08.05.2016 Views

Cinedergi 52

Binder52

Binder52

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Adana, Antalya ve sinema<br />

n Eylül, ekim hem festivallerin<br />

hem de sinemanın coştuğu aylar.<br />

Artık en yoğun aylardayız. Zaten<br />

her hafta bir Türk filmi seyrediyoruz.<br />

Biz de filmlerin yönetmenlerinin<br />

ve oyuncularının peşindeyiz<br />

sizin adınıza. Bu ay öncelikle<br />

çok tartışma yaratan Adana Film<br />

Festivali’nin değerlendirmesini<br />

Banu’nun kaleminden okuyacağız.<br />

Adana’daki kadın sinemacıların<br />

dirilişi ise Merve Genç’in gözünden<br />

kaçmamış ve bütün ödüllü kadın<br />

sinemacılarla konuşmuş. Hiç bir<br />

yerde bulamayacağınız mükemmel<br />

bir dosya. Ve ekimin olmazsa<br />

olmazı Antalya Altın Portakal’da<br />

neler var, neleri izleyeceğiz, kimleri<br />

göreceğiz hepsi Antalya<br />

dosyamızda var. Büyük bir ümitle<br />

Antalya’nın başarısını size yazmak<br />

için kadro olarak festivalde olacağız.<br />

Röportajlarımız da yine ilgi çekici ve<br />

ekim filmlerinin isimleri var. Öncelikle<br />

bu ayın ağır topu olan Uzun<br />

Hikaye’yi başrol oyuncularından<br />

dünya güzeli Damla Sönmez ile<br />

konuştuk. Kasım ayında vizyona<br />

girecek Gözetleme Kulesi’nin yönetmeni<br />

Pelin Esmer ile Adana’da<br />

aldığı ödülü ve filminin sırlarını<br />

konuşma fırsatını kaçıramazdık, festivalde<br />

hemen teybimizi ona uzattık.<br />

Bu röportaj da önemli. Eylül ayının<br />

büyük bombası ve bence elimizde<br />

patlayan Çanakkale Çocukları’nı ise<br />

Sinan Çetin’in eşi ve filmin başrol<br />

oyuncusu Rebekka Haas kendi<br />

görüş açısıyla bize anlattı. Özge ve<br />

Özgür Özberk kardeşler ise komedi<br />

filmi Napcaz Şimdi için kapısını<br />

çaldığımız diğer ünlüler. Banu<br />

çok doğru bir tespit ile İstanbul<br />

Filmleri Dosyası yapacağını<br />

söylediğinde onikiyi gözünden<br />

vurduğunu düşündüm. Hollywood<br />

İstanbul’a son zamanlarda büyük<br />

aşk besliyor. İşte bu aşkın filmleri<br />

Banu’nun dosyasında. Dergimizde<br />

bir de görev değişikliği oldu. Kurucu<br />

ortağımız ve ilk sayıdan beri<br />

yazıişleri müdürü olan Fırat Sayıcı<br />

bundan sonra sadece yazılarıyla<br />

aramızda yer alacak. Fırat’a yeni<br />

dergilerde, sitelerde ve sinema<br />

dolu günlerde başarılar diliyorum.<br />

<strong>Cinedergi</strong> DVD’leri, eleştirileri, özel<br />

köşeleri, pek yakında ve haber<br />

köşeleri daha sayamadığımız<br />

içeriğiyle size sinema için yeter. İyi<br />

okumalar...<br />

Yayın Sahibi<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Serdar Akbıyık<br />

Yazı İşleri Müdürü<br />

Banu Bozdemir<br />

YAZARLAR<br />

Kerem Akça Fırat Sayıcı<br />

Alper Turgut Murat Tolga Şen<br />

Burak Yarkent Burcu Mercan<br />

Aysıt Genç Merve Genç


Yönetmen: William Friedkin<br />

Senaryo: Tracy Letts<br />

Oyuncular: Matthew McConaughey,<br />

Emile Hirsch, Juno Temple<br />

Konu: 22 yaşında ve uyuşturucu<br />

satıcısı olan Chris (Hirsch)’in annesi<br />

Chris’in uyuşturucu zulasını<br />

çalar. Chris’in en kısa zamanda<br />

6000 USD bulması<br />

gerekmektedir. Babası<br />

Ansel (Hayden Church)’i<br />

görmeye gider, ve planı<br />

yaparlar. Herkesin nefret<br />

ettiği Chris’in annesinin bir<br />

hayat poliçesi vardır, bu<br />

para hepsini zengin etmeye<br />

ve Chris’in borcunu<br />

ödemeye<br />

yetecektir. Tek<br />

sorun Chris’in<br />

annesinin hayatta<br />

olmasıdır.<br />

Kiralık katil<br />

Joe Cooper<br />

belli bir para<br />

karşılığında işi<br />

yapacaktır, fakat Chris ve Ansel’in<br />

yeterli parası yoktur. Joe gitmek<br />

üzereyken herşeyden habersiz ve<br />

günahsız olan Chris’in kızkardeşi<br />

Dottie (telmple)’yi farkeder. Parası<br />

bulunup ödeninceye kadar Dottie’yi<br />

alı koyar.


Yönetmen: Malgorzata<br />

Szumowska<br />

Senaryo: Tine Byrckel, Malgorzata<br />

Szumowska<br />

Oyuncular: Juliette<br />

Binoche, Anaïs Demoustier,<br />

Joanna Kulig<br />

Konu: Anne iki çocuk<br />

annesi olan, Parisli ve<br />

iyi kazanan gazeteci bir<br />

kadındır. Elle dergisi için<br />

fahişelik yaparak hayatını<br />

kazanan genç kızlar<br />

hakkında bir araştırma<br />

makalesi yazmaktadır. Bu<br />

süreçte iki bağımsız genç<br />

kızla görüşür; Alicja ve<br />

Charlotte. Bu kendilerine<br />

güvenen kızların hayatları<br />

hakkında öğrendikleri<br />

kendi doğrularını da<br />

sorgulatacaktır.<br />

Yönetmen: Michael J. Bassett<br />

Senaryo: Michael J. Bassett<br />

Oyuncular: Adelaide Clemens, Kit Harington,<br />

Radha Mitchell<br />

Konu: Heather Mason ve babası senelerdir<br />

kaçmaktadırlar, ve her defasında<br />

onları takip eden bu gizli güçlerin adaletinden<br />

sıyrılmayı başarmışlardır. 18<br />

yaşını doldurmadan bir gece önce<br />

korkunç kabuslarla boğuşurken,<br />

babasının beklenmedik bir şekilde<br />

ortadan kaybolduğunu farkeder.<br />

Babasının bu gizemli kayboluşunu<br />

araştırırken aslında olduğu kişi<br />

olmadığını keşfeder. Bu keşif onun<br />

şeytani evrenin derinliklerinde Silent<br />

Hill’de hala tuzağa düşürülmeye<br />

çalışılmasına engel değildir.


Yönetmen: Stefan Ruzowitzky<br />

Senaryo: Zach Dean<br />

Oyuncular: Eric Bana, Olivia<br />

Wilde, Charlie Hunnam<br />

Yönetmen: Wayne Thornley<br />

Senaryo: Kiel Murray<br />

Seslendirenler: Abigail Breslin, Jim Cummings,<br />

Noureen DeWulf<br />

Konu: İki kardeş<br />

olan Addison ve<br />

Liza işlerin ters<br />

gittiği bir kumarhane<br />

soygunundan<br />

ganimetle kaçarlar.<br />

Aynı sırada<br />

belalı eski boksör<br />

Jay ailesi, June ve<br />

emekli şerif Chet<br />

ile Şükran günü<br />

yemeğine hazırlanmaktadır.<br />

Birbiriyle alakasız bu<br />

insanların yolu kesişirse ne<br />

olur?<br />

Konu: Üç boyutlu bir animasyon filmi olan<br />

Zambezia bir kuş şehri olarak biliniyor, film<br />

ise bu kuş şehrinde majesterleri Victoria Falls<br />

döneminde geçiyor. Kai adında saf ,genç ve<br />

derin bir ruha sahip olan bir şahin’in Zambezia<br />

kuşlar şehrine gelerek, kendi kökenlerini<br />

araştırması onlar hakkında gerçeği keşfetmesi,<br />

şehri korumaya çalışmasını ve bir topluluğun<br />

parçası olmayı öğrenmesini konu alıyor.


Yönetmen: Daniel Cohen<br />

Senaryo: Daniel Cohen<br />

Oyuncular: Michaël Youn, Jean Reno,<br />

Raphaëlle Agogué<br />

Konu: Jacky Bonnot, 32 yaşında amatör bir<br />

aşçıdır. Çok yeteneklidir ve ünlü bir aşçı<br />

olup büyük bir restoranda çalışmaktadır.<br />

Fakat ekonomik durumu küçük mutfak<br />

işlerini kabul edip bu yerlerde de çalışmasını<br />

gerektirmektedir; Jacky işlerde de tutunamaz.<br />

Ta ki yıldızlı büyük bir şef olan Alexandre<br />

La Garde’la yolları kesişinceye kadar!<br />

Fakat Garde restoranları da ekonomik<br />

çıkmazdan dolayı tehlikededir ve bu ikilinin<br />

karşılaşması farklı sonuçlar doğurur.


Yönetmen: Scott Walker<br />

Senaryo: Scott Walker<br />

Oyuncular: Nicolas<br />

Cage, John Cusack,<br />

Vanessa Hudgens<br />

Konu: Gerçek olaylara<br />

dayanan film,<br />

Alaska’nın kötü şöhretli<br />

seri katili Robert<br />

Hansen’in hikayesini<br />

anlatıyor. Hansen,<br />

yaşadığı çevrede saygı<br />

duyulan bir aile babası<br />

olarak tanınsa da, daha<br />

sonra 1980’lerde 24 (bu<br />

sayı kesin olarak bilinmiyor)<br />

kadını Alaska’da<br />

zorla kaçırıp öldürdüğü<br />

ortaya çıkan soğukkanlı<br />

bir cani olarak biliniyor.<br />

Yönetmen: Tom Vaughan<br />

Senaryo: Steven Pearl<br />

Oyuncular: Miley Cyrus, Autumn<br />

Reeser, Joshua Bowman<br />

Konu: Ergenlik çağında bir<br />

genç kız olan Molly Morris, FBI<br />

tarafından erişemedikleri tek<br />

alanı soruşturmakla ilgili görevlendirilir:<br />

Öğrenci kardeşliği!<br />

. Molly kendisini sert bir dedektiften,<br />

sofistike bir üniversite<br />

öğrencisine dönüştürür zira<br />

hedefi eski bir mafya liderinin<br />

kızını korumaktır. Listesindeki<br />

şüphelilere tek tek yakınlaşan<br />

Molly, şaşırtıcı biçimde kendisi<br />

de dahil olmak üzere hiç kimsenin<br />

göründüğü gibi olmadığını<br />

keşfedecektir.


n Meleklerin Payı… Havaya karışan viski tadı,<br />

kokusu ya da duygusu… Politik sinemanın üstadı<br />

bu kez mizahı daha üst seviyede kullanıyor, konu<br />

ustalıkla akıyor. Ülkesinin sosyal sorunlarına,<br />

sıradan insanın yaşadığı karmaşaya, maddi<br />

ve manevi açıdan bakan, onu eleştiren, bireyin<br />

peşinde bir belgeselci, bir kameraman edasıyla<br />

dolaşan bir yönetmen Loach… Ayaktakımı,<br />

Carla’nın Şarkısı, Ülke ve Özgürlük, Benim Adım<br />

Joe benim için öne çıkan filmleri…<br />

Loach ismi geçtiğinde etkili bir sinema dilinin<br />

karşıma çıkacağını bilirim, şu ana kadar sıkıldığım<br />

bir film olmadı ama en son filmi Tehlikeli Yol’da<br />

dikkatimi veremediğimi itiraf etmeliyim. Meleklerin<br />

Payı hayattan, yoksulluktan ve hatta din olgusundan<br />

ilginç bir pay alma filmi.<br />

Hayatın onlara tanımadığı şansı kendileri almaya<br />

kalkan bir grubun viski, macera, paylaşım<br />

ve komediyle benzeşen öyküsü sanırım en fazla<br />

güldüren Loach filmi olarak öne çıkıyor. Gedikli<br />

senaristi Paul Laverty ile kafa kafaya veren yönetmen<br />

seçtiği sıra dışı karakterlere yüklediği ufak<br />

özelliklerle onları hem yüceltiyor, hem de yollarını<br />

bulmaları için gerekli doneleri sunuyor.<br />

Filmin ismi gerçekten de anlamlı… Viski<br />

piyasasına, onları tadım ritüeline bakmasıyla<br />

bende hafiften Sideways etkisi uyandırmadı değil.<br />

Tabii o daha çok yol ve şarap filmiydi ve de kendini<br />

bulma hali…Bu sanki onun biraz da viski hal<br />

gibi, viski sevenleri de değişik bir şekilde kendisine<br />

bağlayacak gibi. Burada film Robbie’nin umutsuz<br />

hayatı üzerinden ilerliyor. Baktığınızda Robbie’nin<br />

hayatı kaymış vaziyette. Üstelik bir partneri var ve<br />

odan çocuğu oluyor. Kızın ailesi Robbie’nin peşinde.<br />

Robbie sıska vücuduyla baştan bir kaybeden gibi<br />

duruyor ama azim ve başarma duygusu ona değişik<br />

bir yol açıyor. Bir de filmde iyi insan olmaya övgü<br />

yapılıyor ki, film kıymet bilen bir sonla noktalanıyor…<br />

Loach sıradan insanın peşinde dolandığı için konu<br />

da sıradan. O sıradanlığı kıran tiplemelerin komikliği<br />

oluyor biraz da! Yine işsizlik, devlet sorgulaması,<br />

birey hakları var ama bir yandan da İskoç yaylalarına<br />

taşınan ilginç bir özgür ruh duygusu da var!<br />

Bana sorsanız hala eski filmlerinin tadını arıyorum<br />

derim ama bu da sıradan insanın sıradan seyirciye<br />

vereceği bir mesaj olmuş, iyi olmuş… Loach<br />

çok üretken bir yönetmen tıpkı Woody Allen gibi…<br />

Neredeyse her yıl bir film çıkıyor ve her filminde konular<br />

bir şekilde aynı noktada buluşuyor… Meleklerin<br />

Payı’nı izlemenizi tesviye derim, Loach’un mizahi<br />

duygusuna ve bunu çok rahat bir biçimde perdeye<br />

yansıtmasına tanık olun!


n “Almanya’daki Karadeniz sevdalısı Fatih<br />

Akın, “Cennetteki Çöplük” adlı belgeseliyle,<br />

memleketimizin cennet köşesinin nasıl cehenneme<br />

dönüştürüldüğünü resmediyor, büyük bir<br />

ustalıkla... Radyasyon, işsizlik, göç, Otoyol, HES<br />

derken, güzelim Karadeniz’in çöplük gibi bir belası<br />

daha varmış. Evet, bu belgesel, bürokrasi denen<br />

manyaklığın, yaşam alanını çöplüğe çevirmesine<br />

dair... Çöplük deyip geçme, bazen bomba gibi<br />

patlıyor, bazen suya karışıyor, denize kadar iniyor,<br />

toprağa, sebzeye, meyveye bulaşıyor, bu meret<br />

tam bir dert, anlayacağınız. Beş yıllık bir proje<br />

olan Cennetteki Çöplük, aslında yerel kameraman<br />

Bünyamin Seyrekbasan’ın emeği, özverisi,<br />

takipçiliği ve büyük ısrarı ile beyazperdeye ulaşıyor.<br />

Filmin görüntü yönetmenliğini de üstlenen Seyrekbasan,<br />

yönetmen de ben olmalıyım deseydi, haklı<br />

olurdu ama böyle etkileyici bir belgesel ortaya<br />

çıkmazdı, kesinlikle... Fatih Akın’ın ismi, belgeseli<br />

resmen görünür kılıyor çünkü, ama ona da<br />

haksızlık etmeyelim, kurgu, müzik, detay, mizah,<br />

yüzde 70’i amatör olan çekime, yüzde 30 profesyonel<br />

katkı vs. derken yeteneğini konuşturmuş, yerel<br />

bir işi, evrensele hitap eden bir yapıma çevirmesini<br />

bilmiş. Fatih Akın ve Bünyamin Seyrekbasan<br />

dışında görüntü yönetmeni Herve Dieu, kurgucu<br />

Andrew Bird, müzisyen Alexander Hacke, ses<br />

bölümünde de Joern Martens, Richard Borowski<br />

ve Felix Roggel, “Her çözüm, bir sorun doğurur”<br />

sloganıyla yola çıkan Cennetteki Çöplük’ü görünür<br />

kılıyorlar. Umarım bu belgesel, sinemalardaki<br />

gösteriminden sonra TV’ye de taşınır ve böylelikle<br />

herkes, yemyeşil bir güzelliğin nasıl kokuştuğunu<br />

ve bozulduğunu izlemiş olur, içlerinden lanet<br />

okuyarak... Trabzon’a bağlı Çamburnu Beldesi’nde,<br />

neredeyse tüm Doğu Karadeniz’in çöplerinin<br />

döküleceği, sözüm ona bir arıtma ve toplama<br />

tesisi kurulur, köylülere hiç koku gelmeyeceği,<br />

çöp sularının da dönüştürüleceği anlatılır ve yalan<br />

dolan ile ahali ikna edilir. Hatta parfümler bile sıkılır,<br />

ancak çöplük zamanla büyür ve çevre felaketi için<br />

geri sayım başlar. Hırçındır Karadeniz’in doğası, en<br />

az denizi kadar... Deli bir sağanak, sele dönüşmeyi<br />

elbette bilir, ardından da ya derelere ya da denize<br />

ulaşmaya çabalar. Seli, çöplük nasıl durdursun?<br />

Haliyle basıp dağıtacak ve ne bulursa onu da beraberinde<br />

taşıyacak. Köylüler çevre felaketini görünce,<br />

isyan ederler ve çöplüğün kaldırılması için mücadele<br />

verirler. Karşılarında bürokrasi var, kolay mı onunla baş<br />

edebilmek? Zor, çok zor... Belde başkanı, Çamburnu<br />

halkıyla birlikte savaşır, çöplüğe karşı. Ama o ne, kendini<br />

yargılanırken bulur, köylüler valiye, bakana dertlerini<br />

anlatmayı çabalarlar, ama nafile... Seslerini duyuramazlar.<br />

Çamburnu’nun kokudan burnu düşer resmen, gençler<br />

kaçmak ister, cennet iken cehenneme devşirilen,<br />

bu mazlum ve mağdur beldeden... Çay tarlaları,<br />

mısırlar, çöplüğe sırtını dayamış evler, her şey hızla<br />

kirlenmektedir. Pisliğin yayılma eğilimi ise ürkütücüdür,<br />

denizdeki balık bile ondan kaçamaz, kurtulamaz. Lakin<br />

Karadeniz insanı inatçıdır, denizi, suyu, yaylası, yeşili<br />

ve evi için mücadele etmekten asla vazgeçmez. Bu<br />

belgesel kaçmaz.<br />

Son olarak; Fatih Akın, dedesinin köyünün bulunduğu<br />

Çamburnu’na ne güzel destek atmış, umarım aynı ilgiyi,<br />

Karadeniz’in asıl belalısı HES’lere karşı da gösterir ve<br />

tüm dünyaya seslenecek bir belgesel yaratır.


n Buluntu filmlerden (Found Footage) pek<br />

hoşlanmam. Blair Cadısı (The Blair Witch<br />

Project) ile hayatımıza şok edici bir giriş yapan<br />

bu film çekme tekniğine, aktüel gerçeklik<br />

duygusunun peşinde koşan ve üretimin<br />

maliyetsizliğinden etkilenen genç sinemacılar<br />

büyük bir iştahla atladı. Eskiden birkaç yılda<br />

bir karşımıza çıkan bu filmlerden onlarcasını<br />

gördük geçtiğimiz vizyonda...<br />

İlk [REC] filminin son derece basit bir konusu<br />

vardı ama yönetmen Jaume Balagueró’nun<br />

asıl derdi anlatımının, aktüel kamera desteği<br />

ile seyirci tarafından gerçek bir deneyim<br />

olarak algılanabilmesiydi ve bunu gerçekten<br />

başarmıştı. Ayrıca şunu bilin ki prensim;<br />

Zombiler kendi aralarında ikiye ayrılır.<br />

Şeytani (Vudu Büyüsü) kökenli olanlar ve virüs<br />

kökenli olanlar... Virüs bahanesi modern korku<br />

sinemasında daha çok tutuluyor ama benim<br />

sevdiğim bu “demonik” olanları... [REC] serisinin<br />

bir artısı da buydu.<br />

Zombi filmlerinde genellikle kahramanlar bir<br />

binanın içinde hapsolmuştur ve Zombiler<br />

mekana girmeye çalışmaktadır. Balagueró bu<br />

sıkışmışlık duygusunu bir adım daha ileriye<br />

götürüyor ve Zombilerle insanları aynı binanın<br />

içinde hapsetmeyi başarıyordu.<br />

Ama işte ‘tutmuş’ ucuz tüm korku filmlerinin<br />

başına gelen bu serinin de başına geldi. Bu<br />

harika filme asla devam çekilmemeliydi. Tabii<br />

altın yumurtlayan tavuğu kimse kesmek istemiyor.<br />

Bazı buluntu film örneklerini kritiklerken<br />

de “bunu izleyeceğime düğün kasedimi koyar<br />

onu izlerim, daha gerilimli” yazmıştım ki işte<br />

kehanetimin gerçek olduğu gün bugündür!<br />

Neyse ki bu film bizi sadece ilk 20 dakikalık<br />

düğün bölümünde buluntu filmin kollarına<br />

atıyor sonra da bildiğimiz kocaman kameralara,<br />

alıştığımız steadycam numaralarına<br />

geçiyor. Filmin esprisi de bu... Bir melez film olarak belli<br />

bir anlam kazanıyor ve serinin devamının buluntu film<br />

tekniği üzerinden gitmeyeceğini işaretliyor. (Bu satırları<br />

yazarken 4. Film, [REC] Apocalypse’in çekileceğini<br />

öğrenmiş bulunmaktayım) [Rec]3 Diriliş, Koldo ve Clara<br />

adlı genç çiftin evlilik törenlerinde başlıyor. Davetlilerden<br />

Koldo’nun amcası törene gelmeden önce bir köpek<br />

tarafından ısırılmıştır ancak yara önemsiz gözükmektedir.<br />

Törenin ardından yapılan partide amcanın garip davranmaya<br />

başladığını görürüz. Kendini balkondan atan amca,<br />

yardım etmeye çalışanları ısırarak cehennem saatlerini<br />

başlatır. Bu dakikadan itibaren REC 3, karmaşada birbirini<br />

kaybetmiş aşıklarımız Koldo ve Clara’nın birbirlerini<br />

bulma hikayelerini anlatan bir korku -güldürü -romantizm<br />

üçgeni halini alır. Hikaye tanıdık geldi mi? Aslında bizim<br />

sinemamızdan çıkma tam da böyle bir film var; sinema<br />

yazarlığı da yapan iki yönetmenin elinden çıkma Ada:<br />

Zombilerin Düğünü... Koskoca [REC] serisi için bizim<br />

filmi yağmalamışlardır diye suçlamak olmaz ancak ilginç<br />

benzerlikler var. Konu bir yerde bambaşka bir tarafa gitse<br />

de giriş ve gelişme noktaları aynı. Karantina (Quarantine)<br />

adıyla Amerikan illerinde remake dahi olan başarılı<br />

[REC] serisi bu hafta izleyeceğimiz Genesis bölümüyle<br />

yakıtını tamamen tüketmiş görünüyor. Filmin en affedilemez<br />

tarafı korku-komediye dönüşmüş olması... Bu<br />

o kadar vahim bir durum ki serinin tamamını daha ciddiyetsiz<br />

bir algılamayla hatırlamamıza yol açıyor. Keşke<br />

[REC] adıyla sürülmemiş olsaydı. Kendine ait hiçbir<br />

özgün fikri kalmamış olan hikaye, Anime ve çizgi roman<br />

yağmalamasına girişmiş bir şekilde “Testereli Gelin” Leticia<br />

Dolera’yı çıkarıyor karşımıza! Jill Valentine (Ölümcül<br />

Deney) ve Cherry Darling (Dehşet Gezegeni) özentisi bir<br />

karakter... Ergen izleyiciler hala bu numaralara kanıyorsa<br />

bilemem tabii. [REC]³ Génesis’i izledim ve bir an önce unutmak<br />

istiyorum. Bu filmden sadece zombi kültüyle alay<br />

etme malzemesi çıkar ki onu yapan bir sürü yeteneksiz<br />

video yönetmeni var zaten. İzlediğim için pişmanım, kimseye<br />

de tavsiye edemiyorum. Zombiliğin de bir onuru var!


n Uzun Hikaye Osman Sınav’ın Mustafa Kutlu’nun<br />

aynı adlı romanından uyarladığı ve şimdiye kadar<br />

sergilediği sinemacı kimliğinin dışında bir üretim.<br />

Dikkat çekici oyuncu kadrosu ve yönetmenin tercih<br />

ettiği dil açısından da ilginç bir yapım.<br />

İlk seyrettiğimde bir televizyon dizisi olsa daha uygundu<br />

diye düşündüğüm film gün geçtikçe sinema<br />

olarak da değerli gözüktü bana.<br />

Herşeyden önce bu tür filmler yurt dışında da çok<br />

çekiliyor. Hafif İtalyan sinemasını andıran ve içinde<br />

nostalji barındıran filmin romandan uyarlanması<br />

önemli tabii. Her yönetmenin ve senaryo yazarı için<br />

zordur uyarlama film. Çünkü önünüzde beğenilmiş<br />

binlerce insan tarafından okunmuş bir roman<br />

vardır. Hem bu romanı okuyanların beklentilerini<br />

karşılayacaksınız hem de sinemanın gereğini<br />

yapacaksınız, bir de üstüne kendi kimliğinizi<br />

koyacaksınız.<br />

Osman Sınav filmi roman severleri tatmin edecek<br />

şekilde çekmiş. Kendi sinemacı kimliğini<br />

işleyebilmiş mi orası biraz muallakta. Filmin ana<br />

karakteri Bulgaryalı Ali. Dedesiyle Bulgaristan’dan<br />

Türkiye’ye göç eden Ali idealist bir gençtir. Mahallesindeki<br />

yazlık sinemanın sahibinin kızına aşık<br />

olur. Fakat aile kızı vermek istemez. Bunun üzerine<br />

filmde de ilerleyen hikayenin birçok yerinde<br />

göreceğimiz gibi Ali kendi yolunda gider ve kızı<br />

kaçırır. Hem sevdiği insan üzülmesin diye hem de<br />

özgür bir yaşama kavuşmak için kasaba kasaba<br />

dolanır ali. Tren yolunda iş bulmak ister. Fakat dik<br />

başlılığı ve doğrucu tavrı buna engel olur.<br />

Ali çok çalışkandır. Haksızlıklara tahammül edemez<br />

ama verdiği emek ile iş arkadaşlarının sevgisini<br />

kazanır. Otorite ise kirlidir. Hırs ve açgözlülük<br />

her yanı sarmıştır. Zaten Ali bu sebeplerden dolayı<br />

otorite ile hiç bir zaman uzlaşamaz.<br />

Ali karısı ve oğlunun uzayan hikayesi filme<br />

damgasını vurur. Ali’yi canlandıran Kenan<br />

İmirzalıoğlu’nun çok kendine has bir rengi var.<br />

Hangi rolü oynarsa oynasın canlandırdığı karakterin<br />

arkasında hep İmirzalıoğlu’nu görebiliyorum. Bu<br />

filmde de aynı şey söz konusu. İdealist, aydın, emekçi<br />

kimliğinin arkasında sanki eski İstanbul kabadayılarının<br />

ruhu dolaşıyor Ali’nin, sinirinin yanında yumuşak tavrı<br />

Kenan İmirzalıoğlu’nun elinde neredeyse psikopat bir<br />

kişilik yaratıyor. Kendisine haksızlık yapan otoritelere<br />

gülümserken her an yumruğu patlatacakmış hissi<br />

veriyor. Ali’nin eşi Münire’yi ise Tuğçe Kazaz oynuyor.<br />

Farklı tipiyle beyazperde Tuğçe Kazaz’ı seviyor, sinemaya<br />

yakışıyor ama derin bir kabiliyet yok onda. Halbuki<br />

filmde Ali’nin oğlunun sevgilisini oynayan Damla<br />

Sönmez yine harikalar yaratıyor. Minyon ama seksapeli<br />

yüksek fiziğini bakışlarındaki karanlıkla tamamlıyor. Her<br />

oynadığı role bir masumiyet ve çapkınlık katıyor. Yan<br />

rollerde ise muhteşem isimler var.<br />

Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Cihat Tamer,<br />

Mahir Günşıray, Mustafa Alabora, Şener Kökkaya, Osman<br />

Alkaş, Cengiz Bozkurt, Mustafa Üstündağ say say<br />

bitmez yani. Bu arada filmin süresi bayağı uzun ama<br />

böyle bir hikaye 90 dakikaya sığmazdı zaten. Filmin<br />

bütün nostaljisi içinde çok sağlam sosyal mesajının da<br />

olduğunu söylemeliyiz.<br />

1940’lar ile 1970’ler arasında geçen bütün hikayeler<br />

şaslon olarak günümüze de oturuyor. Yani dönem filmi<br />

olması asla filmin güncelliğine zarar vermiyor. Herkese<br />

iyi seyirler diliyorum.


49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 6-12<br />

Ekim’de düzenlenecek. Portakalın lezzeti nasıl bakacağız...<br />

n Antalya Büyükşehir Belediyesi - Antalya<br />

Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle düzenlenen<br />

49. Uluslararası Antalya Altın Portakal<br />

Film Festivali, 6-12 Ekim 2012 tarihleri arasında<br />

sinemaseverlerle buluşacak.<br />

Festivalin bir mesajı olması gerektiğini vurgulayan<br />

Genel Sekreter Mehmet Rıfkı Aktekin,<br />

bu mesajı en geniş kesimlere ulaştırmak ve<br />

program bütünlüğü sağlamak için her yıl bir<br />

başka ana tema ekseninde festival programını<br />

hazırladıklarının altını çizdi. Aktekin, geçtiğimiz<br />

yıl kadın teması ekseninde gerçekleşen Altın<br />

Portakal’ın bu yıl “Mizah, Muhalefet ve Demokrasi”<br />

ana teması üzerine şekillenmekte<br />

olduğunu bildirdi.<br />

sanatçısı, sinema yazarı ve akademisyen olmak<br />

üzere oluşturulan kompozisyon, “Mizah, Muhalefet<br />

ve Demokrasi” temasına uygun özgün<br />

isimlerle desteklenerek zenginleştirildi.<br />

49. Altın Portakal’ın Ulusal Uzun Metraj Film<br />

Yarışması jürisinde yer alacak isimler şunlar:<br />

Barış Pirhasan (yönetmen), Prof. Dr. Barbara<br />

Boyle (yapımcı – akademisyen), Levent Kazak<br />

(senarist), Uğur İçbak (görüntü yönetmeni),<br />

Prof. Dr. Gülseren Güçhan (akademisyen,<br />

Uluslararası Eskişehir Film Festivali Yönetmeni),<br />

Selçuk Yöntem (oyuncu), Sümer Tilmaç<br />

(oyuncu), Ayşegül Aldinç (müzisyen – oyuncu),<br />

Pelinsu Pir (oyuncu), Tunca Arslan (SİYAD<br />

Başkanı, sinema yazarı), Mine Kırıkkanat (sosyolog<br />

- yazar), Erdil Yaşaroğlu (karikatürist –<br />

mizah yazarı).<br />

Jüri başkanı ünlü sanatçı Hülya Avşar<br />

49. Festivalin rekor ödüllerini, sinemadan<br />

televizyona, müzikten tiyatroya başarılı<br />

çalışmalarıyla ve çok yönlü sanatçılığıyla<br />

büyük beğeni ve övgü toplayan Hülya Avşar’ın<br />

başkanlığındaki jüri belirleyecek.<br />

49. Altın Portakal’ın ulusal uzun metraj film<br />

yarışması jürisinde, yapımcı, yönetmen, senarist,<br />

oyuncu, görüntü yönetmeni, müzik<br />

Aktekin, Çağatay Tosun’un yönetmenliğini<br />

yaptığı ‘Derin Düşünce’, Ahmet Sönmez’in<br />

‘Elveda Katya’, Dilek Keser ile Ulaş Güneş<br />

Kacargil’in ‘Evdeki Yabancılar’, Hüseyin<br />

Tabak’ın ‘Güzelliğin 10 Par Etmez’, Ersin<br />

Kana’nın ‘Hile Yolu’, Umut Dağ’ın ‘Kuma’, Ali<br />

Aydın’ın ‘Küf’, Rezzan Tanyeli’nin ‘Pazarlığı<br />

Hiç Sevmem’, Ali Adnan Özgür’ün ‘Toprağın<br />

Çocukları’, Tunç Okan’ın ‘Umut Üzümleri’<br />

ve Erdem Tepegöz’ün ‘Zerre’ adlı filmlerinin<br />

49. Antalya Altın Portakal FilmFestivali’nde<br />

yarışacağını belirtti.<br />

Barbara Boyle Altın Portakal jürisinde<br />

Amerikalı akademisyen, film yapımcı ve<br />

dağıtımcısı, Oscar Akademi üyesi Barbara<br />

Boyle, 49. Altın Portakal’ın Hülya Avşar<br />

başkanlığındaki ulusal jürisinde görev yapacak.<br />

Sayısız film festivalinde jüri üyeliği yapan<br />

Boyle, Türk sinemasının son dönem örneklerini


izlemek ve sinema sektörüyle tanışmak için jüri<br />

üyeliğini memnuniyetle kabul ettiğini söyledi.<br />

The Hi Line (2000); Instinct (1999); Bottle<br />

Rocket (1996); Phenomenon; Mrs. Munck Eight<br />

Men Out (1998) gibi çok sayıda önemli filmin<br />

yapımcıları arasında yer alan Barbara Boyle,<br />

Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi üyesidir<br />

ve Akademi’nin Yabancı Diller Komitesi’nde<br />

yer almaktadır.<br />

Usta Macar yönetmen István Szabó,<br />

Altın Portakal’da Jüri Başkanı<br />

Dünya<br />

sinemasının<br />

usta yönetmenlerinden<br />

István Szabó,<br />

49. Altın<br />

Portakal’ın<br />

uluslararası<br />

uzun<br />

metraj film<br />

yarışmasının<br />

jüri<br />

başkanlığını<br />

yapacak.<br />

“Mephisto”<br />

filmiyle, 1982<br />

yılında Yabancı<br />

Dilde En İyi<br />

Film dalında Oscar ve Cannes’da En İyi Senaryo<br />

ödülünü alan István Szabó, sadece Macar<br />

sinemasının değil dünya sinemasının önde<br />

gelen yönetmenleri arasında sayılıyor.<br />

En son 2011 yılında 46. Karlovy Vary Film<br />

Festivali’nde jüri başkanlığı yapan István<br />

Szabó, Antalya’yı çok merak ettiğini; Altın<br />

Portakal’da görev yapmanın kendisi için mutluluk<br />

verici olduğunu söyledi. István Szabó’nun<br />

49. Festival kapsamında düzenlenecek atölye<br />

çalışmasına da imza atması bekleniyor.<br />

Yaşam boyu onur ödülleri<br />

Antalya Altın Portakal Film Festivali bünyesinde<br />

16’ncısı verilecek olan Yaşam Boyu Onur<br />

Ödülleri’nin bu yılki sahipleri de açıklandı. Festival<br />

Düzenleme Komitesi’nin oy birliği ile aldığı<br />

kararla, Türk sinemasına katkılardan dolayı<br />

yönetmen Duygu Sağıroğlu, yapımcı Necip<br />

Sarıcı, usta oyuncular Güler Ökten, Salih Güney<br />

ve Meral Zeren ödüle değer görüldü.<br />

İlyas Salman’a özel ödül<br />

Muhalif tiplemeleriyle sinemaya ayrı bir renk<br />

katan İlyas Salman, özel ödülle onurlandırılacak.<br />

90’lı yıllar sinemasını odağına alan 49.<br />

Festival’in “Mizah, Muhalefet ve Demokrasi”<br />

şeklindeki ana temasını sanatçı kişiliği<br />

ve oyunculuğunda yansıtıyor olması dikkate<br />

alınarak değer görülen ödülü İlyas Salman’a festival<br />

programı içinde düzenlenecek özel gecede<br />

sunulacak.<br />

Sanatta Sosyal Sorumluluk Ödülü Türkan<br />

Şoray’ın<br />

2010 yılında verilmeye başlanan Sanatta Sosyal<br />

Sorumluluk Ödülü’nün sahibi Türkan<br />

Şoray olacak. Maddi, manevi ve entelektüel<br />

kazanımlarını sanata ve topluma adayan, birikimini<br />

sanat dünyasında yeni nesiller yetiştirerek


‘sanatta sosyal sorumluluk’ projelerine<br />

aktaran sanatçılara verilen ödülün bundan<br />

önceki sahipleri Müjdat Gezen ve<br />

Rutkay Aziz olmuştu.<br />

tarafından Antalya Kültür Sanat Vakfı’na<br />

teslim edilen ödül, 1999 yılından bu yana<br />

Yıldırım Önal Anı Ödülü olarak her yıl bir<br />

oyuncuya emanet ediliyor.<br />

Emek Ödülü Erol Batıbeki’nin<br />

Uluslararası Antalya Altın Portakal Film<br />

Festivali 2006 yılından itibaren, Türk<br />

sinemasında kamera arkasında çalışan,<br />

başarılı işlere imza atmış kişilere SİNE-<br />

SEN işbirliği ile “Sinema Emek Ödülü”<br />

veriyor. Bu yılın Emek Ödülü çok sayıda<br />

filmin ışık şefliğini yaparak üç kuşağı<br />

ışıklandıran Erol Batıbeki’ye verilecek.<br />

Yıldırım Önal ödülü Işık Yenersu’ya<br />

Bu yıl 14’üncüsü sunulacak Yıldırım<br />

Önal Anı Ödülü’ne sinema-tiyatro oyuncusu,<br />

seslendirme sanatçısı Işık Yenersu<br />

değer görüldü. “Yıldırım Önal Anı<br />

Ödülü’ne benden daha çok sevinecek<br />

bir başkasını düşünemiyorum,” diyen<br />

usta oyuncu Işık Yenersu, Altın Portakal<br />

ve Antalya’ya teşekkür etti. 1973 yılında<br />

“Dinmeyen Sızı” filmindeki rolüyle ‘en<br />

iyi yardımcı erkek oyuncu’ seçilerek<br />

Altın Portakal ödülü alan sinema ve tiyatro<br />

sanatçısı Yıldırım Önal, yaşamının<br />

son yıllarında girdiği ekonomik sıkıntı<br />

nedeniyle, ödülünü bir rehinciye<br />

bırakmak zorunda kalmış; onu geri<br />

alamamıştı. Yıllar sonra rehincinin oğlu<br />

Portakal’dan rekor ödüller!<br />

49. Altın Portakal Film Festivali’nde En<br />

İyi Film ödülü 350 bin TL’den 400 bin<br />

TL’ye, En İyi İlk Film ödülü 50 bin TL’den<br />

55 bin TL’ye, En İyi Yönetmen ödülü 50<br />

bin TL’den 55 bin TL’ye, En İyi Senaryo<br />

ödülü 30 bin TL’den 35.000 TL’ye yükseltildi.<br />

Altın Portakal’ın ulusal uzun metraj<br />

dalında bu yıl dağıtacağı “en iyi film”,<br />

“en iyi ilk film”, “en iyi yönetmen”, “en<br />

iyi senaryo”, “en iyi görüntü yönetmeni”,<br />

“en iyi müzik” ödülleri, kategorilerinde<br />

Türkiye’de dağıtılan en yüksek parasal<br />

ödüller olma özelliği taşıyor.<br />

49. Altın Portakal’a ulusal uzun metrajda<br />

44, belgeselde 111, kısa film dalında 254<br />

film başvuruda bulundu.En İyi Film ödülü<br />

400 bin TL ile ödüllendirilecek.<br />

Belgesel ve kısa filmin jürileri<br />

49.Uluslararası Antalya Altın Portakal<br />

Film Festivali programı kapsamında<br />

gerçekleştirilecek belgesel ve kısa<br />

film yarışmaları ana jürileri açıklandı.<br />

Festival yürütme kurulu tarafından<br />

yapılan açıklamada Portakal’ın bu yılki<br />

SİYAD ödüllerini belirleyecek isimler de<br />

vurgulandı.<br />

Belgesel jürisini oluşturan isimler<br />

49. Festival’in Belgesel Film Yarışması<br />

ana jürisi Ali Ulvi Uyanık (sinema yazarı),


Kemal Öner (yönetmen), Nalan Sakızlı<br />

(yönetmen), Nezahat Gündoğan (yönetmen),<br />

Yrd. Doç. Dr. Perihan Taş Öz’den<br />

(akademisyen) oluştu.<br />

Belgesel Film Yarışması ana jürisinin<br />

yapacağı değerlendirme sonunda En İyi<br />

Belgesel seçilen filme 15 bin, En İyi İlk<br />

Belgesel’e 5 bin TL parasal ödül ve Altın<br />

Portakal heykeli verilecek.<br />

Kısa Film jürisi<br />

Altın Portakal’da bu yıl yarışacak kısa<br />

filmlerin ana jürisi de şu isimlerden<br />

oluştu: Can Evrenol (yönetmen), Erol<br />

Mintaş (yönetmen), Fırat Yücel (sinema<br />

yazarı), Özay Fecht (sanatçı), Selin Sevinç<br />

(sinema yazarı). Yarışma sonunda<br />

birinci gelen kısa filme 10 bin TL para<br />

ödülü ve Altın Portakal heykeli verilecek.<br />

Kısa film ve belgeselde yarış başladı<br />

Altın Portakal’a başvuran 254 kısa film<br />

arasından 21; 111 belgesel arasından<br />

16 film yarışmaya seçildi. Yarışmaya<br />

başvuran 111 belgesel filmin 44’ü yönetmenlerinin<br />

ilk filmi. Bu 44 filmden 6’sı<br />

yarışmaya hak kazandı.<br />

Ön Jüri değerlendirmesi sonunda:<br />

Veysel Cihan Hızar’ın yönettiği ‘’Adem’in<br />

Kuyusu’’, Aydın Ketendağ’ın yönettiği<br />

‘’Ağıt’’, Anıl Kaya’nın yönettiği ‘’Bir<br />

Cevapsız Arama Hayat’’, Barış Çorak’ın<br />

yönettiği ‘’Birlikte’’, Burak Koçak’ın<br />

Yönettiği ‘’Buğu’’, Abdurrahman Öner’İn<br />

yönettiği ‘’Buhar’’, Nadim Güç’ün<br />

yönettiği ‘’Dört Duvar Saraybosna’’,<br />

Sertaç Yumun’un yönettiği ‘’Düğün’’, Eli<br />

Kasavi’nin yönettiği ‘’Evren’in Sonu’’,<br />

Gürcan Keltek’in yönettiği ‘’Fazla Mesai’’,<br />

Merve İnce’nin yönettiği ‘’Gassal’’,<br />

Çetin Baskın’ın yönettiği ‘’Gerayiş’’,<br />

Hüseyin Karacabey’in yönettiği ‘’Hiçbir<br />

Karanlık Unutturamaz’’, Nafi Ayvacı’nın<br />

yönettiği ‘’Leke’’, Serhat Karaaslan’ın<br />

yönettiği ‘’Musa’’, Süleyman Demirel’in<br />

yönettiği ‘’Müphem’’, Mümin Barış’ın<br />

yönettiği ‘’Nasnamayek Heşin’’, Rezan<br />

Yeşilbaş’ın yönettiği ‘’Sessiz’’, Pelin<br />

Kaçar’ın yönettiği ‘’The Other Eye’’, İpek<br />

Kent’in yönettiği ‘’Veda Makamı’’, Dilek<br />

Aydın’ın yönettiği ‘’Ziyaret’’ adlı filmler,<br />

49. Antalya Altın Portakal Film Festivali<br />

Ulusal Kısa Film Yarışması’na seçildiler.<br />

49. Altın Portakal’da belgesel film<br />

yarışmasına:<br />

Veli Kahraman’ın yönettiği ‘’Ana Dilim<br />

Nerede’’ ,Bülent Öztürk’ün yönettiği<br />

‘’Beklemek’’, Zeynep Oral’ın yönettiği<br />

‘’Ben,Sen,O...’’, Hüdai Ateş’in yönettiği<br />

‘’Cneydo’’,Halil Fırat Yazar ve Metin<br />

Çelik’in yönettikleri ‘’Denge Deri’’,<br />

Efe Öztezdoğan’ın yönettiği ‘’Göksu<br />

Üçtaş Londra’ya Giden Yol’’, Ensar<br />

Altay’ın yönettiği ‘’Göl İnsanları’’,<br />

Emine Emel Balcı’nın yönettiği ‘’İch<br />

Liebe Dich’’, Servet Dilber, Aytunç Akad<br />

ve Gürcan Öztürk’ün birlikte yönettikleri<br />

‘’İstanbul Meyhaneleri’’, Demet<br />

Haselçin’in yönettiğ’i ‘’Masumiyet<br />

Müzesi’’, Rodi Yüzbaşı’nın yönettiği<br />

‘’Maya’’, Özgür Akgül’ün yönettiği<br />

‘’Romanistanbul’’,İnan Temelkuran ve<br />

Krısten Stevens’ın birlikte yönettikleri<br />

‘’Siirt’in Sırrı’’, Erol Mintaş ve Taylan<br />

Mintaş’ın yönettikleri ‘’Ucube’’, Yelda Yanat<br />

Kapkın’ın yönettiği ‘’Yahudi Derviş’’,<br />

Ebubekir Çetinkaya’nın yönettiği<br />

‘’Yuva’’, adlı filmler seçildi.<br />

Halkın Portakalı’na Rekor Katılım!<br />

Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />

– Altın Portakal işbirliğiyle bu<br />

yıl dördüncüsü gerçekleşen Halkın<br />

Portakalı Film Atölyesi’ne 203 kursiyerle<br />

rekor katılım gerçekleşti.<br />

Koordinatörlüğünü sinema eğitmeni<br />

- yönetmen Engin Kılıçatan’ın yaptığı<br />

projenin çalışma gruplarına Emre Kavuk<br />

senaryo, Zihni Durmuş kurgu, Cenker<br />

Ekemen sinematografik anlatı; Deniz<br />

Can oyunculuk, Sertaç Kasaplar görüntü<br />

yönetmenliği dersleriyle katkı sundular.


Teorik ve pratiğe yönelik eğitimin<br />

ardından sertifikalarını alan kursiyerler<br />

“EXPO 2016 ANTALYA”nın da teması<br />

olan “Çiçek ve Çocuk” temalı 12 filme<br />

imza atacak. Festival kapsamında<br />

gösterilecek filmler Halkın Portakalı jüri<br />

üyeleri tarafından değerlendirilecek.<br />

Yarışma sonunda birinci gelen filme 30<br />

bin, ikinci filme 20 bin, üçüncü gelen<br />

filme 10 bin TL olmak üzere toplam 60<br />

bin TL parasal ödül verilecek.<br />

Uluslararası Özel ve Tematik Gösterimler<br />

yine göz kamaştıracak<br />

Son yıllarda ulusalda elde ettiği başarı<br />

ve deneyimi uluslararası arenaya da<br />

taşıyan festival bu yıl da Uluslararası<br />

Uzun Metraj Film Yarışması’yla, Asya,<br />

Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinden özgün<br />

bir dil geliştirmeyi başarmış, sinemaya<br />

farklı bakış açıları getirebilen yeni<br />

yetenek ve isimlerin keşfini hedeflemektedir.<br />

Restore filmlerin canlı performanslarla<br />

sunulduğu Pelikülün İzinde, sinemaseverleri<br />

sürprizlerle dolu bir yolculuğa<br />

çıkarırken, Ustaların Gözünden, dünya<br />

sinemasının ustalarının son yapımlarına<br />

yer veriyor.<br />

TÜRKSOY işbirliğiyle gerçekleştirilen<br />

ve Avrasya ülkelerinden birinin seçildiği<br />

ve ülke sinemasının irdelendiği Avrasya<br />

Sinemaları’nda bu yıl Kazakistan<br />

sineması konuk olacak.<br />

Farklı ülkelerden, siyasal - sosyal<br />

gelişmeleri irdeleyen ve çağına tanıklık<br />

eden yapımların gösterildiği Dünyanın<br />

Halleri gibi gelenekselleşen bölümlerinin<br />

yanı sıra bu yıl ana tema ekseninde<br />

Mizah ve Muhalefet konulu tematik<br />

gösterimler de yer alacak.<br />

Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik<br />

ilişkilerin kurulmasının 400. yılı<br />

kutlamaları kapsamında Turuncu Filmler<br />

ve savaşın bireyler üzerindeki yıkıcı etkisi<br />

ve savaş sırasındaki kıyamet atmosferini<br />

anlatan, farklı ülkelerden örneklerin<br />

seçildiği Savaşa Karşı özel seçkisi<br />

festival izleyicisiyle buluşturulacak.<br />

Film gösterimlerine katılacak sürpriz konuklarla<br />

daha da renklenecek olan festivalin<br />

uluslararası bölümleri bu yıl da göz<br />

kamaştıracak.<br />

Büyük hayallere küçük sinemacılar<br />

Sinema yazarı Banu Bozdemir’ in çocuklar<br />

için yazdığı “Küçük Sinemacılar”<br />

kitabı Altın Portakal kapsamında<br />

çocuklara hediye edilecek. “Küçük<br />

Sinemacılar”, Türkiye’de çocuklar<br />

için hazırlanan ilk sinema kitabı olma<br />

özelliği taşıyor. Banu Bozdemir, festival<br />

programı çerçevesinde, Antalyalı<br />

küçük sinemacıların katıldığı atölye<br />

çalışmalarına da imza atacak.<br />

Altın Portakal ‘Pelikülün İzinde’<br />

Sovyet yönetmen Victor Turin’in, senaryo<br />

ve kurgu tekniği açısından bir başyapıt<br />

olarak kabul edilen TÜRKSİB belgeseli,<br />

British Film Enstitüsü katkılarıyla gösterilecek.<br />

49. Altın Portakal’ın “Pelikülün<br />

İzinde” bölümünde izleyiciyle buluşacak<br />

TÜRKSİB’in gösterimine, ünlü İngiliz grubu<br />

Bronnt Industries Kapital canlı müzik


performansıyla eşlik edecek. Filmde,<br />

Sovyetler Birliği döneminde yapılan;<br />

günümüz Özbekistanı’ndan Kazakistan<br />

çöllerine oradan Sibirya’ya uzanan 1445<br />

kilometrelik Türkistan – Sibirya demiryolu<br />

inşaatı konu ediliyor.<br />

Altın Portakal’da ustalar geçidi<br />

Altın Portakal’ın gelenekselleşen bölümlerinden<br />

“Ustaların Gözünden” bu yıl da<br />

dünya sinemasının usta yönetmenlerinin<br />

son yıllardaki yapımlarını seyirci ile<br />

buluşturacak. Uluslararası Uzun Metraj<br />

Film Yarışması Jüri Başkanı usta yönetmen<br />

István Szabó’nun son yapımının<br />

yanı sıra, Michael Haneke, Kim Ki – Duk,<br />

Abbas Kiarostami, Dariush Mehrjui, Ken<br />

Loach ve Bernardo Bertolucci’nin son<br />

yapımları da 49. Festivalde sinemaseverlerle<br />

buluşacak.<br />

İranlı usta yönetmen Dariush Mehrjui,<br />

Son filmi ile Altın Portakal’da!<br />

Modern İran Sineması’nın başlatıcısı<br />

kabul edilen “The Cow” (1969) filminin<br />

yönetmeni Dariush Mehrjui’nin<br />

son filmi “The Orange Suit”, 49.<br />

Altın Portakal’da Ustaların Gözünden<br />

bölümünde gösterilecek. Şehri<br />

temizleyerek ruhunu da arındırmaya<br />

çalışan ünlü bir fotoğrafçının eğlenceli<br />

öyküsünü anlatan “The Orange Suit”in<br />

galasına katılacak olan Dariush Mehrjui,<br />

filmi Antalya Büyükşehir Belediye<br />

Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın<br />

ve Büyükşehir Belediyesi’nin turuncu<br />

giysili temizlik işçileriyle birlikte<br />

izleyecek. Mehrjui,festival programı<br />

kapsamında “Ustalardan Sinema Dersleri”<br />

başlığı altında Akdeniz Üniversitesi<br />

öğrencileriyle de bir araya gelecek.<br />

Kayıpların anısı Portakal’da yaşatılacak<br />

Sinemamızın efsaneleşmiş ustalarından<br />

Metin Erksan ve sinema yolculuğunun<br />

başında olmasına rağmen geleceğin<br />

ustaları arasında görülen Seyfi<br />

Teoman’ın anısı ödüllü filmleriyle Altın<br />

Portakal’da yaşatılacak. Seyfi Teoman,<br />

16 Nisan 2012 akşamı 35. doğum<br />

gününde geçirdiği trafik kazasının<br />

ardından kaldırıldığı hastanede 8 Mayıs<br />

2012 tarihinde hayata gözlerini yummuş;<br />

Metin Erksan 4 Ağustos 2012 tarihinde<br />

83 yaşında vefat etmişti. Metin Erksan’ın<br />

kült filmi “Kuyu” ve Seyfi Teoman’ın<br />

yönettiği “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”<br />

ve yapımcıları arasında yer aldığı, ilk<br />

filmi olmasına rağmen geleceğin ustaları<br />

arasında yerini alacak Emin Alper’in<br />

yönettiği “Tepenin Ardı”, Özel Gösterimler<br />

bölümünde “Kaybettiklerimizin<br />

Anısına” başlığı altında sinemaseverlerle<br />

buluşturulacak.<br />

“Susuz Yaz”, “Sevmek Zamanı”, “Acı<br />

Hayat” ve “Yılanların Öcü”yle birlikte,<br />

Erksan’ın olduğu gibi sinemamızın<br />

da başyapıtları arasında yer alan<br />

“Kuyu”nun yapımcısı bu yılın Altın<br />

Portakalı’nda yaşam boyu onur ödülüne<br />

değer görülen Necip Sarıcı. “Kuyu”,<br />

Sarıcı’nın katkılarıyla Altın Portakal’da<br />

gösterilecek.


Türk sinemasının yeni jenerasyonu özellikle kadın oyuncular<br />

anlamında umut verici. Bu ay vizyona girecek olan Uzun Hikaye’de<br />

oynayan Damla Sönmez bu isimlerin önde gelenlerinden...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Bornova Bornova ile 2009 yılında Altın<br />

Portakal’da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />

seçildiğinde performansıyla gelecekte önemli bir<br />

isim olacağını belli etmişti Damla Sönmez. Günümüze<br />

kadar oynadığı Kampüste Çıplak Ayaklar,<br />

Mahpeyker Kösem Sultan, Çakal, Kurtuluş Son<br />

Durak ve vizyona giren Uzun Hikaye öngörümüzün<br />

doğru olduğunu kanıtladı. Bir kadın oyuncu da hem<br />

güzellik hem de kabiliyet olması başarının anahtarı<br />

tabii. Üstelik 1987 doğumlu olan Damla Sönmez<br />

sadece kabiliyetine veya güzelliğine dayanan bir<br />

isim de değil. Sorbone Üniversitesi’nde tiyatro<br />

eğitimi de almış. Bütün bunlar birleşince bizim de<br />

arkamıza yaslanıp onun başarılı performanslarını<br />

seyretmek dışında yapacağımız bir şey yok. Uzun<br />

Hikaye’de ki performansını da seyredince teybimizi<br />

ona uzattık haliyle. Bakın Türk sinemasının<br />

geleceğini temellendiren bu güzel oyuncu bize<br />

neler söyledi.<br />

Senaryoyu aldığında seni en çok ne etkiledi?<br />

Dönem hikayelerini çok seviyorum ve bu hikaye<br />

de hem dönem hikayesi hem de çok sıcak bir<br />

kasaba hikayesi. Senaryoyu okuduğum ilk andan<br />

itibaren çok sürükleyiciydi. Okurken hep kafamda<br />

canlandırırım ve hayal ettiğim haliyle bile bana çok<br />

keyifli geldi.<br />

Film uzun bir dönemi anlatıyor. Onun için de bir<br />

dizi havası da var. Bunun televizyon dizisi için çok<br />

uygun olduğunu düşünmüyor musun?<br />

Bu tarzda birçok film var. Senaryonun tek bir konusu<br />

var ama o konu içinde bütün karakterlerin<br />

hikayesi de ayrıca var. Zaten cast çok güçlü oldu.<br />

En küçük karakter bile çok temiz oynanması gereken<br />

karakterlerdi. Böyle bir şeyi sinemada derli toplu<br />

izlemek daha keyifli.<br />

Film bir roman uyarlaması. Bu çok büyük risktir.<br />

Romanın tadını yakalamak sinemada çok büyük bir<br />

sorumluluk gerektirir. Bunu biraz düşündün mü?<br />

Çok düşündüm. Osman hocayla ilk görüştüğümüzde<br />

romanı da okumam için verdi. Mustafa Kutlu romanı<br />

yazarken o kadar sinematografik şekilde yazmış<br />

ki Osman Hocanın ustalığıyla da birleşince beni<br />

korkutmadı.<br />

Filmin toplumsal ve siyasi eleştirileri de var. Günümüze<br />

de çok denk düşüyor. Bunlar hakkında ne<br />

söyleyeceksin?<br />

Hangi dönemde, hangi iktidar, hangi muhalefet<br />

olursa olsun böyle durumlar oluyor. Filmin siyasi<br />

olarak söylediği en önemli şey ahlak. Herhangi bir<br />

görüştense bahsettiği ahlaki değerler, dürüstlük ve<br />

insana verilen önem her dönemi ilgilendiren şeyler.<br />

O yüzden daha çok bunlarla örtüşmesini isterdim.<br />

Filmin merkezinde Kenan İmirzalioğlu ve onun baba<br />

oğul ilişkisi var. Filmi katmanlaştıran şey ise onların<br />

etrafındaki kadın hikayeleri. Bu durum onların tadını<br />

ortaya çıkartıyor. Bunu nasıl algıladın, filmi nasıl okudun,<br />

rolün nasıldı?<br />

Ayla, orta halli bir kasabada savcının kızı. 78-79<br />

yılları kadınların kendine sahip çıktığı bir dönem ve<br />

Ayla da öyle bir karakter. Gene de ailesinin sözünü<br />

dinleyip dikiş kursuna gidiyor, son derece saygılı bir<br />

kız ama bir yandan da eğitimle ilgili hayalleri var.<br />

Sanki zaman ilerledikçe baskı artıyor o çok üzücü.<br />

Osman Sınav yönetiyor. Kenan İmirzalioğlu var,<br />

Tuğçe Kazaz da oynuyor. Çok güzel bir cast. Bundan<br />

da biraz bahsedelim. Çalışma ortamı nasıldı?


Biz üç ayrı öyküyü üç ayrı kasabada çektik. Cast<br />

çok kalabalıktı ama benim sadece bir kısmıyla<br />

sahnem vardı. Osman Hoca bizim setimizin<br />

olmadığı yerlere bile çağırdı. Bursa’da setim<br />

yoktu ama oraya gelmemizi istedi. Sette birliğe<br />

çok inanan bir yönetmen ve enerjinin de oradan<br />

çıktığını düşünüyor. Ne görmek istediğini çok<br />

iyi biliyor ve sizi oraya da çok net yönlendiriyor.<br />

Benim sahnelerim Mahir Günşiray’laydı.<br />

Onunla ilk kez oynadım ve onun kızını oynamak<br />

çok zevkliydi. Yaşça büyük olan kısım çok<br />

eğitici, kendi akranlarımla olan kısım da çok<br />

eğlenceliydi.<br />

Film festivallere katılmadı. Bunu nasıl karşıladın?<br />

Bu yönetmenin de isteğiyle alakalı. Bir bildiği<br />

vardır diye düşünüyorum.<br />

Adana film festivalinde 14 filmin 5 tanesi kadın<br />

yönetmendi ve roller de kadın odaklı rollerdi. Bir<br />

oyuncu olarak bunu değerlendirmeni istiyorum.<br />

Bu çok sevindirici ama biraz da güneş çıktıkça<br />

gölgeler büyür gibi bir şey. Güneşi olumsuz bir<br />

metafor olarak alırsak baskılar bizi yaktıkça biz<br />

de daha çok gölgeler açmaya çalışacağız. Sevindirici<br />

olduğunu düşünüyorum umarım ben de<br />

yakın zamanda öyle bir projenin içinde yer alırım.<br />

80 lerde,90larda oyunculuklarda feminizmin ayak<br />

sesleri duyulmuştur fakat sonra kadın oyunculuklar<br />

anlamında cesaret yoktu. İfade şeklinde bir<br />

geriye dönüş var. Bunu nasıl yorumluyorsun?<br />

Bence ufak ufak başladık. Bu tip hikayeler<br />

başladı. Bir şey okuyorsunuz veya izliyorsunuz<br />

bunlar sizde olan bir şeylere dokunuyor ve onu<br />

başka bir açıdan anlatmayı istiyorsunuz. O<br />

yüzden maddi, manevi, fiziksel ve ruhsal, şiddeti<br />

konu eden filmler çoğaldıkça bunlar yapılacaktır<br />

diye düşünüyorum.<br />

Siirt’in Sırrı filmi ödül aldı. Onunla ilgili de yorum<br />

alayım.<br />

Daha izleyemedim sadece tanıtımını izledim ama<br />

çok güzel görünüyor. Uzun zamandır üstüne<br />

çalıştıkları bir projeydi. Çok sevindirici, çok mutluluk<br />

verici. Kısa zamanda da izlerim inşallah.<br />

Seni dizilerde de görüyoruz. Şubatla ilgili neler<br />

söyleyeceksin?<br />

Şubat benim için de çok farklı bir proje oldu.<br />

Onur’un yaptığı işleri çok beğeniyorum.<br />

Haziran’da onunla Sen Aydınlatırsın Geceyi diye


ir sinema filmi bitirdik. Şubatta da çalışır<br />

mısın dediler. Senaryoyu okuyup tamam<br />

dedim. Kostümleriyle, mekanlarıyla, karakterleriyle<br />

alışık olduğumuz dizilerden farklı<br />

bir şey. Yine doksan dakikalık bölümler<br />

çekiyoruz. Sette gece gündüz çalışıyorlar.<br />

Eleştiriler de çok iyi. İnşallah böyle devam<br />

eder.<br />

Oyuncular ve yönetmenler açısından da<br />

dizi daha çok ciddiye alınmaya başladı.<br />

Önceki gibi sadece para getiren ticari<br />

bir meta yerine yavaş yavaş sinema ve<br />

oyunculukların da ustalıkla sergilendiği bir<br />

duruma geldi diye düşünüyorum.<br />

Öncelerde yönetmenler ve yapımcılar sinema<br />

filmi çekebilmek için dizi çekiyorlardı.<br />

Kafaları aynı frekansla çalışan insanlar<br />

için küçücük de olsa bir hikaye anlatma<br />

isteği var ve bir süre sonra bunları<br />

tutamıyorsunuz. Dizilerin kaliteli olmasının<br />

ondan kaynaklandığını düşünüyorum.<br />

Yapımcılar artık çektiğimiz bizim de içimize<br />

sinsin diye düşünüyorlar.<br />

Oyuncular Sendikasına üye misin?<br />

Evet.<br />

Çalışmasını nasıl buluyorsun?<br />

Zamanla oturacak diye düşünüyorum.<br />

Yeni projeler olgunlaşmaya başlamıştır.<br />

Sinema filmi olarak projen var mı?<br />

Şu an kesin bir şey yok. Ocakta yeni bir tiyatro<br />

oyununun provalarına başlayacağım.<br />

Geçen yıl oynadığımız Yalnız Batı oyununu<br />

seyrek de olsa oynamaya devam edeceğiz.<br />

Artık daha tecrübeli bir oyuncu oldun.<br />

Baştaki heyecan da törpülendi mi?<br />

Yalnız Batı benim ilk profesyonel oyunum.<br />

Okul haricinde dışarıda, sahnede bir şey<br />

yapmamıştım. Tiyatroda emekliyorum ve<br />

artık ayağa kalkabilmek istiyorum. Geçen<br />

yıl Yalnız Batı’nın ilk provalarında çok acı<br />

çektim. Er meydanı dedikleri şey doğru.<br />

Ne yaparsanız orada yapıyorsunuz, orada<br />

olmanız gerekiyor. Tekrarlama şansınız<br />

yok. Karşınızdakinin gözüne bakmak<br />

durumundasınız. Bütün algılarınızın açık<br />

olması lazım. O yüzden hala biraz sendeliyorum.<br />

Onun da tecrübeyle oturacağını<br />

umuyorum.


MERVE GENÇ<br />

n Adana’da 19. kez sahiplerini bulan Altın Koza’lara<br />

bu yıl kadınlar damga vurdu. Her festivalde olduğu<br />

gibi bu kez de ödüller sonrası pek çok tartışma<br />

başladı. Festivalde “Yer altı” adlı filmiyle yarışan Zeki<br />

Demirkubuz’un twitter üzerinden bir daha Türkiye’deki<br />

festivallere katılmayacağını açıklaması, en iyi filmin<br />

“Babamın Sesi” seçilmesi ve en iyi müzik için ödüle<br />

değer bulunamaması tartışmaları sürerken benim<br />

dikkatimi çekense bu yıl ödüllerin altında imzası olan<br />

kadınlar…Adana’da bu özel kadınlarla bir araya geldim,<br />

kimiyle ödül sonrası duygularını kimiyle de ödül<br />

öncesi heyecanını paylaştım…<br />

NİLAY ERDÖNMEZ / EN İYİ KADIN OYUNCU:<br />

“İlk filmim, ilk ödülüm çok mutlu ve heyecanlıyım.<br />

Pelin Esmer zaten çok beğendiğim bir yönetmendi.<br />

Proje ilk bana geldiğinde de çok heyecanlanmıştım.<br />

Rol de birçok kadın oyuncunun oynamak istediği<br />

bir oldu.Role fiziksel olarak hazırlanmak için diyetisyen<br />

gözetiminde kilo aldım. Seher karakterini<br />

canlandırırken de kendi hayatımdan karşılıklar<br />

bulmaya çalıştım. Tabii ki onun yaşadığı psikoloji<br />

çok ağır ama Pelin’in de yardımıyla, içgüdülerimle<br />

ruhsal olarak ona yakınlaşmaya çalıştım.<br />

EVİN DEMİRHAN / OYUNCU:<br />

“Çok heyecanlıyım. Bu ödül çok<br />

onur verici. İlk defa bu kadar<br />

ünlü isimin bulunduğu bir yerde<br />

ödül aldım. Çok güzel bir duygu,<br />

çok mutluyum. Filmde yer almak,<br />

kamera karşısına geçmek<br />

çok heyecanlıydı ama çok iyi<br />

anlaştığımız için çekimler gayet rahat<br />

gerçekleşti.”


KRISTIN STEVENS<br />

/ YÖNETMEN:<br />

“Çok uzun süre çalıştık.<br />

Sadece 2 ay çekimler<br />

sürdü. Proje başlangıçta<br />

Türkiye’deki tüm kadın<br />

sporcuları kapsayacaktı<br />

ama daha sonra Evin’de<br />

karar kıldık. Evin’in sadece<br />

güreşteki başarısına şahit<br />

olmadık. Hem güreşte hem<br />

de hayattaki başarısını<br />

gördük. Onunla abla kardeş<br />

gibi olduk. Filmle birlikte<br />

öğrendim ki Türk kadınlarını<br />

yere sermek hiç kolay değil.<br />

Bence her şeye rağmen, tüm<br />

olumsuzluklara rağmen bu<br />

kızların yüzünde geleceği<br />

görebiliyorsunuz.”<br />

PELİN ESMER / EN İYİ YÖNETMEN:<br />

“Üçüncü kez Adana’dayız filmimizle. Adana’nın izleyicisi gerçekten<br />

çok yürekli, çok açık ve coşkulu. Filmi Türkiye’de ilk kez Adana<br />

izleyicisi ile paylaştık, çok heyecanlıydık çünkü kendi ülkenizde<br />

filminizi paylaşmanızın dilden gelen önemli artıları var. Yurt dışında<br />

dil nedeniyle belki anlaşılamayacak küçük önemli detayların<br />

algılandığına şahit olmak mutluluk verici. Ben filmde sıkıcı da olsa<br />

izleyicinin kişisel yolculuğuna izin vermek istedim ve ümidim de<br />

izleyenlerin gerçekten kendi kişisel yolculuklarında karakterlerin<br />

yollarından sapıp kendileriyle baş başa kalabilmeleri. Burada<br />

aldığım bazı olumlu yöndeki duyumlar beni mutlu etti Aslında hakikatten<br />

herkes b kendi hayatında durduğu yerden bir şeyler katarak<br />

izlemiş bu da beni çok mutlu etti yani çok normal bir film bu. Normal<br />

olmayanların normali.”


NESLİHAN ATAGÜL/ OYUNCU:<br />

“Türkan Şoray’dan<br />

böyle bir ödül almak<br />

çok mutluluk verici<br />

tabiî ki. Filmimiz çok<br />

güzel oldu. Filmde<br />

Zehra’nın arafını anlamaya<br />

çalıştım. Sonra<br />

da elime bir kağıt kalem<br />

alıp bu kız böyle<br />

yürüyecek, böyle<br />

ağlayacak, ailesiyle<br />

olan ilişkileri bu diye<br />

yazmaya başladım.<br />

Yeşim ablayla da<br />

çalıştık. Umarız izleyiciler<br />

de beğenir.<br />

Biz filmimizi çok<br />

beğendik.”<br />

BELMİN SÖYLEMEZ / YÖNETMEN:<br />

“Gurur duydum, onur<br />

duydum. Özellikle de<br />

Yılmaz Güney ödülü beni<br />

çok mutlu etti. Yılmaz<br />

Güney’e çok hayranım ve<br />

onun adına olan bu ödülü<br />

bir kadın sinemacı olarak<br />

almış olmak beni ayrıca<br />

onurlandırdı. 3 deşiğik<br />

jüriden gelen bu ödüllerin<br />

hiçbirini beklemiyordum.<br />

O yüzden çok şaşırdım<br />

ama çok mutlu oldum”


LAÇİN CEYLAN<br />

/ EN İYİ YARDIMCI<br />

KADIN OYUNCU:<br />

“Çok mutluyum,<br />

bu ödülü Nihal’le<br />

paylaşmak benim için<br />

de çok güzel ve heyecan<br />

verici. Öncelikle<br />

yönetmenim Pelin<br />

Esmer’e çok teşekkür<br />

ederim. “Gözetleme<br />

Kulesi”nin tüm<br />

ekibinin tümünü<br />

kucaklıyorum, çok<br />

teşekkür ederim<br />

bana destekleri için.<br />

Benim çocukluğumda<br />

çok önemliydi<br />

Yılmaz Güney. Onun<br />

topraklarında bu<br />

ödülü almak çok heyecan<br />

verici.”<br />

NİHAL YALÇIN / EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU:<br />

“Yani bir şeyi yaratmış olabilmeyi görmek,<br />

eğer varsa bir yaratımın içinde olabilmek<br />

ve oraya azıcık hizmet ettiğinizi görebilmek<br />

çok keyifli. Aslında Yer altı da Araf da kadın<br />

meselesi ile kadın olmak meselesi ile çok<br />

enteresan ilgileniyorlar. Oynadığım karakterler<br />

Derya da Türkan da hepimizin belki mahallelerinde<br />

olan rastladığımız hep yanımızdan<br />

geçen duyduğumuz konuştuğumuz<br />

kadınlardan sadece birileri. Her iki işim de<br />

benim için çok keyifliydi.”


Çanakkale Çocukları / Yönetmen: Sinan Çetin<br />

n Düşman, Anadolu’ya girmesin diye canlarından oldular. Evet, okullar o yıl mezun veremedi,<br />

çünkü koyun koyuna öldüler, o güzelim delikanlılar... İnançsız ve amaçsız yaşanmaz dediler,<br />

öğrenciyken, öğretmeni oldular, halklarımızın... Sinan Çetin de kalkmış, hani o bildik “Hayat güzeldir!”<br />

lakırdısı ile 450 bin can alan Çanakkale Savaşı’na dair bir film (Çanakkale Çocukları) çekmiş,<br />

hem de evinin arka bahçesinde... Barış yanlısı olacak başka bir savaş bulamadın mı, diye sorarlar<br />

insana, hayır, savaş karşıtı olsa yine gam yemeyeceğim. Neredeyse, eşit mesafede duracağım<br />

şaşkınlığı ve medeniyetler ittifakı hayranlığıyla, işgal ordularını, evine konuk edecek. Arkadaş!<br />

Düşman, yurdu ele geçirmeye gelmiş, Türkçe<br />

olimpiyatlarına katılmaya değil. Yani ağırlamaya<br />

hiç gerek yok. Neyse tarihler de tutmuyor, çok şükür.


Rec 3: Diriliş / Yönetmen: Paco Plaza<br />

n Quarantine adıyla Amerikan illerinde remake olan [REC] serisi bu hafta izleyeceğimiz<br />

Genesis bölümüyle yakıtını tamamen tüketmiş görünüyor. Filmin en affedilemez tarafı<br />

korku-komediye dönüşmüş olması… Bu o kadar vahim bir durum ki serinin tamamını<br />

daha ciddiyetsiz bir algılamayla hatırlamamıza yol açıyor. Eski filmleri seyreden izleyiciler<br />

gülmek yerine sinirlenecekler. Birinin evladına palyaço kıyafeti giydirip dilendirmesinden<br />

farksız bir sinemasal çaba… Keşke [REC] adıyla sürülmemiş olsaydı. [REC]³ Génesis’i<br />

izledim ve sevmedim. Video piyasası için yapılan onlarca ucuz filmden hiçbir farkı yok.<br />

Etkileyici değil, silik ve sıradan. Gösterdiği her şeyi yüzlerce kez izlemiş ve ziyadesiyle<br />

sıkılmış durumdayız. Ancak sinemada görmek istediğiniz başka bir film yoksa…


Napcaz Şimdi / Yönetmen: Özgür Özberk<br />

n Bazı filmlere giderken üç aşağı beş yukarı ne izleyeceğimizi tahmin ediyoruz artık! Yerli<br />

komedi benim en korktuğum tarzların başında geliyor artık… N’apcaz Şimdi Özgür Özberk,<br />

Özge Özberk imzası taşıyan bir komedi. Acaba dedim, belki farklıdır beni korkutan diğer<br />

komedilerden ama maalesef! N’apcaz Şimdi şimdi üçlü ilişki sınıfına girer mi derseniz evet<br />

girer! Nihan ve Toygar evli ama birbirinin ensesinde boza pişiren bir çift. Toygar karısının<br />

dırdırından bıkan her erkek gibi kendisine genç ve güzel bir sevgili ayarlar! Ve karısından<br />

kurtulmanın yollarını arar! Hadi konu orijinal değil diyelim, bari ilgimizi çekecek bir şeyler<br />

yapsaydınız demekten kendimi alamadım… Filmin başlardaki hakkını vereyim o zaman, zira<br />

sonlara doğru sünger gibi uzadıkça uzadı ve bitmek bilmedi!


Yargıç Dredd / Yönetmen: Pete Travis<br />

n Dredd, 1995’teki Sylvester Stallone’lu versiyonun düştüğü bariz hataları yinelemiyor<br />

belki ama ilgi çekici bir hikâye sunmayı da başaramıyor. Kafaların patladığı, derilerin<br />

yüzüldüğü abartılı şiddet sahneleri, alışık olmayan izleyiciler için rahatsız edici olabilir.<br />

Aksiyon meraklısı bünyeler hoşça (ama boşça) vakit geçirmek için tercih edebilirler.<br />

Yargıç Dredd hayranlarının iyi bir sinema uyarlaması beklentisi ise bir başka bahara<br />

kaldı sanki. Not: Yargıç Dredd’in diğer medya uyarlamaları arasında en başarılısı,<br />

Anthrax’ın Among the Living (1987) albümünde yer alan ve Yargıç Dredd’e ithafen<br />

yazılan ‘I Am the Law’ (Kanun Benim) isimli şarkı sanırım. Hala Anthrax’ın en sevilen<br />

şarkıları arasında zirveye oynuyor.


Ted / Yönetmen: Seth MacFarlane<br />

n ”Ted”, bir ayıcık filmi... Giriş, ‘Ayı; Bir Sevgi Filmi’ gibi oldu ya, neyse<br />

artık idare edin... Hep yalnız kalan, sürekli oyunlardan dışlanan üzgün bir<br />

çocuğun ‘arkadaş’ dileği gerçekleşiyor ve sevimli oyuncak ayı canlanıyor.<br />

Dünya büyük bir hayrete düşüyor, sonra bu mucizeye alışıyor herkes... İşte<br />

aradan yıllar geçiyor, dostlukları hiç bozulmuyor. Ta ki aralarına bir kadın girene<br />

dek. Ne güzel! Evet, kahramanımız artık 30 yaşında, bedenen büyümüş<br />

ancak kafa çocuk kalmış. Yumoş ise tam zıttı, vücudun değişmemiş ama<br />

her türlü kötü alışkanlığı bünyesinde toplamayı bir şekilde başarmış. Yani<br />

bizim çocuk adam, ayıcığın oyuncağı olmuş.


Araf / Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu<br />

n Filmin bazı sahnelerinin çok etkileyici olduğunu da söylemeliyim. Düğün sahnesi veya<br />

Karabük’teki diskoda eğlenen “apaçi” gençlerin doğallığı mükemmeldi. Disco sahnesini<br />

neredeyse en etkileyici Türk sinemasındaki 10 sahne içine koyabilirim. Tabii bir de çocuk<br />

düşürme sahnesi var. Zehra’yı canlandıran Neslihan Atagül yepyeni bir isim. Bu sahnede<br />

muhteşem iş çıkarmış. Onun ismini sinemada daha çok duyacağız diye düşünüyorum.<br />

Kısacası yönetmenin bakış açısı benim için filmde soru işaretleri oluşturuyor. Onun aşka<br />

bakış açısıyla benim ki çelişiyor. Diyeceksiniz ki sen kimsin, bizi yönetmen ilgilendirir. Ama<br />

bir film gösterime çıktıktan sonra artık yönetmenin değil tüketicinin olur. Yani benim, senin<br />

veya hepimizin. Bu bağlamda filmi içselleştiremiyorum.


n Geçtiğimiz Mayıs ayı,<br />

Hollywood film endistrisini<br />

ayağa kaldıran<br />

yapımların gövde gösterisi<br />

şeklinde geçti. Önümüzdeki<br />

Mayıs ayı da<br />

aynı şekilde geçeceğe<br />

benziyor. Avengers<br />

serisinin 2. filminin 2015<br />

yaz aylarında izleyici ile<br />

buluşacağı açıklandıktan<br />

sonra, gözlerini diğer<br />

büyük yapımlara çeviren<br />

Hollywood izleyicisi,<br />

Warner Bros. yapımı olan<br />

F, Scott Fitzgerald’ın<br />

romanından beyaz<br />

perdeye uyarlanan The<br />

Great Gatsby filminin<br />

Mayıs 10, 2013 tarihinde<br />

izleyicisine merhaba<br />

diyeceğini duyarak bir<br />

nevi rahatladı. Baz<br />

Luhrmann’ın yöneteceği<br />

filmin ilk çıkış tarihini<br />

2012 yılı sonu olarak<br />

düşünen yapımcılar,<br />

Quentin Tarantino’nun<br />

yönettiği, bir diğer büyük<br />

yapım Django Unchained’in<br />

çıkış tarihinin 2012 noel<br />

olarak açıklamasından<br />

sonra geri adım attılar.<br />

İzleyiciyi DiCaprio’dan<br />

soğutmak istemeyen, ve her<br />

iki filmin de izleyiciye en iyi<br />

şekilde ulaşmasını arzulayan<br />

yapımcılar böyle bir yola<br />

başvurdular. Bu şekilde,<br />

her iki yapımda da anahtar<br />

karakter rolü üstlenen Leo<br />

DiCaprio’nun, bir nevi,<br />

kendisiyle karşılaşmasının<br />

önüne geçilmiş oldu.<br />

Fakat bu rahatlık fazla<br />

uzun sürmedi, ve Universal<br />

Film Şirketi Les Miserables<br />

filmini Gatsby’nin<br />

yarattığı boşluğu doldurmak<br />

amacıyla 25 Aralık günü izleyici<br />

ile buluşturacaklarını<br />

açıkladılar. Bu gelişmeler<br />

10 Mayıs 2013 tarihinde,<br />

“About Time”, “Tyler<br />

Perry’s We the Peeples”<br />

ve Tobey Maguire, Joel<br />

Edgerton,Carey Mulligan,<br />

ve Isla Fisher’lı “The Great<br />

Gatsby” ile birlikte 3 filmin<br />

birden aynı zamanda start<br />

alacağının göstergesi oldu.<br />

Herhangi bir değişiklik<br />

olmadığı sürece 2013 Mayıs<br />

ayı Hollywood film endistrisi<br />

için önemli bir ay olacağa<br />

benziyor.


n Uzun süre magazin gündemini meşgul<br />

eden Meltem Cumbul ile Ali Can Özbaş’ın<br />

düğünü damadın ailesine ait Aydın<br />

Kuşadası’ndaki Grand Blue Sky otelde<br />

yapıldı. Düğün için otel içi ve dışında<br />

olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Otelin<br />

dış bahçe giriş kapısı, iç kapı ve düğünün<br />

yapıldığı bahçe kapısında üç aşamalı güvenlik<br />

çemberi oluşturuldu. Fotoğraf makinesi<br />

taşıyan kimseye giriş izni verilmedi. Yonca<br />

Evcimik, Yalan Dünya ve Çocuklar Duymasın<br />

dizilerinin bazı oyuncuları Meltem Cumbul’u<br />

mutlu gününde yalnız bırakmadı. İstanbul’da<br />

özel olarak hazırlanan beyaz bir elbise giyen<br />

Cumbul için İzmir’den özel kuaför getirildi.<br />

n Sylvester Stallone imzalı “Expandables”<br />

filminin, 3. bölümü hakkında dedikodular<br />

başladı. Hollywood’da ne kadar “vurdulu kırdılı<br />

film” oyuncusu varsa, hepsini bir çatı altına<br />

toplamayı düşünen Stallone’nin hedefindeki<br />

yeni simalar Wesley Snipes, Harrison Ford, ve<br />

Clint Eastwood. Daha önce Nicholas Cage ile<br />

konuştuklarını ve kendisini yeni filmin kadrosuna<br />

kattıklarını söyleyen filmin yapımcısı Avı Lerner,<br />

Snipes, Ford, ve Eastwood gibi Hollywood<br />

sinemasının efsane isimleriyle de bir an önce<br />

konuşup işi sonlandırmayı istediklerini söyledi.<br />

Stallone’nin böyle bir yapımda oyunculuk teklifi<br />

etmesi halinde ne cevap vereceği sorulduğunda<br />

şaşkınlığını gizleyemeyen Eastwood, Expandables<br />

filmini izlemediğini, film hakkında hiçbirşey<br />

bilmediğini ve okumadığını söyledi. Kendisine<br />

oyuncu olarak teklif gelmesi halinde, bunu<br />

kabul etmeyeceğini, ve işinin, bu saatten sonra<br />

yönetmenlik olduğunu söyleyen Eastwood, filmi<br />

yönetmesi istenmesi halinde bunu severek ve<br />

büyük bir keyifle yapabileceğini söyledi.


n 2007 yılındaki Pirates<br />

of the Caribbean<br />

(Karayıp Korsanları)<br />

filminden beri büyük<br />

yapımlarda çalışma<br />

fırsatı bulamayan Keira<br />

Knightly, “Jack Ryan”<br />

karakteri ile birlikte<br />

rol alacağı filmde,<br />

sonunda istediği tarz<br />

bir filmde çalışma<br />

ortamı bulmuş gibi<br />

görünüyor. Kenneth<br />

Branagh’in yöneteceği<br />

filmde Jack Ryan<br />

karakteri’nin karısı<br />

Cathy Ryan karakterini<br />

oynayacak olan güzel<br />

oyuncu, gerilim tarzı<br />

filmleri çok sevdiğini,<br />

hep bu tür tarz filmlerin<br />

birinde rol alabilmek<br />

için beklediğini ve 6-7<br />

yaşlarından beri yönetmen<br />

Branagh’ın en sıkı<br />

hayranlarından biri<br />

olduğunu söylemekten<br />

de geri kalmıyor.<br />

Başrollerinde Chris<br />

Pane, Kevin Costner,<br />

ve Knightley’ın<br />

oynadığı film<br />

İngiltere’de 26 Aralık<br />

2013 tarihinde vizyona<br />

girecek.


n Indiana Jones’un apımcıları, ve bu filmle<br />

özdeşleşmiş oyuncular filmin 5. bölümünün gelmesi<br />

gerektiğini düşünüyorlar. Filmin kemikleşmiş oyuncu<br />

kadrosu içinde yer alan Karen Allen de geçtiğimiz<br />

hafta bu kervana katılan isimler arasındaki yerini<br />

aldı ve Indiana Jones serisi ile ilgili birbirinden ilginç<br />

açıklamalar yaptı. Geçtiğimiz hafta Steven<br />

Spielberg ile konuştuğunu açıklayan oyuncu, bu<br />

konuşmanın öncesinde de Spielberg ile yoğun bir<br />

elektronik posta trafiği içinde olduğunu söyledi. Steven<br />

Spielberg’in, serinin 5. filmi için hazır olduğunu<br />

kendisine defalarca söylediğini belirten Allen,<br />

aynı şekilde ünlü oyuncu Harrison Ford’un da yeni<br />

bir film için çok istekli olduğunu sözlerine ekledi.<br />

Spielberg’in, topu George Lucas’a attığını Lucas’ın<br />

desteği olursa filmin çekileceğini belirtti.<br />

n Geçtiğimiz sezon “Muhteşem Yüzyıl”<br />

dizisinde canlandırdığı Malkoçoğlu<br />

karakteriyle şimdi sinema filmi çekmeye<br />

hazırlanan Burak Özçivit, marka<br />

yüzü olduğu bir firmanın tanıtım<br />

toplantısında basına açıklamalar<br />

yaptı. Özçivit, 800 bin TL aldığı<br />

kampanyanın reklam filminde James<br />

Bond’u hatırlatan sahneleriyle dikkat<br />

çekti. Reklam için uzattığı saçlarını<br />

yeni oynayacağı filmi için kestiren<br />

Özçivit, gazetecilerin son dönemde<br />

Kıvanç Tatlıtuğ ile popüler olan baklava<br />

vücutlu erkekler hakkındaki görüşleri<br />

sorulduğunda da ‘Onlar benim konum<br />

değil, pek benlik değil” yanıtını verip<br />

Kıvanç Tatlıtuğa üstü kapalı göndermede<br />

bulundu.


n Dünyanın en popüler<br />

kahramanlarından biri olan<br />

Örümcek-Adam, hikayesinde<br />

yeni bir sayfa açan ‘İnanılmaz<br />

Örümcek-Adam’ın devam<br />

filmi kesinleşti. Bu sene yeni<br />

bir hikâyeyle beyaz perdeye<br />

dönen “İnanılmaz Örümcek<br />

Adam”, yolculuğuna ikinci<br />

filmiyle devam edecek.<br />

Ntvmsnbc’nin haberine göre;<br />

serinin devam filminde Peter<br />

Parker’ı tekrar Andrew Garfield<br />

canlandıracak. Filmin<br />

yönetmenliğini ise ilk filmde<br />

olduğu gibi Marc Webb üstlenecek.<br />

2013 yılının başında<br />

çekimlerine başlanacak “Örümcek<br />

Adam”ın, 2 Mayıs 2014’te 3<br />

boyutlu versiyonuyla vizyona<br />

girmesi planlanıyor. Yapımcılar,<br />

ilk filmde Gwen Stacy karakterini<br />

oynayan Emma<br />

Stone’un da seriye geri dönmesi<br />

için konuşmalara başladı.<br />

“İnanılmaz Örümcek Adam”<br />

geçtiğimiz yaz gösterime<br />

girmiş, dünya çapında 751<br />

milyon dolar gişe hasılatı<br />

yapmıştı.


n Bugüne dek 74 dile çevrilen, 450<br />

milyon adet satan, 8 filme konu olan<br />

Harry Potter` serisinin dünyaca ünlü<br />

yazarı J. K. Rowling,`Harry Potter`<br />

efsanesinin devam edebileceğinin<br />

sinyallerini verdi. En çok satan<br />

kitaplar arasında saygın yeri olan<br />

Harry Potter romanlarının yazarı JK<br />

Rowling, ‘’Eğer güzel fikirler üretebilirsem,<br />

yeni bir Harry Potter kitabı<br />

yazabilirim’’ diye konuştu. Tüm<br />

dünyayı kasıp kavuran ‘Harry Potter’<br />

serisinin son 7’nci ve son kitabı<br />

‘Harry Potter ve Ölüm Yadigarları’<br />

ile Harry Potter maceralarının<br />

edebiyat dünyasına kapılarını<br />

kapattığı belirtilmişti. Fakat usta<br />

yazardan gelen bu sözler, Potter<br />

hayranlarını ümitlendirdi.’’Harry Potter<br />

romanlarının sonunun geldiğinin<br />

söylendiğini biliyorum. Ben de öyle<br />

düşünmekteyim. Fakat yazmayı çok<br />

seviyorum’’ şeklinde konuşan yazar<br />

Rowling, aklına gerçekten yazmaya<br />

değer mükemmel bir fikir geldiğinde<br />

bunu romana dönüştürmekten de<br />

çekinmeyeceğini dile getirdi.<br />

n Hülya Avşar “Ben Türkiye’yi dünyada temsil<br />

edecek tek oyuncuyum” dedi ve ekledi: Ama<br />

yurt dışında başarıya ulaşmış yönetmenlerimiz<br />

egoları yüzünden kendilerini öne çıkarmak<br />

istiyorlar. Güzel kadını hafif kıskanıyorlar. 49.<br />

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin jüri<br />

başkanı olan ünlü oyuncu Hülya Avşar, Vogue<br />

Türkiye’ye mesleği ve özel hayatıyla ilgili samimi<br />

açıklamalar yaptı: “Hiç mütevazı olmayacağım,<br />

kimsede olmayan beyazcam ışığı bende var.<br />

Sinemada filmini izlediği zaman, bir kadın seni<br />

tatlı tatlı kıskanmalı, erkek de o gece seninle<br />

sevişmek istemeli. Bence sinema bu, güç de<br />

bu. Moskova’da ödül aldım ne oldu? Kim beni<br />

değerlendirdi? Hangi senarist, hangi yapımcı?<br />

Ben Türkiye’yi dünyada temsil edecek tek oyuncu<br />

olduğumu düşünüyorum. ”


Adana Altın Koza’nın En İyi Yönetmen ödülünü alan Pelin Esmer<br />

belgesel kökenli bir yönetmen olması kadar doğal merakının da<br />

üretimlerinde etkili olduğunu söylüyor...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Pelin Esmer’in ismini ilk kez 2005’te Oyun filmiyle<br />

duymuştum. O dönemde belgesel bir filmle festivallere<br />

katılan bir de filmi vizyona sokarak dikkatleri<br />

üzerine çeken yönetmen izlenmesi gereken bir isim<br />

olarak listemizde yerini aldı. Daha sonra kendi kısa<br />

filminden yola çıkarak ilk kurmaca uzun metrajı 11’e<br />

10 Kala filmiyle karşımıza geldi. Yine filmi büyük ilgi<br />

topladı. Özellikle Türk sinemasında kadın yönetmen<br />

azlığı içinde başarılarıyla öne çıkan bir isim<br />

oldu. Bu yıl da son filmi Gözetleme Kulesi ile Adana<br />

Altın Koza film yarışmasına katıldı. Gözetleme<br />

Kulesi En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu<br />

dallarında da ödüle ulaştı. Biz de Pelin Esmer’e<br />

sorduk belgeselden gelme bir yönetmen olması<br />

başarısında etken midir? Türk sinemasının geldiği<br />

son nokta adına önemli bir röportaj olduğunu<br />

düşünüyorum. İşte En İyi Yönetmen ödülü sahibi<br />

olan Pelin Esmer’in cevapları...<br />

Bu öyküyü seçmenizde sizi tetikleyen şey neydi?<br />

Herhalde suçluluk duygusuydu. Suçluluk duygusunun<br />

önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.<br />

Umarım toplumsal olarak suçluluk duyuyoruzdur.<br />

Suçluluk duygusu o kadar da korkunç bir şey değil.<br />

Üretilen filmler bu suçluluğun yansıması mıdır<br />

bilmiyorum. Ben senaryoyu insan üzerinden okumaya<br />

çalıştım ama insanlar bulutlar gibi havada<br />

asılı değiller yaşadıkları bir dünya, bir toplum var ve<br />

onun için var oluyorlar.<br />

Filmin geçtiği mekan çok etkileyici. Mekan<br />

çalışmasını nasıl yaptınız?<br />

Mekan senaryo yazıldıktan sonra bulundu. Yangın<br />

gözetleme kulesi gibi bir kavramı yıllar önce<br />

gazetede görüp kafamın bir yerine almışım. Çok<br />

fazla yer dolaştık. Türkiye’nin orman olan neredeyse<br />

her yerinde yangın gözetleme kulesi var. Batı<br />

Karadeniz’den başladık. Çok şanslıydım çabuk<br />

bulduk. Hayal ettiğim bir mekandı ve çok rahatladım.<br />

Bulduğumuz yer çalışmayan, yıkılmak üzere olan bir<br />

yerdi. Tosya Orman Müdürlüğü’ne “Film çekeceğiz<br />

burayı lütfen yıkmayın” dedim yıkmadılar ve hala da<br />

duruyor. İnşallah da durur, çok özel bir yer. Herkesin<br />

gidip bir saat geçirmesinin çok hayırlı olacağına<br />

inandığım bir mekan. Otogarı da sonradan bulduk.<br />

Kafamın bir yerlerine düşmüş fotoğrafların aynısını<br />

gördüm orada da. Çok büyük bir yer olsun istemedim.<br />

Sonuç olarak önemli olan yol kenarında<br />

olmasıydı. Çünkü benim için başka bir anlamı vardı.<br />

Bir de Cide’ye gittik. Anne baba evini orada çektik.<br />

Batı Karadeniz’de küçük bir dünya oldu.<br />

Belgesel kökenli olduğunuz için insanları gözlemlemeyi<br />

çok iyi biliyorsunuz. Onların gerçek hayatlarını<br />

filme kendi haliyle aktarıyorsunuz. Farklı tecrübeleriniz<br />

var. Bu durum filme etki etti mi?<br />

Bu filme özellikle etki etti mi bilemem. Meraklı bir<br />

insanım ve bakmayı, görmeyi seviyorum. Belgeselden<br />

gelmenin hayatın sürprizlerine açık olmak<br />

gibi bir eğitimi var. Bu sinemada güzel bir durum<br />

çünkü kimi zaman oyuncunuzun sürprizine açık oluyorsunuz.<br />

Merakımı kaybetmek istemiyorum. Bu da<br />

bir belgeselciyle ne kadar ilintili onu bilemiyorum.<br />

Filmin ses çalışması da ilgi çekiyor. Filmin bazı<br />

yerlerinde sessizlik üzerinden bir ses çalışması<br />

uygulanmış ve bence bu çok değerli bir durum. Bunu<br />

nasıl yorumluyorsunuz?<br />

Sesi en az görüntü kadar önemsiyorum. Bir duygu<br />

yaratmada etki uyandırma da sesler çok önemli bir


ol oynuyor. Ses hayal gücüne açık bir duyu. Burada<br />

da çok önemsedik, çok çalıştık. Toplam 3-4 ay<br />

kadar sesle uğraştık. Sessizliklerin önemli olduğu<br />

bir film. Sessizliğe tahammülü çok önemsiyorum.<br />

O sessizliğin de teknik olarak bir sesi var ve ona<br />

ulaşana kadar deneyerek, yanılarak zamanımı<br />

geçirdim. En basitinden sahnenin atmosferine göre<br />

binlerce kuş sesi aradık.<br />

Nilay Erdönmez ve Olgun Şimşek hakkında neler<br />

söylersiniz, onları nasıl seçtiniz?<br />

İkisiyle de çok mutluyum. Kafamda hayal ettiğim<br />

karakterleri ete kemiğe büründürdüklerini söyleyebilirim.<br />

Olgun’u Gül ile Adem kısa filminde<br />

izlemiştim ve o zamandan aklıma düşmüştü. Olgun<br />

Nihat’ta ortak çok şey buldu. Doğayı seven<br />

bir insan ve filmde bunu çok kullandık. Olgun<br />

sahne beklerken hep bir şeylerle uğraşıyordu. Ya<br />

mantar toplardı ya bir şeyler oyardı. Hep doğayla<br />

ilgilendi. Onunla çok iyi iletişim kuruduğumuzu<br />

düşünüyorum. İkisiyle de ayrı ayrı çok vakit<br />

geçirdim.<br />

İstenmeyen bir çocuk ve bir doğum sahnesi var.<br />

Gündemde de kürtaj tartışmaları var. Bu konudaki<br />

yorumlarınız nedir?<br />

Senaryo bu konulardan iki sene önce yazılmıştı.<br />

Hayat o kadar enteresan ki neler olacağını bilemiyoruz.<br />

Şimdi yazsam o diyalogları yazamazdım.<br />

Üç ay önce yazdığın senaryoyu şimdi yazamamak<br />

aslında yaşadığımız dünyayı anlatıyor.<br />

Belgesel yaptığınız zaman gerçek hayatta olan bir<br />

derdi işliyor ve onun üstüne gidiyorsunuz fakat kurgu<br />

yaptığınız zaman hayatı yansıtmaktan çok kendiniz<br />

kurguladığınız için sorumluluğu da alıyorsunuz.<br />

Bu yönetmen üzerinde sanatçı yaratıcılığı konusunda<br />

baskı oluşturuyor mu?<br />

Aslında baskı değil bir yandan daha fazla özgürlük<br />

kazandırıyor. Sorumlu hissettiğin bir şey yok. Başka<br />

birinin hayatını ödünç alıp paylaşma gibi bir durumum<br />

yok. Burada da gerçekçilik duygusu karşınıza<br />

çıkıyor. Bunun hesabını soracak birileri var. Ben<br />

gerçekle iç içe olmayı seven biri de olduğum için<br />

ağır sansürler yaşamıyorum. Kişisel olduğu ve<br />

insanların hayatlarıyla yüz yüze geldiğimiz için belgeseldeki<br />

sorumluluk bana çok daha ağır geliyor.<br />

Yıllar önce çektiğiniz Oyun filmi vizyona giren ilk<br />

belgesellerdendi ve bir çok da ödül almıştı. Bugün<br />

ise Adana Altın Koza Film yarışmasında dört tane<br />

belgesel tandanslı film yarıştı.


Olması gereken de buydu. Demek ki her şeyin<br />

bir zamanı var. Artık belgesel sinemayla kurmaca<br />

tartışmalarının dışında da çok şey tartışıyoruz. Kurmaca<br />

da belgeselden çok faydalanan bir alan. Şimdi<br />

ikisi eşit bir alana geçti diye düşünüyorum. Belgeseller<br />

de artık daha sinema tadında ve estetiğinde<br />

çekiliyor. Bu bence çok motive edici bir şey.<br />

Şimdiye kadar belgesellerde daha kurmaca tadında<br />

verilip onu izlenebilir hale getirme çabası vardı.<br />

Derviş Zaim’in Devir filmindeyse kurmacayı belgesele<br />

dönüştürme çabası var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?<br />

Çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Derviş<br />

de o gün “Özellikle belgesel olmaması için çaba<br />

gösterdim” dedi. Kafa karıştırmak da çok güzel.<br />

Festivaller bu tür belgesel filmlerin yarışmasına<br />

altyapı olarak hazır mı? Bu konuda ne<br />

düşünüyorsunuz.<br />

Ben onun da zamanla olacağına inanıyorum. Oyun<br />

filmimin de Türkiye’de uzun metraj yarışmasına<br />

kabul edildiği yer Adana’ydı aslında. Sonrasında<br />

ödüllerde bir eşitsizlik hissetmedim. İyi film<br />

değerlendirmeye zihnimizi yönelttikçe daha eşit<br />

olacağını, daha güçleneceğini düşünüyorum. Belgesel<br />

sinemanın ayrılmasından yana değilim. Keşke<br />

böyle kategoriler bile konulmasa. Yönetmenin cinsiyeti,<br />

ülkesi keşke hiç ayrılmasa. Film izlerken iyi<br />

bir film izledim konusuna meyillenirsek her şey daha<br />

güzel olabilir.<br />

Adana’ya kadar bir festivalde beş tane yönetmenin<br />

yarıştığı hiç olmamıştı.<br />

Çok mutlu oldum. Sanırım geçen sene hiç yokmuş.<br />

Gittikçe artıyor. Artık çok film çekiliyor. Burada bir<br />

kadın yönetmen filmi, erkek yönetmen filmi diye<br />

izlenmemesinden yanayım.<br />

(Spoiler var) Filminizde doğum sahnesi, alışık<br />

olmadığımız bir şekilde sert ve gerçekçi verilmiş.<br />

Bu da biraz kadın yönetmen bakış açısından<br />

kaynaklanıyor olabilir mi?<br />

Kadın olduğum için mi böyle verdim bilmiyorum.<br />

Çünkü erkek olmadım, o zaman nasıl çekeceğimi<br />

bilemiyorum. Belki daha yakın olduğum bir dünya<br />

olabilir. Erkeklerin giremediği, duyamadığı alanlar da<br />

var. Orada yaşananlar da bizi oluşturan küçük taşlar.<br />

Mutlaka çocukluğumdan beri kadın olarak girmeme<br />

izin verilen yerde gördüğüm duyduğum şeylerin etkisiyle<br />

de olabilir.


n İstanbul hayallerin büyülü şehri. Onu nasıl görmek isteriz, nasıl hayal<br />

ederiz! Sinamada, yerli ve yabancı yönetmenlerin İstanbul’a bakan,<br />

İstanbul’u anlatan filmlerine göz attık. Kimisi Oryantalst bir bakış içinde,<br />

kimi gizemli bakıyor, kimisi ise eleştiriyor. Taken 2’den yola çıkarak<br />

İstanbul’da çekilen on filme göz attık…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

Taken 2 / Takip İstanbul<br />

Gösterime girdiği yıl sürpriz<br />

bir şekilde gişeden<br />

mutlu ayrılan 96 Saat<br />

(Taken)’in devamı olan<br />

Taken 2’nin merkezinde de<br />

yine bir kaçırılma olayı var.<br />

İlk filmde Liam Neeson’ın<br />

kızını kaçıran ve yine Neeson<br />

tarafından öldürülen<br />

çete elemanlarından birinin<br />

babası, bu sefer intikam için<br />

Neeson’ın İstanbul’da tatil<br />

yapan karısını kaçırıyor.<br />

Emekli CIA ajanı Bryan Mills<br />

de bu sefer kızının yardımıyla<br />

bunu yapanları tek tek avlayacak...<br />

İlk filmde kaçırılan Kim olarak<br />

pasif bir rolde izlediğimiz<br />

Maggie Grace de devam filminde<br />

olayların tam merkezinde<br />

aktif bir rol alırken,<br />

Mills’in eşi olarak yine Famke<br />

Janssen kadroda yer alıyor...<br />

İstanbul filmin tam merkezinde<br />

neredeyse, İstanbul’a<br />

yapılan bir güzelleme<br />

diyeceğim ama sadece Eminönü,<br />

Sultanahmet çevresini<br />

kullanan , oryantalist bakış<br />

açısını koruyan ve çarşaflı<br />

kadınlarla imaj yaratan film<br />

için ne demek lazım ki?


Crossing The Bridge: The Sound<br />

Of İstanbul / Köprüyü Geçmek<br />

Alexander Hacke adındaki müzisyen<br />

kültür karmasının yansıdığı<br />

müzik türlerini anlamak ve<br />

şehirdeki ahenkli tınlamaları<br />

kaydetmek için, hiç Türkçe<br />

bilmediği halde, İstanbul’a gelir.<br />

Burada Selim Sesler’le tanışır.<br />

Aralarındaki diyolaglar müzik diliyle<br />

gelişmeye başlar. Ardından bir<br />

çok müzisyen ve şarkıcı onların<br />

bu serüvenine katılır ve ortaya<br />

İstanbul’un çok sesli korosu<br />

çıkar. Tarzların farklılığı ortak<br />

amaçlarının en birleştirici özelliği<br />

oluverir. Hedefleri, İstanbul’un<br />

şarkısını yapmaktır. Belgeseli<br />

Altın Ayı ödüllü yönetmen Fatih<br />

Akın çekti. Orhan Gencebay’dan<br />

Mercan Dede’ye uzanan geniş<br />

yelpazesiyle, seyretmesi ve dinlenmesi<br />

keyifli bir belgesel...<br />

Topkapı<br />

Topkapı 1964 ABD yapımı bir<br />

serüven filmi. Senaryosunu<br />

casus romanları yazarı Eric<br />

Ambler’ın 1962 tarihli The Light<br />

of Day adlı romanından Monja<br />

Danischewsky’nin uyarlayıp<br />

yazdığı gfilmin yönetmeni Jules<br />

Dassin. Ege Ernart, Senih Orkan<br />

ve Danyal Topatan gibi Türk<br />

sinemasından oyuncuların da<br />

yer aldığı filmin müziklerini Manos<br />

Hacidakis yapmıştır. Dış<br />

mekân çekimlerinin tamamının<br />

İstanbul’da gerçekleştirildiği<br />

filmde, uluslararası bir hırsızlık<br />

çetesinin Topkapı Sarayı<br />

Müzesi’nden kıymetli bir hançeri<br />

çalmak üzere geliştirdikleri zekice<br />

soygun planını uygulamaya<br />

koyarken, onların silah kaçakçısı<br />

ve suikastçı olduklarını düşünen<br />

Türk istihbaratı ile aralarındaki<br />

kedi fare oyunu anlatılıyor.


Altın Yumruk istanbul’da /<br />

The Accidental<br />

Altın Yumruk İstanbul’da 2001 yılı<br />

Hong Kong yapımı Jackie Chan’in<br />

başrolünde oynadığı, İstanbul’da<br />

çevrilen aksiyon filmi. Hong<br />

Kong’da egzersiz aletleri satan<br />

Buck, hayatının monotonluğundan<br />

sıkılmıştır. Mağazada şüphelendiği<br />

iki adamı takip ederken kendini<br />

İstanbul’da maceranın, mafyanın<br />

ve olayların ortasında bulur.<br />

Kapalıçarşı’nın çatılarında oradan<br />

oraya uçarken İstanbul’a hayran<br />

kalan Chan, filmin adına İstanbul’u<br />

sonradan ekler. Filmde birçok Türk<br />

oyuncu, model ve dublör kullanıldı.<br />

‘Altın Yumruk İstanbul’da’, 2001in<br />

en sevilen komedi-macera filmlerinden<br />

biri olmayı başardı.


From Russia With Love / Rusya’dan Sevgilerle<br />

Rusya’dan Sevgilerle;<br />

İngiliz yapım şirketi<br />

tarafından 1963’te çekilen<br />

Bond serisinin ikinci filmi.<br />

James Bond rolünde ilk film<br />

Dr. No’da olduğu gibi yine<br />

Sean Connery var. Filmin<br />

büyük bir kısmı İstanbul’da<br />

geçiyor, ayrıca bir<br />

zamanların ünlü treni Orient<br />

Express de filmin geçtiği<br />

mekanlardan biri. Konusuna gelince; James<br />

Bond (Sean Connery), Rus konsolosluğundaki<br />

Lektor adlı şifreleme cihazını ele geçirmek için<br />

İstanbul’a gönderilir. Fakat aslında bu görev,<br />

Bond’un ezeli düşmanı S.P.E.C.T.R.E.’nin<br />

kurduğu bir tuzaktır. S.P.E.C.T.R.E., Bond<br />

tarafından öldürülen önemli ajanları Dr.No’nun<br />

intikamını almak istemektedir.<br />

The World is not Enough / Dünya Yetmez<br />

İkinci bir Bond, ikinci bir<br />

‘Rusya’dan Sevgilerle’<br />

benzeri olan filmde emekli<br />

Bond (Pierce Brosnan),<br />

petrol boru hattı meselesiyle<br />

çıkan karmaşayı<br />

düzeltirken, İstanbul’u da<br />

büyük bir nükleer felaketten<br />

kurtarır. Filmin Kız Kulesi,<br />

Dolmabahçe Sarayı ve<br />

Sarayburnu kıyılarındaki<br />

sahneleri müthiş. Boğaz’ın derinliklerini de<br />

görme fırsatı sunuyor. Diğer bir ayrıntı da,<br />

İstanbul’dan sonra biri Fransız, diğeri Amerikalı<br />

iki güzelin oyunculuğu...<br />

Midnight Express<br />

Geceyarısı Ekspresi Alan Parker’ın<br />

yönetmenliğini yaptığı İngiliz-Amerika ortak<br />

yapımı ve 1978 çıkışlı bir sinema filmi. 1970’te,<br />

Türkiye’de tutuklanıp hapse atılan William<br />

Hayes’in gerçek öyküsünden yola çıkılarak<br />

yazılmış hikâyeyi anlatıyor, gösterildiği<br />

dönemde ülkemizde nefretle anıldı, haksız<br />

bulundu ve Parker kötü politika yapmakla<br />

eleştirildi. Amerikalı genç bir turist olan William<br />

Hayes, sevgilisi Susan ile birlikte Türkiye’de<br />

tatildedir. Hayes tatil dönüşü arkadaşlarına<br />

satıp para kazanmak amacıyla ülkesine<br />

dönerken yanında iki kilogram haşhaş götürmeye<br />

teşebbüs eder. Vücuduna canlı bomba<br />

gibi yerleştirdiği küçük paketler halindeki<br />

uyuşturucu uçağa binmek üzereyken yapılan<br />

ani bir güvenlik aramasıyla polisler tarafından<br />

bulunur ve İstanbul Sağmalcılar Cezaevi’nde<br />

tutuklu geçireceği süreç başlar.


Uzak<br />

Çanakkale’nin Yenice<br />

kasabasını kendisine mekan<br />

olarak seçen yönetmen,<br />

Uzak filmi için karlar<br />

altında bir İstanbul’u tercih<br />

etmiş.Film, ideallerinden<br />

uzaklaşmaya başladıkça<br />

yaşamının anlamını<br />

yitiren ve uzaklara gitmeyi<br />

düşleyen bir adamla, hayallerini<br />

gerçekleştirmek için<br />

İstanbula gelen bir gencin hikayesini anlatıyor.<br />

Minimalist bir sinema anlayışına sahip olan<br />

Nuri Bilge Ceylan, filmin senaryosunu ve yönetimini<br />

üstlendiği gibi, görüntü yönetmenliğini<br />

de kendisi yapmış. Sinemasında doğuya özgü<br />

yavaşlığı ve sadeliği temel almasıyla tanınan<br />

yönetmenin son filmi, en olgun çalışması<br />

olarak kabul edildi.<br />

Uzak, 39. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi<br />

Film ödülü alırken, Mehmet Emin Toprak’a En<br />

İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve Ceylan’a da En<br />

İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini getirdi.<br />

Doğu Ekspresi’nde Cinayet (Murder on the Orient<br />

Express)<br />

Yön: Sidney Lumet Oyn: Albert Finney, Lauren<br />

Bacall, Ingrid Bergman, Sean<br />

Connery Yapım yılı: 1974<br />

Dev demenin küçük<br />

kalabileceği oyuncu kadrosuyla<br />

‘efsanevi filmler’ kategorisinde<br />

yer alan eserin<br />

açılış sahneleri, Sirkeci Garı<br />

ve Beyoğlu’nda Pera Palas<br />

Otel’in lobisidir. Agatha<br />

Christie’nin aynı adlı eserinden<br />

uyarlanan filmde, karizmatik<br />

dedektif Hercul Poirot, İstanbul’dan Paris’e<br />

hareket eden trendeki cinayeti çözmeye çalışır.<br />

Ayrıca filmin ilk sahnelerinde Nubar Terziyan’ı<br />

seyyar satıcı rolüyle görürüz.<br />

Bir Tutam Baharat (Politiki Kouzina)<br />

Türk ve Yunan oyuncuların rol aldığı gerçek<br />

olaylara dayanan 2003 yapımı film, aldığı birçok<br />

ödülle de ünlü. 35 yıl sonra doğduğu şehre,<br />

yani İstanbul’a gelen bir<br />

Rum’un çocukluk aşkıyla<br />

karşılaşmasından, hatırladığı<br />

baharat kokularını aramasına<br />

kadar her şey ayrı tatlarda<br />

anlatılıyor. Yunanistan’ı<br />

Oscar’da temsil eden film,<br />

Kadıköy, Haydarpaşa ve<br />

Sirkeci arasında geçiyor.


Dizi dünyasının en prestijli ödülleri her<br />

yıl sonbahar’da dağıtılan Emmy Primetime<br />

ödülleridir, dizi dünyasının Oscar’ı<br />

diye tanımlamak yanlış olmaz. Bu yıl<br />

64.kez düzenlenen Emmy Ödülleri 23<br />

Eylül tarihinde yapılan ödül töreni ile<br />

sahiplerini buldu. Biz de bu sayımızı bu<br />

senenin kazananlarına ayırdık.<br />

n Los Angeles’taki Nokia Theatre’da düzenlenen töreni<br />

bu yıl adaylıkları da açıklamış olan ünlü komedyen Jimmy<br />

Kimmel sundu. Son yıllarda Emmy’nin vazgeçilmez dizilerinden<br />

biri olan başarılı drama Mad Men ve geçen yılın çok<br />

konuşulan korku serisi American Horror Story 17’şer dalda<br />

adya gösterildikleri Emmy’den neredeyse eli boş döndüler.<br />

Diğer taraftan İngiliz şaheserleri Sherlock: A Scandal In<br />

Belgravia ve Luther’da adaylıklarına rağmen ödül alamayan<br />

diziler oldular; bu yılın şanslı İngiliz dizisi ise Downton<br />

Abbey oldu. Genel olarak kazananlara baktığımızda ise bu<br />

yılın zaferi Homeland’in demek yanlış olmaz.<br />

Son 4 yılın drama dalında en iyi dizi ödülünü kimselere<br />

kaptırmayan Mad Men 5.sezonuyla yine aday oldu bu dalda.<br />

5.sezon şahsi kanaatime göre en az 1.sezon kadar başarılı<br />

bir sezondu ancak Mad Men bu yıl ödülü Homeland’e<br />

kaptırdı. (Ödülü yine Mad Men alsa açıkçası ben bu duruma<br />

şaşırmaz, sevinirdim. Çünkü Mad Men sadece son<br />

yılların değil tüm zamanların en iyi drama dizilerinden<br />

biri.) Homeland sadece en iyi drama dizisi ödülünü değil,<br />

drama dalında en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu ve<br />

en iyi senaryo ödüllerini de kazandı. Showtime kanalında<br />

yayınlanan dizinin şu sıralar 2.sezonu yayınlanmakta.<br />

Başrollerinde aslında sinema oyuncusu olan Claire


Danes’in ve çeşitli filmler ve TV dizilerinden<br />

anımsanabilecek Damian Lewis ile V ve Firefly<br />

dizilerinden hatırlayabileceğimiz deneyimli dizi<br />

oyuncusu Morena Baccarin bulunuyor. Dizinin<br />

senaryo yazarları daha önce Buffy the Vampire<br />

Slayer, Angel, The X Files gibi projelere iş<br />

yapmış Howard Gordon, yine The X Files, 24 ve<br />

Dawson’s Creek‘in arka planında yer almış Alex<br />

Gansa ile Prisoners of War dizisinde yer almış<br />

ve yönetmenlikte yapan Gideon Raff. Bu üç<br />

isim Homeland’in pilot bölümü için yazdıkları<br />

senaryo ile drama dalında en iyi senaryo ödülünün<br />

sahibi oldular. Homeland kısaca; kaybolan<br />

bir deniz çavuşunun Afganistan’da bir<br />

sığınma evinde bulunup 8 yıl sonra ülkesine<br />

dönüşünün gizemini ve bu çavuşun kahraman<br />

mı yoksa hain mi olduğunu araştıran<br />

bir CIA ajanının hikayesini anlatmakta. Genel<br />

olarak “Müslümanlar teröristtir, Amerikalılar<br />

kahramandır” algısı yarattığı yönünde eleştiriler<br />

almasıyla birlikte; aslında konuya tarafsız<br />

yaklaştığı da savunuluyor. Ancak şöyle bir<br />

gerçek var; Homeland Game of Thrones ve Mad<br />

Men gibi iki harika dizi arasından sıyrılıp en<br />

önemli Emmy ödüllerinden dördünü kaptı.<br />

Komedi dalında ise bu yılın en çok ödül toplayan<br />

dizisi Modern Family oldu ki geçtiğimiz<br />

yıl da Emmy’den eli boş dönmemişti bu dizi.<br />

Christopher Lloyd (Back to You, Just Shoot<br />

Me!, Frasier) ve Steven Levitan (Wings, Back to<br />

You, Frasier) tarafından yaratılan ve şu sıralar<br />

4.sezonu devam eden dizi 3 birbirinden farklı<br />

ailenin yaşamlarına değinen bir “sözümona belgesel”.<br />

Dizi en iyi komedi dizisi ödülüne layık<br />

görülürken, Steven Levitan da Modern Family<br />

ile en iyi yönetmen ödülünün sahibi oldu.<br />

Komedi dalında en iyi erkek oyuncu ödülü Two<br />

and a Half men dizisindeki rolüyle Jon Cryer’a<br />

giderken, en iyi kadın oyuncu ödülünü Veep<br />

dizisindeki rolüyle Julia Louis-Dreyfus aldı bu<br />

yıl. Julia Louis-Dreyfus’un bu 3. Emmy ödülü,<br />

daha önce The New Adventures of Old Christine<br />

ve Seinfeld dizilerindeki rolleriyle de ödül


kazanmıştı. 10.sezonu devam eden, Charlie<br />

Sheen’in ayrılışı ve Ashton Kutcher’ın kadroya<br />

dahil oluşuyla ufak çaplı “fırtına”lar yaratmış<br />

Two and a Half Men’deki bu rolüyle Jon<br />

Cryer’ın aldığı bu ikinci Emmy’i ise fazlasıyla<br />

gereksiz buluyorum. Kabak tadı vereceğine,<br />

zirvede bırakmalı artık bazı diziler/oyuncular ki<br />

bizlerde yeni yetenekleri tanıyabilelim.<br />

Mini Series / Tv Filmi kategorisinin en çok<br />

adı anons edileni Game Change oldu.<br />

Başrollerinde ünlü sinema oyuncuları Julianne<br />

Moore, Woody Harrelson ve Ed Harris’in<br />

bulunduğu film; en iyi TV filmi, en iyi yönetmen,<br />

en iyi aktris, en iyi senaryo ödüllerinin<br />

hepsini topladı ki yarıştığı diziler arasında<br />

American Horror Story, Luther, Sherlock<br />

gibi diziler bulunuyordu. Game Change 2008<br />

Amerika başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin<br />

adayı John Mccain’in yanında başkan<br />

yardımcılığı için yarışan Sarah Palin’in hikayesini<br />

anlatmakta. Özellikle Julian Moore’un<br />

performansı ve HBO kalitiseyile kendinden söz<br />

ettiriyor bu film.<br />

Son olarak genelde şaşırtıcı seçimlere sahne<br />

olmuş bu yılın Emmy ödüllerinde, son yılların<br />

en iyi dramalarından biri olan Breaking<br />

Bad’deki rolüyle ödül kazanan Aaron Paul’un,<br />

American Horror Story’deki rolüyle ödül alan<br />

Jessica Lange’in ve Louie için yazdığı senaryo<br />

ile ödül alan Louis C.K.’nın kazandıkları ödülleri<br />

kesinlikle hak ettiklerini düşümdüğümü eklemek<br />

istiyorum.<br />

Kategorilere göre tüm kazananların listesi ise şu şekilde;<br />

Drama<br />

En İyi Dizi – Homeland<br />

En İyi Aktör - Damian Lewis,<br />

Homeland<br />

En İyi Aktris - Claire Danes,<br />

Homeland<br />

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu<br />

- Aaron Paul, Breaking Bad<br />

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />

- Maggie Smith, Downton<br />

Abbey<br />

En İyi Erkek Konuk Oyuncu -<br />

Jeremy Davies, Justified<br />

En İyi Kadın Konuk Oyuncu<br />

- Martha Plimpton, The Good<br />

Wife<br />

En İyi Yönetmen - Tim Van<br />

Patten, Boardwalk Empire<br />

En İyi Senaryo - Alex Gansa,<br />

Howard Gordon ve Gideon<br />

Raff - Homeland – “Pilot”<br />

Komedi<br />

En İyi Dizi – Modern Family<br />

En İyi Aktör - Jon Cryer, Two<br />

and a Half Men<br />

En İyi Aktris - Julia Louis-Dreyfus,<br />

Veep<br />

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu -<br />

Eric Stonestreet, Modern Family<br />

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu –<br />

Julie Bowen, Modern Family<br />

En İyi Erkek Konuk Oyuncu -<br />

Jimmy Fallon, Saturday Night<br />

Live<br />

En İyi Kadın Konuk Oyuncu -<br />

Kathy Bates, Two and a Half<br />

Men<br />

En İyi Senaryo - Louis C.K.-<br />

Louie – “Pregnant”<br />

En İyi Yönetmen - Steve Levitan,<br />

Modern Family<br />

Mini Series ya da Tv Filmi<br />

En İyi Dizi / TV Filmi– Game<br />

Change<br />

En İyi Aktör - Kevin Costner,<br />

Hatfields & McCoys<br />

En İyi Aktris - Julianne<br />

Moore, Game Change<br />

En İyi Yardımcı Erkek<br />

Oyuncu - Tom Berenger,<br />

Hatfields & McCoys<br />

En İyi Yardımcı Kadın<br />

Oyuncu - Jessica Lange,<br />

American Horror Story<br />

En İyi Yönetmen - Jay<br />

Roach, Game Change<br />

En İyi Senaryo - Danny<br />

Strong - Game Change


Hollywood güzel yıldızları dünya<br />

sinemasına hediye etmeye devam ediyor.<br />

Taken 2 ile İstanbul’a da gelen Maggie<br />

Grace sinemanın son seksi hatunu…


SERDAR AKBIYIK<br />

n Taken 2’yi seyrettiğimde bu kadar kötü<br />

bir İstanbul filmi olamayacağını düşündüm.<br />

Filmdeki tek güzel şey Maggie Grace.<br />

Sanıyorum bütün magazin dergileri de benim<br />

gibi düşünmüş olacak ki Grace FHM’den<br />

Maxim’e, Variety’e kadar bütün dergilerin en<br />

seksi yıldız listelerine girmiş. Özellikle Variety<br />

onu 2009’da birinci sıraya yerleştirmiş.<br />

Grace ekranlarda ilk kez haftalık bir internet<br />

yapımı olan Rachel’s Room adlı programda<br />

göründü. Program, Sony’e ait olan Screen-<br />

Blast adlı internet sitesinde 2001-2002<br />

yıllarında yayınlandı. Ardından 2002’de<br />

kariyerine “Murder in Greenwich” ve “Shop<br />

Club” adlı filmlerde başrol oynayarak devam<br />

etti. 2003 yılında “12 Mile Road” adlı<br />

filmde Tom Selleck ve Wendy Crewson’un<br />

sorunlu kızını canlandırdı. Asıl patlamasını<br />

ise Lost dizisinde canlandırdığı seksi ve<br />

zengin kız Shannon rolüyle yaptı. Diziden<br />

sonra yer aldığı bir diğer proje, bir John<br />

Carpenter filmi olan “The Fog”’dur. Bu<br />

filmde Smallville dizisinden Tom Welling de<br />

Grace ile oynamaktadır. Söylentilere göre<br />

X-Men 3 adlı filmde Shadowcat adlı karakteri<br />

canlandırması için Maggie Grace’e teklif<br />

yapıldığı, ancak Grace’in bu teklifi Lost ile<br />

konratı olması nedeniyle reddetiği söylendi.<br />

Fakat Grace bir röportajında bunu ilk defa<br />

duyduğunu, böyle bir şey olmadığını ve bu<br />

duruma çok şaşırmış olduğunu söylemiştir.<br />

Ayrıca romandan uyarlama olan Suburban<br />

Girl adlı filmde, Sarah Michelle Gellar ve<br />

Alec Baldwin ile beraber yer aldı The Twiligh<br />

Saga Breaking Dawn’da İrına karakteriyle<br />

ne kadar seksi bir vampir olabileceğini<br />

de kanıtladı. Taken’ın ilk bölümünde 16<br />

yaşındaki Kim’I canlandıran Grace o sırada<br />

23 yaşındaydı. 1,75 boyunda olan Grace’in<br />

en beğendiği yeri ise bacakları. Özellikle kısa<br />

şort giydiğinde kendini çok seksi bulduğunu<br />

söyleyen Grace’e katılmamak eldi değil.<br />

Yakaladığı ün ona yetmemiş olacak ki aynı<br />

zamanda müzikle de uğraşıyor. Bizim için<br />

fark etmez onun güzelliğini perdede ve sahnede<br />

seyretmeye razıyız…


Siyah Giyen Adamlar’ın<br />

hiç gülmeyen<br />

kahramanı Tomy Lee<br />

Jones gerçek hayatta<br />

aslında resimdeki gibi<br />

güleç bir insan. Bütün<br />

filmlerinde<br />

somurtkan duran<br />

Jones’un gizli hayatını<br />

sizin için araştırdık...


BANU BOZDEMİR<br />

n Tommy Lee Jones, 15 Eylül 1946 tarihinde San Saba, Texas’ta<br />

doğdu. Annesi Lucille Marie ve babası Clyde C. Jones’tu. Midland,<br />

Texas’ta oturan Tommy Lee Jones, Robert E. Lee Lisesi’ne<br />

katıldı. Anne ve babası Libya’ya gittikten sonra Dallas’ta bir<br />

hazırlık kursuna katılan Jones, burada sinema oyuncusu olmayı<br />

kararlaştırdı. Okulundaki tiyatro programı sayesinde, oyunculuğa<br />

iyice alıştı. Üniversite yıllarında da tiyatroya devam eden Jones,<br />

mezun olduktan sonra New York’a taşındı. Sinemadaki ilk rolünü<br />

Aşk Hikayesi (1970) filmi ile elde etti ve One Life to Live isimli bir<br />

televizyon dizisinde çalıştı.<br />

Bazı televizyon ve sinema filmlerinde oynayan Jones, Coal Miner’s<br />

Daughter filmi ile Altın Küre Ödülü adayı oldu. Oyunculuk<br />

yeteneği sayesinde çok boş zamanı olmayan Jones, JFK (1991),<br />

Kaçak (1993), Müşteri (1994), Katil Doğanlar (1994), Batman<br />

Daima (1995), Siyah Giyen Adamlar (1997),Siyah Giyen Adamlar<br />

II (2002), Üç Defin (2005), İhtiyarlara Yer Yok (2007), ve Tanrının<br />

Vadisinde (2007) gibi yapımlarda rol aldı. Jones, yönetmenliğini<br />

Andrew Davis’in yaptığı Kaçak filmindeki oyunculuğu ile En<br />

İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü kazandı. İlk<br />

yönetmenlik deneyimini The Good Old Boys (1995) filmi ile kazanan<br />

Jones’un yönetmenliğini yaptığı ikinci film ise Üç Defin oldu.<br />

The Company Man, İlk Yenilmez: Kaptan Amerika ve Siyah Giyen<br />

Adamlar 3 son üç yılda rol aldığı filmler. Bu ay karşımızda David<br />

Frankel imzalı Aşk Yeniden filmi ile çıkacak ve aşka deneyimli<br />

ama yeni bir heyecan katmaya çalışacak…


Bu hafta vizyona giren Özge Özberk imzalı N’apçaz Şimdi<br />

filmini konuştuk Özgür ve Özge Özberk kardeşlerle…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

Film çekmeye neden ve nasıl karar verdiniz?<br />

Sonuçta biz sizi oyuncu olarak biliyoruz…<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Ken her oyuncunun, kendi gönlünde<br />

yatan, insanlarla paylaşmak ve anlatmak<br />

isteyeceği bir hikayesi olduğuna eminim. Benim<br />

de hikayelerim var, anlatmak istediklerim var ama<br />

yönetmenlik tecrübe ve birikim isteyen bir mevki.<br />

Bu yüzden de ilk filmim bu hikayeler içerisinde<br />

bence en basit ve anlatımı en kolay olanı olan<br />

“N’apcaz Şimdi?” oldu ve bence de çok iyi pratik<br />

yaptığım bir film oldu.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Yapımcılığı da denemek istedim<br />

diyebiliriz. Aslında bir anda olan bir iş değil bu. Biz<br />

şirketimiz olan Özgür Yapımlar’ı üç yıl önce kurduk<br />

üç yıldır projenin her detayını ince ince çalıştık.<br />

Ancak şimdi çekebildik.<br />

İnsanlar önce evlenip sonra neden o evlilikten kurtulmaya<br />

çalışır? Konu tam olarak bu mu?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Aslında bir mesaj vermeye<br />

çalışmadık bu filmde. Bizi bize göstermeye çalıştık.<br />

Çünkü film tamamen 3. sayfa hikayesi. Ama işin<br />

içine şanssızlık, biraz da beceriksizlik öğelerini<br />

katınca gerçekten ızlemeye değer komik bir film<br />

ortaya çıktı. İzleyenlere bıyık altından “bu benim<br />

başıma da geliyordu az kalsın:) “ dedirtmek istedim.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Ben filmde Nalan karakterini<br />

canlandırıyorum. Ufuk Özkan’ın oynadığı Toygar<br />

karakterinin karısı. Filmin ana cümlesi, “Hangimiz<br />

bir an bile olsa ondan kurtulmak istemedik ki?”<br />

Filmde kurtulmak istenen kişiyim ben. Yani Ufuk<br />

benden kurtulmak istiyor ve bunun için de bir plan<br />

yapıyor. Ama bu plan o kadar çok eline, ayağına<br />

dolanıyor ki işin içinden çıkılmaz hale geliyor. Komedi<br />

de buradan çıkıyor.<br />

Günümüzde çok yaşanan bir konu, sanırım komedi<br />

olarak çekmeye karar verdiniz? Bunun bir sebebi<br />

var mıydı?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: E tabi günümüzde sosyalleşmek<br />

o kadar kolaylaştı ve eski defterleri açabileceğiniz<br />

o kadar çok yer var ki. Facebooktan eski dostları!<br />

bulmak birçok sorunu beraberinde getiriyor tabi.<br />

Sadece o da değil daha rahat bir toplum olduk ve bu<br />

nedenle ilişkilerde de de sorunlar çıkmaya basladı.<br />

Bunu konu alan bir film aslında.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Bu senaryo Özgür’ün aslında.<br />

Özgür bunu kısa film senaryosu olarak yazmıştı<br />

2001 yılındaydı sanırım. Özgür bu şekilde<br />

oluşturmuş senaryoyu. Sonrasında benim de ufak<br />

tefek eklemelerim oldu. Setteki doğaçlamalarla çok<br />

daha oturdu.<br />

Tarzınızı komedi olarak mı belirlediniz? Yani bundan<br />

sonra çekeceğiniz filmler de mi komedi olacak?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Hayır bir sonraki filmim bir komedidrama<br />

olacak. Tam toplumumuza uygun. Gülerken<br />

ağlamayı çok seviyoruz bence.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Yo hayır o şekilde belirlediğimiz bir<br />

tarzımız yok. Sonraki filmler dram da olabilir… Ama<br />

önce N’apcaz Şimdi’ye gelecek yorumları bekliyoruz.<br />

Ülkemizdeki komedi filmlerini nasıl buluyor, nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Çizgisini çok beğendiğim oyuncu<br />

arkadaşlarım ve onların başrollerini paylaştığı filmler<br />

var. Ama beğenmediklerim çoğunlukta. Çünkü<br />

komedıyı biz hep ucuzlaştırıyoruz. Komedının<br />

aslında bır dramadan çıktığını unutuyoruz. Hatta komedi<br />

filmlerini skeçler haline çeviriyoruz ki bence bu<br />

benım sevdiğim bir tarz değil. O nedenle kendi filmimde<br />

mümkün olduğu kadar skeç değil de sinema<br />

bütünlüğü olan bir senaryo oluşturdum. Çekerken<br />

de sinemanın evrensel kurallarına uymaya çalıştım.<br />

Yakında başarılı mıyım değil miyim goreceğiz.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Bence çok iyi komedi filmleri çekiliyor.<br />

Aslına bakarsanız komedi dramaya göre daha<br />

zor. Ağlatmak, güldürmekten kolay. Ama bu konuda<br />

Türk sinemasının başarılı olduğunu düşünüyorum.<br />

Kemal Sunallar, Şener Şenler’le gelen, yeni


jenerasyon oyuncu, yönetmen ve senaristlerle devam<br />

eden, başarılı bir komedi sinemamız olduğunu<br />

düşünüyorum.<br />

Film çekmeye ilk bu filmle mi karar verdiniz, yoksa<br />

başka filmler var mıydı aklınızda?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Aslında çekmeyi planladığım<br />

ikinci film, biraz daha zor ve tecrübe gerektiren bir<br />

film. Bu nedenle daha basit oldugunu düşündüğüm<br />

“N’apcaz Şimdi” filmiyle yola çıktım.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Fikirlerimiz vardı ama bu<br />

filmde daha nettik. İlk film için daha rahat<br />

çalışabileceğimiz, daha rahat kotarabileceğimiz bir<br />

projeydi. Biz de ilk filmimizde cok fazla zorlanmamak<br />

için bu senaryoyu çekmeye karar verdik. Bu<br />

film bizim için bir nevi sınav aslında.<br />

Bir insan iki ilişki arasında kalınca ne yapar?..<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Aynen Ufuk Özkan’ın<br />

canlandırdığı başrol karakterimiz gibi ne yapacağını<br />

bilemez herhalde :)<br />

Oyuncu seçimi nasıl oldu? Mesela kardeşiniz Özge<br />

hanım da var, projeyi beraber mi oluşturdunuz?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Özge’ye senaryoyu kaba<br />

hatlarıyla bitirdikten sonra yolladım çok benimsedi<br />

ve üç sene boyunca sıklıkla uzerinden geçtik. Mutfak<br />

benim ama servis Özge’nin diyelim :)<br />

İlk filminiz içinize sindi mi? Yani tam anlamıyla<br />

içinize sinen bir film çıktığını düşünüyor musunuz?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Zaman anlamında biraz zorlandık<br />

aslında çünkü filmi gişesel sebeplerden dolayı bir<br />

ay öne almamız gerekti ki bu da öğrenimimizin<br />

bir parçasıydı. Bu nedenle istediğim kadar revize<br />

edemedım ama bu haliyle bile kahkahalar gala<br />

salonunu inlettı düşünün yani :)<br />

ÖZGE ÖZBERK: İçimize sindi evet. Ama bundan<br />

sonrasına seyirci karar verecek. Biz de gelen yorumlara<br />

göre eksik ya da fazlalıklarımızı görüp, bir<br />

sonraki filmimizde bunları telafi etmeye çalışacağız.<br />

Son olarak neler söylemek istersiniz?<br />

ÖZGÜR ÖZBERK: İlk filmimiz benim için çok iyi<br />

bir okul oldu. O kadar çok şey öğrendim ki ikinci<br />

filmimle alakalı hersey cok daha kolay olacak..<br />

En azından öyle umuyorum.. Son olarak şunu<br />

soylemeliyim. Zor günler geçirdiğimiz şu günlerde<br />

insanların yüzünü biraz da olsa gülümsetebilirsek,<br />

bence görevimizi iyi yapmışızdır. Umarım bu ilk fılm<br />

diğer birçok güzel filme öncülük eder bize ve bizim<br />

gibi girişimci arkadaşlara...


Adana Film Festivali son yıllarda bize film izlettirmeyi başaran<br />

festivallerden. Festivallerin son ayağı olarak Haziran’da yapılan<br />

festivalde izlediğimiz, diğer festivalleri tavaf etmiş filmleri görüyoruz.<br />

Biz o yüzden genelde Adana’yı gezmeye adıyorduk kendinizi.<br />

İlk kez bu sene bu kadar yoğun programlı bir izleme yaptık…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

n Adana 19.sunu yaptı bu sene, tarihçesine<br />

girmeye gerek yok ama son yıllarda<br />

sıkı takipçisiyim, filmlerde moderasyon<br />

yapıyor ekiplerle sohbet ediyoruz. Adana<br />

diğer festivallerden farklı olarak film seçim<br />

skalasını değiştirdi, belgesellerde yarışıyor<br />

Adana’da… Aslında belgesellerin kurmaca<br />

filmlerin yanında çok şansı olmadığını<br />

düşünüyorum, ama bazı belgeseller sempatiyle<br />

öne çıkıyor, bu sene de Siirt’in Sırrı<br />

bu sempatiyi yaşadı… Her zaman söylerim<br />

başarı hikayeleri insanların ilgisini<br />

çeker, burada da böyle oldu, Evin hüznü<br />

ve sevinçleriyle herkesi kendisine hayran<br />

bıraktı… Ama diğer belgeseller için aynı<br />

şeyi söylemek mümkün değil. Derviş Zaim<br />

imzalı Devir kurmaca ve belgesel arasında<br />

dolaşan, sempatik bir yapımdı ama o da jüri<br />

kanadında değer bulamadı.<br />

Geçen sene Ümit Ünal’ın Nar filminin<br />

Altın Portakal’ı moderasyonunda ona da<br />

sormuştum, deneyimli yönetmenlerin<br />

genç ve ilk filmlerini çeken yönetmenlerle<br />

yarışması avantaj mı dezavantaj mı<br />

diye? Sonuçlar bu sene Derviş Zaim, Zeki<br />

Demirkubuz, Erden Kıral ve Yeşim Ustaoğlu<br />

ve İsmail Güneş için de geçerliydi… Zeki<br />

Demirkubuz tepkisini ortaya koydu, bir<br />

yönetmen ödül alamadı diye tepkisini elbette<br />

ortaya koyar, koymalı bence de…<br />

Ama o zaman taa işin başına gidip filmini<br />

bir festivalde yarışmaya gönderiyorsa ve<br />

oradaki jürinin takdirine sunuyorsan zaten<br />

baştan hakkını teslim etmiş olmuyor<br />

mu? Ben jüri sistemine inancımı çoktan<br />

yitirdim, kendim de jürilik yapıyorum ama<br />

jürilik objektiflikten uzak, gayet de subjektif<br />

bir alan ne yazık ki! Çünkü sektörde<br />

dirsek teması çok fazla, bir jüri üyesi<br />

bir yönetmen ya da oyuncunun yakını,<br />

yapımcısı, oyuncusu vs.. O yüzden subjektif<br />

bir değerlendirmeden uzak olacak<br />

elbette sonuçlar…<br />

Ben kendi adıma festivalde Gözetleme<br />

Kulesi, Yer altı ve Araf arasında dağılım<br />

olur diye düşünüyordum ama bir yandan<br />

da jürinin herkesin gittiği yoldan<br />

gitmeyeceğine ilişkin bir kanım vardı be nitekim<br />

öyle oldu. Babamın Sesi meselesine<br />

gelince….Ben İstanbul Film Festivali’nde<br />

izledim filmi. Baştan şunu söylemek istiyorum,<br />

politik duyarlılığı tavan yapmış birisiyim<br />

ama her politik olan şeyi beğenmek<br />

zorunda değilim. Bu dayatmayı almak<br />

istemiyorum üzerime. Babamın Sesi’ni her<br />

türlü politik görüşten sıyrılarak çok fazla<br />

beğenmedim… Şimdi ben bunu sosyal<br />

medyada yazınca tepkiler alırdım eminim<br />

ama beğenmeme hakkımız var değil mi?<br />

Sonuçta politik duyarlılık arz


arz etmeyen, kötü bir filme fazla beğenmedim<br />

diyebiliyorsak, bu tarz filmlere de diyebilmeliyiz.<br />

Ne faşist oluruz ne de vicdansız! Bence bu<br />

sevdirme dayatmaları daha faşizan kusura<br />

bakılmasın!<br />

Ekibin İki Dil Bir Bavulu’na bayıldım mesela…<br />

Ben kendim bağırıyorum uzun zaman, ülkede<br />

politik sinema eksik diye. Ama ben ezik politik<br />

sinema anlayışından bıktım arkadaş! Gümbür<br />

gümbür olsun, ezilenlerin derdi… Neden bu<br />

egemen gücün karşısında geri çekilip, ezilip<br />

büzülme hali… Ben bu konuda itiraz ediyorum.<br />

Babamın Sesi annelik hali üzerinden giden,<br />

hüzünlü bir hikaye… Örneklemelerini gördük<br />

aslında bunca yıl içinde fazlasıyla… O yüzden<br />

benim için ya da bir sürü insan için yeni bir şey<br />

değil…<br />

Festivallerde son yıllarda dikkatimi çeken<br />

başka bir şey de sinemanın önüne geçen gerçeklik!<br />

Yoğun bir gerçeklik sinema estetiğini<br />

öldürüyor yavaşça. Tatminsiz ayrılıyor salondan,<br />

her filme ‘eh’ çıkıyor artık ağzımızdan.<br />

Yönetmenler de bir zahmet bunu görsünler,<br />

seyirciyi her anlamda tatmin etmek için<br />

uğraşsınlar o vakit. İnsanlar beğenmeyince de<br />

bozulmasınlar!<br />

Politik duyarlılık yalnız bireyin saçma dertlerinden<br />

elbette bin kat iyi ama sinema niye bu<br />

kadar yavaş! Söylemekten dilimizde tüy bitti,<br />

yavaşlık sanatsal değil, artık değil ya da…<br />

Selim Evci imzalı Rüzgarlar’a da bu anlamda<br />

yönetmene filmini kısaltmasını, bir nevi ziplemesini<br />

öneriyoruz. Konusuzluk derdi, görüntülere<br />

yüklendiriyor yönetmeni ne yazık ki!<br />

Kendi adıma yoğun ama filmlerden dolayı çok<br />

da tatmin olamadığım bir festival geçirdim…<br />

Daha önce izlediğim bir filmin yerine Chaplin<br />

imzalı Altına Hücum filmine girdim ve destursuzca<br />

güldüm eğlendim…<br />

Sonuçlara delice itiraz etmiyorum ama<br />

beklediğimizin dışında oldu sadece, yoksa kimsenin<br />

Babamın Sesi’ni politik olarak aşşaladığı<br />

yok, sinemasal olarak beğenmemek olabilir<br />

ama!


Çanakkale Çocukları Sinan Çetin’in son büyük projesi. Eşi Rebeca<br />

Haas’ı ve kendi çocuklarını da oynattığı için en kişisel filmi<br />

diyebiliriz. Rebekka Haas ile yaptığımız röportajda Haas’ın Sinan<br />

Çetin ile çalışmak hakkında söyledikleri çok dikkat çekiciydi...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Rebecca Haas Sinan Çetin’in eşi olarak<br />

yıllarca onun filmlerinin görsel yönetmenliğini<br />

yaptı. Fakat kamera önüne hep uzak kalmaya<br />

dikkat etti. Bütün bu yıllar içinde Romantik<br />

ve vizyona giren Çanakkale Çocukları’nda<br />

çocuklarıyla beraber rol aldı. Biz de hemen<br />

teybimizi kendisine uzattık. Haas çok<br />

da alışmadığımız bir içtenlikle cevapladı<br />

sorularımızı. Eşi Sinan Çetin’in sette bazen<br />

dağınık, disiplinsiz olduğunu ve çok bağırdığını<br />

söylerken onun gerçekçi, detaylara dayalı bir<br />

sinema yaptığını söyleyerek de hakkını teslim<br />

etti.<br />

Proje size ne hissettirdi?<br />

Sinan Çetin’i pek ciddiye almıyorum. Çok çılgın<br />

bir adam ve benim kontrolü biraz elimde tutmam<br />

gerekiyor. Bu yüzden oynamak istemedim.<br />

Önce projenin nasıl olduğuna bakarım. Utangaç<br />

biri olduğum için uzun süre oyunculuktan<br />

uzak kaldım, bu yüzden cesaretli değilim. Sinan<br />

güçlü bir yüzüm olduğunu, bütün duyguları<br />

oradan alabileceğini düşünüyor. Bu yüzden hep<br />

kamera önünde olmam gerektiğini söyler. Yine<br />

de fazla içinde olmak istemediğim için hayır<br />

dedim. Zaten evliyiz ve beraber çalışıyoruz, ben<br />

biraz mesafe olmasından yanayım. Sinan filmleri<br />

tüketilmesi için yapıyor o yüzden hiç kimse<br />

onu durduramaz. Onun filmlerindeki konular,<br />

herkesin bir şeyler öğrenebileceği, evrensel<br />

olan önemli konular. Tüm bunlara bakınca fikrim<br />

değişti yer almak istedim.<br />

Savaş evrensel bir durumdur fakat ülkeler<br />

açısından bakıldığında bir o kadar da yereldir.<br />

Bu hikayeye baktığınızda evrensel olarak<br />

gördüğünüz şey neydi?<br />

Einstein, “Mantık sizi A noktasından B noktasına<br />

taşır. Hayal sizi istediğiniz her yere taşır”<br />

demiştir. Biz belirli düşünce seviyelerinden<br />

artık çıkmak, hatta yeni bir basamak yapmak<br />

zorundayız. Savaş, politika, siyaset, siyasi<br />

güç, iktidar, rekabet bunlar sonsuz bir konsept<br />

oluşturuyor. Hiçbir konuyu aşağılamak istemiyorum<br />

fakat yeni bir adım atma zamanı geldi. Yeni<br />

düşüncelere açık olursak güzel şeyler çıkacaktır.<br />

Savaşan ülkeler açısından baktığımızda evet<br />

yereldir fakat annelerin tarafından baktığımızda<br />

bakış açısı hemen değişir.<br />

Bu film anne gözünden baktığı için bana savaş<br />

karşıtı olarak da geldi. Filmi savaş karşıtı olarak<br />

adlandırabilir miyiz?<br />

Evet adlandırabiliriz.<br />

Size rol geldiğinde bu bakış açısı rolü kabullenmenizde<br />

işe yaradı mı?<br />

Zaten projeyi o yüzden kabul ettim. Filmin konusunu<br />

çok geç anladım. Sinan herkes gibi<br />

komünikasyon yapmayan biridir. İstediğini hemen<br />

anlatamıyor ama öğrendikten, bilgi aldıktan<br />

sonra bu filmin savaşa karşı olduğunu anladım<br />

ve bu rol ile filmin bir parçası olmak istedim.<br />

Türk değilsiniz ama bu toplumda yaşadığınız için


ir nevi Türksünüz. Bu film Türk toplumu için çok değerli<br />

bir konuyu işliyor. Bu durum sizde cesaret kırıklığı, korku<br />

yarattı mı? Yutabileceğim bir lokma mı çiğniyorum diye<br />

düşündünüz mü hiç?<br />

Korkabiliriz ama ben korkmuyorum. Bu filmle güzel bir<br />

şey söylüyoruz. Öldürmek kötü, yaşamak iyi mesajına<br />

hiç kimse karşı çıkmaz. Tabi ki politik bir biçimde<br />

konuşabiliriz ama insanlık tüm konuları geçer, her<br />

şeyden üstündür. Zaten bu film için geç kaldık. Biz belgesel<br />

çekmiyoruz, insanlara yeni bir açı göstermek istiyoruz<br />

ki bu durum sanattır. Sanatçı çok acı çeker, ortaya<br />

bir şeyler çıkarmak zordur. Eğer dinden, siyasetten,<br />

hastalıktan, homoseksüellikten korkuyorsan sanat yapan<br />

birisi olamazsın. Bir Avustralyalı kadını canlandırıyorum<br />

filmde. Bu rol kabul etmek cesaret mi yoksa cehalet mi<br />

bilemiyorum sonunda ben bir Almanım ve Avustralya<br />

aksanına dair hiçbir şey bilmiyorum. Herneyse sonunda<br />

yaptım. umarım Sinan bir mucize yaratır da komik duruma<br />

düşmem. Sinan gerçekçi de detaylara dayalı bir sinema<br />

yapmıyor. hikayenin özüne dokunan bir yaklaşımı var.<br />

Gerçekçi sinemadan ziyade daha çok bir masal anlattı bu<br />

filmde.<br />

Filmde en savaş karşıtı duygu annelik duygusu var.<br />

Kendi yavrularını kaybetme endişesi çok fazla. Şu an<br />

Türkiye’de bunu yaşayan bir dolu anne var. Tam da<br />

o noktada sizin filminiz çıkıyor, üstüne üstük kendi<br />

çocuklarınız da oynuyor. Bu durum sizi nasıl etkiledi?<br />

Filmin içinde otobiyografik unsurlar var. Bir evliliğin<br />

içinde iki kimlik var ve gerginlikler yaşanıyor. Bu<br />

hem globaliliğe doğru giden pozitif bir gerginlik hem<br />

de keskin bir gerginlik. Sizlerin ve benim dilimiz,<br />

düşüncelerimiz farklı. Sinan da ben de birbirimizden<br />

çok şey öğrendik. Hala da bir şeyler öğreniyorum,<br />

öğrenmeye de devam edeceğim. Otobiyografik anlarda<br />

oynamam kolay oldu, bu duyguları biliyorum, tanıyorum.<br />

Aile içi çatışmalar, düşünce ayrılıkları var. Bu hayatın<br />

kendisidir. Film hemen hemen bir çözüm vermiyor ama<br />

insanları yeni bir açıdan düşünmeye itiyor. Film bana terapi<br />

gibi geldi. Çocuklarımla beraber oynamak ise roldeki<br />

duyguların beni fazlasıyla etkilemesine sebep oldu tabii.<br />

Ben oyuncu olmayı kendime uygun bulmuyorum dediniz<br />

fakat sonuçta başrol olduğunuz bir film bitirdiniz. Bu<br />

filmde sonra düşünceleriniz değişti mi?<br />

Tabi ki oldu. Haluk Bilginer benim partnerimdi. Kendisi<br />

süper bir oyuncu. Ne kadar harika bir işi olduğundan<br />

bahsettim. Rol yapmak çok keyifli, çok derin bir iş. Başka<br />

bir insanın duygularını anlamak zorundasın. Oyuncuların<br />

cin gibi insanlar olduğunu düşünüyorum.


Siz kamera arkasından geliyorsunuz. Eşinizin<br />

bu filmi yönetmesi biraz problem yaratabilir.<br />

Siz böyle bir şey yaşadınız mı?<br />

Yaşadım. Bazen diyaloglara güvenmedim,<br />

fazla duygu vermeden yazdılar. Önemli diyaloglar<br />

istediğimi söyledim. Sonra kendimi<br />

tuttum. Çünkü ben de filmciyim ve yönetmene<br />

yüzde yüz saygı duymuyorsan bu işi<br />

yapmamalısın diye düşündüm. Yoksa bu<br />

gemi yürümez.<br />

Bundan sonra oyunculuğu profesyonel<br />

olarak düşünüyor musunuz?<br />

Her şeye açığım artık. Prensip olarak ilgimi<br />

çekiyor ama kolay kolay bir yönetmene<br />

güvenmiyorum. Senelerce kameramanlık<br />

yaptım, başka yönetmenlerle çalışıp<br />

hatalarını gördüğümde Sinan’a koştum. O<br />

her zaman önemli bir şey yapıyor. Bazen<br />

çok amatör, dağınık, disiplinsiz yapıyor,<br />

çok bağırıyor. Onunla beraber çalışmak<br />

çok zor ama film yaparken en önemli şey<br />

konu, sonuç ve o bunun üstesinden geliyor.<br />

Hiçbir zaman boş bir iş yapmaz. Bu da çok<br />

rahatlatıcı ve keyifli bir durum.<br />

Türk sinemasında gişe filmleri ve sanat<br />

filmleri diye bir çatışma vardır. Sanat filmlerini<br />

Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu,<br />

Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu’dan seyretmeye<br />

alıştık. Bu tür filmler üretirler. Başka yönetmenler<br />

de gişe filmi üretirler. Sinan Çetin tam<br />

ortadadır. Gişeyi de, sanatı da önemser. Siz<br />

bu çatışmaya nasıl bakıyorsunuz?<br />

Siz zaten çok güzel anlattınız. Türkiye’de<br />

hem gişeyi hem sanatı düşünen film çok az<br />

var. Dünyada çok önemli yönetmenler var,<br />

Roman Polanski, Milos Forman, Quentin Tarrantino,<br />

Inarritu, Coen kardesler gibi. Filmleri<br />

hem çok büyük gişe yaptıyor, eğlenceli<br />

filmler oluyor hem de çok önemli mesajlar<br />

taşıyor. Türkiye’de daha öyle film göremedim.<br />

Türkiye’deki yapılanma çok dengeli değil.<br />

Yurt dışında ödül alan filmi, Türkiye’de 9 bin<br />

kişi izlemiyor.<br />

Çünkü bir tarafta ideolojik düşünceler<br />

diğer tarafta para kazanmaya dayalı<br />

düşünceler var. Biz Hollywood’dan bir şeyler<br />

öğrenebiliriz.


n Henüz iki kısa filmlik filmografisiyle<br />

şimdiden sektörün önde gelen<br />

kısa film yönetmenlerinin arasına<br />

girmeyi başaran Orhan İnce için<br />

son yılların rekortmen kısa filmcisi<br />

tanımını yapmak yanlış olmaz.<br />

Ana dilin önemini anlatan onlarca<br />

kısa film içinden en akılda kalanı<br />

olanıydı kuşkusuz ki “Ali Ata Bak”.<br />

Orhan İnce bu filmdeki samimi<br />

anlatımı, doğal oyunculukları ve<br />

içten çabası için alkışları hak etti,<br />

ödülleri evine götürdü. Bakalım<br />

Orhan’ın kısa film dünyası<br />

hakkında düşünceleri neler?<br />

Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />

misin?<br />

1983 Diyarbakır doğumluyum. Marmara<br />

Üniversitesi Sinema Televizyon<br />

Bölümünü bitirip aynı üniversitede<br />

yüksek lisans yapmaktayım.<br />

DEMA KU GENIM DIRIJIN<br />

(BUĞDAYLAR DÖKÜLÜRKEN)<br />

ve ALİ ATA BAK adlı kısa filmlerini<br />

çektim.<br />

Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />

Kendi uzun metraj sinema filmini<br />

görmemiş birisi olarak; şu anda<br />

duygu, düşüncelerimi ve bakış<br />

açımı sizlerle kısa bir şekilde<br />

paylaşabildiğim tek yol.<br />

Kısa filmi bir araç olarak mı<br />

görüyorsun? Yoksa söz gelişi<br />

bir 10 yıl sonra da, kısa filmler<br />

çekeceğim diyor musun?<br />

Ben bir araç olarak görmüyorum.<br />

Seviyorum kısa film<br />

yapmayı ve daha zor buluyorum<br />

uzun metrajdan. Kısa bir süre<br />

içerisinde yarattığınız atmosfere<br />

ve anlattığınız hikâyenin<br />

içine insanların girebilmesini<br />

sağlamak, sanırım uzun metrajdan<br />

daha zordur. Bazen o kadar<br />

güzel bir fikir gelir ki aklınıza, o<br />

ancak kısa film olur. Böyle bir<br />

şey 10 yıl sonra da gelse aklıma,<br />

mutlaka çekerim.<br />

“Ali Ata Bak” adlı filmin birçok<br />

festivale katıldı, ödüller aldı.<br />

Neler hissettiriyor bu durum?<br />

Geleceğe dair ne gibi hayaller<br />

kurduruyor?<br />

Bundan önce yaptığım film de<br />

birçok festivalde gösterildi. ‘’Ali<br />

Ata Bak’’ kadar ses getirmese<br />

de bizim için ulaşmak istediğimiz<br />

yerler için önemli bir adım oldu.<br />

Festivaller, kısa filmler için belki<br />

de tek gösterim olanağı. O<br />

açıdan bir kısa film yönetmeni<br />

olarak yaptığım filmlerin izleyiciyle<br />

buluşması çok önemli. Ali Ata<br />

Bak’ın festivallerde dolaşması ve<br />

ödüller alması tabi ki de çok mutlu<br />

etti. Gelecek açısından da neler<br />

olur bilmiyorum açıkçası. Bu işe<br />

gönül vermiş ve bu işi hobi amaçlı<br />

değil, mesleği olarak seçmiş<br />

birisiyim, her zaman en iyisi<br />

olması için uğraşırım ama en iyisi<br />

olur mu onu zaman gösterir.<br />

Sence hızla gelişen teknolojinin,


kısa filme ne gibi katkıları olabilir?<br />

Neler götürür?<br />

Ben okula başlarken ev arkadaşımın<br />

kompakt makinesiyle ilk ödevlerimi<br />

çektim. Bu kadar kısa zaman diliminde<br />

o kadar çok şey değişti ki, uzun<br />

metraj filmleri artık fotoğraf makineleriyle<br />

(5D mark2) çekiliyor. Her<br />

gün yeni bir kamera çıkıyor. Evinde<br />

bilgisayarında kurgunu yapabiliyorsun.<br />

Teknolojinin çeşitlenmesi ve<br />

bu anlamda çoğalması film çekecek<br />

kişileri çoğalttı. Fakat bu kadar kolay<br />

olması da işin niteliksel boyutuna<br />

zarar veriyor diye düşünüyorum.<br />

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin,<br />

yerli ve yabancı yönetmenler kimler?<br />

Hangi oyuncularla çalışmak isterdin?<br />

İsim anlamında belki çok değer<br />

verip de unuttuğum isimler olabilir,<br />

o yüzden isim vermeden devam<br />

edeceğim. Hayatta<br />

olmadıkları için isimlerini<br />

vermemde sanırım sakınca<br />

yoktur. Birçok insanın evinde<br />

posterleri asılı olan, genelde<br />

birçok insanın neden<br />

sevdiğini bilmeden kayıtsız<br />

şartsız sevdiği sinema adamı<br />

Yılmaz Güney. Küçükken<br />

filmlerini izlemeden sevmiştim<br />

Yılmaz Güney’i. Filmlerini<br />

izledikten sonra ise büyük<br />

bir hayranı oldum. Onun<br />

sineması benim için önemli<br />

bir referanstır. Bir de sinemayı<br />

sadece sevmek değil de, âşık<br />

ta olmak istiyorsanız sevgili<br />

Ahmet Uluçay’ı da unutmamak<br />

gerekiyor. Bunun dışında<br />

bu işe gönül vermiş ve samimi<br />

bir sinema yapan her<br />

yönetmen benim için saygıya<br />

değerdir. Oyuncu anlamında<br />

aslında çok çalışmak<br />

istediğim oyuncu var fakat<br />

şu ana kadar hiç profesyonel<br />

oyuncuyla çalışmadım. Bundan<br />

sonra ki filmlerimde ne<br />

olur bilmiyorum. Yarattığım<br />

karaktere en çok uyan kişi<br />

oyuncu bile olmazsa çok<br />

çalışmak isterim..<br />

Türkiye’deki film festivalleri<br />

ve kısa filmcilere yaklaşımları<br />

konusunda neler söylemek<br />

istersin?<br />

Bu çok önemli olduğu için en<br />

başta bunu söylemek istiyorum.<br />

Festivallerdeki ön eleme<br />

jürisi bence asıl jüriden daha<br />

önemli, eğer onlar istemezse<br />

dünyanın en iyi filmini de çekseniz<br />

o filmden kimsenin haberi<br />

olamaz. Lütfen buna gerekli<br />

önemi versinler! Genelde<br />

uzun metrajla birlikte yapılan<br />

festivallerde: Kısa metrajlar<br />

gösterim konusunda en kötü<br />

salon en kötü teknik hangisiyse<br />

oraya, en kötü ulaşım<br />

ve barınma koşulları kısa<br />

filmciler için oluyor. Genelde<br />

bir an önce bitsin de gözüyle<br />

bakılıyor. Ödül töreninde bile<br />

uzun metraj’a hemen geçmek<br />

için, kısa metraj ödülleri pat<br />

diye okunuyor. Ne bileyim<br />

biraz heyecan, gerilim filan<br />

yaratılır. Sadece kısa filmin<br />

gösterildiği festivaller bu<br />

konu da daha iyi. Geleceğin<br />

sinemasını oluşturacak kişiler<br />

bu işi yapan arkadaşlardan<br />

oluşacaktır. O yüzden bireye<br />

olmasa da sinemaya saygı<br />

diyorum.<br />

Son olarak gelecek<br />

planlarından bahsedelim…<br />

Yeni bir kısa film senaryosu<br />

üzerine çalışıyorum. 2013’te<br />

çekeceğim eğer bir aksilik<br />

olmazsa. 2014 ya da 2015’te<br />

de ilk uzun metraj filmimi çekmeyi<br />

planlıyorum.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!