izlemek çok keyifliydi.<br />

Marcus’un Alberto’ya film boyunca<br />

söylediği ırkçı espriler ve tarihsel<br />

iğnelemeler aralarındaki sıkı ilişkiyi<br />

ters köşe yaparak ortaya koyması<br />

açısından da çok başarılıydı.<br />

Filmdeki tüm oyunculuklar unutulmaz.<br />

Yan roller bile. Örneğin filmde toplasan<br />

en fazla 80 saniye bir rolü olan garson<br />

kız ile bile seyirci bağ kuruyor. Onu<br />

bu kadar kısa izlememize rağmen onu<br />

tanıyor, anlıyoruz ve onun için üzülüyoruz.<br />

Zaten filmin en büyük artısı karakterlerin<br />

seyirci ile bağ kurması. Bunun<br />

başarılı oyuncu performanslarından<br />

önce senaryonun başarısı olduğunun<br />

altını çizmek gerek. Tam bir usta kalemi.<br />

Hikaye her nasıl beceriyorsa aynı<br />

zamanda yavaş ve seri ilerleyebiliyor.<br />

Zamanlamalar, olayların gelişme<br />

anlarının temposu muazzam.<br />

Ve müzik... Filmin müzikleri Western<br />

filmi olan The Proposition’da (2005)<br />

ve The Assassination of Jesse James<br />

by the Coward Robert Ford (2007)


eraber çalışan Nick Cave ve<br />

Warren Ellis’e ait. Bu tarz filmlerdeki<br />

sinematografi/senaryo/<br />

müzik hakimiyetleri çok güçlü<br />

olan bu ikili bir kez daha harikalar<br />

yaratmış. İnanılmaz bir önsezi<br />

eşliğinde filmle beraber senkronize<br />

olan müzik, filmin çok önemli<br />

bir ayağı. Kötü bir şey olmak<br />

üzere hissini veren, tansiyon<br />

yaratan ve çaresiz anları vurgulayan<br />

o melodileri yaratma ve kullanma<br />

ustalığı karşısında saygıyla<br />

eğiliyorum.<br />

Ekonomik gerileme içindeki çorak<br />

arazili Teksas’ta çaresizlik içindeki<br />

iki erkek kardeşin banka soygunu<br />

girişmelerini izlerken dönemin<br />

yerel halka ve çevreye yıkıcı<br />

etkilerini de gözlemliyoruz. Ve<br />

sinematografi... Filmin sinematografisi<br />

bu ekonomik gerilemeyi,<br />

verimsiz arazileri, etki yaratan<br />

bir görsellikle bizlere sunuyor.<br />

Toprak kurumuş, çiftçilik bitmiş,<br />

sığırlar otlayamıyor ve tüm bu<br />

olumsuzluklar sonucu, normal<br />

insanların banka soygunu gibi<br />

olağanüstü şeylere kalkışmasına<br />

sebebiyet veriyor. Yönetmenin<br />

uzun yıllardır arkadaşı olan Giles<br />

Nuttgens’in mükemmel sinematografisi<br />

ile hikayenin alt metni de<br />

ortaya çıkıyor.<br />

Bana kalırsa senenin en iyi<br />

senaryolarından biri Hell or High<br />

Waters filmine ait. Akademi’de<br />

birkaç adaylık alacağını<br />

düşündüğüm film, bu kompleks<br />

senaryosu ile En İyi Orijinal<br />

Senaryo adaylığı alacaktır. Bu<br />

melankolik sert ağıt benim için<br />

tartışmasız senenin en iyi filmlerinden.


HANGİ<br />

HAYVAN<br />

BELGESELLERİ !?<br />

SEMRA GÜZEL KORVER<br />

BELGESELCİ<br />

Kan, aksiyon, şiddet, bir<br />

şekilde rating yapıyor.<br />

İçinde doğa olan ama<br />

aslında çok yapay bir<br />

heyecan yaratan,<br />

belgeselden çok<br />

magazine dönüşen<br />

programlar var.<br />

Hemen hemen kime sorsan en çok<br />

belgesel izlemeyi tercih ediyor.<br />

Kitap okurum, müzik dinlerim belgesel<br />

seyrederim şeklinde yani… “Peki<br />

hangi belgeselleri izlersiniz?” “Hayvan<br />

belgeselleri.” Bir keresinde, bir belgesel<br />

söyleşisinde seyirciye sormuştum:<br />

“Belgesel denince aklınıza ne geliyor?”<br />

diye. Salonun bir bölümü neredeyse<br />

hep bir ağızdan “hayvanlar” demişti.<br />

Bu hayvan belgesellerine düşkünlüğü<br />

neye bağlamak lazım, belgesel denince<br />

akla hemen hayvanlar neden geliyor?<br />

Doğayı, hayvanları çok sevmek mi,<br />

yoksa hayvanlar alemine ciddi bir özel<br />

ilgi mi, yoksa hayvan belgeselleri adı<br />

altında yapılan programların dayanılmaz<br />

cazibesi mi, yoksa yoksa günlük hayatın<br />

betonlarından kaçıp ekranlardaki doğaya<br />

sarılmak mı? D şıkkı hepsi, E şıkkı hiç<br />

biri mi?<br />

Yıllarca gerek yerli gerek yabancı kanallarda,<br />

başka diyarlarda çekilmiş doğa<br />

filmleri izledik. Memleket coğrafyasındaki<br />

yaban hayatı nasıldı acaba? Bu kaygı<br />

ve merakla eline kamerasını alıp bizim<br />

elleri çekmeye gidenlerin sayısı oldukça<br />

kısıtlıydı. Son yıllarda bu alanda üretim<br />

yapmak isteyen, objektifini bu topraklardaki<br />

yaban hayatına çevirenlerin sayısı<br />

hızla artıyor. İşte Ece Soydam bu işi<br />

profesyonelce yapan, çok ödüllü, çok<br />

filmli, doğa tutkunu belgeselcilerden biri.<br />

Anadolu Yaban Koyunu, Kara Akbaba,<br />

Ayı ve İnsan, Oturan Boğanın İzinde,<br />

Kuşlar Çakallar ve Diğerleri, Kurt yönetmenin<br />

yurt içi ve yurt dışında seyirci ile<br />

buluşmuş, ödüller almış yapımları.<br />

Ece sence nedir bu seyircinin hayvan<br />

belgesellerine yoğun ilgisi? Hayvan belgeselleri<br />

derken tırnak içinde söylüyorum<br />

elbette. Sen anladın zaten yüzündeki<br />

gülüşten belli.<br />

Aslında bu durumda garip bir tezat var.<br />

Türkiye’de bu kadar az yaban hayatı<br />

belgeseli üretilirken neden belgesel<br />

denince ilk akla gelen hayvan belgeseli<br />

oluyor ben de anlamıyorum. Tabii<br />

ki yıllardır Türkiye’de de yayın yapan


National Geographic gibi kanalların bunda büyük<br />

etkisi var. Ama bunun yanında yerli ve yabancı,<br />

yüzlerce kültür, tarih, kısaca “insan” belgeseli de<br />

yayınlanıyor. TRT Belgesel’de, İz TV’de, National<br />

Geographic People, History gibi birçok kanalda<br />

bunların örnekleri var. Aslında bu konuda ciddi<br />

bir araştırma yapılsa ne güzel olur. Çünkü ben<br />

bir yandan da birçok kişinin hiç hayvan belgeseli<br />

izlemeyip yalnızca bu tür belgeselleri izlediğini<br />

düşünüyorum.<br />

Bence de ne güzel olur böyle bir araştırma. Ayrıca<br />

azda olsa Türkiye’deki festivallerde de belgeseller<br />

seyircisiyle buluşuyor. Son yıllarda bir de internet<br />

ortamı söz konusu. Çektiği filmi internete<br />

yükleyen pek çok yapımcı ve yönetmen var.<br />

Neyse konumuza dönersek bu ilgiyi sen nasıl<br />

yorumluyorsun?<br />

Hayvan belgesellerinin bu kadar ilgi çekmesinin<br />

nedeni tabii ki öncelikle doğa sevgisi ve merak.<br />

Belki doğadan çok kopuk yaşamamızın da bunda<br />

bir payı vardır Doğa o kadar inanılmaz ki ve<br />

aslında o kadar az şey biliyoruz ki, farklı türlerin<br />

davranış özellikleri, insanlardan çok farklı olan<br />

özellikleri, hiç bitmeyen bir merak…<br />

Hayvan bizim değimimizle yaban hayatı belgesellerinin<br />

fakat gerçek anlamda belgesellerinin


takip ediliyor olması sevindirici. Doğayı ne<br />

kadar anlar vey yakın olursak kendimizi de o<br />

kadar anlar, barış ve huzur içinde yaşarız belki.<br />

Beğendiğin takip ettiğin yaban hayatı belgeselcileri<br />

ve yayın kanalları var mı? Discovery,<br />

National Geographic gibi kanalların yayınladığı<br />

yapımları nasıl buluyorsun? Maalesef seyirci<br />

hala neyin belgesel, neyin magazin, neyin<br />

sadece bir bilim ve kültür programı olduğunu<br />

ayırd edemiyor. Tabii sürekli bu tür programlara<br />

maruz kalınca nasıl farkı fark edecek.<br />

Benim en beğendiğim yaban hayatı belgeselleri<br />

BBC yapımı olanlar. Yalnızca milyon dolarlık,<br />

muhteşem görüntülerin olduğu yapımlardan<br />

bahsetmiyorum. Tek bölümlük, Türkiye’deki<br />

televizyonlarda çok görmediğimiz belgeseller<br />

bunlar. National Geographic’in de çok iyi belgeselleri<br />

var ama onlar zaman zaman magazine<br />

dönüyor, aksiyon ağırlıklı, içinde doğa olan<br />

ama aslında çok yapay bir heyecan yaratan<br />

programlar yayınlıyor. Discovery’de bu tür programlardan<br />

bol bol var. Bunları da seven çok<br />

insan var tabii ki ama bana göre bu programlar<br />

belgesel olmadığı gibi, doğayı ve hayvanları<br />

da çok yanlış yansıtıyor. Yaban hayatı belgeseli<br />

festivallerinde de çok eleştirilen programlar<br />

bunlar. Ama kan, aksiyon, şiddet, bir şekilde rating<br />

yapıyor ve bu yüzden de hayvanların “ölüm<br />

makinası” olanları makbul oluyor, ya da insanlar<br />

doğaya gidip zorla timsahlara ya da yılanlara<br />

musallat oluyor.<br />

Sana göre bir yaban hayatı belgeseli nasıl<br />

olmalı?<br />

Bana göre gerçek yaban hayatı belgeselleri,<br />

sürekli olarak aksiyon, av, kavga, kan revan<br />

peşinde olmayan, belgeselin konusu olan<br />

hayvanları olabildiğince gerçekçi anlatan filmler<br />

olmalı.<br />

Bir de görüntülü zeoloji kitabı olmamalı değil mi,<br />

bir öyküsü, bir duygsu, ruhu olmalı.<br />

Elbette ders kitabı niteliğinde, didaktik bir<br />

anlatım, bir eğitim-ders programı olmamalı.<br />

Bunu söylemeye gerek bile var mı?<br />

Evet öyle ama öte yandan böyle o kadar çok<br />

program var ki belgesel adı altında. Gerçi her<br />

türde belgesel için geçerli bu ya… Neyse biz<br />

devam edelim.<br />

Yaban hayatı belgeselciliğinin olmazsa olmaz<br />

evrensel prensipleri neler?<br />

Tek kelimeyle, etik. Çekimlerde, öykü<br />

oluşturmada, metinde… Güvenilir olmak, yapılan<br />

çekimlerde hayvanlara zarar verebilecek hiçbir<br />

şey yapmamak, doğaya müdahele etmemek,<br />

bilgileri doğru vermek, hayvanları canavarlar ya<br />

da ölüm makinaları gibi yansıtmamak, yanlış<br />

anlaşılabilecek hiçbir şey söylememek. Bunlar<br />

dikkat edilmesi gereken en önemli evrensel prensipler.


Türkiye’de yaban hayatını çeken çok az belgeselci<br />

var. Sen de bunlardan birisin belki de tek<br />

kadınsın? Nedir sizin ortak özellikleriniz? Bir<br />

insan neden bu kadar zor süreçlere katlanarak<br />

bu işi yapar,<br />

Bunu yine ancak doğa sevgisiyle açıklayabilirim<br />

sanırım. Bize aslında çekim için gittiğimiz<br />

köylerde, ilçelerde yaşayanlar da bu soruyu<br />

çok soruyor. Sıcak soğuk demeden saatlerce<br />

beklediğimizi ve bazen çekim alanlarına ulaşmak<br />

için bile büyük çaba harcadığımızı görünce, “Siz<br />

ya bu işten çok para kazanıyorsunuz, ya da<br />

delisiniz” diyorlar. Sonra bizim devlet memuru<br />

olduğumuzu, TRT yapımı olduğunu öğrenince,<br />

ikinci seçenekte karar kılıyorlar! Ben bu kadar<br />

çaba harcamanın çok da delilik olduğunu<br />

düşünmüyorum tabii ki. Doğada olmak, saatlerce<br />

gözlemlediğiniz araziyi artık taşına kadar ezberlemek,<br />

beklediğiniz ya da hiç beklemediğiniz hayvanlar<br />

geldiğinde onları doğal ortamlarında uzun<br />

uzun izlemek, ve tabii bunları kaydederek öyküsü<br />

olan bir belgesel haline getirmek, katlandığınız<br />

tüm zorluklara değiyor.<br />

Çekimler sırasında ne tür tepkilerle<br />

karşılaşıyorsun?<br />

Bir önceki soruda anlattığım delilik durumundan<br />

başka, öncelikle kadın olarak bu işi yapmama çok<br />

şaşırıyorlar. Ben de sürekli bunun garip olmadığını<br />

anlatmaya çalışıyorum, yurt dışındaki yaban<br />

hayatı belgeselcilerinin neredeyse yarısının kadın<br />

olduğunu söylüyorum. Ama tabii Türkiye’de yine<br />

de hâlâ bir kadın olarak bu işi yaptığım için gereksiz<br />

bir saygı görüyorum. Bunun dışında, çekimle<br />

ilgili çok benzer tepkilerle karşılaşıyoruz. Örneğin<br />

araştırma için bir yere gidiyoruz, diyelim ki ayılarla<br />

ilgili bilgi almaya çalışıyoruz, ilk duyduğumuz şey<br />

“göremezsiniz ki, çekemezsiniz ki” gibi sözler<br />

oluyor. Uzun uzun anlatmak zorunda kalıyoruz,<br />

biz sonra geleceğiz, saatlerce bekleyeceğiz diye.<br />

Bir de “Buradan her zaman ayı geçer” diyen<br />

birine orada en son ne zaman ayı gördüğünü<br />

sorduğumuzda “3 yıl önce” gibi cevaplar alabiliyoruz!<br />

Bunlar istisnasız her yerde karşılaştığımız<br />

şeyler. Ama neyse ki bizim ne istediğimizi çok iyi<br />

anlayan, bölgeyi ve hayvan trafiğini çok iyi bilen<br />

kişiler de oluyor. Zaten onların çekimlere katkısı<br />

çok büyük oluyor.<br />

Çekimlerde ya da filmlerin gösteriminden sonar en<br />

çok hangi sorularlarla karşılaşıyorsun?<br />

Bize en çok sorulan sorulardan biri özellikle<br />

yabancı belgesellerdeki bazı sahnelerin nasıl<br />

çekildiği. Aslında çoğu kişi, bazı belgesellerdeki<br />

çekimlerin doğada değil, kapalı alanlarda,<br />

parklarda, hatta stüdyoda çekildiğini, ya da<br />

eğitimli hayvanların kullanıldığını anlamıyor. Bunu<br />

anlamamaları çok doğal tabii ki. Bunu söylemek,<br />

aslında belgeselcinin görevi. Daha birkaç yıl önce<br />

bile BBC’nin milyon dolarlık işlerinden olan Frozen


Planet belgeselinde bir kutup ayısının doğum<br />

sahnesi vardı. Doğada gibi gösterilmiş, ama<br />

sonra hayvanat bahçesinde çekildiği ortaya<br />

çıkmıştı. Kendini çok kandırılmış hisseden<br />

izleyiciler isyan etti, tam bir skandal oldu. Artık<br />

bu tür şeylere daha fazla dikkat edilmeye<br />

başlandı. Hatta yaban hayatı belgeselcilerinin<br />

“itiraf” kitapları yayınlanıyor. Bu tür görüntüler<br />

aslında bizim gibi yalnızca doğada çekim yapan<br />

belgeselcileri çok zorluyor. Çünkü onlar çekmiş<br />

de biz çekememişiz gibi bir algı oluşuyor. Biz<br />

bugüne kadar yalnızca “Kurt” belgeselinde<br />

inlerin içindeki sahneleri hayvanat bahçesinde<br />

çektik çünkü böyle bir şeyi doğada çekmek<br />

imkansız. Bunu da belgesel metninde söyledik<br />

zaten.<br />

Türkiye’de yaban hayatı belgeselleri çekmenin<br />

ayrıca bir zorluğu ya da kolaylığı var mı?<br />

Bölgeden bölgeye farklılık gösteren durumlar<br />

var. Örneğin Afrika’da arslanlar, çitalar, çekim<br />

ekiplerinin neredeyse birkaç metre uzağında<br />

duruyor, hatta araçlarının altında dinleniyor.<br />

Böyle olunca hem çok yakın plan çekimler<br />

alınabiliyor, hem de aynı hayvanı bazen yıllarca<br />

takip etmek mümkün oluyor. Türkiye’de ise<br />

insandan kaçmayan hayvan yok gibi bir şey!<br />

Hayvanları yakından çekmek bir yana, sadece<br />

görebilmek için bile çok iyi kamufle olmak, koku,<br />

ses gibi hayvanları kaçırabilecek şeylere çok dikkat<br />

etmek gerekiyor.<br />

Ayrıca bizde 30-40 yıldır tek bir hayvan türünü<br />

çalışan bilim insanları da yok. Yurt dışında genellikle<br />

danışmanlar belgesel ekibini nokta atışı<br />

hayvanların olduğu yerlere yönlendiriyor. Bizdeyse<br />

bu tür çalışmalar daha çok yeni olduğu için, biz<br />

danışman, avcı, köylü, doğa korumacı, mümkün<br />

olduğu kadar fazla kişiyle iletişime geçip o şekilde<br />

çekim yerlerini belirlemeye çalışıyoruz.<br />

Şu anda yaklaşık 15 yıllık deneyime sahibiz<br />

ama daha önümüzde çok uzun bir yol var. Tek<br />

tesellimiz, bu işte nispeten yeni olsak da, belgesellerimizin<br />

yurt dışı festivallerde de ilgi görmesi,<br />

ödüller alması, yurt dışına satılması. Umarım<br />

Türkiye’de zamanla bu alanda güzel ve doğru işler<br />

yapacak daha fazla belgeselci de olur.<br />

Umarım ve şiddetle dilerim olur. En azından<br />

Türkiye’nin yaban hayatı öyküsünün bir bölümü<br />

anlatılmış, aynı zamanda görsel ve işitsel belge,<br />

bilgi ve envanter de oluşturulmuş olur.


NERUDA: HÜZÜNLÜ<br />

BİR ŞİİR GİBİ<br />

Film, anlaşılacağı üzere Pablo<br />

Neruda’nın hayatından kesit içeriyor.<br />

Siyasetçi olduğu dönemden<br />

ülkeden kaçtığı dönemlere<br />

dek süren ve peşinde bir polisin<br />

kedi fare oyunun aktörü olduğu<br />

zamanın hikayesi.<br />

ONUR KIRŞAVOĞLU<br />

n İki Pablo... Biri Larrain.<br />

Şili’nin, hatta<br />

dünya sinemasının<br />

son yıllarda adını çok<br />

duyurduğu ve 2000’li<br />

yıllara damga vuran<br />

en başarılı yönetmenlerinden<br />

biri. Pinochet<br />

döneminde büyümüş ve acılarını yaşamış,<br />

siyasetçi bir anne babanın oğlu. Bir<br />

üçleme ile dönemi sert biçimde anlatmış<br />

ve bu yıl çektiği iki filmle artık sahneye<br />

iyice yerleşmiş. Diğer Pablo’muz ise herkesin<br />

iyi bildiği Neruda. Aslında hakkında<br />

çok şey yazmaya gerek yok ama biraz<br />

deneyelim. Komünist, siyasetçi, şair, humanist<br />

ve mücadele adamı. Sanırım ilk kelimeler<br />

bunlar olabilir. Kendi dönemi için<br />

en önemli birkaç isimden biri. Tabii şiirleri<br />

ile de ölümsüz. İşte, bu iki farklı kuşağın<br />

iki büyük sanatçısı sinemanın büyüsü ile<br />

bir arada...NERUDA


Film, anlaşılacağı üzere Pablo Neruda’nın<br />

hayatından kesit içeriyor. Siyasetçi<br />

olduğu dönemden ülkeden kaçtığı dönemlere<br />

dek süren ve peşinde bir polisin<br />

kedi fare oyunun aktörü olduğu zamanın<br />

hikayesi. Neruda, hiç bir şekilde sözünü<br />

sakınmayan ve derdini anlatan bir büyüleyici<br />

şair. Sabah politika yapan, akşam<br />

özel organizasyonlarda kostümünü giyip<br />

şiirlerini sergileyen çok yönlü bir adam.<br />

Komünizme inanan ve bu yolda adımlarını<br />

atan bir mücadele insanı. Pablo Larrain,<br />

evvela Neruda’yı hala tanımayanlar varsa<br />

ufak bir girizgah ile bu yönlerini bize<br />

sunuyor. Tarafını belli etmiyor, etmesi de<br />

gerekmiyor ve objektif bir şekilde hikayeyi<br />

aktarıyor. Hatta Neruda’yı, onu kovalayan,<br />

yakalamak için varını yoğunu ortaya<br />

koyan dedektif Peluchonneau’nun sesinden<br />

ve fikrinden veriyor. Dedektifin tek<br />

amacı onu yakalamak ama içten içe ona<br />

hayranlık duyuyor. Her adımda, her elinden<br />

kaçırdığından daha çok etkileniyor ve<br />

daha çok bağlanıyor. Artık bir bütün gibi,<br />

hayal ile gerçek gibi Neruda’yı benliğinde<br />

taşıyor ve çok yakın hissediyor. Aynı<br />

şekilde Neruda’da kendisinin peşinde<br />

olan bu adamı içselleştiriyor. Hiç görmeden<br />

bile kendisini iyi tanıyor, hissediyor<br />

ve adımlarını onun gibi düşünerek<br />

atabildiği için kurtulmayı başarıyor.<br />

Artık gelinen son noktada hayal, gerçek<br />

birbirine karışıyor.<br />

Pablo Larrain, yenilikçi denemeleri<br />

her filminde uygulayan,<br />

karakterleri ve diyaloglarını her<br />

filminde yeni bir şekilde bize sunan<br />

, her filmindeki bu yeniliklere<br />

atmosfer yaratımı ve sinematografi<br />

alanlarında da bir şeyler<br />

eklemeyi başaran bir yönetmen.<br />

Mercek kullanımı, ışığın farklı bir<br />

şekilde hikayelere eşlik edilişi, tonların<br />

anlatıya göre değişip vals yapması ve<br />

kurulan şahane atmosfer. Larrain her filminde<br />

farklı olmayı ve büyüleyici bir şekilde<br />

bunları kullanmayı çok iyi biliyor. Bu


Bu filmde ise tüm bunların artık<br />

zirvesinde bir iş kotarıyor. Diyaloglar,<br />

tıpkı hikaye gibi hem<br />

oldukç gerçek, hem de geçişler<br />

ile hayal kadar büyüleyici. Yine<br />

yepyeni bir şey deneyen Larrain,<br />

atmosfer kurma açısından<br />

da şairane bir işe imza atıyor. O<br />

dönemin renkleri ve atmosferini<br />

başarı ile kurarken kullandığı<br />

tonlar ile tam da Neruda’ya<br />

yakışan bir görsellik sunuyor.<br />

Politikacı Neruda ile şair ve<br />

komünist Neruda’yı anlatırken<br />

farklılaşan atmosfer büyüsünü<br />

hiç kaybetmiyor ve etkileyicilikte<br />

sınıf atlıyor. Bir şaire<br />

yakışır şiirsel bir anlatım perdeye<br />

yansıyor ve etklenmemek<br />

neredeyse imkansız oluyor.<br />

Larrain karakterleri oluşturmada<br />

da usta işi bir performans ortaya<br />

koyuyor. Empati kurmak,<br />

bir sonraki adımı sezmek ya<br />

da içselleştirmek böylesi zor<br />

bir dönemin insanını izlerken<br />

bile zor olmuyor. Bizi meselenin<br />

ortasına oturtuyor Larrain<br />

ve kadrajları ile de bunu<br />

destekliyor. Dedektif, bir cinayet<br />

romanındaki kadar soğuk, idealist<br />

ve özenle yaratılmış. Neruda<br />

ise tam da olması gerektiği gibi<br />

adeta çizilmiş. Tabii burada<br />

oyunculuk performanslarının<br />

gayet yerinde olduğunu ve<br />

bu anlamda müthiş bir destek<br />

verdiğini de söylemek gerek.<br />

Gael Garcia Bernal zaten<br />

bildiğimiz ve başarılı bir<br />

oyuncu. Dedektif Peluchonneau<br />

rolünde her zamanki gibi<br />

ışıl ışıl parlıyor ama daha az<br />

bilinen ve dizilerde boy göstermesi<br />

ile çok tanınmayan Luis<br />

Gnecco bilmeyenler için harika<br />

bir keşif. Neruda’nın değişimleri


ve gelişimlerinden farklı<br />

mimikleri ve vücut dili kullanımı<br />

usta işi. Bu filmi izledikten<br />

sonra bir köşeye not alıp diğer<br />

performanslarına göz atmamak<br />

neredeyse imkansı hale geliyor.<br />

Neruda filmi, Larrain’in sinemayı<br />

sinema yapan bütün özellikleri<br />

bir arada kullandığı bir başyapıt.<br />

Anlatımının muhteşemliği, sinematografisinin<br />

kusursuzluğu,<br />

deneyselliğin en üst çıtasının<br />

sergilenişliği ve elbette kurgunun<br />

büyüleyici yanı. Neruda,<br />

şiirsel anlatım ile teknik becerinin<br />

unutulmaz bir uyumu olarak<br />

hafızalara yerleşiyor. Salondan<br />

ayrılınca etkisi uzun bir süre<br />

geçmeyecek olan film, Larrain’in<br />

ayak izlerinin de artık iyice duyulmaya<br />

başladığının ve tüm dünyaya<br />

yayıldığının da bir ispatı. Tıpkı<br />

bir Malick ya da Sorrentino gibi<br />

etkileyici ve şiirsel tadı üst düzey<br />

olan yönetmen, her türden filmi<br />

de başarı ile kotarabileceğinin<br />

izlerini sergiliyor. Larrain, önümüzdeki<br />

ay, yine bir biyografi<br />

olan Jackie filmi ile karşımıza<br />

çıkmaya hazırlanıyor. Neruda<br />

sonrası yükselen çıta avantaj mı<br />

dezavantaj mı tekrar göreceğiz<br />

ama büyük bir film olacağından<br />

zerre şüphemiz yok. Arkamıza<br />

yaslanıp, önümüzdeki 20 seneye<br />

damgasını vuracak bu genç<br />

yönetmenin keyfine varmaya<br />

devam...<br />

“Bilmek acı çekmektir. Ve bildik;<br />

Karanlıktan çıkıp gelen her haber<br />

Gereken acıyı verdi bize: Gerçeklere<br />

dönüştü bu dedikodu,<br />

Karanlık kapıyı tuttu aydınlık,<br />

Değişime uğradı acılar. Gerçek<br />

bu ölümde yaşam oldu. Ağırdı<br />

sessizliğin çuvalı.” Pablo Neruda


YALANSIZ<br />

DOLANSIZ,<br />

SAMiMi VE<br />

AYDINLIK<br />

FESTiVALLER…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

DİREN SİNEMA<br />

Festvallerin ardı<br />

arkasına iptal edildiği,<br />

ertelendiği günlerde<br />

hakkıyla ve adil bir<br />

şekilde devam eden<br />

festivaller candır!<br />

Festvallerin ardı arkasına iptal<br />

edildiği, ertelendiği günlerde<br />

hakkıyla ve adil bir şekilde devam<br />

eden festivaller candır! Hani bazen olur<br />

ya biri size perdeyi aralar ve aydınlığı<br />

sunar. Belki uç bir örnek oldu ama<br />

3.Uşak Kanatlı Kısa Film Festivali böyle<br />

bir duygu yarattı bende. Festival yönetmeni<br />

Araştırma Görevlisi Onur Keşaplı<br />

beni arayıp bu sene festivalin jürisinde<br />

olmamı istediğinde koşulsuz şartsız<br />

kabul ettim. Hem kısa filme hem de üniversitelilerin<br />

çabasına destek olmak her<br />

zaman iyi hissettiriyor insana. İşlerimi<br />

yoluna koymak, üç günlük festivale<br />

gitmek için uygun günü yaratmak biraz<br />

zorlu olsa da beni bekleyen üniversitelilerin<br />

arasına karışmak bir hayli iyi<br />

geldi bana. Uşak gibi küçük şehirlerde<br />

hem bir şeylere tutunmak daha anlam<br />

kazanıyor hem de daha zorlu bir hale<br />

geliyor. Ortada güzel bir çaba olduğu<br />

ise aşikar.<br />

Festivali bir yerinden yakalamak,<br />

ucundan tutunmak isteyen üniver-


siteli çocukların mükemmele yakın bir program<br />

yaptıkları festivalde her şey tıkır tıkır işledi,<br />

aksaklıklar olduysa da biz fark etmedik. Filmleri<br />

önceden izlediğimiz için bir jüri toplantısıyla sonuca<br />

ulaştık. Diğer jüri üyeleri Dilek Tunalı ve<br />

Ufuk Aksoy ve ben alanlarımızla ilgili atölye ve<br />

söyleşiler yaparak gençlere bir nebzede olsun<br />

destek çıkmaya çalıştık.<br />

Tabii büyük bir kadro değişikliğine gidilen üniversitelerde<br />

bu tarz etkinlikleri yapabilmek için büyük<br />

bir uğraş verildiğini öğreniyoruz. Onur Keşaplı’nın<br />

Festival Başkanı Doç. Dr Murat Sezgin’in<br />

desteğini de alarak (başka hocaların neredeyse<br />

desteği yok) bu yıl üçüncüsünü yaptığı festivalde<br />

etkileşim mükemmeldi. Diğer jüri üyeleri Tamer<br />

Levent ve Gökçe Pehlivanoğlu’nun katılamadığı<br />

festival, onlar da olsa bayağı ivme kazanacaktı.<br />

Zaten festival ortamıda olmak festivale destek<br />

ve yapılmasına olanak sağlayıcı şeylerden biri.<br />

En azından bu bize öğrencilerin ilgisiyle fazlaca<br />

hissettirildi. O yüzden orada bulunduğum<br />

ve ekibe destek olduğum için ayrıca mutluluk<br />

hissettim. Elimden geldiğince de desteğe devam<br />

edeceğim. Açık, şeffaf, özverili, yalansız<br />

dolansız, samimi ve aydınlık festivaller her zaman<br />

yapılsın, en büyük destek benden onlara!


BATAN FESTİVALLERİN<br />

MALLARI BUNLAR<br />

AMA EN İYİLERİ<br />

Yılın yurtiçi<br />

festivallerinde<br />

yarışan en iyi<br />

filmlerini<br />

listeledim…<br />

Keyifli okumalar!<br />

BAŞAK BIÇAK<br />

Kasap Havası<br />

Toplumsal normlar, mahalle<br />

baskısı, kadın algısı ve<br />

bunca kuralın içinde birlikte<br />

olmaya çalışan iki karakter…<br />

Evet, Kasap Havası genç<br />

adam ve ondan yaşça büyük<br />

“kötü” kadını bir araya getiren<br />

öyküsüyle daha önce<br />

izlediğimiz pek çok filme benziyor;<br />

fakat İnanç Konukçu ve Şenay Gürler<br />

yarattıkları karakterlerle,<br />

Çiğdem Sezin ise<br />

köşesine kıyısına eklediği<br />

mesajlarıyla Kasap<br />

Havası’nı, muadillerinin<br />

ötesine taşıyor. Pür bir<br />

Yeşilçam nostaljisi, dikkat<br />

edilmesi gereken bir ilk<br />

yönetmenlik denemesi…


Rauf<br />

Bir çocuğun gözünden<br />

Türkiye’nin doğusunda<br />

yaşananlara tanıklık edebilir,<br />

acılara ortak olabilirsiniz. Ve<br />

bunu, kuvvetle muhtemel<br />

politik, yer yer popülizme<br />

kayan bir anlatım diliyle izlersiniz.<br />

Fakat Rauf bu tuzağa<br />

düşmeden meramını anlatan,<br />

acısını gözünüze sokmadan paylaşan,<br />

derdi salt sinema olan filmlerden…<br />

Naif anlatımını göz kamaştıran bir<br />

görüntü yönetmenliğiyle katmerleyip<br />

seyircisinin önüne koyanlardan…<br />

Hikâyeyi bir kenara bırakıp,<br />

etkileyici birkaç görüntüyü arka<br />

arkaya kurgulayınca film yapıldığını<br />

düşünenlere de sağlam bir ders veriyor.<br />

Rüya<br />

Derviş Zaim, Anadolu<br />

mitlerini, ülke meseleleriyle<br />

birleştiren hikâyesi ve<br />

kendine özgü tarzıyla yine<br />

farklılaşmayı başarıyor.<br />

Rüya, mimar bir kadının<br />

tasarladığı cami projesi<br />

üzerinden yedi uyuyanlar<br />

öyküsünü anlatırken,<br />

kentleşme problemlerine<br />

değinmeyi ihmal etmiyor. Durağan<br />

yaqpısına rağmen meselesiyle öne<br />

çıkan filmlerden…<br />

Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta<br />

Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var<br />

Rıza Sönmez Kars’ın kimliğini<br />

oluşturan şeylerin peşine tıpkı filmde<br />

gösterdiği kazın peşine düşen çocuk<br />

gibi düşüyor. Orhan Pamuk’un Kars<br />

şehriyle romanı üzerinden kurduğu<br />

ilişkiyi anlatma biçimi fevkalade.<br />

Kültürün ve folklorun direnirken bizim<br />

değerlerimize sahip çıkmayışlığımızı<br />

ise buruk bir finalde seyircinin yüzüne<br />

fırlatıyor. Yılın en naif ve başarılı döküdrama<br />

(kurmaca belgesel) çalışması.


Kalandar Soğuğu<br />

Yönetmeni Mustafa Kara<br />

tarafından beş yılda ilmek ilmek<br />

dokunmuş, yansıttığı coğrafyayı<br />

özümsemiş, el emeği göz nuru bir<br />

film; Kalandar Soğuğu… Doğanın<br />

insana, insanın doğaya yaklaşımı<br />

üzerine yaptığı sarsıcı gözlemleri,<br />

muhteşem kareler eşliğinde sunan<br />

yapımın tek sıkıntısı ise yer yer<br />

hikâyesinin önüne geçen yorgun<br />

anlatım dili…<br />

Albüm<br />

Mehmet Can Mertoğlu, ilk<br />

filmini çeken bir yönetmenden<br />

beklenmeyecek<br />

ölçüde olgun bir sinema<br />

diliyle karşımıza çıkıyor ve<br />

kamerasını Anadolu’nun<br />

orta sınıfına çeviriyor.<br />

Çocuk sahibi olamayan bir<br />

çiftin evlat edinme meselesi<br />

üzerinden topluma ve genel ahlaka<br />

dair çarpıcı tespitlerde bulunan ve<br />

bunu ustalıklı bir mizahla yapan Albüm,<br />

Şebnem Bozoklu ile Murat Kılıç’ın<br />

performanslarıyla da övgüyü hak ediyor.<br />

Rüzgârda Salınan Nilüfer<br />

Rüzgârda Salınan Nilüfer de tıpkı Albüm<br />

gibi, eleştirdiği ya da yorumladığı<br />

sınıfı dışarıdan değil; o sınıfın<br />

bağrından kopup gelen<br />

bir dille anlatıyor ve bu<br />

sayede başarıya ulaşıyor.<br />

Seren Yüce, Çoğunluk’tan<br />

altı yıl sonra çektiği filmiyle<br />

giderek daha yetkin<br />

bir sinemacı olacağını<br />

kanıtlıyor. Rüzgârda Salınan<br />

Nilüfer, oyuncularının kusursuz<br />

performanslarının<br />

bile önüne geçecek derece etkileyici<br />

üst-orta sınıf portresi çiziyor.<br />

Tereddüt<br />

Erkek egemen bir toplum ve kadın<br />

olmanın dayanılmaz ağırlığı… Yeşim


Ustaoğlu, toplumun farklı<br />

kesimlerinden ve kültürlerinden<br />

gelen iki kadının hayatını<br />

en cesur haliyle ekrana<br />

yansıtıyor ve karakterlerinin<br />

yaşadıkları kadar çarpıcı bir<br />

film koyuyor önümüze… Tek<br />

eleştirim, böylesine güçlü bir<br />

filmin, kendisi kadar güçlü<br />

bir finali hak ettiği yönünde<br />

fakat yine de etkisinden bir şey<br />

kaybetmediğini de söylemek gerek.<br />

Babamın Kanatları<br />

Ve nihayet sinemamızda az rastlanır<br />

hale gelen iş sınıfı olgusuna dair<br />

gerçekçi bir yorum…<br />

Hikâye anlatımında büyük<br />

trajediler yaratmanın illa<br />

adam kaçırma, mafyaya<br />

bulaşma vb. durumlardan<br />

ibaret olmadığını, sıradan<br />

bir insanın hayatının da<br />

sırf o sıradanlığın getirdiği<br />

çaresizlik içerisinde<br />

kahredici bir hikayeye<br />

dönüştürebileceğinin en güzel<br />

örneklerinden… Kıvanç Sezer, ilk filmiyle<br />

beklentileri çok ama çok yükseğe<br />

taşıyor.<br />

Koca Dünya<br />

Koca Dünya… İki küçük çocuğu<br />

içine sığdıramayan koskoca dünya…<br />

Kucaklayamayan,<br />

anne-babadan bile mahrum<br />

bırakan, o kutsal<br />

medeniyetine kabul<br />

edemeyen dünya… Reha<br />

Erdem, bu kez yalnızca<br />

o meşhur sembolik<br />

anlatımıyla değil, midenize<br />

oturacak öyküsüyle,<br />

kulaklarınızdan gitmeyecek<br />

melodisiyle ve<br />

hafızalarınıza kazınacak planlarıyla bir<br />

şahesere imza atıyor. Yılın en görkemli<br />

işlerinden…


Holywood’un yeni yıldızı Shailene Woodley. Birçok güzel genç yıldızı bu<br />

sayfaya konuk ettik. Ama 23 yaşında bu kadar hayatı çözdüğüne inanan<br />

bir yıldızla ilk kez karşılaştık. Bu ay Snowden filminde izleyeceğimiz<br />

yıldız yoluna emin adımlarla devam ediyor...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Shailene Diann Woodley, ABD’li aktris. Woodley,<br />

The Secret Life of the American Teenager<br />

dizisindeki Amy Juergens rolüyle ünlendi.<br />

1<strong>99</strong>1’de Simi Valley, California’da dünyaya<br />

geldi. Woodley’nin anne ve babası eğitimciydi,<br />

15 yaşında anne-babasının ayrıldığı dönemde<br />

skolyoz (omurga eğriliği) teşhisi kondu ve<br />

uzun bir süre sırt desteği kullanmak zorunda<br />

kaldı. Sinema dünyasına adım atmadan önce iç<br />

mimarlık okuma hayalleri kuran Woodley, TV’de<br />

küçük rollerle oyunculuğa adım attı. İlk önemli<br />

rolünde, 2003’te The O.C. dizisinde Marissa<br />

Cooper’ın kardeşi Kaitlin rolünde izleyicilerle<br />

buluştu. Woodley çeşitli dizi ve filmlerde oynamaya<br />

devam ettikten sonra 2008’de The<br />

Secret Life of the American Teenager<br />

dizisinde oynamaya başladı. Tam<br />

5 sezon bu dizide oynayıp Amy<br />

Juergens karakterine hayat<br />

verdi. 2013’ten itibaren<br />

sinema kariyerine daha<br />

fazla odaklanan<br />

Woodley, The Spectacular Now, The Fault<br />

in Our Stars gibi filmlerde başrolde oynadı.<br />

2014 yılında gösterime giren Veronica Roth’un<br />

romanından uyarlanan Uyumsuz (Divergent)<br />

filminde ana karakter Tris’i canlandırdı. Woodley<br />

ayrıca 2014’te gösterime giren İnanılmaz<br />

Örümcek Adam 2 filminde Mary Jane Watson<br />

karakterini canlandırmak üzere seçilmişti, ancak<br />

yapımcıların filmin senaryosunu değiştirip<br />

Mary Jane yerine Gwen Stacy’nin yer almasına<br />

karar vermeleri üzerine bu projede yer alamadı.<br />

Sıkıştırılmış bir dönemde birçok filmde<br />

karşımıza çıkan yıldızın aslında kaptırdığı roller<br />

de var. Bunlardan biri de Açlık Oyunları’nda<br />

Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı Katniss<br />

rolü. Shailene izleyiciler tarafından Jennifer<br />

Lawrence’a benzetiliyor. Güzel yıldız ise buna<br />

tepki koyuyor. Bir röportajında Jennifer ile<br />

tek benzerliğimiz kısa saçlarımız ve vajinamız<br />

diyerek bu olaya ne kadar kafayı taktığını<br />

belli etmiş. Shailene’yi daha birçok filmde<br />

seyredeceğiz sanıyorum.


COOPER iYiSi SEN<br />

n 15 Ocak 1975 Philadelphia<br />

doğumlu Bradley Cooper<br />

tiyatro, dizi ve sinema<br />

oyuncusu. Cooper oyunculuk<br />

serüvenine 1<strong>99</strong>9 yılında<br />

Sex And The City dizisiyle<br />

başladı. Büyük başarı<br />

yakaladığı Alias dizisinde<br />

oynamadan önce ise 2001<br />

yılında Wet Hot American<br />

Summer filminde oynadı. Cooper başrol olarak<br />

2005 yılında Fox da yayınlanan Kitchen Confidential<br />

dizisinde Anthony Bourdain karakterini<br />

canladırdı. Dizi olumlu eleştiriler almasına<br />

rağmen kanal dizinin yayından kaldırıldığını<br />

açıkladı.<br />

2007-2009 yılları arasında Nip/Tuck dizisinin<br />

5. sezonunun 6 bölümünde Aidan Stone karakterini<br />

canlandırdı. Aynı yıl Jim Carrey ‘le beraber<br />

Yes Man filminde yer aldı. 2009 yılında<br />

The Hangover filminde yer aldı. Film bütçesi 35<br />

milyonken gişede 467 milyon hasılat yaptı. Cooper<br />

13. Hollywood Film Festivali ve Hollywood<br />

Awards da Hollywood komedi ödülünü kazandı.<br />

2010 yılında Garry Marshall ‘ın yönettiği Valentine’s<br />

Day filminde Ashton Kutcher, Jessica<br />

Alba, Jessica Biel, Anne Hathaway, Julia<br />

Roberts ve Jennifer Garner ile birlikte rol<br />

aldı. Film büyük bir başarı elde etti. Yine aynı<br />

BANU BOZDEMİR


BiZi UÇUR!<br />

yıl efsane dizi A Takımı ‘nın beyazperde<br />

uyarlamasında Templeton “Faceman” Peck<br />

karakterini canlandırdı.<br />

2011 yılında Alan Glynn ‘ın 2001 de<br />

yayımlanan The Dark Field kitabından uyarlanan<br />

Limitless filminde Robert De Niro ‘yla<br />

başrolde yer aldı. Yine aynı yıl Hangover<br />

filminin devamı olan The Hangover Part<br />

II de yeraldı. Eylül 2011’de GQ İngiltere<br />

Cooper’a “Yılın uluslararası erkeği” ödülünü<br />

verdi. Kasım 2011’de ise People dergisi<br />

Cooper’ı yaşayan en seksi erkek seçti.<br />

2012 yılında Brian Klugman ‘ın yönettiği The<br />

Words filminde yer aldı. Yine aynı yıl Matthew<br />

Quick ‘in romanından uyarlanan Silver<br />

Linings Playbook filminde Robert De Niro<br />

ve Jennifer Lawrence ile başrolleri paylaştı.<br />

Cooper aynı zamanda 1<strong>99</strong>0’lı yıllarda geçen<br />

Ryan Gosling ve Eva Mendes ‘in başrollerini<br />

paylaştığı The Place Beyond The Pines filminde<br />

bir polis memurunu canlandırdı.<br />

Oyuncu Serena, Joy, Çok Pişmiş, Aloha,<br />

Cloverfield Yolu No:10, Vurguncular filminde<br />

rol alan oyuncu önümüzdeki yıl Galaksinin<br />

Koruyucuları ve Avengers: Infinity War<br />

filmleriyle karşımıza çıkacak. Kendisini bu<br />

ay A Dog’s Purpose / Can Dostum filmiyle<br />

izleyeceğiz.


FESTiVALLER<br />

KISA FiLMCiLERE<br />

DAHA DUYARLI<br />

OLMALI!<br />

FIRAT SAYICI<br />

UZUN FİLMİN KISASI<br />

Yeni yılın ilk köşesinde<br />

beni derinden<br />

etkileyen<br />

bir belgeselin<br />

yönetmeni<br />

Gökhan Öcal var.<br />

Yeni yılın ilk köşesinde beni derinden<br />

etkileyen bir belgeselin<br />

yönetmeni Gökhan Öcal var.<br />

Seyircisine görme engelli bir kadının<br />

yaşama azmiyle yoğrulmuş okuma<br />

sevdasını ajitasyona başvurmadan<br />

aktarmayı başarabilmiş bir belgesel<br />

“Süheyla”... Umarım bu belgeselle<br />

yolunuz kesişir ve yüreği aydınlık<br />

Süheyla’nın hayatına siz de tanık olursunuz...<br />

Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />

misin?<br />

1<strong>99</strong>1 yılında Ankara’da doğdum. 2011<br />

yılında Karabük Üniversitesi Radyo ve<br />

Televizyon Programcılığı bölümüne<br />

başladım. 2014 yılında mezun oldum ve<br />

dikey geçiş sınavı ile Selçuk Üniversitesi<br />

İletişim Fakültesi Radyo Televizyon<br />

ve Sinema bölümüne geçiş yaptım.<br />

Burada son sınıf öğrencisi olarak<br />

eğitimime devam etmekteyim. 3 yıldır<br />

Süha Arın Kısa-Ca Film Atölyesinde<br />

belgesel ve kısa film çalışmalarıma devam<br />

ediyorum. Karabük Üniversitesinde<br />

eğitimime devam ederken, bir yandan<br />

da üniversite televizyonunda çalışmaya<br />

gayret gösteriyordum. Bu sırada zorunlu<br />

bir dersimiz vardı ve onun için<br />

belgesel çekmemiz gerekiyordu. Bir<br />

ekip oluşturduk ve ilk belgesel çekimimiz<br />

için Kırıkkale’ye gittik. Tabii ki her<br />

acemi öğrenci gibi gayet güzel bir film<br />

çektiğimizi düşünerek hocamıza projemizi<br />

gösterdiğimizde bunun olmadığını<br />

ve yeniden çekim yapmamız gerektiğini<br />

söyledi. Bu benim hayatımdaki önemli<br />

dönüm noktalarından biri oldu. Bana<br />

bu işi sevdiren ve beni her zaman<br />

destekleyen Karabük Üniversitesi’ndeki<br />

değerli hocam Musa Ak olmuştur. Eğer<br />

o beni teşvik etmese belki de şu an<br />

sıradan bir iletişim fakültesi öğrencisi<br />

olacaktım.<br />

Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />

Kısa ve öz şekilde anlatmak...<br />

Biraz Süheyla’dan ve onu çekme<br />

nedenlerinden bahseder misin?<br />

Süheyla,doğuştan görme engelli


ir kadındır. Küçük yaştan beri içinde okuma<br />

özlemini biriktirmiş ve 36 yaşında babasının da<br />

desteğiyle okumaya karar vermiştir. İlk orta ve<br />

lise eğitimini başarıyla ve hiç takılmadan bitirmiş,<br />

bu eğitimi sırasında karşısına çıkan zorluklara<br />

rağmen, yılmadan ve bıkmadan<br />

çalışmıştır. Babası kitaplarını okuyarak<br />

ona en büyük desteği vermiştir. Bu<br />

azmi sayesinde, günümüzde tembellik<br />

yaparak ellerindeki fırsatları<br />

değerlendirmeyen bir çok gence<br />

örnek teşkil edecek bir yaşama sahiptir.<br />

Şu an Atatürk Üniversitesi Halkla<br />

İlişkiler Bölümü 3.sınıfta eğitimine<br />

devam ediyor. Okumasının yanı sıra<br />

ev işlerini de tek başına yapan Süheyla,<br />

babasının ve görme engelli olan<br />

abisi Kemal’in de bütün bakımlarını<br />

yapmaktadır. Süheyla’nın hikayesini<br />

ilk okuduğumda gözlerim doldu. Böyle<br />

başarılı ve görme engelli bir kadının<br />

büyük başarı hikayesini insanların<br />

izlemesini, duymasını ve bundan ders<br />

çıkarmalarını amaçlayarak böyle bir<br />

projeye başladım. Artvin’e mayıs ve<br />

ekim aylarında olmak üzere 2 kez<br />

gittik ve toplamda 12 günlük bir çekim<br />

gerçekleştirdik. Filmi yaklaşık 6-7<br />

aylık bir süreç sonunda tamamladık.<br />

Filmimiz bir çok festivalde finalist<br />

oldu ve gösterime girdi.Şuan ikisi<br />

en iyi film olmak üzere 4 tane ödülü<br />

bulunmaktadır.<br />

Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa<br />

filme ne gibi katkıları olabilir? Neler<br />

götürür?<br />

Hızla gelişen teknolojinin en çok<br />

etkilediği sanat dallarından biri<br />

kuşkusuz ki sinema. Eski tip kameralarda<br />

kasetlerden capture alınır,<br />

analog kurgu yapılırdı. Ama günümüze<br />

baktığımızda bunları daha<br />

gelişmiş yöntemler ile eskiye göre<br />

daha kolay bir şekilde yapıyoruz.<br />

Daha az zamanda daha çok iş<br />

yapılabiliyor. Daha ağır kameraların<br />

yerlerine daha hafif DSLR kameralar<br />

kullanabiliyoruz. Bu özellikle<br />

düşük bütçe ile film çeken kısa film<br />

ve uzun metraj film yönetmenleri için avantajlar<br />

oluşturuyor. Sinematografi alanında da bizi<br />

çok ileriye taşımıştır. Bu avantajların dışında<br />

dezavantajları da çok olmuştur. Özellikle güzel<br />

görüntüleri ardı ardına sıralayarak güzel bir


film ortaya çıktığını zanneden yönetmen<br />

arkadaşlarımız var. Bunlarla bir çok yerde<br />

karşılaşma imkanımız oluyor. Görüntü istediği<br />

kadar güzel olsun senaryosu kuvvetli olmadan<br />

hiçbir şey ifade etmiyor. Bana göre<br />

bir filme istediğiniz kadar görsel efekt ekleyin,<br />

isterseniz o<br />

filmi 10 boyutlu<br />

yapın, benim<br />

için önemli<br />

olan o filmin<br />

senaryosudur.<br />

Sinemada son<br />

10 yıla şöyle bir<br />

göz gezdirirsek<br />

eğer bu kadar<br />

teknolojik<br />

imkanımız<br />

olmasına<br />

rağmen İmdb<br />

listesinde kaç<br />

film ilk 10 sırada<br />

yer alabilmiş bir<br />

bakalım.<br />

Örnek aldığın,<br />

sinemasını<br />

sevdiğin, yerli ve<br />

yabancı yönetmenler<br />

kimler?<br />

Zeki Demirkubuz<br />

ve Nuri Bilge<br />

Ceylan kendime<br />

örnek aldığım<br />

ve sinemasını<br />

beğendiğim<br />

yerli yönetmelerimizden.<br />

Tabii ki belgesel<br />

alanında<br />

Ertuğrul<br />

Karslıoğlu hocamı söylemeden<br />

geçemeyeceğim. Yabancı yönetmenlerden<br />

ise Quentin Tarantino ve Stanley Kubrick<br />

diyebilirim.<br />

Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere<br />

yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?<br />

Ülkemizde bir çok film festivali var fakat<br />

bunların çoğunun sadece adı film festivali. Bir<br />

kaç prestijli festival dışında filmlerimizi gösteremiyoruz.<br />

Bir yönetmeni en mutlu eden şey filminin<br />

izlenmesi ve izleyiciden gelen tepkileri görmek,<br />

görüşlerini almaktır. Fakat festivallerin neredeyse<br />

tamamına yakını filmlerimiz gösterime alınsa<br />

bile bırakın yönetmenleri festivale davet etmeyi<br />

haber bile vermiyor.<br />

Bu konuda festival<br />

yönetimlerinin daha<br />

duyarlı olması gerekiyor.<br />

Değinmek<br />

istediğim bir diğer<br />

konu ise kısa filmcilerin<br />

festivallerde<br />

ikinci sınıf muamele<br />

görmesi ve her zaman<br />

uzun metraj filmlerin<br />

arkasında kalması.<br />

Sinema salonlarından<br />

filmlerden önce<br />

reklamlar yerine 1-2<br />

tane kısa film izlesek<br />

daha güzel olmaz<br />

mı? Umarım gelecek<br />

yıllarda bu böyle<br />

devam etmez, kısa<br />

filmler ve kısa filmciler<br />

gerektiği değeri ve<br />

saygıyı görür.<br />

Son olarak gelecek<br />

planlarından bahsedelim…<br />

İlerleyen yıllar ne<br />

gösterir tabii ki kestirmek<br />

pek mümkün<br />

olmuyor. 5 yıldır kısa<br />

film ile uğraşıyorum<br />

ve 3 filmim var. Şubat<br />

ayı ortalarında bir<br />

projem daha var ve<br />

onun planlaması üzerinde çalışıyorum. Gelecek<br />

planlarım arasında şimdilik akademik bir kariyer<br />

düşünüyorum. Yurtdışına çıkarak farklı deneyimler<br />

kazanmak, farklı kültürler görmek, bu kültür ve<br />

deneyimlerimi yeni filmlerime yansıtmak istiyorum.<br />

Önümüzdeki yıllarda uzun metraj bir film çekmek<br />

istiyorum. Eğer uygun şartlar oluşursa böyle bir<br />

düşüncem var.


BU ŞEHİR ARKANDAN<br />

GELECEK<br />

Alışıla gelmişin aksine<br />

artık yeni yayın<br />

dönemi ya da yaz<br />

sezonu dışında ara<br />

dönemde de birçok<br />

dizi izleyiciye merhaba<br />

diyor ya da<br />

daha hikâyeyi anlamadan<br />

ekranlara<br />

veda ediyor.<br />

YENİ YILIN YENİ DİZİLERİ<br />

DİZİFUN<br />

Alışıla gelmişin aksine artık yeni yayın dönemi<br />

ya da yaz sezonu dışında ara dönemde de<br />

birçok dizi izleyiciye merhaba diyor ya da daha<br />

hikâyeyi anlamadan ekranlara veda ediyor. Konuları,<br />

aşkları, çatışmaları çoğu zaman birbirine benzer olan<br />

dizilerimize yeni yılla birlikte yenileri ekleniyor. Bu<br />

sayıda sizler için yeni başlayacak dizilere ufak bir merhaba<br />

demek istedik.<br />

NERGİZ KARADAŞ<br />

Bu Şehir Arkandan Gelecek<br />

Ocak ayının ilk çarşambası ATV ekranlarından izleyicilere<br />

merhaba diyecek olan “Bu Şehir Arkandan<br />

Gelecek” adlı dizinin başrollerinde geniş bir hayran<br />

kitlesi olan Kerem Bürsin (Ali) ve Leyla Lydla Tuğutlu<br />

(Derin) yer alıyor. Adından da anlaşılacağı üzere<br />

İstanbul’un dizinin öznelerinden bir tanesi olacağı Bu


Şehir Arkandan Gelecek adlı dizi tanıtımından<br />

anlaşıldığı üzere Ali ve Derin’in hikâyesi/hikâyeleri<br />

çerçevesinde şekillenecek, şehre küskün Ali<br />

yaşayacakları aşkla birlikte İstanbul’la barışacak<br />

görünüyor.<br />

Dizinin esas oğlanı Ali küçük yaşta annesinin<br />

ölümüne tanıklık etmesinin ardından<br />

yaşadığı travmanın etkisiyle kentten nefret<br />

eden ve hayatını gemilerde çalışarak geçiren<br />

genç yakışıklı bir delikanlıdır. Ali’nin yıllar<br />

sonra istemeyerekte olsa İstanbul’a dönmesi<br />

ile bir başkasıyla nişanlı olan Derin ile yolları<br />

kesişir. Oyuncuların<br />

popülerliği ve hikâyenin<br />

daha başlangıçtan bir<br />

çatışma, yasak aşk,<br />

engel ile başlaması bu<br />

kesişmenin bu sezonun<br />

çok konuşulacak aşk<br />

hikâyelerinden bir tanesinin<br />

habercisi olduğunu<br />

gösteriyor aslında. Ali’nin<br />

diğer yandan kendi<br />

geçmişi yolculuğu dizinin<br />

heyecan yaratacak<br />

diğer bir unsuru olarak<br />

karşımıza çıkıyor. Henüz<br />

bir şey söylemek için<br />

erken olmakla birlikte<br />

diziye ilişkin ilk izlenimim<br />

kısa sürede izleyicinin<br />

beğenisini kazanacağı<br />

yönünde. Bu noktada tek<br />

sıkıntı yayın günü itibariyle<br />

karşısında Poyraz<br />

Karayel gibi güçlü bir<br />

rakibin bulunması. Neler<br />

olacak bekleyip hep<br />

birlikte göreceğiz.<br />

Ölene Kadar<br />

Yeni yıla ATV oldukça<br />

iddialı giriyor ve kadrosu<br />

oldukça güçlü olan bir<br />

diğer dizi Ölene Kadar<br />

izleyiciyle buluşmak için<br />

gün sayıyor. 12 Ocak<br />

Perşembe izleyiciye merhaba<br />

diyecek olan dizinin başrollerinde Engin<br />

Akyürek (Dağhan) ve Fahriye (Selvi) Evcen<br />

yer alıyor. Tanıtımlarından anlaşıldığı üzere<br />

Ölene Kadar adlı bu yeni dizi aşk, ihanet ve<br />

intikam çerçevesinde hayatları birden kesişen<br />

ve değişen insanların hikâyelerini anlatmak için<br />

geliyor. Dizi 11 yıl önce hüküm giymiş müebbet<br />

mahkûmu Dağhan ile onun müebbedine son<br />

veren avukat Selvi’nin hikâyesini anlatmaya<br />

hazırlanan dizi izleyiciye bol bol “adalet nedir?”<br />

sorusunu sorduracağa benziyor.<br />

ÖLENE KADAR


ANNE DİZİSİNDE ROL<br />

ALMAKTAN GURUR<br />

DUYUYORUM<br />

Çalışkan ve istekli bir<br />

oyuncu olduğu her<br />

halinden belli olan Alize<br />

Gördüm, içinde yer<br />

almaktan gurur duyduğu<br />

Anne dizisi ile izleyicilerle<br />

buluşmaya devam ediyor.<br />

GİZEM MERVE<br />

KABOĞLU<br />

Anne dizisinin Gamze’si Alize<br />

Gördüm ile Cine Dergi için<br />

söyleştik. İki başarılı oyuncunun,<br />

Vahide Perçin ve Altan<br />

Gördüm’ün kızları olan Alize Gördüm,<br />

oyunculuk tecrübesinden kulislerde<br />

geçen çocukluğuna kadar uzanan<br />

sohbetimizde güler yüzüyle sempati<br />

kazandı. Çalışkan ve istekli bir<br />

oyuncu olduğu her halinden belli olan<br />

Gördüm, içinde yer almaktan gurur<br />

duyduğu Anne dizisi ile izleyicilerle<br />

buluşmaya devam ediyor.<br />

Oyuncu olmak istediğinizi nasıl fark<br />

ettiniz?<br />

Her zaman oyuncu olmak istedim zaten.<br />

Hatta kendimi bildim bileli böyleyim<br />

diyebilim. Armut dibine düşer durumu<br />

da var tabii burada biraz, anneden<br />

babadan böyle bir hayat görüyorsun,<br />

aşık oluyorsun, hayallerini ve planlarını<br />

bunun üzerine kuruyorsun. Bir istekten<br />

ziyade daha çok bir yol gibi geliyor<br />

oyunculuk bana… Aşkın peşinden<br />

gidiyorsun, o karşına neler çıkarırsa<br />

çıkarsın, seni ne kadar yorarsa yorsun<br />

yine de devam ediyorsun, seviyorsun<br />

çünkü, çok seviyorsun.


ALİZE<br />

GÖRDÜM<br />

İlk zamanlarda oyunculuk kararınıza<br />

ailenizin verdiği tepki ne oldu?<br />

Sanatçılar genellikle yaşadıkları zorluklar<br />

nedeniyle çocuklarını sektörden<br />

uzak tutmaya çalışır malum.<br />

Evet pek sıcak yaklaştıklarını söyleyemem.<br />

Başka bir meslek seçmem için<br />

çok ısrarcı oldular uzun süre. Bu yol çok<br />

yıpratıcı dediler. Hayatlarında yaşadıkları<br />

zor dönemleri örnek gösterdiler bana.<br />

Ben de bu mesleğin getirilerinin farkında<br />

olduğumu söyledim onlara. Sonuç olarak<br />

siz tüm o zorlukları yaşarken ben de<br />

oradaydım! Sanırım önceleri yaşımın<br />

küçük olmasından dolayı beni pek ciddiye<br />

almadılar haklı olarak ama sonra<br />

büyüdükçe, istediğim mesleğe dair<br />

attığım adımlar onları ikna etti.<br />

Oyuncu bir anne babanın kızı olmak<br />

size neler kazandırdı, neleri<br />

zorlaştırdı?<br />

Bir ömür boyu sürecek olan bir okulun<br />

içindeyim. Her sohbet, her tartışma her<br />

konuşma bir ders. İçinde edebiyat , tarih,<br />

sanat ve kültür sohbetleri yapılan bir<br />

evde büyüdüm ben. Sanatçı bir anne<br />

babanın çocuğu olmak ilginç bir durum<br />

açıkçası. Hele hele aynı mesleği yapıyor<br />

olmamız durumu iyice tuhaflaştırıyor. Ne<br />

kadar anlatmaya çalışsam boş aslında.<br />

Tek söyleyebileceğim özel ve güzel bir<br />

durum olmakla birlikte bir o kadar da zor.<br />

Zorlu sahneler sonrası anne ve<br />

babanızdan görüş alıyor musunuz?<br />

Evde de eğitim sürüyor mu?<br />

Sadece zorlu sahneler sonrası değil ki!<br />

Her sahne sonrası mutlaka bir yorum<br />

oluyor. Eğitim evde devam etmekle<br />

kalmayıp, telefonda , dolmuşta, sinemada,<br />

kafede… ve aklınıza gelebilecek<br />

her yerde devam ediyor. ‘’Aklıma<br />

gelmişken şu sahnede şöyle şöyle<br />

yapmalıydın...’’ diye başlayan sohbetler!<br />

(Gülüyor)<br />

Anne dizisi reyting karnesiyle rakiplerini<br />

kıskandırıyor. Bu başarının<br />

sebebi sizce nedir?<br />

Evet, çok başarılı bir işin içindeyim ve<br />

bununla gurur duyuyorum! Aslında bir


gün sete gelip misafirimiz olsaydınız bu soruyu sormazdınız<br />

bana. (Gülüyor) Herkes öyle güzel bir uyum içinde çalışıyor ve<br />

öyle emek veriyor ki... Karşılığında da güzel ve başarılı bir iş<br />

çıkıyor ortaya. Bu işin bir takım çalışması olduğunu unutmamak<br />

gerek, insanlar birbirlerine saygı duyar, işlerini hakkıyla ve<br />

severek yaparlarsa günün sonunda hepimiz evlerimize mutluluk<br />

ve huzurla döneriz. Öyle de oluyor zaten.<br />

Kötücül karakterleri oynamak istediğinizi dile getirmiştiniz.<br />

Anne’deki rolünüz de safi iyi bir kadından uzak, bu anlamda<br />

rol sizi tatmin ediyor mu?<br />

Kötü oynamak her zaman keyiflidir, çünkü oyuncunun yaratıp<br />

köpürtebileceği daha çok alan var bence. İyi olmanın evrensel<br />

bir karşılığı vardır ve onun üzerine fazla bir oynama yapamazsın.<br />

İyi bir karakterden belli şeyler beklenir ama kötü bir karakterden<br />

her şey beklenebilir! Kötüyü lezzetli yapan budur. Gamze<br />

kötü bir karakter değil, sadece hepimiz gibi yaraları olan ve bu<br />

yaraları henüz sarmayı öğrenememiş biri. Güneş ailesinin ortanca<br />

ve aksi çocuğu. Babasını çok küçük yaştayken kaybetmiş,<br />

annesinin ablası Zeynep’e olan ilgisini hep kıskanarak büyümüş<br />

, ortanca çocuk sendromunu çok yoğun yaşayan genç bir kadın.<br />

Hayatın ona getirdiği yükün altında ezilmemek için dişlerini<br />

göstererek yaşamayı öğrenmiş hepsi bu. Gamze bu kadar sesli<br />

yaşamasaydı, annesi , ablası ve kardeşi onu bu kadar dinler<br />

miydi sizce?<br />

Önyargılara maruz kaldığınızı daha önceki röportajlarınızda<br />

açıklamıştınız. Ailenizin kariyerinize katkısına dair<br />

önyargıların nasıl üstesinden geliyorsunuz?<br />

Gelmiyorum . Bu tarz önyargıları engellemek adına bir çabam<br />

yok. İstesem da yapamam zaten, insanların zihinlerine girip<br />

onların düşüncelerini şekillendiremem. Bu benim mesleğim,<br />

bunun okulunu okuyorum, çalışıyorum, çabalıyorum ve hayatımı<br />

buna göre şekillendiriyorum.<br />

Alize Gördüm adını andığımızda nasıl bahsedilmek isterdiniz?<br />

Çok utanırım ben böyle şeyleri cevaplarken. Her şeyi bir köşeye<br />

koyduğumuzda , İyi bir insan olarak bahsedilmek isterim .<br />

Meslektir, başarıdır falan bunların belli bir yerden sonra anlamı<br />

var . Önce iyi insan olmayı becerebilmek istiyorum. Hatta annemin<br />

çok güzel bir sözü vardır.’’ İyi bir aktör olmak istiyorsan ,<br />

önce insan gibi insan olacaksın.’’<br />

Sizi ilk olarak hangi sıfatlarla tanımlamalıyız?<br />

Tuhaf. Meraklı. Dışardan bakıldığında ‘’cool’’ duran ama aslında<br />

sadece utangaç olduğu için öyle görünen kız. Tuhaf demiş miydim?<br />

Dizilerden aşinayız peki tiyatro ve sinema hayatınızın neresinde<br />

duruyor?<br />

Tiyatronun hayatımdaki yeri bambaşka. Ben kulislerde büyüdüm,<br />

oralarda ödev yaptım , oyun oynadım. Annemin babamın beni<br />

bırakacak kimsesi yoktu tabii, alıyorlardı beni yanlarına . Hatta


o zamanlar daha küçük bir bebekken hakkımda çıkan<br />

bir haber var, minik Alize kulislerde büyüyor diye. Annem<br />

hala saklar. Kamera denilen olaya yeni yeni alışıyorum,<br />

dizinin ilk birkaç bölümünde çok bocaladım zaten, işler<br />

sahnedeki gibi işlemiyor ya... Aldığım eğitim de sahne<br />

sanatları üzerine olduğu için, kamera adına öğrenmem<br />

gereken çok şey var. Şimdi ufak ufak alıştım da, ilk hallerimi<br />

görseniz çok gülerdiniz .<br />

Alize Gördüm’ün oyunculuğunu izliyoruz, ailenizden<br />

haberdarız ancak sizi tanımıyoruz aslında. Neler<br />

yaparsınız, ilginç hobileriniz, takıntılarınız, özellikleriniz<br />

var mı bizimle paylaşabileceğiniz?<br />

Oyuncu olmamın dışında yoga eğitmeniyim. Bana her<br />

gün yeni yeni şeyler öğreten bir sürü öğrencim var ve<br />

hepsinin yeri benim için çok ayrı. Aynı zamanda bas gitar<br />

çalıyorum. Setten boş bulabildiğim dönemlerde İrlanda’ya<br />

gidip geliyorum çünkü okulum orada. Hayatta çok<br />

sevdiğim iki şey var; biri annemle pazar kahvaltısı yapmak,<br />

öbürü babamla aşka dair sohbet etmek. Sevdiğim<br />

insanlarla sürekli uğraşırım , hatta onları delirtebilirim.<br />

Niye diye sorma , sadece çok hoşuma gidiyor. (Gülüyor)<br />

Neler okur, neler dinlersiniz mesela? Bize mutlaka<br />

okumamız ve dinlememiz gereken önerileriniz var<br />

mı?<br />

Ben çok büyük bir Beatles hayranıyım. Hatta basçıları<br />

Paul’e olan hayranlığımı bütün arkadaşlarım bilir. Bana<br />

hediye falan almak çok kolaydır o yüzden , Beatles ile<br />

ilgili ne alırsan al mutlaka çok beğenirim .İyi olduğumda<br />

, kötü olduğumda , her türlü ruh halinde onları dinlerim<br />

.Size de tavsiye ediyorum , canınız sıkkınsa , sevdiğiniz<br />

biriyle kavga ettiyseniz ‘’We can work it out ‘’ dinleyin ,<br />

bakın bakalım kalıyor mu bir şeyiniz! Şiir okumayı da çok<br />

seviyorum (ama içimden). En sevdiğim şair Turgut Uyar.<br />

Babanız sizden bahsederken “ne yaptığını bilen bir<br />

çocuk” olarak anılıyorsunuz. Ne yapacaksınız peki,<br />

bir sonraki adımda neler var kişisel yol haritanızda,<br />

hayallerinizde?<br />

Öyle mi demiş? Sağ olsun babam. Ama aslında hiç de<br />

ne yaptığını bilen biri değilimdir. Sadece bir şeye aşık<br />

olursam onun peşinden giderim, sonuna kadar takip<br />

ederim onu. Öyle öyle bir şeyler öğrenmiş olurum hayattan.<br />

Hedeflerim var tabii ama öyle büyük büyük laflar<br />

söylemeyi sevmem. Geleceğe dair en büyük isteğim<br />

sevdiğim mesleği yaparken sevdiğim insanları ihmal<br />

etmemek. Bir şeyler başaracağım diye yaşadığım hayatı<br />

ıskalamak en çok çekindiğim şeylerden biri. İçinde<br />

bulunduğum hayatı severek yaşamak en büyük hayalim…


ANIMAL KINGDOM<br />

VE TERSYÜZ EDiLMiŞ<br />

KUTSAL AiLE MiTi


ŞENAY TANRIVERMİŞ<br />

EPISODE<br />

Animal Kingdom ne olursa,<br />

nasıl olursa ve içinde ne<br />

yaşanırsa yaşansın bireyin ait<br />

olma arzu ve ihtiyacını anlatan çok<br />

ilginç bir dizi. Tersten çalışan bir<br />

melodram içine yerleştirilmiş macera<br />

öğeleri ise anlatının hem sürükleyici<br />

hem de şok edici olmasını<br />

sağlıyor. Çünkü merkezde annesi<br />

aşırı doz eroinden ölen Joshua’nın<br />

büyükannesinin evine sığınması<br />

ve birbirinden deli, tehlikeli ve kötü<br />

alışkanlıkları olan dayılarının hikayesi<br />

veriliyor. Böylece bir çatı<br />

altında beraber yaşayan aile bireylerinin<br />

melodramları erki temsil eden<br />

babanın hiyerarşik yönetiminde değil<br />

büyükannenin idaresinde gelişiyor.<br />

Annesini kaybettiği için kendisine<br />

yuva ve aile arayan Joshua denize<br />

düşüyor ve yılana sarılmak durumunda<br />

kalıyor. Tamamen boşlukta asılı<br />

kalmaktansa bir yılana da olsa tutunma,<br />

bağlı olma ve aidiyet ihtiyacının<br />

acınası insanlık halleri pek çok<br />

zaaflar ve temel ihtiyaçlar açısından<br />

değerli sorulara yanıt veriyor.<br />

Büyükanne Smurf besleyen,<br />

barındıran, seven ve kollayan ‘anne’<br />

rollerinin hepsini tüm bu eylemleri<br />

inkar ederek değil bizatihi yaparak<br />

zehirliyor. Bir yandan anneye atfedilen<br />

yemek pişirme, temizlik, çamaşır<br />

yıkama ve her birinin başını okşama<br />

gibi tüm sevecen cinsiyet rollerin<br />

gereğini fazlasıyla yaptığı halde öte<br />

yandan oğullarını hırsızlık yapmaları<br />

için piyasa oluşturması, yollaması,<br />

uyuşturucu satması, sattırması ve<br />

kazandıklarının hepsini getirmelerini zorunlu<br />

tutması çelişkili, kirli, karanlık ve<br />

tehditkar bir anne modeli oluşturuyor.<br />

Smurf bir annenin yapması gereken ve<br />

yapmaması gereken her şeyi yaparak<br />

kutsala dair ne varsa paramparça<br />

ediyor ve yine de dimdik ayakta ve<br />

sağlam duruyor, ailesini sağlam tutuyor.<br />

Kurumlarını sağlam tutanların<br />

örneği olarak karanlık dünyasından<br />

nefret ettiriyor ve yine de hayranlık<br />

uyandırıyor. Bu haliyle kısmen Oliver<br />

Twist’in anaerkil sisteme ve günümüz<br />

dizi estetiğine uyarlanmış versiyonu da<br />

denilebilir.<br />

Oğullarının etinden, sütünden ve<br />

kanından beslenen sevgi dolu vampir<br />

anne çocuklarını en güven dolu yerde<br />

yani evde aralıksız olarak tüketiyor,<br />

sömürüyor ve ölmelerine asla izin<br />

vermiyor böylece öte yandan koruyan,<br />

kollayan ve sarmalayan kucak olmayı<br />

da başarıyor. Birbirinden yakışıklı,<br />

sert, psikopat, yalnız ve hatta sahipsiz<br />

oğullar bir aile yapısı içinde anne<br />

kucağına bağlı yaşama arzusuyla<br />

Smurf’ün onayı için yarışıyorlar. Tekinsiz<br />

bir annenin himayesi için canlarını<br />

tehlikeye atan, öldüren, saldıran, çalan<br />

oğullar ordusu aslında aile miti<br />

aracılığıyla topluma farklı bir perspektif<br />

sunuyor… Belki de Smurf köleye<br />

çevirdiği evlatlarına yaptıkları ve<br />

yaptırdıklarıyla sistemin ve özellikle de<br />

aile, ev ve anne mitlerinin ipliğini pazara<br />

çıkarıyor.<br />

Hırsızlık, uyuşturucu ticareti, cinayet,<br />

şiddet ve aldatma gibi aksiyonlar ‘ev’de<br />

geçtiği için aile mitinin kutsallığını


sadece annelikle değil mekanla<br />

yani ‘yuva’ olarak<br />

değerlendirdiğimiz sığınakla<br />

da sınıyor, zorluyor ya da zaten<br />

bozuk olan kutsal miti açığa<br />

çıkarıyor. Evin temsil ettiği güven,<br />

huzur ve mahreme dair ne varsa<br />

yerini tehdit, korku ve aksiyona<br />

bırakıyor. Aile mitinin kutsanmış<br />

bağlarıyla evin dışındaki herkesten<br />

çalmak olağanken birbirinden<br />

çalmaya asla taviz verilmiyor.<br />

Bu arada para hariç her şeyin<br />

paylaşılır olması ise gayet olağan<br />

karşılanıyor ancak eşcinselliğe<br />

asla geçit verilmiyor. Örneğin<br />

kardeşlerin birbirinin sevgilisine<br />

göz koymaları, hatta ilişkiye<br />

girmeleri dahi olağanken eşcinsel<br />

birlikteliğe olan korkunç mesafeleri<br />

yine sistemin en güçlü ve<br />

kutsal birimi olan aile yasalarıyla<br />

elbette örtüşüyor. Bu haliyle belki<br />

de en başta en kutsal ilan edilenin<br />

en acımasız yasakları koyduğu<br />

‘aile’, ‘anne’ ve ‘aile’ kodlarıyla<br />

deşifre oluyor.<br />

Tipik bir melodramı tersyüz<br />

ederek işleyen Animal Kingdom<br />

tüm kutsalları da al aşağı ederek<br />

seyirciyi dumura uğratıyor, kırdığı<br />

normlar ve klişeler eşliğinde çok<br />

zor sorular soruyor. Anne kimdir?<br />

Aile nedir? Birbirine hiç benzemeyen<br />

fertlerden aile olur mu?<br />

Sadece kendi çıkarlarını düşünen<br />

ve diğerlerini her türlü çıkmaza,<br />

ölüme, felakete sürükleyen bir<br />

grup insan birbirini gerçekten<br />

sever mi? Yoksa aile denen kutsal<br />

mit birbirinin çıkarına hizmet<br />

eden bir şirket midir zaten?<br />

En kutsal bildiğimiz kurum olan<br />

aile de işler böyle yürütülüyorsa<br />

diğer kutsallar ne kadar temiz olabilirler?


SULANDIRMADAN DA<br />

KOMEDİ YAPILABİLİR<br />

Altınsoylar ile karşımıza çıkan<br />

Sami Aksu ile Cine Dergi için<br />

konuştuk. Ali Kundilli serisi ile<br />

beyazperde seyircisi tarafından<br />

tanınan Aksu, Altınsoylar’ın kısa<br />

ekran macerasında bile dikkatleri<br />

üzerine çekmeyi başardı.<br />

GİZEM MERVE<br />

KABOĞLU<br />

Altınsoylar ile karşımıza çıkan<br />

Sami Aksu ile Cine Dergi için<br />

konuştuk. Ali Kundilli serisi<br />

ile beyazperde seyircisi tarafından<br />

tanınan Aksu, Altınsoylar’ın kısa ekran<br />

macerasında bile dikkatleri üzerine<br />

çekmeyi başardı. Komedideki iddiası<br />

yer aldığı projelerle tasdiklenen<br />

Sami Aksu’nun kariyer hedefinde ise<br />

sadece komedi yok, drama da göz<br />

kırpıyor. Başarılı oyuncu, oyunculuğun<br />

yanı sıra fotoğrafçılıkta da adından<br />

söz ettireceğe benziyor.<br />

Daha çok komedi projelerinde<br />

gördük sizi, bilinçli bir tercih mi?<br />

Evet daha çok komedi projelerinde yer<br />

aldım ama bu demek değil ki sadece<br />

komedi yapabiliyorum oyunculuk<br />

çok büyük bir okyanus ve derinlikleri<br />

var komedi, dram, oyuncunun beş<br />

parmağında beş marifet olmalı.<br />

Komediye daha teşne bir oyuncu<br />

olduğunuza katılır mısınız?<br />

Tiyatro yaptığım yıllarda son derece<br />

ciddi oyunlar ve ciddi rollerde de roller<br />

aldım ama TV sektöründe insanlar sizi<br />

hangi rol ile tanırsa, artık rolün adamı<br />

oluyorsunuz.<br />

Bundan şikayetçi misiniz?<br />

Tabii ki komedi yapmayı çok seviyorum<br />

insanları güldürebilmek çok güzel bu


SAMİ AKSU<br />

durumdan hiç şikayetçi değilim.<br />

Drama da komediye de kapıları<br />

kapatmıyorsunuz yani?<br />

Benim de tipim yapım ve yeteneğim<br />

daha çok komediye yatkın ama gelecek<br />

olan herhangi bir dram işinin de altından<br />

başarı ile kalkabileceğimi iyi biliyorum.<br />

Ali Kundilli serisi hayatınıza neler<br />

kattı?<br />

Pek çok projede yer almama rağmen<br />

insanlar beni Ali Kundilli’deki Vedat karakteri<br />

ile tanıdı. Benim çıkış noktalarımdan<br />

biri oldu, filmin bende ayrı bir yeri var.<br />

Ayrıca canlandırdığım Vedat karakteri<br />

neredeyse filmin tamamında tekerlekli<br />

sandalyedeydi bu durum beni engelilere<br />

karşı daha duyarlı bir hale getirdi,<br />

yaklaşık iki ay süren çekimlerde empati<br />

kurmamı sağladı.<br />

Filmin 3.’sü gelecek mi?<br />

Olabilir, seyirci filmi ve karakterleri sevdi,<br />

devamı gelebilir.<br />

Türkiye izleyicisinin komediden<br />

beklentisi ne sizce, nelere gülüyoruz,<br />

ne istiyoruz?<br />

Artık çok daha bilinçli bir izleyici var,<br />

yaptığınız iş sıcacık, içten, doğal ve samimi<br />

olmalı. Seyirci durum komedisi ve<br />

zekice yapılan esprilere gülüyor artık.<br />

Altınsoylar neden beklenen ilgiyi görmedi?<br />

Mükemmel kadrosu olan ve işini severek<br />

yapan insanları buluşturan bir projeydi.<br />

Günümüzde pek çok dizi başlıyor, pek<br />

çok dizi bitirme kararı alıyor bu gayet normal<br />

işleyen bir süreç ve bittiğine üzülen<br />

seyircisi de vardı ama izleyici sayımız<br />

yeterli değildi. Ne dersek diyelim son<br />

sözü seyirci söyler.<br />

Oyunculuk sizin kişiliğinize neler<br />

kazandırdı? Meslek seçiminizin artıları<br />

neler oldu?<br />

Oyunculuğun en büyük artısı<br />

farkındalığınızın artması ve empatinizin<br />

güçlenmesi, hiç tanımadığınız bir insanla<br />

bile çok rahat iletişim kurabiliyorsunuz.<br />

Oyuncuğun benim hayatımda<br />

çok fazla artısı oldu mesela ilk ve<br />

orta okul, lise yıllarım dahil çok aso-


asosyal bir çocuktum, oyunculuk ilk<br />

başta iletişimimi kuvvetlendirdi, sonra<br />

kendimi daha iyi ifade edebilmemi.<br />

Sürekli bir şeyler öğreniyorum<br />

hem de her meslek hakkında, çünkü<br />

bir sonraki projede hangi rolde<br />

olacağınızı bilemiyorsunuz belki polis,<br />

belki pilot, belki de işportacı, bu<br />

durumda bilgilerinizi sürekli güncel<br />

tutuyorsunuz ve öğrenmeye açık<br />

oluyorsunuz.<br />

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?<br />

Hayatımın ilk rolü, rahmetli Turgut<br />

Özakman’ın yazdığı “Bir şehnaz<br />

oyun” adlı tiyatro eserinde Müştak<br />

karakterini canlandırmıştım.<br />

2006 senesiydi İzmir’de üniversite<br />

öğrencisiydim, oyunu<br />

sergileyeceğimiz salon 500 kişilikti<br />

ama salonda yaklaşık 650 kişi<br />

vardı, tıklım tıklım doluydu. Heyecandan<br />

ölüyordum neredeyse, Her<br />

şeye rağmen mükemmel bir oyun<br />

geçmişti ve izleyen herkes çok<br />

gülmüştü, eğlenmişti sonunda çok<br />

güzel alkış almıştık ve işte o gün<br />

solondaki her bir izleyicinin alkışı<br />

benim oyuncu olmaya, karar vermeme<br />

sebep olmuştu.<br />

Fotoğrafa ve yönetmenliğe de<br />

merakınız var diye duydum. Kariyer<br />

hedefinizde kendinizi nerede<br />

görüyorsunuz?<br />

Oyunculuk gibi fotoğrafçılığın da<br />

bende ayrı bir önemi var, hatta B<br />

planım bile diyebilirim, ilk başlarda<br />

hobi olarak başlayıp önünü<br />

alamadığım bir tutku ve ardından<br />

kendimi içinde bulduğum bir meslek<br />

haline geldi. Oyunculuk, fikirlerimi<br />

geliştirdi, fotoğrafçılık ise bakış<br />

açımı bu iki etki beni yönetmenliğe<br />

karşı tetikledi. Kendi çapımda<br />

kısa filmler, skeçler ve şarkıcı<br />

arkadaşlarıma klipler çektim, ama<br />

tabi ki yönetmenlik de yapıyorum<br />

diyemem, demem de. Kariyer<br />

planımda öncelik oyunculuk ve


fotoğrafçılıkta.<br />

Komedide köşe başlarının<br />

tutulduğu ve yer edinmenin<br />

daha zor olduğu görüşüne katılır<br />

mısınız?<br />

Bence herkes dönemini yaşar, artık<br />

her şeyi fazlasıyla tüketir bir hale geldik,<br />

insanlar aynı espriye iki defa gülmüyor<br />

ve artık o köşeler çok kalmadı<br />

her geçen gün yeni komedyenler<br />

türüyor ama çok çabuk tükeniyorlar.<br />

Her yerde görüyoruz diziler, filmler,<br />

reklamlar ve sonrasında insanlar artık<br />

görmekten sıkılıyor ve yeni komedyenler<br />

keşfediyor.<br />

Oyuncu olarak fark yaratmak için<br />

sizin yol haritanız nedir?<br />

Fark yaratmak gibi bir iddiam yok<br />

ama komedi sulandırılmadan<br />

abartıdan uzak doğal oyunculukla da<br />

yapılabileceğini göstermek en büyük<br />

amacım ve her projede yer almak yerine<br />

seçici olup kaliteli projelerde yer<br />

almak beni doğru yola götüreceğini<br />

düşünüyorum.<br />

Mesleki idolünüz var mı? Kim,<br />

neden?<br />

İdol olarak gördüğüm bir oyuncu<br />

var diyemem ama oyunculuklarına<br />

hayranlık duyduğum oyuncular var<br />

ülkemizde, başlıca Şener Şen, Fikret<br />

Kuşkan, Halit Ergenç, Cengiz Bozkurt,<br />

Ertan Saban gibi isimler ve aklıma<br />

gelmen birkaç kişi daha…<br />

“Şöyle bir rol oynamak isterim”<br />

dediğiniz bir karakter tarif edebilir<br />

misiniz?<br />

Şehrin kalabalığı içinde kaybolmuş,<br />

saygı ve sevgisinden dolayı<br />

eşine ve çocuklarına karşı otorite<br />

sağlayamamış, iş yerinde popülaritesi<br />

olmayan dürüst ve namuslu bir adamı<br />

canlandırmak isterdim, bu sadece biri<br />

daha birçok derinliği olan roller de oynamak<br />

isterdim dram ya da komedi.<br />

Yeni projeler var mı?<br />

Tabii ki birçok yeni projeler ve<br />

görüşmeler var ama sürpriz.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!