08.12.2012 Views

Karun gibi zengin krallar, çıkardıkları altını dünyada ilk kez paraya ...

Karun gibi zengin krallar, çıkardıkları altını dünyada ilk kez paraya ...

Karun gibi zengin krallar, çıkardıkları altını dünyada ilk kez paraya ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

A N A D O LU UYG A R LIKL A R I<br />

Lydia<br />

<strong>Karun</strong> <strong>gibi</strong> <strong>zengin</strong> <strong>krallar</strong>, <strong>çıkardıkları</strong> <strong>altını</strong> <strong>dünyada</strong><br />

<strong>ilk</strong> <strong>kez</strong> <strong>paraya</strong> dönüştüren bir halk ve bu <strong>zengin</strong>liği<br />

korumak için üç ayrı duvarla çevrili bir kent, Sardes.<br />

Batı Anadolu’dan Kızılırmak’a kadar uzanan bir<br />

etkiye sahip Lydia Krallığı’nı anlayabilmenin yolu<br />

Manisa’nın Sart köyünden geçiyor.<br />

Tapınak mimarisini anımsatan bir yapı içinde, kanatlı güneş kursu<br />

altında, birbirine dönük insan başlı kanatlı aslanlar, Lydia’da Pers<br />

satraplık dönemini yansıtıyor. Altın yapraktan aplike olarak hazırlanmış<br />

ince altın levhanın kenarındaki delikler olasılıkla üst düzey bir kişinin<br />

giysisi üzerine dikildiğini gösteriyor.<br />

40 national geo graphic • o cak 2010 lİDYA 41


Lydia’nın altın sikkeleri İÖ 6. yüzyıldan itibaren üretilmeye başlandı. Dünyanın bilinen bu <strong>ilk</strong> altın sikkeleri, İstanbul<br />

Arkeoloji Müzeleri’ndeki altın, gümüş ve elektron Sardes sikkelerinin bir kısmı müze salonlarında teşhirde.<br />

lİDYA 43


YAZI: ŞENGÜL AYDINGÜN FOTOĞRAFLAR: MURAT TÜREMİŞ<br />

Prof.Dr. Nicholas D. Cahill (Nick), küçük bir kapağı kaldırmış ve ortaya<br />

çıkan aralığın içinde kaybolmuştu. Kenara dayanmış metal merdiven<br />

uçlarını gördüm, yıllardır arkeolojinin içinde olmuş biri olarak tered-<br />

düt etmeden merdiveni kavradım. Nick henüz 8 metre aşağıdaki yer seviyesine<br />

inmemiş, basamakları bitirmeye çalışıyordu. Dengemi sağlayıp merdivene bastım<br />

ve peşinden inmeye başladım. Girdiğimiz deliğin küçüklüğünden beklenmeyecek<br />

kadar geniş ve derin bir yere iniyorduk. Bir tarafta kırmızımsı bir toprak duvar,<br />

karşısında ise kaba taşlardan, düzgün bir şekilde<br />

inşa edilmiş bir sur vardı. Merdivenden en son<br />

inmekte olan California Üniversitesi’nden Prof.<br />

Dr. Crawford H. Greenewalt Jr. (Greenie) ise<br />

1959’dan beri buradaydı ve 1977’den itibaren 30<br />

yıl süreyle kazı başkanı olarak görev yapmıştı.<br />

Nerede olduğumuzu anlayabilmek için<br />

Nick’e bakıyordum. Halen Wisconsin–Madison<br />

Üniversitesi’nde profesör olan Nick,<br />

Sardes’e 1979’da öğrenci olarak gelmiş ve görünüşe<br />

göre kazıdan bir daha ayrılmamıştı. İki yıl<br />

önce Greenie’nin emekliye ayrılmasıyla da, Harvard<br />

Üniversitesi mer<strong>kez</strong>li Sardes’in Arkeolojik<br />

Keşfi Heyeti’nce yürütülen kazının başkanlığını<br />

Nick üstlenmişti.<br />

Bir arkeolojik kazı alanını, oraya yıllarını<br />

adamış bir kazı başkanı ile gezmekten daha ayrıcalıklı<br />

ne olabilir? Tabii ki aynı yere yıllarını<br />

vermiş iki kazı başkanı ile gezmek... Nick<br />

ve Greenie ile Lydia Krallığı hakkında en fazla<br />

bilgiye sahip olabileceğimiz tek kazı alanı olan<br />

Sardes’teki delikten içeriye girdiğimde ne kadar<br />

şanslı olduğumu düşünüyordum.<br />

Yerin altında karşımıza çıkan duvar, Lydia<br />

dönemindeki kentin duvar sisteminin bir parçasıydı.<br />

Greenie, İngilizce olarak anlatırken<br />

duvar sözcüğünün arkasındaki çoğul takısının<br />

üzerine özellikle vurgu yapıyor ve “duvarlar” diyordu.<br />

İÖ 7 nci yüzyılın sonlarına doğru Lydia-<br />

lılar, kenti ve muhtemelen sahip oldukları <strong>zengin</strong>liği<br />

korumak için antik <strong>dünyada</strong> benzerine<br />

az rastlanır 20 metre genişliğinde muhteşem bir<br />

duvar inşa etmişlerdi. Ama bunu yetersiz bularak,<br />

duvarı güçlendirmek için dışını bir de surla<br />

çevirmişlerdi. Duvar da bu yüzden iki, hatta<br />

üç kat daha kalın bir hale gelmişti. Ayrıca 7.<br />

bu duvarın altında daha önce yapılmış güçlendirilmiş<br />

bir duvar daha vardı. Nick, “Pers istilasından<br />

sonra Lydia duvarının üstüne bir duvar<br />

daha inşa edilmiş. Yani burada birbiri ardına<br />

inşa edilmiş üç ayrı duvar bulduk” diyor.<br />

Lydia denince akla, hem gerçek hem masal;<br />

<strong>Karun</strong>’un <strong>zengin</strong>liği ve Midas’ın altınları geliyor.<br />

Efsane ve masalın gerçeklerle ilişkisini bilmiyoruz<br />

ama büyük olasılıkla bir zamanlar bu<br />

duvarların bir tarafında çok miktarda altın vardı<br />

ve her türlü hırsızı, uğursuzu, yağmacıyı dışarıda<br />

tutabilmek için bu kadar güçlü bir savuma<br />

sistemine gerek duymuşlardı.<br />

Kazı ekibi duvarı bulduktan sonra, hangi tarafın<br />

iç, hangisinin dış olduğuna bir süre karar<br />

verememiş. Greenie “Lydialılar’dan günümüze<br />

çok az yazılı belge kaldığı için bunu saptamak<br />

çok zordu” diyor.<br />

Var olan belgeler çoğunlukla mezar taşlarına<br />

yazılmış, törensel yazılardan oluşuyor. Tüm yazılı<br />

tarihsel metinlerin büyük bölümü ise Yunanlılar<br />

tarafından, yüzyıllar sonra kaleme alınmış.<br />

Bu metinlerden yola çıktıklarında ise kentin tam<br />

yeri konusunda bazı karışıklıklar yaşamışlar.<br />

Aslında görünen o ki; sorun, Lydialıların yazılı<br />

bir tarihe sahip olup olmamaları değil. Greenie,<br />

Lydialıların Hititler ya da Mezopotamyalılar<br />

<strong>gibi</strong> kil tabletlere değil parşömenlere yazdıklarını<br />

düşünüyor. Mısır çölünün kurak havasında<br />

bazı papirüsler günümüze kadar dayanabilirken<br />

ve üzerlerindeki bilgileri bize taşıyabilirken<br />

Batı Anadolu’nun nemli topraklarındaki yazılı<br />

metinler çürüyüp gitmiş olabilir. Bu, Lydia dilini<br />

çözebilmek açısından oldukça kötü bir durum<br />

çünkü şu anda elimizde bulunan metinler<br />

ölü bir dili anlamaya yetecek kadar çok değil.<br />

Bir gece önce Artemis tapınağının yanında<br />

kurulmuş, 50 yıllık geçmişin ihtişamını<br />

sergileyen ve kendisi bir tarihi esere<br />

dönüşmekte olan kazı evinin bahçesinde soh-<br />

Sardes kazılarının son yıllarda en dikkat çekici<br />

buluntularından, Pers saldırısı sırasında yıkılan<br />

sur duvarlarının altında kalarak hayatını kaybettiği<br />

anlaşılan iki Lydia’lı askere ait kafatasları.<br />

Arkeolog–restoratörler dağılmış durumdaki,<br />

yaklaşık 2500 yıllık kafatası parçalarını sabırla<br />

bir araya getirmeye çalışıyor.<br />

bet ederken, burada yaptıkları çalışmanın insanlık<br />

tarihinde, arkeoloji dünyasında hangi<br />

boşluğu doldurduğunu sordum. Arkeologlar,<br />

hele bir de yarım asrı tek bir kazıda geçirebilecek<br />

kadar bir yere bağlanmış olanları, yaptıkları<br />

araştırmanın <strong>dünyada</strong> tek olduğuna; başka hiçbir<br />

yerden gelemeyecek bilgileri, bulguları sağlayacağına<br />

gönülden inanmasalar işlerine devam<br />

edemezler. Greenie de, Nick de bu düşüncemi<br />

destekleyip konuyu Lydialılara ve onların<br />

44 national geo graphic • o cak 2010 lİDYA 45


kurduğu uygarlığa getirdiler. Bu büyük uygarlık<br />

konusunda Yunan ve Roma kaynaklarından<br />

birşeyler öğrenmek mümkündü ama asıl bilgileri<br />

ancak burası, Manisa Salihli’nin Sart köyünde<br />

yapılmakta olan Sardes kazıları sağlıyordu.<br />

Bu bilgiler bize Lydialıların bıraktığı ve arkeologların<br />

yeniden kazandırdığı mimari eserler,<br />

takılar, <strong>dünyada</strong> bilinen <strong>ilk</strong> paralar, ölü gömme<br />

adetleri, ufku dolduran sayısız tümülüsler, günlük<br />

kullanılan kap kacaklarla geliyordu. Lydialıları<br />

anlayabilmek için Sardes’ten başka hiçbir<br />

yer yoktu. Çünkü, Sardes kazıları Lydia dönemini<br />

aydınlatan tek bilimsel kazıydı –Tabii<br />

ki müzelerin, definecilerin açtığı kaçak kazıların<br />

ardından kalanı kurtarmak amacıyla yaptığı<br />

kurtarma kazılarını saymazsak!<br />

Lydia’nın komşusu olan Phrygia’nın başkenti<br />

Gordion’da, Kerkenes Dağı’ndaki Pteria olduğu<br />

düşünülen antik kentte ve de diğer komşu böl-<br />

46 national geo graphic • o cak 2010<br />

gelerde yapılan İÖ 1. bin kültürlerine ait kazılar<br />

biraz, Lydia dönemi hakkında bilgi sağlamasına<br />

karşın sadece Sardes’te,onlarla doğrudan ilgili<br />

bulgulara ulaşabiliyoruz. Greenie ve Nick<br />

bu durumu anlamakta zorlanıyordu. Kazı çalışmaları<br />

ilerledikçe, yeni bulgular ortaya çıktıkça<br />

öğrenmek istediklerinin sayısı hızla artıyordu.<br />

Ancak Nick, “Her iyi arkeolojik çalışma zaman<br />

içinde bize aslında ne kadar az bildiğimizi<br />

hatırlatıyor. Ama neden hâlâ Sardes’ten başka<br />

hiçbir Lydia kenti bulunmadığını anlayamıyorum”<br />

diyordu.<br />

İyi bir arkeolojik çalışmanın, bulduğu her<br />

yanıta karşı, iki iyi soru üretmesi gerekirdi<br />

ve burada da soruların ardı arkası kesilmiyordu.<br />

Örneğin, böylesine önemli bir<br />

başkentin nasıl organize olduğuna ve Batı ve<br />

Orta Anadolu’nun neredeyse tamamını etki-<br />

lemiş böylesine büyük bir imparatorluğu nasıl<br />

yönettiklerine dair bazı kanıtlar olsa da Nick,<br />

“Sardes’teki Lydia binalarının pek azı günışığına<br />

çıktı ve kentin nasıl organize olduğuna dair<br />

bilinenler hâlâ pek az” diyor.<br />

Greenie, tarihin yazılı döneminde bile bazı<br />

konularda olağanüstü büyük boşlukların olduğunu<br />

söylüyor ve “yeni bilgilere ulaşmanın tek<br />

yolunun arkeolojinin sağlayacağı maddi kanıtları<br />

ortaya çıkarmak olacağına” inanıyordu.<br />

Sardes’in yönetim binasının, sarayının yeri henüz<br />

belirlenememişti. Düşünsenize, belki de<br />

içinde saray arşivleri, tahıl siloları, silah depoları,<br />

görevli memurların sayısı hakkında fikir<br />

verecek idari binaları, bahçeleri ile dev bir saray,<br />

sohbet ettiğimiz noktadan biraz ötede, toprağın<br />

altında bizi bekliyor olabilirdi. Umuyorum<br />

ki onları eski eser tacirlerinden önce bilim<br />

insanları bulacaktı.<br />

BITHYNIA<br />

Daskyleion<br />

Adramytteion Dorylaion<br />

Gordion<br />

Samos<br />

Thyateira<br />

LYDIA Silandos<br />

Sardes<br />

Hypaipa<br />

PHRYGIA<br />

Ephesos<br />

Miletos<br />

KARIA<br />

Halikarnassos<br />

PAMPHYLIA<br />

Ege Denizi<br />

LYKIA<br />

Xanthos<br />

A k d e n i z<br />

Lydia Krall›¤›<br />

Lydia<br />

e¤emenli¤indeki<br />

bölgeler<br />

Lydia yerleşimleri<br />

Di¤er yerleşimler<br />

0 km 200<br />

NG TÜRKİYE<br />

Sardes’in kuzeyinde en büyüğü Kral Alyattes’e<br />

ait, yüzlerce büyük boyutlu tümülüs (mezar tepeleri)<br />

inşa edilmiş. Bölge bu nedenle Bintepeler<br />

olarak anılıyor (en üstte). Gediz ve Küçük Menderes<br />

vadilerinde hüküm süren Lydia Krallığı’nın<br />

etkisi Kızılırmak’a kadar uzanıyordu (üstte).<br />

lİDYA 47


Tarihin İlk Paraları<br />

Paktolos Irmağı’ndan koyun postlarının yardımıyla toplanan elektron<br />

zerrecikleri Sardes’teki arıtma atölyelerinde ayrıştırılarak, altın, gümüş<br />

ve ikisinin karışımından oluşan elektron sikkelere dönüştürülüyordu.<br />

Paktolos Irmağı (bugünkü Sart çayı) <strong>zengin</strong>lik ve<br />

gücü Lydia <strong>krallar</strong>ının ayağına getirmişti. Kaynağını<br />

Tmolos Dağı’ndan (Bozdağ) alan ırmak,<br />

Lydia’nın başkenti Sardes’in ortasından akıp giderken<br />

alüvyonlarında taşıdığı altın (elektron) zerreciklerinin<br />

bir kısmını burada bırakıyordu. Ama Lydia’nın <strong>zengin</strong>liğinde,<br />

sadece ırmağın alüvyonlarının değil koyun<br />

postlarının da parmağı vardı. Koyun postlarının Paktolos<br />

Irmağı’na daldırılıp çıkarılması sonucu üzerinde kalan<br />

elektron zerrecikleri toplanıyor ve sonra rafineride işleme<br />

tabi tutuluyordu. Bu işlem sonucunda ortaya çıkan<br />

sikkeler tarihte bilinen <strong>ilk</strong> madeni paraydı.<br />

En eski sikkeler, Lydia <strong>krallar</strong>ı tarafından altın ve gümüş<br />

alaşımı bir metal olan elektron’dan basılmıştı. Doğada<br />

bulunan altın, içinde gümüş, bakır ve başka madenleri<br />

de barındırabiliyor. Saf hale getirilmesi için işlemden<br />

geçmesi gerekiyor. Doğal altın, içerdiği gümüş<br />

oranına göre ile elektron olarak adlandırılabiliyor. Eskiçağ<br />

dünyasında elektron sikkeler sadece Lydia’ya ve<br />

Batı Anadolu’ya özgüydü. Ancak, birkaç yüz yıl sonra,<br />

Phokaia ve Mytilene <strong>gibi</strong> kentlerde iki metali suni olarak<br />

karıştırıp elektron sikke basıldığı biliniyor.<br />

Komşularıyla olan ilişkilerinde doğada saf olarak bulunmayan,<br />

altın, yani elektron Lydia Krallığı’nın prestijiydi.<br />

Tarihçi Herodot, Kral Kroisos’un (İÖ 6. yüzyıl), dönemin<br />

ünlü kehanet mer<strong>kez</strong>i olan Delphoi’a 10 talanton<br />

ağırlığında “beyaz” altından (elektron) bir aslan heykeli<br />

armağan ettiğini yazıyor.<br />

Kroisos’un <strong>zengin</strong>liği ülke sınırlarını aşmış, ünü günümüze<br />

kadar ulaşmıştı. Çoğu Doğu toplumlarında<br />

Kroisos’un adı, <strong>Karun</strong> olarak biliniyordu. “<strong>Karun</strong> kadar<br />

<strong>zengin</strong>” deyimi de ona yapılan bir atıftı. Lydia Krallığı’nın<br />

değerli madenden kaynaklanan bu <strong>zengin</strong>liğine bir de<br />

egemenliği altındaki Batı Anadolu’daki kent–devletlerinden<br />

aldığı vergileri eklersek, karşımıza çıkan tablonun<br />

Lydia <strong>krallar</strong>ının sadece siyasal gücünü değil, aynı<br />

zamanda ekonomik gücünü de yansıttığı söylenebilir.<br />

Lydia Krallığı elinde bulunan maden <strong>zengin</strong>liğini sikkeye<br />

dönüştürerek insanlık tarihinde bir <strong>ilk</strong>e imza attı.<br />

Ancak bu imzada egemenliği altında bulunan Ionia<br />

bölgesi kentlerinin (Miletos, Ephesos, Khios, Phokaia,<br />

Klazomenai <strong>gibi</strong>) rolü büyük. Çünkü sikke, ortaya çıktığı<br />

yerde, yani Lydia Krallığı topraklarında kalsaydı, münferit<br />

ve tekil bir buluş olarak tarihe geçecekti. Fakat öyle<br />

olmadı. O dönemde kent-devletleri tarafından gerçekleştirilen<br />

kolonizasyon hareketi nedeniyle tüm Ege ve<br />

Akdeniz dünyasına yayıldı.<br />

Herodot (İÖ 5. yy) ve Polluks’un (İS 2. yy) verdiği<br />

bilgiler sikkenin icadının Lydia Krallığı’yla ilişkisini ortaya<br />

koyuyor. Arkeolojik kazılarda ele geçen buluntular da <strong>ilk</strong><br />

sikkelerin Lydia Krallığı tarafından bastırıldığını kanıtlıyor.<br />

Ancak Lydia Krallığı’nın <strong>ilk</strong> sikkeleri kadar önemli bir<br />

konu da, sikkelerin metalleri. Sardes’te yürütülen arkeolojik<br />

kazılarda İÖ 6. yüzyılın ortalarına tarihlenen arıtma<br />

atölyeleri açığa çıkarıldı. Günümüzde yapılan laboratuvar<br />

çalışmaları, bu atölyelerde elektronun ayrıştırılarak<br />

saf altın ve saf gümüş elde edildiğini ve ayrıca <strong>altını</strong>n<br />

içinde bulunan bakır <strong>gibi</strong> adi metallerin de altından ayrıştırıldığını<br />

ortaya koydu.<br />

Modern analizler, Paktolos’un alüvyonlarından elde<br />

edilen elektrondaki gümüş miktarının yüzde 20–30 ve<br />

altın miktarının yüzde 70–80 olduğu halde, bu elektrondan<br />

basılan sikkelerde altın oranının yüzde 55, gümüş<br />

oranının yüzde 45 olduğunu gösteriyor. Bu da, Lydialıların<br />

elektronun alaşımına müdahale ederek, içerdiği altın<br />

miktarını düşürdükleri, buna karşılık gümüş miktarını<br />

artırdıkları anlamına geliyor. Söz konusu alaşımda az da<br />

olsa bakır da bulunuyordu. Sonuç olarak, Lydia elektron<br />

sikkeleri doğrudan Paktolos’un alüvyonlarından alınan<br />

doğal elektrondan değil, içeriğine müdahale edilmiş<br />

elektrondan basılmıştı. Ve bu altın atölyeleri, yılda birkaç<br />

yüz kilo <strong>altını</strong>n ayrıştırılıp sikke basımı için hazır hale<br />

getirilmesine olanak verecek kapasitedeydi.<br />

Lydia Krallığı’nın <strong>ilk</strong> sikkeleri olasılıkla Kral Alyattes<br />

(İÖ yaklaşık 610–561) zamanında basıldı. Bu <strong>ilk</strong> sikkeler<br />

elektrondan basılmış olsa da Alyattes’in oğlu Kroisos<br />

döneminde elektron sikke basımı terk edildi ve hem<br />

altın hem gümüşten (iki ayrı metalden) sikkeler basıldı.<br />

Lydia Kralı Kroisos zamanında basılan altın, gümüş ve elektron sikkelerin ön yüzünde Lydia Krallığı’nın<br />

arması olan aslan veya karşılıklı aslan ve boğa başları yer alıyor.<br />

1904–1905 yılları arasında British Museum adına<br />

D.G. Hogarth başkanlığında Ephesos’taki Artemis<br />

Tapınağı’nda yürütülen arkeolojik kazılarda çok sayıda<br />

elektron sikke ele geçti. Sikkelerden bir kısmının üzerinde<br />

hiçbir işaret veya tasvir yoktu; bir kısmının üzeri kazıma<br />

çiziklerle kaplıydı; bir kısmında ise hayvan tasvirleri<br />

vardı. Ancak hepsinin ortak noktası arka yüzlerinde<br />

bir çukurluk bulunmasıydı. Üzerlerinde aslan başı tasvirinin<br />

olduğu sikkelerin, aslanın Lydia Krallığı’nın arması<br />

olması ve Ephesos’un Lydia Krallığı’nın egemenlik alanı<br />

içinde bulunması nedeniyle Lydia Krallığı’na ait olduğu<br />

düşünülüyor. Lydia Krallığı’na ait sikkeler Sardes ve<br />

Frig/Phyrg Krallığı’nın başkenti Gordion’da da ele geçti.<br />

Lydialıların kendi sikkelerine verdikleri adı da bilmiyoruz<br />

Lydia Krallığı’nın aslan başı tasvirli elektron sikkeleri<br />

Lydia–Milet ağırlık sisteminde basılmıştı. Ana birim 14,1<br />

gram ağırlığındaki stater’di. Ele geçen sikkeler, bir sta-<br />

terin yarısı (hemistater, 7,15 gr.), üçte biri (trite, 4,75 gr),<br />

altıda biri (hekte, 2,40), onikide biri (1,20 gr.), yirmidörtte<br />

biri (0,60 gr.), kırksekizde biri (0,30 gr.) ve hatta doksanaltıda<br />

biri (0,15 gr.) kadardı. Günümüze kalan sikkelerden,<br />

en fazla basılmış olanın, trite olduğu anlaşılıyor;<br />

hatta onun ana birim olduğunu öne süren uzmanlar<br />

var. Ufak birimlerdeki sikkelerden çok sayıda bulunması,<br />

sikkenin bir kere icat edildikten sonra, günlük yaşamdaki<br />

yararlılığının çok çabuk anlaşıldığını ve alıverişlerde<br />

ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.<br />

Kroisos döneminde basılan sikkelerin Pers yenilgisinden<br />

(İÖ 546) sonra, Persler tarafından da kullanıldığı<br />

kabul ediliyor. Staterlerdeki ağırlık, üslup ve birimlerde<br />

görülen farklılık, bir kısmının erken, bir kısmının geç dönem<br />

darpları olduğuna işaret ediyor. Böylece Lydia’dan<br />

çıkan madeni paralar Anadolu’ya ve oradan da dünyaya<br />

yayıldı... — Prof.Dr. Oğuz Tekin<br />

48 national geo graphic • o cak 2010 lİDYA 49


Bir teoriye göre Sardes’te yaşayanlar hep oradaydı ve Lydia’dan sonra Pers, Hellen ve Roma hâkimiyetine girdiler. Helle-<br />

nistik dönemde yapımına başlanan Artemis Tapınağı da burada yaşayan Lydialıların torunları tarafından yapılmış olabilir.<br />

lİDYA 51


Altın zemin üzerine turkuvaz, beyaz<br />

ve kırmızı damarlı akik ile kahverengi<br />

damarlı akik yanında metamorfik<br />

taşların kakıldığı kanatlı güneş kursu<br />

biçimli kolye ucu. Tipik bir Pers motifi<br />

olan bu eser, Türkiye’ye dönen <strong>Karun</strong><br />

Hazinesi’nin parçaları arasında.<br />

Biz arkeologlar için birkaç giysi ve yiyecek<br />

tasviri bile eski yaşamlar hakkında öğrenmek<br />

istediklerimiz için yeterli ipucu olabilirdi; sosyal<br />

durumları, statüleri, gelenekleri... Pahalı ve<br />

şık bir giysi her zaman prestij ve güç simgesidir.<br />

Kazı evinin gölgesinde, asırlık ağaçların altına<br />

kurulu masanın etrafındaki beş Amerikalı<br />

arkeoloğu giysileri, oturuşları, çaya bandıkları<br />

sıradan bisküvilerden değerlendirmeye kalkanlar<br />

eğlenceli sonuçlara ulaşabilirler. Eski başkan<br />

Prof.Dr. Greenewalt açık sarı, kolları kıvrılmış<br />

gömleği, bej rengi hafif solmuş pantolonu güneş<br />

ve rüzgârdan yanmış yüzü ile bir istisna oluşturmuyordu<br />

ama sözcükleri tane tane seçerek<br />

yaptığı itinalı konuşması, seçkin ifade tarzı her<br />

şeyi değiştiriyordu.<br />

Greenie’ye, Lydialıların çevre devletlerin arşivlerinde<br />

iz bırakmış olmaları gerektiğini sormuştum.<br />

O da Lydia Kralı Gyges’in Asur Kralı<br />

Asurbanipal’a gönderdiği heyetten söz etmişti:<br />

“Asurlular, batıdan gelen bu insanların ülkesi<br />

Lydia’yı <strong>ilk</strong> <strong>kez</strong> duyuyorlar ve dillerini hiçbir<br />

şekilde anlamıyorlardı. Sonunda resmi heyetin<br />

derdi bir şekilde anlaşılmış ve de Lydialıların<br />

Kimmerlere karşı istedikleri yardım gönderilmiş.<br />

Lydia Asur’dan aldığı demirin bedelini de<br />

Kimmerli esirler vererek ödemiş. Üç nesil sonra<br />

ise Kroisos’un babası Alyattes, Medler’le savaşmış<br />

ve güneşin tutulduğu savaştan sonra barış<br />

anlaşmasında aracılık yapmaları için Babillileri<br />

ve Kilikyalıları davet etmiş ve aradaki ilişkiler<br />

çok daha ileri bir düzeye ulaşmış.”<br />

Biraz önce gazetede okuduğumuz devlet büyüklerinin<br />

adları <strong>gibi</strong> Lydia’yı yönetenlerden söz<br />

ediyorduk. Bu insanların adı gerçekten Gyges,<br />

Ardys, Sadyattes, Alyattes, Kroisos muydu? Ülkelerine<br />

Lydia mı diyorlardı? Lydia’nın adının<br />

geçtiği en eski metin olan Asurbanipal’in yazısında<br />

ülkenin adı, Lu–ud–du şeklinde geçiyordu.<br />

Diğer kral isimleri ise hep daha sonraki Yunan<br />

ve Roma metinlerinden geliyordu.<br />

Lydialıları anlamaya çalışmak için belki<br />

başka izlere bakmak gerekiyor. Örneğin,<br />

en çok yaptıkları ve öyle kolay kolay kaybolmayacak<br />

olan izlere; tümülüslere...<br />

Sardes’in çevresinde yer alan tümülüsler, içlerine<br />

gömülen çok değerli ölü hediyeleri ile bir-<br />

likte daha tarihin en eski çağlarından başlayarak<br />

mezar soyguncularının dikkatini çekmiş ve<br />

tamamına yakını açılıp boşaltılmıştı. Ama Antik<br />

Çağ’ın en başarılı soyguncularının ya da günümüz<br />

hırsızlarının bile çalamayacakları bir şey<br />

vardı: Tonlarca ağırlıktaki tümülüsler ve yükseldikleri<br />

yerler. Sadece Lydia tümülüslerinin en<br />

büyüğü olan Alyattes Tümülüsü’nde bir milyon<br />

tondan fazla toprak var. Ama bu tümülüsler de<br />

define avcıları veya tarım için alan açmak isteyenler<br />

tarafından tahrip ediliyor.<br />

Masamızda sessiz bir şekilde oturan ve yine<br />

Sardes kazılarına yıllarını vermiş Başkan Yardımcısı<br />

Prof.Dr. Andrew Ramage’ın öğrencisi<br />

Prof.Dr. Christopher Roosewelt, İÖ 7–4 yüzyılları<br />

kapsayan Lydia ve Pers yönetimi dönemle-<br />

52 national geo graphic • o cak 2010 lİDYA 53


Yurt dışına kaçırılan ve açılan davalarla Türkiye’ye geri getirilen parçalar arasında Aktepe tümülüsünün kireçtaşı<br />

blokla örülü mezar odasından, elindeki çiçeği koklayan insan betimli duvar resmi parçası da bulunuyor.<br />

Kaçak Hazinelerin Dönüşü<br />

Köylülerin <strong>zengin</strong> olmak için yaptıkları kaçak kazılarda buldukları Lydia<br />

Hazinesi önce gizlice New York Metropolitan Müzesi kolleksiyonlarına<br />

satıldı, sonra mahkeme kararını beklemeden Türkiye’ye iade edildi.<br />

Uşak’ın Mıdıklı ve Güre köylerinde, 1965–68<br />

yılları arasında, tümülüslerde yapılan kaçak<br />

kazılarda bulunan çeşitli yapıtlar, İÖ 6. yy’ın<br />

ortalarına tarihleniyor. Bu tarihin Lidya Kralı Kroesus’un<br />

(<strong>Karun</strong>) dönemine denk düşmesi nedeniyle, bu yapıtlara<br />

“<strong>Karun</strong> Hazinesi” adı veriliyor. Hazinenin görkeminin ancak<br />

çok soylu <strong>zengin</strong>lere ait olabileceği kanısı da, bu adı<br />

pekiştiriyor. Yasal ve bilimsel alanda ise “Lidya Hazinesi”<br />

tanımlaması kullanılıyor.<br />

Yöredeki antik nekropol (mezar) alanında, 1965’te<br />

bir çobanın sürüsünü otlatırken, bir deliğe giren sopasını<br />

geri çektiğinde altından bir yüzük bulmasının ardından<br />

köy halkı bu alanda kaçak kazılara başlamıştı. Sardes<br />

bağlantılı arkeolojik kazılarda işçi olarak çalışan Mıdıklı’lı<br />

Ahmet Bülbül, tümülüs kazısının nasıl yapıldığını öğrenmiş,<br />

köyünün yakınındaki Toptepe Tümülüsü’nü kazmayı<br />

kafasına koymuştu. Gözlemleriyle belirlediği noktadan<br />

arkadaşlarıyla kazarak bulduğu giriş yolundan mezar<br />

odasına ve hazineye ulaşmıştı. Güre köyünden 10<br />

kişi de Mıdıklıların <strong>zengin</strong> olmasından heveslenerek Haziran<br />

1966’da İkiztepe’yi 10 gün süren kaçak kazıyla<br />

soymuş ve olağanüstü <strong>zengin</strong>likteki hazineyi İzmir’de<br />

Ali Bayırlar’a satmıştı. Ancak bir köylü, Jandarmaya kaçak<br />

kazıyı haber verdi. Hazinenin bir bölümü ele geçti.<br />

Soyguncular yakalanarak yargılandılar. Bu arada Bayırlar,<br />

New York’tan İzmir’e gelen antika galerisi sahibi John<br />

Klejman’a hazineyi birkaç aşamada satmıştı. Klejman,<br />

New York Metropolitan Sanat Müzesi’nin (MET) Yunan<br />

ve Roma Bölümü Müdürü Dr. Dietrich von Bothmer’e<br />

hazineden bazı örnekler gösterdi. Dr. von Bothmer<br />

1966–68 yılları arasında sağladığı bağışlarla koleksiyonun<br />

tümünü 1,7 milyar dolara Müze’ye kazandırdı.<br />

Müzenin deposunda çelik kasalarda saklananan hazinenin<br />

MET’te olduğunu çok az kişi biliyordu. MET’in<br />

100. kuruluş yıldönümünde (1970) hazinenin, sergilenmesine<br />

niyetlenilse de, aynı yıl hazinenin izini süren İngiliz<br />

Sunday Times Gazetesi muhabiri Peter Hopkirk<br />

Ankara’ya geldi ve araştırmayı birlikte sürdürdük. Ancak<br />

hazinenin izine raslayamadık. Hopkirk, Londra’ya<br />

dönüşte gazetesinde, “Türkler <strong>Karun</strong> Hazinesini Geri<br />

istiyor” başlığıyla, dönemin Milli Eğitim Bakanı Orhan<br />

Oğuz’un “Eğer böyle bir hazine Türkiye’den kaçırılmışsa<br />

Müze’yi dava ederiz” demecini yayımladı. Güç durumda<br />

kalan MET, hazinenin sadece 3–5 parçasını “Doğu<br />

Yunan” kaynaklı olarak sergiledi.<br />

O tarihten sonra Manisa ve Uşak yöresinde araştırmalarımı<br />

yoğunlaştırdım. Üç <strong>kez</strong> New York’a gittim.<br />

16 yıl süren bilgi, belge toplama ve tanık ifadelerinden<br />

yola çıkarak hazırladığım ve hazinenin MET’te olduğunu<br />

belirten araştırma sonuçlarını Nisan 1986’da Milliyet<br />

Gazetesi’nde yayınladım.<br />

Görkemli hazine, Lidya ve Anadolu’da Pers yayılması<br />

ile eşzamanlı sanatsal etkileşimi yansıtması açısından<br />

benzersizdi. Özellikle yörenin kuyumculuğu ve ayrıca<br />

şarap kültürü açılarından da önem taşıyordu.<br />

Türkiye, 1987 Haziran’ında New York Federal<br />

Mahkemesi’ne başvurarak hazinenin geri verilmesi<br />

amacıyla MET’e dava açılmasını istedi. Federal yargıç<br />

üç yıllık bir süre boyunca tarafların sunduğu belge, tanık<br />

ifadesi ve uzman raporlarına dayanarak 1990 ‘da<br />

Türkiye’nin dava açılması istemini kabul etti.<br />

Güç durumda kalan MET, Türkiye ile iyi ilişkileri olan<br />

bazı ünlü Amerikan diplomatlarını aracı olarak kullanıp<br />

olayın mahkeme dışında, “363 parçadan oluşan hazinenin<br />

paylaşılarak ve karşılığında Türkiye’ye bir bedel<br />

ödeyerek” çözülmesini önerdi.<br />

Bu öneriyi açıkladığımda, “paylaşım” gündemden<br />

düştü. MET, davayı yitireceğini anlayınca, mahkeme<br />

sonucunu beklemeden 1993’te hazineyi Türkiye’ye geri<br />

verdi. Hazine bir süre Ankara’da Anadolu Medeniyetler<br />

Müzesinde sergilendikten sonra tarihinin yaşandığı kendi<br />

toprakları olan Uşak Arkeoloji Müzesi’ne gönderildi.<br />

Dönemin Kültür Bakanları, Uşak’a yeni müze yapımı<br />

için bütçeye konulan ödeneği kullanamadığı için hazine,<br />

hala Uşak Müzesi’nde sergileniyor. Koleksiyonun en<br />

önemli parçalarından biri olan altından “kanatlı denizatı”<br />

broşun çalınarak sahtesi ile değiştirildmesi ise koleksiyonun<br />

iyi korunamadığını gösteriyor. — Özgen Acar<br />

54 national geo graphic • o cak 2010 lİDYA 55


LYDIA’NIN HAZİNELERİ<br />

Sardes’teki kazı açmalarından birinin en dibinde kazı başkanı Nick ve kası ekibi, Lydia dönemine ait<br />

duvarları ortaya çıkarmaya çalışıyor (üstte). Lydion–geniş ağızlı, küresel gövdeli, konik ayaklı, Lydialılara<br />

özgü pişmiş topraktan krem ve parfüm ihraç kabı Manisa Müzesi’nde sergileniyor (Altta, başta).<br />

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen gri kuvars aynı zamanda alt kısmı damga mühür olarak da<br />

kullanılan altın kulplu kolye ucu (Altta, ikinci). İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen fildişinden<br />

büst (Altta, üçüncü) Sardes kazısında ele geçmiş 35 cm. genişliğinde yayvan kap (Altta, sonda).<br />

KREM, PARFÜM İHRAÇ KABI ALTIN KULPLU KOLYE UCU FİLDİŞİNDEN BÜST<br />

56 national geo graphic • o cak 2010<br />

YAYVAN KAP<br />

rine ait yerleşim yerlerini bulabilmek için mevcut<br />

tümülüsleri kullanmıştı. 2000–2001 yılları<br />

arasında çevredeki en az 510 tümülüsün yerini<br />

coğrafi olarak kayıt edip, çevre il müzelerinden<br />

çıkan buluntularla birleştirip en az 113 Lydia–<br />

Pers dönemi yerleşim yeri tespit etmişti<br />

Buradaki temel varsayım, eski insanların<br />

ölülerini gömmek için bu tümülüsleri çok uzak<br />

yerlere değil, yaşadıkları yerleşmelerin yakınlarına<br />

yapmış olabilecekleriydi. Zaten değerlendirilen<br />

verilerde göze çarpan en önemli özellik,<br />

bu insan yapısı tepelerin kendi aralarında kümeleşmiş<br />

olmasıydı.<br />

Greenie’ye göre arkeolojik kazıların bize sunduğu<br />

bir başka ilginç nokta, kentin değişik yerlerinde<br />

ve duvarlarında rastlanan resimler ve<br />

içindeki ithal malı pahalı kap kacaklardı. Geniş<br />

alanlarıyla, <strong>zengin</strong> sayılacak insanlara ait evlerin<br />

varlığı da bize Lydia zamanında kentte nasıl<br />

bir sosyal düzen olduğuyla ilgili ipuçları sağlıyordu.<br />

Acaba çok güçlü mer<strong>kez</strong>i bir otorite ve<br />

sefalet içinde yaşayan bir halk mı vardı? Yoksa<br />

günümüz burjuvazisini çağrıştıracak, oldukça<br />

<strong>zengin</strong> yurttaşlardan söz edilebilir miydi? Buluntular,<br />

bu evlerin özellikle aristokrat bir sınıfa<br />

ait olmadığı kanısını uyandırıyor. Ticaretin özgürce<br />

yapıldığı, günümüz toplumlarını çağrıştıracak<br />

bir sosyo–ekonomik yapının izlerini bu<br />

<strong>zengin</strong> evlerinden öğrenebiliyoruz.<br />

Anadolu, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan<br />

göç yollarının tam ortasında, kavimlerin bir<br />

yerden diğerine gittiği, hatta göçmen kuşların<br />

bile güzergâh bellediği bir yer. Bu topraklarda<br />

kavimler zaman içinde oradan oraya savrulmuş.<br />

Acaba Sardes’te yaşayan halkla günümüz<br />

Sart’ında yaşayanlar arasında kopmadan gelmiş<br />

bir bağlantı olabilir mi?<br />

“DNA testi yaptınız mı?” soruma “Bu mümkün”<br />

yanıtını aldım. Pers istilası sırasında yıkılan<br />

bir duvarın altında kalan iki askerin (olasılıkla<br />

Lydia askerleriydi) kemiklerini bulmuşlardı.<br />

O kemiklerden alınacak DNA örnekleri<br />

ile günümüzde burada yaşayanlardan alınacaklar<br />

karşılaştırılabilir ve belki de 3000 yıldan<br />

beri babadan oğula aktarılmış bir süreklilik<br />

yakalanabilirdi.<br />

Greene gülümseyerek, 2000’li yılların başı-<br />

na kadar İzmir’i Ankara’ya bağlayan ana yolun,<br />

şu anda yürütülen bazı kazı açmalarının hemen<br />

yanından geçtiğini söyledi. Gerçekten de<br />

Ankara’dan İzmir’e her gidişimizde Sardes harabelerinin<br />

hemen dibinden geçerdik. Şimdi ise<br />

ana yol, Sardes sit alanının içinden çıkarılmış<br />

birkaç yüz metre ileriye alınmıştı. Cumhuriyet<br />

döneminde yapılan eski ana yolun asf<strong>altını</strong>n altında<br />

Osmanlı yolu, onun altında Bizans yolu,<br />

onun altında Roma, altında da Yunan, Pers ve<br />

Lydia yolunun izleri duruyordu. Binlerce yıldır<br />

ulaşım hep aynı çizgi üzerinden yapılmıştı.<br />

“3000 yıllık bir geleneğin bozulması size kısmet<br />

olmuş” deyip şakadan bir sitemde bulundum.<br />

Greenie pek gülmedi, biraz üzüntülü bir<br />

sesle, “Biliyor musunuz, bu dediğinizi gerçekten<br />

aramızda konuştuk” dedi. Hititler, İÖ 2. binde<br />

Ege’deki Miken Uygarlığı ile tam da bu yoldan<br />

geçerek ilişkiye geçmişlerdi; daha Lydia’nın<br />

ünlü kralı Kroisos’un doğmasına bin yıl varken...<br />

Kısacası buradaki yerleşim ve kültür varlığı<br />

Lydia’dan da eskiye dayanıyordu. O dönemlerden<br />

günümüze gelene kadar hangi dönemde<br />

ne değişti? Neler aynı kaldı? Buradaki bir yerleşmenin<br />

sürekli varlığından, yolun hep burada<br />

olduğundan, kısacası binlerce yıllık bir kalıcılıktan<br />

söz ediyoruz ama acaba aralarda neler<br />

değişmişti, bunu henüz bilmiyoruz.<br />

Persler’in İÖ 6. yüzyılda Sardes’i işgal ettiklerinde,<br />

yerel bazı idarecilerin gene<br />

yönetimde olduğunu düşünmemiz için<br />

geçerli nedenlerimiz var. Kısacası bu insanlar<br />

Lydia şapkasını çıkarıp Pers başlığı takmış ve<br />

kaldıkları yerden devam etmişler. Ama tarihi<br />

kayıtlarda karşımıza çıkan tek bir satır farklı yorumlara<br />

yol açabilir: Büyük İskender 4. yüzyılda<br />

Lydia’yı Perslerden aldığında “halkın atalarından<br />

kalan eski törelerini yeniden uygulayabileceklerini”<br />

söylemişti. Bu cümle insanı pek<br />

çok olasılığı düşünmeye zorluyor.<br />

Sardes’in en görkemli yapısı Artemis tapınağını,<br />

40 dereceye varan kavurucu öğle sıcağı altında<br />

dolaşıyoruz. Prof. Greenewalt’un üzerinde<br />

dizine kadar çektiği siyah çoraplar, bermuda<br />

kumaş pantolonu ve keten gömleği var. Ancak,<br />

bu delici sıcakta başında hiçbir koruyucu<br />

lİDYA 57


SAVAŞA SON VEREN GÜNEŞ TUTULMASI<br />

Önceleri Gediz ve Küçük Menderes vadilerine<br />

sıkışıp kalan Lydia Krallığı, İÖ 600’lerde, ülkesindeki<br />

altın madenlerinin verdiği güçle giderek,<br />

Kızılırmak’a kadar yayılan geniş bir coğrafyaya<br />

hükmeder olmuştu. Kral Alyattes, Anadolu’yu<br />

dehşete düşüren göçebe Kimmer boylarına karşı<br />

kazandığı zaferlerle ünlenmişti. Bu sırada Asur<br />

İmparatorluğu’nun Babil ve Medlerce tarih sahnesinden<br />

silinişi (İÖ 612) Yakın Doğu’daki güç dengelerini<br />

bozmuştu. Medler kısa sürede Kızılırmak’a<br />

kadar yayılarak Lydialılar’la komşu oldular. İranlı<br />

Med kabileleri çoğu <strong>kez</strong> kuzeyli İskitlerle birlikte<br />

hareket ediyordu. Herodot’a göre, Med hizmetindeki<br />

kimi İskitli beylerin Lydia kralına sığınması sorunlara<br />

yol açmıştı. Med hükümdarı Kyaksares’in<br />

İskitliler’in teslimi için yaptığı başvurunun reddi<br />

üzerine durum gerginleşti ve İÖ 591’de Lydia ve<br />

Med orduları Kızılırmak kavsi içinde karşı karşıya<br />

geldi. Çatışmalar beş yıl sürdü; o zamanki savaşlar<br />

yaz aylarında yapılıyor, kış ayları yaklaştığında<br />

hâlâ sonuç alınamamışsa ordular ateşkes yaparak<br />

evlerine dönüyorlardı. Savaşın altıncı yılında, çarpışmaların<br />

sürdüğü bir sırada, günü aniden geceye<br />

çeviren bir güneş tutulması yaşandı. Taraflar bu<br />

doğa olayını tanrıların çağrısı olarak kabul etti<br />

ve bir dostluk antlaşması imzaladı. Antlaşma,<br />

Alyattes’in kızı ve Kyaksares’in oğlunun evlendirilmesiyle<br />

güçlendirildi. İÖ 28 Mayıs 585’te yaşanan<br />

bu güneş tutulmasını Miletoslu doğa filozofu<br />

Thales önceden hesaplayıp İonialılar’a bildirmişti.<br />

— Prof.Dr. Veli Sevin<br />

58 national geo graphic • o cak 2010<br />

yok. Aynı şekilde yeni başkan Nick de şapka ya<br />

da kazılarda moda olduğu üzere, poşi kullanmıyordu.<br />

Greenie ömrünün elli yılının, Nick ise<br />

otuz yılının tüm yaz aylarını burada geçirmişti.<br />

Her ikisi de incecik ve çok hareketliydi. Nicholas,<br />

tapınağın sütunları arasında çekirge <strong>gibi</strong><br />

dolaşıyordu. Bir an dikkatle Greenie’ye baktım.<br />

Bu sakin yüzlü adam, yetmiş yaşına gelmiş bir<br />

bilim insanı <strong>gibi</strong> görünmüyordu.<br />

Bir gece önce sorduğum sorunun yanıtını<br />

ertesi gün vermişti. Sardes’te unutamadığı<br />

en önemli anısını sormuştum: “Burada neden<br />

kalmam gerektiğini anladığım anı unutamıyorum.<br />

Sardes’ten önce Gordion’da, Bayraklı’da,<br />

Pitane–Çandarlı’daki kazılara katılmıştım. Ancak,<br />

Sardes’e geldiğimde çözülmesi gereken çok<br />

soruyla karşılaştım ve bu soruların çözümüne<br />

kendimi adamam gerektiğini kavradım.”<br />

Kazı bilimi, disiplin ve sabır işidir. Bazen küçük<br />

bir sorunun yanıtı yıllarınızı alabilir. Bazen<br />

de bu soruların yanıtını siz değil, yerinizi alanlara<br />

bırakırsınız. Genç başkan Nicholas, yüksek<br />

yamaçtaki kazı açmasında, gelecek beş yılın<br />

ağırlığının Lydia dönemi yapılarını aramak<br />

olacağını söylüyordu.<br />

Sardes’ten ayrılmadan hemen önce kazı evinde<br />

çay içerken, kazı alanından getirilen iki küçük<br />

poşet birden heyecan yarattı. İçlerinde İÖ<br />

6.yy’da üretilmiş pırıl pırıl parlayan Lydia’nın<br />

elektron ve gümüşten iki sikkesi vardı. O gün<br />

bulunmuşlardı.<br />

Haldun arkeolojideki kuralları bilse de, dünyanın<br />

<strong>ilk</strong> basılı paralarından birinin (sayıları<br />

şu anda hiç az olmasa da) kazı başkanları tarafından<br />

incelenme anını fotoğraflamak istemişti.<br />

(Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma<br />

Kanunu’na göre, kazıda eserlerin <strong>ilk</strong> yayın hakları,<br />

beş yıllığına kazı başkanına verilmiştir.)<br />

Nick, bu istek karşısında, çok benzer (ve<br />

daha önce yayınlanmış) başka bir parayı çekmesini<br />

teklif ederken, Haldun çoktan vazgeçmişti<br />

bile... j<br />

Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Yrd.Doç.Dr. Şengün Aydıngün, National Geographic<br />

Türkiye’nin arkeoloji danışmanlarından. Murat Türemiş,<br />

NG’ye sürekli katkı veren fotoğrafçılar arasında.<br />

Profilden uzun saçlı, küpeli,<br />

iri gözlü, sivri burunlu, sakallı<br />

bir Lydialı. Kazı ekibi<br />

bu erkeği feminen, süslü ve<br />

narin görüntüsü nedeniyle,<br />

eski bir Yunan sözünden<br />

alıntı yaparak Lydian Dandy<br />

olarak adlandırmış (karşı<br />

sayfada). <strong>Karun</strong> Hazineleri<br />

davasından sonra Türkiye’<br />

ye getirilen Uşak çevresinde<br />

yasal olmayan tümülüs<br />

kazılarıyla ortaya çıkarılmış<br />

insan yüzlü, hayvan gövdeli<br />

iki Syphinx’den biri.<br />

lİDYA 59

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!