You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
1
<strong>Saygıdeğer</strong> <strong>katılımcılar</strong>,<br />
Üçüncüsünü düzenlediğimiz Kocaeli Tarihi Sempozyumunun konusunu,<br />
şehrimizin ilk yöneticisi Gazi Süleyman Paşa’ya atfettik. Bölgemiz<br />
ve Osmanlı Tarihi açısından önemli bir şahsiyet olan Gazi Süleyman<br />
Paşa maalesef bugün toplumumuz tarafından pek tanınmamaktadır.<br />
Tarih sempozyumlarına başlarken unutulmuş tarihi değerlerimizi yeni<br />
kuşaklarla tanıştırmayı hedeflemiş ve bu heyecanla yola çıkmıştık. Gazi<br />
Akça Koca ve Kara Mürsel Alp’ten sonra Gazi Süleyman Paşa’yı tanıtmak<br />
bizim için ayrı bir heyecan ve onur kaynağı olmuştur.<br />
Kentimizin kurucularından ve Kocaeli tarihindeki en önemli figürlerden<br />
birisi olarak dikkat çeken Gazi Süleyman Paşa’yı konu alan bu<br />
sempozyumla birlikte, Kocaeli’nin sanayi kenti gerçeğinin yanı sıra bir<br />
kültür ve tarih kenti olduğunu da vurgulamış oluyoruz. Kocaeli Büyükşehir<br />
Belediye’mizin kültür politikasındaki katılımcı, şeffaf ve geçmişinden<br />
aldığı güçle geleceği şekillendiren anlayışı; Kocaeli Kitap Fuarı, Kocaeli<br />
Tarih Sempozyumları, Kültür Yayınlarımız ve diğer çalışmalarımızla<br />
yoluna devam edecektir.<br />
Elinizdeki programla üç gün devam edecek olan Gazi Süleyman Paşa<br />
ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu, sadece şehrimize ait değil Osmanlı<br />
Tarihi’ne, Kuzeybatı Anadolu Bölgesine ait birçok değerli konu başlığını<br />
ihtiva etmektedir. İlkçağlardan modern zamanlara kadar uzanan bir konu<br />
bütünlüğü arz eden sempozyum konuları, daha öncekilerde olduğu gibi,<br />
sadece tarihe dair değil, kültüre, sanata, mimariye ve bugüne dair de<br />
birçok bilgiyi bir araya getirecektir.<br />
Gazi Süleyman Paşa Sempozyumu ile birlikte ülkemizde son dönemde<br />
yapılan en kapsamlı tarih sempozyumunu gerçekleştiriyoruz. Böylece<br />
dünyanın dört bir yanından ve ülkemizden, kentimiz ve bölge tarihi ile ilgili<br />
olarak çok ciddi bir hareket noktası elde etmiş oluyoruz. Bu çalışmalarda<br />
emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyor, sempozyumumuzun<br />
başarılı bir şekilde geçmesini diliyorum…<br />
İbrahim KARAOSMANOĞLU<br />
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı
KOCAELİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ<br />
Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı<br />
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı<br />
Gençlik ve Spor Hizmetleri Dairesi Başkanlığı<br />
KURULLAR/BOARDS<br />
Başkan/President<br />
İbrahim KARAOSMANOĞLU<br />
Genel Koordinator<br />
/General Coordinator<br />
Doç. Dr. Tahir BÜYÜKAKIN<br />
Düzenleme Kurulu<br />
/Executive Board<br />
Prof. Dr. Haluk SELVİ<br />
Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN<br />
Doç. Dr. M. Bilal ÇELİK<br />
Feyzullah OKUMUŞ<br />
Dr. Ali YEŞİLDAL<br />
Raşit FİDAN<br />
Hasan YILMAZ<br />
Hayriye SÖZER<br />
Volkan ŞENEL<br />
Emel ALP<br />
Resül NARİN<br />
Alptekin CEVHERLİ<br />
Adem YILMAZ<br />
Sempozyum Sekreterliği/Secretariate<br />
Bilimsel Konular/Scientific Matters<br />
Doç. Dr. M. Bilal ÇELİK - 0264 295 60 23<br />
Resül NARİN - 0544 207 87 80<br />
İdari Konular<br />
(Ulaşım, Konaklama vb.)<br />
/Administrative Matters<br />
Burçin TİMAÇ - 0262 322 18 74 - 2447<br />
Ali Kemal SANCAK - 0544 529 66 00<br />
Basım Yılı: 2016<br />
Web: http://kocaelitarihisempozyumu.com<br />
Mail: kocaelitarihisempozyumu@kocaeli.bel.tr<br />
Bilim ve Danışma Kurulu<br />
/Scientific and Advisory Board<br />
Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN<br />
Prof. Dr. Adnan SOFUOĞLU<br />
Prof. Dr. Ahmet GÜNEŞ<br />
Prof. Dr. Altan ÇETİN<br />
Prof. Dr. Ayşe Tuba ÖKSE<br />
Prof. Dr. Azmi ÖZCAN<br />
Prof. Dr. Cevdet KÜÇÜK<br />
Prof. Dr. Chakib BENAFRI<br />
Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT<br />
Prof. Dr. Emre DÖLEN<br />
Prof. Dr. Enis ŞAHİN<br />
Prof. Dr. Enver KONUKÇU<br />
Prof. Dr. Erhan AFYONCU<br />
Prof. Dr. Feridun EMECEN<br />
Prof. Dr. Geza DAVID<br />
Prof. Dr. Halil İNALCIK<br />
Prof. Dr. Heath W. LOWRY<br />
Prof. Dr. İdris BOSTAN<br />
Prof. Dr. İlhan ŞAHİN<br />
Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU<br />
Prof. Dr. Maria Pia PEDANİ<br />
Prof. Dr. Mehmet ALPARGU<br />
Prof. Dr. Mehmet BEŞİRLİ<br />
Prof. Dr. Nedim İPEK<br />
Prof. Dr. Olena BAÇİNSKA<br />
Prof. Dr. Osman AKANDERE<br />
Prof. Dr. Osman KÖSE<br />
Prof. Dr. Özer ERGENÇ<br />
Prof. Dr. Rhoads MURPHEY<br />
Prof. Dr. Sabahattin ÖZEL<br />
Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU<br />
Prof. Dr. Tofig MUSTAFAZADE<br />
Prof. Dr. Viktor KIRYUKOV<br />
Prof. Dr. Yuriy KOÇUBEY<br />
Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU<br />
Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK<br />
Prof. Dr. Zeynep AHUNBAY<br />
Doç. Dr. Ferhat TURANLI<br />
Doç. Dr. Oleksandr SEREDA<br />
Doç. Dr. Olga MAVRİNA<br />
Doç. Dr. Serkan YAZICI<br />
Doç. Dr. Svitlana KAYUK<br />
Doç. Dr. Vyaçeslav STANİSLAVSKİY<br />
4
5
KÖRFEZ İLÇESİ’NDE (KOCAELİ) ARAZİ ÖRTÜSÜ<br />
DEĞİŞİMLERİNİN UZAKTAN ALGILAMA VE COĞRAFİ<br />
BİLGİ SİSTEMLERİ İLE ANALİZİ (1987-2015)<br />
Yrd. Doç. Dr. Beyza USTAOĞLU<br />
Suzan YILDIZ<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Bu çalışmanın amacı uzaktan algılama ve coğrafi bilgi sistemleri kullanılarak<br />
Körfez ilçesinde 1987, 1995 ve 2015 yılları arasında arazi örtüsü<br />
değişimlerini belirlemektir. Araştırma alanı Marmara Bölgesi’nin Çatalca-Kocaeli<br />
bölümünde, İzmit Körfezi’nin kuzey kıyısında, TEM Otoyolu,<br />
D-100 Karayolu ve demiryolu güzergâhında yer almaktadır. Araştırma<br />
alanında Tüpraş ve İgsaş gibi büyük sanayi kuruluşları bulunmaktadır.<br />
Körfez ilçesi 2014 yılı nüfus sayımına göre 146.210 nüfusuyla Kocaeli’nin<br />
nüfusu artmakta olan ilçelerinden birisidir. Özellikle sanayileşmenin etkisiyle<br />
oluşan nüfus artışı, arazi örtüsünü meydana getiren yerleşme, tarım<br />
ve ormanlık alanların mekânsal dağılışını etkilemektedir. Arazi örtüsündeki<br />
bu değişimi belirlemek amacıyla veri olarak Landsat 5 TM 1987<br />
ve Landsat 5 TM 1995 ve Landsat 7 ETM+ 2014 uydu görüntüleri ve arazi<br />
çalışmaları ile elde edilecek olan GPS (küresel yer belirleme sistemi)<br />
verileri kullanılacaktır. Yöntem olarak ArcGIS 10.2.2 yazılımında ekran<br />
üzerinden sayısallaştırma ve Erdas Imagine 9.2 yazılımında kontrolsüz<br />
sınıflama tekniği uygulanacaktır. Elde edilen sonuçlar T.C Orman ve Su<br />
İşleri Bakanlığı tarafından oluşturulan Arazi İzleme Sistemi, Ulusal Arazi<br />
Örtüsü veri tabanı ile karşılaştırılacaktır.<br />
6
BUZUL ÇAĞLARINDAN İTİBAREN KOCAELİ’DE<br />
DOĞAL ÇEVRE DEĞİŞİMLERİ VE KÜLTÜRLERE<br />
YANSIMALARI<br />
Öğr. Gör. Ayşin KONAK<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Her toplum geride ana hatlarını kendisinin oluşturduğu bir tarih bırakır. Bu<br />
tarihin oluşumu düz bir çizgi izlemez. Toplumun iç dinamikleri ile derinleşir,<br />
dış dünya olarak tanımlanan doğal çevreden gelen etkenlerle ise şekillenir.<br />
Kültür doğal çevrenin bütün değişimlerini izler, bu değişimlere göre biçim<br />
kazanır ya da tam tersi kültür yaşadığı coğrafyayı kültürel gelişimi doğrultusunda<br />
şekillendirir, tarihini oluşturduğu sahneye yön verir, kendine ait bir<br />
fiziksel çevre yaratır. Bu fiziksel çevre doğal çevreyle birlikte kültür tarihinin<br />
şekillendiği bir “sahne” ya da bir “mekân” oluşturur. Bu tarihten geriye kalan<br />
çoğu zaman kültürün gölgesidir.<br />
İnsan topluluklarının yaşama düzeni, yerleşme yeri seçimleri, beslenme,<br />
kültürel ve ticarete yönelik her türlü üretimleri bugün olduğu gibi doğal çevrenin<br />
sunduğu kaynaklara bağımlı olmuştur. Bugüne kadar çeşitli bölgelerde<br />
yapılan arkeolojik araştırmalar göstermektedir ki; çevresel faktörlere bağlı<br />
farklılıklar bu bölgelerde yaşayan toplumların yaşam biçimlerini etkilemekle<br />
kalmayıp, her türlü kültürel buluntulara yansımaktadır. Bununla birlikte<br />
doğal çevrede gözlenen değişimler yerleşmelerin yer değiştirmesine neden<br />
olacak kadar köklü değişikliklere neden olabilmektedir. Başta iklim olmak<br />
üzere bu çevresel değişimlerin hızı kültürün çevreye uyarlanma sürecinde<br />
oldukça etkilidir.<br />
Günümüzden 2,58 milyon yıl önce başlayan Kuvaterner Dönem kendi içinde<br />
“Büyük Buz Çağı” olarak bilinen Pleyistosen (2,58 milyon yıl - 11,7 bin yıl) ve<br />
günümüz iklim koşullarının yaşanmaya başladığı Holosen (11,7 bin yıl - günümüz)<br />
olmak üzere iki çağa ayrılmaktadır. Derin deniz sondajlarından elde<br />
edilen bilgiler sonucu Kuvaterner’de, zaman ve mekân çerçevesinde buzulların<br />
ilerlediği, daha sonra çekildiği buzul dönemleri ve buzul arası dönemlerin<br />
yaşandığı anlaşılmıştır. Kuvaterner Dönem’de gözlenen buzullaşmalar<br />
coğrafik konum, atmosferik ve topografya şartlarında gözlenen farklılıklardan<br />
dolayı yer ve zaman bakımından farklılık göstermiş, yeryüzünün farklı<br />
bölgelerinde değişik süre ve şiddetlerde etkili olmuştur. Bu dönem içinde<br />
Karadeniz’e ve Marmara Denizi’ne kıyısı olan ve kısa mesafelerde mikro çeşitlilik<br />
gösteren ekolojik bölgeleri ile Kocaeli’nde başta deniz seviyesi değişimleri<br />
ve alüvyonlaşma süreçleri olmak üzere çeşitli çevresel değişimler<br />
kültürler üzerinde ciddi etkiler bırakmıştır.<br />
7
BİTHYNİA, TRAKLAR VE DİĞER<br />
BALKAN KÖKENLİ HALKLAR<br />
Prof. Dr. Engin BEKSAÇ<br />
Öğr. Gör. Şule Nurengin BEKSAÇ<br />
Yrd. Doç. Dr. Mustafa HATİPLER<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Bithynia Bölgesi’nde uygarlığın en önemli etmeni olan Balkan ve Trak<br />
kökenli toplulukların durumunu ele alan bir çalışma olarak, bölgenin<br />
Trakya ve Balkanlar ile olan ilişkisi yanında, Anadolu’da komşu bölgeler<br />
ile olan ilişkilere de değinilecektir.<br />
THE EARLY HISTORY OF BITHYNIA - THE REGION OF<br />
KOCAELI FROM THE TIMES OF THE THRACIAN KING<br />
PHINEUS TO THE LYDIAN KING CROESUS<br />
Doç. Dr. Alexandar PORTALSKY<br />
SWU, Bulgaria<br />
The paper interprets the information from ancient sources regarding the<br />
land of Bithynians. At first the hypothesis of the existence of a large Thracian<br />
state entity on both sides of Bosporus is proposed, which supposedly<br />
reached north to Salmydessos and south to today’s Gulf of Kocaeli.<br />
Then the growth of the Lydian kingdom in 7-6 century BC is analyzed.<br />
The kings Alyates and Croesus controlled southern shore of the Sea of<br />
Marmara and organize there founding of the Greek colonies, which with<br />
their fleets help to stop the continuous passing of Thracians from Europe<br />
to Asia Minor and vice versa. In this context the founding of Astakos,<br />
probably in the place of today’s Yazlik or Yuvacik is commented as well.<br />
8
KURULUŞUNDAN YIKILIŞINA KADAR BİTHYNİA<br />
KRALLIĞI’NIN SINIRLARI VE GELİŞİMİ<br />
Dr. Ali BORA<br />
Ele aldığımız konunun genel kronolojisi, MÖ. üçüncü yüzyılın başlarından,<br />
MÖ. birinci yüzyılın ilk çeyreği arasındaki süreci kapsamaktadır.<br />
Hellenistik Dönemin önemli bir parçası olan bu süreç, aynı zamanda siyasi<br />
otorite olarak Bithynia Krallığı’nın ortaya çıkışı ve yok oluşu ile ilgili<br />
gelişmeleri içerir. Bu bakımdan çalışmamız, bölgedeki önemli tarihsel<br />
gelişmeler eşliğinde, Bithynia Krallığı sınırlarının oluşumu ve gelişimini<br />
ele almaktadır.<br />
Antik kuzeybatı Anadolu’nun konu edilen siyasi otoritesinin hükmettiği tarihsel<br />
coğrafya, Prusias I döneminden itibaren en geniş sınırlarına ulaşan<br />
krallığın, o zamanlar bilinen dünyadaki saygınlığı ve bu ortamda oynadığı<br />
rolün öneminin bir göstergesidir. Bu bağlamda Bithynia hanedanlığı ile<br />
Asia, Kappadokia, Galatia, Paphlagonia, Pontos kralları ve Roma arasındaki<br />
mücadelelerin yanı sıra, bölgenin coğrafi ve topoğrafik özelliklerinin<br />
krallığın sınırlarına olan etkileri değerlendirilmektedir.<br />
BITHYNIAN INFLUENCES ON ROMAN<br />
IMPERIAL CULT PRACTICES IN THRACE<br />
Dr. Milena RAYCHEVA<br />
Sofia University<br />
Bithynia and Thrace are two geographic regions closely related by the<br />
ethnic origin of their inhabitants, as noted by ancient authors as early as<br />
Herodotus, Thucydides and Xenophon. These lands continued to share<br />
cultural similarities in the following ages, further confirmed by later historians.<br />
Under Roman rule these territories were transformed, though<br />
not simultaneously, into the neighboring provinces of Bithynia et Pontus<br />
and Thracia, which still preserved a special connection. Various forms of<br />
evidence prove their continuous interaction, usually attested by the flow<br />
of artisans from Asia Minor in Thrace, or by the Thracian personal names<br />
still used in Bithynia.<br />
9
The paper will focus on one aspect of the powerful cultural impact of<br />
Bithynia on Thrace during Roman age - namely, the influences on imperial<br />
cult practices. Major Bithynian cities like Nicomedia, Nicaea, Prusias<br />
ad Hypium, Apamea flourished in Roman times and set fashion trends<br />
in civic and religious life which were copied in Thrace. Very often these<br />
trends were brought in by Bithynian natives themselves that settled down<br />
in Thrace, as shown by epigraphic evidence. The influences will be traced<br />
through a number of parallels between the provinces, and close attention<br />
will be paid to the planning of architectural space, the organizing of imperial<br />
cult events, and especially the individuals and institutions that were<br />
involved in emperor worship at municipal or provincial level.<br />
BİTHYNİA BÖLGESİNİN TARİHİ VE<br />
KULLANDIKLARI TAKVİM<br />
Doç. Dr. Hülya BOYANA<br />
Ankara Üniversitesi<br />
Bithynia kuzeyde Karadeniz (Pontus Euksenios), batıda Çanakkale Boğazı<br />
(Hellespontos) ve Kocaçay (Rhyndakos), güneyde Sakarya Irmağı (Sangarios)<br />
ile sınırlanmış, Anadolu’nun kuzeybatısında bulunan bir bölgedir.<br />
M.Ö. V. ve M.Ö. IV. Yüzyıl antik dönem yazarlarının hemen hepsi, Bithynleri<br />
“Asya Trakları” veya “Trakya Bithynleri”, ülkelerini de “Asya Trakyası”<br />
veya “Trakya Bithyniası” diye adlandırmışlardır.<br />
Bu çalışmamızda Bithynia Bölgesi halkının kullandığı takvimi incelemeye<br />
çalışacağız. Bithynia’da tapınılan on iki bölge tanrısına göre isimlendirilmiş<br />
olan bu takvim muhtemelen Hellenistik Döneme aittir. Çalışmamızda<br />
her aya atfedilen tanrı ve tanrıçalar incelenmeye çalışılacaktır.<br />
10
DOĞU MARMARA’DA ANA TANRIÇA (KYBELE)<br />
KÜLTÜ VE TASVİRLERİ<br />
Kemal ÇİBUK<br />
Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />
1. Ana Tanrıça dönem insanı tarafından neden kadınla özdeşleştirilmiştir?<br />
2. Ana Tanrıça inancının olduğu dönemlerde kadının toplum içerisindeki<br />
konumu ve Ana Tanrıça’nın doğayla ilişkisi nasıldır?<br />
3. Marmara’nın doğusunda kybele tapınımına işaret eden arkeolojik veriler<br />
nelerdir?<br />
4. Marmara’nın doğusundaki kybele tasvirlerinin benzer ve farklı yönleri<br />
hangileridir?<br />
Bildiride yukarıda sayılan hususlara dikkat çekmek amaçlanmıştır. Kocaeli<br />
(Nikomedia), İznik (Nikaia), Düzce Konuralp (Prusias ad Hypium)<br />
ve Bolu (önceleri Bithynion, Romalılar döneminde ise Claudiopolis) Müzelerinde<br />
yer alan Kybele heykelleri karşılaştırma, anoloji vb. teknikler<br />
kullanılarak şekil, içerik yönleriyle sunulmaya çalışılacak olup, Roma’ya<br />
başkentlik yapması nedeniyle Nikomedia (İzmit) merkezinde şekillendirilecektir.<br />
Kybele, bitkiler ve hayvanlar âleminin yöneticisi ve sahibesidir. Kent koruyuculuk<br />
özelliği bulunan Tanrıça Bu özelliği neticesinde ülkeleri ve<br />
kentleri korumak adına Anadolu’dan Yunanistan ve Roma’ya taşınmıştır.<br />
Kybele kültü, kökeni Paleolitik Çağ Venüs’lerinden Neolitik, Kalkolitik ve<br />
Tunç Çağı Ana Tanrıça’larına kadar uzanan, Phryg egemenliği altında,<br />
o güne kadar taşıdığı imgelem ile birlikte yeniden biçimlenerek Roma<br />
dönemi dâhil olmak üzere gücünü ve etkisini artırarak varlığını ortaya<br />
koyan evrensel nitelikli bir külttür. Sümer’de; İnanna, Babil’de; İştar, Astarte,<br />
Mısır’da; İsis, Suriye’de; Atargatis, Girit’te; Rhea, Kültepe tabletlerinde;<br />
Kubaba, Hitit kaynaklarında; Hepat, Frigya’da; Kybele, Agdistis,<br />
Lydia’da; Kybebe, Kubebe, Lykia’da; Kybele, Komana Pontika (Karadeniz<br />
Ereğlisi, Tokat bölgesi’nin 9 km kuzeydoğusunda) ve Kappodokia’sında;<br />
Ma, Efes’te; Artemis, Yunanistan ve Roma’da; Gaia, Rhea, Demeter,<br />
Mater, Magna Mater, Dindymos, Dindymene, İtalya’da; Venüs, Vesta, Ermenistan<br />
ve Hindistan’da; Aditi isimleri ile tapınım görmüş olması onun<br />
evrenselliğini ortaya koymaktadır.<br />
11
Ana Tanrıça; “yaratıcılığı, bereketi, cinselliği, doğumu, çocuk büyütmeyi<br />
ve gelişme döngüsünü temsil eden analık simgesi ya da tanrıça” olarak<br />
tanımlanmaktadır. Anadolu’da Ana Tanrıça varlığı M.Ö. 6500-7000 yılına<br />
dayandırılmaktadır.<br />
Müzelerde bulunan eserlerin tanıtımı, şehrin ve sahip olduğu kültürel<br />
değerlerin bilinmesi açısından önemli olduğu için bu bildiri ile Kocaeli<br />
Müzesi ve Kocaeli’nin sahip olduğu değere dikkat çekilecektir.<br />
MILETUS - A MAJOR CENTER OF THE<br />
ANCIENT ASIA MINOR<br />
Prof. Dr. Gabelia Alik NIKOLAEVICH<br />
Abkhazian State University<br />
Miletus - one of the largest and richest of the ancient polis, the metropolis<br />
of a large number of cities on the coast of the Marmara and the Black<br />
Sea, was the largest center of Greek culture. Miletus was the founder of<br />
almost all the cities of the North and the Eastern Black Sea region, and<br />
therefore the study of its material culture is of great scientific interest.<br />
Herodotus left a vivid description of the events that took place in this ancient<br />
city of Asia Minor, the class struggle during the period of formation<br />
of the polis, the policy of Miletus during the Greco-Persian wars and its<br />
total destruction after capture by the Persians in 494 BC.<br />
The Greek historians Xenophon and Thucydides wrote about Miletus as<br />
well as later writers like Strabo, Pliny, Pausanias and Plutarch. Milestones<br />
of the history of this city have been studied and refined by later<br />
explorers, as well as by the results of archaeological excavations. Great<br />
interest attaches to the book of E. Akurgal, Turkish researcher, based on<br />
the latest discoveries of the 60s in Smyrna, Gordion, Ephesus, Miletus,<br />
Sinop and other places.<br />
Archaeological materials of archaic Miletus are very fragmentary, as the<br />
city was destroyed and looted by the Persians during capture in 494 BC.<br />
These ruins lie under the buildings of a later period and are partially opened.<br />
At the same time, the remains of buildings and archaeological materials<br />
provide a glimpse of the material culture of the city.<br />
Archaeological excavations have refined the stratigraphy of cultural la-<br />
12
yers of the Cretan settlement of Miletus. Fragments of ancient ceramic<br />
layer have been found there, and excavations near the Temple of Athena<br />
of the 4th century BC have revealed the remains of fortifications, houses<br />
and outbuildings of the late Milesian period.<br />
Apparently, in the XII-XI centuries BC, the settlers from mainland Greece<br />
began to appear on the shores of the Asia Minor and by the findings of<br />
painted vases of the proto geometric style, resettlement has been started<br />
from the XI th century BC, relocation process of Ionians lasted for several<br />
generations. Cities appeared directly by the sea or by small islands surrounded<br />
by the sea.<br />
Since the VIIIth century BC, Miletus began to develop rapidly as a trade<br />
and craft center. Sea travels of Miletus merchants, founded trading posts<br />
or emporiums by the latter ones, and later the colonization activities of<br />
Miletus have been of great importance to economy of Miletus, as well as<br />
to formation of the polis.<br />
According to various sources Miletus founded around 100 colonies on the<br />
shores of the Marmara, Mediterranean and Black Sea.<br />
The appearance of new cities, to which Miletus, as the metropolis, had<br />
the live links and where Miletus merchants enjoyed special privileges,<br />
had even more contributed to the development of trade, crafts and all<br />
sectors of the society of Miletus.<br />
The social structure of Miletus during the under review period has been<br />
developing towards an increasing differentiation of property relations.<br />
HİTİTÇE METİNLERDE SAKARYA IRMAĞI<br />
Dr. Kurtuluş KIYMET<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Sakarya Irmağı olduğu kabul edilen ırmak adının Hititçe çivi yazılı metinlerde<br />
ÍDŠahiriia (Šahiriya) veya ÍDŠehiriia (Šehiriya) şeklinde görüldüğü,<br />
tarihi coğrafya çalışmalarında iddia edilmiştir. Söz konusu ırmak klasik<br />
dönemde Saggarios ve Sangarius olarak geçmektedir. Klasik metinler<br />
çerçevesinde Sangarius-Sakarya eşitliği konusunda herhangi bir şüphe<br />
olmamakla birlikte, Šehiriia kelimesinin tartışmaya yer bırakmaksızın<br />
Sakarya Irmağı’nın karşılığı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu<br />
13
kelime Hititçe metinlerde yedi defa görülmektedir. Bunlardan sadece<br />
bir tanesi tarihi içeriklidir. Tarihi metin, Hitit kralı II. Muršili’nin Ayrıntılı<br />
Yıllıkları’dır. Diğer metinlerden birisi IV. Tuthaliya dönemine ait bir<br />
toprak bağış belgesi, diğerleri ise dini içerikli metinlerdir. Ne yazık ki bu<br />
çivi yazılı belgeler hem kırık olarak ele geçmiştir hem de içerik açısından<br />
baktığımızda sağlıklı bir lokalizasyon denemesi için yeteri kadar veri içermemektedirler.<br />
Söz konusu Hititçe belgelerden sadece II. Muršili dönemine<br />
ait olan yıllık parçası kısmen de olsa birtakım ipuçları içermekte ve<br />
lokalizasyon konusunda bizlere fikir vermektedir. Bu metne göre Hititler<br />
Arzawa seferi esnasında Šehiriya Irmağı ile karşılaşmıştır. Ancak bu ırmağın<br />
Sakarya olduğuna dair yeterli bir veri yoktur. Çünkü Hitit ordusunun<br />
takip ettiği güzergâh belli değildir.<br />
GEÇ ANTİKÇAĞDA HACYOLU GÜZERGÂHINDA BİR<br />
MERKEZ: NİKOMEDİA<br />
Yrd. Doç. Dr. Kamil DOĞANCI<br />
Uludağ Üniversitesi<br />
M.Ö. 8. yüzyılın sonlarına doğru Megara kolonisi olarak kurulan Astacus,<br />
Makedonya kralı Lysimakhos tarafından yıkılınca, Bithynia kralı I. Nikomedes<br />
tarafından Nikomedia adıyla yeniden kurulmuş (M.Ö. 264) ve krallığın<br />
başkenti yapılmıştır. Bithynia Krallığı tarih sahnesinden silininceye<br />
kadar da bu unvanını korumuştur. Roma İmparatorluğu’nun doğu politikası<br />
çerçevesinde M.Ö. 1. yüzyıl başlarında Pontus kralı VI. Mithridates<br />
ile yaptığı savaşlar sırasında Bithynia’nın ve dolayısıyla buradaki yolların<br />
önemi artmıştır. Bu süreçte Bithynia kralları Roma yanlısı bir politika<br />
izlemişlerdir. Son Bithynia kralı IV. Nikomedes’in M.Ö. 74’de vasiyetle<br />
krallığını Roma’ya bırakmasıyla Bithynia eyaleti kurulmuştur. Krallık döneminde<br />
olduğu gibi Roma döneminde eyaletin metropolis’i Nikomedia<br />
olmuştur. Eyalet valileri Nikomedia kentinde oturmuşlardır ve eyaleti<br />
buradan yönetmişlerdir.<br />
Nikomedia’dan geçen yollar Roma döneminde önem kazanmakla birlikte<br />
asıl olarak imparator Diokletianus’un (M.S. 284-305) imparatorluğun<br />
doğu kısmını buradan yönetmeye başlamasıyla zirveye ulaşmıştır. Daha<br />
sonra imparator Konstantinus’un M.S. 330’da başkent olarak Konstantinopolis’i<br />
seçmesi de Nikomedia’nın önemini azaltmamıştır. Çünkü<br />
bulunduğu coğrafya itibarıyla kent, doğudan gelip başkente giden yolla-<br />
14
ın geçiş rotası üzerinde yer almaktadır. Aynı şekilde Avrupa’dan gelip<br />
Doğuya giden askeri, ticari ve dini yolların Anadolu’daki ilk ve en önemli<br />
durağı da Nikomedia’dır. Doğuya yapılan seferlerin ana üssü Nikomedia<br />
olmuştur. Özellikle Parth Savaşları sırasında eyalet askeri açıdan önem<br />
kazanmış ve imparator eyaleti yapılmıştır.<br />
Geç antikçağda Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olmasıyla<br />
Avrupa’dan başlayıp Jerusalem’e ulaşan yollar önem kazanmıştır.<br />
Bu dini yola Hacı Yolu denilmiştir. “Hacı Yolu” terimi ilk kez Itinerarium<br />
Burdigalense (Bordeaux Seyahatnamesi) adlı bir seyahatnamede geçer.<br />
Hacı Yolu, Hıristiyan hacı adaylarının Jerusalem’e (=Kudüs) giderken<br />
kullandıkları ana yol idi. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden yola çıkan<br />
hacı adayları için ilk toplanma merkezi Konstantinopolis idi. Buradan<br />
Anadolu’ya geçen hacı adaylarının buradaki ilk durağı da Nikomedia idi.<br />
Nikaia-Ankyra-Tarsus-Antiokhia güzergâhını takip eden hacı adayları<br />
nihayetinde Jerusalem’e (=Kudüs) ulaşıyordu. Yolun güzergâhı üzerindeki<br />
tartışmalar devam etse de, araştırmacıların büyük çoğunluğu<br />
Konstantinopolis-Nikomedia-Nikaia arasındaki bölümü için görüş birliğine<br />
varmışlardır. Konstantinopolis-Ankyra arasındaki en önemli merkez<br />
Nikomedia’dır. Burası Hacı adaylarının önemli durak noktalarından biri<br />
olmuştur.<br />
Hacı Yolu hakkındaki bilgilerimiz başta arkeolojik verilere dayanmaktadır.<br />
Bu yol üzerinde bulunan çok sayıdaki miltaşı, köprü ve yol kalıntıları<br />
yolun güzergâhı hakkında önemli bilgiler verir. Diğer kaynak grubu Itinerarium<br />
Burdigalense, Itinerarium Antonini, Tabula Peutingeriana vb. gibi<br />
seyahatnameler ve antik kaynaklardır.<br />
HANNİBAL’İN ANADOLU’DAKİ FAALİYETLERİ VE<br />
LİBYSSA (GEBZE?) ÜZERİNE BİR İNCELEME<br />
Arş. Gör. Onur GÜNDAY<br />
Celal Bayar Üniversitesi<br />
MÖ 202 Kasımında, Hannibal’in Romalı General Scipio (Africanus) karşısında<br />
Zama’da aldığı yenilgi ile Kartaca’nın kaderi tayin olmuştur. Ülke<br />
bu savaş sonunda Batı Akdeniz hâkimiyeti mücadelesinde Roma’nın gerisine<br />
düşmüş, Hannibal de Roma’nın ve Kartaca’daki siyasi rakiplerinin<br />
baskıları sonunda şehri terk etmek zorunda bırakılmıştır. Roma ile olan<br />
mücadelesinden vazgeçmeyen Hannibal, bu amacına en uygun mütte-<br />
15
fik olarak kendisine doğunun büyük Helenistik hükümdarı olan Seleukos<br />
kralı III. Antiochos’u seçmiştir. Hannibal’in bu amaçla Anadolu’ya<br />
geçişi onun Roma ile olan mücadelesinin ikinci aşamasını oluşturmakla<br />
beraber, Kartaca-Roma savaşları kadar önemli sonuçlar doğurmuştur.<br />
Hannibal, III. Antiochos dışında kuzeybatı Anadolu’da Helenistik bir<br />
krallık olan Bithynia’da kral Prusias’ın da hizmetinde bulunmuş, Prusias’ın,<br />
Roma’nın müttefiki olan Pergamon krallığı ile olan mücadelesinde<br />
onun yanında yer almıştır. Hannibal’in Anadolu’ya geçişi Roma’nın Anadolu<br />
siyasetini gözden geçirmesine neden olmuş ve bölgedeki yayılışını<br />
hızlandırmıştır. İtalya’da neden olduğu yıkımın etkileri taze olduğu için,<br />
Hannibal yaşadığı sürece, Roma onu büyük bir tehdit olarak görmüştür.<br />
Roma’nın her fırsatta Hannibal’i hizmetinde bulunduğu krallardan teslim<br />
edilmesini istemesi sonucunda çıkış yolu bulamayan Hannibal Libyssa’da<br />
(Gebze?) intihar etmiştir. Antik ve modern kaynaklarda Libyssa’nın<br />
yeri hakkında farklı kayıtlar ve iddialar yer almış, günümüze kadar araştırmacılar<br />
arasında tartışma konusu olmuştur.<br />
İLK ÇAĞ’DA NİKOMEDİA (İZMİT)’DAN HIRİSTİYANLIK<br />
TARİHİNE YAYILAN IŞIK: SANTA BARBARA<br />
Yrd. Doç. Dr. Yüksel GÜNGÖR<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
İlk çağda Nikomedia, öncelikle, konumu nedeniyle Bithynia Eyalet Meclisi’nin<br />
merkezi olarak eyalette ön plana çıkar. MÖ 29 yılında ise İmparator<br />
Augustus, Roma ve kendi adına bir tapınak yapılması için Pergamon’a ve<br />
Nikomedia’ya izin verir. Böylece kent, neokoros unvanını alarak eyaletteki<br />
imparatorluk kültünün de merkezi olur. Kenti sahip olduğu, jeopolitik<br />
stratejik öneminin de bir göstergesi olarak Hellenistik dönemde Bithynia<br />
Krallığı’na ve Roma döneminde, İmparatorluğun doğusuna başkentlik<br />
yapmıştır.<br />
Araştırma konumuzun amacı; kentin sahip olduğu bu siyasi ve kültürel<br />
zenginliğinin yanında Santa Barbara gibi, Nikomedia’da yaşamış Hristiyan<br />
inancında 14 Koruyucu (Kutsal Yardımcılar) arasında ismi zikredilen<br />
St. Barbara’nın Hıristiyanlık tarihi içinde önemini araştırıp, ortaya koymaktır.<br />
Roma İmparatoru Diocletianus döneminde öldürülen “Roma Martyroloji”sinde<br />
şehit olarak geçen dünya Hıristiyanlığı içinde en çok bilinen;<br />
16
adına köyler, kentler, okullar, üniversiteler ve sayısız kilise ve şapeller<br />
kurulmuş Santa Barbara’nın halen var olan altı kardeş şehrine, Cuzco,<br />
Palma de Mallorca, Puerta Vallarte, Toba City, Weihai ve Yalta’ya İzmit’i<br />
de ilave ettirmek çok yararlı olmaz mı?<br />
Bu altı kent turizm açısından St. Barbara’yı pazarlayıp ekonomik kazançlar<br />
elde ederken, Hıristiyanlık Tarihi kaynaklarında yaşadığı yer Nikomedia<br />
olarak geçer. Tarihsel süreç içinde Osmanlı hâkimiyetine girince<br />
Iznikmid, Ismid ve Izmit’e dönüşen kentin “dini turizm” pazarına St. Barbara’yı<br />
tanıtıp, hak ettiği yeri almasıdır.<br />
KOCAELİ MÜZESİ’NDE BULUNAN TİYATRO KORKULUK<br />
BABALARI<br />
Prof. Dr. Neşe ATİK<br />
Namık Kemal Üniversitesi<br />
Antik kaynaklar sayesinde Nikomedia antik kentinin tarihine ilişkin olaylar<br />
bilinmesine karşın, şehrin mimarisine ait bilgiler henüz çok sınırlı<br />
araştırmalara dayanmaktadır. Nikomedia antik kentinden günümüze<br />
gelen taşınabilir eski eserlerin bir kısmı şehrin erken dönemlerine ait<br />
olmakla beraber, İzmit Müzesi’ndeki zengin heykeltıraşlık buluntuları<br />
ve bezemeli mimari parçalar, şehrin özellikle İmparator Diokletianus ve<br />
kurucusu olduğu Tetrarşi Dönemi (285-305) ile imparator I. Justinianos<br />
(527-565) arasındaki dönemde önemli bir kent olduğuna işaret etmektedir.<br />
Kent özellikle de Theodosius Hanedanı (379-457) zamanında önemli<br />
bir dini merkez olarak, birçok anıtsal yapısı olan bakımlı bir kent olmalıdır.<br />
Halen Kocaeli Müzesi’nde bulunan üçü aynı yerde ele geçmiş, toplam<br />
dört adet tiyatro korkuluk babası Nikomedia kentinde bir ya da daha fazla<br />
sayıda tiyatronun varlığına işaret etmektedir. Büyük olasılıkla Hellenler<br />
ya da Romalılar zamanında inşa edilmiş tiyatro binalarında kullanılmış<br />
olan bu korkuluk babaları, M.S. 3. yüzyılda Doğu Roma’da gladyatör ve<br />
vahşi hayvan dövüşlerine ilginin attığı bir dönemde, tiyatrolarda yapılmış<br />
olan bir değişiklik safhasına aittir. Oturma sıralarının orkestradan daha<br />
yüksek bir seviyede başlaması ve korkuluklar (balustrade) ile çevrilmesi,<br />
oturma sıralarının bulunduğu kavea bölümünü, oyunların sergilendiği<br />
orkestra bölümünden seyircileri koruma amacıyla ayrılması Nikome-<br />
17
dia’da da venationes denilen gladyatör-vahşi hayvan dövüşlerinin sergilendiği<br />
göstermektedir.<br />
Korkulukları birbirine bağlayan, bacaklarının üst kısmı ve yukarısı betimlenmiş,<br />
insan figürü şeklindeki korkuluk babaları stilistik özellikleri nedeniyle,<br />
şehrin siyasi ve dini nedenlerle önemli olduğu Geç Antik Devir’de<br />
yapılmış olmalıdır. Figürlerde kullanılmış olan aksesuarlar ve ellerinde<br />
tuttukları objeler, söz konusu korkuluk babalarının içeriklerine ve kullanıldıkları<br />
dönemdeki kullanım amaçlarına işaret etmektedir.<br />
KOCAELİ ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİNDE<br />
BULUNAN CAM BİLEZİKLER<br />
Kemal ÇİBUK<br />
Yrd. Doç. Dr. Gül KARPUZ<br />
Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />
Atatürk Üniversitesi<br />
Cam, MÖ III. binde keşfedilmiş, bilezik olarak kullanımı ise MÖ II. binden<br />
itibaren gerçekleşmiştir. Cam bilezikler kesit, süsleme ve renk olarak<br />
çeşitlilik gösteren kadın süs eşyalarıdır. Günümüzde Anadolu topraklarında<br />
bulunan ve kırılgan malzemesine rağmen sıkça karşılaşılan cam<br />
bilezikler kültürel miras olarak Roma, Bizans ve İslami dönemleri kapsamaktadır.<br />
Cam bileziklerde karşılaşılan en büyük sorun tarihleme konusudur.<br />
Özellikle müzeye satın alma yolu ile gelen bileziklerin sade olması<br />
ve sade bileziklerin cam yapımında yaklaşık her dönem görülmesi bu tür<br />
eserlerin kesin bir tarihe verilmesini zorlaştırır.<br />
Bildiride Kocaeli Müzesi’nde bulunan kazı ve satın alma yolu ile müzeye<br />
kazandırılmış 30 adet cam bileziğin teknik, kesit, renk ve süsleme bakımından<br />
incelenmesi ile Sanat Tarihinde camın takı olarak kullanımına<br />
değinilecektir. Müzelerde bulunan eserlerin tanıtımı, şehrin ve sahip olduğu<br />
kültürel değerlerin bilinmesi açısından önemli olduğu için bu bildiri<br />
ile Kocaeli Müzesi’nin sahip olduğu değere dikkat çekilecektir.<br />
18
KOCAELİ MÜZESİ OSMANLI DÖNEMİ<br />
SAAT KOLEKSİYONU<br />
Özay TİTİZ<br />
Ramazan SAYİM<br />
Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />
Zamanı ölçmek insanoğlu için oldukça önemli bir ihtiyaç olmuştur. Saatin<br />
tarihsel sürecinde, ilk başlarda basit bir çubukla kurulan düzenek,<br />
güneşin yarattığı bir vakit anlayışını ortaya çıkarmıştır. Mezopotamya ve<br />
Mısır uygarlıklarında ortaya çıkan bu rasat çubukları, saatin ilk kez cihaz<br />
olarak ortaya çıktığı şeklidir. Çağlar içinde güneş saatinden, su saatine,<br />
kum saatine varana kadar birçok farklı ölçüm metodu denenmiştir. 13.<br />
yüzyıla kadar güneş, kum ve su saatleri, zaman ölçme aleti olarak beğeniyle<br />
kullanılmıştır.<br />
13. yüzyıldan itibaren gelişen teknoloji ile birlikte ise Avrupa’da, mekanizmaları<br />
bir ağırlıkla çalışan büyük mekanik saatler ortaya çıktı. Başlangıçta,<br />
portatif ev saatleri şeklinde kullanılan mekanik saatler, zaman içinde<br />
köstekli saat olarak ceplere, saat kuleleri olarak da şehirlerin önemli<br />
meydanlarına girmiştir. Yirminci yüzyılda saat teknolojisinde büyük ilerlemeler<br />
kaydedilmiştir. 1920’lerde enerjisini bir yıl veya daha uzun ömürlü<br />
pilden sağlayan ve kurulmasına gerek olmayan kuvars (quartz) saatler<br />
geliştirilmiştir. Günümüzde ise, 1/10 trilyonluk hatayla zamanı ölçebilen<br />
atom saatleri geliştirilmeye çalışılmaktadır.<br />
Selçuklular ve Osmanlılar döneminde evlerde su ve kum saatleri, cami,<br />
medrese ve kitaplıklarda ise, güneş saatleri beğeniyle kullanılmaktaydı.<br />
1477 yılında Fatih’in Venedik’ten getirttiği mekanik saatlerin benzerleri<br />
16. yüzyıldan itibaren İstanbul’da yerel saat ustalarınca büyük bir ustalıkla<br />
yapılmaya başlandı. Osmanlıların ilk mekanik saat yapımcısı İstanbul<br />
Rasathanesi’nin kurucusu ve Sultan III. Murad’ın müneccimbaşısı astronom<br />
Taḳiyyuddīn’dir. Taḳiyyuddīn, Osmanlı mekanik saatçilerinin, bilgilerinden<br />
faydalandığı bir yol gösterici olmuştur. 19. yüzyıldan itibaren saat,<br />
sultanların çevresindekilere hediye olarak verilmekten, çeyiz sandıklarının<br />
vazgeçilmez bir parçası ve evlenen çiftlere verilen değerli bir hatıra<br />
olmaya kadar günlük hayata önemli bir eşya olarak girmiştir.<br />
Bu kapsamda tarafımca Kocaeli Müze Müdürlüğü koleksiyonunda yer<br />
alan Osmanlı Dönemi saatleri incelenip kültür tarihine ve şehir hafızasına<br />
bir katkı sağlanması umut edilmektedir.<br />
19
KOCAELİ MÜZESİ KOLEKSİYONU BİZANS DÖNEMİ<br />
SİKKELERİNDEN ÖRNEKLER<br />
Zuhal UYKAL<br />
Kayhan AKDENİZ<br />
Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />
Sikke, dilimize Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Ünlü tarihçi Herodot ilk<br />
sikkenin Lydialılar tarafından bastırıldığından bahsetmektedir. Lydia’lılar<br />
M.Ö. 7. yüzyıl ile 6. yüzyıl büyük bir uygarlık kurmuşlar ve M.Ö 640-630<br />
tarihlerinde ilk sikkelerini altın ve gümüş karışımı olan elektrondan darbetmişlerdir.<br />
Sikkeler; ilk basılışlarından bu yana, yüzyıllar önce yaşamış toplumlar<br />
hakkında bilgiler veren ve tarihi konuşturan belge niteliğindedirler. Bu<br />
özellikleri nedeniyle bu nesnelerin incelenmesi bir bilim dalı olarak kabul<br />
görmüş ve nümismatik bilimi doğmuştur. Grekçe “nomisma” ve Latince<br />
ise “numisma” sözcüklerinden türetilmiştir. Osmanlıcada bu kavram<br />
“ilm-i meskukat” ya da kısaca “meskukat” olarak geçecektir.<br />
Bizans İmparatorluğu’nda darp edilen sikkelerin betimlemeleri öncelikli<br />
olarak Hıristiyan inancını ve Roma devlet fikrini yansıtmaktadırlar. Nümismatlar<br />
için Bizans dönemi tarihi, o zamana değin Doğu ve Batı Roma’da<br />
(476’daki çöküşüne değin) geçerliliği olan eski Roma sikke sisteminin,<br />
hükümdarlığı zamanında köklü değişikliğe uğradığı İmparator I.<br />
Anastasios (491-518) ile başlamaktadır.<br />
Kocaeli Tarihi açısından büyük önem arz ettiğini düşündüğümüz, Kocaeli<br />
Müzesi koleksiyonunda kayıtlı Bizans Sikkeleri, bu çalışma ile tarafımızdan<br />
incelenerek tespitlerimiz değerlendirilecektir.<br />
20
BİR ROMA İMPARATORLUĞU BAŞKENTİ NİKOMEDİA<br />
Dr. Murat ÖZTÜRK<br />
Fırat Üniversitesi<br />
Başkent seçimi tarih boyunca bütün devletler için kritik bir karar olmuştur.<br />
Bu seçimde jeopolitik konum, coğrafi ve demografik yapı, devletin<br />
hedefleri gibi pek çok etken vardır. Ancak bazen de tarihi süreç içerisinde<br />
yaşanan gelişmeler, bazı şehirlerin seçilmesine sebep olur. Bu duruma<br />
en iyi örneklerden biri de İzmit’in 46 yıl boyunca Roma İmparatorluğu’nun<br />
başkenti olmasıdır.<br />
Roma İmparatorluğu’nun bölünüp doğunun Bizans adını aldığı yıllar tam<br />
bir karmaşa içerisinde geçmiştir. Başkent Roma iken ve imparatorluğun<br />
ikiye ayrılma süreci henüz başlamamışken, Roma’dan Pers seferi<br />
için yola çıkan İmparator Numerian hastalanır ve İzmit (Nikomedia)’te<br />
ölür. Yaklaşık elli yıldır devam eden kargaşa ortamının sona ermesini<br />
isteyen ordu, süvari birlikleri komutanı Diocletian’ı imparator yapar. Diocletian’ın,<br />
nispeten rahatlıkla, imparator olması bu iç karışıklıkların bir<br />
sonucudur. Tek bir rakibi ortaya çıkmıştır ve onu ordunun da desteğiyle<br />
mağlup etmiştir. Diocletian 1 Nisan 284’te İzmit’te taç giyerek Roma İmparatoru<br />
ilan edilir.<br />
Diocletian imparatorluğun aşırı büyüyüp hantallaştığı, düşmanlarının<br />
aşırı çoğaldığı ve iletişim yollarının tek bir hükümdarca layıkıyla yönetilemeyecek<br />
kadar uzun olduğu sonucuna varmış ve tahtını Maximianus<br />
adlı eski bir silah arkadaşıyla paylaşmaya karar vermişti. Diocletian, imparatorluk<br />
tacını giydiği şehir olan İzmit’i imparatorluğun başkenti ilan<br />
etti. Böylece Roma İmparatorluğu’nun dönüşüm ve bölünme süreci de<br />
başlamış oluyordu.<br />
İzmit (Nikomedia), bu dönemde kısa sürede Antiokheia (Antakya),<br />
Alexandria (İskenderiye) gibi görkemli Roma İmparatorluğu şehirleri ile<br />
karşılaştırılabilecek kadar gelişti. Öyle ki İzmit, Roma ile dahi karşılaştırılır<br />
hale geldi.<br />
46 yıl doğu boyunca Roma İmparatorluğu’na başkentlik yapmış olan<br />
İzmit, ilerleyen yıllarda da özellikle konumu sebebiyle önemini korumuştur.<br />
Çalışmamızda, İzmit’in başkent oluş süreci, 46 yıllık başkentlik<br />
dönemi ve doğu Roma’nın başkentinin tekrar değiştirilerek İstanbul’ a<br />
taşınmasının üzerinde duracağız.<br />
21
İMPARATORLUK BAŞKENTİ NİCOMEDİA’NIN RENKLİ<br />
İHTİŞAMI: ÇUKURBAĞ KURTARMA KAZILARINDA ORTAYA<br />
ÇIKARILAN GÖRKEMLİ ROMA ANITI<br />
Yrd. Doç. Dr. Tuna ŞARE AĞTÜRK<br />
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi<br />
Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentiyken ihtişamlı yapılarıyla dünyanın<br />
en büyük şehirlerinden biri olan antik Nikomedia, günümüzde endüstri<br />
kenti Kocaeli’nin hemen altında yatmaktadır. Bu sunum, 2001 ve<br />
2009 yılları kurtarma kazılarında Kocaeli şehir merkezi Çukurbağ Mahallesi’nde<br />
bir binanın temelinde bulunan ve Kocaeli Arkeoloji Müzesi’nde<br />
koruma altına alınan görkemli bir Roma yapısına ait çokrenkli rölyef ve<br />
heykellerin bilimsel araştırmasını içeren TÜBİTAK projemizin (115K242)<br />
tanıtımını ve ön bulgularını içerir. Proje kapsamındaki Çukurbağ buluntuları,<br />
sanat tarihsel ve arkeometrik metotlarla değerlendirilecek<br />
ve ait oldukları yapı dijital 3D modelleme yoluyla ayağa kaldırılacaktır.<br />
Çokrenkli Çukurbağ rölyeflerinin en çarpıcı özelliği şimdiye kadar antik<br />
Roma sanatında bilinen renkleri en iyi korunmuş örnek olmalarıdır.<br />
Projede renkli Çukurbağ rölyef ve heykelleri X ışını floresans spektrometresi<br />
ve 3 boyutlu lazer teknikleri ile taranarak, imalat izleri eksiksiz<br />
belirlenecektir. Bu teknik bilgilerin yanı sıra rölyefler üzerindeki tasvirlerin<br />
karşılaştırmalı sanat tarihsel analizi ile Roma tarihi aydınlatılarak son<br />
yılların en çarpıcı arkeolojik buluntularından olan Çukurbağ Anıtı bilime<br />
tanıtılacaktır.<br />
Çukurbağ malzemesi, 40 parça figürlü rölyef blok ve rölyeflere ait kırık<br />
parçalar, en az 4 adet heykele ait parçalar ve hala kazı alanında bulunan<br />
onlarca mimari öğeden oluşmaktadır. Rölyeflerin üzerinde tasvir edilen<br />
tarihi konular arasında savaş, tutsak alınan esirler, göç, zafer geçidi, askeri<br />
sefer ve dini tören bulunmaktadır. Rölyefler ayrıca mitolojik anlatımlar<br />
ve gladyatör oyunları, at arabası yarışları, tiyatro sahnesi gibi antik<br />
kentteki sosyal hayata dair tasvirleri de içerir. Yürüttüğümüz ön çalışma<br />
buluntuların ait oldukları yapının 3. yüzyılın sonlarında imparator Diokletioanus’a<br />
ithafen, kent Roma İmparatorluğu başkenti iken yapılmış bir<br />
zafer anıtı olduğuna işaret eder. Renklerin çok canlı şekilde korunmuş<br />
olması, anıtın yapılışından hemen sonra, güçlü bir depremde yıkıldığı izlenimini<br />
verir.<br />
Projemiz ile tanıtılacak olan Çukurbağ Anıtı, Nikomedia’nın antik Ro-<br />
22
ma’ya eşdeğer arkeolojik potansiyelini ortaya çıkaracak, sanayi ve deprem<br />
bölgesi olarak tanınan Kocaeli’nin kültür turizmini arttıracak ve<br />
Kocaeli halkının kültürel miras bilincinin gelişmesine yardımcı olacaktır.<br />
Proje, kazılar sırasında çalınan, aynı yapıya ait iki renkli rölyef blokun bulunmasına<br />
da yardımcı olacaktır. Bu proje ile Çukurbağ kazı alanın hemen<br />
yanında başlatacağımız arkeolojik çalışmalar hızlanacaktır. Bütünsel<br />
bir çalışma ile Dünya Kültür Mirası’na kazandırılacak olan Çukurbağ<br />
Anıtı ve kazı alanı, oluşturulacak bir arkeopark projesinin ideal parçaları<br />
olacaktır.<br />
BİZANS–ARAP MÜCADELELERİNDE KOCAELİ<br />
(NİKOMEDİA) VE ÇEVRESİ<br />
Arş. Gör. Muhittin ÇEKEN<br />
Yrd. Doç. Dr. Şükran YAŞAR<br />
Adnan Menderes Üniversitesi<br />
Asırlardır süren Sasani- Bizans mücadelesi, Sasanilerin 642 yılında Nihavend<br />
Savaşı’nda İslam devleti tarafından yıkılmasının ardından yerini,<br />
Arap-Bizans mücadelelerine bırakmış ve Anadolu yerleşimleri gibi, Nikomedia<br />
da bu mücadelelerden doğrudan ve dolaylı olarak etkilenmiştir.<br />
Arap-Bizans mücadelelerinin temelinde Arapların İstanbul’u ele geçirme<br />
isteği yatmaktaydı. Bu isteği dini-askeri-ekonomik amaçlarla harmanlayan<br />
dönemin İslam Devletleri Emeviler ve Abbasiler, kendi dönemlerinde<br />
İstanbul’a yönelik önemli seferler düzenlenmişlerdi. Bu seferler esnasında<br />
Kocaeli (Nikomedia) ve çevresi, hedef noktayı teşkil eden İstanbul’a<br />
giden yolda stratejik bir güzergâh noktasını teşkil etmekteydi.<br />
Çalışmamızda Arapların İstanbul’u almak için düzenledikleri seferlerde<br />
izledikleri güzergâh ve bu güzergâh bağlamında Kocaeli’nin konumu belirlenecek,<br />
Bizans Arap mücadelelerinin nedenleri ve bu mücadelelerinin<br />
genelde Bizans’a (yönetsel-dini-askeri…) özelde Kocaeli ve çevresine<br />
olan etkileri üzerinde (kaynaklar ve araştırmalar ışığında) durulacaktır.<br />
23
GEBZE’DE BİR BİZANS SARNICI<br />
Rıdvan GÖLCÜK<br />
Esra KAHRAMAN<br />
Kocaeli Müze Müdürlüğü<br />
Gebze’de bulunan “Gebze Tarihi Çarşı Hamamı” olarak geçen hamamın,<br />
Çoban Mustafa Paşa tarafından 1523 yılında inşa ettirildiği, yine Çoban<br />
Mustafa Paşa’nın aynı tarihte yaptırdığı, Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi’nin<br />
200 m güneydoğusunda ve bu külliyeye gelir sağlamak üzere<br />
yaptırıldığı bilinmektedir. Çifte hamam olarak düzenlenen yapıda kadınlar<br />
ve erkekler kısmının birbirinin simetriği olduğu planlarından anlaşılmaktadır.<br />
Bu kompleksin yaklaşık olarak 15 metre kuzeyinde, tamamen<br />
zemin altında kalmış olmakla beraber, tonoz sırtının bir bölümü yüzeyden<br />
gözlemlenebilen bir sarnıç bulunmaktadır. Sarnıç doğu batı doğrultusunda<br />
uzanmakta olup görülen bölümünden tonozunun tamamen<br />
tuğladan yapıldığı anlaşılmaktadır. Sarnıcın doğu ucunda yer alan uzunca<br />
zaman önce yapılmış yol ile kesintiye uğradığı, kaldırım seviyesinin biraz<br />
üzerinde yer alan sarnıç kemerinden anlaşılmaktadır.<br />
Hamam her ne kadar 16. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olsa da, sarnıcın<br />
yüzeyden gözlemlenebilen bölümlerinde, pişmiş toprak tuğla ölçüleri ve<br />
derz dolgusundan yola çıkılarak yapının Bizans Dönemi, 10- 12. yüzyıla<br />
tarihlenebileceği tahminin de bulunulabilir.<br />
Kocaeli Müze Müdürlüğü tarafından sarnıç ve hamam etrafında yürütülen<br />
kazı süreci ile birlikte; doğal kayaya oyularak yapılmış sarnıcının<br />
açığa çıkartılarak, özelde onun hamamla olan ilişkisini anlamaya çalışmak<br />
genelde ise Kocaeli Su Tarihine ilişkin yeni verilerin ortaya konması<br />
hedeflenmektedir.<br />
24
MEGALITHIC AND ROCK CUT SANCTUARIES OF ANATOLIA<br />
AND THE BALKANS: COMPARATIVE ANALYSIS<br />
Prof. Dr. Vassil MARKOV<br />
South-West University<br />
In comparative terms are treated megalithic and rock sanctuaries of<br />
western Asia Minor and the Balkans. Analyzed is the spectacular sanctuary<br />
“The city of Midas” in Anatolia, and the significant sanctuaries “Kovil”<br />
in the Eastern Rhodope Mountains and “Markov Stone” in the Rila Mountains.<br />
They are located in the Balkans. Finally, conclusions are made for<br />
the common features and specificities of the megalithic culture on both<br />
sides of the Straits.<br />
THE ILLICIT TRADE OF ANTIQUITIES<br />
IN THE AEGEAN AREA<br />
Dr. Sotiriou KONSTANTINOS-Orfeas<br />
University of Athens<br />
The destabilization of Syria, Iraq and Libya, combined with the financial<br />
crisis in Greece, raise the need to further investigate the phenomenon<br />
of illicit trade of antiquities in the Eastern Mediterranean countries. The<br />
Greek Police granted for the first time full access to the files of the Department<br />
of Smuggling of Antiquities, so that they can be analyzed within<br />
the framework of a research program of the University of Athens. So far<br />
100 separate cases of crimes relating to the smuggling of antiquities in<br />
Greece and the Eastern Mediterranean have been analyzed. This analysis<br />
allows valuable new insights: 1) to determine the social profile of the<br />
arrested persons, 2) to estimate the value of the illegal antiquities based<br />
on the assessments of the Greek Ministry of Culture, 3) to determine the<br />
type of antiquities preferred by the persons involved in this illicit trade,<br />
4) to show the involvement of the arrested persons with the organized<br />
crime or other illegal activities. “The International Symposium on the<br />
history of Kocaeli.” offers an excellent opportunity to present the preliminary<br />
results of this research to an international audience.<br />
25
GAZİ SÜLEYMAN PAŞA DEVRİ ÖNCESİNDE BİZANS<br />
DÖNEMİNDE KOCAELİ İLİ ARKEOLOJİSİ VE TARİHİ<br />
Prof. Dr. Ergün LAFLI<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
1316 (?) ile 1357/1360 arası yılları arasında yaşayan ve “Rumeli Fatihi”<br />
olarak bilinen Gazi Süyleman Paşa 1337 yılındaki İzmit fethinde büyük rol<br />
oynamıştır. İzmit kentinin ismi, Bizans Dönemi’ndeki ismi ile Nikomedeia<br />
(Νικομήδεια), işte bu devirden hemen sonra “İznikomid”, daha sonraları<br />
ise “İznikmid” ve “İzmid” olmuştur. Kocaeli ile ilgili olarak İ.S. 4. yüzyılın<br />
ortasından bilinen en önemli tarihi kayıtlardan biri 24 Ağustos 358 yılında<br />
kentte yaşanan büyük depremdir. Bu tarihten sonra 50 gün boyu kentte<br />
yangınlar sürdüğü bilinmektedir. Aralık 362 tarihinde yine deprem olmuş<br />
ve Nikomedeia’da ayakta kalan son yapılar da bu deprem sonrası yıkılmıştır.<br />
İ.S. 395 yılında İstanbul’un Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi<br />
olması ile Nikomedeia’nın önemi azalmaya başlamıştır. Ancak kentin<br />
nüfusu İ.S. 5. ve 6. yüzyıllarda yüksek olmalıdır. İ.S. 8. yüzyılda Persler ile<br />
Arapların Bizans ile yaptıkları savaşlarla İzmit kenti yeniden yağmalanmıştır.<br />
İzmit’in biz Türklerin eline ilk geçişi 11. yüzyılda olmuştur. 1078 yılında<br />
I. Süleyman Şah (1077-1086) Nikomedeia’yı ele geçirdi. 1085 yılında<br />
I. Alexios Komnenos (1081–1118) yapılan savaşlar sonunda Nikomedeia<br />
ile birlikte Marmara´nın güney kıyılarını geri alarak Bizans topraklarına<br />
kattı. 1096’da Bizans’a gelen Haçlılar İzmit Körfezi’ndeki bütün köylerle<br />
Nikomedeia´yı yağmaladı. Nikomedeia, 1101’de İkinci Haçlı Seferi’ne katılan<br />
ordunun bir kolunca ele geçirildi. Dorylaion’a (Şarhöyük, Eskişehir)<br />
yürümek için kentten ayrılan Haçlı ordusu, Türklerin direnişiyle karşılaştılar.<br />
Bu direnişten sonra Haçlılar yağmayı Bizans topraklarına yöneltti.<br />
Haçlılar yerli halkça kovuldu. Kent 1337’ye dek Bizans egemenliğinde<br />
kaldı. Kentin Osmanlılara geçişi Orhan Bey (1326–1362) döneminde oldu.<br />
1327 yılında Akça Koca; Kandıra, Karamürsel ile birlikte İzmit Körfezi’nin<br />
güneyini aldı. Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında bulunan bölgelerde<br />
yaşayan halka iyi davranmaları, İzmit çevresindeki kalelerin önemli<br />
bir bölümünün 1333’da teslim olmasını sağladı. 1337’da kentte açlık baş<br />
gösterince İzmit’in tümü ele geçirilebildi. Bu tarihten sonra İzmit, Osmanlı<br />
sancağı oldu. İlk sancak beyi Süleyman Paşa oldu. Bu bildiride İ.S.<br />
4. yüzyıldan 14. yüzyıla kadarki süreçte Kocaeli İli’ndeki arkeolojik ve tarihi<br />
değerler bütüncül olarak ele alınacaktır.<br />
26
HAÇLI SEFERLERİ VE İZMİT<br />
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN<br />
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi<br />
İzmit, başkent İstanbul’a en yakın Bizans şehri idi. Bu da ona büyük kolaylıklar<br />
sağlıyor ve durumunu güçlendiriyordu. Haçlı Seferlerinin başlaması<br />
ile bu şehrin önemi bir kat daha arttı. Anadolu’dan geçmek zorunda<br />
kalan Haçlı ordularının toplantı ve karargâh bölgesi oldu ve bu özelliğini<br />
XII. asır boyunca yapılan Haçlı Seferleri sırasında korudu. Kara yoluyla<br />
Batı Avrupa’dan İstanbul’a kadar gelen Haçlı orduları burada toplanarak<br />
Anadolu’dan geçmek için burayı toplanma alanı yaptılar. Özellikle Kivetot<br />
hep Haçlıları çağrıştırdı. Haçlı ordularının iaşeleri İzmit’ten temin edildi.<br />
Şehir halkı hiç istememelerine rağmen Haçlı ordularına yardım etmek<br />
zorunda kaldılar.<br />
Biz bu çalışmada, ilk dört Haçlı seferi ile 1101 tarihli Haçlı seferinin yapılması<br />
sırasında İstanbul’a gelen Haçlı ordularının Anadolu’da toplantı<br />
yeri olan İzmit’in durumu hakkında tarih kayıtlarına geçen bilgileri değerlendirerek,<br />
XI. yüzyılın sonlarından XIII. yüzyılın başlarına kadar yaşanan<br />
gelişmeleri ele alacağız.<br />
XI. VE XII. YÜZYIL’DA İZMİT ÇEVRESİNDE<br />
SELÇUKLU - BİZANS ÇEKİŞMESİ<br />
Prof. Dr. Altan ÇETİN<br />
Gazi Üniversitesi<br />
XI. yüzyıl Türklerin Anadolu’ya girişi ile birlikte Bizans özelinde yakın<br />
doğu tarihinin en mühim değişimlerine sahne oldu. Doğu kilisesi Büyük<br />
Şizma sonrasında siyasi üstünlük hatta varlığını kaybetme tehlikesi ile<br />
karşı karşıya kalırken “güç” merkezli Bizans hâkimiyet mücadeleleri<br />
şimdi yeni müdahiller ile farklı bir vecheye kavuşacaktır.<br />
Yaşlı Nikephoros Botaneiates ile İmparator Mikail Dukas arasındaki hâkimiyet<br />
mücadelesi bahsi geçen yeni dönemin ilk vakıaları idi. Zira her iki<br />
tarafın yanı başlarına kadar gelen Türklerin savaşçı kimliklerinden istifade<br />
etmek adına bu mücadeleye dâhil etmeleri onları önce İznik akabinde<br />
de başkentin yanı başındaki İzmit’e dek taşıdı.<br />
27
İznik’e gelen ilk gruplar yukarıda ifade edilen mücadeleye ek olarak sonrasında<br />
Komnenos ailesinden Nikephoros Melissenos, Botaneiates’e baş<br />
kaldırdığında da devreye girdiler. Süleyman Şah burada fethedilen her<br />
mevkiye Türkleri yerleştirdi. Jorga’ya göre Ragusa’daki Bosna prenslerine<br />
benzer bir statü kazanan Süleyman Şah bundan kısa bir süre sonra<br />
İzmit’e de hâkim oldu ki Rum kaynaklarında ona bir sultan olmamasına<br />
rağmen “Bütün Doğu’nun Sultanı” dediler. Bu andan itibaren Türklerin<br />
İzmit’teki varlığı sürekli problem çıkardı. Onları bu şehrin dışında tutma<br />
çabaları Ebu’l Kasım’a karşı başarılı oldu ise de Sultan Melikşah’ın oğlu<br />
Porsuk karşısında yeniden İzmit’e çekilmek kaçınılmaz oldu.<br />
Bu çalışmada Bizans iç mücadeleleri ve Bizans-Selçuklu çekişmesinde<br />
bir uc nokta olarak İzmit’in konumu üzerinde durularak, stratejik konumun<br />
Doğu Roma’nın ve dahi Selçuklu Türklerinin bölgedeki varlığına tesiri<br />
izah edilmeye çalışılacaktır.<br />
SELÇUKLU AKINLARI VE KOCAELİ BÖLGESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Ahmet TOKSOY<br />
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi<br />
Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın Malazgirt zaferini müteakip yapılan Türkistan<br />
seferinde şehit olması üzerine Büyük Selçuklu tahtına Melik-şah<br />
geçti. Bu arada Zaferden sonra yapılan barışın Romanos Diogenes’in ölümü<br />
sebebiyle bozulması üzerine Alp Arslan’ın emriyle fetih hareketlerine<br />
devam etmekteydiler. Selçuklu şehzadeleri Süleyman-şah, Mansur,<br />
Alp-İlig ve Devlet başta olmak üzere, Artuk, Tutak ve diğer Selçuklu başbuğları<br />
Orta Anadolu’da fetih hareketlerine devam ettirdiler.<br />
Büyük bir endişeye kapılan Bizans imparatoru Dukas, Selçuklu harekâtını<br />
durdurmak için büyük bir ordu hazırladı. İonnes Dukas ve Nikephoros<br />
Botaniates’in komuta ettiği bu ordu, Selçuklular üzerine hareket etti. Bu<br />
sırada Artuk Bey, İzmit yönünde fetihler yapmaktaydı. Bizans komutanı<br />
Nikephoros Botaniates, Artuk Bey savaşmak yerine onunla bir anlaşma<br />
yaparak, onu Bizans imparatoruna isyan etmiş olan Ursel üzenine akın<br />
yapmaya razı etti. Artuk Bey, bu asi komutan üzerine hareket ederek onu<br />
esir aldı. Devletin genişleme planları Büyük Selçuklular tarafından hazırlandıktan<br />
sonra Kutalmış oğlu Süleyman-Şah, Anadolu’da fetih hareketlerine<br />
başladı.<br />
28
1075’te İznik’i fethederek burayı kendine merkez yapan Kutalmış oğlu<br />
Süleyman-Şah, Bizans’ın içinde bulunduğu iç karışıklıklardan yararlanarak<br />
devletinin sınırlarını Marmara, Karadeniz ve Akdeniz yönlerinde<br />
genişleterek kısa zamanda Bursa yörelerinden başka, Kocaeli yarımadasını<br />
da elle geçirerek Üsküdar ve Kadıköy’e doğru ilerledi. Hatta Anadolu<br />
kıyılarında gümrük daireleri kurarak boğazdan geçen gemilerden vergi<br />
almaya başladı. Aynı zamanda İznik’e yerleşen Selçuklular İstanbul ve<br />
Anadolu arasındaki münasebeti kesmek amacıyla önemli yolları ele geçirmek<br />
istediler.<br />
İznik’i fethi, Hıristiyan dünyası için önemli bir kayıptı. Zira İznik I. Konsül’ün<br />
toplandığı yerdi. Buranın fethiyle Türkler, artık Anadolu’da kesin<br />
olarak yerleştiklerini gösterdiler.<br />
TÜRKİYE’DE YEREL TARİH VE ŞEHİR TARİHÇİLİĞİNİN<br />
YERİ, ÖNEMİ VE BUGÜNKÜ DURUMU<br />
Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK<br />
Fırat Üniversitesi<br />
Dünyada tarih anlayışındaki gelişmelere paralel olarak özellikle 20. yüzyılın<br />
ilk yarısından itibaren ülkemizde de tarih alanında önemli gelişmeler<br />
meydana geldi. O zamana kadar daha çok siyasî tarih alanında yoğunlaşan<br />
çalışmalar, iktisadî ve sosyal tarih alanına yöneldi. Avrupa’daki tarih<br />
ekollerinin tesiriyle tarihin arka planındaki muharrik güç unsurlarının<br />
tarihi önem kazandı. Tapu tahrir ve şer’iyye sicilleri gibi arşiv belgeleri ve<br />
kanunnâmeler yayınlanmaya başlandı. Yüzyılın son çeyreğinde mahallî<br />
tarih araştırmaları rağbet buldu. Bu gelişmeler tarihçiliğimiz açısından<br />
elbette önemlidir.<br />
Gerçekte tarih bir bütündür, bu bütünlüğün incelikleri teferruatta gizlidir.<br />
Yani mahallî tarih çalışmaları bütünün esasıdır. Mahallî/bölgesel tarih,<br />
genel tarihin anlaşılmasında çok önemlidir. Zira her bölgenin coğrafî ve<br />
sosyo-iktisadî şartları farklıdır, buna bağlı olarak mahallî uygulamalar da<br />
farklıdır. Onun için tarih araştırmalarında cüz’den küle (parçadan bütüne)<br />
seyreden takip edilmelidir.<br />
Bu itibarla belki de İstanbul’a çok yakın olduğu için üzerinde fazla çalışılmayan<br />
Kocaeli tarihinin de araştırılması elbette önemlidir. Zira en eski<br />
çağlardan itibaren çok hareketli olan bölge, Osmanlı döneminde çok hızlı<br />
29
değişen bir statü ile idare ediliyordu. Anadolu’nun sağ, orta ve sol kolları<br />
mutlaka Kocaeli’nden geçerdi. Coğrafî konumu ve zenginliği dolayısıyla<br />
İstanbul’un iaşesinde, yakacak odun ve kömüründe önemli bir mevkie<br />
sahipti. Millî Mücadele’de de Kocaeli’nin önemi malûmdur.<br />
Şimdiye kadar mahallî tarih alanında pek çok kıymetli çalışma yapılmıştır.<br />
Ancak geçen zaman içinde bir moda haline gelen bir anlayışla bu<br />
çalışmaların çoğunun birbirinin benzeri olduğu görülmektedir. Özellikle<br />
Anadolu’da yapılan sancak çalışmaları bu meyandadır. Çünkü Anadolu’da<br />
iktisadî ve sosyal alandaki uygulamalar aynıdır.<br />
Öte yandan geçtiğimiz yirmi otuz yıllık süreçte resmî tarih-gayri resmî tarih<br />
tartışmaları etrafında yerel tarihçilik fikri ortaya atıldı. Şimdiye kadar<br />
yapılan bütün tarih çalışmaları, arşiv belgeleri, istatistikler, kanunnâmeler,<br />
resmî tarih olduğu gerekçesiyle reddedildi. Bunun yerine herkes tarafından<br />
bilinen maksatlarla, kendilerince esas kabul ettikleri, özellikle<br />
seçilmiş bazı hatıralar esas kaynak kabul edildi ve bu hayalî ve yönlendirilmiş<br />
maksatlı hatıralar etrafında bir tarih oluşturulmaya çalışıldı.<br />
Tarih, dar bir coğrafya veya birkaç yüzyıla sığmayacak derece geniş ilmî<br />
bir alandır. Hele Türk tarihi, sadece Anadolu’dan ibaret olmayan, belki de<br />
dünyanın en geniş ve derin tarihidir. Bu uzun tarihî süreçte karşı karşıya<br />
geldiğimiz ve mücadele ettiğimiz ülkelerin tarihlerinin bilinmesi de, tarihçiliğimiz<br />
açısından hayatî önemi haizdir. O halde mahallî tarih derken<br />
sadece Anadolu ve Osmanlı dönemi değil, Türkistan, Hint, Çin, Kafkasya,<br />
Karadeniz, Avrupa, Akdeniz, Afrika ve nihayet Orta Doğu’nun yatay<br />
ve dikey tarihi anlaşılmalı ve bu alanda uzmanlar yetiştirilmelidir. Dünya<br />
coğrafyası için bölgesel uzmanların yetiştirilmesi, tarihçiliğimize büyük<br />
yenilik ve zenginlikler getireceği gibi gelecekte millî siyasetimizin de ilmî<br />
esaslara dayandırılmasını sağlayacaktır.<br />
30
KOCAELİ ŞEHİR TARİHİ ÇALIŞMALARINA<br />
ELEŞTİREL BİR BAKIŞ<br />
Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Dünyada şehir tarihi çalışmaları 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış günümüze<br />
kadar artarak devam etmiştir. Kocaeli şehir tarihi çalışmaları<br />
İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi şehir tarihleri dikkate alındığında<br />
henüz emekleme aşamasındadır denilebilir. Şehrin tarihinin ihmalinde<br />
ya da yeterince ciddi çalışmaların yapılmasında İstanbul’a yakınlığı “merkeze<br />
en yakın taşra” olması etkili olmuştur denilebilir. Bu bildiride dünden<br />
bugüne Kocaeli şehir tarihi çalışmaları kritize edilerek şehir tarihi<br />
konusunda sorunlar ve çözüm yolları dile getirilecektir.<br />
“İL / EL” KAVRAMI VE “KOCAELİ”<br />
Prof. Dr. İlhan ŞAHİN<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Osmanlı Beyliği’nin en erken dönemlerinden itibaren oluşmaya başlayan<br />
Osmanlı tarihî coğrafyasının en belirgin özelliklerinden biri, hususi adlar<br />
taşıyan bölgelerin ve idarî birimlerin oluşmaya başlamasıdır. Ancak bu<br />
bölgelerin ve idarî birimlerin nasıl oluşmaya başladığı ve her birinin hususi<br />
ad almasında hangi sebeplerin veya kıstasların rol oynadığı ile ilgili<br />
maalesef yeterli bilgiye ve araştırmaya sahip değiliz. Bu durum Osmanlıların<br />
erken dönemlerinden itibaren oluşmaya başlayan “Kocaeli” adı ve<br />
bölgesi için de geçerlidir. Bu bakımdan bildirimizde modern coğrafyanın<br />
ilke ve yöntemlerini de kullanarak geçmiş zaman dilimi içinde “Kocaeli”<br />
adının ortaya çıkışını, oluşumunu ortaya koymak ve böylece söz konusu<br />
adı hem tarihî hem de dil bilimi açısından incelemek istiyoruz. Bildiriyle<br />
ilgili Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemi kaynakları mukayeseli olarak<br />
kullanılacaktır.<br />
31
HOCA/KOCA TERİMİ VE ORTA ASYA’DAKİ YANSIMALARI<br />
Dr. Kayrat BELEK<br />
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi<br />
Türklerin zaman zaman hükümleri altında bulundurdukları Merkezî<br />
Asya, Anadolu ve Ön Asya ülkelerinde ortaya çıkarmış oldukları kültür<br />
değerlerinden bir olan Türk-İslam yazılı ve arkeolojik kaynaklarındaki<br />
aynı kültürü paylaşmaktan doğan benzerlikler dikkati çeker. Bu bağlamda<br />
ayrıca saha araştırmaları sonucunda elde ettiğimiz Tanrı Dağlarındaki<br />
Türk-İslam kitabelerindeki bir yansıması olan Koca/Hoca temrinin<br />
sosyo-kültürel tarihimizdeki benzer yönlerini ilim dünyası ışığına tabi<br />
tutmaktır. Bu vesile ile bildirimizde Orta Asya’daki tarihi ve arkeolojik<br />
(yazıtlar) kaynaklarda adı geçen “Hoca” veya “Koco” temrinin Müslüman<br />
Türkleri tarafından nasıl algıladığı veya sosyal tabaklara göre hangi düzeyde<br />
kullanıldığı, bunun Türk-İslam kültüründeki -aynı kültür bağı altında<br />
birleştirmeye yönlendiren- anlamının muhtevasını taşıyan bilgileri<br />
kronolojik dönemine göre mukayeseli olarak ele alacağız.<br />
Dolayısıyla “Hoca”/“Koco” terimi her ne kadar İslami kültür zeminini taşısa<br />
bile Türk-İslam tarihi çerçevesindeki farklı dönemlerde ve coğrafyalarda<br />
çeşitliliğini arz etmiştir. Buna istinaden Türk-İslam kaynakları<br />
yapıldıkları çevrenin ve devrin inançlarının, âdetlerinin, sanat geleneklerinin,<br />
iktisadî ve sosyal şartlarının müşterek ürünüdür. Oysaki araştırmakta<br />
olduğumuz kaynaklar sadece bir milletin bulunduğu ülkelerdeki<br />
kültür birliğini ortaya çıkarmakla kalmayıp, dünyanın çeşitli bölgelerinde<br />
yaşayan aynı kökten gelen milletlerin menşeini de ortaya koymaktadır.<br />
GAZA HAREKETLERİNİN ORTA ASYA’DAKİ KÖKLERİ<br />
Doç. Dr. Taalay ŞARŞEMBİYEVA<br />
Arş. Gör. Nurgül SULEYMANOVA<br />
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve ilk dönemlerinde “gaza” hareketleri çok<br />
önemliydi. Bu bağlamda uçlarda Kocaeli bölgesinin fatihleri Akça Koca,<br />
Konuralp ve Gazi Süleyman Paşa gibi “gaza” hareketlerinde bulunan önderler<br />
ortaya çıktı. Osmanlıların kuruluş meseleleri izah edilirken”gaza”<br />
hareketleri önemli bir yer tutar. Ancak böylesine önemli bir konu izah<br />
32
edilirken Osmanlıların atalarının geldiği Orta Asya bağlantısı ihmal edilmiş<br />
gözükmektedir. Bu bakımdan biz bildirimizde Türk dünyasının en<br />
önemli ve büyük destanı olan Manas destanında Manas’ın Çinlilere karşı<br />
yaptığı Çong Kazat (Büyük Gaza) konusunu ele almayı, bir gaza liderinin<br />
nasıl ortaya çıktığını, nasıl yetiştiğini, nasıl gaza lideri olduğunu ve gaza<br />
hareketinde bulunan bir kahramanın özelliklerinin ne olması gerektiğini<br />
ve böylece Kocaeli bölgesinde gaza hareketlerinde bulunan Gazi Süleyman<br />
Paşa, Kara Mürsel Alp ve Akça Koca gibi “gaza” liderlerinin nasıl<br />
ortaya çıktığını, nasıl uçlarda “gaza” lideri olduklarını karşılaştırmalı olarak<br />
ele almayı ve sonunda bilinen noktaları esas alarak bilinmeyenleri<br />
ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Bildirimizde kaynak olarak yazılı ve sözlü<br />
kaynakları mukayeseli olarak kullanacağız.<br />
OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİNDE GAZA<br />
İDEOLOJİSİ VE GAZİLİK<br />
Prof. Dr. Rhoads MURPHEY<br />
İpek Üniversitesi<br />
Anadolu topraklarında gazi unvanının dini ve askeri özellikleri bir arada<br />
bulunduran kişilere verildiği bilinen bir gerçektir. Anadolu Selçuklu İmparatorluğu’nun<br />
son dönemleri ve Osmanlı Beyliği’nin kuruluş yıllarında<br />
İslam dünyası “Tavaif al-Müluk” denilen küçük hanedanlar ve devletçikler<br />
arasında bölünmüş bir vaziyette idi. Batı Ön Asya’da bulunan bu devletçikler<br />
birbirlerinden bağımsız ve rekabet halinde idiler. Diğer taraftan,<br />
bu devletçiklerin varlığı kendileri ile hemhudud olan Hıristiyan komşu Bizans<br />
İmparatorluğu’nun Anadolu’daki uzantıları için bir tehdit unsuru idi.<br />
13. yüzyıl sonu Anadolu coğrafyası dendiğinde Müslüman hanedanların<br />
hasmane ve dostane ilişkileri bir arada yürüttüğü Bizans serhaddi bölgesinde,<br />
Hıristiyan unsurların ve başlarında bulunan “Tekfur” adındaki<br />
yöneticilerin kimi zaman ikna kimi zamansa zor kullanılarak din değiştirmeye<br />
çalışıldığı bir ortamı düşünmemiz gerekir. Tavaif al-Müluk’un en<br />
başarılı temsilcileri bu iki yöntemi (ikna ve zorlama) birlikte kullanarak<br />
topraklarını ve insani güçlerini artırmaya çalışmışlardı. Bu döneme ait<br />
destansı kaynaklar “alp” yahut “gazi”leri tanıtırken sıraladıkları vasıflar<br />
arasında yiğitlik, yoldaşlık, kahramanlık, cömertlik gibi daha çok askeri<br />
ve ahlaki değerleri vurgulamakta idiler. Sınırın öte yakasında egemenlik<br />
kurmuş olan Bizanslı yöneticiler ve sivil halkın bir kısmı da söz konusu<br />
33
kaynaklarda methedilen özelliklere sahiptiler. İlk döneme ait kaynaklarda<br />
her ne kadar İslami bir misyonu görmek mümkün olsa da, bu metinler<br />
bir bütün olarak değerledirildiğinde sadece Müslüman yöneticileri değil,<br />
aynı zamanda Anadolu’daki Tavaif al-Müluk’un muhtemel fetih bölgesi<br />
olarak gördüğü yönetimleri de kapsayacak mahiyette pragmatik ve esnek<br />
oldukları görülecektir.<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nda ortodoks İslam geleneği iyice yerleştikten<br />
sonra yazılan kaynaklara göre Osmanlı beyliği ve kuruluş dönemini anlamaya<br />
çalışmaktayız. Hâlbuki sözlü gelenekten beslenen bir menakıbname<br />
olmasına rağmen Saltukname gibi eserler beylikler dönemi Osmanlı<br />
tarihinin karmaşık yapısını çeşitli yönleriyle ve gerçekci bir biçimde yansıtmaktadır.<br />
Sunumumuzda bu ve benzeri kaynakları kullanarak dönemin<br />
yaygın ideolojisi olan gaza anlayışını yeniden inşa etmeye çalışacağız.<br />
TARİH VE BİREY İLİŞKİLERİNİ BİLİMSEL İNCELEMENİN<br />
METODOLOJİK SORUNLARI ÜZERİNE (‘KOCAELİ TARİHİ<br />
VE GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’ ÖRNEĞİ)<br />
Prof. Dr. Sulayman KAYIPOV<br />
Şincang Pedagoji Üniversitesi<br />
Bu bildiride Gazi Süleyman Paşa’nın hayatı ve faaliyetleri, ‘tarih ve birey<br />
ilişkisi’ ışığında bakılarak, tarihteki ‘özel ile genelin’, ‘yerellik ile ulusallığın’,<br />
‘ulusallık ile evrenselliğin’ ilişkileri bazında ele alınacaktır.<br />
Tarihin getirdiği sosyokültürel ortam, ekonomik ve siyasi durum, ailevi<br />
koşullar (Doğu toplumlarında milleti temsil eden yöneticilerin kişisel<br />
kararları da) yeni insan ve/veya yeni lider modellerinin ortaya çıkmasına<br />
zemin oluşturur. Yeniden oluşan insan modeli milletin etnokültürel aslından<br />
uzaklaşmamış, kopmamış; milletin tarihi birikiminden beslenerek<br />
ortaya çıkmış ise, tarihin geçiş noktalarında büyük roller üstlenecek bireyleri<br />
meydana getireceği anlaşılmıştır. Bu bireyler belli bir zaman dilimindeki<br />
hadiselerin akışına yön verir, onun sonuçlarını etkiler ve çoğu<br />
zaman halkın/milletin iradesini temsil eder. Bu durum bireylerin tarihi<br />
oluşturması ile tarihin bireyleri ortaya çıkarması arasında diyalektik bir<br />
bağın olduğunu gösterir.<br />
Bireyin önderliği ile gerçekleşen tarihî vaka mutlaka sınırları belli olan<br />
bir mekân ve zaman bağlamında vücuda gelir. Ancak böyle tarihî vakalar<br />
34
sonuç itibariyle kronik ve coğrafik sınırları aşarak, yerel halkın hafızasıyla<br />
sınırlı kalmaksızın milli hafızadan da kendi yerini alır. Ayrıca bireyüstü<br />
kişilerin yerli halk tarafından oluşturulan “imgeleri” zaman geçtikçe ilk<br />
önce yöre halkının hayatında simge haline gelir ve görüş, düşünce, fikir<br />
ve davranışlara yön verici güce sahip olur. Gazi Süleyman Paşa’nın hayatı<br />
nispeten kısa bir dönemde Kocaeli yöresi ve çevre bölgelerinde geçmiş<br />
ise de, milli hafızada yeri olan, zamanının bireyüstü insanlarından biridir.<br />
‘Kocaeli tarihi ve Gazi Süleyman Paşa’ örneği, tarih araştırmalarında<br />
metodolojik öneme sahip olan ‘birey ve tarih’, ‘yerel ve genel’ ilişkileri<br />
ışığında bakılınca daha derin ve inceliklerine kadar anlaşılacak olan tarihî<br />
vakalardandır.<br />
KOCAELİ BÖLGESİ UÇ KÜLTÜRÜNE<br />
MUKAYESELİ BİR BAKIŞ<br />
Prof. Dr. Taşpolot SADIKOV<br />
Okt. Fatih ÇELİK<br />
Bişkek Sosyal Bilimler Kuseyin Karasaev Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Kocaeli bölgesi, “uç” bölgesi<br />
olarak kabul edilmekteydi. “Uç” bölgelerini diğer bölgelerden ayıran en<br />
önemli özelliğin, demografik nüfus yapısı bakımından daha hareketli olması<br />
yanında dinî, sosyal ve kültürel değerleri bakımından daha esnek<br />
ve renkli bir yapıda olmasıydı. Ancak bu konunun kaynakların yetersizliği<br />
yüzünden tam olarak anlaşıldığını ve ortaya konulduğunu söylemek çok<br />
güçtür. Bunun ortaya konulabilmesi için, benzer özellik gösteren ve konuyu<br />
açıklayacak yeterli kaynaklara sahip olan bölgelerin ele alınması ve<br />
Kocaeli bölgesi gibi uç bölgesiyle mukayese edilmesi gerekmektedir. Bu<br />
bakımdan bildirimizde tarihî süreç içinde Kocaeli bölgesiyle benzer özellik<br />
gösteren Orta Asya’daki uç bölgeleri ele alınacak ve böylece Osmanlı<br />
Devleti’nin kuruluş döneminde Kocaeli uç bölgesinin dinamik unsurları<br />
ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />
35
KURULUŞ DÖNEMİNDE OSMANLILARIN ANADOLU’DA<br />
SESSİZ YÜRÜYÜŞÜ (1277-1387)<br />
Prof Dr. Hasan Basri KARADENİZ<br />
Dumlupınar Üniversitesi<br />
Osmanlılar Anadolu’nun ilhakında yakın planda her birisi kendisini Selçukluların<br />
veya İlhanlıların varisi gören başta güçlü ve öncü Karamanoğulları<br />
ve Eratnalılar olmak üzere yirmi civarında siyasî yapıyla bazen tek<br />
tek bazen de bir çoğu ile aynı anda mücadele etmek zorunda kaldı. Bunun<br />
ötesinde de uzak planda ise çift taraftan hem doğu hem de güneyden<br />
Anadolu’yu daima kontrol altında tutmak isteyen doğuda önce Timuriler<br />
sonra Akkoyunlular ve nihayette Safeviler ile güneyde ise Memluklular<br />
ile yoğun ve sürekli siyasî, askerî ve psikolojik mücadele verdiler.<br />
Bu sebeple Osmanlılar öncelikle büyümek adına kendilerine tek bir hedef<br />
belirlediler; Batı’ya doğru gaza yapmak. Bu tercihte hem siyasî ve askerî<br />
bakımdan daha kolay hem de aşmak zorunda oldukları meşruiyet gibi bir<br />
ağır mesele söz konusu değildir. Bununla birlikte Osmanlılar fırsat buldukça<br />
imkânlar oluştukça, Anadolu’yu ilhaka çalıştılar. Bunu yaparken<br />
meşruiyetten ayrılmadılar, azami derece de dikkatli oldular. Bu hassasiyet<br />
sonucu Karasi Beyliğ’ni onların ümerasının çağrısı, Ankara’nın ilhakını<br />
otorite boşluğu, Germiyan Beğliği’nin yarısının ilhakını düğün çeyizi ve<br />
Hamitoğulları Beyliğini seksen bin altın karşılığı satın alarak meşrulaştırdılar.<br />
Buna karşın Candaroğulları Beyliği’nin merkezi Kastamonu’yu<br />
bu beyliğin şehzâdesinin babasına isyanından istifade ederek ilhak ettiler.<br />
Fakat halk bu durumu kabul etmeyince meşruiyetten ayrılmayarak<br />
geri çekildiler.<br />
LATİNLERDEN OSMANLILARA KEFKEN VE ÇEVRESİ<br />
Prof. Dr. Enver KONUKÇU<br />
Atatürk Üniversitesi<br />
Karadeniz’de Anadolu sahiline yakın dikdörtgen ve kayalık arazide görülen<br />
ada Kefken ismini taşımaktadır. Apollonia, Thynias, Daphnusia<br />
isimlerini taşımıştır. Boğaz ile Trabzon sahilindeki meşhur Kerpe, Kefken’e<br />
oldukça yakındır. Bithyniaların, Thyn ve Mariandyn yerleşmelerinin<br />
Pontos Euxeinos’un güneyinde ilk çağdan beri sığınak yeriydi. Sonraları<br />
36
ütün adayı çeviren kale ile hâkim kuruluşlarca üs haline getirilmişti.<br />
1204 sonrası İtalyan şehirlerinden Cenova ve Venediklilerin Karadeniz<br />
ticaretinde Kefken’de bir süre hâkimiyet sağladılar. İznik’teki Laskarisler<br />
ve onlardan sonra İstanbul’u başkent olarak kullanan Palaiologoslar, 14.<br />
yüzyılda adayı yönettiler. Yine bu sırada Osmanlı beylik kuvvetleri, İzmit<br />
hariç bütün yarım adayı ele geçirdiler. Ancak Kerpe’nin Türk hâkimiyetine<br />
bu sırada girmiş olması muhtemeldir. Bunun yanında bu civardaki<br />
Kandıra’yı merkez haline getiren Akçakoca Karadeniz’i ve Kefken’i ilk gören<br />
kişi olmaktadır. 1337’deki İzmit fethi ile Kocaeli mülki yapılanmada<br />
yerini almıştır. Yıldırım Bayazid zamanında Kefken’in batısındaki Seyrek<br />
ve Bağırgan ile ilintili Şile’nin de ele geçirilmesiyle sahildeki bütünleşme<br />
sona ermiştir. Oğlu Süleyman Çelebi, Kandıra ile çevresine hâkim görülmektedir.<br />
Ancak batı kaynaklarında Kefke’nin durumu bir ayrılık arz etmektedir.<br />
Ahalinin Cenevizliler dediği İtalyan şehrinin de Kefken’e hâkim<br />
olduğu görülüyor. 1402 sonrasında da Haçlılar veya kâfirlerin yine Kefken’de<br />
var oldukları görülüyor. 1404’te bile Kerpe, Türklerin elinde; Kefken<br />
ise hala Cenevizlilerin elindedir. Timur’a giden İspanyol elçisi Claviyo,<br />
1404’te ada ve çevresinde oluşan büyük Karadeniz fırtınalarına temas etmektedir.<br />
Hatta bindikleri yelkenlinin Kefken’den demir atarak Kerpe’ye<br />
doğru süründükleri ifade edilmektedir. Venedik ve Ceneviz hâkimiyetinin<br />
bilinmeyen bir zamanda; ancak Fatih Sultan Mehmed’in Karadeniz<br />
politikası sırasında Türklere geçtiği de kesindir. Karadeniz sahilindeki<br />
Amasra’nın ve sonra Sinop’un, Trabzon’un hâkimiyete alınması ile bütün<br />
Kuzey Anadolu sahillerinin Türkleştiği biliniyor. Kefken; Venedik ve Cenevizlilerden<br />
kurtulduktan sonra yine ticari amaçlı yelkenlilerin sığınma<br />
yeri olmaya devam etmiştir. Osmanlı kaynakları incelendiğinde Kefken’in<br />
bu defa tersane olarak kullanıldığı görülüyor. Civardaki sıkı ormanlardaki<br />
yarar ağaçlardan faydalanılarak Kefken’e taşındığı ve buradaki kalyon<br />
yapımı için tersanede kullanıldığı da görülmektedir. Kefken yine eski görevine<br />
devam etmekte, Cebeci ile Kerpe turistik amaçlı merkezler olarak<br />
tarihi akışta yerini korumaktadır. Babadağı’ndaki Akçakoca Türbesi ile<br />
Kefken birbirini görmekte ve tarihi olarak bir boşluğu doldurmaktadır.<br />
37
OSMANLI KURULUŞ DEVRİNDE DOĞU MARMARA<br />
KIYILARINDA TÜRK İSKÂNI<br />
Yrd. Doç. Dr. Şahin KILIÇ<br />
Raif KAPLANOĞLU<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Bursa Araştırmaları Vakfı<br />
Osmanlı Türkleri Bithynia’ya geldiklerinde, bu bölgede üç kuşaktır yaşayan<br />
Türk ve Müslüman unsurları bulmuşlardı. Bu nedenle, Bithynia<br />
bölgesi çok çabuk Türkleşmişti. Ancak bu kez, Hıristiyan unsurlar Bithynia’yı<br />
terketmeye başlamıştı. Bu da, bölgenin boşalmasına ve ekonomik<br />
zarara neden olmuş, bölgede oluşan ekonomik dengeleri bozmuştu.<br />
Çünkü Türkler ile Rumlar arasında zamanla uyumlu bir ekonomik ilişki<br />
oluşmuştu. Bu ilişki her iki toplum için son derece yararlı ve neredeyse<br />
vazgeçilmez bir pozisyondaydı. İşte bunu kısa zamanda anlayan Osmanlı<br />
yönetiminin, daha ilk yıllardan başlayarak yerli Hıristiyanların yerlerinde<br />
kalmalarına olanak sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Birçok kale<br />
alındıktan sonra yerli halkın Hıristiyan olarak yerinde kalması için izin<br />
verildi. Osmanlı tarihçilerinden Gibons da, yerli Hıristiyanların bir kısmının,<br />
Bizans’ın kendilerini terketmeleri nedeniyle din değiştirerek bölgede<br />
kaldığını yazmaktadır. Osmanlı yönetimi, bölgedeki Hıristiyan unsurların<br />
Bithynia’yı terk etmemeleri için her tür tavizi verdiği anlaşılıyor. Daha da<br />
önemlisi, sonradan Müslüman olan bu yöneticiler, kuruluş döneminde<br />
en güçlü feodal aileleri kurmuştu. Halil İnalcık’ın tespitlerinde yer verdiği<br />
gibi, özellikle Rumeli’ndeki tımarların önemli bölümünün Hıristiyan<br />
kökenli sipahilere verildiği anlaşılmıştır. Osmanlı Devleti’nin de tıpkı Bizanslılar<br />
gibi, Anadolu’da boşalmış olan köyleri doldurmak ve ekonomiyi<br />
canlandırmak için, Rumeli’de yaptığı savaşlar sırasında elde ettiği tutsak<br />
ailelerden oluşan grupları Bithynia’da iskân ettiğini görmekteyiz. Nitekim<br />
Bizans kroniği Kritovoulos, Fatih devrindeki iskân politikası konusunda<br />
ayrıntılı bilgi vermiştir.<br />
Türkler Bithynia bölgesine geldiklerinde, hangi yerleşim alanları olduğunu<br />
öğrenmemizde, Hıristiyan köylerin bilinmesi bize yardımcı olabilir.<br />
Hıristiyanlar Bithynia’da yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Genel olarak<br />
bu Hıristiyanlar Rum olarak anılsa da, etnik kimlikleri hâlâ meçhuldür.<br />
Ancak Türkler, İznik ve Bursa bölgesine geldiğinde, bölgede Rumca konuşan<br />
Hıristiyanlar vardı. Türkler XIV. yüzyılda tüm Bithynia bölgesine<br />
egemen olmaya başlayınca, özellikle dağlardaki Hıristiyan köylerinin bo-<br />
38
şaldığı görülmüştür. Ancak diğer bölgelerden gelen Hıristiyanların tümü<br />
bölgeyi terk etmemişti. Çok büyük kısmı kıyılara ve adalara kaçmıştı. Osmanlı<br />
yönetiminin tutumuna göre adadaki Hıristiyanların daha sonra geri<br />
döndükleri görülür. İşte bu nedenle özellikle kuruluş devrinde, Gemlik,<br />
Mudanya ve Yalova arasındaki kıyılarda bulunan köylerin büyük bölümünde<br />
Hıristiyanlar yaşamaktaydı. XIV-XIX. yüzyıllarda ise Bithynia’nın dağlık<br />
alanlarında çok az Rum köyünün varlığına tanık olmaktayız. Çok garip bir<br />
sonuçtur ki, XV. yüzyıl ile XIX. yüzyıl arasında, tüm Bithynia’da Hıristiyan<br />
unsurların arttığını söyleyebiliriz. Ancak bazı bölgelerde ise Hıristiyanlar<br />
azalmıştır. Örneğin, XV-XVI. yüzyılda Yenişehir bölgesinde çok sayıda<br />
Hıristiyan köyü varken, XIX. yüzyılda hiç Hıristiyan köyü kalmamıştı. Bu<br />
köylerdeki Hıristiyanların zamanla İslamlaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz.<br />
Çünkü bu köylerin çoğu günümüze kadar varlıklarını sürdürmüştür.<br />
1888 yılına gelindiğinde, Hüdavendigar Eyaletinde 61.751 Rum yaşadığı<br />
anlaşılmaktadır. Tüm Bithynia bölgesi için, XIX. yüzyılda yüzde otuzlara<br />
yaklaşan oranlarda bir Hıristiyan varlığından söz edebiliriz. Hıristiyan<br />
köyleriyle ilgili haritaya baktığımızda, XV-XVI. yüzyılda, başta Karacabey<br />
olmak üzere; Bursa, Kite, Yenişehir, İnegöl ve Yalak-Abad ile İzmit’te Hıristiyanların<br />
yoğunlaştığı görülür.<br />
Bildiriye konu edilen araştırmada, Osmanlı ve Bizans kroniklerinin verdiği<br />
bilgilerin yanı sıra Osmanlı dönemi boyunca tutulan arşiv kayıtları, seyahatnameler,<br />
tarihi haritalar ve tarafımızdan yapılan saha araştırmaları<br />
kullanılarak bölgedeki ilk Türk yerleşimleri tespit edilmeye çalışılacaktır.<br />
GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’NIN BİR YADİGÂRI GÖYNÜK<br />
Prof. Dr. Mustafa KESKİN<br />
Erciyes Üniversitesi<br />
Göynük, Sakarya nehrinin doğusunda, tarihi ipek yolu üzerinde, Bolu iline<br />
bağlı, 4000 nüfuslu mütevazı bir ilçedir. Evliya Çelebi, “Fütuhat-ı Orhan<br />
Gazi” arasında Akyazı, Konrapa, Yanbolu, Gelibolu, Mudurnu, Kocaili, İzmit,<br />
Yalakâbad, Bursa, İznik, Taraklı, Göynük, Karesi, Balıkesir, Bergama,<br />
Edremit, Tekirdağ, Bolayır’ı sayıyor ve bunların “be dest-i Süleyman<br />
Paşa ibn Orhan Gazi” marifetiyle fethedildiklerini sayıyor. Bir yerde de<br />
Göynük’ü “menziller” meyanında zikrederek, “Van’dan ulaklıkla Rum’a<br />
gittiği menziller arasında Merzifon-Osmancık-Tosya-Bolu ve Göynük kalesini”<br />
sayıyor, “menzil-i kal’a-yı Göynük’te” Akşemseddin hazretleri ve<br />
39
ütün saygıdeğer çocuklarının yatmakta olduklarını ilave ediyor. Kıdemli<br />
seyyahımız İbn Battuta’nın Anadolu gezileri 1332’de başlamış, bu cümleden<br />
olmak üzere İznik, Bursa, Mekece, Geyve, Sakarya, Göynük, Bolu,<br />
Kastamonu ve Sinop’u gördükten sonra, denize açılarak Kırım’ın Kerç Limanına<br />
çıkmıştır O tarihteki Göynük, “küçük bir yerdir, ahalisi Hristiyan<br />
Rum’dur, zaviyesi yoktur.<br />
Selçuklulardan tevarüz ettikleri milli an’anenin bir sonucu olarak Osmanlılar<br />
da fethettikleri beldelere kendi, damgalarını vurmuşlardır.<br />
Göynük’teki Gazi Süleyman Paşa Camisini, hamamını vs. yapıları bu zaviyeden<br />
bakmamız doğru olur. Caminin kuruluş tarihi olarak 1331-1335<br />
arası kitabesinde yer almaktadır. Tebliğimizde bu cami ve haziresindeki<br />
yapıları arz edeceğiz.<br />
ŞEHZADE SÜLEYMAN PAŞA’NIN İZNİK’TEKİ VAKIFLARI<br />
Prof. Dr. İbrahim SEZGİN<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Şehzade Süleyman Paşa “Rumeli Fatihi”<br />
olarak meşhur olmuştur. Gerçekten Rumeli’de Osmanlılar tarafından<br />
yapılan ilk fetihler Süleyman Paşa ve emrindeki kumandanlar vasıtasıyla<br />
yapılmıştır. Babasının yanında da çeşitli seferlere katılan Şehzade Süleyman<br />
Paşa yaptırdığı vakıf eserleriyle de dikkat çekmektedir. En önemli<br />
vakıfları Gelibolu Bolayır’da olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin değişik<br />
şehirlerinde cami, mescid, medrese, zaviye gibi dinî ve hayrî eserleri yaptırmıştır.<br />
Şehzade Süleyman Paşa’nın hayır eserleri yaptırdığı yerler arasında İznik<br />
önemli bir yer tutmaktadır. Burada da devrine göre büyük sayılabilecek<br />
bir medrese yanında cami (mescid) ve sıbyan mektebi de yaptırmıştır. Bu<br />
hayır eserlerinin masraflarını karşılamak üzere İznik’teki bazı köylerin<br />
gelirleri tahsis edilmiştir. Yine Gelibolu’daki Ereğlice köyünün geliri de<br />
medresenin müderrisine vakfedilmiştir. Bu bildiride Süleyman Paşa’nın<br />
İznik’teki vakıf eserlerinin tarih içerisinde geçirdiği değişimler yanında<br />
vakıfların gelir ve giderleri, vakıf çalışanları, Tapu Tahrir defterleri ve diğer<br />
arşiv belgeleri esas alınarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />
40
KARACADAĞ’DAN KOCAELİ VE RUMELİ’YE OSMANLI<br />
KURULUŞ DEVRİ FETİHLERİ’NİN TEMEL DİNAMİKLERİ:<br />
STRATEJİ - BEYLİK VE BÜROKRASİ<br />
Doç. Dr. Nejdet GÖK<br />
Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />
Osmanlı Beyliği’nin Rumeli’ye geçişinin sembol ismi olan Gazi Orhan<br />
oğlu Süleyman Paşa’yı bu fütühata yönelten en az 50 yılllık bir oluşum ve<br />
gelişim dönemi vardır.<br />
Ankara-Konya arasında yer alan Karacadağ etekleri Osmanlı Beyliği’ni<br />
kuran Kayı Boyu’nun ilk konaklama ve yerleşim yeri olarak ayrı bir önem<br />
arzetmektedir. Yedi asır sürecek bir cihan devletinin ilk rüyaları burada<br />
görülmüş, fetih stratejisi burada çizilmeye başlanmış, buradaki Söğüt<br />
Yaylası’ndan batıya doğru adım adım ilerlemiş, Bilecik, Söğüt, Bursa ve<br />
daha sonra Kocaeli Yarımadası ve Rumeli fetihleri ile devam etmiştir.<br />
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde daha önce düzenlenen Akçakoca<br />
ve Kara Mürsel Alp sempozyumlarında sunduğum tebliğlerde<br />
özellikle bu bölgeyi fetheden ilk gaziler ve onlara destek olan ahiler ve<br />
diğer sosyal ve askeri teşkilatlara, dönemi bize aksettiren orjinal kaynaklara<br />
ve arşiv vesikalarına -diplomatika açısından önemine de dikkat<br />
çekerek- dikkat çekmeye çalışmıştım.<br />
Bu sempozyumda sunacağım tebliğin esasını ise 2003 yılı yazında Prof.<br />
Halil İnalcık’la birlikte Karacadağ Bölgesinde yapılan bir dizi topografik<br />
araştırma ve incelemenin yanında, sonraki yıllarda da devam eden yöresel<br />
araştırmalar oluşturmaktadır. Bu çalışma kapsamında Karacadağ’dan<br />
Eskişehir’e, oradan Söğüt’e, Söğüt’ten Bursa’ya, Bursa’dan Kocaeli<br />
Yarımadasına kadar belli bir çizgide devam eden fetihler ve yeni bir<br />
devletin doğuşu gözlemlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda; Takip edilen<br />
yol haritası, bürokrasi ve beylik teşkilatı, küttap sınıfı ve Osmanlı inşa<br />
(diplomatika) sanatının doğuşu ve gelişimi, Orhan Bey ve oğulları Rumeli<br />
Fatihi Gazi Süleyman Paşa ve Murad Hüdavendigar’ın bu yeni devlet oluşumundaki<br />
siyasi, idari ve kültürel katkıları ele alınacaktır.<br />
41
OSMANLI HANEDAN MENSUPLARININ PAŞA UNVANI<br />
KULLANIMI SORUNU ÜZERİNE: ALAEDDİN “PAŞA” VE<br />
SÜLEYMAN “PAŞA”<br />
Yrd. Doç. Dr. Recep YAŞA<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Paşa kelimesinin menşei ve etimolojik kökeni hakkında farklı görüşler<br />
vardır. Bu kelimenin Türkçe “başağa” veyahut “beşe” (büyük kardeş)’den<br />
geldiğini söyleyenler olduğu gibi padişahın ayağı anlamına gelen “pay-i<br />
şah” veya “pad-i şah”geldiğini ileri sürenlerde vardır.<br />
Bu kelime, Osmanlılardan evvel Anadolu Selçukluları ve beylikler döneminde<br />
savaşçı ve dinsel niteliği bulunan kişilere verilen bir unvan olmuştur.<br />
Osmanlılar döneminde de ise hanedan üyelerinden Osman Bey’in<br />
oğlu Alaeddin ile Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman Bey’e verildiği ifade<br />
edilmektedir. Oysa bu iki isimden biri olan şehzade Alaeddin ile Osman<br />
Gazi’nin son ve Orhan Gazi’nin ilk veziri olan Alaeddin Paşa, isim benzerliği<br />
dolayısıyla birbirine karıştırılmakta ve şehzade Alaeddin’in Orhan<br />
Gazi’ye vezirlik ettiği, bu şekilde paşa unvanı aldığı yanılgısına düşülmektedir.<br />
Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman içinde aynı yanılgı söz konusudur.<br />
Zira Karası Beyliğini ele geçiren Orhan Bey, burayı oğlu Süleyman’a tımar<br />
olarak vermiş ve daha önce Karası vezirliği yapmış olan Hacı İlbey’i<br />
de oğluna vezir tayin etmiştir. Bu suretle Karası Beylerbeyliğine yükseltilen<br />
Gazi Süleyman’ın unvanı bey, Hacı İlbey’in unvanı paşa olmuştur.<br />
CODEX HANİVALDANUS’TA SÜLEYMAN PAŞA<br />
Doç. Dr. Altay Tayfun ÖZCAN<br />
Dumlupınar Üniversitesi<br />
1591’de Leunclavius tarafından yayınlanan Historia Musulmanae Turcorum<br />
(Müslüman Türklerin Tarihi) adlı eser Avrupa’da Rönesans ile birlikte<br />
başlayan yeni tarih çalışmalarının zirvesinde bulunan kıymetli bir<br />
eserdir. Bunun nedeni Leunclavius’un, çağdaşlarından farklı olarak Türk<br />
tarihi incelemelerini doğrudan Türkçe kaynaklara dayandırmasıydı. Kullandığı<br />
kroniklerden birisinin Cemalî’nin eseri olduğu bugün için iyi bilinmektedir.<br />
Eserinde Verantianus Codex olarak geçen bu kronikten baş-<br />
42
ka Leunclavius Codex Hanivaldanus veya Tercüman Murat Bey’in kitabı<br />
olarak bahsettiği bir diğer eser daha kullanmıştır. Uzun yıllar Osmanlı<br />
bürokrasisine hizmet etmiş Murat Bey adlı Macar asıllı bir kişi tarafından<br />
Neşri tarihinin Latince’ye tercümesi olan bu eser, Leunclavius’un tarih<br />
çalışmasının temeline yerleşmiş vaziyettedir. Leunclavius’un bu eseri<br />
kullanmasını bugün için önemli kılan ise, gerek Murat Bey’in çevirisinin<br />
gerekse çevirisine temel teşkil eden yazmanın kaybolmuş olmasından<br />
ileri gelmektedir.<br />
Daha önce eserinde Codex Hanivaldanus’a bir kısım ayırmış olan V. Menage,<br />
Leunclavius’un kullandığı Murat Bey çevirisine temel teşkil eden<br />
yazmanın, bilinen en eski Neşri yazması olan Menzel nüshası ile Viyana<br />
nüshası arasındaki bir zaman diliminde yazılmış, ancak Menzel nüshasına<br />
daha yakın bir tarihte yazılmış farklı bir yazma olduğunu ifade etmiştir.<br />
Gerçekten de Codex Hanivaldanus’taki kayıtlar, genel olarak Menzel<br />
nüshasına daha yakın bir yöne sahiptir. Bununla birlikte burada, gerek<br />
Menzel nüshasında ve gerekse Viyana nüshasında bulunmayan ilgi çekici<br />
kayıtlar yer alır. Dahası ilgili kayıtlardan bazıları, öyle görünüyor ki, diğer<br />
iki yazmadan daha kıymetli bir tarihî gerçekliğe sahiptir.<br />
Bu çalışmamızda Codex Hanivaldanus’ta Süleyman Paşa ile ilgili kayıtları<br />
tetkik ederek Menzel ve Viyana yazmalarında bulunmayan farklılıkları<br />
takdim edeceğiz.<br />
OSMAN GAZİ’NİN OĞLU ORHAN GAZİ’YE<br />
NASİHATLERİNE TAHLÎLÎ BİR BAKIŞ<br />
Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL<br />
Uludağ Üniversitesi<br />
Türk-İslâm geleneğinde özellikle devlet başkanlarının nasihat ve vasiyetlerinde<br />
yer alan unsurlar o devir siyasî iktidarlarının devlet anlayışı<br />
hakkında bazı ipuçlarının elde edilmesinde bize ışık tutar. Bu tür nasihat<br />
ve vasiyetlerin muhtevasını, sosyo-kültürel ve dinî referanslarını ele alıp<br />
tahlil etmek ayrı bir husustur. Bunun yapılması da hiç kuşkusuz önem<br />
taşır. Ancak biz bu bildiride, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye nasihatlerinin<br />
yer aldığı kaynaklara, kaynakların mevsukiyet derecesine ve<br />
nasihatlerin içyüzünü anlamaya çalışarak kuruluş devri Osmanlı devlet<br />
43
anlayışına dair bazı tespit denemelerinde bulunmayı, nasihat metinlerinden<br />
çıkarılabilecek sonuçları da tasnîfî olarak sıralamayı düşünüyoruz.<br />
Esasınsa bu kabil vasiyet ve nasihatler ilim dünyasında maalesef hak ettiği<br />
yeri yeterince alabilmiş değildir. Hâlbuki Osmanlı devletinin büyüklüğü<br />
üzerinde ciddi araştırmalar yapılırken, kendi zamanında dünya siyasetine<br />
yön vermesinin sebepleri ve Bursa, İznik, İzmit-Kocaeli bölgelerinde henüz<br />
kuruluş döneminde devleti kuran iradenin gösterdiği dinamizm herkes<br />
tarafından anlaşılmaya ve analiz edilmeye çalışılmalıdır. Kuskusuz<br />
bu noktada doğru analize ulaşmanın yollarından biri de, kurucu devlet<br />
adamlarının sahsiyet ve hayat görüşlerinin Osmanlı devletinin süratle<br />
büyümesi ve bir cihan devleti haline gelmesindeki rolünü ortaya koymaktır.<br />
Dolayısıyla Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye vasiyet ve nasihatleri,<br />
hem zamanlaması hem de muhtevası açısından ziyadesiyle önemli olduğu<br />
gibi kuruluş dönemi dinamizmine ve canlılığına da ışık tutacaktır.<br />
Söz konusu nasihatler bildiride farklı kaynaklarla kıyaslanarak kaydedilecektir.<br />
Bildiri özetinde bunlardan birini (Tarîh-i Atâ’dan) paylaşmak<br />
istiyorum. Adı geçen kaynakta nasihat metinleri şu ifadelerle yer almıştır:<br />
“Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farîzaya dikkat, din ve devletin<br />
güçlenmesine sebeptir. Beytü’lmâl-i müslimîni (devlet hazinesini)<br />
koru. Devletin servetini artırmaya çalış. Sadakatle tahsîl-i rızâ için ömür<br />
geçiren erkân-ı devlet’i gözet; vefatlarından sonra böylelerinin çoluk-çocuğuna<br />
bak, ihtiyaçlarına ilgi göster. Tebaandan hiçbir ferdin emvâline<br />
taarruz etme. Hak edenlere yardım ile iltifat elini uzat, böylelerinin sıkıntılarını<br />
gider, yakınlarının sıkıntılarını da gider. Askerî erkânı iyi koru.<br />
Âlimler, fâzıllar, edîbler, devlet bedeninin gücüdür. Bunlara iltifat ve ikramda<br />
bulun. Bir kemâl sahibini işitince onunla ilişki kur, dirlikler ver,<br />
ihsanda bulun. Hükümetinde ulemâ, fuzelâ, erbâb-ı maârif çoğalsın,<br />
siyâset ve din işleri nizam bulsun. Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir<br />
beğ olarak gelip hak etmediğim halde bunca inâyet-i celîle-i Rabbânî’ye<br />
mazhar oldum. Sen de benim yolumdan git ve bu dîn-i Muhammediye’yi<br />
ve ashâbını ve sana tabi olanları koru. Hakkullâh ve hukûk-ı ıbâdı gözet.<br />
Senden sonrakilere de böyle nasîhattan geri durma. Adaletli ve insaflı ol.<br />
Zulmü kaldırmaya devam et. Her bir işe teşebbüste Allah’ın yardımına<br />
güven. Tebaanı düşman istilâsından ve zulme uğratılmaktan koru. Haksız<br />
yere hiçbir ferde lâyık olmayan muamelede bulunma. Halkı taltif et,<br />
hakkında umumun kabulünü tahsil et.” (Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarîh-i<br />
Atâ, İstanbul 1293, I, 9 vd.)<br />
44
15. YÜZYIL OSMANLI KRONİKLERİNDE SÜLEYMAN PAŞA<br />
Prof. Dr. Necdet ÖZTÜRK<br />
Bahçeşehir Üniversitesi<br />
Bu bildiride, esas itibariyle Orhan Gazi oğlu Süleyman Paşa’nın Anadolu<br />
ve Rumeli’deki idari, siyasi, askerî faaliyetleri ve başarıları üzerinde<br />
durulacaktır. 15. yüzyıl Osmanlı tarih kaynaklarının bu konuda verdikleri<br />
bilgiler metin okumaları üzerinden mukayeseli olarak değerlendirilecektir.<br />
Mesela, Karasi Beyliği’nin Osmanlı topraklarına katılması, Rumeli<br />
yakasına geçiş fikrinin kime ait olduğu, geçiş noktaları ve geçişin hangi<br />
deniz taşıtlarıyla gerçekleştirildiği, ilk fethedilen yerler ve fetih istikametleri,<br />
Süleyman Paşa’nın fetih ve iskân siyaseti, adil ve insaflı oluşu,<br />
Osmanlı toplumunda hoşgörü kültürünün gelişmesine katkısı, Aydınoğlu<br />
Gazi Umur Bey’le görüştüğü rivayeti, vefatı ve vefatından sonraki gelişmeler<br />
ele alınacak belli başlı konulardır.<br />
ADINA YAZILMIŞ ESKİ HARFLİ ESERLERDE GAZİ<br />
SÜLEYMAN PAŞA VE BAZI KOCAELİLİ ÂLİMLERDEN<br />
NAKİLLER<br />
Prof. Dr. Recep DİKİCİ<br />
Selçuk Üniversitesi<br />
Mevlid şâiri Süleyman Çelebi’nin dedesi ve Orhan Gazi’nin kayınbiraderi<br />
Şeyh Mahmud’un:<br />
“Kerâmet gösterip halka suya seccade salmışsın<br />
Yakasın Rumeli’nin dest-i takva île almışsın.”<br />
dediği, Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Şah, Rumeli fâtihi olarak tarihlere<br />
geçmiştir.<br />
1331’de babası Orhan Gazi’ye vezir olan Şehzade Süleyman, idarî işlerden<br />
ziyade askerî işlerle vazifelendirilmiştir. Zaten fıtrat icabı cihangir<br />
ruhlu olan Şehzade Süleyman, maiyyetindeki kahramanlarla zaferden<br />
zafere at koşturmuş ve filiz halindeki devletin sınırlarını ikinci bir kıtaya,<br />
Avrupa’ya taşırmıştır.<br />
45
Osman Gazi’nin temelini attığı devletin sınırları gittikçe genişlemekteydi.<br />
Ve fetihlerin hedefi Anadolu’daki Bizans topraklarıydı... İznik ve İzmit’in<br />
fethinden sonra Osmanlı Süvarileri, İstanbul Boğazı’nın Asya taraflarında<br />
at koşturmaya başlamışlardı. Devletin bekası ve ihtişamının ziyadesi için<br />
mutlaka Rumeli tarafları ele geçirilmeliydi... Bizanslılar arasındaki taht<br />
kavgası Rumeli fethine imkân hazırladı. Yine Şehzade Süleyman, Rumeli<br />
topraklarında at koşturmaya devam ederek, 1352’de Dimetoka meydan<br />
muharebesinde Sırp ve Bulgar ordusunu perişan etmiştir.<br />
Süleyman Paşa, 1354 başlarında Rumeli’yi tamamen bir İslam Beldesi<br />
yapmaya karar vermişti. 2 Mart 1354’te Gelibolu kalesini fethetti. Rumeli’nin<br />
fethi yalnız Osmanlı tarihinde değil, Bizans tarihinde de bir dönüm<br />
noktasıdır. Etrafı Osmanlılarla çevrilmiş Bizans, günbegün çöküşünü<br />
seyretmekten başka birşey yapamaz hale gelmiştir. Şanlı devlete Rumeli<br />
topraklarını armağan eden Şehzade Süleyman, 1359’da 43 yaşında iken<br />
vefat etmiş ve fethettiği Bolayır’a defnedilmiştir. Fethedilen toprakların<br />
manevî bekçilerinden birisi olarak asırlar boyu türbesi ziyaret edilegelmiştir.<br />
İsmi, tarihlerde ve marşlarda devamlı anılmıştır.<br />
Türkiye kütüphânelerinde Gazi Süleyman Paşa adına kaleme alınmış eski<br />
harfli bir kitap ve üç makâle mevcuttur. Abdükadir Kemâlî’nin “Şehzâde<br />
Gazi Süleymân Paşa’nın Vekâyi-i Târihiyyesi” adlı kitabı (Matbaa-i Hayriyye,<br />
Dersaadet, 1929, 15 s.) ile Ahmed Tevhîd’in “Akşehir’de Rumeli Fâtihi<br />
Şehzâde Süleymân Paşa’nın Kerîmesi Mezarı” (Tarihi Osmânî Encümenî<br />
Mecmuası, Numara: 44, 1 Haziran 1933, s. 106-108) adlı geniş bilgi ihtivâ<br />
eden makâle, Nedîm’in “BOLAYIR-Büyük Osmanlı Şehzâdesi Süleymân<br />
Paşa’ya” adlı nazmı (İkdâm Matbaası, Dersaadet, 1331) ve Şehîm’in “Şehzâde<br />
Süleymân Paşa” (Edebiyyâtı Umûmiyye Mecmâsı, 1917, I, 298-299)<br />
adlı mensur makâlesi ele alınıp, değerlendirmeler yapılacaktır.<br />
Ayrıca İzmitli Ahmed Hilmi Efendi’nin “Muhibbü’l-Fıkh li Hıfzi’d-Dîn” ve<br />
Karamürsel Nâibi Abdullah Şevket’in “Ahlâk-ı Dînî” adlı eski harfli eserlerinden<br />
önemli nakillerde bulunulacaktır. Daha önce hiç incelenmemiş<br />
ve ele alınmamış bu orijinal tarihî, içtimâî ve dînî eserler hakkında yapılacak<br />
değerlendirmeler ve nakillerle, Kocaeli tarihi ve kültürüne ciddî<br />
katkılarda bulunulacağı kanaatindeyim.<br />
46
GELİBOLU’DA BİR OSMANLI ŞEHZADESİ:<br />
SÜLEYMAN PAŞA<br />
Prof. Dr. Bilgehan PAMUK<br />
Gaziantep Üniversitesi<br />
Gelibolu, Çanakkale Boğazı’nın kuzey giriş kısmında ve denize doğru<br />
uzanan bir yüksekliğin üzerinde yer almaktadır. Eski adı “Kallipolis” veya<br />
“Gallipolis” olan şehrin adının menşei konusunda kaynaklarda tatmin<br />
edici bilgiler yer almamaktadır. Tarihi süreç içerisinde pek çok medeniyetin<br />
mücadelesine sahne olan bölge, Türkçe kaynaklarda genel olarak<br />
Gelibolı şeklinde yer almış olup zaman içerisinde Gelibolu ismiyle anılmıştır.<br />
XIV. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlılar, İzmit’ten Kadıköy’e uzanan Marmara’nın<br />
kuzeyi ve körfezdeki kıyı şeridine de hâkimdiler. Bizans aleyhine<br />
genişleyen Osmanlılar, batı sınırındaki rakipleri Karesi Beyliği’nin iç<br />
karışıklıklarından istifade ederek, bu beyliğe ait toprakları üzerinde de<br />
nüfuz kurmuşlardı. Süleyman Paşa, Karesi Beyliği’nin kuzeyindeki yerleşim<br />
birimlerinin alınmasında etkin bir rol oynamıştı. 1345 yılında Karesi<br />
Beyliği’ne ait toprakların bir kısmının Osmanlı idaresi altına alınmasıyla<br />
birlikte Edremit Körfezi ile Kapıdağ arasındaki havali Karesi Vilayeti olarak<br />
teşkil edilerek idaresi Süleyman Paşa’ya verilmişti.<br />
Süleyman Paşa, Karesi hâkimliği sırasında, Gelibolu ile yakından ilişki<br />
kuran ilk Osmanlı hanedanı üyesi olmuştu. Bizans İmparatorluğu’ndaki<br />
taht kavgası, Osmanlıların bölgeye nüfuz etmesine olanak sağlamıştı.<br />
Paleologoslar ile Kantakuzenoslar arasında cereyan eden kıyasıya mücadele<br />
Osmanlıların pozisyonunu kuvvetlendirmişti. Nitekim 1348 yılında<br />
Süleyman Paşa, ilk defa Rumeli’ye geçerek Osmanlıların ismini duyurmuştu.<br />
Ara ara yapılan askeri yardımlar ile birlikte Osmanlılar, Süleyman<br />
Paşa komutasında Rumeli havalisine geçmişlerdi.<br />
1354 yılında Osmanlıların Gelibolu’na geçişi artık yardım amaçlı değil<br />
doğrudan doğruya fetih amaçlıydı. Süleyman Paşa komutasında Gelibolu’na<br />
gelen Osmanlılar, fetih sahası arttığı gibi bölgenin idaresi de Süleyman<br />
Paşa’ya verilmişti. Süleyman Paşa, adaletli yönetimi ile kısa sürede<br />
bölge ahalisinin takdirini kazanmıştı. Süleyman Paşa’nın Gelibolu’daki<br />
pozisyonu üzerinde durulmuştur.<br />
47
GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’NIN KUZEY-BATI<br />
ANADOLU’DAKİ İZLERİ<br />
Prof. Dr. Kenan Ziya TAŞ<br />
Balıkesir Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin kuruluş coğrafyasının büyük bir kısmını teşkil eden<br />
Kuzey-Batı Anadolu, batıda Sakarya mansabından başlayıp doğuda Sinop’a<br />
kadar uzanan ve Karadeniz kıyıları ile hinterlandının önemli bir<br />
kısmını kaplayan, kadim zamanların ifadesi ile Bizans kaynaklarında<br />
Bitinya ve Paflagonya adı verilen coğrafya parçası üzerinde yayılır. Bu<br />
bölgede 16. yüzyılda Kocaeli, Hüdavendigâr, Bolu, Çankırı ve Kastamonu<br />
sancakları yer almaktadır. Bölgenin Anadolu’nun fethi esnasında Bizans<br />
hududunda yer alması, Osmanlı devletinin kurulduğu ve ilk yayıldığı coğrafya<br />
olması bakımdan önemlidir. 16. yüzyıldaki Bolu Sancağı ise coğrafi<br />
mekân olarak bu bölgenin büyük bir kısmını kaplamaktadır. I. Murad’ın<br />
(1361-1389) büyük oğlu olan Gazi Süleyman Paşa zikredilen bu yörenin<br />
fethinde ve Osmanlı hâkimiyetine geçişinde çok önemli rol oynamıştır.<br />
Burada Osmanlı varlığının temin ve devamı konusunda hususi gayret ve<br />
tesirleri olduğu anlaşılıyor. Bunu biz tahrir defterlerinden takip edebiliyoruz.<br />
Hazırlanacak bildiride bu faaliyetlerinin izleri ele alınacak ve değerlendirilmelerde<br />
bulunulacaktır.<br />
OSMANLI KAYNAK VE ARŞİV BELGELERİNE GÖRE<br />
SÜLEYMAN PAŞA’NIN VEFATI VE TÜRBESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Veysi AKIN<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Kuruluş devri padişahlarından Orhan Bey’in oğlu Rumeli Fatihi olarak<br />
da tanınan Osmanlı şehzadesi Gazi Süleyman Paşa’nın vefatı hakkında<br />
Osmanlı kaynaklarında başta Aşıkpaşazade, Şükrullah, Oruç Bey, Neşri,<br />
Hoca Saadeddin Efendi olmak üzere pek çok Osmanlı kroniğinde ve bazı<br />
anonim Tevarih-i Al-i Osman’larında hikâye edilmiş bilgiler mevcuttur.<br />
Bu bilgiler arasında iki hususta “yer (vefat yeri ve defin yeri) ve vefat tarihi”<br />
farklılıklar bulunmaktadır.<br />
48
Vakıf kayıtlarında mezarın yeri sabit olmakla beraber, türbenin yapılışı<br />
ve geçirdiği onarımlar hakkında Başbakanlık Osmanlı Arşiv belgelerinde<br />
çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı kaynaklarında atının da<br />
beraber defnedildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmazken, günümüzde<br />
türbenin içerisinde atı için de bir taş bulunması, Lalasının mezarının da<br />
burada gösterilmesi, bazı önemli şahsiyetleri de buraya defnedilmeleri<br />
eski “Türk defin ve mezar geleneği” veya “Ata mezarı kültü” bakımından<br />
değerlendirilmesi gereken başka bir konudur.<br />
Bu çalışmada Şehzade Süleyman Paşa’nın vefatı, mezarının yeri ve türbesinin<br />
günümüze kadarki durumu ele alınarak devrin kaynakları göz<br />
önünde bulundurularak bilgi verilecektir.<br />
RUMELİ FATİHİ SÜLEYMAN PAŞA VE MEHTERİN<br />
“ŞEHZADE SÜLEYMAN MARŞI” HAKKINDA BİR<br />
DEĞERLENDİRME<br />
Dr. Öğ.Kd.Alb. Zekeriya TÜRKMEN<br />
Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Müzecilik Grup Başkanlığı<br />
Şehzade Süleyman Paşa’nın, 1351-1352 tarihinde Gelibolu’yu ve Çimpe<br />
Kalesini fethetmesiyle birlikte Osmanlı Beyliği bu coğrafyada uygulamaya<br />
koyduğu yeni fetih siyasetiyle Rumeli’ye açılmış, kısa bir süre sonra<br />
Osmanlı akıncıları Meriç ve Arda boylarında akınlar yapmaya başlamışlardır.<br />
Şehzade Süleyman ve Şehzade Murat, Büyük Selçuklu Devleti’nde Tuğrul<br />
ve Çağrı Beylerin stratejilerine benzer uygulamalarla Rumeli coğrafyasında<br />
Osmanlı fetih ve iskân siyasetini uygulamaya koymuşlardır. Babaları<br />
Orhan Gazi’nin köhne Bizans Devleti ile yaptığı stratejik ortaklık,<br />
Osmanlı Beyliğinin Rumeli harekâtına fırsat ve zemin de yaratmıştır.<br />
Rumeli coğrafyası, Anadolu coğrafyasından farklı kadim Bizans’ın ve Sırp<br />
Despotluğunun ortodoks tebaasının yaşadığı mekânlardı. Osmanlı akıncıları<br />
Sultan Orhan Gazi’nin öğütleriyle bu bölgede istimalet (gönül alma)<br />
siyasetini uygulamaya koydular. Hoca Ahmet Yesevi öğretisini bu coğrafyaya<br />
yaymak için büyük çaplı psikolojik harekâta giriştiler. Bu harekât,<br />
49
Rumeli coğrafyasının kılıç zorundan ziyade, istimalet yoluyla yani gönül<br />
alma siyasetiyle fethine zemin hazırlamıştır.<br />
Rumeli harekâtının başlatıcısı, planlayıcısı olarak Şehzade Süleyman<br />
Paşa, büyük fikirleri olan bir askerî önderdi. Şehadetinden sonra vasiyeti<br />
gereği naaşı Bolayır’a Çimpe kalesinin Adalar Denizine bakan beri yanına<br />
defnedilmiştir. Onun Rumeli’ye geçişi takip eden süreçte kulaktan kulağa<br />
nakledilen destanımsı mücadelesi Aşık Paşazade, Enverî vd. tarihçilerin<br />
eserlerinde de yer almış, günümüze kadar ulaşmıştır.<br />
Şehzade Süleyman Paşa, sadece tarihçilerin eserlerinde, destanlarda,<br />
menkıbelerde, şiir ve edebî eserlerde anlatılmakla kalmamış, askerin<br />
cenk marşlarında ve türkülerinde de yer etmiştir. Bu bildiride, Osmanlı<br />
kronikleri ve araştırma eserlerinden yararlanılarak Şehzade Süleyman<br />
Paşa’nın askerî şahsiyeti kısaca açıklandıktan sonra mehter tarafından<br />
günümüzde de marş olarak söylenegelen “Şehzade Süleyman Marşı”<br />
üzerine bir değerlendirmede bulunulacaktır.<br />
SÜLEYMAN PAŞA VAKIFLARI<br />
Yrd. Doç. Dr. Vedat TURGUT<br />
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi<br />
Rumeli Fatihi olarak anılan ve ömrü vefa etse üçüncü Osmanlı padişahı<br />
olması mukadder olan Süleyman Paşa’nın sadece Rumeli’de değil, yöneticilik<br />
yaptığı Kocaeli ve Bolu ile Hüdâvendigâr Livası’na bağlı bazı nâhiyelerde<br />
de küçük ölçekli pek çok vakıf için bitiler verdiği anlaşılmaktadır.<br />
Onun Karaferye ve Gelibolu’da imaret, zaviye ve türbesine ait vakfiyenin<br />
babası Orhan Gazi tarafından düzenlendiği bilinmektedir. Bu çalışmada<br />
Ona ait külliyenin yanısıra, Onun tarafından kurulduğu belirlenen zaviye<br />
ve evlatlık vakıflar ayrıntılarıyla incelenecek ve bu vesileyle Osmanlı<br />
Devleti’nin kuruluşu ve Balkan fütuhatındaki rolü üzerinde durulacaktır.<br />
50
VAKIF-ŞEHİR İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA İZMİT GAZİ<br />
SÜLEYMAN PAŞA EVKAFI (XVI. YÜZYIL)<br />
Prof. Dr. Mustafa GÜLER<br />
Uzm. Abdullah ÇAKMAK<br />
Afyon Kocatepe Üniversitesi<br />
Şehir hayatının kurulmasından gelişmesine kadar birçok aşamada kendini<br />
gösteren vakıflar, Osmanlı şehir kültürünün oluşmasında büyük bir<br />
paya sahiptir. Osmanlı şehirlerinde ön plana çıkan mimari eserler ve buralara<br />
tesis edilen vakıflarla yürütülen eğitim, ticaret, bayındırlık ve sağlık<br />
gibi hizmetlerin her biri toplum hayatına artı bir değer katmaktadır.<br />
XIV. yüzyılın ilk yarısında İznik ve İzmit fetihlerinde babası Orhan Bey’in<br />
yanında yer alan Gazi Süleyman Paşa daha sonra kendisine “Rumeli Fatihi”<br />
unvanını kazandıracak Gelibolu’dan Tekirdağ’a kadar olan Marmara<br />
sahillerinin fetihlerini gerçekleştirmiş ve ilk olarak bu bölgelere Osmanlı<br />
iskân politikasını uygulayarak Türkmenleri yerleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin<br />
henüz yeni kurulduğu bu dönemde Süleyman Paşa yaptırmış olduğu<br />
cami, medrese, mektep ve imaret gibi hayır eserleriyle adeta bu<br />
bölgelerde Osmanlı şehir kimliğinin oluşmasına öncülük etmiştir.<br />
Bu çalışmada; Süleyman Paşa’nın İzmit’te yaptırmış olduğu cami ve<br />
medresesi ile bunların giderlerini karşılayabilmek adına kurmuş olduğu<br />
vakfın tarihi ve aynı zamanda bu hayratın toplum hayatına yansımaları<br />
arşiv kaynaklarına dayalı olarak incelenecektir.<br />
Böylelikle cami ve medresenin her türlü tamir ihtiyacı, imam, müezzin,<br />
kayyım gibi görevlilerin maaşları, talebelerin yiyecek, giyecek, barınma<br />
ihtiyacı ve müderrislerin maişetlerinin ne olduğu ortaya konulacaktır.<br />
Yine şehir merkezinde oluşturulan bu yapılarla şehirliye ne tür hizmetler<br />
sunulduğu tespit edilecektir.<br />
51
ŞEHZADE SÜLEYMAN PAŞA’NIN İZNİK’TEKİ VAKIFLARI<br />
Prof. Dr. İbrahim SEZGİN<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Şehzade Süleyman Paşa “Rumeli Fatihi”<br />
olarak meşhur olmuştur. Gerçekten Rumeli’de Osmanlılar tarafından<br />
yapılan ilk fetihler Süleyman Paşa ve emrindeki kumandanlar vasıtasıyla<br />
yapılmıştır. Babasının yanında da çeşitli seferlere katılan Şehzade Süleyman<br />
Paşa yaptırdığı vakıf eserleriyle de dikkat çekmektedir. En önemli<br />
vakıfları Gelibolu Bolayır’da olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin değişik<br />
şehirlerinde cami, mescid, medrese, zaviye gibi dinî ve hayrî eserleri yaptırmıştır.<br />
Şehzade Süleyman Paşa’nın hayır eserleri yaptırdığı yerler arasında İznik<br />
önemli bir yer tutmaktadır. Burada da devrine göre büyük sayılabilecek<br />
bir medrese yanında cami (mescid) ve sıbyan mektebi de yaptırmıştır. Bu<br />
hayır eserlerinin masraflarını karşılamak üzere İznik’teki bazı köylerin<br />
gelirleri tahsis edilmiştir. Yine Gelibolu’daki Ereğlice köyünün geliri de<br />
medresenin müderrisine vakfedilmiştir. Bu bildiride Süleyman Paşa’nın<br />
İznik’teki vakıf eserlerinin tarih içerisinde geçirdiği değişimler yanında<br />
vakıfların gelir ve giderleri, vakıf çalışanları, Tapu Tahrir defterleri ve diğer<br />
arşiv belgeleri esas alınarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />
ORHAN GAZİ’NİN OĞLU SÜLEYMAN PAŞA’NIN VAKIFLARI<br />
İLE İLGİLİ BURSA SİCİLLERİNDEKİ BİLGİLER<br />
Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU<br />
Düzce Üniversitesi<br />
Rumeli fatihi olarak tanınan ve Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Süleyman<br />
Paşa, sadece Rumeli’de değil, Anadolu’daki fütuhat faaliyetlerinde de oldukça<br />
önemli bir komutan olmuştur. Attan düşerek hayatını kaybeden<br />
Süleyman Paşa’nın oldukça zengin vakıfları olduğu bilinmektedir. Cami,<br />
mescid, medrese, imaret gibi pek çok kamu binasının banisi olan Süleyman<br />
Paşa’nın vakıf gelirleri bu kuruluşların giderleri için kullanılmıştır.<br />
Bursa Şer’iyye Sicilleri, Süleyman Paşa’nın vakıfları ile ilgili kayıtların<br />
yer aldığı önemli bir kaynak grubunu teşkil etmektedir. Bu bildiride Sü-<br />
52
leyman Paşa’nın banisi olduğu kamu binaları ve vakıfları ile ilgili Bursa<br />
Şer’iyye Sicilleri’nde yer alan kayıtlar incelenecek ve bu kayıtlar üzerinden<br />
değerlendirmelerde bulunulacaktır.<br />
GAZİ KÖSE MİHAL’İN MENŞEİ İLE İLGİLİ YENİ BİR ANALİZ<br />
Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Gazi akıncı beylikleri, Osmanlı Devleti’nin kuruluş periyoduna damga vuran<br />
en önemli askeri ve sosyopolitik faktörler arasındadır. Bunlardan en<br />
önemlileri olan Evrenos Gazi ve Köse Mihal’in kimlikleri ve etnik menşeleri<br />
etrafından oluşmuş bulunan farklı görüşler uzlaştırılmamış vaziyette<br />
olup bu yöndeki yayınlar konuyu aydınlatmaktan ziyade karışıklığı<br />
artırıcı niteliktedir. Bu iki akıncı beyinden ilkini müstakil bir tebliğimizde<br />
değerlendirdiğimizden, bu tebliğimizde ikincisine, Gazi Köse Mihal’e yer<br />
vereceğiz.<br />
Mihaloğulları olarak bilinen bu hanedanın atası olan Köse Mihal, Yahşi<br />
Fakih kaynaklı Osmanlı kroniklerinde, Bizans’a bağlı Harmankaya tekfuru<br />
iken İslam’a geçen bir muhtedi olarak takdim edilir. Bu tarihi kahraman,<br />
Bizans kroniklerinde, bildiğimiz “Köse Mihal” adıyla yer almaz.<br />
Osmanlı kroniklerinin Köse Mihal’e yükledikleri rol, basit bir muhtedi,<br />
veya mütevazi bir tekfur olmaktan öteye geçer. Osman Bey, ilk fetihlerine<br />
başlamadan önce Köse Mihal’in katılmasını zorunlu addeder ve ilk<br />
teşebbüs, onun İslam’a geçmesinin sağlanmasıyla gerçekleştirilir. Köse<br />
Mihal, adeta, ilk Osmanlı fetihlerinin gizli gücü ve kilit şahsiyetidir.<br />
Osmanlı kroniklerinde böylesine güçlü ve önemli bir rol verilen şahsiyetten<br />
en temel Bizans kaynağı olan Pachymeres’de rastlanmaması büyük<br />
çelişkidir. Tebliğimiz, bu çelişkiden yola çıkarak, Altınordu emiri Nogay’ın<br />
kumandanı iken, Bizans tarafından Marmara uç bölgesinde aşama aşama<br />
devam etmekte olan Türk ilerleyişini durdurmak için kendisine “Nikomedia-İzmit”<br />
ve civarının savunma görevi verilen, ismi Pachymeres’de<br />
“Koutzimpahis” olarak zikredilen, Türkçe’ye “Kösem Bahşı” olarak aktarılabilecek<br />
şahsiyetin “Köse Mihal” veya onun atası olduğunu düşünüyoruz.<br />
Tebliğimizde ilgili konu hakkında literatürde oluşmuş bulunan farklı görüşler<br />
ortaya konulacak, temel kaynakların bu konuda ortaya koyduğu<br />
veriler yeniden analiz edilecektir.<br />
53
OSMANLI DEVLETİ’NİN TARİHİNDE KOCAELİ’NİN<br />
ROLÜNE DAİR<br />
Doç. Dr. Dilaver AZİMLİ<br />
Azerbaycan Bilimler Akademisi<br />
Osmanlı Devleti’nin politikasında Rumeli’ye doğru genişletme önemli yer<br />
tutuyordu. Onların Anadolu’da yayılma politikasının başarıyla gerçekleştirilmesinin<br />
en önemli sebeplerinden biri onların Qarasidən sonra Rumeli’ye,<br />
yani Avrupa kıyısına geçmeleri olmuştu. Bununla da doğu-batı ticaretine<br />
de tam kontrol elde ediyorlardı. Osmanlılar doğu-batı ticaretine<br />
kontrol edebilmek için üç ticaret bölgesine özel önem veriyorlardı. Bu<br />
bölgelerden ikisi deniz, diğeri ise kara ticareti ile ilgili idi. Bu bölgeleri<br />
fethetmek için Osmanlı devleti uzun mücadele götürmüştü. Deniz ticaret<br />
bölgelerinden birincisi ülkenin batı bölgelerinde kalan Ege Denizi<br />
ve Adriyatik Denizi kıyıları boyunca uzanan ve Avrupa’ya açılan bölge idi.<br />
Buğday ticareti bu bölgede önemli yer tutmaktaydı. İkinci bölge ise Akdeniz’in<br />
doğu sahilleri ile Hint Okyanusu taraftaki ticareti kapsamaktaydı.<br />
Bu ticaret yolu İstanbul’dan başlanır Kuzey Afrika’daki limanlardan Cidde’ye,<br />
oradan da Hindistan kıyılarına ve Malakkaya kadar uzanıyordu. Bu<br />
bölge ticaretinde tekstil ve baharat ürünleri ile birlikte diğer değerli emteeler<br />
de taşınıyordu. Üçüncü bölge ise devletin hayatında önemli rol oynayan<br />
İstanbul’dan başlanır, Orta ve Doğu Anadolu’ya, oradan Suriye’ye<br />
(Halep’e) ve Azerbaycan’a, İran’a kadar uzanır, “Doğu-Batı kervan yolu”<br />
adlandırılırdı. Bu bölgede de taşınan emteeler işerisinde tekstil ürünleri,<br />
baharat ticareti ve o dönemde ticarette önem taşıyan çeşitli ürünler<br />
avantaj oluşturuyordu.<br />
Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye doğru genişlemesinde Koca-Elinin önemli<br />
rolü vardı. Koca-Eli ismi, XIV.asr başlarında, Osman Gazi devrinden itibaren,<br />
bu havliyi Konur Alp ve Kara Mürsel gibi arkadaşları ile beraber fethe<br />
teşebbüs eden Türk mücahidi Akça Koca’nın adına bağlanır. Bu mücahidler,<br />
iki buçuk asır daha önce bahis mevzuu olan memleketi istila ederek,<br />
İstanbul boğazına kadar dayanan ve Bizans ile Maltepe deresi üzerinde<br />
hudut kesen, fakat haçlı seferi sırasında (1097) geri çekilerek, bu toprakları<br />
imparator Alexios Komnenosa’a bırakan Selçukluların yolundan tekrar<br />
ileri yürüyüşe geçtiler. Akça Koca’nın Osman Gazi devrinde 717 (1317)<br />
‘ye doğru yaptığı fütuhat belki daha ziyade bir akın mahiyetinde idi. Esaslı<br />
hareket, Orhan Gazi’nin ilk hükümdarlık senesinde 726 (1326)‘da başladı,<br />
54
o sene Kartal’a yakın Samandıra ve Aydos kaleleri Rumlardan alındı. Nikomediya<br />
(İzmit) ise, muhasara neticesinde ele geçirildi ki, buranın feth<br />
tarihi hususunda Türk kaynakları ile Bizans kaynakları arasında mühim<br />
ayrılıklar vardır. Bilindiği gibi, 1352 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman<br />
Paşa Gelibolu’ya (Qallipoli) geçip orada küçük Çımbı kalesini ele geçirmişti.<br />
İki yıl sonra ise Balkanların fethinde önemli platsdarm rolünü oynayacak<br />
Gelibolu Kalesi Osmanlılar tarafından istila edilmişti. Çımbı ve<br />
Gelibolu fethinden sonra Karesi’den halk Rumeli’ye geçip yerleşmeye,<br />
köyler kurmaya başlamıştı.<br />
Aslında, Anadolu Türk tarihinde yeni bir aşamanın başlangıcı olan bu<br />
olay, paradoksal da olsa, ikili rol oynamıştı-bir yandan, Osmanlıların Küçük<br />
Asya’da yayılma suretini yavaşlatmış, diğer yandan ise güçlendirmiştir.<br />
Rumeli’ye geçiş ve orada fetihlerin başlanması türk tarihinin stratejik<br />
mahiyetini değiştirmişti.<br />
OSMANLI DEVLETİ’NİN BALKANLARA ÇIKIŞ<br />
GÜZERGÂHINDA İZMİT/KÖRFEZİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Galip ÇAĞ<br />
Gazi Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin kuruluş meselesinde üzerinde durulan en mühim<br />
noktalardan biri şüphesiz ki Batı yönlü fetih tercih ve güzergâhıdır. Bugün<br />
artık 1353 Çimpe Kalesi’nin alınması ile eşleşen Rumeli’ye çıkışın<br />
farklı saiklerinin ve öncüllerinin tartışılması kuruluşa dair meselelerin<br />
anlaşılmasında çok daha anlamlı olacaktır. Zira bu dönemde birbirleri ile<br />
bağlantılı vukuatı birbirinden ayırmak bütünü analiz ve anlamakta araştırmacıları<br />
zor duruma sokmaktadır.<br />
Konunun bir başka veçhesi de Orta zamanda devletlerin varoluşu ve asabiyenin<br />
inşasında şehirlerin önemidir. Devletlerin kuruluş süreçlerinde<br />
fetih kavramının karşılığı şehirler ve çevresinde yaşananlarda aranır. Fetih<br />
metotları, hazırlıklar ve fethin stratejisi ile birlikte ele geçen şehrin<br />
bir sonraki hedefle ile olan bağı bütünü oluşturan parçaları oluşturur. Bu<br />
açıdan bakıldığında Osmanlı birliklerini Çimpe Kalesi’ne götüren süreçte<br />
başta Mudanya olmak üzere İznik ve İzmit’in konumunu doğru analiz etmek<br />
başta ifade edilen sıkıntıları gidermek açısından mühimdir.<br />
55
Bu çalışma Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye çıkışında İzmit ve çevresinin<br />
alınmasının önemini ortaya koymaya çalışırken konuya Mudanya-İzmit-Gelibolu<br />
çizgisinde bakmanın gerekliliğini vurgulayacaktır.<br />
THE HUNDRED YEARS WAR AND THE OTTOMAN<br />
EXPANSION IN THE BALKANS IN THE SECOND<br />
HALF OF 14TH CENTURY<br />
Dr. Ardian Muhaj<br />
The Portuguese Academy of History, Lisbon<br />
In May 1453 the Ottoman standards appeared on the walls of Constantinople.<br />
At the other end of Europe, the war between France and England<br />
practically came to an end. When the war between the two most<br />
important states of Europe erupted in 1337, the Ottomans were barely<br />
known in Europe. The summer of 1453 was a crucial point in the history<br />
of the world, because came to an end two major conflicts that shaped<br />
the history of Europe: the Anglo-French conflict, between 1337 and 1453<br />
and the Byzantine-Ottoman conflict of the same time span. The Hundred<br />
Years War internalized the energies of France and England and the expansionary<br />
trend of the previous two centuries, which had externalized<br />
their resources in search of new conquests outside continent, met a huge<br />
setback. During the fourteenth and fifteenth centuries one can detect a<br />
dramatic decline of the spirit of crusade in the Mediterranean. In many<br />
ways, this internalization of the forces of these two powers facilitated the<br />
Ottoman advance in the Balkans and the consequent end of the Byzantine<br />
Empire. In this paper we aim to bring evidence on the fact that European<br />
countries had very little interest on what was going on in the Byzantine<br />
Empire and were much more concerned with their internal interminable<br />
struggles. Therefore the Ottoman expansion in the Europe, started by<br />
Ghazi Suleyman Pasha, and continued in the subsequent years by Murat<br />
I and Bayezid I happened in a troubled situation in the Europe and in the<br />
Balkans.<br />
56
TARİHSEL SÜREÇTE CEZAYİR EYALETİNDEKİ YENİÇERİ<br />
OCAĞINA ASKER ALINMASI VE GÜNÜMÜZDEKİ İZLERİ<br />
Prof. Dr. Chakib BENAFRİ<br />
University of Algiers<br />
Uç asırdır süregelen Cezayir- Osmanlı ilişkilerinin tarihi, 1516 yılında Cezayir’in<br />
Barbaros kardeşler tarafından İspanyol işgalinden kurtarılmasıyla<br />
başlar. 1519 yılında Cezayir’in ileri gelenlerinden oluşan bir heyet, dönemin<br />
padişahı I. Sultan Selim’e Cezayir’in Osmanlı topraklarına iltihak<br />
etmesi yönünde talep içeren bir mektup götürür. Böylece Barbaros Hayrettin<br />
Paşa Cezayir Eyaletinin ilk Beylerbeyi unvanını kazanır, Cezayir’deki<br />
yeniçeri ocağının temelini oluşturmak için 4000 gönüllü asker gönderilir<br />
ve Cezayir Osmanlı döneminde başkent olur. Ayrıca, Cezayir’e yeniçeri<br />
askerlerinin gönderilmesi, bu sürecin büyük bir titizlikle sağlanması için<br />
17. yüzyılda İzmir’e Cezayir devleti temsil eden bir vekil tayin edilmistir.<br />
Bu çalışmada amaç, Cezayir Osmanlı arşivinden yapılan araştırmalar<br />
bağlamında; “Cezayir Eyaletinindeki yeniçeriler hangi tarihte ve nasıl<br />
ortaya çıkmıştır? Yeniçeri ocağına asker alım süreci nasıl organize edilmiştir?<br />
Ocağa katılan gönüllü yeniçerilerin kökleri nereye dayanmaktadır?<br />
Cezayir ve İstanbul arasındaki ilişkilerde, yeniçeri ocağına asker<br />
alınmasının yeri ve önemi nedir? Cezayir Ocagina gönderilen yeniçeriler<br />
Cezayir’de bulundukları süre içerisinde geldikleri yerlerle sosyal bağlarını<br />
muhafaza etmişler midir? Osmanlı döneminde gelen Türk yeniçeriler<br />
Cezayir toplumunda bugün hala hissedilen izler bırakmış mıdır?” sorularına<br />
ışık tutmaktır.<br />
ZAPOROG KAZAKLARININ GÜNEY KARADENİZ<br />
SAHİLLERİNE DÜZENLEDİKLERİ SEFERLER<br />
Doç. Dr. Ferhat TURANLI<br />
Kyiv-Mohıla Akademisi - Ulusal Üniversitesi<br />
Konu ile ilgili Ukranca ve Türk Osmanlı yazılı kaynaklarına göre yapılan<br />
araştırmalar ele alınmaktadır. ‘Kazak’ sözcüğünün terim anlamı, Zaporog<br />
Kazaklarının askeri ve siyasi örgüt olarak teşkkül etmeleri izah edilmektedir.<br />
Sözü edilen yöntemli bilimsel çalışmada adı geçen kazakların<br />
57
Osmanlı Devleti’nin sahib olduğu Karadeniz kıyılarındaki topraklarına<br />
saldırılarından, ayrıca Güney Karadeniz sahillerindeki şehir ve kalelere<br />
düzenledikleri seferlerin nedenleri ve sonuçları hakkında bilgiler verilmektedir.<br />
Kazak şaykalarının deniz yollarıyla Özî, Aksu, Turla ve Tuna<br />
nehrlerinin aşağı kısımlarındaki Türklerin sahip oldukları topraklara<br />
düzenledikleri devamlı saldırılardan bahis olunmaktadır. Vurgulanması<br />
gereken hadiselerden biri de, Ukrayna kazak ordusunun yapdıkları baskınlar<br />
sonuçu Osmanlı İmparatorluğunun ağır kayıplar vermesi, ayrıca<br />
çok insanın esir düşmesi, saldırılar yapdıkları alanlaradki kalelerin ele<br />
geçirilmesi ve mülklerinin talan edilmesi gibi konulara da dikkat çekilmektedir.<br />
1561 TARİHLİ MUFASSAL TAHRİR DEFTERİNE GÖRE<br />
KOCAELİ SANCAĞINDA KULLANILAN ŞAHIS İSİMLERİ<br />
Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ<br />
Mustafa Kemal Üniversitesi<br />
Mufassal Tahrir Defterleri, Türk Onomastiği için birer hazine değerindedir.<br />
Kocaeli Sancağı’na ait kayıtları ihtiva eden 436 nolu ve 1561 tarihli<br />
tahrir defteri Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır. 552 sahifeden<br />
oluşan defterin baş tarafı eksiktir. Defterin baş tarafındaki eksiklerin<br />
yanında, diğer bazı sahifeleri de bir hayli tahrif olmuştur. Sadece İznik,<br />
Kandırı, Yoros ve Genevize kazalarına ait kısımlar eksiksizdir.<br />
Bu çalışmada, 1561 tarihli Kocaeli Mufassal Tahrir Defteri’nde yer alan<br />
20.000 civarında Müslüman mükellefe ait kişi isimleri incelenmiştir. Tahrir<br />
defterlerinde vergi veren erkek nüfus kayıtlı olduğundan incelenen<br />
isimlerin tamamı erkek isimleridir.<br />
58
XVI. YÜZYILDA KOCAELİ BÖLGESİNDEKİ TÜRKÇE<br />
BAZI YER ADLARININ KÜLTÜREL DİLBİLİM<br />
AÇISINDAN İNCELENMESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Nurdin USEEV<br />
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi<br />
1072 yılındaki Malazgirt Zaferi ile Türk yurdu haline gelen Anadolu ve<br />
Rumeli’de kaynağı Orta Asya olan birçok yer adı bulunmaktadır. Çünkü<br />
Türkler yeni yurdlarına kültürünü, dilini, yani herşeyini getirmişlerdir.<br />
Dolayısıyla Anadolu ve Rumeli’deki birçok yer adının kaynağını Orta Asya’dan<br />
bulmak mümkündür. Kocaeli Bölgesi de bundan yoksun değildir.<br />
Üstelik günümüzde dil verileri vasıtasıyla kültürü inceleyen çalışmalar<br />
hız kazanmaktadır. Bir başka deyişle dili bir kültür aynısı olarak inceleyen<br />
kültürel dilbilim adlı yeni bir bilim ortaya çıkmıştır. Biz bu bildirimizde<br />
Osmanlı arşivindeki XVI. yüzyıla ait bir muhasebe defterindeki Kocaeli<br />
bölgesine ait yer adlarını ele alarak bunların bazılarının Orta Asya’daki<br />
izini bulmaya, bazı yer adlarının ise kültürel anlamını ortaya çıkarmaya<br />
çalıştık. Örneğin, Kocaeli bölgesinde Kara Su şeklindeki birkaç yer adı<br />
bulunmaktadır. Orta Asya’da da Kara-Su yer adı birçok yerde geçmektedir.<br />
Kara su ise Kırgız Türkçesinde bataklıktan çıkan ve yavaş akan su,<br />
nehir anlamına gelir. Bunun yanında ‘Ak su’ ise dağdan inen ve çok hızlı<br />
akan su, nehir anlamını verir.<br />
Bundan başka Kocaeli’de Türkeşler köyü yer almaktadır. Türkeş ise VII-<br />
IX. yüzyıllar arasında Orta Asya’da yaşayan ve bugünkü Oğuzların ecdadları<br />
olan halkın ismidir. Bu ismin Kocaeli’de bir yer adı olarak yer alması<br />
mühimdir. Bildirimizde işte bunun gibi yer adları ele alınarak üzerinde<br />
karşılaştırmalı, disiplinlerarası çalışma yapılmıştır.<br />
59
16. YÜZYIL ÜSKÜDAR ŞERİYE SİCİLLERİNE GÖRE<br />
İZMİT’TEN KAÇIP İSTANBUL’DA YAKALANAN KÖLELER<br />
Prof. Dr. Mehmet İPÇİOĞLU<br />
Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />
Bu çalışmanın konusu 16. yüzyıl Osmanlı toplumunda İzmit’te yaşayan<br />
varlıklı insanların Üsküdar’da yakalanan kölelerdir. İznikmid kazasında<br />
mukim sahiplerinden kaçan bu köleler, hemen yanı başındaki Üsküdar<br />
Kazası’nda ele geçirilmiş ve Üsküdar kadıları tarafından muhakeme<br />
edildikten sonra sahiplerine teslim edilmiştir. Belgeler İSAM tarafından<br />
transkripsiyonu yaptırılmış olan 01 numaralı, 920 H (1514 M) tarihli<br />
defterden başlayarak 26 numaralı, 971 H (1563 M) tarihli Üsküdar kadı<br />
defterlerine kadar uzanan 6 defterden seçilmiş 49 hüküm kaydından<br />
meydana gelmektedir. Defterdeki deyimle abd-i âbık ya da gulamların<br />
sahipleri Sabancı, Darlık, Kirazdere, Tepecik, Saraylı, Saraycık, Kumlu,<br />
İnallı, Hereke, Çeltikçi, Söğütlü, Çeribaşı, Oruçgazi, Tavşancıl karyeleri<br />
sakinleri olup nefs-i iznkmid’de sakindir. Söz konusu köleler, Moskov,<br />
Rus, Bosna, Macar, Leh, Arap, Boğdan, Hırvat, Sırp asıllıdır.<br />
İLKÇAĞ VE ORTAÇAĞ SEYAHATNAMELERİNDE<br />
GEBZE VE ÇEVRESİ<br />
Prof. Dr. Mehmet ÇELİK<br />
Dr. Hasan AKYOL<br />
Manisa Celal Bayar Üniversitesi<br />
Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan önemli noktaları İstanbul ve Çanakkale<br />
Boğazları teşkil etmektedir. Özellikle Doğu Roma’nın başkentinin Konstantinople<br />
oluşu, imparatorluğun merkezi ile doğu eyaletlerinin iletişiminde<br />
İstanbul Boğazı’nı çok daha ön plana çıkarmıştır. İstanbul’dan<br />
doğuya yapılacak herhangi bir seferde ilk uğrak yerinin veya doğudan İstanbul’a<br />
yapılacak bir seferde de son uğrak yerinin bugünkü Gebze ilçesi<br />
ve çevresi olduğu görülmektedir.<br />
Gebze’nin ilk ve ortaçağlarda Dakibyza veya Libyssa olarak anılan yerleşimler<br />
üzerine kurulduğu düşünülmektedir. Gebze ve çevresinin bahsettiğimiz<br />
konumu, bölgede bulunan yerleşimlerin seyahatnamelerde de<br />
60
anılmasını sağlamıştır. Çalışmamızda ilkçağ ve ortaçağda Kocaeli şehrinin<br />
önemli bir ilçesi olan Gebze ve çevresindeki yerleşimlerin sosyal,<br />
ekonomik ve fiziki durumları hakkında, seyahatnameler odaklı bilgi verilecektir.<br />
İlk ve ortaçağ seyyahlarının eserlerindeki Gebze ve çevresi ile<br />
ilgili kayıtlar ışığında, Gebze ve çevresinin ilk ve ortaçağlardaki vaziyeti<br />
irdelenmeye çalışılacaktır.<br />
ORTAÇAĞ SEYYAHLARININ GÖZÜNDEN İZMİT<br />
Yrd. Doç. Dr. Selim KAYA<br />
Arda DENİZ<br />
Afyon Kocatepe Üniversitesi<br />
Uzaklara duyulan özlem ve bilinmeze karşı uyanan merak, insanların<br />
diyar diyar gezip dolaşmasına ve zaman içerisinde ciltler dolusu seyahatnâmelerin<br />
yazılmasına sebep olmuştur. Bütün tehlike ve zorluklara<br />
rağmen seyyahları yollara düşüren etkenler farklı farklı olsa da, ortaya<br />
çıkan seyahatnâmeler birçok beldenin ve şehrin tarihine ışık tutmuştur.<br />
Bir şâhsın anıları (hatıratı) veya günlüğü olarak salt anlamda değerlendirilemeyecek<br />
kadar önem arz eden seyahatnâmeler, yazıldığı dönemde<br />
olduğu kadar sonraki zamanlara da seslenebilme özelliğine sahiptir.<br />
Bu bakımdan zamanın ve mekânın canlı bir tasvirî olmaları, yazıldıkları<br />
dönemin sosyo-kültürel yapısını yansıtmaları ve ilgili olaylara farklı bir<br />
açıdan bakma imkânı vermeleri nedeniyle tarihi bir kaynak olarak değerlendirilmelidir.<br />
İzmit tarihi ve kültürel zenginlikleri ile öne çıkan ve<br />
bu özelliği ile tanınan bir şehirdir. Bu bağlamda İzmit tarihinin bir kaynağı<br />
olarak seyahatnâmelerin yeri ayrı bir öneme sahiptir. İbn Havkal, İbn<br />
Battûtâ ve G. de Villehardouin gibi seyyahların İzmit’e yapmış oldukları<br />
seyahatlerdeki gözlemleri ve tuttukları notlar, aslında onlar tarafından<br />
bu şehrin tarihe düşülen notlardır. Bu notlar şehrin tarihine ışık tutacak<br />
ve birçok bilinmezin ortaya çıkartılmasına da katkı sağlayacaktır. Bildirimizde<br />
işte bu Ortaçağ seyyahlarının ehemmiyet arz eden seyahatnâmeleri<br />
tarihi kaynaklara dayandırılarak açıklanmaya çalışılacaktır.<br />
61
HOLLANDALI SEYYAH CORNELİUS DE BRUYN<br />
SEYAHATNAMESİNDE İZMİT<br />
Dr. Mehmet TÜTÜNCÜ<br />
SOTA Research Centre for Turkish And Arabic World Haarlem<br />
Hollanda<br />
Cornelis de Bruyn (1652-1727) yaşayan bir Hollandalı ressam, seyyah ve<br />
yazardır. Hayatında 2 büyük seyahate çıkmıştır. Birinci seyahati 1674-<br />
1693 yıllarında Anadolu ve Orta doğuya, İkinci seyahati ise 1701-1708<br />
Rusya ve Sibirya’ya ve oradan İran’a olmuştur. Seyyah bu iki seyahatini<br />
muhteşem 2 kitap yayınlayarak ebedîleştirmiştir. Seyahatnamelerinde<br />
ayrıca 200 bakır gravürlerle resimlemiş ve gittiği yerlerin yaptığı resimlerle<br />
halka tanıtmıştır. Kitapları hemen Fransızca ve İngilizceye çevrilmiştir.<br />
Yaptığı gözlemler çok gerçekçi ve birinci elden kaynak teşkil eder. De<br />
Bruyn Seyahatinde İzmit’e de uğrar ve burada gördüğü hadiseleri anlatır<br />
tabiat hadiselerine yer verir.<br />
Bildirimizde Cornelis de Bruyn’in İzmit izlenimlerinin anlatarak aynı yıllarda<br />
İzmit’e uğramış olan Evliya Çeleb’inin anlatımıyla karşılaştırarak<br />
bir değerlendirmesini yapacağız.<br />
BOĞAZDA ÜÇ GÜN: ÇARLIK RUSYASI DİPLOMATIN<br />
İSTANBUL BOĞAZI VE MARMARA DENİZİ ANILARI<br />
Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı hakimiyetinde bulunan Balkan Slavlarına<br />
yönelik faaliyetlerini arttıran Çarlık Rusyası devlet adamları, bu<br />
bölgeye gönderdiği diplomatları aracılığıyla Slav ve Ortodoks halka daha<br />
fazla nufüz etmenin yollarını aramıştır. Çarlık diplomatlarının bazıları<br />
raporlarını gizli ibareli olarak Dışişleri Bakanlığı’na sunmuş, bazıları ise<br />
seyahat notlarını yayınlamışlardır.<br />
Osmanlı Devleti’ne yaptığı seyahat notlarını yayınlayan diplomatlardan<br />
birisi de Alman asıllı bir aileye mensup F. A. Byuler’dir (Bühler). Byu-<br />
62
ler 3 (15) Nisan 1821 tarihinde Peterburg’da doğmuş, 10 (22) Mayıs 1896<br />
tarihinde ise Moskova’da ölmüştür. Moskova Devlet Arşivi’nin müdürlüğünü<br />
de yapan Byuler, kalame aldığı Tri dnya na bosfore (Три дня на<br />
босфоре-Boğazda Üç Gün) adlı eserinde 1880 yılında İstanbul’a gerçekleştirdiği<br />
seyahati anlatmaktadır.<br />
Byuler, seyahatinde İstanbul, boğaz ve Haliç (altın boynuz) ile birlikte Karadeniz<br />
ve Marmara Denizi sahillerinden de bahsetmiştir. Tebliğimizde<br />
bu seyahat notlarını değerlendirme gayret edeceğiz.<br />
CEBE DEFTERLERİNİN KOCAELİ TARİHİ AÇISINDAN<br />
ÖNEMİNE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER<br />
Doç. Dr. Emine ERDOĞAN ÖZÜNLÜ<br />
Hacettepe Üniversitesi<br />
Cebe defterleri, XVI. yüzyıl sonlarından itibaren yeni tahrirlerin yapılamaması<br />
ve yoklamalarda kullanılan timar icmal defterleri kayıtlarının eskiyerek<br />
kullanılamaz hale gelmesi üzerine seferlerde bulunacak sipahinin<br />
tespiti ve sefer esnasında yoklanabilmesi için üretilmiş defterlerdir. Timar<br />
ruznâmçe defterlerinde yer alan kayıtlara dayalı olarak seferlerde<br />
kullanılmak üzere tertip edilmiş olan bu defterler pratikte olarak kullanılmak<br />
üzere hazırlanmıştır. Dirlik sahiplerinin kayıtları, berat tarihi sırasına<br />
göre kaydedilir, dirliğin bulunduğu nahiye ve sancak belirtildikten<br />
sonra altına dirlik sahibi, varsa görevi (niteliği), dirliğin kılıç kısmını oluşturan<br />
köy veya gelir türünün ismi ve son olarak da dirliğin toplam geliri<br />
cebe defterlerine kaydedilirdi.<br />
Bu defterlerin önemli bir serisi, Ankara, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü,<br />
Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu arşivde Kocaeli’ne<br />
ait 4 adet cebe defteri bulunmaktadır. Bunlardan Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde<br />
-eski numarasıyla- 2039 numara ile kayıtlı olan defter, mustahfız<br />
cebe defteri olarak tasnif edilirken, diğerleri (1940, 2049 ve 2093 numaralı<br />
defterler) sadece cebe defteri olarak tavsif edilmiştir. Bu bildiride,<br />
bir anlamda üzerinde pek çalışılmayan bu defter grubunun Kocaeli’ye<br />
ait olanlarının tanıtımı yapılacak ve Kocaeli tarihi açısından sahip olduğu<br />
önem tartışılacaktır.<br />
63
AVARIZ DEFTERLERİ SAYIMLARINA GÖRE İZMİT<br />
KAZASI’NIN DEMOGRAFİK DURUMU<br />
Doç. Dr. Zübeyde GÜNEŞ YAĞCI<br />
Balıkesir Üniversitesi<br />
Osmanlı vergi sistemi içerisinde olağanüstü vergilerden birisi olan avarız<br />
devletin düzenli vergileri dışında tutulmuştur. Verginin temeli olağanüstü<br />
durumlarda halka götürülen hizmetlerin karşılığı olarak uygulanmıştır.<br />
Dolayısıyla olağanüstü durumlar ek hizmetler kavramı ile ifade edilebilecek<br />
bir durum olarak görülmüştür. Verginin tahsilinde bireyler esas<br />
alınmayarak emlak sahibi kişilerden tahsili yoluna gidilmiştir. Devletin<br />
bütçe açıklarının arttığı 16. yüzyılın sonlarından itibaren avarız ve bu türden<br />
vergilerde bir artış meydana gelmiştir. Buna bağlı olarak avarız-hane<br />
sayımlarında da artış olduğu bilinmektedir.<br />
Bu dönem ayrıca klasik tahrir sayımlarının değişim gösterdiği, avarız ve<br />
cizye sayımlarının arttığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim<br />
tapu-tahrir kayıtları gibi olmasa da klasik sayımların olmadığı bir dönemde<br />
nüfusunun tespitinde bu defterlerden istifade etmek gerekmektedir.<br />
Bu açıdan bakıldığında avarız hanesi sayım defterleri eşi bulunmaz<br />
bir değer ifade etmektedir.<br />
Ben bu çalışmada klasik sayım geleneğinin bırakılarak avarız sayımına<br />
geçildiği bir dönem olan 17. yüzyılda itibaren, nüfus sayımlarının yapıldığı<br />
19. yüzyıla kadar İzmit Kazası’nın nüfusuna genel bir bakış açısı oluşturmayı<br />
amaçlamaktayım. Ayrıca bu sayımlar ile İzmit Kazası’nın şehir<br />
köylerinin nüfusu ve nüfusun zaman içersindeki değişimi irdelenecektir.<br />
Yukarıda ifade ettiğim gibi dönemin şartları gereği avarız defterleri çalışmanın<br />
temel kaynağını oluşturacaktır.<br />
64
XVIII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA KOCAELİ SANCAĞI’NIN<br />
TARİHİNDEN KESİTLER<br />
Doç. Dr. Sebahattin ŞİMŞİR<br />
Doç. Dr. Nahide ŞİMŞİR<br />
Balıkesir Üniversitesi<br />
Divân-ı Hümâyûn kalemince hazırlanan Mühimme, Ahkâm ve Şikâyet<br />
Defterleri Osmanlı şehirlerinin idârî, askerî, toplumsal ve iktisadî yönleri<br />
ile ilgili kıymetli bilgiler içermektedir.<br />
Bildirimizde hem Kocaeli Sancağı’na hem de İznikmid Kadılığı’na hitaben<br />
XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında yazılan hükümler çerçevesinde, Mühimme,<br />
Şikâyet ve Ahkâm Defterleri’nde bulunan hükümler çerçevesinde Kocaeli<br />
ve ona bağlı yerleşim birimlerinin askerî, siyasî, sosyal ve ekonomik<br />
özellikleri değerlendirilmeye çalışılacaktır.<br />
Bilhassa bu merkezî kayıtlar sayesinde XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında mahallinde<br />
halledilemediği için, Osmanlı başkentine intikâl etmiş problemler,<br />
bu problemlere devletin bulduğu çözümler çerçevesinde vergi meselelerinden,<br />
vakıflara, İstanbul’un iaşe ve ibadesinde Kocaeli’nin rolüne,<br />
timar, alacak verecek, ulaşım, nakliye ve hatta miras ….gibi başlıklar etrafında<br />
toplayabileceğimiz hususlar çerçevesinde Kocaeli ve çevresinin<br />
tarihine ışık tutulmaya çalışılacaktır. Böylece Osmanlı tarihinin en az çalışılan<br />
XVIII yüzyılı ve bu eksende de, Kocaeli ve çevresinin tarihine katkı<br />
sağlanmış olacaktır.<br />
AHKÂM DEFTERLERİNDE İZMİT (1742-1747)<br />
Yrd. Doç. Dr. Alper BAŞER<br />
Afyon Kocatepe Üniversitesi<br />
Orhan Bey (1324-1362) döneminde Osmanlı idaresine alınan İzmit şehri<br />
Osmanlı tarihi boyunca önemini koruyan yerleşim yerlerinden birisi olmuştur.<br />
Bu çalışmada İzmit şehrinin sosyo-ekonomik yapısı, yerel yöneticilerin<br />
İstanbul ile olan ilişkileri Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde mevcut<br />
bulunan Anadolu Ahkâm Defterlerinin 1742-1747 yılları arasındaki dönemi<br />
kapsayan ilk on defterinin taranmasıyla elde edilen veriler üzerinden<br />
ortaya konulmaya çalışılacaktır.<br />
65
183 VE 184 NUMARALI ANADOLU AHKÂM<br />
DEFTERLERİNE GÖRE KOCAELİ (1864-1878)<br />
Doç. Dr. Mehmet MERCAN<br />
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi<br />
Divân-ı Hümâyûn’dan çıkan hükümlerin kaydına mahsus olan defterlere<br />
“Mühimme Defterleri”, “Ahkâm Defterleri” gibi isimler verilmektedir.<br />
Bu hükümler, padişah adına hazırlanmış oldukları için ferman adını da<br />
alırlardı. Hükümler cinslerine göre değişik defterlere yazılırdı ki bunlar;<br />
Ahkâm-ı Mühimme, Ahkâm-ı Şikâyet ve Ahkâm-ı Ruus defterleri vb. idi.<br />
Bildirimizin temel kaynağını teşkil eden defterler ise Anadolu Ahkâm<br />
Defterleridir. Bu defterler, 1742-1889 yılları arasında hükümleri ihtiva<br />
eden 185 adet defterdir. Biz bu defterlerden 1864-1878 yılları arasını<br />
ihtiva eden 183 ve 184 numaralı defterlerdeki hükümlere dayalı olarak<br />
Kocaeli’nin idari yapısı, sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgiler<br />
vermeye çalışacağız.<br />
İZMİT’TE BİR YIL İKİ YANGIN: ARSLANBEY VE REDİF<br />
ASKERÎ DEPO YANGINLARI<br />
Yrd. Doç. Dr. Zeynep CUMHUR İSKEFİYELİ<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Tarih boyunca yangınlar tıpkı doğal afetler ve salgın hastalıklar gibi insanlar<br />
için en büyük felaketlerden biri olmuştur. Bu yangınlar İzmit tarihinde<br />
de derin izler bırakmıştır. İzmit sancağı dâhilinde çıkan yangınlarda<br />
pek çok köy ve mahalle yok olmuştur. Ahşap ve kâgir binaların birinde<br />
yangın çıkması halinde ateş bir diğer eve sıçrayarak çok çabuk yayılmış,<br />
yangına müdahale edilinceye kadar birçok ev yanıp kül olmuştur. Özellikle<br />
kış aylarında çıkan bu yangınlar ardında evleri, malları ve erzakları<br />
tamamen yok olmuş yardıma muhtaç yangınzedeler bırakmıştır. Bu<br />
bildiride 1886 yılı sonunda İzmit sancağına bağlı Arslanbey köyünde ve<br />
İzmit’teki redif askerî deposunda çıkan iki yangın hadisesi ele alınmaya<br />
çalışılacaktır. Arslanbey’de çıkan yangında 590 hane ve dükkândan ancak<br />
15 hane kurtulabilmişti. Yangın sonunda sokaklarda kalan 2000 kişi<br />
için çadırlar kurularak gerekli yardımların yapılabilmesi için çalışmalar<br />
66
aşlatıldı. Yangında zarar görenlere yardım maksadıyla Adliye Nazırı<br />
Cevdet Paşa’nın başkanlığında bir komisyon kuruldu. Yardım toplanması<br />
için gazetelere ilanlar verildi, iane bileti satışları düzenlendi. Ahalinin<br />
ihtiyacı olan buğday ve mısır gibi zahirenin karşılanmasına gayret edildi.<br />
İzmit’teki redif askerî deposunda meydana gelen yangında ise askeriyeye<br />
ait silah ve eşyanın bulunduğu depo ile birlikte bitişiğindeki ev de yanmıştı.<br />
Yangının ardından bir tahkikat başlatılarak yangının nasıl ortaya çıktığı<br />
ve bir suiistimalin olup olmadığı anlaşılmaya çalışıldı. Bu bildiride aynı<br />
günlerde hem Arslanbey’de hem de askeri depoda çıkan yangınlar başta<br />
Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri olmak üzere dönemin gazeteleri de<br />
incelenerek ele alınmaya çalışılacaktır.<br />
BÜYÜK DARICA YANGINI (17 KASIM 1910)<br />
Yrd. Doç. Dr. Fikrettin YAVUZ<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
İnsanoğlu tarih boyunca büyük yangınlara maruz kalmıştır. Modern döneme<br />
yaklaştıkça doğal yangınlarla birlikte insanların sebep olduğu büyük<br />
yangınların şehirleri küle çevirdiğine dair birçok örneğe rastlanır.<br />
Osmanlı döneminde İstanbul’da yaşanan büyük yangınlar bu konuda<br />
dikkate şayan örnekler olup, bu yangınlar şehrin yapısına ve nüfusuna<br />
büyük zararlar vermiştir. Benzer bir şekilde İzmit tarihinde derin izler<br />
bırakan birçok yangın olduğu dikkati çekmektedir. İzmit coğrafyasındaki<br />
bu tür yangınlar çoğunlukla ahşap yapıların olduğu birçok mahalle, köy<br />
ve kasabayı haritadan silinme noktasına getirmiştir. 17 Kasım 1910’da<br />
İzmit Körfezi’nin girişinde bulunan Darıca’da meydana gelen yangın,<br />
şehir tarihindeki bu tür yangınlardan biridir. Bu şirin sahil kasabasının<br />
Rum mahallelerinden birinde, sabah erken saatte başlayan yangın ancak<br />
akşam söndürülebilmişti. 1400 hanelik Darıca’da yaklaşık olarak 800<br />
ile 900 civarında ev ve işyeri yanmıştı. Konuyla ilgili kaynaklar Darıca’yı<br />
neredeyse haritadan silen bu büyük felaketin açtığı yaraların ilk andan<br />
itibaren sarılmaya çalışıldığını göstermektedir. Bu bildiride Darıca’da çıkan<br />
bu yangın ve yangın sonrasında yapılan yardım çalışmaları, özellikle<br />
devlet eliyle yapılan ve daha çok Darıca’nın yeniden imarı gibi hususlar,<br />
başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri olmak üzere dönemin kaynakları<br />
ve gazeteleri çerçevesinde ele alınacak, böylelikle II. Meşrutiyetin<br />
ilk yıllarında devletin bu tür bir felakete nasıl bir refleks gösterdiği ortaya<br />
koyulmaya çalışılacaktır.<br />
67
SİCİLL-İ AHVAL KAYITLARINA GÖRE OSMANLI<br />
BÜROKRASİSİNDE GÖREVLİ BAZI İZMİD’Lİ MEMURLAR<br />
Prof. Dr. Zeynel ÖZLÜ<br />
Okt. Enver DEMİR<br />
Gaziantep Üniversitesi<br />
Sicill-i ahvâl kayıtları, yakın dönem Osmanlı biyografi yazımında başvurulan<br />
en önemli kaynaklardandır. II. Abdülhamid döneminde Osmanlı devlet<br />
teşkilâtında görev alan memurların görevleri süresince gelişim aşamalarını<br />
izlemek amacıyla 1879 yılında Dâhiliye Nezâreti’ne bağlı olarak<br />
kurulan Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun faaliyetleri sonucu tutulan bu kayıtlardan,<br />
dönemin memurlarının sicil kayıtlarına ulaşmak mümkündür.<br />
Sicill-i ahvâl kayıtları, kişinin tercüme-i hâl varakası, ismi, mahlası veya<br />
künyesi, doğum tarihi, baba adı, babası memur ise rütbesi, tahsil durumu,<br />
yaptığı görevler, gayrimüslim veya göçmen ise milliyeti, liyakat ve<br />
ehliyet derecesi, eserleri, rütbe ve madalyaları, azil ve tayinlerine dair bilgileri<br />
ihtiva etmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne dayalı bu çalışmamızda<br />
Sicill-i Ahval kayıtlarında tespit edilen İzmit doğumlu 21 memurun<br />
özgeçmişi ile ilgili tespitlerde bulunulacaktır. Bu memurlar; Sancakdarzâde<br />
Süleyman Efendi’nin oğlu Süleyman Sami Efendi, Saraç müteveffa<br />
Mehmet Efendi’nin oğlu Mustafa Nureddin Efendi, Nazif Ağa’nın oğlu<br />
Ali Rıfat Efendi; Esnaftan Mehmet Ağa’nın oğlu Ali Rıza Efendi, Ermeni<br />
milletinden Kigoruk Ağa’nın oğlu Labih Efendi, Sudani Said Ağa’nın oğlu<br />
Ahmed Efendi, İzmit Sancağı tahrir-i emlak katibi Ahmed Efendi’nin oğlu<br />
Hafız Ahmed Efendi, İlmiyeden Abdullah Hadi Efendi’nin oğlu Arnavudoğlu<br />
adıyla meşhur Ali Rıza Efendi, Tüccardan Limoncuzade İbrahim Efendi’nin<br />
oğlu Mehmed Rahmi Efendi, Mehmed Remzi Efendi, Vadi-l Acem<br />
kazası meclis-i idare azasından ve Tebai Devlet-i Aliye’nin Katolik milletinden<br />
İlyas Elban Efendi’nin oğlu Mülhem Efendi, İnce Zaver Osman<br />
Efendi’nin oğlu Ali Faik Efendi, Şekizâde müteveffa Ali Ağa’nın oğlu Hafız<br />
Hasan Efendi, Nikolaki Efendi’nin oğlu Rum milletinden Yorgaki Efendi,<br />
İzmit Telgraf merkezi müdürü Hasan Tahsin Efendi’nin oğlu Hüseyin Şefik<br />
Efendi, İzmit Emtia Gümrüğü anbar memuru Müteveffa Ali Efendi’nin<br />
oğlu Mehmed Ramiz Efendi, Ermeni milletinden kuyumcu Çapan Karabet<br />
Ağa’nın oğlu Agop, İzmit kasr-ı hümayun hademesinden Mehmed Nezir<br />
Ağanın oğlu İsmail Fehmi Efendi, İzmit Rüsumat Müdürü Deraliyyeli<br />
68
Mehmed Hamid Efendinin oğlu Mehmed Hayri Efendi, Ali Efendi’nin oğlu<br />
Mustafa Rasim Efendi, Muhacirin-i Çerakese’den Hamza Usta’nın oğlu<br />
Ali Niyazi Efendi’dir.<br />
SULTAN ABDÜLMECİD’İN İZMİT VE<br />
HEREKE SEYAHATLERİ<br />
Doç. Dr. Yunus ÖZGER<br />
Bozok Üniversitesi<br />
Osmanlı modernleşmesinin öncü padişahlarından II. Mahmut’un ani ölümü<br />
sonrasında çok genç yaşta Osmanlı tahtına çıkan Abdülmecid, babası<br />
ve ekibi tarafından hazırlanmış olan Tanzimat Fermanı’nı ilanla işe başladı.<br />
Fermanla hem mülki idare hem de askeri idarede çok önemli değişikliklerin<br />
yolu açıldı. Ardından Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi’nin işaret<br />
ettiği gibi, Sultan Abdülmecid tebaasının asayişini yerinde görmek, askeri<br />
mevkileri denetlemek ve halkın refah ve huzurunu temin etmek maksadıyla<br />
merkeze yakın bazı mahalleri görmek üzere yurt gezilerine çıktı. Bu<br />
bağlamda üç büyük gezi yaptı. Bunlardan ilki İzmit’i de kapsayan 1844<br />
İzmit, Bursa ve Çanakkale gezisiydi. İkinci seyahatini 1846 senesinde Rumeli’ye<br />
yaptı. Üçüncüsünü ise 1850’de Akdeniz Adalarına gerçekleştirdi.<br />
Bu büyük gezilerden başka küçük çaplı seyahatleri de oldu.<br />
Bu bildiride söz konusu padişahın yurt gezileri kapsamında İzmit ve Hereke’ye<br />
yaptığı temaslar ele alınacaktır. Eser-i Cedid vapuruyla Beylerbeyi<br />
sahil sarayından hareket eden padişahın İzmit’i ilk ziyareti 26 Mayıs<br />
1844’te gerçekleşti. Güzergâh boyunca Gebze, Darıca ve Hereke sahillerini<br />
seyrederek şehre gelen padişah, burada çuha fabrikasında incelemelerde<br />
bulundu. Yöreye ikinci gezi 26 Ekim 1846’da yapıldı. Bu gezinin<br />
amacı, Osmanlı kumaş sanayinde önemli bir yere sahip olan Hereke fabrikasının<br />
çalışmalarını yerinde görmek ve eksikliklerini gidermekti.<br />
69
III. SELİM DÖNEMİNDE EŞKIYA PEŞİNDE BİR KOCAELİ<br />
MUTASARRIFI: SEYYİD HÜSEYİN PAŞA<br />
Yrd. Doç. Dr. Seydi Vakkas TOPRAK<br />
Adıyaman Üniversitesi<br />
III. Selim Devri, Nizam-ı Cedid reform programıyla memlekete Avrupai<br />
tarzda bir düzen verilmeye gayret edilen bir dönem olmakla beraber,<br />
Anadolu ve Rumeli’nin pek çok yerinde eşkıyaların baş gösterdiği bir dönemdir.<br />
Devlet otoritesinin yerini eşkıyaların aldığı zamanlar bile olmuştur.<br />
III. Selim, devlet otoritesini yeniden kurmak ve asayişi temin etmek<br />
maksadıyla gerek Anadolu ve gerekse Rumeli’de ortaya çıkan eşkıyanın<br />
üzerine ordular göndermiştir.<br />
Padişahın eşkıya takibiyle görevlendirdiği komutanlardan biri de Kocaeli<br />
Sancağı Mutasarrıfı Seyyid Hüseyin Paşa’dır. Seyyid Hüseyin Paşa, ilk<br />
olarak 1795 yılı sonunda Rumeli Valisi Mehmed Hakkı Paşa’nın emrinde<br />
Rumeli’deki Dağlı Eşkıyası üzerine gönderilmiştir. Seyyid Hüseyin Paşa,<br />
Dağlı Eşkıyasına karşı düzenlene harekâta 1000 seçkin askerinin başında<br />
katılmıştır. İkinci olarak 1798 yılı sonunda, Kocaeli ve Bursa yörelerinde<br />
ortaya çıkan eşkıyayı ortadan kaldırmakla görevlendirilmiştir. Görevini<br />
layıkıyla yapabilmesi için Paşa’nın nüfuzu arttırılmış ve vezirlik rütbesine<br />
yükseltilmiştir.<br />
Bu çalışmada Seyyid Hüseyin Paşa’nın eşkıyaya karşı yaptığı mücadele<br />
dönemin vakayinameleri ve arşiv belgeleri ışığında ele alınacaktır.<br />
19. YÜZYILIN İLK YARISINDA KANDIRA’DA SOSYAL<br />
HUZURSUZLUK ÜZERİNE BİR İNCELEME<br />
Yrd. Doç. Dr. Kenan GÖÇER<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın ilk yarısında (1839) ilân olunan Gülhane<br />
Hattı’nın, devlet anlayışımızda ve devlet idaresinde modernleşmenin<br />
başlangıcı olduğu kabul edilir. Öncesinde Sened-i İttifak’ın kabûlü, Rusya’nın<br />
saldırıları, Mısır’ın isyanı, Yeniçeriliğin lağvı, Levant Company’nin<br />
Osmanlı pamuklu imalatlar pazarında giderek etkinliğini artırması so-<br />
70
nucu İngiltere ile yapılan ticaret anlaşması gibi bir dizi gelişmelerin bu<br />
süreci hazırlamış olduğu aşikâr.<br />
Bu gelişmelere paralel olarak, Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde 1800-1850<br />
arasında halkın gündelik yaşamında meydana gelen ve belgelere yansıyan<br />
bir dizi sosyal huzursuzluk olayları yaşanmaktadır. İstanbul Ahkâm<br />
Defterleri esas alınarak yapılacak çalışma, 1750’lerden itibaren, Kandıra’da<br />
meydana gelen huzursuzlukların nicel ve nitel artışları ile desteklenmektedir.<br />
PAZARKÖY AYÂNI TURNACIBAŞI<br />
ESAD BEY İSYANI (1812-1813)<br />
Yrd. Doç. Dr. İbrahim SERBESTOĞLU<br />
Amasya Üniversitesi<br />
Ayân, Osmanlı taşra teşkilatında “klasik dönemde” halkın önde gelenlerini<br />
ifade ediyordu. 17. yüzyılda ise başta kapıkulları olmak üzere devlet<br />
görevlilerinin ayân olarak ön plana çıktığı görülmekteydi. Bu süreç 18.<br />
yüzyılda büyük hanedanların ortaya çıkmasıyla devam etmişti. Yerel bağlantıları<br />
olan veya zamanla yerelleşmiş kişilerin çocuklarına miras kalan<br />
ayânlık, Osmanlı tarzı özelleştirme olarak da yorumlanmaktadır. Ailelerin<br />
büyüklüğü ve gücü oranında yer edindiği taşra idaresinde ayânlar,<br />
Alemdâr Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı ile zirveye çıkmış ve Sened-i İttifak’ı<br />
imzalatmayı başarmışlardı. Ancak Sultan II. Mahmud’un, Alemdâr’ın<br />
öldürülmesi sonrasında ayânları yavaş yavaş ortadan kaldırdığı veya sisteme<br />
entegre ettiği bilinmektedir.<br />
Bildirimizin konusu olan Turnacıbaşı Esad Bey de unvanından anlaşıldığı<br />
üzere kapıkulu kökenlidir. 1804 yılında Pazarköy ayânlığını ele geçirmiştir.<br />
1806-1812 Osmanlı-Rus ve İngiliz Savaşı sırasında topladığı askerlerle<br />
birlikte cepheye gitmesi emredilince bundan kaçınmış ve devlete<br />
isyan etmiştir. Üzerine gönderilen bölge ayânları ve kuvvetler karşısında<br />
direnmeye çalışmışsa da 1813 yılında ortadan kaldırılmıştır.<br />
71
19. YÜZYILDA KOCAELİ SANCAĞI’NDA<br />
ÇOK EŞLİLİK OLGUSU<br />
Doç. Dr. Ümit EKİN<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Osmanlı toplumunda çok eşli erkeklerin bulunduğu bilinmektedir. İslam<br />
Hukuku’nun şekillendirdiği Osmanlı Hukuku’nun çok eşliliğe izin verdiği<br />
bilinmekle birlikte başka kentlere dair yapılan araştırmalar birden fazla<br />
eşle evli erkeklerin oranının yüksek olmadığını ortaya koymaktadır.<br />
Bu araştırmada, kuruluş yıllarında Osmanlı topraklarına katılan Kocaeli<br />
Sancağı’nda yaşayan erkeklerin ne oranda çok eşli oldukları ortaya<br />
konulacak, bu durumun nedenleri belgelerin ışığında tartışılacaktır.<br />
Araştırmamızın dayandığı kaynak grubu tereke defterleridir. Bilindiği<br />
üzere bu defterler, ölen kişinin ardında bıraktığı her türlü taşınır-taşınmaz<br />
mallar ile alacak, borç, hibe, vasiyete dair bilgileri içermektedir. Bu<br />
amaçla söz konusu tereke kayıtlarının yer aldığı 1452, 1453 ve 1454 numaralı<br />
ve sırasıyla 1220-1230/1805-1814, 1261-1264/1845-1848 ve 1278-<br />
1281/1861-1865 tarih aralıklarını kapsayan İzmit Şer’iyye sicillerinden<br />
yararlanılacaktır.<br />
XIX. YÜZYIL ORTALARINDA DEĞİRMENDERE’NİN<br />
NÜFUSU VE SOSYO-EKONOMİK YAPISI<br />
Yrd. Doç. Dr. Zafer ATAR<br />
Manisa Celal Bayar Üniversitesi<br />
Değirmendere, Kocaeli ilinin ilçesi olan Gölcük’e bağlı bir belde iken 2008<br />
yılında Gölcük belediyesine bağlanarak belediye statüsünü yitirmiş olan<br />
eski bir beldedir. Değirmendere’nin gelişip, büyümesinde Gölcük Tersanesi’nin<br />
kurulması ve İzmit ile İstanbul arasındaki sanayi faaliyetlerinin<br />
etkileri gözlemlenmektedir. Önceleri Gölcük’ten daha fazla nüfusa sahip<br />
olan belde, sanayi ve tersanelerin Gölcük’e kurulmasından dolayı, buraya<br />
bağlı belde konumuna düşmüştür. Bu çalışmada ise temettuat defterleri<br />
ve nüfus defterlerinden istifade edilerek, XIX. yüzyılın ortalarında Değirmendere’nin<br />
nüfusu ve sosyo-ekonomik yapısı ortaya konulacaktır.<br />
72
KOCAELİ SANCAĞI NÜFUS DEFTERLERİNE GÖRE XIX.<br />
YÜZYILIN ORTALARINDA ŞİLE VE ŞEYHLER KAZALARININ<br />
MÜSLÜMAN KIPTİLERİN NÜFUS VE TOPLUM YAPISI<br />
Yrd. Doç. Dr. Salih AKYEL<br />
Gazi Üniversitesi<br />
Bir devletin yaptığı nüfus sayımları birçok veriyi ihtiva ettiğinden yöneticilerin<br />
geleceğe yönelik planlamalarında onlara yardımcı olur. Osmanlı<br />
Devletinde nüfus sayımlarının en önemli amacı asker ve vergi mükelleflerinin<br />
sayısının tespit edilmesi olmuştur. Bu amaçla belli bir dönem sadece<br />
erkek nüfus sayılmıştır.<br />
Osmanlı Devleti’nde ilk nüfus sayımı II. Mahmut zamanında yapılmıştır.<br />
Bu sayım yapılırken askere alım için Müslümanlar, vergilerinin sağlıklı<br />
toplanabilmesi için Müslüman ahali ile birlikte gayrimüslimler hakkında<br />
da kayıtlar tutulmuştur.<br />
Osmanlı coğrafyasının değişik yerlerinde olduğu gibi Kocaeli ve havalisinde<br />
de nüfus sayımları yapılmıştı. Bu anlamda Kocaeli’ne bağlı olan<br />
sancak, kazâ ve diğer merkezlerde nüfus sayımı uygulanmış olduğunu<br />
arşiv kayıtlarından görmekteyiz. Nitekim Şeyhler ve Şile Kazasındaki<br />
Müslüman Kıptilerle ile ilgili 2 adet nüfus defterinden oluşmaktadır. Burada<br />
inceleyeceğimiz Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki Bolu Eyaleti Kocaeli<br />
Sancağına Nüfus Defterleri serisi içerisinde 656 ve 660 numara ile<br />
kayıtlı olup Kocaeli Sancağı Şeyhler ve Şile Kazâsı müslüman nüfus defterleridir.<br />
Bu çalışmada, defterlerde verilen bilgilerden hareketle bahse<br />
konu kazanın mahalle ve köylerinde yaşayan ailelerin ve görevli memurların<br />
isim ve esamilerini öğrenme imkânımız olacak. Ayrıca bu defterler<br />
bölgedeki mahalli idareciler; görevdeki muhtarlar, özürlüler, halkın kullandığı<br />
yerel isimler (lakaplar), insanların fiziksel özelliklerinin yanında<br />
Şeyhler ve Şile Kazalarındaki Müslüman Kıptilerin XIX. Yüzyılın ortalarında<br />
nüfus tespit edilmeye çalışılarak bölgesel tarih yazımında önemli<br />
ayrıntılara ulaşmamıza imkân tanıyacaktır.<br />
73
İSTANBUL ENTELEKTÜELLERİNİN 1906 YILINDAKİ<br />
HEREKE FABRİKASI ZİYARETİ<br />
Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU<br />
Marmara Üniversitesi<br />
Kurulduğu tarihten beri farklı kesimlerden ziyaretçilerin gezisine sahne<br />
olan Hereke Fabrika-yı Hümâyûnu, II. Abdülhamid devrinde Türk ve<br />
ecnebi devlet adamlarının yanı sıra yerli ve yabancı turistlerin de ilgisini<br />
çekmiştir. Bu tür gezilerden birisi 7 Temmuz 1906 tarihinde gerçekleşmiştir.<br />
Aralarında kadın-erkek gazeteci, yazar ve sanatkârların da bulunduğu<br />
300 kişilik bir grup fabrikayı ziyaret amacıyla trenle İstanbul’dan<br />
Hereke’ye gitmişlerdir. Grubun entelektüellerden oluşması ziyarete<br />
farklı bir hava katmış, müteakip günlerin gazete ve dergilerine siyasi,<br />
iktisadî, sosyolojik ve kültürel bakış açılarıyla kaleme alınan birbirinden<br />
farklı izlenimler yansıtılmıştır. Ziyaretçiler fabrikanın flatör dairesi, boyahane,<br />
ipek depoları, demirhane, kimyahane, halıhane, resimhane, kumaş<br />
muayene odası ve diğer bölümlerini ayrı ayrı tetkik etmişler; müessesenin<br />
mimarîsi, donanımı, işletme ve yönetim anlayışı, işçilerin verimi ve<br />
sair konularında ilginç değerlendirmeler yapmışlardır. Bunun yanı sıra,<br />
ziyaretçilerin gidiş ve dönüş yollarında gözlemledikleri tabiat, deniz ve<br />
insan tasvirleri de son derece kıymetlidir. Yazarlar, yol boyunca geçtikleri<br />
Maltepe, Tuzla, Pendik, Gekbuze, Diliskelesi ve Tavşancıl bölgeleriyle<br />
ilgili müşahedelerini; Hereke’nin coğrafi konumu, zirai faaliyetleri, şehir<br />
dokusu, çocuk oyunları ve daha birçok yönleriyle ilgili tespitlerini keyifli<br />
anlatımlarla ortaya koymuşlardır. Bütün bunlar bölgenin sadece siyasi<br />
ve iktisadi geçmişine değil, folklorik ve kültürel zenginliğine de geniş bir<br />
arka plan sunmaktadır.<br />
Bildiri, turizm kültürü ile Hereke’nin ve fabrikanın o dönemdeki yapısına<br />
odaklanmaktadır. Çalışmada Osmanlı Arşivi belgeleri ve dönemin süreli<br />
yayınlarındaki haber ve yorumların yanı sıra, Ahmed Rasim, Mehmed<br />
Cevdet, Abdullah Zühdü, Ahmed İhsan ve daha birçok usta kalemin edebî<br />
tasvirleri değerlendirilecek; böylece daha önce fabrika ziyaretleri hakkında<br />
yapılmış olan çalışmaları tamamlayıcı bir ürün ortaya çıkarılmış<br />
olacaktır.<br />
74
MECLİS-İ VÜKELA MAZBATALARINDA İZMİT (1908-1922)<br />
Nesrin ATICI KANBEROĞLU<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
1877 yılında bağımsız bir mutasarrıflık haline getirilen İzmit, gerek Dersaadet’e<br />
olan yakınlığından gerek de ticaret ve liman kenti olması açısından<br />
Osmanlı’nın Anadolu topraklarında yer alan önemli merkezlerinden<br />
biri olmuştur. “Meclis-i Vükela Mazbatalarında İzmit” isimli bu çalışmamızda<br />
Meclisin ikinci kez açıldığı 1908 yılından Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />
kurulduğu 1923 yılına dek uzanan süreçte Vükela Mazbatalarında İzmit’in<br />
ele alınış biçimini incelemeye çalıştık. Bu süreç içerisinde İzmit’le ilgili 67<br />
belge bulunmuş olup, belgeler doğrultusunda siyasi-sosyal-ekonomik<br />
başlıklar oluşmuşsa da belge dağılımından ekonomik konuların ağırlıklı<br />
olduğu görülmüştür. Özellikle “maden imtiyazları”, dönemin siyasi<br />
ve ekonomik şartları dolayısıyla daha çok men edilmesi gündeme gelen<br />
“ihraç malları” savaş ve göçlerle geçen bu dönem dolayısıyla “muhacirler”<br />
konusu ağırlıklı ve dikkat çeken konu başlıkları arasındadır. Bunlar<br />
dışında İzmit’in yeni beldeler eklenerek ya da çıkarılarak yeniden oluşumuna<br />
bağlı olarak “vilayet–kaza teşkili”, gemilerin bakım ve onarımı için<br />
“tersane yapımı”, yeni “şirket oluşumları”, geliştirilmeye çalışılan yerli<br />
sanayi ve bu yüzden iş birliğine girilen yabancı “fabrikalar”, I. Dünya Savaşı<br />
sonrası işgal yıllarında Dersaadet ve İzmit arasındaki haberleşmeyi<br />
hızlandırabilmek için çekilmeye çalışılan yeni teller ve “posta-telgraf”<br />
konuları çalışmamızın temelini oluşturan konulardır. Çalışmamızda<br />
Meclis-i Vükela Mazbataları dışında hükümet kararlarında İzmit’i farklı<br />
kaynaklardan da ele almaya çalıştık.<br />
1909 YILINDA İNGİLİZ ASKERİ RAPORUNDA İZMİT<br />
Okt. Nesrin AKKOR<br />
Kırklareli Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve gittikçe<br />
güçlenen özgürlükçü meşru bir yönetim isteği, 1908 yılında II. Meşrutiyet’in<br />
ilan edilmesini ve meşrutiyet yönetiminin tekrar başlamasını ve<br />
Kanuni Esasi’nin yürürlülüğe girmesini sağlamıştır. Ancak meşrutiyetin<br />
ilanı 1909 yılında yaşanan 31 Mart olayını engelleyememiş ve padişah II.<br />
75
Abdülhamid’in tahtan indirilmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti’nde<br />
bu gelişmeler yaşanırken, İngilizlerin 1909 yılında Genelkurmay Başkanlığı<br />
tarafından Doğu Trakya ve İzmit Bölgesi ile ilgili hazırladıkları askeri<br />
rapor bize dönemle ilgili olarak fikir vermektedir. Genel bir bilgilendirme<br />
niteliğine sahip olan rapor, başta İzmit olmak üzere kıyı şeridi ve iç bölgeler<br />
hakkında bilgiler içermektedir. İzmit ve havalisinin mevsimlere ve<br />
coğrafi şartlara bağlı olarak oluşan farklılıklar hakkında bilgiler mevcuttur.<br />
İzmit yarımadasında nüfus dağılımı, yöneticiler ve ulaşım imkânlarına<br />
değinilmiştir. İlaveten Bağdat Demiryolu hattı projesinin Haydarpaşa-İzmit<br />
ayağına dair bilgiler verilir.<br />
KOCAELİ’NİN KOMİTACI MİLLETVEKİLİ SALİH FUAD<br />
BALKAN: VIII. DÖNEM MECLİS ÇALIŞMALARI<br />
Doç. Dr. Zeki ÇEVİK<br />
Balıkesir Üniversitesi<br />
Salih Fuad Balkan (1887-1970), Osmanlı Ordusu‘nun bir subayı olarak I.<br />
Dünya Savaşı‘nda, Batı Trakya’da Bulgar komitacıları ile Sırp ve Yunanlara<br />
karşı mücadele etti. 1908-1923 yılları arasında aralıksız olarak, önemli<br />
ve gizli görevlerde bulunmuş, Batı Trakya‘da, Yunanların Anadolu’ya sevk<br />
edecekleri kuvvetleri Rumeli‘de oyalamakla görevlendirilmiştir. Milli<br />
Mücadele Dönemi’nde Fuad Bey’e Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından<br />
yazılı olarak verilen görev talimatı şöyledir:<br />
«.. Fuat Bey Batı Trakya ve Makedonya dolaylarında fiili hareketleri<br />
ve ayaklanmaları müstakilen idare edecek çalışmasını tanzim ve tatbik<br />
hususunda tamamen serbest bırakılacaktır. Trakya heyetine verilen tahsisatın<br />
en mühim kısmı, Fuat Bey’in idare edeceği harekâta tahsis olunup<br />
ayrılmak icap eder...<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reis Vekili<br />
Birinci Ferik Fevzi (Çakmak)»<br />
Lozan Antlaşması’ndan sonra Mareşal Fevzi Çakmak, kendisine takdirname<br />
göndermiş ve “sonsuz hizmetleri” için kendisine teşekkür etmiştir.<br />
İstiklal Madalyası sahibidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi VI. ve VII. dönem<br />
Edirne, VIII. dönem Kocaeli milletvekilliği yaptı.<br />
76
Bu bildiride onun VIII. dönem Kocaeli milletvekilliği döneminde TBMM’de<br />
ki çalışmaları ele alınacaktır. Görüşmelerdeki tutum ve konuşmalarından<br />
hem onun vatan için yürüttüğü gizli görevi ile ilgili yeni bilgiler, hem<br />
de renkli şahsiyetine yeni katkılar sağlanması değerlendirilip tartışılacaktır.<br />
ÇANAKKALE MUHAREBELERİNDE KOCAELİ<br />
Doç. Dr. Cemal GÜVEN<br />
Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />
I. Dünya Harbi’nin en önemli ve tek zafer kazanılan cephesi Çanakkale’dir.<br />
Devlet ve milletin olağanüstü motivasyon ve koordinasyonu ile ülkenin<br />
hemen her idarî biriminden cepheye sevk edilen askerî birliklerin<br />
fedakarlığı ve özellikle cepheye yakın bölgelerin her nevi desteği ile bu<br />
zafer elde edilmiştir. Bu zaferin kazanılmasında katkı sağlayan illerimizden<br />
birisi de Kocaeli’dir.<br />
Bu çalışmada, Çanakkale Muharebelerinde Kocaeli’nin asker zâyiâtı;<br />
bölgeden verilen lojistik destek ve sağlık hizmetleri ile İzmit Körfezi’nde<br />
durum -özellikle Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı<br />
birimlerinin yayınları, yayımlanmış vesikalar ve dönemin basını kullanılmak<br />
suretiyle- ortaya konularak değerlendirilecektir.<br />
DÂHİLİYE NEZÂRETİ EMNİYET-İ UMÛMİYE MÜDÜRİYETİ<br />
KAYITLARINA GÖRE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN<br />
SONLARINDA İZMİT SANCAĞI’NDA EMNİYET VE ASAYİŞ<br />
(1918)<br />
Dr. Hümmet KANAL<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nde II. Abdülhamit döneminden itibaren merkez ve taşrada<br />
meydana gelen adli olaylar, düzenlenen “cinayet cetvelleri” ile takip<br />
edilmeye çalışılmış ve II. Meşrutiyet’in ilanından sonra da bu uygulamaya<br />
devam edilmiştir. Kaza merkezlerinde ay sonlarında hazırlanan cetveller,<br />
takip eden ayın ilk haftasında sancak merkezlerine gönderilirdi. Bundan<br />
77
sonra sırasıyla sancaklar vilayetlere, vilayetler de Dâhiliye Nezareti’ne bu<br />
cetvelleri ulaştırmakla yükümlüydüler. Vilayetlerden gönderilen aylık raporlar,<br />
Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nde toplanıyor<br />
ve burada incelemeye tabi tutuluyordu. Osmanlı Devleti, ülkedeki emniyet<br />
ve asayişin sağlanmasında bu raporların düzenli olarak tutulmasına<br />
ve merkeze gönderilmesine büyük önem vermiştir. Bu konuda ihmali<br />
olan memurlar da ciddi manada uyarılmıştır.<br />
Her ayın sonunda hazırlanan bu cetvellerin sonunda bir de imza kısmı<br />
bulunurdu. Cinayet vakaları gerçekleşmiş mahallerce düzenlenecek raporların<br />
alt tarafı en büyük mülkiye memurları, jandarma kumandanı,<br />
polis müdürü veya komiserleri tarafından imzalanırdı. Bu bağlamda kaza<br />
merkezlerinden gönderilen raporların altında kaymakam, jandarma kumandanı<br />
ve polis komiserinin imzası, sancak merkezlerinde düzenlenen<br />
raporlarda ise mutasarrıf, jandarma kumandanı ve polis komiserinin imzası<br />
bulunmak zorundaydı.<br />
Taşradaki en büyük mülki amirler olan vali, mutasarrıf ve kaymakamlar,<br />
yönetimleri altındaki yerlerde olay olsun ya da olmasın, bu konuda merkezi<br />
bilgilendirmek zorundaydılar. Her ayın sonunda vilayetlerden, vukuat<br />
olan kazalar ve vukuatın çeşidi ile hiç vukuat olmayan kazaların ve sancakların<br />
isimlerini belirten pusulalar Dâhiliye Nezareti’ne gönderilirdi.<br />
Merkeze gönderilen vukuat cetvellerinin oldukça ayrıntılı düzenlendiği<br />
görülmektedir. Cetvellerde olayın meydana geliş tarihi, suçun işlendiği<br />
yer, suçun çeşidi, suçu işleyen ve saldırıya maruz kalan kişinin memleketi<br />
ve kimliği, suçu işleyenin yakalanıp yakalanmadığı ve yakalanamamışsa<br />
bunun nedeni, suçlunun takibi esnasında gevşeklik gösteren memurların<br />
isimleri ve bu memurlar hakkında yapılan işlemler ayrı ayrı yazılarak<br />
en sonda olayın nasıl gerçekleştiğini kısaca anlatan “mülahazat” kısmı<br />
bulunurdu.<br />
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında İzmid Sancağı’nda düzenlenen vukuat<br />
cetvellerinde çok çeşitli suçların işlendiği ve sancakta asayişin tam<br />
manasıyla tesis edilemediği anlaşılmaktadır. Merkeze gönderilen bu<br />
cetvellerde rastlanan suç çeşitleri şöyledir: Irza tecavüz, baskın ve cerh<br />
(yaralama), öldürmek kastıyla cerh, hırsızlık, cerh ve katl, darp ve cerh,<br />
tehdit suretiyle silah teşhiri, zabıta memuruna hakaret, gece vakti kapı<br />
kırarak hırsızlık, yangın çıkarmak, zorla tecavüz, yol kesmek, zorla kız<br />
kaçırmak, katl veya hırsızlık kastıyla cerh.<br />
78
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden elde ettiğimiz 1918 yılı Ocak, Şubat ve<br />
Eylül aylarında düzenlenen Takibât-ı Adliye Kalemi Belgeleri (DH.EUM.<br />
ADL.) İzmit sancağındaki emniyet ve asayiş hakkında detaya varan bilgiler<br />
sunmaktadır.<br />
MONDROS MÜTAREKESİNİN İLK GÜNLERİNDE İZMİT<br />
Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT<br />
On Dokuz Mayıs Üniversitesi<br />
Mütarekenin ilk günlerinde basın yoluyla iyimser bir hava özellikle oluşturulmaya<br />
çalışılmıştı. Gazetelerde mütarekenamenin resmi metninin<br />
yanı sıra teşrihata/yorumlamalara yer veriliyor, en iyimser cümlelerle<br />
kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyordu. Bir müddet sonra durum değişti,<br />
mütareke işgaller biçiminde uygulanmaya başlandı. İzmit ve çevresi<br />
ilk adım atılan yerlerden biri oldu. O günlerin heyecanını, endişelerini,<br />
korkularını yansıtacak olan yine basın organlarıdır. Nitekim basın, iyi bir<br />
haber alınca bunu hemen okuyucularına müjde niteliğinde duyurmakta,<br />
fakat durum aksine dönünce pişmanlığını üzüntü ile yazmakta idi. Basın,<br />
daha anlık daha sıcak, adeta o günlerin canlı yayın aracı gibiydi. Bölgeyi<br />
çalışma alanı seçen ve İzmit’te özel muhabir bulunduran gazete ya da gazeteler<br />
olduğu gibi, İzmit’ten İstanbul’a giden yolcuların tanıklığını kaydeden<br />
yayın organları da mevcuttu. İtilaf donanmasına ait savaş gemilerinin<br />
İzmit önlerine gelişleri, buradaki durumları, manevraları, demirledikleri<br />
limanlar, karaya ilk birliklerini çıkarmaları, itilaf askerlerinin yöneticilerle<br />
görüşmeleri, halkın durumu, sevk ve iskâna tabi tutulan Ermenilerin<br />
evlerine dönmeleri ile ortaya çıkan karışıklık, İstanbul’dan İzmit’e nakledilen<br />
emtia, piyasa haberleri ve benzeri konular gazetelerde yer alıyordu.<br />
Bu bildiri ayrıca halkın durumunu, beklentilerini, çaresizliklerini, canhıraş<br />
haykırışlarını, kısacası insan ve vatan denklemini koruma niyet ve<br />
gayretlerinin ifadelendirilmesini anlatmaya çalışan basından, bütünüyle<br />
olmasa da birkaç kesit sunmayı amaçlamaktadır.<br />
79
MONDROS MÜTAREKESİ SONRASINDA VE YUNAN İŞGALİ<br />
DÖNEMİNDE KOCAELİ<br />
Prof. Dr. Adnan SOFUOĞLU<br />
Hacettepe Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti, Ekim 1914 sonlarında İttifak Devletleri safında girdiği I.<br />
Dünya Savaşı’ndan 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devletinin kayıtsız şartsız<br />
teslimini içerecek şekilde ağır hükümler ihtiva eden Mondros Mütarekesi’ni<br />
imzalayarak savaştan yenik olarak ayrıldı. Mütarekenin özellikle<br />
bazı maddeleri istismara çok müsait idi. Adı geçen Mütarekenin tebliğ<br />
konumuz açısından önemli gördüğümüz hükümleri şöyleydi; Çanakkale<br />
ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini<br />
ve Çanakkale ve Karadeniz istihkâmlarının İtilaf Devletleri tarafından<br />
işgali sağlanacaktır. Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında,<br />
Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir. Osmanlı harp gemileri teslim<br />
olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.<br />
Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı<br />
ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır. İtilaf Devletleri,<br />
Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.<br />
Görüldüğü gibi bu hükümler Anadolu demiryolu hattının bulunduğu,<br />
önemli bir liman kenti olan ve aynı zamanda İstanbul Boğazı’nın hinterlandını<br />
teşkil eden Kocaeli bölgesini direk ilgilendirmekteydi. Ayrıca galip<br />
devletler Mütareke ile İtilaf Devletleri herhangi bir sebeple çıkartılacak<br />
karışıklıklarla emniyetin bozulduğunu ileri sürerek ülkenin önemli stratejik<br />
bölgelerini işgale varacak şekilde kontrol ve denetim altına alma<br />
hakkını elde etmişlerdi. Özellikle bu hükme dayanan İtilaf Devletleri zaman<br />
zaman da Mütareke hükümlerini çiğneyerek Osmanlı Devleti stratejik<br />
ve ekonomik değerleri yüksek bölgelerini kontrol ve denetim altına<br />
alacak ve adeta işgal edeceklerdir.<br />
Diğer taraftan Ocak 1919’da Paris’te toplanan Barış Konferansı’ndan sızan<br />
Yunan istek ve hedefleri ile Türkiye’deki azınlık unsurların taleplerine<br />
olumlu yaklaşımdan cesaret alan azınlıklar, özellikle Rum ve Ermeniler<br />
var olan gizli cemiyet ve örgütlerine Mütareke sonrasında yenilerini ekleyerek<br />
diğer bölgelerde olduğu gibi Kocaeli bölgesinde de yıkıcı ve bölücü<br />
faaliyetlere girişeceklerdir.<br />
Böyle bir ortamda Kocaeli Bölgesi Mondros Mütarekesi sonrasında ilk<br />
olarak İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Bilahare bu işgal İtilaf Dev-<br />
80
letlerince Yunanlılara terk edildi ve Kocaeli bölgesi Yunan işgali altına<br />
girdi. Diğer taraftan Kocaeli Bölgesi, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) liderliğinde<br />
Anadolu’da gelişen Milli Mücadele hareketine karşı olan Damat<br />
Ferit Paşa Hükümetleri döneminde bir çatışma ve çekişme alanı oldu.<br />
Bu gelişmeler çerçevesinde Kocaeli bölgesi Milli Mücadele yani Ankara<br />
hükümeti açısından hem iç hem de dış cephe özelliğini taşır hale geldi.<br />
Hazırlayacağımız tebliğde yukarıda özetle ifade edilen bütün bu gelişmeler<br />
ele alınıp irdelenecek olayların nasıl geliştiği ve olaylarda hangi saikların<br />
etkili olduğu irdelenip ortaya konulamaya çalışılacaktır.<br />
MİLLİ MÜCADELE’DE İSTİHBARAT,<br />
MÜHİMMAT SEVKİYATI VE KOCAELİ<br />
Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI<br />
Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />
İstiklâl Savaşı’ndaki başarının başlıca sebeplerinden birisinin de silah ve<br />
cephane temini meselesi olduğu ve bu hususta gösterilen büyük başarının,<br />
Türk Milleti’ne İstiklâl Harbini kazandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir.<br />
Düşman işgali altında bulunan ve yerli halktan memleketin içinde<br />
bulunduğu durumu öğrenen ve onlardan yardım gören bir memlekette,<br />
bilhassa İstanbul’da kaçakçılık teşkilâtı kurmak, Anadolu’nun ihtiyaç<br />
duyduğu her çeşit silah ve cephaneyi bu şartlar altında nakletmek son<br />
derece güç bir iştir. Fakat ölüm dâhil her türlü tehlikeyi göze almış vatan<br />
evlatları, kurdukları mukavemet ve istihbarat teşkilatlarıyla gereken<br />
tedbirleri almış, ellerinde ki mevcut imkânları sonuna kadar kullanarak,<br />
Anadolu’ya silah, cephane, mühimmat ve subay kaçırmışlardır.<br />
6 Mayıs 1920’de Ankara Hükümeti’nin, İstanbul Hükümeti ile resmî muhaberatı<br />
yasaklayan kararına rağmen, gizli teşkilatlar ve Osmanlı Hükümeti<br />
ile yapılan muhaberatın İzmit üzerinden devam etmiştir. Bu bakımdan<br />
hem istihbarat, hem de mühimmat ve subay sevkiyatında İzmit<br />
önemli bir irtibat merkeziydi. Nitekim 18 Aralık 1921 tarihinde Muavenet-i<br />
Bahriye Heyeti tarafından bir deniz tayyaresi ile Turgut Reis Zırhlısı’nın<br />
7,5’luk toplarına mahsus 256 atım mermi İzmit’e gönderilmiştir. 12<br />
Kasım 1921’de Muavenet-i Bahriye Heyeti tarafından hazırlanan iki tayyare,<br />
yedek aksamı ile birlikte İzmit Menzil kumandanlığına sevk edilmiş,<br />
Felah Grubu ise 20 Şubat 1922’de piyade mermisi, uçak mermisi, çeşitli<br />
81
askerî malzeme ve silah, 30 Ekim 1922’de de yedek aksamı ile birlikte iki<br />
deniz uçağını İzmit’e göndermiştir.<br />
KOCAELİ TARİHİNE GÖNÜL VERENLER BİR PORTRE<br />
DENEMESİ: RIFAT YÜCE<br />
Doç. Dr. Funda SELÇUK ŞİRİN<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
İmparatorluktan cumhuriyete geçiş sürecinin trajik ortamına tanık olan,<br />
bu ortamda eğitimini tamamlayan Rıfat Yüce, aslında kuşağına mensup<br />
pek çok genç gibi bizzat bu ortamın da ürünüdür. Bir imparatorluk çocuğu<br />
olarak dünyaya gelen Rıfat Yüce hızla toprak kaybederek git gide<br />
küçülen ve Anadolu’ya tutunarak bir ulus devlet olarak yaşamına devam<br />
edecek olan Türkiye Cumhuriyetin kuruluşuna tanık oldu. Geçiş sürecinin<br />
önemli gelişmelerine, Milli Mücadele dönemine ve Cumhuriyet’in ilanı<br />
ve sonrasındaki değişime tanık olan Rıfat Yüce, İzmit tarihi bakımından<br />
son derece kıymetli bir isimdir. İttihatçı bir genç olarak II. Abdülhamit<br />
dönemi istibdadına direnen Yüce, özellikle Meşrutiyet döneminde cemiyetin<br />
İzmit’teki önde gelen isimleri arasında yer alır. I. Dünya Savaşı’nda<br />
bölgedeki faaliyetleri ile dikkat çeken ve önce Bekirağa Bölüğü ve ardından<br />
da Malta’ya sürülen Yüce, sürgünün ağır ve onur kırıcı havasına da<br />
tanık oldu. Milli Mücadele döneminin sonuna doğru hürriyetine kavuşan<br />
ve İzmit’e dönen Yüce, faaliyetlerine burada devam etti. Özellikle gazeteci<br />
kimliği ile Türk Yolu gazetesindeki çabası, İzmit tarihi açısından önemli<br />
olduğu gibi gazetenin Osmanlıdan Cumhuriyete toplumun yeni değerler<br />
doğrultusunda değişimi ve dönüşümü bağlamında bir ideolojik aygıt olarak<br />
kullanımına da örnek teşkil eder. Zira Rıfat Yüce, gazetesi aracılığıyla<br />
halka ulaşarak onun Cumhuriyet değerleri ile inşası sürecine İzmit ekseninde<br />
önemli katkılar sağlamıştır. İzmit tarihinin daha iyi anlaşılması<br />
için kent tarihine katkı sağlayan isimlerin bilinmesi gerekir. Rıfat Yüce<br />
portresi, bu alandaki eksikliğin giderilmesine yardımcı olacaktır.<br />
82
İZMİT’TE TÜRK JAN DARK’I FATMA SEHER HANIM<br />
Doç. Dr. Esma TORUN ÇELİK<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Fatma Seher Hanım, namı diğer adıyla Kara Fatma, vatanı uğruna savaşmaya<br />
Balkan savaşlarında eşinin yanında başlamıştır. I.Dünya Savaşı’nda<br />
Kafkas cephesinde eşini kaybetmesine rağmen, mücadeleyi savaşın sonuna<br />
kadar sürdürmüştür. Milli mücadele başlar başlamaz, İstanbul’dan<br />
Sivas’a gelerek, Mustafa Kemal’den bizzat görev istemiştir. Mustafa Kemal<br />
bu görüşmede ona Kara Fatma olarak hitap etmiştir. Kara Fatma<br />
Mustafa Kemal’den aldığı emirle İzmit’e gelecek ve kısa zamanda büyük<br />
bir çete oluşturacaktır. Küçük kızının da yer aldığı çetesiyle birlikte İzmit’te<br />
işgal güçlerine ağır kayıplar verdirmiştir. Bu korkusuz kadın İzmit’in<br />
düşman işgalinden kurtarılması sürecine kadar, -kızının parmağının<br />
kopmasına rağmen- çetesiyle birlikte savaşmaya ve halka güven<br />
kaynağı olmaya devam etmiştir. Bu küçük dev kadın yerli ve yabancı yazarların<br />
ve diplomatların da ilgi odağı olmuştur. Ankara’ya giderek bir<br />
süre kalmış, hatta Rus elçisinin desteğiyle Kırım’a gidip gelmiştir.<br />
Türklerin Jan Dark ve milli mücadelenin en önemli kadın kahramanlarından<br />
sayılan Kara Fatma, İzmit’in kurtuluşundan sonra da mücadeleye<br />
Sakarya Savaşı’na katılarak devam etmiştir. Büyük Taarruz’a da katılarak,<br />
Bursa’nın kurtuluşuna da önemli katkılar sağlamıştır.<br />
İzmit’in milli mücadele tarihinde önemli yere sahip olan Fatma Seher<br />
Hanım, bu çalışmada özellikle İzmit’teki faaliyetleri ekseninde inceleme<br />
konusu edilecektir. Bu çalışmada araştırma kitapları, 1920-23 dönemi<br />
İstanbul ve yerel basında çıkan yazılar, dönemi konu edinen anı kitapları<br />
ve belgeler kullanılarak, Fatma Seher Hanım’ın İzmit’teki mücadelesine<br />
ışık tutmaya çalışılacaktır. Böylece İzmit tarihine de bu çalışmayla katkı<br />
sunmayı amaçlamaktayım. Hakkında akademik düzeyde fazla çalışma<br />
olmayan ve popüler çalışmalarda da zaman zaman çelişkili, birbiriyle<br />
uyumlu olmayan bilgiler yer almaktadır. Bu çalışmaların da ayıklanması<br />
da çalışmamamızın nedenleri arasındadır.<br />
83
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA İZMİT’TE<br />
BİR AMERİKALI DOKTOR<br />
Doç. Dr. Bestami S. BİLGİÇ<br />
İpek Üniversitesi<br />
Mabel Evelyn Elliott, yirminci yüzyılın ilk yarısında Anadolu coğrafyasında<br />
‘hayırseverlik’ faaliyetlerinde bulunan Amerikalı doktorlardan biridir.<br />
Elliott’un faaliyetlerinin önemli bir kısmı Ermeniler ve Rumlar ile ilgilidir.<br />
1920’lerin başına kadar Maraş’ta çalışan Dr. Elliott, Fransızların bu bölgeden<br />
çekilmeleriyle birlikte İzmit’e geçmiş ve çalışmalarına bu kentteki<br />
Amerikan Kadın Hastanesi’nde devam etmiştir. 1921-1922 yılları arasında<br />
Anadolu’da Ankara Hükûmeti güçleri ile işgalci Yunan kuvvetleri arasındaki<br />
çarpışmalar sırasında İzmit’te bulunmuştur.<br />
Dr. Elliott’un 1924 yılında yayınlanan Anadolu coğrafyası hakkındaki çalışmalarını<br />
anlattığı kitabinin bir bolumu de İzmit’teki çalışmaları ve bu<br />
çalışmalar sırasındaki kentte siyasi ve sosyal yasam ile ilgili gözlemleri<br />
üzerinedir. Bu tebliğde, Dr. Elliott’un 1921-1922 yılları arasında İzmit’teki<br />
serüveni eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilecektir.<br />
KURTULUŞ SAVAŞINDA “İZMİT ASKERİ HAT<br />
KOMİSERLİĞİ” VE FAALİYETLERİ<br />
Dr. Kadri UNAT<br />
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü<br />
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hemen sonrasında İtilaf Devletleri’nin<br />
başlattığı işgal süreci Anadolu’da bir direnişe yol açmıştır. Bölgesel düzeyde<br />
başlayan ancak Mustafa Kemal Paşa’nın katılımıyla ulusal bir direnişe<br />
dönüşen bu hareket, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya geçmesiyle Ankara<br />
merkezli bir mücadeleye dönüşmüştür. İtilaf Devletleri’nin 16 Mart<br />
1920’de İstanbul’u resmen işgal etmesiyle birlikte Ankara direnişin merkezi<br />
olmasının yanı sıra simgesi haline de dönüşmüştür. Bu gelişmeden<br />
sonra, direnişe katılmak için İstanbul’dan Anadolu’ya ve özellikle Ankara’ya<br />
çok sayıda milletvekili, asker, öğrenci ve gazeteci geçmeye başlamıştır.<br />
Bu sırada, İstanbul’dan Ankara’ya hem insan geçişinin sağlandığı<br />
hem de silah ve mühimmat sevkiyatının yapıldığı iki ana güzergâh vardır.<br />
84
Bunların ilki İstanbul’dan başlayarak İnebolu iskelesine kadar uzanan<br />
ve Zonguldak’tan geçen deniz yoludur. İkincisi ise İstanbul-Gebze-İzmit<br />
güzergâhıdır. Bu yol Karakol Cemiyeti tarafından kurulmuş olup, Mütarekeden<br />
sonra, özellikle de TBMM’nin açılmasından sonra hem Anadolu’ya<br />
kaçış için hem de silah sevkiyatı için yoğun olarak kullanılmıştır.<br />
Söz konusu geçişlerin sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için de<br />
İzmit’te bir “Askeri Hat Komiserliği” oluşturulmuş ve hat komiserliğine<br />
de Binbaşı Kemal Bey atanmıştır. Kuruluşundan itibaren önemli görevler<br />
üstlenen İzmit Askeri Hat Komiserliği, askeri malzeme sevkiyatının yanı<br />
sıra, İstanbul-Ankara arasındaki iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi,<br />
bölgede güvenliğin sağlanması ve Anadolu’ya geçişler konusunda<br />
oldukça önemli görevleri yerine getirmiş ve 5 Ekim 1923 tarihinde<br />
lağvedilmiştir. Bu çalışmada Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi<br />
Enstitüsü Arşivi ve ATASE Arşivi’nde yer alan belgelerden yararlanılarak<br />
İzmit Askeri Hat Komiserliği’nin kuruluşu ve faaliyetleri, İstanbul’un-Ankara’ya,<br />
Ankara’nın da İstanbul’a açılan kapısı durumunda bulunan Kocaeli<br />
ve çevresindeki bu geçişlerdeki rolü incelenecektir.<br />
AĞIZ METİNLERİNE GÖRE KANDIRA KOCAKAYMAZ VE<br />
İZMİT ÇEVRESİNDE İŞGAL YILLARI<br />
Doç. Dr. Kenan ACAR<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Bu bildiri 1983 yılında Kocaeli’nin Kandıra ilçesinin Kocakaymaz ve çevre<br />
köyleri ile (Sakallar, Sepetçi, Karaağaçoğlu, Karakiraz) 1986 yılında<br />
merkez ilçe İzmit’in (bir kısmı şu anda belde niteliğinde solan) çevre köylerinde<br />
(Taşköprü Fakılar, Taşköprü Karakadılar, Çayırköy, Eski Eşme,<br />
Balören–Belen) yapılan ağız metni derlemelerine dayanmaktadır. Toplam<br />
on köyden on bir kişiye (diğer konularla birlikte) Kurtuluş Savaşı<br />
ve öncesindeki işgâl yıllarına dair hatırladıkları da sorulmuştur. Verilen<br />
cevaplarda bu köylerin yanında derleme yapılmayan çevre köylerde (Tepecik,<br />
Aksakal, Tekkeşinler, Alacalar, Umarlı, Kasımlar, Tekkeli, Çal vb.)<br />
yaşananlar da anlatılmıştır. Şu anda hiç biri hayatta olmayan bbu kaynak<br />
kişilerin hatıraları, diyalektolojik bakımdan taşıdıkları değer kadar sözlü<br />
tarih açısından da öneme sahiptirler.<br />
Bu kişilerin hatıralarında İzmit-Kandıra bölgesini işgâl eden İngiliz ve<br />
Yunanlıların konumlanma durumu, yerleştikleri yer ve çevre köylerin<br />
85
halkına karşı tutumları, onlarla iş birliği yapan azınlıklar, bu azınlıklarla<br />
devlet ve halkın ilişkisi, işbirlikçi bozguncu çeteler, Kuvayı Milliye çeteleri,<br />
düşman askerlerinin yenilgi sonrası bölgeden çekilirken yaptıklarına dair<br />
bilgiler vardır. Bunlardan bir kısmını çete reislerinin adları ve bölgedeki<br />
azınlıklara mensup kişi adları gibi somut bilgiler oluşturmaktadır.<br />
1920 MECLİSİNDE İZMİT VEKİLİ HAMDİ NAMIK BEY<br />
Doç. Dr. Selda KAYA KILIÇ<br />
Ankara Üniversitesi<br />
Bildirimizde Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri ana kaynak olarak kullanılacaktır.<br />
23 Nisan 1920 de açılan ilk Mecliste İzmit Vekili olan Hamdi<br />
Namık Bey’in kişiliği, fikirleri Ceridelere göre incelenecektir. Çalışmamıza<br />
Hamdi Namık Bey’i seçmemizin nedeni TBMM’nin açılışında bulunmuş<br />
olması, Meclisteki faaliyetlerinde yoğun çalışması, milli mücadele<br />
de yer almış olması gibi özelliklerinin bulunmasından dolayı seçilmiştir.<br />
Son derece önemli bu Gazi meclisinde İzmit Milletvekili olarak görev<br />
yapan Hamdi Namık Bey tam olarak 205 kez söz almıştır. Çalışkan bir<br />
milletvekili portresi çizmiştir. Mecliste bilgili, konulara hâkim şekilde söz<br />
alan Hamdi Bey, 15 arkadaşı ile birlikte Damat Ferit ve arkadaşlarının<br />
vatana hıyanet gerekçesiyle gıyaben yargılanmalarını istemeleri Ceridelerden<br />
birinci elden değerlendirmesi yapılacaktır.<br />
İNGİLİZ BELGELERİNDE KOCAELİ BÖLGESİNDE YUNAN<br />
KUVVETLERİNİN DURUMU (OCAK-HAZİRAN 1921)<br />
Yrd. Doç. Dr. Mahmut AKKOR<br />
Kırklareli Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin Sevr Antlaşmasını imzalamasına mütaakip Mustafa<br />
Kemal, antlaşmanın Ankara’daki Meclis tarafından onaylanmayacağını<br />
duyurması üzerine Yunan kuvvetleri Ankara’ya doğru yol almışlardı.<br />
Ocak 1921’de Batı Cephesinde başlayan mücadelelerde Yunan kuvvetleri<br />
hiç beklemedikleri bir dirençle karşılaştılar. I. ve II. İnönü savaşlarından<br />
mağlubiyetle ayrılan Yunanlılar, Ankara yolunda İngilizleri hayal<br />
86
kırıklığına uğratmışlardı. Daha fazla ilerlenemeyeceği kaygısı ve bölge<br />
yaptıkları zulümlerin kendilerine de yapılacağı düşünen Yunanlılar; İzmit<br />
ve çevresinden çekilmeye başlayacaklardı. Kütahya-Eskişehir Savaşları<br />
her ne kadar Yunanistan’ın ümitlerini arttırsa da gelecekte Yunanistan,<br />
bölgenin tamamını boşaltmak durumunda kalacaktı. Kütahya-Eskişehir<br />
Savaşlarına kadar geçen evrede yaşananları, İngilizlerin bakış açısıyla bu<br />
yazımızda değerlendirmeye çalışacağız.<br />
ATATÜRK’ÜN İZMİT BASIN TOPLANTISI (16-17 OCAK 1923)<br />
VE BU TOPLANTIDA VERİLEN ÖNEMLİ MESAJLAR<br />
Prof. Dr. Osman AKANDERE<br />
Necmettin Erbakan Üniversitesi<br />
Mustafa Kemal Paşanın, saltanat ve hilâfet konusunda alınan kararların<br />
halk üzerinde ne gibi etkiler yaptığını belirlemek amacıyla çıktığı Batı<br />
Anadolu Gezisi’nin en önemli bölümü, İzmit’te dönemin bazı İstanbul gazetelerinin<br />
başyazar ve yazar konumundaki gazetecilerle yaptığı “basın<br />
toplantısı” oluşturmaktadır.<br />
Bu basın toplantısıyla Mustafa Kemal Paşa, günün tartışma konusu olan<br />
çeşitli konularda gazetecileri aydınlatmayı ve onların kafalarındaki soru<br />
işaretlerini dağıtmayı düşünmüştü. Çünkü O, kamuoyunun ve özelliklede<br />
İstanbul kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyordu. Bunun için<br />
önce kamuoyunu etkileyecek en önemli araç olarak gördüğü gazetecilerle<br />
görüşmeyi, onlara ülkenin milletin gerçek durumunu tüm açıklığıyla<br />
anlatmak istemişti.<br />
İzmit basın toplantısında, o günlerin en önemli gündem meseleleri olan;<br />
Lozan Barış Konferansı, yeni Türkiye devletinin temel esasları, hükümet<br />
ve yönetim şekli, Saltanat ve Hilâfet meseleleri, toplum hayatının çeşitli<br />
alanlarında yapılacak inkılâp, siyasî parti olarak bir “Halk Fırkası’nın kurulması”<br />
gibi konularda görüşmeler yapılmıştı. Bu toplantı aynı zamanda<br />
açıkladığı fikir ve görüşleriyle Mustafa Kemal Paşanın uzun vadede gerçekleştirmeyi<br />
düşündüklerini açıkladığı bir geleceği belirleme toplantısı<br />
olmuştur.<br />
87
CUMHURİYETİN İLK DÖNEMİNDE (1923-1931)<br />
KOCAELİ MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ VE SEÇİLEN<br />
MİLLETVEKİLLERİNİN FAALİYETLERİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Cengiz ATLI<br />
Iğdır Üniversitesi<br />
Kocaeli tarihi itibariyle birçok medeniyete ev sahipliği yapmış yerleşim<br />
birimidir. Evliya çelebi seyahatnamesinde 1640’da 1100 dükkân, 200 kereste<br />
deposu bulunduğunu ve önemli bir ticaret merkezi olduğunu kaydetmiştir.<br />
Kocaeli Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 6 Temmuz 1920-27<br />
Haziran 1921 arasında 11 ay 22 gün (244) gün İngiliz ve Yunan işgalinde<br />
kalmıştır.<br />
Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra 1923’de yapılan seçimlerde Kocaeli’nden<br />
Ahmet Şükrü, Mehmet Ragıp Akça, Saffet Arıkan, Mustafa Keremzade,<br />
İbrahim Tolon ve İbrahim Süreyya Yiğit milletvekilliğine seçilmişlerdir.<br />
1927 yılında yapılan seçimlerde Mehmet Ragıp Akça, İbrahim<br />
Tolon ve İbrahim Süreyya Yiğit tekrar milletvekilliğine seçilirken 1923<br />
milletvekillerinden aday gösterilmeyen milletvekillerinin yerine Mehmet<br />
Selahattin Yargı, Kemalettin Olpak, İsmail Hakkı Kılıçoğlu, Reşit Saffet<br />
Atabinen milletvekilliğine seçilmiştir. Seçilen milletvekilleri incelendiğinde<br />
topluma önderlik etmiş kişiler aday gösterilmeye çalışılmıştı bu<br />
dönem süresince seçilen milletvekillerinden çok azı Kocaeli doğumludur.<br />
Bu dönemde artan nüfus yapısından dolayı 6 olan milletvekili sayısı<br />
7 ye çıkarılmıştır. Bildiride bu dönemde Kocaeli milletvekili seçimleri ve<br />
milletvekillerinin çalışmaları Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, dönemin<br />
gazeteleri, meclis resmi evrakları hatıratlar ve bilimsel kaynaklar doğrultusunda<br />
aydınlatılmaya çalışılacaktır.<br />
88
KOCAELİ’NDE SERBEST CUMHURİYET FIRKASI<br />
TEŞKİLATI VE FAALİYETLERİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Mehmet PINAR<br />
Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />
12 Ağustos 1930’da Fethi (Okyar) Bey başkanlığında kurulan Serbest<br />
Cumhuriyet Fırkası (SCF), Birinci Umumi Müfettişlik Bölgesi haricinde<br />
teşkilatlanma çalışmalarına başlama kararı almıştı. SCF’nin Meclis dışında,<br />
taşrada teşkilatlanma isteği aceleye getirilmiş bir girişim olarak<br />
görüldüğü için Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan (CHF)’den kabul görmemişti.<br />
CHF, SCF gerçeği ile karşılaşınca merkezden yönetim esasından<br />
bir nebze olsun sıyrılarak taşrayı algılamaya çalışmıştı. SCF ise; merkezin<br />
kontrolü CHF’de olduğu için daha zayıf noktalara yönelerek taşrada<br />
teşkilatlanmaya başlamıştı. CHF’nin içinden doğmuş bir fırka olduğu için<br />
eksiklikleri daha iyi gözlemleme olanağına sahip olacağı düşünülmüş,<br />
SCF’nin teşkilatlanmayı hızlandırması ile iki fırka arasında ayrılıklar derinleşmeye<br />
başlamıştı.<br />
Taşrada yer alan ve merkezin sağlıklı bir iletişim kuramadığı sistem ile<br />
problem yaşayan Tatarlar, Nusayriler, Giritliler, Çerkezler, yerleşke sıkıntısı<br />
çeken Mübadiller ve Kürtlerin büyük bir kısmı; katı devletçilik anlayışından<br />
rahatsızlık duyan demiryolu işçileri farklı bir arayış içerisine<br />
girerek SCF’yi desteklemişlerdi. SCF’nin taşra teşkilatlanmasında iktidar<br />
fırkasından ayrılmış olanlar ön planda yer almış; fırkaya girmek serbest<br />
olduğu için merkezi denetim tam olarak sağlanamadığından zararlı unsurların<br />
fırkaya girmesi denetlenememişti. CHF Teşkilatı’nın siyasi donanımsızlığı,<br />
merkez ile taşra arasındaki kopukluk, siyasi nüfus ve tek parti<br />
olmanın getirdiği aşırı güven duygusu halk ile olan iletişimsizliği beraberinde<br />
getirmiş; bu durumdan faydalanmak isteyen bazı köklü geleneğine<br />
sahip aileler de SCF çatısı altında toplanmış; bu aileler, CHF Teşkilatı’nın<br />
zaaflarından faydalanarak belli oranda taşrada bir güç merkezi haline<br />
gelmişlerdi. Taşradaki bu otorite boşluğu güçlü ailelerin çatışmasına<br />
sahne olmuştu. Bu çatışma siyasi olmaktan ziyade belli mevkilerin ele<br />
geçirilmesi şeklinde gerçekleşmişti.<br />
SCF’nin ilk teşkilatlandığı illerin başında Kocaeli gelmişti. Kocaeli Milletvekili<br />
İbrahim Bey’in çalışmalarıyla Kocaeli SCF Teşkilatı kurulmuştu.<br />
Kocaeli Merkez teşkilatının kurulmasından sonra Aydoslu Murat Bey’in<br />
girişimleriyle Adapazarı SCF İlçe Teşkilatı kurulmuştu. SCF’nin Kocae-<br />
89
li’ndeki en güçlü teşkilatı ise Gebze’de kurulmuştu. Başkanlığa Veysel<br />
Bey, Üyeliklere Mustafa Hocaoğlu Ahmet Efendi, Hakkı Bey, Baçeva Alioğlu<br />
Ahmet Efendi, Kadiroğlu Karşılı Refik, Ali Çavuşoğlu Emrullah, Yılandalı<br />
Cemal Efendi seçilmişti.<br />
1930 Belediye Seçimleri ile Kocaeli’nde iki parti arasındaki rekabet artmış,<br />
SCF, valinin kendilerine baskı uyguladığı iddiasıyla seçimlerden çekilme<br />
tehdidinde bulunmuş, seçimin en çetin geçtiği yer Gebze olmuştu.<br />
Adapazarı İlçesi’nde yaşanan olaylardan ötürü seçim iptal edilmişti.<br />
SCF Teşkilatı’nın kendini fesih etmesiyle birlikte CHF, özellikle Kocaeli’nde<br />
işçi kesiminin sorunlarına eğilerek problemlerini çözmeye çalışmış<br />
ve muhalefeti desteklemelerinin altyapısını analiz etmeye çalışmıştı.<br />
SCF kapatıldıktan sonra kurucu unsurların CHF’ye dönüşünü birçok<br />
taşra teşkilatı kabul etmemesine rağmen Kocaeli CHF Teşkilatı farklı bir<br />
refleksle muhalefette yer alanları fırkaya dâhil etmişti.<br />
TEK PARTİ DÖNEMİ CUMHURİYET BAYRAMI<br />
KUTLAMALARINDA KOCAELİ ÖRNEĞİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Nermin GÜMÜŞALAN<br />
Fatih Üniversitesi<br />
Tarihte hemen hemen her toplumun kendi inanç, gelenek ve görenekleri<br />
doğrultusunda bir takım tören, şenlik, bayram ya da ayin ismini verdikleri<br />
kutlamalar yaptıkları bilinmektedir. Bu tür etkinliklerin hedefi ise genel<br />
olarak ortak bir duygu, amaç ve milli bir bilinç etrafında halkın toplanmasını<br />
sağlamak olmuştur. Özellikle Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan<br />
milli bayram olgusu ilk defa Avrupa’da daha sonra da II. Meşrutiyet döneminde<br />
bizde görülmeye başlanmıştır. Ancak Cumhuriyetin ilanı ile birlikte<br />
meşru bir zemine oturtulan milli bayram olgusu, tek bayrak, tek millet,<br />
tek devlet olmanın bir getirisi olarak çok önemli görülmüştür. Çünkü bu<br />
sayede milli bilincin nesilden nesile aktarılması hedeflenmiştir.<br />
Özellikle Tek Parti Döneminin önemli etkinliklerinden birisi olarak kabul<br />
edilen Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları, tüm yurtta en büyük idari<br />
merkezden en küçüğüne kadar coşkuyla kutlanmıştır. Kutlamalar kişilerin<br />
iradesine bırakılmaktan ziyade bir devlet politikası olarak kontrol<br />
altında tutulmuş, çıkarılan kanun, tüzük, yönetmelik ve talimatlarla ne<br />
şekilde kutlanacağı tespit edilmiştir. Bu hazırlanan programlar günler<br />
90
öncesinden duyurularak gerekli hazırlıkların yapılması sağlanmıştır.<br />
Aynı zamanda kutlamalar sonrasında yapılan etkinliklerle ilgili raporların<br />
partiye gönderilmesi de istenmiştir.<br />
Bizim bu konuyla ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışma her şehirde<br />
olduğu gibi Kocaelinde de ağırlıklı olarak Tek Parti Döneminde yapılan<br />
Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarının nasıl yapıldığı, bu törenlerde hangi<br />
programların uygulandığı ve içerikleri, halkın programlara katılım konusundaki<br />
hassasiyeti ve ilgisi üzerinde olmuştur. Konu öncelikle arşiv belgeleri,<br />
dönem basını ve araştırma eserler kullanılarak çalışılmıştır. Yer<br />
yer ulaşılabilen dönem fotoğraflarına da araştırmamızda yer verilecektir.<br />
KOCAELİ ÖRNEĞİ’NDEN HAREKETLE PARTİ TEFTİŞİ ADI<br />
ALTINDA HALKIN FİŞLENMESİ (Mİ?)<br />
Prof. Dr. Fahri SAKAL<br />
On Dokuz Mayıs Üniversitesi<br />
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde Tek Parti devri diye bilinen 1923 - 1950<br />
arası CHP iktidarında muhalefet partileri, muhalif dernekler ve muhalif<br />
basın-yayın kuruluşlarının bulunmadığı, bulunanların da çok sınırlı çalışmalar<br />
yapabildiği ve ilk fırsatta kapatıldıkları bilinmektedir. Bu dönemde<br />
devletin ve toplumun bütün kurumlarına ve adeta hücrelerine kadar Tek<br />
Parti kurumları nüfuz etmiş durumdadır. Bu nüfuzun etkisini artırmak<br />
için devletin ve Parti’nin halk ve kurumlar hakkında ayrıntılı bilgi sahibi<br />
olması gerekiyordu. Bundan dolayı CHP Parti Müfettişlerinin yaptıkları<br />
parti teftişleri tarihçilerce ve tarafımızca birçok araştırmaya konu edilmiştir.<br />
Ancak bu konuda daha önce başka tarihçilerin de bizim de temas<br />
etmediğimiz, dikkatten kaçırdığımız bir husus vardır ki o da Parti, halkevi,<br />
Belediye ve kamuya yararlı dernekler (Kızılay ve THK gibi) müfettişlerce<br />
yılda iki defa denetlenmektedirler. Ancak bu denetlenmede partinin ve<br />
partililerin denetlenmesinin de ötesi yapılmakta, adeta toplum fişlenmekteydi.<br />
Parti teftiş talimatnamesi eşliğinde Kocaeli Bölgesi Teftişi ve<br />
bu teftiş sonunda ortaya çıkan metinler tarafımızdan incelenmiş ve halkın<br />
siyasi, kültürel, etnik ve coğrafi kökeni, dini ve mezhebi durumu ve<br />
sair özellikleri tespit edilmiş; bu tespitler parti genel merkezine gönderilerek<br />
ilgili bürolara ve birimlere gönderilmiş; kayda geçirilmiştir.<br />
Tebliğimizde, bu uygulamanın Parti Teftişi olmanın ötesinde bir amaç<br />
91
taşıyıp taşımadığını tartışacak ve böyle bir amaç yoksa bile fiilî/reel durumun<br />
halkın fişlenmesi şeklinde her yıl tekerrür ettiğini örnekleriyle<br />
sunmayı ve Türk Demokrasi Tarihi’ne bu açıdan yeni bir tartışma konusu<br />
getirmeyi düşünmekteyiz.<br />
KOCAELİ’NDE HALKEVLERİ VE<br />
HALKODALARININ KURULUŞU<br />
Dr. Ahmet AKTER<br />
Cumhuriyet Halk Partisinin 1932 yılında yaptığı üçüncü büyük kongresinde<br />
hazırlanan nizamname ile Halkevlerinin kurulmasına başlandı.<br />
Zamanla ilçelerde Halkevleri ve köylerde Halkodaları yaygınlaşarak yurt<br />
sathına yayıldı. Her yıl Şubat ayında kuruluşu kutlanan Halkevleri 9 şube<br />
esasına göre kurulup çalışmalarına devam etti. Herhangi bir yere Halkevi<br />
açılabilmesi için bina, para ve en az 3 şubeyi yürütebilecek imkânın sağlanması<br />
gerekmekteydi. Bu kapsamda hazırlanan bu çalışmayla Cumhuriyet<br />
Arşivi belgeleri ışığında Kocaeli vilayetinde Halkevleri ve Halkodalarının<br />
nasıl açıldığı ortaya konulmuştur.<br />
KOCAELİ MİLLETVEKİLİ ALİ EKREM ALİCAN’IN SİYASİ<br />
YAŞAMI (1950-1960)<br />
Yrd. Doç. Dr. Selma ÇETİNKAYA<br />
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi<br />
Türkiye’nin iç politik yaşamı II. Dünya Savaşı sonrasında değişmiştir.<br />
Çok partili sistem 1945’te benimsenmiş ve Demokrat Parti (DP) 1946’da<br />
kurulmuştur. 1950 Genel Seçimi Türk politik yaşamında bir dönüm noktasıdır.<br />
DP adayları Türkiye’deki birçok şehirde seçimi kazanmıştır. Kocaeli’de<br />
de benzer bir durum söz konusudur. Kocaeli adayları arasında<br />
yer alan Ali Ekrem Alican (1916 Adapazarı-2000 İstanbul) 1950 ve 1954<br />
genel seçimlerinde DP Kocaeli milletvekili seçilmiştir. Ancak sonrasında<br />
DP’den ayrılmıştır. Çünkü DP Hükümeti basın özgürlüğünü terk etmiş,<br />
hükümetin bu kararı DP’nin tüm milletvekilleri tarafından paylaşılmamıştır.<br />
Bu yüzden DP disiplin kurulu dokuz milletvekilini partiden çıkart-<br />
92
mış, sonrasında ise DP’nin 10 milletvekili istifa etmiştir. Bu 19 politikacı<br />
20 Aralık 1955’te Hürriyet Partisi’ni (HP) kurmuştur. Alican, Ekrem Hayri<br />
Üstündağ ve Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’ndan sonra partinin üçüncü lideri<br />
konumundadır. 1957 Genel Seçiminde HP’den aday gösterilen Alican,<br />
milletvekili seçilememiştir. HP ise 1958’de kendisini feshetmiştir.<br />
HP’nin çoğu üyesi Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) katılırken Alican bu<br />
karara karşı çıkmıştır. Ekrem Alican’ın politik yaşamı 1969’a kadar devam<br />
etmiştir. Bu çalışma Ali Ekrem Alican’ın 1950-1960 arasındaki siyasi<br />
yaşamını ele almaktadır.<br />
ÖMER SADETTİN BEYİN HAYATI VE TÜRKİYE BÜYÜK<br />
MİLLET MECLİSİ’NDEKİ ÇALIŞMALARI<br />
Doç. Dr. Mehmet KAYA<br />
Niğde Üniversitesi<br />
1908 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuştur. Mustafa Bey ile Fitnat Hanımın<br />
oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İzmit Merkez Numune Mektebinde<br />
görev almıştır. Ticaretle uğraşmış, İzmir Halk Bankasının İdare meclisi<br />
üyesi olmuştur. Kocaeli Halkevi Başkanlığını, yürütmüş, ayrıca İzmit belediye<br />
Başkanlığını yürütmüştür. Konya Ticaret Odası Başkanvekilliğinde<br />
bulunmuş, X .ve XI. Dönemler Kocaeli milletvekili olarak Türkiye Büyük<br />
Millet Meclisi’nde yer almıştır. Evli ve iki çocuk babası olup 1992 yılında<br />
vefat etmiştir.<br />
Ömer Sadettin Yalım Bey mecliste milletvekili olarak yer aldığı iki dönemde<br />
çeşitli konular söz almış, kanun tekliflerinde bulunmuştur. Konuşması<br />
düzgün üslup bakımından üslubunda saygılı bir dil benimsemiştir. Açık<br />
bir anlatım tarzına sahip Olan Sadettin Bey 1954-1960 döneminde kişiliği<br />
ve çalışmaları bakımından mecliste iz bırakan şahsiyetlerden biri olmuştur.<br />
93
KOCAELİ YEREL BASININDA 6-7 EYLÜL OLAYLARI<br />
Doç. Dr. Mustafa MÜJDECİ<br />
Çankırı Karatekin Üniversitesi<br />
6-7 Eylül Olayları, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı yönündeki<br />
haberle başlayan olaylardır. 1955 yılının 6 Eylül’ünü 7 Eylül’e<br />
bağlayan gece İstanbul’da gerçekleşen olaylarda Rumlara yönelik sert<br />
sözleri muhtevi sloganlarla yürüyüşler yapılmış özellikle de Rumlara yönelik<br />
ev ve işyerleri tahrip edilmiştir. Hadise ilk bakışta “duygusal bir tepki/patlama”<br />
şeklinde değerlendirilse de bugüne kadar farklı iddialar da<br />
dile getirilmiştir. Dönemin konjonktüründen bağımsız düşünülmemesi<br />
gereken bu olaylarda Kıbrıs’ta artan gerilim ve bazı gazete ve sivil toplum<br />
örgütlerinin de etkisi olduğu unutulmamalıdır. Olayların sonrasında sıkıyönetim<br />
ilanı ve devlet adamlarımızın olaya yaklaşımı da bu olayın mahiyetinin<br />
etraflıca anlaşılmasında önemlidir. İstiklal Caddesinden Beyoğlu’na<br />
ve Adalar’a kadar Rumların mallarının zarara uğratıldığı olaylarda<br />
rol alan insanların önemli bir kısmının da İzmit’ten trene bin(diril)erek<br />
İstanbul’a geldiği bilinmektedir. Bu bakımdan tabir yerindeyse olayların<br />
bir “tarafı” da İzmit olmuştur.<br />
Bu çalışmada dönemin Kocaeli/İzmit basınındaki 6-7 Eylül Olayları’na<br />
ilişkin haber, yorum, görsel materyal ve değerlendirmeler karşılaştırmalı<br />
olarak ele alınacaktır. Bir söylem analizi şeklinde gerçekleştirilecek<br />
çalışmada Kocaeli’de yayınlanan ve 1955 yılında yayınını sürdüren<br />
Demokrat Kocaeli, Yavuz İzmit, Hürsöz, Bizim Şehir, Azim ve İstiklal gibi<br />
günlük gazetelerin bakışıyla olayların öncesi ve sonrası da dâhil olmak<br />
üzere değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ulaşılabildiği ölçüde Yeni Halk,<br />
Yaman İzmit, Demokrat Ege, Demokrat İzmit gazeteleri de incelenecektir.<br />
Haftalık yayınlanan Demir Işık gazetesinin de nüshalarına ulaşıldığı<br />
takdirde bu çalışmaya katkı sağlayacağı düşünülmektedir.<br />
94
ÇAĞDAŞ DÖNEMDE AZERBAYCAN VE TÜRKİYE<br />
CUMHURİYETLERİ’NİN İŞBİRLİĞİNDE MARMARA<br />
BÖLGESİNİN ROLÜ<br />
Prof. Dr. Tofig MUSTAFAZADE<br />
Doç. Dr. Feride ALİYEVA<br />
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi<br />
İki kardeş ülke olan Azerbaycan ve Türkiye arasında her zaman sıkı ilişkiler<br />
olmuş, birbirine yardımda bulunmuşlardır. Bellidir ki, 1918 yılında<br />
Ermeni çeteleri Azerbaycan Türklerine karşı soykırım yaptıkları zaman<br />
Nuri Paşa’nın komutanlığı ile Osmanlı kuvvetlerinin yardıma gelmesi’nin<br />
Azerbaycan halkının kurtuluşunda önemi çok büyüktür. Daha sonra Türkiye<br />
halkının istiklal mücadelesi’nde Azerbaycan türkleri de kandaşlarına<br />
manevi ve maddi yardımlarda bulunmuşlar.<br />
1991 yılında Azerbaycan yeniden bağımsızlığını kazandıktan sonra onun<br />
müstakilliyini ilk olarak Türkiye Cumhuriyeti resmi şekilde kabullenmiş<br />
ve ülkemizin bağımsızlığının pekişmesine her türlü yardımda bulunmuştur.<br />
Günümüzde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin uluslararası ilişkiler sisteminde<br />
Türkiye’nin özel yeri vardır. 2007 yılında Bakü-Tiflis-Ceyhan ihrac boru<br />
hattının açılışı ile Azerbaycan Türkiye’nin enerji tehlikesizliyinde, Türkiye<br />
ise Azerbaycan petrolu ve doğalgazının Avrupa’ya transferinde çok<br />
önemli rola sahiplenmiş oldu.<br />
İki kardeş ülke arasında ekonomik bağlar günü günden pekişmektedir.<br />
Bakü-Tiflis-Kars tren hattı inşa ediliyor, 2015 yılı 17 Mart’ta Trans Anadolu<br />
Doğal Gaz Boru Hattının (TANAP) inşasına başlanmıştır. 2018 yılında<br />
tamamlanması planlanan bu boru hattının kapasitesinin yılda 16-21 milyar<br />
m3 olacağı öngörülmektedir. Bir hattın Yunanistan’a, diğerinin Bulgaristan’a<br />
ulaşacağı düşünülmektedir. 1850 km uzunluğundaki hattın 19<br />
kilometresi Marmara Deniz’inden geçecektir.<br />
Türkiye ve Azerbaycan arasında eğitim ve kültür alanında da sıkı ilişkiler<br />
mevcuttur. Azerbaycan gencleri Türkiye’de, Türkiye gençleri ise Azerbaycan’da<br />
eğitim alıyorlar. İki devlet arasında eğitim ve bilimsel-kültürel<br />
ilişkilerin gelişmesinde Marmara bölgesi, o sıradan Kocaeli önemli<br />
role sahiptir. Kocaeli’de binlerce Azerbaycan Türkü yaşıyor, Azerbaycan<br />
kültür derneği mevcuttur. 2011 yılının ekimin sonunda Kocaeli’de Haydar<br />
Aliyev parkı açılmıştır.<br />
95
Günümüzde Azerbaycan ve Türkiye cumhuriyetlerini sıkı kardeşlik bağları<br />
birleştiriyor. İki devlet her zaman hep birbirini destekliyor. Türkiye Ermenistan<br />
tarafından işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının azat edilmesi<br />
için sıkı çabalar harcıyor. Aynı zamanda Azerbaycan da en kritik durumlarda<br />
Türkiyenin yanındadır. Rus ucağı Türkiye hüdutlarını bozduğu için<br />
vurulduktan sonra Rusya Türkiye’ni zor duruma düşürmek için doğalgaz<br />
ihracını keseceği ile tehdit etdikde bile Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı İlham<br />
Aliyev Türkiye’nin sıkıntısını önlemek için bir kardeş gibi Türkiyeye<br />
gereken doğalgazın verileceyini beyan etti.<br />
PEOPLE OF MUSEVI FAITH IN KOCAELI:<br />
JEWS, KARAIM, DONMES<br />
Drs. Gerşom QIPRISÇI<br />
The Leiden Research Institute for Rational Monotheism<br />
Since ancient biblical times Anatolia played an important role in the written<br />
texts and oral traditions of the religion of the followers of Prophet<br />
Moses (known in Islam as Nabi/Nebi Musa).<br />
The current conference is dedicated to the history of Nicomedia. It provides<br />
us an opportunity to present a paper which will share our current<br />
knowledge about three Nicomedian/Izmitian communities or sects of the<br />
adherents of the religion of prophet Moses, namely the Jews (turk.Yahudiler),<br />
the Karaim (turk.Karaimler) and the Sabbateans (turk.Dönmeler).<br />
Being an important city in today Turkey - as well as it was an important<br />
city at the past, - Nicomeida (Izmit) as the hub of nearly all Anatolian roads<br />
was a natural gateway to the Bosporus and the carrying trade of the<br />
city, its commerce, its importance as the royal capital attracted respective<br />
communities of Jews and Karaim to settle in the city and its suburbs.<br />
These Israelite Mosaic communities exerted considerable influence on<br />
the trade routes of Anatolia from very early times.<br />
The Jewish orthodox community of Izmit was first mentioned in various<br />
sources in the sixth century. Izmit was referred to in the Rabbinic Jewish<br />
sources as Isnimit. During 16th century some Jewish families arrived<br />
as refugees from Spain and settled in Izmit, by the middle of the 17th<br />
century there were about sixty Jewish orthodox families over there, who<br />
dwelled in a separated quarter, called Yahudi Mahallesi. As it was com-<br />
96
mon the local Jewish Orthodox community had its court, a synagogue,<br />
ritual bath and religious school, as well as a cemetery. The members of<br />
the community engaged in petty trade, some others were artisans.<br />
A big change came to the life of the Orthodox Jews by the middle of 17th<br />
c. Vast majority of the Orthodox Jews in the Ottoman empire initially accepted<br />
the claims of a Jewish rabbi Sabbatai Zevi/Sevi on his ‘Messiaship’<br />
. Sabbatai Zevi’s followers, both during his “Messiahship” and after<br />
his conversion to Islam (1666), are known today as Sabbateans (Dönmeler<br />
in Turkish). While the Sabbatean movement initially started as a<br />
pure Jewish Orhodox pseudomessianic movement, after Sabbatai Zevi/<br />
Sevi conversion to Islam in 1666 it would be better described as Judaeo-Islamic<br />
rather than Jewish. Indeed here one can speak of a hybrid<br />
Jewish-Muslim identity.<br />
Even though the expansion of this pseudomessianic movement is well<br />
documented, the true reason why we do not know that much about Sabbateans<br />
in general and about their influence among the Jews in Anatolia<br />
and Izmit in particular is well argumented in Gad Nassi article ‘Three<br />
Sabbatean objects’ who wrote: ‘Since the apostasy of Sabbetai Sevi, the<br />
rabbis and their followers preferred to minimize the importance of the<br />
movement and even to ignore it’ He continues that in many communities,<br />
records and documents concerning the Sabbatean movement were destroyed.<br />
It can be added as well that Sabbateans themselves initially did<br />
everything to hide their true faith, rituals and traditions. Nevertheless,<br />
the impact of Sabbateans on Ottoman Jewry from middle of 17th c. was<br />
enormous, but during the following centuries Jewish orthodox rabbis<br />
succeeded to suppress the Sabbateans bringing their spiritual flock-the<br />
Orthodox Jews-to the ‘normative’ Orthodox Judaism. While some Sabbateans<br />
survived in Turkey till present day.<br />
Maximum of Jews as much as 512 are mentioned in Izmit in 1911–12. In<br />
1919, when the Greeks conquired western Anatolia, most of the Jews fled<br />
to Istanbul and Jewish community in Izmit ceased to exist.<br />
Unlike their spiritual opponents –the Rabbinic (Orthodox) Jews- the Karaim<br />
(an admixture of Turks, Greeks, Persians and Semits who adopted<br />
Mosaic faith) do not recognize the so-called Oral or second Torah, arguing<br />
that God revealed Himself to the Sons of Israel in the one and only<br />
text-the Torah of Moses which was written down in the Pentateuch.<br />
In his ‘Karaite encyclopaedia’ published in Frankfurt-on-Main 1995, Nat-<br />
97
han Schur in two articles ‘Nicomedia’ and ‘Aaron ben Elijah of Nicomedia’<br />
presumes that the Karam community existed there already in the 13th c<br />
(and possibly earlier), and that the standard of learning and education of<br />
some of its members was of a high level. The most important theologian<br />
and spiritual leader of the Karaim community of Nicomedia’ was hakham<br />
Aaron ben Eliyah (1300-1369) paper on whom I presented during the last<br />
conference.<br />
In spite that there is some research done by Turkish and Israeli scholars,<br />
the state of research of Israelite Mosaic communities in Turkey in<br />
general and in Kocaeli province in particular is still somehow poor. There<br />
is no doubt however that further research about these communities is<br />
required.<br />
İZMİT ERMENİLERİ: OSMANLI ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA<br />
RAYMOND KÉVORKİAN’IN TEZLERİNE BİR REDDİYE<br />
Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK<br />
İpek Üniversitesi<br />
İzmit 16. yüzyıldan itibaren Ermeni göçü almış şehirlerden birisidir. I.<br />
Dünya Savaşı öncesinde 60 bin civarında Ermeni nüfusun yaşadığı İzmit’te<br />
kilise ve okullarıyla müreffeh bir Ermeni toplumu yaşıyordu. Savaş<br />
öncesinde huzur ve güven içerisinde yaşayan İzmit Ermenileri de ne<br />
yazık ki Ermeni isyanının parçası oldular ve çok stratejik bir konumda<br />
yer aldıkları için İtilaf devletleri tarafından müttefik olarak görüldüler ve<br />
kullanıldılar. Bu yüzden Osmanlı hükümeti İzmit Ermenilerini de tehcire<br />
tabi tuttu. Ermeni soykırım tezini savunan tarihçiler İzmit’in savaş bölgesi<br />
olmadığı iddiasıyla bu tehcir kararını, hükümetin sözde “Ermenilerin<br />
topyekûn” imhasının bir parçası olarak sundular. En son olarak Raymond<br />
Kevorkian “Armenian Genocide” adlı eserinde İzmir Ermenilerini<br />
tehcirine özel bir bölüm ayırdı. Kevorkian bu eserinde bölgenin askerlik<br />
yaşındaki Ermenilerinin seferberlik ilanından sonra amale taburlarına<br />
alındığını, diğerlerinin yasadışı silah bulundurdukları iddiasıyla haksız<br />
yere tutuklandığı veya sürgün edildiğini kaydetmektedir. Başka bir deyişle<br />
Kevorkian buradaki Ermenilerin sessiz, sakin ve kanunlara uyan vatandaşlar<br />
olmalarına rağmen sürgün edildiklerini öne sürmektedir. Hükümetin<br />
amacının bölgede ermeni varlığını ortadan kaldırmak olduğunu<br />
ileri süren Kevorkian, Teşkilat-ı Mahsusa yetkililerini şehre bu amaçla<br />
98
gönderildiğini savunmaktadır. Sürgünlerin diğer bir amacının da Ermeni<br />
mallarına el koymak olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Ermeniler ne<br />
isyan etmiş ne de silahlanmışlardır. Ermenilere kumpas kurulmuştur.<br />
Kevorkian bölge Ermenilerinin tehciri hakkında bu iddiaları uzun bir süre<br />
önce dile getirmelerine rağmen ne yazık ki İzmit Ermenileri hakkında<br />
ülkemizde yazılan eser ve makalelerde tehcir ve sonrası gelişmeler<br />
yeterince açığa kavuşturulmuş değildir. İşte bu makalede, Kevorkian’ın<br />
iddiaları tek tek ele alınacak ve İzmit Ermenilerinin tehcirinin bir kumpas<br />
olduğu yolundaki iddialara cevap verilecektir. Osmanlı arşiv belgeleri<br />
ışığında İzmit Ermeni tehcirinin ele alınacağı bu makalede savaş öncesi<br />
ve sonrasında bölge Ermenilerine yönelik Osmanlı politikaları ve emval-i<br />
metruke iddialara kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır.<br />
Osmanlı döneminde İzmit idari bakımdan çok daha geniş bir alanı içermesine<br />
rağmen bu tebliğimizde sayfa sınırlaması sebebiyle sadece İzmit,<br />
Karamürsel ve yakınlarındaki Ermenilerin durumu incelenecektir.<br />
ERMENİ KAYNAKLARINA GÖRE ARMAŞ VE ERMENİLER<br />
Yrd. Doç. Dr. Melek SARI GÜVEN<br />
Bartın Üniversitesi<br />
İzmit’in kuzey doğusunda bulunan Armaş kayıtlarda Tospit Dağı şeklinde<br />
de yer almaktadır.1337 yılında Osmanlı idaresine girmiş olan Armaş,<br />
1412 yılında aldığı Ermeni göçlerle Ermenilerin de yaşadığı bir mekân<br />
haline gelmiştir. 1416 yılında Armaş Manastırı’nın kurulması ile Armaş<br />
Ermeniler için daha da önemli bir hale gelmiştir. Çünkü bu manastır Batı<br />
Anadolu’da kurulmuş olan ilk ve tek Ermeni Ruhban Okulu’nu içermektedir.<br />
Bunun yanında matbaa, kütüphane, fırın ve çiftlik de manastır kapsamında<br />
köylünün hizmetine sunulmuştur. 1461 yılında İstanbul Ermeni<br />
Patrikhanesi’nin kuruluşuna kadar Armaş Manastırı, Batı Anadolu’nun<br />
Ermeni Ruhani Merkezi olmuş ve hac için gelen Hıristiyanları ağırlamıştır.<br />
15. Yüzyıl itibariyle Ermeniler için dini, siyasi, sosyal ve kültürel<br />
değere sahip olan Armaş’ın Ermenice kaynaklardan yararlanılarak aktarılması<br />
çalışmayı önemli kılmaktadır. Bu çalışmada, Armaş ve Armaş<br />
Manastır’ı hakkında bilgiler ile bu mekânların Ermeniler için önemi ve<br />
yeri Ermenice kayıtlar yardımıyla aktarılacaktır.<br />
99
SAVAŞIN GÖLGESİNDE ERMENİ VAHAN ÇETESİ<br />
VE FAALİYETLERİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Abdullah LÜLECİ<br />
Abant İzzet Baysal Üniversitesi<br />
Savaşların yarattığı en büyük problemlerden biri güvenlik zafiyetidir.<br />
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşanan savaşların gölgesinde<br />
devlete karşı yapılan eşkıyalık ve çetecilik gibi faaliyetler, bir takım Rum<br />
ve Ermeni unsurlar tarafından yürütüldü. Bilhassa İzmit ve çevresinde<br />
teşkil edilen Ermeni Vahan çetesi, gerek patrikhane, Ermeni ve Rum unsurlar<br />
gibi yerli gerekse başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri gibi<br />
yabancı güçlerin desteğiyle devlete ve sivil halka karşı her türlü fenalığı<br />
gerçekleştirdi. Köyleri basıp çok sayıda Müslüman ahaliyi öldüren, evleri<br />
yağmalayan ve bir takım sahte evrak kullanarak devlete ihanette bulunan<br />
Ermeni Vahan çetesine karşı Bâb-ı Ali birtakım tedbirler alma yoluna gitti.<br />
Ancak savaş döneminde Ermeni Vahan çetesine karşı yapılan mücadele<br />
istenilen düzeyde başarıya ulaşamadı.<br />
19. VE 20.YÜZYILLARDA KOCAELİ’NDEKİ PROTESTAN<br />
KADIN MİSYONERLER VE FAALİYETLERİ<br />
Ebru Emine OĞUZ<br />
Osmanlı topraklarını paylaşabilmek için hevesle beklemekte olan İngiltere,<br />
Fransa, Rusya gibi emperyalist güçlere ilaveten, çıkarları doğrultusunda<br />
Monroe Doktrini’ni hiçe sayabilen Amerikan Devleti stratejik konumunun<br />
yanı sıra kozmopolit yapısıyla, özellikle de barındırdığı yoğun<br />
Ermeni nüfusu ile dikkatleri çeken Kocaeli...<br />
Bu doğrultuda ise; bahsi geçen paylaşımı gerçekleştirebilmek için Amerika’nın<br />
kullandığı yöntem, silah yerine Protestan misyonerlerce kurulan<br />
okul, hastane ve yetimhaneler; belirdiği hedef kitle ise, Osmanlı Devleti’nde<br />
“millet-i sadıka” konumundaki Ermeni azınlık, bilhassa daha kolay<br />
etkilenebilirlikleri göz önüne alındığında hasta, yetim, çocuk ve kadınlardı.1832<br />
yılında İzmit’e öncelikle, amaçları Protestanlığı yaymak olan erkek,<br />
ardından aile ve devamında ise kadın misyonerler ayak basmışlardı.<br />
Özel bir eğitimden geçen bu kadınlar, erkek misyonerler ile evlendirilip<br />
100
eşleriyle birlikte Osmanlı topraklarına gelerek başladıkları Protestanlaştırma<br />
faaliyetlerini sonraları ise yalnız olarak sürdürmüşlerdi. İlk dönemlerde<br />
her ne kadar kadınların tek başlarına misyonerlik çalışmalarında<br />
bulunmaları gerek sosyal, gerekse ekonomik açıdan uygun görülmese<br />
de, zamanla bu bakış açısı değişime uğramış; zira yapısı gereği Osmanlı<br />
toplumunda yaşamını sürdüren Ermeni kadınlar hedef alındığında, erkek<br />
misyonerlerin tek başlarına başarı sağlayabilmeleri pek de mümkün<br />
olamamıştı.<br />
Konudaki araştırmaların az sayıda olmasından ötürü, mevcut boşluğu<br />
doldurabilmek amacı ile birtakım yerli ve yabancı kaynaklar kullanılarak<br />
hazırlanan bu çalışmada, yoğunlukla Bahçecik ve Adapazarı bölgelerine,<br />
Protestanlığı yayabilmek adına gelen Amerikalı kadın misyonerlerin yürüttükleri<br />
çeşitli faaliyetlere ek olarak bölgede öne çıkan bazı isimlere de<br />
yer verilmiştir.<br />
MEŞRU-GAYRİMEŞRU FAALİYETLERİYLE BARDIZAG<br />
AMERİKAN KOLEJİ’NİN YARIM ASIRLIK TARİHİ<br />
(1873-1923)<br />
Süleyman PEKİN<br />
Bardızag Amerikan Koleji ya da diğer ismiyle Bitinya Program Yüksek<br />
Okulu (Bithynia High School) Ermenileri Protestanlaştırmak için açılan<br />
okullardan biriydi. Amaç iyi eğitime susamış insanlar arasında eğitim<br />
yoluyla Protestanlığı yaymak ve her birini emperyalist oyunlara katabilmektir.<br />
İstanbul’da Cyrus Hamlin ne yaptıysa Robert Chambers de Kocaeli’nde<br />
daha fazlasını yapmaya çalışmıştır. Bulgaristan, misyoner (Robert Koleji)<br />
imalatı bir devletti. Bardızag Amerikan Koleji de bağımsız Ermenistan<br />
davasının Batı üssü olacaktır.<br />
Tehcir öncesinde olduğu gibi sonrasında da kalan Ermenilerce yer yer terör<br />
ve fesat hareketlerinin sürdürüldüğü görülmektedir. Daha da ilginci<br />
bu işler için Bahçecik Amerikan Mektebi ve okul öğretmenlerinin başrolü<br />
oynamaya devam etmek istemeleridir.<br />
Her daim şikâyet ve naz makamında olan Ermenilerin yabancı devlet ve<br />
elçilik himayesi misyonerler vasıtasıyla irtibat kazanmıştır. Dolayısıyla<br />
101
Türk Kurtuluş Savaşı aynı zamanda misyonerlere karşı da yapılmış bir<br />
savaştır.<br />
Bahçecik’teki Amerikan Koleji’nin kurulmasıyla Ermeniler arasında önce<br />
Protestanlık sonra da isyan ve ihtilâl fikirlerinin yayılmasına öncülük<br />
eden, okullar ile kilise mahzenlerinin cephanelik olmasına sebebiyet veren<br />
ve Ermenilerin başkalarına yaptıklarıyla başlarına gelenlerin başta<br />
gelen sorumluları arasında Amerikan BOARD Teşkilatı yer almaktadır.<br />
KOCAELİ VİLAYETİ’NİN TEŞEKKÜL SÜRECİ<br />
Prof. Dr. Enis ŞAHİN<br />
Sinan DEMİRAĞ<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Kocaeli ve çevresi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, Türk<br />
mülkî yapılanmasında genel olarak sancak şeklinde yer almış, zaman<br />
zaman müstakil liva ve mutasarrıflık şeklinde de görünmüştür. Erken<br />
dönemlerde bölgenin sınırları batıda İstanbul Boğazı’na kadar uzanırken,<br />
doğuda zaman zaman değişmekle birlikte Kastamonu ve Bolu Vilayetleriyle<br />
çevrili olmuştur. Sancağın güneybatı sınırları ise ya Hüdavendigâr<br />
(Bursa) Eyaleti/Vilayeti’ne kadar dayanmış ya da İzmit doğrudan doğruya<br />
Hüdavendigâr’a mülhak yerlerden birini oluşturmuştur. Zaten İzmit<br />
Sancağı mülkî yapılanmada genel olarak İstanbul (Zabtiye Müşiriyeti ve<br />
Şehremaneti Mülhakatı), Hüdavendigar, Kastamonu ve çok az bir süre<br />
de Cezair-i Bahr-ı Sefid Eyalet/Vilayetlerine bağlı bulunmuştur. Tanzimat<br />
sonrası Osmanlı devleti mülkî yapılanmada yeni bir anlayışa doğru yönelmiş<br />
ve modern devlet yapısının temelleri bu dönemde atılmıştır. 1864<br />
Vilayet Nizamnamesi, bu konuda bir dönüm noktası olmuş ve Osmanlı<br />
mülkî yapısının bundan sonraki yol haritasını teşkil etmiştir. Bunun etkileri<br />
tüm Osmanlı memâlikinde olduğu gibi, İzmit ve çevresinde de kendisini<br />
etkili bir şekilde göstermiştir. Modern anlayışla atılan adımlar, yarımadanın<br />
tamamında etkili olmuş, yeni köyler ihdas edildiği gibi, nahiye ve<br />
kazaların sayısında da ciddi artışlar gözlenmiştir. 1890 yılından itibaren<br />
İzmit merkezli sancak, müstakil mutasarrıflığa/livalığa dönüştürülmüş<br />
ve idarî yönden hiçbir vilayete dâhil edilmeden direkt olarak merkezle<br />
irtibatlandırılmıştır.<br />
Tarihî kayıtlarda ve özellikle salnamelerde Kocaeli/İzmit şeklinde görü-<br />
102
len sancağın, müstakil mutasarrıflığa çevrilmesi, müstakbel Kocaeli Vilayeti’nin<br />
de temelini oluşturmaktadır. 1890’daki müstakil mutasarrıflık<br />
durumu, Cihan Harbi’nden Millî Mücadele dönemine kadar küçük değişikliklerle<br />
birlikte aynen sürdürülmüştür. Osmanlı devletinin bu son döneminde<br />
(Ekim 1920) çok kısa bir süreliğine vilayete çevrilme kararı alınan<br />
ve çeşitli sebeplerle bundan hemen vazgeçilen İzmit’in yıldızı, mülkî<br />
yönden asıl olarak Anadolu’da yeni bir devletin kurulmasının şafağında<br />
parlamaya başlamıştır. Nitekim Cumhuriyetin ilânının hemen öncesinde<br />
(Ekim 1922), Kocaeli ve çevresi, tarihinde ilk kez olmak üzere vilayet konumuna<br />
yükseltilmiştir. Bu, uzun süredir idarî olarak büyük değişiklikler<br />
ve gelişmeler yaşayan bölgenin, mülkî yapılanmada geldiği son noktayı<br />
ifade ediyordu. Zaten Kocaeli ve çevresinin asıl gelişimi de, Cumhuriyet<br />
Türkiyesi ile birlikte söz konusu olacaktır.<br />
Bu bildiride, Türk idaresine alınmasını müteakiben Kocaeli ve çevresindeki<br />
mülkî gelişmelere özet olarak değinildikten sonra, bölgenin müstakil<br />
mutasarrıflıktan vilayete dönüştürülmesi süreci ayrıntılı olarak ele<br />
alınmıştır. Bu aşamada bildirinin başlıca kaynağını, T.C. Başbakanlık<br />
Cumhuriyet ve Osmanlı Arşivlerinden temin edilen belgeler oluşturmaktadır.<br />
Ayrıca dönemin basını ve konuyla ilgili araştırma eserlerinden de<br />
istifade edilmiştir. Uluslararası Gazi Süleyman Paşa ve Kocaeli Tarihi<br />
Sempozyumu’na sunulan bu tebliğ, sonuç itibariyle bir anlamda da Osmanlı’dan<br />
Cumhuriyet’e geçiş ânının, mülkî manada Kocaeli ve çevresindeki<br />
hikâyesini muhtevidir.<br />
KAPTAN PAŞA EYALETİ’NE BAĞLI OLARAK<br />
KOCAELİ SANCAĞI<br />
Doç. Dr. Emine DİNGEÇ<br />
Dumlupınar Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti askeri bir devletti. Yapılanması ve devlet teşkilatının bütün<br />
unsurları da bu anlayış içinde şekillendi. İdari yönetimin parçası olarak<br />
algılamaya meylimiz olan beylerbeylik ve sancakbeylik özünde askeri<br />
birimlerdi. Bu yapılanma içerisinde topraklar dirliklere ayrılır ve dirlik<br />
sahipleri beylerbeylerinin, sancakbeylerinin önderliğinde sefere eşerlerdi.<br />
Kocaeli Sancağı, 16. yüzyılın ortalarına kadar Anadolu Beylerbeyliği’<br />
ne bağlı idi. Anadolu Beylerbeyi, ilk kurulan beylerbeyliklerden olması<br />
itibari ile tımar sisteminin başından beri uygulandığı yerlerdendi.<br />
103
16. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin “cihan devleti” olma iddiasına en yakın olduğu<br />
yüzyıl idi. Devletin büyümesine paralel ve cihan devleti olma iddiasının<br />
gereği olarak denizlere hâkim olmadıkça dünyaya hâkim olamayacağını<br />
fark eden Osmanlı, deniz gücünü arttırmak ve desteklemek amacıyla<br />
yeni politikalar ve pratikler geliştirdi. Bu uygulamalar içinde Anadolu<br />
Eyaleti’nde yer alan Kocaeli Sancağı’nın içinde bulunduğu coğrafi konum<br />
itibari ile Kaptanpaşa eyaletine bağlanması yer aldı. Kaptanpaşa eyaletine<br />
bağlı olmak, tımar ve zeamet sahipleri ile birlikte derya seferine gitme<br />
zorunluluğunu beraberinde getiriyordu. Bu bildiride değişimin Kocaeli<br />
Sancağı’na getirdiği yeni sorumluluklar, mühimme ve tahrir defterlerinin<br />
incelenmesi ile tartışılacaktır. Bu yönü ile Osmanlı teşkilat tarihine<br />
katkıda bulunması hedeflenmektedir.<br />
KURULUŞUNDAN 18. YÜZYILIN SONUNA KADAR KOCAELİ<br />
SANCAĞI’NIN OSMANLI İDARİ TAKSİMATI İÇERİSİNDEKİ<br />
YERİ VE YÖNETİCİLERİ<br />
Prof. Dr. Orhan KILIÇ<br />
Fırat Üniversitesi<br />
İznikmid (İzmit)’in 1337 yılında Osmanlılar tarafından fethinden sonra İzmit<br />
merkezli Kocaili Sancağı ihdas edilmiştir. Aynı yıllarda Karesieli ve<br />
Orhan Bey’in son devirlerinde Ankara’nın da bir sancak olarak Osmanlı<br />
idari sistemi içerisine dahil olduğu tespit edilmektedir.<br />
Anadolu Beylerbeyliği’nin kurulmasından itibaren Kocaili Sancağı’nın bu<br />
beylerbeyilik/vilayet bünyesinde olduğu görülür. 1430 yıllarında Anadolu’daki<br />
16 sancaktan birisi de Kocaili’dir. 16. yüzyılın ortalarında Kocaili<br />
Sancağı aynı zamanda “Anadolu Vilayeti Müselleman Sancakları” içerisinde<br />
de yazılmaya başlanmıştır.<br />
Kocaili Sancağı 16. yüzyılın ortalarından sonra Cezayir veya Derya Kaptanlığı’na<br />
bağlı bir sancak olarak idari taksimat içerisinde yer almıştır.<br />
Bu durumu uzun bir müddet devam etmiş daha sonra Süveyş Kaptanlığı<br />
bünyesinde yazılmaya başlanmıştır. 17. yüzyılın sonlarında Kocaili<br />
Sancağı’nın Karlıili ile birlikte Süveyş Kaptanlığı’nı oluşturan sancaklar<br />
içerisinde olduğunu tespit edebilmekteyiz. 1717-1740 yıllarına ait sancak<br />
tevcih defterlerinde Kocaili Sancağı’nın tekrar Derya Kaptanlığı bünyesinde<br />
olduğu görülür. 1756-1792 yılları arasında ise “Muhassılık-ı Eya-<br />
104
let-i Mora Ma’a Muhafızlık-ı Kal’a-i Anapoli” diye ifade edilen üst idari<br />
birim bünyesinde bulunmaktadır.<br />
Bu bildiride; Kocaili Sancağı’nın kuruluşundan 18. yüzyılın sonuna kadarki<br />
idari taksimat süreci ortaya koyulacaktır. Sancak tevcih defterlerinden<br />
elde edilen bilgilerle sancağın bu süreç içerisinde hangi bey veya paşalar<br />
tarafından, hangi usullerle tasarruf edildiği de açıklanacaktır. Araştırmanın<br />
ana kaynakları sancak tevcih defterleridir. Ancak mühimme defterleri<br />
diğer arşiv kaynakları ve klasik kaynaklara da müracaat edilecektir.<br />
19. YÜZYILDA KOCAELİ’NİN İDARİ YAPISI<br />
Prof. Dr. Ahmet AKSIN<br />
Ela ÖZKAN<br />
Fırat Üniversitesi<br />
Kocaeli Osmanlı Devleti içerisinde idari durumu dikkat çeken şehirlerden<br />
biri olmuştur. 19. yüzyılda Tanzimat’la birlikte meydana gelen idari yenilikler<br />
Kocaeli’nin idari vaziyetini de yakından etkilemiştir. Oluşturulmaya<br />
çalışılan yeni idari düzen kısa zamanda Osmanlı Devleti’nin tüm eyaletlerinde<br />
uygulanmaya başlamıştı. Bu sistemi desteklemek için oluşturulan<br />
Muhassıllık sistemi içerisinde Kocaeli yerini alan şehirlerden olmuştur.<br />
Uzun bir süre devam eden bu idari yapılanmanın temelini Eyaletler oluşturuyordu.<br />
Eyaletler Livalara, Livalar Kazalara bağlıydı. Diğer taraftan<br />
1864 ve 1871 Vilayet Nizamnameleri ile Osmanlı Devleti’nin idari yapılanması<br />
yeni bir değişime uğramış, Eyaletlerin yerini Vilayetler, Livaların<br />
yerini Sancaklar almıştır. Bu nizamname ile Nahiyelerin de bir idari birim<br />
olarak ortaya çıktığını görüyoruz.<br />
Biz bu tebliğimizde 19. yüzyılda Osmanlı Devletinde yapılan yenilik hareketleri<br />
(idari alanda) içerisinde Kocaeli şehrinin idari yapısında meydana<br />
gelen değişimleri tespit etmeye çalışacağız. Çalışmamızı hazırlarken<br />
temel başvuru kaynağımız Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki defterler ve<br />
belgeler olacaktır. Bunlar: Divan-ı Hümayun Nişan Kalemi Defterleri,<br />
Sadaret Müteferrik Evrakları, Sadaret Mektubi Kalemi Vilayet Evrakları,<br />
Cevdet Dâhiliye, İrade, Kamil Kepeci Tasnifleri, Maliye Defterleri, Muhasebe<br />
Defterleri, Meclis-i Vala Evrakları gibi Arşiv Kaynakları olup Devlet<br />
Salnameleri ile Tetkik Eserlerden de istifade yoluna gidilecektir.<br />
105
OSMANLI DÖNEMİ HARİTALARINDA KOCAELİ’NE DAİR TESPİTLER<br />
Resül NARİN<br />
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />
Bithynia kıralı Nicomedes’ten adını alan Nicomedia şehri Roma ve Bizans<br />
dönemlerinde de önemini korumuş bir kenttir. Bölgenin kesin olarak<br />
Türk hâkimiyetine geçişi Orhan Bey zamanında 1337 tarihinde mümkün<br />
olabilmişti. Nicomedia şehri Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra İznikmid/İzmid<br />
olarak isimlendirilirken bölge ise sancak haline getirilirken<br />
Gazi Akça Koca’ya atfen Kocaeli diye tanımlanmıştır.<br />
Osmanlı haritacılığında orijinal eserlerin ortaya konulduğu devir XVI. Yüzyılın<br />
ilk yarısıdır. Genelde bu asrın sonlarına kadar olan çalışmalara yön<br />
veren örnekler. Doğu ve Batı kaynaklarının karışımı ürünlerden meydana<br />
geliyordu. Osmanlıların erken devirlerine ait haritalar ele geçmemiştir;<br />
ilk örneklere XV. yüzyılın ortalarından itibaren rastlanır. Kullanıcıları için<br />
önemli bilgiler veren haritalar tarih araştırmalarında da önemli bir yere<br />
sahiptir.<br />
Bu çalışmada Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan haritalar başta olmak<br />
üzere yerli ve yabancı diğer arşivlerde yer alan haritalar incelenerek<br />
Kocaeli’nin bu haritalarda nasıl bir yer bulduğu ve idari taksimatı gibi konularda<br />
bir analiz yapılacaktır.<br />
1925-1930 YILLARI ARASINDA KOCAELİ VİLAYETİ<br />
Doç. Dr. Ünal TAŞKIN<br />
Adıyaman Üniversitesi<br />
Marmara denizinin doğusunda kara içine doğru sokulan sokulan körfezin<br />
sonunda kurulmuş bir şehirdir. Tarihi eski çağlara giden Kocaeli, İzmit<br />
adıyla da bilinir. İlk Osmanlı kayıtlarında İznikmid olarak geçen şehirde<br />
Bitinya, Roma ve Bizans idareleri görüldü. 358’deki büyük deprem ve devamında<br />
378 yılındaki Got istilası sırasında şehir büyük ölçüde tahrip oldu.<br />
İmparator Jüstinyen döneminde imar faaliyetlerinin ön plana çıkmasıyla<br />
önemli eyalet merkezlerinden biri haline gelen şehir, 781-782 yıllarında<br />
Arap hâkimiyetine girdi. Türklerin Anadolu’ya girişinden kısa bir süre<br />
sonra 1081’de Selçukluların eline geçen şehir, 1085’ten itibaren yeniden<br />
106
Bizans idaresine alındı. Osmanlı Devleti sultanı Orhan Bey zamanında<br />
(1337) ele geçirilen şehir, bir Osmanlı sancağına dönüştürüldü. Ankara<br />
Savaşı’ndan sonra diğer şehirler gibi İzmit de Timur’un saldırısına uğradı<br />
ve yağmalandı. 1921’de Yunan işgaline uğrayan şehir, sırasında yer yer<br />
tahrip edildi. Cumhuriyet idaresi kurulduktan sonra gelişmeye başlayan<br />
şehirde yeni düzenlemeler yapılarak vilayet merkezi haline getirildi.<br />
Bu çalışmada Kocaeli vilayetini cumhuriyetin ilk yıllarındaki nüfusu, teşkilat<br />
yapısı, hayvan varlığı ve iktisadi durumu hakkında bilgiler verilecektir.<br />
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İZLER: AKÇAKOCA MAHALLESİ<br />
SOKAK İSİMLERİNİN SÜREKLİLİĞİNİN İNCELENMESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Zeynep Gamze MERT<br />
Yüksek Mimar Filiz ERTÜRK<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
İzmit Belediyesi<br />
Hızlı nüfus artışı, ekonomik, sosyal ve siyasi sebeplerin etkileriyle kentler<br />
varsa bile tarihi alt yapılarının öneminin farkında olmamakta veya bu<br />
durumu göz önüne almamaktadırlar. Bir kentin tarihi alt yapısı, kültürel<br />
birikimi o kentin kimliğinin anlamını ifade etmektedir. Tarihi ve kültürel<br />
değerlerin korunabilmesinin bu konu içerisindeki önemi büyüktür. Bunu<br />
sağlamanın yolu da güçlü bir belleğe sahip olmaktır. Bu sayede kimlik tarih,<br />
kültür ve bellek adına korumayı da beraberinde getirecek ve böylece<br />
sürdürülebilir kalkınma sağlanmış olacaktır.<br />
Kentsel dokunun en önemli ögelerinden biri de sokaklardır. Sosyalleşme<br />
sokaklarda başlar ve kentsel hafıza dediğimiz bellek oluşur. Sokağın<br />
yapısı her ne kadar onu çevreleyen yapılar tarafından belirleniyor gibi görünse<br />
de aslında gerçek yapıyı doğal çevre ve orada yaşayanlar belirlemektedir.<br />
Bu durumda tarih sokaklardan yazılmaya, kültür sokaklardan<br />
oluşmaya başlamaktadır. Sokaklara verilen isimler bunun en güzel kanıtıdır.<br />
Bu isimler bizlere geçmişle ilgili birçok veri aktarmaktadır. Bu nedenle<br />
sokak isimlerinin sürekliliğini sağlayabilmek tarih, kültür ve kimlik<br />
açısından son derece önemlidir.<br />
Çalışma, Kocaeli ili İzmit ilçesi Kentsel Sit alanı içerisindeki eski mahallerinden<br />
birisi olan Akçakoca Mahallesi’nde yapılmıştır. 1920’li yıllarda<br />
107
Belediye Fen Memurları tarafından yapılmış olan Osmanlıca İstikamet<br />
Planlarından, 1965 yılında yine belediye tarafından yapılan Hâlihazır<br />
planlardan ve 1995 yılında yapılan imar planları ile güncel planlardan sokak<br />
isimlerinin değişimi incelenmiştir. Alan gezileri ve incelemeleri yapılmış<br />
ayrıca bölgede yaşayan insanlarla ve mahalle muhtarlarıyla görüşülmüştür.<br />
İnceleme sonucunda 21 sokağın 43 değişik isim aldığı tespit<br />
edilmiştir. 90 yıllık dönem boyunca sadece 2 sokağın ismi değişmeden<br />
günümüze kadar gelmiştir.<br />
Sokak isimleri sosyal, idari, politik ve benzeri sebeplerle devamlı değişim<br />
içerisindedir. Bu çalışma değişimlerin kültürel zenginliği açığa çıkarmada<br />
yardımcı olmakla birlikte aynı zamanda bellekte meydana gelen kopmaları<br />
ortaya koymaktadır. Ancak tarihsel süreç içinde sokak isimlerinin<br />
sürekliliği aracılığıyla bellek gelecek nesillere taşınabilecektir.<br />
MİNYATÜR VE GRAVÜRLERDE İZMİT’İN<br />
KENTSEL SUNUMU<br />
Okt. Şennur KAYA<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıl sonlarına kadar çeşitleyebildiğimiz İzmit konulu<br />
minyatür ve gravürleri toplu olarak ele aldığımızda, bu görsellerin büyük<br />
kısmının, Osmanlı ve Doğu coğrafyasıyla ilgili Batı kaynaklarında –özellikle<br />
de seyahatnamelerde- bulunduğu tespit edilmektedir. Dolayısıyla<br />
da burada ele alacağımız iki minyatür dışında diğerleri Batılıların gözünden<br />
İzmit’i yansıtmaktadır.<br />
Osmanlı dönemine ait kaynakları ise Minyatürler oluşturmaktadır. Bunlardan<br />
ilki Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Matrahçı Nasuhi<br />
tarafından hazırlanmış minyatürlü yazma da yer alır. Matrakçı Nasuh<br />
tarafından yazılmaya başlanan bu ve diğer minyatürlü yazmalar, İslam<br />
dünyasında Osmanlıya özgü bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğeri<br />
ise Osmanlı’da Batılılaşmanın ilk nüvelerinin atıldığı Lale devrinden<br />
sonra sayıları artan sefaretnamelerden birinde bulunmaktadır.<br />
Bunları genel olarak değerlendirdiğimizde, bunların aslında yazılı olarak<br />
okuyucuya aktarılmak istenen İzmit’in kentsel özelliklerini, görsel açıdan<br />
da somutlaştırmak için hazırlanmış araçlar olduğu görülür. Büyük kısmının<br />
ilk defa gördüğü İzmit’i ortak belli imgelerle betimlemiş olmaları,<br />
108
gravürlere de yansımıştır. Ancak yine de bunlar dışında kalan bazı örnekler<br />
vardır. Ayrıca bu seyahatlerin amacı eğer kentin eski tarihi değerlerine<br />
vurgu yapmaksa gravürlerin seyri de bu yönde değişmektedir.<br />
Bu bildiride, yukarıda özetlenen bu hususlara dikkat çekilerek özellikle<br />
gravür ve minyatürlerdeki kentsel imgeler üzerinde durularak İzmit’in<br />
Osmanlı dönemindeki kentsel imajı verilmeye çalışılacaktır.<br />
19. YÜZYILDA İZMİT VE ÇEVRESİNDE GAYRİMÜSLİM<br />
NÜFUSUN YOĞUNLAŞMASI VE SONUÇLARI<br />
Doç. Dr. Ali Ata YİĞİT<br />
Giresun Üniversitesi<br />
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İzmit ve çevresinin demografik yapısına dair<br />
çeşitli kaynaklardan sağlanan verilere sahibiz. Tahrir, avârız ve temettüat<br />
defterleri, 1831 yılından itibaren yapılan nüfus sayımı istatistikleri ve<br />
seyahatnamelerde yer alan bilgiler aydınlatıcı olmaktadır. Ne var ki, 19.<br />
yüzyıl Osmanlı nüfus hareketlerine dair yapılan araştırmalar genellikle<br />
Müslümanların Kafkaslar ve Balkanlardan Anadolu’ya olan göçleri üzerinde<br />
yoğunlaşmaktadır. Gayrimüslimlerle ilgili hareketler ise, 20. yüzyılın<br />
ilk çeyreğinde gerçekleşen tehcir ve mübadele kapsamında incelenmiştir.<br />
Oysa yurt içinde meydana gelen nüfus hareketleri de son derece<br />
önemlidir. Nitekim konuyla ilgili verilerin değerlendirilmesi neticesinde,<br />
19. yüzyılda İzmit ve çevresinde gayrimüslim nüfusun hızla arttığı ve bölgenin<br />
dinî ve etnik bağlamda nüfus yapısının değiştiği görülmektedir.<br />
Yurt içinde meydana gelen ve tedricen gelişen nüfus hareketleri daha çok<br />
iktisadi sebeplerle olmuş, idari yapıda yapılan yeni düzenlemeler de bu<br />
süreci desteklemiştir. İzmit ve çevresinin coğrafi özellikleri ve konumu<br />
itibariyle iktisadi açıdan büyük değer taşıdığı açıktır. Bu durum 1838’de<br />
İngiltere ile imzalanan ve daha sonra diğer Avrupa devletlerini de kapsayan<br />
Ticaret Antlaşması ile 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarının<br />
getirdiği açılımla öne geçmiş ve değişik bölgelerden gayrimüslimler İzmit<br />
ve çevresinde yoğunlaşmıştır. O kadar ki İzmit merkez kazanın 1697<br />
yılında toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 24’ü gayrimüslim iken, iki asır<br />
sonra 1893 yılında bu oran yüzde 52’ye yükselmiştir. Şu hususu da belirtmek<br />
gerekir ki, demografik yapıyı böylesine değiştiren şartlar dolayısıyla<br />
gayrimüslimler zenginleşmiş, Müslümanlar fakirleşmişti.<br />
109
KOCAELİ’NİN DEMOGRAFİK YAPISININ<br />
SOSYOLOJİK TAHLİLİ<br />
Gülten ARSLAN<br />
Doç. Dr. Ali ARSLAN<br />
Mersin Üniversitesi<br />
Toplumun temel bileşenlerinden biri nüfustur. Bir başka tabirle, demografik<br />
yapı, toplumsal yapının varlık şartlarından birini oluşturur. Nüfus olgusu<br />
toplumun yapısının inşasında olduğu kadar, toplumun değişim sürecinde<br />
de stratejik roller oynayan bir toplumsal değişkendir. Ülkemizde<br />
ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmış olmakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu<br />
döneminde, imparatorluğun kuruluş döneminden itibaren nüfus<br />
tespitine yönelik çalışmalara rastlanır. Daha imparatorluğun kuruluş yıllarında,<br />
Orhan Bey zamanında istatistiksel bilgilerin toplandığı ve çeşitli<br />
sayımlar yapıldığı bilinmektedir. Eski Mısır’da ve Çin’de de çeşitli nüfus<br />
tespitlerinin yapıldığı tarihi bir realitedir.<br />
Özetle, toplumun sosyal yapısının daha iyi anlaşılabilmesi ve geleceğe<br />
yönelik daha isabetli kararlar alınabilmesi için, toplumun demografik<br />
yapısının iyi bilinmesi yadsınamaz bir gerçektir. Bu tespitlerin ışığında<br />
bu tebliğde, Kocaeli ilimizin demografik yapısının sosyolojik açıdan incelenmesi<br />
hedeflenmiştir. Sosyolojik bir bakış açısı ile gerçekleştirilecek<br />
olan araştırmada, temel veri kaynağı olarak TÜİK verileri kullanılacaktır.<br />
Ağırlıklı olarak arşiv taraması ve ikincil veri analizi tekniğinin kullanılan<br />
çalışmada, TÜİK’in yanı sıra, öteki kurum ve kuruluşların arşiv, kayıt, belge<br />
ve veri setlerinden de faydalanılacaktır. Bu veriler, ikincil veri analizi<br />
tekniği kullanılarak Kocaeli ilinin demografik özellikleri ile demografik<br />
yapının tarihsel süreç içindeki değişimi sosyolojik açıdan tahlil edilecektir.<br />
Ayrıca, belirlenen hedefler doğrultusunda ortaya konan bulguların<br />
Türk toplumu geneli bakımından ifade ettiği anlam da tartışılacaktır.<br />
Kocaeli, Türkiye’nin yalnızca tarihi değil, toplumsal ve ekonomik hayatında<br />
da müstesna bir yere sahiptir. Güneyinde Bursa, doğu ve güneydoğusunda<br />
Sakarya, batısında Yalova, İzmit Körfezi, Marmara Denizi ve<br />
İstanbul ile kuzeyinde Karadeniz yer alır. 2015 yılı TÜİK ADNKS verilerine<br />
göre, 2014 yılı itibarıyla Kocaeli’nde 1.722.795 kişi yaşamaktadır. Kocaeli<br />
nüfusunun 872.403’ünü erkekler, 850.392’sini de kadınlar oluşturmaktadır.<br />
İlin nüfus piramidi içinde en büyük nüfus dilimini 166.477 kişi ile<br />
110
30-34 yaş grubundan bireyler oluşturmaktadır. 1993 yılında büyükşehir<br />
statüsü kazanmış olan Kocaeli, Türkiye’nin ileri düzeyde sanayileşmiş<br />
şehirlerinden biri olup, ülkenin az gelişmiş bölgelerinden oldukça önemli<br />
ölçüde göç alır.<br />
15. YÜZYILDAN 1915’E KADAR DÖNEMDE KOCAELİ-<br />
BAHÇECİK-ARMAŞ VE ADAPAZARI’NDA KURULAN<br />
ERMENİ AZINLIK TİCARET ŞİRKETLERİ-İŞÇİ BİRLİĞİ-<br />
TASARRUF SANDIKLARI<br />
İrfan Özdilek NİŞANCIK<br />
Ermenilerin günümüz Türkiyesi’nde yüzyıllardan bu yana var olan ekonomi<br />
ve ticari ilişkilerinin temelini oluşturan 15. ve 16.yüzyıl tabanlı ticari<br />
faaliyetleri tarihimizde önemli yer tutar. Özellikle Ermeni Azınlıklar tarafından<br />
üzerinde yer aldığımız Kocaeli Coğrafyası hinterlandı dâhilinde<br />
yerleşik bulundukları önemli merkezlerden Adapazarı, Bahçecik ve Akmeşe’de<br />
kurulan ve bu bölgeler merkezli birlik, şirket ve sandıklar ile<br />
ilgili olarak bu güne kadar pek araştırma yapılmamıştır.<br />
Evet, çok farklı bir olgudan bahsediyoruz. Bilinir ki; Ermeni Azınlıklar,<br />
coğrafyamıza geldikleri 15.yüzyıldan 1915 yılına kadar ticari ve ekonomik<br />
faaliyet sergiledikleri şirketleri, yardım sandıkları ve birlikleri ile birbirlerinin<br />
ticaretlerini desteklemeyi ihmal etmemişler. Örneğin Armaş<br />
(bugünkü adı ile Akmeşe) merkezli “Karsever Tüketim Şirketi”, “Ziraat<br />
Şirketi”; Bardizag (yani bugünkü adı ile Bahçecik) merkezli “Tüketim ve<br />
İşbirliği Şirketi”, “Ziraat Birliği”, “Döngel Karsever Şirketi”, “Balıkpazarı<br />
Şirketi”, “Ticaret Sandığı” ve “Tasarruf Sandığı” bölgenin Osmanlı Payitahtı<br />
ile başta olmak üzere ticari ilişkisi bugüne kadar günışığına çıkartılmamıştır.<br />
Adapazarı Ermeni Cemaati’nin önemli simalarından sayılan<br />
Artinbey Tombulyan’ın akrabası Fırıncı Harutyun Stepani Tombulyan’ın<br />
kurduğu sandık tüccar ve esnafın alacaklarının ve borçlarının takibinde<br />
özellikle hukuksal destek vermek üzere kurulmuştur. Harutyun Stepani<br />
hem Meclis-i İdare Üyesi hem de “Rütbe-i Saniye Madalyası” sahibi<br />
olmakla büyük dikkat çekmektedir. 1909 yılında Adapazarı’nda 10 yıllığına<br />
“A. Gümüşyan ve A. Mercanyan ve Ortakları” adı ile başlangıçta üç<br />
ortaklı olarak kurulan “Tasarruf Sandığı” 1913 yılına gelindiğinde 8 bin<br />
111
Osmanlı Altını sermaye ve 200’ü aşkın ortağa hizmet verir durumda idi.<br />
Dahası…“15. yüzyıldan 1915’e Kocaeli-Bahçecik-Armaş ve Adapazarı’nda<br />
Kurulan Ermeni Azınlık Ticaret Şirketleri-İşçi Birlikleri ve Tasarruf Sandıkları”<br />
başlıklı bildiri ile sunulacaktır.<br />
17. YÜZYILDA İSTANBUL’UN İKMAL VE İAŞESİNDE<br />
KOCAELİ’NİN ÖNEMİ<br />
Yrd. Doç. Dr. İlhan GÖK<br />
Dr. Ersin KIRCA<br />
Gümüşhane Üniversitesi<br />
Başbakanlık Osmanlı Arşivi<br />
Eski çağlardan beri büyük kentlerin özellikle de başkentlerin iaşesini<br />
temin etmek bir devletin en önemli meselelerinden biri ola gelmiştir.<br />
Osman Gazi devrinde İznik beyliğin başkentliğini yapmış, Orhan Gazi’nin<br />
Bursa’yı fethinin akabinde Bursa devletin başkenti yapılmıştır. İlk defa<br />
Orhan Gazi ile birlikte Rumeli’ye geçmiş; I. Murat’ın Edirne’yi almasıyla<br />
da Rumeli’ndeki fetihlerine devam edebilmesi içinde devletin başkenti<br />
Bursa’dan Edirne’ye geçmiştir. 1453 yılında II. Mehmed’in İstanbul’u fethetmesiyle<br />
İmparatorluğun yeni başkenti İstanbul olmuştur. Anadolu ve<br />
Rumeli arasında kalmış olan İstanbul’un alınmasıyla iki yaka tamamen<br />
birleşmiştir. II. Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra ülkenin farklı yerlerinden<br />
müslim ve gayri-müslim nüfusu İstanbul’da iskân ettirmiştir. İskân<br />
edilen nüfus üretime katkı sağlayacak esnaf ve sanatkâr-zanaatkârlarda<br />
önemli bir yer tutar. Her ne kadar şehir yeniden imar ve iskân edilse de<br />
İmparatorluğun yeni başkenti İstanbul kendinden önce Osmanlı Devleti’ne<br />
başkentlik yapan Bursa ve Edirne’den daha kompleksli ve daha fazla<br />
nüfus barındırır hale gelmiştir. İstanbul kendi kendini besleyebilecek<br />
bir tarımsal alana sahip olmadığından şehrin beslenmesi ve ihtiyaçların<br />
karşılanması için ihtiyaç duyduğu iaşe ve ikmal maddelerini Anadolu ve<br />
Rumeli’ndeki yerlerden temin etme yoluna gitmiştir. İstanbul’un iaşesinin<br />
ve ikmalinin düzgün bir şekilde yapılabilmesi içinde uygun kara ve<br />
deniz yollarının olması gerekir. Bu bağlamda İstanbul’un beslenmesinde<br />
başkente gerek kara gerek deniz yoluyla yakın olan Kocaeli’nin önemli<br />
bir konumu vardır. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden başkente gönderilen<br />
yiyecek-içecek ve ikmal maddelerinin ulaştırılmasında Kocaeli Anadolu<br />
yakasındaki kilit bir nokta konumundadır. Özellikle sefer zamanlarında<br />
112
Divan’dan Kocaeli’nin sancakbeyi, kadı, mütesellim, naib gibi devlet görevlilerine<br />
İstanbul’un iaşesinin ve ikmalinin sekteye uğramaması için<br />
fermanlar gönderilmiştir. Kocaeli, İstanbul’un iaşe ve ikmal maddelerinin<br />
temininde olduğu kadar Anadolu tarafına yapılacak seferler içinde<br />
önemli bir menzil olduğu mühimme defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır.<br />
Bu bildiri de Kocaeli’nin 17 yüzyılda İstanbul’daki saray ve nüfus<br />
için gerekli gıda ve ikmal maddelerinin temin edilmesindeki rolü ele<br />
alınacaktır.<br />
OSMANLI DÖNEMİNDE KOCAELİ’NDE ZİRAATI<br />
GELİŞTİRME ÇABALARI<br />
Prof. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Uzun süren tarihi ve bu uzun tarih içinde 24 milyon kilometre kareyi başarıyla<br />
yönetmekteki becerisiyle Dünya Tarihinde haklı bir yere sahip<br />
olan Osmanlı Devleti, bu başarısını tüm kurumlarına yayabilmeyi de başarmıştı.<br />
Dış politikadan, iç siyasete, askeriyeden, maliyeye, ictimai yapıdan<br />
üretim ilişkilerine kadar ahenkli bir düzen oluşturmayı hedefleyen<br />
Osmanlı, bu ahengi Zirai yapısına da taşımaya çalışmıştı. Ahenkli bir yapıda<br />
sürdürmeye çalıştığı Zirai ilişkileri, tüm topraklarında olduğu gibi,<br />
başkent İstanbul’un yanı başındaki Kocaeli’nde de uygulamaya koymaya<br />
gayret etmişti.<br />
Tüm topraklarında olduğu gibi, geliştirmeye çalıştığı Zirai ilişkilerini, Kocaeli’nde<br />
de sürdürürken başta sebze meyve üretimine önem vermek<br />
olmak üzere, üretilen sebze-meyve’nin satılacağı Pazar yerlerin düzenlenmesi,<br />
Pazar yerlerinde oluşacak şikayetlerin değerlendirilmesi, Pazar<br />
yerlerine nakledilecek mahsullerin ne şekilde nakledileceği, üretimin<br />
artırılması ya da zenginleştirilmesi babında gerektiğinde Avrupa’dan<br />
tohumlar getirilmesi, ürünlerde ve zirai alanlarda ortaya çıkan her türlü<br />
hastalıkların önlenmesi için tedbirler alınması, ziraat erbabının iktisaden<br />
desteklenmesi, ürettikleri mahsulü en uygun fiyatlarda satabilmeleri<br />
için, ziraat erbabının kooperatifler ve şirketler kurmasına yardım edilmesi,<br />
çiftçilere, ziraat masrafı, motorlu pulluk masrafı gibi çeşitli kalemlerde<br />
desteklerde bulunulması, çiftçilere ıslah edilmiş tohumlar tevziinde<br />
bulunulması, Hayvancılık, Ziraat ve Nafia gibi faaliyetlerin düzenleyici raporlarla<br />
ziraatın iyileştirilmeye çalışılması, çeşitli sebeplerle İzmit’e göç<br />
113
etmek zorunda kalan mültecilerden istifa edebilmek için, bu mültecilere<br />
gerekli ziraat aletleri ve hayvan desteğinde bulunulması gibi birçok alanda<br />
zirai destek planlamalarında bulunulduğu görülmüştür.<br />
Yukarıda belirtilen ve daha sonra tebliğin tamamında daha geniş bir şekilde<br />
ele alınacak olan Kocaeli’ndeki zirai faaliyetlerin uygulandığı her<br />
alan, öncelikle Başkanlık Osmanlı Arşivleri’nden elde edilen belgeler ışığında<br />
incelenmeye çalışılacaktır.<br />
TEMETTUAT KAYITLARINA GÖRE TUZLA KÖYÜ’NÜN<br />
SOSYO-EKONOMİK DURUMU (1844-1845)<br />
Yrd. Doç. Dr. İlker Mümin ÇAĞLAR<br />
Prof. Dr. Muzaffer TEPEKAYA<br />
Celal Bayar Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik tarihi araştırmalarında Tapu Tahrir<br />
Defterleri, Mühimme Defterleri ve Temettuat Defterleri önemli bir yere<br />
sahiptir. Bunların arasında Temettuat Defterleri, özellikle 19. yüzyıl ortalarında<br />
küçük yerleşim birimlerinin, sosyo-ekonomik yapısını ortaya<br />
koymak için en önemli kaynaklar arasındadır. Bu çalışmada 1844-1845<br />
yıllarında İzmit (Kocaili) Sancağı, Gelibolu Kazası’na bağlı bir köy olan<br />
Tuzla’nın temettuat defterlerinde yer alan kayıtlardan hareketle, köyün<br />
genel durumuyla birlikte 19. yüzyıl ortalarında Müslim ve gayrimüslim<br />
grupların sosyal ve ekonomik durumları karşılaştırılmıştır. Tuzla’da bu<br />
yıllarda yaşayan halkın büyük bir kısmı Rum’du. Toplam beş mahallede<br />
234 haneden müteşekkil Rum ikamet etmekteydi. Müslüman hane sayısı<br />
ise sadece 37 idi. Böylece bahsi geçen yıllar içerisinde köydeki tarım ve<br />
hayvancılık faaliyetleri, ahalinin meslekî dağılımı ile iktisadî durumu ve<br />
köylülerin ödediği vergiler de inceleme konumuz içerisinde değerlendirilmiştir.<br />
114
TEMETTÛAT KAYITLARINA GÖRE (1844-1845) 19.<br />
YÜZYILIN ORTALARINDA HEREKE KÖYÜ<br />
Yrd. Doç. Dr. Ferhat BERBER<br />
Manisa Celal Bayar Üniversitesi<br />
Hereke günümüzde Kocaeli’nin Körfez İlçesi’nde bir semttir. Buranın Osmanlı<br />
ve Türk sanayi tarihinde, fabrikasyon dokumacılığa geçişte müstesna<br />
bir yeri olduğu malumdur. Fabrika’nın kuruluş yıllarında Hereke<br />
bir köy olup Bolu Eyaleti, Kocaeli Sancağı Gebze Kazası’na bağlıdır.<br />
Bu çalışmada Hicri 1261 (Miladi )1845 yılında tamamlanan temettûat tahririne<br />
göre, 175 vergi mükellefinin kaydedildiği, Hereke Köyü’nün sosyal<br />
ve ekonomik yapısı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Böylece bu önemli<br />
bölgenin henüz meşhur Halı Fabrikası’nın kuruluş yıllarındaki durumu<br />
incelenecektir.<br />
TİCARET SALNAMELERİNE GÖRE KOCAELİ<br />
BÖLGESİNDEKİ TİCARİ FAALİYETLER<br />
Prof. Dr. H. Mustafa ERAVCI<br />
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi<br />
Kocaeli Sancağı jeopolitik konumu gereği Osmanlı döneminden beri ticari<br />
faaliyetlerin yoğun olduğu yerdir. Özellikle dış dünyaya bağlayan birçok<br />
yolun bulunması ve Gebze ve İznik (Çayköprü, Dilderesi, Çınarlı, Köprü<br />
Konaklı, Minareli köy) gibi menzillerin ve menzilhanelerin bulunması<br />
buradaki ticari faaliyetleri tetiklemiştir. İşte bu bağlam da bu tarihsel<br />
doku ile beraber Ticaret salnamelerindeki yazılı olan firmalar üzerinden<br />
bölgenin bir ticari potansiyelinin fotoğrafını çıkartmaya çalışacağız. Kuşkusuz<br />
bu dönem dünyada ekonomik krizin yoğun olduğu bir süreç olup<br />
ancak buna rağmen birçok firma bağlamında bölgenin çok dinamik bir<br />
konumu olduğu görülmektedir.<br />
115
PAYİTAHTA YAKIN OLMANIN BEDELİ: 19. YÜZYIL<br />
BAŞLARINDA KOCAELİ MASRAF DEFTERLERİNE GÖRE<br />
ŞEHİR HARCAMALARI<br />
Öğr. Gör. Gülay TULASOĞLU<br />
Hacettepe Üniversitesi<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nda taşra yönetiminin icra, eylem ve faaliyet alanına<br />
nelerin girdiğini gösteren en önemli kaynaklardan birisini salyane<br />
veya diğer bir tabirle masraf defterleri teşkil etmektedir. Kaynak olarak<br />
bu defterlerin en önemli özelliği ise direk olarak taşra yönetimi tarafından<br />
kendi yaptıkları eylemlerin masraf kalemleri şeklinde kaydedilmiş<br />
olmalarıdır.<br />
Bu defterler 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerel yönetimlerin masrafları<br />
örfî vergiler olarak sancak ya da vilayet halkına taksim etmesi ve<br />
merkezi yönetimin bu taksimi kontrol etme talebi sonucu tutulmaya başlanmıştır.<br />
Yapılan masrafların meşru ve yerinde olup olmadığının kontrol<br />
edilmesi gerekliliği masraf kalemlerinin tek tek kaydedilmesi ile sonuçlanmıştır.<br />
Bu yüzden bu defterler bir tek verginin halka nasıl taksim<br />
edildiğini değil aynı zamanda vergiyi oluşturan idare masraflarının neler<br />
olduğunu da ihtiva etmektedir.<br />
Bu bildirinin amacı taşra yönetiminde ayanların güçlerinin doruklarına<br />
ulaştığı 1805 ile 1815 (Hicri 1220-1230) yıllarını kapsayan dönemde Kocaeli<br />
salyane ve masraf defterlerindeki kayıtlardan yola çıkarak şehir yönetiminin<br />
idare masraflarının neler olduğuna bakarak icra ve faaliyet alanlarını<br />
incelemektir. Bu dönem içinde toplam 18 adet olan bu defterlerdeki<br />
harcama kalemlerinin mahiyeti öncelikle imparatorluk merkezinin yolunun<br />
üstünde ve bu kadar yakınında olmanın kelimenin gerçek anlamında<br />
bedeli konusunda fikir verecektir. Kocaeli’ndeki harcama kalemlerinin<br />
analiziyle bir tek nelerin yerel yönetimin meşru harcama alanı olarak<br />
görüldüğüne değil aynı zamanda nelerin yerel yönetimin icra, eylem ve<br />
faaliyet alanları olarak belirlendiğine de bakmak mümkün olacaktır.<br />
116
19. YÜZYILIN ORTALARINDA KOCAELİ HALKININ<br />
TAŞINMAZ MALLARI VE BUNLARA GÖRE EKONOMİK<br />
FAALİYETLERİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Gülser OĞUZ<br />
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi<br />
Şer’iye Sicilleri, Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde kaza yöneticisi olan<br />
kadı tarafından tutulan defterlerdir. Bu defterlerde kadının başkanlık<br />
ettiği mahkemelerin dökümlerini bulmak mümkündür. Dolayısıyla bu<br />
mahkeme kayıtlarından hareketle kişilerin anlaşmazlık konuları hakkında<br />
fikir sahibi olunabilir. Adı geçen defterlerin içinde bir de ‘tereke<br />
kayıtları’na rastlamak mümkündür. Bir kişinin ölüm dolayısıyla çeşitli<br />
sebeplerle tutulan bu kayıtlar, kişilerin bütün mal varlığının dökümlerini<br />
içermektedir.<br />
Bu çalışma için incelenerek olan defter Milli Kütüphane Başkanlığı tarafında<br />
1453 demirbaş no ile kaydedilmiştir. Yaklaşık yüz sayfa olan defter<br />
1261-1264 (1845-1848) tarihlerini kapsamaktadır. Defterin sayfalarında<br />
da fotokopiden kaynaklanan bazı siliklikler dışında herhangi bir kayıp bulunmamaktadır.<br />
Tereke kayıtlarını kullanarak pek çok araştırmacı çok çeşitli araştırma<br />
yapmıştır ve yapmaktadır. Veri çeşitliliğinin çokluğu buna fırsat vermektedir.<br />
Bu çalışmada da adı geçen defterin bazı sayfalarında tereke kayıtları<br />
tespit edilmiştir. Bu kayıtlar, detaylı tarandığında –tereke kayıtlarının<br />
yapısı dolayısıyla- Kocaeli toplumuyla ilgili çok çeşitli bilgiler sunmaktadır.<br />
Bu çalışma içinde sadece Kocaeli sakinlerinin taşınmaz malları üzerinde<br />
durulacaktır. Tespit edilen taşınmazlardan sahip olunan mülk türleri kadar,<br />
sahiplerinin -dolayısıyla Kocaelilerin- ekonomik faaliyetleriyle ilgili<br />
bilgi edinmek mümkün olabilecektir. Bu yönüyle tereke kayıtları, Kocaeli<br />
tarihine katkı sağlayacak türdedir.<br />
117
ŞARK TİCARET YILLIKLARINA GÖRE ÜÇ DEVİRDE<br />
İZMİT ŞEHRİNDE TİCARET<br />
Doç. Dr. Serkan YAZICI<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Şark Ticaret Yıllıkları Osmanlı Devleti’nin son yüz yılı içinde ortaya çıkmış<br />
Cumhuriyet’in ilk on yıllarında da varlığını sürdürmüş bir ticaret rehberi<br />
hüviyetindedir. Türkiye’de ticaret yapmak isteyen başta yabancılar olmak<br />
üzere herkese hitap eden bu yıllıklar, hangi şehirde kim ne ticareti yapar,<br />
ne-nereden alınır gibi soruların cevaplarını barındırırdı. Bu yıllıklar günümüzde<br />
Osmanlı ve erken dönem Türk ticaret hayatını aydınlatmak için<br />
değerli birer kaynaktır. Bu tebliğde Sultan II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet<br />
ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere üç dönemde İzmit ticaret yaşamı bu<br />
yıllıklar esas alınarak incelenecektir. Böylelikle göçler, savaşlar ve siyasal<br />
olaylar çerçevesinde değişen ekonomik ve demografik veriler farklı<br />
perspektiften ele alınacaktır. İzmit’te ticari faaliyetin nev’i ve ekonominin<br />
millileşme serüveni çalışmanın ilgi alanları içerisindedir. Bu sonuçlara<br />
ulaşmak amacıyla bahsedilen üç döneme ait karakteristik özellikler taşıyan<br />
yıllarda oluşturulan yıllıklar incelemeye tabi tutulacak ve elde edilen<br />
sonuçlar tablo ve grafiklerle bilim dünyasının ve ilgililerin dikkatine sunulacaktır.<br />
Bu çerçevede zikredilen dönemler itibariyle şehrin ticaretinde<br />
Müslim-gayrimüslim ağırlığı ve gerek şehirde yaşayan toplumlar açısından<br />
gerekse ekonomik faaliyet açısından İzmit’te devamlılık ve kopuş<br />
dönemleri daha berrak bir şekilde alglanacaktır.<br />
1891 ŞARK TİCARET YILLIĞI’NDA İZMİT SANCAĞI<br />
F. Yavuz ULUGÜN<br />
Şark Ticaret Yıllıkları, imparatorluk içindeki ticari faaliyetleri yerli-yabancı<br />
girişimcilere tanıtmak amacıyla Tanzimat Dönemi sonrası 1868 yılından<br />
itibaren hazırlanan önemli kaynaklardır.<br />
Daha önce benzerleri Avrupa’da vardı ancak Osmanlı’da ilk olarak basılan<br />
ve yalnızca İstanbul için kılavuz niteliği taşıyan yayın “Indicateur<br />
Constantinopolitain-İstanbul Göstergesi” adıyla, 1868 yılında yayımlanmıştır.<br />
1870 yılında Tarif-i Der el-Saadet adıyla tekrar basılmıştır. 1880<br />
118
yılından itibaren daha düzenli şekilde yayın hayatına giren yıllıklar, 1891-<br />
1930 yılları arasında Annuaire Oriental (Şark Ticaret Yıllıkları) adı altında<br />
yayın hayatına devam etmiştir.<br />
19. yüzyılın iletişim koşulları, siyasi istikrarsızlık ortamı dikkate alınırsa,<br />
yıllıkların kayda değer bir çalışmanın ürünü oldukları görülecektir. Yıllar<br />
içinde bu topraklarla sınırlı kalmayıp Doğu dünyasına açılmıştır.<br />
Ancak önsözlerdeki açıklamalara göre yayınlarda yer almak istemeyen<br />
zengin bir tüccar kesimin bulunduğunu ve bilgilerin toplanması aşamasında<br />
engel teşkil ettiklerini öğreniyoruz. Öte yandan taşradaki kimi kazalar,<br />
İzmit Sancağı örneğinde de olduğu gibi önemli görülmediği, bilgileri<br />
aktaracak temsilcilik bulunmadığı veya temsilcinin kişisel tercihi ya<br />
da ulaşım zorluğu nedeniyle yer almamaktadır.<br />
İncelemenin konusu olan 1891 Yıllığı’ndaki çok sayıda isim karışık bir<br />
görüntü sunmaktadır. Bunu gidermek için meslek grupları ve isimleri<br />
tablolaştırdım. İsimlerin yazılışını Türkçeleştirdim. Sanırım gerek okuma,<br />
gerekse inceleme için daha uygun oldu. Ayrıca yıllıkta kimi isimler<br />
kısaltma ile verilmiş, çoğu rahatlıkla çözümlense de ben dokunmadım,<br />
kısaltılmış hali ile yer verdim. Yorumları ve ekleri, metnin orjinalliğini<br />
bozmamak için dipnot olarak vermeyi tercih ettim.<br />
Sn Muhittin Bakan’ın tıpkı çevirisini yaptığı ancak yayınlanmamış olan İzmit<br />
Belediyesi 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı tarihli paftaları çok sayıda<br />
dönemin ticarethanelerinin konumları hakkında bilgi verdiği için ek bir<br />
kaynak olarak kullandım.<br />
Sanırım bu çalışma “Bağımsız İzmit Sancağı”nın ilk yıllarına dönük olarak<br />
önemli bilgileri ortaya koyarken daha önce basımını gerçekleştirdiğimiz<br />
“İzmit Esnaf ve Ticaret Tarihi” adlı eserimizi tamamlayıcı olacaktır.<br />
BİR ÜRETİM HAVZASI OLARAK İZMİT KÖRFEZİ’NDE<br />
SANAYİ YATIRIMLARI VE BÖLGESEL GELİŞİM TARİHİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Ersan KOÇ<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Kentler, tarihsel olarak oluştukları ilk dönemlerde hep doğal kaynakların<br />
ve bu kaynakları işleyecek toplumsal yapı ve katmanların çakıştığı<br />
alanlarda oluşmuştur. İlk yerleşimler “doğal kaynak olarak ilk kullandık-<br />
119
ları unsurlar olarak yaşam kaynağı olan su, yapı üretim için temel eleman<br />
olan toprak ve taş ile güvenlik ve yakacak olarak kullanılabilecek<br />
ağaç-kereste stokları ormanların yakın çeperlerinde” oluşmuşlardır.<br />
İnsanlığın yaşam alanları olarak kentler ortaya çıktıkları ilk dönemlerden<br />
itibaren bu kaynak-üretim-emek döngülerinin etrafında yapılarını<br />
kurmuşlardır.<br />
Bu kapsamda insanlık medeniyeti farklı düzeylerde kentsel devrimlerden<br />
geçmiş ve bu güne ulaşmıştır. Birinci kent devrimi olarak adlandırılan<br />
“tarımsal üretimi geliştirme ve tohumu-tahılı ehlileştirme” içinde<br />
yaşadığımız eski Osmanlı /Mezopotamya/Orta Doğu coğrafyasında gerçekleşmiş;<br />
İkinci kent devrimi yine kültür alanımızın bir parçası olan<br />
Avrupa coğrafyasında filizlenerek sanayi devrimi biçimi ile tüm dünyada<br />
kendini farklı biçimlere ortaya çıkarmıştır. Bu günlerde ise bilgi teknolojilei<br />
etrafında mesafeyi ve zamanı daha az önemli hale getiren, toplumları<br />
ve bireyleri yeni bir dönüşüm dalgasına yölendiren üçüncü bir kentsel<br />
devrim döneminden geçmekteyiz. Yukarıda özet olarak aktarılan uzun<br />
erimli devrimsel dönüşümlerin hepsi, üretimin - bugün genel kategoriler<br />
olarak Sanayi ve Emeğin-hangi tür bileşenler ile gerçekleştirildiği ve<br />
bu bileşenlerin bölgede-kentte-mekanda nasıl bir dağılım gösterdiği ile<br />
doğrudan ilişkilidir.<br />
Bu bağlamda kaleme alacağımız bildiri Kocaeli’de sanayi ve üretim<br />
mekânlarının dağılımını, Bağdat Demiryolu ve SEKA Kâğıt Fabrikası yatırımlarından<br />
günümüze kadar ele alacak, bu tür kullanımların yer seçiminin<br />
Körfez etrafındaki kentlerin tarihini nasıl şekillendirdiği tartışılacaktır.<br />
Son yüzyıl içinde Türk kentleri, Avrupa-Amerika ve Uzak Asya<br />
ülkelerinin 18.yy’ın ilk yıllarında başlattıkları sanayi yatırımı dönemini<br />
yakalama evresindedir. Kocaeli, tüm bu geriden gelip yakalama yarışında<br />
Türkiye’nin sanayi ve üretim ile tanışması ve ilgili sorunlarıyla ve<br />
olanaklarıyla doğrudan temas etmenin tarihinin yazıldığı bir coğrafyada<br />
kurulmuş ve gelişmektedir. Bu bağlamda bildiri, sanayi atılımı döneminin<br />
kazanımlarının ve ortaya çıkardığı sorunların altını çizerek günümüzdeki<br />
yerleşim yapısına hangi aşamalardan geçerek gelindiğinin tarihini<br />
aktarma hedefindedir. Yöntem olarak 5 yıllık kalkınma planları, OSB’ler<br />
ve bölgesel ulaşım yatırımları üzerinden kartografik / harita temelli temsil<br />
biçimleri kullanılacak, Türkiye’de ve Kocaeli’de sanayi tarihi üzerine<br />
literatür taramaları ile tartışmalar desteklenecektir.<br />
120
XX. YÜZYIL BAŞINDA KOCAELİ BÖLGESİNDE SANAYİ<br />
Müzeyyen ÜNAL<br />
Kocaeli Dokümantasyon Merkezi<br />
Gücünün sınırını farkeden insan, alet ve makineler icadetmiş, hayvan,<br />
su ve rüzgâr gücünden yararlanmıştır. Teker ve yelken kullanımı sonsuz<br />
hareket imkânı sunarken, çarkın kullanımı her tür üretimi arttırmıştır.<br />
Çömlekçi çarkı ile çanak çömlek üretilirken, su çarkı ve rüzgâr çarkı ile<br />
değirmenleri harekekete geçirmiş; ununu, yağını kolayca üretebilmiştir.<br />
Su dolabı ile kasabanın suyunu temin etmiş, bostan dolabı ile bağın-bahçenin<br />
suyunu çıkarmış, İzmit Çuha Fabrikası’nda da bir su çarkı kullanılmıştır.<br />
Kocaeli yarımadası kuzeybatısında rastlanan yel değirmenleri, Değirmendere<br />
Değirmeni, Adapazarı Çark Suyu örneklerinde olduğu gibi gösterişli<br />
çarklı yapılar artık kalmadı. Şimdikiler değirmen taşları altındaki<br />
çarka, su savağı ile güç ileterek çalışmaktadırlar. Yel değirmenlerine sadece<br />
Kocaeli yarımadası kuzeybatısında rastlanmaktadır. Arazi ve iklim<br />
şartları uygun olduğunda aynı akarsu üzerinde çok sayıda su değirmeni<br />
izlenebilmektedir.<br />
Değirmenlerin buğday-mısır öğütenleri un değirmeni, keten tohumundan<br />
yağ üretenleri bezirhane/bezane diye adlandırılmaktadır. Değirmencilik<br />
genellikle kişilerin yaptığı bir işletme ise de Bıçkıdere üzerindeki<br />
Armaş Manastır Değirmeni örneği farklı işletmeler de vardı. Patrikyos<br />
Mahdumu’na ait un fabrikası İzmit ticaret merkezinde Buğday Meydanı<br />
yanıbaşında ve Ankara Caddesi üzerinde idi. Bu haliyle fabrikanın muharrik<br />
gücü buhar makinası, petrol-benzin motoru, gaz ve gazojen ya da<br />
elektrik motoru olmalıydı.<br />
Ziraatı ve üretimi hayli zahmetli bir bitki olan keten yöre köylüsü için çok<br />
hayati bir üründü. Tohumundan yağ, küspesinden yem, saplarından dokuma<br />
ve kalan saplar da çatı örtüsü olarak kullanılırdı. Elde edilen iplerin<br />
kalınlarından yer bezi, incelerinden iç çamaşırı dokunurdu. Nerede ise<br />
her ev bir dokuma atölyesi idi.<br />
İpek böcekçiliğine çok uygun yörede hayli böcekhane, ipek büküm atölyeleri<br />
ve ipek dokuma tezgâhları vardı. Ancak asıl olan kozacılıktı; Hereke<br />
ve Bursa fabrikaları için hammadde üretimiydi. Düyun-ı Umumiye kurulduktan<br />
sonra tütün gibi koza ve ipek de, onun gelir kalemleri arasına<br />
girmişti.<br />
121
MEDENİYET HAMURUNDAN KÜLTÜR MERKEZİNE:<br />
BİR ENDÜSTRİYEL DÖNÜŞÜM MERKEZİ OLARAK SEKA<br />
Dr. Ali YEŞİLDAL<br />
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />
Türkiye selüloz ve kağıt sanayisinin kurulduğu yer olan İzmit aynı zamanda<br />
SEKA’nın en büyük tesisini de bünyesinde bulunduruyordu. Yıllar içerisinde<br />
teknolojiye uyum sağlanılmaya çalışılmış ve SEKA gittikçe büyüyerek<br />
dev bir kompleks olmuştu.<br />
Neredeyse tarihi boyunca karlı bir yatırıma dönüşememiş olan SEKA’ya<br />
1984’ten sonra kapasite arttırıcı yatırım yapılmamıştı. Dünyadaki üretimin<br />
daha ucuz olması, istihdam fazlalığı, sermaye yetersizliği, yeterli<br />
teknolojik yatırımın yapılamaması gibi sorunların sonunda SEKA bu alanda<br />
özel sektörün de gerisinde kalmaya başlamıştı.<br />
1991 yılında özelleştirme kapsamına alınan SEKA’nın 10 kağıt fabrikasından<br />
6’sı özelleştirilmişti. 14 Eylül 1998’de Özelleştirme Yüksek Kurulu<br />
merkezdeki İzmit işletmesini de özelleştirme kapsamına alarak anonim<br />
şirkete dönüştürmüştü. Fabrikanın 2001 yılındaki zararı 28 milyon lira<br />
iken 2003’te 48 buçuk milyon lirayı bulmuştu.<br />
Zararın katlanılamaz hale gelmesi üzerine Özelleştirme Yüksek Kurulu 8<br />
Kasım 2004’te tesisin kapatılmasını ve arazinin Kocaeli Büyükşehir Belediyesine<br />
devredilmesine karar verdi. 1 Ocak 2005’te makinelerin üretimi<br />
durdu. İşçiler ortada bırakılmamış ve Büyükşehir Belediyesine geçmişlerdi.<br />
Arazi ise kimseye peşkeş çekilmiyor ve bir kültür alanına dönüştürülüyordu.<br />
SEKA’nın Türkiye’nin kağıt sanayinde ve Kocaeli’nin tarihinde çok önemli<br />
bir yeri ve hatırası vardır. Büyükşehir Belediyemizin SEKA’nın adını yaşatma<br />
çabası ve bir fabrikanın Türkiye’nin en büyük endüstriyel dönüşüm<br />
projesiyle nasıl bir kültür alanına dönüştüğü çalışmamızın ana konusu<br />
olacaktır.<br />
122
KİRAZ AĞAÇLARINDAN FABRİKA BACALARINA:<br />
CUMHURİYET DÖNEMİNDE KOCAELİ’DE<br />
SANAYİLEŞME SÜRECİ<br />
Doç. Dr. Adnan ÇİMEN<br />
Kocaeli Valiliği<br />
Kocaeli ili, İstanbul ve Bursa gibi önemli sanayi ve ticaret merkezlerine<br />
yakınlığı, coğrafi avantajları, Avrupa’yı Anadolu ve Ortadoğu’ya bağlayan<br />
ulaşım kavşağında yer alması, 18 Ar-Ge merkezi, 2 Üniversitesi, 13 Organize<br />
Sanayi Bölgesi, 2 Serbest Bölgesi, 3 teknoparkı, 35 liman ve iskelesi,<br />
bu limanlardan gerçekleşen yıllık 68 milyar dolarlık dış ticaret hacmi ve<br />
ülke imalat sanayindeki %13lük payı ile Türkiye’nin İstanbul’dan sonra<br />
ikinci büyük sanayi kentidir. 2014 yılı itibariyle 2400 sanayi ve 23.500 ticari<br />
işletmeyle, Türkiye’nin ilk 500 sanayi kuruluşundan 92’sine sahip Kocaeli,<br />
yerli ve yabancı yatırımcılar için bir cazibe merkezi konumundadır.<br />
Osmanlı döneminde İzmit Çuha Fabrikası, Hereke Fabrikası, Aslan Bey<br />
ve Eski Hisar Çimento Fabrikası ve Karamürsel Kumaş Fabrikası gibi<br />
önemli tesislere sahip olmasına rağmen, Kocaeli Cumhuriyet Türkiye’sine<br />
yokluklar içinde girmiştir. İşletme kuruluş yeri üstünlükleri nedeniyle,<br />
1936’de üretime başlayan Birinci İzmit Kâğıt Fabrikasından sonra,<br />
1944’de ikinci Kâğıt ve Selüloz Fabrikası, 1945’de Klor Alkalı Fabrikası,<br />
1954’de üçüncü, 1960’da dördüncü, 1961’de beşinci Kâğıt Fabrikasıyla<br />
kamu Kamu İktisadı Teşebbüsleri, 1950’lerden sonra da özel sektör<br />
açısından gelişen bir sanayi merkezi olmaya başlamıştır. 1960’lı yıllarda<br />
İstanbul sanayisinin genişleme alanı içinde kalan Kocaeli’nde, liman ve<br />
ulaşım yollarının sağladığı avantajlar, pazar açısından Anadolu’ya yakınlık<br />
ve emlak fiyatlarının ucuzluğu gibi nedenlerle, kiraz bahçelerinden<br />
oluşan arazilerden hızla fabrika bacaları yükselmeye başlamıştır.<br />
Halen Türkiye’nin ikinci büyük sanayi kenti ve kendine özgü bir sanayileşme<br />
hikâyesi olmasına rağmen, Kocaeli sanayisinin gelişme süreci yeterince<br />
incelenmiş değildir. İl sanayisi ile ilgili az sayıdaki çalışmanın çoğu,<br />
uzmanlık alanı ekonomi/sanayi olmayan kişiler tarafından yapılmıştır.<br />
Yine genel olarak bu çalışmaların, Kocaeli sanayini bütün yönleriyle ele<br />
almaktan uzak, ildeki sanayileşmeyi etkileyen bölgesel ve ulusal gelişmeler<br />
ile diğer sektörleri hesaba katmayan, daha çok kamu veya özel<br />
sektör olarak öne çıkmış beş-on sanayi kuruluşunun hikâyesini anlatmaya<br />
odaklandığı görülmektedir.<br />
123
İşte bütün bu eksikliklerin bir oranda giderilmesine katkıda bulunmak ve<br />
Kocaeli sanayisinin temel gelişme dinamiklerini ortaya koyarak, geleceğe<br />
yönelik öngörülerde bulunmak amacıyla böyle bir bildiri hazırlanmıştır.<br />
İZMİT KAĞIT FABRİKASI VE FAALİYETLERİ<br />
Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU<br />
Marmara Üniversitesi<br />
Yerli kağıt üretiminde önemli bir yeri olan İzmit kağıt Fabrikasının kurulması<br />
İş Bankasının başında bulunan Celal Bayar’ın girişimleriyle gerçekleştirildi.<br />
Fabrikanın projeleri Mehmet Ali Kağıtçı tarafından hazırlandı.<br />
Celal Bayar’ın İktisat vekilliği sırasında kağıt üretimi açısından çok uygun<br />
bir coğrafya olan İzmit şehrine fabrikanın kurulmasına karar verildi. İzmit<br />
Sümerbank Selüloz ve Kağıt Fabrikasının temeli 14 Ağustos 1934 tarihinde<br />
Başbakan İsmet İnönü’nün katıldığı bir törenle atıldı. 6 Kasım 1936<br />
tarihinde kağıt üretimine başlandı. Fabrika şehrin ekonomik hayatına ve<br />
kağıt sanayisine önemli Katkılar yaptı. Bu çalışmada bu kamu işletmesinin<br />
faaliyetleri ve kağıt üretimindeki yeri değerlendirilmeye çalışılacaktır.<br />
CUMHURİYET DÖNEMİNDE SANAYİLEŞME VE KÂĞIT<br />
İSTİKLALİ YOLUNDA ÖNEMLİ BİR TEŞEBBÜS:<br />
İZMİT KÂĞIT FABRİKASI<br />
Yrd. Doç. Dr. Ersin MÜEZZİNOĞLU<br />
Karabük Üniversitesi<br />
Sanayileşmemiş bir devlet ile On Yıllık Savaşın (1912-1922) yıkıntıları üzerinde<br />
inşa edilen ve Lozan Antlaşması’nın bazı kısıtlamalarının varlığına<br />
rağmen bu durumu telafi için 1920’lerin sonlarına kadar birtakım çabalar<br />
sergileyen yeni Türk Devleti kendi dışında gelişen dünya çapında bir<br />
buhranın(1929) sonuçlarından da yaralanmıştır. İşte devralınan bu miras<br />
ve özel teşebbüsün yetersiz olması nedeniyle devlet 1930’larda zamanın<br />
tamamen pratik mecburiyetlerinden dolayı iktisadi sahada devletçilik politikasını<br />
benimsemiştir. Özel teşebbüs esas olmakla birlikte biran önce<br />
124
milletin refaha ve memleketin mamuriyete kavuşturulması için, milletin<br />
genelinin menfaatlerini gerektiren işlerde devleti fiilen alakadar yapmayı,<br />
projelere girişmeyi ve geliştirmeyi ifade eden bu politika doğrultusunda<br />
1933 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. Plana göre<br />
başta dokuma olmak üzere maden, seramik, kimya ve kâğıt alanlarında<br />
sanayileşmenin genişletilmesi hedeflenmiştir. Bu minval üzere açılan<br />
sanayi kuruluşlarından biri de İzmit Kâğıt Fabrikası olmuştur. Memleketin<br />
ekonomi kuruluşlarının kilit taşlarından biri olarak görülen fabrikanın<br />
açılması tam bir kâğıt istiklaline gidiş olarak değerlendirilmiştir.<br />
Bildiride arşiv kaynakları ve dönemin gazeteleri başta olmak üzere telif-tetkik<br />
ve hatırat türü eserlerden istifade edilerek İzmit Kâğıt Fabrikasının<br />
hangi şartlar altında ne gibi saiklerle kurulduğu ve ülkenin sanayileşmesi<br />
ve kâğıt istiklali noktasında nasıl bir önem taşıdığı üzerinde<br />
durulacaktır.<br />
BİR HAFIZA İCAT VE İMHA MEKÂNI OLARAK SEKA<br />
Dr. Ekrem SALTIK<br />
Yunus Emre Enstitüsü<br />
1923 yılı sonbaharında ilan edilen Cumhuriyet’in uluslararası sistemde<br />
meşruluğu tartışmalı hale gelen Osmanlı-Türk kimliğiyle ilgili bir planı<br />
olmadığını açıkça deklare etmesini Osmanlı öncesi Türkler ve onların<br />
medeniyet mirasının yeni kuşaklara öğretilmeye çalışıldığı bir “uluslaşma”<br />
süreci takip etmişti. İmparatorluk ve geleneği tasfiye ederek gerçekleştirilmeye<br />
çalışılan erken Cumhuriyet dönemi kültür politikalarında<br />
Gellner’in uluslaşmaya en büyük engel olarak gördüğü kültürel çeşitlilik,<br />
dolayısıyla zengin toplumsal bellek unsurları büyük bir sorun olarak<br />
ortaya çıkıyordu. Söz konusu belleğin unut-tur-ulması için, “inkılap” adı<br />
altında bu belleği taşıyan tüm kimlik ve hafıza nesnelerini hedef alan bir<br />
hafıza imha ve yeniden inşa sürecine girilecek, bu bağlamda günümüzde<br />
de erken Cumhuriyet dönemine dair en tartışmalı konulardan biri olan<br />
Harf inkılabı gerçekleştirilecekti.<br />
Toplumsal belleğin taşıyıcı unsurlarından biri olan yazılı metinler özelinde<br />
aslında kadimin terkine dair sembolik anlamları olan Harf inkılabı,<br />
Latin harfleriyle yazılmış yepyeni bir Türkçe literatürü gerektiriyordu. Bu<br />
bağlamda kâğıt teminini yurt dışından yapmakta olan Türkiye’nin 1928<br />
125
yılı sonu itibariyle kâğıt ithali de yükselmiş, ithal edilen kâğıt miktarının<br />
büyük bir bölümü yeni harflerle yayınlanmaya başlayan dergi-gazete ve<br />
öncelikli olarak ders kitaplarında kullanılmıştı. Bu noktada öne çıkan<br />
Mustafa Kemal Atatürk, “Bir ülke, kâğıdını kendi yapamadığı zaman ulusal<br />
kültürünü yabancı lütfuna bağlar. Kapitülasyonların en tehlikelisi de<br />
budur. Ve ötekilerden önce bütün dikkat ve ilgimizi kâğıt sanayinde toplamalıyız.”<br />
diyerek kâğıt üretimi ve kâğıdın ulus devletin yeni ideolojisi ve<br />
kültürel anlayışının zihinlere yerleştirilmesindeki önemini vurguluyordu.<br />
Bu zeminde 1934 yılında temeli atılan ve 1936 yılında mesaiye başlayan<br />
SEKA’da üretilen kâğıtlar erken Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarını<br />
destekleyici yayınlar ve bu yayınlar bağlamında idealize edilen zihniyet<br />
dünyasının yerleşmesi için üretilen her türlü yazılı yayının hammaddesi<br />
olacaktı.<br />
1980 yılına gelindiğinde erken Cumhuriyet dönemi hafıza inşa politikalarının<br />
bir parçası olarak yayınlanan her türlü yazılı metnin hammaddesi<br />
kâğıtların üretildiği SEKA, yaklaşık yarım asırlık geçmişinde üretilen yazılı<br />
bilgi ve belgelerin tonlarcasının geri dönüşüne tanıklık ediyordu. Zira<br />
aynı yılın sonbaharında gerçekleşen 12 Eylül darbesinde, darbeye neden<br />
olan psiko-sosyal şartların zihni altyapısını taşıdıkları düşüncesiyle toplanan<br />
tonlarca kitap, dergi ve gazete yine SEKA depolarına, bu defa imha<br />
edilmek üzere taşınmıştı. Bir zamanlar yeni harflerle yazılmış metinlerle<br />
inşa edilen bir hafızaya hammadde sağlamış olan SEKA, ürettiği kâğıtların<br />
kullanılmasıyla yapılan yayınlarla inşa edilmiş hafızanın yansıdığı<br />
yazılı metinlerin imha edildiği bir mekân oluyordu.<br />
SEKA KÂĞIT FABRİKASINDA İŞÇİ HAREKETLERİ<br />
Veli GÜVEN<br />
Medeniyet tarihinin gelişiminde yazının bulunuşu kuşkusuz önemli bir yer<br />
işgal etmektedir. Ancak insanoğlu; bulunan yazının bir kültürel devrime<br />
dönüşümünü kâğıdın bulunmasına borçludur. Kültürel hayatın bir gerekliliği<br />
olan kağıt büyük Sanayi Devriminin ardından bir sanayi yatırımına<br />
dönüşerek hayatın her alanında kendisine bir kullanım alanı yaratmıştır.<br />
Yıkılan Osmanlı Devleti’nin ardından kurulan Genç Cumhuriyet için kâğıt<br />
iki şeyin ifadesidir; kültür devrimi için olmazsa olmaz bir malzeme ve<br />
126
dışa bağımlılığı azaltacak bir sanayi yatırımı. II. Dünya Savaşı’nın hemen<br />
öncesine rastlayan yıllarda kurulan İzmit Kâğıt Fabrikası ülkemizin en<br />
önemli sanayi yatırımlarından biridir.<br />
60’lı yılların sonunda tüm dünyayı kasıp kavuran öğrenci hareketleri, 70’li<br />
yılların sonuna doğru geniş kitleleri etkileyen bir harekete dönüşmüştür.<br />
Türkiye’de dünyada yükselen sol hareketlere kayıtsız kalmamış; grevler,<br />
toplu yürüyüşler, kitlesel 1 Mayıs kutlamaları ve sendikalaşma mücadeleleri<br />
ile bu yıllarda tanışmıştır.<br />
Bu makalede Türkiye’nin önemli bir sanayi kuruluşu olan SEKA Kağıt<br />
Fabrikasında yaşanan işçi eylemleri, bu eylemlerin sosyal ve ekonomik<br />
nedenleri ve bu eylemlerin Türkiye işçi hareketinde işgal ettiği yeri irdeleyerek<br />
SEKA’nın kapatılması ve bu gelişmenin bölge halkı üzerindeki<br />
etkilerini incelemeyi amaçlamaktadır.<br />
Araştırma sırasında SEKA dergisi ve yayınları temel alınacak, fabrikanın<br />
tarihinde yer edinen kişilerin anılarına başvurulacak, dönemin gazetelerine<br />
yansıyan haberler incelenecek, sendikalar ile görüşmeler yapılacak<br />
ve birebir eylemlerin kahramanları olan işçiler ve aileleri ile görüşmeler<br />
yapılacaktır.<br />
1937’DEN GÜNÜMÜZE KOCAELİ TARİHİNDE<br />
KAĞITSPOR (SEKA)<br />
Yrd. Doç. Dr. Levent ATALI<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Bu çalışmanın amacı Kocaeli tarihinde yer edinmiş Kağıtspor kulübünün<br />
kuruluşundan günümüze tarihini ortaya koymak ve yeni nesillere aktarmaktır.<br />
Kocaeli’de spor, 1909-1910 yıllarında futbol ile başlamış ve İzmit’teki<br />
Fransız Mektebi talebelerinin öncülüğü ile bir futbol takımı kurulmuştur.<br />
1927 yılında İzmit Sultaniyesi’nin açılması ile İzmit Sultaniyesi takımı kurularak<br />
faaliyete başlamıştır. Mekteplerin dışında İttihatspor kulübü de<br />
faaliyetlerine devam ediyordu ki daha sonraki yıllar ikiye ayrılarak 1932<br />
yılında İdmanyurdu, 1935 yılında ise Akyeşil kulüpleri kurularak futbol ile<br />
beraber diğer spor dallarında faaliyete başlamışlardır.<br />
Bu tarihleri takiben Kağıtspor tarihini yazmaya başlamak aynı zamanda<br />
127
İzmit Kâğıt Fabrikası ile başlamak demektir. Kağıtspor ve Kâğıt fabrikası<br />
İzmit sosyal yaşamında beraber anılması gereken bir süreçtir. Kâğıt<br />
fabrikası kuruluş yıllarından başlayarak spora ayrı bir önem vermiş ve<br />
birçok dalda spora hizmet etmiştir. Kağıtspor kulübünün ilk yönetimi de<br />
fabrika üst yönetiminden ve çalışanlarından oluşmuştur.<br />
Sonuç olarak Kağıtspor Türk spor tarihinde birçok başarısı ile yer edinmiş<br />
ve hatta spor tesisleri kazandırmış bir kulüptür. Kağıtspor kulübü<br />
birçok branşta faaliyet göstermiş, ulusal ve uluslararası alanda birçok<br />
başarıya imza atmıştır. Kağıtspor kulübü bu süreçte sadece kazandığı<br />
şampiyonluklarla değil; yetiştirdiği yeni yeteneklerle, Türk sporuna kazandırdığı<br />
antrenör ve yöneticilerle spora büyük katkılar sağlamıştır.<br />
SEKA’NIN SOSYAL SORUMLULUK ÖRNEĞİ:<br />
SEKA ÇOCUK DOSTLARI DERNEĞİ<br />
Göksu ERDAL HÜLAGÜ<br />
Yahya ŞAHİN<br />
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />
1934 yılında temeli atılan ve 1936 yılında üretime başlayan Cumhuriyet’in<br />
ilk Kağıt Fabrikası SEKA, İzmit tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir<br />
kuruluştur. Merkezi İzmit olan bu müessese İzmit’in yanı sıra kurulduğu<br />
şehirlerde de bulundukları bölgelerin sosyo –kültürel yaşamlarına<br />
önemli katkılar sağlamışlardır.<br />
SEKA Çocuk Dostları Derneği 1961 yılında, SEKA çalışanlarının eşleri<br />
tarafından kurulan bir yardım kuruluşudur. Dernek, maddi durumu<br />
yetersiz olan ve sağlık problemi yaşayan çocuklara yardım eli uzatmış;<br />
sosyo-kültürel faaliyetlerle de Kocaeli sosyal hayatına önemli katkılarda<br />
bulunmuştur.<br />
İlk olarak Kocaeli’nde kurulan dernek, SEKA’ya bağlı müesseselerin bulunduğu<br />
diğer illerde de şube açarak Türkiye’nin çocuklara gülen yüzü<br />
haline gelmiştir. Her kesimden çocuğu kucaklayarak, en değerli varlıklarımız<br />
olan çocuklarımızı topluma kazandırmak ve her yönüyle sağlıklı<br />
nesiller yetiştirmek derneğin öncelikli amaçları olmuştur.<br />
Bu çalışmamızda; SEKA postası Gazetesi, röportaj, sözlü tarih, arşiv fotoğrafları,<br />
SEKA Fabrikası döneminde dernek ile yazışmalar gibi dokü-<br />
128
manlarla çalışmamızı zenginleştirdik. Hedefimiz; kentimiz için önemli bir<br />
değer olan SEKA Çocuk Dostları Derneği’ni tanıtmak, diğer kuruluşlara<br />
örnek olmasını sağlamak ve derneğe emeği geçen tüm kişilerin hatırasını<br />
yaşatmaktır.<br />
KOCAELİ’NDE ŞEHİRLEŞME VE ŞEHİR KÜLTÜRÜ<br />
Yrd. Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM<br />
Celal Bayar Üniversitesi<br />
2012’nin Eylül ayında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
nezdinde hazırladığını tamamlayarak doktora jürisi önünde sunduğum<br />
“Şehir(li)leşme ve Din: Kocaeli Örneği” adlı doktora tezimde Kocaeli’nin<br />
“şehirleşme”, “şehirlileşme” ve “din” ekseninde bir fotoğrafını çekmeye<br />
çalışmıştım. Tez, teorik ve saha araştırması (anket) teknikleri kullanılarak<br />
hazırlanmış bir bilimsel çalışmadır. Bu özelliği ile Kocaeli üzerine<br />
yapılmış en son verileri yansıtması bakımından anlamlı olduğunu düşünmekteyim.<br />
Kocaeli gibi kadim geçmişe sahip bir şehir, İstanbul gibi sanayi, ticaret ve<br />
siyasetin başkenti olan bir metropolün gölgesinde kalarak hak ettiği gerçek<br />
değeri ve yeri ne yazık ki elde edememişti. Ancak son dönemlerdeki<br />
başarılı belediyecilikle her yönde bir atılım içerisinde olan Kocaeli hak<br />
ettiği bu yeri almada hızlı ve emin adımlarla ilerlemektedir. Bu bağlamda<br />
Sempozyum programı içerisinde Kocaeli’ni “şehirleşme” ve “şehirlileşme”<br />
teorik temeline dayanarak yukarıda sözü edilen Doktora çalışması<br />
çerçevesinde yaklaşık 500 kişi ile yapılan anket verileri ışığı altında Kocaeli’nin<br />
şehirleşme ve şehirlileşmedeki durumu üzerine değerlendirmelerde<br />
bulunma hedeflenmektedir. Bütün bu anlatılanlar akademik bilimsel<br />
disiplin çerçevesinde yapılacaktır.<br />
129
İZMİT’İN SOSYO-KÜLTÜREL HAYATINA HİCİVLİ<br />
BİR BAKIŞ: PİŞMANİYE DERGİSİ (1949-1970)<br />
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZÇELİK<br />
Düzce Üniversitesi<br />
Önemli bir jeopolitik konuma sahip olan Kocaeli, tarih boyunca önemini<br />
korumuştur. Bithynia, Nicomedia, Roma ve Bizans dönemlerinin ardından<br />
Osmanlı Devleti zamanında da bölge bir cazibe merkezi konumunda<br />
idi. Cumhuriyet’in ilanında sonra özellikle sanayi yatırımlarının bölgeye<br />
katkısı son derece fazla olmuştu. Bölgede oluşan ekonomik büyüme<br />
kendisini sosyal ve kültürel alanda da göstermiştir.<br />
Günümüzde dahi faaliyet gösteren Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği<br />
(KYÖD), 1947’lerin İzmit’inde bir avuç yüksek öğrenim gencinin dayanışma<br />
ruhuyla kurulmuş, kent halkının her kesimiyle kaynaşmış ve destek<br />
görmüştür. Eski adı Kocaeli Yüksek Tahsil Derneği olan bu dernek tarafından<br />
yılda bir çıkarılan Pişmaniye dergisi genellikle her yılın Şubat<br />
ayında yayınlanırdı. Pişmaniyeyi ilk olarak okuma şerefi her yıl açık arttırmaya<br />
çıkarılır ve buradan elde edilen gelir dernek işlerinde kullanılırdı.<br />
Derginin içeriği incelendiğinde İzmit şehrinin yanı sıra Türkiye ve dünyadan<br />
önemli isim ve olaylara hicivli bir yaklaşım olduğu görülmektedir.<br />
Şehir tarihi açısında önemli olan bu dergi çerçevesinde, dönemin gazeteleri,<br />
Cumhuriyet arşivi ve yazılı kaynaklar da kullanılarak 1949-1972 yılları<br />
arasında İzmit’te sosyo-kültürel yaşam irdelenecektir.<br />
130
KOCAELİ (İZMİT’İN) İLK SANCAK BEYİ GAZİ SÜLEYMAN<br />
BEY’DEN GÜNÜMÜZE TARİH, KÜLTÜR, BİLİM VE SANAYİ<br />
DE MARKA KENT KOCAELİ<br />
İsmail KAHRAMAN<br />
Nice imparatorlar baktı İstanbul’un penceresinden can Anadolu’ya<br />
Sen misin Kocaeli Anadolu’nun o masum güzelliğini gösteren doya doya<br />
Denizlere beyaz martılar gibi kondurduğun donanmalar esiyor<br />
Gelinlik kızlar gibi süslemiş seni Rumeli fatihi Şehzade Süleyman Paşa<br />
Kocaeli, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Marmara Bölgesi’nin doğusunda<br />
yer alan ve adını Akçakoca Gazi’den alan bir şehirdir. Rumeli<br />
Fatihi Gazi Şehzade Süleyman Paşa, Kocaeli’nin (İzmit) ilk sancak beyi<br />
olur. Bu dönemden sonra şehir, önemli bir merkez haline gelir. Çelebi<br />
Mehmed (1413-1421) döneminde, 1420’de İzmit Sancağı Anadolu eyaletine<br />
bağlandı. İzmit’in Kocaeli Sancağı olarak Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletine<br />
bağlanması Sultan Dördüncü Murad dönemine (1623-1640) rastlar.<br />
Kocaeli bölgesi Osmanlı’dan Cumhuriyete sürekli gelişti ve önemli bir<br />
merkez olarak birçok bakımdan örnek bir il oldu.<br />
Kocaeli, 1920’de İngilizler, 1921’de Yunanlılar tarafından işgal edilir. 28<br />
Haziran 1921 tarihinde işgalden kurtarılan kent 1924 yılında vilayet olarak<br />
Kocaeli adını aldı.<br />
Kocaeli’nin ilk sancak beyi Gazi Süleyman paşa ile başlayan ve günümüze<br />
kadar devam eden imar faaliyetleri ile Kocaeli bugün “TARİH, KÜLTÜR,<br />
BİLİM VE SANAYİDE MARKA KENT” oldu. Sanayi, bilim, teknoloji merkezleri,<br />
üniversiteler ve teknoparkları Türkiye ekonomisine yön veren<br />
Kocaeli, Tarih, kültür ve doğa turizmi ile cazibe merkezi, dağları, yaylaları,<br />
gölleri, sahilleri ve kent merkeziyle güne merhaba diyebileceğiniz,<br />
çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla gece gündüz hareketli, sıcak ve huzur doludur.<br />
Anadolu’nun tüm kültürel renklerini gökkuşağı gibi bağrında taşıyan,<br />
3.623 kilometre kare yüz ölçümüne ve birbirinden önemli, İzmit, Derince,<br />
Körfez, Dilovası, Gebze, Çayırova, Darıca, Karamürsel, Gölcük, Başiskele,<br />
Kartepe ve Kandıra ilçeleri ile gelecekte 2 milyon nüfusu barındıracak<br />
Kocaeli bilim, teknoloji, sanayi, ticaret, tarih, kültür, turizm, tarım, spor<br />
ve sanatta marka kent olan bir ilimizdir.<br />
131
Gazi Süleyman beyden günümüze belgesel tadında Kocaeli’nin tarih,<br />
kültür ve turizmde marka değerlerini yakından tanıyıp bilmeden Kocaeli<br />
“Kent Kültür Bilinci” oluşmaz. Kocaeli’yi sevmek tanımakla başlar. Kocaeli<br />
Büyükşehir belediyesi tarafından düzenlenen panel ve sempozyumlar<br />
Kocaeli’ de Kent kültür Bilinci oluşmasına büyük katkısı bulunmaktadır.<br />
Araştırmacı - Gazeteci ve belgeselci gözü ile Kocaeli bölgesinde yaptığımız<br />
saha araştırmasında Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Kocaeli’nin<br />
marka değerlerini belgesel tadında tanıtıp sevdirmeye çalışacağız.<br />
Köprü, çeşme, cami eşsiz nakışlar gibi<br />
Bir heyecan var içimde yar geldi gibi<br />
Deniz gözlerinde coştu yüreğim bir akşam vakti<br />
Senden uzakta iken özledim seni yar Kocaeli<br />
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E GEBZE’NİN KENTSEL<br />
ÖRGÜTLENME YAPISI VE YENİ BİR YAKLAŞIM OLARAK<br />
SOSYOPARK<br />
Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK<br />
İstanbul Medeniyet Üniversitesi<br />
Kentler, klasik dönem ile modern dönem yerleşim yapılaşmalarının dün<br />
ve bugün ayırımında en bariz şekilde yakalanabileceği ortamlardır. Bu<br />
durum büyük zaman dilimleri aralığında daha da dikkati çeker boyuttadır.<br />
Gebze, Sanayi devrimi ile içine girilen üretim, iletişim ve taşıma teknolojisindeki<br />
sıçramanın Osmanlı sisteminde ortaya çıkardığı dönüşümün dikkati<br />
çeken yerleşim bölgelerinden birisi olmuştur. Bölge, benzer örnekliği<br />
1960’larda ortaya çıkan İstanbul merkezli kentsel dönüşümün çevre<br />
bölgelere taşması aşamasında da yaşamıştır. Ancak özellikle 1980’lerden<br />
sonra içine girilen yeni aşamada Gebze, sadece kendi özelinde değil<br />
Türkiye ve dünya ölçeğinde kent merkezli bir farklılaşmanın ne tür yapısal<br />
dönüşümleri zorunlu kıldığı boyutunda çok istisnai bir örneklik teşkil<br />
etmiştir.<br />
21. yüzyıl, kenti sanayileşmenin değil, kentsel yaşam standardının öne<br />
çıktığı yeni bir ortam olarak şekillenmeye başlamış, üretim, taşıma ve<br />
iletişim teknolojisinde devam eden sıçramanın küreselleştirdiği dünyada<br />
siyasal-idari, sosyal ve ekonomik alanda ortaya çıkan yeni beklentiler-imkânların<br />
yeni yaşam kalitesi standardının en önemli gösterge ortamlarından<br />
birisi haline getirmiş durumdadır.<br />
132
Yeni dönem kentsel yaşam ölçeğinde ortaya çıkan bu standartlar-beklentiler,<br />
Osmanlıdan günümüze ortaya konulan çözümlemelerin yeterliliği/<br />
yetersizliği gerçekliğinde yerel idareler, merkezi idareler taşra teşkilatları,<br />
üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve sosyal sorumluluk alanlarında<br />
yer alan/almak isteyen özel sektör işletmeleri işbirliğinde yeni bir yönetim<br />
tasarımı-modelini kaçınılmaz kılmaktadır.<br />
Sosyopark çözümlemesi, bahsi geçen kurum ve kuruluşların yeni bir buluşma<br />
zemini olarak bu tebliğin ana gündemini oluşturacak olup, konu<br />
Gebze örneğinde detaylandırılacaktır.<br />
OSMANLI KURUCU İRADESİNİN TEMSİLCİLERİNİN VE<br />
NİKOMEDYA’NIN (İZMİT VE ÇEVRESİ) CUMHURİYET<br />
DÖNEMİ DERS KİTAPLARINA YANSIMALARI<br />
Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞEK<br />
Okt. Mehmet Alper CANTİMER<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Çalışmanın konusu Cumhuriyet dönemi tarih ders kitaplarında Osmanlı<br />
tarihi konuları içerisinde devletin kuruluş ve genişleme döneminde, kurucu<br />
iradesinin (Gaziyanı Rum) ve bunların coğrafyasının yansımasını ele<br />
alacaktır. Osmanlının kuruluşunu daha iyi anlamak için kurucu iradeyi<br />
oluşturan zihniyet kadar bunun temsilcisi olan gazilerin de yer almasının<br />
gerekli olduğu düşünülmüştür. İnceleme, Osmanlının kuruluşunda<br />
ve genişlemesinde padişahlar dışında etkin rol oynamış Süleyman Paşa,<br />
Karamürsel, Akçakoca, Evrenos Gazi gibi gazilerin ve bunların yaşadığı<br />
yerleşim yerlerinin ve özellikle İzmit ve çevresinin ne sıklıkla ve nasıl yer<br />
aldıklarını ortaya koyacaktır. Çalışma, nitel bir araştırma yöntemi olan<br />
doküman analizine dayalı sürdürülecektir. Tarihsel içerikli bu analiz için,<br />
Cumhuriyet döneminde liselerde okutulmuş olan ve hala okutulan tarih<br />
ders kitapları incelenecektir. İnceleme sonuçları doğrudan alıntılanan<br />
metin ya da görsel unsurlar üzerinden sunulacaktır. Elde edilecek bulgular,<br />
İnalcık, Wittek, Barkan, Faruqhi ve Ocak gibi usta kalemlerinin Gaziyanı<br />
Rum konusuna ilişkin yaklaşımları ile birlikte tartışılacak ve gerçekçi<br />
öneriler dile getirilecektir.<br />
133
OSMANLI DEVLETİ’NİN İLK MEDRESESİ SORUNSALI:<br />
DÖNEM KRONİKLERİNDE İZMİD YAHUD GAZİ SÜLEYMAN<br />
PAŞA MEDRESESİ<br />
Doç. Dr. Ali KOZAN<br />
Ayşe ÇEKİÇ<br />
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi<br />
Medreseler, Osmanlı eğitim sisteminin en önemli kurumlarından birisidir.<br />
Bu kurumlar, Türk-İslâm devletlerindeki geleneğin bir uzantısı olarak,<br />
Osmanlı Devleti’nin de kuruluş sürecinde fethedilen bölgelerde ilk<br />
etapta teşekkül eden müesseselerdir. Bunlar kimi zaman bir manastır<br />
yahut kiliseden tahvil edilerek, kimi zaman da müstakil bir İslâm eseri<br />
olarak bina edilmiştir.<br />
Tarihçilerin ekseriyeti, Osmanlı kuruluş devrine ait ilk medrese olarak<br />
Orhan Gazi’nin 1331’de kurduğu, İznik Orhaniye Medresesi’ni gösterirler.<br />
İznikmid(İzmit)’in ise 1337’de fethedildiğini ve medresesinin fethin<br />
akabinde Gazi Süleyman Paşa adına kurulduğunu kabul ederler. Fakat<br />
dönem kroniklerinin bir kısmında İznikmid(İzmit)’in fethinin İznik’in fethinden<br />
daha önce olduğu ve burada bir medresenin yapıldığı zikredilmektedir.<br />
Bu durum İzmit’in fethiyle burada teşekkül eden medresenin<br />
Osmanlı tarafından tanzim edilen ilk medrese olup olmadığı sorusunu<br />
akla getirmektedir. Bu bağlamda bazı tarihçiler de, İzmit’in daha önce<br />
fethedildiğini fakat devlet merkezine uzak olmasından dolayı çok fazla ön<br />
plana çıkmadığı kanısındadırlar.<br />
Çalışmamız da işte bu noktada dönem kroniklerinde ve bunun bir uzantısı<br />
olarak sonraki dönem kaynaklarında İznik ve İzmit’in fethiyle ilgili rivayetlerden<br />
hareketle Osmanlı Devleti’nin ilk medresesinin hangi dönemde<br />
teşekkül etmiş olabileceği üzerine olacaktır.<br />
134
KANDIRA ERKEK RÜŞTİYE MEKTEBİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Biray ÇAKMAK<br />
Furkan BÜLBÜL<br />
Uşak Üniversitesi<br />
Çalışma, 1869 maarif-i umumiye nizamnamesi gereğince kurulan Kandıra<br />
erkek rüştiye mektebi hakkında ayrıntılı bir inceleme iddiasıyla kaleme<br />
alınacaktır. Bu çerçevede Kandıra erkek rüştiye mektebinin faaliyete<br />
geçmesi, personeli (muallim-i evvel, muallim-i sânî, bevvâb), bina durumu,<br />
öğrenci mevcudu, eğitim-öğretim materyali, mektebin kuruluşunda<br />
devletin rolü, mektebin idaresi, eğitim-öğretim faaliyetleri ayrıntılı olarak<br />
ortaya konulacaktır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin çeşitli tasniflerinde,<br />
özellikle Maarif Nezareti, Mektûbî Kalemi (MF. MKT)’nde bulunan çok<br />
sayıdaki belgedeki bilgiler üzerine inşa edilecek olan çalışma ile, Kandıra<br />
rüştiye mektebi özelinde, kaza rüştiye mekteplerine derinlemesine<br />
bakılmaya, kaza rüştiye mekteplerine dair ayrıntılı somut bilgiler ortaya<br />
konulmaya çalışılacaktır.<br />
FRANSIZ MİSYONERLERİN İZMİD SANCAĞINDAKİ<br />
EĞİTİM FAALİYETLERİ<br />
Doç. Dr. Fatih DEMİREL<br />
Uludağ Üniversitesi<br />
Katolik misyonerlerin faaliyetlerinin temel amacı Roma ve Bizans kiliselerini<br />
birleştirmekti. Ancak Protestanların da misyonerlik faaliyetlerine<br />
başlaması üzerine onlarla da yarışmak durumunda kalmışlardır. Katolik<br />
misyoner faaliyetlerin arkasındaki siyasal destek ve faaliyetlerin kaynaklandığı<br />
ülke Fransa’dır. Misyonerlerin faaliyet alanlarından birisi eğitim<br />
kurumlarıdır. Kurdukları okullarda genellikle Fransızca eğitim yapmışlardır.<br />
Tanzimat Dönemi öncesinde de Osmanlı coğrafyasında çeşitli dini okullar<br />
açılmıştır. Ancak Islahat Ferman’ından sonra okul sayılarında önemli<br />
ölçüde artış olmuştur. Fransızlar başta İstanbul olmak üzere Anadolu’da<br />
pek çok vilayette çeşitli okullar açmışlardır.<br />
135
Fransız misyonerler, özellikle XIX. yüzyılın sonlarında İzmit sancağında<br />
eğitim kurumları açma ve Katolikleştirme faaliyetlerinde bulunmuşlardır.<br />
Onların özellikle Ermeniler üzerinde etkin oldukları anlaşılmaktadır.<br />
Ancak Müslüman çocukları da okullara çekmek suretiyle etkilemeye çalışmışlardır.<br />
Sancak yöneticileri ve merkezi yönetim bu faaliyetlere karşılık<br />
denetimleri sıkılaştırmış, çeşitli önlemler almışlardır.<br />
Bu bildiri başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi vesikaları olmak üzere çeşitli<br />
kaynaklar ve telif eserler incelenmek suretiyle hazırlanmaktadır.<br />
OSMANLI’DA AMERİKALI MİSYONER LAURA FARNHAM’IN<br />
FAALİYETLERİ: BAHÇECİK YATILI KIZ OKULU VE<br />
ADAPAZARI ERMENİ KIZ OKULU<br />
Yrd. Doç. Dr. Füsun ÇOBAN DÖŞKAYA<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
Resmi olarak 27 Haziran 1810 yılında kurulan ABCFM (American Board<br />
of Commissioners for Foreign Mission) (Amerika Yabancı Misyon Temsilcileri<br />
Birliği), Amerikan Protestan misyonerlik teşkilatıdır. Osmanlı’da<br />
eğitim faaliyetlerine 19. yüzyılda başlayan American Board, kendisine<br />
hedef kitle olarak gayri-müslimleri seçmiştir. Amaç, Katolik, Gregoryan<br />
veya Ortodoks olan Hıristiyanları, Protestanlığa döndürmektir.<br />
Bu çalışmada, American Board’un Yakındoğu misyonunun Osmanlı’daki<br />
üç çalışma bölgesinden biri olan ‘Batı Türkiye Misyonu’, ‘İzmit (Nicomedia)<br />
İstasyonu’na gönderilen Amerikalı kadın misyoner Laura Farnham’ın<br />
faaliyetleri anlatılacaktır. Laura Farnham, Bahçecik (Bithinya) Yatılı Kız<br />
Okulu (1872-1884) ve Adapazarı Ermeni Kız Okulu’nda (Adabazari Hayuhgatz<br />
Varjharan) (1884-1921) yaklaşık otuz yedi yıl görev yapmıştır. Laura<br />
Farnham’ın görev yaptığı okullardaki faaliyetleri American Board’un<br />
1810-1939 yılları arasında yayınladığı faaliyet bülteni olan The Missionary<br />
Herald ve kadın misyonerlerin yayın bülteni olan Light and Life for Woman<br />
serileri incelenerek ortaya konulacaktır.<br />
American Board okulları 1920’lerde Müslüman öğrencilere de eğitim<br />
vermeye başlamış ve bu okullar günümüzde Sağlık ve Eğitim Vakfi’nın<br />
(SEV) şubeleri halini almışlardır. Günümüzde American Board okullarından<br />
biri olan Üsküdar Amerikan Lisesi’nin temeli Bahçecik ve Adapazarı<br />
136
okullarına dayanmaktadır. Bu çalışma geçmiş ve günümüz bağlantısını<br />
kururak, Amerikan Board okullarının bölgedeki tarihi yapılanmasını ve<br />
misyoner Laura Farnham’ın faaliyetlerini inceleyecektir.<br />
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN İZMİT EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ<br />
Dr. Nuri GÜÇTEKİN<br />
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü<br />
I. Dünya Savaşı’nın İzmit Sancağı eğitim kurumlarına etkisini net olarak<br />
görebilmek için bu çalışma savaş öncesi, savaş süreci ve savaş sonrası<br />
olmak üzere üç kısımda ele alınacaktır. Bu süreç ele alınırken, öncelikle<br />
1914-1918 yılları arasında sancağın nüfusu, ilk orta ve lise kademesinde<br />
olan toplam eğitim kurumu sayısı ile öğretmen ve öğrenci sayısı resmi<br />
istatistikler ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan İzmit Sancağı’na<br />
ait istatistik ve teftiş raporlarına dayalı olarak verilecektir.<br />
Ayrıca İzmit Sultanîsi ve İzmit Öğretmen Okulu’ndan Çanakkale ve I. Dünya<br />
Savaşı’na gönüllü ya da askerlik kanunu gereği katılan toplam öğrenci<br />
ve öğretmen sayısı çıkarılacaktır. Bu öğrenci ve öğretmenlerin askerlik<br />
süreci ele alınacaktır. Şehit olduğu tespit edilen bazı öğretmen ve öğrenci<br />
künye bilgileri verilecektir. Bu belgeler ışığında, I. Dünya Savaşı’nın İzmit<br />
Sancağı eğitim kurumlarına etkisi değerlendirilecektir.<br />
BİR EĞİTİM YAPISININ İNŞA ÖYKÜSÜ VE GEÇMİŞİN<br />
MODERN MİMARİSİ: “LİSE PAVYONU”/İZMİT LİSESİ<br />
Doç. Dr. Oya ŞENYURT<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
İzmit Lisesi inşa edildiği dönemde “Lise Pavyonu” olarak anılan, yapımı<br />
için kentli tarafından mücadele verilmiş ve bitirilmesi sabırsızlıkla beklenmiş<br />
bir eğitim yapısıdır. Yapının mimarisi kadar, yapımı için geçirilen<br />
zorlu süreç ve verilen mücadele; Cumhuriyet sonrası modernleşmeyi<br />
hedefleyen kentlinin çabalarını bugüne yansıtması açısından binanın<br />
öyküsünü değerli kılmaktadır. Bu durum, konunun “yapı-kent-kentli”<br />
bağlamında düşünülmesini gerektirir. Dönemin eğitim politikaları ge-<br />
137
eği, öğretim şartlarına uygunluk, okul mevcudu, kent nüfusu gibi bazı<br />
kriterlerin olgunlaşması ile kentin lise ihtiyacı, zorlu bir bekleme ve karar<br />
sürecinin yaşanmasına neden olmuş; hükümet tarafından yapının inşasına<br />
verilen izin ile kentli için büyük bir sorunun çözüme kavuştuğu düşünülmüştür.<br />
İnşa edilen “Lise Pavyonu”, Osmanlı döneminden kalan Gazi<br />
Lisesi’nin karşısında bir Cumhuriyet dönemi yapısı olarak farklılaşan mimarisi<br />
ile günümüze kadar gelebilmiştir. Bildiride, yapının öyküsü kent<br />
mimarlığında kırılma noktası yaratan Cumhuriyet dönemi yapılarından<br />
biri olması bağlamında değerlendirilmiştir.<br />
“GÜRBÜZ TÜRK ÇOCUĞU” PROJESİNİN EYLEMSEL BİR<br />
ÖRNEĞİ OLARAK HEREKE ÇOCUK KAMPI (1936-1938)<br />
Doç. Dr. Önder DUMAN<br />
Ondokuz Mayıs Üniversitesi<br />
Osmanlı’dan eksik ve sağlık sorunlarıyla iç içe bir nüfus devran Türkiye<br />
Cumhuriyeti osyo-ekonomik gelişmeyi bir an önce sağlayabilmek için<br />
artma esasına dayalı bir nüfus politikası takip etmiştir. Bu kapsamda bir<br />
taraftan yurt dışından göçler teşvik edilirken, bir taraftan da hastalıklarla<br />
mücadele ve sağlıklı bir nesil yetiştirme politikası tatbik edilmeye çalışılmıştır.<br />
Gürbüz/sağlıklı bir nesil yetiştirme politikasının en önemli sonuçlarından<br />
biri de “azat obaları” ve “çocuk kampları” projesidir. 1930’ların<br />
ikinci yarısından itibaren bu proje kapsamında bilhassa ülkenin batı bölgelerinde<br />
yaz aylarında çocuklar için kamplar teşkil edilmiştir. Mevcut<br />
bildiri söz konusu projenin Doğu Marmara havzası ayağını oluşturan Hereke<br />
Kampı’nı faaliyetleri itibariyle betimlemeye yöneliktir.<br />
İZMİT’TE MUHACİRLERİN YAŞADIĞI SORUNLAR:<br />
AKGÜRGEN ÇİFTLİĞİ ÖRNEĞİ<br />
Cengiz KESKİN<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren özellikle Kırım, Kafkasya ve Balkanlardan<br />
Osmanlı Devleti’ne yönelik göç hareketleri yaşanmıştır. İlk önce<br />
138
İstanbul’a gelen bu muhacirler, daha sonra daimi iskân yerlerine sevk<br />
edilmişlerdir. Muhacirlerin daimi olarak iskân edildikleri yerler arasında,<br />
gerek İstanbul’a yakınlığı ve gerekse ulaşım olanaklarının kolaylığı<br />
nedeniyle İzmit de bulunmaktaydı. Bu bölgede muhacirlerin iskânları sırasında<br />
doğal olarak çeşitli sıkıntılar da baş göstermiştir. Bu sıkıntıların<br />
yoğunlaştığı nokta ise arazi meseleleriydi. İzmit’te Sapanca gölünün batı<br />
kısmında bulunan ve Almanya Devleti tebaasından Mösyö Pizani isimli<br />
bir Alman’a ait olan Akgürgen çiftliği çevresine de birçok muhacir yerleştirilmiştir.<br />
Dersaadet İngiltere Sefareti’nde baş tercüman olarak görev yapmış olan<br />
Mösyö Pizani’ye Sultan Abdülmecid döneminde hediye edilen mezkûr<br />
çiftlik arazisi, Mösyö Pizani’nin vefat etmesi sebebiyle bölgeye iskân edilen<br />
muhacirler tarafından sahipsiz sanılmış ve bu sebeple işgal edilmiştir.<br />
Ancak Mösyö Pizani’nin kızı olan Madam Meraklin, arazinin kendisine<br />
ait olduğunu Alman konsolosluğu vasıtasıyla Osmanlı yetkililerine iletmiştir.<br />
Böylece sorun uluslararası bir boyut kazanmıştır. Osmanlı devlet<br />
adamlarının Madam Meraklin ile muhacirler arasında cereyan eden anlaşmazlıkların<br />
giderilmesi için yoğun çaba sarf ettiği görülmektedir.<br />
Osmanlı Arşiv Belgeleri temel kaynak alınarak hazırlanan bu bildiride<br />
Akgürgen çiftliği örneğinde muhacirlerin iskânları sırasında yaşadığı sorunların<br />
Osmanlı Devleti tarafından nasıl çözülmeye çalışıldığı irdelenecektir.<br />
İZMİT MUHACİRİN DEFTERİ’NE GÖRE İZMİT’TE<br />
KURULAN MUHACİR KÖYLERİ (1888-1889)<br />
Yrd. Doç. Dr. Mustafa SARI<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren, Müslümanlarla meskûn toprakların<br />
kaybedilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti’ne yönelik göç hareketleri yaşanmıştır.<br />
Kırım’ın kaybedilmesi, 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı, 1860’lı<br />
yıllarda Kuzey Kafkasya’nın Rusya tarafından ilhak çalışmaları, 1877-<br />
1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-1913 Balkan Savaşları göç sürecinin<br />
dönüm noktalarını teşkil etmektedir. Muhacirler, ilk önce geçici olarak<br />
İstanbul’a gelmekte olup burada daimi iskân yerlerine sevk edilene kadar<br />
ikamet etmekteydiler. İzmit ve çevresi ise İstanbul’a yakınlığı, kara,<br />
139
deniz ve demiryolu ile kolaylıkla ulaşım imkânlarının olduğu ve boş arazilerin<br />
bulunduğu bir yer olmasından dolayı muhacirlerin önemli iskân<br />
yerlerinden birisi olmuştur.<br />
Muhacirlerin iskânlarını düzenlemek için kurulan Muhacir Komisyonları’nın<br />
da önerileri doğrultusunda iskân edilen muhacirlere hane, anbar,<br />
ahır ve tarla vb. gayrimenkuller için arazi verilmekteydi. Muhacirlere<br />
verilen bu araziler gönderilen özel memurlar tarafından İskân-ı Muhacirin<br />
Defterleri adı altında kayda alınmaktaydı. İzmit’te iskân edilen<br />
muhacirlere ait böyle bir defter, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde<br />
bulunmaktadır. 1888-1889 yılları arasında kaleme alınan<br />
ve iki ciltten oluşan bu defterde, İzmit Sancağı’ndaki Selimiye, Nimetiye,<br />
Uzuntarla, Mesruriye, Mamuriye, Ahmediye, Hamidiye, Şefketiye, Siyretiye,<br />
İcadiye, Servetiye, Nüzhetiye, Kızılcıklı, Çubuklu Osmaniye, Çubuklu<br />
Bala, Camili, Karapınar, Ketenciler, Teşvikiye, Rahmiye, İfraziye, Çepni,<br />
Nusretiye, Şirinsulhiye, Hikmetiye gibi köyler yer almaktaydı. Mezkûr<br />
defterde; muhacirlere dağıtılan arazilerin mevkii, miktarı, nevi, hududu,<br />
büyüklüğü, muhacirlere hangi suretle verildiği ve muhacirlerin nereden<br />
geldikleri ile isimleri gibi bazı bilgiler kayda alınmıştı.<br />
Bu bildiride, İzmit’e yapılan göçlere ait önemli bilgiler ihtiva eden İzmit<br />
Muhacirin Defteri esas alınarak sancak dâhilindeki köyler hakkında bilgiler<br />
verilecektir. Bildiri yazılırken, bu defterin dışında Osmanlı Arşivleri ve<br />
ikinci el kaynaklar da kullanılacaktır.<br />
İZMİT KÖRFEZİ DEPRESYONUNDA BÜYÜK YUNAN YIKIMI<br />
VE SAMANLIDAĞ MUHACERETİ<br />
Prof. Dr. Serpil SÜRMELİ<br />
On Dokuz Mayıs Üniversitesi<br />
12 Mart 1921’de sona eren ve barış aldatmacasından öteye gidemeyen<br />
Londra Konferansı’nın hemen akabinde Yunanlılar, Sevr Antlaşmasıyla<br />
dayatılan hükümleri TBMM Hükümeti’ne kabul ettirmek için yeni bir taarruza<br />
karar verdiler. 23 Mart’ta Bursa istikametinde 3.Uşak istikametinde<br />
1.Yunan Kolordularının Afyon ve Eskişehir üzerine başlattıkları ve I.<br />
İnönü’de olduğu gibi cepheden taarruz şeklinde gerçekleştirdikleri saldırılar,<br />
bir kez daha başarısızlıkla sonuçlandı. İnönü’de uğranılan bu ikinci<br />
yenilgi, Batı Cephesi tarafından 1 Nisan 1921’de resmen açıklandı. Yunan<br />
140
Genelkurmayı iki savaşta da takip ettikleri savaş stratejisini sorguladı,<br />
yanlış olduğuna karar vererek yeni bir stratejik plan hazırladı ve seferberlik<br />
ilan etti. Yeni strateji Bursa ve Uşak Gruplarını kuşatma hareketiyle<br />
bir meydan muharebesi sahasında birleştirip Türk Ordusu’nu iki ateş<br />
arasında bırakmak suretiyle yok etme planı üzerine kuruldu.<br />
II. İnönü Zaferinin ortaya koyduğu bu durum karşısında Yunan Genelkurmayı,1920<br />
Eylül’ünden itibaren İzmit ve çevresindeki işgal siyasetini<br />
İngilizlerden devralarak, İstanbul ve Boğazların güvenliğini sağlama<br />
ve bölgenin Türk milis ve askeri kuvvetlerince tehdit edilmesinin önüne<br />
geçmek için Kocaeli Yarımadası’nın savunulması görevini üstlenen 11.<br />
Yunan Tümeni ve bu tümene bağlı birliklerin İngilizler gibi yoğun Türk<br />
baskısı yüzünden etkin olamadığı gerçeğini göz önüne alarak, bölgeden<br />
çekilmesine ve yeni stratejik planda değerlendirilmesine karar verdi. Yunanlılar<br />
bölgenin tahliye edileceğine dair kararlarını Mayıs başında İngilizlere<br />
açıkladı. 11 Haziran’da başlayacak olan bu çekilme, İznik Gölü ile<br />
İzmit Körfezi sahilinin güneyi arasındaki yani Samanlıdağ Bölgesi olarak<br />
geçen ve Yalova- Gemlik- Orhangazi hattını kapsayan güzergâh takip<br />
edilerek yapılacaktı. Yunanlılar, çekilme sırasında sivil halktan yana herhangi<br />
bir sorun yaşamaktan korktukları için yarımadayı tahliyeden önce<br />
bölgeyi yerleşim yerleriyle beraber temizlemek suretiyle büyük bir yıkım<br />
hareketine giriştiler. Bu facianın İstanbul’da Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne<br />
ulaştırılmasıyla cemiyet Kızılhaç Temsilcisi T. B. Thomson’u devreye<br />
soktu. Bu işi ele alan Thomson İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold<br />
nezdinde teşebbüse geçerek bölgeye bir soruşturma heyeti gönderilmesine<br />
dair talepte bulundu. Talebin kabulü üzerine uluslararası bir<br />
tahkik heyeti oluşturularak bölgeye gönderildi.<br />
Tebliğ, yukarıda bahsi geçen askeri gelişmeler çerçevesinde bölge üzerinde<br />
izlenen işgal siyasetinin gayrı insani sonuçlarını Cenevre Uluslararası<br />
Kızılhaç Temsilcisi Maurice Gehri, Manchester Guardian Gazetesi<br />
Yazarı A.Toynbee ve Kızılay’a ait raporlardan ve basından incelemek suretiyle<br />
değerlendirme esasına dayanmaktadır.<br />
141
MÜBADELE İLE KOCAELİ’NE İSKÂN EDİLEN GÖÇMENLER<br />
VE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR (1923-1930)<br />
Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA<br />
Ayhan ATEŞ<br />
Uludağ Üniversitesi<br />
Göç olgusu insanlık tarihinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Tarih<br />
içinde birçok insan topluluğu ya kendi isteği ile ya da karşılaştıkları sorunlar<br />
(coğrafi, ekonomik vb.) veya baskılar (siyasi, askeri, dini veya kültürel)<br />
sonucu yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalmış veya bırakılmışlardır.<br />
Türk tarihi de geçmişten günümüze bu tür göç hadiseleri ile<br />
doludur. Doğudan batıya, batıdan doğuya veya kuzeyden güneye, güneyden<br />
kuzeye bu göç hareketinin merkezi hep Anadolu toprakları olmuştur.<br />
Bu durumun bugün de aynı şekilde devam etmekte olduğunu görüyoruz.<br />
İşte biz bu bildiride, insanlık tarihinde önemsiz, Türk tarihinde önemli,<br />
fakat göç edenlerin hayatında “felaket” olarak adlandırabileceğimiz<br />
Türk-Yunan nüfus mübadelesi sonucu 1923-1930 yıları arasında (Anadolu’nun<br />
güzel bir köşesi olan) Kocaeli’ne iskân edilen mübadilleri (göçmenleri)<br />
ve karşılaştıkları sorunları ele alacağız.<br />
30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele<br />
anlaşması çerçevesinde Kocaeli bölgesine yaklaşık 27.000 göçmen<br />
iskân edilmiştir. Yıllarca yaşadıkları topraklardan bir gecede çıkarılıp<br />
trenlerle ve gemilerle Anadolu topraklarına göç ettirilen mübadillerin<br />
yaşadığı sıkıntılar yolculukta olduğu kadar yerleştikleri yeni topraklarda<br />
da devam etmiştir. Başta barınma, sağlık ve iaşe olmak üzere birçok<br />
sorunla karşılaşmışlardır. İstasyonlarda, limanlarda, misafirhanelerde<br />
günlerce, haftalarca hatta aylarca bekletildikten sonra yerleştirildikleri<br />
yarı bataklık topraklarda yaşam mücadelesi vermişlerdir. Ancak devlet<br />
mübadillerin barınmasından, sağlığına, iaşesinden iş bulmasına kadar<br />
her konuda bu insanların yanında olmuş ve tüm olanaklarını seferber<br />
etmiştir. Mübadiller ilk olarak Rumların ve Ermenilerin boşalttığı köylerdeki<br />
evlere yerleştirilmiştir. Zamanla kendilerine yeni yerleşim yerleri<br />
kurulmuş, toprak, dükkân ve üretim araç ve gereçleri verilmiş böylece<br />
üretime katılmalarına imkân sağlanmıştır.<br />
Zamanla Kocaeli ekonomisinde tarımın yerini sanayinin almasıyla birlikte<br />
bölge diğer illerden yoğun bir şekilde göç almaya başlamıştır. Nüfusun<br />
hızlı bir şekilde artması sonucu Kocaeli’nde yeni yerleşim ve sanayi alan-<br />
142
ları açılmıştır. Mübadillere verilen yarı bataklık araziler ıslah edilerek<br />
buralara yeni yerleşim yerleri ve sanayi kuruluşları inşa edilmiştir. Başlangıçta<br />
şehir dışında olan yerler geçen süre içinde şehrin merkezinde<br />
kalmıştır. Mübadillerin kendileri olmasa bile çocukları zamanla arazilerinin<br />
değerlenmesi nedeniyle zengin olmuştur. Günümüzde Kocaeli zenginleri<br />
içerisinde çok sayıda mübadil aileler bulunmaktadır. Bugün bazı<br />
ikinci ve üçüncü kuşak mübadiller Kocaeli’nin saygın kişileri konumuna<br />
gelmiştir.<br />
KIRIM-DOBRUCA’DAN KOCAELİ’NE GÖÇ HİKÂYELERİ<br />
Ferit TOPLU<br />
Kocaeli Kırım Tatarları Derneği<br />
Kırım Tatarlarının tarihi Cengiz Han İmparatorluğunun (1206-1294) kuruluşu<br />
kadar eskidir. Son imparator Kubilay Han’ın ölümünden (1294)<br />
sonra Cengiz Han İmparatorluğu 4 ülkeye ayrılır. Bu ülkelerden biri de<br />
tarihleri arasında hükümran olan Altınordu İmparatorluğu (1242-1502)<br />
dur. Altınordu’nun da çeşitli etmenlerle tarih sahnesinden silinmesiyle<br />
ortaya çıkan 4 hanlıktan biri de Kırım Hanlığıdır. Kırım Hanlığı 1441-1783<br />
yılında hüküm sürmüş bir Kırım Tatar devletiydi. 1783 Yılında Rusların<br />
çeşitli oyun ve hileleri ile Kırımı ilhak etmelerinden sonra Kırım Tatarları<br />
için asırlarca sürecek acı ve hüzün dolu ve bugünlere kadar devam eden<br />
bir göç olgusu başlamıştır. Rus zulüm ve baskısından kurtularak hayatlarını<br />
sürdürmek isteyen Tatarlar her türlü yolları deneyerek vatanları<br />
Kırım’dan başta Türkiye olmak üzere Romanya, Bulgaristan, Kafkasya,<br />
Amerika, Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerine göç etmek zorunda bırakılmışlardır.<br />
Çalışmamın konusu bu göç olayının küçük bir parçasını oluşturmaktadır.<br />
Kocaeli Vilayetine yapılan Kırım Tatar göçlerinin önemli bir bölümü Romanya’nın<br />
Dobruca bölgesinden özellikle 1930’lu yıllarda gerçekleşmiştir.<br />
Doğaldır ki daha önceki yıllarda da Kırım’dan Kocaeli’nin özellikle<br />
Kandıra (Azaklı, Hediyeli, Üğümceli, Tatar Ahmet, Tatar İlyas) civarına<br />
yapılan göçleri de biliyoruz.<br />
Kırım’dan ve Dobruca’dan yapılan göçlerin küçük bir bölümü ilgili devletlerle<br />
yapılan göç antlaşmaları sonucunda olmasına karşın çok önemli<br />
bir bölümü zulüm ve baskıdan kaçma şeklinde gerçekleştirilen göçlerdir.<br />
143
Romanya Krallığı ile yapılan antlaşma sonucunda Dobruca’da yaşayan<br />
Kırım Tatarları bütün taşınmazlarını Krallığa terketmişler buna karşın<br />
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Kocaeli vilayetine yerleşen 2500 civarındaki<br />
Kırım Tatarına yaklaşık olarak aile başına 3 göz kerpiç ev, 3 dönüm<br />
bahçe ve kişi başına 10 dönüm tarla’nın yanı sıra bir miktar para, tarım<br />
aletleri, tohumluk, at arabası ve hayvan vermiştir.<br />
Bu koşullar altında 1935 yılının kış aylarında Nazım ve Cumhuriyet vapurları<br />
ile Köstence Limanından Kocaeli Vilayetine gelen Kırım Tatarları<br />
Derince, Tütünçiftlik, Gebze, Döngel, Sarımeşe, Akmeşe, Servetiyecami,<br />
İzmit (Yenidoğan), Arslanbey, Yeniköy, Elmalı, Fındıklı, Kalaycı Bayırı ve<br />
Subaşı civarında Türkiye Cumhuriyetinin kendileri için yaptırdığı 3 göz<br />
kerpiç evlere yerleşmişlerdir.<br />
Kırım Tatarları yeni yurtlarında da hastalık (verem, sıtma vs.), geçim sıkıntısı,<br />
uyum sorunu gibi çeşitli problemlerle karşılaşmışlardır..Fakat,<br />
Kırım Tatarları, çalışkanlıkları, dürüstlükleri, işbilirlikleri, ustalıkları gibi<br />
özellikleriyle uyum sorununu da yenerek yerli halkın da yardımıyla yaşadıkları<br />
yeni çevrelerin önemli ve vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuşlardır.<br />
Çalışmam, yukarıda adları belirtilen bölgelere yerleştirilen ailelerin hayatta<br />
kalan bireyleri ile sözlü tarih kuralları altında yaptığım söyleşiler ve<br />
kendilerinden topladığım fotoğraf, bilgi, belgeler kullanılarak 4 yıl süren<br />
bir çaba sonucunda gerçekleşmiştir.<br />
KOCAELİ’YE GÖÇ ETMİŞ KIRIM TATARLARI’NDA<br />
ANAVATAN ALGISI<br />
Doç. Dr. Nuri KAVAK<br />
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />
Ruslar stratejik ve jeo-politik öneminden dolayı Kırım’ın güvende olması<br />
için Tatarlardan arınmış bir toprak parçası haline getirmek amacıyla çeşitli<br />
baskı yöntemlerine başvurarak hem yarımada da hem de kuzeydeki<br />
steplerde yaşayan Kırım Tatarları ile Nogayların Osmanlı ülkesine göç<br />
etmesi için yoğun bir yıldırma politikasını hayata geçirmişlerdir. Nitekim<br />
Kırım’ın işgal edildiği 1783 yılında başlayan göçler artarak kitlesel bir boyutta<br />
devam etmiştir. Osmanlı Devleti de akraba ve aynı dinden olan bu<br />
muhacirlere ülkesinin kapılarını açarak Balkanlar’a ve Anadolu’nun her<br />
bir köşesine sevk ederek iskân etmiştir.<br />
144
Kocaeli vilayetinin Karadeniz kıyısında ve nüfusunun ağırlıklı olarak Müslüman<br />
ahaliden oluşması Kırım Tatarlarının kolayca gelip yerleşmelerine<br />
imkan sağlamıştır. Ayrıca İstanbul ve çevre limanlara gelen göçmenlerin<br />
rahatça gönderilebilecekleri yerlerin başında Adapazarı ve İzmit gelmektedir.<br />
Lakin gerek Osmanlı Arşiv kayıtları gerekse bugün adı geçen yerlerde<br />
hala yaşayan tatarların olması bahsedilen göç dalgasından Kocaeli<br />
vilayetine de çok sayıda göçmenin geldiğini göstermektedir. Bu durum<br />
Anadolu’ya bir geçiş güzergahının üzerinde olan Kocaeli’nin zaman zaman<br />
geçici merkez olarak görülmüş olmasından kaynaklanmaktadır.<br />
Çünkü zamanla bölgeden Anadolu içlerine geçenlerde çok olmuştur. Bu<br />
cümleden olarak başta Kocaeli merkez olmak üzere, İhsaniye, Kubuzcu,<br />
Mekecik, Özge, Kullar, Sarımeşe (Selimiye), Servetiyecami, Değirmendere,<br />
Nusretiye, Gölcük, Darıca ve Derince olmak üzere birçok yerleşim<br />
yerinde Kırım Tatarları ya direkt veyahut ta başka bir merkezden yerleri<br />
değiştirilerek iskan edildiği görülmektedir.<br />
Bildiri metnimiz Kocaeli’ne gelen göçmenlerin hal-i hazırdaki durumlarının<br />
anavatanla olan bağlantı kanalları-varsa- üzerinde bir anket çalışmasını<br />
konu almaktadır. Buna göre yaklaşık 20 kişiye yönelteceğimiz<br />
sorularla, kültürel ve akrabalık ilişkilerinin Kırım’da yaşayan Tatar soydaşlarıyla<br />
nasıl sağladıkları üzerine veriler elde etmeye çalışacağız. Hipotezimiz<br />
hala anavatan algısının devam ettiği ve de değişik kanallarla bir<br />
bağın oluştuğu üzerinedir. Ayrıca kendini tanımlamada, önceki kuşakları<br />
hatırladıklarını ve böylece kimliklerini zihinlerinde canlı tutarak gelecek<br />
kuşaklara aktarmada geliştirdikleri kültürel faaliyetlerin niteliği ve türleri<br />
hakkında sonuçlar elde etmeye yöneliktir.<br />
Görüşme Soruları<br />
Kimlik<br />
1.Kendinizi nasıl tanımlarsınız?<br />
2.Anavatan sizin için nereyi ifade ediyor?<br />
3.Kırım’da atalarınız nerede yaşıyordu?<br />
4.Neden göç etmek zorunda kaldılar? Yasal yollardan mı yoksa yasa dışı<br />
yollardan mı göç ettiler? Geldiklerinde nereye yerleştiler?<br />
5.Evinizde veya iş yerinizde Kırım’a ait herhangi bir şey barındırıyor<br />
musunuz? Neden?<br />
6.Ev veya iş yeri tercihi yaparken gideceğiniz yerde Kırım Tatarlarının<br />
yoğun olup olmamasına bakıyor musunuz? Bu durum sizin için bir tercih<br />
145
meselesi mi?<br />
7.Şuan koşullar sizin için uygun olsa Kırım’a yerleşmek ister miydiniz?<br />
Neden?<br />
Anayurda Olan Bağ ve İletişim<br />
8.Kırım’daki son dönemdeki gelişmeleri takip ediyor musunuz? Sizi<br />
neden ilgilendiriyor?<br />
9.Kırım ile ilgili belgesel izlediniz mi?<br />
10.Kırım ile ilgili herhangi bir basılı yayını (dergi vb.) düzenli olarak takip<br />
ediyor musunuz?<br />
11.Kırım’a neden gitmediniz veya gidemediniz nelerdir? (Gidemeyenler<br />
için)<br />
12.Kırım’a gittiyseniz geldikten sonra sizde ne değişti? (Gidenler için)<br />
13.Kırım’a tekrar gitmek istiyor musunuz? (Gidenler için)<br />
14.Kurbanınızı nerede kestiriyorsunuz? Kırım’da kestirmeyi düşündünüz<br />
mü? Neden?<br />
15.Kırım’da herhangi bir kurum, kuruluş veya aileye bağış yaptınız mı?<br />
Neden?<br />
16.Fitre ve zekâtınızı nereye veriyorsunuz? Kırım’a göndermeyi düşündünüz<br />
mü? Neden?<br />
Anayurda Bağı Güçlendiren Etkinlikler<br />
17.Kocaeli’de Kırım Tatarlarına hitap eden kültürel etkinlikler oluyor<br />
mu? Oluyorsa katılıyor musunuz? Neden?<br />
18.Kocaeli’de Kırım ile ilgili düzenlenen etkinliklerden haberiniz oluyor<br />
mu? Katılıyorsanız bu etkinliklere katılmak sizde neyi değiştirdi?<br />
146
KOCAELİ VİLAYETİNE YERLEŞTİRİLEN DAĞISTAN’LI<br />
MUHACİRLERİN SULTAN REŞAT HİMAYESİNDE<br />
KURULAN REŞADİYE (GÜNEYKÖY)’E İSKÂNI İLE<br />
GERÇEKLEŞEN İNŞA SÜRECİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Selçuk SEÇKİN<br />
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi<br />
Rus baskısı sonucu Şeyh Şamil önderliğindeki askeri direniş gücünün<br />
kırılması üzerine zahmetli yolculuk sürecinden sonra kafileler halinde<br />
Dağıstan Müslümanları Osmanlı topraklarına sığınmışlardır. Bu sığınma<br />
sürecinde dönemin padişahlarının desteği ve ihsanları ile iskan sürecinde<br />
pek çok alanda katkıları olmuştur. Bu süreçte, Şeyh Şamil’in yakın<br />
akrabası ve çevresine ait Kumuk Kabilesi’ne bağlı yaklaşık 70 hanelik göç<br />
kafilesi de Şeyh Şerafettin önderliğinde Yalova’ya getirilmiştir. Sultan Reşat’ın<br />
özel izniyle Osmanlı Devleti’nin iskan politikası yanında bölgenin<br />
Kafkasya iklimine kısmen uygun, dağlık bir arazi olması da bu tercihte<br />
etkili olmuştur. Yerleştikleri beldeye önceleri Elma-Alan veya Elmalı adı<br />
verilmiş; daha sonra köye Sultan Reşad tarafından yapılan yardım ve<br />
imar çalışmalarının nişanesi olarak Reşadiye ve nihayet Cumhuriyet sonrasında<br />
Güneyköy adı verilmiştir. Dağıstanlıların katılımıyla günden güne<br />
kalabalıklaşan köyde yeni evler inşa edildi; hatta o hale geldi ki arazi gelen<br />
göçmenlere yetmez hale geldi. Köyde ilk kurulan binalar arasında bir<br />
medrese ve köyün ilk mescidi ile ilk dergahının da bulunduğu külliye yer<br />
almaktaydı. Osmanlı Sarayı’na yakın bir kişi olan Şeyh Şerafettin sık sık<br />
Sultan Reşat tarafından dini konularda kendisine danışılmak üzere Saray’a<br />
davet edilmiştir. Bu dostluğun nişanesi olarak Sultan Reşat tarafından<br />
köye sakal-ı şerif hediye edilmiştir. Köydeki iki camiden birisi olan ve<br />
medresenin de bulunduğu külliyenin klasik bir Osmanlı eseri oluşu, köy<br />
meydanında Osmanlı Sultanı Sultan Reşad’ın tuğrasını taşıyan görkemli<br />
çeşme ve hâlâ işletilmekte olan ve talebenin ihtiyaçları için vakfedildiği<br />
bildirilen “Reşad Menba Suyu“ işletmesi, bu vakfiyenin bir mirası ve köye<br />
verilen önemin somut kanıtı olarak hâlâ ayaktadır. Özellikle Sultan Reşat<br />
Çeşmesi taşıdığı sanat ve mimarlık etkisi bakımından önemli bir eserdir.<br />
Atnalı kemerle dört yöne açılan çeşme cephelerinin dört cephesinde de<br />
birer kitabe yer almaktadır. Sultanın İstanbul’da inşa ettirdiği çeşmelerde<br />
dahi bu derece özenli bir işçilik görülmezken, bir köy meydanında bu<br />
nitelikte bir yapının bulunması Osmanlı Sultanı’nın köye verdiği manevi<br />
ve maddi desteği belgeler niteliktedir. Köyde, Yunan işgali sırasında Os-<br />
147
manlı dönemi yapıları önemli zararlar görmüş, günümüze bu dönemde<br />
aldığı yaralarla ulaşmıştır.<br />
TARİHİ GELİŞİM İÇİNDE İZMİT KÖRFEZİ<br />
VE DENİZCİLİĞİMİZ<br />
Doç. Dr. Mustafa HERGÜNER<br />
Harp Akademileri<br />
Anadolu Coğrafyası’ nın en stratejik bölgelerinden birisi “İzmit Körfezi”<br />
dir. İki okyanusu ve üç kıtayı birleştiren Anadolu coğrafyası İzmit Körfezi<br />
ile bir taraftan denizlere ve okyanuslara açılırken diğer taraftan dünyanın<br />
en stratejik geçitlerinden olan “Türk Boğazları” için de en önemli bir hinterland<br />
durumundadır.<br />
Nitekim gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk konuşlandığı<br />
bölge İzmit ve Körfez olmuştur. Bu arada belirtelim ki Askeri, Ticari ve<br />
Bilimsel Denizcilik yönünden İzmit Körfezi önemini devam ettirmekte dolayısı<br />
ile bu körfezin en büyük otoritesi olan Kocaeli Liman Başkanlığı’nın<br />
jeostratejik sorumluluğu giderek artmaktadır. 2015 yılı itibariyle Askeri<br />
Denizciliğimizin % 50’si Ticari denizciliğimizin %20’si ve bilimsel denizciliğimizin<br />
de önemli bir kısmının icra edildiği İzmit Körfezi’nin tarihi geçmişi<br />
incelenmiş ve bu önemin gelecekteki durumu değerlendirilmiştir.<br />
XVIII. YÜZYIL VE SONRASINDA İZMİT İSKELESİ İLE<br />
ARD ALANININ OSMANLI DENİZCİLİK<br />
FAALİYETLERİNDEKİ YERİ<br />
Ekrem GÜRDAL<br />
Bu çalışmada İzmit İskelesi ile İzmit havzasının Osmanlı denizcilik faaliyetlerindeki<br />
yeri incelenmektedir. İzmit jeopolitik konumu itibariyle,<br />
askeri, iktisadi ve içtimai açıdan Osmanlı Devleti için mühim bir yerdir.<br />
Asya, Ortadoğu ve Anadolu’dan Avrupa’ya malzeme, bilgi ve insan akışının<br />
sağlandığı güzergâh üzerinde bulunması İzmit ve iskelesinin önemini<br />
artırmaktadır. Kent bir nevi bölgenin dünyaya açılan kapısı olmuştur.<br />
Şehir, hem karadan hem de denizden İstanbul ile olan organik bağları<br />
148
nedeniyle her daim göz önündedir. İstanbul’un iaşesinin sağlanması adına<br />
gerekli olan her türlü ihtiyacın kolaylıkla temin edilebilmesi için deniz<br />
yolunun kullanılması daha yararlı ve kazançlıdır. İhtiyaç malzemelerinin<br />
yanı sıra askeri mühimmat sevkıyatı için deniz yollarının açık olmasına<br />
dikkat edilmektedir. Ayrıca Marmara Denizi’ndeki yolcu taşımacılığı açısından<br />
bakıldığında İzmit ve iskelesi oldukça canlıdır. Bu hareketlilik bölgeyi<br />
cazibe merkezi haline getirmektedir. Doğal afetler, salgın hastalıklar,<br />
göçler, savaşlar gibi bir takım sebepler denizcilik faaliyetlerini büyük<br />
ölçüde etkileyebilmektedir. İzmit İskelesi’nden yapılan sevkıyatı, askeri,<br />
sosyal ve ekonomik açıdan ele aldığımız bu çalışmada İzmit İskelesi’nin<br />
ve ard alanının bölgedeki etkinliğine ışık tutmaya gayret gösterdik. Söz<br />
konusu olan dönem içerisinde İzmit ve iskelesi ile ilgili, Osmanlı denizcilik<br />
faaliyetleri üzerine bazı tespit ve değerlendirmeler yapmaya çalıştık.<br />
MADEN NAKLİYECİLİĞİNDE BİR GÜZERGÂH:<br />
İZMİT İSKELESİ<br />
Yaşar ÖCAL<br />
Osmanlı Devleti’nde kara ulaşımı ile deniz ulaşımı iç içe geçmiş; İstanbul,<br />
Samsun, İzmit, İskenderun, Mersin, Trabzon, Alaiye, İzmir, Sinop iskeleleri<br />
kendi hinterlandındaki kara ulaşımının nihayetindeki noktalar olmuşlardır.<br />
Maden taşımacılığında kullanılan iskeleler genel de Samsun,<br />
İzmit, İskenderun ve Mersin’de bulunuyordu. Bu iskeleler, kendilerine<br />
en yakın veya günün ulaşım koşullarında en kolay ulaşılabilecek maden<br />
işletmelerinde üretilen madenlerin nakledildikleri önemli güzergâhlardı.<br />
Maden işletmelerinde üretilen madenler, başkentteki darphaneye bu<br />
güzergâhlar yoluyla ulaştırılıyordu.<br />
Bulgardağı ve Bereketli madenlerinden elde edilen kurşun, gümüş ve altın,<br />
daha sonraki dönemlerde Mersin iskelesine kaymış olsa da önceleri<br />
İzmit iskelesi yoluyla nakledilmiştir. Bozkır madenlerinden elde edilen<br />
kurşun ve gümüş nakliyesinde sonraları Alaiye İskelesi kullanılsa da işletmenin<br />
ilk dönemlerinde İzmit İskelesi kullanılmıştır. Hüdavendigar<br />
bölgesi madenlerinden elde edilen muhtelif cins cevher de genel olarak<br />
İzmit iskelesi yoluyla taşınmaktaydı. Ergani ve Keban madenlerinde üretilen<br />
gümüş ve bakır bir süre kara yoluyla İzmit iskelesine kadar götürülüyor,<br />
oradan da deniz yoluyla darphaneye naklediliyordu. Yine 19. yüzyılın<br />
son çeyreğine kadar önemli bir gümüş ve kurşun üretim merkezi olan<br />
149
Bozok sancağındaki Akdağ Maden-i Hümayununda üretilen madenler<br />
genelde Samsun İskelesi üzerinden başkente gönderilse de bazı dönemlerde<br />
İzmit iskelesi üzerinden darphaneye ulaştırılıyordu. Anılan maden<br />
işletmeleri dışında da birçok maden işletmesinin kullandığı İzmit iskelesine<br />
kadarki güzergâhta yoğun olarak develer kullanılmıştır. Genelde<br />
Anadolu’dan İstanbul istikametine getirilecek mahsuller, temin edilen<br />
develerle İzmit’e kadar getiriliyor buradan da küçük gemilerle başkente<br />
taşınıyordu.<br />
19. yüzyılda Osmanlı’nın Anadolu coğrafyasında üretim faaliyetlerinde<br />
bulunan ve devlet tarafından faaliyetlerine devam ettirilen ‘maden-i hümayun’<br />
işletmelerindeki madenlerin darphaneye ulaştırılması sürecinde;<br />
madenlerin çıkış noktalarından İz(nik)mit İskelesine kadar ki takip edilen<br />
yol ve kullanılan nakliye araçları ile madenlerin bu iskeleden darphaneye<br />
ulaştırılması üzerinde durulacaktır.<br />
BUHAR DEVRİNDE İZMİT TERSANESİ<br />
Evren MERCAN<br />
Uzun yıllar İzmit Körfezi stratejik geçiş güzergâhlarına yakınlığı ve geniş<br />
hinterlandı ile Osmanlı için vazgeçilmez bir deniz üssü niteliğindeydi. Kürek<br />
ve bilhassa Yelken Devri’nde düşük tonajlı, orta ve küçük cesametteki<br />
ahşap gemilerin inşa edildiği İzmit Tersanesi, kereste gereksinimine büyük<br />
ölçüde cevap veren elverişli ormanlara ve payitahta yakınlığı ile kritik<br />
önemi haiz bir merkez konumundaydı.<br />
19. yüzyılın ikinci çeyreğinde denizcilik alanında vuku bulan devrimsel gelişmeler,<br />
muharip gemileri deplasman, ateş gücü, hız ve manevra nispetinde<br />
yapısal değişiklikler geçirmesini ve buna mukabil gemi inşa teknolojilerinin<br />
de baştan aşağı değişmesini zorunlu kılmaktaydı. Birinci Dünya<br />
Savaşı boyunca devam edecek olan “Buhar Çağı” olarak adlandırılan bu<br />
dönemde İzmit Tersanesi, yeni teknolojiye ayak uydurma adına bir dizi<br />
modernizasyon girişimine tabi tutulsa da gemi inşa kulvarında dikkate<br />
değer ölçüde gerilemişti. 19’uncu yüzyıl süresince Osmanlı Devleti’nin en<br />
büyük sanayi altyapısını oluşturan Tersane-i Amire’ye daha çok destek<br />
mahiyetinde kalan İzmit Tersanesi, 1840’dan 1909 yılında lağvedilmesine<br />
kadar korvet, gambot, buharlı vapur ve kruvazör sınıfında gemilerin inşasına<br />
ev sahipliği yapmak bir yana, donanmanın torpido ateş, harp düzeni<br />
150
ve düşman ile müsademe talimlerinin düzenli olarak icra edildiği stratejik<br />
üs olma özelliğini de korumuştu.<br />
Bu çalışmada Buhar Çağı boyunca İzmit Tersanesi’nde yürütülen gemi<br />
inşa tecrübeleri ve üretim verimliliği dışında bölgenin Osmanlı Donanması<br />
açısından stratejik önemi ele alınacaktır. Bunun için İzmit Tersanesi<br />
ile ilgili arşiv vesikaları ile Deniz Harp Tarih ile ilgili araştırma eserlerden<br />
faydalanılacaktır.<br />
TCG YAVUZ: KOCAELİ’NDE BİR SANCAK GEMİSİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Yasemin NEMLİOĞLU KOCA<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin kaderini değiştiren iki gemiden bir olan Goeben kruvazörü<br />
16 Ağustos 1914 günü direğine Türk Bayrağı çekilerek “Yavuz”<br />
adını aldı. Bu tarihten sonra Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sancak<br />
gemisi olan Yavuz gemisi Türk tarihinde her dönemde önemli rol oynadı.<br />
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişine neden olan gemi, savaş<br />
yıllarında Osmanlı Donanması’nın en büyük savaş gücünü de oluşturmaktaydı.<br />
Mondros Ateşkes Antlaşması sonunda İtilaf Devletleri’nce tehlike<br />
oluşturacağı düşüncesiyle İstanbul’da istenmeyen Yavuz, cephanesi<br />
alınarak İzmit’e gönderildi. Böylece sonraki yıllarda Türk Donanması’nın<br />
da Kocaeli’de konuşlanmasını sağlayarak, Kocaeli’yi tekrar Türk denizciliğinin<br />
merkezi haline getirecek faaliyetler başladı. Kurtuluştan sonra<br />
Yavuz’un onarılması için Gölcük bölgesinde bir havuzun yapılması, bir<br />
anlamda Kocaeli/Gölcük’ü Deniz Kuvvetleri ile özdeşleştirecek olan yolun<br />
başlangıcı olmuştur. Yavuz Kruvazörü 1927 yılında Gölcük’te havuzlanmıştır<br />
ve bugün gemi ve denizaltılar inşa eden Gölcük Tersanesi’nin<br />
ilk temelleri de bu dönemde atılmıştır. Yavuz Kruvazörü 1930 yılında<br />
onarımının tamamlanmasından sonra Türk Deniz Kuvvetleri’nin sancak<br />
gemisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin de denizlerdeki gücünün simgesi<br />
oldu. Yavuz tarihindeki en acı görevini 19 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün<br />
naaşının İstanbul’dan İzmit’e nakletmekle yaptı. Sonraki dönemlerde denizlerdeki<br />
faaliyetleriyle hem donanmanın, hem de Kocaeli’nin simgesi<br />
olarak adını yeni Yavuz gemilerinde yaşattı. Çalışmada 100. yaşını kutlayan<br />
Yavuz gemisinin Türk donanması ve Kocaeli tarihindeki yeri ve önemi<br />
açıklanacaktır.<br />
151
OKLA YÜKSELEN MİLLET<br />
Doç. Dr. Erkan GÖKSU<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
Türklerin, tarih boyunca gösterdikleri askerî başarılarının geri planında<br />
yatan en önemli faktör, son derece gelişmiş bir silah teknolojisine sahip<br />
olmalarıdır. Bu konuda ön plana çıkan ilk örnek ok ve yaydır. Kompozit<br />
yapıya sahip olan Türk yayları ve bu yayın teknik gelişmişliğine uygun<br />
oklar, her devirde Türklerin en etkili silahı olmuştur. Başta Çin ve Roma<br />
olmak üzere birçok devlet bu silahlardan etkilenmiş ve bu silahların savaşlardaki<br />
işlevi, harp tarihi bakımından bir devrim etkisi yaratmıştır. Bu<br />
bakımdan, çok farklı ve geniş coğrafyalarda hâkimiyet tesis eden Türklerin,<br />
Çin, Roma, Bizans gibi devletler karşısında üstünlük kurabilmelerine<br />
imkân tanıyan en önemli unsurun, kendine has özellikler taşıyan ve bu<br />
bakımdan başka toplumlar tarafından kullanılan benzerlerinden ayrılan<br />
ok ve yay gibi Türk silahları olduğunu söylemek mümkündür.<br />
OK ÇEŞİTLERİ VE YAPIM TEKNİKLERİ<br />
Prof. Dr. Metin ORHAN<br />
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi<br />
Okçuluklarındaki yetenekleriyle dünyaya nam salmış olan Türkler sportif<br />
okçuluğu da kurumsallaştıran ilk millettir. Dünyaya “menzil okçuluğu”<br />
(flight archery) kavramını da hediye etmişlerdir. 847 metreye kadar gibi<br />
inanılması güç bir mesafelere attıkları menzil okları da aerodinamiğin<br />
ve dönemin teknolojisinin son ürünleridir. Bu makalede menzil oklarının<br />
yanı sıra savaşta kullanılan ok çeşitleri ve yapımlarına da değinilecektir.<br />
152
ATLI OKÇULUKTA AT VE BİNİCİ EĞİTİMİ<br />
İrfan GÜRDAL<br />
Kültür ve Turizm Bakanlığı<br />
Tarihte Türk savaşçılığının en etkili uygulamalarından biri de hiç şüphesiz<br />
atlı okçuluktur. Ateşli silahların kullanılmaya başlamasıyla gözden düşen<br />
atlı okçuluğun derin tecrübeleri ve talim metodları, ne yazık ki zaman<br />
içinde büyük ölçüde unutulmuş ve günümüze çok az kaynak ulaşabilmiştir.<br />
Bir savaş uygulaması olan atlı okçuluğun yüzlerce yıl aradan sonra<br />
spor olarak yeniden uygulanmaya başlandığı günümüzde eski tecrübelerle<br />
birlikte yeni eğitim metodlarına ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
Az sayıdaki gönüllü atlı okçunun gayretleri ile ortaya konan at ve binici<br />
eğitimi yöntemleri bu bildirinin konusunu oluşturmaktadır.<br />
TÜRK YAYI VE YAPIMI<br />
Dr. Yaşar Metin AKSOY<br />
Dânişmend Atlı Spor Kulübü<br />
Dünya yazılı basınına “Türk Yayı” olarak girmiş olan yay, Asya kompozit<br />
yayının binlerce yıl boyunca evrimleşmesi sonucu meydana gelmiş ve Osmanlı<br />
Devleti’nde en mükemmel şeklini almıştır. Asya kompozit yayında<br />
olan uzun başlar kısaltılarak kirişin üzerindeki yük azaltılmış, yay kollarına<br />
üstten yapıştırılan kabza sal denilen yay kollarının içine dâhiyane<br />
bir şekilde gömülerek salın kabzaya daha yakın bükülmesi sağlanmış,<br />
yay boyu kısaltılarak oka aktarılan enerji (yay verimi) artırılmıştır. Ortaya<br />
çıkan yay, ağır okları, atası olan yaylar kadar atabilmenin yanı sıra hafif<br />
okları da daha uzun mesafeye atabilmektedir. Türk yayının efsanevi ünü<br />
işte bu uzun mesafeye attığı oklardan gelmektedir. Bu bildiride literatürde<br />
“Türk Yayı” veya “Osmanlı Yayı” olarak bahsedilen yayın yapılışından<br />
bahsedilecektir.<br />
153
OSMANLILAR DÖNEMİNDE SPORTİF BİR AKTİVİTE<br />
OLARAK MENZİL YARIŞMALARI VE MENZİL TAŞLARI<br />
Zafer Metin ATEŞ<br />
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, okçuluk faaliyetlerinin gerçekleştirildiği<br />
34 büyük meydan tahsis edilmiştir. Çeşitli illerdeki bu yerler “okmeydanı”<br />
olarak anılırdı. Okmeydanlarında, belirlenmiş kural ve tertip<br />
içerisinde, üzerlerinde sürekli olarak sportif faaliyetler gerçekleştirilirdi.<br />
Buralarda atıcıların toplandıkları mekânlar da kemankeşler tekkesi, tirendazlar<br />
zaviyesi ve atıcılar dergâhı gibi isimler almıştır. Yalnız geçici,<br />
hatta devamlı olarak ok atılan her yere okmeydanı denmemektedir. Okmeydanları<br />
etrafı sınır taşları ile çevrilen, içinde gerekli binaları bulunan,<br />
büyük okçuların menzil taşlarını ihtiva eden, kendine has kadrosu ve<br />
ödenekleri bulunan spor tesisleridir. Şüphesiz bu ok meydanlarının en<br />
ünlüsü, İstanbul Okmeydanı’dır.<br />
GEBZE’NİN ESKİHİSAR KÖYÜNDE KOLERA<br />
Yrd. Doç. Dr. Baki ÇAKIR<br />
Fatih SARIKAYA<br />
Kırıkkale Üniversitesi<br />
Celal Bayar Üniversitesi<br />
Anadolu’nun Dersaadet’e giriş kapısı İzmit sancağının Gebze kazasıydı.<br />
Gebze kazasının Eskihisar köyünde 1892 yılında belgelerin diliyle koleraya<br />
benzer hastalıktan dolayı bir ölüm vakası meydana geldi. Dersaadete<br />
olan yakınlığı ve Dersaadet’in giriş kapısı olması hasebiyle İmparatorluk<br />
için büyük bir tehlike olarak görülen bu ölüm hadisesinden dolayı alınan<br />
tedbirler, uygulanan karantina, halkın olaya verdiği tepki ve yine devletin<br />
olaya yaklaşımı bu çalışmada anlatılacaktır.<br />
154
1897-1898 YILLARINDA GEBZE KAZASINDA<br />
HAYVAN VEBASI<br />
Yrd. Doç. Dr. Kurtuluş DEMİRKOL<br />
Gebze Teknik Üniversitesi<br />
Adı geçen yıllarda Kocaeli sancağına bağlı bir kaza olan Gebze’de veba-i<br />
bakari olarak adlandırılan hayvan hastalığı gözükmüştür. Başkent İstanbul’a<br />
olan yakınlığı ve daha da önemlisi Anadolu’dan gelen hayvanların<br />
İstanbul ile arasında son geçiş noktası olması sebebiyle Gebze mezkûr<br />
konuda çok önemlidir. Eğer Gebze’den İstanbul’a hastalıklı hayvan sevkiyatı<br />
yapılırsa bu Dersaadet’in tamamında bir salgın hastalığa yol açabileceği<br />
gibi İmparatorluğu her anlamda zor durumda bırakacaktır. Durumun<br />
öneminin farkında olan yönetimin bu konuda yaptığı çalışmalar,<br />
aldığı tedbirler, bu konu için ayrılan bütçe, ayrıca mahalli yönetimin çalışmaları<br />
tebliğimizin konusunu oluşturacaktır.<br />
İZMİT BELEDİYE TABİPLERİ (19. YÜZYIL)<br />
Prof. Dr. Nermin ERSOY<br />
Yrd. Doç. Dr. Rahime AYDIN ER<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
19. yüzyıla ait Osmanlı Arşiv Belgelerinde İzmit’te bir tabip varlığına ilişkin<br />
en eski belge 31 Ekim 1828 tarihine aittir. Diğerleri ise İzmit’te bulunan<br />
Karantinaya bir tabip tayin edilmesinden (22 Nisan 1841); Mösyö<br />
Balatos’un (8 Şubat 1858) ve Militadi Payolanos (20 Nisan 1858) İzmit’te<br />
tabiplik edebilmesinden; Meclis-i Tıbbiye’den Doktor Baranak’ın (12<br />
Mayıs 1860) ve Doktor Aleksandır’ın İzmit’e memleket tabibi olarak tayin<br />
edilmesinden (16 Eylül 1860); İzmit ve köyleri ahalisinin hastalarına<br />
bakan devlet tabibi Tatos Kirkor’un azl edildiği ve yerine bir başkasının<br />
(10 Ekim 1864), İzmit Belediye Tabibi Kanyoli’nin yerine de İtalya Tıbbiyesi’nden<br />
mezun Nilis’in tayin edildiği (19 Eylül 1865) bildirilmektedir.<br />
Belgelerden anlaşıldığı üzere bölge halkının hastalanması üzerine tedavisinden<br />
sorumlu olan hekim, memleket ya da devlet tabibi gibi isimlerle<br />
anılmaktadır.<br />
155
1871 yılında İzmit’te ilk kez Kasap Tahir Ağa Belediye Başkanı olmak üzere<br />
üçü Müslüman, üçü gayrimüslimden oluşan Belediye Meclisi kurulmuştur.<br />
Bu tarihten sonra halkın sağlık sorunlarıyla ilgilenen hekimler<br />
için çoğunlukla belediye tabibi adı kullanılmaya başlanmıştır. İzmit Belediye<br />
Tabipliği ile ilgili ilk belge 6 Mart 1884 tarihlidir ve İzmit Belediye<br />
Tabibi Kirkor Efendiye rütbe verildiğini bildirmektedir. 20 Ocak 1890 tarihli<br />
belgede İzmit Memleket Tabibi Cerrahyan ile Karamürsel Belediye<br />
Tabibi Nazım Efendinin taltif edilmesinden; 18 Ağustos 1891 yılında İzmit<br />
Belediye Tabibi Dimitraki’nin öldüğünden; 7 Eylül 1892 yılında Mehmed<br />
Suphi Efendinin İzmit Belediye Tabibi olarak tayin istediğinden ve uygun<br />
bulunduğundan; 30 Aralık 1894 tarihli belgede İzmit Belediye ve Hapishane<br />
Tabibi’nin Yahi Efendi olduğundan ve taltif edildiğinden; 11 Şubat 1895<br />
tarihli belgede İzmit Sancağı Belediye Tabibi’nin Ahmet İbrahim olduğundan;<br />
27 Temmuz 1896 tarihli belgede İzmit Belediye Tabibi olarak Hafız<br />
Mehmet Efendi olduğunda ve görevinin 4 Temmuz 1904’e kadar devam<br />
ettiği görülmektedir.<br />
Bu nedenle bildiride; İzmit Belediyesi’nin kurulduğu yüzyılda kentimizde<br />
sağlık hizmeti sunmuş olan hekimler ile İzmit belediye tabipleri hakkında<br />
edinilen bilgilere yer verilecektir.<br />
KOCAELİ SANCAĞI’NIN ADAPAZARI VE DİĞER<br />
KAZALARINDAKİ ECZACILARI (1874-1954)<br />
Eyüp Talha KOCACIK<br />
Geçmişi antik çağlara kadar uzanan Kocaeli ve civarı tarih boyunca çok<br />
farklı uygarlıkların yaşam alanı bulduğu, geliştiği bir bölgedir. Bu süreçte<br />
en büyük gelişimini ise Osmanlı döneminde imparatorluğun başkentine<br />
yakın ve Anadolu’ya açılan bir kapı olmasından dolayı göstermiştir. Kocaeli<br />
gelişmiş bir Osmanlı vilayeti olmakla birlikte sınırları da günümüze<br />
göre daha geniş bir araziyi ihtiva ediyordu. Yalova, İznik, İstanbul’un bir<br />
bölümü, Adapazarı ve çevresi de bu merkeze bağlı idi. Adapazarı bölgenin<br />
son derece verimli bir ovası olması nedeniyle burada tarım faaliyeti her<br />
zaman ağır basmış ve Adapazarı’nın şehirleşmesi gecikmiştir.<br />
Eczacılık tarihi açısında incelediğimizde, İzmit’te bildiğimiz kadarıyla ilk<br />
eczane 1866 yılında Serope Bulutyan tarafından açılmıştır. “Bulutyan Eczahanesi”<br />
şehirde uzun yıllar tek eczane ve ecza deposu olarak faaliyet<br />
156
göstermiş hatta Anadolu’nun birçok şehrine ilaç ve ıtriyat tedarikini sağlamıştır.<br />
Bugünkü bilgiler ışığında Adapazarı’ndaki ilk eczanenin 1874 yılında<br />
Aleksandros Yorgiyadis’e ait olduğunu görmekteyiz. Bulabildiğimiz<br />
ilk ecza depoları 1891 yılına tarihlenmektedir. Ecza deposu sahipleri ise<br />
Salih Berberoğlu, Kirkor Agonyan, Setrak Athanasyan, Stefan Karakalpak<br />
ve Ohannes Muradyan olmuştur. Bu ecza depolarının pek çoğunun<br />
“afyon” ticareti ile uğraştıklarını da görmekteyiz.<br />
Bu bildiride 1874 tarihinden başlayıp 1954 yılına kadar Kocaeli vilayete<br />
bağlı en büyük kaza olan Adapazarı ve civar kazalarında eczane açmış,<br />
hastanelerde görev yapmış, askeri eczacı olarak burada bulunmuş eczacıları<br />
tespit etmek amaçlanmıştır.<br />
KOCAELİ’NDE GEBELİK, DOĞUM, LOHUSALIK VE<br />
YENİDOĞANA İLİŞKİN GELENEKSEL UYGULAMALAR<br />
Prof. Dr. Nermin ERSOY<br />
Belgin BABADAĞ<br />
Pervin ŞAHİNER<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Gelenek ve görenekler; bir topluluk veya toplumda çok eskilerden bu<br />
yana saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel<br />
kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışları kapsayan uygulamalardır.<br />
İlkel çağlardan beri evlenme, doğum, ölüm gibi geçiş dönemleri,<br />
farklı kültür ve inançtaki insanlar arasında çeşitli inanış ve retüellerle<br />
adeta kutsanmıştır. İnsan yaşamının önemli geçiş dönemlerinden olan<br />
gebelik, doğum, lohusalık dönemleri ve bebek sahibi olma, hemen hemen<br />
her kültürde mutlu bir olay olarak kabul edilmekte ve fizyolojik, psikolojik,<br />
sosyo-kültürel bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle<br />
bu dönemler geleneksel kültürümüzden oldukça etkilenmektedir.<br />
Türkiye coğrafi konumu sebebiyle, tıbbi folklor açısından birçok farklı<br />
kültürün bir araya gelip farklı sentezlerin oluştuğu bir ülkedir. Ülkemizde<br />
gebelik, doğum ve bebek bakımına ilişkin yapılan çalışmalarda; işlevsel<br />
olmayan uygulama ve inançların halen bulunduğu, kadının ve bebeğin<br />
sağlığını etkilediği, bu konuda yapılacak eğitimlerin gerekli ve yararlı olduğu<br />
bildirilmektedir.<br />
157
Buradan yola çıkarak araştırmamızda, Kocaeli’nde kadınların gebelik,<br />
doğum, lohusalık ve bebek bakımına ilişkin geçmişte uyguladıkları ve/<br />
veya halen uygulamakta oldukları geleneksel uygulamaları tanımlamak,<br />
ortaya çıkacak sonuca göre sağlığı tehdit eden uygulamalar karşısında<br />
neler yapılabileceğine yönelik önerilerde bulunmak amaçlanmıştır. Çalışma<br />
yüz yüze görüşme tekniği ile Kasım, Aralık 2015 tarihleri arasında<br />
yapılmıştır. Elde edilen gebelik, doğum, loğusalık ve yenidoğana ilişkin<br />
geleneksel uygulamaların bazılarının kadına ve yenidoğana zarar verebilecek<br />
boyutta olduğu tesbit edilmiştir.<br />
EBELERLE KOCAELİ’NİN 50 YILLIK DOĞUM SERÜVENİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Rahime AYDIN ER<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Ebeleri yok ettiğinizde kadınlar arasında paylaşılan ve bir grup cerrahın,<br />
erkek kadın doğumcuların, bir araya getiremeyecekleri derin bir bilgi birikimini<br />
de yok etmiş olursunuz, çünkü cerrahlar ve tıbbi eğitim almış<br />
doktorlar dünyasındaki doğum ile duygudaş kadınlar arasındaki doğum,<br />
fizyolojik olarak aynı şekilde gerçekleşmez.<br />
Ebe Ina May Gaskin “Spiritual Midwifery” kitabından<br />
Bu topraklarda ebeler doğumun esas kahramanı olarak; saraylarda,<br />
konaklarda, hastanelerde ve evlerde doğum öncesinde, doğumda ve doğum<br />
sonrasında kadınların yardımcısı ve destekçisi olmuşlardır. Bununla<br />
birlikte yeni doğan bebeğin bakımı ve beslenmesiyle ile ilgili görevleri<br />
de yerine getiren ebeler, toplumda her zaman saygın bir yer edinmiştir.<br />
Ebeliğin meslek olarak kabul edilmesi ve mesleki eğitime başlanması<br />
hekimbaşı Abdülhak Molla’nın teklifi doğrultusunda, Mekteb-i Tıbbiye-i<br />
Şahane (Askeri Tıbbiye)’de ebelik kurslarının açılması ile başlamıştır<br />
(1843). Bu tarihten sonra ebelik eğitimi almamış ve çalışma ruhsatı olmayan<br />
ebelerin çalışması yasaklanmış, yasağa rağmen ebelik yapmaya<br />
devam eden kadınlar cezalandırılmıştır. 1880 yılında Dr. Besim Ömer<br />
Paşa tarafından ebelik eğitimi güncellenmiş, eğitime başvurabilme koşulu<br />
olarak Türkçe bilme ve 30 yaşını aşmammış olma koşulları getirilmiş,<br />
eğitim konuları içerisine hasta bakımına ilişkin konular da eklenmiştir.<br />
158
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra ilk ebelik okulu Haydarpaşa Tıp Fakültesi<br />
bünyesinde açılmış (1928), bunu doğumevleri bünyesindeki köy<br />
ebe okulları (1937) ile sağlık meslek liselerinde (1978) ve sağlık meslek<br />
yüksekokullarında (1985) açılan eğitim programları izlemiştir. 1996 yılında<br />
lisans eğitimine temellenen ebelik, açılan yüksek lisans (2000) ve<br />
doktora (2012) programları ile mesleki gelişimini sürdürmeye devam etmektedir.<br />
Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kocaeli’nde hizmet eden ebelere ilişkin en<br />
eski belge 10 Ekim 1859 tarihli olmakla birlikte, 1902 tarihli başka bir<br />
belgede İzmit’e bağlı belediyelere ebe tayin edildiğini görmekteyiz. Kocaeli’nin<br />
yakın tarihine ışık tutması inancıyla, bu bildiride meslekte 35 yılını<br />
doldurmuş, gerek evde gerekse bir kurumda birçok doğum yaptırmış ve<br />
doğuma tanık olmuş ebelerle yapılan bireysel derinlemesine görüşmeler<br />
doğrultusunda, ebelik mesleğine ve doğuma ilişkin edinilen bilgilere yer<br />
verilecektir.<br />
İZMİTLİ OSMANLI ÂLİMİ KARA DÂVÛD’A NİSBET EDİLEN<br />
KELÂM ESERLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME<br />
Yrd. Doç. Dr. Recai ÇETRES<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Karadâvudzâdeler ismiyle meşhur olan ulemâ ailesinin ilk temsilcisi olan<br />
Dâvûd b. Kemâl el-İzmitî (ö. 948/1541) İzmit’te doğmuş olup Kara Dâvud<br />
diye tanınmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde yetişmiş olan veeğitiminiOsmanlı<br />
döneminin önemli âlimlerinden tamamlayan Kara Dâvûd,<br />
sırasıyla Bursa Kaplıca, Trabzon, Edirne Üç Şerefeli ve Sahn-ı Semân<br />
Medreselerinde müderrislik görevlerinde bulunmuş ve 929’da (1522-23)<br />
yılları arasında Bursa Kadılığına getirilmiştir. 948 (1541) senesinde vefat<br />
etmiş olup türbesi Bursa ili Yıldırım İlçesinde bulunmaktadır.<br />
Yalnızca kendi döneminin dikkate değer âlimlerinden biri olmakla kalmayan<br />
Kara Dâvûd’un soyundan Karadâvûdzâdeler adıyla anılan birçok<br />
âlim yetişmiştir. Özellikle mantık sahasındaki eserleri ile tanınan Kara<br />
Dâvûd’a Ma’lûmât, Şerhu Kasideti’n-nûniyye gibi birtakım kelâm eserleri<br />
de nispet edilmiştir. Ancak bu eserlerin Kara Dâvûd’a ait olup olmadığı<br />
araştırmaya muhtaçtır. İşte bu çalışma Osmanlı döneminde İzmit’in yetiştirdiği<br />
önemli âlimlerden Kara Dâvûd’a nispet edilen kelâm eserlerin<br />
aidiyetini sorgulayacak ve onun eserlerine dair doğru bir listeyi ortaya<br />
çıkarmaya çalışacaktır.<br />
159
KOCAELİLİ BİR ÂLİM: MUHYİDDİN MUHAMMED<br />
EFENDİ VE NOKTATÜ’L-BEYÂN ADLI ESERİ<br />
Prof. Dr. Muhittin ELİAÇIK<br />
Kırıkkale Üniversitesi<br />
Muhyiddîn Muhammed Efendi tefsîr ve fıkıh ilminde öne çıkmış Kocaelili<br />
bir âlim olup, asıl adı Muhammed bin Muslihuddîn Mustafa’dır. Ancak,<br />
Kocaeli evliyâsından Şeyh Muhyiddîn’in dâmâdı olduğundan Muhyiddîn<br />
ve daha çok da Şeyhzâde lakabı ile anılmıştır. Babası, Sultan II.Bayezid<br />
devri şeyhlerinden Şeyh Mustafa Muslihuddîn Efendi olup bu zât, İstanbul’da<br />
Hırka-ı şerîf Câmii yakınında Tahta Minareli Mescid’i yaptırmıştır.<br />
Şeyhzâde, tasavvufa yönelmiş, çeşitli medreselerde müderrislikler yapmış,<br />
Efdâlzâde adlı âlimin hizmetinde bulunmuştur. Emekliye ayrıldıktan<br />
sonra, kendi yaptırdığı mescidinde ibâdet ve tâatle meşgûl olmuştur.<br />
Şeyhzâde Muhyiddin Efendi birçok eser yazmış olup bunlar: Hâşiyetün<br />
alâ-Envâr-it-tenzîl lil-Beydâvî, Şerhü’l-Vikâye fî-mesâil-il-Hidâye, Şerhü’l-Ferâidi’s-Sirâciyye,<br />
Şerhü’l-Miftâh lis-Sekkâkî, Şerhu Kasîdeti’l-Bürde,<br />
Hâşiyetün alâ- Meşârıki’l-Envâr li’s-Sâgânî, Tefsîr-i sûre-i<br />
İhlâs, Ta’lîkâtün alâ-şerhi’l-Hidâye li-İbni Mektûm, Şerhu Kavâidi’l-İ’râb,<br />
Noktatü’l-Beyân gibi eserlerdir. Noktatü’l-Beyân, onun 60 sayfalık tasavvufî<br />
bir eseri olup kütüphanelerde birçok nüshasının bulunması çok<br />
okunan bir eser olduğunu göstermektedir. Bu eser: “Risâle-i Noktatü’l-Beyân<br />
min-te’lîfi Hazret-i Şeyhzâde başlığı altında başlamakta ve<br />
besmeleden sonra şöyle devam etmektedir: Se-nürîhim âyâtinâ fi’l-âfâki<br />
ve fî-enfüsihüm hattâ yetebeyyene lehüm ennehü’l-hakk. Ey Talib bil ve<br />
âgâh olun kim âfâkda nişânlar vardur senün nefsünde dahi vardur, pes<br />
her kimse ki ‘âlemün nişânların kendü nefsinde bildi Allahı bildi, nitekim<br />
hadîs-i şerîfde buyurdı: Men arefe nefsehu fe-kad arefe rabbehu. Ey tâlib<br />
insânun cehli kendüye hicâb-ı azîmdür ve mihnet-i delimdür, gâyet<br />
yakınlığından göremezler anuniçün ırak gözedürler. Nitekim Hak ta’âlâ<br />
buyurur: Ve nahnu akrebu ileyhi min-habli’l-verîd. Pes ey tâlib, insânun<br />
şunun gibi mertebe-i kurbiyyeti vardur ki mahbûb-ı melâikedür ve efdal-i<br />
halâyıkdur ve mazhar-ı vechullah ve sırr-ı kuderullahdur. Beyt: Medh-i<br />
în âdem ki nâmeş me-berem-Kâsıram ger kıyâmet beşerem. Pes insâna<br />
hayf ola ki kendüyi gaflet perdesinden çıkarmaya varta-i helâkdan kurtarmaya…”<br />
160
Bu eser, 22 fasıl olup her fasılda bir nokta (hakikat) anlatılmıştır. Birinci<br />
fasıl şöyledir: “Ey birâder-i âşık maksûdun bu kim nokta menba’-ı hakîkat-ı<br />
eşyâdur kuvvet-i ezelîdür kâim bi’z-zâtdur bunun sırrında nesne istid’â<br />
idersin bu tafsîli key dinle ki iltimâsun hâsıl ola inşâallah. Bilgil kim<br />
Hazret-i risâlet s.a.v. bir niçe nesne evvel yaradılmışdur diyü buyurdı. Evvele<br />
mâ halaka’llahu’l-’akl. Ve dahi evvele mâ halaka’llahu rûhî. Ve dahi<br />
evvele mâ halaka’llahu’l-kalem. Ve dahi evvele mâ halaka’llahu nûr. Ve<br />
dahi melek-i mukarreb didi. Ve bu cevher-i evvel didi. Cümlesi bir midür<br />
yohsa her birinün hakîkati ayru mıdur? Ey birâder cümlesi bir hakîkatdür<br />
ammâ izâfât u i’tibârât yöninden esâmî-i muhtelife eylemişlerdür……”<br />
Bildirimizde Kocaelili Muhyiddin Muhammed Efendi ve Noktatü’l-Beyân<br />
adlı eseri tüm yönleriyle analitik biçimde incelenecek ve muhtevası ile<br />
üslûbu karşılaştırmalı biçimde ortaya konulacaktır.<br />
MEŞHUR BEYDÂVÎ ŞÂRİHİ ŞEYHZÂDE MUHYİDDİN<br />
MUHAMMED B. MUSTAFA EL-KOCEVÎ’NİN HURÛF-I<br />
MUKATTAA İLE İLGİLİ BİR RİSALESİ<br />
Doç. Dr. Mehmet ÇİÇEK<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Bu tebliğde sadece Türkiye’de değil İslam coğrafyasında da Kocevî nisbesiyle<br />
meşhur olan Şeyhzâde Muhyiddin Muhammed b. Mustafa el-Kocevî’ye<br />
(h. 951/m. 1544) ait bir risaleyi inceleyeceğiz. Risalemiz, Süleymaniye<br />
Kütüphanesi Reisülküttab bölümü 1115 numarada kayıtlıdır. Bu<br />
yazma, risalelerden oluşan bir mecmuadır. Yazmanın girişinde de içerdiği<br />
eserlerin adını veren bir fihrist bulunmaktadır.<br />
Tebliğde öncelikle risalenin Şeyhzâde’ye aidiyeti meselesi irdelenecektir.<br />
Zira risalenin müellifinin Şeyhzâde olduğuyla ilgili sadece fihrist kısmında<br />
bilgi verilmektedir. Bunun dışında risalenin Şeyhzâde’ye aidiyetiyle ilgili<br />
bir bilgi bulunmamaktadır. Risalenin ferağ kaydı da mevcut değildir.<br />
Risalenin müellifini tespit sadedinde Şeyhzâde’nin meşhur tefsiri Beydâvî<br />
hâşiyesindeki ifadelerle bu risaledeki bilgiler karşılaştırılacaktır.<br />
Tebliğde ele alacağımız ikinci mesele risalenin adıdır. Yazmanın başındaki<br />
fihriste göre eserimiz “Risale fî keşfi mâ yetealleku bi sûreti’l-Bakara”<br />
adını taşımaktadır. Ancak risalenin bulunduğu varakta eserin adı bulun-<br />
161
mamaktadır. Bununla birlikte eseri tanıtıcı bir cümleyle risaleye giriş yapılmaktadır.<br />
Tebliğimizde risalenin adı hem verilen bu bilgilerden hem de<br />
içerikten hareketle tespit edilmeye çalışılacaktır.<br />
Risalenin müellifi ve adı ile ilgili bilgi verildikten sonra içeriği gün yüzüne<br />
çıkartılacaktır. Nitekim iki varaktan oluşan risale, Bakara suresinin<br />
başında bulunan hurûf-ı mukattaa ile ilgilidir. Buna göre Şeyhzâde, Beydâvî’nin<br />
konuyla ilgili Envâru’t-tenzîl’inden bir cümleyle risalesine giriş<br />
yapmaktadır. Ancak bu risalenin içeriğinin, Şeyhzâde’nin Beydâvî hâşiyesinde<br />
aktardığından farklı olduğu görülmektedir. Nitekim risalede müellifimiz<br />
Şeyhzâde’nin Beydâvî hâşiyesinde nakledilmeyen Zemahşerî’nin<br />
Keşşâf’ından ve bazı Keşşâf hâşiyelerinden alıntılar yapılmaktadır. Bu<br />
meyanda Kazvînî’nin “Keşfü’l-Keşşâf”ından, Teftâzânî’nin “Hâşiyetü’l-Keşşâf’ından,<br />
Teftâzânî’nin görüşüne cevap mahiyetinde Seyyid Şerif<br />
Cürcânînin “Hâşiyetü’l-Keşşâf’ından aktarımlarda bulunulmaktadır. Son<br />
olarak Beydâvî şârihi Molla Hüsrev’den alıntı yapılmakta ve konu nihayete<br />
erdirilmektedir.<br />
Risale, telif tarzı olarak şerh türünde olup bir talika hüviyetindedir. Bu<br />
manada tebliğde son olarak Tefsir şerh geleneği açısından risalenin yapısına<br />
yönelik bazı mütalaalarda bulunulacaktır.<br />
İZMİTLİ MUHYİDDİN ŞEYHZADE’NİN “ŞERHU<br />
KASİDETİ’L- BURDE” ADLI ESERİNİN TANITIMI<br />
Yrd. Doç. Dr. Ramazan ŞAHAN<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
“Kasidetü’l-Burde” البردة) ,قصيدة / Burde Kasidesi), adlı eser, Mısırlı sufi-şair<br />
Ebû Abdullah Şerefeddin Muhammed b. Saîd b. Hammad Busirî (ö.<br />
695/1296) tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) övmek için<br />
yazılmış 160 beyitlik Arapça bir şiirdir. Asıl başlığı el-Kevâkibu’d-Durriyye<br />
fî Medhi Hayri’l-Beriyye الدرية في مدح خير البرية) /الكواكب Mahlukâtın Efendisini<br />
Öven Semavi Işıklar) olan şiir, İslam âleminde meşhurdur. Busiri<br />
rüyasında Hz. Peygamberi görür ve kendisini hırkası (Hırka-i Saadet) ile<br />
örterek felçten kurtardığı için şiirini kaleme alır. Hz. Peygamberin hırka-i<br />
şerifiyle ilişkilendirildiği için “Kasîdetü’l-Burde” adını almıştır. Hz. Peygamber’i<br />
methetmek maksadıyla yazılan müstakil eserlerden olan Kaside-i<br />
Burde oldukça vecîz ve edebi bir dille yazılmış olup Hz. Peygamber<br />
162
sevgisini ifade etmede adeta bir ibadet telakki edildiğinden pek çok şerhi<br />
ve tercümesi yapılmıştır. Bu şerhlerin en önemlilerinden biri de Muhyiddin<br />
Mehmed Kocevi Şeyhzade’nin (ö. 951/1544) “Şerhu Kasideti’l- Burde”<br />
adlı eseridir.<br />
Şeyhzâde Muhyiddîn Efendi, Kadı Beyzavî’nin bütün İslâm ülkelerinde<br />
meşhur olan tefsirine Hâşiye yazan faziletli bir zat olup, Kocaeli-İzmitlidir.<br />
Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. 951/1544 yılında vefat eden<br />
Şeyhzâde Muslihiddîn Efendi’nin kabri, İstanbul’da Emir Buharî yakınında<br />
Hoca Hayreddin mescidi Avlusundadır.<br />
Tefsîr ve Arap Edebiyatı gibi çeşitli alanlarda eserler, özellikle şerh ve<br />
haşiyeler yazan Şeyhzadenin ezerlerinden biri de Şerhu Kasideti’l-Burde<br />
adlı eseridir.<br />
Şeyhzade’nin bu eseri matbu olup, Abdülhamid Hamdi b. Ömer Naimi b.<br />
Ahmed Harpûtî’nin (ö. 1300/1882) “Asidetü’ş-Şehde Şerhi Kasideti’l-Burde”<br />
adlı eseriyle birlikte (hâşiyesinde/kenarında) basılmıştır. Eser Arapça<br />
olup İSAM kütüphanesinde mevcuttur.<br />
Bu sempozyumda biz de İzmitli Şeyhzâde’nin bu eserini Arap Edebiyatı ve<br />
şiir tekniği açısından ele alıp değerlendireceğiz.<br />
ABDÜLLATİF B. SADULLAH EL-KOCAVİ<br />
(EL-GEKBÛZEVÎ) VE RİBA RİSALESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Ahmet EKŞİ<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Abdüllatif b. Sadullah 950/1550 yıllarından sonra yaşadığı bilinmekle beraber<br />
tam olarak yaşadığı tarihleri tespit edemedik. Zira ulaşabildiğimiz<br />
tek eseri olan “Risale fi ahkami’r-riba” adlı eserinin dışında her hangi bir<br />
malumata rastlayamadık. Bu eserde sadece Kocaeli’nin Gebze ilçesinden<br />
olduğu belirtilmektedir.<br />
Bu risalede “Allah kabrini nurlandırsın” duasıyla Çivizade Mehmed (ö.<br />
995/1587) ismi geçmektedir. (vr. 81a). Dolayısıyla bu tarihten sonra yaşamış<br />
olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu şahıs Çivizade Muhyiddin Mehmed<br />
Efendi (ö. 954/1547) de olabilir. Bu durumda bu tarihlerden önce yaşamadığını<br />
kesin olarak ifade edebiliriz.<br />
163
Risale fi ahkami’r-riba adlı eser muamelata dair Arapça yazma bir eserdir.<br />
Bu esere dair kayıt Konya Bölge Yazmalar ktp. Burdur İl Halk Ktp.<br />
Koleksiyonu numara 1610/9. 81a-84b varakları arasında tek nüsha olarak<br />
bulunmaktadır.<br />
4 varak şeklinde bulunan bu eserin eksik olduğu tarafımızdan tespit edilmiştir.<br />
Ancak bu kısa risalede Sahibu’l-Hidaye (vr. 81b), Sahibu’n-Nihaye<br />
(vr. 81b), Kıvâmüddîn Emîr Kâtib b. Emîr Ömer b. Emîr Gāzî el-Fârâbî<br />
el-İtkānî (ö. 758/1357),(vr. 81b), Sahibu’t-Tavzih (vr. 82a), Sahibu’l-Kifaye<br />
(vr. 82b) ve Sahibu’l-İnaye (vr. 83a, 83b) gibi temel kaynaklara atıfta bulunulması<br />
eserin ilmi değeri açısından önem arz etmektedir.<br />
Bu risale üzerinde yapacağımız çalışmayla öncelikle bu eseri ilim dünyasının<br />
takdirine sunmayı amaçlamaktayız. Ayrıca bu çalışmanın Kocaeli’nin<br />
kültür tarihine önemli katkılar sunacağı kanaatindeyiz.<br />
PERTEV MEHMED SAİD PAŞA (1785-1837) DİVANINDAKİ<br />
SOSYAL, KÜLTÜREL VE SİYASÎ MAHİYETİ HAİZ<br />
MAZMUNLARIN İNCELENMESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Ali CANÇELİK<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Pertev Mehmed Said Paşa (Darıca, 1785 - Edirne, 1837), Hicaz asıllı seyyid<br />
bir ailedendir. Ailesi önce Kırım’a sonra da İstanbul’a yerleşmiştir.<br />
Pertev Paşa, Hamdullah Efendi’nin torunu ulemadan İbrahim Efendi’nin<br />
oğlu olup 1785’te Darıca’daki çiftlikte doğmuştur.<br />
19. yüzyılda devletin farklı kademelerinde görev almış, âlim, şâir, sufi,<br />
yetkin ve dürüst bir devlet adamıdır. II. Mahmud’un şahsî iltifatına mazhar<br />
olmuş, “Tuğsuz Paşa” ünvanıyla şöhret bulmuş; devletin etkin makamlarında<br />
göreve getirilmiştir.<br />
Üsküdar Selimiye Tekkesi Şeyhi Ali Behçet Efendi’ye halife olması ve II.<br />
Mahmud’un güftelerini bestelemesi yönüyle de tanınmıştır.<br />
Pertev Paşa, çocukluğundan itibaren ilim ve sanatla meşgul olmuş ve<br />
bazı üstatlardan özel dersler almıştır. Farsça ve Arapçaya şiir yazacak<br />
derecede vâkıftır.<br />
164
Bu yüzyılda halk söyleyişini şiire yerleştirme; mahallîleşme gibi akımlara<br />
rağmen Klasik şiir, bütün özellikleriyle ve gücüyle varlığını korumuştur.<br />
Bunda payı olanlardan biri de Klasik üslupta eser vermesi dolayısıyla<br />
Pertev Paşa’dır. Klasik şiire mahsus sanatları ve mazmunları, özellikle<br />
tasavvufî söylemleri divanında kullanmaktadır.<br />
Tebliğimizde Osmanlı sosyal, kültürel ve siyasî hayatından özellikler ihtiva<br />
eden Divan-ı Pertev’deki bazı mazmunları tespit edip onlar üzerinde<br />
yaptığımız incelemelerle mazmunların işaret ettiği anlam dünyasını açmaya<br />
çalışmaktayız. Bu mazmunlardan bazıları, bizlere “Padişah-toplum<br />
ilişkisi, edebî muhitler, padişahın ve devlet büyüklerinin şair ve sanatkârlara<br />
iltifatı, yükselmenin himaye anlayışı ile gerçekleşmesi vb” hakkında<br />
bilgi sunmaktadır. Özellikle “Himâye geleneği”nin “Nepotizm (yeğencilik)”<br />
olmadığı konusunda da gerekçeli açıklamalar yapılmaktadır.<br />
Tespit ettiğimiz unsurlar, şiirin kendi sanatlı diliyle ortaya konduğundan<br />
çoklu anlam katmanlarını içermektedir. Bir beyit, padişaha, bir şeyhe ya<br />
da bir sevgiliye yönelik yorumları içermektedir. Bu konuda da açıklamalar<br />
yapılmaktadır. Yapılan bu inceleme, Osmanlı hayat anlayışının Kocaeli’deki<br />
izlerinin sürülmesine imkân sunmaktadır.<br />
İZMİT’İN MÜRŞİTLERİNDEN AHMED HİLMİ EFENDİ VE<br />
MÛCİDU’L-FUTÛH ADLI ESERİYLE VERDİĞİ MESAJ<br />
Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
XIX. yüzyıl sonları ile XX. yüzyıl başlarında İzmit’te çeşitli cami ve medreselerde<br />
görev yapmış, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî’nin halifelerinden<br />
olan Ahmed Hilmi Ankaravî (v.1322/1916), 31 Mart Vakasını bastırmak<br />
üzere Rumeli’den gelen Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmesine engel<br />
olmak için girişimde bulunan gerçek ve tüzel kişilerin yanısıra Ahmed<br />
Hilmi Efendi de konuyla ilgili Hareket Ordusu komutanı Mahmud Şevket<br />
Paşa’ya yazmış olduğu açık bir mektubu Volkan gazetesine göndermesi<br />
sonucu tutuklanarak beş yıl sürgün cezası için Kastamonu’ya gönderilmiştir.<br />
Kastamonu/Devrakani ilçesinde Tevfikiyye medresesinde müderrislik<br />
yaptığı yıllarda, iman, küfre götüren sözler, nikah, talak, bidatler…<br />
gibi konuları kapsayan Muhibbu’l-Fıkh li hıfziddîn adlı eseri kaleme almıştır.<br />
Ayrıca bir müslümana tavsiye niteliği taşıyan ve “vasiye” başlığı<br />
165
taşıyan, önemli ve irşada yönelik Mûcidu’l-futûh adlı bir esere daha kaleme<br />
almıştır. Mûcidü’l-fütûh<br />
Ahmed Hilmi Efendi’nin iki defter halinde hazırlamış olduğu toplam 93<br />
varaklık bir kitap olup “vasiyet”lerden oluşmaktadır. Eserde, Kur’ân’daki<br />
tavsiye ve öğüt anlamındaki vasiyetler esas ve örnek alınarak peygamberler,<br />
sahabe ve evliyâullahın söz ve tavsiyelerine yer verilmiştir. Bu yönüyle<br />
eser bir “vasiyetnâme” özelliği taşımaktadır.<br />
İslâm geleneğinde büyük önem arz eden vasiyet yazmada, kendisinden<br />
sonra geride kalan aile efradına, müridlerine, dost ve arkadaşlarına tavsiyelerde<br />
bulunma, dikkat etmeleri gereken hususları hatırlatma ve doğru<br />
yöne teşvik etme, nasihat, ikaz ve uyarılarda bulunma düşüncesi etkili<br />
olmuştur. Buna bir nevi mânevî tereke de denilebilir.<br />
Ahmed Hilmi Efendi kendisini geriye çekerek doğrudan hitap etmekten<br />
kaçınmış, büyüklerin söz ve menkabelerini aktarmak suretiyle vasiyetlerde<br />
bulunmak istemiş olmalıdır.<br />
Eser 1327 senesi Cemâziyelâhir ayında (Haziran-Temmuz 1909) tamamlanmıştır.<br />
Tebliğimizde bu eser tanıtılacaktır.<br />
İZMİT MEVLEVİHANESİ ÜZERİNE BAZI MÜLAHAZALAR<br />
Yrd. Doç. Dr. Serdar ÖSEN<br />
Karabük Üniversitesi<br />
Mevlânâ Celaleddin Rumi hazretlerinin ölümünden sonra oğlu Sultan<br />
Veled tarafından kurulup sistemleştirilen Mevlevilik tarikatı Osmanlı<br />
Devleti’nde yüzyıllar boyunca faaliyet göstermiştir. Mevlevilik, Kahire’den<br />
Belgrad’a kadar olan geniş bir coğrafyada kurulan ve mevlevihane adı<br />
verilen asitane ve zaviyeleri vasıtasıyla Osmanlı devlet ve toplum hayatını<br />
derinden etkilemiştir. Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde kurulan ve<br />
faaliyet gösteren yüze yakın mevlevihane içinde İzmit Mevlevihanesi’de<br />
zikredilmektedir. Ancak 19. Yüzyılın son çeyreğinde kurulduğunu düşündüğümüz<br />
İzmit Mevlevihanesi ile ilgili olarak kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır.<br />
Sunacağımız bildiride İzmit Mevlevihanesi ile ilgili çeşitli kaynaklarda ve<br />
arşiv belgelerinde yer alan bilgiler derlenip toparlanarak mevlevihanenin<br />
kuruluşu, görev yapan şeyhler ve faaliyet gösterdiği yıllar bir bütün halinde<br />
ilim âlemine sunulmaya çalışılacaktır.<br />
166
KOCAELİ İLİ’NDE KAYBOLMAYA YÜZ TUTMUŞ İĞNE OYASI<br />
KÜLTÜRÜ VE BİR USTA: AZİZE SERDAR<br />
Yrd. Doç. Dr. Mine CAN<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
İğne oyası, geleneksel el sanatlarımız içerisinde önemli bir yere sahiptir.<br />
Başka bir kültürde örneği bulunmayan iğne oyası, Kocaeli İli’nde var<br />
olma çabası içerisinde bölgesel üslup ve uygulamalarda devam etmektedir.<br />
Bu değerleri tanıtmak ve iğne oyası aracılığı ile Kocaeli’nin geçmişine<br />
ait kültürel izleri belgelemek amacıyla, Kocaeli İli’nin kuzey kesiminde;<br />
Gebze, Tavşancıl ve Hereke’de bir alan araştırması yapılmıştır. Araştırmanın<br />
sonuçlarına göre, son yıllarda iğne oyası ile uğraşan bireylerin sayısının<br />
giderek azaldığı ve yaşlarının ise 46 ile 70 yaş ve üzerinde olduğu<br />
tespit edilmiştir. Tamamı kadınlardan oluşan bireylerin iğne oyasını aile<br />
büyüklerinden çocuk yaşlarda öğrenmiş olmaları, yörede iğne oyasının<br />
kuşaktan kuşağa aktarılan bir el sanatı olduğunu göstermektedir. Ancak<br />
genç neslin iğne oyası öğrenmeye karşı ilgisinin giderek azalması, bu kuşağın<br />
ardından bu sanatın yöreye ait özelliklerinin ve kültürel izlerinin yok<br />
olacağına işaret etmektedir.<br />
İğne oyasının yöredeki en eski yaşatıcılarından olan Azize Serdar, Tavşancıl<br />
beldesinde ikamet eden zanaatkârlarından birisidir. Çocuk yaşlarda<br />
öğrendiği iğne oyasını ilerlemiş yaşına rağmen uygulamaya devam<br />
eden Azize Serdar, bu güne kadar kızı dâhil pek çok kişiye iğne oyası öğretmiş<br />
bir ustadır. Yöreye ait teknikleri ustalıkla sergilemekte olan zanaatkârın<br />
ürettiği dantel görünümlü iğne oyaları birer sanat eseri niteliği<br />
taşımaktadır. Geçmiş dönemlere ait yöre adetlerini ve kültürünü çok iyi<br />
bilen Azize Serdar’dan, sünnet törenleri, çeyiz hazırlama gibi yöresel geleneklerde<br />
mutlaka yardım alınmaktadır.<br />
Bu doğrultuda bildiride, Kocaeli’ne ait eski iğne oyası örneklerinden görseller<br />
sunularak konu tartışılacak ve kaynak kişi Azize Serdar’dan elde<br />
edilen bilgiler doğrultusunda motif isimleri ve iğne oyası ile ilgili gelenekler<br />
hakkında bilgiler sunulacaktır.<br />
167
KOCAELİ KÜLTÜR VARLIKLARI<br />
Dr. Taner AKSOY<br />
Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu<br />
Asya ile Avrupa’nın birleştiği ve en önemli geçiş noktasında yer alan Kocaeli<br />
Bölgesinin aynı zamanda su kaynaklarının zenginliği ve fauna, flora<br />
çeşitliliği nedenleriyle binlerce yıldır yerleşim alanı olarak seçildiği bilinmektedir.<br />
Kocaeli ve çevresinin en eski bilinen yerleşim alanları Karamürsel<br />
Valide Köprü höyüğü ve Derince Çenedağ Arkeolojik alanıdır. Bu<br />
alanlar bilimsel olarak detaylı incelenip, arkeolojik kazıları gerçekleştirilirse<br />
Kocaeli tarihi için yeni bilgilere ulaşmak mümkün olacaktır. Tarihi<br />
devirlerde Başiskele’de yer alan İ.Ö.712 kurulduğu belirtilen Astakos<br />
kenti ile bugünkü Orhan Mahallesi merkezli tüm İzmit’i içine alan İ.Ö. 264<br />
yılında kurulduğu belirtilen Nikomedia kentleri karşımıza çıkmaktadır.<br />
Roma devri sonrası Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde de kesintisiz<br />
bir yerleşime sahip olan Kocaeli zengin Kültür ve Tabiat Varlıklarına<br />
sahiptir.<br />
Kocaeli ilinin Kültür Envanterinin çıkarılması çalışmalarına 2007 yılında<br />
Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünün<br />
kurulması ile başlanmıştır. Kocaeli ilinde Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün<br />
kurulması çok önemli gelişmelere yardımcı olmuştur. İlimizdeki<br />
birçok yapının tescili gerçekleştirilmiştir. Eksik veya yapılamamış<br />
Arkeolojik, Kentsel ve Tarihi alanlar, Sit Alanı olarak belgelenmiş ve ilan<br />
edilmiştir. Bir çok anıtsal yapıya ait Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Kocaeli<br />
Valiliği İl Özel İdaresi ve İlçe Belediyeleri tarafından hazırlatılan rölöve,<br />
retitüsyon ve restorasyon projeleri onaylanmış ve sonrasında onarımları<br />
gerçekleştirilmiştir. Kocaeli ili dâhilinde; 72 adet Arkeolojik Sit Alanı, 9<br />
adet Kentsel Sit Alanı, 1 Tarihi Sit Alanı vardır. Tek yapı tescili olarak 654<br />
adet kültür varlığı mevcuttur. Kültür Varlıklarının yoğunluğu İzmit kent<br />
merkezinde yer almaktadır. İzmit ilçesinde 17 adet Arkeolojik. Sit Alanı,1<br />
Kentsel Sit Alanı,1 adet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı ve 293 adet tescilli<br />
Anıtsal Tek Yapı bulunmaktadır. Her geçen gün yenilerinin eklendiği ve<br />
sayılarının arttığı kültür varlıklarımız, aynı zamanda bakım ve onarımları<br />
yapılarak eski fonksiyonlarında veya yeni verilecek fonksiyonlar ile kullanılarak<br />
gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.<br />
168
ALTI KOCAELİ TÜRKÜSÜ ÜZERİNE ANALİZ<br />
Doç. Dr. Feyzan GÖHER VURAL<br />
Doç. Dr. Timur VURAL<br />
Niğde Üniversitesi<br />
Türküler, içinden çıktıkları tarih, coğrafya ve bu ögelerle bağlantılı olarak<br />
ait oldukları kültür hakkında önemli bilgiler barındırırlar. Türkü sözlerinin<br />
analizi, bölgesel olaylar, kültürel değerler, bireysel ya da toplumsal<br />
bazda çekilen sıkıntılar ya da yaşanılan sevinçler gibi çeşitli olgulardan;<br />
bölgede sık kullanılan eşyalar, kişisel araç gereçler, sevilen renkler, sayılar<br />
gibi bilgilere kadar pek çok verinin elde edilmesini sağlar. Bu anlamda<br />
kimi zaman diğer yazılı tarihi belgeler kadar ışık verici olan türkü<br />
sözleri, barındırdıkları motif ve simgelerle birer kültür hazinesidir.<br />
Türkülerin müzikal analizleri ise yoğun kullanılan ses alanı (tessitura),<br />
o ses alanındaki melodik hareketlerin özelliği, ritmik yapı gibi pek çok<br />
ögeye bağlı olarak gerçekleştirilir. Bu analizler, müzik eserlerinin tanımlanmasında<br />
ve bölgesel müzik kültürünün niteliğinin belirlenmesinde<br />
önemli rol oynarlar.<br />
Betimsel karakterli bu çalışmada, Kocaeli yöresine ait altı türkü üzerinde<br />
araştırma yapılmıştır. Araştırmada türkülerin gerek söz analizleri,<br />
gerekse müzikal analizleri gerçekleştirilmiştir. Türkü sözleri, ana konu,<br />
ifade biçimleri, kullanılan araç gereç, kıyafet ve aksesuarlar, sık kullanılan<br />
renkler, bölge isimleri gibi alt başlıklar halinde önce her türkü için tek<br />
tek, daha sonra altı türkü için genel bir analiz şeklinde gerçekleştirilmiştir.<br />
Müzikal analiz ise türkülerin makamsal niteliği, usulü, ses alanı, yoğun<br />
kullanılan ses alanı, sık kullanılan ritmik kalıpları, melodik yürüyüş<br />
nitelikleri gibi alt başlıklara bağlı olarak önce her türkü için tek tek, daha<br />
sonra altı türkü için genel bir analiz şeklinde yapılmıştır.<br />
169
İZMİT TARİHİNİN SESLİ TANIĞI: İZMİT KENTİ MÜZİK<br />
KÜLTÜRÜNDE TARİHİ BİR İMGE OLARAK “BANDO”<br />
Yrd. Doç. Dr. Gülşen ERDAL<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Bir müzik topluluğu o toplumda yaşayan bireylerin duygu ve düşüncelerini<br />
yansıtmak için son derece etkili bir iletişim aracıdır. Bu topluluk milli<br />
duyguların ve ortak heyecanların, heves ve tutkuların ifade edildiği bando<br />
olduğu zaman toplumun çok daha fazla bireyine ulaşma gücünü ele geçirmiş<br />
olur. Nitekim tarihimizde Mehter bandosunun dünyada Osmanlı<br />
Ordusu üzerindeki motivasyon gücü hatırlandığında bando müziğinin etkin<br />
gücü kanıtlanmış olur. Milli mücadele öncesi İzmit kentinde bando<br />
oluşması için maddi imkânların olmaması, kent halkının ileri gelenlerinin<br />
ve kent yönetiminin destekleriyle bu zorlukların aşılması bir kenti<br />
bir araya getirme açısından bando topluluğunun ve dolayısıyla müziğin<br />
gücünün ortaya konması olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle<br />
mutasarrıflık döneminde milli mücadeleye oradan da cumhuriyete<br />
İzmit şehrinde yaşamış ve günümüze etkilerini aktarmış olan bando-mızıka<br />
topluluklarını, İzmit kenti tarihçesinin müzikal kimliğinin sesli birer<br />
tanığı kabul etmek gerekir. Gerek İzmitli gençlerin Mutassarrıf Mazhar<br />
Müfit bey’in desteğiyle, milli mücadele öncesi hevesli gençlerden azınlık<br />
bandolarının hâkimiyetine son vermek amaçlı kurdukları “İzmit Heveskaran<br />
Musiki Cemiyeti” ve gerekse milli mücadele sonrası askeri bandolar<br />
kentin müzik kültürünün oluşumunda etkili olmuşlarıdır. Bu çalışmada<br />
tarihsel süreçte İzmit kentinin müzikal kimliğinde önemli yeri olan<br />
“bando” olgusu<br />
170
KOCAELİ HALK İNANÇLARININ KÖK HÜCRELER<br />
VE KIZL İNANCI<br />
Dr. Yaşar KALAFAT<br />
Türk Halkbilimi Kültür Strateji Araştırma Merkezi<br />
Biz, bu çalışmamızla Anadolu halk inançlarını renk bazında ele alırken,<br />
onların inanç tarihi açısından da üzerinde duruyoruz. Bu kere Kocaeli tarihi<br />
coğrafyasını ele, alan olarak ve kızıl, Al/Hal Ruhu’nu da tema olarak<br />
ele aldık. Böylece Yunan mitolojisi-İran mitolojisi ve Siyasi İsrailiyattan<br />
hareketle oluşturulmak istenilen değerler dizilerine karşı, Anadolu’ya ve<br />
bu arada Kocaeli yöresine taşınmalarının izlerini, Süleyman Şah dönemi<br />
ile başlayan Bozkır kültürünün inanç-renk bağlantısını halk inanmalarında<br />
ve sözlü kültür unsurlarında arıyoruz.<br />
Böylece, yazılı kaynakların ve maddî, tarihî kültür verilerinin, sözlü kültür<br />
verileri ile kimliklendirilebileceklerini bu arayışın mitolojik boyutla<br />
tamamlanabileceğini Süleyman Şah dönemini de içeren Gence- Kocaeli<br />
halk inançları karşılaştırmasından hareketle izah ediyoruz.<br />
Al-Al Ruhu üzerinde Gence-Kocaeli halk inançlarından hareketle karşılaştırmalar<br />
yaparken Batı Türklüğü mitolojik köklerine ulaşabilen bir<br />
kapı aralıyoruz.<br />
Hayatın muhtelif geçiş dönemlerinden, etnografyadan, toplu merasimlerden,<br />
saray ve halk yaşamından, av sahnelerinden çeşitli örneklemeler<br />
yapıyoruz.<br />
Kızıl hayatın tüm safhalarında doğunda, kurbanda, kınada, toyda, savaşta,<br />
ölümde, ölüm sonrasında hükmünü sürdürürken, kızılla özdeşmiş olmak,<br />
adeta kut bağlantılı idi. Sanki kara budun kızılın koruyuculuğundan<br />
nispetince mahrumdu, nasipsizdi. Şahın hayatındaki kızılın yeri onun payınca<br />
idi. Yabancı kimse elçi de olsa, ona resmi itibar etmek farklı şeydi,<br />
onu da kızıla boyayarak kızılla anlatmak çok farklı ve adeta olmayan bir<br />
şeydi.<br />
Kızıl koruyordu. Koruyucu kızılın koruyuculuğundan istifade etmiş olmak<br />
belki ona inanmak ve belki de ona zamanında saçı yapmış olmakla mümkündü.<br />
Kırmızı Çizgi’ler, çizgi sahibinin korunma çizgileri ve koruma çizgileridir.<br />
Sizin kırmızıçizginin sizin koruma çizginiz iken o çizgi benim korun-<br />
171
ma çizgimdir. Bu kırmızı/al çizgi bazıları için sarı çizgi olarak bilinmiştir<br />
ki, Sarı Albastı hatırlanmalıdır. Bu hal koruyucu ve korunucu kuralları<br />
getirir. Taraflarda korumacı ve korunmacı kuralların karşılıklı farklılığını<br />
getirir ki, getirmiştir.<br />
Bir ara açıklama adına denilebilir ki;<br />
Anadolu Türk Halk inançlarının mitolojik köklerini ararken, Türkiye’de<br />
ardı sıra yayınlanan İran mitolojisi yayınları dikkatimizi çekiyordu. Yunan<br />
mitolojisi yayılma alanı kapsamına girmiş olmaktan sakınılırken, Anadolu’da<br />
Türk mitolojisinin izlerini arama çalışmalarında karşımıza İran mitolojisinin<br />
alanına girme engeli çıkmıştadır.<br />
İran mitolojisinin tarihi coğrafyası Anadolu’yu da M.Ö dönemlere kadar<br />
uzayarak kapsıyordu. Bu çalışmaların izahlarında yer alan kodlar ve kültler<br />
Türk mitolojisinin yapı taşları ile örtüştürülmüşlerdi. Diğer taraftan<br />
yaşayan İran Sözlü kültürü ile İran mitolojik dönemi arasında bir süreklilik<br />
vardı.<br />
Anadolu Türk mitolojisinin tarihi derinlikleri aranırken 12. yüzyıldan evveli<br />
için Altay Türk coğrafyası verilerine başvurmak zorunda kılınıyordu.<br />
Bilinen bir süreklilik pek kurulamamıştı.<br />
Anadolu halk inançlarında kızıl rengin izahında olduğu gibi Zerdüşlük<br />
veya İsrailiyatta izahı yoktu. Bunların tespiti Alevî inançlı halk kesiminin<br />
inançlarında daha yoğun mehaz içeriyordu. Bu konudaki bilgiler şekillendirilmemiş<br />
veya ilişkilendirme oldukça yüzeysel kalmıştı.<br />
Azerbaycan’da, Gence’de ve Şeki’de yaptığımız tespitler, kızıl etrafında<br />
oluşan inançlarda olduğu gibi, bize kopuk bulguları ilişkilendirmek ve<br />
teşhise yönelme imkânı vermiştir. Evvelce yaptığımız al konusu farklı bir<br />
muhteva ve mitolojik derinlik kazanmıştır. Kocaeli’ni merkeze alan çalışmamızla<br />
her iki Türk coğrafyası halk inanmalarında bu konuda karşılaştırma<br />
yapılabilmiştir.<br />
Buna göre; Anadolu’da bilhassa kırsal kesimde kızıl etrafında oluşmuş<br />
yaşayan inançların kaynağını bulabilmek için Azerbaycan ve bilhassa Güney<br />
Azerbaycan Türk halk inançları mitolojik boyutları ile bilinmeli idi.<br />
Bu bilinçlenme bizi Türk halk inançlarının batı Türklüğüne götürebilecek,<br />
yukarıda da değindiğimiz süreklilik ihtiyacı da kopukluktan kurtarılacaktı.<br />
İran Türk halk inançları kültüründe Şii İslamin dışında bir boyut daha<br />
vardı ve bu boyut gün ışığına çıkarılmalı idi.<br />
Anadolu Türk İslam anlayışının kırsal kesimindeki yapılanması ile Bütün<br />
172
Azerbaycan Türk İslam anlayışının kırsal kesimdeki yapılanmasının arasında<br />
bir kırılma yaşanmıştır. Bunlardan Anadolu ki yapıyı Sünni İslam ve<br />
Azerbaycan’daki yapıyı ise Şii İslam örtülemiştir. Günümüz halk inançlarından<br />
yola çıkılarak mitolojik döneme yapılacak seyahatte İran Türk halk<br />
inançlarının içerdiği mitolojik şifrelerin formüle edilmeleri daha kolaydır.<br />
Anlatmaya çalıştığımız husus Anadolu halk inançlarından yola çıkılarak<br />
Türk mitolojik kimliğini inşa sürecinde bir kısım Alevi Türk kesimin<br />
inançlarındaki veriler, yoldaki işaret taşları gibidirler. Bu taşların belirtilmeğe<br />
çalışılan özelliğini bir kısım Azerbaycan Türk halk inançlarında net<br />
olarak görmek mümkündür.<br />
Bahattin Ögel’in ve Abdulkadir İnan’ın Türk mitolojisinde Al/Hal Bastı<br />
inancına açıklık getirirlerken inancın Eski Türk inanç Sisteminin bir<br />
bakiyesi olduğunu anlatırlar. Türk halk inanç dünyasının her kesiminde<br />
varlığını çeşitli efsanelerle sürdüren bu inanç ile ilgili Aras Vadisi’nden<br />
yapılan tespitler, altın anlamında da kullanılan kızıl ile al renk anlamında<br />
kullanılan kızıl ilişkilendirmesi bakımından daha zengindir.<br />
Al, Kızıl, Kırmızı psikolojide derinliği, bilinmeyenin ulaşılmazlığını, ulaşılması<br />
zor olanı anlatır. Bizim muradımız renklerin genel mesajları, imajınaysan,<br />
dışardan algılanışı veya sadece Türk kültüründe renklerden bir<br />
rengin yerini anlatmak değildir.<br />
İran ve Anadolu Türk’lerinin İslamiyet’ten evvelki Türk İnanç Sistemi,<br />
Batı Türklüğü bu iki coğrafyada İslamiyet’le müşerref olunca doğal olarak<br />
eski dinlerinin izleri ile farklı bir İslam anlayışı oluşturdu. Bu yapılanma<br />
ilk yıllarından itibaren sürekli olarak Eski Türk İnanç Sistem’inden<br />
İslamiyet’e everilmeğe yüz tuttu. Türk İslam’ı denilebilecek bu yapılanma<br />
her yüzyılda tanıştığı yeni dinin yapısı ile bütünleşirken eski inanç sisteminin<br />
üzeri küllenmeğe başlandı. Bu küllenme İran Türk coğrafyasında,<br />
bazı bölgelerde daha yüzeysel oldu. Bu farklılaşma veya yeni yapılanma<br />
Osmanlı Türk coğrafyasında Arap İslam’ına yönelme ve İran Türk coğrafyasında<br />
da Fars İslam’ına yönelme şeklinde adlandırılır oldular. Anadolu<br />
Türk-İslam’ında Alevi inançlı Müslüman kesimde eski inançların izlerini<br />
bulmak Sünni Anadolu İslam’ına nazaran daha kolaydır. İran Türk- İslam’ının<br />
Kızılbaş olarak bilinen kesiminde ise bu inanç bulguları daha<br />
yoğundur.<br />
Bu açıklamamızla amaç, tek olan tek olan İslam’ı, elbette ki farklı isimlerle<br />
çoğaltmak değildir. Yapılabilen tespitlerin sağlıklılığı nispetinde,<br />
denilebilir ki, Kızılbaşlık veya Kızılbaş İslamlık Tengriicilik inancı ile İs-<br />
173
lamiyet arasında, bazı inanç hususları itibariyle geçiş noktasındadır. Bu<br />
özelliği ile Kızılbaşlık, batı Türklüğünün mitoloji çalışmalarında yol aydınlatıcı<br />
özelliğe sahiptir.<br />
Türk kültüründe kızıl, kırmızı ayrıntılı incelenmiş, kırmızı rengin sembolünün<br />
kan olduğu, belirtilmiş, bu rengin ahlakı boyutu, ergenlik rengi<br />
olduğu da B.Ögel tarafından izah edilmiştir. Kızıl bayrak, kızıl tuğ, al bayrak<br />
anlamları, kızıl türlerinden ak kızıl, kızıl ala, kızıl yeşil, kızıl doru, kızıl<br />
boz, kızıl kara, kızıl yağız, kızıl sarı gibi hususlar üzerinde de keza B. Ögel<br />
ayrıntılı olarak durmuştur. Biz daha ziyade kızıl/alın al ruhundan hareketle<br />
anlamı üzerinde yoğunlaşmak suretiyle mitolojik döneme yolculuk<br />
yapmak istiyoruz.<br />
Türklüğün eritilip yok edilmesi için, Türk coğrafyasının tarih boyunca istilalar,<br />
iskânlar, demografik hareketlerle bozulduğu bilinir ve haklı olarak<br />
tepki gösterilir de, bu birliğin aynı amaçla çok daha evvel Türk ruh<br />
birliğinin bozulması ile sağlandığı üzerinde durulmaz. Bozulmuş coğrafi<br />
bütünlüğün tekrar sağlanması Türk coğrafi bölgeleri arasındaki ruh birliğinin<br />
sağlanması mümkündür. Ruh birliğinin sağlanmış olması Türk<br />
bölgelerinin birleşmiş olması demektir.<br />
Türk kesimlerinin ruhları üzerinde yapılan eritme, çözülme, başkalaştırma<br />
operasyonları onların köklerinden koparılmaları ile izah edilir. Köklerinin<br />
derinliklerine ulaşabildikleri nispette Türk kesimleri, o derece<br />
bir bütünün parçaları oldukları gerçeğinin farkında olacaklardır. Mitoloji,<br />
halk inanmaları-mitoloji bağlantısı bu bakımından millet hayatında<br />
önemlidir. Biz bu önemi Kocaeli-Gence bağlamında kızıldan yola çıkarak<br />
anlatmak istedik.<br />
GAZİ SÜLEYMAN BEY CAMİLERİ ÜZERİNE BİR DENEME<br />
Yrd. Doç. Dr. Özkan ERTUĞRUL<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Osmanlı Devleti’nin henüz başlangıç aşamasında, bir Bey olarak tarihe<br />
geçen ve bu süreçte belki de inanılması çok zor olan pek çok işi büyük<br />
bir başarı ile halleden ve kabul edilen genel görüşlere göre de talihsiz<br />
bir şekilde ölen Süleyman Bey çok da uzun olmayan hayatında pek çok<br />
esere imza atmıştır. Bu eserler hiç şüphesiz kayıtlara geçenler kadar değildir.<br />
Ancak sürekli olarak ele geçen yeni buluntular ışığında daha çok<br />
174
ilgi sahibi olabiliyoruz. Hatta bunlardan bazıları başka kişilere ait olarak<br />
gözükse de aslında Süleyman Bey’e ait olması kuvvetle muhtemeldir. Bu<br />
bildiri sebebi ile bu noktaya da değinilecektir.<br />
Süleyman Bey’in günümüze kadar ulaşan ve ne yazık ki sayıları çok fazla<br />
olmayan kayıtlarından ve bilgilerden Bursa ve çevresinden başlayarak<br />
bugünkü Yunanistan içlerine kadar pek çok eser inşa ettirdiğini anlıyoruz.<br />
Tabii ki bu inşaatlar belirli bir sistem takip etmeleri açısından da<br />
önemlidir. Ayrıca sadece cami değil pek çok tarzda başka inşaatlara da<br />
el atmıştır. Fakat biz bu bildirimizde sadece camileri üzerinde duracağız.<br />
Aslında diğer üzerinde duracağımız nokta bu dönem kayıtlarının ilginç bir<br />
şekilde fazla olmadığıdır. Ayrıca Süleyman Bey ve bu tarih çerçevesinde<br />
inşa edilen pek çok yapı ne yazık ki günümüze çok fazla sağlam gelmemiştir.<br />
Gelenlerde o kadar değişikliğe uğramıştır ki, bunları tanımlayabilmek<br />
neredeyse imkânsız gibidir. Ve aslına uygun olmayan restorasyon<br />
çalışmaları da bu yok oluşta önemli bir rol oynamaktadır.<br />
Özetle Süleyman Bey’in yaşamı ile ilgili vereceğimiz bazı küçük detaylardan<br />
sonra O’nun inşa ettirdiği camiler ele alınıp, dün ve bugünkü durumları<br />
üzerinde durulup, inşa sistematikleri açısından incelenecektir.<br />
İZMİT’İN FETİH SİMGESİ “GAZİ SÜLEYMAN PAŞA CÂMİ-İ<br />
ŞERÎFİ” (NÂM-I DİĞER ORHAN CAMİİ)<br />
Volkan ŞENEL<br />
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />
Uzun bir süre Roma ve Bizans egemenliği altında kalmış olan İzmit, Osmanlı<br />
Sultanı Orhan Gazi tarafından 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde fethedilerek,<br />
bir Türk yurdu haline getirilmiştir.<br />
Sultan Orhan Gazi döneminde 1337 tarihinde kesin olarak gerçekleşen<br />
fetih sürecinden sonra, Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinden getirilen<br />
birçok oymak, aşiret ve cemaat İzmit’e iskân edilmiş, bu yeni Osmanlı<br />
şehrinde kurulan vakıflar aracılığıyla da ilk imar faaliyetleri gerçekleştirilmiştir.<br />
Bu dönemde şehre hâkim bir tepede (günümüzde Orhan Mahallesi), İçkale’nin<br />
içerisinde inşa edilen ilk dini yapılardan biriside Gazi Süleyman<br />
Paşa Câmi-i Şerîfi’dir. Camii, Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Süleyman<br />
175
Paşa tarafından 1332 yılında (1337’deki kesin fetihten önce) yaptırılmıştır.<br />
İzmit’teki Türk dönemi yapılarının en eskilerindendir.<br />
Asıl adı “Gazi Süleyman Paşa Câmi-i Şerîfi” olan yapının ismi zamanla<br />
değişerek, “Orhan Camii” olarak anılmaya başlanılmıştır. Bu isim değişikliğinin<br />
ne zaman olduğu kesin olarak bilinmemektedir.<br />
Bazı kaynaklarda yapının eski bir kiliseden camiye çevrildiği ifade ediliyor<br />
olsa da, 2015 yılında T.C.Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul<br />
II. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan geniş kapsamlı restorasyon çalışmasında<br />
uzmanların yaptığı incelemelerde, caminin kiliseyle ilgili hiçbir<br />
ilgisinin olmadığını tespit etmiştir.<br />
14. yüzyılda yapılmış olan cami; 19. yüzyılda (1843), 20. yüzyılda (1947,<br />
1967, 1969, 2004, 2007, 2015) çeşitli onarımlar geçirmiş, orijinal yapıya<br />
göre birçok değişikliklere uğramıştır. Caminin günümüzdeki hali, 1843<br />
yılı sonrası Sultan Abdülmecid’in emriyle gerçekleştirilen onarım sonrası<br />
ortaya çıkan durumu yansıtmaktadır.<br />
Kuzeybatı-güneydoğu istikametinde, dikdörtgen planlı, yöresel taş, tuğla,<br />
mermer ve ahşap malzeme kullanılarak inşa edilmiş olan yapı, erken Osmanlı<br />
dönemi eserlerinden olması yönüyle oldukça önemlidir.<br />
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KÖRFEZ’İN PARILDAYAN İNCİSİ:<br />
İZMİT’İN SAAT KULESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. H. Kamil BİÇİCİ<br />
Gazi Üniversitesi<br />
Medeniyetin bir göstergesi olan teknolojik gelişmelerin sonucu ortaya çıkan<br />
Saat Kulesi yapma geleneği Avrupa’da XIV. yüzyılda yaygınlaşmışsa<br />
da; Osmanlı topraklarına Kanunî döneminden hemen sonra XVI. yüzyılın<br />
sonlarında girmiştir. Osmanlı’daki saat kulelerinin ilk izlerine Balkanlar’da,<br />
Banyaluka Ferhat Paşa Camii (1577) ve Üsküp Saat Kulesi (1593)<br />
ile rastlanmaktadır. Osmanlı gündelik hayatına XVI. yüzyılın sonunda<br />
giren saat kulelerinin yapımı, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Batı’dan Doğu’ya<br />
doğru giderek artmıştır. Osmanlı Devleti’nde kent ve kasabalarda saat<br />
kulesi yapımının hızlanmasında, Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909)<br />
yirmi beşinci cülûs yıldönümü vesile olmuştur. Sultan Abdülhamit 1317<br />
Hicrî yılında (1899-1900) yayınladığı bir “irâde-i seniyye” gereğince, kendi<br />
176
namına birçok vilâyet ve sancaklarda büyük saatlerin yapılmasını emretmiştir.<br />
Bu irade üzerine ülkenin birçok yerinde saat kulesi yapımına<br />
gidilmiş, saat kulelerinin bir çoğu bulundukları yerde olduğu gibi İzmit’te<br />
de şehrin simgesi haline gelmiştir.<br />
İzmit, Kemalpaşa Mahallesi’nde Av Köşkü ile Atatürk Heykeli arasında,<br />
tepe üzerinde yer alan Saat Kulesi’ni, İzmit Mutasarrıfı Musa Kazım Bey<br />
tarafından Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle<br />
yaptırmıştır. Saat Kulesi’nin mimarı, Mimar Vedat Bey’dir. Fakat bunun<br />
yanında yapının Ermeni azınlık mimarlarından Mihram Azaryan tarafından<br />
inşa edildiği, planının çizildiği de rivayet edilmektedir. 31 Ağustos<br />
1900 tarihinde İzmit Saat Kulesinin temeli atılmış ve kazılan temeli ve<br />
koyulan bir kaç parça taş belli bir süre orada kalmıştır. Bunun nedeni<br />
ise, İzmit Belediyesinin daha önemli konulara öncelik vermesidir. Ayrıca<br />
halkın ve yerel yönetimin imkanlarının kısıtlı olması da saat kulesinin<br />
yapımının gecikmesi için önemli bir etken olarak görünmekteydi. Temel<br />
atıldıktan 2 yıl sonra İzmit saat kulesi çeşitli zorluklara rağmen tamamlanabildi.<br />
Kulenin saati 1929 yılında görülen lüzum üzerine Mustafa Şemi<br />
Pak tarafından yeniden imal edilerek, yerine konulmuştur. Kulenin giriş<br />
kapısı yanındaki Türkçe bir kitabe üzerinde SEKA tarafından 1970’te onarıldığı<br />
ibaresi yer almaktadır.<br />
Yapıda Hereke ve Tavşancıl’dan getirilen traverten taşlarla Neo-klasik<br />
üslupta inşa edilen kulenin üç tarafında çeşmeler bulunmaktadır. Saat<br />
Kulesi’nin üç tarafında bulunan sebillerin alınlığında ve kapısı üzerinde<br />
kitabeler bulunmaktadır. Bu kitabelerde “1318 Belediye etti inşa bu kule<br />
ile çeşme-i Seyit Kamari’ye” yazılıdır. Orta kattaki yuvarlak kartuş içerisinde<br />
de Sultan II.Abdülhamit’in tuğrası bulunmaktadır. Saat Kulesi, saatin<br />
köşelerinde ikişer sütun ve kenarlarında yuvarlak kemerli sebiller<br />
bulunan kare bir kaide üzerinde yükselmektedir. 3.65x3.65 m ölçülerindeki<br />
kare planlı kulenin üç yüzü, mermer motifli çeşmelerle süslenmiş<br />
olan dört katlı kule, ikinci katındaki seyir balkonundan itibaren daralarak<br />
yükselmektedir. Seyir balkonu altında ağırlık taşımayan sadece süsleme<br />
amacına yönelik yivli sütunlar dikkat çeker. Sebiller basık yuvarlak niş<br />
şeklinde olup, silmelerle çevrelenmiştir. Ayrıca sebillerin profilli birer<br />
teknesi bulunmaktadır. Buradaki sebilli kaide üzerinde yükselen kulenin<br />
köşeleri pahlanmış kare prizma şeklindedir. Kaide ile gövde arasına<br />
bir balkon yapılmıştır. Bundan sonra gövde enine üç silme ile dört kata<br />
bölünmüş, üzeri de piramidal bir külah ile örtülmüştür. Kurşun kaplı saçaklı<br />
bir çatısı, kendine has uzun külahı ile eski dönem masallarından<br />
fırlamış gibi, şehre ayrı bir ahenk katmaktadır. Geniş saçakları olan bu<br />
177
külahın altında dört yöne yönelik birer saat kadranı yerleştirilmiştir. Kulenin<br />
dördüncü katında saat odası, dört cephesinde ise 80 cm çapında<br />
olan saat kadranı bulunmakta olup, şehrin pek çok tarafından görülebilen<br />
konumuyla oldukça dikkat çekmektedir.<br />
İzmit Saat Kulesi bir asırdan fazla geçmişe sahip, mimarisi ve kitabeleriyle<br />
gerek İzmitliler de, gerekse şehre gelen insanlarda hayranlık uyandıran,<br />
İzmit halkına her gün, her saat eşlik eden, zamanın değil aslında<br />
ömrün gelip geçiciliğini hatırlatan, İzmit’in simgesi haline gelen heybetli<br />
ama bir o kadar zarif bir saat kulesidir. Varlığı her daim insanların gönüllerinde<br />
derin izler bırakmıştır. Genç yaşlı demeden dostların, arkadaşların,<br />
sevgililerin buluşma noktası, zamanın habercisi, adeta şehrin zamana<br />
direnen koruyucu bir bekçisidir. İzmit saat kulesinin altına yapılan<br />
eklemelerle saat kulesinin çevresi daha gösterişli bir hal almıştır. Saat<br />
kulesi adeta, İzmit’i bir şemsiye gibi kuşatarak, kendi varlığını, tarihten<br />
aldığı, taşıdığı izlerle yansıtmakta, İzmit’i nadide bir incinin parlaklığıyla<br />
ışıldattığı gibi ülkemizi de aydınlatmaktadır.<br />
ÇOBAN MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ’NİN OSMANLI<br />
KÜLLİYELERİ İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ<br />
Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU<br />
Sakarya Üniversitesi<br />
Türk sanatı açısından önemli eserlerin boy gösterdiği Gebze; XVI. yüzyılın<br />
ilk çeyreğinden itibaren daha da önem kazanmıştır. İlkin Orhan Bey zamanında<br />
Osmanlı hâkimiyetine giren Gebze ve çevresinde ilk yapılaşma<br />
ortaya çıkmıştır. İmparatorluğun en geniş sınırlarına eriştiği XVI. yüzyılda<br />
Gebze, Doğuya yapılan Hac, sefer ve kervanlar için daha da önem kazanmıştır.<br />
Mısır valiliği de yapmış olan Çoban Mustafa Paşa’nın 1521’de<br />
İstanbul’a dönüşüyle birlikte oradan getirdiği malzemelerin de kullanımıyla<br />
Gebze’de önemli bir külliye vücuda getirilmiştir.<br />
Cami, medrese, kütüphane, türbe, imaret, han, tekke, paşa odaları, darüşşifa<br />
gibi birimlerden oluşan Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, mimari<br />
açıdan önemli güzergâhlardaki menzil külliyesi geleneğini canlı tutarken,<br />
daha sonraki menzil sitelerine de model teşkil etmiştir. Bu manzume,<br />
plan ve düzenleme açısından Osmanlı menzil külliyelerinin gelişmiş<br />
örneklerinden biri olmanın yanında; renkli taş, çini, tuğla ve kalemişi<br />
178
süslemelerinde geleneksel çizgileri takip ederken, Mısır’a özgü çini ve<br />
renkli taş kaplamaları üzerinde barındırması bakımından önemlidir.<br />
Külliyenin önemli güzergâh üzerinde bulunmasının yanı sıra, plan düzeni<br />
ve süslemeleri bakımından da gösterdiği özellikler, bu bildirinin konusunu<br />
içermektedir.<br />
GEBZE ÇOBAN MUSTAFA PAŞA CAMİ SÜSLEMELERİNİN<br />
ÜSLUP VE ESTETİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOP<br />
Yüzüncü Yıl Üniversitesi<br />
Kocaeli’nde Osmanlı döneminden kalma birçok mimari eser olmasına<br />
rağmen; klasik özelliklerde iki külliye dikkat çekmektedir. Bunlardan biri<br />
Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, diğeri de İzmit Pertev Paşa Külliyesi<br />
olup, her ikisi de Osmanlı menzil külliyesi özelliği göstermektedir.<br />
Osmanlı klasik dönem mimarisine şüphesiz Mimar Sinan damgasını vurmuştur.<br />
İslam mimarisinin karakteristik özelliklerinden biri sanatçıların<br />
kendilerini geri planda tutma özelliğidir. Bu batı sanatının aksi bir durum<br />
sergilemektedir. Bunu İslam medeniyeti içerisinde değerlendirebileceğimiz<br />
Osmanlı mimarisinde de görmek mümkündür. Maalesef Cumhuriyet<br />
Türkiye’sinin ilk dönemlerinde estetik ve sanat batı düşüncesi temel alınarak<br />
değerlendirildiğinden, Osmanlı eserleri başta olmak üzere İslam<br />
mimari eserleri İslam estetiğinden yoksun değerlendirmelere tabi tutulmuştur.<br />
Türkiye’de Sanat Tarihi çerçevesinde yapılan çalışmalarda kültür varlığını<br />
“sanat eseri” yapan estetik özelliklerden ayrı tutup, değerlendirmek<br />
gelenek olmuştur. Bu durum Gebze Çoban Mustafa Cami ve süslemeleri<br />
için de geçerlidir. Hakkında yapılan bilimsel çalışmalar bu minval üzerinde<br />
olan söz konusu yapı ve süslemeleri üslup ve estetik açıdan değerlendirilecektir.<br />
Osmanlı- Memluklu sanat zevklerinin ve üslubunun yansıtıldığı,<br />
İslam mabedi olma vasfının bu estetik anlayış içerisinde ele alındığı<br />
yapıdır. Yapının dış ve iç mimari dokusuna işlenen ve her bir mimari elemanda<br />
ayrı ayrı ele alınan süslemeler; hat yazıları ile soyut geometrik ve<br />
bitkisel motif ve kompozisyonlara yansıtılmıştır.<br />
Bu bildiri kapsamında camide görülen süslemelerin üslup açısından ele<br />
179
alınması yanında, İslam estetiğindeki görünürlüğü “Osmanlı ve Memluklu<br />
kimlikleri altında yansıtılması irdelenecek ve değerlendirilecektir.<br />
İZMİT VE ÇEVRESİNDE SEKA’YA BAĞLI<br />
SANAYİ DIŞI YAPILAR<br />
Yüksek Mimar Özden Senem EROL<br />
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi<br />
1929 dünya ekonomik bunalımını diğer ülkelere göre daha az zararla<br />
kapatan Sovyetler Birliği’nin sanayi planları örnek alınarak 1933 yılında<br />
ülke genelinde 1. beş yıllık sanayi planı hazırlanmıştır. Bu çerçevede kurulan<br />
KİT’lerden biri olan Sümerbank tarafından İzmit’e Kağıt Fabrikası<br />
yapılmasına karar verilmiştir. İşte SEKA, 1. Sanayi planı çerçevesinde,<br />
Cumhuriyet’in ilk sanayi programlarından biridir. Öngörülen program<br />
dâhilinde Sümerbank, selüloz ve kağıt sanayisi adına inşa ettiği üretim<br />
yapılarıyla birlikte, fabrika alanı ve çevresinde SEKA çalışanları için bir<br />
yaşam alanı oluşturmuş ve oluşturduğu yerleşkenin barınma, eğitim,<br />
sağlık, spor, kültürel ve sosyal alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamaya gayret<br />
göstermiştir.<br />
Sunulan bildiride SEKA kuruluşu dâhilinde İzmit ve çevresinde inşa edilmiş,<br />
başta çalışanlar için ve sonrasında tüm kent halkına hizmet vermiş<br />
sanayi dışı yapılar ele alınmaktadır. Bu çerçevede; Sümer İlkokulu,<br />
Seka Kreşi, Seka Reviri (Sigorta Hastanesi), Seka İşçi ve Memur Evleri,<br />
Seka Kampı ve Lojmanları, Seka Lokali, Seka Sineması, Seka Spor Salonu,<br />
Seka Çırak Okulu ve Sümerbank Çeşmesi’nin yapım süreçleri anlatılmaktadır.<br />
İnşa hikâyeleri incelenirken; bazılarının başka kurumlarca<br />
devralındığı, bazılarının ise fabrikanın kapatılışından sonra da faaliyetlerine<br />
devam ettiği gözlemlenmiştir. Binalardan kimisi günümüze kadar<br />
ulaşabilmiş, kimisi ulaşamamış ve birçoğunun tasarım ve inşa sürecine<br />
dair dökümanları dahi elde edilememiştir. Diğer bir yandan modern Türk<br />
devleti kent modelinin Anadolu kentlerine uygulanmasında büyük katkısı<br />
olan Sümerbank, İzmit’in sosyal olarak farklılaşmasını, dönüşmesini ve<br />
yenilenmesini sağlarken, sunduğu bu katkılar ele alınan yapılar üzerinden<br />
okunmaktadır. Çalışmanın bina süreçlerine ait bilgileri; döneminin<br />
yerel gazeteleri, kitapları, fotoğraf arşivleri, imar planları, analitik etüdleri,<br />
mimarlık dergileri, Sümerbank Selüloz Sanayi Müessesesi dergi,<br />
kitap, broşürleri ve Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları İşletmesi Genel<br />
Müdürlüğü yönetmelikleri ışığında tespit edilmeye çalışılmıştır.<br />
180
GÖLCÜK KAZIKLI KERVANSARAYI<br />
Yrd. Doç. Dr. Yılmaz BÜKTEL<br />
Trakya Üniversitesi<br />
Gölcük belediyesinin, bir yarışma projesi ile restorasyonunu gerçekleştirerek<br />
ihya ettiği ve Kültür merkezi olarak kullandığı Kervansaray,<br />
Edirne-Enez’de bulunan Sahil Kervansarayı ile karşılaştırılarak mimari<br />
değerleri ve Sanat tarihi içindeki yerini belirlemek Bildirimizin asıl amaçlarıdır.<br />
Bu bağlamda araştırmadan çıkacak olası yeni sonuçlar da sempozyum<br />
izleyicileri ile paylaşılacaktır.<br />
GÖLCÜK SARAYLI CAMİ AHŞAP SÜSLEMELERİ<br />
Öğr. Gör. Pelin Güleda KARADENİZ<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Kocaeli’nin Gölcük ilçesine bağlı Saraylı köyü, ilçenin en büyük köylerinden<br />
biridir. Saraylı köyünün geçmişi antik döneme kadar uzamaktadır.<br />
Köy ismini sınırları içinde bulunan, arkeolojik sit alanında kalıntılarına<br />
rastlanan saraydan aldığı düşünülmektedir. Köyün en çok ilgi çeken unsurları<br />
19.yy mimari özelliklerini taşıyan geleneksel evleri ve Roma dönemi<br />
kalıntılarının yer aldığı mezarlarıdır.<br />
Saraylı köyü; geleneksel kent dokusu, camisi, çınar ağacı ve sivil mimari<br />
örnekleri ile özgünlüğünü korumaktadır. Bizde bu çalışmada İstanbul 6<br />
numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan alınan<br />
listeye göre tescilli anıtsal yapı olan Saraylı Caminin ahşap süslemelerini<br />
inceleyeceğiz. Cami, 1957 yılında betonarme olarak yenilenmiştir. Kare<br />
planlı, tek mekânlı cami, çift kanatlı, çiçek motifleri ile kabartmalı olarak<br />
işlenmiş ahşap kapısı, minberi ve mihrabındaki süslemeleri bakımından<br />
ele alınarak incelenecektir.<br />
181
ATATÜRK VE REDİF MÜZESİ SÜSLEMELERİ<br />
Öğr. Gör. Yıldırım KARADENİZ<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Kocaeli kentinde duvar ve tavan süslemeleriyle bezenmiş çeşitli tarihi<br />
yapılar bulunmaktadır. Bu yapıların en önemlilerinden biri Kocaeli’nin<br />
merkez ilçesi İzmit’te bulunan İzmit Redif Dairesi olarak bilinen yapıdır.<br />
İlk olarak İzmit Mutasarrıfı Hasan Paşa tarafından Sultan Abdülaziz<br />
döneminde Kasr-ı Hümayun ile birlikte yaptırılmıştır. Fakat geçirdiği<br />
yangından sonra 1890 da tekrar yapıldığı ifade edilmektedir. Yapı 1999<br />
depremine kadar 15. Kolordu Komutanlığı’nca Askeri Mahkeme binası<br />
olarak kullanılmıştır. Depremde büyük zarar gören binanın restorasyonu<br />
aslına uygun şekilde yapılarak Atatürk ve Redif müzesi olarak kullanılmaktadır.<br />
Avlu duvarlarıyla çevrili kağir sistemde inşa edilen yapı doğu<br />
batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Yapı 19.yy barok tarzda yapılmış<br />
olan süslemeleri ile dikkat çekmektedir. Bizde bu çalışma da yapıyı duvar<br />
ve tavan süslemeleri bakımından inceleyeceğiz. Yapı barok tarzda yapılmış<br />
süslemeleri bakımından oldukça zengindir. Barok tarzı süsleme 19.<br />
yüzyıl da mimaride çok kullanılan bir süsleme türü olarak kullanılmıştır.<br />
Fakat günümüzde mimaride ve kitap sanatlarında kullanılmadığı için çok<br />
fazla bilinmemektedir. Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız yapının süslemelerini;<br />
renk, motif ve üslup özellikleri bakımından inceleyip yapının<br />
süslemelerinin tanınmasını sağlamaktır.<br />
GÖLCÜK, DEĞİRMENDERE MEZARLIĞI’NDAKİ<br />
SÜSLEMELİ KADIN MEZAR TAŞLARI<br />
Arş. Gör. Saliha TANIK<br />
Gazi Üniversitesi<br />
Değirmendere, İzmit körfezinin güney kıyısında ve deniz kenarında olup,<br />
Kocaeli iline bağlı Gölcük ilçesinin eski bir beldesidir. “Gölcük Değirmendere<br />
Mezarlığı’ndaki Süslemeli Kadın Mezar Taşları” konulu bu çalışmada,<br />
mezarlıkta bulunan mezar taşlarından kadın cinsine ait yirmi iki<br />
mezar taşı incelenerek, çalışmamızda yer almıştır.<br />
182
Değirmendere mezar taşlarında tarihi bilinen bütün örnekler XVIII. yüzyıl<br />
ikinci çeyreği ile XX. yüzyıl ilk çeyreği arasındadır. Yirmi iki örnekten dört<br />
tanesi XVIII. yüzyıl, on altı tanesi XIX. yüzyıl, iki tanesi XX. yüzyıldır. Mezar<br />
taşlarının hepsi taş malzemeden yapılmıştır. Mezar taşlarının büyükten<br />
küçüğe doğru boyları 170 cm. ile 88 cm, genişlikleri 53 cm. ile 24 cm,<br />
kalınlıkları ise 23cm ile 7cm. arasında değişmektedir. Bu mezar taşlarının<br />
yedi tanesinin ayak taşı mevcuttur. Ayak taşlarında ortaya çıkan üç<br />
örneğin süslemesi kazıma tekniğiyle yapılmıştır. Yüzeyi oyularak yapılan<br />
kitabeli ve süslemeli mezar taşları kabartma görünümünde verilmiştir.<br />
Değirmendere’de bulunan mezar taşları şahideli tipte olup toprak mezar<br />
grubuna dahildir. Bunların üç tanesi yerinde olmayıp bugün ağaca yaslı<br />
durumdadır. Örneklerin hepsi dikdörtgene yakın gövdelidir. Genel olarak<br />
ele aldığımız bütün mezar taşları kitabelidir. Yirmi iki örneğin kitabe<br />
dizilişi dört tanesi, diagonal, on sekiz tanesi de yatay şekilde verilmiştir.<br />
Baş ve ayak taşlarının yirmi altı tanesi sağlamdır. Baş taşlarından üç örnek<br />
ise; kırık, eksik veya aşınmış vaziyettedir. Süsleme konusu olarak<br />
bitkisel, nesneli, mimari unsurlar ve yazı türü bezeme unsurları kullanılmıştır.<br />
Bitkisel bezeme olarak en çok akantus yaprağı kullanılmakla<br />
beraber palmiye yaprağı, kıvrımlı dallar, küpe çiçeği, kalla çiçeği, palmet,<br />
rûmi, orkide çiçeği, kır çiçeği, rozet çiçeği, yaprak, lale, gül, asma yaprağı,<br />
elma, armut, yonca yaprağı kullanılmıştır. Nesneli bezemede inci<br />
dizileri, vazo, bağ, yumurta, burma, perde, meyve tabağı, çelenk, püskül,<br />
kurdele, makas motifi yer almaktadır. Mimari bezeme olarak da sütunçe<br />
ve mukarnas dizilerine yer verilmiştir. Yazı türü olarak sülüs ve ta’lik<br />
kullanılmıştır. Ayak taşlarında ise servi ağacı, hurma ağacı ve gül dalı<br />
motifi gözükmektedir. İncelediğimiz süslemeli kadın mezar taşları kendi<br />
içerisinde; bitkisel tepelikliler, üçgen tepelikliler, sivri kemerli tepelikliler,<br />
yuvarlak kemerli tepelikliler, güneş tepelikliler ve dilimli tepelikliler<br />
olarak tasnif edilmiştir.<br />
Konumuza dâhil olan mezar taşlarının Türk plâstik sanatları içerisinde<br />
değerlendirilmekle birlikte, ölenlerin kimlikleri, sülâleleri, kullanılan<br />
isimler, ölüm sebepleri, hastalıklar, yaratandan ve insanlardan istenen<br />
temenniler, yapılan uyarılar gibi İzmit’in geçmişinden gelen, onu tanıtan,<br />
insanlara bir ibret vesikası olarak tanıttıran bir halk kültürünün taşa yansımış<br />
hali olarak, millî folklorumuz açısından da önemli bir yere hâizdir.<br />
183
PAŞA SUYU, PAŞA HAMAMI VE SÜLEYMAN PAŞA<br />
Ahmet Nezihi GALİTEKİN<br />
Dr. H. İbrahim KAHRAMAN<br />
Nikomedia Şehri’nin kurulmasından itibaren önce yerel su kaynakları ile<br />
insanların bu ihtiyacı karşılanıyor. Su kuyuları ve su sarnıçları bu maksat<br />
ile yapılan yapılardır. Roma döneminde bir ara dünyanın en büyük dört<br />
şehrinden biri haline gelince yeni su kaynaklarına ihtiyaç duyuluyor. Vali<br />
Plinus döneminde bugünkü Kabaoğlu köyü tarafından su getirilme çalışması<br />
yapılıyor ise de sonuçlandırılamıyor. Daha sonra bu günkü şehrin<br />
22km kuzey doğusunda bulunan ve Osmanlı döneminde Paşasuyu adı verilen<br />
su kaynağı ciddi bir çalışma ile Nikomedyanın ihtiyacını karşılayacak<br />
şekilde getiriliyor.<br />
İzmit in fethinden sonra ilk vali olan Gazi Süleyman Paşa, Osmanlı arşiv<br />
belgelerinde Köhne Hamam diye zikredilen tek hamamı yaptırıyor ve halkın<br />
hizmetine sunuyor. Buranın suyunun da paşa suyu denilen kaynaktan<br />
temin edildiği bilinmektedir. İzmit, Cumhuriyet döneminde olduğu gibi<br />
Osmanlı döneminde deyüzyıllar boyu imparatorluk coğrafyasının çeşitli<br />
yerlerinden göç alarak genişlemiş ve artan ihtiyaç karşısında katma<br />
sular, çeşmeler, hamamlar ile donatılmıştır. Bildirimizde bu sürece bir<br />
nebze de olsa ışık tutulacaktır.<br />
“KONSTANTİNOPOLİS KAPILARINDA” ROMANINDA<br />
TARİHSEL ARKA PLAN OLARAK NIKAA(İZNİK) VE<br />
NIKOMEDIA(İZMİT)<br />
Prof. Dr. Nevnihal ERDOĞAN<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
Konstantinopolis Kapılarında; yaşadığımız bölgenin mazisini plato edinmiş<br />
bir tarihî roman. Romanın yazarı ise mimarlık eğitimi almış bir<br />
edebiyatçı olan Hikmet Temel Akarsu. Yazarının mimar olması Konstantinopolis<br />
Kapılarında adlı romanın mekânsal tasvirlerine özellik kazandırmaktadır.<br />
O mekânsal tasvirler, bizleri hergün üzerinde yaşadığımız<br />
bazı tarihi mekânların kökendeki yolculuğuna savurmakta ve sadece<br />
İstanbul’un değil Kocaeli (Nikomedia), İznik (Nikaa) gibi kentlerin de yüzyıllar<br />
içinde geçirdiği evrime dair ilginç doneler sunmaktadır.<br />
184
“Konstantinopolis Kapılarında”, eserin sunum metinlerinde de belirtildiği<br />
gibi aslında Türk Ortaçağı’nı anlatan bir tarihi roman. Kitabın sunum<br />
metinleriyle aktaralım; “Malazgirt Meydan Muharebesi’nin ardından beş<br />
yıl gibi kısacık bir sürede tüm Küçük Asya’yı boydan boya fethederek dönemin<br />
dünya imparatorluğu Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in kapılarına<br />
dayanmış özgür Türkmen boylarının sergüzeştine odaklanmış bir<br />
yapıt.”<br />
Paylaşım, kahramanlık ruhu, vatan, adanmışlık, aşk ve bilgelik temalarına<br />
dayanan bu tarihi roman; Türklerin, Bizans şehirlerinden İznik’i<br />
fethetmesi, Anadolu’da ilk Türk devletini kurması (Anadolu Selçuklu<br />
Sultanlığı) ve öncü bahadır bir grubun Konstantinopolis’te Bizans yönetimiyle<br />
karşılaşmasını ve mücadelesini anlatıyor. Kitabın temel teması,<br />
kahramanların Bizans entrikalarını çözmeleri ve İznik’in fethi öncesi savaş<br />
stratejisi üzerinedir. Fedakârlık ve kahramanlık ruhuyla Bizans oyunlarının<br />
bozulmasını, karmaşık olaylar örgüsü biçiminde, şövalye romanlarında<br />
görebileceğimiz tutkulu bir üslupla ve heyecanla anlatan roman<br />
aynı zamanda Anadolu Türk Devletlerinin kuruluşu ve gelişmesindeki<br />
sancılı ve acıklı deneyimi de hikâye etmektedir.<br />
Şövalye romanslarının klasik özelliklerini yansıtan romanın bizleri alâkadar<br />
eden en önemli yönü, mimari ve kentsel bağlamdaki arka planı ile<br />
olayları bağdaştırması ve bize “medieval” Konstantinopolis, Nikaa (İznik)<br />
ve Nikomedia’dan(İzmit) fasadlar sunmasıdır. Roman sadece Konstantinopolis’in<br />
mimari mekânlarını kullanmakla kalmayıp bir geçiş alanı olarak<br />
kentimiz ve yöremizi (Nikaa, Nikomedya vs.) içine alan geniş bir bölgeyi<br />
plato olarak kullanmaktadır. Konstantinopolis Kapıları isminden de<br />
anlaşılacağı gibi dönemin en büyük merkezi olan İstanbul’a gidel yol olarak<br />
Nikomedia ve Nikaa’yı da (İznik ve Kocaeli) işlemektedir. Kitap Nikaa<br />
Kalesi’nin, surlarının ve bazı dinsel mabedlerin mekân olarak kullanıldığı<br />
kimi anlatıların yanısıra, dönemin muhasara teknikleri, cenk usülleri,<br />
bölgenin sosyal yapısını da vermektedir. Kısacası eser, gerek kurgusal<br />
anlamda gerekse de tarihsel olarak varit olan hadiseler çerçevesinde<br />
Kocaeli ve yöresine dair anlatılar sunmaktadır.<br />
Bildiride, Romanın tarihsel olarak arka planında yer alan Nikaa (İznik) ve<br />
Nikomedia (İzmit) ve Konstantnopolis (İstanbul)’un şehir kurgusu, önemli<br />
ve yönetsel binaları incelenecektir. Tarihsel olan mimari mekânlardan<br />
surlar ve kapılar, önemli akslar, limanlar, hipodrom, görkemli mabetler,<br />
saraylar, zindanlar, sürgün prens adaları, manastırlar, imparatorluk<br />
yolları, sarnıçlar ve daha çok Ortaçağ mimarisine dayanan mekânlar, mi-<br />
185
mari bir bakış açısıyla değerlendirilecektir.<br />
Çalışma kapsamına, romanda mimari mekân arka planı güçlü bir şekilde<br />
yer alan akıncı güçlerin bir geçiş bölgesi olan Nikomedya (İzmit), Nikaa<br />
(İznik) ve Konstantinopolis (İstanbul) kentleri seçilmiştir. Özellikle tarihi<br />
adı Nikomedia olan Kocaeli’nin bir geçiş mekânı ve “akıncı-öncü” Türk<br />
birliklerinin batıya akışına köprü teşkil eden bir bölge olarak işlemesi<br />
apayrı ve özgün bir ilgi alanını oluşturulması beklenmektedir.<br />
MEHMED ALİ KÂĞITÇI’NIN MÜDÜRLÜK GÖREVİNDEN<br />
ALINMASININ ARKASINDAKİ NEDENLER<br />
Prof. Dr. Emre DÖLEN<br />
SEKA Kâğıt Müzesi Danışmanı<br />
Türkiye’de kâğıt sanayinin kurulması için yıllarca mücadele veren Mehmed<br />
Ali Kâğıtçı sonunda hedefine ulaşmış ve 1934’de kurulmasına karar<br />
verilen İzmit Kâğıt ve Karton Fabrikası’nın müdürlüğüne getirilmiştir. 18<br />
Nisan 1936’da ilk kâğıdın elde edilişi Türkiye’de ve basında büyük coşkuyla<br />
karşılanmış olmakla birlikte bir süre sonra üretilen kâğıdın pahalı olduğu,<br />
fabrikanın iyi yönetilemediği konusunda eleştiriler başlamıştır. Bu<br />
eleştiriler yapılırken kâğıt üretimindeki yapısal sorunlar göz ardı edilerek<br />
olay kişiselleştirilmiş ve Mehmed Ali Kâğıtçı’nın yönetiminin başarısızlığına<br />
bağlanmıştır.<br />
Üretimin pahalı olmasının temelinde fabrikanın düşük kapasite ile kurulmuş<br />
olması, selüloz fabrikasının kuruluşunun çok gecikmesi, hammadde<br />
olarak kullanılan odunun yurt içinden yeterli miktarda sağlanamayıp<br />
ithal yoluna gidilmesi, işgücünün niteliksiz olması nedeniyle fazla sayıda<br />
işçi çalıştırılmak zorunda kalınması gibi yapısal sorunlar bulunmaktadır.<br />
II. Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılar ve Sümerbank’ın aşırı merkeziyetçi<br />
yönetimi de bunların üzerine eklenmiştir.<br />
Eleştirilerin şiddetlenmesi üzerine sürekli olarak konudan anlamayan<br />
müfettişler gönderilmeye ve bunlar tarafından Mehmed Ali Kâğıtçı’nın<br />
devleti zarara soktuğu yönünde raporlar düzenlenmeye başlanmıştır.<br />
Yunanistan’dan ithal edilen kaolinin kötü olması neden gösterilerek kendisine<br />
195 TL zimmet çıkartılmıştır. Bunun ardından 1939 yılı ortalarında<br />
İktisat Vekâleti’nde oluşturulan bir heyet tarafından cevaplandırılması<br />
186
için 25 tane soru ve daha bunların cevabı verilmeden 50 tane soru daha<br />
gönderilmiştir. Bu sorulara baktığımız zaman bunların çok büyük bir çoğunluğunun<br />
muhatabı Mehmed Ali Kâğıtçı olmamakla birlikte cevapları<br />
kendisinden istenilmektedir.<br />
Bütün bu aleyhteki kampanyaların ardından Mehmed Ali Kâğıtçı fabrikayı<br />
kötü yönettiği ve devleti zarara soktuğu gerekçesiyle 31 Mart 1941’de<br />
müdürlük görevinden alınarak “Fen Müşaviri” olarak görevlendirilmiş<br />
ve bir süre sonra görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle 20 Haziran<br />
1941’de Sümerbank’daki görevine son verilmiştir. Bu bildiride Mehmed<br />
Ali Kâğıtçı’nın görevden alınmasıyla sonuçlanan gelişmeler ve bunların<br />
nedenleri üzerinde durulacaktır.<br />
TERSANE KUVVE CETVELLERİNE GÖRE II. ABDÜLHAMİT<br />
DÖNEMİNDE İZMİT TERSANESİ’NİN PERSONEL DURUMU<br />
VE DÖNEMİN DİĞER TERSANELERİYLE MUKAYESESİ<br />
Prof. Dr. Şakir BATMAZ<br />
Erciyes Üniversitesi<br />
II. Abdülhamit döneminde Tersane Kuvve Cetvelleri ve Deniz Müzesi 1124<br />
Demirbaş Numaralı Tersane Amele Yoklama Defteri bağlamında İzmit<br />
Tersanesinin personel durumu ele alınacaktır. İzmit Tersanesinde bu<br />
tarihte hangi sınıf personelin vazife yaptığı, sayıları ve çalışma şartlarına<br />
ilişkin bilgi verilmeye çalışılacaktır. Tersanede Üretim ve performans<br />
ilişkisine göre artan/azalan veya nitelik olarak farklılaşan çizgide tersanenin<br />
personel ihtiyacı ele alınacaktır. Aynı tarihte İstanbul Tersanesi ve<br />
diğer tersanelerdeki personel sayıları mukayeseli olarak verilerek İzmit<br />
Tersanesi’nin diğerlerine göre yeri tespit edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca<br />
İzmit limanında ve fenerlerde çalışan personel hakkında da bilgi verilecektir.<br />
187
BEBRYKES AT THE SEA OF MARMARA<br />
IN APOLLONIOS RHODIOS<br />
Prof. Dr. Kalin POROZHANOV<br />
Neofit Rilski South-West University<br />
Apollonios Rhodios presents many Thracian ethnic and political formations<br />
in Asia Minor. Bebrykes is naming the population, which is associated<br />
with the Thracians being, at the eastern end of the southern coast<br />
of the Sea of Marmara, on the south/southwest coast of the peninsula of<br />
the Thracians Bithynoi. These Thracians – Bebrykes, which are part of<br />
the Thracians Bithynoi – is headed by a king named Amykos. They were<br />
presented with their rituals, which are related to the control of navigation<br />
in their waters and with protecting their coasts against foreigners. These<br />
waters and shores are the southern part of the strategic Strait Bosporus/Bosphorus.<br />
This probably suggests that the Thracian kingdom of the<br />
Bebrykes was in control of the passing through the Strait<br />
188