23.02.2016 Views

Saygıdeğer katılımcılar

ozetler

ozetler

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

1


<strong>Saygıdeğer</strong> <strong>katılımcılar</strong>,<br />

Üçüncüsünü düzenlediğimiz Kocaeli Tarihi Sempozyumunun konusunu,<br />

şehrimizin ilk yöneticisi Gazi Süleyman Paşa’ya atfettik. Bölgemiz<br />

ve Osmanlı Tarihi açısından önemli bir şahsiyet olan Gazi Süleyman<br />

Paşa maalesef bugün toplumumuz tarafından pek tanınmamaktadır.<br />

Tarih sempozyumlarına başlarken unutulmuş tarihi değerlerimizi yeni<br />

kuşaklarla tanıştırmayı hedeflemiş ve bu heyecanla yola çıkmıştık. Gazi<br />

Akça Koca ve Kara Mürsel Alp’ten sonra Gazi Süleyman Paşa’yı tanıtmak<br />

bizim için ayrı bir heyecan ve onur kaynağı olmuştur.<br />

Kentimizin kurucularından ve Kocaeli tarihindeki en önemli figürlerden<br />

birisi olarak dikkat çeken Gazi Süleyman Paşa’yı konu alan bu<br />

sempozyumla birlikte, Kocaeli’nin sanayi kenti gerçeğinin yanı sıra bir<br />

kültür ve tarih kenti olduğunu da vurgulamış oluyoruz. Kocaeli Büyükşehir<br />

Belediye’mizin kültür politikasındaki katılımcı, şeffaf ve geçmişinden<br />

aldığı güçle geleceği şekillendiren anlayışı; Kocaeli Kitap Fuarı, Kocaeli<br />

Tarih Sempozyumları, Kültür Yayınlarımız ve diğer çalışmalarımızla<br />

yoluna devam edecektir.<br />

Elinizdeki programla üç gün devam edecek olan Gazi Süleyman Paşa<br />

ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu, sadece şehrimize ait değil Osmanlı<br />

Tarihi’ne, Kuzeybatı Anadolu Bölgesine ait birçok değerli konu başlığını<br />

ihtiva etmektedir. İlkçağlardan modern zamanlara kadar uzanan bir konu<br />

bütünlüğü arz eden sempozyum konuları, daha öncekilerde olduğu gibi,<br />

sadece tarihe dair değil, kültüre, sanata, mimariye ve bugüne dair de<br />

birçok bilgiyi bir araya getirecektir.<br />

Gazi Süleyman Paşa Sempozyumu ile birlikte ülkemizde son dönemde<br />

yapılan en kapsamlı tarih sempozyumunu gerçekleştiriyoruz. Böylece<br />

dünyanın dört bir yanından ve ülkemizden, kentimiz ve bölge tarihi ile ilgili<br />

olarak çok ciddi bir hareket noktası elde etmiş oluyoruz. Bu çalışmalarda<br />

emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyor, sempozyumumuzun<br />

başarılı bir şekilde geçmesini diliyorum…<br />

İbrahim KARAOSMANOĞLU<br />

Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı


KOCAELİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ<br />

Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı<br />

Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı<br />

Gençlik ve Spor Hizmetleri Dairesi Başkanlığı<br />

KURULLAR/BOARDS<br />

Başkan/President<br />

İbrahim KARAOSMANOĞLU<br />

Genel Koordinator<br />

/General Coordinator<br />

Doç. Dr. Tahir BÜYÜKAKIN<br />

Düzenleme Kurulu<br />

/Executive Board<br />

Prof. Dr. Haluk SELVİ<br />

Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN<br />

Doç. Dr. M. Bilal ÇELİK<br />

Feyzullah OKUMUŞ<br />

Dr. Ali YEŞİLDAL<br />

Raşit FİDAN<br />

Hasan YILMAZ<br />

Hayriye SÖZER<br />

Volkan ŞENEL<br />

Emel ALP<br />

Resül NARİN<br />

Alptekin CEVHERLİ<br />

Adem YILMAZ<br />

Sempozyum Sekreterliği/Secretariate<br />

Bilimsel Konular/Scientific Matters<br />

Doç. Dr. M. Bilal ÇELİK - 0264 295 60 23<br />

Resül NARİN - 0544 207 87 80<br />

İdari Konular<br />

(Ulaşım, Konaklama vb.)<br />

/Administrative Matters<br />

Burçin TİMAÇ - 0262 322 18 74 - 2447<br />

Ali Kemal SANCAK - 0544 529 66 00<br />

Basım Yılı: 2016<br />

Web: http://kocaelitarihisempozyumu.com<br />

Mail: kocaelitarihisempozyumu@kocaeli.bel.tr<br />

Bilim ve Danışma Kurulu<br />

/Scientific and Advisory Board<br />

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN<br />

Prof. Dr. Adnan SOFUOĞLU<br />

Prof. Dr. Ahmet GÜNEŞ<br />

Prof. Dr. Altan ÇETİN<br />

Prof. Dr. Ayşe Tuba ÖKSE<br />

Prof. Dr. Azmi ÖZCAN<br />

Prof. Dr. Cevdet KÜÇÜK<br />

Prof. Dr. Chakib BENAFRI<br />

Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT<br />

Prof. Dr. Emre DÖLEN<br />

Prof. Dr. Enis ŞAHİN<br />

Prof. Dr. Enver KONUKÇU<br />

Prof. Dr. Erhan AFYONCU<br />

Prof. Dr. Feridun EMECEN<br />

Prof. Dr. Geza DAVID<br />

Prof. Dr. Halil İNALCIK<br />

Prof. Dr. Heath W. LOWRY<br />

Prof. Dr. İdris BOSTAN<br />

Prof. Dr. İlhan ŞAHİN<br />

Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU<br />

Prof. Dr. Maria Pia PEDANİ<br />

Prof. Dr. Mehmet ALPARGU<br />

Prof. Dr. Mehmet BEŞİRLİ<br />

Prof. Dr. Nedim İPEK<br />

Prof. Dr. Olena BAÇİNSKA<br />

Prof. Dr. Osman AKANDERE<br />

Prof. Dr. Osman KÖSE<br />

Prof. Dr. Özer ERGENÇ<br />

Prof. Dr. Rhoads MURPHEY<br />

Prof. Dr. Sabahattin ÖZEL<br />

Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU<br />

Prof. Dr. Tofig MUSTAFAZADE<br />

Prof. Dr. Viktor KIRYUKOV<br />

Prof. Dr. Yuriy KOÇUBEY<br />

Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU<br />

Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK<br />

Prof. Dr. Zeynep AHUNBAY<br />

Doç. Dr. Ferhat TURANLI<br />

Doç. Dr. Oleksandr SEREDA<br />

Doç. Dr. Olga MAVRİNA<br />

Doç. Dr. Serkan YAZICI<br />

Doç. Dr. Svitlana KAYUK<br />

Doç. Dr. Vyaçeslav STANİSLAVSKİY<br />

4


5


KÖRFEZ İLÇESİ’NDE (KOCAELİ) ARAZİ ÖRTÜSÜ<br />

DEĞİŞİMLERİNİN UZAKTAN ALGILAMA VE COĞRAFİ<br />

BİLGİ SİSTEMLERİ İLE ANALİZİ (1987-2015)<br />

Yrd. Doç. Dr. Beyza USTAOĞLU<br />

Suzan YILDIZ<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Bu çalışmanın amacı uzaktan algılama ve coğrafi bilgi sistemleri kullanılarak<br />

Körfez ilçesinde 1987, 1995 ve 2015 yılları arasında arazi örtüsü<br />

değişimlerini belirlemektir. Araştırma alanı Marmara Bölgesi’nin Çatalca-Kocaeli<br />

bölümünde, İzmit Körfezi’nin kuzey kıyısında, TEM Otoyolu,<br />

D-100 Karayolu ve demiryolu güzergâhında yer almaktadır. Araştırma<br />

alanında Tüpraş ve İgsaş gibi büyük sanayi kuruluşları bulunmaktadır.<br />

Körfez ilçesi 2014 yılı nüfus sayımına göre 146.210 nüfusuyla Kocaeli’nin<br />

nüfusu artmakta olan ilçelerinden birisidir. Özellikle sanayileşmenin etkisiyle<br />

oluşan nüfus artışı, arazi örtüsünü meydana getiren yerleşme, tarım<br />

ve ormanlık alanların mekânsal dağılışını etkilemektedir. Arazi örtüsündeki<br />

bu değişimi belirlemek amacıyla veri olarak Landsat 5 TM 1987<br />

ve Landsat 5 TM 1995 ve Landsat 7 ETM+ 2014 uydu görüntüleri ve arazi<br />

çalışmaları ile elde edilecek olan GPS (küresel yer belirleme sistemi)<br />

verileri kullanılacaktır. Yöntem olarak ArcGIS 10.2.2 yazılımında ekran<br />

üzerinden sayısallaştırma ve Erdas Imagine 9.2 yazılımında kontrolsüz<br />

sınıflama tekniği uygulanacaktır. Elde edilen sonuçlar T.C Orman ve Su<br />

İşleri Bakanlığı tarafından oluşturulan Arazi İzleme Sistemi, Ulusal Arazi<br />

Örtüsü veri tabanı ile karşılaştırılacaktır.<br />

6


BUZUL ÇAĞLARINDAN İTİBAREN KOCAELİ’DE<br />

DOĞAL ÇEVRE DEĞİŞİMLERİ VE KÜLTÜRLERE<br />

YANSIMALARI<br />

Öğr. Gör. Ayşin KONAK<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Her toplum geride ana hatlarını kendisinin oluşturduğu bir tarih bırakır. Bu<br />

tarihin oluşumu düz bir çizgi izlemez. Toplumun iç dinamikleri ile derinleşir,<br />

dış dünya olarak tanımlanan doğal çevreden gelen etkenlerle ise şekillenir.<br />

Kültür doğal çevrenin bütün değişimlerini izler, bu değişimlere göre biçim<br />

kazanır ya da tam tersi kültür yaşadığı coğrafyayı kültürel gelişimi doğrultusunda<br />

şekillendirir, tarihini oluşturduğu sahneye yön verir, kendine ait bir<br />

fiziksel çevre yaratır. Bu fiziksel çevre doğal çevreyle birlikte kültür tarihinin<br />

şekillendiği bir “sahne” ya da bir “mekân” oluşturur. Bu tarihten geriye kalan<br />

çoğu zaman kültürün gölgesidir.<br />

İnsan topluluklarının yaşama düzeni, yerleşme yeri seçimleri, beslenme,<br />

kültürel ve ticarete yönelik her türlü üretimleri bugün olduğu gibi doğal çevrenin<br />

sunduğu kaynaklara bağımlı olmuştur. Bugüne kadar çeşitli bölgelerde<br />

yapılan arkeolojik araştırmalar göstermektedir ki; çevresel faktörlere bağlı<br />

farklılıklar bu bölgelerde yaşayan toplumların yaşam biçimlerini etkilemekle<br />

kalmayıp, her türlü kültürel buluntulara yansımaktadır. Bununla birlikte<br />

doğal çevrede gözlenen değişimler yerleşmelerin yer değiştirmesine neden<br />

olacak kadar köklü değişikliklere neden olabilmektedir. Başta iklim olmak<br />

üzere bu çevresel değişimlerin hızı kültürün çevreye uyarlanma sürecinde<br />

oldukça etkilidir.<br />

Günümüzden 2,58 milyon yıl önce başlayan Kuvaterner Dönem kendi içinde<br />

“Büyük Buz Çağı” olarak bilinen Pleyistosen (2,58 milyon yıl - 11,7 bin yıl) ve<br />

günümüz iklim koşullarının yaşanmaya başladığı Holosen (11,7 bin yıl - günümüz)<br />

olmak üzere iki çağa ayrılmaktadır. Derin deniz sondajlarından elde<br />

edilen bilgiler sonucu Kuvaterner’de, zaman ve mekân çerçevesinde buzulların<br />

ilerlediği, daha sonra çekildiği buzul dönemleri ve buzul arası dönemlerin<br />

yaşandığı anlaşılmıştır. Kuvaterner Dönem’de gözlenen buzullaşmalar<br />

coğrafik konum, atmosferik ve topografya şartlarında gözlenen farklılıklardan<br />

dolayı yer ve zaman bakımından farklılık göstermiş, yeryüzünün farklı<br />

bölgelerinde değişik süre ve şiddetlerde etkili olmuştur. Bu dönem içinde<br />

Karadeniz’e ve Marmara Denizi’ne kıyısı olan ve kısa mesafelerde mikro çeşitlilik<br />

gösteren ekolojik bölgeleri ile Kocaeli’nde başta deniz seviyesi değişimleri<br />

ve alüvyonlaşma süreçleri olmak üzere çeşitli çevresel değişimler<br />

kültürler üzerinde ciddi etkiler bırakmıştır.<br />

7


BİTHYNİA, TRAKLAR VE DİĞER<br />

BALKAN KÖKENLİ HALKLAR<br />

Prof. Dr. Engin BEKSAÇ<br />

Öğr. Gör. Şule Nurengin BEKSAÇ<br />

Yrd. Doç. Dr. Mustafa HATİPLER<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Bithynia Bölgesi’nde uygarlığın en önemli etmeni olan Balkan ve Trak<br />

kökenli toplulukların durumunu ele alan bir çalışma olarak, bölgenin<br />

Trakya ve Balkanlar ile olan ilişkisi yanında, Anadolu’da komşu bölgeler<br />

ile olan ilişkilere de değinilecektir.<br />

THE EARLY HISTORY OF BITHYNIA - THE REGION OF<br />

KOCAELI FROM THE TIMES OF THE THRACIAN KING<br />

PHINEUS TO THE LYDIAN KING CROESUS<br />

Doç. Dr. Alexandar PORTALSKY<br />

SWU, Bulgaria<br />

The paper interprets the information from ancient sources regarding the<br />

land of Bithynians. At first the hypothesis of the existence of a large Thracian<br />

state entity on both sides of Bosporus is proposed, which supposedly<br />

reached north to Salmydessos and south to today’s Gulf of Kocaeli.<br />

Then the growth of the Lydian kingdom in 7-6 century BC is analyzed.<br />

The kings Alyates and Croesus controlled southern shore of the Sea of<br />

Marmara and organize there founding of the Greek colonies, which with<br />

their fleets help to stop the continuous passing of Thracians from Europe<br />

to Asia Minor and vice versa. In this context the founding of Astakos,<br />

probably in the place of today’s Yazlik or Yuvacik is commented as well.<br />

8


KURULUŞUNDAN YIKILIŞINA KADAR BİTHYNİA<br />

KRALLIĞI’NIN SINIRLARI VE GELİŞİMİ<br />

Dr. Ali BORA<br />

Ele aldığımız konunun genel kronolojisi, MÖ. üçüncü yüzyılın başlarından,<br />

MÖ. birinci yüzyılın ilk çeyreği arasındaki süreci kapsamaktadır.<br />

Hellenistik Dönemin önemli bir parçası olan bu süreç, aynı zamanda siyasi<br />

otorite olarak Bithynia Krallığı’nın ortaya çıkışı ve yok oluşu ile ilgili<br />

gelişmeleri içerir. Bu bakımdan çalışmamız, bölgedeki önemli tarihsel<br />

gelişmeler eşliğinde, Bithynia Krallığı sınırlarının oluşumu ve gelişimini<br />

ele almaktadır.<br />

Antik kuzeybatı Anadolu’nun konu edilen siyasi otoritesinin hükmettiği tarihsel<br />

coğrafya, Prusias I döneminden itibaren en geniş sınırlarına ulaşan<br />

krallığın, o zamanlar bilinen dünyadaki saygınlığı ve bu ortamda oynadığı<br />

rolün öneminin bir göstergesidir. Bu bağlamda Bithynia hanedanlığı ile<br />

Asia, Kappadokia, Galatia, Paphlagonia, Pontos kralları ve Roma arasındaki<br />

mücadelelerin yanı sıra, bölgenin coğrafi ve topoğrafik özelliklerinin<br />

krallığın sınırlarına olan etkileri değerlendirilmektedir.<br />

BITHYNIAN INFLUENCES ON ROMAN<br />

IMPERIAL CULT PRACTICES IN THRACE<br />

Dr. Milena RAYCHEVA<br />

Sofia University<br />

Bithynia and Thrace are two geographic regions closely related by the<br />

ethnic origin of their inhabitants, as noted by ancient authors as early as<br />

Herodotus, Thucydides and Xenophon. These lands continued to share<br />

cultural similarities in the following ages, further confirmed by later historians.<br />

Under Roman rule these territories were transformed, though<br />

not simultaneously, into the neighboring provinces of Bithynia et Pontus<br />

and Thracia, which still preserved a special connection. Various forms of<br />

evidence prove their continuous interaction, usually attested by the flow<br />

of artisans from Asia Minor in Thrace, or by the Thracian personal names<br />

still used in Bithynia.<br />

9


The paper will focus on one aspect of the powerful cultural impact of<br />

Bithynia on Thrace during Roman age - namely, the influences on imperial<br />

cult practices. Major Bithynian cities like Nicomedia, Nicaea, Prusias<br />

ad Hypium, Apamea flourished in Roman times and set fashion trends<br />

in civic and religious life which were copied in Thrace. Very often these<br />

trends were brought in by Bithynian natives themselves that settled down<br />

in Thrace, as shown by epigraphic evidence. The influences will be traced<br />

through a number of parallels between the provinces, and close attention<br />

will be paid to the planning of architectural space, the organizing of imperial<br />

cult events, and especially the individuals and institutions that were<br />

involved in emperor worship at municipal or provincial level.<br />

BİTHYNİA BÖLGESİNİN TARİHİ VE<br />

KULLANDIKLARI TAKVİM<br />

Doç. Dr. Hülya BOYANA<br />

Ankara Üniversitesi<br />

Bithynia kuzeyde Karadeniz (Pontus Euksenios), batıda Çanakkale Boğazı<br />

(Hellespontos) ve Kocaçay (Rhyndakos), güneyde Sakarya Irmağı (Sangarios)<br />

ile sınırlanmış, Anadolu’nun kuzeybatısında bulunan bir bölgedir.<br />

M.Ö. V. ve M.Ö. IV. Yüzyıl antik dönem yazarlarının hemen hepsi, Bithynleri<br />

“Asya Trakları” veya “Trakya Bithynleri”, ülkelerini de “Asya Trakyası”<br />

veya “Trakya Bithyniası” diye adlandırmışlardır.<br />

Bu çalışmamızda Bithynia Bölgesi halkının kullandığı takvimi incelemeye<br />

çalışacağız. Bithynia’da tapınılan on iki bölge tanrısına göre isimlendirilmiş<br />

olan bu takvim muhtemelen Hellenistik Döneme aittir. Çalışmamızda<br />

her aya atfedilen tanrı ve tanrıçalar incelenmeye çalışılacaktır.<br />

10


DOĞU MARMARA’DA ANA TANRIÇA (KYBELE)<br />

KÜLTÜ VE TASVİRLERİ<br />

Kemal ÇİBUK<br />

Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />

1. Ana Tanrıça dönem insanı tarafından neden kadınla özdeşleştirilmiştir?<br />

2. Ana Tanrıça inancının olduğu dönemlerde kadının toplum içerisindeki<br />

konumu ve Ana Tanrıça’nın doğayla ilişkisi nasıldır?<br />

3. Marmara’nın doğusunda kybele tapınımına işaret eden arkeolojik veriler<br />

nelerdir?<br />

4. Marmara’nın doğusundaki kybele tasvirlerinin benzer ve farklı yönleri<br />

hangileridir?<br />

Bildiride yukarıda sayılan hususlara dikkat çekmek amaçlanmıştır. Kocaeli<br />

(Nikomedia), İznik (Nikaia), Düzce Konuralp (Prusias ad Hypium)<br />

ve Bolu (önceleri Bithynion, Romalılar döneminde ise Claudiopolis) Müzelerinde<br />

yer alan Kybele heykelleri karşılaştırma, anoloji vb. teknikler<br />

kullanılarak şekil, içerik yönleriyle sunulmaya çalışılacak olup, Roma’ya<br />

başkentlik yapması nedeniyle Nikomedia (İzmit) merkezinde şekillendirilecektir.<br />

Kybele, bitkiler ve hayvanlar âleminin yöneticisi ve sahibesidir. Kent koruyuculuk<br />

özelliği bulunan Tanrıça Bu özelliği neticesinde ülkeleri ve<br />

kentleri korumak adına Anadolu’dan Yunanistan ve Roma’ya taşınmıştır.<br />

Kybele kültü, kökeni Paleolitik Çağ Venüs’lerinden Neolitik, Kalkolitik ve<br />

Tunç Çağı Ana Tanrıça’larına kadar uzanan, Phryg egemenliği altında,<br />

o güne kadar taşıdığı imgelem ile birlikte yeniden biçimlenerek Roma<br />

dönemi dâhil olmak üzere gücünü ve etkisini artırarak varlığını ortaya<br />

koyan evrensel nitelikli bir külttür. Sümer’de; İnanna, Babil’de; İştar, Astarte,<br />

Mısır’da; İsis, Suriye’de; Atargatis, Girit’te; Rhea, Kültepe tabletlerinde;<br />

Kubaba, Hitit kaynaklarında; Hepat, Frigya’da; Kybele, Agdistis,<br />

Lydia’da; Kybebe, Kubebe, Lykia’da; Kybele, Komana Pontika (Karadeniz<br />

Ereğlisi, Tokat bölgesi’nin 9 km kuzeydoğusunda) ve Kappodokia’sında;<br />

Ma, Efes’te; Artemis, Yunanistan ve Roma’da; Gaia, Rhea, Demeter,<br />

Mater, Magna Mater, Dindymos, Dindymene, İtalya’da; Venüs, Vesta, Ermenistan<br />

ve Hindistan’da; Aditi isimleri ile tapınım görmüş olması onun<br />

evrenselliğini ortaya koymaktadır.<br />

11


Ana Tanrıça; “yaratıcılığı, bereketi, cinselliği, doğumu, çocuk büyütmeyi<br />

ve gelişme döngüsünü temsil eden analık simgesi ya da tanrıça” olarak<br />

tanımlanmaktadır. Anadolu’da Ana Tanrıça varlığı M.Ö. 6500-7000 yılına<br />

dayandırılmaktadır.<br />

Müzelerde bulunan eserlerin tanıtımı, şehrin ve sahip olduğu kültürel<br />

değerlerin bilinmesi açısından önemli olduğu için bu bildiri ile Kocaeli<br />

Müzesi ve Kocaeli’nin sahip olduğu değere dikkat çekilecektir.<br />

MILETUS - A MAJOR CENTER OF THE<br />

ANCIENT ASIA MINOR<br />

Prof. Dr. Gabelia Alik NIKOLAEVICH<br />

Abkhazian State University<br />

Miletus - one of the largest and richest of the ancient polis, the metropolis<br />

of a large number of cities on the coast of the Marmara and the Black<br />

Sea, was the largest center of Greek culture. Miletus was the founder of<br />

almost all the cities of the North and the Eastern Black Sea region, and<br />

therefore the study of its material culture is of great scientific interest.<br />

Herodotus left a vivid description of the events that took place in this ancient<br />

city of Asia Minor, the class struggle during the period of formation<br />

of the polis, the policy of Miletus during the Greco-Persian wars and its<br />

total destruction after capture by the Persians in 494 BC.<br />

The Greek historians Xenophon and Thucydides wrote about Miletus as<br />

well as later writers like Strabo, Pliny, Pausanias and Plutarch. Milestones<br />

of the history of this city have been studied and refined by later<br />

explorers, as well as by the results of archaeological excavations. Great<br />

interest attaches to the book of E. Akurgal, Turkish researcher, based on<br />

the latest discoveries of the 60s in Smyrna, Gordion, Ephesus, Miletus,<br />

Sinop and other places.<br />

Archaeological materials of archaic Miletus are very fragmentary, as the<br />

city was destroyed and looted by the Persians during capture in 494 BC.<br />

These ruins lie under the buildings of a later period and are partially opened.<br />

At the same time, the remains of buildings and archaeological materials<br />

provide a glimpse of the material culture of the city.<br />

Archaeological excavations have refined the stratigraphy of cultural la-<br />

12


yers of the Cretan settlement of Miletus. Fragments of ancient ceramic<br />

layer have been found there, and excavations near the Temple of Athena<br />

of the 4th century BC have revealed the remains of fortifications, houses<br />

and outbuildings of the late Milesian period.<br />

Apparently, in the XII-XI centuries BC, the settlers from mainland Greece<br />

began to appear on the shores of the Asia Minor and by the findings of<br />

painted vases of the proto geometric style, resettlement has been started<br />

from the XI th century BC, relocation process of Ionians lasted for several<br />

generations. Cities appeared directly by the sea or by small islands surrounded<br />

by the sea.<br />

Since the VIIIth century BC, Miletus began to develop rapidly as a trade<br />

and craft center. Sea travels of Miletus merchants, founded trading posts<br />

or emporiums by the latter ones, and later the colonization activities of<br />

Miletus have been of great importance to economy of Miletus, as well as<br />

to formation of the polis.<br />

According to various sources Miletus founded around 100 colonies on the<br />

shores of the Marmara, Mediterranean and Black Sea.<br />

The appearance of new cities, to which Miletus, as the metropolis, had<br />

the live links and where Miletus merchants enjoyed special privileges,<br />

had even more contributed to the development of trade, crafts and all<br />

sectors of the society of Miletus.<br />

The social structure of Miletus during the under review period has been<br />

developing towards an increasing differentiation of property relations.<br />

HİTİTÇE METİNLERDE SAKARYA IRMAĞI<br />

Dr. Kurtuluş KIYMET<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Sakarya Irmağı olduğu kabul edilen ırmak adının Hititçe çivi yazılı metinlerde<br />

ÍDŠahiriia (Šahiriya) veya ÍDŠehiriia (Šehiriya) şeklinde görüldüğü,<br />

tarihi coğrafya çalışmalarında iddia edilmiştir. Söz konusu ırmak klasik<br />

dönemde Saggarios ve Sangarius olarak geçmektedir. Klasik metinler<br />

çerçevesinde Sangarius-Sakarya eşitliği konusunda herhangi bir şüphe<br />

olmamakla birlikte, Šehiriia kelimesinin tartışmaya yer bırakmaksızın<br />

Sakarya Irmağı’nın karşılığı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu<br />

13


kelime Hititçe metinlerde yedi defa görülmektedir. Bunlardan sadece<br />

bir tanesi tarihi içeriklidir. Tarihi metin, Hitit kralı II. Muršili’nin Ayrıntılı<br />

Yıllıkları’dır. Diğer metinlerden birisi IV. Tuthaliya dönemine ait bir<br />

toprak bağış belgesi, diğerleri ise dini içerikli metinlerdir. Ne yazık ki bu<br />

çivi yazılı belgeler hem kırık olarak ele geçmiştir hem de içerik açısından<br />

baktığımızda sağlıklı bir lokalizasyon denemesi için yeteri kadar veri içermemektedirler.<br />

Söz konusu Hititçe belgelerden sadece II. Muršili dönemine<br />

ait olan yıllık parçası kısmen de olsa birtakım ipuçları içermekte ve<br />

lokalizasyon konusunda bizlere fikir vermektedir. Bu metne göre Hititler<br />

Arzawa seferi esnasında Šehiriya Irmağı ile karşılaşmıştır. Ancak bu ırmağın<br />

Sakarya olduğuna dair yeterli bir veri yoktur. Çünkü Hitit ordusunun<br />

takip ettiği güzergâh belli değildir.<br />

GEÇ ANTİKÇAĞDA HACYOLU GÜZERGÂHINDA BİR<br />

MERKEZ: NİKOMEDİA<br />

Yrd. Doç. Dr. Kamil DOĞANCI<br />

Uludağ Üniversitesi<br />

M.Ö. 8. yüzyılın sonlarına doğru Megara kolonisi olarak kurulan Astacus,<br />

Makedonya kralı Lysimakhos tarafından yıkılınca, Bithynia kralı I. Nikomedes<br />

tarafından Nikomedia adıyla yeniden kurulmuş (M.Ö. 264) ve krallığın<br />

başkenti yapılmıştır. Bithynia Krallığı tarih sahnesinden silininceye<br />

kadar da bu unvanını korumuştur. Roma İmparatorluğu’nun doğu politikası<br />

çerçevesinde M.Ö. 1. yüzyıl başlarında Pontus kralı VI. Mithridates<br />

ile yaptığı savaşlar sırasında Bithynia’nın ve dolayısıyla buradaki yolların<br />

önemi artmıştır. Bu süreçte Bithynia kralları Roma yanlısı bir politika<br />

izlemişlerdir. Son Bithynia kralı IV. Nikomedes’in M.Ö. 74’de vasiyetle<br />

krallığını Roma’ya bırakmasıyla Bithynia eyaleti kurulmuştur. Krallık döneminde<br />

olduğu gibi Roma döneminde eyaletin metropolis’i Nikomedia<br />

olmuştur. Eyalet valileri Nikomedia kentinde oturmuşlardır ve eyaleti<br />

buradan yönetmişlerdir.<br />

Nikomedia’dan geçen yollar Roma döneminde önem kazanmakla birlikte<br />

asıl olarak imparator Diokletianus’un (M.S. 284-305) imparatorluğun<br />

doğu kısmını buradan yönetmeye başlamasıyla zirveye ulaşmıştır. Daha<br />

sonra imparator Konstantinus’un M.S. 330’da başkent olarak Konstantinopolis’i<br />

seçmesi de Nikomedia’nın önemini azaltmamıştır. Çünkü<br />

bulunduğu coğrafya itibarıyla kent, doğudan gelip başkente giden yolla-<br />

14


ın geçiş rotası üzerinde yer almaktadır. Aynı şekilde Avrupa’dan gelip<br />

Doğuya giden askeri, ticari ve dini yolların Anadolu’daki ilk ve en önemli<br />

durağı da Nikomedia’dır. Doğuya yapılan seferlerin ana üssü Nikomedia<br />

olmuştur. Özellikle Parth Savaşları sırasında eyalet askeri açıdan önem<br />

kazanmış ve imparator eyaleti yapılmıştır.<br />

Geç antikçağda Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olmasıyla<br />

Avrupa’dan başlayıp Jerusalem’e ulaşan yollar önem kazanmıştır.<br />

Bu dini yola Hacı Yolu denilmiştir. “Hacı Yolu” terimi ilk kez Itinerarium<br />

Burdigalense (Bordeaux Seyahatnamesi) adlı bir seyahatnamede geçer.<br />

Hacı Yolu, Hıristiyan hacı adaylarının Jerusalem’e (=Kudüs) giderken<br />

kullandıkları ana yol idi. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden yola çıkan<br />

hacı adayları için ilk toplanma merkezi Konstantinopolis idi. Buradan<br />

Anadolu’ya geçen hacı adaylarının buradaki ilk durağı da Nikomedia idi.<br />

Nikaia-Ankyra-Tarsus-Antiokhia güzergâhını takip eden hacı adayları<br />

nihayetinde Jerusalem’e (=Kudüs) ulaşıyordu. Yolun güzergâhı üzerindeki<br />

tartışmalar devam etse de, araştırmacıların büyük çoğunluğu<br />

Konstantinopolis-Nikomedia-Nikaia arasındaki bölümü için görüş birliğine<br />

varmışlardır. Konstantinopolis-Ankyra arasındaki en önemli merkez<br />

Nikomedia’dır. Burası Hacı adaylarının önemli durak noktalarından biri<br />

olmuştur.<br />

Hacı Yolu hakkındaki bilgilerimiz başta arkeolojik verilere dayanmaktadır.<br />

Bu yol üzerinde bulunan çok sayıdaki miltaşı, köprü ve yol kalıntıları<br />

yolun güzergâhı hakkında önemli bilgiler verir. Diğer kaynak grubu Itinerarium<br />

Burdigalense, Itinerarium Antonini, Tabula Peutingeriana vb. gibi<br />

seyahatnameler ve antik kaynaklardır.<br />

HANNİBAL’İN ANADOLU’DAKİ FAALİYETLERİ VE<br />

LİBYSSA (GEBZE?) ÜZERİNE BİR İNCELEME<br />

Arş. Gör. Onur GÜNDAY<br />

Celal Bayar Üniversitesi<br />

MÖ 202 Kasımında, Hannibal’in Romalı General Scipio (Africanus) karşısında<br />

Zama’da aldığı yenilgi ile Kartaca’nın kaderi tayin olmuştur. Ülke<br />

bu savaş sonunda Batı Akdeniz hâkimiyeti mücadelesinde Roma’nın gerisine<br />

düşmüş, Hannibal de Roma’nın ve Kartaca’daki siyasi rakiplerinin<br />

baskıları sonunda şehri terk etmek zorunda bırakılmıştır. Roma ile olan<br />

mücadelesinden vazgeçmeyen Hannibal, bu amacına en uygun mütte-<br />

15


fik olarak kendisine doğunun büyük Helenistik hükümdarı olan Seleukos<br />

kralı III. Antiochos’u seçmiştir. Hannibal’in bu amaçla Anadolu’ya<br />

geçişi onun Roma ile olan mücadelesinin ikinci aşamasını oluşturmakla<br />

beraber, Kartaca-Roma savaşları kadar önemli sonuçlar doğurmuştur.<br />

Hannibal, III. Antiochos dışında kuzeybatı Anadolu’da Helenistik bir<br />

krallık olan Bithynia’da kral Prusias’ın da hizmetinde bulunmuş, Prusias’ın,<br />

Roma’nın müttefiki olan Pergamon krallığı ile olan mücadelesinde<br />

onun yanında yer almıştır. Hannibal’in Anadolu’ya geçişi Roma’nın Anadolu<br />

siyasetini gözden geçirmesine neden olmuş ve bölgedeki yayılışını<br />

hızlandırmıştır. İtalya’da neden olduğu yıkımın etkileri taze olduğu için,<br />

Hannibal yaşadığı sürece, Roma onu büyük bir tehdit olarak görmüştür.<br />

Roma’nın her fırsatta Hannibal’i hizmetinde bulunduğu krallardan teslim<br />

edilmesini istemesi sonucunda çıkış yolu bulamayan Hannibal Libyssa’da<br />

(Gebze?) intihar etmiştir. Antik ve modern kaynaklarda Libyssa’nın<br />

yeri hakkında farklı kayıtlar ve iddialar yer almış, günümüze kadar araştırmacılar<br />

arasında tartışma konusu olmuştur.<br />

İLK ÇAĞ’DA NİKOMEDİA (İZMİT)’DAN HIRİSTİYANLIK<br />

TARİHİNE YAYILAN IŞIK: SANTA BARBARA<br />

Yrd. Doç. Dr. Yüksel GÜNGÖR<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

İlk çağda Nikomedia, öncelikle, konumu nedeniyle Bithynia Eyalet Meclisi’nin<br />

merkezi olarak eyalette ön plana çıkar. MÖ 29 yılında ise İmparator<br />

Augustus, Roma ve kendi adına bir tapınak yapılması için Pergamon’a ve<br />

Nikomedia’ya izin verir. Böylece kent, neokoros unvanını alarak eyaletteki<br />

imparatorluk kültünün de merkezi olur. Kenti sahip olduğu, jeopolitik<br />

stratejik öneminin de bir göstergesi olarak Hellenistik dönemde Bithynia<br />

Krallığı’na ve Roma döneminde, İmparatorluğun doğusuna başkentlik<br />

yapmıştır.<br />

Araştırma konumuzun amacı; kentin sahip olduğu bu siyasi ve kültürel<br />

zenginliğinin yanında Santa Barbara gibi, Nikomedia’da yaşamış Hristiyan<br />

inancında 14 Koruyucu (Kutsal Yardımcılar) arasında ismi zikredilen<br />

St. Barbara’nın Hıristiyanlık tarihi içinde önemini araştırıp, ortaya koymaktır.<br />

Roma İmparatoru Diocletianus döneminde öldürülen “Roma Martyroloji”sinde<br />

şehit olarak geçen dünya Hıristiyanlığı içinde en çok bilinen;<br />

16


adına köyler, kentler, okullar, üniversiteler ve sayısız kilise ve şapeller<br />

kurulmuş Santa Barbara’nın halen var olan altı kardeş şehrine, Cuzco,<br />

Palma de Mallorca, Puerta Vallarte, Toba City, Weihai ve Yalta’ya İzmit’i<br />

de ilave ettirmek çok yararlı olmaz mı?<br />

Bu altı kent turizm açısından St. Barbara’yı pazarlayıp ekonomik kazançlar<br />

elde ederken, Hıristiyanlık Tarihi kaynaklarında yaşadığı yer Nikomedia<br />

olarak geçer. Tarihsel süreç içinde Osmanlı hâkimiyetine girince<br />

Iznikmid, Ismid ve Izmit’e dönüşen kentin “dini turizm” pazarına St. Barbara’yı<br />

tanıtıp, hak ettiği yeri almasıdır.<br />

KOCAELİ MÜZESİ’NDE BULUNAN TİYATRO KORKULUK<br />

BABALARI<br />

Prof. Dr. Neşe ATİK<br />

Namık Kemal Üniversitesi<br />

Antik kaynaklar sayesinde Nikomedia antik kentinin tarihine ilişkin olaylar<br />

bilinmesine karşın, şehrin mimarisine ait bilgiler henüz çok sınırlı<br />

araştırmalara dayanmaktadır. Nikomedia antik kentinden günümüze<br />

gelen taşınabilir eski eserlerin bir kısmı şehrin erken dönemlerine ait<br />

olmakla beraber, İzmit Müzesi’ndeki zengin heykeltıraşlık buluntuları<br />

ve bezemeli mimari parçalar, şehrin özellikle İmparator Diokletianus ve<br />

kurucusu olduğu Tetrarşi Dönemi (285-305) ile imparator I. Justinianos<br />

(527-565) arasındaki dönemde önemli bir kent olduğuna işaret etmektedir.<br />

Kent özellikle de Theodosius Hanedanı (379-457) zamanında önemli<br />

bir dini merkez olarak, birçok anıtsal yapısı olan bakımlı bir kent olmalıdır.<br />

Halen Kocaeli Müzesi’nde bulunan üçü aynı yerde ele geçmiş, toplam<br />

dört adet tiyatro korkuluk babası Nikomedia kentinde bir ya da daha fazla<br />

sayıda tiyatronun varlığına işaret etmektedir. Büyük olasılıkla Hellenler<br />

ya da Romalılar zamanında inşa edilmiş tiyatro binalarında kullanılmış<br />

olan bu korkuluk babaları, M.S. 3. yüzyılda Doğu Roma’da gladyatör ve<br />

vahşi hayvan dövüşlerine ilginin attığı bir dönemde, tiyatrolarda yapılmış<br />

olan bir değişiklik safhasına aittir. Oturma sıralarının orkestradan daha<br />

yüksek bir seviyede başlaması ve korkuluklar (balustrade) ile çevrilmesi,<br />

oturma sıralarının bulunduğu kavea bölümünü, oyunların sergilendiği<br />

orkestra bölümünden seyircileri koruma amacıyla ayrılması Nikome-<br />

17


dia’da da venationes denilen gladyatör-vahşi hayvan dövüşlerinin sergilendiği<br />

göstermektedir.<br />

Korkulukları birbirine bağlayan, bacaklarının üst kısmı ve yukarısı betimlenmiş,<br />

insan figürü şeklindeki korkuluk babaları stilistik özellikleri nedeniyle,<br />

şehrin siyasi ve dini nedenlerle önemli olduğu Geç Antik Devir’de<br />

yapılmış olmalıdır. Figürlerde kullanılmış olan aksesuarlar ve ellerinde<br />

tuttukları objeler, söz konusu korkuluk babalarının içeriklerine ve kullanıldıkları<br />

dönemdeki kullanım amaçlarına işaret etmektedir.<br />

KOCAELİ ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİNDE<br />

BULUNAN CAM BİLEZİKLER<br />

Kemal ÇİBUK<br />

Yrd. Doç. Dr. Gül KARPUZ<br />

Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />

Atatürk Üniversitesi<br />

Cam, MÖ III. binde keşfedilmiş, bilezik olarak kullanımı ise MÖ II. binden<br />

itibaren gerçekleşmiştir. Cam bilezikler kesit, süsleme ve renk olarak<br />

çeşitlilik gösteren kadın süs eşyalarıdır. Günümüzde Anadolu topraklarında<br />

bulunan ve kırılgan malzemesine rağmen sıkça karşılaşılan cam<br />

bilezikler kültürel miras olarak Roma, Bizans ve İslami dönemleri kapsamaktadır.<br />

Cam bileziklerde karşılaşılan en büyük sorun tarihleme konusudur.<br />

Özellikle müzeye satın alma yolu ile gelen bileziklerin sade olması<br />

ve sade bileziklerin cam yapımında yaklaşık her dönem görülmesi bu tür<br />

eserlerin kesin bir tarihe verilmesini zorlaştırır.<br />

Bildiride Kocaeli Müzesi’nde bulunan kazı ve satın alma yolu ile müzeye<br />

kazandırılmış 30 adet cam bileziğin teknik, kesit, renk ve süsleme bakımından<br />

incelenmesi ile Sanat Tarihinde camın takı olarak kullanımına<br />

değinilecektir. Müzelerde bulunan eserlerin tanıtımı, şehrin ve sahip olduğu<br />

kültürel değerlerin bilinmesi açısından önemli olduğu için bu bildiri<br />

ile Kocaeli Müzesi’nin sahip olduğu değere dikkat çekilecektir.<br />

18


KOCAELİ MÜZESİ OSMANLI DÖNEMİ<br />

SAAT KOLEKSİYONU<br />

Özay TİTİZ<br />

Ramazan SAYİM<br />

Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />

Zamanı ölçmek insanoğlu için oldukça önemli bir ihtiyaç olmuştur. Saatin<br />

tarihsel sürecinde, ilk başlarda basit bir çubukla kurulan düzenek,<br />

güneşin yarattığı bir vakit anlayışını ortaya çıkarmıştır. Mezopotamya ve<br />

Mısır uygarlıklarında ortaya çıkan bu rasat çubukları, saatin ilk kez cihaz<br />

olarak ortaya çıktığı şeklidir. Çağlar içinde güneş saatinden, su saatine,<br />

kum saatine varana kadar birçok farklı ölçüm metodu denenmiştir. 13.<br />

yüzyıla kadar güneş, kum ve su saatleri, zaman ölçme aleti olarak beğeniyle<br />

kullanılmıştır.<br />

13. yüzyıldan itibaren gelişen teknoloji ile birlikte ise Avrupa’da, mekanizmaları<br />

bir ağırlıkla çalışan büyük mekanik saatler ortaya çıktı. Başlangıçta,<br />

portatif ev saatleri şeklinde kullanılan mekanik saatler, zaman içinde<br />

köstekli saat olarak ceplere, saat kuleleri olarak da şehirlerin önemli<br />

meydanlarına girmiştir. Yirminci yüzyılda saat teknolojisinde büyük ilerlemeler<br />

kaydedilmiştir. 1920’lerde enerjisini bir yıl veya daha uzun ömürlü<br />

pilden sağlayan ve kurulmasına gerek olmayan kuvars (quartz) saatler<br />

geliştirilmiştir. Günümüzde ise, 1/10 trilyonluk hatayla zamanı ölçebilen<br />

atom saatleri geliştirilmeye çalışılmaktadır.<br />

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde evlerde su ve kum saatleri, cami,<br />

medrese ve kitaplıklarda ise, güneş saatleri beğeniyle kullanılmaktaydı.<br />

1477 yılında Fatih’in Venedik’ten getirttiği mekanik saatlerin benzerleri<br />

16. yüzyıldan itibaren İstanbul’da yerel saat ustalarınca büyük bir ustalıkla<br />

yapılmaya başlandı. Osmanlıların ilk mekanik saat yapımcısı İstanbul<br />

Rasathanesi’nin kurucusu ve Sultan III. Murad’ın müneccimbaşısı astronom<br />

Taḳiyyuddīn’dir. Taḳiyyuddīn, Osmanlı mekanik saatçilerinin, bilgilerinden<br />

faydalandığı bir yol gösterici olmuştur. 19. yüzyıldan itibaren saat,<br />

sultanların çevresindekilere hediye olarak verilmekten, çeyiz sandıklarının<br />

vazgeçilmez bir parçası ve evlenen çiftlere verilen değerli bir hatıra<br />

olmaya kadar günlük hayata önemli bir eşya olarak girmiştir.<br />

Bu kapsamda tarafımca Kocaeli Müze Müdürlüğü koleksiyonunda yer<br />

alan Osmanlı Dönemi saatleri incelenip kültür tarihine ve şehir hafızasına<br />

bir katkı sağlanması umut edilmektedir.<br />

19


KOCAELİ MÜZESİ KOLEKSİYONU BİZANS DÖNEMİ<br />

SİKKELERİNDEN ÖRNEKLER<br />

Zuhal UYKAL<br />

Kayhan AKDENİZ<br />

Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />

Sikke, dilimize Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Ünlü tarihçi Herodot ilk<br />

sikkenin Lydialılar tarafından bastırıldığından bahsetmektedir. Lydia’lılar<br />

M.Ö. 7. yüzyıl ile 6. yüzyıl büyük bir uygarlık kurmuşlar ve M.Ö 640-630<br />

tarihlerinde ilk sikkelerini altın ve gümüş karışımı olan elektrondan darbetmişlerdir.<br />

Sikkeler; ilk basılışlarından bu yana, yüzyıllar önce yaşamış toplumlar<br />

hakkında bilgiler veren ve tarihi konuşturan belge niteliğindedirler. Bu<br />

özellikleri nedeniyle bu nesnelerin incelenmesi bir bilim dalı olarak kabul<br />

görmüş ve nümismatik bilimi doğmuştur. Grekçe “nomisma” ve Latince<br />

ise “numisma” sözcüklerinden türetilmiştir. Osmanlıcada bu kavram<br />

“ilm-i meskukat” ya da kısaca “meskukat” olarak geçecektir.<br />

Bizans İmparatorluğu’nda darp edilen sikkelerin betimlemeleri öncelikli<br />

olarak Hıristiyan inancını ve Roma devlet fikrini yansıtmaktadırlar. Nümismatlar<br />

için Bizans dönemi tarihi, o zamana değin Doğu ve Batı Roma’da<br />

(476’daki çöküşüne değin) geçerliliği olan eski Roma sikke sisteminin,<br />

hükümdarlığı zamanında köklü değişikliğe uğradığı İmparator I.<br />

Anastasios (491-518) ile başlamaktadır.<br />

Kocaeli Tarihi açısından büyük önem arz ettiğini düşündüğümüz, Kocaeli<br />

Müzesi koleksiyonunda kayıtlı Bizans Sikkeleri, bu çalışma ile tarafımızdan<br />

incelenerek tespitlerimiz değerlendirilecektir.<br />

20


BİR ROMA İMPARATORLUĞU BAŞKENTİ NİKOMEDİA<br />

Dr. Murat ÖZTÜRK<br />

Fırat Üniversitesi<br />

Başkent seçimi tarih boyunca bütün devletler için kritik bir karar olmuştur.<br />

Bu seçimde jeopolitik konum, coğrafi ve demografik yapı, devletin<br />

hedefleri gibi pek çok etken vardır. Ancak bazen de tarihi süreç içerisinde<br />

yaşanan gelişmeler, bazı şehirlerin seçilmesine sebep olur. Bu duruma<br />

en iyi örneklerden biri de İzmit’in 46 yıl boyunca Roma İmparatorluğu’nun<br />

başkenti olmasıdır.<br />

Roma İmparatorluğu’nun bölünüp doğunun Bizans adını aldığı yıllar tam<br />

bir karmaşa içerisinde geçmiştir. Başkent Roma iken ve imparatorluğun<br />

ikiye ayrılma süreci henüz başlamamışken, Roma’dan Pers seferi<br />

için yola çıkan İmparator Numerian hastalanır ve İzmit (Nikomedia)’te<br />

ölür. Yaklaşık elli yıldır devam eden kargaşa ortamının sona ermesini<br />

isteyen ordu, süvari birlikleri komutanı Diocletian’ı imparator yapar. Diocletian’ın,<br />

nispeten rahatlıkla, imparator olması bu iç karışıklıkların bir<br />

sonucudur. Tek bir rakibi ortaya çıkmıştır ve onu ordunun da desteğiyle<br />

mağlup etmiştir. Diocletian 1 Nisan 284’te İzmit’te taç giyerek Roma İmparatoru<br />

ilan edilir.<br />

Diocletian imparatorluğun aşırı büyüyüp hantallaştığı, düşmanlarının<br />

aşırı çoğaldığı ve iletişim yollarının tek bir hükümdarca layıkıyla yönetilemeyecek<br />

kadar uzun olduğu sonucuna varmış ve tahtını Maximianus<br />

adlı eski bir silah arkadaşıyla paylaşmaya karar vermişti. Diocletian, imparatorluk<br />

tacını giydiği şehir olan İzmit’i imparatorluğun başkenti ilan<br />

etti. Böylece Roma İmparatorluğu’nun dönüşüm ve bölünme süreci de<br />

başlamış oluyordu.<br />

İzmit (Nikomedia), bu dönemde kısa sürede Antiokheia (Antakya),<br />

Alexandria (İskenderiye) gibi görkemli Roma İmparatorluğu şehirleri ile<br />

karşılaştırılabilecek kadar gelişti. Öyle ki İzmit, Roma ile dahi karşılaştırılır<br />

hale geldi.<br />

46 yıl doğu boyunca Roma İmparatorluğu’na başkentlik yapmış olan<br />

İzmit, ilerleyen yıllarda da özellikle konumu sebebiyle önemini korumuştur.<br />

Çalışmamızda, İzmit’in başkent oluş süreci, 46 yıllık başkentlik<br />

dönemi ve doğu Roma’nın başkentinin tekrar değiştirilerek İstanbul’ a<br />

taşınmasının üzerinde duracağız.<br />

21


İMPARATORLUK BAŞKENTİ NİCOMEDİA’NIN RENKLİ<br />

İHTİŞAMI: ÇUKURBAĞ KURTARMA KAZILARINDA ORTAYA<br />

ÇIKARILAN GÖRKEMLİ ROMA ANITI<br />

Yrd. Doç. Dr. Tuna ŞARE AĞTÜRK<br />

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi<br />

Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentiyken ihtişamlı yapılarıyla dünyanın<br />

en büyük şehirlerinden biri olan antik Nikomedia, günümüzde endüstri<br />

kenti Kocaeli’nin hemen altında yatmaktadır. Bu sunum, 2001 ve<br />

2009 yılları kurtarma kazılarında Kocaeli şehir merkezi Çukurbağ Mahallesi’nde<br />

bir binanın temelinde bulunan ve Kocaeli Arkeoloji Müzesi’nde<br />

koruma altına alınan görkemli bir Roma yapısına ait çokrenkli rölyef ve<br />

heykellerin bilimsel araştırmasını içeren TÜBİTAK projemizin (115K242)<br />

tanıtımını ve ön bulgularını içerir. Proje kapsamındaki Çukurbağ buluntuları,<br />

sanat tarihsel ve arkeometrik metotlarla değerlendirilecek<br />

ve ait oldukları yapı dijital 3D modelleme yoluyla ayağa kaldırılacaktır.<br />

Çokrenkli Çukurbağ rölyeflerinin en çarpıcı özelliği şimdiye kadar antik<br />

Roma sanatında bilinen renkleri en iyi korunmuş örnek olmalarıdır.<br />

Projede renkli Çukurbağ rölyef ve heykelleri X ışını floresans spektrometresi<br />

ve 3 boyutlu lazer teknikleri ile taranarak, imalat izleri eksiksiz<br />

belirlenecektir. Bu teknik bilgilerin yanı sıra rölyefler üzerindeki tasvirlerin<br />

karşılaştırmalı sanat tarihsel analizi ile Roma tarihi aydınlatılarak son<br />

yılların en çarpıcı arkeolojik buluntularından olan Çukurbağ Anıtı bilime<br />

tanıtılacaktır.<br />

Çukurbağ malzemesi, 40 parça figürlü rölyef blok ve rölyeflere ait kırık<br />

parçalar, en az 4 adet heykele ait parçalar ve hala kazı alanında bulunan<br />

onlarca mimari öğeden oluşmaktadır. Rölyeflerin üzerinde tasvir edilen<br />

tarihi konular arasında savaş, tutsak alınan esirler, göç, zafer geçidi, askeri<br />

sefer ve dini tören bulunmaktadır. Rölyefler ayrıca mitolojik anlatımlar<br />

ve gladyatör oyunları, at arabası yarışları, tiyatro sahnesi gibi antik<br />

kentteki sosyal hayata dair tasvirleri de içerir. Yürüttüğümüz ön çalışma<br />

buluntuların ait oldukları yapının 3. yüzyılın sonlarında imparator Diokletioanus’a<br />

ithafen, kent Roma İmparatorluğu başkenti iken yapılmış bir<br />

zafer anıtı olduğuna işaret eder. Renklerin çok canlı şekilde korunmuş<br />

olması, anıtın yapılışından hemen sonra, güçlü bir depremde yıkıldığı izlenimini<br />

verir.<br />

Projemiz ile tanıtılacak olan Çukurbağ Anıtı, Nikomedia’nın antik Ro-<br />

22


ma’ya eşdeğer arkeolojik potansiyelini ortaya çıkaracak, sanayi ve deprem<br />

bölgesi olarak tanınan Kocaeli’nin kültür turizmini arttıracak ve<br />

Kocaeli halkının kültürel miras bilincinin gelişmesine yardımcı olacaktır.<br />

Proje, kazılar sırasında çalınan, aynı yapıya ait iki renkli rölyef blokun bulunmasına<br />

da yardımcı olacaktır. Bu proje ile Çukurbağ kazı alanın hemen<br />

yanında başlatacağımız arkeolojik çalışmalar hızlanacaktır. Bütünsel<br />

bir çalışma ile Dünya Kültür Mirası’na kazandırılacak olan Çukurbağ<br />

Anıtı ve kazı alanı, oluşturulacak bir arkeopark projesinin ideal parçaları<br />

olacaktır.<br />

BİZANS–ARAP MÜCADELELERİNDE KOCAELİ<br />

(NİKOMEDİA) VE ÇEVRESİ<br />

Arş. Gör. Muhittin ÇEKEN<br />

Yrd. Doç. Dr. Şükran YAŞAR<br />

Adnan Menderes Üniversitesi<br />

Asırlardır süren Sasani- Bizans mücadelesi, Sasanilerin 642 yılında Nihavend<br />

Savaşı’nda İslam devleti tarafından yıkılmasının ardından yerini,<br />

Arap-Bizans mücadelelerine bırakmış ve Anadolu yerleşimleri gibi, Nikomedia<br />

da bu mücadelelerden doğrudan ve dolaylı olarak etkilenmiştir.<br />

Arap-Bizans mücadelelerinin temelinde Arapların İstanbul’u ele geçirme<br />

isteği yatmaktaydı. Bu isteği dini-askeri-ekonomik amaçlarla harmanlayan<br />

dönemin İslam Devletleri Emeviler ve Abbasiler, kendi dönemlerinde<br />

İstanbul’a yönelik önemli seferler düzenlenmişlerdi. Bu seferler esnasında<br />

Kocaeli (Nikomedia) ve çevresi, hedef noktayı teşkil eden İstanbul’a<br />

giden yolda stratejik bir güzergâh noktasını teşkil etmekteydi.<br />

Çalışmamızda Arapların İstanbul’u almak için düzenledikleri seferlerde<br />

izledikleri güzergâh ve bu güzergâh bağlamında Kocaeli’nin konumu belirlenecek,<br />

Bizans Arap mücadelelerinin nedenleri ve bu mücadelelerinin<br />

genelde Bizans’a (yönetsel-dini-askeri…) özelde Kocaeli ve çevresine<br />

olan etkileri üzerinde (kaynaklar ve araştırmalar ışığında) durulacaktır.<br />

23


GEBZE’DE BİR BİZANS SARNICI<br />

Rıdvan GÖLCÜK<br />

Esra KAHRAMAN<br />

Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />

Gebze’de bulunan “Gebze Tarihi Çarşı Hamamı” olarak geçen hamamın,<br />

Çoban Mustafa Paşa tarafından 1523 yılında inşa ettirildiği, yine Çoban<br />

Mustafa Paşa’nın aynı tarihte yaptırdığı, Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi’nin<br />

200 m güneydoğusunda ve bu külliyeye gelir sağlamak üzere<br />

yaptırıldığı bilinmektedir. Çifte hamam olarak düzenlenen yapıda kadınlar<br />

ve erkekler kısmının birbirinin simetriği olduğu planlarından anlaşılmaktadır.<br />

Bu kompleksin yaklaşık olarak 15 metre kuzeyinde, tamamen<br />

zemin altında kalmış olmakla beraber, tonoz sırtının bir bölümü yüzeyden<br />

gözlemlenebilen bir sarnıç bulunmaktadır. Sarnıç doğu batı doğrultusunda<br />

uzanmakta olup görülen bölümünden tonozunun tamamen<br />

tuğladan yapıldığı anlaşılmaktadır. Sarnıcın doğu ucunda yer alan uzunca<br />

zaman önce yapılmış yol ile kesintiye uğradığı, kaldırım seviyesinin biraz<br />

üzerinde yer alan sarnıç kemerinden anlaşılmaktadır.<br />

Hamam her ne kadar 16. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olsa da, sarnıcın<br />

yüzeyden gözlemlenebilen bölümlerinde, pişmiş toprak tuğla ölçüleri ve<br />

derz dolgusundan yola çıkılarak yapının Bizans Dönemi, 10- 12. yüzyıla<br />

tarihlenebileceği tahminin de bulunulabilir.<br />

Kocaeli Müze Müdürlüğü tarafından sarnıç ve hamam etrafında yürütülen<br />

kazı süreci ile birlikte; doğal kayaya oyularak yapılmış sarnıcının<br />

açığa çıkartılarak, özelde onun hamamla olan ilişkisini anlamaya çalışmak<br />

genelde ise Kocaeli Su Tarihine ilişkin yeni verilerin ortaya konması<br />

hedeflenmektedir.<br />

24


MEGALITHIC AND ROCK CUT SANCTUARIES OF ANATOLIA<br />

AND THE BALKANS: COMPARATIVE ANALYSIS<br />

Prof. Dr. Vassil MARKOV<br />

South-West University<br />

In comparative terms are treated megalithic and rock sanctuaries of<br />

western Asia Minor and the Balkans. Analyzed is the spectacular sanctuary<br />

“The city of Midas” in Anatolia, and the significant sanctuaries “Kovil”<br />

in the Eastern Rhodope Mountains and “Markov Stone” in the Rila Mountains.<br />

They are located in the Balkans. Finally, conclusions are made for<br />

the common features and specificities of the megalithic culture on both<br />

sides of the Straits.<br />

THE ILLICIT TRADE OF ANTIQUITIES<br />

IN THE AEGEAN AREA<br />

Dr. Sotiriou KONSTANTINOS-Orfeas<br />

University of Athens<br />

The destabilization of Syria, Iraq and Libya, combined with the financial<br />

crisis in Greece, raise the need to further investigate the phenomenon<br />

of illicit trade of antiquities in the Eastern Mediterranean countries. The<br />

Greek Police granted for the first time full access to the files of the Department<br />

of Smuggling of Antiquities, so that they can be analyzed within<br />

the framework of a research program of the University of Athens. So far<br />

100 separate cases of crimes relating to the smuggling of antiquities in<br />

Greece and the Eastern Mediterranean have been analyzed. This analysis<br />

allows valuable new insights: 1) to determine the social profile of the<br />

arrested persons, 2) to estimate the value of the illegal antiquities based<br />

on the assessments of the Greek Ministry of Culture, 3) to determine the<br />

type of antiquities preferred by the persons involved in this illicit trade,<br />

4) to show the involvement of the arrested persons with the organized<br />

crime or other illegal activities. “The International Symposium on the<br />

history of Kocaeli.” offers an excellent opportunity to present the preliminary<br />

results of this research to an international audience.<br />

25


GAZİ SÜLEYMAN PAŞA DEVRİ ÖNCESİNDE BİZANS<br />

DÖNEMİNDE KOCAELİ İLİ ARKEOLOJİSİ VE TARİHİ<br />

Prof. Dr. Ergün LAFLI<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

1316 (?) ile 1357/1360 arası yılları arasında yaşayan ve “Rumeli Fatihi”<br />

olarak bilinen Gazi Süyleman Paşa 1337 yılındaki İzmit fethinde büyük rol<br />

oynamıştır. İzmit kentinin ismi, Bizans Dönemi’ndeki ismi ile Nikomedeia<br />

(Νικομήδεια), işte bu devirden hemen sonra “İznikomid”, daha sonraları<br />

ise “İznikmid” ve “İzmid” olmuştur. Kocaeli ile ilgili olarak İ.S. 4. yüzyılın<br />

ortasından bilinen en önemli tarihi kayıtlardan biri 24 Ağustos 358 yılında<br />

kentte yaşanan büyük depremdir. Bu tarihten sonra 50 gün boyu kentte<br />

yangınlar sürdüğü bilinmektedir. Aralık 362 tarihinde yine deprem olmuş<br />

ve Nikomedeia’da ayakta kalan son yapılar da bu deprem sonrası yıkılmıştır.<br />

İ.S. 395 yılında İstanbul’un Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi<br />

olması ile Nikomedeia’nın önemi azalmaya başlamıştır. Ancak kentin<br />

nüfusu İ.S. 5. ve 6. yüzyıllarda yüksek olmalıdır. İ.S. 8. yüzyılda Persler ile<br />

Arapların Bizans ile yaptıkları savaşlarla İzmit kenti yeniden yağmalanmıştır.<br />

İzmit’in biz Türklerin eline ilk geçişi 11. yüzyılda olmuştur. 1078 yılında<br />

I. Süleyman Şah (1077-1086) Nikomedeia’yı ele geçirdi. 1085 yılında<br />

I. Alexios Komnenos (1081–1118) yapılan savaşlar sonunda Nikomedeia<br />

ile birlikte Marmara´nın güney kıyılarını geri alarak Bizans topraklarına<br />

kattı. 1096’da Bizans’a gelen Haçlılar İzmit Körfezi’ndeki bütün köylerle<br />

Nikomedeia´yı yağmaladı. Nikomedeia, 1101’de İkinci Haçlı Seferi’ne katılan<br />

ordunun bir kolunca ele geçirildi. Dorylaion’a (Şarhöyük, Eskişehir)<br />

yürümek için kentten ayrılan Haçlı ordusu, Türklerin direnişiyle karşılaştılar.<br />

Bu direnişten sonra Haçlılar yağmayı Bizans topraklarına yöneltti.<br />

Haçlılar yerli halkça kovuldu. Kent 1337’ye dek Bizans egemenliğinde<br />

kaldı. Kentin Osmanlılara geçişi Orhan Bey (1326–1362) döneminde oldu.<br />

1327 yılında Akça Koca; Kandıra, Karamürsel ile birlikte İzmit Körfezi’nin<br />

güneyini aldı. Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında bulunan bölgelerde<br />

yaşayan halka iyi davranmaları, İzmit çevresindeki kalelerin önemli<br />

bir bölümünün 1333’da teslim olmasını sağladı. 1337’da kentte açlık baş<br />

gösterince İzmit’in tümü ele geçirilebildi. Bu tarihten sonra İzmit, Osmanlı<br />

sancağı oldu. İlk sancak beyi Süleyman Paşa oldu. Bu bildiride İ.S.<br />

4. yüzyıldan 14. yüzyıla kadarki süreçte Kocaeli İli’ndeki arkeolojik ve tarihi<br />

değerler bütüncül olarak ele alınacaktır.<br />

26


HAÇLI SEFERLERİ VE İZMİT<br />

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN<br />

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi<br />

İzmit, başkent İstanbul’a en yakın Bizans şehri idi. Bu da ona büyük kolaylıklar<br />

sağlıyor ve durumunu güçlendiriyordu. Haçlı Seferlerinin başlaması<br />

ile bu şehrin önemi bir kat daha arttı. Anadolu’dan geçmek zorunda<br />

kalan Haçlı ordularının toplantı ve karargâh bölgesi oldu ve bu özelliğini<br />

XII. asır boyunca yapılan Haçlı Seferleri sırasında korudu. Kara yoluyla<br />

Batı Avrupa’dan İstanbul’a kadar gelen Haçlı orduları burada toplanarak<br />

Anadolu’dan geçmek için burayı toplanma alanı yaptılar. Özellikle Kivetot<br />

hep Haçlıları çağrıştırdı. Haçlı ordularının iaşeleri İzmit’ten temin edildi.<br />

Şehir halkı hiç istememelerine rağmen Haçlı ordularına yardım etmek<br />

zorunda kaldılar.<br />

Biz bu çalışmada, ilk dört Haçlı seferi ile 1101 tarihli Haçlı seferinin yapılması<br />

sırasında İstanbul’a gelen Haçlı ordularının Anadolu’da toplantı<br />

yeri olan İzmit’in durumu hakkında tarih kayıtlarına geçen bilgileri değerlendirerek,<br />

XI. yüzyılın sonlarından XIII. yüzyılın başlarına kadar yaşanan<br />

gelişmeleri ele alacağız.<br />

XI. VE XII. YÜZYIL’DA İZMİT ÇEVRESİNDE<br />

SELÇUKLU - BİZANS ÇEKİŞMESİ<br />

Prof. Dr. Altan ÇETİN<br />

Gazi Üniversitesi<br />

XI. yüzyıl Türklerin Anadolu’ya girişi ile birlikte Bizans özelinde yakın<br />

doğu tarihinin en mühim değişimlerine sahne oldu. Doğu kilisesi Büyük<br />

Şizma sonrasında siyasi üstünlük hatta varlığını kaybetme tehlikesi ile<br />

karşı karşıya kalırken “güç” merkezli Bizans hâkimiyet mücadeleleri<br />

şimdi yeni müdahiller ile farklı bir vecheye kavuşacaktır.<br />

Yaşlı Nikephoros Botaneiates ile İmparator Mikail Dukas arasındaki hâkimiyet<br />

mücadelesi bahsi geçen yeni dönemin ilk vakıaları idi. Zira her iki<br />

tarafın yanı başlarına kadar gelen Türklerin savaşçı kimliklerinden istifade<br />

etmek adına bu mücadeleye dâhil etmeleri onları önce İznik akabinde<br />

de başkentin yanı başındaki İzmit’e dek taşıdı.<br />

27


İznik’e gelen ilk gruplar yukarıda ifade edilen mücadeleye ek olarak sonrasında<br />

Komnenos ailesinden Nikephoros Melissenos, Botaneiates’e baş<br />

kaldırdığında da devreye girdiler. Süleyman Şah burada fethedilen her<br />

mevkiye Türkleri yerleştirdi. Jorga’ya göre Ragusa’daki Bosna prenslerine<br />

benzer bir statü kazanan Süleyman Şah bundan kısa bir süre sonra<br />

İzmit’e de hâkim oldu ki Rum kaynaklarında ona bir sultan olmamasına<br />

rağmen “Bütün Doğu’nun Sultanı” dediler. Bu andan itibaren Türklerin<br />

İzmit’teki varlığı sürekli problem çıkardı. Onları bu şehrin dışında tutma<br />

çabaları Ebu’l Kasım’a karşı başarılı oldu ise de Sultan Melikşah’ın oğlu<br />

Porsuk karşısında yeniden İzmit’e çekilmek kaçınılmaz oldu.<br />

Bu çalışmada Bizans iç mücadeleleri ve Bizans-Selçuklu çekişmesinde<br />

bir uc nokta olarak İzmit’in konumu üzerinde durularak, stratejik konumun<br />

Doğu Roma’nın ve dahi Selçuklu Türklerinin bölgedeki varlığına tesiri<br />

izah edilmeye çalışılacaktır.<br />

SELÇUKLU AKINLARI VE KOCAELİ BÖLGESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Ahmet TOKSOY<br />

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi<br />

Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın Malazgirt zaferini müteakip yapılan Türkistan<br />

seferinde şehit olması üzerine Büyük Selçuklu tahtına Melik-şah<br />

geçti. Bu arada Zaferden sonra yapılan barışın Romanos Diogenes’in ölümü<br />

sebebiyle bozulması üzerine Alp Arslan’ın emriyle fetih hareketlerine<br />

devam etmekteydiler. Selçuklu şehzadeleri Süleyman-şah, Mansur,<br />

Alp-İlig ve Devlet başta olmak üzere, Artuk, Tutak ve diğer Selçuklu başbuğları<br />

Orta Anadolu’da fetih hareketlerine devam ettirdiler.<br />

Büyük bir endişeye kapılan Bizans imparatoru Dukas, Selçuklu harekâtını<br />

durdurmak için büyük bir ordu hazırladı. İonnes Dukas ve Nikephoros<br />

Botaniates’in komuta ettiği bu ordu, Selçuklular üzerine hareket etti. Bu<br />

sırada Artuk Bey, İzmit yönünde fetihler yapmaktaydı. Bizans komutanı<br />

Nikephoros Botaniates, Artuk Bey savaşmak yerine onunla bir anlaşma<br />

yaparak, onu Bizans imparatoruna isyan etmiş olan Ursel üzenine akın<br />

yapmaya razı etti. Artuk Bey, bu asi komutan üzerine hareket ederek onu<br />

esir aldı. Devletin genişleme planları Büyük Selçuklular tarafından hazırlandıktan<br />

sonra Kutalmış oğlu Süleyman-Şah, Anadolu’da fetih hareketlerine<br />

başladı.<br />

28


1075’te İznik’i fethederek burayı kendine merkez yapan Kutalmış oğlu<br />

Süleyman-Şah, Bizans’ın içinde bulunduğu iç karışıklıklardan yararlanarak<br />

devletinin sınırlarını Marmara, Karadeniz ve Akdeniz yönlerinde<br />

genişleterek kısa zamanda Bursa yörelerinden başka, Kocaeli yarımadasını<br />

da elle geçirerek Üsküdar ve Kadıköy’e doğru ilerledi. Hatta Anadolu<br />

kıyılarında gümrük daireleri kurarak boğazdan geçen gemilerden vergi<br />

almaya başladı. Aynı zamanda İznik’e yerleşen Selçuklular İstanbul ve<br />

Anadolu arasındaki münasebeti kesmek amacıyla önemli yolları ele geçirmek<br />

istediler.<br />

İznik’i fethi, Hıristiyan dünyası için önemli bir kayıptı. Zira İznik I. Konsül’ün<br />

toplandığı yerdi. Buranın fethiyle Türkler, artık Anadolu’da kesin<br />

olarak yerleştiklerini gösterdiler.<br />

TÜRKİYE’DE YEREL TARİH VE ŞEHİR TARİHÇİLİĞİNİN<br />

YERİ, ÖNEMİ VE BUGÜNKÜ DURUMU<br />

Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK<br />

Fırat Üniversitesi<br />

Dünyada tarih anlayışındaki gelişmelere paralel olarak özellikle 20. yüzyılın<br />

ilk yarısından itibaren ülkemizde de tarih alanında önemli gelişmeler<br />

meydana geldi. O zamana kadar daha çok siyasî tarih alanında yoğunlaşan<br />

çalışmalar, iktisadî ve sosyal tarih alanına yöneldi. Avrupa’daki tarih<br />

ekollerinin tesiriyle tarihin arka planındaki muharrik güç unsurlarının<br />

tarihi önem kazandı. Tapu tahrir ve şer’iyye sicilleri gibi arşiv belgeleri ve<br />

kanunnâmeler yayınlanmaya başlandı. Yüzyılın son çeyreğinde mahallî<br />

tarih araştırmaları rağbet buldu. Bu gelişmeler tarihçiliğimiz açısından<br />

elbette önemlidir.<br />

Gerçekte tarih bir bütündür, bu bütünlüğün incelikleri teferruatta gizlidir.<br />

Yani mahallî tarih çalışmaları bütünün esasıdır. Mahallî/bölgesel tarih,<br />

genel tarihin anlaşılmasında çok önemlidir. Zira her bölgenin coğrafî ve<br />

sosyo-iktisadî şartları farklıdır, buna bağlı olarak mahallî uygulamalar da<br />

farklıdır. Onun için tarih araştırmalarında cüz’den küle (parçadan bütüne)<br />

seyreden takip edilmelidir.<br />

Bu itibarla belki de İstanbul’a çok yakın olduğu için üzerinde fazla çalışılmayan<br />

Kocaeli tarihinin de araştırılması elbette önemlidir. Zira en eski<br />

çağlardan itibaren çok hareketli olan bölge, Osmanlı döneminde çok hızlı<br />

29


değişen bir statü ile idare ediliyordu. Anadolu’nun sağ, orta ve sol kolları<br />

mutlaka Kocaeli’nden geçerdi. Coğrafî konumu ve zenginliği dolayısıyla<br />

İstanbul’un iaşesinde, yakacak odun ve kömüründe önemli bir mevkie<br />

sahipti. Millî Mücadele’de de Kocaeli’nin önemi malûmdur.<br />

Şimdiye kadar mahallî tarih alanında pek çok kıymetli çalışma yapılmıştır.<br />

Ancak geçen zaman içinde bir moda haline gelen bir anlayışla bu<br />

çalışmaların çoğunun birbirinin benzeri olduğu görülmektedir. Özellikle<br />

Anadolu’da yapılan sancak çalışmaları bu meyandadır. Çünkü Anadolu’da<br />

iktisadî ve sosyal alandaki uygulamalar aynıdır.<br />

Öte yandan geçtiğimiz yirmi otuz yıllık süreçte resmî tarih-gayri resmî tarih<br />

tartışmaları etrafında yerel tarihçilik fikri ortaya atıldı. Şimdiye kadar<br />

yapılan bütün tarih çalışmaları, arşiv belgeleri, istatistikler, kanunnâmeler,<br />

resmî tarih olduğu gerekçesiyle reddedildi. Bunun yerine herkes tarafından<br />

bilinen maksatlarla, kendilerince esas kabul ettikleri, özellikle<br />

seçilmiş bazı hatıralar esas kaynak kabul edildi ve bu hayalî ve yönlendirilmiş<br />

maksatlı hatıralar etrafında bir tarih oluşturulmaya çalışıldı.<br />

Tarih, dar bir coğrafya veya birkaç yüzyıla sığmayacak derece geniş ilmî<br />

bir alandır. Hele Türk tarihi, sadece Anadolu’dan ibaret olmayan, belki de<br />

dünyanın en geniş ve derin tarihidir. Bu uzun tarihî süreçte karşı karşıya<br />

geldiğimiz ve mücadele ettiğimiz ülkelerin tarihlerinin bilinmesi de, tarihçiliğimiz<br />

açısından hayatî önemi haizdir. O halde mahallî tarih derken<br />

sadece Anadolu ve Osmanlı dönemi değil, Türkistan, Hint, Çin, Kafkasya,<br />

Karadeniz, Avrupa, Akdeniz, Afrika ve nihayet Orta Doğu’nun yatay<br />

ve dikey tarihi anlaşılmalı ve bu alanda uzmanlar yetiştirilmelidir. Dünya<br />

coğrafyası için bölgesel uzmanların yetiştirilmesi, tarihçiliğimize büyük<br />

yenilik ve zenginlikler getireceği gibi gelecekte millî siyasetimizin de ilmî<br />

esaslara dayandırılmasını sağlayacaktır.<br />

30


KOCAELİ ŞEHİR TARİHİ ÇALIŞMALARINA<br />

ELEŞTİREL BİR BAKIŞ<br />

Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Dünyada şehir tarihi çalışmaları 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış günümüze<br />

kadar artarak devam etmiştir. Kocaeli şehir tarihi çalışmaları<br />

İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi şehir tarihleri dikkate alındığında<br />

henüz emekleme aşamasındadır denilebilir. Şehrin tarihinin ihmalinde<br />

ya da yeterince ciddi çalışmaların yapılmasında İstanbul’a yakınlığı “merkeze<br />

en yakın taşra” olması etkili olmuştur denilebilir. Bu bildiride dünden<br />

bugüne Kocaeli şehir tarihi çalışmaları kritize edilerek şehir tarihi<br />

konusunda sorunlar ve çözüm yolları dile getirilecektir.<br />

“İL / EL” KAVRAMI VE “KOCAELİ”<br />

Prof. Dr. İlhan ŞAHİN<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Osmanlı Beyliği’nin en erken dönemlerinden itibaren oluşmaya başlayan<br />

Osmanlı tarihî coğrafyasının en belirgin özelliklerinden biri, hususi adlar<br />

taşıyan bölgelerin ve idarî birimlerin oluşmaya başlamasıdır. Ancak bu<br />

bölgelerin ve idarî birimlerin nasıl oluşmaya başladığı ve her birinin hususi<br />

ad almasında hangi sebeplerin veya kıstasların rol oynadığı ile ilgili<br />

maalesef yeterli bilgiye ve araştırmaya sahip değiliz. Bu durum Osmanlıların<br />

erken dönemlerinden itibaren oluşmaya başlayan “Kocaeli” adı ve<br />

bölgesi için de geçerlidir. Bu bakımdan bildirimizde modern coğrafyanın<br />

ilke ve yöntemlerini de kullanarak geçmiş zaman dilimi içinde “Kocaeli”<br />

adının ortaya çıkışını, oluşumunu ortaya koymak ve böylece söz konusu<br />

adı hem tarihî hem de dil bilimi açısından incelemek istiyoruz. Bildiriyle<br />

ilgili Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemi kaynakları mukayeseli olarak<br />

kullanılacaktır.<br />

31


HOCA/KOCA TERİMİ VE ORTA ASYA’DAKİ YANSIMALARI<br />

Dr. Kayrat BELEK<br />

Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi<br />

Türklerin zaman zaman hükümleri altında bulundurdukları Merkezî<br />

Asya, Anadolu ve Ön Asya ülkelerinde ortaya çıkarmış oldukları kültür<br />

değerlerinden bir olan Türk-İslam yazılı ve arkeolojik kaynaklarındaki<br />

aynı kültürü paylaşmaktan doğan benzerlikler dikkati çeker. Bu bağlamda<br />

ayrıca saha araştırmaları sonucunda elde ettiğimiz Tanrı Dağlarındaki<br />

Türk-İslam kitabelerindeki bir yansıması olan Koca/Hoca temrinin<br />

sosyo-kültürel tarihimizdeki benzer yönlerini ilim dünyası ışığına tabi<br />

tutmaktır. Bu vesile ile bildirimizde Orta Asya’daki tarihi ve arkeolojik<br />

(yazıtlar) kaynaklarda adı geçen “Hoca” veya “Koco” temrinin Müslüman<br />

Türkleri tarafından nasıl algıladığı veya sosyal tabaklara göre hangi düzeyde<br />

kullanıldığı, bunun Türk-İslam kültüründeki -aynı kültür bağı altında<br />

birleştirmeye yönlendiren- anlamının muhtevasını taşıyan bilgileri<br />

kronolojik dönemine göre mukayeseli olarak ele alacağız.<br />

Dolayısıyla “Hoca”/“Koco” terimi her ne kadar İslami kültür zeminini taşısa<br />

bile Türk-İslam tarihi çerçevesindeki farklı dönemlerde ve coğrafyalarda<br />

çeşitliliğini arz etmiştir. Buna istinaden Türk-İslam kaynakları<br />

yapıldıkları çevrenin ve devrin inançlarının, âdetlerinin, sanat geleneklerinin,<br />

iktisadî ve sosyal şartlarının müşterek ürünüdür. Oysaki araştırmakta<br />

olduğumuz kaynaklar sadece bir milletin bulunduğu ülkelerdeki<br />

kültür birliğini ortaya çıkarmakla kalmayıp, dünyanın çeşitli bölgelerinde<br />

yaşayan aynı kökten gelen milletlerin menşeini de ortaya koymaktadır.<br />

GAZA HAREKETLERİNİN ORTA ASYA’DAKİ KÖKLERİ<br />

Doç. Dr. Taalay ŞARŞEMBİYEVA<br />

Arş. Gör. Nurgül SULEYMANOVA<br />

Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve ilk dönemlerinde “gaza” hareketleri çok<br />

önemliydi. Bu bağlamda uçlarda Kocaeli bölgesinin fatihleri Akça Koca,<br />

Konuralp ve Gazi Süleyman Paşa gibi “gaza” hareketlerinde bulunan önderler<br />

ortaya çıktı. Osmanlıların kuruluş meseleleri izah edilirken”gaza”<br />

hareketleri önemli bir yer tutar. Ancak böylesine önemli bir konu izah<br />

32


edilirken Osmanlıların atalarının geldiği Orta Asya bağlantısı ihmal edilmiş<br />

gözükmektedir. Bu bakımdan biz bildirimizde Türk dünyasının en<br />

önemli ve büyük destanı olan Manas destanında Manas’ın Çinlilere karşı<br />

yaptığı Çong Kazat (Büyük Gaza) konusunu ele almayı, bir gaza liderinin<br />

nasıl ortaya çıktığını, nasıl yetiştiğini, nasıl gaza lideri olduğunu ve gaza<br />

hareketinde bulunan bir kahramanın özelliklerinin ne olması gerektiğini<br />

ve böylece Kocaeli bölgesinde gaza hareketlerinde bulunan Gazi Süleyman<br />

Paşa, Kara Mürsel Alp ve Akça Koca gibi “gaza” liderlerinin nasıl<br />

ortaya çıktığını, nasıl uçlarda “gaza” lideri olduklarını karşılaştırmalı olarak<br />

ele almayı ve sonunda bilinen noktaları esas alarak bilinmeyenleri<br />

ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Bildirimizde kaynak olarak yazılı ve sözlü<br />

kaynakları mukayeseli olarak kullanacağız.<br />

OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİNDE GAZA<br />

İDEOLOJİSİ VE GAZİLİK<br />

Prof. Dr. Rhoads MURPHEY<br />

İpek Üniversitesi<br />

Anadolu topraklarında gazi unvanının dini ve askeri özellikleri bir arada<br />

bulunduran kişilere verildiği bilinen bir gerçektir. Anadolu Selçuklu İmparatorluğu’nun<br />

son dönemleri ve Osmanlı Beyliği’nin kuruluş yıllarında<br />

İslam dünyası “Tavaif al-Müluk” denilen küçük hanedanlar ve devletçikler<br />

arasında bölünmüş bir vaziyette idi. Batı Ön Asya’da bulunan bu devletçikler<br />

birbirlerinden bağımsız ve rekabet halinde idiler. Diğer taraftan,<br />

bu devletçiklerin varlığı kendileri ile hemhudud olan Hıristiyan komşu Bizans<br />

İmparatorluğu’nun Anadolu’daki uzantıları için bir tehdit unsuru idi.<br />

13. yüzyıl sonu Anadolu coğrafyası dendiğinde Müslüman hanedanların<br />

hasmane ve dostane ilişkileri bir arada yürüttüğü Bizans serhaddi bölgesinde,<br />

Hıristiyan unsurların ve başlarında bulunan “Tekfur” adındaki<br />

yöneticilerin kimi zaman ikna kimi zamansa zor kullanılarak din değiştirmeye<br />

çalışıldığı bir ortamı düşünmemiz gerekir. Tavaif al-Müluk’un en<br />

başarılı temsilcileri bu iki yöntemi (ikna ve zorlama) birlikte kullanarak<br />

topraklarını ve insani güçlerini artırmaya çalışmışlardı. Bu döneme ait<br />

destansı kaynaklar “alp” yahut “gazi”leri tanıtırken sıraladıkları vasıflar<br />

arasında yiğitlik, yoldaşlık, kahramanlık, cömertlik gibi daha çok askeri<br />

ve ahlaki değerleri vurgulamakta idiler. Sınırın öte yakasında egemenlik<br />

kurmuş olan Bizanslı yöneticiler ve sivil halkın bir kısmı da söz konusu<br />

33


kaynaklarda methedilen özelliklere sahiptiler. İlk döneme ait kaynaklarda<br />

her ne kadar İslami bir misyonu görmek mümkün olsa da, bu metinler<br />

bir bütün olarak değerledirildiğinde sadece Müslüman yöneticileri değil,<br />

aynı zamanda Anadolu’daki Tavaif al-Müluk’un muhtemel fetih bölgesi<br />

olarak gördüğü yönetimleri de kapsayacak mahiyette pragmatik ve esnek<br />

oldukları görülecektir.<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nda ortodoks İslam geleneği iyice yerleştikten<br />

sonra yazılan kaynaklara göre Osmanlı beyliği ve kuruluş dönemini anlamaya<br />

çalışmaktayız. Hâlbuki sözlü gelenekten beslenen bir menakıbname<br />

olmasına rağmen Saltukname gibi eserler beylikler dönemi Osmanlı<br />

tarihinin karmaşık yapısını çeşitli yönleriyle ve gerçekci bir biçimde yansıtmaktadır.<br />

Sunumumuzda bu ve benzeri kaynakları kullanarak dönemin<br />

yaygın ideolojisi olan gaza anlayışını yeniden inşa etmeye çalışacağız.<br />

TARİH VE BİREY İLİŞKİLERİNİ BİLİMSEL İNCELEMENİN<br />

METODOLOJİK SORUNLARI ÜZERİNE (‘KOCAELİ TARİHİ<br />

VE GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’ ÖRNEĞİ)<br />

Prof. Dr. Sulayman KAYIPOV<br />

Şincang Pedagoji Üniversitesi<br />

Bu bildiride Gazi Süleyman Paşa’nın hayatı ve faaliyetleri, ‘tarih ve birey<br />

ilişkisi’ ışığında bakılarak, tarihteki ‘özel ile genelin’, ‘yerellik ile ulusallığın’,<br />

‘ulusallık ile evrenselliğin’ ilişkileri bazında ele alınacaktır.<br />

Tarihin getirdiği sosyokültürel ortam, ekonomik ve siyasi durum, ailevi<br />

koşullar (Doğu toplumlarında milleti temsil eden yöneticilerin kişisel<br />

kararları da) yeni insan ve/veya yeni lider modellerinin ortaya çıkmasına<br />

zemin oluşturur. Yeniden oluşan insan modeli milletin etnokültürel aslından<br />

uzaklaşmamış, kopmamış; milletin tarihi birikiminden beslenerek<br />

ortaya çıkmış ise, tarihin geçiş noktalarında büyük roller üstlenecek bireyleri<br />

meydana getireceği anlaşılmıştır. Bu bireyler belli bir zaman dilimindeki<br />

hadiselerin akışına yön verir, onun sonuçlarını etkiler ve çoğu<br />

zaman halkın/milletin iradesini temsil eder. Bu durum bireylerin tarihi<br />

oluşturması ile tarihin bireyleri ortaya çıkarması arasında diyalektik bir<br />

bağın olduğunu gösterir.<br />

Bireyin önderliği ile gerçekleşen tarihî vaka mutlaka sınırları belli olan<br />

bir mekân ve zaman bağlamında vücuda gelir. Ancak böyle tarihî vakalar<br />

34


sonuç itibariyle kronik ve coğrafik sınırları aşarak, yerel halkın hafızasıyla<br />

sınırlı kalmaksızın milli hafızadan da kendi yerini alır. Ayrıca bireyüstü<br />

kişilerin yerli halk tarafından oluşturulan “imgeleri” zaman geçtikçe ilk<br />

önce yöre halkının hayatında simge haline gelir ve görüş, düşünce, fikir<br />

ve davranışlara yön verici güce sahip olur. Gazi Süleyman Paşa’nın hayatı<br />

nispeten kısa bir dönemde Kocaeli yöresi ve çevre bölgelerinde geçmiş<br />

ise de, milli hafızada yeri olan, zamanının bireyüstü insanlarından biridir.<br />

‘Kocaeli tarihi ve Gazi Süleyman Paşa’ örneği, tarih araştırmalarında<br />

metodolojik öneme sahip olan ‘birey ve tarih’, ‘yerel ve genel’ ilişkileri<br />

ışığında bakılınca daha derin ve inceliklerine kadar anlaşılacak olan tarihî<br />

vakalardandır.<br />

KOCAELİ BÖLGESİ UÇ KÜLTÜRÜNE<br />

MUKAYESELİ BİR BAKIŞ<br />

Prof. Dr. Taşpolot SADIKOV<br />

Okt. Fatih ÇELİK<br />

Bişkek Sosyal Bilimler Kuseyin Karasaev Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Kocaeli bölgesi, “uç” bölgesi<br />

olarak kabul edilmekteydi. “Uç” bölgelerini diğer bölgelerden ayıran en<br />

önemli özelliğin, demografik nüfus yapısı bakımından daha hareketli olması<br />

yanında dinî, sosyal ve kültürel değerleri bakımından daha esnek<br />

ve renkli bir yapıda olmasıydı. Ancak bu konunun kaynakların yetersizliği<br />

yüzünden tam olarak anlaşıldığını ve ortaya konulduğunu söylemek çok<br />

güçtür. Bunun ortaya konulabilmesi için, benzer özellik gösteren ve konuyu<br />

açıklayacak yeterli kaynaklara sahip olan bölgelerin ele alınması ve<br />

Kocaeli bölgesi gibi uç bölgesiyle mukayese edilmesi gerekmektedir. Bu<br />

bakımdan bildirimizde tarihî süreç içinde Kocaeli bölgesiyle benzer özellik<br />

gösteren Orta Asya’daki uç bölgeleri ele alınacak ve böylece Osmanlı<br />

Devleti’nin kuruluş döneminde Kocaeli uç bölgesinin dinamik unsurları<br />

ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />

35


KURULUŞ DÖNEMİNDE OSMANLILARIN ANADOLU’DA<br />

SESSİZ YÜRÜYÜŞÜ (1277-1387)<br />

Prof Dr. Hasan Basri KARADENİZ<br />

Dumlupınar Üniversitesi<br />

Osmanlılar Anadolu’nun ilhakında yakın planda her birisi kendisini Selçukluların<br />

veya İlhanlıların varisi gören başta güçlü ve öncü Karamanoğulları<br />

ve Eratnalılar olmak üzere yirmi civarında siyasî yapıyla bazen tek<br />

tek bazen de bir çoğu ile aynı anda mücadele etmek zorunda kaldı. Bunun<br />

ötesinde de uzak planda ise çift taraftan hem doğu hem de güneyden<br />

Anadolu’yu daima kontrol altında tutmak isteyen doğuda önce Timuriler<br />

sonra Akkoyunlular ve nihayette Safeviler ile güneyde ise Memluklular<br />

ile yoğun ve sürekli siyasî, askerî ve psikolojik mücadele verdiler.<br />

Bu sebeple Osmanlılar öncelikle büyümek adına kendilerine tek bir hedef<br />

belirlediler; Batı’ya doğru gaza yapmak. Bu tercihte hem siyasî ve askerî<br />

bakımdan daha kolay hem de aşmak zorunda oldukları meşruiyet gibi bir<br />

ağır mesele söz konusu değildir. Bununla birlikte Osmanlılar fırsat buldukça<br />

imkânlar oluştukça, Anadolu’yu ilhaka çalıştılar. Bunu yaparken<br />

meşruiyetten ayrılmadılar, azami derece de dikkatli oldular. Bu hassasiyet<br />

sonucu Karasi Beyliğ’ni onların ümerasının çağrısı, Ankara’nın ilhakını<br />

otorite boşluğu, Germiyan Beğliği’nin yarısının ilhakını düğün çeyizi ve<br />

Hamitoğulları Beyliğini seksen bin altın karşılığı satın alarak meşrulaştırdılar.<br />

Buna karşın Candaroğulları Beyliği’nin merkezi Kastamonu’yu<br />

bu beyliğin şehzâdesinin babasına isyanından istifade ederek ilhak ettiler.<br />

Fakat halk bu durumu kabul etmeyince meşruiyetten ayrılmayarak<br />

geri çekildiler.<br />

LATİNLERDEN OSMANLILARA KEFKEN VE ÇEVRESİ<br />

Prof. Dr. Enver KONUKÇU<br />

Atatürk Üniversitesi<br />

Karadeniz’de Anadolu sahiline yakın dikdörtgen ve kayalık arazide görülen<br />

ada Kefken ismini taşımaktadır. Apollonia, Thynias, Daphnusia<br />

isimlerini taşımıştır. Boğaz ile Trabzon sahilindeki meşhur Kerpe, Kefken’e<br />

oldukça yakındır. Bithyniaların, Thyn ve Mariandyn yerleşmelerinin<br />

Pontos Euxeinos’un güneyinde ilk çağdan beri sığınak yeriydi. Sonraları<br />

36


ütün adayı çeviren kale ile hâkim kuruluşlarca üs haline getirilmişti.<br />

1204 sonrası İtalyan şehirlerinden Cenova ve Venediklilerin Karadeniz<br />

ticaretinde Kefken’de bir süre hâkimiyet sağladılar. İznik’teki Laskarisler<br />

ve onlardan sonra İstanbul’u başkent olarak kullanan Palaiologoslar, 14.<br />

yüzyılda adayı yönettiler. Yine bu sırada Osmanlı beylik kuvvetleri, İzmit<br />

hariç bütün yarım adayı ele geçirdiler. Ancak Kerpe’nin Türk hâkimiyetine<br />

bu sırada girmiş olması muhtemeldir. Bunun yanında bu civardaki<br />

Kandıra’yı merkez haline getiren Akçakoca Karadeniz’i ve Kefken’i ilk gören<br />

kişi olmaktadır. 1337’deki İzmit fethi ile Kocaeli mülki yapılanmada<br />

yerini almıştır. Yıldırım Bayazid zamanında Kefken’in batısındaki Seyrek<br />

ve Bağırgan ile ilintili Şile’nin de ele geçirilmesiyle sahildeki bütünleşme<br />

sona ermiştir. Oğlu Süleyman Çelebi, Kandıra ile çevresine hâkim görülmektedir.<br />

Ancak batı kaynaklarında Kefke’nin durumu bir ayrılık arz etmektedir.<br />

Ahalinin Cenevizliler dediği İtalyan şehrinin de Kefken’e hâkim<br />

olduğu görülüyor. 1402 sonrasında da Haçlılar veya kâfirlerin yine Kefken’de<br />

var oldukları görülüyor. 1404’te bile Kerpe, Türklerin elinde; Kefken<br />

ise hala Cenevizlilerin elindedir. Timur’a giden İspanyol elçisi Claviyo,<br />

1404’te ada ve çevresinde oluşan büyük Karadeniz fırtınalarına temas etmektedir.<br />

Hatta bindikleri yelkenlinin Kefken’den demir atarak Kerpe’ye<br />

doğru süründükleri ifade edilmektedir. Venedik ve Ceneviz hâkimiyetinin<br />

bilinmeyen bir zamanda; ancak Fatih Sultan Mehmed’in Karadeniz<br />

politikası sırasında Türklere geçtiği de kesindir. Karadeniz sahilindeki<br />

Amasra’nın ve sonra Sinop’un, Trabzon’un hâkimiyete alınması ile bütün<br />

Kuzey Anadolu sahillerinin Türkleştiği biliniyor. Kefken; Venedik ve Cenevizlilerden<br />

kurtulduktan sonra yine ticari amaçlı yelkenlilerin sığınma<br />

yeri olmaya devam etmiştir. Osmanlı kaynakları incelendiğinde Kefken’in<br />

bu defa tersane olarak kullanıldığı görülüyor. Civardaki sıkı ormanlardaki<br />

yarar ağaçlardan faydalanılarak Kefken’e taşındığı ve buradaki kalyon<br />

yapımı için tersanede kullanıldığı da görülmektedir. Kefken yine eski görevine<br />

devam etmekte, Cebeci ile Kerpe turistik amaçlı merkezler olarak<br />

tarihi akışta yerini korumaktadır. Babadağı’ndaki Akçakoca Türbesi ile<br />

Kefken birbirini görmekte ve tarihi olarak bir boşluğu doldurmaktadır.<br />

37


OSMANLI KURULUŞ DEVRİNDE DOĞU MARMARA<br />

KIYILARINDA TÜRK İSKÂNI<br />

Yrd. Doç. Dr. Şahin KILIÇ<br />

Raif KAPLANOĞLU<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Bursa Araştırmaları Vakfı<br />

Osmanlı Türkleri Bithynia’ya geldiklerinde, bu bölgede üç kuşaktır yaşayan<br />

Türk ve Müslüman unsurları bulmuşlardı. Bu nedenle, Bithynia<br />

bölgesi çok çabuk Türkleşmişti. Ancak bu kez, Hıristiyan unsurlar Bithynia’yı<br />

terketmeye başlamıştı. Bu da, bölgenin boşalmasına ve ekonomik<br />

zarara neden olmuş, bölgede oluşan ekonomik dengeleri bozmuştu.<br />

Çünkü Türkler ile Rumlar arasında zamanla uyumlu bir ekonomik ilişki<br />

oluşmuştu. Bu ilişki her iki toplum için son derece yararlı ve neredeyse<br />

vazgeçilmez bir pozisyondaydı. İşte bunu kısa zamanda anlayan Osmanlı<br />

yönetiminin, daha ilk yıllardan başlayarak yerli Hıristiyanların yerlerinde<br />

kalmalarına olanak sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Birçok kale<br />

alındıktan sonra yerli halkın Hıristiyan olarak yerinde kalması için izin<br />

verildi. Osmanlı tarihçilerinden Gibons da, yerli Hıristiyanların bir kısmının,<br />

Bizans’ın kendilerini terketmeleri nedeniyle din değiştirerek bölgede<br />

kaldığını yazmaktadır. Osmanlı yönetimi, bölgedeki Hıristiyan unsurların<br />

Bithynia’yı terk etmemeleri için her tür tavizi verdiği anlaşılıyor. Daha da<br />

önemlisi, sonradan Müslüman olan bu yöneticiler, kuruluş döneminde<br />

en güçlü feodal aileleri kurmuştu. Halil İnalcık’ın tespitlerinde yer verdiği<br />

gibi, özellikle Rumeli’ndeki tımarların önemli bölümünün Hıristiyan<br />

kökenli sipahilere verildiği anlaşılmıştır. Osmanlı Devleti’nin de tıpkı Bizanslılar<br />

gibi, Anadolu’da boşalmış olan köyleri doldurmak ve ekonomiyi<br />

canlandırmak için, Rumeli’de yaptığı savaşlar sırasında elde ettiği tutsak<br />

ailelerden oluşan grupları Bithynia’da iskân ettiğini görmekteyiz. Nitekim<br />

Bizans kroniği Kritovoulos, Fatih devrindeki iskân politikası konusunda<br />

ayrıntılı bilgi vermiştir.<br />

Türkler Bithynia bölgesine geldiklerinde, hangi yerleşim alanları olduğunu<br />

öğrenmemizde, Hıristiyan köylerin bilinmesi bize yardımcı olabilir.<br />

Hıristiyanlar Bithynia’da yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Genel olarak<br />

bu Hıristiyanlar Rum olarak anılsa da, etnik kimlikleri hâlâ meçhuldür.<br />

Ancak Türkler, İznik ve Bursa bölgesine geldiğinde, bölgede Rumca konuşan<br />

Hıristiyanlar vardı. Türkler XIV. yüzyılda tüm Bithynia bölgesine<br />

egemen olmaya başlayınca, özellikle dağlardaki Hıristiyan köylerinin bo-<br />

38


şaldığı görülmüştür. Ancak diğer bölgelerden gelen Hıristiyanların tümü<br />

bölgeyi terk etmemişti. Çok büyük kısmı kıyılara ve adalara kaçmıştı. Osmanlı<br />

yönetiminin tutumuna göre adadaki Hıristiyanların daha sonra geri<br />

döndükleri görülür. İşte bu nedenle özellikle kuruluş devrinde, Gemlik,<br />

Mudanya ve Yalova arasındaki kıyılarda bulunan köylerin büyük bölümünde<br />

Hıristiyanlar yaşamaktaydı. XIV-XIX. yüzyıllarda ise Bithynia’nın dağlık<br />

alanlarında çok az Rum köyünün varlığına tanık olmaktayız. Çok garip bir<br />

sonuçtur ki, XV. yüzyıl ile XIX. yüzyıl arasında, tüm Bithynia’da Hıristiyan<br />

unsurların arttığını söyleyebiliriz. Ancak bazı bölgelerde ise Hıristiyanlar<br />

azalmıştır. Örneğin, XV-XVI. yüzyılda Yenişehir bölgesinde çok sayıda<br />

Hıristiyan köyü varken, XIX. yüzyılda hiç Hıristiyan köyü kalmamıştı. Bu<br />

köylerdeki Hıristiyanların zamanla İslamlaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz.<br />

Çünkü bu köylerin çoğu günümüze kadar varlıklarını sürdürmüştür.<br />

1888 yılına gelindiğinde, Hüdavendigar Eyaletinde 61.751 Rum yaşadığı<br />

anlaşılmaktadır. Tüm Bithynia bölgesi için, XIX. yüzyılda yüzde otuzlara<br />

yaklaşan oranlarda bir Hıristiyan varlığından söz edebiliriz. Hıristiyan<br />

köyleriyle ilgili haritaya baktığımızda, XV-XVI. yüzyılda, başta Karacabey<br />

olmak üzere; Bursa, Kite, Yenişehir, İnegöl ve Yalak-Abad ile İzmit’te Hıristiyanların<br />

yoğunlaştığı görülür.<br />

Bildiriye konu edilen araştırmada, Osmanlı ve Bizans kroniklerinin verdiği<br />

bilgilerin yanı sıra Osmanlı dönemi boyunca tutulan arşiv kayıtları, seyahatnameler,<br />

tarihi haritalar ve tarafımızdan yapılan saha araştırmaları<br />

kullanılarak bölgedeki ilk Türk yerleşimleri tespit edilmeye çalışılacaktır.<br />

GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’NIN BİR YADİGÂRI GÖYNÜK<br />

Prof. Dr. Mustafa KESKİN<br />

Erciyes Üniversitesi<br />

Göynük, Sakarya nehrinin doğusunda, tarihi ipek yolu üzerinde, Bolu iline<br />

bağlı, 4000 nüfuslu mütevazı bir ilçedir. Evliya Çelebi, “Fütuhat-ı Orhan<br />

Gazi” arasında Akyazı, Konrapa, Yanbolu, Gelibolu, Mudurnu, Kocaili, İzmit,<br />

Yalakâbad, Bursa, İznik, Taraklı, Göynük, Karesi, Balıkesir, Bergama,<br />

Edremit, Tekirdağ, Bolayır’ı sayıyor ve bunların “be dest-i Süleyman<br />

Paşa ibn Orhan Gazi” marifetiyle fethedildiklerini sayıyor. Bir yerde de<br />

Göynük’ü “menziller” meyanında zikrederek, “Van’dan ulaklıkla Rum’a<br />

gittiği menziller arasında Merzifon-Osmancık-Tosya-Bolu ve Göynük kalesini”<br />

sayıyor, “menzil-i kal’a-yı Göynük’te” Akşemseddin hazretleri ve<br />

39


ütün saygıdeğer çocuklarının yatmakta olduklarını ilave ediyor. Kıdemli<br />

seyyahımız İbn Battuta’nın Anadolu gezileri 1332’de başlamış, bu cümleden<br />

olmak üzere İznik, Bursa, Mekece, Geyve, Sakarya, Göynük, Bolu,<br />

Kastamonu ve Sinop’u gördükten sonra, denize açılarak Kırım’ın Kerç Limanına<br />

çıkmıştır O tarihteki Göynük, “küçük bir yerdir, ahalisi Hristiyan<br />

Rum’dur, zaviyesi yoktur.<br />

Selçuklulardan tevarüz ettikleri milli an’anenin bir sonucu olarak Osmanlılar<br />

da fethettikleri beldelere kendi, damgalarını vurmuşlardır.<br />

Göynük’teki Gazi Süleyman Paşa Camisini, hamamını vs. yapıları bu zaviyeden<br />

bakmamız doğru olur. Caminin kuruluş tarihi olarak 1331-1335<br />

arası kitabesinde yer almaktadır. Tebliğimizde bu cami ve haziresindeki<br />

yapıları arz edeceğiz.<br />

ŞEHZADE SÜLEYMAN PAŞA’NIN İZNİK’TEKİ VAKIFLARI<br />

Prof. Dr. İbrahim SEZGİN<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Şehzade Süleyman Paşa “Rumeli Fatihi”<br />

olarak meşhur olmuştur. Gerçekten Rumeli’de Osmanlılar tarafından<br />

yapılan ilk fetihler Süleyman Paşa ve emrindeki kumandanlar vasıtasıyla<br />

yapılmıştır. Babasının yanında da çeşitli seferlere katılan Şehzade Süleyman<br />

Paşa yaptırdığı vakıf eserleriyle de dikkat çekmektedir. En önemli<br />

vakıfları Gelibolu Bolayır’da olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin değişik<br />

şehirlerinde cami, mescid, medrese, zaviye gibi dinî ve hayrî eserleri yaptırmıştır.<br />

Şehzade Süleyman Paşa’nın hayır eserleri yaptırdığı yerler arasında İznik<br />

önemli bir yer tutmaktadır. Burada da devrine göre büyük sayılabilecek<br />

bir medrese yanında cami (mescid) ve sıbyan mektebi de yaptırmıştır. Bu<br />

hayır eserlerinin masraflarını karşılamak üzere İznik’teki bazı köylerin<br />

gelirleri tahsis edilmiştir. Yine Gelibolu’daki Ereğlice köyünün geliri de<br />

medresenin müderrisine vakfedilmiştir. Bu bildiride Süleyman Paşa’nın<br />

İznik’teki vakıf eserlerinin tarih içerisinde geçirdiği değişimler yanında<br />

vakıfların gelir ve giderleri, vakıf çalışanları, Tapu Tahrir defterleri ve diğer<br />

arşiv belgeleri esas alınarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />

40


KARACADAĞ’DAN KOCAELİ VE RUMELİ’YE OSMANLI<br />

KURULUŞ DEVRİ FETİHLERİ’NİN TEMEL DİNAMİKLERİ:<br />

STRATEJİ - BEYLİK VE BÜROKRASİ<br />

Doç. Dr. Nejdet GÖK<br />

Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />

Osmanlı Beyliği’nin Rumeli’ye geçişinin sembol ismi olan Gazi Orhan<br />

oğlu Süleyman Paşa’yı bu fütühata yönelten en az 50 yılllık bir oluşum ve<br />

gelişim dönemi vardır.<br />

Ankara-Konya arasında yer alan Karacadağ etekleri Osmanlı Beyliği’ni<br />

kuran Kayı Boyu’nun ilk konaklama ve yerleşim yeri olarak ayrı bir önem<br />

arzetmektedir. Yedi asır sürecek bir cihan devletinin ilk rüyaları burada<br />

görülmüş, fetih stratejisi burada çizilmeye başlanmış, buradaki Söğüt<br />

Yaylası’ndan batıya doğru adım adım ilerlemiş, Bilecik, Söğüt, Bursa ve<br />

daha sonra Kocaeli Yarımadası ve Rumeli fetihleri ile devam etmiştir.<br />

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde daha önce düzenlenen Akçakoca<br />

ve Kara Mürsel Alp sempozyumlarında sunduğum tebliğlerde<br />

özellikle bu bölgeyi fetheden ilk gaziler ve onlara destek olan ahiler ve<br />

diğer sosyal ve askeri teşkilatlara, dönemi bize aksettiren orjinal kaynaklara<br />

ve arşiv vesikalarına -diplomatika açısından önemine de dikkat<br />

çekerek- dikkat çekmeye çalışmıştım.<br />

Bu sempozyumda sunacağım tebliğin esasını ise 2003 yılı yazında Prof.<br />

Halil İnalcık’la birlikte Karacadağ Bölgesinde yapılan bir dizi topografik<br />

araştırma ve incelemenin yanında, sonraki yıllarda da devam eden yöresel<br />

araştırmalar oluşturmaktadır. Bu çalışma kapsamında Karacadağ’dan<br />

Eskişehir’e, oradan Söğüt’e, Söğüt’ten Bursa’ya, Bursa’dan Kocaeli<br />

Yarımadasına kadar belli bir çizgide devam eden fetihler ve yeni bir<br />

devletin doğuşu gözlemlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda; Takip edilen<br />

yol haritası, bürokrasi ve beylik teşkilatı, küttap sınıfı ve Osmanlı inşa<br />

(diplomatika) sanatının doğuşu ve gelişimi, Orhan Bey ve oğulları Rumeli<br />

Fatihi Gazi Süleyman Paşa ve Murad Hüdavendigar’ın bu yeni devlet oluşumundaki<br />

siyasi, idari ve kültürel katkıları ele alınacaktır.<br />

41


OSMANLI HANEDAN MENSUPLARININ PAŞA UNVANI<br />

KULLANIMI SORUNU ÜZERİNE: ALAEDDİN “PAŞA” VE<br />

SÜLEYMAN “PAŞA”<br />

Yrd. Doç. Dr. Recep YAŞA<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Paşa kelimesinin menşei ve etimolojik kökeni hakkında farklı görüşler<br />

vardır. Bu kelimenin Türkçe “başağa” veyahut “beşe” (büyük kardeş)’den<br />

geldiğini söyleyenler olduğu gibi padişahın ayağı anlamına gelen “pay-i<br />

şah” veya “pad-i şah”geldiğini ileri sürenlerde vardır.<br />

Bu kelime, Osmanlılardan evvel Anadolu Selçukluları ve beylikler döneminde<br />

savaşçı ve dinsel niteliği bulunan kişilere verilen bir unvan olmuştur.<br />

Osmanlılar döneminde de ise hanedan üyelerinden Osman Bey’in<br />

oğlu Alaeddin ile Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman Bey’e verildiği ifade<br />

edilmektedir. Oysa bu iki isimden biri olan şehzade Alaeddin ile Osman<br />

Gazi’nin son ve Orhan Gazi’nin ilk veziri olan Alaeddin Paşa, isim benzerliği<br />

dolayısıyla birbirine karıştırılmakta ve şehzade Alaeddin’in Orhan<br />

Gazi’ye vezirlik ettiği, bu şekilde paşa unvanı aldığı yanılgısına düşülmektedir.<br />

Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman içinde aynı yanılgı söz konusudur.<br />

Zira Karası Beyliğini ele geçiren Orhan Bey, burayı oğlu Süleyman’a tımar<br />

olarak vermiş ve daha önce Karası vezirliği yapmış olan Hacı İlbey’i<br />

de oğluna vezir tayin etmiştir. Bu suretle Karası Beylerbeyliğine yükseltilen<br />

Gazi Süleyman’ın unvanı bey, Hacı İlbey’in unvanı paşa olmuştur.<br />

CODEX HANİVALDANUS’TA SÜLEYMAN PAŞA<br />

Doç. Dr. Altay Tayfun ÖZCAN<br />

Dumlupınar Üniversitesi<br />

1591’de Leunclavius tarafından yayınlanan Historia Musulmanae Turcorum<br />

(Müslüman Türklerin Tarihi) adlı eser Avrupa’da Rönesans ile birlikte<br />

başlayan yeni tarih çalışmalarının zirvesinde bulunan kıymetli bir<br />

eserdir. Bunun nedeni Leunclavius’un, çağdaşlarından farklı olarak Türk<br />

tarihi incelemelerini doğrudan Türkçe kaynaklara dayandırmasıydı. Kullandığı<br />

kroniklerden birisinin Cemalî’nin eseri olduğu bugün için iyi bilinmektedir.<br />

Eserinde Verantianus Codex olarak geçen bu kronikten baş-<br />

42


ka Leunclavius Codex Hanivaldanus veya Tercüman Murat Bey’in kitabı<br />

olarak bahsettiği bir diğer eser daha kullanmıştır. Uzun yıllar Osmanlı<br />

bürokrasisine hizmet etmiş Murat Bey adlı Macar asıllı bir kişi tarafından<br />

Neşri tarihinin Latince’ye tercümesi olan bu eser, Leunclavius’un tarih<br />

çalışmasının temeline yerleşmiş vaziyettedir. Leunclavius’un bu eseri<br />

kullanmasını bugün için önemli kılan ise, gerek Murat Bey’in çevirisinin<br />

gerekse çevirisine temel teşkil eden yazmanın kaybolmuş olmasından<br />

ileri gelmektedir.<br />

Daha önce eserinde Codex Hanivaldanus’a bir kısım ayırmış olan V. Menage,<br />

Leunclavius’un kullandığı Murat Bey çevirisine temel teşkil eden<br />

yazmanın, bilinen en eski Neşri yazması olan Menzel nüshası ile Viyana<br />

nüshası arasındaki bir zaman diliminde yazılmış, ancak Menzel nüshasına<br />

daha yakın bir tarihte yazılmış farklı bir yazma olduğunu ifade etmiştir.<br />

Gerçekten de Codex Hanivaldanus’taki kayıtlar, genel olarak Menzel<br />

nüshasına daha yakın bir yöne sahiptir. Bununla birlikte burada, gerek<br />

Menzel nüshasında ve gerekse Viyana nüshasında bulunmayan ilgi çekici<br />

kayıtlar yer alır. Dahası ilgili kayıtlardan bazıları, öyle görünüyor ki, diğer<br />

iki yazmadan daha kıymetli bir tarihî gerçekliğe sahiptir.<br />

Bu çalışmamızda Codex Hanivaldanus’ta Süleyman Paşa ile ilgili kayıtları<br />

tetkik ederek Menzel ve Viyana yazmalarında bulunmayan farklılıkları<br />

takdim edeceğiz.<br />

OSMAN GAZİ’NİN OĞLU ORHAN GAZİ’YE<br />

NASİHATLERİNE TAHLÎLÎ BİR BAKIŞ<br />

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL<br />

Uludağ Üniversitesi<br />

Türk-İslâm geleneğinde özellikle devlet başkanlarının nasihat ve vasiyetlerinde<br />

yer alan unsurlar o devir siyasî iktidarlarının devlet anlayışı<br />

hakkında bazı ipuçlarının elde edilmesinde bize ışık tutar. Bu tür nasihat<br />

ve vasiyetlerin muhtevasını, sosyo-kültürel ve dinî referanslarını ele alıp<br />

tahlil etmek ayrı bir husustur. Bunun yapılması da hiç kuşkusuz önem<br />

taşır. Ancak biz bu bildiride, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye nasihatlerinin<br />

yer aldığı kaynaklara, kaynakların mevsukiyet derecesine ve<br />

nasihatlerin içyüzünü anlamaya çalışarak kuruluş devri Osmanlı devlet<br />

43


anlayışına dair bazı tespit denemelerinde bulunmayı, nasihat metinlerinden<br />

çıkarılabilecek sonuçları da tasnîfî olarak sıralamayı düşünüyoruz.<br />

Esasınsa bu kabil vasiyet ve nasihatler ilim dünyasında maalesef hak ettiği<br />

yeri yeterince alabilmiş değildir. Hâlbuki Osmanlı devletinin büyüklüğü<br />

üzerinde ciddi araştırmalar yapılırken, kendi zamanında dünya siyasetine<br />

yön vermesinin sebepleri ve Bursa, İznik, İzmit-Kocaeli bölgelerinde henüz<br />

kuruluş döneminde devleti kuran iradenin gösterdiği dinamizm herkes<br />

tarafından anlaşılmaya ve analiz edilmeye çalışılmalıdır. Kuskusuz<br />

bu noktada doğru analize ulaşmanın yollarından biri de, kurucu devlet<br />

adamlarının sahsiyet ve hayat görüşlerinin Osmanlı devletinin süratle<br />

büyümesi ve bir cihan devleti haline gelmesindeki rolünü ortaya koymaktır.<br />

Dolayısıyla Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye vasiyet ve nasihatleri,<br />

hem zamanlaması hem de muhtevası açısından ziyadesiyle önemli olduğu<br />

gibi kuruluş dönemi dinamizmine ve canlılığına da ışık tutacaktır.<br />

Söz konusu nasihatler bildiride farklı kaynaklarla kıyaslanarak kaydedilecektir.<br />

Bildiri özetinde bunlardan birini (Tarîh-i Atâ’dan) paylaşmak<br />

istiyorum. Adı geçen kaynakta nasihat metinleri şu ifadelerle yer almıştır:<br />

“Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farîzaya dikkat, din ve devletin<br />

güçlenmesine sebeptir. Beytü’lmâl-i müslimîni (devlet hazinesini)<br />

koru. Devletin servetini artırmaya çalış. Sadakatle tahsîl-i rızâ için ömür<br />

geçiren erkân-ı devlet’i gözet; vefatlarından sonra böylelerinin çoluk-çocuğuna<br />

bak, ihtiyaçlarına ilgi göster. Tebaandan hiçbir ferdin emvâline<br />

taarruz etme. Hak edenlere yardım ile iltifat elini uzat, böylelerinin sıkıntılarını<br />

gider, yakınlarının sıkıntılarını da gider. Askerî erkânı iyi koru.<br />

Âlimler, fâzıllar, edîbler, devlet bedeninin gücüdür. Bunlara iltifat ve ikramda<br />

bulun. Bir kemâl sahibini işitince onunla ilişki kur, dirlikler ver,<br />

ihsanda bulun. Hükümetinde ulemâ, fuzelâ, erbâb-ı maârif çoğalsın,<br />

siyâset ve din işleri nizam bulsun. Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir<br />

beğ olarak gelip hak etmediğim halde bunca inâyet-i celîle-i Rabbânî’ye<br />

mazhar oldum. Sen de benim yolumdan git ve bu dîn-i Muhammediye’yi<br />

ve ashâbını ve sana tabi olanları koru. Hakkullâh ve hukûk-ı ıbâdı gözet.<br />

Senden sonrakilere de böyle nasîhattan geri durma. Adaletli ve insaflı ol.<br />

Zulmü kaldırmaya devam et. Her bir işe teşebbüste Allah’ın yardımına<br />

güven. Tebaanı düşman istilâsından ve zulme uğratılmaktan koru. Haksız<br />

yere hiçbir ferde lâyık olmayan muamelede bulunma. Halkı taltif et,<br />

hakkında umumun kabulünü tahsil et.” (Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarîh-i<br />

Atâ, İstanbul 1293, I, 9 vd.)<br />

44


15. YÜZYIL OSMANLI KRONİKLERİNDE SÜLEYMAN PAŞA<br />

Prof. Dr. Necdet ÖZTÜRK<br />

Bahçeşehir Üniversitesi<br />

Bu bildiride, esas itibariyle Orhan Gazi oğlu Süleyman Paşa’nın Anadolu<br />

ve Rumeli’deki idari, siyasi, askerî faaliyetleri ve başarıları üzerinde<br />

durulacaktır. 15. yüzyıl Osmanlı tarih kaynaklarının bu konuda verdikleri<br />

bilgiler metin okumaları üzerinden mukayeseli olarak değerlendirilecektir.<br />

Mesela, Karasi Beyliği’nin Osmanlı topraklarına katılması, Rumeli<br />

yakasına geçiş fikrinin kime ait olduğu, geçiş noktaları ve geçişin hangi<br />

deniz taşıtlarıyla gerçekleştirildiği, ilk fethedilen yerler ve fetih istikametleri,<br />

Süleyman Paşa’nın fetih ve iskân siyaseti, adil ve insaflı oluşu,<br />

Osmanlı toplumunda hoşgörü kültürünün gelişmesine katkısı, Aydınoğlu<br />

Gazi Umur Bey’le görüştüğü rivayeti, vefatı ve vefatından sonraki gelişmeler<br />

ele alınacak belli başlı konulardır.<br />

ADINA YAZILMIŞ ESKİ HARFLİ ESERLERDE GAZİ<br />

SÜLEYMAN PAŞA VE BAZI KOCAELİLİ ÂLİMLERDEN<br />

NAKİLLER<br />

Prof. Dr. Recep DİKİCİ<br />

Selçuk Üniversitesi<br />

Mevlid şâiri Süleyman Çelebi’nin dedesi ve Orhan Gazi’nin kayınbiraderi<br />

Şeyh Mahmud’un:<br />

“Kerâmet gösterip halka suya seccade salmışsın<br />

Yakasın Rumeli’nin dest-i takva île almışsın.”<br />

dediği, Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Şah, Rumeli fâtihi olarak tarihlere<br />

geçmiştir.<br />

1331’de babası Orhan Gazi’ye vezir olan Şehzade Süleyman, idarî işlerden<br />

ziyade askerî işlerle vazifelendirilmiştir. Zaten fıtrat icabı cihangir<br />

ruhlu olan Şehzade Süleyman, maiyyetindeki kahramanlarla zaferden<br />

zafere at koşturmuş ve filiz halindeki devletin sınırlarını ikinci bir kıtaya,<br />

Avrupa’ya taşırmıştır.<br />

45


Osman Gazi’nin temelini attığı devletin sınırları gittikçe genişlemekteydi.<br />

Ve fetihlerin hedefi Anadolu’daki Bizans topraklarıydı... İznik ve İzmit’in<br />

fethinden sonra Osmanlı Süvarileri, İstanbul Boğazı’nın Asya taraflarında<br />

at koşturmaya başlamışlardı. Devletin bekası ve ihtişamının ziyadesi için<br />

mutlaka Rumeli tarafları ele geçirilmeliydi... Bizanslılar arasındaki taht<br />

kavgası Rumeli fethine imkân hazırladı. Yine Şehzade Süleyman, Rumeli<br />

topraklarında at koşturmaya devam ederek, 1352’de Dimetoka meydan<br />

muharebesinde Sırp ve Bulgar ordusunu perişan etmiştir.<br />

Süleyman Paşa, 1354 başlarında Rumeli’yi tamamen bir İslam Beldesi<br />

yapmaya karar vermişti. 2 Mart 1354’te Gelibolu kalesini fethetti. Rumeli’nin<br />

fethi yalnız Osmanlı tarihinde değil, Bizans tarihinde de bir dönüm<br />

noktasıdır. Etrafı Osmanlılarla çevrilmiş Bizans, günbegün çöküşünü<br />

seyretmekten başka birşey yapamaz hale gelmiştir. Şanlı devlete Rumeli<br />

topraklarını armağan eden Şehzade Süleyman, 1359’da 43 yaşında iken<br />

vefat etmiş ve fethettiği Bolayır’a defnedilmiştir. Fethedilen toprakların<br />

manevî bekçilerinden birisi olarak asırlar boyu türbesi ziyaret edilegelmiştir.<br />

İsmi, tarihlerde ve marşlarda devamlı anılmıştır.<br />

Türkiye kütüphânelerinde Gazi Süleyman Paşa adına kaleme alınmış eski<br />

harfli bir kitap ve üç makâle mevcuttur. Abdükadir Kemâlî’nin “Şehzâde<br />

Gazi Süleymân Paşa’nın Vekâyi-i Târihiyyesi” adlı kitabı (Matbaa-i Hayriyye,<br />

Dersaadet, 1929, 15 s.) ile Ahmed Tevhîd’in “Akşehir’de Rumeli Fâtihi<br />

Şehzâde Süleymân Paşa’nın Kerîmesi Mezarı” (Tarihi Osmânî Encümenî<br />

Mecmuası, Numara: 44, 1 Haziran 1933, s. 106-108) adlı geniş bilgi ihtivâ<br />

eden makâle, Nedîm’in “BOLAYIR-Büyük Osmanlı Şehzâdesi Süleymân<br />

Paşa’ya” adlı nazmı (İkdâm Matbaası, Dersaadet, 1331) ve Şehîm’in “Şehzâde<br />

Süleymân Paşa” (Edebiyyâtı Umûmiyye Mecmâsı, 1917, I, 298-299)<br />

adlı mensur makâlesi ele alınıp, değerlendirmeler yapılacaktır.<br />

Ayrıca İzmitli Ahmed Hilmi Efendi’nin “Muhibbü’l-Fıkh li Hıfzi’d-Dîn” ve<br />

Karamürsel Nâibi Abdullah Şevket’in “Ahlâk-ı Dînî” adlı eski harfli eserlerinden<br />

önemli nakillerde bulunulacaktır. Daha önce hiç incelenmemiş<br />

ve ele alınmamış bu orijinal tarihî, içtimâî ve dînî eserler hakkında yapılacak<br />

değerlendirmeler ve nakillerle, Kocaeli tarihi ve kültürüne ciddî<br />

katkılarda bulunulacağı kanaatindeyim.<br />

46


GELİBOLU’DA BİR OSMANLI ŞEHZADESİ:<br />

SÜLEYMAN PAŞA<br />

Prof. Dr. Bilgehan PAMUK<br />

Gaziantep Üniversitesi<br />

Gelibolu, Çanakkale Boğazı’nın kuzey giriş kısmında ve denize doğru<br />

uzanan bir yüksekliğin üzerinde yer almaktadır. Eski adı “Kallipolis” veya<br />

“Gallipolis” olan şehrin adının menşei konusunda kaynaklarda tatmin<br />

edici bilgiler yer almamaktadır. Tarihi süreç içerisinde pek çok medeniyetin<br />

mücadelesine sahne olan bölge, Türkçe kaynaklarda genel olarak<br />

Gelibolı şeklinde yer almış olup zaman içerisinde Gelibolu ismiyle anılmıştır.<br />

XIV. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlılar, İzmit’ten Kadıköy’e uzanan Marmara’nın<br />

kuzeyi ve körfezdeki kıyı şeridine de hâkimdiler. Bizans aleyhine<br />

genişleyen Osmanlılar, batı sınırındaki rakipleri Karesi Beyliği’nin iç<br />

karışıklıklarından istifade ederek, bu beyliğe ait toprakları üzerinde de<br />

nüfuz kurmuşlardı. Süleyman Paşa, Karesi Beyliği’nin kuzeyindeki yerleşim<br />

birimlerinin alınmasında etkin bir rol oynamıştı. 1345 yılında Karesi<br />

Beyliği’ne ait toprakların bir kısmının Osmanlı idaresi altına alınmasıyla<br />

birlikte Edremit Körfezi ile Kapıdağ arasındaki havali Karesi Vilayeti olarak<br />

teşkil edilerek idaresi Süleyman Paşa’ya verilmişti.<br />

Süleyman Paşa, Karesi hâkimliği sırasında, Gelibolu ile yakından ilişki<br />

kuran ilk Osmanlı hanedanı üyesi olmuştu. Bizans İmparatorluğu’ndaki<br />

taht kavgası, Osmanlıların bölgeye nüfuz etmesine olanak sağlamıştı.<br />

Paleologoslar ile Kantakuzenoslar arasında cereyan eden kıyasıya mücadele<br />

Osmanlıların pozisyonunu kuvvetlendirmişti. Nitekim 1348 yılında<br />

Süleyman Paşa, ilk defa Rumeli’ye geçerek Osmanlıların ismini duyurmuştu.<br />

Ara ara yapılan askeri yardımlar ile birlikte Osmanlılar, Süleyman<br />

Paşa komutasında Rumeli havalisine geçmişlerdi.<br />

1354 yılında Osmanlıların Gelibolu’na geçişi artık yardım amaçlı değil<br />

doğrudan doğruya fetih amaçlıydı. Süleyman Paşa komutasında Gelibolu’na<br />

gelen Osmanlılar, fetih sahası arttığı gibi bölgenin idaresi de Süleyman<br />

Paşa’ya verilmişti. Süleyman Paşa, adaletli yönetimi ile kısa sürede<br />

bölge ahalisinin takdirini kazanmıştı. Süleyman Paşa’nın Gelibolu’daki<br />

pozisyonu üzerinde durulmuştur.<br />

47


GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’NIN KUZEY-BATI<br />

ANADOLU’DAKİ İZLERİ<br />

Prof. Dr. Kenan Ziya TAŞ<br />

Balıkesir Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin kuruluş coğrafyasının büyük bir kısmını teşkil eden<br />

Kuzey-Batı Anadolu, batıda Sakarya mansabından başlayıp doğuda Sinop’a<br />

kadar uzanan ve Karadeniz kıyıları ile hinterlandının önemli bir<br />

kısmını kaplayan, kadim zamanların ifadesi ile Bizans kaynaklarında<br />

Bitinya ve Paflagonya adı verilen coğrafya parçası üzerinde yayılır. Bu<br />

bölgede 16. yüzyılda Kocaeli, Hüdavendigâr, Bolu, Çankırı ve Kastamonu<br />

sancakları yer almaktadır. Bölgenin Anadolu’nun fethi esnasında Bizans<br />

hududunda yer alması, Osmanlı devletinin kurulduğu ve ilk yayıldığı coğrafya<br />

olması bakımdan önemlidir. 16. yüzyıldaki Bolu Sancağı ise coğrafi<br />

mekân olarak bu bölgenin büyük bir kısmını kaplamaktadır. I. Murad’ın<br />

(1361-1389) büyük oğlu olan Gazi Süleyman Paşa zikredilen bu yörenin<br />

fethinde ve Osmanlı hâkimiyetine geçişinde çok önemli rol oynamıştır.<br />

Burada Osmanlı varlığının temin ve devamı konusunda hususi gayret ve<br />

tesirleri olduğu anlaşılıyor. Bunu biz tahrir defterlerinden takip edebiliyoruz.<br />

Hazırlanacak bildiride bu faaliyetlerinin izleri ele alınacak ve değerlendirilmelerde<br />

bulunulacaktır.<br />

OSMANLI KAYNAK VE ARŞİV BELGELERİNE GÖRE<br />

SÜLEYMAN PAŞA’NIN VEFATI VE TÜRBESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Veysi AKIN<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Kuruluş devri padişahlarından Orhan Bey’in oğlu Rumeli Fatihi olarak<br />

da tanınan Osmanlı şehzadesi Gazi Süleyman Paşa’nın vefatı hakkında<br />

Osmanlı kaynaklarında başta Aşıkpaşazade, Şükrullah, Oruç Bey, Neşri,<br />

Hoca Saadeddin Efendi olmak üzere pek çok Osmanlı kroniğinde ve bazı<br />

anonim Tevarih-i Al-i Osman’larında hikâye edilmiş bilgiler mevcuttur.<br />

Bu bilgiler arasında iki hususta “yer (vefat yeri ve defin yeri) ve vefat tarihi”<br />

farklılıklar bulunmaktadır.<br />

48


Vakıf kayıtlarında mezarın yeri sabit olmakla beraber, türbenin yapılışı<br />

ve geçirdiği onarımlar hakkında Başbakanlık Osmanlı Arşiv belgelerinde<br />

çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı kaynaklarında atının da<br />

beraber defnedildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmazken, günümüzde<br />

türbenin içerisinde atı için de bir taş bulunması, Lalasının mezarının da<br />

burada gösterilmesi, bazı önemli şahsiyetleri de buraya defnedilmeleri<br />

eski “Türk defin ve mezar geleneği” veya “Ata mezarı kültü” bakımından<br />

değerlendirilmesi gereken başka bir konudur.<br />

Bu çalışmada Şehzade Süleyman Paşa’nın vefatı, mezarının yeri ve türbesinin<br />

günümüze kadarki durumu ele alınarak devrin kaynakları göz<br />

önünde bulundurularak bilgi verilecektir.<br />

RUMELİ FATİHİ SÜLEYMAN PAŞA VE MEHTERİN<br />

“ŞEHZADE SÜLEYMAN MARŞI” HAKKINDA BİR<br />

DEĞERLENDİRME<br />

Dr. Öğ.Kd.Alb. Zekeriya TÜRKMEN<br />

Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Müzecilik Grup Başkanlığı<br />

Şehzade Süleyman Paşa’nın, 1351-1352 tarihinde Gelibolu’yu ve Çimpe<br />

Kalesini fethetmesiyle birlikte Osmanlı Beyliği bu coğrafyada uygulamaya<br />

koyduğu yeni fetih siyasetiyle Rumeli’ye açılmış, kısa bir süre sonra<br />

Osmanlı akıncıları Meriç ve Arda boylarında akınlar yapmaya başlamışlardır.<br />

Şehzade Süleyman ve Şehzade Murat, Büyük Selçuklu Devleti’nde Tuğrul<br />

ve Çağrı Beylerin stratejilerine benzer uygulamalarla Rumeli coğrafyasında<br />

Osmanlı fetih ve iskân siyasetini uygulamaya koymuşlardır. Babaları<br />

Orhan Gazi’nin köhne Bizans Devleti ile yaptığı stratejik ortaklık,<br />

Osmanlı Beyliğinin Rumeli harekâtına fırsat ve zemin de yaratmıştır.<br />

Rumeli coğrafyası, Anadolu coğrafyasından farklı kadim Bizans’ın ve Sırp<br />

Despotluğunun ortodoks tebaasının yaşadığı mekânlardı. Osmanlı akıncıları<br />

Sultan Orhan Gazi’nin öğütleriyle bu bölgede istimalet (gönül alma)<br />

siyasetini uygulamaya koydular. Hoca Ahmet Yesevi öğretisini bu coğrafyaya<br />

yaymak için büyük çaplı psikolojik harekâta giriştiler. Bu harekât,<br />

49


Rumeli coğrafyasının kılıç zorundan ziyade, istimalet yoluyla yani gönül<br />

alma siyasetiyle fethine zemin hazırlamıştır.<br />

Rumeli harekâtının başlatıcısı, planlayıcısı olarak Şehzade Süleyman<br />

Paşa, büyük fikirleri olan bir askerî önderdi. Şehadetinden sonra vasiyeti<br />

gereği naaşı Bolayır’a Çimpe kalesinin Adalar Denizine bakan beri yanına<br />

defnedilmiştir. Onun Rumeli’ye geçişi takip eden süreçte kulaktan kulağa<br />

nakledilen destanımsı mücadelesi Aşık Paşazade, Enverî vd. tarihçilerin<br />

eserlerinde de yer almış, günümüze kadar ulaşmıştır.<br />

Şehzade Süleyman Paşa, sadece tarihçilerin eserlerinde, destanlarda,<br />

menkıbelerde, şiir ve edebî eserlerde anlatılmakla kalmamış, askerin<br />

cenk marşlarında ve türkülerinde de yer etmiştir. Bu bildiride, Osmanlı<br />

kronikleri ve araştırma eserlerinden yararlanılarak Şehzade Süleyman<br />

Paşa’nın askerî şahsiyeti kısaca açıklandıktan sonra mehter tarafından<br />

günümüzde de marş olarak söylenegelen “Şehzade Süleyman Marşı”<br />

üzerine bir değerlendirmede bulunulacaktır.<br />

SÜLEYMAN PAŞA VAKIFLARI<br />

Yrd. Doç. Dr. Vedat TURGUT<br />

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi<br />

Rumeli Fatihi olarak anılan ve ömrü vefa etse üçüncü Osmanlı padişahı<br />

olması mukadder olan Süleyman Paşa’nın sadece Rumeli’de değil, yöneticilik<br />

yaptığı Kocaeli ve Bolu ile Hüdâvendigâr Livası’na bağlı bazı nâhiyelerde<br />

de küçük ölçekli pek çok vakıf için bitiler verdiği anlaşılmaktadır.<br />

Onun Karaferye ve Gelibolu’da imaret, zaviye ve türbesine ait vakfiyenin<br />

babası Orhan Gazi tarafından düzenlendiği bilinmektedir. Bu çalışmada<br />

Ona ait külliyenin yanısıra, Onun tarafından kurulduğu belirlenen zaviye<br />

ve evlatlık vakıflar ayrıntılarıyla incelenecek ve bu vesileyle Osmanlı<br />

Devleti’nin kuruluşu ve Balkan fütuhatındaki rolü üzerinde durulacaktır.<br />

50


VAKIF-ŞEHİR İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA İZMİT GAZİ<br />

SÜLEYMAN PAŞA EVKAFI (XVI. YÜZYIL)<br />

Prof. Dr. Mustafa GÜLER<br />

Uzm. Abdullah ÇAKMAK<br />

Afyon Kocatepe Üniversitesi<br />

Şehir hayatının kurulmasından gelişmesine kadar birçok aşamada kendini<br />

gösteren vakıflar, Osmanlı şehir kültürünün oluşmasında büyük bir<br />

paya sahiptir. Osmanlı şehirlerinde ön plana çıkan mimari eserler ve buralara<br />

tesis edilen vakıflarla yürütülen eğitim, ticaret, bayındırlık ve sağlık<br />

gibi hizmetlerin her biri toplum hayatına artı bir değer katmaktadır.<br />

XIV. yüzyılın ilk yarısında İznik ve İzmit fetihlerinde babası Orhan Bey’in<br />

yanında yer alan Gazi Süleyman Paşa daha sonra kendisine “Rumeli Fatihi”<br />

unvanını kazandıracak Gelibolu’dan Tekirdağ’a kadar olan Marmara<br />

sahillerinin fetihlerini gerçekleştirmiş ve ilk olarak bu bölgelere Osmanlı<br />

iskân politikasını uygulayarak Türkmenleri yerleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin<br />

henüz yeni kurulduğu bu dönemde Süleyman Paşa yaptırmış olduğu<br />

cami, medrese, mektep ve imaret gibi hayır eserleriyle adeta bu<br />

bölgelerde Osmanlı şehir kimliğinin oluşmasına öncülük etmiştir.<br />

Bu çalışmada; Süleyman Paşa’nın İzmit’te yaptırmış olduğu cami ve<br />

medresesi ile bunların giderlerini karşılayabilmek adına kurmuş olduğu<br />

vakfın tarihi ve aynı zamanda bu hayratın toplum hayatına yansımaları<br />

arşiv kaynaklarına dayalı olarak incelenecektir.<br />

Böylelikle cami ve medresenin her türlü tamir ihtiyacı, imam, müezzin,<br />

kayyım gibi görevlilerin maaşları, talebelerin yiyecek, giyecek, barınma<br />

ihtiyacı ve müderrislerin maişetlerinin ne olduğu ortaya konulacaktır.<br />

Yine şehir merkezinde oluşturulan bu yapılarla şehirliye ne tür hizmetler<br />

sunulduğu tespit edilecektir.<br />

51


ŞEHZADE SÜLEYMAN PAŞA’NIN İZNİK’TEKİ VAKIFLARI<br />

Prof. Dr. İbrahim SEZGİN<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Şehzade Süleyman Paşa “Rumeli Fatihi”<br />

olarak meşhur olmuştur. Gerçekten Rumeli’de Osmanlılar tarafından<br />

yapılan ilk fetihler Süleyman Paşa ve emrindeki kumandanlar vasıtasıyla<br />

yapılmıştır. Babasının yanında da çeşitli seferlere katılan Şehzade Süleyman<br />

Paşa yaptırdığı vakıf eserleriyle de dikkat çekmektedir. En önemli<br />

vakıfları Gelibolu Bolayır’da olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin değişik<br />

şehirlerinde cami, mescid, medrese, zaviye gibi dinî ve hayrî eserleri yaptırmıştır.<br />

Şehzade Süleyman Paşa’nın hayır eserleri yaptırdığı yerler arasında İznik<br />

önemli bir yer tutmaktadır. Burada da devrine göre büyük sayılabilecek<br />

bir medrese yanında cami (mescid) ve sıbyan mektebi de yaptırmıştır. Bu<br />

hayır eserlerinin masraflarını karşılamak üzere İznik’teki bazı köylerin<br />

gelirleri tahsis edilmiştir. Yine Gelibolu’daki Ereğlice köyünün geliri de<br />

medresenin müderrisine vakfedilmiştir. Bu bildiride Süleyman Paşa’nın<br />

İznik’teki vakıf eserlerinin tarih içerisinde geçirdiği değişimler yanında<br />

vakıfların gelir ve giderleri, vakıf çalışanları, Tapu Tahrir defterleri ve diğer<br />

arşiv belgeleri esas alınarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />

ORHAN GAZİ’NİN OĞLU SÜLEYMAN PAŞA’NIN VAKIFLARI<br />

İLE İLGİLİ BURSA SİCİLLERİNDEKİ BİLGİLER<br />

Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU<br />

Düzce Üniversitesi<br />

Rumeli fatihi olarak tanınan ve Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Süleyman<br />

Paşa, sadece Rumeli’de değil, Anadolu’daki fütuhat faaliyetlerinde de oldukça<br />

önemli bir komutan olmuştur. Attan düşerek hayatını kaybeden<br />

Süleyman Paşa’nın oldukça zengin vakıfları olduğu bilinmektedir. Cami,<br />

mescid, medrese, imaret gibi pek çok kamu binasının banisi olan Süleyman<br />

Paşa’nın vakıf gelirleri bu kuruluşların giderleri için kullanılmıştır.<br />

Bursa Şer’iyye Sicilleri, Süleyman Paşa’nın vakıfları ile ilgili kayıtların<br />

yer aldığı önemli bir kaynak grubunu teşkil etmektedir. Bu bildiride Sü-<br />

52


leyman Paşa’nın banisi olduğu kamu binaları ve vakıfları ile ilgili Bursa<br />

Şer’iyye Sicilleri’nde yer alan kayıtlar incelenecek ve bu kayıtlar üzerinden<br />

değerlendirmelerde bulunulacaktır.<br />

GAZİ KÖSE MİHAL’İN MENŞEİ İLE İLGİLİ YENİ BİR ANALİZ<br />

Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Gazi akıncı beylikleri, Osmanlı Devleti’nin kuruluş periyoduna damga vuran<br />

en önemli askeri ve sosyopolitik faktörler arasındadır. Bunlardan en<br />

önemlileri olan Evrenos Gazi ve Köse Mihal’in kimlikleri ve etnik menşeleri<br />

etrafından oluşmuş bulunan farklı görüşler uzlaştırılmamış vaziyette<br />

olup bu yöndeki yayınlar konuyu aydınlatmaktan ziyade karışıklığı<br />

artırıcı niteliktedir. Bu iki akıncı beyinden ilkini müstakil bir tebliğimizde<br />

değerlendirdiğimizden, bu tebliğimizde ikincisine, Gazi Köse Mihal’e yer<br />

vereceğiz.<br />

Mihaloğulları olarak bilinen bu hanedanın atası olan Köse Mihal, Yahşi<br />

Fakih kaynaklı Osmanlı kroniklerinde, Bizans’a bağlı Harmankaya tekfuru<br />

iken İslam’a geçen bir muhtedi olarak takdim edilir. Bu tarihi kahraman,<br />

Bizans kroniklerinde, bildiğimiz “Köse Mihal” adıyla yer almaz.<br />

Osmanlı kroniklerinin Köse Mihal’e yükledikleri rol, basit bir muhtedi,<br />

veya mütevazi bir tekfur olmaktan öteye geçer. Osman Bey, ilk fetihlerine<br />

başlamadan önce Köse Mihal’in katılmasını zorunlu addeder ve ilk<br />

teşebbüs, onun İslam’a geçmesinin sağlanmasıyla gerçekleştirilir. Köse<br />

Mihal, adeta, ilk Osmanlı fetihlerinin gizli gücü ve kilit şahsiyetidir.<br />

Osmanlı kroniklerinde böylesine güçlü ve önemli bir rol verilen şahsiyetten<br />

en temel Bizans kaynağı olan Pachymeres’de rastlanmaması büyük<br />

çelişkidir. Tebliğimiz, bu çelişkiden yola çıkarak, Altınordu emiri Nogay’ın<br />

kumandanı iken, Bizans tarafından Marmara uç bölgesinde aşama aşama<br />

devam etmekte olan Türk ilerleyişini durdurmak için kendisine “Nikomedia-İzmit”<br />

ve civarının savunma görevi verilen, ismi Pachymeres’de<br />

“Koutzimpahis” olarak zikredilen, Türkçe’ye “Kösem Bahşı” olarak aktarılabilecek<br />

şahsiyetin “Köse Mihal” veya onun atası olduğunu düşünüyoruz.<br />

Tebliğimizde ilgili konu hakkında literatürde oluşmuş bulunan farklı görüşler<br />

ortaya konulacak, temel kaynakların bu konuda ortaya koyduğu<br />

veriler yeniden analiz edilecektir.<br />

53


OSMANLI DEVLETİ’NİN TARİHİNDE KOCAELİ’NİN<br />

ROLÜNE DAİR<br />

Doç. Dr. Dilaver AZİMLİ<br />

Azerbaycan Bilimler Akademisi<br />

Osmanlı Devleti’nin politikasında Rumeli’ye doğru genişletme önemli yer<br />

tutuyordu. Onların Anadolu’da yayılma politikasının başarıyla gerçekleştirilmesinin<br />

en önemli sebeplerinden biri onların Qarasidən sonra Rumeli’ye,<br />

yani Avrupa kıyısına geçmeleri olmuştu. Bununla da doğu-batı ticaretine<br />

de tam kontrol elde ediyorlardı. Osmanlılar doğu-batı ticaretine<br />

kontrol edebilmek için üç ticaret bölgesine özel önem veriyorlardı. Bu<br />

bölgelerden ikisi deniz, diğeri ise kara ticareti ile ilgili idi. Bu bölgeleri<br />

fethetmek için Osmanlı devleti uzun mücadele götürmüştü. Deniz ticaret<br />

bölgelerinden birincisi ülkenin batı bölgelerinde kalan Ege Denizi<br />

ve Adriyatik Denizi kıyıları boyunca uzanan ve Avrupa’ya açılan bölge idi.<br />

Buğday ticareti bu bölgede önemli yer tutmaktaydı. İkinci bölge ise Akdeniz’in<br />

doğu sahilleri ile Hint Okyanusu taraftaki ticareti kapsamaktaydı.<br />

Bu ticaret yolu İstanbul’dan başlanır Kuzey Afrika’daki limanlardan Cidde’ye,<br />

oradan da Hindistan kıyılarına ve Malakkaya kadar uzanıyordu. Bu<br />

bölge ticaretinde tekstil ve baharat ürünleri ile birlikte diğer değerli emteeler<br />

de taşınıyordu. Üçüncü bölge ise devletin hayatında önemli rol oynayan<br />

İstanbul’dan başlanır, Orta ve Doğu Anadolu’ya, oradan Suriye’ye<br />

(Halep’e) ve Azerbaycan’a, İran’a kadar uzanır, “Doğu-Batı kervan yolu”<br />

adlandırılırdı. Bu bölgede de taşınan emteeler işerisinde tekstil ürünleri,<br />

baharat ticareti ve o dönemde ticarette önem taşıyan çeşitli ürünler<br />

avantaj oluşturuyordu.<br />

Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye doğru genişlemesinde Koca-Elinin önemli<br />

rolü vardı. Koca-Eli ismi, XIV.asr başlarında, Osman Gazi devrinden itibaren,<br />

bu havliyi Konur Alp ve Kara Mürsel gibi arkadaşları ile beraber fethe<br />

teşebbüs eden Türk mücahidi Akça Koca’nın adına bağlanır. Bu mücahidler,<br />

iki buçuk asır daha önce bahis mevzuu olan memleketi istila ederek,<br />

İstanbul boğazına kadar dayanan ve Bizans ile Maltepe deresi üzerinde<br />

hudut kesen, fakat haçlı seferi sırasında (1097) geri çekilerek, bu toprakları<br />

imparator Alexios Komnenosa’a bırakan Selçukluların yolundan tekrar<br />

ileri yürüyüşe geçtiler. Akça Koca’nın Osman Gazi devrinde 717 (1317)<br />

‘ye doğru yaptığı fütuhat belki daha ziyade bir akın mahiyetinde idi. Esaslı<br />

hareket, Orhan Gazi’nin ilk hükümdarlık senesinde 726 (1326)‘da başladı,<br />

54


o sene Kartal’a yakın Samandıra ve Aydos kaleleri Rumlardan alındı. Nikomediya<br />

(İzmit) ise, muhasara neticesinde ele geçirildi ki, buranın feth<br />

tarihi hususunda Türk kaynakları ile Bizans kaynakları arasında mühim<br />

ayrılıklar vardır. Bilindiği gibi, 1352 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman<br />

Paşa Gelibolu’ya (Qallipoli) geçip orada küçük Çımbı kalesini ele geçirmişti.<br />

İki yıl sonra ise Balkanların fethinde önemli platsdarm rolünü oynayacak<br />

Gelibolu Kalesi Osmanlılar tarafından istila edilmişti. Çımbı ve<br />

Gelibolu fethinden sonra Karesi’den halk Rumeli’ye geçip yerleşmeye,<br />

köyler kurmaya başlamıştı.<br />

Aslında, Anadolu Türk tarihinde yeni bir aşamanın başlangıcı olan bu<br />

olay, paradoksal da olsa, ikili rol oynamıştı-bir yandan, Osmanlıların Küçük<br />

Asya’da yayılma suretini yavaşlatmış, diğer yandan ise güçlendirmiştir.<br />

Rumeli’ye geçiş ve orada fetihlerin başlanması türk tarihinin stratejik<br />

mahiyetini değiştirmişti.<br />

OSMANLI DEVLETİ’NİN BALKANLARA ÇIKIŞ<br />

GÜZERGÂHINDA İZMİT/KÖRFEZİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Galip ÇAĞ<br />

Gazi Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin kuruluş meselesinde üzerinde durulan en mühim<br />

noktalardan biri şüphesiz ki Batı yönlü fetih tercih ve güzergâhıdır. Bugün<br />

artık 1353 Çimpe Kalesi’nin alınması ile eşleşen Rumeli’ye çıkışın<br />

farklı saiklerinin ve öncüllerinin tartışılması kuruluşa dair meselelerin<br />

anlaşılmasında çok daha anlamlı olacaktır. Zira bu dönemde birbirleri ile<br />

bağlantılı vukuatı birbirinden ayırmak bütünü analiz ve anlamakta araştırmacıları<br />

zor duruma sokmaktadır.<br />

Konunun bir başka veçhesi de Orta zamanda devletlerin varoluşu ve asabiyenin<br />

inşasında şehirlerin önemidir. Devletlerin kuruluş süreçlerinde<br />

fetih kavramının karşılığı şehirler ve çevresinde yaşananlarda aranır. Fetih<br />

metotları, hazırlıklar ve fethin stratejisi ile birlikte ele geçen şehrin<br />

bir sonraki hedefle ile olan bağı bütünü oluşturan parçaları oluşturur. Bu<br />

açıdan bakıldığında Osmanlı birliklerini Çimpe Kalesi’ne götüren süreçte<br />

başta Mudanya olmak üzere İznik ve İzmit’in konumunu doğru analiz etmek<br />

başta ifade edilen sıkıntıları gidermek açısından mühimdir.<br />

55


Bu çalışma Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye çıkışında İzmit ve çevresinin<br />

alınmasının önemini ortaya koymaya çalışırken konuya Mudanya-İzmit-Gelibolu<br />

çizgisinde bakmanın gerekliliğini vurgulayacaktır.<br />

THE HUNDRED YEARS WAR AND THE OTTOMAN<br />

EXPANSION IN THE BALKANS IN THE SECOND<br />

HALF OF 14TH CENTURY<br />

Dr. Ardian Muhaj<br />

The Portuguese Academy of History, Lisbon<br />

In May 1453 the Ottoman standards appeared on the walls of Constantinople.<br />

At the other end of Europe, the war between France and England<br />

practically came to an end. When the war between the two most<br />

important states of Europe erupted in 1337, the Ottomans were barely<br />

known in Europe. The summer of 1453 was a crucial point in the history<br />

of the world, because came to an end two major conflicts that shaped<br />

the history of Europe: the Anglo-French conflict, between 1337 and 1453<br />

and the Byzantine-Ottoman conflict of the same time span. The Hundred<br />

Years War internalized the energies of France and England and the expansionary<br />

trend of the previous two centuries, which had externalized<br />

their resources in search of new conquests outside continent, met a huge<br />

setback. During the fourteenth and fifteenth centuries one can detect a<br />

dramatic decline of the spirit of crusade in the Mediterranean. In many<br />

ways, this internalization of the forces of these two powers facilitated the<br />

Ottoman advance in the Balkans and the consequent end of the Byzantine<br />

Empire. In this paper we aim to bring evidence on the fact that European<br />

countries had very little interest on what was going on in the Byzantine<br />

Empire and were much more concerned with their internal interminable<br />

struggles. Therefore the Ottoman expansion in the Europe, started by<br />

Ghazi Suleyman Pasha, and continued in the subsequent years by Murat<br />

I and Bayezid I happened in a troubled situation in the Europe and in the<br />

Balkans.<br />

56


TARİHSEL SÜREÇTE CEZAYİR EYALETİNDEKİ YENİÇERİ<br />

OCAĞINA ASKER ALINMASI VE GÜNÜMÜZDEKİ İZLERİ<br />

Prof. Dr. Chakib BENAFRİ<br />

University of Algiers<br />

Uç asırdır süregelen Cezayir- Osmanlı ilişkilerinin tarihi, 1516 yılında Cezayir’in<br />

Barbaros kardeşler tarafından İspanyol işgalinden kurtarılmasıyla<br />

başlar. 1519 yılında Cezayir’in ileri gelenlerinden oluşan bir heyet, dönemin<br />

padişahı I. Sultan Selim’e Cezayir’in Osmanlı topraklarına iltihak<br />

etmesi yönünde talep içeren bir mektup götürür. Böylece Barbaros Hayrettin<br />

Paşa Cezayir Eyaletinin ilk Beylerbeyi unvanını kazanır, Cezayir’deki<br />

yeniçeri ocağının temelini oluşturmak için 4000 gönüllü asker gönderilir<br />

ve Cezayir Osmanlı döneminde başkent olur. Ayrıca, Cezayir’e yeniçeri<br />

askerlerinin gönderilmesi, bu sürecin büyük bir titizlikle sağlanması için<br />

17. yüzyılda İzmir’e Cezayir devleti temsil eden bir vekil tayin edilmistir.<br />

Bu çalışmada amaç, Cezayir Osmanlı arşivinden yapılan araştırmalar<br />

bağlamında; “Cezayir Eyaletinindeki yeniçeriler hangi tarihte ve nasıl<br />

ortaya çıkmıştır? Yeniçeri ocağına asker alım süreci nasıl organize edilmiştir?<br />

Ocağa katılan gönüllü yeniçerilerin kökleri nereye dayanmaktadır?<br />

Cezayir ve İstanbul arasındaki ilişkilerde, yeniçeri ocağına asker<br />

alınmasının yeri ve önemi nedir? Cezayir Ocagina gönderilen yeniçeriler<br />

Cezayir’de bulundukları süre içerisinde geldikleri yerlerle sosyal bağlarını<br />

muhafaza etmişler midir? Osmanlı döneminde gelen Türk yeniçeriler<br />

Cezayir toplumunda bugün hala hissedilen izler bırakmış mıdır?” sorularına<br />

ışık tutmaktır.<br />

ZAPOROG KAZAKLARININ GÜNEY KARADENİZ<br />

SAHİLLERİNE DÜZENLEDİKLERİ SEFERLER<br />

Doç. Dr. Ferhat TURANLI<br />

Kyiv-Mohıla Akademisi - Ulusal Üniversitesi<br />

Konu ile ilgili Ukranca ve Türk Osmanlı yazılı kaynaklarına göre yapılan<br />

araştırmalar ele alınmaktadır. ‘Kazak’ sözcüğünün terim anlamı, Zaporog<br />

Kazaklarının askeri ve siyasi örgüt olarak teşkkül etmeleri izah edilmektedir.<br />

Sözü edilen yöntemli bilimsel çalışmada adı geçen kazakların<br />

57


Osmanlı Devleti’nin sahib olduğu Karadeniz kıyılarındaki topraklarına<br />

saldırılarından, ayrıca Güney Karadeniz sahillerindeki şehir ve kalelere<br />

düzenledikleri seferlerin nedenleri ve sonuçları hakkında bilgiler verilmektedir.<br />

Kazak şaykalarının deniz yollarıyla Özî, Aksu, Turla ve Tuna<br />

nehrlerinin aşağı kısımlarındaki Türklerin sahip oldukları topraklara<br />

düzenledikleri devamlı saldırılardan bahis olunmaktadır. Vurgulanması<br />

gereken hadiselerden biri de, Ukrayna kazak ordusunun yapdıkları baskınlar<br />

sonuçu Osmanlı İmparatorluğunun ağır kayıplar vermesi, ayrıca<br />

çok insanın esir düşmesi, saldırılar yapdıkları alanlaradki kalelerin ele<br />

geçirilmesi ve mülklerinin talan edilmesi gibi konulara da dikkat çekilmektedir.<br />

1561 TARİHLİ MUFASSAL TAHRİR DEFTERİNE GÖRE<br />

KOCAELİ SANCAĞINDA KULLANILAN ŞAHIS İSİMLERİ<br />

Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ<br />

Mustafa Kemal Üniversitesi<br />

Mufassal Tahrir Defterleri, Türk Onomastiği için birer hazine değerindedir.<br />

Kocaeli Sancağı’na ait kayıtları ihtiva eden 436 nolu ve 1561 tarihli<br />

tahrir defteri Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır. 552 sahifeden<br />

oluşan defterin baş tarafı eksiktir. Defterin baş tarafındaki eksiklerin<br />

yanında, diğer bazı sahifeleri de bir hayli tahrif olmuştur. Sadece İznik,<br />

Kandırı, Yoros ve Genevize kazalarına ait kısımlar eksiksizdir.<br />

Bu çalışmada, 1561 tarihli Kocaeli Mufassal Tahrir Defteri’nde yer alan<br />

20.000 civarında Müslüman mükellefe ait kişi isimleri incelenmiştir. Tahrir<br />

defterlerinde vergi veren erkek nüfus kayıtlı olduğundan incelenen<br />

isimlerin tamamı erkek isimleridir.<br />

58


XVI. YÜZYILDA KOCAELİ BÖLGESİNDEKİ TÜRKÇE<br />

BAZI YER ADLARININ KÜLTÜREL DİLBİLİM<br />

AÇISINDAN İNCELENMESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Nurdin USEEV<br />

Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi<br />

1072 yılındaki Malazgirt Zaferi ile Türk yurdu haline gelen Anadolu ve<br />

Rumeli’de kaynağı Orta Asya olan birçok yer adı bulunmaktadır. Çünkü<br />

Türkler yeni yurdlarına kültürünü, dilini, yani herşeyini getirmişlerdir.<br />

Dolayısıyla Anadolu ve Rumeli’deki birçok yer adının kaynağını Orta Asya’dan<br />

bulmak mümkündür. Kocaeli Bölgesi de bundan yoksun değildir.<br />

Üstelik günümüzde dil verileri vasıtasıyla kültürü inceleyen çalışmalar<br />

hız kazanmaktadır. Bir başka deyişle dili bir kültür aynısı olarak inceleyen<br />

kültürel dilbilim adlı yeni bir bilim ortaya çıkmıştır. Biz bu bildirimizde<br />

Osmanlı arşivindeki XVI. yüzyıla ait bir muhasebe defterindeki Kocaeli<br />

bölgesine ait yer adlarını ele alarak bunların bazılarının Orta Asya’daki<br />

izini bulmaya, bazı yer adlarının ise kültürel anlamını ortaya çıkarmaya<br />

çalıştık. Örneğin, Kocaeli bölgesinde Kara Su şeklindeki birkaç yer adı<br />

bulunmaktadır. Orta Asya’da da Kara-Su yer adı birçok yerde geçmektedir.<br />

Kara su ise Kırgız Türkçesinde bataklıktan çıkan ve yavaş akan su,<br />

nehir anlamına gelir. Bunun yanında ‘Ak su’ ise dağdan inen ve çok hızlı<br />

akan su, nehir anlamını verir.<br />

Bundan başka Kocaeli’de Türkeşler köyü yer almaktadır. Türkeş ise VII-<br />

IX. yüzyıllar arasında Orta Asya’da yaşayan ve bugünkü Oğuzların ecdadları<br />

olan halkın ismidir. Bu ismin Kocaeli’de bir yer adı olarak yer alması<br />

mühimdir. Bildirimizde işte bunun gibi yer adları ele alınarak üzerinde<br />

karşılaştırmalı, disiplinlerarası çalışma yapılmıştır.<br />

59


16. YÜZYIL ÜSKÜDAR ŞERİYE SİCİLLERİNE GÖRE<br />

İZMİT’TEN KAÇIP İSTANBUL’DA YAKALANAN KÖLELER<br />

Prof. Dr. Mehmet İPÇİOĞLU<br />

Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />

Bu çalışmanın konusu 16. yüzyıl Osmanlı toplumunda İzmit’te yaşayan<br />

varlıklı insanların Üsküdar’da yakalanan kölelerdir. İznikmid kazasında<br />

mukim sahiplerinden kaçan bu köleler, hemen yanı başındaki Üsküdar<br />

Kazası’nda ele geçirilmiş ve Üsküdar kadıları tarafından muhakeme<br />

edildikten sonra sahiplerine teslim edilmiştir. Belgeler İSAM tarafından<br />

transkripsiyonu yaptırılmış olan 01 numaralı, 920 H (1514 M) tarihli<br />

defterden başlayarak 26 numaralı, 971 H (1563 M) tarihli Üsküdar kadı<br />

defterlerine kadar uzanan 6 defterden seçilmiş 49 hüküm kaydından<br />

meydana gelmektedir. Defterdeki deyimle abd-i âbık ya da gulamların<br />

sahipleri Sabancı, Darlık, Kirazdere, Tepecik, Saraylı, Saraycık, Kumlu,<br />

İnallı, Hereke, Çeltikçi, Söğütlü, Çeribaşı, Oruçgazi, Tavşancıl karyeleri<br />

sakinleri olup nefs-i iznkmid’de sakindir. Söz konusu köleler, Moskov,<br />

Rus, Bosna, Macar, Leh, Arap, Boğdan, Hırvat, Sırp asıllıdır.<br />

İLKÇAĞ VE ORTAÇAĞ SEYAHATNAMELERİNDE<br />

GEBZE VE ÇEVRESİ<br />

Prof. Dr. Mehmet ÇELİK<br />

Dr. Hasan AKYOL<br />

Manisa Celal Bayar Üniversitesi<br />

Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan önemli noktaları İstanbul ve Çanakkale<br />

Boğazları teşkil etmektedir. Özellikle Doğu Roma’nın başkentinin Konstantinople<br />

oluşu, imparatorluğun merkezi ile doğu eyaletlerinin iletişiminde<br />

İstanbul Boğazı’nı çok daha ön plana çıkarmıştır. İstanbul’dan<br />

doğuya yapılacak herhangi bir seferde ilk uğrak yerinin veya doğudan İstanbul’a<br />

yapılacak bir seferde de son uğrak yerinin bugünkü Gebze ilçesi<br />

ve çevresi olduğu görülmektedir.<br />

Gebze’nin ilk ve ortaçağlarda Dakibyza veya Libyssa olarak anılan yerleşimler<br />

üzerine kurulduğu düşünülmektedir. Gebze ve çevresinin bahsettiğimiz<br />

konumu, bölgede bulunan yerleşimlerin seyahatnamelerde de<br />

60


anılmasını sağlamıştır. Çalışmamızda ilkçağ ve ortaçağda Kocaeli şehrinin<br />

önemli bir ilçesi olan Gebze ve çevresindeki yerleşimlerin sosyal,<br />

ekonomik ve fiziki durumları hakkında, seyahatnameler odaklı bilgi verilecektir.<br />

İlk ve ortaçağ seyyahlarının eserlerindeki Gebze ve çevresi ile<br />

ilgili kayıtlar ışığında, Gebze ve çevresinin ilk ve ortaçağlardaki vaziyeti<br />

irdelenmeye çalışılacaktır.<br />

ORTAÇAĞ SEYYAHLARININ GÖZÜNDEN İZMİT<br />

Yrd. Doç. Dr. Selim KAYA<br />

Arda DENİZ<br />

Afyon Kocatepe Üniversitesi<br />

Uzaklara duyulan özlem ve bilinmeze karşı uyanan merak, insanların<br />

diyar diyar gezip dolaşmasına ve zaman içerisinde ciltler dolusu seyahatnâmelerin<br />

yazılmasına sebep olmuştur. Bütün tehlike ve zorluklara<br />

rağmen seyyahları yollara düşüren etkenler farklı farklı olsa da, ortaya<br />

çıkan seyahatnâmeler birçok beldenin ve şehrin tarihine ışık tutmuştur.<br />

Bir şâhsın anıları (hatıratı) veya günlüğü olarak salt anlamda değerlendirilemeyecek<br />

kadar önem arz eden seyahatnâmeler, yazıldığı dönemde<br />

olduğu kadar sonraki zamanlara da seslenebilme özelliğine sahiptir.<br />

Bu bakımdan zamanın ve mekânın canlı bir tasvirî olmaları, yazıldıkları<br />

dönemin sosyo-kültürel yapısını yansıtmaları ve ilgili olaylara farklı bir<br />

açıdan bakma imkânı vermeleri nedeniyle tarihi bir kaynak olarak değerlendirilmelidir.<br />

İzmit tarihi ve kültürel zenginlikleri ile öne çıkan ve<br />

bu özelliği ile tanınan bir şehirdir. Bu bağlamda İzmit tarihinin bir kaynağı<br />

olarak seyahatnâmelerin yeri ayrı bir öneme sahiptir. İbn Havkal, İbn<br />

Battûtâ ve G. de Villehardouin gibi seyyahların İzmit’e yapmış oldukları<br />

seyahatlerdeki gözlemleri ve tuttukları notlar, aslında onlar tarafından<br />

bu şehrin tarihe düşülen notlardır. Bu notlar şehrin tarihine ışık tutacak<br />

ve birçok bilinmezin ortaya çıkartılmasına da katkı sağlayacaktır. Bildirimizde<br />

işte bu Ortaçağ seyyahlarının ehemmiyet arz eden seyahatnâmeleri<br />

tarihi kaynaklara dayandırılarak açıklanmaya çalışılacaktır.<br />

61


HOLLANDALI SEYYAH CORNELİUS DE BRUYN<br />

SEYAHATNAMESİNDE İZMİT<br />

Dr. Mehmet TÜTÜNCÜ<br />

SOTA Research Centre for Turkish And Arabic World Haarlem<br />

Hollanda<br />

Cornelis de Bruyn (1652-1727) yaşayan bir Hollandalı ressam, seyyah ve<br />

yazardır. Hayatında 2 büyük seyahate çıkmıştır. Birinci seyahati 1674-<br />

1693 yıllarında Anadolu ve Orta doğuya, İkinci seyahati ise 1701-1708<br />

Rusya ve Sibirya’ya ve oradan İran’a olmuştur. Seyyah bu iki seyahatini<br />

muhteşem 2 kitap yayınlayarak ebedîleştirmiştir. Seyahatnamelerinde<br />

ayrıca 200 bakır gravürlerle resimlemiş ve gittiği yerlerin yaptığı resimlerle<br />

halka tanıtmıştır. Kitapları hemen Fransızca ve İngilizceye çevrilmiştir.<br />

Yaptığı gözlemler çok gerçekçi ve birinci elden kaynak teşkil eder. De<br />

Bruyn Seyahatinde İzmit’e de uğrar ve burada gördüğü hadiseleri anlatır<br />

tabiat hadiselerine yer verir.<br />

Bildirimizde Cornelis de Bruyn’in İzmit izlenimlerinin anlatarak aynı yıllarda<br />

İzmit’e uğramış olan Evliya Çeleb’inin anlatımıyla karşılaştırarak<br />

bir değerlendirmesini yapacağız.<br />

BOĞAZDA ÜÇ GÜN: ÇARLIK RUSYASI DİPLOMATIN<br />

İSTANBUL BOĞAZI VE MARMARA DENİZİ ANILARI<br />

Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı hakimiyetinde bulunan Balkan Slavlarına<br />

yönelik faaliyetlerini arttıran Çarlık Rusyası devlet adamları, bu<br />

bölgeye gönderdiği diplomatları aracılığıyla Slav ve Ortodoks halka daha<br />

fazla nufüz etmenin yollarını aramıştır. Çarlık diplomatlarının bazıları<br />

raporlarını gizli ibareli olarak Dışişleri Bakanlığı’na sunmuş, bazıları ise<br />

seyahat notlarını yayınlamışlardır.<br />

Osmanlı Devleti’ne yaptığı seyahat notlarını yayınlayan diplomatlardan<br />

birisi de Alman asıllı bir aileye mensup F. A. Byuler’dir (Bühler). Byu-<br />

62


ler 3 (15) Nisan 1821 tarihinde Peterburg’da doğmuş, 10 (22) Mayıs 1896<br />

tarihinde ise Moskova’da ölmüştür. Moskova Devlet Arşivi’nin müdürlüğünü<br />

de yapan Byuler, kalame aldığı Tri dnya na bosfore (Три дня на<br />

босфоре-Boğazda Üç Gün) adlı eserinde 1880 yılında İstanbul’a gerçekleştirdiği<br />

seyahati anlatmaktadır.<br />

Byuler, seyahatinde İstanbul, boğaz ve Haliç (altın boynuz) ile birlikte Karadeniz<br />

ve Marmara Denizi sahillerinden de bahsetmiştir. Tebliğimizde<br />

bu seyahat notlarını değerlendirme gayret edeceğiz.<br />

CEBE DEFTERLERİNİN KOCAELİ TARİHİ AÇISINDAN<br />

ÖNEMİNE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER<br />

Doç. Dr. Emine ERDOĞAN ÖZÜNLÜ<br />

Hacettepe Üniversitesi<br />

Cebe defterleri, XVI. yüzyıl sonlarından itibaren yeni tahrirlerin yapılamaması<br />

ve yoklamalarda kullanılan timar icmal defterleri kayıtlarının eskiyerek<br />

kullanılamaz hale gelmesi üzerine seferlerde bulunacak sipahinin<br />

tespiti ve sefer esnasında yoklanabilmesi için üretilmiş defterlerdir. Timar<br />

ruznâmçe defterlerinde yer alan kayıtlara dayalı olarak seferlerde<br />

kullanılmak üzere tertip edilmiş olan bu defterler pratikte olarak kullanılmak<br />

üzere hazırlanmıştır. Dirlik sahiplerinin kayıtları, berat tarihi sırasına<br />

göre kaydedilir, dirliğin bulunduğu nahiye ve sancak belirtildikten<br />

sonra altına dirlik sahibi, varsa görevi (niteliği), dirliğin kılıç kısmını oluşturan<br />

köy veya gelir türünün ismi ve son olarak da dirliğin toplam geliri<br />

cebe defterlerine kaydedilirdi.<br />

Bu defterlerin önemli bir serisi, Ankara, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü,<br />

Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu arşivde Kocaeli’ne<br />

ait 4 adet cebe defteri bulunmaktadır. Bunlardan Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde<br />

-eski numarasıyla- 2039 numara ile kayıtlı olan defter, mustahfız<br />

cebe defteri olarak tasnif edilirken, diğerleri (1940, 2049 ve 2093 numaralı<br />

defterler) sadece cebe defteri olarak tavsif edilmiştir. Bu bildiride,<br />

bir anlamda üzerinde pek çalışılmayan bu defter grubunun Kocaeli’ye<br />

ait olanlarının tanıtımı yapılacak ve Kocaeli tarihi açısından sahip olduğu<br />

önem tartışılacaktır.<br />

63


AVARIZ DEFTERLERİ SAYIMLARINA GÖRE İZMİT<br />

KAZASI’NIN DEMOGRAFİK DURUMU<br />

Doç. Dr. Zübeyde GÜNEŞ YAĞCI<br />

Balıkesir Üniversitesi<br />

Osmanlı vergi sistemi içerisinde olağanüstü vergilerden birisi olan avarız<br />

devletin düzenli vergileri dışında tutulmuştur. Verginin temeli olağanüstü<br />

durumlarda halka götürülen hizmetlerin karşılığı olarak uygulanmıştır.<br />

Dolayısıyla olağanüstü durumlar ek hizmetler kavramı ile ifade edilebilecek<br />

bir durum olarak görülmüştür. Verginin tahsilinde bireyler esas<br />

alınmayarak emlak sahibi kişilerden tahsili yoluna gidilmiştir. Devletin<br />

bütçe açıklarının arttığı 16. yüzyılın sonlarından itibaren avarız ve bu türden<br />

vergilerde bir artış meydana gelmiştir. Buna bağlı olarak avarız-hane<br />

sayımlarında da artış olduğu bilinmektedir.<br />

Bu dönem ayrıca klasik tahrir sayımlarının değişim gösterdiği, avarız ve<br />

cizye sayımlarının arttığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim<br />

tapu-tahrir kayıtları gibi olmasa da klasik sayımların olmadığı bir dönemde<br />

nüfusunun tespitinde bu defterlerden istifade etmek gerekmektedir.<br />

Bu açıdan bakıldığında avarız hanesi sayım defterleri eşi bulunmaz<br />

bir değer ifade etmektedir.<br />

Ben bu çalışmada klasik sayım geleneğinin bırakılarak avarız sayımına<br />

geçildiği bir dönem olan 17. yüzyılda itibaren, nüfus sayımlarının yapıldığı<br />

19. yüzyıla kadar İzmit Kazası’nın nüfusuna genel bir bakış açısı oluşturmayı<br />

amaçlamaktayım. Ayrıca bu sayımlar ile İzmit Kazası’nın şehir<br />

köylerinin nüfusu ve nüfusun zaman içersindeki değişimi irdelenecektir.<br />

Yukarıda ifade ettiğim gibi dönemin şartları gereği avarız defterleri çalışmanın<br />

temel kaynağını oluşturacaktır.<br />

64


XVIII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA KOCAELİ SANCAĞI’NIN<br />

TARİHİNDEN KESİTLER<br />

Doç. Dr. Sebahattin ŞİMŞİR<br />

Doç. Dr. Nahide ŞİMŞİR<br />

Balıkesir Üniversitesi<br />

Divân-ı Hümâyûn kalemince hazırlanan Mühimme, Ahkâm ve Şikâyet<br />

Defterleri Osmanlı şehirlerinin idârî, askerî, toplumsal ve iktisadî yönleri<br />

ile ilgili kıymetli bilgiler içermektedir.<br />

Bildirimizde hem Kocaeli Sancağı’na hem de İznikmid Kadılığı’na hitaben<br />

XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında yazılan hükümler çerçevesinde, Mühimme,<br />

Şikâyet ve Ahkâm Defterleri’nde bulunan hükümler çerçevesinde Kocaeli<br />

ve ona bağlı yerleşim birimlerinin askerî, siyasî, sosyal ve ekonomik<br />

özellikleri değerlendirilmeye çalışılacaktır.<br />

Bilhassa bu merkezî kayıtlar sayesinde XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında mahallinde<br />

halledilemediği için, Osmanlı başkentine intikâl etmiş problemler,<br />

bu problemlere devletin bulduğu çözümler çerçevesinde vergi meselelerinden,<br />

vakıflara, İstanbul’un iaşe ve ibadesinde Kocaeli’nin rolüne,<br />

timar, alacak verecek, ulaşım, nakliye ve hatta miras ….gibi başlıklar etrafında<br />

toplayabileceğimiz hususlar çerçevesinde Kocaeli ve çevresinin<br />

tarihine ışık tutulmaya çalışılacaktır. Böylece Osmanlı tarihinin en az çalışılan<br />

XVIII yüzyılı ve bu eksende de, Kocaeli ve çevresinin tarihine katkı<br />

sağlanmış olacaktır.<br />

AHKÂM DEFTERLERİNDE İZMİT (1742-1747)<br />

Yrd. Doç. Dr. Alper BAŞER<br />

Afyon Kocatepe Üniversitesi<br />

Orhan Bey (1324-1362) döneminde Osmanlı idaresine alınan İzmit şehri<br />

Osmanlı tarihi boyunca önemini koruyan yerleşim yerlerinden birisi olmuştur.<br />

Bu çalışmada İzmit şehrinin sosyo-ekonomik yapısı, yerel yöneticilerin<br />

İstanbul ile olan ilişkileri Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde mevcut<br />

bulunan Anadolu Ahkâm Defterlerinin 1742-1747 yılları arasındaki dönemi<br />

kapsayan ilk on defterinin taranmasıyla elde edilen veriler üzerinden<br />

ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />

65


183 VE 184 NUMARALI ANADOLU AHKÂM<br />

DEFTERLERİNE GÖRE KOCAELİ (1864-1878)<br />

Doç. Dr. Mehmet MERCAN<br />

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi<br />

Divân-ı Hümâyûn’dan çıkan hükümlerin kaydına mahsus olan defterlere<br />

“Mühimme Defterleri”, “Ahkâm Defterleri” gibi isimler verilmektedir.<br />

Bu hükümler, padişah adına hazırlanmış oldukları için ferman adını da<br />

alırlardı. Hükümler cinslerine göre değişik defterlere yazılırdı ki bunlar;<br />

Ahkâm-ı Mühimme, Ahkâm-ı Şikâyet ve Ahkâm-ı Ruus defterleri vb. idi.<br />

Bildirimizin temel kaynağını teşkil eden defterler ise Anadolu Ahkâm<br />

Defterleridir. Bu defterler, 1742-1889 yılları arasında hükümleri ihtiva<br />

eden 185 adet defterdir. Biz bu defterlerden 1864-1878 yılları arasını<br />

ihtiva eden 183 ve 184 numaralı defterlerdeki hükümlere dayalı olarak<br />

Kocaeli’nin idari yapısı, sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgiler<br />

vermeye çalışacağız.<br />

İZMİT’TE BİR YIL İKİ YANGIN: ARSLANBEY VE REDİF<br />

ASKERÎ DEPO YANGINLARI<br />

Yrd. Doç. Dr. Zeynep CUMHUR İSKEFİYELİ<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Tarih boyunca yangınlar tıpkı doğal afetler ve salgın hastalıklar gibi insanlar<br />

için en büyük felaketlerden biri olmuştur. Bu yangınlar İzmit tarihinde<br />

de derin izler bırakmıştır. İzmit sancağı dâhilinde çıkan yangınlarda<br />

pek çok köy ve mahalle yok olmuştur. Ahşap ve kâgir binaların birinde<br />

yangın çıkması halinde ateş bir diğer eve sıçrayarak çok çabuk yayılmış,<br />

yangına müdahale edilinceye kadar birçok ev yanıp kül olmuştur. Özellikle<br />

kış aylarında çıkan bu yangınlar ardında evleri, malları ve erzakları<br />

tamamen yok olmuş yardıma muhtaç yangınzedeler bırakmıştır. Bu<br />

bildiride 1886 yılı sonunda İzmit sancağına bağlı Arslanbey köyünde ve<br />

İzmit’teki redif askerî deposunda çıkan iki yangın hadisesi ele alınmaya<br />

çalışılacaktır. Arslanbey’de çıkan yangında 590 hane ve dükkândan ancak<br />

15 hane kurtulabilmişti. Yangın sonunda sokaklarda kalan 2000 kişi<br />

için çadırlar kurularak gerekli yardımların yapılabilmesi için çalışmalar<br />

66


aşlatıldı. Yangında zarar görenlere yardım maksadıyla Adliye Nazırı<br />

Cevdet Paşa’nın başkanlığında bir komisyon kuruldu. Yardım toplanması<br />

için gazetelere ilanlar verildi, iane bileti satışları düzenlendi. Ahalinin<br />

ihtiyacı olan buğday ve mısır gibi zahirenin karşılanmasına gayret edildi.<br />

İzmit’teki redif askerî deposunda meydana gelen yangında ise askeriyeye<br />

ait silah ve eşyanın bulunduğu depo ile birlikte bitişiğindeki ev de yanmıştı.<br />

Yangının ardından bir tahkikat başlatılarak yangının nasıl ortaya çıktığı<br />

ve bir suiistimalin olup olmadığı anlaşılmaya çalışıldı. Bu bildiride aynı<br />

günlerde hem Arslanbey’de hem de askeri depoda çıkan yangınlar başta<br />

Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri olmak üzere dönemin gazeteleri de<br />

incelenerek ele alınmaya çalışılacaktır.<br />

BÜYÜK DARICA YANGINI (17 KASIM 1910)<br />

Yrd. Doç. Dr. Fikrettin YAVUZ<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

İnsanoğlu tarih boyunca büyük yangınlara maruz kalmıştır. Modern döneme<br />

yaklaştıkça doğal yangınlarla birlikte insanların sebep olduğu büyük<br />

yangınların şehirleri küle çevirdiğine dair birçok örneğe rastlanır.<br />

Osmanlı döneminde İstanbul’da yaşanan büyük yangınlar bu konuda<br />

dikkate şayan örnekler olup, bu yangınlar şehrin yapısına ve nüfusuna<br />

büyük zararlar vermiştir. Benzer bir şekilde İzmit tarihinde derin izler<br />

bırakan birçok yangın olduğu dikkati çekmektedir. İzmit coğrafyasındaki<br />

bu tür yangınlar çoğunlukla ahşap yapıların olduğu birçok mahalle, köy<br />

ve kasabayı haritadan silinme noktasına getirmiştir. 17 Kasım 1910’da<br />

İzmit Körfezi’nin girişinde bulunan Darıca’da meydana gelen yangın,<br />

şehir tarihindeki bu tür yangınlardan biridir. Bu şirin sahil kasabasının<br />

Rum mahallelerinden birinde, sabah erken saatte başlayan yangın ancak<br />

akşam söndürülebilmişti. 1400 hanelik Darıca’da yaklaşık olarak 800<br />

ile 900 civarında ev ve işyeri yanmıştı. Konuyla ilgili kaynaklar Darıca’yı<br />

neredeyse haritadan silen bu büyük felaketin açtığı yaraların ilk andan<br />

itibaren sarılmaya çalışıldığını göstermektedir. Bu bildiride Darıca’da çıkan<br />

bu yangın ve yangın sonrasında yapılan yardım çalışmaları, özellikle<br />

devlet eliyle yapılan ve daha çok Darıca’nın yeniden imarı gibi hususlar,<br />

başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri olmak üzere dönemin kaynakları<br />

ve gazeteleri çerçevesinde ele alınacak, böylelikle II. Meşrutiyetin<br />

ilk yıllarında devletin bu tür bir felakete nasıl bir refleks gösterdiği ortaya<br />

koyulmaya çalışılacaktır.<br />

67


SİCİLL-İ AHVAL KAYITLARINA GÖRE OSMANLI<br />

BÜROKRASİSİNDE GÖREVLİ BAZI İZMİD’Lİ MEMURLAR<br />

Prof. Dr. Zeynel ÖZLÜ<br />

Okt. Enver DEMİR<br />

Gaziantep Üniversitesi<br />

Sicill-i ahvâl kayıtları, yakın dönem Osmanlı biyografi yazımında başvurulan<br />

en önemli kaynaklardandır. II. Abdülhamid döneminde Osmanlı devlet<br />

teşkilâtında görev alan memurların görevleri süresince gelişim aşamalarını<br />

izlemek amacıyla 1879 yılında Dâhiliye Nezâreti’ne bağlı olarak<br />

kurulan Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun faaliyetleri sonucu tutulan bu kayıtlardan,<br />

dönemin memurlarının sicil kayıtlarına ulaşmak mümkündür.<br />

Sicill-i ahvâl kayıtları, kişinin tercüme-i hâl varakası, ismi, mahlası veya<br />

künyesi, doğum tarihi, baba adı, babası memur ise rütbesi, tahsil durumu,<br />

yaptığı görevler, gayrimüslim veya göçmen ise milliyeti, liyakat ve<br />

ehliyet derecesi, eserleri, rütbe ve madalyaları, azil ve tayinlerine dair bilgileri<br />

ihtiva etmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne dayalı bu çalışmamızda<br />

Sicill-i Ahval kayıtlarında tespit edilen İzmit doğumlu 21 memurun<br />

özgeçmişi ile ilgili tespitlerde bulunulacaktır. Bu memurlar; Sancakdarzâde<br />

Süleyman Efendi’nin oğlu Süleyman Sami Efendi, Saraç müteveffa<br />

Mehmet Efendi’nin oğlu Mustafa Nureddin Efendi, Nazif Ağa’nın oğlu<br />

Ali Rıfat Efendi; Esnaftan Mehmet Ağa’nın oğlu Ali Rıza Efendi, Ermeni<br />

milletinden Kigoruk Ağa’nın oğlu Labih Efendi, Sudani Said Ağa’nın oğlu<br />

Ahmed Efendi, İzmit Sancağı tahrir-i emlak katibi Ahmed Efendi’nin oğlu<br />

Hafız Ahmed Efendi, İlmiyeden Abdullah Hadi Efendi’nin oğlu Arnavudoğlu<br />

adıyla meşhur Ali Rıza Efendi, Tüccardan Limoncuzade İbrahim Efendi’nin<br />

oğlu Mehmed Rahmi Efendi, Mehmed Remzi Efendi, Vadi-l Acem<br />

kazası meclis-i idare azasından ve Tebai Devlet-i Aliye’nin Katolik milletinden<br />

İlyas Elban Efendi’nin oğlu Mülhem Efendi, İnce Zaver Osman<br />

Efendi’nin oğlu Ali Faik Efendi, Şekizâde müteveffa Ali Ağa’nın oğlu Hafız<br />

Hasan Efendi, Nikolaki Efendi’nin oğlu Rum milletinden Yorgaki Efendi,<br />

İzmit Telgraf merkezi müdürü Hasan Tahsin Efendi’nin oğlu Hüseyin Şefik<br />

Efendi, İzmit Emtia Gümrüğü anbar memuru Müteveffa Ali Efendi’nin<br />

oğlu Mehmed Ramiz Efendi, Ermeni milletinden kuyumcu Çapan Karabet<br />

Ağa’nın oğlu Agop, İzmit kasr-ı hümayun hademesinden Mehmed Nezir<br />

Ağanın oğlu İsmail Fehmi Efendi, İzmit Rüsumat Müdürü Deraliyyeli<br />

68


Mehmed Hamid Efendinin oğlu Mehmed Hayri Efendi, Ali Efendi’nin oğlu<br />

Mustafa Rasim Efendi, Muhacirin-i Çerakese’den Hamza Usta’nın oğlu<br />

Ali Niyazi Efendi’dir.<br />

SULTAN ABDÜLMECİD’İN İZMİT VE<br />

HEREKE SEYAHATLERİ<br />

Doç. Dr. Yunus ÖZGER<br />

Bozok Üniversitesi<br />

Osmanlı modernleşmesinin öncü padişahlarından II. Mahmut’un ani ölümü<br />

sonrasında çok genç yaşta Osmanlı tahtına çıkan Abdülmecid, babası<br />

ve ekibi tarafından hazırlanmış olan Tanzimat Fermanı’nı ilanla işe başladı.<br />

Fermanla hem mülki idare hem de askeri idarede çok önemli değişikliklerin<br />

yolu açıldı. Ardından Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi’nin işaret<br />

ettiği gibi, Sultan Abdülmecid tebaasının asayişini yerinde görmek, askeri<br />

mevkileri denetlemek ve halkın refah ve huzurunu temin etmek maksadıyla<br />

merkeze yakın bazı mahalleri görmek üzere yurt gezilerine çıktı. Bu<br />

bağlamda üç büyük gezi yaptı. Bunlardan ilki İzmit’i de kapsayan 1844<br />

İzmit, Bursa ve Çanakkale gezisiydi. İkinci seyahatini 1846 senesinde Rumeli’ye<br />

yaptı. Üçüncüsünü ise 1850’de Akdeniz Adalarına gerçekleştirdi.<br />

Bu büyük gezilerden başka küçük çaplı seyahatleri de oldu.<br />

Bu bildiride söz konusu padişahın yurt gezileri kapsamında İzmit ve Hereke’ye<br />

yaptığı temaslar ele alınacaktır. Eser-i Cedid vapuruyla Beylerbeyi<br />

sahil sarayından hareket eden padişahın İzmit’i ilk ziyareti 26 Mayıs<br />

1844’te gerçekleşti. Güzergâh boyunca Gebze, Darıca ve Hereke sahillerini<br />

seyrederek şehre gelen padişah, burada çuha fabrikasında incelemelerde<br />

bulundu. Yöreye ikinci gezi 26 Ekim 1846’da yapıldı. Bu gezinin<br />

amacı, Osmanlı kumaş sanayinde önemli bir yere sahip olan Hereke fabrikasının<br />

çalışmalarını yerinde görmek ve eksikliklerini gidermekti.<br />

69


III. SELİM DÖNEMİNDE EŞKIYA PEŞİNDE BİR KOCAELİ<br />

MUTASARRIFI: SEYYİD HÜSEYİN PAŞA<br />

Yrd. Doç. Dr. Seydi Vakkas TOPRAK<br />

Adıyaman Üniversitesi<br />

III. Selim Devri, Nizam-ı Cedid reform programıyla memlekete Avrupai<br />

tarzda bir düzen verilmeye gayret edilen bir dönem olmakla beraber,<br />

Anadolu ve Rumeli’nin pek çok yerinde eşkıyaların baş gösterdiği bir dönemdir.<br />

Devlet otoritesinin yerini eşkıyaların aldığı zamanlar bile olmuştur.<br />

III. Selim, devlet otoritesini yeniden kurmak ve asayişi temin etmek<br />

maksadıyla gerek Anadolu ve gerekse Rumeli’de ortaya çıkan eşkıyanın<br />

üzerine ordular göndermiştir.<br />

Padişahın eşkıya takibiyle görevlendirdiği komutanlardan biri de Kocaeli<br />

Sancağı Mutasarrıfı Seyyid Hüseyin Paşa’dır. Seyyid Hüseyin Paşa, ilk<br />

olarak 1795 yılı sonunda Rumeli Valisi Mehmed Hakkı Paşa’nın emrinde<br />

Rumeli’deki Dağlı Eşkıyası üzerine gönderilmiştir. Seyyid Hüseyin Paşa,<br />

Dağlı Eşkıyasına karşı düzenlene harekâta 1000 seçkin askerinin başında<br />

katılmıştır. İkinci olarak 1798 yılı sonunda, Kocaeli ve Bursa yörelerinde<br />

ortaya çıkan eşkıyayı ortadan kaldırmakla görevlendirilmiştir. Görevini<br />

layıkıyla yapabilmesi için Paşa’nın nüfuzu arttırılmış ve vezirlik rütbesine<br />

yükseltilmiştir.<br />

Bu çalışmada Seyyid Hüseyin Paşa’nın eşkıyaya karşı yaptığı mücadele<br />

dönemin vakayinameleri ve arşiv belgeleri ışığında ele alınacaktır.<br />

19. YÜZYILIN İLK YARISINDA KANDIRA’DA SOSYAL<br />

HUZURSUZLUK ÜZERİNE BİR İNCELEME<br />

Yrd. Doç. Dr. Kenan GÖÇER<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın ilk yarısında (1839) ilân olunan Gülhane<br />

Hattı’nın, devlet anlayışımızda ve devlet idaresinde modernleşmenin<br />

başlangıcı olduğu kabul edilir. Öncesinde Sened-i İttifak’ın kabûlü, Rusya’nın<br />

saldırıları, Mısır’ın isyanı, Yeniçeriliğin lağvı, Levant Company’nin<br />

Osmanlı pamuklu imalatlar pazarında giderek etkinliğini artırması so-<br />

70


nucu İngiltere ile yapılan ticaret anlaşması gibi bir dizi gelişmelerin bu<br />

süreci hazırlamış olduğu aşikâr.<br />

Bu gelişmelere paralel olarak, Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde 1800-1850<br />

arasında halkın gündelik yaşamında meydana gelen ve belgelere yansıyan<br />

bir dizi sosyal huzursuzluk olayları yaşanmaktadır. İstanbul Ahkâm<br />

Defterleri esas alınarak yapılacak çalışma, 1750’lerden itibaren, Kandıra’da<br />

meydana gelen huzursuzlukların nicel ve nitel artışları ile desteklenmektedir.<br />

PAZARKÖY AYÂNI TURNACIBAŞI<br />

ESAD BEY İSYANI (1812-1813)<br />

Yrd. Doç. Dr. İbrahim SERBESTOĞLU<br />

Amasya Üniversitesi<br />

Ayân, Osmanlı taşra teşkilatında “klasik dönemde” halkın önde gelenlerini<br />

ifade ediyordu. 17. yüzyılda ise başta kapıkulları olmak üzere devlet<br />

görevlilerinin ayân olarak ön plana çıktığı görülmekteydi. Bu süreç 18.<br />

yüzyılda büyük hanedanların ortaya çıkmasıyla devam etmişti. Yerel bağlantıları<br />

olan veya zamanla yerelleşmiş kişilerin çocuklarına miras kalan<br />

ayânlık, Osmanlı tarzı özelleştirme olarak da yorumlanmaktadır. Ailelerin<br />

büyüklüğü ve gücü oranında yer edindiği taşra idaresinde ayânlar,<br />

Alemdâr Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı ile zirveye çıkmış ve Sened-i İttifak’ı<br />

imzalatmayı başarmışlardı. Ancak Sultan II. Mahmud’un, Alemdâr’ın<br />

öldürülmesi sonrasında ayânları yavaş yavaş ortadan kaldırdığı veya sisteme<br />

entegre ettiği bilinmektedir.<br />

Bildirimizin konusu olan Turnacıbaşı Esad Bey de unvanından anlaşıldığı<br />

üzere kapıkulu kökenlidir. 1804 yılında Pazarköy ayânlığını ele geçirmiştir.<br />

1806-1812 Osmanlı-Rus ve İngiliz Savaşı sırasında topladığı askerlerle<br />

birlikte cepheye gitmesi emredilince bundan kaçınmış ve devlete<br />

isyan etmiştir. Üzerine gönderilen bölge ayânları ve kuvvetler karşısında<br />

direnmeye çalışmışsa da 1813 yılında ortadan kaldırılmıştır.<br />

71


19. YÜZYILDA KOCAELİ SANCAĞI’NDA<br />

ÇOK EŞLİLİK OLGUSU<br />

Doç. Dr. Ümit EKİN<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Osmanlı toplumunda çok eşli erkeklerin bulunduğu bilinmektedir. İslam<br />

Hukuku’nun şekillendirdiği Osmanlı Hukuku’nun çok eşliliğe izin verdiği<br />

bilinmekle birlikte başka kentlere dair yapılan araştırmalar birden fazla<br />

eşle evli erkeklerin oranının yüksek olmadığını ortaya koymaktadır.<br />

Bu araştırmada, kuruluş yıllarında Osmanlı topraklarına katılan Kocaeli<br />

Sancağı’nda yaşayan erkeklerin ne oranda çok eşli oldukları ortaya<br />

konulacak, bu durumun nedenleri belgelerin ışığında tartışılacaktır.<br />

Araştırmamızın dayandığı kaynak grubu tereke defterleridir. Bilindiği<br />

üzere bu defterler, ölen kişinin ardında bıraktığı her türlü taşınır-taşınmaz<br />

mallar ile alacak, borç, hibe, vasiyete dair bilgileri içermektedir. Bu<br />

amaçla söz konusu tereke kayıtlarının yer aldığı 1452, 1453 ve 1454 numaralı<br />

ve sırasıyla 1220-1230/1805-1814, 1261-1264/1845-1848 ve 1278-<br />

1281/1861-1865 tarih aralıklarını kapsayan İzmit Şer’iyye sicillerinden<br />

yararlanılacaktır.<br />

XIX. YÜZYIL ORTALARINDA DEĞİRMENDERE’NİN<br />

NÜFUSU VE SOSYO-EKONOMİK YAPISI<br />

Yrd. Doç. Dr. Zafer ATAR<br />

Manisa Celal Bayar Üniversitesi<br />

Değirmendere, Kocaeli ilinin ilçesi olan Gölcük’e bağlı bir belde iken 2008<br />

yılında Gölcük belediyesine bağlanarak belediye statüsünü yitirmiş olan<br />

eski bir beldedir. Değirmendere’nin gelişip, büyümesinde Gölcük Tersanesi’nin<br />

kurulması ve İzmit ile İstanbul arasındaki sanayi faaliyetlerinin<br />

etkileri gözlemlenmektedir. Önceleri Gölcük’ten daha fazla nüfusa sahip<br />

olan belde, sanayi ve tersanelerin Gölcük’e kurulmasından dolayı, buraya<br />

bağlı belde konumuna düşmüştür. Bu çalışmada ise temettuat defterleri<br />

ve nüfus defterlerinden istifade edilerek, XIX. yüzyılın ortalarında Değirmendere’nin<br />

nüfusu ve sosyo-ekonomik yapısı ortaya konulacaktır.<br />

72


KOCAELİ SANCAĞI NÜFUS DEFTERLERİNE GÖRE XIX.<br />

YÜZYILIN ORTALARINDA ŞİLE VE ŞEYHLER KAZALARININ<br />

MÜSLÜMAN KIPTİLERİN NÜFUS VE TOPLUM YAPISI<br />

Yrd. Doç. Dr. Salih AKYEL<br />

Gazi Üniversitesi<br />

Bir devletin yaptığı nüfus sayımları birçok veriyi ihtiva ettiğinden yöneticilerin<br />

geleceğe yönelik planlamalarında onlara yardımcı olur. Osmanlı<br />

Devletinde nüfus sayımlarının en önemli amacı asker ve vergi mükelleflerinin<br />

sayısının tespit edilmesi olmuştur. Bu amaçla belli bir dönem sadece<br />

erkek nüfus sayılmıştır.<br />

Osmanlı Devleti’nde ilk nüfus sayımı II. Mahmut zamanında yapılmıştır.<br />

Bu sayım yapılırken askere alım için Müslümanlar, vergilerinin sağlıklı<br />

toplanabilmesi için Müslüman ahali ile birlikte gayrimüslimler hakkında<br />

da kayıtlar tutulmuştur.<br />

Osmanlı coğrafyasının değişik yerlerinde olduğu gibi Kocaeli ve havalisinde<br />

de nüfus sayımları yapılmıştı. Bu anlamda Kocaeli’ne bağlı olan<br />

sancak, kazâ ve diğer merkezlerde nüfus sayımı uygulanmış olduğunu<br />

arşiv kayıtlarından görmekteyiz. Nitekim Şeyhler ve Şile Kazasındaki<br />

Müslüman Kıptilerle ile ilgili 2 adet nüfus defterinden oluşmaktadır. Burada<br />

inceleyeceğimiz Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki Bolu Eyaleti Kocaeli<br />

Sancağına Nüfus Defterleri serisi içerisinde 656 ve 660 numara ile<br />

kayıtlı olup Kocaeli Sancağı Şeyhler ve Şile Kazâsı müslüman nüfus defterleridir.<br />

Bu çalışmada, defterlerde verilen bilgilerden hareketle bahse<br />

konu kazanın mahalle ve köylerinde yaşayan ailelerin ve görevli memurların<br />

isim ve esamilerini öğrenme imkânımız olacak. Ayrıca bu defterler<br />

bölgedeki mahalli idareciler; görevdeki muhtarlar, özürlüler, halkın kullandığı<br />

yerel isimler (lakaplar), insanların fiziksel özelliklerinin yanında<br />

Şeyhler ve Şile Kazalarındaki Müslüman Kıptilerin XIX. Yüzyılın ortalarında<br />

nüfus tespit edilmeye çalışılarak bölgesel tarih yazımında önemli<br />

ayrıntılara ulaşmamıza imkân tanıyacaktır.<br />

73


İSTANBUL ENTELEKTÜELLERİNİN 1906 YILINDAKİ<br />

HEREKE FABRİKASI ZİYARETİ<br />

Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU<br />

Marmara Üniversitesi<br />

Kurulduğu tarihten beri farklı kesimlerden ziyaretçilerin gezisine sahne<br />

olan Hereke Fabrika-yı Hümâyûnu, II. Abdülhamid devrinde Türk ve<br />

ecnebi devlet adamlarının yanı sıra yerli ve yabancı turistlerin de ilgisini<br />

çekmiştir. Bu tür gezilerden birisi 7 Temmuz 1906 tarihinde gerçekleşmiştir.<br />

Aralarında kadın-erkek gazeteci, yazar ve sanatkârların da bulunduğu<br />

300 kişilik bir grup fabrikayı ziyaret amacıyla trenle İstanbul’dan<br />

Hereke’ye gitmişlerdir. Grubun entelektüellerden oluşması ziyarete<br />

farklı bir hava katmış, müteakip günlerin gazete ve dergilerine siyasi,<br />

iktisadî, sosyolojik ve kültürel bakış açılarıyla kaleme alınan birbirinden<br />

farklı izlenimler yansıtılmıştır. Ziyaretçiler fabrikanın flatör dairesi, boyahane,<br />

ipek depoları, demirhane, kimyahane, halıhane, resimhane, kumaş<br />

muayene odası ve diğer bölümlerini ayrı ayrı tetkik etmişler; müessesenin<br />

mimarîsi, donanımı, işletme ve yönetim anlayışı, işçilerin verimi ve<br />

sair konularında ilginç değerlendirmeler yapmışlardır. Bunun yanı sıra,<br />

ziyaretçilerin gidiş ve dönüş yollarında gözlemledikleri tabiat, deniz ve<br />

insan tasvirleri de son derece kıymetlidir. Yazarlar, yol boyunca geçtikleri<br />

Maltepe, Tuzla, Pendik, Gekbuze, Diliskelesi ve Tavşancıl bölgeleriyle<br />

ilgili müşahedelerini; Hereke’nin coğrafi konumu, zirai faaliyetleri, şehir<br />

dokusu, çocuk oyunları ve daha birçok yönleriyle ilgili tespitlerini keyifli<br />

anlatımlarla ortaya koymuşlardır. Bütün bunlar bölgenin sadece siyasi<br />

ve iktisadi geçmişine değil, folklorik ve kültürel zenginliğine de geniş bir<br />

arka plan sunmaktadır.<br />

Bildiri, turizm kültürü ile Hereke’nin ve fabrikanın o dönemdeki yapısına<br />

odaklanmaktadır. Çalışmada Osmanlı Arşivi belgeleri ve dönemin süreli<br />

yayınlarındaki haber ve yorumların yanı sıra, Ahmed Rasim, Mehmed<br />

Cevdet, Abdullah Zühdü, Ahmed İhsan ve daha birçok usta kalemin edebî<br />

tasvirleri değerlendirilecek; böylece daha önce fabrika ziyaretleri hakkında<br />

yapılmış olan çalışmaları tamamlayıcı bir ürün ortaya çıkarılmış<br />

olacaktır.<br />

74


MECLİS-İ VÜKELA MAZBATALARINDA İZMİT (1908-1922)<br />

Nesrin ATICI KANBEROĞLU<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

1877 yılında bağımsız bir mutasarrıflık haline getirilen İzmit, gerek Dersaadet’e<br />

olan yakınlığından gerek de ticaret ve liman kenti olması açısından<br />

Osmanlı’nın Anadolu topraklarında yer alan önemli merkezlerinden<br />

biri olmuştur. “Meclis-i Vükela Mazbatalarında İzmit” isimli bu çalışmamızda<br />

Meclisin ikinci kez açıldığı 1908 yılından Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

kurulduğu 1923 yılına dek uzanan süreçte Vükela Mazbatalarında İzmit’in<br />

ele alınış biçimini incelemeye çalıştık. Bu süreç içerisinde İzmit’le ilgili 67<br />

belge bulunmuş olup, belgeler doğrultusunda siyasi-sosyal-ekonomik<br />

başlıklar oluşmuşsa da belge dağılımından ekonomik konuların ağırlıklı<br />

olduğu görülmüştür. Özellikle “maden imtiyazları”, dönemin siyasi<br />

ve ekonomik şartları dolayısıyla daha çok men edilmesi gündeme gelen<br />

“ihraç malları” savaş ve göçlerle geçen bu dönem dolayısıyla “muhacirler”<br />

konusu ağırlıklı ve dikkat çeken konu başlıkları arasındadır. Bunlar<br />

dışında İzmit’in yeni beldeler eklenerek ya da çıkarılarak yeniden oluşumuna<br />

bağlı olarak “vilayet–kaza teşkili”, gemilerin bakım ve onarımı için<br />

“tersane yapımı”, yeni “şirket oluşumları”, geliştirilmeye çalışılan yerli<br />

sanayi ve bu yüzden iş birliğine girilen yabancı “fabrikalar”, I. Dünya Savaşı<br />

sonrası işgal yıllarında Dersaadet ve İzmit arasındaki haberleşmeyi<br />

hızlandırabilmek için çekilmeye çalışılan yeni teller ve “posta-telgraf”<br />

konuları çalışmamızın temelini oluşturan konulardır. Çalışmamızda<br />

Meclis-i Vükela Mazbataları dışında hükümet kararlarında İzmit’i farklı<br />

kaynaklardan da ele almaya çalıştık.<br />

1909 YILINDA İNGİLİZ ASKERİ RAPORUNDA İZMİT<br />

Okt. Nesrin AKKOR<br />

Kırklareli Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve gittikçe<br />

güçlenen özgürlükçü meşru bir yönetim isteği, 1908 yılında II. Meşrutiyet’in<br />

ilan edilmesini ve meşrutiyet yönetiminin tekrar başlamasını ve<br />

Kanuni Esasi’nin yürürlülüğe girmesini sağlamıştır. Ancak meşrutiyetin<br />

ilanı 1909 yılında yaşanan 31 Mart olayını engelleyememiş ve padişah II.<br />

75


Abdülhamid’in tahtan indirilmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti’nde<br />

bu gelişmeler yaşanırken, İngilizlerin 1909 yılında Genelkurmay Başkanlığı<br />

tarafından Doğu Trakya ve İzmit Bölgesi ile ilgili hazırladıkları askeri<br />

rapor bize dönemle ilgili olarak fikir vermektedir. Genel bir bilgilendirme<br />

niteliğine sahip olan rapor, başta İzmit olmak üzere kıyı şeridi ve iç bölgeler<br />

hakkında bilgiler içermektedir. İzmit ve havalisinin mevsimlere ve<br />

coğrafi şartlara bağlı olarak oluşan farklılıklar hakkında bilgiler mevcuttur.<br />

İzmit yarımadasında nüfus dağılımı, yöneticiler ve ulaşım imkânlarına<br />

değinilmiştir. İlaveten Bağdat Demiryolu hattı projesinin Haydarpaşa-İzmit<br />

ayağına dair bilgiler verilir.<br />

KOCAELİ’NİN KOMİTACI MİLLETVEKİLİ SALİH FUAD<br />

BALKAN: VIII. DÖNEM MECLİS ÇALIŞMALARI<br />

Doç. Dr. Zeki ÇEVİK<br />

Balıkesir Üniversitesi<br />

Salih Fuad Balkan (1887-1970), Osmanlı Ordusu‘nun bir subayı olarak I.<br />

Dünya Savaşı‘nda, Batı Trakya’da Bulgar komitacıları ile Sırp ve Yunanlara<br />

karşı mücadele etti. 1908-1923 yılları arasında aralıksız olarak, önemli<br />

ve gizli görevlerde bulunmuş, Batı Trakya‘da, Yunanların Anadolu’ya sevk<br />

edecekleri kuvvetleri Rumeli‘de oyalamakla görevlendirilmiştir. Milli<br />

Mücadele Dönemi’nde Fuad Bey’e Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından<br />

yazılı olarak verilen görev talimatı şöyledir:<br />

«.. Fuat Bey Batı Trakya ve Makedonya dolaylarında fiili hareketleri<br />

ve ayaklanmaları müstakilen idare edecek çalışmasını tanzim ve tatbik<br />

hususunda tamamen serbest bırakılacaktır. Trakya heyetine verilen tahsisatın<br />

en mühim kısmı, Fuat Bey’in idare edeceği harekâta tahsis olunup<br />

ayrılmak icap eder...<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reis Vekili<br />

Birinci Ferik Fevzi (Çakmak)»<br />

Lozan Antlaşması’ndan sonra Mareşal Fevzi Çakmak, kendisine takdirname<br />

göndermiş ve “sonsuz hizmetleri” için kendisine teşekkür etmiştir.<br />

İstiklal Madalyası sahibidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi VI. ve VII. dönem<br />

Edirne, VIII. dönem Kocaeli milletvekilliği yaptı.<br />

76


Bu bildiride onun VIII. dönem Kocaeli milletvekilliği döneminde TBMM’de<br />

ki çalışmaları ele alınacaktır. Görüşmelerdeki tutum ve konuşmalarından<br />

hem onun vatan için yürüttüğü gizli görevi ile ilgili yeni bilgiler, hem<br />

de renkli şahsiyetine yeni katkılar sağlanması değerlendirilip tartışılacaktır.<br />

ÇANAKKALE MUHAREBELERİNDE KOCAELİ<br />

Doç. Dr. Cemal GÜVEN<br />

Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />

I. Dünya Harbi’nin en önemli ve tek zafer kazanılan cephesi Çanakkale’dir.<br />

Devlet ve milletin olağanüstü motivasyon ve koordinasyonu ile ülkenin<br />

hemen her idarî biriminden cepheye sevk edilen askerî birliklerin<br />

fedakarlığı ve özellikle cepheye yakın bölgelerin her nevi desteği ile bu<br />

zafer elde edilmiştir. Bu zaferin kazanılmasında katkı sağlayan illerimizden<br />

birisi de Kocaeli’dir.<br />

Bu çalışmada, Çanakkale Muharebelerinde Kocaeli’nin asker zâyiâtı;<br />

bölgeden verilen lojistik destek ve sağlık hizmetleri ile İzmit Körfezi’nde<br />

durum -özellikle Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı<br />

birimlerinin yayınları, yayımlanmış vesikalar ve dönemin basını kullanılmak<br />

suretiyle- ortaya konularak değerlendirilecektir.<br />

DÂHİLİYE NEZÂRETİ EMNİYET-İ UMÛMİYE MÜDÜRİYETİ<br />

KAYITLARINA GÖRE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN<br />

SONLARINDA İZMİT SANCAĞI’NDA EMNİYET VE ASAYİŞ<br />

(1918)<br />

Dr. Hümmet KANAL<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nde II. Abdülhamit döneminden itibaren merkez ve taşrada<br />

meydana gelen adli olaylar, düzenlenen “cinayet cetvelleri” ile takip<br />

edilmeye çalışılmış ve II. Meşrutiyet’in ilanından sonra da bu uygulamaya<br />

devam edilmiştir. Kaza merkezlerinde ay sonlarında hazırlanan cetveller,<br />

takip eden ayın ilk haftasında sancak merkezlerine gönderilirdi. Bundan<br />

77


sonra sırasıyla sancaklar vilayetlere, vilayetler de Dâhiliye Nezareti’ne bu<br />

cetvelleri ulaştırmakla yükümlüydüler. Vilayetlerden gönderilen aylık raporlar,<br />

Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nde toplanıyor<br />

ve burada incelemeye tabi tutuluyordu. Osmanlı Devleti, ülkedeki emniyet<br />

ve asayişin sağlanmasında bu raporların düzenli olarak tutulmasına<br />

ve merkeze gönderilmesine büyük önem vermiştir. Bu konuda ihmali<br />

olan memurlar da ciddi manada uyarılmıştır.<br />

Her ayın sonunda hazırlanan bu cetvellerin sonunda bir de imza kısmı<br />

bulunurdu. Cinayet vakaları gerçekleşmiş mahallerce düzenlenecek raporların<br />

alt tarafı en büyük mülkiye memurları, jandarma kumandanı,<br />

polis müdürü veya komiserleri tarafından imzalanırdı. Bu bağlamda kaza<br />

merkezlerinden gönderilen raporların altında kaymakam, jandarma kumandanı<br />

ve polis komiserinin imzası, sancak merkezlerinde düzenlenen<br />

raporlarda ise mutasarrıf, jandarma kumandanı ve polis komiserinin imzası<br />

bulunmak zorundaydı.<br />

Taşradaki en büyük mülki amirler olan vali, mutasarrıf ve kaymakamlar,<br />

yönetimleri altındaki yerlerde olay olsun ya da olmasın, bu konuda merkezi<br />

bilgilendirmek zorundaydılar. Her ayın sonunda vilayetlerden, vukuat<br />

olan kazalar ve vukuatın çeşidi ile hiç vukuat olmayan kazaların ve sancakların<br />

isimlerini belirten pusulalar Dâhiliye Nezareti’ne gönderilirdi.<br />

Merkeze gönderilen vukuat cetvellerinin oldukça ayrıntılı düzenlendiği<br />

görülmektedir. Cetvellerde olayın meydana geliş tarihi, suçun işlendiği<br />

yer, suçun çeşidi, suçu işleyen ve saldırıya maruz kalan kişinin memleketi<br />

ve kimliği, suçu işleyenin yakalanıp yakalanmadığı ve yakalanamamışsa<br />

bunun nedeni, suçlunun takibi esnasında gevşeklik gösteren memurların<br />

isimleri ve bu memurlar hakkında yapılan işlemler ayrı ayrı yazılarak<br />

en sonda olayın nasıl gerçekleştiğini kısaca anlatan “mülahazat” kısmı<br />

bulunurdu.<br />

Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında İzmid Sancağı’nda düzenlenen vukuat<br />

cetvellerinde çok çeşitli suçların işlendiği ve sancakta asayişin tam<br />

manasıyla tesis edilemediği anlaşılmaktadır. Merkeze gönderilen bu<br />

cetvellerde rastlanan suç çeşitleri şöyledir: Irza tecavüz, baskın ve cerh<br />

(yaralama), öldürmek kastıyla cerh, hırsızlık, cerh ve katl, darp ve cerh,<br />

tehdit suretiyle silah teşhiri, zabıta memuruna hakaret, gece vakti kapı<br />

kırarak hırsızlık, yangın çıkarmak, zorla tecavüz, yol kesmek, zorla kız<br />

kaçırmak, katl veya hırsızlık kastıyla cerh.<br />

78


Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden elde ettiğimiz 1918 yılı Ocak, Şubat ve<br />

Eylül aylarında düzenlenen Takibât-ı Adliye Kalemi Belgeleri (DH.EUM.<br />

ADL.) İzmit sancağındaki emniyet ve asayiş hakkında detaya varan bilgiler<br />

sunmaktadır.<br />

MONDROS MÜTAREKESİNİN İLK GÜNLERİNDE İZMİT<br />

Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT<br />

On Dokuz Mayıs Üniversitesi<br />

Mütarekenin ilk günlerinde basın yoluyla iyimser bir hava özellikle oluşturulmaya<br />

çalışılmıştı. Gazetelerde mütarekenamenin resmi metninin<br />

yanı sıra teşrihata/yorumlamalara yer veriliyor, en iyimser cümlelerle<br />

kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyordu. Bir müddet sonra durum değişti,<br />

mütareke işgaller biçiminde uygulanmaya başlandı. İzmit ve çevresi<br />

ilk adım atılan yerlerden biri oldu. O günlerin heyecanını, endişelerini,<br />

korkularını yansıtacak olan yine basın organlarıdır. Nitekim basın, iyi bir<br />

haber alınca bunu hemen okuyucularına müjde niteliğinde duyurmakta,<br />

fakat durum aksine dönünce pişmanlığını üzüntü ile yazmakta idi. Basın,<br />

daha anlık daha sıcak, adeta o günlerin canlı yayın aracı gibiydi. Bölgeyi<br />

çalışma alanı seçen ve İzmit’te özel muhabir bulunduran gazete ya da gazeteler<br />

olduğu gibi, İzmit’ten İstanbul’a giden yolcuların tanıklığını kaydeden<br />

yayın organları da mevcuttu. İtilaf donanmasına ait savaş gemilerinin<br />

İzmit önlerine gelişleri, buradaki durumları, manevraları, demirledikleri<br />

limanlar, karaya ilk birliklerini çıkarmaları, itilaf askerlerinin yöneticilerle<br />

görüşmeleri, halkın durumu, sevk ve iskâna tabi tutulan Ermenilerin<br />

evlerine dönmeleri ile ortaya çıkan karışıklık, İstanbul’dan İzmit’e nakledilen<br />

emtia, piyasa haberleri ve benzeri konular gazetelerde yer alıyordu.<br />

Bu bildiri ayrıca halkın durumunu, beklentilerini, çaresizliklerini, canhıraş<br />

haykırışlarını, kısacası insan ve vatan denklemini koruma niyet ve<br />

gayretlerinin ifadelendirilmesini anlatmaya çalışan basından, bütünüyle<br />

olmasa da birkaç kesit sunmayı amaçlamaktadır.<br />

79


MONDROS MÜTAREKESİ SONRASINDA VE YUNAN İŞGALİ<br />

DÖNEMİNDE KOCAELİ<br />

Prof. Dr. Adnan SOFUOĞLU<br />

Hacettepe Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti, Ekim 1914 sonlarında İttifak Devletleri safında girdiği I.<br />

Dünya Savaşı’ndan 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devletinin kayıtsız şartsız<br />

teslimini içerecek şekilde ağır hükümler ihtiva eden Mondros Mütarekesi’ni<br />

imzalayarak savaştan yenik olarak ayrıldı. Mütarekenin özellikle<br />

bazı maddeleri istismara çok müsait idi. Adı geçen Mütarekenin tebliğ<br />

konumuz açısından önemli gördüğümüz hükümleri şöyleydi; Çanakkale<br />

ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini<br />

ve Çanakkale ve Karadeniz istihkâmlarının İtilaf Devletleri tarafından<br />

işgali sağlanacaktır. Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında,<br />

Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir. Osmanlı harp gemileri teslim<br />

olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.<br />

Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı<br />

ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır. İtilaf Devletleri,<br />

Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.<br />

Görüldüğü gibi bu hükümler Anadolu demiryolu hattının bulunduğu,<br />

önemli bir liman kenti olan ve aynı zamanda İstanbul Boğazı’nın hinterlandını<br />

teşkil eden Kocaeli bölgesini direk ilgilendirmekteydi. Ayrıca galip<br />

devletler Mütareke ile İtilaf Devletleri herhangi bir sebeple çıkartılacak<br />

karışıklıklarla emniyetin bozulduğunu ileri sürerek ülkenin önemli stratejik<br />

bölgelerini işgale varacak şekilde kontrol ve denetim altına alma<br />

hakkını elde etmişlerdi. Özellikle bu hükme dayanan İtilaf Devletleri zaman<br />

zaman da Mütareke hükümlerini çiğneyerek Osmanlı Devleti stratejik<br />

ve ekonomik değerleri yüksek bölgelerini kontrol ve denetim altına<br />

alacak ve adeta işgal edeceklerdir.<br />

Diğer taraftan Ocak 1919’da Paris’te toplanan Barış Konferansı’ndan sızan<br />

Yunan istek ve hedefleri ile Türkiye’deki azınlık unsurların taleplerine<br />

olumlu yaklaşımdan cesaret alan azınlıklar, özellikle Rum ve Ermeniler<br />

var olan gizli cemiyet ve örgütlerine Mütareke sonrasında yenilerini ekleyerek<br />

diğer bölgelerde olduğu gibi Kocaeli bölgesinde de yıkıcı ve bölücü<br />

faaliyetlere girişeceklerdir.<br />

Böyle bir ortamda Kocaeli Bölgesi Mondros Mütarekesi sonrasında ilk<br />

olarak İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Bilahare bu işgal İtilaf Dev-<br />

80


letlerince Yunanlılara terk edildi ve Kocaeli bölgesi Yunan işgali altına<br />

girdi. Diğer taraftan Kocaeli Bölgesi, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) liderliğinde<br />

Anadolu’da gelişen Milli Mücadele hareketine karşı olan Damat<br />

Ferit Paşa Hükümetleri döneminde bir çatışma ve çekişme alanı oldu.<br />

Bu gelişmeler çerçevesinde Kocaeli bölgesi Milli Mücadele yani Ankara<br />

hükümeti açısından hem iç hem de dış cephe özelliğini taşır hale geldi.<br />

Hazırlayacağımız tebliğde yukarıda özetle ifade edilen bütün bu gelişmeler<br />

ele alınıp irdelenecek olayların nasıl geliştiği ve olaylarda hangi saikların<br />

etkili olduğu irdelenip ortaya konulamaya çalışılacaktır.<br />

MİLLİ MÜCADELE’DE İSTİHBARAT,<br />

MÜHİMMAT SEVKİYATI VE KOCAELİ<br />

Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI<br />

Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />

İstiklâl Savaşı’ndaki başarının başlıca sebeplerinden birisinin de silah ve<br />

cephane temini meselesi olduğu ve bu hususta gösterilen büyük başarının,<br />

Türk Milleti’ne İstiklâl Harbini kazandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir.<br />

Düşman işgali altında bulunan ve yerli halktan memleketin içinde<br />

bulunduğu durumu öğrenen ve onlardan yardım gören bir memlekette,<br />

bilhassa İstanbul’da kaçakçılık teşkilâtı kurmak, Anadolu’nun ihtiyaç<br />

duyduğu her çeşit silah ve cephaneyi bu şartlar altında nakletmek son<br />

derece güç bir iştir. Fakat ölüm dâhil her türlü tehlikeyi göze almış vatan<br />

evlatları, kurdukları mukavemet ve istihbarat teşkilatlarıyla gereken<br />

tedbirleri almış, ellerinde ki mevcut imkânları sonuna kadar kullanarak,<br />

Anadolu’ya silah, cephane, mühimmat ve subay kaçırmışlardır.<br />

6 Mayıs 1920’de Ankara Hükümeti’nin, İstanbul Hükümeti ile resmî muhaberatı<br />

yasaklayan kararına rağmen, gizli teşkilatlar ve Osmanlı Hükümeti<br />

ile yapılan muhaberatın İzmit üzerinden devam etmiştir. Bu bakımdan<br />

hem istihbarat, hem de mühimmat ve subay sevkiyatında İzmit<br />

önemli bir irtibat merkeziydi. Nitekim 18 Aralık 1921 tarihinde Muavenet-i<br />

Bahriye Heyeti tarafından bir deniz tayyaresi ile Turgut Reis Zırhlısı’nın<br />

7,5’luk toplarına mahsus 256 atım mermi İzmit’e gönderilmiştir. 12<br />

Kasım 1921’de Muavenet-i Bahriye Heyeti tarafından hazırlanan iki tayyare,<br />

yedek aksamı ile birlikte İzmit Menzil kumandanlığına sevk edilmiş,<br />

Felah Grubu ise 20 Şubat 1922’de piyade mermisi, uçak mermisi, çeşitli<br />

81


askerî malzeme ve silah, 30 Ekim 1922’de de yedek aksamı ile birlikte iki<br />

deniz uçağını İzmit’e göndermiştir.<br />

KOCAELİ TARİHİNE GÖNÜL VERENLER BİR PORTRE<br />

DENEMESİ: RIFAT YÜCE<br />

Doç. Dr. Funda SELÇUK ŞİRİN<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

İmparatorluktan cumhuriyete geçiş sürecinin trajik ortamına tanık olan,<br />

bu ortamda eğitimini tamamlayan Rıfat Yüce, aslında kuşağına mensup<br />

pek çok genç gibi bizzat bu ortamın da ürünüdür. Bir imparatorluk çocuğu<br />

olarak dünyaya gelen Rıfat Yüce hızla toprak kaybederek git gide<br />

küçülen ve Anadolu’ya tutunarak bir ulus devlet olarak yaşamına devam<br />

edecek olan Türkiye Cumhuriyetin kuruluşuna tanık oldu. Geçiş sürecinin<br />

önemli gelişmelerine, Milli Mücadele dönemine ve Cumhuriyet’in ilanı<br />

ve sonrasındaki değişime tanık olan Rıfat Yüce, İzmit tarihi bakımından<br />

son derece kıymetli bir isimdir. İttihatçı bir genç olarak II. Abdülhamit<br />

dönemi istibdadına direnen Yüce, özellikle Meşrutiyet döneminde cemiyetin<br />

İzmit’teki önde gelen isimleri arasında yer alır. I. Dünya Savaşı’nda<br />

bölgedeki faaliyetleri ile dikkat çeken ve önce Bekirağa Bölüğü ve ardından<br />

da Malta’ya sürülen Yüce, sürgünün ağır ve onur kırıcı havasına da<br />

tanık oldu. Milli Mücadele döneminin sonuna doğru hürriyetine kavuşan<br />

ve İzmit’e dönen Yüce, faaliyetlerine burada devam etti. Özellikle gazeteci<br />

kimliği ile Türk Yolu gazetesindeki çabası, İzmit tarihi açısından önemli<br />

olduğu gibi gazetenin Osmanlıdan Cumhuriyete toplumun yeni değerler<br />

doğrultusunda değişimi ve dönüşümü bağlamında bir ideolojik aygıt olarak<br />

kullanımına da örnek teşkil eder. Zira Rıfat Yüce, gazetesi aracılığıyla<br />

halka ulaşarak onun Cumhuriyet değerleri ile inşası sürecine İzmit ekseninde<br />

önemli katkılar sağlamıştır. İzmit tarihinin daha iyi anlaşılması<br />

için kent tarihine katkı sağlayan isimlerin bilinmesi gerekir. Rıfat Yüce<br />

portresi, bu alandaki eksikliğin giderilmesine yardımcı olacaktır.<br />

82


İZMİT’TE TÜRK JAN DARK’I FATMA SEHER HANIM<br />

Doç. Dr. Esma TORUN ÇELİK<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Fatma Seher Hanım, namı diğer adıyla Kara Fatma, vatanı uğruna savaşmaya<br />

Balkan savaşlarında eşinin yanında başlamıştır. I.Dünya Savaşı’nda<br />

Kafkas cephesinde eşini kaybetmesine rağmen, mücadeleyi savaşın sonuna<br />

kadar sürdürmüştür. Milli mücadele başlar başlamaz, İstanbul’dan<br />

Sivas’a gelerek, Mustafa Kemal’den bizzat görev istemiştir. Mustafa Kemal<br />

bu görüşmede ona Kara Fatma olarak hitap etmiştir. Kara Fatma<br />

Mustafa Kemal’den aldığı emirle İzmit’e gelecek ve kısa zamanda büyük<br />

bir çete oluşturacaktır. Küçük kızının da yer aldığı çetesiyle birlikte İzmit’te<br />

işgal güçlerine ağır kayıplar verdirmiştir. Bu korkusuz kadın İzmit’in<br />

düşman işgalinden kurtarılması sürecine kadar, -kızının parmağının<br />

kopmasına rağmen- çetesiyle birlikte savaşmaya ve halka güven<br />

kaynağı olmaya devam etmiştir. Bu küçük dev kadın yerli ve yabancı yazarların<br />

ve diplomatların da ilgi odağı olmuştur. Ankara’ya giderek bir<br />

süre kalmış, hatta Rus elçisinin desteğiyle Kırım’a gidip gelmiştir.<br />

Türklerin Jan Dark ve milli mücadelenin en önemli kadın kahramanlarından<br />

sayılan Kara Fatma, İzmit’in kurtuluşundan sonra da mücadeleye<br />

Sakarya Savaşı’na katılarak devam etmiştir. Büyük Taarruz’a da katılarak,<br />

Bursa’nın kurtuluşuna da önemli katkılar sağlamıştır.<br />

İzmit’in milli mücadele tarihinde önemli yere sahip olan Fatma Seher<br />

Hanım, bu çalışmada özellikle İzmit’teki faaliyetleri ekseninde inceleme<br />

konusu edilecektir. Bu çalışmada araştırma kitapları, 1920-23 dönemi<br />

İstanbul ve yerel basında çıkan yazılar, dönemi konu edinen anı kitapları<br />

ve belgeler kullanılarak, Fatma Seher Hanım’ın İzmit’teki mücadelesine<br />

ışık tutmaya çalışılacaktır. Böylece İzmit tarihine de bu çalışmayla katkı<br />

sunmayı amaçlamaktayım. Hakkında akademik düzeyde fazla çalışma<br />

olmayan ve popüler çalışmalarda da zaman zaman çelişkili, birbiriyle<br />

uyumlu olmayan bilgiler yer almaktadır. Bu çalışmaların da ayıklanması<br />

da çalışmamamızın nedenleri arasındadır.<br />

83


MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA İZMİT’TE<br />

BİR AMERİKALI DOKTOR<br />

Doç. Dr. Bestami S. BİLGİÇ<br />

İpek Üniversitesi<br />

Mabel Evelyn Elliott, yirminci yüzyılın ilk yarısında Anadolu coğrafyasında<br />

‘hayırseverlik’ faaliyetlerinde bulunan Amerikalı doktorlardan biridir.<br />

Elliott’un faaliyetlerinin önemli bir kısmı Ermeniler ve Rumlar ile ilgilidir.<br />

1920’lerin başına kadar Maraş’ta çalışan Dr. Elliott, Fransızların bu bölgeden<br />

çekilmeleriyle birlikte İzmit’e geçmiş ve çalışmalarına bu kentteki<br />

Amerikan Kadın Hastanesi’nde devam etmiştir. 1921-1922 yılları arasında<br />

Anadolu’da Ankara Hükûmeti güçleri ile işgalci Yunan kuvvetleri arasındaki<br />

çarpışmalar sırasında İzmit’te bulunmuştur.<br />

Dr. Elliott’un 1924 yılında yayınlanan Anadolu coğrafyası hakkındaki çalışmalarını<br />

anlattığı kitabinin bir bolumu de İzmit’teki çalışmaları ve bu<br />

çalışmalar sırasındaki kentte siyasi ve sosyal yasam ile ilgili gözlemleri<br />

üzerinedir. Bu tebliğde, Dr. Elliott’un 1921-1922 yılları arasında İzmit’teki<br />

serüveni eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilecektir.<br />

KURTULUŞ SAVAŞINDA “İZMİT ASKERİ HAT<br />

KOMİSERLİĞİ” VE FAALİYETLERİ<br />

Dr. Kadri UNAT<br />

Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü<br />

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hemen sonrasında İtilaf Devletleri’nin<br />

başlattığı işgal süreci Anadolu’da bir direnişe yol açmıştır. Bölgesel düzeyde<br />

başlayan ancak Mustafa Kemal Paşa’nın katılımıyla ulusal bir direnişe<br />

dönüşen bu hareket, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya geçmesiyle Ankara<br />

merkezli bir mücadeleye dönüşmüştür. İtilaf Devletleri’nin 16 Mart<br />

1920’de İstanbul’u resmen işgal etmesiyle birlikte Ankara direnişin merkezi<br />

olmasının yanı sıra simgesi haline de dönüşmüştür. Bu gelişmeden<br />

sonra, direnişe katılmak için İstanbul’dan Anadolu’ya ve özellikle Ankara’ya<br />

çok sayıda milletvekili, asker, öğrenci ve gazeteci geçmeye başlamıştır.<br />

Bu sırada, İstanbul’dan Ankara’ya hem insan geçişinin sağlandığı<br />

hem de silah ve mühimmat sevkiyatının yapıldığı iki ana güzergâh vardır.<br />

84


Bunların ilki İstanbul’dan başlayarak İnebolu iskelesine kadar uzanan<br />

ve Zonguldak’tan geçen deniz yoludur. İkincisi ise İstanbul-Gebze-İzmit<br />

güzergâhıdır. Bu yol Karakol Cemiyeti tarafından kurulmuş olup, Mütarekeden<br />

sonra, özellikle de TBMM’nin açılmasından sonra hem Anadolu’ya<br />

kaçış için hem de silah sevkiyatı için yoğun olarak kullanılmıştır.<br />

Söz konusu geçişlerin sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için de<br />

İzmit’te bir “Askeri Hat Komiserliği” oluşturulmuş ve hat komiserliğine<br />

de Binbaşı Kemal Bey atanmıştır. Kuruluşundan itibaren önemli görevler<br />

üstlenen İzmit Askeri Hat Komiserliği, askeri malzeme sevkiyatının yanı<br />

sıra, İstanbul-Ankara arasındaki iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi,<br />

bölgede güvenliğin sağlanması ve Anadolu’ya geçişler konusunda<br />

oldukça önemli görevleri yerine getirmiş ve 5 Ekim 1923 tarihinde<br />

lağvedilmiştir. Bu çalışmada Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi<br />

Enstitüsü Arşivi ve ATASE Arşivi’nde yer alan belgelerden yararlanılarak<br />

İzmit Askeri Hat Komiserliği’nin kuruluşu ve faaliyetleri, İstanbul’un-Ankara’ya,<br />

Ankara’nın da İstanbul’a açılan kapısı durumunda bulunan Kocaeli<br />

ve çevresindeki bu geçişlerdeki rolü incelenecektir.<br />

AĞIZ METİNLERİNE GÖRE KANDIRA KOCAKAYMAZ VE<br />

İZMİT ÇEVRESİNDE İŞGAL YILLARI<br />

Doç. Dr. Kenan ACAR<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Bu bildiri 1983 yılında Kocaeli’nin Kandıra ilçesinin Kocakaymaz ve çevre<br />

köyleri ile (Sakallar, Sepetçi, Karaağaçoğlu, Karakiraz) 1986 yılında<br />

merkez ilçe İzmit’in (bir kısmı şu anda belde niteliğinde solan) çevre köylerinde<br />

(Taşköprü Fakılar, Taşköprü Karakadılar, Çayırköy, Eski Eşme,<br />

Balören–Belen) yapılan ağız metni derlemelerine dayanmaktadır. Toplam<br />

on köyden on bir kişiye (diğer konularla birlikte) Kurtuluş Savaşı<br />

ve öncesindeki işgâl yıllarına dair hatırladıkları da sorulmuştur. Verilen<br />

cevaplarda bu köylerin yanında derleme yapılmayan çevre köylerde (Tepecik,<br />

Aksakal, Tekkeşinler, Alacalar, Umarlı, Kasımlar, Tekkeli, Çal vb.)<br />

yaşananlar da anlatılmıştır. Şu anda hiç biri hayatta olmayan bbu kaynak<br />

kişilerin hatıraları, diyalektolojik bakımdan taşıdıkları değer kadar sözlü<br />

tarih açısından da öneme sahiptirler.<br />

Bu kişilerin hatıralarında İzmit-Kandıra bölgesini işgâl eden İngiliz ve<br />

Yunanlıların konumlanma durumu, yerleştikleri yer ve çevre köylerin<br />

85


halkına karşı tutumları, onlarla iş birliği yapan azınlıklar, bu azınlıklarla<br />

devlet ve halkın ilişkisi, işbirlikçi bozguncu çeteler, Kuvayı Milliye çeteleri,<br />

düşman askerlerinin yenilgi sonrası bölgeden çekilirken yaptıklarına dair<br />

bilgiler vardır. Bunlardan bir kısmını çete reislerinin adları ve bölgedeki<br />

azınlıklara mensup kişi adları gibi somut bilgiler oluşturmaktadır.<br />

1920 MECLİSİNDE İZMİT VEKİLİ HAMDİ NAMIK BEY<br />

Doç. Dr. Selda KAYA KILIÇ<br />

Ankara Üniversitesi<br />

Bildirimizde Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri ana kaynak olarak kullanılacaktır.<br />

23 Nisan 1920 de açılan ilk Mecliste İzmit Vekili olan Hamdi<br />

Namık Bey’in kişiliği, fikirleri Ceridelere göre incelenecektir. Çalışmamıza<br />

Hamdi Namık Bey’i seçmemizin nedeni TBMM’nin açılışında bulunmuş<br />

olması, Meclisteki faaliyetlerinde yoğun çalışması, milli mücadele<br />

de yer almış olması gibi özelliklerinin bulunmasından dolayı seçilmiştir.<br />

Son derece önemli bu Gazi meclisinde İzmit Milletvekili olarak görev<br />

yapan Hamdi Namık Bey tam olarak 205 kez söz almıştır. Çalışkan bir<br />

milletvekili portresi çizmiştir. Mecliste bilgili, konulara hâkim şekilde söz<br />

alan Hamdi Bey, 15 arkadaşı ile birlikte Damat Ferit ve arkadaşlarının<br />

vatana hıyanet gerekçesiyle gıyaben yargılanmalarını istemeleri Ceridelerden<br />

birinci elden değerlendirmesi yapılacaktır.<br />

İNGİLİZ BELGELERİNDE KOCAELİ BÖLGESİNDE YUNAN<br />

KUVVETLERİNİN DURUMU (OCAK-HAZİRAN 1921)<br />

Yrd. Doç. Dr. Mahmut AKKOR<br />

Kırklareli Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin Sevr Antlaşmasını imzalamasına mütaakip Mustafa<br />

Kemal, antlaşmanın Ankara’daki Meclis tarafından onaylanmayacağını<br />

duyurması üzerine Yunan kuvvetleri Ankara’ya doğru yol almışlardı.<br />

Ocak 1921’de Batı Cephesinde başlayan mücadelelerde Yunan kuvvetleri<br />

hiç beklemedikleri bir dirençle karşılaştılar. I. ve II. İnönü savaşlarından<br />

mağlubiyetle ayrılan Yunanlılar, Ankara yolunda İngilizleri hayal<br />

86


kırıklığına uğratmışlardı. Daha fazla ilerlenemeyeceği kaygısı ve bölge<br />

yaptıkları zulümlerin kendilerine de yapılacağı düşünen Yunanlılar; İzmit<br />

ve çevresinden çekilmeye başlayacaklardı. Kütahya-Eskişehir Savaşları<br />

her ne kadar Yunanistan’ın ümitlerini arttırsa da gelecekte Yunanistan,<br />

bölgenin tamamını boşaltmak durumunda kalacaktı. Kütahya-Eskişehir<br />

Savaşlarına kadar geçen evrede yaşananları, İngilizlerin bakış açısıyla bu<br />

yazımızda değerlendirmeye çalışacağız.<br />

ATATÜRK’ÜN İZMİT BASIN TOPLANTISI (16-17 OCAK 1923)<br />

VE BU TOPLANTIDA VERİLEN ÖNEMLİ MESAJLAR<br />

Prof. Dr. Osman AKANDERE<br />

Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />

Mustafa Kemal Paşanın, saltanat ve hilâfet konusunda alınan kararların<br />

halk üzerinde ne gibi etkiler yaptığını belirlemek amacıyla çıktığı Batı<br />

Anadolu Gezisi’nin en önemli bölümü, İzmit’te dönemin bazı İstanbul gazetelerinin<br />

başyazar ve yazar konumundaki gazetecilerle yaptığı “basın<br />

toplantısı” oluşturmaktadır.<br />

Bu basın toplantısıyla Mustafa Kemal Paşa, günün tartışma konusu olan<br />

çeşitli konularda gazetecileri aydınlatmayı ve onların kafalarındaki soru<br />

işaretlerini dağıtmayı düşünmüştü. Çünkü O, kamuoyunun ve özelliklede<br />

İstanbul kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyordu. Bunun için<br />

önce kamuoyunu etkileyecek en önemli araç olarak gördüğü gazetecilerle<br />

görüşmeyi, onlara ülkenin milletin gerçek durumunu tüm açıklığıyla<br />

anlatmak istemişti.<br />

İzmit basın toplantısında, o günlerin en önemli gündem meseleleri olan;<br />

Lozan Barış Konferansı, yeni Türkiye devletinin temel esasları, hükümet<br />

ve yönetim şekli, Saltanat ve Hilâfet meseleleri, toplum hayatının çeşitli<br />

alanlarında yapılacak inkılâp, siyasî parti olarak bir “Halk Fırkası’nın kurulması”<br />

gibi konularda görüşmeler yapılmıştı. Bu toplantı aynı zamanda<br />

açıkladığı fikir ve görüşleriyle Mustafa Kemal Paşanın uzun vadede gerçekleştirmeyi<br />

düşündüklerini açıkladığı bir geleceği belirleme toplantısı<br />

olmuştur.<br />

87


CUMHURİYETİN İLK DÖNEMİNDE (1923-1931)<br />

KOCAELİ MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ VE SEÇİLEN<br />

MİLLETVEKİLLERİNİN FAALİYETLERİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Cengiz ATLI<br />

Iğdır Üniversitesi<br />

Kocaeli tarihi itibariyle birçok medeniyete ev sahipliği yapmış yerleşim<br />

birimidir. Evliya çelebi seyahatnamesinde 1640’da 1100 dükkân, 200 kereste<br />

deposu bulunduğunu ve önemli bir ticaret merkezi olduğunu kaydetmiştir.<br />

Kocaeli Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 6 Temmuz 1920-27<br />

Haziran 1921 arasında 11 ay 22 gün (244) gün İngiliz ve Yunan işgalinde<br />

kalmıştır.<br />

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra 1923’de yapılan seçimlerde Kocaeli’nden<br />

Ahmet Şükrü, Mehmet Ragıp Akça, Saffet Arıkan, Mustafa Keremzade,<br />

İbrahim Tolon ve İbrahim Süreyya Yiğit milletvekilliğine seçilmişlerdir.<br />

1927 yılında yapılan seçimlerde Mehmet Ragıp Akça, İbrahim<br />

Tolon ve İbrahim Süreyya Yiğit tekrar milletvekilliğine seçilirken 1923<br />

milletvekillerinden aday gösterilmeyen milletvekillerinin yerine Mehmet<br />

Selahattin Yargı, Kemalettin Olpak, İsmail Hakkı Kılıçoğlu, Reşit Saffet<br />

Atabinen milletvekilliğine seçilmiştir. Seçilen milletvekilleri incelendiğinde<br />

topluma önderlik etmiş kişiler aday gösterilmeye çalışılmıştı bu<br />

dönem süresince seçilen milletvekillerinden çok azı Kocaeli doğumludur.<br />

Bu dönemde artan nüfus yapısından dolayı 6 olan milletvekili sayısı<br />

7 ye çıkarılmıştır. Bildiride bu dönemde Kocaeli milletvekili seçimleri ve<br />

milletvekillerinin çalışmaları Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, dönemin<br />

gazeteleri, meclis resmi evrakları hatıratlar ve bilimsel kaynaklar doğrultusunda<br />

aydınlatılmaya çalışılacaktır.<br />

88


KOCAELİ’NDE SERBEST CUMHURİYET FIRKASI<br />

TEŞKİLATI VE FAALİYETLERİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Mehmet PINAR<br />

Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />

12 Ağustos 1930’da Fethi (Okyar) Bey başkanlığında kurulan Serbest<br />

Cumhuriyet Fırkası (SCF), Birinci Umumi Müfettişlik Bölgesi haricinde<br />

teşkilatlanma çalışmalarına başlama kararı almıştı. SCF’nin Meclis dışında,<br />

taşrada teşkilatlanma isteği aceleye getirilmiş bir girişim olarak<br />

görüldüğü için Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan (CHF)’den kabul görmemişti.<br />

CHF, SCF gerçeği ile karşılaşınca merkezden yönetim esasından<br />

bir nebze olsun sıyrılarak taşrayı algılamaya çalışmıştı. SCF ise; merkezin<br />

kontrolü CHF’de olduğu için daha zayıf noktalara yönelerek taşrada<br />

teşkilatlanmaya başlamıştı. CHF’nin içinden doğmuş bir fırka olduğu için<br />

eksiklikleri daha iyi gözlemleme olanağına sahip olacağı düşünülmüş,<br />

SCF’nin teşkilatlanmayı hızlandırması ile iki fırka arasında ayrılıklar derinleşmeye<br />

başlamıştı.<br />

Taşrada yer alan ve merkezin sağlıklı bir iletişim kuramadığı sistem ile<br />

problem yaşayan Tatarlar, Nusayriler, Giritliler, Çerkezler, yerleşke sıkıntısı<br />

çeken Mübadiller ve Kürtlerin büyük bir kısmı; katı devletçilik anlayışından<br />

rahatsızlık duyan demiryolu işçileri farklı bir arayış içerisine<br />

girerek SCF’yi desteklemişlerdi. SCF’nin taşra teşkilatlanmasında iktidar<br />

fırkasından ayrılmış olanlar ön planda yer almış; fırkaya girmek serbest<br />

olduğu için merkezi denetim tam olarak sağlanamadığından zararlı unsurların<br />

fırkaya girmesi denetlenememişti. CHF Teşkilatı’nın siyasi donanımsızlığı,<br />

merkez ile taşra arasındaki kopukluk, siyasi nüfus ve tek parti<br />

olmanın getirdiği aşırı güven duygusu halk ile olan iletişimsizliği beraberinde<br />

getirmiş; bu durumdan faydalanmak isteyen bazı köklü geleneğine<br />

sahip aileler de SCF çatısı altında toplanmış; bu aileler, CHF Teşkilatı’nın<br />

zaaflarından faydalanarak belli oranda taşrada bir güç merkezi haline<br />

gelmişlerdi. Taşradaki bu otorite boşluğu güçlü ailelerin çatışmasına<br />

sahne olmuştu. Bu çatışma siyasi olmaktan ziyade belli mevkilerin ele<br />

geçirilmesi şeklinde gerçekleşmişti.<br />

SCF’nin ilk teşkilatlandığı illerin başında Kocaeli gelmişti. Kocaeli Milletvekili<br />

İbrahim Bey’in çalışmalarıyla Kocaeli SCF Teşkilatı kurulmuştu.<br />

Kocaeli Merkez teşkilatının kurulmasından sonra Aydoslu Murat Bey’in<br />

girişimleriyle Adapazarı SCF İlçe Teşkilatı kurulmuştu. SCF’nin Kocae-<br />

89


li’ndeki en güçlü teşkilatı ise Gebze’de kurulmuştu. Başkanlığa Veysel<br />

Bey, Üyeliklere Mustafa Hocaoğlu Ahmet Efendi, Hakkı Bey, Baçeva Alioğlu<br />

Ahmet Efendi, Kadiroğlu Karşılı Refik, Ali Çavuşoğlu Emrullah, Yılandalı<br />

Cemal Efendi seçilmişti.<br />

1930 Belediye Seçimleri ile Kocaeli’nde iki parti arasındaki rekabet artmış,<br />

SCF, valinin kendilerine baskı uyguladığı iddiasıyla seçimlerden çekilme<br />

tehdidinde bulunmuş, seçimin en çetin geçtiği yer Gebze olmuştu.<br />

Adapazarı İlçesi’nde yaşanan olaylardan ötürü seçim iptal edilmişti.<br />

SCF Teşkilatı’nın kendini fesih etmesiyle birlikte CHF, özellikle Kocaeli’nde<br />

işçi kesiminin sorunlarına eğilerek problemlerini çözmeye çalışmış<br />

ve muhalefeti desteklemelerinin altyapısını analiz etmeye çalışmıştı.<br />

SCF kapatıldıktan sonra kurucu unsurların CHF’ye dönüşünü birçok<br />

taşra teşkilatı kabul etmemesine rağmen Kocaeli CHF Teşkilatı farklı bir<br />

refleksle muhalefette yer alanları fırkaya dâhil etmişti.<br />

TEK PARTİ DÖNEMİ CUMHURİYET BAYRAMI<br />

KUTLAMALARINDA KOCAELİ ÖRNEĞİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Nermin GÜMÜŞALAN<br />

Fatih Üniversitesi<br />

Tarihte hemen hemen her toplumun kendi inanç, gelenek ve görenekleri<br />

doğrultusunda bir takım tören, şenlik, bayram ya da ayin ismini verdikleri<br />

kutlamalar yaptıkları bilinmektedir. Bu tür etkinliklerin hedefi ise genel<br />

olarak ortak bir duygu, amaç ve milli bir bilinç etrafında halkın toplanmasını<br />

sağlamak olmuştur. Özellikle Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan<br />

milli bayram olgusu ilk defa Avrupa’da daha sonra da II. Meşrutiyet döneminde<br />

bizde görülmeye başlanmıştır. Ancak Cumhuriyetin ilanı ile birlikte<br />

meşru bir zemine oturtulan milli bayram olgusu, tek bayrak, tek millet,<br />

tek devlet olmanın bir getirisi olarak çok önemli görülmüştür. Çünkü bu<br />

sayede milli bilincin nesilden nesile aktarılması hedeflenmiştir.<br />

Özellikle Tek Parti Döneminin önemli etkinliklerinden birisi olarak kabul<br />

edilen Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları, tüm yurtta en büyük idari<br />

merkezden en küçüğüne kadar coşkuyla kutlanmıştır. Kutlamalar kişilerin<br />

iradesine bırakılmaktan ziyade bir devlet politikası olarak kontrol<br />

altında tutulmuş, çıkarılan kanun, tüzük, yönetmelik ve talimatlarla ne<br />

şekilde kutlanacağı tespit edilmiştir. Bu hazırlanan programlar günler<br />

90


öncesinden duyurularak gerekli hazırlıkların yapılması sağlanmıştır.<br />

Aynı zamanda kutlamalar sonrasında yapılan etkinliklerle ilgili raporların<br />

partiye gönderilmesi de istenmiştir.<br />

Bizim bu konuyla ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışma her şehirde<br />

olduğu gibi Kocaelinde de ağırlıklı olarak Tek Parti Döneminde yapılan<br />

Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarının nasıl yapıldığı, bu törenlerde hangi<br />

programların uygulandığı ve içerikleri, halkın programlara katılım konusundaki<br />

hassasiyeti ve ilgisi üzerinde olmuştur. Konu öncelikle arşiv belgeleri,<br />

dönem basını ve araştırma eserler kullanılarak çalışılmıştır. Yer<br />

yer ulaşılabilen dönem fotoğraflarına da araştırmamızda yer verilecektir.<br />

KOCAELİ ÖRNEĞİ’NDEN HAREKETLE PARTİ TEFTİŞİ ADI<br />

ALTINDA HALKIN FİŞLENMESİ (Mİ?)<br />

Prof. Dr. Fahri SAKAL<br />

On Dokuz Mayıs Üniversitesi<br />

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde Tek Parti devri diye bilinen 1923 - 1950<br />

arası CHP iktidarında muhalefet partileri, muhalif dernekler ve muhalif<br />

basın-yayın kuruluşlarının bulunmadığı, bulunanların da çok sınırlı çalışmalar<br />

yapabildiği ve ilk fırsatta kapatıldıkları bilinmektedir. Bu dönemde<br />

devletin ve toplumun bütün kurumlarına ve adeta hücrelerine kadar Tek<br />

Parti kurumları nüfuz etmiş durumdadır. Bu nüfuzun etkisini artırmak<br />

için devletin ve Parti’nin halk ve kurumlar hakkında ayrıntılı bilgi sahibi<br />

olması gerekiyordu. Bundan dolayı CHP Parti Müfettişlerinin yaptıkları<br />

parti teftişleri tarihçilerce ve tarafımızca birçok araştırmaya konu edilmiştir.<br />

Ancak bu konuda daha önce başka tarihçilerin de bizim de temas<br />

etmediğimiz, dikkatten kaçırdığımız bir husus vardır ki o da Parti, halkevi,<br />

Belediye ve kamuya yararlı dernekler (Kızılay ve THK gibi) müfettişlerce<br />

yılda iki defa denetlenmektedirler. Ancak bu denetlenmede partinin ve<br />

partililerin denetlenmesinin de ötesi yapılmakta, adeta toplum fişlenmekteydi.<br />

Parti teftiş talimatnamesi eşliğinde Kocaeli Bölgesi Teftişi ve<br />

bu teftiş sonunda ortaya çıkan metinler tarafımızdan incelenmiş ve halkın<br />

siyasi, kültürel, etnik ve coğrafi kökeni, dini ve mezhebi durumu ve<br />

sair özellikleri tespit edilmiş; bu tespitler parti genel merkezine gönderilerek<br />

ilgili bürolara ve birimlere gönderilmiş; kayda geçirilmiştir.<br />

Tebliğimizde, bu uygulamanın Parti Teftişi olmanın ötesinde bir amaç<br />

91


taşıyıp taşımadığını tartışacak ve böyle bir amaç yoksa bile fiilî/reel durumun<br />

halkın fişlenmesi şeklinde her yıl tekerrür ettiğini örnekleriyle<br />

sunmayı ve Türk Demokrasi Tarihi’ne bu açıdan yeni bir tartışma konusu<br />

getirmeyi düşünmekteyiz.<br />

KOCAELİ’NDE HALKEVLERİ VE<br />

HALKODALARININ KURULUŞU<br />

Dr. Ahmet AKTER<br />

Cumhuriyet Halk Partisinin 1932 yılında yaptığı üçüncü büyük kongresinde<br />

hazırlanan nizamname ile Halkevlerinin kurulmasına başlandı.<br />

Zamanla ilçelerde Halkevleri ve köylerde Halkodaları yaygınlaşarak yurt<br />

sathına yayıldı. Her yıl Şubat ayında kuruluşu kutlanan Halkevleri 9 şube<br />

esasına göre kurulup çalışmalarına devam etti. Herhangi bir yere Halkevi<br />

açılabilmesi için bina, para ve en az 3 şubeyi yürütebilecek imkânın sağlanması<br />

gerekmekteydi. Bu kapsamda hazırlanan bu çalışmayla Cumhuriyet<br />

Arşivi belgeleri ışığında Kocaeli vilayetinde Halkevleri ve Halkodalarının<br />

nasıl açıldığı ortaya konulmuştur.<br />

KOCAELİ MİLLETVEKİLİ ALİ EKREM ALİCAN’IN SİYASİ<br />

YAŞAMI (1950-1960)<br />

Yrd. Doç. Dr. Selma ÇETİNKAYA<br />

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi<br />

Türkiye’nin iç politik yaşamı II. Dünya Savaşı sonrasında değişmiştir.<br />

Çok partili sistem 1945’te benimsenmiş ve Demokrat Parti (DP) 1946’da<br />

kurulmuştur. 1950 Genel Seçimi Türk politik yaşamında bir dönüm noktasıdır.<br />

DP adayları Türkiye’deki birçok şehirde seçimi kazanmıştır. Kocaeli’de<br />

de benzer bir durum söz konusudur. Kocaeli adayları arasında<br />

yer alan Ali Ekrem Alican (1916 Adapazarı-2000 İstanbul) 1950 ve 1954<br />

genel seçimlerinde DP Kocaeli milletvekili seçilmiştir. Ancak sonrasında<br />

DP’den ayrılmıştır. Çünkü DP Hükümeti basın özgürlüğünü terk etmiş,<br />

hükümetin bu kararı DP’nin tüm milletvekilleri tarafından paylaşılmamıştır.<br />

Bu yüzden DP disiplin kurulu dokuz milletvekilini partiden çıkart-<br />

92


mış, sonrasında ise DP’nin 10 milletvekili istifa etmiştir. Bu 19 politikacı<br />

20 Aralık 1955’te Hürriyet Partisi’ni (HP) kurmuştur. Alican, Ekrem Hayri<br />

Üstündağ ve Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’ndan sonra partinin üçüncü lideri<br />

konumundadır. 1957 Genel Seçiminde HP’den aday gösterilen Alican,<br />

milletvekili seçilememiştir. HP ise 1958’de kendisini feshetmiştir.<br />

HP’nin çoğu üyesi Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) katılırken Alican bu<br />

karara karşı çıkmıştır. Ekrem Alican’ın politik yaşamı 1969’a kadar devam<br />

etmiştir. Bu çalışma Ali Ekrem Alican’ın 1950-1960 arasındaki siyasi<br />

yaşamını ele almaktadır.<br />

ÖMER SADETTİN BEYİN HAYATI VE TÜRKİYE BÜYÜK<br />

MİLLET MECLİSİ’NDEKİ ÇALIŞMALARI<br />

Doç. Dr. Mehmet KAYA<br />

Niğde Üniversitesi<br />

1908 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuştur. Mustafa Bey ile Fitnat Hanımın<br />

oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İzmit Merkez Numune Mektebinde<br />

görev almıştır. Ticaretle uğraşmış, İzmir Halk Bankasının İdare meclisi<br />

üyesi olmuştur. Kocaeli Halkevi Başkanlığını, yürütmüş, ayrıca İzmit belediye<br />

Başkanlığını yürütmüştür. Konya Ticaret Odası Başkanvekilliğinde<br />

bulunmuş, X .ve XI. Dönemler Kocaeli milletvekili olarak Türkiye Büyük<br />

Millet Meclisi’nde yer almıştır. Evli ve iki çocuk babası olup 1992 yılında<br />

vefat etmiştir.<br />

Ömer Sadettin Yalım Bey mecliste milletvekili olarak yer aldığı iki dönemde<br />

çeşitli konular söz almış, kanun tekliflerinde bulunmuştur. Konuşması<br />

düzgün üslup bakımından üslubunda saygılı bir dil benimsemiştir. Açık<br />

bir anlatım tarzına sahip Olan Sadettin Bey 1954-1960 döneminde kişiliği<br />

ve çalışmaları bakımından mecliste iz bırakan şahsiyetlerden biri olmuştur.<br />

93


KOCAELİ YEREL BASININDA 6-7 EYLÜL OLAYLARI<br />

Doç. Dr. Mustafa MÜJDECİ<br />

Çankırı Karatekin Üniversitesi<br />

6-7 Eylül Olayları, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı yönündeki<br />

haberle başlayan olaylardır. 1955 yılının 6 Eylül’ünü 7 Eylül’e<br />

bağlayan gece İstanbul’da gerçekleşen olaylarda Rumlara yönelik sert<br />

sözleri muhtevi sloganlarla yürüyüşler yapılmış özellikle de Rumlara yönelik<br />

ev ve işyerleri tahrip edilmiştir. Hadise ilk bakışta “duygusal bir tepki/patlama”<br />

şeklinde değerlendirilse de bugüne kadar farklı iddialar da<br />

dile getirilmiştir. Dönemin konjonktüründen bağımsız düşünülmemesi<br />

gereken bu olaylarda Kıbrıs’ta artan gerilim ve bazı gazete ve sivil toplum<br />

örgütlerinin de etkisi olduğu unutulmamalıdır. Olayların sonrasında sıkıyönetim<br />

ilanı ve devlet adamlarımızın olaya yaklaşımı da bu olayın mahiyetinin<br />

etraflıca anlaşılmasında önemlidir. İstiklal Caddesinden Beyoğlu’na<br />

ve Adalar’a kadar Rumların mallarının zarara uğratıldığı olaylarda<br />

rol alan insanların önemli bir kısmının da İzmit’ten trene bin(diril)erek<br />

İstanbul’a geldiği bilinmektedir. Bu bakımdan tabir yerindeyse olayların<br />

bir “tarafı” da İzmit olmuştur.<br />

Bu çalışmada dönemin Kocaeli/İzmit basınındaki 6-7 Eylül Olayları’na<br />

ilişkin haber, yorum, görsel materyal ve değerlendirmeler karşılaştırmalı<br />

olarak ele alınacaktır. Bir söylem analizi şeklinde gerçekleştirilecek<br />

çalışmada Kocaeli’de yayınlanan ve 1955 yılında yayınını sürdüren<br />

Demokrat Kocaeli, Yavuz İzmit, Hürsöz, Bizim Şehir, Azim ve İstiklal gibi<br />

günlük gazetelerin bakışıyla olayların öncesi ve sonrası da dâhil olmak<br />

üzere değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ulaşılabildiği ölçüde Yeni Halk,<br />

Yaman İzmit, Demokrat Ege, Demokrat İzmit gazeteleri de incelenecektir.<br />

Haftalık yayınlanan Demir Işık gazetesinin de nüshalarına ulaşıldığı<br />

takdirde bu çalışmaya katkı sağlayacağı düşünülmektedir.<br />

94


ÇAĞDAŞ DÖNEMDE AZERBAYCAN VE TÜRKİYE<br />

CUMHURİYETLERİ’NİN İŞBİRLİĞİNDE MARMARA<br />

BÖLGESİNİN ROLÜ<br />

Prof. Dr. Tofig MUSTAFAZADE<br />

Doç. Dr. Feride ALİYEVA<br />

Azerbaycan Milli İlimler Akademisi<br />

İki kardeş ülke olan Azerbaycan ve Türkiye arasında her zaman sıkı ilişkiler<br />

olmuş, birbirine yardımda bulunmuşlardır. Bellidir ki, 1918 yılında<br />

Ermeni çeteleri Azerbaycan Türklerine karşı soykırım yaptıkları zaman<br />

Nuri Paşa’nın komutanlığı ile Osmanlı kuvvetlerinin yardıma gelmesi’nin<br />

Azerbaycan halkının kurtuluşunda önemi çok büyüktür. Daha sonra Türkiye<br />

halkının istiklal mücadelesi’nde Azerbaycan türkleri de kandaşlarına<br />

manevi ve maddi yardımlarda bulunmuşlar.<br />

1991 yılında Azerbaycan yeniden bağımsızlığını kazandıktan sonra onun<br />

müstakilliyini ilk olarak Türkiye Cumhuriyeti resmi şekilde kabullenmiş<br />

ve ülkemizin bağımsızlığının pekişmesine her türlü yardımda bulunmuştur.<br />

Günümüzde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin uluslararası ilişkiler sisteminde<br />

Türkiye’nin özel yeri vardır. 2007 yılında Bakü-Tiflis-Ceyhan ihrac boru<br />

hattının açılışı ile Azerbaycan Türkiye’nin enerji tehlikesizliyinde, Türkiye<br />

ise Azerbaycan petrolu ve doğalgazının Avrupa’ya transferinde çok<br />

önemli rola sahiplenmiş oldu.<br />

İki kardeş ülke arasında ekonomik bağlar günü günden pekişmektedir.<br />

Bakü-Tiflis-Kars tren hattı inşa ediliyor, 2015 yılı 17 Mart’ta Trans Anadolu<br />

Doğal Gaz Boru Hattının (TANAP) inşasına başlanmıştır. 2018 yılında<br />

tamamlanması planlanan bu boru hattının kapasitesinin yılda 16-21 milyar<br />

m3 olacağı öngörülmektedir. Bir hattın Yunanistan’a, diğerinin Bulgaristan’a<br />

ulaşacağı düşünülmektedir. 1850 km uzunluğundaki hattın 19<br />

kilometresi Marmara Deniz’inden geçecektir.<br />

Türkiye ve Azerbaycan arasında eğitim ve kültür alanında da sıkı ilişkiler<br />

mevcuttur. Azerbaycan gencleri Türkiye’de, Türkiye gençleri ise Azerbaycan’da<br />

eğitim alıyorlar. İki devlet arasında eğitim ve bilimsel-kültürel<br />

ilişkilerin gelişmesinde Marmara bölgesi, o sıradan Kocaeli önemli<br />

role sahiptir. Kocaeli’de binlerce Azerbaycan Türkü yaşıyor, Azerbaycan<br />

kültür derneği mevcuttur. 2011 yılının ekimin sonunda Kocaeli’de Haydar<br />

Aliyev parkı açılmıştır.<br />

95


Günümüzde Azerbaycan ve Türkiye cumhuriyetlerini sıkı kardeşlik bağları<br />

birleştiriyor. İki devlet her zaman hep birbirini destekliyor. Türkiye Ermenistan<br />

tarafından işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının azat edilmesi<br />

için sıkı çabalar harcıyor. Aynı zamanda Azerbaycan da en kritik durumlarda<br />

Türkiyenin yanındadır. Rus ucağı Türkiye hüdutlarını bozduğu için<br />

vurulduktan sonra Rusya Türkiye’ni zor duruma düşürmek için doğalgaz<br />

ihracını keseceği ile tehdit etdikde bile Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı İlham<br />

Aliyev Türkiye’nin sıkıntısını önlemek için bir kardeş gibi Türkiyeye<br />

gereken doğalgazın verileceyini beyan etti.<br />

PEOPLE OF MUSEVI FAITH IN KOCAELI:<br />

JEWS, KARAIM, DONMES<br />

Drs. Gerşom QIPRISÇI<br />

The Leiden Research Institute for Rational Monotheism<br />

Since ancient biblical times Anatolia played an important role in the written<br />

texts and oral traditions of the religion of the followers of Prophet<br />

Moses (known in Islam as Nabi/Nebi Musa).<br />

The current conference is dedicated to the history of Nicomedia. It provides<br />

us an opportunity to present a paper which will share our current<br />

knowledge about three Nicomedian/Izmitian communities or sects of the<br />

adherents of the religion of prophet Moses, namely the Jews (turk.Yahudiler),<br />

the Karaim (turk.Karaimler) and the Sabbateans (turk.Dönmeler).<br />

Being an important city in today Turkey - as well as it was an important<br />

city at the past, - Nicomeida (Izmit) as the hub of nearly all Anatolian roads<br />

was a natural gateway to the Bosporus and the carrying trade of the<br />

city, its commerce, its importance as the royal capital attracted respective<br />

communities of Jews and Karaim to settle in the city and its suburbs.<br />

These Israelite Mosaic communities exerted considerable influence on<br />

the trade routes of Anatolia from very early times.<br />

The Jewish orthodox community of Izmit was first mentioned in various<br />

sources in the sixth century. Izmit was referred to in the Rabbinic Jewish<br />

sources as Isnimit. During 16th century some Jewish families arrived<br />

as refugees from Spain and settled in Izmit, by the middle of the 17th<br />

century there were about sixty Jewish orthodox families over there, who<br />

dwelled in a separated quarter, called Yahudi Mahallesi. As it was com-<br />

96


mon the local Jewish Orthodox community had its court, a synagogue,<br />

ritual bath and religious school, as well as a cemetery. The members of<br />

the community engaged in petty trade, some others were artisans.<br />

A big change came to the life of the Orthodox Jews by the middle of 17th<br />

c. Vast majority of the Orthodox Jews in the Ottoman empire initially accepted<br />

the claims of a Jewish rabbi Sabbatai Zevi/Sevi on his ‘Messiaship’<br />

. Sabbatai Zevi’s followers, both during his “Messiahship” and after<br />

his conversion to Islam (1666), are known today as Sabbateans (Dönmeler<br />

in Turkish). While the Sabbatean movement initially started as a<br />

pure Jewish Orhodox pseudomessianic movement, after Sabbatai Zevi/<br />

Sevi conversion to Islam in 1666 it would be better described as Judaeo-Islamic<br />

rather than Jewish. Indeed here one can speak of a hybrid<br />

Jewish-Muslim identity.<br />

Even though the expansion of this pseudomessianic movement is well<br />

documented, the true reason why we do not know that much about Sabbateans<br />

in general and about their influence among the Jews in Anatolia<br />

and Izmit in particular is well argumented in Gad Nassi article ‘Three<br />

Sabbatean objects’ who wrote: ‘Since the apostasy of Sabbetai Sevi, the<br />

rabbis and their followers preferred to minimize the importance of the<br />

movement and even to ignore it’ He continues that in many communities,<br />

records and documents concerning the Sabbatean movement were destroyed.<br />

It can be added as well that Sabbateans themselves initially did<br />

everything to hide their true faith, rituals and traditions. Nevertheless,<br />

the impact of Sabbateans on Ottoman Jewry from middle of 17th c. was<br />

enormous, but during the following centuries Jewish orthodox rabbis<br />

succeeded to suppress the Sabbateans bringing their spiritual flock-the<br />

Orthodox Jews-to the ‘normative’ Orthodox Judaism. While some Sabbateans<br />

survived in Turkey till present day.<br />

Maximum of Jews as much as 512 are mentioned in Izmit in 1911–12. In<br />

1919, when the Greeks conquired western Anatolia, most of the Jews fled<br />

to Istanbul and Jewish community in Izmit ceased to exist.<br />

Unlike their spiritual opponents –the Rabbinic (Orthodox) Jews- the Karaim<br />

(an admixture of Turks, Greeks, Persians and Semits who adopted<br />

Mosaic faith) do not recognize the so-called Oral or second Torah, arguing<br />

that God revealed Himself to the Sons of Israel in the one and only<br />

text-the Torah of Moses which was written down in the Pentateuch.<br />

In his ‘Karaite encyclopaedia’ published in Frankfurt-on-Main 1995, Nat-<br />

97


han Schur in two articles ‘Nicomedia’ and ‘Aaron ben Elijah of Nicomedia’<br />

presumes that the Karam community existed there already in the 13th c<br />

(and possibly earlier), and that the standard of learning and education of<br />

some of its members was of a high level. The most important theologian<br />

and spiritual leader of the Karaim community of Nicomedia’ was hakham<br />

Aaron ben Eliyah (1300-1369) paper on whom I presented during the last<br />

conference.<br />

In spite that there is some research done by Turkish and Israeli scholars,<br />

the state of research of Israelite Mosaic communities in Turkey in<br />

general and in Kocaeli province in particular is still somehow poor. There<br />

is no doubt however that further research about these communities is<br />

required.<br />

İZMİT ERMENİLERİ: OSMANLI ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA<br />

RAYMOND KÉVORKİAN’IN TEZLERİNE BİR REDDİYE<br />

Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK<br />

İpek Üniversitesi<br />

İzmit 16. yüzyıldan itibaren Ermeni göçü almış şehirlerden birisidir. I.<br />

Dünya Savaşı öncesinde 60 bin civarında Ermeni nüfusun yaşadığı İzmit’te<br />

kilise ve okullarıyla müreffeh bir Ermeni toplumu yaşıyordu. Savaş<br />

öncesinde huzur ve güven içerisinde yaşayan İzmit Ermenileri de ne<br />

yazık ki Ermeni isyanının parçası oldular ve çok stratejik bir konumda<br />

yer aldıkları için İtilaf devletleri tarafından müttefik olarak görüldüler ve<br />

kullanıldılar. Bu yüzden Osmanlı hükümeti İzmit Ermenilerini de tehcire<br />

tabi tuttu. Ermeni soykırım tezini savunan tarihçiler İzmit’in savaş bölgesi<br />

olmadığı iddiasıyla bu tehcir kararını, hükümetin sözde “Ermenilerin<br />

topyekûn” imhasının bir parçası olarak sundular. En son olarak Raymond<br />

Kevorkian “Armenian Genocide” adlı eserinde İzmir Ermenilerini<br />

tehcirine özel bir bölüm ayırdı. Kevorkian bu eserinde bölgenin askerlik<br />

yaşındaki Ermenilerinin seferberlik ilanından sonra amale taburlarına<br />

alındığını, diğerlerinin yasadışı silah bulundurdukları iddiasıyla haksız<br />

yere tutuklandığı veya sürgün edildiğini kaydetmektedir. Başka bir deyişle<br />

Kevorkian buradaki Ermenilerin sessiz, sakin ve kanunlara uyan vatandaşlar<br />

olmalarına rağmen sürgün edildiklerini öne sürmektedir. Hükümetin<br />

amacının bölgede ermeni varlığını ortadan kaldırmak olduğunu<br />

ileri süren Kevorkian, Teşkilat-ı Mahsusa yetkililerini şehre bu amaçla<br />

98


gönderildiğini savunmaktadır. Sürgünlerin diğer bir amacının da Ermeni<br />

mallarına el koymak olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Ermeniler ne<br />

isyan etmiş ne de silahlanmışlardır. Ermenilere kumpas kurulmuştur.<br />

Kevorkian bölge Ermenilerinin tehciri hakkında bu iddiaları uzun bir süre<br />

önce dile getirmelerine rağmen ne yazık ki İzmit Ermenileri hakkında<br />

ülkemizde yazılan eser ve makalelerde tehcir ve sonrası gelişmeler<br />

yeterince açığa kavuşturulmuş değildir. İşte bu makalede, Kevorkian’ın<br />

iddiaları tek tek ele alınacak ve İzmit Ermenilerinin tehcirinin bir kumpas<br />

olduğu yolundaki iddialara cevap verilecektir. Osmanlı arşiv belgeleri<br />

ışığında İzmit Ermeni tehcirinin ele alınacağı bu makalede savaş öncesi<br />

ve sonrasında bölge Ermenilerine yönelik Osmanlı politikaları ve emval-i<br />

metruke iddialara kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır.<br />

Osmanlı döneminde İzmit idari bakımdan çok daha geniş bir alanı içermesine<br />

rağmen bu tebliğimizde sayfa sınırlaması sebebiyle sadece İzmit,<br />

Karamürsel ve yakınlarındaki Ermenilerin durumu incelenecektir.<br />

ERMENİ KAYNAKLARINA GÖRE ARMAŞ VE ERMENİLER<br />

Yrd. Doç. Dr. Melek SARI GÜVEN<br />

Bartın Üniversitesi<br />

İzmit’in kuzey doğusunda bulunan Armaş kayıtlarda Tospit Dağı şeklinde<br />

de yer almaktadır.1337 yılında Osmanlı idaresine girmiş olan Armaş,<br />

1412 yılında aldığı Ermeni göçlerle Ermenilerin de yaşadığı bir mekân<br />

haline gelmiştir. 1416 yılında Armaş Manastırı’nın kurulması ile Armaş<br />

Ermeniler için daha da önemli bir hale gelmiştir. Çünkü bu manastır Batı<br />

Anadolu’da kurulmuş olan ilk ve tek Ermeni Ruhban Okulu’nu içermektedir.<br />

Bunun yanında matbaa, kütüphane, fırın ve çiftlik de manastır kapsamında<br />

köylünün hizmetine sunulmuştur. 1461 yılında İstanbul Ermeni<br />

Patrikhanesi’nin kuruluşuna kadar Armaş Manastırı, Batı Anadolu’nun<br />

Ermeni Ruhani Merkezi olmuş ve hac için gelen Hıristiyanları ağırlamıştır.<br />

15. Yüzyıl itibariyle Ermeniler için dini, siyasi, sosyal ve kültürel<br />

değere sahip olan Armaş’ın Ermenice kaynaklardan yararlanılarak aktarılması<br />

çalışmayı önemli kılmaktadır. Bu çalışmada, Armaş ve Armaş<br />

Manastır’ı hakkında bilgiler ile bu mekânların Ermeniler için önemi ve<br />

yeri Ermenice kayıtlar yardımıyla aktarılacaktır.<br />

99


SAVAŞIN GÖLGESİNDE ERMENİ VAHAN ÇETESİ<br />

VE FAALİYETLERİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Abdullah LÜLECİ<br />

Abant İzzet Baysal Üniversitesi<br />

Savaşların yarattığı en büyük problemlerden biri güvenlik zafiyetidir.<br />

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşanan savaşların gölgesinde<br />

devlete karşı yapılan eşkıyalık ve çetecilik gibi faaliyetler, bir takım Rum<br />

ve Ermeni unsurlar tarafından yürütüldü. Bilhassa İzmit ve çevresinde<br />

teşkil edilen Ermeni Vahan çetesi, gerek patrikhane, Ermeni ve Rum unsurlar<br />

gibi yerli gerekse başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri gibi<br />

yabancı güçlerin desteğiyle devlete ve sivil halka karşı her türlü fenalığı<br />

gerçekleştirdi. Köyleri basıp çok sayıda Müslüman ahaliyi öldüren, evleri<br />

yağmalayan ve bir takım sahte evrak kullanarak devlete ihanette bulunan<br />

Ermeni Vahan çetesine karşı Bâb-ı Ali birtakım tedbirler alma yoluna gitti.<br />

Ancak savaş döneminde Ermeni Vahan çetesine karşı yapılan mücadele<br />

istenilen düzeyde başarıya ulaşamadı.<br />

19. VE 20.YÜZYILLARDA KOCAELİ’NDEKİ PROTESTAN<br />

KADIN MİSYONERLER VE FAALİYETLERİ<br />

Ebru Emine OĞUZ<br />

Osmanlı topraklarını paylaşabilmek için hevesle beklemekte olan İngiltere,<br />

Fransa, Rusya gibi emperyalist güçlere ilaveten, çıkarları doğrultusunda<br />

Monroe Doktrini’ni hiçe sayabilen Amerikan Devleti stratejik konumunun<br />

yanı sıra kozmopolit yapısıyla, özellikle de barındırdığı yoğun<br />

Ermeni nüfusu ile dikkatleri çeken Kocaeli...<br />

Bu doğrultuda ise; bahsi geçen paylaşımı gerçekleştirebilmek için Amerika’nın<br />

kullandığı yöntem, silah yerine Protestan misyonerlerce kurulan<br />

okul, hastane ve yetimhaneler; belirdiği hedef kitle ise, Osmanlı Devleti’nde<br />

“millet-i sadıka” konumundaki Ermeni azınlık, bilhassa daha kolay<br />

etkilenebilirlikleri göz önüne alındığında hasta, yetim, çocuk ve kadınlardı.1832<br />

yılında İzmit’e öncelikle, amaçları Protestanlığı yaymak olan erkek,<br />

ardından aile ve devamında ise kadın misyonerler ayak basmışlardı.<br />

Özel bir eğitimden geçen bu kadınlar, erkek misyonerler ile evlendirilip<br />

100


eşleriyle birlikte Osmanlı topraklarına gelerek başladıkları Protestanlaştırma<br />

faaliyetlerini sonraları ise yalnız olarak sürdürmüşlerdi. İlk dönemlerde<br />

her ne kadar kadınların tek başlarına misyonerlik çalışmalarında<br />

bulunmaları gerek sosyal, gerekse ekonomik açıdan uygun görülmese<br />

de, zamanla bu bakış açısı değişime uğramış; zira yapısı gereği Osmanlı<br />

toplumunda yaşamını sürdüren Ermeni kadınlar hedef alındığında, erkek<br />

misyonerlerin tek başlarına başarı sağlayabilmeleri pek de mümkün<br />

olamamıştı.<br />

Konudaki araştırmaların az sayıda olmasından ötürü, mevcut boşluğu<br />

doldurabilmek amacı ile birtakım yerli ve yabancı kaynaklar kullanılarak<br />

hazırlanan bu çalışmada, yoğunlukla Bahçecik ve Adapazarı bölgelerine,<br />

Protestanlığı yayabilmek adına gelen Amerikalı kadın misyonerlerin yürüttükleri<br />

çeşitli faaliyetlere ek olarak bölgede öne çıkan bazı isimlere de<br />

yer verilmiştir.<br />

MEŞRU-GAYRİMEŞRU FAALİYETLERİYLE BARDIZAG<br />

AMERİKAN KOLEJİ’NİN YARIM ASIRLIK TARİHİ<br />

(1873-1923)<br />

Süleyman PEKİN<br />

Bardızag Amerikan Koleji ya da diğer ismiyle Bitinya Program Yüksek<br />

Okulu (Bithynia High School) Ermenileri Protestanlaştırmak için açılan<br />

okullardan biriydi. Amaç iyi eğitime susamış insanlar arasında eğitim<br />

yoluyla Protestanlığı yaymak ve her birini emperyalist oyunlara katabilmektir.<br />

İstanbul’da Cyrus Hamlin ne yaptıysa Robert Chambers de Kocaeli’nde<br />

daha fazlasını yapmaya çalışmıştır. Bulgaristan, misyoner (Robert Koleji)<br />

imalatı bir devletti. Bardızag Amerikan Koleji de bağımsız Ermenistan<br />

davasının Batı üssü olacaktır.<br />

Tehcir öncesinde olduğu gibi sonrasında da kalan Ermenilerce yer yer terör<br />

ve fesat hareketlerinin sürdürüldüğü görülmektedir. Daha da ilginci<br />

bu işler için Bahçecik Amerikan Mektebi ve okul öğretmenlerinin başrolü<br />

oynamaya devam etmek istemeleridir.<br />

Her daim şikâyet ve naz makamında olan Ermenilerin yabancı devlet ve<br />

elçilik himayesi misyonerler vasıtasıyla irtibat kazanmıştır. Dolayısıyla<br />

101


Türk Kurtuluş Savaşı aynı zamanda misyonerlere karşı da yapılmış bir<br />

savaştır.<br />

Bahçecik’teki Amerikan Koleji’nin kurulmasıyla Ermeniler arasında önce<br />

Protestanlık sonra da isyan ve ihtilâl fikirlerinin yayılmasına öncülük<br />

eden, okullar ile kilise mahzenlerinin cephanelik olmasına sebebiyet veren<br />

ve Ermenilerin başkalarına yaptıklarıyla başlarına gelenlerin başta<br />

gelen sorumluları arasında Amerikan BOARD Teşkilatı yer almaktadır.<br />

KOCAELİ VİLAYETİ’NİN TEŞEKKÜL SÜRECİ<br />

Prof. Dr. Enis ŞAHİN<br />

Sinan DEMİRAĞ<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Kocaeli ve çevresi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, Türk<br />

mülkî yapılanmasında genel olarak sancak şeklinde yer almış, zaman<br />

zaman müstakil liva ve mutasarrıflık şeklinde de görünmüştür. Erken<br />

dönemlerde bölgenin sınırları batıda İstanbul Boğazı’na kadar uzanırken,<br />

doğuda zaman zaman değişmekle birlikte Kastamonu ve Bolu Vilayetleriyle<br />

çevrili olmuştur. Sancağın güneybatı sınırları ise ya Hüdavendigâr<br />

(Bursa) Eyaleti/Vilayeti’ne kadar dayanmış ya da İzmit doğrudan doğruya<br />

Hüdavendigâr’a mülhak yerlerden birini oluşturmuştur. Zaten İzmit<br />

Sancağı mülkî yapılanmada genel olarak İstanbul (Zabtiye Müşiriyeti ve<br />

Şehremaneti Mülhakatı), Hüdavendigar, Kastamonu ve çok az bir süre<br />

de Cezair-i Bahr-ı Sefid Eyalet/Vilayetlerine bağlı bulunmuştur. Tanzimat<br />

sonrası Osmanlı devleti mülkî yapılanmada yeni bir anlayışa doğru yönelmiş<br />

ve modern devlet yapısının temelleri bu dönemde atılmıştır. 1864<br />

Vilayet Nizamnamesi, bu konuda bir dönüm noktası olmuş ve Osmanlı<br />

mülkî yapısının bundan sonraki yol haritasını teşkil etmiştir. Bunun etkileri<br />

tüm Osmanlı memâlikinde olduğu gibi, İzmit ve çevresinde de kendisini<br />

etkili bir şekilde göstermiştir. Modern anlayışla atılan adımlar, yarımadanın<br />

tamamında etkili olmuş, yeni köyler ihdas edildiği gibi, nahiye ve<br />

kazaların sayısında da ciddi artışlar gözlenmiştir. 1890 yılından itibaren<br />

İzmit merkezli sancak, müstakil mutasarrıflığa/livalığa dönüştürülmüş<br />

ve idarî yönden hiçbir vilayete dâhil edilmeden direkt olarak merkezle<br />

irtibatlandırılmıştır.<br />

Tarihî kayıtlarda ve özellikle salnamelerde Kocaeli/İzmit şeklinde görü-<br />

102


len sancağın, müstakil mutasarrıflığa çevrilmesi, müstakbel Kocaeli Vilayeti’nin<br />

de temelini oluşturmaktadır. 1890’daki müstakil mutasarrıflık<br />

durumu, Cihan Harbi’nden Millî Mücadele dönemine kadar küçük değişikliklerle<br />

birlikte aynen sürdürülmüştür. Osmanlı devletinin bu son döneminde<br />

(Ekim 1920) çok kısa bir süreliğine vilayete çevrilme kararı alınan<br />

ve çeşitli sebeplerle bundan hemen vazgeçilen İzmit’in yıldızı, mülkî<br />

yönden asıl olarak Anadolu’da yeni bir devletin kurulmasının şafağında<br />

parlamaya başlamıştır. Nitekim Cumhuriyetin ilânının hemen öncesinde<br />

(Ekim 1922), Kocaeli ve çevresi, tarihinde ilk kez olmak üzere vilayet konumuna<br />

yükseltilmiştir. Bu, uzun süredir idarî olarak büyük değişiklikler<br />

ve gelişmeler yaşayan bölgenin, mülkî yapılanmada geldiği son noktayı<br />

ifade ediyordu. Zaten Kocaeli ve çevresinin asıl gelişimi de, Cumhuriyet<br />

Türkiyesi ile birlikte söz konusu olacaktır.<br />

Bu bildiride, Türk idaresine alınmasını müteakiben Kocaeli ve çevresindeki<br />

mülkî gelişmelere özet olarak değinildikten sonra, bölgenin müstakil<br />

mutasarrıflıktan vilayete dönüştürülmesi süreci ayrıntılı olarak ele<br />

alınmıştır. Bu aşamada bildirinin başlıca kaynağını, T.C. Başbakanlık<br />

Cumhuriyet ve Osmanlı Arşivlerinden temin edilen belgeler oluşturmaktadır.<br />

Ayrıca dönemin basını ve konuyla ilgili araştırma eserlerinden de<br />

istifade edilmiştir. Uluslararası Gazi Süleyman Paşa ve Kocaeli Tarihi<br />

Sempozyumu’na sunulan bu tebliğ, sonuç itibariyle bir anlamda da Osmanlı’dan<br />

Cumhuriyet’e geçiş ânının, mülkî manada Kocaeli ve çevresindeki<br />

hikâyesini muhtevidir.<br />

KAPTAN PAŞA EYALETİ’NE BAĞLI OLARAK<br />

KOCAELİ SANCAĞI<br />

Doç. Dr. Emine DİNGEÇ<br />

Dumlupınar Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti askeri bir devletti. Yapılanması ve devlet teşkilatının bütün<br />

unsurları da bu anlayış içinde şekillendi. İdari yönetimin parçası olarak<br />

algılamaya meylimiz olan beylerbeylik ve sancakbeylik özünde askeri<br />

birimlerdi. Bu yapılanma içerisinde topraklar dirliklere ayrılır ve dirlik<br />

sahipleri beylerbeylerinin, sancakbeylerinin önderliğinde sefere eşerlerdi.<br />

Kocaeli Sancağı, 16. yüzyılın ortalarına kadar Anadolu Beylerbeyliği’<br />

ne bağlı idi. Anadolu Beylerbeyi, ilk kurulan beylerbeyliklerden olması<br />

itibari ile tımar sisteminin başından beri uygulandığı yerlerdendi.<br />

103


16. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin “cihan devleti” olma iddiasına en yakın olduğu<br />

yüzyıl idi. Devletin büyümesine paralel ve cihan devleti olma iddiasının<br />

gereği olarak denizlere hâkim olmadıkça dünyaya hâkim olamayacağını<br />

fark eden Osmanlı, deniz gücünü arttırmak ve desteklemek amacıyla<br />

yeni politikalar ve pratikler geliştirdi. Bu uygulamalar içinde Anadolu<br />

Eyaleti’nde yer alan Kocaeli Sancağı’nın içinde bulunduğu coğrafi konum<br />

itibari ile Kaptanpaşa eyaletine bağlanması yer aldı. Kaptanpaşa eyaletine<br />

bağlı olmak, tımar ve zeamet sahipleri ile birlikte derya seferine gitme<br />

zorunluluğunu beraberinde getiriyordu. Bu bildiride değişimin Kocaeli<br />

Sancağı’na getirdiği yeni sorumluluklar, mühimme ve tahrir defterlerinin<br />

incelenmesi ile tartışılacaktır. Bu yönü ile Osmanlı teşkilat tarihine<br />

katkıda bulunması hedeflenmektedir.<br />

KURULUŞUNDAN 18. YÜZYILIN SONUNA KADAR KOCAELİ<br />

SANCAĞI’NIN OSMANLI İDARİ TAKSİMATI İÇERİSİNDEKİ<br />

YERİ VE YÖNETİCİLERİ<br />

Prof. Dr. Orhan KILIÇ<br />

Fırat Üniversitesi<br />

İznikmid (İzmit)’in 1337 yılında Osmanlılar tarafından fethinden sonra İzmit<br />

merkezli Kocaili Sancağı ihdas edilmiştir. Aynı yıllarda Karesieli ve<br />

Orhan Bey’in son devirlerinde Ankara’nın da bir sancak olarak Osmanlı<br />

idari sistemi içerisine dahil olduğu tespit edilmektedir.<br />

Anadolu Beylerbeyliği’nin kurulmasından itibaren Kocaili Sancağı’nın bu<br />

beylerbeyilik/vilayet bünyesinde olduğu görülür. 1430 yıllarında Anadolu’daki<br />

16 sancaktan birisi de Kocaili’dir. 16. yüzyılın ortalarında Kocaili<br />

Sancağı aynı zamanda “Anadolu Vilayeti Müselleman Sancakları” içerisinde<br />

de yazılmaya başlanmıştır.<br />

Kocaili Sancağı 16. yüzyılın ortalarından sonra Cezayir veya Derya Kaptanlığı’na<br />

bağlı bir sancak olarak idari taksimat içerisinde yer almıştır.<br />

Bu durumu uzun bir müddet devam etmiş daha sonra Süveyş Kaptanlığı<br />

bünyesinde yazılmaya başlanmıştır. 17. yüzyılın sonlarında Kocaili<br />

Sancağı’nın Karlıili ile birlikte Süveyş Kaptanlığı’nı oluşturan sancaklar<br />

içerisinde olduğunu tespit edebilmekteyiz. 1717-1740 yıllarına ait sancak<br />

tevcih defterlerinde Kocaili Sancağı’nın tekrar Derya Kaptanlığı bünyesinde<br />

olduğu görülür. 1756-1792 yılları arasında ise “Muhassılık-ı Eya-<br />

104


let-i Mora Ma’a Muhafızlık-ı Kal’a-i Anapoli” diye ifade edilen üst idari<br />

birim bünyesinde bulunmaktadır.<br />

Bu bildiride; Kocaili Sancağı’nın kuruluşundan 18. yüzyılın sonuna kadarki<br />

idari taksimat süreci ortaya koyulacaktır. Sancak tevcih defterlerinden<br />

elde edilen bilgilerle sancağın bu süreç içerisinde hangi bey veya paşalar<br />

tarafından, hangi usullerle tasarruf edildiği de açıklanacaktır. Araştırmanın<br />

ana kaynakları sancak tevcih defterleridir. Ancak mühimme defterleri<br />

diğer arşiv kaynakları ve klasik kaynaklara da müracaat edilecektir.<br />

19. YÜZYILDA KOCAELİ’NİN İDARİ YAPISI<br />

Prof. Dr. Ahmet AKSIN<br />

Ela ÖZKAN<br />

Fırat Üniversitesi<br />

Kocaeli Osmanlı Devleti içerisinde idari durumu dikkat çeken şehirlerden<br />

biri olmuştur. 19. yüzyılda Tanzimat’la birlikte meydana gelen idari yenilikler<br />

Kocaeli’nin idari vaziyetini de yakından etkilemiştir. Oluşturulmaya<br />

çalışılan yeni idari düzen kısa zamanda Osmanlı Devleti’nin tüm eyaletlerinde<br />

uygulanmaya başlamıştı. Bu sistemi desteklemek için oluşturulan<br />

Muhassıllık sistemi içerisinde Kocaeli yerini alan şehirlerden olmuştur.<br />

Uzun bir süre devam eden bu idari yapılanmanın temelini Eyaletler oluşturuyordu.<br />

Eyaletler Livalara, Livalar Kazalara bağlıydı. Diğer taraftan<br />

1864 ve 1871 Vilayet Nizamnameleri ile Osmanlı Devleti’nin idari yapılanması<br />

yeni bir değişime uğramış, Eyaletlerin yerini Vilayetler, Livaların<br />

yerini Sancaklar almıştır. Bu nizamname ile Nahiyelerin de bir idari birim<br />

olarak ortaya çıktığını görüyoruz.<br />

Biz bu tebliğimizde 19. yüzyılda Osmanlı Devletinde yapılan yenilik hareketleri<br />

(idari alanda) içerisinde Kocaeli şehrinin idari yapısında meydana<br />

gelen değişimleri tespit etmeye çalışacağız. Çalışmamızı hazırlarken<br />

temel başvuru kaynağımız Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki defterler ve<br />

belgeler olacaktır. Bunlar: Divan-ı Hümayun Nişan Kalemi Defterleri,<br />

Sadaret Müteferrik Evrakları, Sadaret Mektubi Kalemi Vilayet Evrakları,<br />

Cevdet Dâhiliye, İrade, Kamil Kepeci Tasnifleri, Maliye Defterleri, Muhasebe<br />

Defterleri, Meclis-i Vala Evrakları gibi Arşiv Kaynakları olup Devlet<br />

Salnameleri ile Tetkik Eserlerden de istifade yoluna gidilecektir.<br />

105


OSMANLI DÖNEMİ HARİTALARINDA KOCAELİ’NE DAİR TESPİTLER<br />

Resül NARİN<br />

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />

Bithynia kıralı Nicomedes’ten adını alan Nicomedia şehri Roma ve Bizans<br />

dönemlerinde de önemini korumuş bir kenttir. Bölgenin kesin olarak<br />

Türk hâkimiyetine geçişi Orhan Bey zamanında 1337 tarihinde mümkün<br />

olabilmişti. Nicomedia şehri Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra İznikmid/İzmid<br />

olarak isimlendirilirken bölge ise sancak haline getirilirken<br />

Gazi Akça Koca’ya atfen Kocaeli diye tanımlanmıştır.<br />

Osmanlı haritacılığında orijinal eserlerin ortaya konulduğu devir XVI. Yüzyılın<br />

ilk yarısıdır. Genelde bu asrın sonlarına kadar olan çalışmalara yön<br />

veren örnekler. Doğu ve Batı kaynaklarının karışımı ürünlerden meydana<br />

geliyordu. Osmanlıların erken devirlerine ait haritalar ele geçmemiştir;<br />

ilk örneklere XV. yüzyılın ortalarından itibaren rastlanır. Kullanıcıları için<br />

önemli bilgiler veren haritalar tarih araştırmalarında da önemli bir yere<br />

sahiptir.<br />

Bu çalışmada Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan haritalar başta olmak<br />

üzere yerli ve yabancı diğer arşivlerde yer alan haritalar incelenerek<br />

Kocaeli’nin bu haritalarda nasıl bir yer bulduğu ve idari taksimatı gibi konularda<br />

bir analiz yapılacaktır.<br />

1925-1930 YILLARI ARASINDA KOCAELİ VİLAYETİ<br />

Doç. Dr. Ünal TAŞKIN<br />

Adıyaman Üniversitesi<br />

Marmara denizinin doğusunda kara içine doğru sokulan sokulan körfezin<br />

sonunda kurulmuş bir şehirdir. Tarihi eski çağlara giden Kocaeli, İzmit<br />

adıyla da bilinir. İlk Osmanlı kayıtlarında İznikmid olarak geçen şehirde<br />

Bitinya, Roma ve Bizans idareleri görüldü. 358’deki büyük deprem ve devamında<br />

378 yılındaki Got istilası sırasında şehir büyük ölçüde tahrip oldu.<br />

İmparator Jüstinyen döneminde imar faaliyetlerinin ön plana çıkmasıyla<br />

önemli eyalet merkezlerinden biri haline gelen şehir, 781-782 yıllarında<br />

Arap hâkimiyetine girdi. Türklerin Anadolu’ya girişinden kısa bir süre<br />

sonra 1081’de Selçukluların eline geçen şehir, 1085’ten itibaren yeniden<br />

106


Bizans idaresine alındı. Osmanlı Devleti sultanı Orhan Bey zamanında<br />

(1337) ele geçirilen şehir, bir Osmanlı sancağına dönüştürüldü. Ankara<br />

Savaşı’ndan sonra diğer şehirler gibi İzmit de Timur’un saldırısına uğradı<br />

ve yağmalandı. 1921’de Yunan işgaline uğrayan şehir, sırasında yer yer<br />

tahrip edildi. Cumhuriyet idaresi kurulduktan sonra gelişmeye başlayan<br />

şehirde yeni düzenlemeler yapılarak vilayet merkezi haline getirildi.<br />

Bu çalışmada Kocaeli vilayetini cumhuriyetin ilk yıllarındaki nüfusu, teşkilat<br />

yapısı, hayvan varlığı ve iktisadi durumu hakkında bilgiler verilecektir.<br />

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İZLER: AKÇAKOCA MAHALLESİ<br />

SOKAK İSİMLERİNİN SÜREKLİLİĞİNİN İNCELENMESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Zeynep Gamze MERT<br />

Yüksek Mimar Filiz ERTÜRK<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

İzmit Belediyesi<br />

Hızlı nüfus artışı, ekonomik, sosyal ve siyasi sebeplerin etkileriyle kentler<br />

varsa bile tarihi alt yapılarının öneminin farkında olmamakta veya bu<br />

durumu göz önüne almamaktadırlar. Bir kentin tarihi alt yapısı, kültürel<br />

birikimi o kentin kimliğinin anlamını ifade etmektedir. Tarihi ve kültürel<br />

değerlerin korunabilmesinin bu konu içerisindeki önemi büyüktür. Bunu<br />

sağlamanın yolu da güçlü bir belleğe sahip olmaktır. Bu sayede kimlik tarih,<br />

kültür ve bellek adına korumayı da beraberinde getirecek ve böylece<br />

sürdürülebilir kalkınma sağlanmış olacaktır.<br />

Kentsel dokunun en önemli ögelerinden biri de sokaklardır. Sosyalleşme<br />

sokaklarda başlar ve kentsel hafıza dediğimiz bellek oluşur. Sokağın<br />

yapısı her ne kadar onu çevreleyen yapılar tarafından belirleniyor gibi görünse<br />

de aslında gerçek yapıyı doğal çevre ve orada yaşayanlar belirlemektedir.<br />

Bu durumda tarih sokaklardan yazılmaya, kültür sokaklardan<br />

oluşmaya başlamaktadır. Sokaklara verilen isimler bunun en güzel kanıtıdır.<br />

Bu isimler bizlere geçmişle ilgili birçok veri aktarmaktadır. Bu nedenle<br />

sokak isimlerinin sürekliliğini sağlayabilmek tarih, kültür ve kimlik<br />

açısından son derece önemlidir.<br />

Çalışma, Kocaeli ili İzmit ilçesi Kentsel Sit alanı içerisindeki eski mahallerinden<br />

birisi olan Akçakoca Mahallesi’nde yapılmıştır. 1920’li yıllarda<br />

107


Belediye Fen Memurları tarafından yapılmış olan Osmanlıca İstikamet<br />

Planlarından, 1965 yılında yine belediye tarafından yapılan Hâlihazır<br />

planlardan ve 1995 yılında yapılan imar planları ile güncel planlardan sokak<br />

isimlerinin değişimi incelenmiştir. Alan gezileri ve incelemeleri yapılmış<br />

ayrıca bölgede yaşayan insanlarla ve mahalle muhtarlarıyla görüşülmüştür.<br />

İnceleme sonucunda 21 sokağın 43 değişik isim aldığı tespit<br />

edilmiştir. 90 yıllık dönem boyunca sadece 2 sokağın ismi değişmeden<br />

günümüze kadar gelmiştir.<br />

Sokak isimleri sosyal, idari, politik ve benzeri sebeplerle devamlı değişim<br />

içerisindedir. Bu çalışma değişimlerin kültürel zenginliği açığa çıkarmada<br />

yardımcı olmakla birlikte aynı zamanda bellekte meydana gelen kopmaları<br />

ortaya koymaktadır. Ancak tarihsel süreç içinde sokak isimlerinin<br />

sürekliliği aracılığıyla bellek gelecek nesillere taşınabilecektir.<br />

MİNYATÜR VE GRAVÜRLERDE İZMİT’İN<br />

KENTSEL SUNUMU<br />

Okt. Şennur KAYA<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıl sonlarına kadar çeşitleyebildiğimiz İzmit konulu<br />

minyatür ve gravürleri toplu olarak ele aldığımızda, bu görsellerin büyük<br />

kısmının, Osmanlı ve Doğu coğrafyasıyla ilgili Batı kaynaklarında –özellikle<br />

de seyahatnamelerde- bulunduğu tespit edilmektedir. Dolayısıyla<br />

da burada ele alacağımız iki minyatür dışında diğerleri Batılıların gözünden<br />

İzmit’i yansıtmaktadır.<br />

Osmanlı dönemine ait kaynakları ise Minyatürler oluşturmaktadır. Bunlardan<br />

ilki Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Matrahçı Nasuhi<br />

tarafından hazırlanmış minyatürlü yazma da yer alır. Matrakçı Nasuh<br />

tarafından yazılmaya başlanan bu ve diğer minyatürlü yazmalar, İslam<br />

dünyasında Osmanlıya özgü bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğeri<br />

ise Osmanlı’da Batılılaşmanın ilk nüvelerinin atıldığı Lale devrinden<br />

sonra sayıları artan sefaretnamelerden birinde bulunmaktadır.<br />

Bunları genel olarak değerlendirdiğimizde, bunların aslında yazılı olarak<br />

okuyucuya aktarılmak istenen İzmit’in kentsel özelliklerini, görsel açıdan<br />

da somutlaştırmak için hazırlanmış araçlar olduğu görülür. Büyük kısmının<br />

ilk defa gördüğü İzmit’i ortak belli imgelerle betimlemiş olmaları,<br />

108


gravürlere de yansımıştır. Ancak yine de bunlar dışında kalan bazı örnekler<br />

vardır. Ayrıca bu seyahatlerin amacı eğer kentin eski tarihi değerlerine<br />

vurgu yapmaksa gravürlerin seyri de bu yönde değişmektedir.<br />

Bu bildiride, yukarıda özetlenen bu hususlara dikkat çekilerek özellikle<br />

gravür ve minyatürlerdeki kentsel imgeler üzerinde durularak İzmit’in<br />

Osmanlı dönemindeki kentsel imajı verilmeye çalışılacaktır.<br />

19. YÜZYILDA İZMİT VE ÇEVRESİNDE GAYRİMÜSLİM<br />

NÜFUSUN YOĞUNLAŞMASI VE SONUÇLARI<br />

Doç. Dr. Ali Ata YİĞİT<br />

Giresun Üniversitesi<br />

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İzmit ve çevresinin demografik yapısına dair<br />

çeşitli kaynaklardan sağlanan verilere sahibiz. Tahrir, avârız ve temettüat<br />

defterleri, 1831 yılından itibaren yapılan nüfus sayımı istatistikleri ve<br />

seyahatnamelerde yer alan bilgiler aydınlatıcı olmaktadır. Ne var ki, 19.<br />

yüzyıl Osmanlı nüfus hareketlerine dair yapılan araştırmalar genellikle<br />

Müslümanların Kafkaslar ve Balkanlardan Anadolu’ya olan göçleri üzerinde<br />

yoğunlaşmaktadır. Gayrimüslimlerle ilgili hareketler ise, 20. yüzyılın<br />

ilk çeyreğinde gerçekleşen tehcir ve mübadele kapsamında incelenmiştir.<br />

Oysa yurt içinde meydana gelen nüfus hareketleri de son derece<br />

önemlidir. Nitekim konuyla ilgili verilerin değerlendirilmesi neticesinde,<br />

19. yüzyılda İzmit ve çevresinde gayrimüslim nüfusun hızla arttığı ve bölgenin<br />

dinî ve etnik bağlamda nüfus yapısının değiştiği görülmektedir.<br />

Yurt içinde meydana gelen ve tedricen gelişen nüfus hareketleri daha çok<br />

iktisadi sebeplerle olmuş, idari yapıda yapılan yeni düzenlemeler de bu<br />

süreci desteklemiştir. İzmit ve çevresinin coğrafi özellikleri ve konumu<br />

itibariyle iktisadi açıdan büyük değer taşıdığı açıktır. Bu durum 1838’de<br />

İngiltere ile imzalanan ve daha sonra diğer Avrupa devletlerini de kapsayan<br />

Ticaret Antlaşması ile 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarının<br />

getirdiği açılımla öne geçmiş ve değişik bölgelerden gayrimüslimler İzmit<br />

ve çevresinde yoğunlaşmıştır. O kadar ki İzmit merkez kazanın 1697<br />

yılında toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 24’ü gayrimüslim iken, iki asır<br />

sonra 1893 yılında bu oran yüzde 52’ye yükselmiştir. Şu hususu da belirtmek<br />

gerekir ki, demografik yapıyı böylesine değiştiren şartlar dolayısıyla<br />

gayrimüslimler zenginleşmiş, Müslümanlar fakirleşmişti.<br />

109


KOCAELİ’NİN DEMOGRAFİK YAPISININ<br />

SOSYOLOJİK TAHLİLİ<br />

Gülten ARSLAN<br />

Doç. Dr. Ali ARSLAN<br />

Mersin Üniversitesi<br />

Toplumun temel bileşenlerinden biri nüfustur. Bir başka tabirle, demografik<br />

yapı, toplumsal yapının varlık şartlarından birini oluşturur. Nüfus olgusu<br />

toplumun yapısının inşasında olduğu kadar, toplumun değişim sürecinde<br />

de stratejik roller oynayan bir toplumsal değişkendir. Ülkemizde<br />

ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmış olmakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu<br />

döneminde, imparatorluğun kuruluş döneminden itibaren nüfus<br />

tespitine yönelik çalışmalara rastlanır. Daha imparatorluğun kuruluş yıllarında,<br />

Orhan Bey zamanında istatistiksel bilgilerin toplandığı ve çeşitli<br />

sayımlar yapıldığı bilinmektedir. Eski Mısır’da ve Çin’de de çeşitli nüfus<br />

tespitlerinin yapıldığı tarihi bir realitedir.<br />

Özetle, toplumun sosyal yapısının daha iyi anlaşılabilmesi ve geleceğe<br />

yönelik daha isabetli kararlar alınabilmesi için, toplumun demografik<br />

yapısının iyi bilinmesi yadsınamaz bir gerçektir. Bu tespitlerin ışığında<br />

bu tebliğde, Kocaeli ilimizin demografik yapısının sosyolojik açıdan incelenmesi<br />

hedeflenmiştir. Sosyolojik bir bakış açısı ile gerçekleştirilecek<br />

olan araştırmada, temel veri kaynağı olarak TÜİK verileri kullanılacaktır.<br />

Ağırlıklı olarak arşiv taraması ve ikincil veri analizi tekniğinin kullanılan<br />

çalışmada, TÜİK’in yanı sıra, öteki kurum ve kuruluşların arşiv, kayıt, belge<br />

ve veri setlerinden de faydalanılacaktır. Bu veriler, ikincil veri analizi<br />

tekniği kullanılarak Kocaeli ilinin demografik özellikleri ile demografik<br />

yapının tarihsel süreç içindeki değişimi sosyolojik açıdan tahlil edilecektir.<br />

Ayrıca, belirlenen hedefler doğrultusunda ortaya konan bulguların<br />

Türk toplumu geneli bakımından ifade ettiği anlam da tartışılacaktır.<br />

Kocaeli, Türkiye’nin yalnızca tarihi değil, toplumsal ve ekonomik hayatında<br />

da müstesna bir yere sahiptir. Güneyinde Bursa, doğu ve güneydoğusunda<br />

Sakarya, batısında Yalova, İzmit Körfezi, Marmara Denizi ve<br />

İstanbul ile kuzeyinde Karadeniz yer alır. 2015 yılı TÜİK ADNKS verilerine<br />

göre, 2014 yılı itibarıyla Kocaeli’nde 1.722.795 kişi yaşamaktadır. Kocaeli<br />

nüfusunun 872.403’ünü erkekler, 850.392’sini de kadınlar oluşturmaktadır.<br />

İlin nüfus piramidi içinde en büyük nüfus dilimini 166.477 kişi ile<br />

110


30-34 yaş grubundan bireyler oluşturmaktadır. 1993 yılında büyükşehir<br />

statüsü kazanmış olan Kocaeli, Türkiye’nin ileri düzeyde sanayileşmiş<br />

şehirlerinden biri olup, ülkenin az gelişmiş bölgelerinden oldukça önemli<br />

ölçüde göç alır.<br />

15. YÜZYILDAN 1915’E KADAR DÖNEMDE KOCAELİ-<br />

BAHÇECİK-ARMAŞ VE ADAPAZARI’NDA KURULAN<br />

ERMENİ AZINLIK TİCARET ŞİRKETLERİ-İŞÇİ BİRLİĞİ-<br />

TASARRUF SANDIKLARI<br />

İrfan Özdilek NİŞANCIK<br />

Ermenilerin günümüz Türkiyesi’nde yüzyıllardan bu yana var olan ekonomi<br />

ve ticari ilişkilerinin temelini oluşturan 15. ve 16.yüzyıl tabanlı ticari<br />

faaliyetleri tarihimizde önemli yer tutar. Özellikle Ermeni Azınlıklar tarafından<br />

üzerinde yer aldığımız Kocaeli Coğrafyası hinterlandı dâhilinde<br />

yerleşik bulundukları önemli merkezlerden Adapazarı, Bahçecik ve Akmeşe’de<br />

kurulan ve bu bölgeler merkezli birlik, şirket ve sandıklar ile<br />

ilgili olarak bu güne kadar pek araştırma yapılmamıştır.<br />

Evet, çok farklı bir olgudan bahsediyoruz. Bilinir ki; Ermeni Azınlıklar,<br />

coğrafyamıza geldikleri 15.yüzyıldan 1915 yılına kadar ticari ve ekonomik<br />

faaliyet sergiledikleri şirketleri, yardım sandıkları ve birlikleri ile birbirlerinin<br />

ticaretlerini desteklemeyi ihmal etmemişler. Örneğin Armaş<br />

(bugünkü adı ile Akmeşe) merkezli “Karsever Tüketim Şirketi”, “Ziraat<br />

Şirketi”; Bardizag (yani bugünkü adı ile Bahçecik) merkezli “Tüketim ve<br />

İşbirliği Şirketi”, “Ziraat Birliği”, “Döngel Karsever Şirketi”, “Balıkpazarı<br />

Şirketi”, “Ticaret Sandığı” ve “Tasarruf Sandığı” bölgenin Osmanlı Payitahtı<br />

ile başta olmak üzere ticari ilişkisi bugüne kadar günışığına çıkartılmamıştır.<br />

Adapazarı Ermeni Cemaati’nin önemli simalarından sayılan<br />

Artinbey Tombulyan’ın akrabası Fırıncı Harutyun Stepani Tombulyan’ın<br />

kurduğu sandık tüccar ve esnafın alacaklarının ve borçlarının takibinde<br />

özellikle hukuksal destek vermek üzere kurulmuştur. Harutyun Stepani<br />

hem Meclis-i İdare Üyesi hem de “Rütbe-i Saniye Madalyası” sahibi<br />

olmakla büyük dikkat çekmektedir. 1909 yılında Adapazarı’nda 10 yıllığına<br />

“A. Gümüşyan ve A. Mercanyan ve Ortakları” adı ile başlangıçta üç<br />

ortaklı olarak kurulan “Tasarruf Sandığı” 1913 yılına gelindiğinde 8 bin<br />

111


Osmanlı Altını sermaye ve 200’ü aşkın ortağa hizmet verir durumda idi.<br />

Dahası…“15. yüzyıldan 1915’e Kocaeli-Bahçecik-Armaş ve Adapazarı’nda<br />

Kurulan Ermeni Azınlık Ticaret Şirketleri-İşçi Birlikleri ve Tasarruf Sandıkları”<br />

başlıklı bildiri ile sunulacaktır.<br />

17. YÜZYILDA İSTANBUL’UN İKMAL VE İAŞESİNDE<br />

KOCAELİ’NİN ÖNEMİ<br />

Yrd. Doç. Dr. İlhan GÖK<br />

Dr. Ersin KIRCA<br />

Gümüşhane Üniversitesi<br />

Başbakanlık Osmanlı Arşivi<br />

Eski çağlardan beri büyük kentlerin özellikle de başkentlerin iaşesini<br />

temin etmek bir devletin en önemli meselelerinden biri ola gelmiştir.<br />

Osman Gazi devrinde İznik beyliğin başkentliğini yapmış, Orhan Gazi’nin<br />

Bursa’yı fethinin akabinde Bursa devletin başkenti yapılmıştır. İlk defa<br />

Orhan Gazi ile birlikte Rumeli’ye geçmiş; I. Murat’ın Edirne’yi almasıyla<br />

da Rumeli’ndeki fetihlerine devam edebilmesi içinde devletin başkenti<br />

Bursa’dan Edirne’ye geçmiştir. 1453 yılında II. Mehmed’in İstanbul’u fethetmesiyle<br />

İmparatorluğun yeni başkenti İstanbul olmuştur. Anadolu ve<br />

Rumeli arasında kalmış olan İstanbul’un alınmasıyla iki yaka tamamen<br />

birleşmiştir. II. Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra ülkenin farklı yerlerinden<br />

müslim ve gayri-müslim nüfusu İstanbul’da iskân ettirmiştir. İskân<br />

edilen nüfus üretime katkı sağlayacak esnaf ve sanatkâr-zanaatkârlarda<br />

önemli bir yer tutar. Her ne kadar şehir yeniden imar ve iskân edilse de<br />

İmparatorluğun yeni başkenti İstanbul kendinden önce Osmanlı Devleti’ne<br />

başkentlik yapan Bursa ve Edirne’den daha kompleksli ve daha fazla<br />

nüfus barındırır hale gelmiştir. İstanbul kendi kendini besleyebilecek<br />

bir tarımsal alana sahip olmadığından şehrin beslenmesi ve ihtiyaçların<br />

karşılanması için ihtiyaç duyduğu iaşe ve ikmal maddelerini Anadolu ve<br />

Rumeli’ndeki yerlerden temin etme yoluna gitmiştir. İstanbul’un iaşesinin<br />

ve ikmalinin düzgün bir şekilde yapılabilmesi içinde uygun kara ve<br />

deniz yollarının olması gerekir. Bu bağlamda İstanbul’un beslenmesinde<br />

başkente gerek kara gerek deniz yoluyla yakın olan Kocaeli’nin önemli<br />

bir konumu vardır. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden başkente gönderilen<br />

yiyecek-içecek ve ikmal maddelerinin ulaştırılmasında Kocaeli Anadolu<br />

yakasındaki kilit bir nokta konumundadır. Özellikle sefer zamanlarında<br />

112


Divan’dan Kocaeli’nin sancakbeyi, kadı, mütesellim, naib gibi devlet görevlilerine<br />

İstanbul’un iaşesinin ve ikmalinin sekteye uğramaması için<br />

fermanlar gönderilmiştir. Kocaeli, İstanbul’un iaşe ve ikmal maddelerinin<br />

temininde olduğu kadar Anadolu tarafına yapılacak seferler içinde<br />

önemli bir menzil olduğu mühimme defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır.<br />

Bu bildiri de Kocaeli’nin 17 yüzyılda İstanbul’daki saray ve nüfus<br />

için gerekli gıda ve ikmal maddelerinin temin edilmesindeki rolü ele<br />

alınacaktır.<br />

OSMANLI DÖNEMİNDE KOCAELİ’NDE ZİRAATI<br />

GELİŞTİRME ÇABALARI<br />

Prof. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Uzun süren tarihi ve bu uzun tarih içinde 24 milyon kilometre kareyi başarıyla<br />

yönetmekteki becerisiyle Dünya Tarihinde haklı bir yere sahip<br />

olan Osmanlı Devleti, bu başarısını tüm kurumlarına yayabilmeyi de başarmıştı.<br />

Dış politikadan, iç siyasete, askeriyeden, maliyeye, ictimai yapıdan<br />

üretim ilişkilerine kadar ahenkli bir düzen oluşturmayı hedefleyen<br />

Osmanlı, bu ahengi Zirai yapısına da taşımaya çalışmıştı. Ahenkli bir yapıda<br />

sürdürmeye çalıştığı Zirai ilişkileri, tüm topraklarında olduğu gibi,<br />

başkent İstanbul’un yanı başındaki Kocaeli’nde de uygulamaya koymaya<br />

gayret etmişti.<br />

Tüm topraklarında olduğu gibi, geliştirmeye çalıştığı Zirai ilişkilerini, Kocaeli’nde<br />

de sürdürürken başta sebze meyve üretimine önem vermek<br />

olmak üzere, üretilen sebze-meyve’nin satılacağı Pazar yerlerin düzenlenmesi,<br />

Pazar yerlerinde oluşacak şikayetlerin değerlendirilmesi, Pazar<br />

yerlerine nakledilecek mahsullerin ne şekilde nakledileceği, üretimin<br />

artırılması ya da zenginleştirilmesi babında gerektiğinde Avrupa’dan<br />

tohumlar getirilmesi, ürünlerde ve zirai alanlarda ortaya çıkan her türlü<br />

hastalıkların önlenmesi için tedbirler alınması, ziraat erbabının iktisaden<br />

desteklenmesi, ürettikleri mahsulü en uygun fiyatlarda satabilmeleri<br />

için, ziraat erbabının kooperatifler ve şirketler kurmasına yardım edilmesi,<br />

çiftçilere, ziraat masrafı, motorlu pulluk masrafı gibi çeşitli kalemlerde<br />

desteklerde bulunulması, çiftçilere ıslah edilmiş tohumlar tevziinde<br />

bulunulması, Hayvancılık, Ziraat ve Nafia gibi faaliyetlerin düzenleyici raporlarla<br />

ziraatın iyileştirilmeye çalışılması, çeşitli sebeplerle İzmit’e göç<br />

113


etmek zorunda kalan mültecilerden istifa edebilmek için, bu mültecilere<br />

gerekli ziraat aletleri ve hayvan desteğinde bulunulması gibi birçok alanda<br />

zirai destek planlamalarında bulunulduğu görülmüştür.<br />

Yukarıda belirtilen ve daha sonra tebliğin tamamında daha geniş bir şekilde<br />

ele alınacak olan Kocaeli’ndeki zirai faaliyetlerin uygulandığı her<br />

alan, öncelikle Başkanlık Osmanlı Arşivleri’nden elde edilen belgeler ışığında<br />

incelenmeye çalışılacaktır.<br />

TEMETTUAT KAYITLARINA GÖRE TUZLA KÖYÜ’NÜN<br />

SOSYO-EKONOMİK DURUMU (1844-1845)<br />

Yrd. Doç. Dr. İlker Mümin ÇAĞLAR<br />

Prof. Dr. Muzaffer TEPEKAYA<br />

Celal Bayar Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik tarihi araştırmalarında Tapu Tahrir<br />

Defterleri, Mühimme Defterleri ve Temettuat Defterleri önemli bir yere<br />

sahiptir. Bunların arasında Temettuat Defterleri, özellikle 19. yüzyıl ortalarında<br />

küçük yerleşim birimlerinin, sosyo-ekonomik yapısını ortaya<br />

koymak için en önemli kaynaklar arasındadır. Bu çalışmada 1844-1845<br />

yıllarında İzmit (Kocaili) Sancağı, Gelibolu Kazası’na bağlı bir köy olan<br />

Tuzla’nın temettuat defterlerinde yer alan kayıtlardan hareketle, köyün<br />

genel durumuyla birlikte 19. yüzyıl ortalarında Müslim ve gayrimüslim<br />

grupların sosyal ve ekonomik durumları karşılaştırılmıştır. Tuzla’da bu<br />

yıllarda yaşayan halkın büyük bir kısmı Rum’du. Toplam beş mahallede<br />

234 haneden müteşekkil Rum ikamet etmekteydi. Müslüman hane sayısı<br />

ise sadece 37 idi. Böylece bahsi geçen yıllar içerisinde köydeki tarım ve<br />

hayvancılık faaliyetleri, ahalinin meslekî dağılımı ile iktisadî durumu ve<br />

köylülerin ödediği vergiler de inceleme konumuz içerisinde değerlendirilmiştir.<br />

114


TEMETTÛAT KAYITLARINA GÖRE (1844-1845) 19.<br />

YÜZYILIN ORTALARINDA HEREKE KÖYÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Ferhat BERBER<br />

Manisa Celal Bayar Üniversitesi<br />

Hereke günümüzde Kocaeli’nin Körfez İlçesi’nde bir semttir. Buranın Osmanlı<br />

ve Türk sanayi tarihinde, fabrikasyon dokumacılığa geçişte müstesna<br />

bir yeri olduğu malumdur. Fabrika’nın kuruluş yıllarında Hereke<br />

bir köy olup Bolu Eyaleti, Kocaeli Sancağı Gebze Kazası’na bağlıdır.<br />

Bu çalışmada Hicri 1261 (Miladi )1845 yılında tamamlanan temettûat tahririne<br />

göre, 175 vergi mükellefinin kaydedildiği, Hereke Köyü’nün sosyal<br />

ve ekonomik yapısı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Böylece bu önemli<br />

bölgenin henüz meşhur Halı Fabrikası’nın kuruluş yıllarındaki durumu<br />

incelenecektir.<br />

TİCARET SALNAMELERİNE GÖRE KOCAELİ<br />

BÖLGESİNDEKİ TİCARİ FAALİYETLER<br />

Prof. Dr. H. Mustafa ERAVCI<br />

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi<br />

Kocaeli Sancağı jeopolitik konumu gereği Osmanlı döneminden beri ticari<br />

faaliyetlerin yoğun olduğu yerdir. Özellikle dış dünyaya bağlayan birçok<br />

yolun bulunması ve Gebze ve İznik (Çayköprü, Dilderesi, Çınarlı, Köprü<br />

Konaklı, Minareli köy) gibi menzillerin ve menzilhanelerin bulunması<br />

buradaki ticari faaliyetleri tetiklemiştir. İşte bu bağlam da bu tarihsel<br />

doku ile beraber Ticaret salnamelerindeki yazılı olan firmalar üzerinden<br />

bölgenin bir ticari potansiyelinin fotoğrafını çıkartmaya çalışacağız. Kuşkusuz<br />

bu dönem dünyada ekonomik krizin yoğun olduğu bir süreç olup<br />

ancak buna rağmen birçok firma bağlamında bölgenin çok dinamik bir<br />

konumu olduğu görülmektedir.<br />

115


PAYİTAHTA YAKIN OLMANIN BEDELİ: 19. YÜZYIL<br />

BAŞLARINDA KOCAELİ MASRAF DEFTERLERİNE GÖRE<br />

ŞEHİR HARCAMALARI<br />

Öğr. Gör. Gülay TULASOĞLU<br />

Hacettepe Üniversitesi<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nda taşra yönetiminin icra, eylem ve faaliyet alanına<br />

nelerin girdiğini gösteren en önemli kaynaklardan birisini salyane<br />

veya diğer bir tabirle masraf defterleri teşkil etmektedir. Kaynak olarak<br />

bu defterlerin en önemli özelliği ise direk olarak taşra yönetimi tarafından<br />

kendi yaptıkları eylemlerin masraf kalemleri şeklinde kaydedilmiş<br />

olmalarıdır.<br />

Bu defterler 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerel yönetimlerin masrafları<br />

örfî vergiler olarak sancak ya da vilayet halkına taksim etmesi ve<br />

merkezi yönetimin bu taksimi kontrol etme talebi sonucu tutulmaya başlanmıştır.<br />

Yapılan masrafların meşru ve yerinde olup olmadığının kontrol<br />

edilmesi gerekliliği masraf kalemlerinin tek tek kaydedilmesi ile sonuçlanmıştır.<br />

Bu yüzden bu defterler bir tek verginin halka nasıl taksim<br />

edildiğini değil aynı zamanda vergiyi oluşturan idare masraflarının neler<br />

olduğunu da ihtiva etmektedir.<br />

Bu bildirinin amacı taşra yönetiminde ayanların güçlerinin doruklarına<br />

ulaştığı 1805 ile 1815 (Hicri 1220-1230) yıllarını kapsayan dönemde Kocaeli<br />

salyane ve masraf defterlerindeki kayıtlardan yola çıkarak şehir yönetiminin<br />

idare masraflarının neler olduğuna bakarak icra ve faaliyet alanlarını<br />

incelemektir. Bu dönem içinde toplam 18 adet olan bu defterlerdeki<br />

harcama kalemlerinin mahiyeti öncelikle imparatorluk merkezinin yolunun<br />

üstünde ve bu kadar yakınında olmanın kelimenin gerçek anlamında<br />

bedeli konusunda fikir verecektir. Kocaeli’ndeki harcama kalemlerinin<br />

analiziyle bir tek nelerin yerel yönetimin meşru harcama alanı olarak<br />

görüldüğüne değil aynı zamanda nelerin yerel yönetimin icra, eylem ve<br />

faaliyet alanları olarak belirlendiğine de bakmak mümkün olacaktır.<br />

116


19. YÜZYILIN ORTALARINDA KOCAELİ HALKININ<br />

TAŞINMAZ MALLARI VE BUNLARA GÖRE EKONOMİK<br />

FAALİYETLERİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Gülser OĞUZ<br />

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi<br />

Şer’iye Sicilleri, Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde kaza yöneticisi olan<br />

kadı tarafından tutulan defterlerdir. Bu defterlerde kadının başkanlık<br />

ettiği mahkemelerin dökümlerini bulmak mümkündür. Dolayısıyla bu<br />

mahkeme kayıtlarından hareketle kişilerin anlaşmazlık konuları hakkında<br />

fikir sahibi olunabilir. Adı geçen defterlerin içinde bir de ‘tereke<br />

kayıtları’na rastlamak mümkündür. Bir kişinin ölüm dolayısıyla çeşitli<br />

sebeplerle tutulan bu kayıtlar, kişilerin bütün mal varlığının dökümlerini<br />

içermektedir.<br />

Bu çalışma için incelenerek olan defter Milli Kütüphane Başkanlığı tarafında<br />

1453 demirbaş no ile kaydedilmiştir. Yaklaşık yüz sayfa olan defter<br />

1261-1264 (1845-1848) tarihlerini kapsamaktadır. Defterin sayfalarında<br />

da fotokopiden kaynaklanan bazı siliklikler dışında herhangi bir kayıp bulunmamaktadır.<br />

Tereke kayıtlarını kullanarak pek çok araştırmacı çok çeşitli araştırma<br />

yapmıştır ve yapmaktadır. Veri çeşitliliğinin çokluğu buna fırsat vermektedir.<br />

Bu çalışmada da adı geçen defterin bazı sayfalarında tereke kayıtları<br />

tespit edilmiştir. Bu kayıtlar, detaylı tarandığında –tereke kayıtlarının<br />

yapısı dolayısıyla- Kocaeli toplumuyla ilgili çok çeşitli bilgiler sunmaktadır.<br />

Bu çalışma içinde sadece Kocaeli sakinlerinin taşınmaz malları üzerinde<br />

durulacaktır. Tespit edilen taşınmazlardan sahip olunan mülk türleri kadar,<br />

sahiplerinin -dolayısıyla Kocaelilerin- ekonomik faaliyetleriyle ilgili<br />

bilgi edinmek mümkün olabilecektir. Bu yönüyle tereke kayıtları, Kocaeli<br />

tarihine katkı sağlayacak türdedir.<br />

117


ŞARK TİCARET YILLIKLARINA GÖRE ÜÇ DEVİRDE<br />

İZMİT ŞEHRİNDE TİCARET<br />

Doç. Dr. Serkan YAZICI<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Şark Ticaret Yıllıkları Osmanlı Devleti’nin son yüz yılı içinde ortaya çıkmış<br />

Cumhuriyet’in ilk on yıllarında da varlığını sürdürmüş bir ticaret rehberi<br />

hüviyetindedir. Türkiye’de ticaret yapmak isteyen başta yabancılar olmak<br />

üzere herkese hitap eden bu yıllıklar, hangi şehirde kim ne ticareti yapar,<br />

ne-nereden alınır gibi soruların cevaplarını barındırırdı. Bu yıllıklar günümüzde<br />

Osmanlı ve erken dönem Türk ticaret hayatını aydınlatmak için<br />

değerli birer kaynaktır. Bu tebliğde Sultan II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet<br />

ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere üç dönemde İzmit ticaret yaşamı bu<br />

yıllıklar esas alınarak incelenecektir. Böylelikle göçler, savaşlar ve siyasal<br />

olaylar çerçevesinde değişen ekonomik ve demografik veriler farklı<br />

perspektiften ele alınacaktır. İzmit’te ticari faaliyetin nev’i ve ekonominin<br />

millileşme serüveni çalışmanın ilgi alanları içerisindedir. Bu sonuçlara<br />

ulaşmak amacıyla bahsedilen üç döneme ait karakteristik özellikler taşıyan<br />

yıllarda oluşturulan yıllıklar incelemeye tabi tutulacak ve elde edilen<br />

sonuçlar tablo ve grafiklerle bilim dünyasının ve ilgililerin dikkatine sunulacaktır.<br />

Bu çerçevede zikredilen dönemler itibariyle şehrin ticaretinde<br />

Müslim-gayrimüslim ağırlığı ve gerek şehirde yaşayan toplumlar açısından<br />

gerekse ekonomik faaliyet açısından İzmit’te devamlılık ve kopuş<br />

dönemleri daha berrak bir şekilde alglanacaktır.<br />

1891 ŞARK TİCARET YILLIĞI’NDA İZMİT SANCAĞI<br />

F. Yavuz ULUGÜN<br />

Şark Ticaret Yıllıkları, imparatorluk içindeki ticari faaliyetleri yerli-yabancı<br />

girişimcilere tanıtmak amacıyla Tanzimat Dönemi sonrası 1868 yılından<br />

itibaren hazırlanan önemli kaynaklardır.<br />

Daha önce benzerleri Avrupa’da vardı ancak Osmanlı’da ilk olarak basılan<br />

ve yalnızca İstanbul için kılavuz niteliği taşıyan yayın “Indicateur<br />

Constantinopolitain-İstanbul Göstergesi” adıyla, 1868 yılında yayımlanmıştır.<br />

1870 yılında Tarif-i Der el-Saadet adıyla tekrar basılmıştır. 1880<br />

118


yılından itibaren daha düzenli şekilde yayın hayatına giren yıllıklar, 1891-<br />

1930 yılları arasında Annuaire Oriental (Şark Ticaret Yıllıkları) adı altında<br />

yayın hayatına devam etmiştir.<br />

19. yüzyılın iletişim koşulları, siyasi istikrarsızlık ortamı dikkate alınırsa,<br />

yıllıkların kayda değer bir çalışmanın ürünü oldukları görülecektir. Yıllar<br />

içinde bu topraklarla sınırlı kalmayıp Doğu dünyasına açılmıştır.<br />

Ancak önsözlerdeki açıklamalara göre yayınlarda yer almak istemeyen<br />

zengin bir tüccar kesimin bulunduğunu ve bilgilerin toplanması aşamasında<br />

engel teşkil ettiklerini öğreniyoruz. Öte yandan taşradaki kimi kazalar,<br />

İzmit Sancağı örneğinde de olduğu gibi önemli görülmediği, bilgileri<br />

aktaracak temsilcilik bulunmadığı veya temsilcinin kişisel tercihi ya<br />

da ulaşım zorluğu nedeniyle yer almamaktadır.<br />

İncelemenin konusu olan 1891 Yıllığı’ndaki çok sayıda isim karışık bir<br />

görüntü sunmaktadır. Bunu gidermek için meslek grupları ve isimleri<br />

tablolaştırdım. İsimlerin yazılışını Türkçeleştirdim. Sanırım gerek okuma,<br />

gerekse inceleme için daha uygun oldu. Ayrıca yıllıkta kimi isimler<br />

kısaltma ile verilmiş, çoğu rahatlıkla çözümlense de ben dokunmadım,<br />

kısaltılmış hali ile yer verdim. Yorumları ve ekleri, metnin orjinalliğini<br />

bozmamak için dipnot olarak vermeyi tercih ettim.<br />

Sn Muhittin Bakan’ın tıpkı çevirisini yaptığı ancak yayınlanmamış olan İzmit<br />

Belediyesi 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı tarihli paftaları çok sayıda<br />

dönemin ticarethanelerinin konumları hakkında bilgi verdiği için ek bir<br />

kaynak olarak kullandım.<br />

Sanırım bu çalışma “Bağımsız İzmit Sancağı”nın ilk yıllarına dönük olarak<br />

önemli bilgileri ortaya koyarken daha önce basımını gerçekleştirdiğimiz<br />

“İzmit Esnaf ve Ticaret Tarihi” adlı eserimizi tamamlayıcı olacaktır.<br />

BİR ÜRETİM HAVZASI OLARAK İZMİT KÖRFEZİ’NDE<br />

SANAYİ YATIRIMLARI VE BÖLGESEL GELİŞİM TARİHİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Ersan KOÇ<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Kentler, tarihsel olarak oluştukları ilk dönemlerde hep doğal kaynakların<br />

ve bu kaynakları işleyecek toplumsal yapı ve katmanların çakıştığı<br />

alanlarda oluşmuştur. İlk yerleşimler “doğal kaynak olarak ilk kullandık-<br />

119


ları unsurlar olarak yaşam kaynağı olan su, yapı üretim için temel eleman<br />

olan toprak ve taş ile güvenlik ve yakacak olarak kullanılabilecek<br />

ağaç-kereste stokları ormanların yakın çeperlerinde” oluşmuşlardır.<br />

İnsanlığın yaşam alanları olarak kentler ortaya çıktıkları ilk dönemlerden<br />

itibaren bu kaynak-üretim-emek döngülerinin etrafında yapılarını<br />

kurmuşlardır.<br />

Bu kapsamda insanlık medeniyeti farklı düzeylerde kentsel devrimlerden<br />

geçmiş ve bu güne ulaşmıştır. Birinci kent devrimi olarak adlandırılan<br />

“tarımsal üretimi geliştirme ve tohumu-tahılı ehlileştirme” içinde<br />

yaşadığımız eski Osmanlı /Mezopotamya/Orta Doğu coğrafyasında gerçekleşmiş;<br />

İkinci kent devrimi yine kültür alanımızın bir parçası olan<br />

Avrupa coğrafyasında filizlenerek sanayi devrimi biçimi ile tüm dünyada<br />

kendini farklı biçimlere ortaya çıkarmıştır. Bu günlerde ise bilgi teknolojilei<br />

etrafında mesafeyi ve zamanı daha az önemli hale getiren, toplumları<br />

ve bireyleri yeni bir dönüşüm dalgasına yölendiren üçüncü bir kentsel<br />

devrim döneminden geçmekteyiz. Yukarıda özet olarak aktarılan uzun<br />

erimli devrimsel dönüşümlerin hepsi, üretimin - bugün genel kategoriler<br />

olarak Sanayi ve Emeğin-hangi tür bileşenler ile gerçekleştirildiği ve<br />

bu bileşenlerin bölgede-kentte-mekanda nasıl bir dağılım gösterdiği ile<br />

doğrudan ilişkilidir.<br />

Bu bağlamda kaleme alacağımız bildiri Kocaeli’de sanayi ve üretim<br />

mekânlarının dağılımını, Bağdat Demiryolu ve SEKA Kâğıt Fabrikası yatırımlarından<br />

günümüze kadar ele alacak, bu tür kullanımların yer seçiminin<br />

Körfez etrafındaki kentlerin tarihini nasıl şekillendirdiği tartışılacaktır.<br />

Son yüzyıl içinde Türk kentleri, Avrupa-Amerika ve Uzak Asya<br />

ülkelerinin 18.yy’ın ilk yıllarında başlattıkları sanayi yatırımı dönemini<br />

yakalama evresindedir. Kocaeli, tüm bu geriden gelip yakalama yarışında<br />

Türkiye’nin sanayi ve üretim ile tanışması ve ilgili sorunlarıyla ve<br />

olanaklarıyla doğrudan temas etmenin tarihinin yazıldığı bir coğrafyada<br />

kurulmuş ve gelişmektedir. Bu bağlamda bildiri, sanayi atılımı döneminin<br />

kazanımlarının ve ortaya çıkardığı sorunların altını çizerek günümüzdeki<br />

yerleşim yapısına hangi aşamalardan geçerek gelindiğinin tarihini<br />

aktarma hedefindedir. Yöntem olarak 5 yıllık kalkınma planları, OSB’ler<br />

ve bölgesel ulaşım yatırımları üzerinden kartografik / harita temelli temsil<br />

biçimleri kullanılacak, Türkiye’de ve Kocaeli’de sanayi tarihi üzerine<br />

literatür taramaları ile tartışmalar desteklenecektir.<br />

120


XX. YÜZYIL BAŞINDA KOCAELİ BÖLGESİNDE SANAYİ<br />

Müzeyyen ÜNAL<br />

Kocaeli Dokümantasyon Merkezi<br />

Gücünün sınırını farkeden insan, alet ve makineler icadetmiş, hayvan,<br />

su ve rüzgâr gücünden yararlanmıştır. Teker ve yelken kullanımı sonsuz<br />

hareket imkânı sunarken, çarkın kullanımı her tür üretimi arttırmıştır.<br />

Çömlekçi çarkı ile çanak çömlek üretilirken, su çarkı ve rüzgâr çarkı ile<br />

değirmenleri harekekete geçirmiş; ununu, yağını kolayca üretebilmiştir.<br />

Su dolabı ile kasabanın suyunu temin etmiş, bostan dolabı ile bağın-bahçenin<br />

suyunu çıkarmış, İzmit Çuha Fabrikası’nda da bir su çarkı kullanılmıştır.<br />

Kocaeli yarımadası kuzeybatısında rastlanan yel değirmenleri, Değirmendere<br />

Değirmeni, Adapazarı Çark Suyu örneklerinde olduğu gibi gösterişli<br />

çarklı yapılar artık kalmadı. Şimdikiler değirmen taşları altındaki<br />

çarka, su savağı ile güç ileterek çalışmaktadırlar. Yel değirmenlerine sadece<br />

Kocaeli yarımadası kuzeybatısında rastlanmaktadır. Arazi ve iklim<br />

şartları uygun olduğunda aynı akarsu üzerinde çok sayıda su değirmeni<br />

izlenebilmektedir.<br />

Değirmenlerin buğday-mısır öğütenleri un değirmeni, keten tohumundan<br />

yağ üretenleri bezirhane/bezane diye adlandırılmaktadır. Değirmencilik<br />

genellikle kişilerin yaptığı bir işletme ise de Bıçkıdere üzerindeki<br />

Armaş Manastır Değirmeni örneği farklı işletmeler de vardı. Patrikyos<br />

Mahdumu’na ait un fabrikası İzmit ticaret merkezinde Buğday Meydanı<br />

yanıbaşında ve Ankara Caddesi üzerinde idi. Bu haliyle fabrikanın muharrik<br />

gücü buhar makinası, petrol-benzin motoru, gaz ve gazojen ya da<br />

elektrik motoru olmalıydı.<br />

Ziraatı ve üretimi hayli zahmetli bir bitki olan keten yöre köylüsü için çok<br />

hayati bir üründü. Tohumundan yağ, küspesinden yem, saplarından dokuma<br />

ve kalan saplar da çatı örtüsü olarak kullanılırdı. Elde edilen iplerin<br />

kalınlarından yer bezi, incelerinden iç çamaşırı dokunurdu. Nerede ise<br />

her ev bir dokuma atölyesi idi.<br />

İpek böcekçiliğine çok uygun yörede hayli böcekhane, ipek büküm atölyeleri<br />

ve ipek dokuma tezgâhları vardı. Ancak asıl olan kozacılıktı; Hereke<br />

ve Bursa fabrikaları için hammadde üretimiydi. Düyun-ı Umumiye kurulduktan<br />

sonra tütün gibi koza ve ipek de, onun gelir kalemleri arasına<br />

girmişti.<br />

121


MEDENİYET HAMURUNDAN KÜLTÜR MERKEZİNE:<br />

BİR ENDÜSTRİYEL DÖNÜŞÜM MERKEZİ OLARAK SEKA<br />

Dr. Ali YEŞİLDAL<br />

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />

Türkiye selüloz ve kağıt sanayisinin kurulduğu yer olan İzmit aynı zamanda<br />

SEKA’nın en büyük tesisini de bünyesinde bulunduruyordu. Yıllar içerisinde<br />

teknolojiye uyum sağlanılmaya çalışılmış ve SEKA gittikçe büyüyerek<br />

dev bir kompleks olmuştu.<br />

Neredeyse tarihi boyunca karlı bir yatırıma dönüşememiş olan SEKA’ya<br />

1984’ten sonra kapasite arttırıcı yatırım yapılmamıştı. Dünyadaki üretimin<br />

daha ucuz olması, istihdam fazlalığı, sermaye yetersizliği, yeterli<br />

teknolojik yatırımın yapılamaması gibi sorunların sonunda SEKA bu alanda<br />

özel sektörün de gerisinde kalmaya başlamıştı.<br />

1991 yılında özelleştirme kapsamına alınan SEKA’nın 10 kağıt fabrikasından<br />

6’sı özelleştirilmişti. 14 Eylül 1998’de Özelleştirme Yüksek Kurulu<br />

merkezdeki İzmit işletmesini de özelleştirme kapsamına alarak anonim<br />

şirkete dönüştürmüştü. Fabrikanın 2001 yılındaki zararı 28 milyon lira<br />

iken 2003’te 48 buçuk milyon lirayı bulmuştu.<br />

Zararın katlanılamaz hale gelmesi üzerine Özelleştirme Yüksek Kurulu 8<br />

Kasım 2004’te tesisin kapatılmasını ve arazinin Kocaeli Büyükşehir Belediyesine<br />

devredilmesine karar verdi. 1 Ocak 2005’te makinelerin üretimi<br />

durdu. İşçiler ortada bırakılmamış ve Büyükşehir Belediyesine geçmişlerdi.<br />

Arazi ise kimseye peşkeş çekilmiyor ve bir kültür alanına dönüştürülüyordu.<br />

SEKA’nın Türkiye’nin kağıt sanayinde ve Kocaeli’nin tarihinde çok önemli<br />

bir yeri ve hatırası vardır. Büyükşehir Belediyemizin SEKA’nın adını yaşatma<br />

çabası ve bir fabrikanın Türkiye’nin en büyük endüstriyel dönüşüm<br />

projesiyle nasıl bir kültür alanına dönüştüğü çalışmamızın ana konusu<br />

olacaktır.<br />

122


KİRAZ AĞAÇLARINDAN FABRİKA BACALARINA:<br />

CUMHURİYET DÖNEMİNDE KOCAELİ’DE<br />

SANAYİLEŞME SÜRECİ<br />

Doç. Dr. Adnan ÇİMEN<br />

Kocaeli Valiliği<br />

Kocaeli ili, İstanbul ve Bursa gibi önemli sanayi ve ticaret merkezlerine<br />

yakınlığı, coğrafi avantajları, Avrupa’yı Anadolu ve Ortadoğu’ya bağlayan<br />

ulaşım kavşağında yer alması, 18 Ar-Ge merkezi, 2 Üniversitesi, 13 Organize<br />

Sanayi Bölgesi, 2 Serbest Bölgesi, 3 teknoparkı, 35 liman ve iskelesi,<br />

bu limanlardan gerçekleşen yıllık 68 milyar dolarlık dış ticaret hacmi ve<br />

ülke imalat sanayindeki %13lük payı ile Türkiye’nin İstanbul’dan sonra<br />

ikinci büyük sanayi kentidir. 2014 yılı itibariyle 2400 sanayi ve 23.500 ticari<br />

işletmeyle, Türkiye’nin ilk 500 sanayi kuruluşundan 92’sine sahip Kocaeli,<br />

yerli ve yabancı yatırımcılar için bir cazibe merkezi konumundadır.<br />

Osmanlı döneminde İzmit Çuha Fabrikası, Hereke Fabrikası, Aslan Bey<br />

ve Eski Hisar Çimento Fabrikası ve Karamürsel Kumaş Fabrikası gibi<br />

önemli tesislere sahip olmasına rağmen, Kocaeli Cumhuriyet Türkiye’sine<br />

yokluklar içinde girmiştir. İşletme kuruluş yeri üstünlükleri nedeniyle,<br />

1936’de üretime başlayan Birinci İzmit Kâğıt Fabrikasından sonra,<br />

1944’de ikinci Kâğıt ve Selüloz Fabrikası, 1945’de Klor Alkalı Fabrikası,<br />

1954’de üçüncü, 1960’da dördüncü, 1961’de beşinci Kâğıt Fabrikasıyla<br />

kamu Kamu İktisadı Teşebbüsleri, 1950’lerden sonra da özel sektör<br />

açısından gelişen bir sanayi merkezi olmaya başlamıştır. 1960’lı yıllarda<br />

İstanbul sanayisinin genişleme alanı içinde kalan Kocaeli’nde, liman ve<br />

ulaşım yollarının sağladığı avantajlar, pazar açısından Anadolu’ya yakınlık<br />

ve emlak fiyatlarının ucuzluğu gibi nedenlerle, kiraz bahçelerinden<br />

oluşan arazilerden hızla fabrika bacaları yükselmeye başlamıştır.<br />

Halen Türkiye’nin ikinci büyük sanayi kenti ve kendine özgü bir sanayileşme<br />

hikâyesi olmasına rağmen, Kocaeli sanayisinin gelişme süreci yeterince<br />

incelenmiş değildir. İl sanayisi ile ilgili az sayıdaki çalışmanın çoğu,<br />

uzmanlık alanı ekonomi/sanayi olmayan kişiler tarafından yapılmıştır.<br />

Yine genel olarak bu çalışmaların, Kocaeli sanayini bütün yönleriyle ele<br />

almaktan uzak, ildeki sanayileşmeyi etkileyen bölgesel ve ulusal gelişmeler<br />

ile diğer sektörleri hesaba katmayan, daha çok kamu veya özel<br />

sektör olarak öne çıkmış beş-on sanayi kuruluşunun hikâyesini anlatmaya<br />

odaklandığı görülmektedir.<br />

123


İşte bütün bu eksikliklerin bir oranda giderilmesine katkıda bulunmak ve<br />

Kocaeli sanayisinin temel gelişme dinamiklerini ortaya koyarak, geleceğe<br />

yönelik öngörülerde bulunmak amacıyla böyle bir bildiri hazırlanmıştır.<br />

İZMİT KAĞIT FABRİKASI VE FAALİYETLERİ<br />

Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU<br />

Marmara Üniversitesi<br />

Yerli kağıt üretiminde önemli bir yeri olan İzmit kağıt Fabrikasının kurulması<br />

İş Bankasının başında bulunan Celal Bayar’ın girişimleriyle gerçekleştirildi.<br />

Fabrikanın projeleri Mehmet Ali Kağıtçı tarafından hazırlandı.<br />

Celal Bayar’ın İktisat vekilliği sırasında kağıt üretimi açısından çok uygun<br />

bir coğrafya olan İzmit şehrine fabrikanın kurulmasına karar verildi. İzmit<br />

Sümerbank Selüloz ve Kağıt Fabrikasının temeli 14 Ağustos 1934 tarihinde<br />

Başbakan İsmet İnönü’nün katıldığı bir törenle atıldı. 6 Kasım 1936<br />

tarihinde kağıt üretimine başlandı. Fabrika şehrin ekonomik hayatına ve<br />

kağıt sanayisine önemli Katkılar yaptı. Bu çalışmada bu kamu işletmesinin<br />

faaliyetleri ve kağıt üretimindeki yeri değerlendirilmeye çalışılacaktır.<br />

CUMHURİYET DÖNEMİNDE SANAYİLEŞME VE KÂĞIT<br />

İSTİKLALİ YOLUNDA ÖNEMLİ BİR TEŞEBBÜS:<br />

İZMİT KÂĞIT FABRİKASI<br />

Yrd. Doç. Dr. Ersin MÜEZZİNOĞLU<br />

Karabük Üniversitesi<br />

Sanayileşmemiş bir devlet ile On Yıllık Savaşın (1912-1922) yıkıntıları üzerinde<br />

inşa edilen ve Lozan Antlaşması’nın bazı kısıtlamalarının varlığına<br />

rağmen bu durumu telafi için 1920’lerin sonlarına kadar birtakım çabalar<br />

sergileyen yeni Türk Devleti kendi dışında gelişen dünya çapında bir<br />

buhranın(1929) sonuçlarından da yaralanmıştır. İşte devralınan bu miras<br />

ve özel teşebbüsün yetersiz olması nedeniyle devlet 1930’larda zamanın<br />

tamamen pratik mecburiyetlerinden dolayı iktisadi sahada devletçilik politikasını<br />

benimsemiştir. Özel teşebbüs esas olmakla birlikte biran önce<br />

124


milletin refaha ve memleketin mamuriyete kavuşturulması için, milletin<br />

genelinin menfaatlerini gerektiren işlerde devleti fiilen alakadar yapmayı,<br />

projelere girişmeyi ve geliştirmeyi ifade eden bu politika doğrultusunda<br />

1933 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. Plana göre<br />

başta dokuma olmak üzere maden, seramik, kimya ve kâğıt alanlarında<br />

sanayileşmenin genişletilmesi hedeflenmiştir. Bu minval üzere açılan<br />

sanayi kuruluşlarından biri de İzmit Kâğıt Fabrikası olmuştur. Memleketin<br />

ekonomi kuruluşlarının kilit taşlarından biri olarak görülen fabrikanın<br />

açılması tam bir kâğıt istiklaline gidiş olarak değerlendirilmiştir.<br />

Bildiride arşiv kaynakları ve dönemin gazeteleri başta olmak üzere telif-tetkik<br />

ve hatırat türü eserlerden istifade edilerek İzmit Kâğıt Fabrikasının<br />

hangi şartlar altında ne gibi saiklerle kurulduğu ve ülkenin sanayileşmesi<br />

ve kâğıt istiklali noktasında nasıl bir önem taşıdığı üzerinde<br />

durulacaktır.<br />

BİR HAFIZA İCAT VE İMHA MEKÂNI OLARAK SEKA<br />

Dr. Ekrem SALTIK<br />

Yunus Emre Enstitüsü<br />

1923 yılı sonbaharında ilan edilen Cumhuriyet’in uluslararası sistemde<br />

meşruluğu tartışmalı hale gelen Osmanlı-Türk kimliğiyle ilgili bir planı<br />

olmadığını açıkça deklare etmesini Osmanlı öncesi Türkler ve onların<br />

medeniyet mirasının yeni kuşaklara öğretilmeye çalışıldığı bir “uluslaşma”<br />

süreci takip etmişti. İmparatorluk ve geleneği tasfiye ederek gerçekleştirilmeye<br />

çalışılan erken Cumhuriyet dönemi kültür politikalarında<br />

Gellner’in uluslaşmaya en büyük engel olarak gördüğü kültürel çeşitlilik,<br />

dolayısıyla zengin toplumsal bellek unsurları büyük bir sorun olarak<br />

ortaya çıkıyordu. Söz konusu belleğin unut-tur-ulması için, “inkılap” adı<br />

altında bu belleği taşıyan tüm kimlik ve hafıza nesnelerini hedef alan bir<br />

hafıza imha ve yeniden inşa sürecine girilecek, bu bağlamda günümüzde<br />

de erken Cumhuriyet dönemine dair en tartışmalı konulardan biri olan<br />

Harf inkılabı gerçekleştirilecekti.<br />

Toplumsal belleğin taşıyıcı unsurlarından biri olan yazılı metinler özelinde<br />

aslında kadimin terkine dair sembolik anlamları olan Harf inkılabı,<br />

Latin harfleriyle yazılmış yepyeni bir Türkçe literatürü gerektiriyordu. Bu<br />

bağlamda kâğıt teminini yurt dışından yapmakta olan Türkiye’nin 1928<br />

125


yılı sonu itibariyle kâğıt ithali de yükselmiş, ithal edilen kâğıt miktarının<br />

büyük bir bölümü yeni harflerle yayınlanmaya başlayan dergi-gazete ve<br />

öncelikli olarak ders kitaplarında kullanılmıştı. Bu noktada öne çıkan<br />

Mustafa Kemal Atatürk, “Bir ülke, kâğıdını kendi yapamadığı zaman ulusal<br />

kültürünü yabancı lütfuna bağlar. Kapitülasyonların en tehlikelisi de<br />

budur. Ve ötekilerden önce bütün dikkat ve ilgimizi kâğıt sanayinde toplamalıyız.”<br />

diyerek kâğıt üretimi ve kâğıdın ulus devletin yeni ideolojisi ve<br />

kültürel anlayışının zihinlere yerleştirilmesindeki önemini vurguluyordu.<br />

Bu zeminde 1934 yılında temeli atılan ve 1936 yılında mesaiye başlayan<br />

SEKA’da üretilen kâğıtlar erken Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarını<br />

destekleyici yayınlar ve bu yayınlar bağlamında idealize edilen zihniyet<br />

dünyasının yerleşmesi için üretilen her türlü yazılı yayının hammaddesi<br />

olacaktı.<br />

1980 yılına gelindiğinde erken Cumhuriyet dönemi hafıza inşa politikalarının<br />

bir parçası olarak yayınlanan her türlü yazılı metnin hammaddesi<br />

kâğıtların üretildiği SEKA, yaklaşık yarım asırlık geçmişinde üretilen yazılı<br />

bilgi ve belgelerin tonlarcasının geri dönüşüne tanıklık ediyordu. Zira<br />

aynı yılın sonbaharında gerçekleşen 12 Eylül darbesinde, darbeye neden<br />

olan psiko-sosyal şartların zihni altyapısını taşıdıkları düşüncesiyle toplanan<br />

tonlarca kitap, dergi ve gazete yine SEKA depolarına, bu defa imha<br />

edilmek üzere taşınmıştı. Bir zamanlar yeni harflerle yazılmış metinlerle<br />

inşa edilen bir hafızaya hammadde sağlamış olan SEKA, ürettiği kâğıtların<br />

kullanılmasıyla yapılan yayınlarla inşa edilmiş hafızanın yansıdığı<br />

yazılı metinlerin imha edildiği bir mekân oluyordu.<br />

SEKA KÂĞIT FABRİKASINDA İŞÇİ HAREKETLERİ<br />

Veli GÜVEN<br />

Medeniyet tarihinin gelişiminde yazının bulunuşu kuşkusuz önemli bir yer<br />

işgal etmektedir. Ancak insanoğlu; bulunan yazının bir kültürel devrime<br />

dönüşümünü kâğıdın bulunmasına borçludur. Kültürel hayatın bir gerekliliği<br />

olan kağıt büyük Sanayi Devriminin ardından bir sanayi yatırımına<br />

dönüşerek hayatın her alanında kendisine bir kullanım alanı yaratmıştır.<br />

Yıkılan Osmanlı Devleti’nin ardından kurulan Genç Cumhuriyet için kâğıt<br />

iki şeyin ifadesidir; kültür devrimi için olmazsa olmaz bir malzeme ve<br />

126


dışa bağımlılığı azaltacak bir sanayi yatırımı. II. Dünya Savaşı’nın hemen<br />

öncesine rastlayan yıllarda kurulan İzmit Kâğıt Fabrikası ülkemizin en<br />

önemli sanayi yatırımlarından biridir.<br />

60’lı yılların sonunda tüm dünyayı kasıp kavuran öğrenci hareketleri, 70’li<br />

yılların sonuna doğru geniş kitleleri etkileyen bir harekete dönüşmüştür.<br />

Türkiye’de dünyada yükselen sol hareketlere kayıtsız kalmamış; grevler,<br />

toplu yürüyüşler, kitlesel 1 Mayıs kutlamaları ve sendikalaşma mücadeleleri<br />

ile bu yıllarda tanışmıştır.<br />

Bu makalede Türkiye’nin önemli bir sanayi kuruluşu olan SEKA Kağıt<br />

Fabrikasında yaşanan işçi eylemleri, bu eylemlerin sosyal ve ekonomik<br />

nedenleri ve bu eylemlerin Türkiye işçi hareketinde işgal ettiği yeri irdeleyerek<br />

SEKA’nın kapatılması ve bu gelişmenin bölge halkı üzerindeki<br />

etkilerini incelemeyi amaçlamaktadır.<br />

Araştırma sırasında SEKA dergisi ve yayınları temel alınacak, fabrikanın<br />

tarihinde yer edinen kişilerin anılarına başvurulacak, dönemin gazetelerine<br />

yansıyan haberler incelenecek, sendikalar ile görüşmeler yapılacak<br />

ve birebir eylemlerin kahramanları olan işçiler ve aileleri ile görüşmeler<br />

yapılacaktır.<br />

1937’DEN GÜNÜMÜZE KOCAELİ TARİHİNDE<br />

KAĞITSPOR (SEKA)<br />

Yrd. Doç. Dr. Levent ATALI<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Bu çalışmanın amacı Kocaeli tarihinde yer edinmiş Kağıtspor kulübünün<br />

kuruluşundan günümüze tarihini ortaya koymak ve yeni nesillere aktarmaktır.<br />

Kocaeli’de spor, 1909-1910 yıllarında futbol ile başlamış ve İzmit’teki<br />

Fransız Mektebi talebelerinin öncülüğü ile bir futbol takımı kurulmuştur.<br />

1927 yılında İzmit Sultaniyesi’nin açılması ile İzmit Sultaniyesi takımı kurularak<br />

faaliyete başlamıştır. Mekteplerin dışında İttihatspor kulübü de<br />

faaliyetlerine devam ediyordu ki daha sonraki yıllar ikiye ayrılarak 1932<br />

yılında İdmanyurdu, 1935 yılında ise Akyeşil kulüpleri kurularak futbol ile<br />

beraber diğer spor dallarında faaliyete başlamışlardır.<br />

Bu tarihleri takiben Kağıtspor tarihini yazmaya başlamak aynı zamanda<br />

127


İzmit Kâğıt Fabrikası ile başlamak demektir. Kağıtspor ve Kâğıt fabrikası<br />

İzmit sosyal yaşamında beraber anılması gereken bir süreçtir. Kâğıt<br />

fabrikası kuruluş yıllarından başlayarak spora ayrı bir önem vermiş ve<br />

birçok dalda spora hizmet etmiştir. Kağıtspor kulübünün ilk yönetimi de<br />

fabrika üst yönetiminden ve çalışanlarından oluşmuştur.<br />

Sonuç olarak Kağıtspor Türk spor tarihinde birçok başarısı ile yer edinmiş<br />

ve hatta spor tesisleri kazandırmış bir kulüptür. Kağıtspor kulübü<br />

birçok branşta faaliyet göstermiş, ulusal ve uluslararası alanda birçok<br />

başarıya imza atmıştır. Kağıtspor kulübü bu süreçte sadece kazandığı<br />

şampiyonluklarla değil; yetiştirdiği yeni yeteneklerle, Türk sporuna kazandırdığı<br />

antrenör ve yöneticilerle spora büyük katkılar sağlamıştır.<br />

SEKA’NIN SOSYAL SORUMLULUK ÖRNEĞİ:<br />

SEKA ÇOCUK DOSTLARI DERNEĞİ<br />

Göksu ERDAL HÜLAGÜ<br />

Yahya ŞAHİN<br />

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />

1934 yılında temeli atılan ve 1936 yılında üretime başlayan Cumhuriyet’in<br />

ilk Kağıt Fabrikası SEKA, İzmit tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir<br />

kuruluştur. Merkezi İzmit olan bu müessese İzmit’in yanı sıra kurulduğu<br />

şehirlerde de bulundukları bölgelerin sosyo –kültürel yaşamlarına<br />

önemli katkılar sağlamışlardır.<br />

SEKA Çocuk Dostları Derneği 1961 yılında, SEKA çalışanlarının eşleri<br />

tarafından kurulan bir yardım kuruluşudur. Dernek, maddi durumu<br />

yetersiz olan ve sağlık problemi yaşayan çocuklara yardım eli uzatmış;<br />

sosyo-kültürel faaliyetlerle de Kocaeli sosyal hayatına önemli katkılarda<br />

bulunmuştur.<br />

İlk olarak Kocaeli’nde kurulan dernek, SEKA’ya bağlı müesseselerin bulunduğu<br />

diğer illerde de şube açarak Türkiye’nin çocuklara gülen yüzü<br />

haline gelmiştir. Her kesimden çocuğu kucaklayarak, en değerli varlıklarımız<br />

olan çocuklarımızı topluma kazandırmak ve her yönüyle sağlıklı<br />

nesiller yetiştirmek derneğin öncelikli amaçları olmuştur.<br />

Bu çalışmamızda; SEKA postası Gazetesi, röportaj, sözlü tarih, arşiv fotoğrafları,<br />

SEKA Fabrikası döneminde dernek ile yazışmalar gibi dokü-<br />

128


manlarla çalışmamızı zenginleştirdik. Hedefimiz; kentimiz için önemli bir<br />

değer olan SEKA Çocuk Dostları Derneği’ni tanıtmak, diğer kuruluşlara<br />

örnek olmasını sağlamak ve derneğe emeği geçen tüm kişilerin hatırasını<br />

yaşatmaktır.<br />

KOCAELİ’NDE ŞEHİRLEŞME VE ŞEHİR KÜLTÜRÜ<br />

Yrd. Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM<br />

Celal Bayar Üniversitesi<br />

2012’nin Eylül ayında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />

nezdinde hazırladığını tamamlayarak doktora jürisi önünde sunduğum<br />

“Şehir(li)leşme ve Din: Kocaeli Örneği” adlı doktora tezimde Kocaeli’nin<br />

“şehirleşme”, “şehirlileşme” ve “din” ekseninde bir fotoğrafını çekmeye<br />

çalışmıştım. Tez, teorik ve saha araştırması (anket) teknikleri kullanılarak<br />

hazırlanmış bir bilimsel çalışmadır. Bu özelliği ile Kocaeli üzerine<br />

yapılmış en son verileri yansıtması bakımından anlamlı olduğunu düşünmekteyim.<br />

Kocaeli gibi kadim geçmişe sahip bir şehir, İstanbul gibi sanayi, ticaret ve<br />

siyasetin başkenti olan bir metropolün gölgesinde kalarak hak ettiği gerçek<br />

değeri ve yeri ne yazık ki elde edememişti. Ancak son dönemlerdeki<br />

başarılı belediyecilikle her yönde bir atılım içerisinde olan Kocaeli hak<br />

ettiği bu yeri almada hızlı ve emin adımlarla ilerlemektedir. Bu bağlamda<br />

Sempozyum programı içerisinde Kocaeli’ni “şehirleşme” ve “şehirlileşme”<br />

teorik temeline dayanarak yukarıda sözü edilen Doktora çalışması<br />

çerçevesinde yaklaşık 500 kişi ile yapılan anket verileri ışığı altında Kocaeli’nin<br />

şehirleşme ve şehirlileşmedeki durumu üzerine değerlendirmelerde<br />

bulunma hedeflenmektedir. Bütün bu anlatılanlar akademik bilimsel<br />

disiplin çerçevesinde yapılacaktır.<br />

129


İZMİT’İN SOSYO-KÜLTÜREL HAYATINA HİCİVLİ<br />

BİR BAKIŞ: PİŞMANİYE DERGİSİ (1949-1970)<br />

Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZÇELİK<br />

Düzce Üniversitesi<br />

Önemli bir jeopolitik konuma sahip olan Kocaeli, tarih boyunca önemini<br />

korumuştur. Bithynia, Nicomedia, Roma ve Bizans dönemlerinin ardından<br />

Osmanlı Devleti zamanında da bölge bir cazibe merkezi konumunda<br />

idi. Cumhuriyet’in ilanında sonra özellikle sanayi yatırımlarının bölgeye<br />

katkısı son derece fazla olmuştu. Bölgede oluşan ekonomik büyüme<br />

kendisini sosyal ve kültürel alanda da göstermiştir.<br />

Günümüzde dahi faaliyet gösteren Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği<br />

(KYÖD), 1947’lerin İzmit’inde bir avuç yüksek öğrenim gencinin dayanışma<br />

ruhuyla kurulmuş, kent halkının her kesimiyle kaynaşmış ve destek<br />

görmüştür. Eski adı Kocaeli Yüksek Tahsil Derneği olan bu dernek tarafından<br />

yılda bir çıkarılan Pişmaniye dergisi genellikle her yılın Şubat<br />

ayında yayınlanırdı. Pişmaniyeyi ilk olarak okuma şerefi her yıl açık arttırmaya<br />

çıkarılır ve buradan elde edilen gelir dernek işlerinde kullanılırdı.<br />

Derginin içeriği incelendiğinde İzmit şehrinin yanı sıra Türkiye ve dünyadan<br />

önemli isim ve olaylara hicivli bir yaklaşım olduğu görülmektedir.<br />

Şehir tarihi açısında önemli olan bu dergi çerçevesinde, dönemin gazeteleri,<br />

Cumhuriyet arşivi ve yazılı kaynaklar da kullanılarak 1949-1972 yılları<br />

arasında İzmit’te sosyo-kültürel yaşam irdelenecektir.<br />

130


KOCAELİ (İZMİT’İN) İLK SANCAK BEYİ GAZİ SÜLEYMAN<br />

BEY’DEN GÜNÜMÜZE TARİH, KÜLTÜR, BİLİM VE SANAYİ<br />

DE MARKA KENT KOCAELİ<br />

İsmail KAHRAMAN<br />

Nice imparatorlar baktı İstanbul’un penceresinden can Anadolu’ya<br />

Sen misin Kocaeli Anadolu’nun o masum güzelliğini gösteren doya doya<br />

Denizlere beyaz martılar gibi kondurduğun donanmalar esiyor<br />

Gelinlik kızlar gibi süslemiş seni Rumeli fatihi Şehzade Süleyman Paşa<br />

Kocaeli, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Marmara Bölgesi’nin doğusunda<br />

yer alan ve adını Akçakoca Gazi’den alan bir şehirdir. Rumeli<br />

Fatihi Gazi Şehzade Süleyman Paşa, Kocaeli’nin (İzmit) ilk sancak beyi<br />

olur. Bu dönemden sonra şehir, önemli bir merkez haline gelir. Çelebi<br />

Mehmed (1413-1421) döneminde, 1420’de İzmit Sancağı Anadolu eyaletine<br />

bağlandı. İzmit’in Kocaeli Sancağı olarak Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletine<br />

bağlanması Sultan Dördüncü Murad dönemine (1623-1640) rastlar.<br />

Kocaeli bölgesi Osmanlı’dan Cumhuriyete sürekli gelişti ve önemli bir<br />

merkez olarak birçok bakımdan örnek bir il oldu.<br />

Kocaeli, 1920’de İngilizler, 1921’de Yunanlılar tarafından işgal edilir. 28<br />

Haziran 1921 tarihinde işgalden kurtarılan kent 1924 yılında vilayet olarak<br />

Kocaeli adını aldı.<br />

Kocaeli’nin ilk sancak beyi Gazi Süleyman paşa ile başlayan ve günümüze<br />

kadar devam eden imar faaliyetleri ile Kocaeli bugün “TARİH, KÜLTÜR,<br />

BİLİM VE SANAYİDE MARKA KENT” oldu. Sanayi, bilim, teknoloji merkezleri,<br />

üniversiteler ve teknoparkları Türkiye ekonomisine yön veren<br />

Kocaeli, Tarih, kültür ve doğa turizmi ile cazibe merkezi, dağları, yaylaları,<br />

gölleri, sahilleri ve kent merkeziyle güne merhaba diyebileceğiniz,<br />

çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla gece gündüz hareketli, sıcak ve huzur doludur.<br />

Anadolu’nun tüm kültürel renklerini gökkuşağı gibi bağrında taşıyan,<br />

3.623 kilometre kare yüz ölçümüne ve birbirinden önemli, İzmit, Derince,<br />

Körfez, Dilovası, Gebze, Çayırova, Darıca, Karamürsel, Gölcük, Başiskele,<br />

Kartepe ve Kandıra ilçeleri ile gelecekte 2 milyon nüfusu barındıracak<br />

Kocaeli bilim, teknoloji, sanayi, ticaret, tarih, kültür, turizm, tarım, spor<br />

ve sanatta marka kent olan bir ilimizdir.<br />

131


Gazi Süleyman beyden günümüze belgesel tadında Kocaeli’nin tarih,<br />

kültür ve turizmde marka değerlerini yakından tanıyıp bilmeden Kocaeli<br />

“Kent Kültür Bilinci” oluşmaz. Kocaeli’yi sevmek tanımakla başlar. Kocaeli<br />

Büyükşehir belediyesi tarafından düzenlenen panel ve sempozyumlar<br />

Kocaeli’ de Kent kültür Bilinci oluşmasına büyük katkısı bulunmaktadır.<br />

Araştırmacı - Gazeteci ve belgeselci gözü ile Kocaeli bölgesinde yaptığımız<br />

saha araştırmasında Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Kocaeli’nin<br />

marka değerlerini belgesel tadında tanıtıp sevdirmeye çalışacağız.<br />

Köprü, çeşme, cami eşsiz nakışlar gibi<br />

Bir heyecan var içimde yar geldi gibi<br />

Deniz gözlerinde coştu yüreğim bir akşam vakti<br />

Senden uzakta iken özledim seni yar Kocaeli<br />

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E GEBZE’NİN KENTSEL<br />

ÖRGÜTLENME YAPISI VE YENİ BİR YAKLAŞIM OLARAK<br />

SOSYOPARK<br />

Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK<br />

İstanbul Medeniyet Üniversitesi<br />

Kentler, klasik dönem ile modern dönem yerleşim yapılaşmalarının dün<br />

ve bugün ayırımında en bariz şekilde yakalanabileceği ortamlardır. Bu<br />

durum büyük zaman dilimleri aralığında daha da dikkati çeker boyuttadır.<br />

Gebze, Sanayi devrimi ile içine girilen üretim, iletişim ve taşıma teknolojisindeki<br />

sıçramanın Osmanlı sisteminde ortaya çıkardığı dönüşümün dikkati<br />

çeken yerleşim bölgelerinden birisi olmuştur. Bölge, benzer örnekliği<br />

1960’larda ortaya çıkan İstanbul merkezli kentsel dönüşümün çevre<br />

bölgelere taşması aşamasında da yaşamıştır. Ancak özellikle 1980’lerden<br />

sonra içine girilen yeni aşamada Gebze, sadece kendi özelinde değil<br />

Türkiye ve dünya ölçeğinde kent merkezli bir farklılaşmanın ne tür yapısal<br />

dönüşümleri zorunlu kıldığı boyutunda çok istisnai bir örneklik teşkil<br />

etmiştir.<br />

21. yüzyıl, kenti sanayileşmenin değil, kentsel yaşam standardının öne<br />

çıktığı yeni bir ortam olarak şekillenmeye başlamış, üretim, taşıma ve<br />

iletişim teknolojisinde devam eden sıçramanın küreselleştirdiği dünyada<br />

siyasal-idari, sosyal ve ekonomik alanda ortaya çıkan yeni beklentiler-imkânların<br />

yeni yaşam kalitesi standardının en önemli gösterge ortamlarından<br />

birisi haline getirmiş durumdadır.<br />

132


Yeni dönem kentsel yaşam ölçeğinde ortaya çıkan bu standartlar-beklentiler,<br />

Osmanlıdan günümüze ortaya konulan çözümlemelerin yeterliliği/<br />

yetersizliği gerçekliğinde yerel idareler, merkezi idareler taşra teşkilatları,<br />

üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve sosyal sorumluluk alanlarında<br />

yer alan/almak isteyen özel sektör işletmeleri işbirliğinde yeni bir yönetim<br />

tasarımı-modelini kaçınılmaz kılmaktadır.<br />

Sosyopark çözümlemesi, bahsi geçen kurum ve kuruluşların yeni bir buluşma<br />

zemini olarak bu tebliğin ana gündemini oluşturacak olup, konu<br />

Gebze örneğinde detaylandırılacaktır.<br />

OSMANLI KURUCU İRADESİNİN TEMSİLCİLERİNİN VE<br />

NİKOMEDYA’NIN (İZMİT VE ÇEVRESİ) CUMHURİYET<br />

DÖNEMİ DERS KİTAPLARINA YANSIMALARI<br />

Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞEK<br />

Okt. Mehmet Alper CANTİMER<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Çalışmanın konusu Cumhuriyet dönemi tarih ders kitaplarında Osmanlı<br />

tarihi konuları içerisinde devletin kuruluş ve genişleme döneminde, kurucu<br />

iradesinin (Gaziyanı Rum) ve bunların coğrafyasının yansımasını ele<br />

alacaktır. Osmanlının kuruluşunu daha iyi anlamak için kurucu iradeyi<br />

oluşturan zihniyet kadar bunun temsilcisi olan gazilerin de yer almasının<br />

gerekli olduğu düşünülmüştür. İnceleme, Osmanlının kuruluşunda<br />

ve genişlemesinde padişahlar dışında etkin rol oynamış Süleyman Paşa,<br />

Karamürsel, Akçakoca, Evrenos Gazi gibi gazilerin ve bunların yaşadığı<br />

yerleşim yerlerinin ve özellikle İzmit ve çevresinin ne sıklıkla ve nasıl yer<br />

aldıklarını ortaya koyacaktır. Çalışma, nitel bir araştırma yöntemi olan<br />

doküman analizine dayalı sürdürülecektir. Tarihsel içerikli bu analiz için,<br />

Cumhuriyet döneminde liselerde okutulmuş olan ve hala okutulan tarih<br />

ders kitapları incelenecektir. İnceleme sonuçları doğrudan alıntılanan<br />

metin ya da görsel unsurlar üzerinden sunulacaktır. Elde edilecek bulgular,<br />

İnalcık, Wittek, Barkan, Faruqhi ve Ocak gibi usta kalemlerinin Gaziyanı<br />

Rum konusuna ilişkin yaklaşımları ile birlikte tartışılacak ve gerçekçi<br />

öneriler dile getirilecektir.<br />

133


OSMANLI DEVLETİ’NİN İLK MEDRESESİ SORUNSALI:<br />

DÖNEM KRONİKLERİNDE İZMİD YAHUD GAZİ SÜLEYMAN<br />

PAŞA MEDRESESİ<br />

Doç. Dr. Ali KOZAN<br />

Ayşe ÇEKİÇ<br />

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi<br />

Medreseler, Osmanlı eğitim sisteminin en önemli kurumlarından birisidir.<br />

Bu kurumlar, Türk-İslâm devletlerindeki geleneğin bir uzantısı olarak,<br />

Osmanlı Devleti’nin de kuruluş sürecinde fethedilen bölgelerde ilk<br />

etapta teşekkül eden müesseselerdir. Bunlar kimi zaman bir manastır<br />

yahut kiliseden tahvil edilerek, kimi zaman da müstakil bir İslâm eseri<br />

olarak bina edilmiştir.<br />

Tarihçilerin ekseriyeti, Osmanlı kuruluş devrine ait ilk medrese olarak<br />

Orhan Gazi’nin 1331’de kurduğu, İznik Orhaniye Medresesi’ni gösterirler.<br />

İznikmid(İzmit)’in ise 1337’de fethedildiğini ve medresesinin fethin<br />

akabinde Gazi Süleyman Paşa adına kurulduğunu kabul ederler. Fakat<br />

dönem kroniklerinin bir kısmında İznikmid(İzmit)’in fethinin İznik’in fethinden<br />

daha önce olduğu ve burada bir medresenin yapıldığı zikredilmektedir.<br />

Bu durum İzmit’in fethiyle burada teşekkül eden medresenin<br />

Osmanlı tarafından tanzim edilen ilk medrese olup olmadığı sorusunu<br />

akla getirmektedir. Bu bağlamda bazı tarihçiler de, İzmit’in daha önce<br />

fethedildiğini fakat devlet merkezine uzak olmasından dolayı çok fazla ön<br />

plana çıkmadığı kanısındadırlar.<br />

Çalışmamız da işte bu noktada dönem kroniklerinde ve bunun bir uzantısı<br />

olarak sonraki dönem kaynaklarında İznik ve İzmit’in fethiyle ilgili rivayetlerden<br />

hareketle Osmanlı Devleti’nin ilk medresesinin hangi dönemde<br />

teşekkül etmiş olabileceği üzerine olacaktır.<br />

134


KANDIRA ERKEK RÜŞTİYE MEKTEBİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Biray ÇAKMAK<br />

Furkan BÜLBÜL<br />

Uşak Üniversitesi<br />

Çalışma, 1869 maarif-i umumiye nizamnamesi gereğince kurulan Kandıra<br />

erkek rüştiye mektebi hakkında ayrıntılı bir inceleme iddiasıyla kaleme<br />

alınacaktır. Bu çerçevede Kandıra erkek rüştiye mektebinin faaliyete<br />

geçmesi, personeli (muallim-i evvel, muallim-i sânî, bevvâb), bina durumu,<br />

öğrenci mevcudu, eğitim-öğretim materyali, mektebin kuruluşunda<br />

devletin rolü, mektebin idaresi, eğitim-öğretim faaliyetleri ayrıntılı olarak<br />

ortaya konulacaktır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin çeşitli tasniflerinde,<br />

özellikle Maarif Nezareti, Mektûbî Kalemi (MF. MKT)’nde bulunan çok<br />

sayıdaki belgedeki bilgiler üzerine inşa edilecek olan çalışma ile, Kandıra<br />

rüştiye mektebi özelinde, kaza rüştiye mekteplerine derinlemesine<br />

bakılmaya, kaza rüştiye mekteplerine dair ayrıntılı somut bilgiler ortaya<br />

konulmaya çalışılacaktır.<br />

FRANSIZ MİSYONERLERİN İZMİD SANCAĞINDAKİ<br />

EĞİTİM FAALİYETLERİ<br />

Doç. Dr. Fatih DEMİREL<br />

Uludağ Üniversitesi<br />

Katolik misyonerlerin faaliyetlerinin temel amacı Roma ve Bizans kiliselerini<br />

birleştirmekti. Ancak Protestanların da misyonerlik faaliyetlerine<br />

başlaması üzerine onlarla da yarışmak durumunda kalmışlardır. Katolik<br />

misyoner faaliyetlerin arkasındaki siyasal destek ve faaliyetlerin kaynaklandığı<br />

ülke Fransa’dır. Misyonerlerin faaliyet alanlarından birisi eğitim<br />

kurumlarıdır. Kurdukları okullarda genellikle Fransızca eğitim yapmışlardır.<br />

Tanzimat Dönemi öncesinde de Osmanlı coğrafyasında çeşitli dini okullar<br />

açılmıştır. Ancak Islahat Ferman’ından sonra okul sayılarında önemli<br />

ölçüde artış olmuştur. Fransızlar başta İstanbul olmak üzere Anadolu’da<br />

pek çok vilayette çeşitli okullar açmışlardır.<br />

135


Fransız misyonerler, özellikle XIX. yüzyılın sonlarında İzmit sancağında<br />

eğitim kurumları açma ve Katolikleştirme faaliyetlerinde bulunmuşlardır.<br />

Onların özellikle Ermeniler üzerinde etkin oldukları anlaşılmaktadır.<br />

Ancak Müslüman çocukları da okullara çekmek suretiyle etkilemeye çalışmışlardır.<br />

Sancak yöneticileri ve merkezi yönetim bu faaliyetlere karşılık<br />

denetimleri sıkılaştırmış, çeşitli önlemler almışlardır.<br />

Bu bildiri başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi vesikaları olmak üzere çeşitli<br />

kaynaklar ve telif eserler incelenmek suretiyle hazırlanmaktadır.<br />

OSMANLI’DA AMERİKALI MİSYONER LAURA FARNHAM’IN<br />

FAALİYETLERİ: BAHÇECİK YATILI KIZ OKULU VE<br />

ADAPAZARI ERMENİ KIZ OKULU<br />

Yrd. Doç. Dr. Füsun ÇOBAN DÖŞKAYA<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Resmi olarak 27 Haziran 1810 yılında kurulan ABCFM (American Board<br />

of Commissioners for Foreign Mission) (Amerika Yabancı Misyon Temsilcileri<br />

Birliği), Amerikan Protestan misyonerlik teşkilatıdır. Osmanlı’da<br />

eğitim faaliyetlerine 19. yüzyılda başlayan American Board, kendisine<br />

hedef kitle olarak gayri-müslimleri seçmiştir. Amaç, Katolik, Gregoryan<br />

veya Ortodoks olan Hıristiyanları, Protestanlığa döndürmektir.<br />

Bu çalışmada, American Board’un Yakındoğu misyonunun Osmanlı’daki<br />

üç çalışma bölgesinden biri olan ‘Batı Türkiye Misyonu’, ‘İzmit (Nicomedia)<br />

İstasyonu’na gönderilen Amerikalı kadın misyoner Laura Farnham’ın<br />

faaliyetleri anlatılacaktır. Laura Farnham, Bahçecik (Bithinya) Yatılı Kız<br />

Okulu (1872-1884) ve Adapazarı Ermeni Kız Okulu’nda (Adabazari Hayuhgatz<br />

Varjharan) (1884-1921) yaklaşık otuz yedi yıl görev yapmıştır. Laura<br />

Farnham’ın görev yaptığı okullardaki faaliyetleri American Board’un<br />

1810-1939 yılları arasında yayınladığı faaliyet bülteni olan The Missionary<br />

Herald ve kadın misyonerlerin yayın bülteni olan Light and Life for Woman<br />

serileri incelenerek ortaya konulacaktır.<br />

American Board okulları 1920’lerde Müslüman öğrencilere de eğitim<br />

vermeye başlamış ve bu okullar günümüzde Sağlık ve Eğitim Vakfi’nın<br />

(SEV) şubeleri halini almışlardır. Günümüzde American Board okullarından<br />

biri olan Üsküdar Amerikan Lisesi’nin temeli Bahçecik ve Adapazarı<br />

136


okullarına dayanmaktadır. Bu çalışma geçmiş ve günümüz bağlantısını<br />

kururak, Amerikan Board okullarının bölgedeki tarihi yapılanmasını ve<br />

misyoner Laura Farnham’ın faaliyetlerini inceleyecektir.<br />

I. DÜNYA SAVAŞI’NIN İZMİT EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ<br />

Dr. Nuri GÜÇTEKİN<br />

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü<br />

I. Dünya Savaşı’nın İzmit Sancağı eğitim kurumlarına etkisini net olarak<br />

görebilmek için bu çalışma savaş öncesi, savaş süreci ve savaş sonrası<br />

olmak üzere üç kısımda ele alınacaktır. Bu süreç ele alınırken, öncelikle<br />

1914-1918 yılları arasında sancağın nüfusu, ilk orta ve lise kademesinde<br />

olan toplam eğitim kurumu sayısı ile öğretmen ve öğrenci sayısı resmi<br />

istatistikler ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan İzmit Sancağı’na<br />

ait istatistik ve teftiş raporlarına dayalı olarak verilecektir.<br />

Ayrıca İzmit Sultanîsi ve İzmit Öğretmen Okulu’ndan Çanakkale ve I. Dünya<br />

Savaşı’na gönüllü ya da askerlik kanunu gereği katılan toplam öğrenci<br />

ve öğretmen sayısı çıkarılacaktır. Bu öğrenci ve öğretmenlerin askerlik<br />

süreci ele alınacaktır. Şehit olduğu tespit edilen bazı öğretmen ve öğrenci<br />

künye bilgileri verilecektir. Bu belgeler ışığında, I. Dünya Savaşı’nın İzmit<br />

Sancağı eğitim kurumlarına etkisi değerlendirilecektir.<br />

BİR EĞİTİM YAPISININ İNŞA ÖYKÜSÜ VE GEÇMİŞİN<br />

MODERN MİMARİSİ: “LİSE PAVYONU”/İZMİT LİSESİ<br />

Doç. Dr. Oya ŞENYURT<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

İzmit Lisesi inşa edildiği dönemde “Lise Pavyonu” olarak anılan, yapımı<br />

için kentli tarafından mücadele verilmiş ve bitirilmesi sabırsızlıkla beklenmiş<br />

bir eğitim yapısıdır. Yapının mimarisi kadar, yapımı için geçirilen<br />

zorlu süreç ve verilen mücadele; Cumhuriyet sonrası modernleşmeyi<br />

hedefleyen kentlinin çabalarını bugüne yansıtması açısından binanın<br />

öyküsünü değerli kılmaktadır. Bu durum, konunun “yapı-kent-kentli”<br />

bağlamında düşünülmesini gerektirir. Dönemin eğitim politikaları ge-<br />

137


eği, öğretim şartlarına uygunluk, okul mevcudu, kent nüfusu gibi bazı<br />

kriterlerin olgunlaşması ile kentin lise ihtiyacı, zorlu bir bekleme ve karar<br />

sürecinin yaşanmasına neden olmuş; hükümet tarafından yapının inşasına<br />

verilen izin ile kentli için büyük bir sorunun çözüme kavuştuğu düşünülmüştür.<br />

İnşa edilen “Lise Pavyonu”, Osmanlı döneminden kalan Gazi<br />

Lisesi’nin karşısında bir Cumhuriyet dönemi yapısı olarak farklılaşan mimarisi<br />

ile günümüze kadar gelebilmiştir. Bildiride, yapının öyküsü kent<br />

mimarlığında kırılma noktası yaratan Cumhuriyet dönemi yapılarından<br />

biri olması bağlamında değerlendirilmiştir.<br />

“GÜRBÜZ TÜRK ÇOCUĞU” PROJESİNİN EYLEMSEL BİR<br />

ÖRNEĞİ OLARAK HEREKE ÇOCUK KAMPI (1936-1938)<br />

Doç. Dr. Önder DUMAN<br />

Ondokuz Mayıs Üniversitesi<br />

Osmanlı’dan eksik ve sağlık sorunlarıyla iç içe bir nüfus devran Türkiye<br />

Cumhuriyeti osyo-ekonomik gelişmeyi bir an önce sağlayabilmek için<br />

artma esasına dayalı bir nüfus politikası takip etmiştir. Bu kapsamda bir<br />

taraftan yurt dışından göçler teşvik edilirken, bir taraftan da hastalıklarla<br />

mücadele ve sağlıklı bir nesil yetiştirme politikası tatbik edilmeye çalışılmıştır.<br />

Gürbüz/sağlıklı bir nesil yetiştirme politikasının en önemli sonuçlarından<br />

biri de “azat obaları” ve “çocuk kampları” projesidir. 1930’ların<br />

ikinci yarısından itibaren bu proje kapsamında bilhassa ülkenin batı bölgelerinde<br />

yaz aylarında çocuklar için kamplar teşkil edilmiştir. Mevcut<br />

bildiri söz konusu projenin Doğu Marmara havzası ayağını oluşturan Hereke<br />

Kampı’nı faaliyetleri itibariyle betimlemeye yöneliktir.<br />

İZMİT’TE MUHACİRLERİN YAŞADIĞI SORUNLAR:<br />

AKGÜRGEN ÇİFTLİĞİ ÖRNEĞİ<br />

Cengiz KESKİN<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren özellikle Kırım, Kafkasya ve Balkanlardan<br />

Osmanlı Devleti’ne yönelik göç hareketleri yaşanmıştır. İlk önce<br />

138


İstanbul’a gelen bu muhacirler, daha sonra daimi iskân yerlerine sevk<br />

edilmişlerdir. Muhacirlerin daimi olarak iskân edildikleri yerler arasında,<br />

gerek İstanbul’a yakınlığı ve gerekse ulaşım olanaklarının kolaylığı<br />

nedeniyle İzmit de bulunmaktaydı. Bu bölgede muhacirlerin iskânları sırasında<br />

doğal olarak çeşitli sıkıntılar da baş göstermiştir. Bu sıkıntıların<br />

yoğunlaştığı nokta ise arazi meseleleriydi. İzmit’te Sapanca gölünün batı<br />

kısmında bulunan ve Almanya Devleti tebaasından Mösyö Pizani isimli<br />

bir Alman’a ait olan Akgürgen çiftliği çevresine de birçok muhacir yerleştirilmiştir.<br />

Dersaadet İngiltere Sefareti’nde baş tercüman olarak görev yapmış olan<br />

Mösyö Pizani’ye Sultan Abdülmecid döneminde hediye edilen mezkûr<br />

çiftlik arazisi, Mösyö Pizani’nin vefat etmesi sebebiyle bölgeye iskân edilen<br />

muhacirler tarafından sahipsiz sanılmış ve bu sebeple işgal edilmiştir.<br />

Ancak Mösyö Pizani’nin kızı olan Madam Meraklin, arazinin kendisine<br />

ait olduğunu Alman konsolosluğu vasıtasıyla Osmanlı yetkililerine iletmiştir.<br />

Böylece sorun uluslararası bir boyut kazanmıştır. Osmanlı devlet<br />

adamlarının Madam Meraklin ile muhacirler arasında cereyan eden anlaşmazlıkların<br />

giderilmesi için yoğun çaba sarf ettiği görülmektedir.<br />

Osmanlı Arşiv Belgeleri temel kaynak alınarak hazırlanan bu bildiride<br />

Akgürgen çiftliği örneğinde muhacirlerin iskânları sırasında yaşadığı sorunların<br />

Osmanlı Devleti tarafından nasıl çözülmeye çalışıldığı irdelenecektir.<br />

İZMİT MUHACİRİN DEFTERİ’NE GÖRE İZMİT’TE<br />

KURULAN MUHACİR KÖYLERİ (1888-1889)<br />

Yrd. Doç. Dr. Mustafa SARI<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren, Müslümanlarla meskûn toprakların<br />

kaybedilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti’ne yönelik göç hareketleri yaşanmıştır.<br />

Kırım’ın kaybedilmesi, 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı, 1860’lı<br />

yıllarda Kuzey Kafkasya’nın Rusya tarafından ilhak çalışmaları, 1877-<br />

1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-1913 Balkan Savaşları göç sürecinin<br />

dönüm noktalarını teşkil etmektedir. Muhacirler, ilk önce geçici olarak<br />

İstanbul’a gelmekte olup burada daimi iskân yerlerine sevk edilene kadar<br />

ikamet etmekteydiler. İzmit ve çevresi ise İstanbul’a yakınlığı, kara,<br />

139


deniz ve demiryolu ile kolaylıkla ulaşım imkânlarının olduğu ve boş arazilerin<br />

bulunduğu bir yer olmasından dolayı muhacirlerin önemli iskân<br />

yerlerinden birisi olmuştur.<br />

Muhacirlerin iskânlarını düzenlemek için kurulan Muhacir Komisyonları’nın<br />

da önerileri doğrultusunda iskân edilen muhacirlere hane, anbar,<br />

ahır ve tarla vb. gayrimenkuller için arazi verilmekteydi. Muhacirlere<br />

verilen bu araziler gönderilen özel memurlar tarafından İskân-ı Muhacirin<br />

Defterleri adı altında kayda alınmaktaydı. İzmit’te iskân edilen<br />

muhacirlere ait böyle bir defter, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde<br />

bulunmaktadır. 1888-1889 yılları arasında kaleme alınan<br />

ve iki ciltten oluşan bu defterde, İzmit Sancağı’ndaki Selimiye, Nimetiye,<br />

Uzuntarla, Mesruriye, Mamuriye, Ahmediye, Hamidiye, Şefketiye, Siyretiye,<br />

İcadiye, Servetiye, Nüzhetiye, Kızılcıklı, Çubuklu Osmaniye, Çubuklu<br />

Bala, Camili, Karapınar, Ketenciler, Teşvikiye, Rahmiye, İfraziye, Çepni,<br />

Nusretiye, Şirinsulhiye, Hikmetiye gibi köyler yer almaktaydı. Mezkûr<br />

defterde; muhacirlere dağıtılan arazilerin mevkii, miktarı, nevi, hududu,<br />

büyüklüğü, muhacirlere hangi suretle verildiği ve muhacirlerin nereden<br />

geldikleri ile isimleri gibi bazı bilgiler kayda alınmıştı.<br />

Bu bildiride, İzmit’e yapılan göçlere ait önemli bilgiler ihtiva eden İzmit<br />

Muhacirin Defteri esas alınarak sancak dâhilindeki köyler hakkında bilgiler<br />

verilecektir. Bildiri yazılırken, bu defterin dışında Osmanlı Arşivleri ve<br />

ikinci el kaynaklar da kullanılacaktır.<br />

İZMİT KÖRFEZİ DEPRESYONUNDA BÜYÜK YUNAN YIKIMI<br />

VE SAMANLIDAĞ MUHACERETİ<br />

Prof. Dr. Serpil SÜRMELİ<br />

On Dokuz Mayıs Üniversitesi<br />

12 Mart 1921’de sona eren ve barış aldatmacasından öteye gidemeyen<br />

Londra Konferansı’nın hemen akabinde Yunanlılar, Sevr Antlaşmasıyla<br />

dayatılan hükümleri TBMM Hükümeti’ne kabul ettirmek için yeni bir taarruza<br />

karar verdiler. 23 Mart’ta Bursa istikametinde 3.Uşak istikametinde<br />

1.Yunan Kolordularının Afyon ve Eskişehir üzerine başlattıkları ve I.<br />

İnönü’de olduğu gibi cepheden taarruz şeklinde gerçekleştirdikleri saldırılar,<br />

bir kez daha başarısızlıkla sonuçlandı. İnönü’de uğranılan bu ikinci<br />

yenilgi, Batı Cephesi tarafından 1 Nisan 1921’de resmen açıklandı. Yunan<br />

140


Genelkurmayı iki savaşta da takip ettikleri savaş stratejisini sorguladı,<br />

yanlış olduğuna karar vererek yeni bir stratejik plan hazırladı ve seferberlik<br />

ilan etti. Yeni strateji Bursa ve Uşak Gruplarını kuşatma hareketiyle<br />

bir meydan muharebesi sahasında birleştirip Türk Ordusu’nu iki ateş<br />

arasında bırakmak suretiyle yok etme planı üzerine kuruldu.<br />

II. İnönü Zaferinin ortaya koyduğu bu durum karşısında Yunan Genelkurmayı,1920<br />

Eylül’ünden itibaren İzmit ve çevresindeki işgal siyasetini<br />

İngilizlerden devralarak, İstanbul ve Boğazların güvenliğini sağlama<br />

ve bölgenin Türk milis ve askeri kuvvetlerince tehdit edilmesinin önüne<br />

geçmek için Kocaeli Yarımadası’nın savunulması görevini üstlenen 11.<br />

Yunan Tümeni ve bu tümene bağlı birliklerin İngilizler gibi yoğun Türk<br />

baskısı yüzünden etkin olamadığı gerçeğini göz önüne alarak, bölgeden<br />

çekilmesine ve yeni stratejik planda değerlendirilmesine karar verdi. Yunanlılar<br />

bölgenin tahliye edileceğine dair kararlarını Mayıs başında İngilizlere<br />

açıkladı. 11 Haziran’da başlayacak olan bu çekilme, İznik Gölü ile<br />

İzmit Körfezi sahilinin güneyi arasındaki yani Samanlıdağ Bölgesi olarak<br />

geçen ve Yalova- Gemlik- Orhangazi hattını kapsayan güzergâh takip<br />

edilerek yapılacaktı. Yunanlılar, çekilme sırasında sivil halktan yana herhangi<br />

bir sorun yaşamaktan korktukları için yarımadayı tahliyeden önce<br />

bölgeyi yerleşim yerleriyle beraber temizlemek suretiyle büyük bir yıkım<br />

hareketine giriştiler. Bu facianın İstanbul’da Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne<br />

ulaştırılmasıyla cemiyet Kızılhaç Temsilcisi T. B. Thomson’u devreye<br />

soktu. Bu işi ele alan Thomson İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold<br />

nezdinde teşebbüse geçerek bölgeye bir soruşturma heyeti gönderilmesine<br />

dair talepte bulundu. Talebin kabulü üzerine uluslararası bir<br />

tahkik heyeti oluşturularak bölgeye gönderildi.<br />

Tebliğ, yukarıda bahsi geçen askeri gelişmeler çerçevesinde bölge üzerinde<br />

izlenen işgal siyasetinin gayrı insani sonuçlarını Cenevre Uluslararası<br />

Kızılhaç Temsilcisi Maurice Gehri, Manchester Guardian Gazetesi<br />

Yazarı A.Toynbee ve Kızılay’a ait raporlardan ve basından incelemek suretiyle<br />

değerlendirme esasına dayanmaktadır.<br />

141


MÜBADELE İLE KOCAELİ’NE İSKÂN EDİLEN GÖÇMENLER<br />

VE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR (1923-1930)<br />

Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA<br />

Ayhan ATEŞ<br />

Uludağ Üniversitesi<br />

Göç olgusu insanlık tarihinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Tarih<br />

içinde birçok insan topluluğu ya kendi isteği ile ya da karşılaştıkları sorunlar<br />

(coğrafi, ekonomik vb.) veya baskılar (siyasi, askeri, dini veya kültürel)<br />

sonucu yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalmış veya bırakılmışlardır.<br />

Türk tarihi de geçmişten günümüze bu tür göç hadiseleri ile<br />

doludur. Doğudan batıya, batıdan doğuya veya kuzeyden güneye, güneyden<br />

kuzeye bu göç hareketinin merkezi hep Anadolu toprakları olmuştur.<br />

Bu durumun bugün de aynı şekilde devam etmekte olduğunu görüyoruz.<br />

İşte biz bu bildiride, insanlık tarihinde önemsiz, Türk tarihinde önemli,<br />

fakat göç edenlerin hayatında “felaket” olarak adlandırabileceğimiz<br />

Türk-Yunan nüfus mübadelesi sonucu 1923-1930 yıları arasında (Anadolu’nun<br />

güzel bir köşesi olan) Kocaeli’ne iskân edilen mübadilleri (göçmenleri)<br />

ve karşılaştıkları sorunları ele alacağız.<br />

30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele<br />

anlaşması çerçevesinde Kocaeli bölgesine yaklaşık 27.000 göçmen<br />

iskân edilmiştir. Yıllarca yaşadıkları topraklardan bir gecede çıkarılıp<br />

trenlerle ve gemilerle Anadolu topraklarına göç ettirilen mübadillerin<br />

yaşadığı sıkıntılar yolculukta olduğu kadar yerleştikleri yeni topraklarda<br />

da devam etmiştir. Başta barınma, sağlık ve iaşe olmak üzere birçok<br />

sorunla karşılaşmışlardır. İstasyonlarda, limanlarda, misafirhanelerde<br />

günlerce, haftalarca hatta aylarca bekletildikten sonra yerleştirildikleri<br />

yarı bataklık topraklarda yaşam mücadelesi vermişlerdir. Ancak devlet<br />

mübadillerin barınmasından, sağlığına, iaşesinden iş bulmasına kadar<br />

her konuda bu insanların yanında olmuş ve tüm olanaklarını seferber<br />

etmiştir. Mübadiller ilk olarak Rumların ve Ermenilerin boşalttığı köylerdeki<br />

evlere yerleştirilmiştir. Zamanla kendilerine yeni yerleşim yerleri<br />

kurulmuş, toprak, dükkân ve üretim araç ve gereçleri verilmiş böylece<br />

üretime katılmalarına imkân sağlanmıştır.<br />

Zamanla Kocaeli ekonomisinde tarımın yerini sanayinin almasıyla birlikte<br />

bölge diğer illerden yoğun bir şekilde göç almaya başlamıştır. Nüfusun<br />

hızlı bir şekilde artması sonucu Kocaeli’nde yeni yerleşim ve sanayi alan-<br />

142


ları açılmıştır. Mübadillere verilen yarı bataklık araziler ıslah edilerek<br />

buralara yeni yerleşim yerleri ve sanayi kuruluşları inşa edilmiştir. Başlangıçta<br />

şehir dışında olan yerler geçen süre içinde şehrin merkezinde<br />

kalmıştır. Mübadillerin kendileri olmasa bile çocukları zamanla arazilerinin<br />

değerlenmesi nedeniyle zengin olmuştur. Günümüzde Kocaeli zenginleri<br />

içerisinde çok sayıda mübadil aileler bulunmaktadır. Bugün bazı<br />

ikinci ve üçüncü kuşak mübadiller Kocaeli’nin saygın kişileri konumuna<br />

gelmiştir.<br />

KIRIM-DOBRUCA’DAN KOCAELİ’NE GÖÇ HİKÂYELERİ<br />

Ferit TOPLU<br />

Kocaeli Kırım Tatarları Derneği<br />

Kırım Tatarlarının tarihi Cengiz Han İmparatorluğunun (1206-1294) kuruluşu<br />

kadar eskidir. Son imparator Kubilay Han’ın ölümünden (1294)<br />

sonra Cengiz Han İmparatorluğu 4 ülkeye ayrılır. Bu ülkelerden biri de<br />

tarihleri arasında hükümran olan Altınordu İmparatorluğu (1242-1502)<br />

dur. Altınordu’nun da çeşitli etmenlerle tarih sahnesinden silinmesiyle<br />

ortaya çıkan 4 hanlıktan biri de Kırım Hanlığıdır. Kırım Hanlığı 1441-1783<br />

yılında hüküm sürmüş bir Kırım Tatar devletiydi. 1783 Yılında Rusların<br />

çeşitli oyun ve hileleri ile Kırımı ilhak etmelerinden sonra Kırım Tatarları<br />

için asırlarca sürecek acı ve hüzün dolu ve bugünlere kadar devam eden<br />

bir göç olgusu başlamıştır. Rus zulüm ve baskısından kurtularak hayatlarını<br />

sürdürmek isteyen Tatarlar her türlü yolları deneyerek vatanları<br />

Kırım’dan başta Türkiye olmak üzere Romanya, Bulgaristan, Kafkasya,<br />

Amerika, Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerine göç etmek zorunda bırakılmışlardır.<br />

Çalışmamın konusu bu göç olayının küçük bir parçasını oluşturmaktadır.<br />

Kocaeli Vilayetine yapılan Kırım Tatar göçlerinin önemli bir bölümü Romanya’nın<br />

Dobruca bölgesinden özellikle 1930’lu yıllarda gerçekleşmiştir.<br />

Doğaldır ki daha önceki yıllarda da Kırım’dan Kocaeli’nin özellikle<br />

Kandıra (Azaklı, Hediyeli, Üğümceli, Tatar Ahmet, Tatar İlyas) civarına<br />

yapılan göçleri de biliyoruz.<br />

Kırım’dan ve Dobruca’dan yapılan göçlerin küçük bir bölümü ilgili devletlerle<br />

yapılan göç antlaşmaları sonucunda olmasına karşın çok önemli<br />

bir bölümü zulüm ve baskıdan kaçma şeklinde gerçekleştirilen göçlerdir.<br />

143


Romanya Krallığı ile yapılan antlaşma sonucunda Dobruca’da yaşayan<br />

Kırım Tatarları bütün taşınmazlarını Krallığa terketmişler buna karşın<br />

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Kocaeli vilayetine yerleşen 2500 civarındaki<br />

Kırım Tatarına yaklaşık olarak aile başına 3 göz kerpiç ev, 3 dönüm<br />

bahçe ve kişi başına 10 dönüm tarla’nın yanı sıra bir miktar para, tarım<br />

aletleri, tohumluk, at arabası ve hayvan vermiştir.<br />

Bu koşullar altında 1935 yılının kış aylarında Nazım ve Cumhuriyet vapurları<br />

ile Köstence Limanından Kocaeli Vilayetine gelen Kırım Tatarları<br />

Derince, Tütünçiftlik, Gebze, Döngel, Sarımeşe, Akmeşe, Servetiyecami,<br />

İzmit (Yenidoğan), Arslanbey, Yeniköy, Elmalı, Fındıklı, Kalaycı Bayırı ve<br />

Subaşı civarında Türkiye Cumhuriyetinin kendileri için yaptırdığı 3 göz<br />

kerpiç evlere yerleşmişlerdir.<br />

Kırım Tatarları yeni yurtlarında da hastalık (verem, sıtma vs.), geçim sıkıntısı,<br />

uyum sorunu gibi çeşitli problemlerle karşılaşmışlardır..Fakat,<br />

Kırım Tatarları, çalışkanlıkları, dürüstlükleri, işbilirlikleri, ustalıkları gibi<br />

özellikleriyle uyum sorununu da yenerek yerli halkın da yardımıyla yaşadıkları<br />

yeni çevrelerin önemli ve vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuşlardır.<br />

Çalışmam, yukarıda adları belirtilen bölgelere yerleştirilen ailelerin hayatta<br />

kalan bireyleri ile sözlü tarih kuralları altında yaptığım söyleşiler ve<br />

kendilerinden topladığım fotoğraf, bilgi, belgeler kullanılarak 4 yıl süren<br />

bir çaba sonucunda gerçekleşmiştir.<br />

KOCAELİ’YE GÖÇ ETMİŞ KIRIM TATARLARI’NDA<br />

ANAVATAN ALGISI<br />

Doç. Dr. Nuri KAVAK<br />

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />

Ruslar stratejik ve jeo-politik öneminden dolayı Kırım’ın güvende olması<br />

için Tatarlardan arınmış bir toprak parçası haline getirmek amacıyla çeşitli<br />

baskı yöntemlerine başvurarak hem yarımada da hem de kuzeydeki<br />

steplerde yaşayan Kırım Tatarları ile Nogayların Osmanlı ülkesine göç<br />

etmesi için yoğun bir yıldırma politikasını hayata geçirmişlerdir. Nitekim<br />

Kırım’ın işgal edildiği 1783 yılında başlayan göçler artarak kitlesel bir boyutta<br />

devam etmiştir. Osmanlı Devleti de akraba ve aynı dinden olan bu<br />

muhacirlere ülkesinin kapılarını açarak Balkanlar’a ve Anadolu’nun her<br />

bir köşesine sevk ederek iskân etmiştir.<br />

144


Kocaeli vilayetinin Karadeniz kıyısında ve nüfusunun ağırlıklı olarak Müslüman<br />

ahaliden oluşması Kırım Tatarlarının kolayca gelip yerleşmelerine<br />

imkan sağlamıştır. Ayrıca İstanbul ve çevre limanlara gelen göçmenlerin<br />

rahatça gönderilebilecekleri yerlerin başında Adapazarı ve İzmit gelmektedir.<br />

Lakin gerek Osmanlı Arşiv kayıtları gerekse bugün adı geçen yerlerde<br />

hala yaşayan tatarların olması bahsedilen göç dalgasından Kocaeli<br />

vilayetine de çok sayıda göçmenin geldiğini göstermektedir. Bu durum<br />

Anadolu’ya bir geçiş güzergahının üzerinde olan Kocaeli’nin zaman zaman<br />

geçici merkez olarak görülmüş olmasından kaynaklanmaktadır.<br />

Çünkü zamanla bölgeden Anadolu içlerine geçenlerde çok olmuştur. Bu<br />

cümleden olarak başta Kocaeli merkez olmak üzere, İhsaniye, Kubuzcu,<br />

Mekecik, Özge, Kullar, Sarımeşe (Selimiye), Servetiyecami, Değirmendere,<br />

Nusretiye, Gölcük, Darıca ve Derince olmak üzere birçok yerleşim<br />

yerinde Kırım Tatarları ya direkt veyahut ta başka bir merkezden yerleri<br />

değiştirilerek iskan edildiği görülmektedir.<br />

Bildiri metnimiz Kocaeli’ne gelen göçmenlerin hal-i hazırdaki durumlarının<br />

anavatanla olan bağlantı kanalları-varsa- üzerinde bir anket çalışmasını<br />

konu almaktadır. Buna göre yaklaşık 20 kişiye yönelteceğimiz<br />

sorularla, kültürel ve akrabalık ilişkilerinin Kırım’da yaşayan Tatar soydaşlarıyla<br />

nasıl sağladıkları üzerine veriler elde etmeye çalışacağız. Hipotezimiz<br />

hala anavatan algısının devam ettiği ve de değişik kanallarla bir<br />

bağın oluştuğu üzerinedir. Ayrıca kendini tanımlamada, önceki kuşakları<br />

hatırladıklarını ve böylece kimliklerini zihinlerinde canlı tutarak gelecek<br />

kuşaklara aktarmada geliştirdikleri kültürel faaliyetlerin niteliği ve türleri<br />

hakkında sonuçlar elde etmeye yöneliktir.<br />

Görüşme Soruları<br />

Kimlik<br />

1.Kendinizi nasıl tanımlarsınız?<br />

2.Anavatan sizin için nereyi ifade ediyor?<br />

3.Kırım’da atalarınız nerede yaşıyordu?<br />

4.Neden göç etmek zorunda kaldılar? Yasal yollardan mı yoksa yasa dışı<br />

yollardan mı göç ettiler? Geldiklerinde nereye yerleştiler?<br />

5.Evinizde veya iş yerinizde Kırım’a ait herhangi bir şey barındırıyor<br />

musunuz? Neden?<br />

6.Ev veya iş yeri tercihi yaparken gideceğiniz yerde Kırım Tatarlarının<br />

yoğun olup olmamasına bakıyor musunuz? Bu durum sizin için bir tercih<br />

145


meselesi mi?<br />

7.Şuan koşullar sizin için uygun olsa Kırım’a yerleşmek ister miydiniz?<br />

Neden?<br />

Anayurda Olan Bağ ve İletişim<br />

8.Kırım’daki son dönemdeki gelişmeleri takip ediyor musunuz? Sizi<br />

neden ilgilendiriyor?<br />

9.Kırım ile ilgili belgesel izlediniz mi?<br />

10.Kırım ile ilgili herhangi bir basılı yayını (dergi vb.) düzenli olarak takip<br />

ediyor musunuz?<br />

11.Kırım’a neden gitmediniz veya gidemediniz nelerdir? (Gidemeyenler<br />

için)<br />

12.Kırım’a gittiyseniz geldikten sonra sizde ne değişti? (Gidenler için)<br />

13.Kırım’a tekrar gitmek istiyor musunuz? (Gidenler için)<br />

14.Kurbanınızı nerede kestiriyorsunuz? Kırım’da kestirmeyi düşündünüz<br />

mü? Neden?<br />

15.Kırım’da herhangi bir kurum, kuruluş veya aileye bağış yaptınız mı?<br />

Neden?<br />

16.Fitre ve zekâtınızı nereye veriyorsunuz? Kırım’a göndermeyi düşündünüz<br />

mü? Neden?<br />

Anayurda Bağı Güçlendiren Etkinlikler<br />

17.Kocaeli’de Kırım Tatarlarına hitap eden kültürel etkinlikler oluyor<br />

mu? Oluyorsa katılıyor musunuz? Neden?<br />

18.Kocaeli’de Kırım ile ilgili düzenlenen etkinliklerden haberiniz oluyor<br />

mu? Katılıyorsanız bu etkinliklere katılmak sizde neyi değiştirdi?<br />

146


KOCAELİ VİLAYETİNE YERLEŞTİRİLEN DAĞISTAN’LI<br />

MUHACİRLERİN SULTAN REŞAT HİMAYESİNDE<br />

KURULAN REŞADİYE (GÜNEYKÖY)’E İSKÂNI İLE<br />

GERÇEKLEŞEN İNŞA SÜRECİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Selçuk SEÇKİN<br />

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi<br />

Rus baskısı sonucu Şeyh Şamil önderliğindeki askeri direniş gücünün<br />

kırılması üzerine zahmetli yolculuk sürecinden sonra kafileler halinde<br />

Dağıstan Müslümanları Osmanlı topraklarına sığınmışlardır. Bu sığınma<br />

sürecinde dönemin padişahlarının desteği ve ihsanları ile iskan sürecinde<br />

pek çok alanda katkıları olmuştur. Bu süreçte, Şeyh Şamil’in yakın<br />

akrabası ve çevresine ait Kumuk Kabilesi’ne bağlı yaklaşık 70 hanelik göç<br />

kafilesi de Şeyh Şerafettin önderliğinde Yalova’ya getirilmiştir. Sultan Reşat’ın<br />

özel izniyle Osmanlı Devleti’nin iskan politikası yanında bölgenin<br />

Kafkasya iklimine kısmen uygun, dağlık bir arazi olması da bu tercihte<br />

etkili olmuştur. Yerleştikleri beldeye önceleri Elma-Alan veya Elmalı adı<br />

verilmiş; daha sonra köye Sultan Reşad tarafından yapılan yardım ve<br />

imar çalışmalarının nişanesi olarak Reşadiye ve nihayet Cumhuriyet sonrasında<br />

Güneyköy adı verilmiştir. Dağıstanlıların katılımıyla günden güne<br />

kalabalıklaşan köyde yeni evler inşa edildi; hatta o hale geldi ki arazi gelen<br />

göçmenlere yetmez hale geldi. Köyde ilk kurulan binalar arasında bir<br />

medrese ve köyün ilk mescidi ile ilk dergahının da bulunduğu külliye yer<br />

almaktaydı. Osmanlı Sarayı’na yakın bir kişi olan Şeyh Şerafettin sık sık<br />

Sultan Reşat tarafından dini konularda kendisine danışılmak üzere Saray’a<br />

davet edilmiştir. Bu dostluğun nişanesi olarak Sultan Reşat tarafından<br />

köye sakal-ı şerif hediye edilmiştir. Köydeki iki camiden birisi olan ve<br />

medresenin de bulunduğu külliyenin klasik bir Osmanlı eseri oluşu, köy<br />

meydanında Osmanlı Sultanı Sultan Reşad’ın tuğrasını taşıyan görkemli<br />

çeşme ve hâlâ işletilmekte olan ve talebenin ihtiyaçları için vakfedildiği<br />

bildirilen “Reşad Menba Suyu“ işletmesi, bu vakfiyenin bir mirası ve köye<br />

verilen önemin somut kanıtı olarak hâlâ ayaktadır. Özellikle Sultan Reşat<br />

Çeşmesi taşıdığı sanat ve mimarlık etkisi bakımından önemli bir eserdir.<br />

Atnalı kemerle dört yöne açılan çeşme cephelerinin dört cephesinde de<br />

birer kitabe yer almaktadır. Sultanın İstanbul’da inşa ettirdiği çeşmelerde<br />

dahi bu derece özenli bir işçilik görülmezken, bir köy meydanında bu<br />

nitelikte bir yapının bulunması Osmanlı Sultanı’nın köye verdiği manevi<br />

ve maddi desteği belgeler niteliktedir. Köyde, Yunan işgali sırasında Os-<br />

147


manlı dönemi yapıları önemli zararlar görmüş, günümüze bu dönemde<br />

aldığı yaralarla ulaşmıştır.<br />

TARİHİ GELİŞİM İÇİNDE İZMİT KÖRFEZİ<br />

VE DENİZCİLİĞİMİZ<br />

Doç. Dr. Mustafa HERGÜNER<br />

Harp Akademileri<br />

Anadolu Coğrafyası’ nın en stratejik bölgelerinden birisi “İzmit Körfezi”<br />

dir. İki okyanusu ve üç kıtayı birleştiren Anadolu coğrafyası İzmit Körfezi<br />

ile bir taraftan denizlere ve okyanuslara açılırken diğer taraftan dünyanın<br />

en stratejik geçitlerinden olan “Türk Boğazları” için de en önemli bir hinterland<br />

durumundadır.<br />

Nitekim gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk konuşlandığı<br />

bölge İzmit ve Körfez olmuştur. Bu arada belirtelim ki Askeri, Ticari ve<br />

Bilimsel Denizcilik yönünden İzmit Körfezi önemini devam ettirmekte dolayısı<br />

ile bu körfezin en büyük otoritesi olan Kocaeli Liman Başkanlığı’nın<br />

jeostratejik sorumluluğu giderek artmaktadır. 2015 yılı itibariyle Askeri<br />

Denizciliğimizin % 50’si Ticari denizciliğimizin %20’si ve bilimsel denizciliğimizin<br />

de önemli bir kısmının icra edildiği İzmit Körfezi’nin tarihi geçmişi<br />

incelenmiş ve bu önemin gelecekteki durumu değerlendirilmiştir.<br />

XVIII. YÜZYIL VE SONRASINDA İZMİT İSKELESİ İLE<br />

ARD ALANININ OSMANLI DENİZCİLİK<br />

FAALİYETLERİNDEKİ YERİ<br />

Ekrem GÜRDAL<br />

Bu çalışmada İzmit İskelesi ile İzmit havzasının Osmanlı denizcilik faaliyetlerindeki<br />

yeri incelenmektedir. İzmit jeopolitik konumu itibariyle,<br />

askeri, iktisadi ve içtimai açıdan Osmanlı Devleti için mühim bir yerdir.<br />

Asya, Ortadoğu ve Anadolu’dan Avrupa’ya malzeme, bilgi ve insan akışının<br />

sağlandığı güzergâh üzerinde bulunması İzmit ve iskelesinin önemini<br />

artırmaktadır. Kent bir nevi bölgenin dünyaya açılan kapısı olmuştur.<br />

Şehir, hem karadan hem de denizden İstanbul ile olan organik bağları<br />

148


nedeniyle her daim göz önündedir. İstanbul’un iaşesinin sağlanması adına<br />

gerekli olan her türlü ihtiyacın kolaylıkla temin edilebilmesi için deniz<br />

yolunun kullanılması daha yararlı ve kazançlıdır. İhtiyaç malzemelerinin<br />

yanı sıra askeri mühimmat sevkıyatı için deniz yollarının açık olmasına<br />

dikkat edilmektedir. Ayrıca Marmara Denizi’ndeki yolcu taşımacılığı açısından<br />

bakıldığında İzmit ve iskelesi oldukça canlıdır. Bu hareketlilik bölgeyi<br />

cazibe merkezi haline getirmektedir. Doğal afetler, salgın hastalıklar,<br />

göçler, savaşlar gibi bir takım sebepler denizcilik faaliyetlerini büyük<br />

ölçüde etkileyebilmektedir. İzmit İskelesi’nden yapılan sevkıyatı, askeri,<br />

sosyal ve ekonomik açıdan ele aldığımız bu çalışmada İzmit İskelesi’nin<br />

ve ard alanının bölgedeki etkinliğine ışık tutmaya gayret gösterdik. Söz<br />

konusu olan dönem içerisinde İzmit ve iskelesi ile ilgili, Osmanlı denizcilik<br />

faaliyetleri üzerine bazı tespit ve değerlendirmeler yapmaya çalıştık.<br />

MADEN NAKLİYECİLİĞİNDE BİR GÜZERGÂH:<br />

İZMİT İSKELESİ<br />

Yaşar ÖCAL<br />

Osmanlı Devleti’nde kara ulaşımı ile deniz ulaşımı iç içe geçmiş; İstanbul,<br />

Samsun, İzmit, İskenderun, Mersin, Trabzon, Alaiye, İzmir, Sinop iskeleleri<br />

kendi hinterlandındaki kara ulaşımının nihayetindeki noktalar olmuşlardır.<br />

Maden taşımacılığında kullanılan iskeleler genel de Samsun,<br />

İzmit, İskenderun ve Mersin’de bulunuyordu. Bu iskeleler, kendilerine<br />

en yakın veya günün ulaşım koşullarında en kolay ulaşılabilecek maden<br />

işletmelerinde üretilen madenlerin nakledildikleri önemli güzergâhlardı.<br />

Maden işletmelerinde üretilen madenler, başkentteki darphaneye bu<br />

güzergâhlar yoluyla ulaştırılıyordu.<br />

Bulgardağı ve Bereketli madenlerinden elde edilen kurşun, gümüş ve altın,<br />

daha sonraki dönemlerde Mersin iskelesine kaymış olsa da önceleri<br />

İzmit iskelesi yoluyla nakledilmiştir. Bozkır madenlerinden elde edilen<br />

kurşun ve gümüş nakliyesinde sonraları Alaiye İskelesi kullanılsa da işletmenin<br />

ilk dönemlerinde İzmit İskelesi kullanılmıştır. Hüdavendigar<br />

bölgesi madenlerinden elde edilen muhtelif cins cevher de genel olarak<br />

İzmit iskelesi yoluyla taşınmaktaydı. Ergani ve Keban madenlerinde üretilen<br />

gümüş ve bakır bir süre kara yoluyla İzmit iskelesine kadar götürülüyor,<br />

oradan da deniz yoluyla darphaneye naklediliyordu. Yine 19. yüzyılın<br />

son çeyreğine kadar önemli bir gümüş ve kurşun üretim merkezi olan<br />

149


Bozok sancağındaki Akdağ Maden-i Hümayununda üretilen madenler<br />

genelde Samsun İskelesi üzerinden başkente gönderilse de bazı dönemlerde<br />

İzmit iskelesi üzerinden darphaneye ulaştırılıyordu. Anılan maden<br />

işletmeleri dışında da birçok maden işletmesinin kullandığı İzmit iskelesine<br />

kadarki güzergâhta yoğun olarak develer kullanılmıştır. Genelde<br />

Anadolu’dan İstanbul istikametine getirilecek mahsuller, temin edilen<br />

develerle İzmit’e kadar getiriliyor buradan da küçük gemilerle başkente<br />

taşınıyordu.<br />

19. yüzyılda Osmanlı’nın Anadolu coğrafyasında üretim faaliyetlerinde<br />

bulunan ve devlet tarafından faaliyetlerine devam ettirilen ‘maden-i hümayun’<br />

işletmelerindeki madenlerin darphaneye ulaştırılması sürecinde;<br />

madenlerin çıkış noktalarından İz(nik)mit İskelesine kadar ki takip edilen<br />

yol ve kullanılan nakliye araçları ile madenlerin bu iskeleden darphaneye<br />

ulaştırılması üzerinde durulacaktır.<br />

BUHAR DEVRİNDE İZMİT TERSANESİ<br />

Evren MERCAN<br />

Uzun yıllar İzmit Körfezi stratejik geçiş güzergâhlarına yakınlığı ve geniş<br />

hinterlandı ile Osmanlı için vazgeçilmez bir deniz üssü niteliğindeydi. Kürek<br />

ve bilhassa Yelken Devri’nde düşük tonajlı, orta ve küçük cesametteki<br />

ahşap gemilerin inşa edildiği İzmit Tersanesi, kereste gereksinimine büyük<br />

ölçüde cevap veren elverişli ormanlara ve payitahta yakınlığı ile kritik<br />

önemi haiz bir merkez konumundaydı.<br />

19. yüzyılın ikinci çeyreğinde denizcilik alanında vuku bulan devrimsel gelişmeler,<br />

muharip gemileri deplasman, ateş gücü, hız ve manevra nispetinde<br />

yapısal değişiklikler geçirmesini ve buna mukabil gemi inşa teknolojilerinin<br />

de baştan aşağı değişmesini zorunlu kılmaktaydı. Birinci Dünya<br />

Savaşı boyunca devam edecek olan “Buhar Çağı” olarak adlandırılan bu<br />

dönemde İzmit Tersanesi, yeni teknolojiye ayak uydurma adına bir dizi<br />

modernizasyon girişimine tabi tutulsa da gemi inşa kulvarında dikkate<br />

değer ölçüde gerilemişti. 19’uncu yüzyıl süresince Osmanlı Devleti’nin en<br />

büyük sanayi altyapısını oluşturan Tersane-i Amire’ye daha çok destek<br />

mahiyetinde kalan İzmit Tersanesi, 1840’dan 1909 yılında lağvedilmesine<br />

kadar korvet, gambot, buharlı vapur ve kruvazör sınıfında gemilerin inşasına<br />

ev sahipliği yapmak bir yana, donanmanın torpido ateş, harp düzeni<br />

150


ve düşman ile müsademe talimlerinin düzenli olarak icra edildiği stratejik<br />

üs olma özelliğini de korumuştu.<br />

Bu çalışmada Buhar Çağı boyunca İzmit Tersanesi’nde yürütülen gemi<br />

inşa tecrübeleri ve üretim verimliliği dışında bölgenin Osmanlı Donanması<br />

açısından stratejik önemi ele alınacaktır. Bunun için İzmit Tersanesi<br />

ile ilgili arşiv vesikaları ile Deniz Harp Tarih ile ilgili araştırma eserlerden<br />

faydalanılacaktır.<br />

TCG YAVUZ: KOCAELİ’NDE BİR SANCAK GEMİSİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Yasemin NEMLİOĞLU KOCA<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin kaderini değiştiren iki gemiden bir olan Goeben kruvazörü<br />

16 Ağustos 1914 günü direğine Türk Bayrağı çekilerek “Yavuz”<br />

adını aldı. Bu tarihten sonra Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sancak<br />

gemisi olan Yavuz gemisi Türk tarihinde her dönemde önemli rol oynadı.<br />

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişine neden olan gemi, savaş<br />

yıllarında Osmanlı Donanması’nın en büyük savaş gücünü de oluşturmaktaydı.<br />

Mondros Ateşkes Antlaşması sonunda İtilaf Devletleri’nce tehlike<br />

oluşturacağı düşüncesiyle İstanbul’da istenmeyen Yavuz, cephanesi<br />

alınarak İzmit’e gönderildi. Böylece sonraki yıllarda Türk Donanması’nın<br />

da Kocaeli’de konuşlanmasını sağlayarak, Kocaeli’yi tekrar Türk denizciliğinin<br />

merkezi haline getirecek faaliyetler başladı. Kurtuluştan sonra<br />

Yavuz’un onarılması için Gölcük bölgesinde bir havuzun yapılması, bir<br />

anlamda Kocaeli/Gölcük’ü Deniz Kuvvetleri ile özdeşleştirecek olan yolun<br />

başlangıcı olmuştur. Yavuz Kruvazörü 1927 yılında Gölcük’te havuzlanmıştır<br />

ve bugün gemi ve denizaltılar inşa eden Gölcük Tersanesi’nin<br />

ilk temelleri de bu dönemde atılmıştır. Yavuz Kruvazörü 1930 yılında<br />

onarımının tamamlanmasından sonra Türk Deniz Kuvvetleri’nin sancak<br />

gemisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin de denizlerdeki gücünün simgesi<br />

oldu. Yavuz tarihindeki en acı görevini 19 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün<br />

naaşının İstanbul’dan İzmit’e nakletmekle yaptı. Sonraki dönemlerde denizlerdeki<br />

faaliyetleriyle hem donanmanın, hem de Kocaeli’nin simgesi<br />

olarak adını yeni Yavuz gemilerinde yaşattı. Çalışmada 100. yaşını kutlayan<br />

Yavuz gemisinin Türk donanması ve Kocaeli tarihindeki yeri ve önemi<br />

açıklanacaktır.<br />

151


OKLA YÜKSELEN MİLLET<br />

Doç. Dr. Erkan GÖKSU<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Türklerin, tarih boyunca gösterdikleri askerî başarılarının geri planında<br />

yatan en önemli faktör, son derece gelişmiş bir silah teknolojisine sahip<br />

olmalarıdır. Bu konuda ön plana çıkan ilk örnek ok ve yaydır. Kompozit<br />

yapıya sahip olan Türk yayları ve bu yayın teknik gelişmişliğine uygun<br />

oklar, her devirde Türklerin en etkili silahı olmuştur. Başta Çin ve Roma<br />

olmak üzere birçok devlet bu silahlardan etkilenmiş ve bu silahların savaşlardaki<br />

işlevi, harp tarihi bakımından bir devrim etkisi yaratmıştır. Bu<br />

bakımdan, çok farklı ve geniş coğrafyalarda hâkimiyet tesis eden Türklerin,<br />

Çin, Roma, Bizans gibi devletler karşısında üstünlük kurabilmelerine<br />

imkân tanıyan en önemli unsurun, kendine has özellikler taşıyan ve bu<br />

bakımdan başka toplumlar tarafından kullanılan benzerlerinden ayrılan<br />

ok ve yay gibi Türk silahları olduğunu söylemek mümkündür.<br />

OK ÇEŞİTLERİ VE YAPIM TEKNİKLERİ<br />

Prof. Dr. Metin ORHAN<br />

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi<br />

Okçuluklarındaki yetenekleriyle dünyaya nam salmış olan Türkler sportif<br />

okçuluğu da kurumsallaştıran ilk millettir. Dünyaya “menzil okçuluğu”<br />

(flight archery) kavramını da hediye etmişlerdir. 847 metreye kadar gibi<br />

inanılması güç bir mesafelere attıkları menzil okları da aerodinamiğin<br />

ve dönemin teknolojisinin son ürünleridir. Bu makalede menzil oklarının<br />

yanı sıra savaşta kullanılan ok çeşitleri ve yapımlarına da değinilecektir.<br />

152


ATLI OKÇULUKTA AT VE BİNİCİ EĞİTİMİ<br />

İrfan GÜRDAL<br />

Kültür ve Turizm Bakanlığı<br />

Tarihte Türk savaşçılığının en etkili uygulamalarından biri de hiç şüphesiz<br />

atlı okçuluktur. Ateşli silahların kullanılmaya başlamasıyla gözden düşen<br />

atlı okçuluğun derin tecrübeleri ve talim metodları, ne yazık ki zaman<br />

içinde büyük ölçüde unutulmuş ve günümüze çok az kaynak ulaşabilmiştir.<br />

Bir savaş uygulaması olan atlı okçuluğun yüzlerce yıl aradan sonra<br />

spor olarak yeniden uygulanmaya başlandığı günümüzde eski tecrübelerle<br />

birlikte yeni eğitim metodlarına ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Az sayıdaki gönüllü atlı okçunun gayretleri ile ortaya konan at ve binici<br />

eğitimi yöntemleri bu bildirinin konusunu oluşturmaktadır.<br />

TÜRK YAYI VE YAPIMI<br />

Dr. Yaşar Metin AKSOY<br />

Dânişmend Atlı Spor Kulübü<br />

Dünya yazılı basınına “Türk Yayı” olarak girmiş olan yay, Asya kompozit<br />

yayının binlerce yıl boyunca evrimleşmesi sonucu meydana gelmiş ve Osmanlı<br />

Devleti’nde en mükemmel şeklini almıştır. Asya kompozit yayında<br />

olan uzun başlar kısaltılarak kirişin üzerindeki yük azaltılmış, yay kollarına<br />

üstten yapıştırılan kabza sal denilen yay kollarının içine dâhiyane<br />

bir şekilde gömülerek salın kabzaya daha yakın bükülmesi sağlanmış,<br />

yay boyu kısaltılarak oka aktarılan enerji (yay verimi) artırılmıştır. Ortaya<br />

çıkan yay, ağır okları, atası olan yaylar kadar atabilmenin yanı sıra hafif<br />

okları da daha uzun mesafeye atabilmektedir. Türk yayının efsanevi ünü<br />

işte bu uzun mesafeye attığı oklardan gelmektedir. Bu bildiride literatürde<br />

“Türk Yayı” veya “Osmanlı Yayı” olarak bahsedilen yayın yapılışından<br />

bahsedilecektir.<br />

153


OSMANLILAR DÖNEMİNDE SPORTİF BİR AKTİVİTE<br />

OLARAK MENZİL YARIŞMALARI VE MENZİL TAŞLARI<br />

Zafer Metin ATEŞ<br />

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, okçuluk faaliyetlerinin gerçekleştirildiği<br />

34 büyük meydan tahsis edilmiştir. Çeşitli illerdeki bu yerler “okmeydanı”<br />

olarak anılırdı. Okmeydanlarında, belirlenmiş kural ve tertip<br />

içerisinde, üzerlerinde sürekli olarak sportif faaliyetler gerçekleştirilirdi.<br />

Buralarda atıcıların toplandıkları mekânlar da kemankeşler tekkesi, tirendazlar<br />

zaviyesi ve atıcılar dergâhı gibi isimler almıştır. Yalnız geçici,<br />

hatta devamlı olarak ok atılan her yere okmeydanı denmemektedir. Okmeydanları<br />

etrafı sınır taşları ile çevrilen, içinde gerekli binaları bulunan,<br />

büyük okçuların menzil taşlarını ihtiva eden, kendine has kadrosu ve<br />

ödenekleri bulunan spor tesisleridir. Şüphesiz bu ok meydanlarının en<br />

ünlüsü, İstanbul Okmeydanı’dır.<br />

GEBZE’NİN ESKİHİSAR KÖYÜNDE KOLERA<br />

Yrd. Doç. Dr. Baki ÇAKIR<br />

Fatih SARIKAYA<br />

Kırıkkale Üniversitesi<br />

Celal Bayar Üniversitesi<br />

Anadolu’nun Dersaadet’e giriş kapısı İzmit sancağının Gebze kazasıydı.<br />

Gebze kazasının Eskihisar köyünde 1892 yılında belgelerin diliyle koleraya<br />

benzer hastalıktan dolayı bir ölüm vakası meydana geldi. Dersaadete<br />

olan yakınlığı ve Dersaadet’in giriş kapısı olması hasebiyle İmparatorluk<br />

için büyük bir tehlike olarak görülen bu ölüm hadisesinden dolayı alınan<br />

tedbirler, uygulanan karantina, halkın olaya verdiği tepki ve yine devletin<br />

olaya yaklaşımı bu çalışmada anlatılacaktır.<br />

154


1897-1898 YILLARINDA GEBZE KAZASINDA<br />

HAYVAN VEBASI<br />

Yrd. Doç. Dr. Kurtuluş DEMİRKOL<br />

Gebze Teknik Üniversitesi<br />

Adı geçen yıllarda Kocaeli sancağına bağlı bir kaza olan Gebze’de veba-i<br />

bakari olarak adlandırılan hayvan hastalığı gözükmüştür. Başkent İstanbul’a<br />

olan yakınlığı ve daha da önemlisi Anadolu’dan gelen hayvanların<br />

İstanbul ile arasında son geçiş noktası olması sebebiyle Gebze mezkûr<br />

konuda çok önemlidir. Eğer Gebze’den İstanbul’a hastalıklı hayvan sevkiyatı<br />

yapılırsa bu Dersaadet’in tamamında bir salgın hastalığa yol açabileceği<br />

gibi İmparatorluğu her anlamda zor durumda bırakacaktır. Durumun<br />

öneminin farkında olan yönetimin bu konuda yaptığı çalışmalar,<br />

aldığı tedbirler, bu konu için ayrılan bütçe, ayrıca mahalli yönetimin çalışmaları<br />

tebliğimizin konusunu oluşturacaktır.<br />

İZMİT BELEDİYE TABİPLERİ (19. YÜZYIL)<br />

Prof. Dr. Nermin ERSOY<br />

Yrd. Doç. Dr. Rahime AYDIN ER<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

19. yüzyıla ait Osmanlı Arşiv Belgelerinde İzmit’te bir tabip varlığına ilişkin<br />

en eski belge 31 Ekim 1828 tarihine aittir. Diğerleri ise İzmit’te bulunan<br />

Karantinaya bir tabip tayin edilmesinden (22 Nisan 1841); Mösyö<br />

Balatos’un (8 Şubat 1858) ve Militadi Payolanos (20 Nisan 1858) İzmit’te<br />

tabiplik edebilmesinden; Meclis-i Tıbbiye’den Doktor Baranak’ın (12<br />

Mayıs 1860) ve Doktor Aleksandır’ın İzmit’e memleket tabibi olarak tayin<br />

edilmesinden (16 Eylül 1860); İzmit ve köyleri ahalisinin hastalarına<br />

bakan devlet tabibi Tatos Kirkor’un azl edildiği ve yerine bir başkasının<br />

(10 Ekim 1864), İzmit Belediye Tabibi Kanyoli’nin yerine de İtalya Tıbbiyesi’nden<br />

mezun Nilis’in tayin edildiği (19 Eylül 1865) bildirilmektedir.<br />

Belgelerden anlaşıldığı üzere bölge halkının hastalanması üzerine tedavisinden<br />

sorumlu olan hekim, memleket ya da devlet tabibi gibi isimlerle<br />

anılmaktadır.<br />

155


1871 yılında İzmit’te ilk kez Kasap Tahir Ağa Belediye Başkanı olmak üzere<br />

üçü Müslüman, üçü gayrimüslimden oluşan Belediye Meclisi kurulmuştur.<br />

Bu tarihten sonra halkın sağlık sorunlarıyla ilgilenen hekimler<br />

için çoğunlukla belediye tabibi adı kullanılmaya başlanmıştır. İzmit Belediye<br />

Tabipliği ile ilgili ilk belge 6 Mart 1884 tarihlidir ve İzmit Belediye<br />

Tabibi Kirkor Efendiye rütbe verildiğini bildirmektedir. 20 Ocak 1890 tarihli<br />

belgede İzmit Memleket Tabibi Cerrahyan ile Karamürsel Belediye<br />

Tabibi Nazım Efendinin taltif edilmesinden; 18 Ağustos 1891 yılında İzmit<br />

Belediye Tabibi Dimitraki’nin öldüğünden; 7 Eylül 1892 yılında Mehmed<br />

Suphi Efendinin İzmit Belediye Tabibi olarak tayin istediğinden ve uygun<br />

bulunduğundan; 30 Aralık 1894 tarihli belgede İzmit Belediye ve Hapishane<br />

Tabibi’nin Yahi Efendi olduğundan ve taltif edildiğinden; 11 Şubat 1895<br />

tarihli belgede İzmit Sancağı Belediye Tabibi’nin Ahmet İbrahim olduğundan;<br />

27 Temmuz 1896 tarihli belgede İzmit Belediye Tabibi olarak Hafız<br />

Mehmet Efendi olduğunda ve görevinin 4 Temmuz 1904’e kadar devam<br />

ettiği görülmektedir.<br />

Bu nedenle bildiride; İzmit Belediyesi’nin kurulduğu yüzyılda kentimizde<br />

sağlık hizmeti sunmuş olan hekimler ile İzmit belediye tabipleri hakkında<br />

edinilen bilgilere yer verilecektir.<br />

KOCAELİ SANCAĞI’NIN ADAPAZARI VE DİĞER<br />

KAZALARINDAKİ ECZACILARI (1874-1954)<br />

Eyüp Talha KOCACIK<br />

Geçmişi antik çağlara kadar uzanan Kocaeli ve civarı tarih boyunca çok<br />

farklı uygarlıkların yaşam alanı bulduğu, geliştiği bir bölgedir. Bu süreçte<br />

en büyük gelişimini ise Osmanlı döneminde imparatorluğun başkentine<br />

yakın ve Anadolu’ya açılan bir kapı olmasından dolayı göstermiştir. Kocaeli<br />

gelişmiş bir Osmanlı vilayeti olmakla birlikte sınırları da günümüze<br />

göre daha geniş bir araziyi ihtiva ediyordu. Yalova, İznik, İstanbul’un bir<br />

bölümü, Adapazarı ve çevresi de bu merkeze bağlı idi. Adapazarı bölgenin<br />

son derece verimli bir ovası olması nedeniyle burada tarım faaliyeti her<br />

zaman ağır basmış ve Adapazarı’nın şehirleşmesi gecikmiştir.<br />

Eczacılık tarihi açısında incelediğimizde, İzmit’te bildiğimiz kadarıyla ilk<br />

eczane 1866 yılında Serope Bulutyan tarafından açılmıştır. “Bulutyan Eczahanesi”<br />

şehirde uzun yıllar tek eczane ve ecza deposu olarak faaliyet<br />

156


göstermiş hatta Anadolu’nun birçok şehrine ilaç ve ıtriyat tedarikini sağlamıştır.<br />

Bugünkü bilgiler ışığında Adapazarı’ndaki ilk eczanenin 1874 yılında<br />

Aleksandros Yorgiyadis’e ait olduğunu görmekteyiz. Bulabildiğimiz<br />

ilk ecza depoları 1891 yılına tarihlenmektedir. Ecza deposu sahipleri ise<br />

Salih Berberoğlu, Kirkor Agonyan, Setrak Athanasyan, Stefan Karakalpak<br />

ve Ohannes Muradyan olmuştur. Bu ecza depolarının pek çoğunun<br />

“afyon” ticareti ile uğraştıklarını da görmekteyiz.<br />

Bu bildiride 1874 tarihinden başlayıp 1954 yılına kadar Kocaeli vilayete<br />

bağlı en büyük kaza olan Adapazarı ve civar kazalarında eczane açmış,<br />

hastanelerde görev yapmış, askeri eczacı olarak burada bulunmuş eczacıları<br />

tespit etmek amaçlanmıştır.<br />

KOCAELİ’NDE GEBELİK, DOĞUM, LOHUSALIK VE<br />

YENİDOĞANA İLİŞKİN GELENEKSEL UYGULAMALAR<br />

Prof. Dr. Nermin ERSOY<br />

Belgin BABADAĞ<br />

Pervin ŞAHİNER<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Gelenek ve görenekler; bir topluluk veya toplumda çok eskilerden bu<br />

yana saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel<br />

kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışları kapsayan uygulamalardır.<br />

İlkel çağlardan beri evlenme, doğum, ölüm gibi geçiş dönemleri,<br />

farklı kültür ve inançtaki insanlar arasında çeşitli inanış ve retüellerle<br />

adeta kutsanmıştır. İnsan yaşamının önemli geçiş dönemlerinden olan<br />

gebelik, doğum, lohusalık dönemleri ve bebek sahibi olma, hemen hemen<br />

her kültürde mutlu bir olay olarak kabul edilmekte ve fizyolojik, psikolojik,<br />

sosyo-kültürel bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle<br />

bu dönemler geleneksel kültürümüzden oldukça etkilenmektedir.<br />

Türkiye coğrafi konumu sebebiyle, tıbbi folklor açısından birçok farklı<br />

kültürün bir araya gelip farklı sentezlerin oluştuğu bir ülkedir. Ülkemizde<br />

gebelik, doğum ve bebek bakımına ilişkin yapılan çalışmalarda; işlevsel<br />

olmayan uygulama ve inançların halen bulunduğu, kadının ve bebeğin<br />

sağlığını etkilediği, bu konuda yapılacak eğitimlerin gerekli ve yararlı olduğu<br />

bildirilmektedir.<br />

157


Buradan yola çıkarak araştırmamızda, Kocaeli’nde kadınların gebelik,<br />

doğum, lohusalık ve bebek bakımına ilişkin geçmişte uyguladıkları ve/<br />

veya halen uygulamakta oldukları geleneksel uygulamaları tanımlamak,<br />

ortaya çıkacak sonuca göre sağlığı tehdit eden uygulamalar karşısında<br />

neler yapılabileceğine yönelik önerilerde bulunmak amaçlanmıştır. Çalışma<br />

yüz yüze görüşme tekniği ile Kasım, Aralık 2015 tarihleri arasında<br />

yapılmıştır. Elde edilen gebelik, doğum, loğusalık ve yenidoğana ilişkin<br />

geleneksel uygulamaların bazılarının kadına ve yenidoğana zarar verebilecek<br />

boyutta olduğu tesbit edilmiştir.<br />

EBELERLE KOCAELİ’NİN 50 YILLIK DOĞUM SERÜVENİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Rahime AYDIN ER<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Ebeleri yok ettiğinizde kadınlar arasında paylaşılan ve bir grup cerrahın,<br />

erkek kadın doğumcuların, bir araya getiremeyecekleri derin bir bilgi birikimini<br />

de yok etmiş olursunuz, çünkü cerrahlar ve tıbbi eğitim almış<br />

doktorlar dünyasındaki doğum ile duygudaş kadınlar arasındaki doğum,<br />

fizyolojik olarak aynı şekilde gerçekleşmez.<br />

Ebe Ina May Gaskin “Spiritual Midwifery” kitabından<br />

Bu topraklarda ebeler doğumun esas kahramanı olarak; saraylarda,<br />

konaklarda, hastanelerde ve evlerde doğum öncesinde, doğumda ve doğum<br />

sonrasında kadınların yardımcısı ve destekçisi olmuşlardır. Bununla<br />

birlikte yeni doğan bebeğin bakımı ve beslenmesiyle ile ilgili görevleri<br />

de yerine getiren ebeler, toplumda her zaman saygın bir yer edinmiştir.<br />

Ebeliğin meslek olarak kabul edilmesi ve mesleki eğitime başlanması<br />

hekimbaşı Abdülhak Molla’nın teklifi doğrultusunda, Mekteb-i Tıbbiye-i<br />

Şahane (Askeri Tıbbiye)’de ebelik kurslarının açılması ile başlamıştır<br />

(1843). Bu tarihten sonra ebelik eğitimi almamış ve çalışma ruhsatı olmayan<br />

ebelerin çalışması yasaklanmış, yasağa rağmen ebelik yapmaya<br />

devam eden kadınlar cezalandırılmıştır. 1880 yılında Dr. Besim Ömer<br />

Paşa tarafından ebelik eğitimi güncellenmiş, eğitime başvurabilme koşulu<br />

olarak Türkçe bilme ve 30 yaşını aşmammış olma koşulları getirilmiş,<br />

eğitim konuları içerisine hasta bakımına ilişkin konular da eklenmiştir.<br />

158


Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra ilk ebelik okulu Haydarpaşa Tıp Fakültesi<br />

bünyesinde açılmış (1928), bunu doğumevleri bünyesindeki köy<br />

ebe okulları (1937) ile sağlık meslek liselerinde (1978) ve sağlık meslek<br />

yüksekokullarında (1985) açılan eğitim programları izlemiştir. 1996 yılında<br />

lisans eğitimine temellenen ebelik, açılan yüksek lisans (2000) ve<br />

doktora (2012) programları ile mesleki gelişimini sürdürmeye devam etmektedir.<br />

Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kocaeli’nde hizmet eden ebelere ilişkin en<br />

eski belge 10 Ekim 1859 tarihli olmakla birlikte, 1902 tarihli başka bir<br />

belgede İzmit’e bağlı belediyelere ebe tayin edildiğini görmekteyiz. Kocaeli’nin<br />

yakın tarihine ışık tutması inancıyla, bu bildiride meslekte 35 yılını<br />

doldurmuş, gerek evde gerekse bir kurumda birçok doğum yaptırmış ve<br />

doğuma tanık olmuş ebelerle yapılan bireysel derinlemesine görüşmeler<br />

doğrultusunda, ebelik mesleğine ve doğuma ilişkin edinilen bilgilere yer<br />

verilecektir.<br />

İZMİTLİ OSMANLI ÂLİMİ KARA DÂVÛD’A NİSBET EDİLEN<br />

KELÂM ESERLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME<br />

Yrd. Doç. Dr. Recai ÇETRES<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Karadâvudzâdeler ismiyle meşhur olan ulemâ ailesinin ilk temsilcisi olan<br />

Dâvûd b. Kemâl el-İzmitî (ö. 948/1541) İzmit’te doğmuş olup Kara Dâvud<br />

diye tanınmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde yetişmiş olan veeğitiminiOsmanlı<br />

döneminin önemli âlimlerinden tamamlayan Kara Dâvûd,<br />

sırasıyla Bursa Kaplıca, Trabzon, Edirne Üç Şerefeli ve Sahn-ı Semân<br />

Medreselerinde müderrislik görevlerinde bulunmuş ve 929’da (1522-23)<br />

yılları arasında Bursa Kadılığına getirilmiştir. 948 (1541) senesinde vefat<br />

etmiş olup türbesi Bursa ili Yıldırım İlçesinde bulunmaktadır.<br />

Yalnızca kendi döneminin dikkate değer âlimlerinden biri olmakla kalmayan<br />

Kara Dâvûd’un soyundan Karadâvûdzâdeler adıyla anılan birçok<br />

âlim yetişmiştir. Özellikle mantık sahasındaki eserleri ile tanınan Kara<br />

Dâvûd’a Ma’lûmât, Şerhu Kasideti’n-nûniyye gibi birtakım kelâm eserleri<br />

de nispet edilmiştir. Ancak bu eserlerin Kara Dâvûd’a ait olup olmadığı<br />

araştırmaya muhtaçtır. İşte bu çalışma Osmanlı döneminde İzmit’in yetiştirdiği<br />

önemli âlimlerden Kara Dâvûd’a nispet edilen kelâm eserlerin<br />

aidiyetini sorgulayacak ve onun eserlerine dair doğru bir listeyi ortaya<br />

çıkarmaya çalışacaktır.<br />

159


KOCAELİLİ BİR ÂLİM: MUHYİDDİN MUHAMMED<br />

EFENDİ VE NOKTATÜ’L-BEYÂN ADLI ESERİ<br />

Prof. Dr. Muhittin ELİAÇIK<br />

Kırıkkale Üniversitesi<br />

Muhyiddîn Muhammed Efendi tefsîr ve fıkıh ilminde öne çıkmış Kocaelili<br />

bir âlim olup, asıl adı Muhammed bin Muslihuddîn Mustafa’dır. Ancak,<br />

Kocaeli evliyâsından Şeyh Muhyiddîn’in dâmâdı olduğundan Muhyiddîn<br />

ve daha çok da Şeyhzâde lakabı ile anılmıştır. Babası, Sultan II.Bayezid<br />

devri şeyhlerinden Şeyh Mustafa Muslihuddîn Efendi olup bu zât, İstanbul’da<br />

Hırka-ı şerîf Câmii yakınında Tahta Minareli Mescid’i yaptırmıştır.<br />

Şeyhzâde, tasavvufa yönelmiş, çeşitli medreselerde müderrislikler yapmış,<br />

Efdâlzâde adlı âlimin hizmetinde bulunmuştur. Emekliye ayrıldıktan<br />

sonra, kendi yaptırdığı mescidinde ibâdet ve tâatle meşgûl olmuştur.<br />

Şeyhzâde Muhyiddin Efendi birçok eser yazmış olup bunlar: Hâşiyetün<br />

alâ-Envâr-it-tenzîl lil-Beydâvî, Şerhü’l-Vikâye fî-mesâil-il-Hidâye, Şerhü’l-Ferâidi’s-Sirâciyye,<br />

Şerhü’l-Miftâh lis-Sekkâkî, Şerhu Kasîdeti’l-Bürde,<br />

Hâşiyetün alâ- Meşârıki’l-Envâr li’s-Sâgânî, Tefsîr-i sûre-i<br />

İhlâs, Ta’lîkâtün alâ-şerhi’l-Hidâye li-İbni Mektûm, Şerhu Kavâidi’l-İ’râb,<br />

Noktatü’l-Beyân gibi eserlerdir. Noktatü’l-Beyân, onun 60 sayfalık tasavvufî<br />

bir eseri olup kütüphanelerde birçok nüshasının bulunması çok<br />

okunan bir eser olduğunu göstermektedir. Bu eser: “Risâle-i Noktatü’l-Beyân<br />

min-te’lîfi Hazret-i Şeyhzâde başlığı altında başlamakta ve<br />

besmeleden sonra şöyle devam etmektedir: Se-nürîhim âyâtinâ fi’l-âfâki<br />

ve fî-enfüsihüm hattâ yetebeyyene lehüm ennehü’l-hakk. Ey Talib bil ve<br />

âgâh olun kim âfâkda nişânlar vardur senün nefsünde dahi vardur, pes<br />

her kimse ki ‘âlemün nişânların kendü nefsinde bildi Allahı bildi, nitekim<br />

hadîs-i şerîfde buyurdı: Men arefe nefsehu fe-kad arefe rabbehu. Ey tâlib<br />

insânun cehli kendüye hicâb-ı azîmdür ve mihnet-i delimdür, gâyet<br />

yakınlığından göremezler anuniçün ırak gözedürler. Nitekim Hak ta’âlâ<br />

buyurur: Ve nahnu akrebu ileyhi min-habli’l-verîd. Pes ey tâlib, insânun<br />

şunun gibi mertebe-i kurbiyyeti vardur ki mahbûb-ı melâikedür ve efdal-i<br />

halâyıkdur ve mazhar-ı vechullah ve sırr-ı kuderullahdur. Beyt: Medh-i<br />

în âdem ki nâmeş me-berem-Kâsıram ger kıyâmet beşerem. Pes insâna<br />

hayf ola ki kendüyi gaflet perdesinden çıkarmaya varta-i helâkdan kurtarmaya…”<br />

160


Bu eser, 22 fasıl olup her fasılda bir nokta (hakikat) anlatılmıştır. Birinci<br />

fasıl şöyledir: “Ey birâder-i âşık maksûdun bu kim nokta menba’-ı hakîkat-ı<br />

eşyâdur kuvvet-i ezelîdür kâim bi’z-zâtdur bunun sırrında nesne istid’â<br />

idersin bu tafsîli key dinle ki iltimâsun hâsıl ola inşâallah. Bilgil kim<br />

Hazret-i risâlet s.a.v. bir niçe nesne evvel yaradılmışdur diyü buyurdı. Evvele<br />

mâ halaka’llahu’l-’akl. Ve dahi evvele mâ halaka’llahu rûhî. Ve dahi<br />

evvele mâ halaka’llahu’l-kalem. Ve dahi evvele mâ halaka’llahu nûr. Ve<br />

dahi melek-i mukarreb didi. Ve bu cevher-i evvel didi. Cümlesi bir midür<br />

yohsa her birinün hakîkati ayru mıdur? Ey birâder cümlesi bir hakîkatdür<br />

ammâ izâfât u i’tibârât yöninden esâmî-i muhtelife eylemişlerdür……”<br />

Bildirimizde Kocaelili Muhyiddin Muhammed Efendi ve Noktatü’l-Beyân<br />

adlı eseri tüm yönleriyle analitik biçimde incelenecek ve muhtevası ile<br />

üslûbu karşılaştırmalı biçimde ortaya konulacaktır.<br />

MEŞHUR BEYDÂVÎ ŞÂRİHİ ŞEYHZÂDE MUHYİDDİN<br />

MUHAMMED B. MUSTAFA EL-KOCEVÎ’NİN HURÛF-I<br />

MUKATTAA İLE İLGİLİ BİR RİSALESİ<br />

Doç. Dr. Mehmet ÇİÇEK<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Bu tebliğde sadece Türkiye’de değil İslam coğrafyasında da Kocevî nisbesiyle<br />

meşhur olan Şeyhzâde Muhyiddin Muhammed b. Mustafa el-Kocevî’ye<br />

(h. 951/m. 1544) ait bir risaleyi inceleyeceğiz. Risalemiz, Süleymaniye<br />

Kütüphanesi Reisülküttab bölümü 1115 numarada kayıtlıdır. Bu<br />

yazma, risalelerden oluşan bir mecmuadır. Yazmanın girişinde de içerdiği<br />

eserlerin adını veren bir fihrist bulunmaktadır.<br />

Tebliğde öncelikle risalenin Şeyhzâde’ye aidiyeti meselesi irdelenecektir.<br />

Zira risalenin müellifinin Şeyhzâde olduğuyla ilgili sadece fihrist kısmında<br />

bilgi verilmektedir. Bunun dışında risalenin Şeyhzâde’ye aidiyetiyle ilgili<br />

bir bilgi bulunmamaktadır. Risalenin ferağ kaydı da mevcut değildir.<br />

Risalenin müellifini tespit sadedinde Şeyhzâde’nin meşhur tefsiri Beydâvî<br />

hâşiyesindeki ifadelerle bu risaledeki bilgiler karşılaştırılacaktır.<br />

Tebliğde ele alacağımız ikinci mesele risalenin adıdır. Yazmanın başındaki<br />

fihriste göre eserimiz “Risale fî keşfi mâ yetealleku bi sûreti’l-Bakara”<br />

adını taşımaktadır. Ancak risalenin bulunduğu varakta eserin adı bulun-<br />

161


mamaktadır. Bununla birlikte eseri tanıtıcı bir cümleyle risaleye giriş yapılmaktadır.<br />

Tebliğimizde risalenin adı hem verilen bu bilgilerden hem de<br />

içerikten hareketle tespit edilmeye çalışılacaktır.<br />

Risalenin müellifi ve adı ile ilgili bilgi verildikten sonra içeriği gün yüzüne<br />

çıkartılacaktır. Nitekim iki varaktan oluşan risale, Bakara suresinin<br />

başında bulunan hurûf-ı mukattaa ile ilgilidir. Buna göre Şeyhzâde, Beydâvî’nin<br />

konuyla ilgili Envâru’t-tenzîl’inden bir cümleyle risalesine giriş<br />

yapmaktadır. Ancak bu risalenin içeriğinin, Şeyhzâde’nin Beydâvî hâşiyesinde<br />

aktardığından farklı olduğu görülmektedir. Nitekim risalede müellifimiz<br />

Şeyhzâde’nin Beydâvî hâşiyesinde nakledilmeyen Zemahşerî’nin<br />

Keşşâf’ından ve bazı Keşşâf hâşiyelerinden alıntılar yapılmaktadır. Bu<br />

meyanda Kazvînî’nin “Keşfü’l-Keşşâf”ından, Teftâzânî’nin “Hâşiyetü’l-Keşşâf’ından,<br />

Teftâzânî’nin görüşüne cevap mahiyetinde Seyyid Şerif<br />

Cürcânînin “Hâşiyetü’l-Keşşâf’ından aktarımlarda bulunulmaktadır. Son<br />

olarak Beydâvî şârihi Molla Hüsrev’den alıntı yapılmakta ve konu nihayete<br />

erdirilmektedir.<br />

Risale, telif tarzı olarak şerh türünde olup bir talika hüviyetindedir. Bu<br />

manada tebliğde son olarak Tefsir şerh geleneği açısından risalenin yapısına<br />

yönelik bazı mütalaalarda bulunulacaktır.<br />

İZMİTLİ MUHYİDDİN ŞEYHZADE’NİN “ŞERHU<br />

KASİDETİ’L- BURDE” ADLI ESERİNİN TANITIMI<br />

Yrd. Doç. Dr. Ramazan ŞAHAN<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

“Kasidetü’l-Burde” البردة)‏ ‏,قصيدة / Burde Kasidesi), adlı eser, Mısırlı sufi-şair<br />

Ebû Abdullah Şerefeddin Muhammed b. Saîd b. Hammad Busirî (ö.<br />

695/1296) tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) övmek için<br />

yazılmış 160 beyitlik Arapça bir şiirdir. Asıl başlığı el-Kevâkibu’d-Durriyye<br />

fî Medhi Hayri’l-Beriyye الدرية في مدح خير البرية)‏ ‏/الكواكب Mahlukâtın Efendisini<br />

Öven Semavi Işıklar) olan şiir, İslam âleminde meşhurdur. Busiri<br />

rüyasında Hz. Peygamberi görür ve kendisini hırkası (Hırka-i Saadet) ile<br />

örterek felçten kurtardığı için şiirini kaleme alır. Hz. Peygamberin hırka-i<br />

şerifiyle ilişkilendirildiği için “Kasîdetü’l-Burde” adını almıştır. Hz. Peygamber’i<br />

methetmek maksadıyla yazılan müstakil eserlerden olan Kaside-i<br />

Burde oldukça vecîz ve edebi bir dille yazılmış olup Hz. Peygamber<br />

162


sevgisini ifade etmede adeta bir ibadet telakki edildiğinden pek çok şerhi<br />

ve tercümesi yapılmıştır. Bu şerhlerin en önemlilerinden biri de Muhyiddin<br />

Mehmed Kocevi Şeyhzade’nin (ö. 951/1544) “Şerhu Kasideti’l- Burde”<br />

adlı eseridir.<br />

Şeyhzâde Muhyiddîn Efendi, Kadı Beyzavî’nin bütün İslâm ülkelerinde<br />

meşhur olan tefsirine Hâşiye yazan faziletli bir zat olup, Kocaeli-İzmitlidir.<br />

Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. 951/1544 yılında vefat eden<br />

Şeyhzâde Muslihiddîn Efendi’nin kabri, İstanbul’da Emir Buharî yakınında<br />

Hoca Hayreddin mescidi Avlusundadır.<br />

Tefsîr ve Arap Edebiyatı gibi çeşitli alanlarda eserler, özellikle şerh ve<br />

haşiyeler yazan Şeyhzadenin ezerlerinden biri de Şerhu Kasideti’l-Burde<br />

adlı eseridir.<br />

Şeyhzade’nin bu eseri matbu olup, Abdülhamid Hamdi b. Ömer Naimi b.<br />

Ahmed Harpûtî’nin (ö. 1300/1882) “Asidetü’ş-Şehde Şerhi Kasideti’l-Burde”<br />

adlı eseriyle birlikte (hâşiyesinde/kenarında) basılmıştır. Eser Arapça<br />

olup İSAM kütüphanesinde mevcuttur.<br />

Bu sempozyumda biz de İzmitli Şeyhzâde’nin bu eserini Arap Edebiyatı ve<br />

şiir tekniği açısından ele alıp değerlendireceğiz.<br />

ABDÜLLATİF B. SADULLAH EL-KOCAVİ<br />

(EL-GEKBÛZEVÎ) VE RİBA RİSALESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Ahmet EKŞİ<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Abdüllatif b. Sadullah 950/1550 yıllarından sonra yaşadığı bilinmekle beraber<br />

tam olarak yaşadığı tarihleri tespit edemedik. Zira ulaşabildiğimiz<br />

tek eseri olan “Risale fi ahkami’r-riba” adlı eserinin dışında her hangi bir<br />

malumata rastlayamadık. Bu eserde sadece Kocaeli’nin Gebze ilçesinden<br />

olduğu belirtilmektedir.<br />

Bu risalede “Allah kabrini nurlandırsın” duasıyla Çivizade Mehmed (ö.<br />

995/1587) ismi geçmektedir. (vr. 81a). Dolayısıyla bu tarihten sonra yaşamış<br />

olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu şahıs Çivizade Muhyiddin Mehmed<br />

Efendi (ö. 954/1547) de olabilir. Bu durumda bu tarihlerden önce yaşamadığını<br />

kesin olarak ifade edebiliriz.<br />

163


Risale fi ahkami’r-riba adlı eser muamelata dair Arapça yazma bir eserdir.<br />

Bu esere dair kayıt Konya Bölge Yazmalar ktp. Burdur İl Halk Ktp.<br />

Koleksiyonu numara 1610/9. 81a-84b varakları arasında tek nüsha olarak<br />

bulunmaktadır.<br />

4 varak şeklinde bulunan bu eserin eksik olduğu tarafımızdan tespit edilmiştir.<br />

Ancak bu kısa risalede Sahibu’l-Hidaye (vr. 81b), Sahibu’n-Nihaye<br />

(vr. 81b), Kıvâmüddîn Emîr Kâtib b. Emîr Ömer b. Emîr Gāzî el-Fârâbî<br />

el-İtkānî (ö. 758/1357),(vr. 81b), Sahibu’t-Tavzih (vr. 82a), Sahibu’l-Kifaye<br />

(vr. 82b) ve Sahibu’l-İnaye (vr. 83a, 83b) gibi temel kaynaklara atıfta bulunulması<br />

eserin ilmi değeri açısından önem arz etmektedir.<br />

Bu risale üzerinde yapacağımız çalışmayla öncelikle bu eseri ilim dünyasının<br />

takdirine sunmayı amaçlamaktayız. Ayrıca bu çalışmanın Kocaeli’nin<br />

kültür tarihine önemli katkılar sunacağı kanaatindeyiz.<br />

PERTEV MEHMED SAİD PAŞA (1785-1837) DİVANINDAKİ<br />

SOSYAL, KÜLTÜREL VE SİYASÎ MAHİYETİ HAİZ<br />

MAZMUNLARIN İNCELENMESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali CANÇELİK<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Pertev Mehmed Said Paşa (Darıca, 1785 - Edirne, 1837), Hicaz asıllı seyyid<br />

bir ailedendir. Ailesi önce Kırım’a sonra da İstanbul’a yerleşmiştir.<br />

Pertev Paşa, Hamdullah Efendi’nin torunu ulemadan İbrahim Efendi’nin<br />

oğlu olup 1785’te Darıca’daki çiftlikte doğmuştur.<br />

19. yüzyılda devletin farklı kademelerinde görev almış, âlim, şâir, sufi,<br />

yetkin ve dürüst bir devlet adamıdır. II. Mahmud’un şahsî iltifatına mazhar<br />

olmuş, “Tuğsuz Paşa” ünvanıyla şöhret bulmuş; devletin etkin makamlarında<br />

göreve getirilmiştir.<br />

Üsküdar Selimiye Tekkesi Şeyhi Ali Behçet Efendi’ye halife olması ve II.<br />

Mahmud’un güftelerini bestelemesi yönüyle de tanınmıştır.<br />

Pertev Paşa, çocukluğundan itibaren ilim ve sanatla meşgul olmuş ve<br />

bazı üstatlardan özel dersler almıştır. Farsça ve Arapçaya şiir yazacak<br />

derecede vâkıftır.<br />

164


Bu yüzyılda halk söyleyişini şiire yerleştirme; mahallîleşme gibi akımlara<br />

rağmen Klasik şiir, bütün özellikleriyle ve gücüyle varlığını korumuştur.<br />

Bunda payı olanlardan biri de Klasik üslupta eser vermesi dolayısıyla<br />

Pertev Paşa’dır. Klasik şiire mahsus sanatları ve mazmunları, özellikle<br />

tasavvufî söylemleri divanında kullanmaktadır.<br />

Tebliğimizde Osmanlı sosyal, kültürel ve siyasî hayatından özellikler ihtiva<br />

eden Divan-ı Pertev’deki bazı mazmunları tespit edip onlar üzerinde<br />

yaptığımız incelemelerle mazmunların işaret ettiği anlam dünyasını açmaya<br />

çalışmaktayız. Bu mazmunlardan bazıları, bizlere “Padişah-toplum<br />

ilişkisi, edebî muhitler, padişahın ve devlet büyüklerinin şair ve sanatkârlara<br />

iltifatı, yükselmenin himaye anlayışı ile gerçekleşmesi vb” hakkında<br />

bilgi sunmaktadır. Özellikle “Himâye geleneği”nin “Nepotizm (yeğencilik)”<br />

olmadığı konusunda da gerekçeli açıklamalar yapılmaktadır.<br />

Tespit ettiğimiz unsurlar, şiirin kendi sanatlı diliyle ortaya konduğundan<br />

çoklu anlam katmanlarını içermektedir. Bir beyit, padişaha, bir şeyhe ya<br />

da bir sevgiliye yönelik yorumları içermektedir. Bu konuda da açıklamalar<br />

yapılmaktadır. Yapılan bu inceleme, Osmanlı hayat anlayışının Kocaeli’deki<br />

izlerinin sürülmesine imkân sunmaktadır.<br />

İZMİT’İN MÜRŞİTLERİNDEN AHMED HİLMİ EFENDİ VE<br />

MÛCİDU’L-FUTÛH ADLI ESERİYLE VERDİĞİ MESAJ<br />

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

XIX. yüzyıl sonları ile XX. yüzyıl başlarında İzmit’te çeşitli cami ve medreselerde<br />

görev yapmış, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî’nin halifelerinden<br />

olan Ahmed Hilmi Ankaravî (v.1322/1916), 31 Mart Vakasını bastırmak<br />

üzere Rumeli’den gelen Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmesine engel<br />

olmak için girişimde bulunan gerçek ve tüzel kişilerin yanısıra Ahmed<br />

Hilmi Efendi de konuyla ilgili Hareket Ordusu komutanı Mahmud Şevket<br />

Paşa’ya yazmış olduğu açık bir mektubu Volkan gazetesine göndermesi<br />

sonucu tutuklanarak beş yıl sürgün cezası için Kastamonu’ya gönderilmiştir.<br />

Kastamonu/Devrakani ilçesinde Tevfikiyye medresesinde müderrislik<br />

yaptığı yıllarda, iman, küfre götüren sözler, nikah, talak, bidatler…<br />

gibi konuları kapsayan Muhibbu’l-Fıkh li hıfziddîn adlı eseri kaleme almıştır.<br />

Ayrıca bir müslümana tavsiye niteliği taşıyan ve “vasiye” başlığı<br />

165


taşıyan, önemli ve irşada yönelik Mûcidu’l-futûh adlı bir esere daha kaleme<br />

almıştır. Mûcidü’l-fütûh<br />

Ahmed Hilmi Efendi’nin iki defter halinde hazırlamış olduğu toplam 93<br />

varaklık bir kitap olup “vasiyet”lerden oluşmaktadır. Eserde, Kur’ân’daki<br />

tavsiye ve öğüt anlamındaki vasiyetler esas ve örnek alınarak peygamberler,<br />

sahabe ve evliyâullahın söz ve tavsiyelerine yer verilmiştir. Bu yönüyle<br />

eser bir “vasiyetnâme” özelliği taşımaktadır.<br />

İslâm geleneğinde büyük önem arz eden vasiyet yazmada, kendisinden<br />

sonra geride kalan aile efradına, müridlerine, dost ve arkadaşlarına tavsiyelerde<br />

bulunma, dikkat etmeleri gereken hususları hatırlatma ve doğru<br />

yöne teşvik etme, nasihat, ikaz ve uyarılarda bulunma düşüncesi etkili<br />

olmuştur. Buna bir nevi mânevî tereke de denilebilir.<br />

Ahmed Hilmi Efendi kendisini geriye çekerek doğrudan hitap etmekten<br />

kaçınmış, büyüklerin söz ve menkabelerini aktarmak suretiyle vasiyetlerde<br />

bulunmak istemiş olmalıdır.<br />

Eser 1327 senesi Cemâziyelâhir ayında (Haziran-Temmuz 1909) tamamlanmıştır.<br />

Tebliğimizde bu eser tanıtılacaktır.<br />

İZMİT MEVLEVİHANESİ ÜZERİNE BAZI MÜLAHAZALAR<br />

Yrd. Doç. Dr. Serdar ÖSEN<br />

Karabük Üniversitesi<br />

Mevlânâ Celaleddin Rumi hazretlerinin ölümünden sonra oğlu Sultan<br />

Veled tarafından kurulup sistemleştirilen Mevlevilik tarikatı Osmanlı<br />

Devleti’nde yüzyıllar boyunca faaliyet göstermiştir. Mevlevilik, Kahire’den<br />

Belgrad’a kadar olan geniş bir coğrafyada kurulan ve mevlevihane adı<br />

verilen asitane ve zaviyeleri vasıtasıyla Osmanlı devlet ve toplum hayatını<br />

derinden etkilemiştir. Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde kurulan ve<br />

faaliyet gösteren yüze yakın mevlevihane içinde İzmit Mevlevihanesi’de<br />

zikredilmektedir. Ancak 19. Yüzyılın son çeyreğinde kurulduğunu düşündüğümüz<br />

İzmit Mevlevihanesi ile ilgili olarak kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır.<br />

Sunacağımız bildiride İzmit Mevlevihanesi ile ilgili çeşitli kaynaklarda ve<br />

arşiv belgelerinde yer alan bilgiler derlenip toparlanarak mevlevihanenin<br />

kuruluşu, görev yapan şeyhler ve faaliyet gösterdiği yıllar bir bütün halinde<br />

ilim âlemine sunulmaya çalışılacaktır.<br />

166


KOCAELİ İLİ’NDE KAYBOLMAYA YÜZ TUTMUŞ İĞNE OYASI<br />

KÜLTÜRÜ VE BİR USTA: AZİZE SERDAR<br />

Yrd. Doç. Dr. Mine CAN<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

İğne oyası, geleneksel el sanatlarımız içerisinde önemli bir yere sahiptir.<br />

Başka bir kültürde örneği bulunmayan iğne oyası, Kocaeli İli’nde var<br />

olma çabası içerisinde bölgesel üslup ve uygulamalarda devam etmektedir.<br />

Bu değerleri tanıtmak ve iğne oyası aracılığı ile Kocaeli’nin geçmişine<br />

ait kültürel izleri belgelemek amacıyla, Kocaeli İli’nin kuzey kesiminde;<br />

Gebze, Tavşancıl ve Hereke’de bir alan araştırması yapılmıştır. Araştırmanın<br />

sonuçlarına göre, son yıllarda iğne oyası ile uğraşan bireylerin sayısının<br />

giderek azaldığı ve yaşlarının ise 46 ile 70 yaş ve üzerinde olduğu<br />

tespit edilmiştir. Tamamı kadınlardan oluşan bireylerin iğne oyasını aile<br />

büyüklerinden çocuk yaşlarda öğrenmiş olmaları, yörede iğne oyasının<br />

kuşaktan kuşağa aktarılan bir el sanatı olduğunu göstermektedir. Ancak<br />

genç neslin iğne oyası öğrenmeye karşı ilgisinin giderek azalması, bu kuşağın<br />

ardından bu sanatın yöreye ait özelliklerinin ve kültürel izlerinin yok<br />

olacağına işaret etmektedir.<br />

İğne oyasının yöredeki en eski yaşatıcılarından olan Azize Serdar, Tavşancıl<br />

beldesinde ikamet eden zanaatkârlarından birisidir. Çocuk yaşlarda<br />

öğrendiği iğne oyasını ilerlemiş yaşına rağmen uygulamaya devam<br />

eden Azize Serdar, bu güne kadar kızı dâhil pek çok kişiye iğne oyası öğretmiş<br />

bir ustadır. Yöreye ait teknikleri ustalıkla sergilemekte olan zanaatkârın<br />

ürettiği dantel görünümlü iğne oyaları birer sanat eseri niteliği<br />

taşımaktadır. Geçmiş dönemlere ait yöre adetlerini ve kültürünü çok iyi<br />

bilen Azize Serdar’dan, sünnet törenleri, çeyiz hazırlama gibi yöresel geleneklerde<br />

mutlaka yardım alınmaktadır.<br />

Bu doğrultuda bildiride, Kocaeli’ne ait eski iğne oyası örneklerinden görseller<br />

sunularak konu tartışılacak ve kaynak kişi Azize Serdar’dan elde<br />

edilen bilgiler doğrultusunda motif isimleri ve iğne oyası ile ilgili gelenekler<br />

hakkında bilgiler sunulacaktır.<br />

167


KOCAELİ KÜLTÜR VARLIKLARI<br />

Dr. Taner AKSOY<br />

Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu<br />

Asya ile Avrupa’nın birleştiği ve en önemli geçiş noktasında yer alan Kocaeli<br />

Bölgesinin aynı zamanda su kaynaklarının zenginliği ve fauna, flora<br />

çeşitliliği nedenleriyle binlerce yıldır yerleşim alanı olarak seçildiği bilinmektedir.<br />

Kocaeli ve çevresinin en eski bilinen yerleşim alanları Karamürsel<br />

Valide Köprü höyüğü ve Derince Çenedağ Arkeolojik alanıdır. Bu<br />

alanlar bilimsel olarak detaylı incelenip, arkeolojik kazıları gerçekleştirilirse<br />

Kocaeli tarihi için yeni bilgilere ulaşmak mümkün olacaktır. Tarihi<br />

devirlerde Başiskele’de yer alan İ.Ö.712 kurulduğu belirtilen Astakos<br />

kenti ile bugünkü Orhan Mahallesi merkezli tüm İzmit’i içine alan İ.Ö. 264<br />

yılında kurulduğu belirtilen Nikomedia kentleri karşımıza çıkmaktadır.<br />

Roma devri sonrası Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde de kesintisiz<br />

bir yerleşime sahip olan Kocaeli zengin Kültür ve Tabiat Varlıklarına<br />

sahiptir.<br />

Kocaeli ilinin Kültür Envanterinin çıkarılması çalışmalarına 2007 yılında<br />

Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünün<br />

kurulması ile başlanmıştır. Kocaeli ilinde Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün<br />

kurulması çok önemli gelişmelere yardımcı olmuştur. İlimizdeki<br />

birçok yapının tescili gerçekleştirilmiştir. Eksik veya yapılamamış<br />

Arkeolojik, Kentsel ve Tarihi alanlar, Sit Alanı olarak belgelenmiş ve ilan<br />

edilmiştir. Bir çok anıtsal yapıya ait Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Kocaeli<br />

Valiliği İl Özel İdaresi ve İlçe Belediyeleri tarafından hazırlatılan rölöve,<br />

retitüsyon ve restorasyon projeleri onaylanmış ve sonrasında onarımları<br />

gerçekleştirilmiştir. Kocaeli ili dâhilinde; 72 adet Arkeolojik Sit Alanı, 9<br />

adet Kentsel Sit Alanı, 1 Tarihi Sit Alanı vardır. Tek yapı tescili olarak 654<br />

adet kültür varlığı mevcuttur. Kültür Varlıklarının yoğunluğu İzmit kent<br />

merkezinde yer almaktadır. İzmit ilçesinde 17 adet Arkeolojik. Sit Alanı,1<br />

Kentsel Sit Alanı,1 adet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı ve 293 adet tescilli<br />

Anıtsal Tek Yapı bulunmaktadır. Her geçen gün yenilerinin eklendiği ve<br />

sayılarının arttığı kültür varlıklarımız, aynı zamanda bakım ve onarımları<br />

yapılarak eski fonksiyonlarında veya yeni verilecek fonksiyonlar ile kullanılarak<br />

gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.<br />

168


ALTI KOCAELİ TÜRKÜSÜ ÜZERİNE ANALİZ<br />

Doç. Dr. Feyzan GÖHER VURAL<br />

Doç. Dr. Timur VURAL<br />

Niğde Üniversitesi<br />

Türküler, içinden çıktıkları tarih, coğrafya ve bu ögelerle bağlantılı olarak<br />

ait oldukları kültür hakkında önemli bilgiler barındırırlar. Türkü sözlerinin<br />

analizi, bölgesel olaylar, kültürel değerler, bireysel ya da toplumsal<br />

bazda çekilen sıkıntılar ya da yaşanılan sevinçler gibi çeşitli olgulardan;<br />

bölgede sık kullanılan eşyalar, kişisel araç gereçler, sevilen renkler, sayılar<br />

gibi bilgilere kadar pek çok verinin elde edilmesini sağlar. Bu anlamda<br />

kimi zaman diğer yazılı tarihi belgeler kadar ışık verici olan türkü<br />

sözleri, barındırdıkları motif ve simgelerle birer kültür hazinesidir.<br />

Türkülerin müzikal analizleri ise yoğun kullanılan ses alanı (tessitura),<br />

o ses alanındaki melodik hareketlerin özelliği, ritmik yapı gibi pek çok<br />

ögeye bağlı olarak gerçekleştirilir. Bu analizler, müzik eserlerinin tanımlanmasında<br />

ve bölgesel müzik kültürünün niteliğinin belirlenmesinde<br />

önemli rol oynarlar.<br />

Betimsel karakterli bu çalışmada, Kocaeli yöresine ait altı türkü üzerinde<br />

araştırma yapılmıştır. Araştırmada türkülerin gerek söz analizleri,<br />

gerekse müzikal analizleri gerçekleştirilmiştir. Türkü sözleri, ana konu,<br />

ifade biçimleri, kullanılan araç gereç, kıyafet ve aksesuarlar, sık kullanılan<br />

renkler, bölge isimleri gibi alt başlıklar halinde önce her türkü için tek<br />

tek, daha sonra altı türkü için genel bir analiz şeklinde gerçekleştirilmiştir.<br />

Müzikal analiz ise türkülerin makamsal niteliği, usulü, ses alanı, yoğun<br />

kullanılan ses alanı, sık kullanılan ritmik kalıpları, melodik yürüyüş<br />

nitelikleri gibi alt başlıklara bağlı olarak önce her türkü için tek tek, daha<br />

sonra altı türkü için genel bir analiz şeklinde yapılmıştır.<br />

169


İZMİT TARİHİNİN SESLİ TANIĞI: İZMİT KENTİ MÜZİK<br />

KÜLTÜRÜNDE TARİHİ BİR İMGE OLARAK “BANDO”<br />

Yrd. Doç. Dr. Gülşen ERDAL<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Bir müzik topluluğu o toplumda yaşayan bireylerin duygu ve düşüncelerini<br />

yansıtmak için son derece etkili bir iletişim aracıdır. Bu topluluk milli<br />

duyguların ve ortak heyecanların, heves ve tutkuların ifade edildiği bando<br />

olduğu zaman toplumun çok daha fazla bireyine ulaşma gücünü ele geçirmiş<br />

olur. Nitekim tarihimizde Mehter bandosunun dünyada Osmanlı<br />

Ordusu üzerindeki motivasyon gücü hatırlandığında bando müziğinin etkin<br />

gücü kanıtlanmış olur. Milli mücadele öncesi İzmit kentinde bando<br />

oluşması için maddi imkânların olmaması, kent halkının ileri gelenlerinin<br />

ve kent yönetiminin destekleriyle bu zorlukların aşılması bir kenti<br />

bir araya getirme açısından bando topluluğunun ve dolayısıyla müziğin<br />

gücünün ortaya konması olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle<br />

mutasarrıflık döneminde milli mücadeleye oradan da cumhuriyete<br />

İzmit şehrinde yaşamış ve günümüze etkilerini aktarmış olan bando-mızıka<br />

topluluklarını, İzmit kenti tarihçesinin müzikal kimliğinin sesli birer<br />

tanığı kabul etmek gerekir. Gerek İzmitli gençlerin Mutassarrıf Mazhar<br />

Müfit bey’in desteğiyle, milli mücadele öncesi hevesli gençlerden azınlık<br />

bandolarının hâkimiyetine son vermek amaçlı kurdukları “İzmit Heveskaran<br />

Musiki Cemiyeti” ve gerekse milli mücadele sonrası askeri bandolar<br />

kentin müzik kültürünün oluşumunda etkili olmuşlarıdır. Bu çalışmada<br />

tarihsel süreçte İzmit kentinin müzikal kimliğinde önemli yeri olan<br />

“bando” olgusu<br />

170


KOCAELİ HALK İNANÇLARININ KÖK HÜCRELER<br />

VE KIZL İNANCI<br />

Dr. Yaşar KALAFAT<br />

Türk Halkbilimi Kültür Strateji Araştırma Merkezi<br />

Biz, bu çalışmamızla Anadolu halk inançlarını renk bazında ele alırken,<br />

onların inanç tarihi açısından da üzerinde duruyoruz. Bu kere Kocaeli tarihi<br />

coğrafyasını ele, alan olarak ve kızıl, Al/Hal Ruhu’nu da tema olarak<br />

ele aldık. Böylece Yunan mitolojisi-İran mitolojisi ve Siyasi İsrailiyattan<br />

hareketle oluşturulmak istenilen değerler dizilerine karşı, Anadolu’ya ve<br />

bu arada Kocaeli yöresine taşınmalarının izlerini, Süleyman Şah dönemi<br />

ile başlayan Bozkır kültürünün inanç-renk bağlantısını halk inanmalarında<br />

ve sözlü kültür unsurlarında arıyoruz.<br />

Böylece, yazılı kaynakların ve maddî, tarihî kültür verilerinin, sözlü kültür<br />

verileri ile kimliklendirilebileceklerini bu arayışın mitolojik boyutla<br />

tamamlanabileceğini Süleyman Şah dönemini de içeren Gence- Kocaeli<br />

halk inançları karşılaştırmasından hareketle izah ediyoruz.<br />

Al-Al Ruhu üzerinde Gence-Kocaeli halk inançlarından hareketle karşılaştırmalar<br />

yaparken Batı Türklüğü mitolojik köklerine ulaşabilen bir<br />

kapı aralıyoruz.<br />

Hayatın muhtelif geçiş dönemlerinden, etnografyadan, toplu merasimlerden,<br />

saray ve halk yaşamından, av sahnelerinden çeşitli örneklemeler<br />

yapıyoruz.<br />

Kızıl hayatın tüm safhalarında doğunda, kurbanda, kınada, toyda, savaşta,<br />

ölümde, ölüm sonrasında hükmünü sürdürürken, kızılla özdeşmiş olmak,<br />

adeta kut bağlantılı idi. Sanki kara budun kızılın koruyuculuğundan<br />

nispetince mahrumdu, nasipsizdi. Şahın hayatındaki kızılın yeri onun payınca<br />

idi. Yabancı kimse elçi de olsa, ona resmi itibar etmek farklı şeydi,<br />

onu da kızıla boyayarak kızılla anlatmak çok farklı ve adeta olmayan bir<br />

şeydi.<br />

Kızıl koruyordu. Koruyucu kızılın koruyuculuğundan istifade etmiş olmak<br />

belki ona inanmak ve belki de ona zamanında saçı yapmış olmakla mümkündü.<br />

Kırmızı Çizgi’ler, çizgi sahibinin korunma çizgileri ve koruma çizgileridir.<br />

Sizin kırmızıçizginin sizin koruma çizginiz iken o çizgi benim korun-<br />

171


ma çizgimdir. Bu kırmızı/al çizgi bazıları için sarı çizgi olarak bilinmiştir<br />

ki, Sarı Albastı hatırlanmalıdır. Bu hal koruyucu ve korunucu kuralları<br />

getirir. Taraflarda korumacı ve korunmacı kuralların karşılıklı farklılığını<br />

getirir ki, getirmiştir.<br />

Bir ara açıklama adına denilebilir ki;<br />

Anadolu Türk Halk inançlarının mitolojik köklerini ararken, Türkiye’de<br />

ardı sıra yayınlanan İran mitolojisi yayınları dikkatimizi çekiyordu. Yunan<br />

mitolojisi yayılma alanı kapsamına girmiş olmaktan sakınılırken, Anadolu’da<br />

Türk mitolojisinin izlerini arama çalışmalarında karşımıza İran mitolojisinin<br />

alanına girme engeli çıkmıştadır.<br />

İran mitolojisinin tarihi coğrafyası Anadolu’yu da M.Ö dönemlere kadar<br />

uzayarak kapsıyordu. Bu çalışmaların izahlarında yer alan kodlar ve kültler<br />

Türk mitolojisinin yapı taşları ile örtüştürülmüşlerdi. Diğer taraftan<br />

yaşayan İran Sözlü kültürü ile İran mitolojik dönemi arasında bir süreklilik<br />

vardı.<br />

Anadolu Türk mitolojisinin tarihi derinlikleri aranırken 12. yüzyıldan evveli<br />

için Altay Türk coğrafyası verilerine başvurmak zorunda kılınıyordu.<br />

Bilinen bir süreklilik pek kurulamamıştı.<br />

Anadolu halk inançlarında kızıl rengin izahında olduğu gibi Zerdüşlük<br />

veya İsrailiyatta izahı yoktu. Bunların tespiti Alevî inançlı halk kesiminin<br />

inançlarında daha yoğun mehaz içeriyordu. Bu konudaki bilgiler şekillendirilmemiş<br />

veya ilişkilendirme oldukça yüzeysel kalmıştı.<br />

Azerbaycan’da, Gence’de ve Şeki’de yaptığımız tespitler, kızıl etrafında<br />

oluşan inançlarda olduğu gibi, bize kopuk bulguları ilişkilendirmek ve<br />

teşhise yönelme imkânı vermiştir. Evvelce yaptığımız al konusu farklı bir<br />

muhteva ve mitolojik derinlik kazanmıştır. Kocaeli’ni merkeze alan çalışmamızla<br />

her iki Türk coğrafyası halk inanmalarında bu konuda karşılaştırma<br />

yapılabilmiştir.<br />

Buna göre; Anadolu’da bilhassa kırsal kesimde kızıl etrafında oluşmuş<br />

yaşayan inançların kaynağını bulabilmek için Azerbaycan ve bilhassa Güney<br />

Azerbaycan Türk halk inançları mitolojik boyutları ile bilinmeli idi.<br />

Bu bilinçlenme bizi Türk halk inançlarının batı Türklüğüne götürebilecek,<br />

yukarıda da değindiğimiz süreklilik ihtiyacı da kopukluktan kurtarılacaktı.<br />

İran Türk halk inançları kültüründe Şii İslamin dışında bir boyut daha<br />

vardı ve bu boyut gün ışığına çıkarılmalı idi.<br />

Anadolu Türk İslam anlayışının kırsal kesimindeki yapılanması ile Bütün<br />

172


Azerbaycan Türk İslam anlayışının kırsal kesimdeki yapılanmasının arasında<br />

bir kırılma yaşanmıştır. Bunlardan Anadolu ki yapıyı Sünni İslam ve<br />

Azerbaycan’daki yapıyı ise Şii İslam örtülemiştir. Günümüz halk inançlarından<br />

yola çıkılarak mitolojik döneme yapılacak seyahatte İran Türk halk<br />

inançlarının içerdiği mitolojik şifrelerin formüle edilmeleri daha kolaydır.<br />

Anlatmaya çalıştığımız husus Anadolu halk inançlarından yola çıkılarak<br />

Türk mitolojik kimliğini inşa sürecinde bir kısım Alevi Türk kesimin<br />

inançlarındaki veriler, yoldaki işaret taşları gibidirler. Bu taşların belirtilmeğe<br />

çalışılan özelliğini bir kısım Azerbaycan Türk halk inançlarında net<br />

olarak görmek mümkündür.<br />

Bahattin Ögel’in ve Abdulkadir İnan’ın Türk mitolojisinde Al/Hal Bastı<br />

inancına açıklık getirirlerken inancın Eski Türk inanç Sisteminin bir<br />

bakiyesi olduğunu anlatırlar. Türk halk inanç dünyasının her kesiminde<br />

varlığını çeşitli efsanelerle sürdüren bu inanç ile ilgili Aras Vadisi’nden<br />

yapılan tespitler, altın anlamında da kullanılan kızıl ile al renk anlamında<br />

kullanılan kızıl ilişkilendirmesi bakımından daha zengindir.<br />

Al, Kızıl, Kırmızı psikolojide derinliği, bilinmeyenin ulaşılmazlığını, ulaşılması<br />

zor olanı anlatır. Bizim muradımız renklerin genel mesajları, imajınaysan,<br />

dışardan algılanışı veya sadece Türk kültüründe renklerden bir<br />

rengin yerini anlatmak değildir.<br />

İran ve Anadolu Türk’lerinin İslamiyet’ten evvelki Türk İnanç Sistemi,<br />

Batı Türklüğü bu iki coğrafyada İslamiyet’le müşerref olunca doğal olarak<br />

eski dinlerinin izleri ile farklı bir İslam anlayışı oluşturdu. Bu yapılanma<br />

ilk yıllarından itibaren sürekli olarak Eski Türk İnanç Sistem’inden<br />

İslamiyet’e everilmeğe yüz tuttu. Türk İslam’ı denilebilecek bu yapılanma<br />

her yüzyılda tanıştığı yeni dinin yapısı ile bütünleşirken eski inanç sisteminin<br />

üzeri küllenmeğe başlandı. Bu küllenme İran Türk coğrafyasında,<br />

bazı bölgelerde daha yüzeysel oldu. Bu farklılaşma veya yeni yapılanma<br />

Osmanlı Türk coğrafyasında Arap İslam’ına yönelme ve İran Türk coğrafyasında<br />

da Fars İslam’ına yönelme şeklinde adlandırılır oldular. Anadolu<br />

Türk-İslam’ında Alevi inançlı Müslüman kesimde eski inançların izlerini<br />

bulmak Sünni Anadolu İslam’ına nazaran daha kolaydır. İran Türk- İslam’ının<br />

Kızılbaş olarak bilinen kesiminde ise bu inanç bulguları daha<br />

yoğundur.<br />

Bu açıklamamızla amaç, tek olan tek olan İslam’ı, elbette ki farklı isimlerle<br />

çoğaltmak değildir. Yapılabilen tespitlerin sağlıklılığı nispetinde,<br />

denilebilir ki, Kızılbaşlık veya Kızılbaş İslamlık Tengriicilik inancı ile İs-<br />

173


lamiyet arasında, bazı inanç hususları itibariyle geçiş noktasındadır. Bu<br />

özelliği ile Kızılbaşlık, batı Türklüğünün mitoloji çalışmalarında yol aydınlatıcı<br />

özelliğe sahiptir.<br />

Türk kültüründe kızıl, kırmızı ayrıntılı incelenmiş, kırmızı rengin sembolünün<br />

kan olduğu, belirtilmiş, bu rengin ahlakı boyutu, ergenlik rengi<br />

olduğu da B.Ögel tarafından izah edilmiştir. Kızıl bayrak, kızıl tuğ, al bayrak<br />

anlamları, kızıl türlerinden ak kızıl, kızıl ala, kızıl yeşil, kızıl doru, kızıl<br />

boz, kızıl kara, kızıl yağız, kızıl sarı gibi hususlar üzerinde de keza B. Ögel<br />

ayrıntılı olarak durmuştur. Biz daha ziyade kızıl/alın al ruhundan hareketle<br />

anlamı üzerinde yoğunlaşmak suretiyle mitolojik döneme yolculuk<br />

yapmak istiyoruz.<br />

Türklüğün eritilip yok edilmesi için, Türk coğrafyasının tarih boyunca istilalar,<br />

iskânlar, demografik hareketlerle bozulduğu bilinir ve haklı olarak<br />

tepki gösterilir de, bu birliğin aynı amaçla çok daha evvel Türk ruh<br />

birliğinin bozulması ile sağlandığı üzerinde durulmaz. Bozulmuş coğrafi<br />

bütünlüğün tekrar sağlanması Türk coğrafi bölgeleri arasındaki ruh birliğinin<br />

sağlanması mümkündür. Ruh birliğinin sağlanmış olması Türk<br />

bölgelerinin birleşmiş olması demektir.<br />

Türk kesimlerinin ruhları üzerinde yapılan eritme, çözülme, başkalaştırma<br />

operasyonları onların köklerinden koparılmaları ile izah edilir. Köklerinin<br />

derinliklerine ulaşabildikleri nispette Türk kesimleri, o derece<br />

bir bütünün parçaları oldukları gerçeğinin farkında olacaklardır. Mitoloji,<br />

halk inanmaları-mitoloji bağlantısı bu bakımından millet hayatında<br />

önemlidir. Biz bu önemi Kocaeli-Gence bağlamında kızıldan yola çıkarak<br />

anlatmak istedik.<br />

GAZİ SÜLEYMAN BEY CAMİLERİ ÜZERİNE BİR DENEME<br />

Yrd. Doç. Dr. Özkan ERTUĞRUL<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Osmanlı Devleti’nin henüz başlangıç aşamasında, bir Bey olarak tarihe<br />

geçen ve bu süreçte belki de inanılması çok zor olan pek çok işi büyük<br />

bir başarı ile halleden ve kabul edilen genel görüşlere göre de talihsiz<br />

bir şekilde ölen Süleyman Bey çok da uzun olmayan hayatında pek çok<br />

esere imza atmıştır. Bu eserler hiç şüphesiz kayıtlara geçenler kadar değildir.<br />

Ancak sürekli olarak ele geçen yeni buluntular ışığında daha çok<br />

174


ilgi sahibi olabiliyoruz. Hatta bunlardan bazıları başka kişilere ait olarak<br />

gözükse de aslında Süleyman Bey’e ait olması kuvvetle muhtemeldir. Bu<br />

bildiri sebebi ile bu noktaya da değinilecektir.<br />

Süleyman Bey’in günümüze kadar ulaşan ve ne yazık ki sayıları çok fazla<br />

olmayan kayıtlarından ve bilgilerden Bursa ve çevresinden başlayarak<br />

bugünkü Yunanistan içlerine kadar pek çok eser inşa ettirdiğini anlıyoruz.<br />

Tabii ki bu inşaatlar belirli bir sistem takip etmeleri açısından da<br />

önemlidir. Ayrıca sadece cami değil pek çok tarzda başka inşaatlara da<br />

el atmıştır. Fakat biz bu bildirimizde sadece camileri üzerinde duracağız.<br />

Aslında diğer üzerinde duracağımız nokta bu dönem kayıtlarının ilginç bir<br />

şekilde fazla olmadığıdır. Ayrıca Süleyman Bey ve bu tarih çerçevesinde<br />

inşa edilen pek çok yapı ne yazık ki günümüze çok fazla sağlam gelmemiştir.<br />

Gelenlerde o kadar değişikliğe uğramıştır ki, bunları tanımlayabilmek<br />

neredeyse imkânsız gibidir. Ve aslına uygun olmayan restorasyon<br />

çalışmaları da bu yok oluşta önemli bir rol oynamaktadır.<br />

Özetle Süleyman Bey’in yaşamı ile ilgili vereceğimiz bazı küçük detaylardan<br />

sonra O’nun inşa ettirdiği camiler ele alınıp, dün ve bugünkü durumları<br />

üzerinde durulup, inşa sistematikleri açısından incelenecektir.<br />

İZMİT’İN FETİH SİMGESİ “GAZİ SÜLEYMAN PAŞA CÂMİ-İ<br />

ŞERÎFİ” (NÂM-I DİĞER ORHAN CAMİİ)<br />

Volkan ŞENEL<br />

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />

Uzun bir süre Roma ve Bizans egemenliği altında kalmış olan İzmit, Osmanlı<br />

Sultanı Orhan Gazi tarafından 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde fethedilerek,<br />

bir Türk yurdu haline getirilmiştir.<br />

Sultan Orhan Gazi döneminde 1337 tarihinde kesin olarak gerçekleşen<br />

fetih sürecinden sonra, Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinden getirilen<br />

birçok oymak, aşiret ve cemaat İzmit’e iskân edilmiş, bu yeni Osmanlı<br />

şehrinde kurulan vakıflar aracılığıyla da ilk imar faaliyetleri gerçekleştirilmiştir.<br />

Bu dönemde şehre hâkim bir tepede (günümüzde Orhan Mahallesi), İçkale’nin<br />

içerisinde inşa edilen ilk dini yapılardan biriside Gazi Süleyman<br />

Paşa Câmi-i Şerîfi’dir. Camii, Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Süleyman<br />

175


Paşa tarafından 1332 yılında (1337’deki kesin fetihten önce) yaptırılmıştır.<br />

İzmit’teki Türk dönemi yapılarının en eskilerindendir.<br />

Asıl adı “Gazi Süleyman Paşa Câmi-i Şerîfi” olan yapının ismi zamanla<br />

değişerek, “Orhan Camii” olarak anılmaya başlanılmıştır. Bu isim değişikliğinin<br />

ne zaman olduğu kesin olarak bilinmemektedir.<br />

Bazı kaynaklarda yapının eski bir kiliseden camiye çevrildiği ifade ediliyor<br />

olsa da, 2015 yılında T.C.Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul<br />

II. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan geniş kapsamlı restorasyon çalışmasında<br />

uzmanların yaptığı incelemelerde, caminin kiliseyle ilgili hiçbir<br />

ilgisinin olmadığını tespit etmiştir.<br />

14. yüzyılda yapılmış olan cami; 19. yüzyılda (1843), 20. yüzyılda (1947,<br />

1967, 1969, 2004, 2007, 2015) çeşitli onarımlar geçirmiş, orijinal yapıya<br />

göre birçok değişikliklere uğramıştır. Caminin günümüzdeki hali, 1843<br />

yılı sonrası Sultan Abdülmecid’in emriyle gerçekleştirilen onarım sonrası<br />

ortaya çıkan durumu yansıtmaktadır.<br />

Kuzeybatı-güneydoğu istikametinde, dikdörtgen planlı, yöresel taş, tuğla,<br />

mermer ve ahşap malzeme kullanılarak inşa edilmiş olan yapı, erken Osmanlı<br />

dönemi eserlerinden olması yönüyle oldukça önemlidir.<br />

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KÖRFEZ’İN PARILDAYAN İNCİSİ:<br />

İZMİT’İN SAAT KULESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. H. Kamil BİÇİCİ<br />

Gazi Üniversitesi<br />

Medeniyetin bir göstergesi olan teknolojik gelişmelerin sonucu ortaya çıkan<br />

Saat Kulesi yapma geleneği Avrupa’da XIV. yüzyılda yaygınlaşmışsa<br />

da; Osmanlı topraklarına Kanunî döneminden hemen sonra XVI. yüzyılın<br />

sonlarında girmiştir. Osmanlı’daki saat kulelerinin ilk izlerine Balkanlar’da,<br />

Banyaluka Ferhat Paşa Camii (1577) ve Üsküp Saat Kulesi (1593)<br />

ile rastlanmaktadır. Osmanlı gündelik hayatına XVI. yüzyılın sonunda<br />

giren saat kulelerinin yapımı, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Batı’dan Doğu’ya<br />

doğru giderek artmıştır. Osmanlı Devleti’nde kent ve kasabalarda saat<br />

kulesi yapımının hızlanmasında, Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909)<br />

yirmi beşinci cülûs yıldönümü vesile olmuştur. Sultan Abdülhamit 1317<br />

Hicrî yılında (1899-1900) yayınladığı bir “irâde-i seniyye” gereğince, kendi<br />

176


namına birçok vilâyet ve sancaklarda büyük saatlerin yapılmasını emretmiştir.<br />

Bu irade üzerine ülkenin birçok yerinde saat kulesi yapımına<br />

gidilmiş, saat kulelerinin bir çoğu bulundukları yerde olduğu gibi İzmit’te<br />

de şehrin simgesi haline gelmiştir.<br />

İzmit, Kemalpaşa Mahallesi’nde Av Köşkü ile Atatürk Heykeli arasında,<br />

tepe üzerinde yer alan Saat Kulesi’ni, İzmit Mutasarrıfı Musa Kazım Bey<br />

tarafından Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle<br />

yaptırmıştır. Saat Kulesi’nin mimarı, Mimar Vedat Bey’dir. Fakat bunun<br />

yanında yapının Ermeni azınlık mimarlarından Mihram Azaryan tarafından<br />

inşa edildiği, planının çizildiği de rivayet edilmektedir. 31 Ağustos<br />

1900 tarihinde İzmit Saat Kulesinin temeli atılmış ve kazılan temeli ve<br />

koyulan bir kaç parça taş belli bir süre orada kalmıştır. Bunun nedeni<br />

ise, İzmit Belediyesinin daha önemli konulara öncelik vermesidir. Ayrıca<br />

halkın ve yerel yönetimin imkanlarının kısıtlı olması da saat kulesinin<br />

yapımının gecikmesi için önemli bir etken olarak görünmekteydi. Temel<br />

atıldıktan 2 yıl sonra İzmit saat kulesi çeşitli zorluklara rağmen tamamlanabildi.<br />

Kulenin saati 1929 yılında görülen lüzum üzerine Mustafa Şemi<br />

Pak tarafından yeniden imal edilerek, yerine konulmuştur. Kulenin giriş<br />

kapısı yanındaki Türkçe bir kitabe üzerinde SEKA tarafından 1970’te onarıldığı<br />

ibaresi yer almaktadır.<br />

Yapıda Hereke ve Tavşancıl’dan getirilen traverten taşlarla Neo-klasik<br />

üslupta inşa edilen kulenin üç tarafında çeşmeler bulunmaktadır. Saat<br />

Kulesi’nin üç tarafında bulunan sebillerin alınlığında ve kapısı üzerinde<br />

kitabeler bulunmaktadır. Bu kitabelerde “1318 Belediye etti inşa bu kule<br />

ile çeşme-i Seyit Kamari’ye” yazılıdır. Orta kattaki yuvarlak kartuş içerisinde<br />

de Sultan II.Abdülhamit’in tuğrası bulunmaktadır. Saat Kulesi, saatin<br />

köşelerinde ikişer sütun ve kenarlarında yuvarlak kemerli sebiller<br />

bulunan kare bir kaide üzerinde yükselmektedir. 3.65x3.65 m ölçülerindeki<br />

kare planlı kulenin üç yüzü, mermer motifli çeşmelerle süslenmiş<br />

olan dört katlı kule, ikinci katındaki seyir balkonundan itibaren daralarak<br />

yükselmektedir. Seyir balkonu altında ağırlık taşımayan sadece süsleme<br />

amacına yönelik yivli sütunlar dikkat çeker. Sebiller basık yuvarlak niş<br />

şeklinde olup, silmelerle çevrelenmiştir. Ayrıca sebillerin profilli birer<br />

teknesi bulunmaktadır. Buradaki sebilli kaide üzerinde yükselen kulenin<br />

köşeleri pahlanmış kare prizma şeklindedir. Kaide ile gövde arasına<br />

bir balkon yapılmıştır. Bundan sonra gövde enine üç silme ile dört kata<br />

bölünmüş, üzeri de piramidal bir külah ile örtülmüştür. Kurşun kaplı saçaklı<br />

bir çatısı, kendine has uzun külahı ile eski dönem masallarından<br />

fırlamış gibi, şehre ayrı bir ahenk katmaktadır. Geniş saçakları olan bu<br />

177


külahın altında dört yöne yönelik birer saat kadranı yerleştirilmiştir. Kulenin<br />

dördüncü katında saat odası, dört cephesinde ise 80 cm çapında<br />

olan saat kadranı bulunmakta olup, şehrin pek çok tarafından görülebilen<br />

konumuyla oldukça dikkat çekmektedir.<br />

İzmit Saat Kulesi bir asırdan fazla geçmişe sahip, mimarisi ve kitabeleriyle<br />

gerek İzmitliler de, gerekse şehre gelen insanlarda hayranlık uyandıran,<br />

İzmit halkına her gün, her saat eşlik eden, zamanın değil aslında<br />

ömrün gelip geçiciliğini hatırlatan, İzmit’in simgesi haline gelen heybetli<br />

ama bir o kadar zarif bir saat kulesidir. Varlığı her daim insanların gönüllerinde<br />

derin izler bırakmıştır. Genç yaşlı demeden dostların, arkadaşların,<br />

sevgililerin buluşma noktası, zamanın habercisi, adeta şehrin zamana<br />

direnen koruyucu bir bekçisidir. İzmit saat kulesinin altına yapılan<br />

eklemelerle saat kulesinin çevresi daha gösterişli bir hal almıştır. Saat<br />

kulesi adeta, İzmit’i bir şemsiye gibi kuşatarak, kendi varlığını, tarihten<br />

aldığı, taşıdığı izlerle yansıtmakta, İzmit’i nadide bir incinin parlaklığıyla<br />

ışıldattığı gibi ülkemizi de aydınlatmaktadır.<br />

ÇOBAN MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ’NİN OSMANLI<br />

KÜLLİYELERİ İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ<br />

Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU<br />

Sakarya Üniversitesi<br />

Türk sanatı açısından önemli eserlerin boy gösterdiği Gebze; XVI. yüzyılın<br />

ilk çeyreğinden itibaren daha da önem kazanmıştır. İlkin Orhan Bey zamanında<br />

Osmanlı hâkimiyetine giren Gebze ve çevresinde ilk yapılaşma<br />

ortaya çıkmıştır. İmparatorluğun en geniş sınırlarına eriştiği XVI. yüzyılda<br />

Gebze, Doğuya yapılan Hac, sefer ve kervanlar için daha da önem kazanmıştır.<br />

Mısır valiliği de yapmış olan Çoban Mustafa Paşa’nın 1521’de<br />

İstanbul’a dönüşüyle birlikte oradan getirdiği malzemelerin de kullanımıyla<br />

Gebze’de önemli bir külliye vücuda getirilmiştir.<br />

Cami, medrese, kütüphane, türbe, imaret, han, tekke, paşa odaları, darüşşifa<br />

gibi birimlerden oluşan Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, mimari<br />

açıdan önemli güzergâhlardaki menzil külliyesi geleneğini canlı tutarken,<br />

daha sonraki menzil sitelerine de model teşkil etmiştir. Bu manzume,<br />

plan ve düzenleme açısından Osmanlı menzil külliyelerinin gelişmiş<br />

örneklerinden biri olmanın yanında; renkli taş, çini, tuğla ve kalemişi<br />

178


süslemelerinde geleneksel çizgileri takip ederken, Mısır’a özgü çini ve<br />

renkli taş kaplamaları üzerinde barındırması bakımından önemlidir.<br />

Külliyenin önemli güzergâh üzerinde bulunmasının yanı sıra, plan düzeni<br />

ve süslemeleri bakımından da gösterdiği özellikler, bu bildirinin konusunu<br />

içermektedir.<br />

GEBZE ÇOBAN MUSTAFA PAŞA CAMİ SÜSLEMELERİNİN<br />

ÜSLUP VE ESTETİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOP<br />

Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />

Kocaeli’nde Osmanlı döneminden kalma birçok mimari eser olmasına<br />

rağmen; klasik özelliklerde iki külliye dikkat çekmektedir. Bunlardan biri<br />

Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, diğeri de İzmit Pertev Paşa Külliyesi<br />

olup, her ikisi de Osmanlı menzil külliyesi özelliği göstermektedir.<br />

Osmanlı klasik dönem mimarisine şüphesiz Mimar Sinan damgasını vurmuştur.<br />

İslam mimarisinin karakteristik özelliklerinden biri sanatçıların<br />

kendilerini geri planda tutma özelliğidir. Bu batı sanatının aksi bir durum<br />

sergilemektedir. Bunu İslam medeniyeti içerisinde değerlendirebileceğimiz<br />

Osmanlı mimarisinde de görmek mümkündür. Maalesef Cumhuriyet<br />

Türkiye’sinin ilk dönemlerinde estetik ve sanat batı düşüncesi temel alınarak<br />

değerlendirildiğinden, Osmanlı eserleri başta olmak üzere İslam<br />

mimari eserleri İslam estetiğinden yoksun değerlendirmelere tabi tutulmuştur.<br />

Türkiye’de Sanat Tarihi çerçevesinde yapılan çalışmalarda kültür varlığını<br />

“sanat eseri” yapan estetik özelliklerden ayrı tutup, değerlendirmek<br />

gelenek olmuştur. Bu durum Gebze Çoban Mustafa Cami ve süslemeleri<br />

için de geçerlidir. Hakkında yapılan bilimsel çalışmalar bu minval üzerinde<br />

olan söz konusu yapı ve süslemeleri üslup ve estetik açıdan değerlendirilecektir.<br />

Osmanlı- Memluklu sanat zevklerinin ve üslubunun yansıtıldığı,<br />

İslam mabedi olma vasfının bu estetik anlayış içerisinde ele alındığı<br />

yapıdır. Yapının dış ve iç mimari dokusuna işlenen ve her bir mimari elemanda<br />

ayrı ayrı ele alınan süslemeler; hat yazıları ile soyut geometrik ve<br />

bitkisel motif ve kompozisyonlara yansıtılmıştır.<br />

Bu bildiri kapsamında camide görülen süslemelerin üslup açısından ele<br />

179


alınması yanında, İslam estetiğindeki görünürlüğü “Osmanlı ve Memluklu<br />

kimlikleri altında yansıtılması irdelenecek ve değerlendirilecektir.<br />

İZMİT VE ÇEVRESİNDE SEKA’YA BAĞLI<br />

SANAYİ DIŞI YAPILAR<br />

Yüksek Mimar Özden Senem EROL<br />

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />

1929 dünya ekonomik bunalımını diğer ülkelere göre daha az zararla<br />

kapatan Sovyetler Birliği’nin sanayi planları örnek alınarak 1933 yılında<br />

ülke genelinde 1. beş yıllık sanayi planı hazırlanmıştır. Bu çerçevede kurulan<br />

KİT’lerden biri olan Sümerbank tarafından İzmit’e Kağıt Fabrikası<br />

yapılmasına karar verilmiştir. İşte SEKA, 1. Sanayi planı çerçevesinde,<br />

Cumhuriyet’in ilk sanayi programlarından biridir. Öngörülen program<br />

dâhilinde Sümerbank, selüloz ve kağıt sanayisi adına inşa ettiği üretim<br />

yapılarıyla birlikte, fabrika alanı ve çevresinde SEKA çalışanları için bir<br />

yaşam alanı oluşturmuş ve oluşturduğu yerleşkenin barınma, eğitim,<br />

sağlık, spor, kültürel ve sosyal alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamaya gayret<br />

göstermiştir.<br />

Sunulan bildiride SEKA kuruluşu dâhilinde İzmit ve çevresinde inşa edilmiş,<br />

başta çalışanlar için ve sonrasında tüm kent halkına hizmet vermiş<br />

sanayi dışı yapılar ele alınmaktadır. Bu çerçevede; Sümer İlkokulu,<br />

Seka Kreşi, Seka Reviri (Sigorta Hastanesi), Seka İşçi ve Memur Evleri,<br />

Seka Kampı ve Lojmanları, Seka Lokali, Seka Sineması, Seka Spor Salonu,<br />

Seka Çırak Okulu ve Sümerbank Çeşmesi’nin yapım süreçleri anlatılmaktadır.<br />

İnşa hikâyeleri incelenirken; bazılarının başka kurumlarca<br />

devralındığı, bazılarının ise fabrikanın kapatılışından sonra da faaliyetlerine<br />

devam ettiği gözlemlenmiştir. Binalardan kimisi günümüze kadar<br />

ulaşabilmiş, kimisi ulaşamamış ve birçoğunun tasarım ve inşa sürecine<br />

dair dökümanları dahi elde edilememiştir. Diğer bir yandan modern Türk<br />

devleti kent modelinin Anadolu kentlerine uygulanmasında büyük katkısı<br />

olan Sümerbank, İzmit’in sosyal olarak farklılaşmasını, dönüşmesini ve<br />

yenilenmesini sağlarken, sunduğu bu katkılar ele alınan yapılar üzerinden<br />

okunmaktadır. Çalışmanın bina süreçlerine ait bilgileri; döneminin<br />

yerel gazeteleri, kitapları, fotoğraf arşivleri, imar planları, analitik etüdleri,<br />

mimarlık dergileri, Sümerbank Selüloz Sanayi Müessesesi dergi,<br />

kitap, broşürleri ve Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları İşletmesi Genel<br />

Müdürlüğü yönetmelikleri ışığında tespit edilmeye çalışılmıştır.<br />

180


GÖLCÜK KAZIKLI KERVANSARAYI<br />

Yrd. Doç. Dr. Yılmaz BÜKTEL<br />

Trakya Üniversitesi<br />

Gölcük belediyesinin, bir yarışma projesi ile restorasyonunu gerçekleştirerek<br />

ihya ettiği ve Kültür merkezi olarak kullandığı Kervansaray,<br />

Edirne-Enez’de bulunan Sahil Kervansarayı ile karşılaştırılarak mimari<br />

değerleri ve Sanat tarihi içindeki yerini belirlemek Bildirimizin asıl amaçlarıdır.<br />

Bu bağlamda araştırmadan çıkacak olası yeni sonuçlar da sempozyum<br />

izleyicileri ile paylaşılacaktır.<br />

GÖLCÜK SARAYLI CAMİ AHŞAP SÜSLEMELERİ<br />

Öğr. Gör. Pelin Güleda KARADENİZ<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Kocaeli’nin Gölcük ilçesine bağlı Saraylı köyü, ilçenin en büyük köylerinden<br />

biridir. Saraylı köyünün geçmişi antik döneme kadar uzamaktadır.<br />

Köy ismini sınırları içinde bulunan, arkeolojik sit alanında kalıntılarına<br />

rastlanan saraydan aldığı düşünülmektedir. Köyün en çok ilgi çeken unsurları<br />

19.yy mimari özelliklerini taşıyan geleneksel evleri ve Roma dönemi<br />

kalıntılarının yer aldığı mezarlarıdır.<br />

Saraylı köyü; geleneksel kent dokusu, camisi, çınar ağacı ve sivil mimari<br />

örnekleri ile özgünlüğünü korumaktadır. Bizde bu çalışmada İstanbul 6<br />

numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan alınan<br />

listeye göre tescilli anıtsal yapı olan Saraylı Caminin ahşap süslemelerini<br />

inceleyeceğiz. Cami, 1957 yılında betonarme olarak yenilenmiştir. Kare<br />

planlı, tek mekânlı cami, çift kanatlı, çiçek motifleri ile kabartmalı olarak<br />

işlenmiş ahşap kapısı, minberi ve mihrabındaki süslemeleri bakımından<br />

ele alınarak incelenecektir.<br />

181


ATATÜRK VE REDİF MÜZESİ SÜSLEMELERİ<br />

Öğr. Gör. Yıldırım KARADENİZ<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Kocaeli kentinde duvar ve tavan süslemeleriyle bezenmiş çeşitli tarihi<br />

yapılar bulunmaktadır. Bu yapıların en önemlilerinden biri Kocaeli’nin<br />

merkez ilçesi İzmit’te bulunan İzmit Redif Dairesi olarak bilinen yapıdır.<br />

İlk olarak İzmit Mutasarrıfı Hasan Paşa tarafından Sultan Abdülaziz<br />

döneminde Kasr-ı Hümayun ile birlikte yaptırılmıştır. Fakat geçirdiği<br />

yangından sonra 1890 da tekrar yapıldığı ifade edilmektedir. Yapı 1999<br />

depremine kadar 15. Kolordu Komutanlığı’nca Askeri Mahkeme binası<br />

olarak kullanılmıştır. Depremde büyük zarar gören binanın restorasyonu<br />

aslına uygun şekilde yapılarak Atatürk ve Redif müzesi olarak kullanılmaktadır.<br />

Avlu duvarlarıyla çevrili kağir sistemde inşa edilen yapı doğu<br />

batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Yapı 19.yy barok tarzda yapılmış<br />

olan süslemeleri ile dikkat çekmektedir. Bizde bu çalışma da yapıyı duvar<br />

ve tavan süslemeleri bakımından inceleyeceğiz. Yapı barok tarzda yapılmış<br />

süslemeleri bakımından oldukça zengindir. Barok tarzı süsleme 19.<br />

yüzyıl da mimaride çok kullanılan bir süsleme türü olarak kullanılmıştır.<br />

Fakat günümüzde mimaride ve kitap sanatlarında kullanılmadığı için çok<br />

fazla bilinmemektedir. Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız yapının süslemelerini;<br />

renk, motif ve üslup özellikleri bakımından inceleyip yapının<br />

süslemelerinin tanınmasını sağlamaktır.<br />

GÖLCÜK, DEĞİRMENDERE MEZARLIĞI’NDAKİ<br />

SÜSLEMELİ KADIN MEZAR TAŞLARI<br />

Arş. Gör. Saliha TANIK<br />

Gazi Üniversitesi<br />

Değirmendere, İzmit körfezinin güney kıyısında ve deniz kenarında olup,<br />

Kocaeli iline bağlı Gölcük ilçesinin eski bir beldesidir. “Gölcük Değirmendere<br />

Mezarlığı’ndaki Süslemeli Kadın Mezar Taşları” konulu bu çalışmada,<br />

mezarlıkta bulunan mezar taşlarından kadın cinsine ait yirmi iki<br />

mezar taşı incelenerek, çalışmamızda yer almıştır.<br />

182


Değirmendere mezar taşlarında tarihi bilinen bütün örnekler XVIII. yüzyıl<br />

ikinci çeyreği ile XX. yüzyıl ilk çeyreği arasındadır. Yirmi iki örnekten dört<br />

tanesi XVIII. yüzyıl, on altı tanesi XIX. yüzyıl, iki tanesi XX. yüzyıldır. Mezar<br />

taşlarının hepsi taş malzemeden yapılmıştır. Mezar taşlarının büyükten<br />

küçüğe doğru boyları 170 cm. ile 88 cm, genişlikleri 53 cm. ile 24 cm,<br />

kalınlıkları ise 23cm ile 7cm. arasında değişmektedir. Bu mezar taşlarının<br />

yedi tanesinin ayak taşı mevcuttur. Ayak taşlarında ortaya çıkan üç<br />

örneğin süslemesi kazıma tekniğiyle yapılmıştır. Yüzeyi oyularak yapılan<br />

kitabeli ve süslemeli mezar taşları kabartma görünümünde verilmiştir.<br />

Değirmendere’de bulunan mezar taşları şahideli tipte olup toprak mezar<br />

grubuna dahildir. Bunların üç tanesi yerinde olmayıp bugün ağaca yaslı<br />

durumdadır. Örneklerin hepsi dikdörtgene yakın gövdelidir. Genel olarak<br />

ele aldığımız bütün mezar taşları kitabelidir. Yirmi iki örneğin kitabe<br />

dizilişi dört tanesi, diagonal, on sekiz tanesi de yatay şekilde verilmiştir.<br />

Baş ve ayak taşlarının yirmi altı tanesi sağlamdır. Baş taşlarından üç örnek<br />

ise; kırık, eksik veya aşınmış vaziyettedir. Süsleme konusu olarak<br />

bitkisel, nesneli, mimari unsurlar ve yazı türü bezeme unsurları kullanılmıştır.<br />

Bitkisel bezeme olarak en çok akantus yaprağı kullanılmakla<br />

beraber palmiye yaprağı, kıvrımlı dallar, küpe çiçeği, kalla çiçeği, palmet,<br />

rûmi, orkide çiçeği, kır çiçeği, rozet çiçeği, yaprak, lale, gül, asma yaprağı,<br />

elma, armut, yonca yaprağı kullanılmıştır. Nesneli bezemede inci<br />

dizileri, vazo, bağ, yumurta, burma, perde, meyve tabağı, çelenk, püskül,<br />

kurdele, makas motifi yer almaktadır. Mimari bezeme olarak da sütunçe<br />

ve mukarnas dizilerine yer verilmiştir. Yazı türü olarak sülüs ve ta’lik<br />

kullanılmıştır. Ayak taşlarında ise servi ağacı, hurma ağacı ve gül dalı<br />

motifi gözükmektedir. İncelediğimiz süslemeli kadın mezar taşları kendi<br />

içerisinde; bitkisel tepelikliler, üçgen tepelikliler, sivri kemerli tepelikliler,<br />

yuvarlak kemerli tepelikliler, güneş tepelikliler ve dilimli tepelikliler<br />

olarak tasnif edilmiştir.<br />

Konumuza dâhil olan mezar taşlarının Türk plâstik sanatları içerisinde<br />

değerlendirilmekle birlikte, ölenlerin kimlikleri, sülâleleri, kullanılan<br />

isimler, ölüm sebepleri, hastalıklar, yaratandan ve insanlardan istenen<br />

temenniler, yapılan uyarılar gibi İzmit’in geçmişinden gelen, onu tanıtan,<br />

insanlara bir ibret vesikası olarak tanıttıran bir halk kültürünün taşa yansımış<br />

hali olarak, millî folklorumuz açısından da önemli bir yere hâizdir.<br />

183


PAŞA SUYU, PAŞA HAMAMI VE SÜLEYMAN PAŞA<br />

Ahmet Nezihi GALİTEKİN<br />

Dr. H. İbrahim KAHRAMAN<br />

Nikomedia Şehri’nin kurulmasından itibaren önce yerel su kaynakları ile<br />

insanların bu ihtiyacı karşılanıyor. Su kuyuları ve su sarnıçları bu maksat<br />

ile yapılan yapılardır. Roma döneminde bir ara dünyanın en büyük dört<br />

şehrinden biri haline gelince yeni su kaynaklarına ihtiyaç duyuluyor. Vali<br />

Plinus döneminde bugünkü Kabaoğlu köyü tarafından su getirilme çalışması<br />

yapılıyor ise de sonuçlandırılamıyor. Daha sonra bu günkü şehrin<br />

22km kuzey doğusunda bulunan ve Osmanlı döneminde Paşasuyu adı verilen<br />

su kaynağı ciddi bir çalışma ile Nikomedyanın ihtiyacını karşılayacak<br />

şekilde getiriliyor.<br />

İzmit in fethinden sonra ilk vali olan Gazi Süleyman Paşa, Osmanlı arşiv<br />

belgelerinde Köhne Hamam diye zikredilen tek hamamı yaptırıyor ve halkın<br />

hizmetine sunuyor. Buranın suyunun da paşa suyu denilen kaynaktan<br />

temin edildiği bilinmektedir. İzmit, Cumhuriyet döneminde olduğu gibi<br />

Osmanlı döneminde deyüzyıllar boyu imparatorluk coğrafyasının çeşitli<br />

yerlerinden göç alarak genişlemiş ve artan ihtiyaç karşısında katma<br />

sular, çeşmeler, hamamlar ile donatılmıştır. Bildirimizde bu sürece bir<br />

nebze de olsa ışık tutulacaktır.<br />

“KONSTANTİNOPOLİS KAPILARINDA” ROMANINDA<br />

TARİHSEL ARKA PLAN OLARAK NIKAA(İZNİK) VE<br />

NIKOMEDIA(İZMİT)<br />

Prof. Dr. Nevnihal ERDOĞAN<br />

Kocaeli Üniversitesi<br />

Konstantinopolis Kapılarında; yaşadığımız bölgenin mazisini plato edinmiş<br />

bir tarihî roman. Romanın yazarı ise mimarlık eğitimi almış bir<br />

edebiyatçı olan Hikmet Temel Akarsu. Yazarının mimar olması Konstantinopolis<br />

Kapılarında adlı romanın mekânsal tasvirlerine özellik kazandırmaktadır.<br />

O mekânsal tasvirler, bizleri hergün üzerinde yaşadığımız<br />

bazı tarihi mekânların kökendeki yolculuğuna savurmakta ve sadece<br />

İstanbul’un değil Kocaeli (Nikomedia), İznik (Nikaa) gibi kentlerin de yüzyıllar<br />

içinde geçirdiği evrime dair ilginç doneler sunmaktadır.<br />

184


“Konstantinopolis Kapılarında”, eserin sunum metinlerinde de belirtildiği<br />

gibi aslında Türk Ortaçağı’nı anlatan bir tarihi roman. Kitabın sunum<br />

metinleriyle aktaralım; “Malazgirt Meydan Muharebesi’nin ardından beş<br />

yıl gibi kısacık bir sürede tüm Küçük Asya’yı boydan boya fethederek dönemin<br />

dünya imparatorluğu Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in kapılarına<br />

dayanmış özgür Türkmen boylarının sergüzeştine odaklanmış bir<br />

yapıt.”<br />

Paylaşım, kahramanlık ruhu, vatan, adanmışlık, aşk ve bilgelik temalarına<br />

dayanan bu tarihi roman; Türklerin, Bizans şehirlerinden İznik’i<br />

fethetmesi, Anadolu’da ilk Türk devletini kurması (Anadolu Selçuklu<br />

Sultanlığı) ve öncü bahadır bir grubun Konstantinopolis’te Bizans yönetimiyle<br />

karşılaşmasını ve mücadelesini anlatıyor. Kitabın temel teması,<br />

kahramanların Bizans entrikalarını çözmeleri ve İznik’in fethi öncesi savaş<br />

stratejisi üzerinedir. Fedakârlık ve kahramanlık ruhuyla Bizans oyunlarının<br />

bozulmasını, karmaşık olaylar örgüsü biçiminde, şövalye romanlarında<br />

görebileceğimiz tutkulu bir üslupla ve heyecanla anlatan roman<br />

aynı zamanda Anadolu Türk Devletlerinin kuruluşu ve gelişmesindeki<br />

sancılı ve acıklı deneyimi de hikâye etmektedir.<br />

Şövalye romanslarının klasik özelliklerini yansıtan romanın bizleri alâkadar<br />

eden en önemli yönü, mimari ve kentsel bağlamdaki arka planı ile<br />

olayları bağdaştırması ve bize “medieval” Konstantinopolis, Nikaa (İznik)<br />

ve Nikomedia’dan(İzmit) fasadlar sunmasıdır. Roman sadece Konstantinopolis’in<br />

mimari mekânlarını kullanmakla kalmayıp bir geçiş alanı olarak<br />

kentimiz ve yöremizi (Nikaa, Nikomedya vs.) içine alan geniş bir bölgeyi<br />

plato olarak kullanmaktadır. Konstantinopolis Kapıları isminden de<br />

anlaşılacağı gibi dönemin en büyük merkezi olan İstanbul’a gidel yol olarak<br />

Nikomedia ve Nikaa’yı da (İznik ve Kocaeli) işlemektedir. Kitap Nikaa<br />

Kalesi’nin, surlarının ve bazı dinsel mabedlerin mekân olarak kullanıldığı<br />

kimi anlatıların yanısıra, dönemin muhasara teknikleri, cenk usülleri,<br />

bölgenin sosyal yapısını da vermektedir. Kısacası eser, gerek kurgusal<br />

anlamda gerekse de tarihsel olarak varit olan hadiseler çerçevesinde<br />

Kocaeli ve yöresine dair anlatılar sunmaktadır.<br />

Bildiride, Romanın tarihsel olarak arka planında yer alan Nikaa (İznik) ve<br />

Nikomedia (İzmit) ve Konstantnopolis (İstanbul)’un şehir kurgusu, önemli<br />

ve yönetsel binaları incelenecektir. Tarihsel olan mimari mekânlardan<br />

surlar ve kapılar, önemli akslar, limanlar, hipodrom, görkemli mabetler,<br />

saraylar, zindanlar, sürgün prens adaları, manastırlar, imparatorluk<br />

yolları, sarnıçlar ve daha çok Ortaçağ mimarisine dayanan mekânlar, mi-<br />

185


mari bir bakış açısıyla değerlendirilecektir.<br />

Çalışma kapsamına, romanda mimari mekân arka planı güçlü bir şekilde<br />

yer alan akıncı güçlerin bir geçiş bölgesi olan Nikomedya (İzmit), Nikaa<br />

(İznik) ve Konstantinopolis (İstanbul) kentleri seçilmiştir. Özellikle tarihi<br />

adı Nikomedia olan Kocaeli’nin bir geçiş mekânı ve “akıncı-öncü” Türk<br />

birliklerinin batıya akışına köprü teşkil eden bir bölge olarak işlemesi<br />

apayrı ve özgün bir ilgi alanını oluşturulması beklenmektedir.<br />

MEHMED ALİ KÂĞITÇI’NIN MÜDÜRLÜK GÖREVİNDEN<br />

ALINMASININ ARKASINDAKİ NEDENLER<br />

Prof. Dr. Emre DÖLEN<br />

SEKA Kâğıt Müzesi Danışmanı<br />

Türkiye’de kâğıt sanayinin kurulması için yıllarca mücadele veren Mehmed<br />

Ali Kâğıtçı sonunda hedefine ulaşmış ve 1934’de kurulmasına karar<br />

verilen İzmit Kâğıt ve Karton Fabrikası’nın müdürlüğüne getirilmiştir. 18<br />

Nisan 1936’da ilk kâğıdın elde edilişi Türkiye’de ve basında büyük coşkuyla<br />

karşılanmış olmakla birlikte bir süre sonra üretilen kâğıdın pahalı olduğu,<br />

fabrikanın iyi yönetilemediği konusunda eleştiriler başlamıştır. Bu<br />

eleştiriler yapılırken kâğıt üretimindeki yapısal sorunlar göz ardı edilerek<br />

olay kişiselleştirilmiş ve Mehmed Ali Kâğıtçı’nın yönetiminin başarısızlığına<br />

bağlanmıştır.<br />

Üretimin pahalı olmasının temelinde fabrikanın düşük kapasite ile kurulmuş<br />

olması, selüloz fabrikasının kuruluşunun çok gecikmesi, hammadde<br />

olarak kullanılan odunun yurt içinden yeterli miktarda sağlanamayıp<br />

ithal yoluna gidilmesi, işgücünün niteliksiz olması nedeniyle fazla sayıda<br />

işçi çalıştırılmak zorunda kalınması gibi yapısal sorunlar bulunmaktadır.<br />

II. Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılar ve Sümerbank’ın aşırı merkeziyetçi<br />

yönetimi de bunların üzerine eklenmiştir.<br />

Eleştirilerin şiddetlenmesi üzerine sürekli olarak konudan anlamayan<br />

müfettişler gönderilmeye ve bunlar tarafından Mehmed Ali Kâğıtçı’nın<br />

devleti zarara soktuğu yönünde raporlar düzenlenmeye başlanmıştır.<br />

Yunanistan’dan ithal edilen kaolinin kötü olması neden gösterilerek kendisine<br />

195 TL zimmet çıkartılmıştır. Bunun ardından 1939 yılı ortalarında<br />

İktisat Vekâleti’nde oluşturulan bir heyet tarafından cevaplandırılması<br />

186


için 25 tane soru ve daha bunların cevabı verilmeden 50 tane soru daha<br />

gönderilmiştir. Bu sorulara baktığımız zaman bunların çok büyük bir çoğunluğunun<br />

muhatabı Mehmed Ali Kâğıtçı olmamakla birlikte cevapları<br />

kendisinden istenilmektedir.<br />

Bütün bu aleyhteki kampanyaların ardından Mehmed Ali Kâğıtçı fabrikayı<br />

kötü yönettiği ve devleti zarara soktuğu gerekçesiyle 31 Mart 1941’de<br />

müdürlük görevinden alınarak “Fen Müşaviri” olarak görevlendirilmiş<br />

ve bir süre sonra görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle 20 Haziran<br />

1941’de Sümerbank’daki görevine son verilmiştir. Bu bildiride Mehmed<br />

Ali Kâğıtçı’nın görevden alınmasıyla sonuçlanan gelişmeler ve bunların<br />

nedenleri üzerinde durulacaktır.<br />

TERSANE KUVVE CETVELLERİNE GÖRE II. ABDÜLHAMİT<br />

DÖNEMİNDE İZMİT TERSANESİ’NİN PERSONEL DURUMU<br />

VE DÖNEMİN DİĞER TERSANELERİYLE MUKAYESESİ<br />

Prof. Dr. Şakir BATMAZ<br />

Erciyes Üniversitesi<br />

II. Abdülhamit döneminde Tersane Kuvve Cetvelleri ve Deniz Müzesi 1124<br />

Demirbaş Numaralı Tersane Amele Yoklama Defteri bağlamında İzmit<br />

Tersanesinin personel durumu ele alınacaktır. İzmit Tersanesinde bu<br />

tarihte hangi sınıf personelin vazife yaptığı, sayıları ve çalışma şartlarına<br />

ilişkin bilgi verilmeye çalışılacaktır. Tersanede Üretim ve performans<br />

ilişkisine göre artan/azalan veya nitelik olarak farklılaşan çizgide tersanenin<br />

personel ihtiyacı ele alınacaktır. Aynı tarihte İstanbul Tersanesi ve<br />

diğer tersanelerdeki personel sayıları mukayeseli olarak verilerek İzmit<br />

Tersanesi’nin diğerlerine göre yeri tespit edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca<br />

İzmit limanında ve fenerlerde çalışan personel hakkında da bilgi verilecektir.<br />

187


BEBRYKES AT THE SEA OF MARMARA<br />

IN APOLLONIOS RHODIOS<br />

Prof. Dr. Kalin POROZHANOV<br />

Neofit Rilski South-West University<br />

Apollonios Rhodios presents many Thracian ethnic and political formations<br />

in Asia Minor. Bebrykes is naming the population, which is associated<br />

with the Thracians being, at the eastern end of the southern coast<br />

of the Sea of Marmara, on the south/southwest coast of the peninsula of<br />

the Thracians Bithynoi. These Thracians – Bebrykes, which are part of<br />

the Thracians Bithynoi – is headed by a king named Amykos. They were<br />

presented with their rituals, which are related to the control of navigation<br />

in their waters and with protecting their coasts against foreigners. These<br />

waters and shores are the southern part of the strategic Strait Bosporus/Bosphorus.<br />

This probably suggests that the Thracian kingdom of the<br />

Bebrykes was in control of the passing through the Strait<br />

188

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!