30.12.2016 Views

dergi

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Sporda Nefret Suçları Sempozyumu<br />

21-22 Mart 2016<br />

ISBN: 978-605-4222-40-7<br />

Editör<br />

Dr. Necati CERRAHOĞLU<br />

Çanakkale / 2016


Düzenleme Kurulu<br />

Prof. Dr. Yücel ACER<br />

(Çanakkale Onsekiz Mart<br />

Üniversitesi, Rektör)<br />

Prof. Dr. Osman ŞİMŞEK<br />

(Namık Kemal Üniversitesi,<br />

Rektör)<br />

Prof. Dr. Yener YÖRÜK<br />

(Trakya Üniversitesi, Rektör)<br />

Prof. Dr. Mustafa AYKAÇ<br />

(Kırklareli Üniversitesi,<br />

Rektör)


Bilim Kurulu<br />

• Prof. Dr. Azmi Yetim, Gazi Üniversitesi, TR<br />

• Prof. Dr. Arslan Kalkavan, Recep Tayyip Üniversitesi, TR<br />

• Prof. Dr. Bernd Straß, Münster Üniversitesi, Almanya<br />

• Prof. Dr. Cengiz Arslan, Fırat Üniversitesi, TR<br />

• Prof. Dr. Erdal ZORBA, Gazi Üniversitesi, TR<br />

• Prof. Dr. Günter A. Pilz Hannover Üniversitesi, Almanya<br />

• Prof. Dr. İ. Hakkı Mirici, Hacettepe Üniversitesi, Türkiye<br />

• Prof. Dr. Ken Hardman, Worcester Üniversitesi, İngiltere<br />

• Prof. Dr. M. Akif Ziyagil, Mersin Üniversitesi, TR<br />

• Prof. Dr. Osman İmamoğlu, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, TR<br />

• Prof. Dr. Peter Kapustin, Castle Seeburg Üniversitesi, Avusturya<br />

• Prof. Dr. Ron McBriede, Texas A & M Üniversitesi, USA<br />

• Prof. Dr. Sebastian Kaiser, Duisburg – Essen Üniversitesi, Almanya<br />

• Prof. Dr. Yang Changyong, Southwest China Normal University,<br />

China<br />

• Doç. Dr. İlker TOKSÖZ, Trakya Üniversitesi, TR<br />

• Doç. Dr. İlker ÖZMUTLU, Namık Kemal Üniversitesi, TR<br />

• Dr. Necati CERRAHOĞLU, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,<br />

TR<br />

• Dr. Alaattin İŞERİ, Kırklaeli Üniversitesi, TR<br />

• Dr. Gülşah ŞAHİN, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, TR


Sempozyum Organizasyon Kurulu<br />

Dr. Necati CERRAHOĞLU<br />

Başkan<br />

Doç. Dr. İlker TOKSÖZ<br />

Üye<br />

Doç. Dr. İlker ÖZMUTLU<br />

Üye<br />

Dr. Alaattin İŞERİ<br />

Üye<br />

Dr. Gülşah ŞAHİN<br />

Üye


Lokal Organizasyon Komitesi<br />

Dr. İlhan ADİLOĞULLARI<br />

Dr. Şakir SERBES<br />

Dr. Erdal DEMİR<br />

Dr. Cevdet CENGİZ<br />

Dr. H.Özden YURDAKUL<br />

Dr. Özhan BAVLI<br />

Dr. Kadir KOYUNCUOĞLU<br />

Dr. Gülçin GÖZAYDIN<br />

Dr. Bilal KARAKOÇ<br />

Öğr.Gör. Hasan ABANOZ<br />

Öğr.Gör. Harun SUYÜNÇ<br />

Öğr.Gör. Türkan SÖĞÜTÇÜ<br />

Öğr Gör. Uğur ŞENTÜRK<br />

Öğr.Gör. Zeynel DOHMAN<br />

Arş. Gör. Ali Adnan ÇAKIROĞLU<br />

Arş. Gör. S. Gizem ENGİN<br />

Arş.Gör. Zülbiye KAÇAY<br />

Okt. Mutlu DURMAZ<br />

Okt. Ali COŞKUN<br />

Okt. H. Ahmet TAŞPINAR<br />

Okt. G. Elif ADİLOĞULLARI<br />

Uzm. Oya DEMİRCAN


EDİTÖR<br />

Dr. Necati CERRAHOĞLU<br />

EDİTÖR YARDIMCILARI<br />

Öğr. Gör. Hasan ABANOZ<br />

Okt. H. Ahmet TAŞPINAR<br />

Arş. Gör. Ali A. ÇAKIROĞLU<br />

Arş. Gör. S. Gizem ENGİN<br />

Arş. Gör. Zülbiye KAÇAY<br />

Arş. Gör. Bilgetekin Burak Günar


PROGRAM<br />

Prof. Dr. Mazhar BAĞLI<br />

Dünya Genelinde Nefret Suçlarının Tarihi ve Bugünü<br />

Kurt WACHTER<br />

Sporda Ayrımcılıklar ve Mücadelede Uygulama Örnekleri<br />

Doç. Dr. Ahmet TALİMCİLER<br />

Türkiye’de Sporda Ayrımcılık Örnekleri<br />

Av. H. Alpay KÖSE<br />

Sporda Nefret Suçlarının Hukuki Boyutu<br />

Gül KESKİNLER<br />

DFB Entegrasyon Politikaları ve Sığınmacılarına Yönelik Uygulama<br />

Örnekleri<br />

Murat ÖZBAY / Semra DEMİRER<br />

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Fair Play Yaklaşımı<br />

Prof. Dr. Gıyasettin DEMİRHAN<br />

Spor Bilimi ve Bilimsel STK’lar Açısından Sporda Nefret Suçları<br />

Analizi<br />

Zeki ÇOL<br />

FİFA - UEFA’nın Sporda Nefret Suçları Politikası<br />

Gül KESKİNLER<br />

DFB-Aktiviteleri Film Gösterimi<br />

Yrd. Doç. Dr. Necati CERRAHOĞLU<br />

Sporda Nefret Suçları İle Mücadelede STK’ların Yeri ve Önemi


SEMPOZYUM AFİŞİ (TÜRKÇE)


SEMPOZYUM AFİŞİ (İNGİLİZCE)


12<br />

NEFRET SUÇLARI NEDİR?<br />

NEFRET SUÇLARI TEMASININ TEORİK ÇERÇEVESİ<br />

Dünya genelinde 1990’lı yılların sonlarına doğru ise nefret<br />

yasalarının kapsamı genişletilerek ırk, renk, etnik köken, uyruk,<br />

din, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, fiziksel ve zihinsel engel<br />

gibi farklılıklar da yasa kapsamına alınmıştır. Toplumda baskı<br />

görmeye açık, savunmasız grupların, diğer grupların ve sınıfların<br />

önyargıya dayanan her türlü saldırılarına karşı güvence altına<br />

alınması gereği doğmuştur. Nefret suçları her ne kadar bireylere<br />

karşı işleniyorsa da aslen hedef alınan o bireyin üyesi olduğu sosyal<br />

gruptur.<br />

Ekim 2006’dan itibaren gelişmeleri takip etmek ve nefret<br />

suçlarını önlemek için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı<br />

(AGİT), bir internet sitesi aracılığıyla (TANDIS – Tolerance and<br />

Non-Discrimination Information System http://tandis.odihr.pl )<br />

yaşanan gelişmeleri takip etmektedir. AGİT nefret suçlarını önlemek<br />

için hazırladığı kılavuzda “nefret suçlarını” aynı zamanda<br />

“önyargı suçları” olarak da tanımlamaktadır.<br />

Nefret suçları oldukça özeldir. Çünkü fail nefret suçunu<br />

gerçekleştirirken mağdur ve mağdurun ait olduğu topluma yönelik<br />

bir mesaj yollar. Bu sonuç olarak nefret suçlarının diğer suçlardan<br />

farklı bir şekilde yapılması gerektiğini ve farklı bir yasal<br />

yaklaşımla meşrulaştırılması gerektiği anlamına gelir. Nefret suçları<br />

önyargının şiddet manifestosudur.<br />

Spor, bizatihi nefret üretmez, sporun bileşenleri (Oyuncu–Antrenör–Yönetici–Taraftar<br />

vb. gibi) spor ortamının müsait<br />

zeminde içlerinin derinliklerinde barındırdıkları “nefret suçunu”<br />

sergilerler. Spor, barış - dostluk – kardeşlik gibi pozitif değerler<br />

sunarken, bu değerlerin tam karşıtı nefret suçlarının da spor sahalarında<br />

varlığı artık inkâr edilemez bir gerçektir.


13<br />

Sporda Nefret Suçları genel anlamda kategorize edildiğinde;<br />

1. Irkçılık,<br />

2. Ayrımcılık,<br />

3. Aşağılama,<br />

4. Yabancı Düşmanlığı,<br />

5. İslamafobi.<br />

Spor, toplumda bir cazibe merkezidir, sporcular ve sporun<br />

paydaşları da gösterinin aktörleridir. Sporcular aynı zamanda toplumda<br />

çocuk ve gençlerin İdolleri ve rol modelleridir. Sporculardan<br />

ya da sporun paydaşlarından gelen tutum tavır ve davranışlar<br />

toplumda geometrik tesirlere sebebiyet verir.<br />

Sporda nefret suçları teması dünyada ve Avrupa’da oldukça<br />

yeni bir alan iken Türkiye’de ise hiç çalışılmamış bir sahadır.<br />

Avrupa Komisyonu 2007 yılında yayınladığı Beyaz Kitap isimli<br />

Raporunun “Irkçılık ve Şiddetin önlenmesi ve bunlarla Mücadeleyi<br />

Güçlendirme” başlıklı bölümünde “Spor; cinsiyet, ırk, yaş,<br />

engel, din ve inanç, cinsel tercih ve sosyal ya da ekonomik durum<br />

ayrımı gözetmeksizin her vatandaşı kapsamaktadır. Komisyon,<br />

AB değerleri ile örtüşmeyen ırkçılık ve yabancı düşmanlığını başından<br />

beri kınadığını belirtirken 18 numaralı çağrısında da;<br />

(18) Komisyon, ırkçı ve yabancı düşmanlığı içeren tutumlarla<br />

ilgili olarak, Avrupa’da Irkçılığa Karşı Futbol Ağı (FARE)<br />

gibi var olan işbirliği çerçevelerindeki diyalogu ve en iyi uygulama<br />

değişimini geliştirmeye devam edecektir.<br />

Komisyon, mevcut girişimlere dayanarak, spor federasyonlarına<br />

maç süresince ırkçı suiistimallerle baş etmek için<br />

yöntem geliştirmesini tavsiye etmektedir. Komisyon ayrıca, kulüplerin<br />

lisans sistemlerindeki ayrımcılıkla ilgili hükümleri güçlendirmeyi<br />

de tavsiye etmektedir (bkz. Bölüm 4.7).


14<br />

Komisyon:<br />

(19) Uygulanabilir ulusal kurallar ve AB kuralları uyarınca, işlevsel<br />

bilgi ile pratik uzmanlık bilgisi paylaşımını geliştirecektir ve<br />

kanun uygulama hizmetleri ile spor organizasyonları arasındaki<br />

şiddet içeren ve ırkçı vakaların önlenmesini teşvik edecektir;<br />

(20) Spor olaylarındaki halk hareketlerini önlemek üzere yeni yasal<br />

araçlar ve diğer AB çapındaki standartlar için olanakları analiz<br />

edecektir;<br />

(21) Taraftar eğitmenliği (olumlu ve şiddet içermeyen bir tutum<br />

geliştirmek için taraftarlarla uzun süreli çalışma) gibi sosyal/eğitsel<br />

eylemlere verilen özel bir önemle, anti-sosyal davranışları önlemek<br />

için çok disiplinli bir yaklaşım geliştirecektir;<br />

(22) Emniyet güçleri, spor organizasyonları ve diğer taraflar arasındaki<br />

düzenli ve yapısallaştırılmış işbirliğini güçlendirecektir;<br />

(23) Sporda şiddet ve ırkçılığı önlemeye ve bunlarla mücadele<br />

etmeye katkı sağlamak için aşağıdaki programların kullanımını<br />

teşvik edecektir: Gençlik Harekete Geçti, Vatandaşlar için Avrupa,<br />

DAPHNE III, Temel Haklar ve Vatandaşlık ve Suça Karşı<br />

Önleme ve Mücadele;<br />

(24) Spor olaylarında şiddet ve ırkçılığı önlemek ve bunlarla mücadele<br />

etmek amacıyla yetkililerle tartışmak için yüksek seviyede<br />

bir konferans düzenleyecektir.<br />

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi üyesi olduğu Trakya<br />

Üniversiteler Birliği (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi–<br />

Namık Kemal Üniversitesi–Trakya Üniversitesi–Kırklareli Üniversitesi)<br />

ve STK’lar ile birlikte Türkiye’de spor alanında yeni<br />

temayı tartışmaya ve kamuoyuna sunmaya karar vermiştir. Avrupa<br />

Birliğinin karar vericilere de tavsiye ettiği konularda bilinç<br />

oluşturmak,


15<br />

toplumsal anlamda bir hastalık olan sporda nefret suçlarını tanımak,<br />

kayıt altına almak, arşiv oluşturmak ve bilinçlendirmeyi<br />

tabana yaymak anlamında, alanın yetkin yerli ve yabancı uzmanlarını<br />

bir araya getirmeye karar vermiştir. Alanda ikinci büyük<br />

organizasyonu Çanakkale Savaşlarının 100. Yılını Anmak ve Anlamak<br />

sürecinde düzenlenmesi, sempozyumun Dünya Irkçılıkla<br />

Mücadele gününde yapılması da daha bir anlam ifade edeceği<br />

öngörülmüştür.


16<br />

YRD. DOÇ.DR. NECATİ CERRAHOĞLU<br />

Sempozyum Organizasyon Kurulu Başkanı<br />

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi BESYO Müdürü<br />

Sayın Valim, Sayın Rektörüm, değerli protokol sevgili<br />

öğrenciler…<br />

Protokolün çok yoğun iş zamanı içinde buraya zaman<br />

ayırıp gelmelerinden dolayı çok mutlu olduk. Bundan dolayı ben<br />

konuşmamı çok kısa tutacağım. Gerçekten Avrupa birliğinin, FI-<br />

FA’nın üzerinde hassasiyetle çalıştığı sporda nefret suçları konusunda<br />

biz üniversite olarak, STK olarak çalışmalar yapmaktayız.<br />

Bu da o çalışmalardan biri. Ben bu çalışmamızın vücut bulmasında<br />

bize desteğini hiç esirgemeyen Sayın Rektörümüze, Sayın<br />

Valimize ve Gençlik ve Spor Bakanlığına özellikle Milletvekilimiz<br />

Bülent TURAN’a katkılarından dolayı huzurlarınızda teşekkür<br />

etmeyi borç biliyorum. Üniversite, akademia ilköğretimden<br />

farklı olarak araştırma yapmak zorunda. Çağın dünyadaki aktüel<br />

gelişmelerini masaya yatırmak zorunda. Biz de bu bağlamda<br />

bu çalışmayı düşündük. Trakya üniversiteler birliği ile beraber<br />

kurguladık. Gerçekten de günümüzde özellikle mülteciler sorunundan<br />

dolayı Avrupa’da insanlık dramı yaşanmakta. Bununla<br />

beraber genel manada insan hakları açısından, özelde spordaki


17<br />

nefret suçları çağımızdaki sosyal bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor.<br />

Bunun geçmişi, günümüze olan yansımaları ve muhtemel<br />

gelecekteki durumlar hakkında da çok değerli sosyolog hocamız<br />

Prof. Mazhar Bağlı hocamız aramızda. Kendisi bizi bilgilendirecek.<br />

Ben zahmet edip geldiğiniz için teşekkür ediyorum, hepinize<br />

saygılar sunuyorum.


18<br />

PROF.DR. YÜCEL ACER<br />

Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı<br />

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü<br />

Saygıdeğer Valim, değerli konuklar, sevgili öğrenciler…<br />

Bir araya gelişimizin anlamı gerçekten çok büyük. Spor, her toplumda<br />

ve ülkemizde çok büyük bir faaliyet alanıdır. Sporu müstesna<br />

bir alan kılmak için yapılan çalışmaları konuşacağımız bir<br />

sempozyum için bir aradayız. Doğrusu ben temel bir noktadan<br />

kısaca başlamak isterim. İnsanoğlu birlikte yaşamaya muhtaç bir<br />

varlık olarak yaratılmıştır. Bizi, hem maddi ihtiyaçlarımız hem de<br />

manevi ihtiyaçlarımız bir arada yaşamaya zorlar. Ancak insanoğlu<br />

yaradılışı gereği bir arada yaşamaya başladığı zaman birbirine<br />

sorun çıkarmaya da başlar. Bu temel gerçekten hareket ederek<br />

hayatımıza hâkim olması gerek bütün kurallar geleneklerimiz,<br />

göreneklerimiz, dini inancımız, manevi değerlerimiz ve nihayetinde<br />

hukuk kurallarımızın tamamının varlık gerekçesi insanların<br />

yani bizlerin bir arada barış ve huzur içerisinde yaşamasını temin<br />

etmektir. Temel gaye budur. Dolayısıyla birlikte yaşamamızın temelini<br />

barış ve huzur oluşturduğuna göre ve onu koruyan değerlerimiz<br />

oluşturduğuna göre hayatımızın her alanında bu değerleri<br />

korumak, muhafaza etmek esas amacımız olmalıdır, bir arada


19<br />

yaşamamızı devam ettirebilmek için. Buradan hareket edersek,<br />

insanın huzur ve güven içerisinde birlikte yaşadığı her alan, her<br />

faaliyet değerlidir, müstesnadır. Aile değerlidir çünkü bir arada<br />

yaşamanın temelini teşkil eder. Ülke değerlidir, toplum değerlidir<br />

çünkü bir arada yaşamanın, insanların bir arada yaşayabilmesinin<br />

temelini teşkil eder. Bir bütün olarak insanlık değerlidir çünkü bir<br />

arada yaşamanın kendisidir. Bu anlamda gerçekten bu birlikteliği<br />

huzur ve güven içerisinde yaşayacağımız, bu birlikteliği koruyan<br />

her şey, her değerimiz, her inancımız değerlidir, muhafaza edilmelidir.<br />

Özellikle Türkiye gibi hem konumu gereği, hem tarihi<br />

geçmişi gereği her zaman dikkatli olması gereken, huzurunu ve<br />

güvenliğini daha fazla koruması gereken bir toplum olarak biz<br />

birçok dönemde olduğu gibi yine aslında huzurumuzu, güvenliğimizi<br />

bozacak girişimlerle karşı karşıya kalıyoruz, kalabiliriz,<br />

kalacağız da. Spor, bütün insanların ama özellikle gençlerimizin<br />

içerisinde bulunduğu temel faaliyet alanlarından bir tanesidir.<br />

Faydaları birçok açıdan değerlendirilebilir ama en temel faydalarından<br />

bir tanesi de insanların bir arada olmasını sağlayan bir<br />

faaliyet alanıdır. Ama biliyoruz ki insanların aslında keyif alarak<br />

huzur içerisinde gerçekleştirmesi gereken bu faaliyet, sporun çeşitli<br />

dalları, görebiliyoruz ki nefretin sokulmaya çalışıldığı, kinin<br />

sokulmaya çalışıldığı, aşağılamanın, dışlamanın sokulmaya<br />

çalışıldığı bir faaliyet alanı haline gelebiliyor. Başka alanlarda<br />

yaratılan nefret, başka alanlarda yaratılan huzursuzluk spora dâhil<br />

edilmeye ya da spor üzerinde yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.<br />

Bu anlamda gerçekten sporda nefretin, aşağılamanın, dışlamanın<br />

karşısında durmak aslında kötülüğün karşısında durmanın kendisidir.<br />

Bunu sadece duygusal çalışmalarla, duygusal konuşmalarla<br />

gerçekleştiremeyiz. Her alanda olduğu gibi bunun doğru düzgün<br />

incelenmesi, temellerinin tespit edilmesi, yapılması gerekenlerin<br />

mantıksal olarak, bilimsel olarak ortaya konulması gerçekten<br />

bu işin temelini teşkil etmesi gerekir. Bu anlamda üniversitelere<br />

özellikle spor okulları bulunan üniversitelere büyük görev düşüyor.<br />

ÇOMÜ’nün spora verdiği önem, gerçekleştirdiği başarılar<br />

malumken biz sadece bununla yetinmeyip sporun gelişimine,


20<br />

sporun huzur ve güven içerisinde yapılmasının sağlanmasına katkı<br />

sağlamak için çalışan bir eğitim ve araştırma kurumu da olmak<br />

zorundayız. Ben bu vesileyle emeği geçen arkadaşlarımıza,<br />

başta Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulumuzun Sayın Müdürü<br />

olmak üzere emeği geçen bütün arkadaşlarımıza, öğrencilerimize<br />

huzurlarınızda çok teşekkür ediyorum. Onların çabaları sayesinde<br />

böyle önemli bir meseleyi konuşabilmek için bir araya<br />

gelmiş oluyoruz. Biz belki tamamında bulunamayacağız ama çoğunlukla<br />

öğrencilerimizin bu sempozyumu takip etmesini özellikle<br />

istirham ediyorum. Çünkü onlar aynı zamanda bu ülkede<br />

sporumuzun geleceğidir. Onların sporu ve sporun kardeşliğini,<br />

huzurunu anlıyor olması, bunun için çalışıyor olması bence çok<br />

daha önemli bir şey. Onların bu sempozyumu sonuna kadar takip<br />

etmesini özellikle istirham ediyorum. Konuşmamın sonunda<br />

şehir dışından gelme ve bizimle bilgilerini paylaşma zahmetinde<br />

bulunacak olan değerli konuklarımıza bu zahmetlerinden dolayı<br />

çok teşekkür ediyorum. Sayın Valimize çok teşekkür ediyorum.<br />

Zira üniversitemizin spor faaliyetlerinde Sayın Valimizin her zaman<br />

desteğini görüyoruz. Çanakkale’nin desteğini görüyoruz. Bu<br />

anlamda Çanakkale’yi temsilen Sayın Valimizin şahsına burada<br />

teşekkürlerimizi arz etmek istiyorum. Umuyorum ki başarılı, faydalı<br />

bir sempozyum olacak. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.


21<br />

Prof. Dr. Mazhar BAĞLI<br />

(Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyolog)<br />

1965 yılında Şanlıurfa, Halfeti’de doğdu. Selçuk Üniversitesi<br />

Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Üniversite’de Yüksek<br />

Lisans, Sakarya Üniversitesinde doktora yaptı. Kanada Toronto<br />

Üniversitesinde, ABD Houston Üniversitesinde misafir öğretim<br />

DÜNYA GENELİNDE NEFRET SUÇLARININ<br />

TARİHİ VE BUGÜNÜ<br />

Prof. Dr. Mazhar BAĞLI<br />

Sayın Valim, Sayın Rektörüm,<br />

Az önce arkadaşlar Sayın Valimizin sportmen bir harekette<br />

bulunduğunu söyledi, bende bunu denedim ama galiba aramızda<br />

biraz yaş farkı var. Çok nazik davet için üniversitemizin rektörüne,<br />

beden eğitimi ve spor yüksekokulumuzun yöneticilerine<br />

çok teşekkür ediyorum. Sizinle beraber olmaktan da gerçekten<br />

çok keyif aldığımı ve çok memnun olduğumu altını çizerek vurgulamak<br />

istiyorum. Çanakkale önemli bir yer. Ben de Çanakkale’yi<br />

çok seviyorum<br />

Gerçekten bugün dünyada insan haklarıyla ilgili, nefret<br />

suçlarıyla ilgili var olan temel konseptin ne olduğunu ve bizim<br />

neyi planladığımızla ilgili özel bir çerçeve sunmak istiyorum.


22<br />

Tabi ben sporla çok ilgili biri değilim. İşin teknik kısmından çok<br />

da fazla anlayan birisi değilim. Ama işin teorik kısmını, şu boyutunu<br />

biliyorum: özellikle Antik Yunan felsefesinde ve Yunan toplumunda<br />

sporun diğer bütün insanların öğrenmek zorunda olduğu<br />

gymnasiumlarda, sporun da müzik gibi matematik gibi mutlaka<br />

öğrenilmesi gereken temel alanlardan birisi olduğunu ve ideal insanın<br />

ancak bahsedilen alanlarda kendini geliştirmesiyle tekâmül<br />

ettiğini biliyoruz. Bedeni geliştirmek için spor, zihinsel gelişim<br />

için matematik, ruh gelişimi için ise estetik ve güzel sanatların<br />

kullanıldığı antik yunan sisteminde bunun için sistemli bir eğitim<br />

sürecinden geçirilmenin gerekli olduğunu biliyoruz. Buradan<br />

hareketle sporun tarihin en eski çağlarından itibaren gelişmiş bir<br />

toplum inşasının önemli unsurlarından biri olduğu aşikârdır.<br />

Bugün dünyada farklılıkların bir arada barış ve kardeşlik<br />

içerisinde yaşatılması ve bir başkasının sahip olduğu etnik<br />

köken dolayısıyla yahut inancı dolayısıyla yahut da doğduğu<br />

yer dolayısıyla ötekileştirilmemesi nasıl sağlanabilir? Bu belki<br />

de insanlığın en eski sorunlarından bir tanesidir. Babamın şöyle<br />

bir ifadesi vardır: Der ki “Esma’ül Hüsna’da bir terkip var. İsm-i<br />

Azam duasıdır. Siz bu terkibi bilirseniz bütün kapılar size açılır.”<br />

Biliyorsunuz Esma’ül Hüsna Allah’ın doksan dokuz ismidir. “Bu<br />

isimlerden bir terkip var. Onlardan birini bulup zikrettiğinizde<br />

İsmi Azam duası denilen dua ortaya çıkar. O da hayatınızdaki<br />

bütün kapıları açar.” Peki, bu terkipte tam olarak hangi isimler<br />

var bilmiyoruz. Onun için siz bu doksan dokuzdan istediğiniz<br />

kombinasyonları oluşturarak sürekli zikredeceksiniz ki denk gelip<br />

gelmediğinizi de bilemezsiniz. Ama bunu söyledikten sonra<br />

da şöyle der: “bütün bu terkiplerin ne olduğunu bilmiyoruz ama<br />

olabilecek olan terkiplerde bildiğimiz ve kesin olarak emin olduğumuz<br />

bir isim var ki o da El-Adl’dır.” adalettir. Hakikaten bugün<br />

dünyada da farklılıkların bir arada yaşamasıyla ilgili dünyanın<br />

değişik yerlerinde hem akademik hem siyasi birtakım toplantılara<br />

katılıp konuşmalar yapmış, çalışmalar yapmış bir akademisyen<br />

olarak söyleyebilirim ki bugün dünyanın en fazla ihtiyaç duyduğu


23<br />

kavram hem sporda hem diğer alanlarda yönetimle ilgili temel,<br />

vazgeçilmez prensip adalet duygusudur. Adaletten kastımızın ne<br />

olduğu ve bunu nasıl tesis edileceğiyle ilgili çok kısa, bir toplum<br />

tarihi değerlendirmesinden hareketle okuma yapmamız mümkündür.<br />

Bildiğiniz gibi 1200’lerde İngiltere’de zenginlerle devlet<br />

arasında çıkan kavgada Magna Carta’yla bir toplum sözleşmesi<br />

yapmak suretiyle zenginlerin mülkiyetinin devletin hegemonyasına<br />

açık bir hale gelmesini engelleyen bir mutabakata varılmıştır.<br />

Bu mutabakat sonrasında da dünyanın her yerinde evrensel insan<br />

haklarıyla ilgili çalışmalar hızla devam etmiştir. Bana göre bu<br />

insan haklarıyla ilgili arayış sürecinde yani evrensel insan hakları<br />

beyannamesinin 1940’larda ete kemiğe büründüğü süreden<br />

önceki 1200’den 1900’e kadar gerçekten insanlığın çok büyük<br />

acılar yaşadığını biliyoruz. Bu acıların her birisinin bir tecrübeye<br />

dönüştüğünü, bu tecrübenin sonucunda da nasıl bir gelecek<br />

vizyonu ortaya koyabileceğimizin üzerine kafa yorduğumuzu,<br />

toplumsal olarak ortaya koymamız gerektiğiyle ilgili çalışmaları<br />

derin bir biçimde devam ettirmişiz. Şu konu bizim için vazgeçilmez<br />

temel prensiplerden birisidir: Bir kişi doğduğu zaman hangi<br />

tür haklarla birlikte doğuyor. Eğer buna özde bir cevap verebilirsek,<br />

felsefe açısından söylüyorum, gerçekten bunun karşılığında<br />

nasıl bir insan hakları çerçevesi çizmemiz gerektiğini de çok rahatlıkla<br />

bilebiliriz. Zannediyorum ki problem biraz da buradan ortaya<br />

çıkıyor. Ne için insan haklarıyla ilgili, tekrar cümleyi kurayım<br />

isterseniz çünkü karmaşık bir konu olması dolayısıyla, bugün hala<br />

bu problem devam ediyor ki az önce gördünüz, bir nevi dünyayı<br />

dizayn etme iddiasında olan batı toplumlarında insan haklarıyla<br />

ilgili sırf ten rengi dolayısıyla kendisini maymuna benzettikleri<br />

için, insanlara bir ayrımcılık yapıldığını açık bir biçimde<br />

gördüğümüz bir dünyada bile bu meselenin niçin ortaya çıktığını<br />

anlamakta daha kolay bir yol edinmiş oluruz. Bir insan doğarken<br />

hangi haklara sahiptir ve onun doğuştan var olan haklarını kullanımıyla<br />

ilgili ona imkânları kim sunacaktır? Bu iki soru etrafın-


24<br />

da dönen bir mesele. Bir örnek vereyim izniniz olursa: Houston<br />

Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesiyken, namus cinayetleriyle,<br />

töre cinayetleriyle ilgili bir mevzuda da çalışıyorum. Bir gün<br />

“Stoning of Soraya” adlı, İran yapımı bir film orada gösterildi. Biz<br />

oradaki meslektaşlarımızla birlikte sinemaya gittik. İran’da geçen<br />

dramatik bir film. Bir kasabada eşi vefat eden bir kadınla başka<br />

birisi evlenmek istiyor. Kadın kabul etmeyince kadına bir tezgâh<br />

kuruyor, iftira ediyor. Sonunda kadını lekeleyerek kadının oradaki<br />

insanlar tarafından taşlanarak öldürülmesine neden oluyor. Film<br />

konu itibariyle çok dramatik. Biz tam inerken yanımdaki Amerikalı<br />

dedi ki “bütün Müslümanlar böyledir.” Ben de dedim ki<br />

bütün Amerikalılar Irak’ta bir buçuk milyon insanı katleden hunhar<br />

katillerdir. Afganistan’daki katliamları yapan Amerikalılardır,<br />

Amerika’dır. Bana cevaben dedi ki onlar teröristtir. Şimdi şuraya<br />

bağlamak istiyorum: biz doğduğumuz esnada hangi donanımlarla<br />

birlikte dünyaya geldiğimiz konusu netliğe kavuşmadan evrensel<br />

insan haklarıyla ilgili ortaya koyulan perspektif mümkün olduğu<br />

kadar çifte standartlı olacaktır. Bundan kurtulması mümkün<br />

değildir. Batı toplumlarının bize sunmuş oldukları insan haklarıyla<br />

ilgili çerçeve büyük oranda insanın bütün sahip olduğu değerlerden<br />

arındırmak suretiyle bir makine şeklinde varlık göstererek<br />

ancak bu yönde bir insan hakları çerçevesinin çizilebileceğini<br />

söyler. Kant’tan Descartes’a kadar belki Marx’tan Spinoza’ya kadar<br />

Thomas Hobbes’tan Jean Jacques Rousseau’ya kadar pek çok<br />

düşünürün, filozofun gerçekten insan haklarıyla ilgili çok evrensel<br />

diyebileceğimiz kurallardan bahsettiklerini ve bunların çizmiş<br />

olduğu çerçevede bir yasal yapılanmanın gerçekleşmiş olduğunu<br />

söyleyebiliriz. Yine de büyük oranda problemler var. Çok ciddi<br />

anlamda çifte standartlar var. Brüksel’in göbeğinde PKK örgüt<br />

çadırı açılıyor, buna insan hakları diyorlar. Aynı çadırın yanına<br />

bir IŞİD çadırının açılmasına imkân verirler mi? Asla vermezler.<br />

Dolayısıyla insan haklarından kasıtlarının bir ideolojik akrabalıkla<br />

bağlantısı olduğu gerçeğini mutlaka ama mutlaka dikkate almamız<br />

lazım. Bunun nereden kaynaklanıyor olduğuna bir akademisyen<br />

gözüyle, gerçekten bu konulara kafa yoran birer aktör


25<br />

olarak hep birlikte üzerine düşmemiz lazım. Eğer biz ontolojik<br />

bir konu olarak bakıyorsak, verili bir şey insanların sahip olduğu<br />

temel hakları biliyorsak, verili olan başka konuların da mümkün<br />

olabileceği gerçeğini dikkate almamız lazım. Bizim bir inanç formuna<br />

sahip olabileceğimizi, bizim bir kültür koluna sahip olabileceğimizi,<br />

bizim kişisel olarak bir sosyalizasyon sürecinde edinmiş<br />

olduğumuz kendi tecrübelerimizin var olabileceği gerçeğinden<br />

hareketle daha evrensel, daha çifte standartlardan uzak bir insan<br />

haklarıyla kalıcı bir çerçeve ortaya koymamız lazım.<br />

İnsan haklarının bütün dünyada olduğu gibi tamamlayıcı<br />

bir unsuru, bireyleri iki mekanizmadan korumaktır. Birincisi insanları<br />

çoğunluktan korumaktır. Yani az önceki kısa videoda da<br />

gördüğümüz gibi çoğunluğun baskısından korumaktır. İkincisi de<br />

devletten korumaktır. Bu iki mesele bugüne kadarki ayrımcılıkla<br />

ilgili, insan haklarıyla ilgili ve faşizmle ilgili karşılaştığımız en<br />

önemli sorunlar olarak görülmektedir. Çünkü maalesef Türkiye’de<br />

böyle işlemediği için gerçekten bunun tam olarak neye tekabül ettiğini<br />

bilmekte çok zorlanacağımızı tahmin ediyorum. O da şu: diyelim<br />

ki hepimiz burada siyahiyiz. Aramızda bir beyaz varsa hepimizin<br />

varlığı dolayısıyla bile o beyaz ırktan gelen kişinin üzerinde<br />

bir gizli baskı kurma ihtimali vardır. Dolayısıyla kamu otoritesi iki<br />

konuyu hedeflemek zorundadır. Devletin adil olması için insan<br />

haklarıyla ilgili ortaya koyması gerek iki temel prensip var: ilki<br />

azınlığın hukukunu korumak ve çoğunluk tarafından ezilmesine<br />

izin vermemek. İkincisi de kamu otoritesinin bizzat kendisinin<br />

bir egemenlik alanı oluşturması, bir hak ihlalinde bulunmasına<br />

imkân vermemek. Türkiye maalesef bu iki konuda hiçbir şekilde<br />

bugüne kadar bizim düşündüğümüz Anadolu’daki insanların sahip<br />

olduğu sosyolojisine uygun bir mekanizmaya sahip olmadı.<br />

Zannediyorum pek çoğunuz Fatih’in İstanbul’u fethettiğindeki<br />

fermanı bilirsiniz. Bunun çok tipik bir örneğidir. Bütün gayrı<br />

Müslümleri, Ermenileri, Ortodoksları, Protestanları, Yahudileri<br />

koruyacak bir ferman yayınlamak suretiyle, hatta Kur’an-ı Kerim<br />

ve kılıcının üzerine yemin ederek asla buna izin vermeyeceğini


26<br />

açık ve net bir biçimde deklare ediyor. Bu çok uzun bir süre Osmanlı’nın<br />

aslında birlikte yaşamayla ilgili, insan haklarıyla ilgili<br />

nasıl bir çerçeve ortaya koyduğunu açık bir biçimde gösteriyor.<br />

Bundan dolayı da İyonya’dan sonra “Pax Ottomana” dediğimiz<br />

Osmanlı sözleşmesi ve birlikte yaşamayla ilgili dünyaya örnek<br />

olabilecek büyük bir siyasal sistemin ortaya çıktığını görüyoruz.<br />

Farklılıkların bu anlamda ötekileştirilmeden, özgürce kendini<br />

var etmelerine imkân tanıyan bu mekanizma daha sonra ne<br />

yazık ki Türkiye’de bir ötekileştirmek ve hatta mümkünse reddi<br />

mirasta bulunmak suretiyle dışlandığını biliyoruz. Bu bahsettiğim<br />

farklılıkların yahut da başka bir inançtan gelen bir kişinin<br />

çoğunluk içerisinde kendini koruması anlamında Osmanlı’nın<br />

öngörmüş olduğu mekanizmalardan birisi şudur: “siz inancınızın<br />

gereği bir simge taşımalısınız. Bu şunun için değil, bugün öyle<br />

bir şey taşırsak, taşımasını önerirsek zannediyorum pek çok kişi<br />

bize şunu söyleyecektir: “siz bu insanların herhangi bir ideolojinin,<br />

inancın simgesini taşıyarak diğerini tehdit etmek istiyorsunuz.”<br />

Hâlbuki tam tersine onun hukukuna uygun bir mekanizma<br />

sürekli devrede olsun diye. Hristiyanlar “zünnar”, Yahudiler<br />

“kippa” takıyorlar ve Müslümanlar da “sarık” veya İslam’ın gereği<br />

başka bir kıyafet giyiyorlar. İnsanlar bir kişi sokaktan geçerken<br />

onun hangi inanca sahip olduğunu biliyor ve onun inancına saygısızlık<br />

edecek herhangi bir tutum veya davranıştan olabildiğince<br />

uzak duruyor. Ama bizim ülkemizde bugün böyle değil maalesef.<br />

Dünyanın pek çok yerinde de böyle değil. Bunun mutlaka o kadim<br />

olan geleneğin ortaya koymuş olduğu insan haklarıyla ilgili temel<br />

prensibe geri dönmesi gerekiyor. Yani 12. yüzyıl Magna Carta’dan<br />

bugüne kadar Avrupa’nın üretmiş olduğu insan haklarıyla<br />

ilgili çerçeve bir yere kadar geldi ve bunun bir sonraki aşamasına<br />

geçemiyor. Bundan dolayı çifte standartlarını aşamıyorlar. Bundan<br />

dolayı insan haklarıyla ilgili baktığı çerçeve şu Afganistan’daki<br />

kişi için insan hakları diye bir mefhum yok ama Paris’teki için var.<br />

Kafasında İstanbul’daki bir Türkiyeli için insan haklarıyla ilgili bir<br />

parametre yok, başka bir yerdeki için var. Geçen bir film izledim<br />

filmin son sahnesinde Birleşmiş Milletler heyetinden Belçikalı bir


27<br />

adam dünyaya adalet dağıtmak üzere bir kahraman olarak çıkıyor.<br />

Belçika kim biliyor musunuz? Hutu, Tutsi kabileleri arasında sırf<br />

burun yapıları dolayısıyla, çıkardıkları ayrımcılık dolayısıyla iki<br />

buçuk milyon insanın birbirini hunharca katletmesine neden olan<br />

ülkedir. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Ruanda’daki katliamlara<br />

silah taşıyan ülkelerden birisi de Belçika’dır. Bugün bize sinemalarda,<br />

konferanslarda, akademik makalelerde dünyaya adalet<br />

dağıtan, evrensel insan haklarıyla ilgili temel parametreleri sunan<br />

temel bir referans mekanizması olarak kendilerini gösteriyorlar.<br />

Bunu bilerek yaptıklarını düşünenlerden değilim. Yani bir<br />

kasıtla yapıldığını düşünmüyorum. Adamların kafasındaki insan<br />

tanımıyla ilgili problem, benim bahsettiğim ilk önermeyle ilgili<br />

sorundur. Yine yurtdışında, Kanada’da bulunduğum günlerde bir<br />

öğretim üyesinin odasına girdim. Sinirli duruyor odasında. Çok<br />

sinirli, gergin. “Hayrola” dedim, “görmediniz mi?” dedi. “Görmedim”<br />

dedim. “Nasıl görmezsiniz!” dedi. “Vallahi görmedim<br />

bir şey” dedim. “Benim odamdan çıkanı görmediniz mi?” dedi.“<br />

Gördüm, bir öğrenci çıktı odanızdan.” dedim. “Burada nasıl böyle<br />

gezebiliyor.” dedi. “Allah Allah! Ne var?” dedim. Çıktım koridordan<br />

baktım bir öğrenci geçiyor. Kanada’yı bilenler var sanıyorum<br />

içinizde. Kanada’nın kendisini tanıtırken dünyaya anlattığı şey,<br />

farklılıkların bir arada barış ve kardeşlik içerisinde yaşatılması<br />

prensibidir hatta bununla ilgili bakanlık var. Bununla ilgili pek<br />

çok mekanizması var. “Görmedin mi?” dedi. “Evet, gördüm.” dedim.<br />

Bir başörtülü öğrenci oradan çıkarken inanılmaz öfkeli. Bizim<br />

buralı yani Ortadoğulu. “Ne var?” dedim. “Ben tanımıyorum,<br />

tanınmayacak halde” dedi. Dedim ki “siz gerçekten bu öğrencinin<br />

kim olduğunu bilmiyor musunuz?”. “Biliyorum, 2. sınıftaki<br />

öğrencimiz”. “Biliyorsunuz ama niye bu kadar kızgınsınız?” dedim.<br />

“Pencereden dışarıya bakar mısınız? Çok affedersiniz bahçede<br />

dolaşan ne kadar çok kedi köpek var.” dedim. Bunların hiçbirisinin<br />

bu toprağa basması sizi rahatsız etmiyor da, bir başkasının<br />

farklı inancı dolayısıyla, farklı rengi dolayısıyla, farklı kültürü<br />

dolayısıyla bu topraklara basması niye sizi rahatsız etsin ki? Bundan<br />

niye bu kadar tedirgin oluyorsunuz ki? Arkadaşlar esas prob-


28<br />

lem şurada düğümleniyor: bahsettiğim kamu otoritesinin adil<br />

olma özelliği eğer bu vasıf kaybolursa gerçekten insanlar birbirlerine<br />

karşı son derece gaddar ve acımasız olabilirler. Dolayısıyla bu<br />

mesele sadece kişilerin vicdanına bırakılabilir bir mesele değildir.<br />

Sadece kişilerin vicdanlarına bıraktığımızda biz bu meseleyle ilgili<br />

insanların merhametsiz olabilecekleri anlarda hiçbir tedbir sahibi<br />

olamayız. Dolayısıyla biz çoğunluk olarak kuşkusuz azınlığın<br />

hukukunu vicdanen gözetmekle mükellefiz. Fakat devlet de aynı<br />

zamanda bize şunu söyleyecek: “Aranızda farklı ideolojiden, farklı<br />

etnik yapıdan, farklı mezhepsel bir yapıdan gelen insanlar varsa<br />

siz onların hukukunu ihlal edecek herhangi bir adım atarsanız<br />

karşınızda ben varım!”. Biz de uzunca bir süre tam tersi olmuştur<br />

yani gayrimüslimlere karşı buradaki var olan anlayış bunun tam<br />

tersidir. Türkiye’nin mesela uzunca bir süre misyonerlik diye bir<br />

suç ihdas edilmiş olması gerçekten de bu ayrımcılıkla ilgili durumun<br />

ne kadar vahim olduğunu göstermesi bakımından önemli<br />

bir konudur. Yine aynı şekilde devlet otoritesinin her zaman bireyler<br />

üzerinde bir baskı kurabileceğini ve onların hukukunu ihlal<br />

edebileceği gerçeğini asla gözlerden uzak tutamayız.<br />

Bugün kamuda çalışanlar, yargıda çalışanlarla ilgili<br />

yapılan pek çok ankette “bireyin hukuku mu önemli, devletin<br />

hukuku mu önemli?” diye bir soru sorulduğunda, %70 oranında<br />

devletin hukukunun önemli olduğunu söyleyen yargı bireyleri<br />

ferdi asla devlet otoritesinin baskısından koruyamaz. Bu kapsamda<br />

Avrupa’daki gelişmeler doğrultusunda, yani devletin giderek<br />

gaddarlaşmış olması, özellikle kiliseyle el ele verip uzunca bir<br />

süre insanların gündelik hayatının her alanına nüfuz etmiş olması<br />

bakımından büyük bir sorun teşkil ettiğini biliyoruz. Aynı şekilde<br />

bildiğiniz gibi Nazizmle birlikte farklılıklara karşı, yani inanç<br />

ve farklı etnik kökenden gelenlere karşı büyük bir kindarlığın<br />

olduğunu biliyoruz. Nazizmi, Hitler’in yaptıklarını detaylandırmaya<br />

gerek yok. Özellikle Yahudilere ve Romenlere karşı son<br />

derece gaddarca ve vahşice bir katliam yaptığını ve bu katliamı<br />

yaparken kafasındaki mantığın az evvel bahsettiğim insanla ilgili


29<br />

kurduğum ilk önermeden kaynaklandığını biliyoruz. İnsanları bu<br />

tür ideolojilerden, çoğunluktan nasıl koruyabiliriz? Bunun biricik<br />

yolu nefretle mücadele ve ayrımcılıkla ilgili kanunun çıkarılmasıdır.<br />

Türkiye’nin çok şiddetle buna ihtiyacı var. Gerçekten bir<br />

insan hakları bakanlığının bile olması gerektiğine inanıyorum.<br />

Ama en azından Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu var. Ayrıca bir<br />

başkanlık olarak da daha bağımsız, bütçesi olan, kendi kurulu, işleyişi<br />

olan bir mekanizmanın hayata geçirilmesiyle ilgili yasal bir<br />

değişiklik yapıldığını biliyorum ama bunların sahiden yeterli olduğunu<br />

düşünmüyorum. Bizde çok insan hakları ihlali olduğundan<br />

dolayı değil. Bu meselenin insanlığın ortak sorunu olması,<br />

kıymetli bir konu olması dolayısıyla mutlaka bir ayrımcılıkla mücadele<br />

kanununun çıkarılmalı. Bütün vatandaşlar kendilerine eşit<br />

bir hukuk uygulandığına inanmalıdır. Biz sürekli şunu söyleyelim:<br />

“bütün vatandaşlarımıza eşit davranıyoruz. Başörtülü başörtüsüz<br />

ayrımı yapmıyoruz. Uzun boylu kısa boylu ayrımı yapmıyoruz.<br />

Kilolu kilosuz ayrımı yapmıyoruz. Kürt Türk ayrımı yapmıyoruz.<br />

Alevi Sünni ayrımı yapmıyoruz.” Gerçekten bunun sistematik<br />

olarak yapıldığını düşünenlerden de değilim. Samimiyetle<br />

söylüyorum. Ama insanların emin olmaları gerekiyorsa böyle bir<br />

yasal düzenlemenin mutlaka yapılması gerekiyor ki ayrımcılıkla<br />

mücadele kanunları ülkelerin bu konudaki standartlarını göstermesi<br />

bakımından çok çok önemlidir. Diğeri konuda da yani<br />

toplumsal çoğunluğun azınlık üzerinde baskı kurması konusunda<br />

da yine aynı şekilde ayrımcılıkla mücadele ve nefret suçları kanununun<br />

devreye girmesi gerekiyor. Birini tahkir edici herhangi<br />

bir ifadenin kullanılması, bir sosyolojik kategoriyi aşağılayacak<br />

bir ifadenin kullanılması gerçekten bu kanun kapsamında mutlaka<br />

bir cezai yaptırımla karşılık görmeli. Hanımefendiler bu konuda<br />

çok şanslıdırlar, biliyorum. Onların oluşturmuş olduğu lobiler<br />

gerçekten hükümetler nezdinde çok önemli değişikliklere neden<br />

olduğunu ve bilakis bir pozitif ayrımcılığa tabi olacak bir yasal<br />

düzenlemenin ve bir kamuoyunun oluştuğunu biliyoruz. Yani<br />

“bize bayan demeyin, kadın deyin” dedikleri zaman bile biz ısrarla<br />

bayan demeye cesaret edemiyoruz çünkü onunla ilgili bir algı


30<br />

var oluşturmuş oldukları bir kamuoyu var. Bu konuda da mutlaka<br />

Türkiye’nin bir kamuoyuna, lobiye kavuşması gerekiyor. Bu<br />

bilincin gerçekleştiği bir atmosferde birbirimize karşı ayrımcılık ve<br />

nefret suçundan uzan düşmüş oluruz. Şu konuyla bitirelim izniniz<br />

olursa: Türkiye’nin bu mücadeleyle ilgili, Avrupa’yla ilgili, Avrupa’nın<br />

değerlerine entegre olması süreciyle ilgili çok mesafe kat<br />

ettiğini ama yine de bu mesafenin arzu edilen düzeyde olmadığını<br />

biliyoruz. Türkiye’nin temel vazgeçilmezlerinden birisi olarak<br />

önerdiğimiz ayrımcılık ve nefretle mücadele kanununu, kendi<br />

değerlerimizin dışında birilerinin bize dayattığı için oluşturursak<br />

hakikaten işlevsel bir altyapı oluşturabileceğimize inanmıyorum.<br />

Birileri bize dayattığı için değil hakikaten buna inandığımız için<br />

bu çerçeveye, bu vizyona sahip olarak bir düzenlemeye gitmek<br />

durumundayız. İlişkimizi de bu çerçevede ortaya koymak durumundayız.<br />

Demem o ki bizim için batı toplumlarından farklı<br />

olarak doğu toplumlarının bilgi kuramında esas olan insanların<br />

sahip oldukları doğuştan verili olan parametrelerin önemli bir<br />

kısmının değer yüklü olduğudur. Yani insan doğarken bir makina<br />

değildir. İnsan doğarken bir sürü donanımla birlikte dünyaya gelir.<br />

Batı düşünce sistemine göre insan Tabula rasa dedikleri boş bir<br />

levha gibidir yani John Locke’un söylediği üzere doğduğu zaman<br />

insan hiçbir bilgi birikimine sahip değildir. Hatırlayın lütfen pek<br />

çok Batı toplumlarının bu meselelerle ilgili çalışmalarının özetinde<br />

“acaba insan herhangi bir sosyolojik baskı, inanç, ideoloji, herhangi<br />

bir toplumsal çevrenin içerisinde yetişmezse nasıl bir varlık<br />

olur?” sorusunu çokça sorduklarını ve bunu deneyimlediklerini<br />

biliyoruz. Decameron öyküleri, Robinson Crusoe’dan tutun da<br />

“Kumsal” romanındaki gibi ya da “Sineklerin Tanrısı” kitabında<br />

olduğu gibi pek çok batılı entelektüelin “insanın üzerinde toplumsal<br />

bir baskı olmadan kendisini nasıl gerçekleştirir?” sorusu gündemdedir.<br />

Niçin bu soruyu soruyorlar? Şundan dolayı: diyorlar ki<br />

“temelde insanlar doğarken herhangi bir ahlaki prensiple, herhangi<br />

bir inanç formuyla, değer yargısıyla dünyaya gelmezler. Bunları,<br />

içinde bulunmuş oldukları toplumdan edinirler. Bunları, insanların<br />

veya ailelerinin kendilerine söylemiş oldukları temel kültür


31<br />

kodlarından edinirler. Dolayısıyla bu kültür kodlarıyla bezenmiş<br />

ve bu kültür kodları içerisinde büyümüş bir insanın doğaldır ki o<br />

kültür kodlarının ona söylediği temel çerçevenin dışına çıkmayacağı<br />

noktasındadır.” Bu kısmen doğru ama bütün hayatı bunun<br />

üzerine oturttuğunuzda siz bireyüstü bir varlıktan bahsetmiş<br />

oluyorsunuz. Bireyüstü süper organik bir yapı olarak toplumdan<br />

bahsetmiş oluyorsunuz. Süper organik bir varlık olarak insanın<br />

üzerinde Tanrı’nın eli gibi bir toplumun varlığı yahut da bir kurallar<br />

manzumesinin varlığı gerçekçi bir durum değil ve insanın<br />

özüne ilişkin bir konuyu içermiyor.<br />

Tartışmalı bir konu olsa da bizim açımızdan, doğu<br />

toplumları açısından ve özellikle Müslümanlar açısından bu<br />

meseleye baktığımızda batılılardan farklı önermelere sahip olduğumuzu<br />

görürüz. İnsanda iyinin ve kötünün bilgisi vardır. İyinin<br />

ve kötünün bilgisinin olması demek bizzat kendisi pozitif bir<br />

durumdur, olumlu bir durumdur. Yani biz nötr bir varlık değiliz.<br />

Biz pozitif bir varlığız ve önemli olan bizim kötülüğü, şiddeti<br />

kontrol edebilecek bir irade beyan edebilmemizdir. Bir irade beyanında<br />

bulunacak enstrümanlara sahip olmamızdır. Bu, dünyanın<br />

gidişatının bu eksende olduğu zamanlarda hakikaten çok önemli<br />

ölçüde insan haklarıyla ilgili adımların atıldığını ve çerçevelerin<br />

çizildiğini hem Antik Roma’dan hem ortaçağdan biliyoruz. Özellikle<br />

İslam dünyasında yine aynı şekilde Antik Yunanda da benim<br />

bahsettiğim çerçevede insanlar doğarken birtakım donanımlarla<br />

doğdu ve daha sonra Aristoteles’in “insan düşünen bir hayvandır.”<br />

demesiyle birlikte bu işin sekteye uğradığını söyleyebilirim. Bizim<br />

için eğer kalıcı bir sosyolojinin geleceğini planlıyorsak, bu<br />

coğrafyada önemli bir aktör olmak istiyorsak bu iki meseleyi mutlaka<br />

bir çözüme kavuşturmamız gerekiyor. Son iki cümle söyleyeyim.<br />

Bu meseleler yani farklılıkların bir arada yaşaması ve nefret<br />

suçlarıyla, ayrımcılıklar ilgili düzenlemelerin yahut da var olan<br />

örnek uygulamaların en iyisinin burada olduğunu söylediğimde<br />

bir hamaset yaptığım düşünülmesin. Bir toplum tarihi hocası<br />

olarak söylüyorum. Gerçekten Anadolu’nun Osmanlı’dan önceki


32<br />

durumu da dâhil olmak üzere özellikle Osmanlı Dönemi bu çerçevede<br />

inanılmaz bir biçimde örnek teşkil edebilecek uygulamalarla<br />

doludur. Bize söylenen, (biz çoğu zaman buna bir hamaset, retorik<br />

olarak bakıyoruz) askerler bir bağdan geçerken kopardıkları<br />

üzüm kadar akçeyi bir kesenin içerisine koyarak oraya bağlamalarının<br />

insan haklarıyla ilgili, hukukla ilgili, evrensel bir prensibi<br />

gözettiğini biliyoruz. Biz köyde yaşarken (köyümüz küçücük bir<br />

köy, üç haneli; biz varız, amcamlar, dayımlar… Başka kimse yok)<br />

benim annem, evdeki hayvanlar kaybolduğu zaman şöyle bir şey<br />

söylerdi: “çabuk olun bir Vedduha suresi okuyun, bir ipliğe düğüm<br />

atın ya da bir bıçağın ağzını kapatın.” Niye? Dağdaki kurtlar, vahşi<br />

hayvanlar bizim evcil hayvanlarımızı yemesinler diye. Biz de yapardık.<br />

Yani ya bir düğüm atardık ipe, ya da bir bıçağın ağzını kapatırdık.<br />

Ondan bir gün sonra hayvanlar bulunurdu doğal olarak.<br />

Bulunduğunda annem pür telaş “çabuk gidin o ipin düğümünü<br />

çözün!” yahut da “o bıçağın ağzını açın!” der. “Niye anneciğim?<br />

Yani hazır bu vahşi kurtların, çakalların ağzını bağlamışken başka<br />

yaratıklara, komşularımızın hayvanlarına zarar vermesinler<br />

daha iyi değil mi?”. “Olur mu evladım. Onun da bu dünyada bir<br />

hukuku vardır, bir rızkı vardır.” diye söylerdi. Gerçekten bu kadar<br />

çok hassasiyet sahibi bir geleneğin bugün insan haklarıyla ilgili<br />

konularda şamar oğlanına dönmüş olması bizim kendi köklerimizle<br />

aramıza koymuş olduğumuz mesafeden kaynaklanıyor. Bizim<br />

bugün dünyaya bakışımızı sadece ve sadece kendi köklerimizle<br />

ilgili, kendi bilgi kuramlarımızla ilgili değil başkalarının bize vermiş<br />

olduğu çerçeveden dünyaya bakmamızdan kaynaklanıyor.<br />

Eğer biz kendi bilgi kuramımızı, kendi vizyonumuzu ortaya koyarak<br />

kendi geleneklerimizi ve değerlerimizi dikkate alarak bir<br />

insan tanımı yaparsak Batıdaki insan hakları çerçevesini kuşatan<br />

daha evrensel, daha kapsayıcı bir yaklaşımla ayrımcılıkla da mücadele<br />

edebilecek bir vizyona sahip olabiliriz. Bunun olabileceğine<br />

inanıyorum.<br />

Sabrınız için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.


33<br />

Kurt WACHTER<br />

(FAIR-PLAY)<br />

1968 yılında doğdu, Dornbirn spor lisesini bitirdikten sonra<br />

Viyana ve Cape Coast / Gana’da etnoloji ve Afrika-bilimleri<br />

okudu. Fair Play, Farklı Renkler, Bir Oyun” kampanyası 1997<br />

yılında Viyana Uluslararası Diyalog Enstitüsü ve İşbirliği<br />

(VIDC) tarafından başlatıldı. 1999 yılından bu yana (FARE)<br />

“Avrupa’da Irkçılığa Karşı Futbol” Avrupa ağında Proje<br />

Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.<br />

SPORDA AYRIMCILIKLAR VE MÜCADELEDE UY-<br />

GULAMA ÖRNEKLERI<br />

Kurt WACHTER<br />

Ben kimim?<br />

Avusturya’da FairPlay olarak adlandırılan futbolda ırkçılık<br />

karşıtı ilk girişime 1997’de başladım. Farklı Renkler. Viyana<br />

Uluslararası Diyalog ve İşbirliği Enstitüsüne (VIDC) bağlı Farklı<br />

Renkler, Tek Oyun., Viyana’daki FARE ağının kuruluşunun ardındaki<br />

itici kuvvet 1999’da FairPlay’di. 1999’dan 2010’a kadar<br />

görevim, genel FARE ağını koordine etmekti.<br />

Sunumum, Avusturya temelli FairPlay girişiminin, büyük<br />

futbol turnuvalarında ırkçılıkla mücadele ve buna bağlı hoşgörü-


34<br />

süzlükler konusundaki pratik deneyimi vurgulayacak.<br />

Balkanların Batısın’da futbolla ilgili milliyetçilik, ırkçılık<br />

ve ayrımcılıkla mücadele (Batı Balkanlar’daki ulusal futbol dernekleri<br />

ve Avusturya ile ortak olarak).<br />

Şubat 1999’da Viyana’da Avrupa’daki Irkçılıkla Mücadele<br />

Paneli (FARE) ağının kurulmasıyla birlikte Orta ve Doğu<br />

Avrupa’da ırkçılık, milliyetçilik ve aşırı sağcılık konuları FA-<br />

RE’in odağı haline geldi. FARE ağının genel koordinatörü olarak<br />

(1999’dan 2010’a kadar) FairPlay girişimi, Sırbistan’daki ve eski<br />

Yugoslavya’daki diğer ülkelerdeki profesyonel futbol kulüpleriyle<br />

uygun bağlantılar kurdu.<br />

2007’de FairPlay, Balkan Alpe Adria Projesi (BAAP) ile<br />

birlikte “Milliyetçiliğe Karşı Savaş ve Balkanlarda Gençlik Değişimlerini<br />

Geliştirme” amaçlı Nikes Stand Up, Speak Up fonu<br />

tarafından desteklenen bir FARE programını başlattı. Bunu takiben,<br />

UEFA’nın desteğiyle gerçekleştirilen FairPlay girişimi, Bosna-Hersek,<br />

Sırbistan, Makedonya ve Karadağ’ın futbol federasyonları<br />

ve daha yakın bir tarihte Hırvatistan’ın Futbol Kurumu ile<br />

çok yıllık programlar tasarladı ve uygulamaya koydu. Yugoslavya’daki<br />

iç savaş öncesindeki başarılı ve zengin spor kültürü göz<br />

önüne alındığında, sporun ve özellikle futbolun, anlayış, hoşgörü,<br />

dayanışma ve sosyal dahil olmayı teşvik etme konusunda güçlü<br />

potansiyeller sunduğu açık bir hale geldi.<br />

Tehlike altındaki sorunlar<br />

Çeşitliliğin ve dâhil olmanın simgesel temsili, birçok eski<br />

futbol takımının serisinde ve giderek ulusal takımlarda - hatta<br />

önceki Avrupa FIFA 2014’te gördüğümüz gibi Doğu Avrupa’da<br />

görülebilir. Fakat bu hikâyenin tamamı değil. Avrupa futbol sahaları,<br />

sadece çeşitlilik ve entegrasyon alanları değil aynı zamanda<br />

ayrımcılık ve ırkçılık alanlarıdır.


35<br />

Ayırımcılığın aşırı biçimleri, siyahlara ve diğer azınlık<br />

oyuncularına karşı şiddet içeren şakaları, sağ aşırı radikal mesajları<br />

ve sembolleri veya homofobi ve cinsiyet ayrımcılığının açık<br />

formlarını kapsar.<br />

- 2014 Dünya Kupası FIFA’sında açıkça kötü muamele örnekleri:<br />

Doğrudan ayrımcılık biçimleri yanında, genellikle kurumsallaştırılmış<br />

ya da yapısal ayrımcılık olarak adlandırılan<br />

daha katı türden dışlama türleri vardır. Örnekler, göçmenlerin ve<br />

azınlıkların sistematik olarak yetersiz temsili ve otorite veya statü<br />

pozisyonlarından çıkarılmalarını içerir. Avrupa çapında azınlıklar<br />

sadece spor idaresinde, yönetimde ve koçlukta az temsil edilmekle<br />

kalmaz aynı zamanda stadyumlarda taraftarlar olarak ve bazı<br />

ülkelerde profesyonel liglerde oyuncular olarak da az temsil edilirler.<br />

Büyük futbol karşılaşmalarında ırkçılığa karşı mücadele<br />

etmek - EURO 2004 ve 2006 Dünya Kupası’nda FARE<br />

FARE - EURO 2004’teki FSI Programı<br />

Geçtiğimiz yıl Portekiz’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası<br />

için UEFA, ilk defa fan büyükelçilikleri ve ırkçılık karşıtı bir<br />

program yürütmede kullanılacak finansal kaynaklar oluşturdu.<br />

Kısacası, FARE’nin EURO 2004 sırasında Portekiz’de neler yaptığını<br />

açıklayacağım:<br />

Birçok Avrupa liginde devam eden ırkçılık ve ayrımcılık<br />

sorununa karşı farkındalık yaratmak ve önleyici çalışmalar yapmak<br />

için çok uluslu bir FARE ekibi (6 ülke, 17 kişilik) Portekiz’e<br />

gitmiştir.<br />

FARE ağı tarafından Portekiz’de düzenlenen etkinlikler<br />

arasında birçok farklı metodoloji yer alıyordu:<br />

- Porto’nun açılış gününde eski oyuncuların, UEFA’nın futbol yöneticilerinin<br />

ve katılımcı ekiplerin, uluslararası medyanın katıldı-


36<br />

ğı ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Pat Cox’un açtığı bir FARE<br />

Resepsiyonu.<br />

- Çek yıldız oyuncusu Pavel Nedved’in de aralarında bulunduğu<br />

16 takım kaptanının açıklamalarıyla “O Jogo” adlı spor gazetesine<br />

ırkçılık karşıtı bir FARE takvimi yayınlandı.<br />

- Fanların ırkçılık veya yabancı düşmanlığı yapanları arayıp raporlaması<br />

için telefon ihbar hattı ve deneyimli FARE çalışanları<br />

yoluyla ırkçı olayların gözlenmesi<br />

- Çok dilli bir ırkçılık karşıtı taraftar <strong>dergi</strong>sinden 15.000 kopya,<br />

maç öncesi ve sonrası ve Porto, Guimaraes, Amadora ve Lizbon’daki<br />

Streetkick olaylarında ücretsiz olarak dağıtıldı<br />

- Bir mobil futbol oyunu - ‘Streetkick’ ile hayran ve yerel halkı<br />

oyalamak için bir grup genç çalışan eşliğinde futbol salonlarının<br />

gezilmesi -<br />

FARE, ırkçılık karşıtı programının yanı sıra, futbol taraftarları<br />

arasındaki şiddeti sosyal olarak önleme konusunda uzman<br />

olan Futbol Taraftarları Uluslararası Birliği (FSI) ile birlikte çalışmıştır.<br />

Taraftarları ziyaret etmek için sekiz mobil taraftar elçiliği<br />

işlettiler.<br />

Taraftar elçiliklerinin felsefesi taraftarların taraftarlara<br />

yardım etmesidir. Taraftar örgütlerinden işe alınan sosyal hizmet<br />

uzmanları ve destekçiler, taraftarların karşısına çıkabilecek her<br />

türlü talihsizliğin üstesinden gelmelerine yardımcı olmak için her<br />

türlü bilgiyi sağlarlar.


FARE - 2006 Dünya Kupası Programı<br />

37<br />

FARE, 2006’da Almanya’daki FIFA Dünya Kupasında bir<br />

ırkçılıkla mücadele programı düzenledi.<br />

On bir şehirde, ırkçılığa muhalefetimizi göstermek için Streetkick<br />

turnuvaları düzenlendi.<br />

Hayranlar, yöre halkı ve azınlık grupları birlikte saygı duyarak<br />

oynadılar. Ayrıca bir Taraftar Dergisi dağıttık ve bir sergi<br />

açtık.<br />

Ayrıca FARE stadyumların içinde ve çevresinde ırkçı afişleri<br />

ve tezahüratları izledi. Hannover’deki İtalya-Gana maçında<br />

faşist selamlar verildi ve bir Ganalı oyuncu topa her dokunduğunda<br />

muz gösterildi.<br />

Oyun öncesi tüm takım kaptanlarının ırkçılığa karşı konuşmaları<br />

da dâhil olmak üzere çeyrek finallerde aktivitelerin düzenlenmesinde<br />

FIFA’ya yardımcı olduk.<br />

Avusturya ve İsviçre’de UEFA EURO 2008<br />

Avusturya / İsviçre 2008, FARE ağı ve diğer STK’ların<br />

ırkçılık karşıtı ortak kampanyasını içeren ilk UEFA turnuvasıydı.<br />

Irkçılıkla Mücadele faaliyetleri arasında; tüm maçlarda gösterilen<br />

özel olarak oluşturulmuş bir TV spotu, sahada yan reklam panoları,<br />

maç biletlerinin markalaştırılması ve dört takım kaptanı yarı<br />

finaller boyunca ırkçılık karşıtı ifadeleri yer almıştır. Stadyumların<br />

dışında da ‘StreetKick’ oyunu, taraftar kitlesi ve etnik azınlık<br />

topluluklarının katıldığı bir programla ev sahibi şehirleri gezdi.<br />

Ayrıca oyunlarda bir dizi monitör mevcuttu ve bir raporlama sistemi<br />

vardı. Dahası, FairPlay, Avrupa Futbol Taraftarları (FSE) ile<br />

birlikte 8 ev sahibi şehirde Taraftar Elçilikleri organize etti.<br />

UEFA EURO 2008 FARE Programı: Stadyumlarda Irk-


38<br />

çılıkla Mücadele EURO 2008’deki ırkçılık karşıtı mesajı küresel<br />

bir izleyici kitlesine yaymak için “Irkçılığa Hayır” sloganı her<br />

maçta yan panellerde gösterildi. Ayrıca 30 saniyelik video spotu<br />

31 maçta dev ekranda oynatıldı.<br />

Avusturya ve İsviçre’de Irkçılıkla Mücadele Kampanyası’nın<br />

etkinlikleri, yarı finalistlerin takım kaptanlarının ırkçılığa<br />

ve çeşitliliğe karşı doğrudan sahadan mesajıyla ana sahnede yer<br />

aldı. Ayrıca, seyirciler ırkçılık karşıtı bir koreografide yer aldılar.<br />

Ek aktiviteler arasında kıdemli oyuncu ve yedek oyuncuların<br />

markalı önlükleri, özel kaptanlar kol bantları vardı ve tüm<br />

EURO 2008 maç biletleri, Irkçılıkla Mücadele İletisi mesajını taşıyordu<br />

.<br />

Ultra Kısa<br />

FARE’nin Avusturya ve İsviçre EURO 2008’de ırkçılıkla mücadele<br />

faaliyetleri:<br />

• Yarı Finaller, “Irkçılıkla Mücadele” sloganına atfedildi,<br />

• Street kick etkinlikleri ve fanzinleri (taraftar <strong>dergi</strong>si) aracılığıyla<br />

fanlar ve yerel halkla etkileşimde bulunuldu<br />

• Personel için ırkçılığa karşı eğitim rehberi ve izleme, raporlama<br />

planı<br />

Taraftar Deatek Programı: 8 ev sahibi şehirdeki fan elçilikleri,<br />

çok dilli Fan kılavuzları ve web sitesi<br />

3. EUROSCHOOLS 2008: Okullar, Fair Play ve 53 UEFA milleti<br />

için elçilik oldu<br />

Önleyici Çalışma: Streetkick Tour & Fanzine(Taraftar Dergisi)<br />

Stadyumların dışında ve fan elçiliklerine ek olarak, Streetkick<br />

oyunu hayranların ve etnik azınlık topluluklarının yer alabileceği<br />

etkinliklerle beş ev sahibi şehri gezdi. FARE taraftar <strong>dergi</strong>sinin


39<br />

de olduğu malzemeler, nitelikli takımların dillerinde hazırlanan<br />

broşürler, tişörtler, mobil bir sergi ve temalı posterler mevcuttu.<br />

Yeni meydan okuma: Avrupa Futbolunda Homofobi<br />

Kilometre Taşları: UAR Konferansı Barselona, FARE AW 2010<br />

Posteri)<br />

Eşitlik için Futbol: Homofobiyi Avrupa futbolunun gündemine<br />

sokmak<br />

2009’da FARE ağına bağlı çeşitli STK’lar ve spor organizasyonları<br />

“Eşitlik için Futbol” projesine başladı. Girişim, Temel<br />

Haklar ve Vatandaşlık Programı çerçevesinde Avrupa Komisyonu<br />

(GM Adalet) tarafından desteklenmektedir.<br />

Ortaçağ ve Doğu Avrupa’ya odaklanan ırkçılık, etnik ayrımcılık<br />

ve homofobiden arındırılmış futbolun önemine vurgu<br />

yapılmaktadır. Bilinçlendirme faaliyetlerinin yanı sıra, Orta ve<br />

Doğu Avrupa ile LGBT (Lezbiyen / Eşcinsel / Biseksüel / Transeksüel)<br />

gruplar, göçmenler ve etnik topluluklar arasında bilgi<br />

değişimi ve bilgi aktarımı ön plandadır.<br />

Proje önlemleri (2013 yılına kadar) şunları içermektedir:<br />

İtalyan proje ortağı UISP, Mondiali Antirazzisti (Irkçılık<br />

karşıtı Dünya Kupası) sırasında Temmuz 2011’de başlamış olan<br />

İtalya sporundaki homofobiye karşı kapsamlı bir kampanya düzenliyor.<br />

Futbolda Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadelede FARE eylem<br />

haftası girişimleri ve taban örgütlerinin faaliyetleri desteklenecektir.<br />

Rotterdam’daki EuroGames 2011’in organizasyon ekipleri, Budapeşte’deki<br />

EuroGames 2012 organizasyon ekipleriyle yakından<br />

işbirliği yapacaklar. EuroGames, proje ortağı Avrupa Gey ve


40<br />

Lezbiyen Spor Federasyonu (EGLSF) tarafından organize edilen<br />

Avrupa’nın en büyük LGBT spor etkinliğidir.<br />

Bilinçlendirme önlemleri ve kampanyaları Polonya ve<br />

Ukrayna’daki UEFA EURO 2012 de uygulanacak; Taraftar Elçiliklerinin<br />

görevlileri için eğitimler düzenlenecek , LGBT grupları<br />

için özel Fan rehberi ve LGBT taraftarları için bir irtibat noktası<br />

olarak Pride House (gurur evi) kurulacak.<br />

Cinsel yönelime dayalı ayrımcılık futbolda büyük bir sorun<br />

teşkil etmektedir. Profesyonel futbol oynamak ve gay olmakla<br />

birlikte başarılı bir oyuncu olmak genellikle genel bir çelişki<br />

olarak görülüyor. Bu tür sıradan bir homofobi, geleneksel olarak<br />

profesyonel futbola idari, koçluk ve oyun oynama düzeylerinde<br />

nüfuz etmiştir. Futbolda homofobi görünmezlik taşıyor. Bir yanda,<br />

hiç bir Avrupa profesyonel liginde açıkça gey olan tek bir<br />

erkek oyuncu yok; Öte yandan kadın oyuncular genellikle ‘lezbiyen’<br />

olarak damgalanmaktadır. Avrupa’nın dört bir yanındaki<br />

‘gay’ birçok taraftarın sevmediği her şeyin eşanlamı haline geldi.<br />

Oyuncuların şimdiye kadar neden çıkmadıklarının bir nedeni de<br />

futbol yapılarının eşit haklar sağlamadığıdır.<br />

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Eşitlik için Futbol<br />

(2009-2013) projesinin amacı, homofobi, ırkçılık ve futbolda<br />

ayrımcılığa karşı (yabancı düşmanlığı, anti-Çingenecilik ve anti-Semitizm)<br />

mücadeleyi savunmak için Orta ve Doğu Avrupa ‘ya<br />

ağırlık vererek katkıda bulunmaktı.<br />

Projenin başlıca hedefleri şunlardı:<br />

Futbolda ayrımcı uygulamalar, söylemler ve stereotiplerin<br />

farkında olunması ve anlaşılması, özellikle de gay ve lezbiyenlerin<br />

ayrımcılığının devam etmemesi (homofobi) ve göçmenlerin<br />

ve etnik azınlıkların, özellikle Romanların dışlanmaması<br />

Her gey, lezbiyen, biseksüel ve travestinin eşit haklardan


41<br />

yararlanmasına ilişkin iyi uygulamalar, bilgi ve eğitim materyalleri<br />

alışverişinde bulunarak (ülke çapında ve Ulus ötesi) Doğuda<br />

yeni üye ülkeler ile Batı’daki eski üye ülkeler arasındaki uçurumu<br />

kapatmak<br />

Ana unsurlar arasında UEFA EURO 2012’de taraftar<br />

odaklı kalite önlemleri yer alıyordu. Fan Elçilikleri programı,<br />

UEFA EURO 2012’de resmi fan barındırma programı idi. Faaliyetler<br />

şunları içerecektir: FanGuides ( taraftar rehberinde) LGBT<br />

bölümü (çevrimiçi ve basılı), fan Elçilik çalışanları için Çeşitlilik<br />

Eğitimleri ve seminerler. Ayrıca, Varşova’da bir “Gurur Evi”<br />

kurulması. Gurur evi, LGBT topluluğu için bir bilgi birikimi ve<br />

servis noktasıdır ve ilk kez Vancouver’daki Kış Olimpiyatları’nda<br />

tanıtıldı. Ayrıca “Tüm Farklara Karşı - Lezbiyen ve Gey Spor”<br />

adlı uluslararası bir tur sergisi tasarlandı. Sergide, 5 dilde ünlü<br />

eşcinsel erkek ve kadın sporcu portreleri (İngilizce, İtalyanca, Almanca,<br />

Slovence ve Slovakça) yer almaktadır.<br />

Ayrımcılığa uğratmama ve katılımı artırmak için turnuva<br />

organizatörleri, dernekler veya kulüpler neler yapabilir ve yapmalıdır?<br />

Ayırımcılık, bir anlayış ve cehalet eksikliği ile ortaya çıkabilir<br />

ve hatta iyi niyetli fakat ipucu veren sözcükler veya eylemlerden<br />

kaynaklanır.<br />

Bu nedenle, başlangıç noktası, dışlayıcı uygulamaları ve<br />

bu günlük usullerin kulübü veya birliği nasıl etkilediğini anlamaya<br />

çalışmaktır.<br />

Spor organları toplumun her kesimine açılmalı ve azınlık,<br />

göçmen topluluklar ve diğer marjinal gruplardan tavsiye almak<br />

istediklerini garanti etmelidirler. Bu, dudak bükümü veya hayır<br />

işi olarak değil, spor gelişiminin bir gereğidir.


42<br />

Kilit noktalar<br />

Büyük müsabakalardaki açık ayrımcılık biçimlerini cezalandırma<br />

yollarını bulun (ör. Brezilya’daki 2010 FIFA Dünya<br />

Kupası stadyumlarındaki ırkçı ve homofobik eylemlerin uygun<br />

şekilde onaylanmamış olması)<br />

Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele için proaktif kampanya, eğitim<br />

çalışmaları ve bilinçlendirme hayati öneme sahip olmakla birlikte<br />

etnik, göçmen ve cinsel azınlıklar, aktif futbolseverler ve insan<br />

hakları STK’ları gibi hedef kitlelerin bu çalışmalara katılımı<br />

önem arz etmektedir. FIFA gibi spor yönetim organları tarafından<br />

ayrımcılığa karşı verilen yukarıdan aşağıya mesajlar sınırlı güvenilirlik<br />

riski taşımaktadır (UEFA EURO 2008’deki UAR programının<br />

değerlendirme sonuçlarına da bakınız)<br />

Futbol federasyonları, dernekler, kulüpler ya da spor bakanlıkları<br />

ayrımcılıkla mücadeleye dahil olmayı daha gerçeğe<br />

dönüştürmek için ne yapabilir? Ayırımcılık, bir anlayış ve cehalet<br />

eksikliği ile ortaya çıkabilir ve hatta iyi niyetli fakat ipucu veren<br />

sözcükler veya eylemlerden kaynaklanır. Bu nedenle, başlangıç<br />

noktası, dışlayıcı uygulamaları ve günlük işlemlerin futbol kulüpleri,<br />

dernekler ve büyük turnuvaları nasıl etkilediğini anlamak<br />

ve analiz etmektir. Asıl sorun, hiper-erkeklik ve Avrupa genelinde<br />

hetronormatif futbol ve fan kültürlerinin tanımlanması ve sorgulanmasıdır.<br />

Futbol yapılarının topluma geniş şekilde açılması ve azınlık,<br />

göçmen topluluklar ve diğer marjinal gruplardan tavsiye almalarının<br />

sağlaması gerekir. Bu, dudak bükümü veya hayır işi<br />

olarak değil, spor gelişiminin bir gereği olarak görülmelidir.<br />

Bu nedenle, ortaklıklar, aktivitelerin planlanmasına katılım ve<br />

LGBT’ler ve ırkçı olmayan fan grupları da dahil olmak üzere<br />

ayrımcı grupların görünürlüğü önemlidir. Bu, azınlık gruplarının<br />

fonlama ve spor altyapısına adil ve eşit erişime ihtiyaç duymasını<br />

gerektirir.


43<br />

Doç.Dr. Ahmet TALİMCİLER<br />

(EGE ÜNİVERSİTESİ)<br />

1970 yılında İzmir’de doğdu. 1994 yılında Ege Üniversitesi<br />

Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. ‘Türkiye’de<br />

Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi’(1998) başlıklı<br />

teziyle yüksek lisansını, ‘Türkiye’de Futbol ve İdeoloji İlişkisi’(2005)<br />

adını taşıyan çalışmasıyla doktorasını tamamladı.<br />

2000 yılı Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı.<br />

Ağırlıklı çalışma alanları: Spor sosyolojisi, sporun medyadaki<br />

temsili, popüler kültür, gündelik hayat, spor-ideoloji-söylem<br />

ilişkisi. TRT İzmir Kent Radyo’da ‘Arka Plan’ isimli bir spor<br />

programını her Salı akşamı hazırlayıp, yorumlamayı sürdürmektedir.<br />

TÜRKIYE’DE SPORDA AYRIMCILIK ÖRNEKLERI<br />

Doç.Dr. Ahmet TALİMCİLER<br />

Medyanın bunu bize nasıl aktardığı ve hangi dolaşımlardan<br />

geçirdiği meselesi bizi başka şeylerle karşı karşıya bırakıyor.<br />

Şimdi tam bu noktada şöyle bir vurguda bulunacağım. Spor aslında<br />

gerçek bir sosyal fenomen ve sonuna kadar ideolojik bir alandır.<br />

Yani spor bizim inşa ettiğimiz ve bu inşa sürecinde bir takım<br />

değerler yüklediğimiz alandır. Bunun üzerinden baktığımızda<br />

spor ideolojisi, daha da yaygın olarak futbolun kullandığı değer-


44<br />

ler bazen sosyal yapıdan transfer edilir, bazen sosyal yapıdan<br />

transfer edilir bazen de sosyal yapıda pekiştirici etkiler yapar.<br />

Şimdi baktığınızda ilgilendiğimiz alan üzerinden konuştuğumuzda,<br />

az önce Alpay Bey’in burada bize gösterdiği örnekler üzerinde<br />

konuştuğumuzda böyle bir gerçeklikle karşı karşıya kalıyoruz.<br />

Özellikle son dönemde ortaya konulan cezai yaptırımlara baktığımızda<br />

şöyle bir mesele var önümüzde; ülkenin içinden geçtiği<br />

dönemin ve bununla ilgili yansımaların bu alana doğrudan doğruya<br />

ne gibi etkileriyle karşı karşıya kalırız? Şimdi biraz baktığınızda<br />

nefret söylemi nedir? Bireylere ırkları, ten renkleri, etnik kökenleri,<br />

toplumsal cinsiyetleri, milliyetleri, dinleri, cinsel<br />

tercihleri, yetersizlikleri diğer bireysel ayrımcılık biçimleri genelinde<br />

yöneltilen, nefret içeren ve teşvik eden söylemler olarak tanımlanabilir.<br />

Hatırlarsanız geçen hafta Avrupa’da bir olay oldu.<br />

Hatta ben pazar günü taraftar gazetesinde son yazımda da futbolun<br />

ırkçılık ile imtihanı diye yazı kaleme aldım. Olayı görenler<br />

Madrid kentinde gerçekleşen PSV taraftarlarının yapmış olduğu<br />

insanlık ayıbına şahit oldular. Aynı zamanda o olay içerisinde bir<br />

tane İspanyol vatandaşın tepkilerini de gördüler. Görünen tablo<br />

aslında Avrupa’da sıkça karşı karşıya kalınan bir olayın yansımasıdır.<br />

Aynı zamanda sözünü etmiş olduğum meselelerin de özellikle<br />

futbol üzerinden ne şekilde gündeme gelebildiğini göstermesi<br />

açısından önemli bir örnektir. Şimdi nefret suçu, nefret<br />

söylemi neyle beslenmekte? Bunların arasında farklı etnik veya<br />

dini kimlikler, cinsel görünümlere karşı ön yargılar, ayrımcılık,<br />

ırkçılık, yabancı düşmanlığı, cinsiyet, transfobi gibi nedenler bulunmaktadır.<br />

Baktığımızda özellikle dil, nefret söylemi ya da spor<br />

üzerinden konuşmaya başladığımızda oldukça etkilidir. Çünkü<br />

biz kendimizi ifade ederken kullanmış olduğumuz dil asla masum<br />

değildir. Hatta çoğu zaman dil üzerinden çalışmalar yapan kişilerin<br />

vurguda bulunduğu gibi dil aslında bizim kendisiyle oynadığımız<br />

değil, bizimle oynayan bir araçtır. Böyle bakıldığında toplumsal<br />

yaşam içinde bireyler dil aracılığıyla anlaşarak sözlü ve<br />

yazılı kültürlerinin buluşmasına, kuşaktan kuşağa aktarılmasına<br />

katkıda bulunur. Dil, dünyaya bakışımızda yaşananları yorumla-


45<br />

mada kullandığımız bir araç olarak aynı zamanda ideolojinin aktarılmasına<br />

ve işlenmesinde de olanak sağlamaktadır. Çünkü bireyler<br />

dil ve dilin içerdiği ideolojiyi paylaşarak toplumsal yaşam<br />

içindeki varlıklarını sürdürebilir. Böyle baktığımızda söylem, dil<br />

içinde kodlanan toplumsal kökenli bir ideolojidir. Yani spor sahalarını<br />

bize aktarmakta olan medyanın kullanmış olduğu dil ve<br />

söylemin gerçeği şudur ki, medya kullanmış olduğu dil ve söylemler<br />

aracılığı ile ideolojinin ve bir takım değer ve statü kapılarının<br />

toplumsal yaşama aktarılmasına aracı olmaktadır. Medyanın<br />

takınmış olduğu tavır kimliklerin şekillenmesinde etkilidir. Çünkü<br />

medya aynı zamanda toplumsal algımızın şekillenmesinde<br />

önemli unsurlardan biri olarak nefret söyleminin oluşmasında ve<br />

yaygınlaşmasında etkili olmaktadır. Burada özellikle dikkatinizi<br />

şu noktaya çekmek istiyorum! Medyayı sadece genel yazılı ve<br />

görsel medya olarak ele almayın. Medya, içinde bulunduğumuz<br />

dönemde çok daha yaygınlaşmaya başladı. İşin sosyal medyada<br />

da ayağı var ki burası çok daha etkileyici bir mecra olarak karşımıza<br />

çıkıyor. Özellikle de taraftarlar açısından. Nefretin suça dönüşmesinde<br />

ise kişilik özellikleri kadar nefreti körükleyen ve teşvik<br />

eden nefret söylemi de gözden kaçırılmamalıdır. Bu açıdan<br />

özellikle haberin nasıl kurgulandığı ve nasıl oluşturulduğu meselesi<br />

aslında bizim, biz ve öteki kavramlarını oluşturmamıza neden<br />

olur. Baktığımızda sürekli olarak öteki kavramını nasıl koruduğumuz<br />

gerçeği ile karşı karşıya kalırsınız. Mesela bakın bu 1500 m<br />

de altın madalya alan sporcularımız o döneminde gazetelerinden<br />

bir tanesi tarafından sansürlenmiştir. Futbolu bize aktarmakla görevli<br />

olan futbol medyası, kullandığı dil ve söylem aracılığıyla<br />

nefret söyleminin kitlelerle buluşmasında ve şiddetin alt yapısının<br />

hazırlanmasında etkin bir rol oynamaktadır. Futbol alanında<br />

zihinsel anlam haritalarımızın oluşturulmasında gazetelerdeki<br />

futbol sayfaları, televizyondaki futbol programları, sosyal medyadaki<br />

yorumlar, internet yayıncılığında kullanılan ifadeler aracı<br />

bir rol oynamaktadırlar. Spor haberlerinde kullanılan provokatif<br />

dil, rakip taraftarlar arasında gerginliği körüklemekte ve kalıp<br />

yargıları güçlendiren birer araca dönüşmektedir. Bu, bizim yıllar


46<br />

önce oynadığımız İsviçre Milli Müsabakası öncesi, dönemin fotomaç<br />

gazetesinin kullandığı ‘Futbol Erkek Oyunu’ başlığıdır.<br />

Şimdi çok dikkat edin 4 tane İsviçreli futbolcunun travesti kılığına<br />

sokulduğunu görürsünüz. Bunu altta geçen ifadelere baktığımız<br />

zaman “Futbol erkek oyunudur, buyurun er meydanına’ ifadeleri<br />

mevcuttur. O erkekli değerlerin nasıl öne sürüldüğünü<br />

görmekteyiz. Normal şartlarda şöyle bir düşünün; benzer bir görüntü<br />

kendi sporcularımıza yapıldığında ne hissedersiniz? Aynı<br />

şeyi bir başkasına yaptığımızda gayet normal karşılanabileceği<br />

gerçeği ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Başka bir örnek sunabilirim<br />

size. Galatasaray’ın UEFA kupasını alma sürecinde dönemin<br />

Star Gazetesinin yazarları Yılmaz Özdemir ve Uğur Dündar’ın<br />

atmış olduğu başlıklar da tarihte belge olarak durmaktadır. En<br />

utanç verici başlık o “tüh size” yazılan başlıktır. Şimdi sosyal<br />

medyadaki nefret söylemi ve futbolumuzdaki örneklerine baktığımız<br />

zaman da buralarda ilginç şeylerle karşılaşırız. Gündelik<br />

yaşamda söylemsel protiklerde üretilen ve geleneksel medya metinlerinde<br />

dolaşıma sokulan homofobik, transfobik, heteroseksist,<br />

cinsiyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik, milliyetçi ve ayrımcı<br />

söylemler, medyanın saydığımız özelliklerinden dolayı daha kolay<br />

bir şekilde yaygınlaşmakta ve sıradanlaşarak dolaşıma girmektedir.<br />

Burası çok daha enteresan çünkü burada mecrayı denetleyen<br />

mekanizma çok daha az olduğu için özellikle taraftar<br />

platformlarında çok daha yaygınlaşıyor. Bununla ilgili birkaç örnek<br />

de göstereceğim. Bu başka bir örnek: yıllar önce 2004’te<br />

Bolu Belediye spor, Hendek spor karşılaşması öncesinde ‘Filenin<br />

Sultanları’ sahneye çıkıyor. Özellikle bacak kıvrımlarını ve bazılarının<br />

kol kıvrımlarının nasıl kapatıldığı ile ilgili bir örnek. Bu<br />

konu özellikle yeni iletişim teknolojileri yani klavye başındaki<br />

taraftarlar ile bambaşka bir platforma doğru gidiyor. Burada baktığımız<br />

zaman çok daha net kavgalarla karşı karşıya kalmaya başlıyorsunuz.<br />

Orada bir dönem çok bilinen, Melo’ya kemik atılmasını,<br />

Mateja Kezman’la ilgili Beşiktaşlı taraftarların hazırlamış<br />

olduğu ‘Kezban yenge muhtar mı oldun Kadıköy’e’ pankartlarını<br />

görüyorsunuz. Burada bazı platformlarda kullanılan ‘Adamı ma-


47<br />

dam yapar cimbomun erkekleri’ ‘Bizimle kimse başa çıkamaz’<br />

‘Galatasaraylı olmak adam olmaktır’ gibi ifadeler var. Bu mecraya<br />

baktığımızda kişilik haklarını ihlal edici, ırkçı, erkek egosunu<br />

besleyen, şiddet ve cinsellik yüklü dil ve erkek egemen ideoloji,<br />

televizyonlardaki futbol programları ile gazetelerdeki haber ve<br />

köşe yazılarıyla, sosyal medyada paylaşılan görseller, yapılan yorumlar<br />

ya da kurulan formlarla yeniden üretilmek sureti ile dolaşıma<br />

sokulmaktadır. Genç Fenerbahçeliler Facebook sayfalarında<br />

2012 yılında Kıbrıs Rum kesimi ile oynanmadan önce kullandıkları<br />

ifadeler: ‘Sabah kurban kesimi, akşam Rum kesimi’. Bir sonraki,<br />

Galatasaraylılar ve Fenerbahçelilerin atışmalarından bazı<br />

örnekler: Genç Fenerbahçeliler Facebook sayfalarında ‘Oruç olsan<br />

tutulmazsın’ yorumunu yazan bir Galatasaray taraftarına karşı<br />

‘Oruç köpeklere farz değil zaten’ diyerek karşılık verilmiş.<br />

Bunlar aslında beraberinde gerginliğin artmasına başka boyutlara<br />

taşımasına vesile oluyorlar. Buradan baktığımızda, nasıl bir çıkış<br />

yakalayabileceğimiz meselesi üzerinde de kısa bir şeyler söylemek<br />

istiyorum. Çünkü giderek nefretin arttığı ortamdan geçiyoruz.<br />

Futbolun kitlelerle buluşmasında aracı rol oynayan sosyal<br />

medyada kullanılan söylemlerin bu açıdan ne gibi etkiler bıraktığının<br />

tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır.<br />

Futbol ağırlıklı spordaki nefret suçlarından söz edeceğim sizlere.<br />

Futbol 19. yy. sonlarında oynanmaya başlanmıştır. 20. yy. da popülaritesi<br />

artan, o günden bu güne de gerek ekonomik potansiyeli<br />

gerekse ulaştığı kitleler açısından dünyanın en önde gelen sporudur.<br />

Futbol da nefret suçlarının başlangıç aşaması futbolun ilk<br />

oynandığı yıllardan itibaren ortaya çıkıyor. O dönemlerde öncelikle<br />

Latin Amerika ülkelerinde azınlıklara dönük bazı eylemlerin<br />

olduğu ortaya çıkmış, daha sonra Nazi Almanyası ile birlikte olay<br />

siyasi bir boyut almıştır. 1970’lerde işsizliğin yoğunlaşması, ekonomik<br />

anlamda sıkıntıların artması nefret suçlarını farklı boyutlara<br />

taşımaya yöneltmiş ve bunlarla ilgili ilk organize çalışma 1997<br />

yılında Avrupa Birliği’nin konuya el koyması ile gerçekleşmiştir.<br />

Ancak Avrupa Birliği bu aşamaya gelmeden öncesinde Fair’in


48<br />

yaptığı bir çalışmaya dikkat etmek lazım. 1995‘lerden itibaren<br />

Fair ve bir taraftar organizasyonu devreye giriyor. Avrupa Birliği<br />

de ondan esinlenerek o çalışmaya farklı bir boyut kazandırıyor.<br />

Daha sonra 2001 yılında FIFA 1.000.000 Franklık bir ekonomik<br />

destek ile Fair’in çalışmalarını farklı boyuta taşıyor. Bugün Fair<br />

35 farklı ülkede 150’den fazla üyesi ile bir çatı kuruluşu olarak<br />

spordaki nefret suçlarının engellenmesi konusunda çalışmalarını<br />

sürdürüyor. FIFA‘nın ilk toplantısı 6 Temmuz 2011’de “Irkçılık<br />

yasağı” başlıklı konferansla Buenos Aires ‘de yapılıyor. 7 Temmuz’da<br />

ırkçılığa karşı ilk kararın kabul edildiği olağan üstü FIFA<br />

kongresi ilan ediliyor. Aynı yerde 7 Temmuz 2002’de FIFA ırkçılığın<br />

futboldan dışlanmasının 1. yıl dönümünde ırkçılık yasağı<br />

gününü resmen kabul etmiştir. Daha sonraki aşama 21 Haziran’da<br />

başlayan 2003 konfederasyon kupası Fransa’da yapılmıştır. Konfederasyon<br />

kupasının farklı yönlerinden de söz etmeliyim size.<br />

Biz ilk maçımızı Amerika ile oynadık. İlk kez bizim takım kaptanımız<br />

Bülent Korkmaz rakip takım kaptanı ile el ele tutuşup<br />

birlikte saha ortasında beklerler ve FIFA‘nın ilk olarak resmi duyurusu<br />

futbolcular nezdinde başlamış olur. Daha sonraki aşamada,<br />

2004’te FIFA “bir ülke veya kişiye ırk, din, siyasi düşünceleri<br />

nedeniyle ayrımcılık uygulanamaz” maddesiyle sporda nefret<br />

suçlarının, tahmin ettiğimiz ayrımcılığın her türlü karşısında olduğunu<br />

ilan etti. Sporda nefret suçlarıyla mücadelede çıkış noktalarından<br />

bir tanesi, Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Evrensel<br />

Beyannamesine dayalı FIFA‘nın aldığı eğitimdir. Nelerden bahsediliyor<br />

bu eğitimin içerisinde? Hiçbir grup aleyhine ırk, renk,<br />

etnik, cinsiyet, din, dil, siyasi ve diğer kanaatler herhangi bir ayrımcılık<br />

nedeni olarak yapılamaz ve yasaktır. 2004’te yine FIFA<br />

Birleşmiş Milletler barış günü ile bağlantılı olarak 18-19 Eylül<br />

gününü ırkçılıkla mücadeleye adıyor. 2004’ün 6 Ekim’inde de bir<br />

etik kodu devreye sokuyorlar. Bu kodun ilgi alanına giren kişiler<br />

küçük düşürülüyor. Ayrımcı, kötüleyici bir ifadeye veya eylemlere<br />

ırk, renk, etnik, ulusal köken, cinsiyet, dil, din, siyasi ve diğer<br />

kanaatleri herhangi bir neden ile bir ülkenin veya kurumun üzerine<br />

dayatamazlar, onların saygınlığını rencide edemezler. Daha


49<br />

sonraki aşamalarda FIFA’nın yine farklı çalışmaları var ama en<br />

dikkat çeken çalışmalardan bir tanesi Mayıs 2015 yılında alınan<br />

karar. Bu karara göre 2018 Dünya Kupası’nda FIFA ırkçılıkla<br />

mücadeleyi denetleme sistemi kuruyor. Özel gözlemciler tayin<br />

edilecek bunlar daha önceden belirli çalışmalarla yetiştirilecekler<br />

ve anında ırkçılıkla ilgili ya da nefret suçları ile ilgili herhangi<br />

bir eylem tespit ederlerse müdahalede bulunarak cezai işlemlere<br />

geçecekler. FIFA dışında UEFA’nın da çalışmaları var. FIFA’ya<br />

paralel olarak giden çalışmalar var. Bunların içerisinde 2012’de<br />

devreye soktuğu yeni uygulamalar bulunuyor. Avrupa şampiyonası<br />

esnasında ve halen bütün milli maçlar öncesinde bununla<br />

ilgili etkinlikler yapılageliyor. Peki, bunların disiplin açısından<br />

yansıması nasıl oluyor? FIFA’nın disiplin uygulamalarında para<br />

cezası var, saha kapatma cezası var, müsabakalardan men cezası<br />

var, gerekiyorsa turnuvalardan men cezası var. Benzer şeyleri<br />

UEFA yapıyor. Yine benzer şeyler Türkiye Futbol Federasyonu<br />

Disiplin Talimatında mevcut. Farklı uygulamalar farklı cezalardan<br />

da söz etmeliyim size. Enteresan bulduğum birkaç tanesini<br />

söylemeliyim: Mesela 2014’te Feyenoord-Beşiktaş maçında Feyenoord<br />

taraftarının Tanrıya karşı yapmış olduğu küfür etmesi ve<br />

bu nedenle UEFA’nın Feyenoord sahasının tribününü kapatması.<br />

Yine 2014’ün Temmuz’unda Francis fort-Andreas maçında seyircilerin<br />

maymun sesi çıkarması ve ırkçılık pankart açması nedeni<br />

ile ev sahibine kısmi kapatma cezası verilmiştir. 2014 Eylül’de<br />

Roma CSK-Moskova maçında ırkçı tezahüratlar nedeni ile Rus<br />

kulübüne 200.000 Euro ceza veriliyor. Sahası kapatılıyor ve 3<br />

maç seyircisiz oynaması öngörülüyor. Yine bildiğiniz gibi Luis<br />

Aragones İspanya Milli Takımını çalıştırdığı dönemde Thierry<br />

Henry ile ilgili kendi oyuncusuna taktik verirken ‘O siyah pisliğe<br />

ondan daha iyi olduğunu göster’ diyor ve o sırada İspanya televizyonu<br />

kayıtta. Ardından İspanyol taraftarların yapmış olduğu<br />

ırkçılık tezahüratları ve UEFA İspanya’ya 100.000 Frank ceza veriyor.<br />

Yine yakın tarihte hatırlarsanız Luiz Suarez’in seneler önce<br />

Partice Evra’ya yaptığı bir hareket var. O dönemde aldığı ceza 8<br />

maç 40.000 Paunt. Çok daha farklı bir örnek Dani Alves’e tribün-


50<br />

den atılan bir muz var. Dani Alves kalkıyor o muzu korner atışı<br />

sırasında soyuyor, yiyor ve gülerek tribünlere dönüyor, ardından<br />

Barcelonalı oyuncular bir muz ile birlikte fotoğraf çektiriyorlar.<br />

Sosyal medyada inanılmaz bir etki uyandırıyorlar ve nefret suçları<br />

ile birlikte farklı bir etki yaratıyor.


51<br />

Av. H. Alpay KÖSE<br />

(Spor Hukuku Enstitüsü Derneği)<br />

1980 İstanbul doğumludur. 2003’te İstanbul Üniversitesi<br />

Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Daha sonra Kadir Has Üniversitesi<br />

Hukuk Fakültesi Spor Hukuku Modülü Yüksek Lisans<br />

Programı Tez Konusu; AB vermiştir. Av. H. Alpay KÖSE;<br />

Spor Hukuku alanında yurtiçi pek çok konferans ve seminerde<br />

katılımcı ve konuşmacı olarak yer almıştır. Spor hukuku alanında<br />

makaleleri haricinde ‘’Avrupa Birliği Hukuk Sisteminin<br />

Spor Hukukuna Etkileri’’ isimli bir kitabı bulunmaktadır.<br />

SPORDA NEFRET SUÇLARININ HUKUKI BOYUTU<br />

AV. H. ALPAY KÖSE<br />

Ben de öncelikle sayın katılımcıları saygıyla selamlıyorum.<br />

Tabi spor hukukuyla yakından ilgilenmenin getirisi olarak<br />

birçok panel ve sempozyuma katılarak, birçok şehirde organizasyonlara<br />

dâhil olma fırsatım oldu ama ilk defa Çanakkale’de bir<br />

organizasyona katılıyorum. Bir Çanakkaleli olmam dolayısıyla<br />

ayrıca bir mutluluk duyuyorum. Bu davetten ve güzel organizasyondan<br />

dolayı da hem Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesine<br />

hem de Sayın Necati Cerrahoğlu şahsında Beden Eğitimi ve<br />

Spor Yüksekokulu’na çok teşekkürlerimi sunuyorum. Tabi bu<br />

konu gerçekten güzel ve özel bir konudur. Nefret suçları diye ta-


52<br />

nımladığımız ama temelde ayrımcılık, ırkçılık olarak baktığımız<br />

konu dünya sporunun son dönemdeki en büyük problemlerinden<br />

biridir. Hatta bu seneyi FIFA, ırkçılıkla mücadele senesi olarak<br />

ilan etmiş durumda. Özellikle Avrupa Kupası maçlarından önce<br />

bununla ilgili farkındalık yaratma amacıyla oluşturulan klipleri,<br />

reklamları görme şansınız olmuştur. Ayrıca maça çıkan hakemlerin<br />

kollarında dahi buna ilişkin sloganların bulunduğu ibareler<br />

bulunmaktadır.<br />

Ben sunumumu iki bölüm olarak gerçekleştireceğim. Birinci<br />

bölümde; ayrımcılık temelde şiddet kavramı içerisindedir.<br />

Dolayısıyla sporda neden şiddet var? Bunun çözüm yolları neler<br />

olabilir? Kısaca özetleyeceğim. Daha sonra da nefret suçlarının<br />

ülkemizdeki hukuki boyutu konusunda bilgi vereceğim. Tabi biz<br />

sporda şiddet diyoruz ama aslında baktığımızda sporda şiddet dediğimizde<br />

temelde futbolda şiddetten bahsediyoruz. Çünkü şiddet<br />

olaylarının %95’i futbol sektöründe meydana gelmektedir.<br />

Ülkemiz için konuşuyorum. Kalan %5’i de yine futbol seyircisi<br />

tarafından meydana getirilmekte ama başka karşılaşmalarda,<br />

basketbol veya bir voleybol karşılaşmasında meydana gelse de<br />

suça karışanlara baktığımızda yine futbol izleyicisi olduğunu görüyoruz.<br />

Bundan dolayı ülkemiz adına aslında şiddet dediğimizde<br />

futbolda şiddetten bahsediyoruz. Bunun için de bir hastalığın tedavisini<br />

bulabilmek için öncelikle doğru teşhisin yapılması lazım.<br />

Tabi ki temelde belki temenni olarak söylenen sporun dostluk,<br />

kardeşlik, birleştiricilik noktasındaki sözler var ama baktığımızda<br />

futbol aslında bunun çok daha dışındadır. Simon Kuper’in dediği<br />

gibi “Futbol, asla sadece futbol değildir.” lafının biraz içeriğini<br />

doldurma anlamında futbolun gelmiş olduğu durum, futbol endüstrisi<br />

diyoruz artık buna. Yani bir eğlence faaliyeti, bir show<br />

business olmanın dışında artık futbol bir endüstri haline gelmiş<br />

durumda. Nasıl bir endüstri? Mesela yıllık ekonomik değeri 500<br />

milyar doların üzerinde olan bir ekonomi ki dünyada en çok paranın<br />

döndüğü alanlar silah ve ilaç sanayidir. Futbol artık bunlarla<br />

boy ölçüşebilecek seviyede büyük bir ekonomik yapıya ulaşmış


53<br />

durumdadır. Yine örneklemek gerekirse bir dernek yapısıyla kurulmuş<br />

olan bir kulüp, Barcelona kulübünün yıllık geliri şuan 550<br />

milyon dolardan fazla. Yani bu, çoğu uluslararası ölçekli büyük<br />

şirketin yılda elde edemediği çok büyük rakamlardaki bir gelir.<br />

Ama daha büyük bir değer olarak futbolun direkt olarak içinde<br />

olmayan ama çevresinde dolanan bir ekonomik yapı olan bahis<br />

yapısı söz konusu. Bunun yıllık olarak dünyadaki değerinin 3 trilyon<br />

dolar olduğu söyleniyor. Bu rakamlar da İnterpol tarafından<br />

verilmiş rakamlardır. 2015 yılında bir şike kurultayı düzenlenmişti.<br />

Buradaki verdikleri bilgilere dayanarak söylüyorum. 3 trilyon<br />

dolar Amerikan Wall Street borsasının neredeyse büyüklüğüyle<br />

boy ölçüşebilecek büyüklükte bir rakam. Ülkemizin bahis rakamı<br />

da 2,5 milyar dolarmış bu arada. Bu tabi bizim açımızdan yasadışı<br />

bir bahis. Çünkü ülkemizde spor toto dışındaki bütün bahisler<br />

yasadışı ama aslında baktığımızda bunlar global ölçekte yasadışı<br />

olan şirketler değil. En değerli on futbolcunun değerini topladığımızda<br />

piyasa değeri 1 milyar doların üzerinde. Yine inanılmaz<br />

rakamlar. Yine bir maç kazanmanın veya kaybetmenin sadece kazanmak<br />

veya kaybetmek olmadığını anlatan bir örnek: Türkiye<br />

Futbol Süper Ligi’nde bir karşılaşmanın kazanılması yani bir gol<br />

atılıp üç puan alınması aynı zamanda 1,3 milyon TL kulübün kasasına<br />

para girmesi demek. Dolayısıyla bir maçı kazanmak veya<br />

kaybetmek sadece kazanmak veya kaybetmek anlamına gelmiyor.<br />

Ciddi olarak maddi boyutu var.<br />

Sporda şiddetin nedenleri neler? Diğer sübjektif nedenlere<br />

baktığımızda toplumda yer alan şiddet eğilimleri mutlaka etkili.<br />

Yani toplumda ne kadar şiddet varsa futbolda veya sporda bunun<br />

daha yoğununu görüyoruz. Holiganizm çok önemli. Holiganizmin<br />

ülkemizde hukuken bir tanımı yok. Bu çok büyük bir eksikliktir<br />

bence. Holigan dediğimiz kişiler aslında spora veya futbola<br />

taraftar kişiler değil. Bunlar tamamen şiddetin taraftarı olan kişiler.<br />

Futbolu da şiddete ulaşmak için bir araç olarak kullanıyorlar.<br />

Çünkü orada şiddet eylemini çok rahat gerçekleştiriyor, sonrasında<br />

da bir yaptırım görmüyorlar. Bu yüzden bu kişilerin mutlaka


54<br />

ve mutlaka bir hukuksal tanım içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini<br />

düşünüyorum. Eğitim seviyesinin düşüklüğü çok önemli<br />

bir faktör ama bu eğitim, öğretim değil. Bunu ayırmak gerekiyor.<br />

Çünkü yapılan araştırmalar futbol seyircisinin %70’inden fazlasının<br />

lise veya üniversite mezunu olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla<br />

aslında öğretim seviyesi düşük değil ama eğitim noktasında futbol<br />

kültürü, spor kültürü açısından çok ciddi eksiklik var.<br />

Tribünlerde yaşanan çıkar çatışmaları da şiddetin çok büyük<br />

bir sebebi. Taraftar grupları arasında, kulüplerle taraftarlar<br />

arasındaki çıkar çatışmaları çok önemli. Bazen çok yaşanan örnek<br />

olarak görüyoruz ki kendi takım taraftarları kendi aralarında<br />

ciddi şekilde kavga ediyorlar. Bunlar hep çıkar çatışmasından<br />

kaynaklanan olgular. Spor sahalarının durumu, müsabaka öncesi<br />

ve sonrası yaşanan olaylar da etkili. Yani spor sahaları ne kadar<br />

eski, ne kadar kötü yapılar olursa bunların da şiddeti doğrudan<br />

etkilediğini, modern yapılarda daha az şiddet olduğunu bilimsel<br />

olarak görmekteyiz. Objektif nedenlere baktığımızda sporda şiddetin<br />

tartışmasız en önemli, en büyük nedeni yöneticiler. Zira futbolda<br />

yöneticilerin çok ciddi şekilde manevi olarak yani reklam<br />

anlamında, bilinilirlik anlamında fayda sağladığını görüyoruz.<br />

Ama bildiğiniz gibi özellikle kulüp başkanlarının yanında, yönetim<br />

kurullarında 15-16 kişi daha oluyor. Bunların da bu manevi<br />

tatminden pay alma istekleri var. Bu da onları şiddete yönelik<br />

açıklamalar yaparak medyada yer almaya itmekte. Baktığınızda<br />

maçın sonucu belki sıralamayı hiç etkilemeyecek, basit maçlar<br />

bile bu açıklamalar yüzünden bir anda ölüm kalım meselesine<br />

dönebiliyor. Dolayısıyla yöneticiler kesinlikle şiddetin en büyük<br />

sorumlusudur.<br />

İkinci sorumlu medyadır. Medyamızın burada faktörü<br />

aslında biraz daha megafon etkisi yapmaktır. Yani konuşulanları<br />

daha çok yaymak şeklindedir. Yoksa direkt olarak şiddete yönlendirme<br />

şeklinde bir etkisi yok. Sporcular, şiddetin diğer bir sebebidir.<br />

Bunlar daha çok bazı oyuncuların maç içerisinde yaptıkları


55<br />

hareketler, sözler, açıklamalar olarak karşımıza çıkıyor. Taraftarlar<br />

aslında şiddetin genelde mağduru olan taraf ve en son içinde<br />

olan kişilerdir. Burada diğer ilgililer olarak da emniyet mensupları<br />

veya diğer güvenlik görevlileri gibi kişileri sayabiliriz. Zaman<br />

zaman bunlar da şiddetin direkt olarak nedeni olabilmekteler. Çözüm<br />

yolu olarak baktığımızda bir kere cezalar ve haklar konusunda<br />

eğitim kesinlikle çok önemli. Yani hangi cezalar var buna karşı<br />

hangi haklar var bu konuda çok ciddi farkındalık oluşturmak için<br />

eğitim gerekmektedir. Spor hukukuyla ilgili mevzuat ülkemizde<br />

inanılmaz karışık ve bu anlamda anlaşılması zor. Gerçekten ülkemizde<br />

spor hukuku mevzuatını bilen birkaç kişi bulabilirsiniz.<br />

Onlardan biri veya birkaçı zaten spor genel müdürlüğünde çalışanlardır.<br />

Onun dışında gerçekten bilen sayısı çok azdır. Dolayısıyla<br />

bunun düzenlenmesi önemli.<br />

E-bilet uygulaması önemli bir uygulama. Şiddeti azaltmakta<br />

önemli buluyorum. Gerçekten baktığımızda, tabi “seyirci<br />

gitmediği için şiddet de olmuyor” denebilir. Bu da farklı bir yorumdur.<br />

Çünkü ciddi anlamda azalma var. Ancak şiddeti azaltmakta<br />

da etkisi olduğunu görüyoruz. Kamera ve denetim sistemleri<br />

şiddeti yapan kişilerin tespiti ve bunların cezalandırılması<br />

açısından çok önemli. Yine spor kültürü ve olimpik ruhun aşılanması<br />

çok önemlidir. Spor müsabakalarının sinir stres boşaltma<br />

yeri değil, tam tersi bir mücadeleyi taraftar olarak izleyip, saygı<br />

duymak olarak görülmesini sağlamak gerekiyor. Yine spor sahalarının<br />

fiziki yapısının düzeltilmesi çok önemlidir. Bu konuda<br />

çalışmalar var. Holiganların mutlaka ama mutlaka spor sahalarına<br />

girişinin engellenmesi gerekiyor. Bu kişilerin spor alanlarına<br />

hiçbir şekilde alınmaması gerekiyor. Yine akademik çalışmaları<br />

çok önemsiyorum. Maalesef sporun en büyük eksikliği akademik<br />

olarak çalışmaların çok az olması. Bu anlamda üniversitelerin bu<br />

konuya eğilmesi gerekiyor. Medyanın da şiddet içeren yayın yapmasının<br />

önlenmesi önemli.


56<br />

Şimdi asıl konumuz olan sporda nefret suçlarının hukuki<br />

boyutuna gelecek olursak bunu iki bölümde ele almamız gerekiyor.<br />

Bir spor hukuku boyutu var bir de ceza hukuku boyutu var.<br />

Yani Türk ceza kanunundaki boyutu var ayrıca disiplin hukuku<br />

anlamındaki boyutu var. Öncelikle disiplin hukuku boyutuna<br />

baktığımızda bu, bizim Türkiye Futbol Federasyonu’nun düzenlemiş<br />

olduğu disiplin talimatının içerisinde geçmekte. Bildiğiniz<br />

gibi sporun içinde yaşanan bu tür olaylara karşı futbolda, Türkiye<br />

Futbol Federasyonu Profesyonel ve Amatör Disiplin Kurulları,<br />

diğer branşlarda ise spor genel müdürlüğü bünyesindeki disiplin<br />

kurulları ve federasyonun kendi içindeki kurullar cezalandırmayı<br />

gerçekleştirmekte.<br />

Ben sadece futbol federasyonu örneğini geçeceğim çünkü<br />

zaten diğer federasyonlar bunun kopyası. Tek orijinal olan, futbol<br />

federasyonunundur. Nefret suçları 42. maddede ayrımcılık olarak<br />

geçmekte. “Irk, dil, din, etnik köken ayrımcılığı yaparak insanlık<br />

onurunu herhangi bir şekilde zedeleyen” şeklinde tanımlanmakta.<br />

Burada tabi ayrımcılığın sadece ırk, dil, din ve etnik kökenle<br />

sınırlanması çok doğru bir tanımlama değil benim kanımca. Aslında<br />

ayrımcılık her türlü unsur kullanarak bir kişiyi toplumdan<br />

ayırmak, onu izole etmektir. Farklılıklarını ön plana çıkararak<br />

onu rencide etmek anlamında kullanılması gerekiyor. Dolayısıyla<br />

bunun devamına bunun gibi veya farklı bir örnek konabilir.<br />

Burada tabi ayrımcılık suçunda en çok yaşanan konu bildiğiniz<br />

gibi ırkçılık konusudur. Yani daha çok siyahi vatandaşların bu<br />

özellikleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmasıdır. Hepinizin<br />

hatırlayacağı üzere birkaç yıl önce ülkemizde bunun önemli bir<br />

örneği yaşandı. Fenerbahçeli bir futbolcu Trabzonsporlu bir futbolcuya<br />

İngilizce bir kelime söyledi. Yurtdışında siyahi kişilere<br />

hakaret etme amacıyla genelde kullanılan bir kelimeyi söyledi. O<br />

Trabzonsporlu futbolcunun da bunu açıklaması üzerine ki aslında<br />

isimleri zikretmemizde bir mahsur yok zannedersem, Zokora’nın<br />

bunu zikretmesi üzerine Emre Belözoğlu’yla ilgili bir soruşturma<br />

başlatıldı. Ancak o dönem futbol federasyonunda yapılan soruş-


57<br />

turma sonunda tahkim kurulu bu sözün gerçekleşmediği kanaatine<br />

vararak Emre Belözoğlu’na ceza vermemişti. Ancak savcılık<br />

tarafından açılan bir soruşturmada Emre Belözoğlu’na ceza<br />

verildi ve bu ceza ertelendi. Ama sonuç itibariyle bir yıl üç ay<br />

gibi bir cezaya çarptırıldı. Bu aslında ters bir örnek çünkü futbol<br />

hukukunda, disiplin hukukunda daha kolay ceza verilmesi, ceza<br />

hukukunda daha zor ceza verilmesi beklenirken burada tersi bir<br />

örnek yaşandı. Bunu yapan futbolculara dört ile sekiz müsabakadan<br />

men cezası verilmekte ki müsabakadan men bildiğiniz gibi<br />

ilk on sekize girememe yani kadroya girememe şeklinde olmaktadır.<br />

Kulüp yöneticilerine ise çeşitli miktarlarda para cezaları<br />

verilmektedir. Süper lig yöneticilerine daha yüksek miktarlarda,<br />

alt lig yöneticilerine daha düşük miktarlarda ceza verilmektedir.<br />

Tabi bu cezaları ben ciddi şekilde eleştiriyorum. Çünkü bu kulüp<br />

yöneticisine bu cezalar veriliyor, ancak bu cezalar kulüp yöneticilerinden<br />

tahsil edilmiyor. Bunlar kulüplerden tahsil ediliyor.<br />

Öyle olunca da yöneticiler “ne kadar verirseniz verin!” moduna<br />

rahatlıkla girebiliyorlar. Oysaki ceplerinden 105 bin liralık değil,<br />

bin liralık ceza dahi çıksa o yöneticilerin bunları yapmadığını<br />

göreceğiz. Ama federasyon maalesef bu konuda bir düzenleme<br />

yapmıyor. Bunun en yakın örneği yine Trabzonspor-Galatasaray<br />

maçında, hakemlerin rehin alınmasıyla ilgili olayda yaşandı. Futbol<br />

federasyonu yönetim kurulu üyesine de çok ciddi ceza verildi<br />

ama bütün yöneticilere para cezası verilmesine rağmen ona verilmedi.<br />

Çünkü onun bir kulübü yoktu. Parayı tahsil edecek bir kulüp<br />

olmadığı için para cezasına hükmedilmedi. Görevlilere ve diğer<br />

kişilere ise dört ile sekiz müsabakadan men cezası verilmektedir.<br />

Yöneticilere verilen para cezasının dışında kulüplere de, eğer bu<br />

olay gerçekleşirse ceza verilmektedir. Süper lig kulüplerine 65<br />

bin TL’den 200 bin TL’ye kadar diğer kulüplere ise daha düşük<br />

miktarlarda cezalar verilmektedir. Yine ayrıca ihlalin ağırlığına<br />

göre veya tekerrür halinde, bu çok önemli bir madde, tekerrür hali<br />

bildiğiniz gibi tekrar etmesi, birkaç defa olması halinde demek,<br />

kulübe bir ya da daha fazla müsabakayı seyircisiz oynama, saha<br />

kapatma, hükmen mağlubiyet, puan silme ve ihraç gibi ek ceza-


58<br />

lar verilmektedir. İhraç, bildiğiniz gibi tamamen lisansın iptaliyle<br />

ligden çıkarılması anlamına geliyor. Bu madde ayrımcılıkla ilgili<br />

konunun ciddiyetini arttırması neticesinde sonradan eklendi. Yani<br />

“eğer kulüplere para cezası yeterli olmazsa, bu ağır cezalar da<br />

verilebilir” şeklinde eklendi.<br />

Yine bu konuda çarpıcı bir örnek: Barcelona oyuncusu<br />

Dani Alves’e bir muz atılması olayı olmuştu. Zannedersem Eto’ya<br />

da yaşanmıştı muz atılma olayı. Dani Alves de çok hoş bir espri<br />

olarak muzu alıp yemişti. Türkiye’de de Fenerbahçe-Galatasaray<br />

maçında Eboue’ye muz atılma olayı oldu. Ancak “bizim ülkemizde<br />

ırkçılık yoktur, böyle şeyler olmaz” denildi. O atan arkadaş<br />

da galiba muzla ilgili biz mazereti vardı, tansiyonu düşüyordu(!)<br />

öyle bir açıklama yaptı. Yine hiçbir ceza verilmedi kulübe.<br />

Ülkemizde ırkçılık yoktur tanımı doğru bir tanım değil.<br />

Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Siyahilere karşı çok büyük bir<br />

tepki yok çünkü çok fazla siyahi yok bizim toplumumuzda. Ama<br />

bunun dışında ayrımcılık konusu bizim toplumumuz için de ciddi<br />

bir sorun. Bu tür olayların farkındalık anlamında ciddi olarak kullanılması<br />

gerektiğini düşünüyorum. Yine son madde olarak, bu<br />

da yeni eklenmiş bir madde, en son eklenen madde, “müsabaka<br />

öncesinde, esnasında veya sonrasında her türlü ideolojik propaganda<br />

yapmak yasaktır. Bu yasağa uyulmaması halinde bu maddede<br />

belirtilen cezalar uygulanır.” Bu madde gezi olaylarından<br />

sonra konuldu. Gezi olaylarından sonra bazı popüler sloganların,<br />

statlarda yoğun bir şekilde atılması ve bunun disiplin hukukunda<br />

suç olmaması nedeniyle bu madde eklenerek bu konuda ceza verilmesi<br />

yoluna gidildi. Ceza hukuku bakımından ayrımcılığı, nefret<br />

suçlarının cezalarına baktığımızda ikiye ayırmamız gerekiyor.<br />

Daha doğrusu Türk ceza kanunu, genel kanun, hakaret suçunu<br />

düzenliyor ama bu konuda bizim sporda şiddeti ve düzensizliği<br />

önleme noktasında bir kanunumuz var. 6222 sayısı yasa. Burada<br />

bu konu belirtilmektedir. Hakaret içeren tezahürat 14. maddede<br />

şikâyet şartı aranmaksızın, normalde hakaret suçu şikâyete bağlı


59<br />

bir suç olmasına rağmen, “failler hakkında 15 günden az olmamak<br />

üzere adli para cezasına hüküm olur” şeklinde bir madde<br />

içermektedir. 15 gün adli para cezası günlüğü 20 TL’den 300 TL<br />

eder. Daha önceki ilk kanun çıktığında bu bir yıla kadar hapisti<br />

ancak daha sonra şikeyle ilgili değişiklikler yapılırken, kanunun<br />

bu maddesi de değiştirildi ve 300 TL’lik bir meblağa düşürüldü.<br />

Bunun caydırıcı olduğunu söylemek tabi ki mümkün değil.<br />

Ancak savcıların, spor sahalarında hakaret edilmesi halinde hiç<br />

şikâyete bakmadan kendiliğinden işleme geçmesi gerekmekte.<br />

Eğer bu hakaret din, dil, ırk, etnik köken, cinsiyet veya mezhep<br />

farkı gözeterek hakaret boyutuna ulaşırsa bu kişi hakkında üç aydan<br />

bir yıla kadar, bu daha önceki metinde üç yıla kadardı, hapis<br />

cezası öngörülmekte. Bunların çok bir önemi yok. Çünkü Türk<br />

Ceza Kanunu’ndaki hükümler daha ağır olduğundan bunların<br />

uygulama alanı bulunmuyor. Ama daha önemli bir şey var. Eğer<br />

bunu yaparsanız hakkınızda seyirden yasaklanma tedbiri uygulanır.<br />

Seyirden yasaklanma tedbiri nedir? Kişinin taraftarı olduğu<br />

takımın maç yaptığı sırada karakola imza vermesi, ayrıca hiçbir<br />

spor müsabakasına katılamaması anlamına gelir. Yine daha ağır<br />

bir yaptırım olarak kulüp yöneticisi veya federasyon yöneticisi<br />

olamaması anlamına gelir. Bunlar gerçekten futbol taraftarları<br />

açısından çok ağır yaptırımlar. Ben, çok maddi imkânları olan kişilerin,<br />

savcıların önünde tedbirin kaldırılması için salya sümük<br />

ağladığına çok şahit oldum. Çünkü o kişi için belki para cezasının<br />

ve hatta hapis cezasının bir önemi yokken, taraftarı olduğu takımın<br />

maçına gidememek çok ciddi bir ceza olabiliyor. Bazı taraftarlar<br />

açısından bunun yaptırımı çok ağır olabiliyor. Bu açıdan<br />

bununla ilgili yasal bir işlem başlatıldığında, bunun bitmesinin<br />

de iki yıl kadar sürdüğünü düşündüğümüzde ülkemizdeki hukuki<br />

sistemin doğası gereği, iki yıl boyunca hiçbir spor müsabakasına<br />

gidememesi anlamına geliyor ki bu çok ciddi bir yaptırım. Türk<br />

Ceza Kanunu’nda bu konu 122. maddede düzenlenmiş durumda.<br />

Bir kişi dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce,<br />

felsefi inanç, din veya mezhep (burada çok daha geniş bir tanım<br />

görüyoruz ayrımcılık konusunda) bundan kaynaklanan neden-


60<br />

lerle bir ayrımcılığa tabi tutulması durumunda bir yıldan üç yıla<br />

kadar hapis cezası öngörülmekte. Yine 125. madde de hakaret<br />

suçunun özeli olarak, ağırlaştırılmış hali olarak düzenlenmekte<br />

ki. Bir hakaret kişiye dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce<br />

veya kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya<br />

çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun<br />

davranmasından dolayı işlenmesi halinde, normalde üç aydan iki<br />

yıla kadar olan cezanın alt sınırı “bir yıldan az olamaz” şeklinde<br />

ağırlaştırılmış bir hüküm içermekte. Dolayısıyla eğer spor müsabakası<br />

esnasında bir nefret suçunun işlenmesi halinde, bu suçu<br />

kim işlerse işlesin, futbolcu da işleyebilir, teknik direktör de, taraftar<br />

veya yönetici de, bu kişi hakkında ceza kanunu hükümlerine<br />

göre dava açılmakta. Ayrıca 6222 sayılı yasa hükümlerine göre<br />

de seyirden yasaklanma tedbiri konulmakta. Bunun dışında eğer<br />

kişi kulüp yöneticisiyse bunlarla ilgili de futbol federasyonu veya<br />

ilgili federasyon tarafından ayrıca cezai yaptırım uygulanmakta.<br />

Biliyorsunuz taraftarlar üzerinde federasyonun, spor hukukunun<br />

hiçbir şekilde bir yaptırım yetkisi yok yani taraftarlar orada yargılanamıyorlar,<br />

sadece kulüpler, yöneticiler, sporcular ve diğer<br />

ilgililer yargılanabilirler.<br />

Böyle bir organizasyona katılmaktan dolayı büyük mutluluk<br />

duyuyorum. Başka bir konferansta veya panelde tekrar görüşmek<br />

benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Tekrar teşekkürlerimi<br />

sunuyorum ve sabrınız için teşekkür ediyorum.


61<br />

Zeki ÇOL<br />

(Spor Gazetecisi)<br />

1955 Ordu doğumlu. Gazi (daha sonra Ankara) Üniversitesi’ne<br />

bağlı Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu<br />

Radyo-Tv bölümü mezunu. Gazeteciliğe 1972 Kasım’ında<br />

Milliyet’te başladı. 28 yıl aynı gazetede muhabir, servis şefi ve<br />

spor müdürü olarak görev yaptı. Haber, araştırma-inceleme,<br />

röportaj, serbest yazı dallarında 30’a yakın meslek ödülü kazandı.<br />

FİFA VE UEFA’NIN SPORDA NEFRET<br />

SUÇLARI POLİTİKASI<br />

ZEKİ ÇOL<br />

Fenerbahçe-Lokomotif Moskova maçı… Tarasov formasını<br />

çıkarıyor ve altında en nazik başkan olarak Putin’in resmi<br />

olan formasını gösteriyor. Bundan dolayı UEFA disiplin kurulundan<br />

çıkan ceza 5000 Euro oldu. 3 Şubat 2015’te Macaristan- Bulgaristan<br />

maçında Macar taraftarları çingene tezahüratları yaptı.<br />

UEFA tribün kapatma cezası verdi. JohnTerry’ye geçen sezon<br />

Queens Park Rangers–Chelsea arasında oynanan maçta, Anton<br />

Ferdinand’a ırkçı ifadeler kullanmasından dolayı 4 maç oynamama,<br />

İngiltere milli takım kaptanlığının sona ermesi ve 220 bin<br />

sterlin para cezası verildi. Türkiye’den nefret suçlarına yönelik


62<br />

çok fazla örnek yok. 90’lı yıllarda Trabzonspor Kulübü Başkanı<br />

Mehmet Ali Yılmaz’ın İngiliz oyuncusu Ferdinand’a karşı söylediği<br />

“ya biz bu yamyamı gol atsın diye aldık, ama adamın golden<br />

haberi yok” diyor. Herhangi bir ceza uygulaması yok. Çünkü o<br />

dönemlerde Türkiye’de disiplin talimatının bugünkü uygulamaları<br />

konulmamıştır. Mehmet Ali Yılmaz 90’lı yıllarda aynı zamanda<br />

Gençlik ve Spor Bakanı’dır. Aynı zamanda 3813 sayılı Türkiye<br />

Futbol Federasyonu Kuruluş Kanunu’nun mimarıdır. İlk olarak<br />

Türkiye de Futbol ile ilgili yasa onun döneminde çıkmıştır. Türkiye’de<br />

ayrımcılıkla ilgili olarak Trabzon da bir hakemin homoseksüel<br />

olduğu için hakemlikten men edilmesi göze çarpar. Yıllarca<br />

davaları sürdü sonrasında cinsiyet ayrımı sebebiyle hakem, hakemlik<br />

yapamadı diye kamuoyunda bir algı oluştu. 2000’li yıllarda<br />

Türkiye’de kadın futbolu lezbiyen ilişkilerden dolayı durduruldu.<br />

Sonraki aşamada aradan yıllar geçti yeni bir jenerasyon<br />

oluşturulmaya çalışıldı ve o jenerasyondan bu yana kadın futbolu<br />

devam ediyor. 2000’li yılların başlarına kadar ayrımcılıkla ilgili<br />

dünyada FIFA’nın, UEFA’nın yada Türkiye’de futbol federasyonunun<br />

herhangi bir yaptırımı olmasa da, artık çok büyük bir hassasiyetle<br />

nefret suçlarına karşı bir duruş sergileniyor. Özellikle<br />

küçük yaşlardan başlayarak çocukların eğitilmesi, spor bilimcilerin<br />

devreye girerek toplumu bilgilendirmesi, federasyonların bu<br />

konuda akredite olabilmeleri, kamuoyunu daha fazla bilgilendirmeleri,<br />

bununla ilgili özel programlar yapmaları, taraftar derneklerinin<br />

devreye girmesi ve sıklıkla yapılan eğitimlerle insanları<br />

bu alanda bilinçlendirmeleri önemlidir. Sporda ayrımcılık çok<br />

önemli tehditlerden biridir. 2013’te aşırı sevgiden kaynaklanan<br />

bir olumsuz örnek olarak Brezilya ile yapılan maçta ilk defa Brezilya’yı<br />

yenme fırsatı yakaladık. Bütün taraftarlar sahaya indi ve<br />

maçın devamında Brezilya’yı 2-2lik beraberlikle elden kaçırdık.<br />

Böyle baktığınızda özellikle bunun nereden gelip nereye<br />

gittiğinin gösterilmesi ve tespit edilmesi büyük önem arz ediyor.<br />

Burada özellikle söz konusu olayların tespit edilmesi ve bunlara<br />

gereken yaptırımların düzenlenmesi büyük önem taşıyor ama


63<br />

şöyle bir sıkıntımız var: Az önce Alpay Bey’e tek soru sorabildik<br />

bunun dışında bir soru soramadık. Ben şu vurguyu yapmak<br />

isterdim: mesela bu e-bilet uygulamasıyla ilgili olarak, e-bilet<br />

uygulaması sonrasında istenilenlerin gerçekleşmeme meselesi<br />

konusunda bir problemimiz var. O da şu; olaylara hiç karışmayan<br />

insanlara ceza verilmeye devam edilmesi yani o gün maçta değil<br />

o gün orada değil ya da maçta herhangi bir şekilde küfretme durumu<br />

bir şekilde olaylara karıştığı yok ama biz var olan mevzuat<br />

gereği toplu ceza vermeye devam ediyoruz. Böyle bir mantığımız<br />

var. Bu mantık olduğu sürece sözünü ettiğimiz alanın gerçek anlamda<br />

olay çıkaran insanlardan arınabilmesi çok kolay gözükmüyor.<br />

Böyle bir problemle karşı karşıyayız. Bu konunun önemli bir<br />

boyutu daha var. Yapmış olduğum birçok çalışmada sıklıkla vurgu<br />

yaptığım noktalardan bir tanesi şuydu: özellikle küfür meselesi ve<br />

homofobiyi içeren bir takım ifadeler. Şimdi bu neden önemli biliyor<br />

musunuz? Çünkü Taraftarlara sorduğunuzda, Türkiye’deki<br />

erkeklerin büyük çoğunluğunun bilinçaltındaki en önemli problemlerden<br />

biridir. Sorduğunuzda size verilen cevap şudur; küfür<br />

edilmesi, özellikle de o malum ifadenin kullanılması. Peki, birkaç<br />

soru sonra yeniden sordum ve soruyoruz siz aşağıdakilerden<br />

en çok hangisini yaparsınız; küfür ederim, en çok da rakip takım<br />

taraftarlığını erkeklikten çıkartan o ifadeleri kullanırım. Şimdi<br />

bu ifadeye bakın Türkiye’de özellikle bu meselenin altını kalın<br />

çizgilerle çiziyorum. Çünkü burası sadece stadyumlara özgü bir<br />

durum değil bunu lütfen unutmayın. Buradan baktığımızda fanatik<br />

dilin ayrıştırdığı bu kitleleri birleştirecek güç, sporun doğası<br />

içindeki değerlerde saklıdır. Rakibi, ötekisi olmadan, kendisinin<br />

var olamayacağını fark edemeyen bireyin kazanma rüyası karabasana<br />

dönüşecektir. Bu noktada yol gösterici kavramlardan bir<br />

tanesi hiç kuşkusuz fair-play’dir. Şimdi baktığımızda, her şeyi<br />

kazanma üzerinden götürdüğümüzde fair-play çok önemli bir<br />

kavram olarak karşımıza çıkar. Çünkü fair-play öncelikle rakibe,<br />

hakemlere, kurallara saygı göstermek, hakem kararlarını kabullenmek,<br />

oyunda yer almak için herkese eşit şans tanımaktır. Oyun<br />

sırasında duygularını kontrol altına tutmaktır. Biz fair-play’i sa-


64<br />

dece ve sadece spor sahalarına aykırı kavram olarak görüyoruz.<br />

Aslında fair-play bir yaşam biçimidir. Fair-play’in yaşam biçimi<br />

olması, beraberinde fair-play’in o dürüstçe oynama mantığı üzerinden<br />

yürütülmesini gerektiriyor. Bu çerçevede de bu nokta her<br />

türlü bel altı vuruşların önüne geçilmesi gereken bir alanla karşı<br />

karşıya olduğumuzu gösteriyor.


65<br />

Prof. Dr. Gıyasettin DEMİRHAN<br />

(Hacettepe Üniversitesi, SBD Başkanı)<br />

1963 yılında Yusufeli, Artvin’de doğdu. 1986 yılında lisans<br />

eğitimini 1991’de Yüksek Lisansını ve 1995’te doktora eğitimini<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri Bilim Dalı (Eğitim<br />

Programları ve Öğretim) tamamladı. Halen daha Hacettepe<br />

Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu’nda<br />

çalışmalarına devam etmektedir.<br />

FİFA VE UEFA’NIN SPORDA NEFRET<br />

SUÇLARI POLİTİKASI<br />

PROF. DR. GIYASETTİN DEMİRHAN<br />

Binak ve Çomü’nün bir araştırmasından bir alıntı: Unutmamalı<br />

cehennemde yürüyoruz, çiçeklere bakarak. Kuruyoruz,<br />

soluyoruz ve ölüyoruz, sevgisizlikten ve erdemsizlikten. Sadece<br />

cehennemde yürüyoruz. Çiçekleri kurutuyoruz; sevgisizlikten,<br />

vicdansızlıktan ve sadece cehennemde yürüyoruz. Güvercinleri<br />

vuruyoruz ve sadece ve sadece cehennemde yürüyoruz. Bunu<br />

unutmamalı…<br />

Nefret :Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu isteme-


66<br />

ye yönelik duygu ya da tiksintidir.<br />

Önemli bir sosyolog olan Foucault belirli bir tarihsel dönemde<br />

belirli bir konu hakkında konuşma ve bilgi üretme imkânı<br />

taşıyan açıklamaları söylem olarak adlandırmıştır.<br />

1997 yılında Avrupa konseyi bakanlar komitesinin nefret<br />

söylemi:<br />

1. Irkçı nefret<br />

2. Yabancı düşmanlığı<br />

3. Anti semitizm<br />

4. Siyasal nefret<br />

5. Kadınlara yönelik nefret<br />

6. Yabancılara ve göçmenlere yönelik nefret<br />

7. Cinsel kimlik temelli nefret<br />

8. İnanç ve mezhep Temelli nefret<br />

9. Engellilere ve çeşitli hastalıklara yönelik nefret söylemi olarak<br />

sıralanmıştır.<br />

Nefret söylemine birkaç örnek: 13 televizyon kanalında<br />

yayınlanan spor programında ve ana haber bültenlerinin analiz<br />

edildiği araştırmada (demir 2013 ,s:247-248) nefret söylemi içeren<br />

yayınların yapıldığı saptanmıştır ve şu ifadelere sıkça rastlanmıştır:<br />

Kan, korku, heyecan, savaş, patlamak, gerginlik, provokasyon,<br />

hayat duracak, düşman, kan davası, yürek dayanmaz,<br />

kızışmak, daha kötü olacak.<br />

Örneğin: Türkiye: “Kol gibi geçirdik”, İsviçre: “Türkler<br />

korkudan altlarına yapıyor”, “Türkler fakir ve aciz”, Türkiye: “İsviçre’yi<br />

bugün Kadıköy’ün çimlerine gömeceğiz”, “Futbol Erkek<br />

Oyunu”, Türkiye: “Leeds’li Hollandalılar Taksim’de kafasına<br />

vura vura vatan toprağını öptüler”, “Two-two İngiltere’ye kadar<br />

yolunuz var”, “Acıdı mı dingilizzz?”.


Irkçılık<br />

67<br />

Bir grup insanın diğer insanlardan farklı olmakla kalmayıp<br />

aynı zamanda diğerlerinden fiziksel, entelektüel ya da ahlaki<br />

bakımdan daha iyi, daha güçlü, daha yüksek ya da daha yaratıcı<br />

olduğunu, bu üstünlüğün atalardan miras alınmış olan biyolojik<br />

farklılıklardan kaynaklandığını savunan anlayış vardır.<br />

Bütün olarak bakıldığında insanların kullandıkları malzemelere<br />

bakıldığında, kalplerine, kanlarına bakıldığında çok<br />

farklılık olmadığını görürsünüz. Fakat futbol başta olmak üzere<br />

ırkçılık, evrensel anlamda kaygı verici bir oluşumdur.<br />

Kimi sporcular ırkından veya görünüşünden daha çok<br />

herhangi bir karşı takımla olan ilişkilerinden dolayı Barcelonalı<br />

futbolcu Dani Alves’e tribünlerden muz atılmasını ve oyuncunun<br />

muzu yerden alıp yiyerek tepki göstermesini; Brezilya Devlet<br />

Başkanı Dilma Rousset, ırkçılığa karşı sert ve cesur bir cevap olarak<br />

yorumlamıştır.<br />

Golf sporunda; 2008’de oynanan uluslararası bir golf turnuvasının<br />

canlı yayını sırasında ünlü golfçü Tİger Voods hakkında<br />

espri yollu ırkçı söylemlerde bulunan spiker Kelly Tilghman<br />

işten uzaklaştırılmıştır.<br />

Richard Willams bazı taraftarların maç boyunca kendisine<br />

renginden dolayı çeşitli söylemlerde bulunduğunu belirtmiş ve<br />

Willams kardeşler protesto amacıyla sonraki yıllarda turnuvaya<br />

katılmamıştır.<br />

Buz hokeyi: 2011’de ABD’de oynanan Ulusal Buz Hokeyi<br />

Ligi (NFL) maçında Philadelpehia Flyers ve Detroit Red<br />

Wings Takımları karşılaşmış Flyers’ın Kanadalı oyuncusu Wayne<br />

Simmonds’a muz fırlatılmış.


68<br />

Amerikan futbolu: Geçen yılın başlarında Philadelphia<br />

Eagles takımının oyuncusu Riley Cooper’in bir konser alanında<br />

siyahi seyirciler tarafından tehdit edildiği görüntüler var.<br />

Fransa’da 2007’de ikinci lig mücadelesinde Liboume ile<br />

Bastia arasında oynanan maçta Burkina Faso doğumlu oyuncu<br />

Boubacar Kebe’ye rakip takım Bastia tribünlerinden ırkçı tezahüratlar<br />

yapılmış, oyuncu da taraftara uygunsuz el hareketleriyle<br />

cevap verince hakem tarafından kırmızı kartla cezalandırılmış.<br />

Bayern Münih–Beşiktaş maçında göçmenleri aşağılamak için Almanya’nın<br />

en ucuz alışveriş süpermarketi olan Aldi’nin torbaları<br />

ırkçılara malzeme oldu. Futbol maçında “Aldi’ye gidin” pankartı<br />

açıldı. Duyarlı Almanların tepkisi “Bizde Aldi’den alışveriş yapıyoruz”<br />

oldu.<br />

2009 yılında Belçika birinci lig takımlarından Anderlecht’te<br />

forma giyen Jelle Van Damme, Standart Liege’in savunma<br />

oyuncusu Oguchi Onyavu’ya pis maymun dediği gerekçesiyle<br />

ırkçılıkla suçlandı. Yine başka futbolculara “Ormanına git la la<br />

lalalala” denmiştir.<br />

İspanya teknik drektörü siyah futbolcu için “kara köpek”<br />

demiştir.<br />

Avusturalya’da bir kulübün başkanı, takımı Manchester<br />

United’a kaybedince “biz Manchester‘a karşı kaybettik sıradan<br />

bir zenci sürüsüne değil” demiştir.<br />

Türk basınında: Fenerbahçe Sivas’ı katletti.<br />

Yalın toplumlarda birleşme ve devletin oluşumu<br />

Topluluktan topluma geçiş,<br />

Töreden törene geçiş,<br />

Fetih ve tabakalaşma,<br />

Yerleşik hayatın üzerine çoban hayatının çöreklenmesi,<br />

Aylak sınıfın ve boş serbest zaman kavramının ortaya çıkışı.


69<br />

Coubertin:<br />

1. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.<br />

2. Coşkulu ruh kaslı vücutta bulunur, güçlü daha fazla yürekli.<br />

3. Cura del corposi culto corpono (Beden iyileştirmesine evet,<br />

beden inancına hayır) demiştir.<br />

İki dünya savaşı arası olimpiyatlarda hileler nefret söylemine<br />

bir gerekçe oluşturuyordu. Avrupa’da bu konuda çok<br />

önemli çalışmalar var örneğin: White paper on sport çok önemli<br />

örneklerden biridir. Bir Avrupa vatandaşlığı çerçevesinde birlikte<br />

hareket etmek ve sporun ne kadar bütünleştirici olduğunu ve<br />

dünyanın bütün renklerinin bir arada olabileceğini gösteren örneklerle<br />

doludur. Aynı zamanda suçlara ve ırkçılığa karşı önemli<br />

mücadele alanlarından bir tanesinin spor olduğu söylenir.<br />

Antrenör yetiştirme konusunda Kanada’da çok önemli örnekleri<br />

var ve öncelikli alan olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Spor bilimciler bu konuda neler yaparlar:<br />

1. Akademik çalışmalar<br />

2. Sosyal sorumluluk çalışmaları<br />

Spor Eğitimi<br />

Spor eğitimi, salt bedenin eğitimi ya da spor dallarını, çeşitli<br />

egzersizleri mekanik olarak öğretmek değil, insanın bütünsel<br />

eğitimi için gerekli araç ve eylemlerdir. Bu bakımdan değerler<br />

eğitimi çok önemlidir.<br />

Değerler eğitimi konusunda Gürpınar tarafından Whitehead,<br />

Telfer ve Lambert’in yazdığı 2016 basımı olan (değerler,<br />

tutumlar, davranışlar) yeni bir kitap çevrildi.


70<br />

Bu konuda uygulanabilecek adil oyun kontratı vardır:<br />

Kurallara uyarım<br />

Hakemlere ve kurallara saygı gösteririm<br />

Rakip takım oyuncularına saygı gösteririm.<br />

Herkese oynaması için eşit şans tanırım.<br />

Her zaman kendimi kontrol ederim.


71<br />

Semra DEMİRER<br />

(Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi<br />

fair-play komisyonu üyesi)<br />

29.07.1963 tarihinde Amasya Göynücek’te doğdu. Gazi<br />

Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümünü<br />

bitirdi. Pek çok okulda beden eğitimi öğretmenliği ve Avrupa<br />

Kolejinde Müdür olarak görev yaptı. Pek çok sosyal projeler<br />

hazırladı ve uyguladı. Basketbolda birçok milli oyuncunun yetişmesinde<br />

katkı sağladı. Türkiye Basketbol Federasyonunda<br />

eğitim kurulu üyesi olarak görev yaptı. İstanbul Üniversitesi<br />

Besyo Spor Yöneticiliği öğretim görevlisi ve Türkiye Milli<br />

Olimpiyat Komitesi fair-play komisyonu üyesidir. Ayrıca, UPS<br />

Kültür ve Spor Kulübü koordinatörü olarak görev yapmaktadır.<br />

MİLLİ OLİMPİYAT KOMİTESİ<br />

FAİR PLAY YAKLAŞIMI<br />

SEMRA DEMİRER<br />

Hz. Mevlana diyor ki: Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum<br />

ışığı gördüm. Korktum ağladım zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.<br />

Karanlığı gördüm korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa<br />

uğurladım sevdiklerimi ağladım. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı<br />

an olduğunu, aradaki bölümün ölümden çalınan zamanlar<br />

olduğunu anladım. Kendimi bir dürttüm. Hayat felsefem ne ola-


72<br />

cak? O ölüme koşarken ne yapman gerekiyor? İşte ağaç yaşken<br />

eğilir derler ya çocukları aldım hedef olarak ve Yaradan’ın insana<br />

verdiği en önemli şey, hayvanlardan ayırdığı şey sevgi diye büyük<br />

bir kavram var. Sevgiyi seçtim. Çocuklarımı eğitirken sevginin<br />

ne kadar önemli olduğunu unutmadım. Yaşam yolculuğumuzda<br />

Yaradan’ın bize ve yeryüzündeki bütün insanlara verdiği tek eşit<br />

şey zamandır. Dünyadaki her insanın bir günü 24 saattir. Bir haftası<br />

168 saattir. Dünyaları deviren pehlivanlar var, rekorlar kıran<br />

insanlar var, hiçbiri benim bir günüm 24 saat 1 salise diyemez.<br />

Bunu nasıl değerlendirebileceğimiz bize bağlıdır. Bu, yaşamsal<br />

yolculukta insanların temel seçenekleri olur. Seyirci olmak, yolcu<br />

olmak ve sürücü olmak gibi…<br />

Seyirciler genelde rahat koltuklarına otururlar ve karşılarına<br />

ne sunulursa onu seyrederler. Yolcular ise kendi sorumluluklarını<br />

bir başkasının eline verirler ve onların kullandığı arabada<br />

kâh dedikodu yaparak kâh eğlenerek kâh mutsuz olarak, şikâyet<br />

ederek yolculuk sürerler. Sürücüler ne yapar? Kendilerinden emin<br />

olarak yola çıkarlar. Aracın tipi modeli ne olursa olsun umurlarında<br />

değildir. Önce ailelerini, uluslarını, bayraklarını ve sonunda<br />

insanlığı bir yerden bir yere güvenli bir şekilde taşırlar. İşte benim<br />

hedefimde sürücüler yetiştirmek. Sorumluluk alabilen, sevgiyi<br />

bilen, insana değer veren sürücüler yetiştirebilmek. Ben, ellerimi<br />

önemserim. Neden biliyor musunuz? Çünkü çok çocuğun başını<br />

okşayarak hayata bakışını değiştirdim. Bir erkek öğrenci dedi ki<br />

bana: Semra öğretmenim (kod adım anne, herkes anne der bana),<br />

“Semra annem orası bir bataklık, size tutunan yukarı çıkıyor”<br />

dedi. Bu, benim için hayatımdaki en büyük ödül. Kupadan, paradan<br />

her şeyden önemlidir. Bu sevginin gücünü bilerek çocukları<br />

eğittiğiniz zaman size ödülleriniz çok büyük dönüyor. Ben bir<br />

Cumhuriyet kadınıyım ve bununla gurur duyuyorum. Başöğretmenimiz<br />

Mustafa Kemal Atatürk demiş ki: “Çocuk demeyiniz o<br />

isterse bir halkı uyandırır, bir kutbu keşfeder, bir vatan oluşturur.”<br />

İşte bende buna inanıyorum çocuk demeyelim. Çünkü bu ellerle<br />

sıradan gibi gördüğünüz çocuğun içindeki kahramanı uyandırı-


73<br />

yorsunuz. O kendini değersiz gören çocuk kanatlar takıyor uçmaya<br />

başlıyor. Bir de buna yüreğinizi eklerseniz... Çok fazla bir<br />

şey yapmıyorsunuz ama ona güven veriyorsunuz. O çocuğun bir<br />

daha genç olma şansı yok. İşte sizin gibi işine sahip işine saygılı<br />

iş ahlakı olan antrenörlerin, sizin gibi spor yöneticilerinin elinde<br />

yetişecekler. Sorumluluğunuz çok büyük. O giydiğiniz eşofmanlar<br />

sizin şerefiniz, namusunuz, sizin milli formanız. Gurur<br />

duyun bu mesleği seçtiğiniz için. Ne kadar önemli olduğunuzu<br />

unutmayın. Eğer bu ülkede birileri önemli, değerli çok önemli<br />

bir şey yapacaksa, bu ülkeye katkıda bulunacaksa inanınki bunlar<br />

spor eğitmenleri, sanatçılar ve tabi sosyologlar. Ama önce spor<br />

eğitmenleri, sanatçılar yapacak. Siz örneksiniz, vitrinsiniz. Bana<br />

üniversitemde şu öğretildi (Çok önemli öğretmenlerim oldu, çok<br />

şanslıyım): Siz beden eğitimi öğretmeni olarak, antrenör olarak<br />

gittiğiniz okulların gizli müdürlerisiniz. Bütün okulu siz yöneteceksiniz.<br />

Perde arkasında da siz yöneteceksiniz dediler. Ben bunu<br />

hiç unutmadım. Her zaman bahçeydi benim görev yerim, şeffaftı,<br />

herkes görüyordu. Beni sadece çocuklar değil halkta görüyordu.<br />

Anne babaları da eğitiyordum. Elime mikrofonu aldığım zaman<br />

istiklal marşını okurken, gururla bütün bağcıların bahçesine söyletiyordum<br />

istiklal marşını. Ne kadar önemlidir biliyor musunuz?<br />

Bu nedenle öğretmenlerin, antrenörlerin eserleri, ödülleri öğrencileridir.<br />

Yetiştirdiği öğrencileridir, sporcularıdır. Onların yetişmesi<br />

size kupadan, paradan, dolardan ve yaptıkları işlerden daha<br />

önemlidir.<br />

Yetiştirdiğiniz öğrenciler sizin eseriniz. İşte bir örnek: Benim<br />

çeyizlerim var. Çok çok kıymetli çeyizlerim var. Üniversitedeki<br />

öğrencilerim de mektup yazar bana. Hepsini saklıyorum, yanımda<br />

taşıyorum, ara ara açıp okuyorum. Güç alıyorum okuyup o<br />

mektuplardan.<br />

Bu da Isparta’nın küçük bir köyünden gelen 9 yaşındaki<br />

bir kız öğrenci. 3 ay yaz okuluna gönderdiler ve çok güzel ödül<br />

bıraktı. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum.


74<br />

“Öğretmenim canım benim sen tutunca güçlü minik ellerim,<br />

Bakarsan bana sevecen, parlar gözlerim,<br />

Öğretmenim anam benim babam benim,<br />

Hoşgörü ile bak bana.<br />

Sevgidendir yaramazlığım,<br />

Al yüreğim armağan sana.<br />

Öğretmenim, arkadaşım benim dinle benim dertlerimi,<br />

Sanma dertsizim küçüğüm diye.<br />

Korkularım var, umutlarım var,<br />

İç içe dinle beni ne olur çözemesen bile.”<br />

Sevgi her zaman yolunuza ışık tutsun, beni dinlediğiniz<br />

için çok teşekkür ederim.


75<br />

MİLLİ OLİMPİYAT KOMİTESİ<br />

FAİR PLAY YAKLAŞIMI<br />

MURAT ÖZBEY<br />

Kısaca fair-play’i şöyle özetliyoruz: Vicdanın sesini dinlemek.<br />

Yani vicdan nedir? Tanrı’nın sesini dinlemek gibi daha<br />

kısa bir özet. Fair-play’i çok güzel özetliyor. Kendi egomuzu<br />

biraz daha arka plana alarak rakibe saygılı olmak, kendi performansını,<br />

kendi başarısını göz ardı edip rakibe saygılı olmak gibi<br />

özellik dersek güzel bir tanım olur. Dünya 1980’li yıllarda bu<br />

fair-play’in peşine düşüyor, bunu kavramaya çalışıyor. Fair-play<br />

nedir? 1980’den 50-60 sene kadar geri gidiyorsunuz, ulu önderimiz<br />

Kemal Atatürk ne demiş: “Ben sporcunun zeki, çevik ve<br />

ahlaklısını severim.‘’ demiş. Yani ahlak orada fair-play’i çok güzel<br />

ifade ediyor. Günümüzden 80-90 yıl önce ulu önder Atatürk<br />

fair-play’i bir cümleyle aslında çok güzel tarif etmiş, bize miras<br />

bırakmış. Dünya Türkiye’den çok sonra, seneler sonra bu kavramın<br />

peşine düşüyor ve bunun anlamını kavrıyor. Bunun kıymetini<br />

bilmeliyiz.<br />

Biz bu fair-play’i nasıl yapıyoruz? Belki çalışmaları takip<br />

ediyorsunuzdur medyada. Bizim birinci faaliyetlerimizden<br />

ilki olarak her sene Türkiye fair-play ödüllerini dağıtıyoruz.<br />

Arkadaş bizde az var demişti. Az değil, bizim her sene komis-


76<br />

yonumuz oturuyor, jürimiz tespitlerde bulunuyorlar. Sizlerden,<br />

üniversitelerden, medyadan, çeşitli kurumlardan, devlet kurumlarından<br />

bize çeşitli aday tespitlerinde bulunuyorlar. Jürimiz eliyor<br />

ve davranış dalında, kariyer dalında, tanıtım dalında ödüller<br />

dağıtıyoruz. Her sene ülkemizden, sadece sporcu değil her daldan<br />

insanlar, öğretim üyeleri olabiliyor, gazeteciler, yazar, sporcu<br />

ve yönetici olabiliyor, bu değerli insanları tespit ediyor ve en az<br />

20-30 kişiye ödüllerini veriyoruz. Bizim açımızdan çok değerli,<br />

kıymetli insanlar ve bu kişilere ödüllerini veriyoruz. Bu çok yankı<br />

yapıyor. Bu ödüller Türkiye çapındadır. Biz bu kişileri sadece<br />

Türkiye‘de ödüllendirmiyoruz. Bu değerli insanları yurtdışında<br />

da, uluslararası fair-play birliğine bildiriyoruz. Bazı adaylarımız<br />

geçmişten bu güne kadar yurtdışında da bu büyük ödüle layık oldular.<br />

Bizim gurur kaynağımızdır bu insanlar. Sizlerin huzurunda<br />

hepsine teşekkür ediyorum. Bununla ilgili size birazdan örnekler<br />

vereceğim. Biz bunun dışında göreve geldikten sonra fair-play’in<br />

tanıtımı için iki buçuk senedir, üniversitelerde fair-play kavramını<br />

düzenledik ve şehir şehir dolaşıyoruz.<br />

Bu sene 6-7 Nisan’da buraya geleceğiz. Besyonuza geleceğiz<br />

ve oraya da bekleriz. Orada, sırf fair-play üzerine güzel,<br />

ferdi bir konferans olacak. 6-7 Nisan’da kervanlarımız var, gidiyoruz.<br />

Öğrencileri bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Niye<br />

üniversitelere gidiyoruz? Besyolarda geleceğin öğretmenleri geleceğin<br />

sporcularını onlar yetiştirecekler ve aralarından sporcular<br />

da çıkacak. Onun için bizim hedefimizde besyolar vardı, spor fakülteleri<br />

vardı. İki buçuk senedir bunu hedefledik.<br />

Olimpiyat komitemiz ayrıca ilkokullara da gidiyor. İlkokullarda<br />

da “OLI” projemiz var. İlkokullar bazında tanıtılıyor.<br />

Buradaki çocuklara “fair-play uygulamasında en büyük engel<br />

nedir? Yani sizin evreninizde hangi sorunla karşılaşıyorsunuz?”<br />

diye sorduğumuz zaman bu konuda bütün çocuklar maç seyrederken<br />

duydukları küfürle başlıyorlar. Çocuklar bunun yanlış olduğunun<br />

da farkındalar.


77<br />

Onun dışında biz birde fair-play karikatür sergisi yapıyoruz.<br />

Orada yarışma tertipliyoruz. Dünyanın her tarafından başvurularımız<br />

oluyor. Böylece iki senede bir 18 yaş altı ve üstü bütün<br />

herkesi bilinçlendirmeye çalışıyoruz.<br />

Bize insanlar soruyor siz başka ne yapıyorsunuz? Türkiye‘de<br />

yöneticileri niye cezalandırmıyorsunuz? Tabi biz böyle bir<br />

hukuki müessese değiliz, cezalar veremeyiz. Ama insanlara ancak<br />

tatlılıkla, güzellikle, eğiterek bu fair-play dedikleri şeyi yaygınlaştırabiliriz.<br />

Başkada yapabileceğimiz bir şey yok.<br />

Bizim verdiğimiz fair-play ödüllerinden birkaç örnek isterseniz;<br />

mesela ilk fair-play ödülümüz 1982 senesinde verilmiştir.<br />

Olimpiyat komitemizin Balkanlarda yaptığı Balkan yelken<br />

yarışması var. İzmir’de, Ege Denizi’nde yapılıyor. Engelli bir<br />

sporcumuz var, duyma ve işitme engelli Varol Hepağuçlar diye.<br />

Çok kıymetli bir yelkencimiz. Yarışma esnasında Yunan rakibinin<br />

şamandıradan erken dönüş yaptığını fark ediyor, konuşma ve<br />

duyma engelli olmasına rağmen tekne içinde zıplayarak el kol<br />

hareketleriyle rakibini uyarıyor ve şamandıradan dönüp diskalifiye<br />

olmasını önlüyor. Türkiye‘deki ilk ödül Varol Hepağuçlara<br />

verilmiştir. Böyle güzel bir örnek, Yunan rakibine yaptığı şeyden<br />

dolayıdır.<br />

Yurtdışında da Avrupa fair-play birliğinin büyük ödülünü<br />

kazanmıştır. Yine 1983 senesinde Akdeniz bisiklet turu var.<br />

Türk bisikletçimiz yarış esnasında Yunan rakibinin bisikletinin<br />

bozulduğunu görüyor. Yunan rakibinin yedek bisikleti yok. Tabi<br />

o zamanlar bisikletler çok pahalı, bizim normal bisikletler gibi<br />

de değil, yarış bisikleti fiyatları daha pahalı. Bizim Türk bisikletçimiz<br />

hiç çekinmeden kendi yedek bisikletini rakibine veriyor.<br />

Diskalifiye olmadan yarışını tamamlamasını sağlıyor. Bu da çok<br />

güzel örneklerden bir tanesi.<br />

Günümüzde tabi sırf futbolda değil birçok dalda dikkatli-


78<br />

ce gözlemlerimizi yapıyoruz. Atletizm olsun, judo olsun, yelken<br />

olsun hemen her alanda adayları dikkatlice topluyoruz, ödülleri<br />

vermeye çalışıyoruz. Bu seneki ödüllerimiz 3 Mayıs günü İstanbul<br />

Ataköy’de dağıtılacaktır.


79<br />

Gül KESKİNLER<br />

(Almanya Futbol Federasyonu Entegrasyon<br />

Sorumlusu)<br />

1960 yılında İstanbul’da doğdu. 1970 yılında Almanya’ya<br />

taşındı. 1982 yılında Endüstriyel alanda meslek eğitimini<br />

tamamladıktan sonra Üniversiteyi İşletme Yönetimi alanında<br />

okudu. 1998 yılında Alman vatandaşlığına geçti. 1999 yılında<br />

CDU’ya katıldı ve Almanya Kuzeybatı eyaleti Türk-Alman Forumu<br />

Kurulunda görev yaptı. 2000 yılında Göç ve Entegrasyon<br />

Çalışma Kuruluna temsilci olarak atandı. Almanya’da ve yurt<br />

dışında birçok projeleri bulunmaktadır. Özellikle yürütücüsü<br />

olduğu ‘’Spor Kültürel Engelleri Aşar’’ projesi ile 2005 yılında<br />

Hessen Eyaleti Entegrasyon ödülünü aldı. 2006 yılında Alman<br />

Futbol Federasyonuna (DFB) Entegrasyon şube müdürü<br />

olarak atandı.<br />

DFB ENTEGRASYON POLITIKALARI VE<br />

SIĞINMACILARINA YÖNELIK<br />

UYGULAMA ÖRNEKLERI<br />

GÜL KESKİNLER<br />

Herkes için futbol, çocuklarda daha çok çalıştırılan, gerçekleştirilen<br />

komisyondur. Sosyal sorumluluk olarak UEFA’nın<br />

ait olduğu 54 tane federasyon var.


80<br />

Bu federasyonda toplum sorumluluğu nedir? Sadece futbol<br />

sahasında olmayıp toplumun içindeki görevleri nedir? UE-<br />

FA’da bu komisyonda bu konuları konuşuyoruz. Buna göre de<br />

federasyonlara konuştuklarımızı iletmeye çalışıyoruz. Tabi ki her<br />

federasyonun kendine ait bir sorumluluk düşüncesi vardır.<br />

Alman Futbol Federasyonu denildiğinde sizlerin aklına ne<br />

geliyor? İlk önce ben size Alman Futbol Federasyonunu tanıtmak<br />

istiyorum. Almanya 80 milyon nüfusu olan bir ülke ve yaptığımız<br />

araştırmalara göre Almanya’da 45 milyon kişi futbolu sever. Yani<br />

fan olarak görüyoruz. Hafta sonu veya milli maçlarda 45 milyon<br />

insanın 10 milyonu bu maçları seyrediyor. Alman Futbol Federasyonu’nda<br />

yukarıda gördüğümüz gibi birbiriyle çalışmaları var. İki<br />

ayrı kurumdan oluşur: Birisi profesyonel futboldur. DFB de federasyon<br />

olarak amatör futbol ve toplumsal futbol üzerinde çalışır.<br />

Bunların ikisi ayrı kurumdur. İkisi de karı koca gibidir. Birlikte<br />

yaşamları vardır. AFF Dünya üzerinde en büyük sosyal sivil kurumudur.<br />

8,8 milyon üyesi vardır. Dünya üzerinde bu kadar büyük<br />

ne bir parti ne de bir başka sivil toplum örgütü vardır. Bunun<br />

1,1 milyonu kadın, kız çocuğu futbolcudur. Az önce hocamız da<br />

konuşmasında bayan futbolu mu yoksa kadın futbolumu diye bir<br />

tartışma olduğunu belirtti. Bundan otuz sene önce meydana çıkmıştır.<br />

Biz kadın futbolu diyoruz, bayan futbolu demiyoruz. O da<br />

uzun seneler içinde, çok ünlü bir futbolcu Bacen Bare ilk sorulduğunda<br />

kadın futbolu demeye ağzı varmıyordu, bayan futbolu<br />

diyordu. Fakat bayan futbolu teriminin de yerini almadığını öğrendik.<br />

Yani şimdi kadın futbolu diyoruz. 1,1 milyon kadın, bu 8<br />

milyonun içinde de her üçüncü futbolcu, her üçüncü üye yabancı<br />

uyrukludur. Yani benim gibi başka bir yerde doğmuş yahut anne<br />

babası başka yerden gelmiş. Her üçüncü futbolcunun bir göçmen<br />

kökenli kişi olduğunu biliyoruz. Her hafta 80 bin maç organize<br />

ediliyor. Küçük köylerde, kasabalarda, şehirlerde yani amatör<br />

maçların olduğu, oynandığı her hafta 80 bin maç. 5 yaşından 65<br />

yaş ve üstüne kadar kulüpler içinde oynayan tüm futbolcularla<br />

26 bine yakın kulübümüz var. Bunların hepsi amatör kulüpler. 21


81<br />

tane yerel organizasyonumuz var ve 5 tane de Almanya üzerine<br />

bölünmüş yerel federasyonlarımız var. Bunlar, AFF’nin nasıl organize<br />

edilmesi gerektiğine dair stratejik çalışmalardır.<br />

Bugünkü konumuza gelirsek komisyonlardan bir tanesi<br />

de sosyal sorumluluk komisyonudur. Bu komisyon ikiye ayrılır.<br />

Birincisi çok kültürlülük, farklılık, karşı olmak ve bununla birlikte<br />

hiçbir şekilde insanları ayırmama çalışma grubudur.<br />

İkincisi de fair-play çalışma grubudur. Ben AFF’de entegrasyondan<br />

sorumlu olan kişiyim ve benim yanımda bir arkadaşım<br />

var: O da fair-play konusunda çalışmaktadır. Bu şekilde dört kişi<br />

de yani hepimiz gönüllü olarak, fahri olarak çalışıyoruz. Federasyonda<br />

dört kişi sadece bu iş için görevlidir. Bütün konuşmacıların<br />

ve Ahmet Hocanın da söylediği gibi biz neye karşıyız? Aramızdaki<br />

yaş değeri bizde yok. Yani 5 yaşından itibaren 65 yaş ve onun<br />

üzeri herkesin oynaması, her hafta maçlara katılması, antrenmanlara<br />

katılması ve bunun yanı sıra kulüpler içinde yönetimde olması<br />

gerekiyor. Yani siz spor yöneticileri olacaksınız. Bu kişilerin de<br />

yönetici olarak çalışması antrenör, hakem olması ve burada yaş<br />

sınırı olmadan herkesin kabiliyetleri ve eğitimi doğrultusunda bu<br />

büyük camianın içinde görev alması gerekiyor.<br />

İkincisi cinsiyet (gender). Yani kadın erkek ayrımı yoktur.<br />

Üçüncüsü yaş (age). Bu engel de yok. Ayrıca Almanya’da 3 seneden<br />

beri Köln’deki engelli kardeşlerimizin maçları da oluyor<br />

ve Berlin’de turnuvayla birlikte onlarında oyunları oluyor. Bizim<br />

buradaki kupa maçlarımızda olduğu gibi aynısını engellilere de<br />

organize ediyoruz. Yani engelli insanları da tamamen içimize alıyoruz.<br />

Az önce dediğimiz gibi homofobi araştırmalarına göre her<br />

5. futbolcunun ya lezbiyen ya da homoseksüel olduğu biliniyor.<br />

Fakat bu Avrupa’da da Almanya’da da ne kadar toleranslı bir toplumda<br />

olurlarsa olsunlar bu konular küçük düşürücü ya da gizli<br />

konular olarak kapalı kapılar ardında konuşuluyor. Bunlar açık<br />

konuşulan konular değildir. İnanç; hiçbir inancın spora değin-


82<br />

memesine, spor içinde yer almamasına dikkat ediyoruz. Almanya<br />

çok kültürlü bir devlettir. Bu arada Almanya’da 3,5 milyon<br />

Müslüman yaşıyor. Bunların en büyük kitlesi tabi ki Türklerdir.<br />

Son 1,5 senede gelen, Bulgaristan’dan akım yapan Romanlarla,<br />

Suriye’den, Afganistan’dan, Irak’tan gelen Müslümanlarla birlikte<br />

şuanda Almanya’da 4,5 milyon kişi İslam dinine mensuptur.<br />

Etnik grupların (orgin) hiçbir spora girmesine, özellikle futbol<br />

kulüplerinin içine girmesini istemiyoruz. Çok büyük çalışmalar<br />

yaparak buralara gelmeye çalışıyoruz. “Age” dediğimiz zaman 5<br />

yaşındaki çocuğun eğitimi ile 65 yaşındaki bir beyin futbol oynaması<br />

iki ayrı konudur. Ama herkesi bir araya alarak ve antrenörleri<br />

de o şekilde eğiterek yolumuza devam ediyoruz.<br />

Ayrımcılık konusunu kendi tüzüğümüzde yazdığımız gibi<br />

21 tane yerel federasyona da bağlayarak aynı şekilde uygulanmasını<br />

ve bunun yanı sıra 26.000 amatör kulübümüzün de bu tüzük<br />

içinde yer almasını sağlamaya çalışıyoruz. Az önce bahsettiklerimizi<br />

Almanya çapında tüm amatör kulüplerin içine girerek,<br />

onların stratejisinin içinde bir parça olarak futbolumuzu görmek<br />

istiyoruz.<br />

Zannedersem Profesör Hocamız ilk konuşmasında demişti.<br />

Bu konu sadece federasyon tarafından veya bir üniversite<br />

tarafından ele alınıp başarılacak bir konu değil. Bu bir toplumsal<br />

konudur. Onun için bizim çalışmalarımız, olimpik federasyonla<br />

birlikte Almanya İçişleri Bakanlığı, Almanya Aile Bakanlığı ve<br />

Almanya Yabancılar Bakanlığı ile birlikte ve tüm üniversitelerle<br />

beraber bir komisyonumuz sadece sosyologlar ve spor sosyolojisi<br />

hocalarından oluşmaktadır. Bunlar 6-8 hafta aralıklarla bir araya<br />

gelirler. Belirli bir konu üzerinde toplumun konularını, şiddet<br />

olsun, ırkçılık olsun, homofobi olsun toplum konularını konuşarak<br />

alttaki komisyonlara fikir verirler. Onların danışmanı olurlar.<br />

Yani biz komisyonlarda bilimsel çalışmalar yaparak kişilerin yönetim<br />

içerisinde olmasını veya konsept hazırlamalarını sağlamaya<br />

çalışıyoruz. Burada konuştuğumuz tüm konular el ele verilip


83<br />

de giderilecek konular. Bunlar toplumsal konular. Kim tel başına<br />

sırtına alırsa, fazla yükü almış gibi kamburu çıkar. Bunu ne bir federasyon<br />

ne yüksekokul ne de bir bakanlık tek başına başarabilir.<br />

Bu sadece el ele yapılacak büyük bir görevdir. Her zaman bizim<br />

düşüncemiz şudur ki: hayat en çekirdek yerde gelişir. Yani hayat,<br />

büyük sorumluklarla başlar fakat onun aşağı doğru parça parça<br />

inmesi ve parçalar halinde çekirdek aileye kadar inip orada yaşanması<br />

gerekmektedir. Fair-play için biz de her sene DFB çatısı<br />

altında yirmi amatör kulübe fair-play ödülü veriyoruz. Sadece<br />

vermemiz önemli değil. Almanya çapında vermemiz yeterli değil.<br />

Onun için tekrar aşağı indirip 21 yerel federasyonda da tekrarlıyoruz.<br />

21 federasyondan aşağıya indiğimiz zaman kasabalara iniyor.<br />

Yani 26 bin amatör kulübün de tekrar fair-play ödülü verdiği<br />

kişiler var. Bu küçük çocuk 5 yaşında bir futbolcu veya bir anne<br />

olabilir. Burada topluma verdiği hizmetlerden, yardımlardan dolayı<br />

o kişi onore edilmektedir. Fair-play aslında budur.<br />

Eğitim sadece okulda gördüklerimiz değildir. Federasyonun<br />

eğitim dallarına indiğimiz takdirde, burada bir sürü hakemlik<br />

olduğunu görüyoruz. Bunun yanı sıra federasyonun içinde görev<br />

alan tüm kişilere, bizim gibi çok kültürlü toplumların beraber yaşayarak<br />

kimsenin dışlanmaması konusunda, birlikte nasıl kupalar<br />

kazanılır, birlikte nasıl madalyalar kazanılır konusunda seminerler<br />

veriliyor. Yani sadece hakemlik değil, antrenörlük değil, bunun<br />

yanı sıra toplumda ne yapabiliriz? Topluma daha nasıl bir değer<br />

katkı verebiliriz? Bunlar için de her hafta seminerler veriliyor.<br />

AFF’nin A takımına ya da milli takıma bir Mesut ÖZİL,<br />

Podolski geliyor. Şuanda Galatasaray’da oynuyor. Bunların hepsi<br />

göçmen ailelerin çocuklarıdır. Milli takımın da çok kültürlü bir<br />

kurum olduğunu buradan anlıyoruz. Bu bizim için çok mühim.<br />

En üstteki A takımının aşağıya vermiş olduğu yankı bizim için<br />

önemlidir. Antrenörlerin aşağıya verdiği yankı çok önemlidir. Süper<br />

lig maçları izlerken televizyon başında oturan gençlerin, çocukların,<br />

anne babaların hakemlere karşı olan tavırlarını görüyo-


84<br />

ruz. Bu tavırlar, cumartesi ve pazar gün birinci lig ve süper ligde<br />

oynanan maçlardan sonra amatör liglerde de aynen tekrar ediyor.<br />

Bu konuda süper ligde oynayan futbolcuların da eğitimden geçmesi<br />

gerekiyor. Bu Alman takımlarında gerçekleşen bir şeydir.<br />

İngiltere’de de aynı. Çünkü burada her kişinin, her futbolcunun<br />

toplumun içinde bir yeri olduğu gibi bir de topluma karşı sorumlulukları<br />

var. O kişinin sorumluluğunu bilmesi lazım. Sen milli<br />

takımda oynuyorsan, hakem karar vermişse el kol hareketleri ile<br />

küfürler ederek hareket edemezsin. Bunu toplumun da kabul etmemesi<br />

gerekiyor. Yöneticilere de; Almaya, İngiltere, Danimarka<br />

birinci lig kulüplerinin yöneticilerine ceza yerine sosyal görevler<br />

veriliyor. Yani 1000-100.000 Euro ceza verseniz, o kişiler için<br />

çok büyük bir para değil. Fakat sen sosyal görevin olarak 6 ay boyunca<br />

küçük amatör bir kulübün antrenörü oluyorsan o senin için<br />

daha büyüktür. Yani 10.000-50.000 Euro ceza vermişsen zaten bu<br />

cezaları kulüpler veya federasyon gibi kurumlar ödüyor. Fakat<br />

o kişinin sorumluluğunu tekrar hatırlatman lazım. Almanya’dan<br />

Türkiye’ye gelen zenci vatandaşlarımız sadece mülteciler değil.<br />

Uzun senelerden beri Fransa’dan, Belçika’dan veya eski sömürgelerden<br />

Avrupa’ya gelen bir sürü zenci futbolcu var. Bizim için<br />

o kişilerin pasaportu mühim değil. Almanya’nın her tarafında görebileceğimiz<br />

pankartlar var. Bir spotta şöyle yazıyor: “scın pas<br />

spielt keine rolle, seine passe schon”. Yani burada diyor ki “atılan<br />

pas veya hürriyetin pasaportu mühim değil fakat attığın pas kulüp<br />

içinde çok mühimdir”.<br />

Yani burada kelimeyi oynayarak yapmaya çalıştığımız çalışma;<br />

herkesin toplum içinde bir yeri vardır ve hem yerini hem de<br />

sorumluluğu alabilmek için birleşme olması lazım. Almanya’da<br />

bu kolay bir yol değil ancak birlikte çalışıyoruz. Arzu ediyorum<br />

ki sizin gibi pırıl pırıl gençler de bu konular üzerinde çalışıp Avrupa<br />

ile birlikte daha uyumlu bir şekilde Türkiye’yi daha güzel bir<br />

geleceğe taşıyacaktır.<br />

Hepinize çok teşekkür ederim.


85<br />

Yrd.Doç.Dr.Necati CERRAHOĞLU<br />

(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi<br />

FATAB Başkanı)<br />

Lisans eğitimini Ankara Gazi Üniversitesinde tamamladı.<br />

Askerlik görevinden sonra beş yıl çeşitli liselerde öğretmen<br />

olarak çalıştı. Daha sonra kazandığı YÖK Bursu ile lisansüstü<br />

eğitim için Almanya’ya gitti. Yüksek Lisansını TH Darmstadt<br />

Üniversitesinde Spor Sosyolojisi alanında yaptı, Doktorasını<br />

Köln Spor Üniversitesi Spor Medyası - Spor Ekonomisi ve<br />

Spor Yönetimi Enstitülerinde 2004 yılında tamamladı. Halen<br />

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor<br />

Yüksekokulu Spor Yöneticiliği bölümünde Yardımcı Doçent<br />

olarak çalışmaktadır. 2010 yılından itibaren Futbolda Aktif<br />

Taraftarlar Birliği (FATAB) başkanlığını yürütmektedir.<br />

SPORDA NEFRET SUÇLARI İLE MÜCADELEDE<br />

STK’LARIN YERİ VE ÖNEMİ<br />

YRD. DOÇ. DR. NECATI CERRAHOĞLU<br />

STK’ların tanımına bakıldığında; devletten fon almayan,<br />

bağımsız sivil toplum yapılanmalarıdır. Bunun önemi yada etki<br />

gücüne bakıldığında genç kuşaklara rol model, idol sunulması<br />

açısından oldukça önem arz eder. Özellikle futbol diğer branşlara<br />

nazaran çok ayrı bir önemi var her hafta sonu kitleleri peşinden


86<br />

sürükleyen bu kadar büyük bir sosyal birliktelik yok. Şampiyonlar<br />

ligi maçları, Avrupa kupaları bunların hepsini yan yana koyduğumuzda<br />

çok büyük bir etki gücü olan sosyal bir harekettir.<br />

Spor toplum ilişkisinde sporun topluma yaydığı faşinizasyon hali<br />

bunların etkileri bunun devamında Avrupa Birliği’nin de sporu<br />

önemli bir iletişim enstrümanı olarak tanımlamıştır. Avrupa Birliği<br />

2007 yılında yayınladığı “Sporda Beyaz Kitap” isimli raporu<br />

ile de sporun Avrupa’da genel çerçevesini çizmiştir.<br />

Sporda nefret suçları ile Avrupalı STK’lar 1990’lı yıllardan<br />

itibaren mücadele etmeye başlamıştır. Alman STK’sı BAFF<br />

“herkes en güzel oyun futbolu hiçbir korku ve endişe içerisinde<br />

olmadan oynama, izleme, konuşma, kritik etme hakkı ve<br />

özgürlüğü vardır” sloganı ile örgütlendi. Alman Futbol Federasyonu<br />

(DFB) Başkanı ve Alman Cumhurbaşkanı nezdinde görüşmelerde<br />

bulundular, taraftarların hakları konularında temaslarda<br />

bulundular.<br />

“Football Against Racism in Europe” (FARE) isimli<br />

netzwerk tüm Avrupa genelinde STK’ları bir araya getirerek çatı<br />

rolü oynadı. FARE öncülüğünde Avrupa Komisyonu İnsan Hakları,<br />

İletişim ve Spor birimi raportörü Emine Bozkurt (Hollanda<br />

Milletvekili) ile FARE Direktörü Piara Powar Avrupalı STK’ları<br />

Discrimination and Match Fixing in Sport Conference isimli<br />

organizasyon için Avrupa Parlamentosuna Brüksel’e davet etti.<br />

Türkiye’den sadece FATAB Derneği kurumsal olarak organizasyona<br />

davet edildi.<br />

FARE isimli network yapılanması, 1-3 Kasım 2011 tarihlerinde<br />

Londra’da Seminer düzenledi ve Avrupa’nın 27 ülkesinden<br />

farklı STK’ları davet etti. Türkiye’den davet edilen tek STK<br />

Futbolda Aktif Taraftarlar Birliği (FATAB) Derneği oldu. FC Celsea<br />

Kulübünün Milenyum Süitinde yapılan toplantılarda FATAB<br />

adına Dr. Necati Cerrahoğlu ve Dr. Mustafa Yunus Eryaman sunum<br />

yaptı. İslamafobinin de bir nefret suçu olduğu konusunda


87<br />

yapılan sunum sonrası, konunun önemi yeterince açıklandığından<br />

olacak ki “İslamafobi” de nefret suçları kapsamında kategoriye<br />

dahil edilme kararı alındı.<br />

FARE Avrupa Komisyonu ile seviyeli ilişkiler içerisinde<br />

hareket etmekte, AB’nin 2007 yılında yayınlanan Beyaz Kitap<br />

isimli raporunda FARE ismen tavsiye edilmekte ve AB ve aday<br />

ülkelere FARE etkinliklerinin desteklenmesi tavsiyesi yer almaktadır.<br />

Avrupa’da bir başka aktif STK da Avrupa Futbol Taraftarlar<br />

Birliği (Football Supporters Europe) olan FSE’dir. 2008 yılında<br />

kurulmuş olup, düzenli olarak Futbol Taraftarlar Kongresi<br />

(EFFC) yapmaktadır. Avrupa Futbol Taraftar Kongresi yıllık olarak<br />

FSE üyesi yerel taraftar grupları ve o şehirdeki veya ülkedeki<br />

diğer taraftar gruplarıyla birlikte FSE tarafından organize edilir.<br />

Kongrenin amacı taraftarların sorunlarını çözmeye yardımcı olmak<br />

ve taraftar diyaloğuna katkı sağlamaktır. Futbol taraftarları,<br />

taraftar grup temsilcileri, Avrupa futbolunun yönetim kurulu<br />

temsilcileri ile atölyeler, söyleşiler aracılığıyla taraftar kültürünü<br />

geliştirmektir. Her yıl farklı bir şehirde gerçekleştirilen EFFC<br />

Kongreleri sırasıyla Londra (2009), Hamburg (2010), Barselona<br />

(2011), Kopenhag (2012) ve İstanbul (2012) da düzenlendi.<br />

UEFA Genel Sekreteri Gianni Infantino’nun katılımıyla da 2013<br />

yılı EFFC Kongresi Amsterdam’da yapıldı.<br />

EFFC 2012 Kongre hazırlıklarına katkı veren FATAB ve<br />

Tüm Futbol Taraftarları Federasyonu (TFTF) organizasyon öncesinde<br />

Ankara’da Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Spor Genel Müdürlüğünde<br />

temaslarda bulundu ve kongrenin başarıyla düzenlenmesinde<br />

etkin görevler aldılar.<br />

Türkiye’de Sporda Nefret Suçları ile Mücadele eden ilk<br />

STK Futbolda Aktif Taraftarlar Birliği (FATAB) Derneğidir. Ocak<br />

2010 tarihinde Çanakkale’de akademisyenler tarafından kurulan


88<br />

dernek entelektüel konuları kendisine çalışma alanı olarak belirlemiş<br />

ve bir düzine aktivite sergilemiştir. Bunlardan bazıları;<br />

• Mayıs 2010’de “1. Uluslararası Sporda Irkçılıkla Mücadele”<br />

Sempozyumu düzenlemiştir.<br />

• Haziran -2010’da “Şimdi Hareket Zamanı” isimle AB – Hibe<br />

Projesi kazanmış, böylelikle alt yapısını kurmuş ve tanıtımlara<br />

başlamıştır.<br />

• Kasım -2010’da “Tüm Yönleriyle Futbolda 12. Adam Taraftar”<br />

isimli Çalıştay düzenlemiştir.<br />

• Mayıs-2012’de “2. Uluslararsı Sporda Ayrımcılık” Sempozyumu<br />

düzenlemiştir.<br />

• Mart-2016’da “3. Uluslararsı Sporda Nefret Suçları” Sempozyumunu<br />

düzenlemektedir.<br />

Nisan 2012 tarihinde Anadolu Taraftarlar Federasyonu<br />

genel kurula giderek adını Tüm Futbol Taraftarları Federasyonu<br />

olarak değiştirmiş ve daha geniş kitlelere açılma konseptini benimsemiştir.<br />

Dönemin Genel Başkanı Abdullah Tuğbay, EFFC<br />

İstanbul Kongresi hazırlıkları öncesi ve Kongre sırasında aktif<br />

desteklerini FSE’ye vermiş ve İstanbul Kongresinin başarıyla<br />

gerçekleştirilmesinde rol oynamıştır.<br />

Türkiye de STK’lar için genel bağlamda söylenen bir<br />

söz vardır ‘VUR KIR PARÇALA BU MAÇI KAZAN’ böyle bir<br />

standart söylem eskiden beri süregeliyor ve bununla beraber kazanmak<br />

adına ticarileşmenin başladığı tarihten itibaren spor kültüründe<br />

çok yıkıcı olaylarında 21. Yüzyılın başlarından itibaren<br />

literatürümüze girdiğini görüyoruz.<br />

Avrupa da çok entelektüel STK’lar bir tepki olarak kuruldu<br />

ve ciddi söylemlerle yapılanmaya başladılar bunlar daha<br />

ziyade taraftar kimliğinden sıyrılarak herkesin ortak paydası olan<br />

konulara odaklanarak ortak kazanımlar adına bazı mücadeleler<br />

verdiler.


89<br />

Özelliklede futbol isimli ürünün; daha uygun daha rahat daha az<br />

ticarileşmiş şekilde topluma sunulması konusunda örgütlenmeler<br />

kurarak önemli güçlere ulaştıklarını literatürden izliyoruz. Bunlardan<br />

bir tanesi kısa adı FARE olan Avrupa da ırkçılığa karşı<br />

sosyal ağlardır. Bunlar nefret suçlarında tartıştığımız;<br />

1. Irkçılık,<br />

2. Ayrımcılık,<br />

3. Aşağılama<br />

4. Yabancı düşmanlığı ve<br />

5. İslamafobi<br />

üzerine ciddi çalışmalar yapmaya devam ediyorlar.<br />

Spor STK’larının örgütlü talepleri<br />

• Bilet fiyatlandırılmasının kontrol altında tutulması<br />

• Organizasyonlarında taraftarlarının daha çok söz sahibi olması<br />

• Tribünde geleneksel biçimde ayakta durulacak alanların olması<br />

• Maçların TV çıkarlarına göre ayarlanan zamanlarda değil de<br />

yine geleneksel cumartesi saat 15:00 te oynanmasına yönelik<br />

kampanyalar düzenlenmektedir.<br />

Ticarileşme Karşıtı Anlayışlar<br />

Taraftarların ticarileşme karşıtı hareketleri sermayeyi<br />

de hedef almaktadır. 2005 yılında borsada kötü günler yaşayan<br />

Almanya’nın ünlü kulüplerinden BVL-Borussia Dortmund’un<br />

hisselerini satın alan İstanbullu iş adamı Sadettin SARAN taraftarların<br />

yoğun muhalefeti ve kamuoyuna baskısı sonucu elindeki<br />

hisselerini devrederek, kulüple bağlantısını sonlandırmıştır. Bu<br />

olayın benzeri medyada büyük yankı uyandırmıştır. İngiltere’de<br />

1998 yılında yaşanmıştır. Manchester United Kulübünü satın almak<br />

için teklif veren uluslararası medya imparatoru MURDO-


90<br />

CH’un girişimi, oluşturulan taraftar grubu tarafından gönüllülük<br />

esasına göre çalışılarak engellenmiştir. Bu kampanya dahilinde<br />

sürdürülen çalışmalarda ; bir çok tanınmış kişinin katkıları ve<br />

şehrin iş adamlarının desteği yanında dünyanın çeşitli yerlerinden<br />

takımları kendi istekleri dışında sermaye gruplarınca satın<br />

alınmış yada el değiştirmiş başka kulüp taraftarlarının özveriler<br />

ile durdurulmuştur.<br />

Türkiye Sporda Nefret Suçları ile mücadele anlayışı çok<br />

yeni olup, konu yeterli önemi henüz görmemiştir. Kamu düzenini<br />

de etkileyen Taraftarlar üzerine henüz akademik çalışmalar<br />

da başladığı söylenemez. Yapılan araştırmalar ve çalışmalar<br />

emekleme dönemindedir. Avrupa Futbol Federasyonları birliği<br />

UEFA verilerine göre Türk Futbol Taraftarları olaylar çıkartmada<br />

ve ceza verilmesinde listede üst sıralarda olduğu halde konunun<br />

akademik araştırmalarda yeterli önemi görememesi oldukça düşündürücüdür.


FOTOĞRAFLARLA<br />

SPORDA NEFRET SUÇLARI SEMPOZYUMU<br />

91


92


93


94


95


96


97


98


99


100


101


102


103


104


105


106


107


108

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!