22.02.2016 Views

DENETİMLİ SERBESTLİĞİN DOĞUŞUNA KADAR AVRUPA TARİHİNDE SUÇ VE CEZA 1

cemal_karadol_bildiri

cemal_karadol_bildiri

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>DENETİMLİ</strong> <strong>SERBESTLİĞİN</strong> <strong>DOĞUŞUNA</strong> <strong>KADAR</strong> <strong>AVRUPA</strong><br />

<strong>TARİHİNDE</strong> <strong>SUÇ</strong> <strong>VE</strong> <strong>CEZA</strong><br />

Cemal KARADÖL 1 *<br />

ÖZET<br />

Suç ve ceza kavramları insanlığın tarihi kadar eski, toplumda her zaman var<br />

olan ve mütemadiyen her devirde tartışılan kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Tarih boyunca toplumlar sapma/ norm dışı aksiyon olarak gördükleri farklı<br />

eylemlere çeşitli ceza yöntemleri uygulamışlardır.<br />

XVIII. yüzyıla kadarki suç ve ceza tarihini, bugünün gözüyle baktığımızda,<br />

işkencenin tarihi olarak nitelendirebiliriz. Zira on sekizinci yüzyıla gelindiğinde, suç<br />

ve ceza üzerine geliştirilen yeni felsefi akımlar ve araştırmalar neticesinde, suçlunun<br />

bedenine acı çektirme üzerine kurulu olan ceza infaz rejiminin suçluyu<br />

iyileştirmediği, bedenini deforme ettiği ve kişide önemli psiko-sosyal travmalar<br />

yarattığı anlaşılmıştır. Bu durum ise, daha ‘‘insancıl’’ bir ceza infaz sistemi olma<br />

argümanıyla hapishanelerin doğuşuna ve giderek hacim kazanmasına zemin<br />

hazırlamıştır.<br />

XIX. yüzyıla gelindiğinde ise, suçluyu hapishanelere kapatarak<br />

cezalandırma anlayışının da kişiyi iyileştirmede ve topluma kazandırmada olumlu<br />

bir etki göstermediği anlaşılmıştır. Avrupa, özellikle başta İngiltere ve Hollanda,<br />

suçlunun bedenine ve psiko-sosyal durumuna bir zarar vermeden onu nasıl yeniden<br />

topluma kazandırabileceğinin yollarını arayarak yeni ve tamamen suçlunun<br />

1 Adalet Bakanlığı, İstanbul Denetimli Serbestlik Müdürlüğü, Kurum Müdürü.<br />

1


ehabilitasyonu ve yeniden topluma kazandırılması üzerine kurulan yeni bir ceza<br />

infaz sistemi geliştirmiştir: Denetimli serbestlik.<br />

Bu araştırmada, denetimli serbestliğe gelinceye kadar Avrupa’nın, Antik<br />

Yunan’dan başlayıp Denetimli Serbestlik kuruluncaya kadar, nasıl bir ceza infaz<br />

rejimi tarihi geçirdiğinin izlerini süreceğiz. Araştırma kapsamında Antik Yunan,<br />

Roma, Ortaçağ’a ve modern döneme bakarak bedene acı çektirme üzerine kurulu<br />

ceza anlayışını örneklerle analiz etmeye çalışacağız.<br />

Anahtar Kelimeler: Suç, Ceza, İşkence, Bedensel İşkence, Cezaevi,<br />

Denetimli Serbestlik<br />

2


CRIME AND PENALTY UNTIL THE EMERGE OF<br />

PROBATION IN EUROPE HISTORY<br />

Abstract<br />

The concepts of crime and penalty are as old as the history of humanity.<br />

These concepts have existed in every society and discussed continuously.<br />

Communities have punished actions which to be seen out of norm throughout the<br />

history.<br />

Crime and penalty history until the XVIII.century can be described history<br />

of torture when looking back within the perspective today. Yet, in the beginning of<br />

the XIX. century, as a result of research and new philosophical ideas on offence and<br />

punishment, it is understood penal regime that based on to inflict pain on convict’s<br />

body damage the body and caused psychosocial traumas contrary to ameliorate<br />

criminal. That condition led to emerge prisons and accrued gradually with claim of it<br />

is ‘’more humanistic’’ penal system.<br />

Toward the end of the XIX.century, it is understood that punishment which<br />

incarcerate convicted person don’t ameliorate him and don’t make positive effect on<br />

reintegration. Europe, especially England and Holland had looked for solutions that<br />

reintegrate convict person without torture and damage his psychosocial situation.<br />

Then, they developed new penal system which name is “probation” based on totally<br />

reintegrate and rehabilitate guilty.<br />

In this study, it will be investigated the evolution of penal system of Europe<br />

starting from Ancient Greek to emerge of Probation. It will be analyzed with<br />

examples, penal system which based on torture over Ancient Greek, Rome, the<br />

Middle Ages and Modern Times.<br />

Key Words: Crime, Penalty, Torture, Corporal punishment, Prison, Probation.<br />

3


GİRİŞ<br />

Suç ve cezanın tarihi, insanlığın tarihi kadar eski olup oldukça dikkat çekici<br />

bir evrime sahiptir. Bu tarih, buna ceza doktrini tarihi de denilebilir, Antik Yunan,<br />

Roma, Ortaçağ ve Modern dönem olmak üzere bir bütünü teşkil eder. Tarihe<br />

baktığımızda bu dönemlerdeki ceza infaz anlayışlarının birbirinden farklı olduğunu<br />

görüyoruz. Öyle ki her dönemde ceza adalet anlayışı üzerine yeni fikirler ileri<br />

sürülmüş ve uygulanan ceza pratikleri her dönemde değişmiştir. “Suç nedir?”,<br />

“Hangi fiil suç teşkil eder?” “Cezanın amacı nedir?”, “Hangi suça hangi ceza<br />

verilmelidir?” gibi soruların cevabı içinde yaşanılan dönemin egemen ideolojisine<br />

göre değişmiştir.<br />

“Uzun yıllar ceza hukukunda, kuralların ihlali, yani suç işlenmesi halinde<br />

kamunun varlığını garanti eden münhasır çabalar olarak, tanrıların ve insanların<br />

intikamı anlamına gelen cezalar uygulanmıştı. Suçlunun durumunu dikkate<br />

almaksızın uygulanan bu cezaların, suçlunun yok edilmesi veya mağdurun zararının<br />

tazmini dışında başka bir amacı yoktu.” 2<br />

Zira Antik Yunan ve Roma Medeniyetlerinin de içinde bulunduğu ilk çağda<br />

suçlu kamunun düşmanı sayılır ve ona karşı her şekilde müdahale edilebilirdi.<br />

Bununla birlikte, suçlunun işlediği suçtan tek sorumlu olan kendisiydi, toplumun<br />

kişinin suç işlemesinde bir etkisinin olabileceği düşünülmezdi. Suçluya ceza olarak,<br />

ölüm, sakat bırakmak, kırbaçlamak, sürgün, para cezası, bedensel işkenceler ve<br />

kölelik gibi çok sayıda ceza verilebilirdi. Suçlu kamunun bir düşmanı olarak<br />

algılandığından, onun vatandaşlık hakları ve fiziksel varlığı yok sayılır, kişi bir eşya<br />

gibi algılanabilirdi. Bunun sonucunda ise, suçlunun mal varlığı ve çalışma gücü<br />

sınırsız olarak zarar görene devredilebilirdi. 3<br />

2 Timur Demirbaş , “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi”, Hapishane Kitabı, s. 5<br />

3<br />

Ibid, 5.<br />

4


Cezalandırmanın tarihine baktığımızda, 18. yüzyılın sonlarına gelene kadar,<br />

egemenlerin suçluların bedenlerine yönelik sayısız işkenceler uyguladıklarını<br />

görüyoruz. Michel Foucault “Hapishanenin Doğuşu” adlı eserinin giriş kısmında 2<br />

Mart 1757’de uygulanan bir infazı şu şekilde anlatır: “ Damiens, Paris Kilisesi’nin<br />

cümle kapısının önünde, suçunu herkesin karşısında itiraf etmeye mahkûm edilmişti;<br />

buraya elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak,<br />

üzerinde bir gömlekten başka bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük<br />

arabasında götürülecektir; sonra aynı yük arabasıyla Breve Meydanı’na götürülecek<br />

ve burada kurulmuş olan dar ağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları,<br />

baldırları kızgın kerpetenle çekilerek; babasını öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak<br />

ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte<br />

eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilecek<br />

parçalatılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kül haline getirilecek ve bu küller rüzgâra<br />

savrulacaktır. Gazete D’Amsterdam( 1 Nisan 1757), “sonunda onu parçaladılar, bu<br />

sonuncu işlem çok uzun sürdü, çünkü kullanılan atlar çekmeye alışık değillerdi; bu<br />

yüzden dört tane yerine altı tane koymak gerekti, bu da yetersiz kaldı; talihsizin<br />

kalçalarını kopartmak için sinirlerini kesmek ve eklemlerini baltayla parçalamak<br />

gerekti…” 4<br />

18. Yüzyılın sonlarına değin bedene acı çektirme üzerine kurulu<br />

cezalandırma anlayışı, aydınlanmayla gelen yoğun fikir tartışmaları ve araştırmalar<br />

neticesinde yerini hapishanelere bırakacaktır. Fakat daha sonra, suçluyu iyileştirme<br />

ve yeniden topluma kazandırmada hapishanelerinde iyi bir tesir yaratmadığının<br />

anlaşılmasıyla Denetimli Serbestlik isimli yeni bir ceza infaz rejimi doğacaktır.<br />

4<br />

Michel Foucault, Hapishanelerin Doğuşu, çev . Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitapevi Yayınları, 2015, s<br />

33-34.<br />

5


Bu araştırmada, Denetimli Serbestliğe gelinceye kadar Avrupa’nın ceza<br />

adalet anlayışındaki evrimini analiz etmeye çalışacağız. Bu kapsamda, Antik Yunan,<br />

Roma, Orta Çağ ve Aydınlanma dönemlerine bakarak, suçlunun bedenine acı<br />

çektirmeye yönelik ceza anlayışından, suçlunun rehabilitasyonu ve yeniden topluma<br />

kazandırılması anlayışına nasıl geçildiğini görmeye çalışacağız.<br />

Antik Yunan<br />

Atina’da cezanın esasını intikam ve kısas oluştururdu. Platon, cezanın<br />

amacını korkutma ve iyileştirme olarak belirtse de Atina mahkemelerinin verdiği<br />

kararlardan yola çıkarak bunun gerçekte böyle olmadığını söyleyebiliriz. Zira Atina<br />

mahkemeleri; vatandaşı onursuz bir şekilde köle durumuna sokma, kamuya açık<br />

yerde rezil etme, para ve mal varlığını başkasına verme, sürgün, dayak vasıtasıyla<br />

bedeni terbiyeve ölüm cezası ( zehirlemek, iple asmak, topuzla, kılıçla öldürmek,<br />

boğmak, yakmak, uçurumdan atmak) gibi birçok cezayı sıklıkla uygulamışlardır. 5<br />

Öte yandan, Antik Yunan’da, gerek mahkeme gerekse sahibi tarafından en çok<br />

cezalandırılan sınıfın köleler olduğunu söyleyebiliriz. Antik Yunan ve devamı<br />

niteliğindeki Roma’da işkence kölelerin değişmez kaderiydi. Kölenin kendisi de<br />

dâhil olmak üzere kimse buna karşı çıkmazdı. Hatta bugün birçok konuda atıf<br />

yaptığımız filozoflar bile kölelere işkence yapılmasına taraftardı. Örneğin<br />

Aristoteles bunu onaylayanlardan biridir. Platon ise, ütopya düşüncesini açıklarken,<br />

özgür yurttaşlar ve köleler için ayrı bir hukukun gerekli olduğundan söz eder.<br />

Platon, özgür insanların yalnızca kınandıkları bir kabahati, köleler işlediklerinde<br />

kırbaçlanmaları gerektiğini savunan dönemin egemen öğretisini onaylıyordu. Özgür<br />

insan para cezasıyla kurtulurken, köleye ölüm cezası veriliyordu. Bu dönemde<br />

işkence, tanıklık yaptırmak veya itiraf ettirmek amacıyla özgür yurttaşlara asla<br />

5<br />

Ibid, s, 5-6.<br />

6


uygulanmamakla birlikte bütün sınıflara uygulanabilir bir cezalandırma yöntemi<br />

olarak kullanılmıştır. 6<br />

Antik Yunan’da, köleler başlangıçta savaş veya yağma seferlerinde ele geçirilenlerle<br />

sınırlıydı. Yunanlar, esir aldıkları köleleri öldürmektense onları alçaltıcı işlerinde<br />

kullanmayı yeğlediler. İnsan onuru kavramının olmadığı bu dönemde köleler<br />

sahiplerinin istediği her türlü işi yapmak zorundaydılar. Zaten bir kölenin onurunda<br />

da bahsedilemezdi. Kölelik kurumu bir kez uygulamaya konduktan sonra giderek<br />

daha fazla insan, pek de yapılmak istenmeyen ve alçaltıcı görünen işlerin karın<br />

tokluğunun ötesinde bir karşılık beklemeyen/bekleyemeyen köleler tarafından<br />

yapılmasından hoşlanır oldu. Savaşlar sırasında alınan kölelerin sayısı yetmeyince,<br />

gözler yeni ve başka kaynaklara çevrildi. Mahkûmlar ve cürüm işleyenler köleliğe<br />

zorlandılar. Solon uygulamayı durdurana kadar borcu olan ve bunu ödemeyen<br />

kimse, doğrudan alacaklının kölesi olurdu. Daha sonra köleler alınıp satılmaya<br />

başlandı. Atina’nın ünlü köle pazarında erkek ve kadın köleler çırılçıplak sergilenip<br />

açık artırmada en yüksek fiyatı verene satıldılar. 7<br />

Bununla birlikte yunanlar, belli işaretler geliştirerek bunları suçlunun<br />

bedenine kazılır ya da yakılır ve böylece işareti taşıyanın bir köle, suçlu veya hain<br />

olduğunun kanıtı olurdu. Böylece kamusal alanda bir ayinle kirletilmiş, lekelenmiş<br />

olan söz konusu kişi, özellikle kamusal alanlarda kaçınılması gereken kişi durumuna<br />

düşerdi. Böylece kişi hayatı boyunca kurtulamayacağı bir damganın esiri olurdu. 8<br />

6 George RyleyScott, İşkencenin Tarihi, Çev: Hamide Koyukan, Dost Yayınları, Ankara, 2001, s.62.<br />

7<br />

Ibid, 64.<br />

8<br />

ErvingGoffman, Damga, çeviren: Ş. Geniş- L. Ünsaldı- S.N. Ağırnaslı, HeretikYayınları , 1. Baskı,<br />

Ankara, 2014. s. 29.<br />

7


Roma<br />

Antik Yunan’da olduğu gibi Roma’da da suçlunun bedenine işkence<br />

yaparak suçunu itiraf ettirmek esastı. İşkence bazı durumlarda cezalandırmanın<br />

tamamını oluşturuyor, bazı durumlarda ise sürgün veya ölüm cezasından önce<br />

uygulanan bir yaptırıma dönüşüyordu. Örneğin borcunu ödemeyen/ödeyemeyenler,<br />

özel hapishanelere kapatılır, bedenleri üzerinde her türlü işkence yapılırdı. Kiliseye<br />

karşı işlenen suçlar son derece şiddetli işkence ile cezalandırılırdı. Kilisede bir<br />

papaza veya piskoposa hakaret etmekle suçlanan bir kimseyi bedenine uygulanacak<br />

ciddi işkenceler bekliyordu. Bunu hükümdarlar da destekliyordu. Kişi sakat<br />

bırakılabilir, elleri ve ayakları kesilebilirdi. Sapkınlıktan mahkûm olan biri, uçları<br />

kurşunla ağırlaştırılmış kırbaçla dövülürdü. Özgür yurttaşlar ise, kiliseye karşı<br />

işlenmiş suçlar ve tecavüzün dışında, kamçılama ve burnun kesilmesi cezasına<br />

maruz kalmazdı. Kamçılama, sadece kölelere verilen bir cezaydı. Çok derin bir<br />

onursuzluk ve aşağılamanın işaretiydi ve ortalama bir Romalı, kamçılanmaktansa<br />

ölümü tercih ederdi. 9<br />

Roma Hukukunda köle söz konusu olduğunda, en iyi ve çoğu durumda<br />

doğruyu söyletmenin tek yolu işkenceydi. Efendi-köle ilişkisinin olduğu bu<br />

dönemde, sahibi köle üzerinde mutlak bir söz hakkına, her türlü tahakküm yetkisine<br />

sahipti. Bu durum ise sahibinin köleye istediği işkenceyi yapabilmesine imkân<br />

sağlıyordu. Öte yandan, devlet işkence konusunda düzenlemeler yapsa da, bunla her<br />

kölenin açıkça karşılaştığı özel işkencelere ek ama onlardan ayrı cezalandırma<br />

biçimleri sayılıyordu. Sahibi kölesini gerçek ya da gerçek dışı her kusuru için<br />

dilediği gibi cezalandırma hakkına sahipti. 10<br />

Bu dönemde köleler için en temel cezalandırma biçimi kırbaçlamaydı.<br />

Roma’da çok sayıda köle bu cezalar dolayısıyla kırbaç altında ölmüştür.<br />

9<br />

George RyleyScott, İşkencenin Tarihi, Çev: Hamide Koyukan, Dost Yayınları, Ankara, 2001, s.63-65.<br />

10<br />

Ibid, 64.<br />

8


“Kırbaçlamanın dışında, kölelere uygulanan sayısız işkence biçimi vardı ve bütün<br />

cezalara işkence denilmese de, çoğu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde zalimce ve<br />

insanlık dışıydı. Kaçmaya çalışan ve yakalanan kölelerin alınları genellikle<br />

dağlanırdı. Hırsızlara da aynısı uygulanırdı. Diğer durumlarda ellerinden asılılar,<br />

ayaklarına ağırlıklar bağlanır ve bu durumdayken ölümüne kırbaçlanırlardı.” 11<br />

Kölenin efendisi bir kadın da olabilirdi, Romalı kadınlar cinsel zevklerini<br />

tatmin ederken hamile kalma riskini ortadan kaldırmak için genç erkek kölelerini<br />

hadım ettirirlerdi. Hatta bazı efendi kadınlar, Montaigne’nin dediği gibi “Bütün<br />

kölelerinin ve savaş tutsaklarının gözlerini çıkarır, böylece kölelere kendilerini<br />

tanıtmadan zevklerine bakabilirlerdi.” 12<br />

Romalılar çok sık olmasa da hapis cezasını da uygulamaktaydılar. Örneğin<br />

krallık döneminde ortaya çıkan ilk hapishanenin yer altında ve üstünde olmak üzere<br />

meşe kütükleri ile hücrelere ayrılmış bölümleri mevcuttu. Hükümlüler bu hücrelere<br />

kapatılır ya da zincirlenir, daha sonra da hükümlülerin bir kısmı bu hücrelerden<br />

alınarak kayalıklara götürülür ve uçurumdan atılırdı. Öte yandan, borcunu<br />

ödeyemeyen borçluyu kapatmak üzere oluşturulan özel zindanlar vardı. Borçlu<br />

borcunu ödemediyse veya ödeyemediyse, onun alacaklının borç kölesi olmasına<br />

karar verilirdi. Alacaklı, borç kölesini özel hapishanesine kapatabilir, ona acımasızca<br />

işkence edebilir, zincirleyebilir veya vücudu kanayıncaya kadar dövdürtebilirdi.<br />

Roma’da köle bir kişi değil, eşya olarak algılanırdı. Efendisi, kölesine ne isterse onu<br />

yapabilir, onu öldürebilir veya eğitebilirdi. Kısacası, efendiler köleleri üzerinde<br />

mutlak söz ve tahakküm hakları vardı. 13<br />

11<br />

Ibid, 66.<br />

12<br />

Ibid, 66.<br />

13<br />

T. Demirbaş, “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi”, Hapishane Kitabı, s. 6, 14.<br />

9


Ortaçağ<br />

Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile başlayıp Rönesans biten uzunca<br />

bir dönemi kapsayan ortaçağı mantık ve insani değerlerin olmadığı, insanın ve insan<br />

aklının önemsenmediği ve dogmatik düşüncenin hüküm sürdüğü bir çağ olarak<br />

tasvir edebiliriz. Aklın/fikrin önemsenmediği bu çağda papazlar çeşitli menfaatler<br />

karşılığında günahları affediyorlar, öyle ki cennetten yer bile satıyorlardı.<br />

Ortaçağ kilisenin suçlu üzerinde sayısız işkence biçimleri geliştirdiği bir<br />

dönemdir. Bu dönemde ceza din kaynaklı olup, kefalet esası yanında ibret esası da<br />

yer almıştır. Suçun toplumun huzur ve güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle, faile<br />

cezası halkın cezanın infazını görebileceği kamusal bir alanda gerçekleştirilerek,<br />

başkalarını korkutmak ve böylece suç işlenmesine engel olunacağı öne sürülmüştür.<br />

Bir kimseyi asmak onu ıslah etmez, onunla başkalarını ıslah ederiz diyen<br />

Montaigne, cezanın esasının ibret olduğunu söylemektedir. 14 Burada, bir yanda<br />

kefaret gibi din kaynaklı bir cezalandırma anlayışı varken, diğer yandan cezanın<br />

infazını herkesin görebileceği kamusal bir alanda gerçekleştirerek toplumun ibret<br />

alması esası vardır. Fakat ibret esasının neticesi olarak cezalar giderek şiddetlenmiş<br />

ve halkın huzurunda işkence şeklinde gerçekleştirilmiştir. 15 Tamamen dogmatik<br />

düşüncenin/kilisenin etkisinde bir yaşam biçimin olduğu Ortaçağ’ın ilk<br />

dönemlerinde kefaret ve para cezaları pratik cezalar olarak görülürken, Ortaçağın<br />

geç dönemleri ise; işkence ve canavarca idamlar dönemi olarak bilinmektedir. 16 Bu<br />

dönemde, özellikle engizisyon mahkemeleri, binlerce insana haksız yere işkence<br />

etmişlerdir.<br />

14<br />

Duygu Yarsuvat, “Ceza ve Yeni İçtimai Müdafaa Doktrini”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi<br />

Mecmuası, cilt 32, sayı 1, 1966, s. 83.<br />

15<br />

Ibid.<br />

16 Timur Demirbaş., “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi”, Hapishane Kitabı, s. 3.<br />

10


Aydınlanma Dönemi<br />

Aydınlanma felsefesi, on yedinci yüzyılın sonlarında kendisini<br />

hissettirmeye başlamış ve on sekizinci yüzyılda tek egemen felsefe olmuştur.<br />

Aydınlanmacılar, Avrupa’da mutlak monarşilerin ve egemenin tebası üzerinde her<br />

türlü keyfi hakkının olduğu bir dönemde, iktidarların keyfi yetkilerini sınırlandırmak<br />

için neler yapılabileceği üzerine düşünmüşlerdir. Aydınlanma felsefesi on yedinci<br />

yüzyılda John Locke(1632-1704), Isaac Newton ve Francis Bacon(1551-1626)<br />

olmak üzere üç önemli düşünürün fikirlerinden doğmuştur. Bu düşünürler; insanın<br />

doğuştan getireceği bir bilgisinin olamayacağını, doğru bilgiye ulaşmada dinin<br />

yerine insan aklının temel alınmasını gerektiğini ve bilginin mutlaka deney ve<br />

gözlem yoluyla elde edilmesi gibi hümanist fikirleri savunmuşlardır. 17<br />

Bununla birlikte on sekizinci yüzyılda, Montesquieu, Bentham, Rousseau<br />

ve Beccaria gibi düşünürler de, on yedinci yüzyıl düşünürlerinin bir devamı olarak,<br />

İlk Çağ ve Orta Çağ boyunca kilisenin ve hükümdarların bir dayatması olan, insan<br />

onurunu göz ardı eden, insancıl olmayan, bedene yönelik gerçekleştirilen aşırı katı<br />

cezalara ve monarşinin keyfi cezalandırma sistemine karşı çıkarak, ceza adalet<br />

anlayışının tartışılması ve değişmesi gerektiğine inanmışlardır.<br />

İlk ve Ortaçağ düşünürlerinden farklı olarak Aydınlanma düşünürleri,<br />

“insan aklını temel alarak, sorumluluk sahibi, otonom bir varlık olarak insanı felsefi<br />

antropolojinin öznesi yapmışlar ve akliliği, ilahi ve kozmolojik doğal hukuk<br />

anlayışlarının önüne geçirip, rasyonel bir doğal hukuk yaratarak, Roma’dan sonra<br />

laik/seküler bir hukuk düzeninin temelleri atmışlardır.” 18 Böylece aydınlanma<br />

17<br />

Emine Eylem Aksoy Retornaz, “Beccaria’nın Hapis Cezasına Bakışı Üzerine Bir Değerlendirme”, TBB<br />

Dergisi, Sayı 112, 2014, s.97.<br />

18<br />

Özgür Küçüktaşdemir,“Aydınlanma ve Ceza Hukuku”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 2014, sayı 113,<br />

s.70.<br />

11


düşünürlerinin kutsal veya dogma olanın yerine insan aklını öne çıkararak, aklın<br />

dogma karşısındaki üstünlüğünü savunmuşlardır. Aydınlanmacılara göre, evren<br />

dogmatik bilgilerle değil insan aklının ürünü olan deney ve gözleme dayalı bilgilerle<br />

açıklanmalıdır. İnsanın her şeyin ölçüsü olduğunu düşünen aydınlanma düşünürleri<br />

ceza adalet anlayışının da yeniden düşünülmesine/tartışılmasına zemin<br />

hazırlamışlardır.<br />

18. yüzyılın sonlarından itibaren cezalandırmanın amacını fikri bir temele<br />

dayandırmaya çalışan tartışmalar başlamıştır. Ceza adalet anlayışı üzerine yapılan<br />

yoğun tartışmalar “Klasik Okul”, “Pozitivist Okul”, “Üçüncü Okul” ve “Yeni Sosyal<br />

Savunma Hareketi” gibi okulları doğurmuştur. Her okul sorumluluğun esası ve<br />

cezalandırmanın gayesi hakkında farklı düşünceler geliştirmiştir. Bu okulların kendi<br />

aralarındaki fikri tartışmaları neticesinde ulaşılan değerler ve prensipler günümüz<br />

ceza hukukunun temelini oluşturmaktadır. 19<br />

Bir Aydınlanma Düşünürü Olarak CesareBeccaria<br />

1764 yılına gelindiğinde ise, CesareBeccaira yazığı “Suçlar ve Cezalar<br />

Hakkında” 20 isimli kitabıyla Avrupa’da ceza infaz anlayışının değişmesine büyük<br />

ölçüde öncülük etmiştir. Beccaria, bu kitabında, kanunların kaynağına, nasıl<br />

yapılmaları ve nasıl yorumlanmaları gerektiğine, cezaların neden bir ihtiyaç<br />

olduğuna ve cezaların hangi niteliklere sahip olmaları gerektikleri gibi ceza<br />

hukukuna içkin birçok konuda görüş bildirmiştir. 21<br />

19<br />

İlhan Üzülmez, “ Ceza Sorumluluğunun Esası ve Cezalandırmanın Amacına Dair Düşünce<br />

Hareketleri”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt 5, sayı 1-4, 2001, s. 260.<br />

20<br />

CesareBeccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında, çeviren Sami Selçuk, İmge Kitapevi, Ankara, 2014.<br />

21<br />

Emine Eylem Aksoy Retornaz, “Beccaria’nın Hapis Cezasına Bakışı Üzerine Bir Değerlendirme”, TBB<br />

Dergisi, Sayı 112, 2014, s.96.<br />

12


Orta Çağ’da hükümdarların/egemenlerin cezalandırma hakkını ilahi bir<br />

kaynaktan aldıkları görüşünü tamamen reddetmiştir. Ona göre, suç ve ceza işlenen<br />

günaha oranla ölçülmemeli, suçlara karşı belirlenecek cezalarda dinsel kaynaklı bir<br />

adalet yerine, insan aklının ürünü olan seküler bir adalet anlayışı oluşturulmalıdır.<br />

“Suçlu, günahkâr değil toplum kurallarını ihlal eden bir bireydir. Bu nendele, ceza<br />

kanunları hükümdarların mutlak güçlerini, dinsel bağnazlıkları, zenginlerin ya da<br />

asillerin çıkarlarını savunmak amacıyla tasarlanmış olmamalıdır. Kanunlar özgür<br />

insanlar arasında sözleşmelerden kaynaklanmalıdır.” 22 Beccaria’nın kitabını yazdığı<br />

on sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren, ceza hukukunun temelleri artık kutsal bir<br />

kaynağa ya da hükümdara değil, toplumsal bir sözleşmeye dayanacaktır. Böylece<br />

insan aklı merkeze gelecek, toplumlar kendi hukuk sistemlerini kendileri kurma<br />

yolunda büyük bir adım atacaklardır.<br />

Asıl hedefi suç ve ceza tarihinde yüzyıllardan beri birikerek tortulaşan<br />

yargıları yok etmek olan Beccaria’ya göre, “suçta ve cezada kanunilik ilkesini,<br />

yargılamaların hızlı ve adil olması, cezaların ılımlı olmaları gerektiği ve her türlü<br />

gayr-i insani muamele, işkence, gizli yargılamalar, keyfi muamelelerin<br />

yasaklanması, suçların ve cezaların orantılı olması adil bir ceza hukukunun<br />

anahtarlarıdır.” 23<br />

Beccaria’nın en radikal görüşlerinden biri de ölüm cezasına karşı<br />

çıkmasıdır. Düşünür insan için son derece ağır bulduğu bu cezanın yerine hapis<br />

cezasını önerir. Ona göre ceza hukukunun gelişmesi hapis cezası ve zorla<br />

çalıştırmanın yaygınlaşmasıyla olacaktır. 24<br />

22<br />

Ibid, s.96.<br />

23<br />

Ibid, s.95.<br />

24<br />

MichelPorret, “Leslumières et la modernitépénale”, Un droitpénalpostmoderne, sous la direction de<br />

MichelMassé, Jean-Paul Jean, AndréGiudicelli, PUF, Paris, 2009, s. 66.<br />

13


Bedene Azap Çektirmek Yerine Hapishanelerin Hacim Kazanması<br />

Ceza felsefesindeki tüm bu gelişmeler neticesinde, azap çektirilen,<br />

parçalanan, organları kopartılan, yüzüne veya omzuna simgesel damga basılan, canlı<br />

veya ölü olarak teşhir edilen, seyirlik unsur haline getirilen bedeni işkence cezaları<br />

yok olmaya başlamıştır. Böylece beden, ceza ile yıldırmanın ana hedefi olmaktan<br />

çıkmıştır. Artık cezayı karanlık bir şenlik haline çeviren, onu seyirlik bir unsur<br />

haline getiren infaz rejimleri yok olmaya başlamıştır. Cezaların törensel yönü<br />

kaldırılmaya başlanmıştır, örneğin suçun herkesin önünde itiraf edilmesi uygulaması<br />

Fransa’da ilke 1791’de kaldırılmış, kısa süreli bir geri dönüşün ardından 1830’da<br />

tamamen kaldırılmıştır. Kazığa bağlama cezası ise 1789’da kaldırılmıştır. Öte<br />

yandan, Avusturya ve İsviçre’de mahkûmların sokak ortasında ve şehirlerarası<br />

yollarda çok renkli kıyafetler ve demir boyunduruklarla çalıştırılması on sekizinci<br />

yüzyılın sonunda veya on dokuzuncu yüzyılın başında hemen her yerde<br />

kaldırılmıştır. Böylece ceza giderek bir seyirlik bir ayin olmaktan/bir sahne<br />

olmaktan çıkmıştır. 25 Artık, Aydınlanmanın etkisiyle, daha insancıl ve daha az acı<br />

verici cezalandırma biçimleri düşünülmeye başlanmıştır. Bu konudaki fikri<br />

tartışmalar hapishanenin en insancıl ve etkili cezalandırma yöntemi olabileceği<br />

konusunda birleşiyorlardı. Gerçekten de, bedene azap çektirmeye olan itirazlar, on<br />

sekizinci yüzyılın ikinci yarısında hemen her yerde karşımıza çıkmaktadır. Hukuk<br />

felsefecileri, hukukçular ve yasa koyucular başka bir şekilde cezalandırmak<br />

gerektiğinde hemfikirdiler.<br />

Ne var ki, 18. Yüzyılın sonlarından itibaren, modern devlete özgü bir<br />

cezalandırma aracı olarak, hapishaneler iyice hacim kazanmaya başladı. O zamanlar<br />

hapishane, bedenin dokunulmazlığını garanti eden ve hürriyetten yoksun bırakma<br />

yoluyla zengin-fakir ayrımı yapmayarak herkesi aynı şekilde cezalandıran oldukça<br />

insani bir cezalandırma yöntemi olarak görünüyordu.<br />

25<br />

Michel, Foucault, Hapishanenin Doğuşu, Çev: Mehmet Ali Kılınçbay, İmge Kitapevi, 6. Baskı, 2015,<br />

s.39-40.<br />

14


Fakat hapishanelerin yaygınlaşmasından ve insan üzerinde meydana<br />

getirdiği sonuçların görülmesinden bir süre sonra, Michel Foucault yayınladığı<br />

“Hapishanelerin Doğuşu” isimli kitabında dile getirdiği fikirleriyle, hapishanelerin<br />

suçlu için ideal/etkili bir cezalandırma yöntemi olmadığını söylüyordu. Foucault’ya<br />

göre, seyirlik bir alanda bedene azap çektirmenin yerini artık bedenin tutuklanması<br />

almıştır. 26 Ona göre, artık bedene değil ruha müdahale edilmektedir. Bedene azap<br />

çektiren kefaret cezasının yerine kalp, düşünce, irade ve ruhsal durum üzerine<br />

derinlemesine etki eden bir ceza sistemine geçilmiştir. 27<br />

Denetimli Serbestliğin Doğuşu<br />

On dokuzuncu yüzyılın egemen ceza adalet anlayışının başat yaptırımı olan<br />

hürriyeti bağlayıcı cezaların hükümlüyü iyileştirmek ve yeniden topluma<br />

kazandırmaktan ziyade, suçluyu toplumdan daha da uzaklaştırdığı ve kişide psikososyal<br />

travmalara neden olduğu anlaşılmıştır. Öte yandan, cezaevinden çıkan<br />

mahkûmların, cezaevi sonrası yaşama adapte olamadıkları, eski sosyal çevrelerini<br />

kaybedebildikleri ve toplumun negatif ön yargılarından kurtulamayarak “hapis<br />

yatmış” ve “suçlu” gibi damgalara maruz bırakılarak toplumsal yaşamın dışında<br />

izole bir hayata sürüklenmektedirler. Hapishanelerin yol açtığı tüm bu olumsuz<br />

etkilerin ardından, ceza infaz sistemlerinde hapishanelere alternatif olabilecek yeni<br />

uygulamaların arayışına gidilmiştir.<br />

Bu arayışların bir sonucu olarak denetimli serbestlik ve yardım hizmetleri,<br />

Avrupa’da 19. yüzyılın başlarında uygulanmaya başlamıştır. İlk olarak İngiltere,<br />

Hollanda ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde başlayan denetimli serbestlik<br />

uygulamaları giderek tüm dünyada hacim kazanmıştır. Başlangıçta cezaevinden<br />

26<br />

İbid, 42.<br />

27<br />

İbid, 51.<br />

15


salıverilen hükümlüleri toplum içinde denetlemek amacı taşıyan denetimli<br />

serbestlikte, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren suçluyu rehabilite etmek ve onu<br />

yeniden topluma kazandırmak için birçok sayıda iyileştirme faaliyeti geliştirilmiştir.<br />

Bu sistem ile şüpheliye ve sanığa, belirlenecek deneme süresinde, sosyal<br />

çevrelerinden koparılmadan toplumda kalma şansı verilerek, toplum düzenini<br />

sağlayan kurallara uyma isteklerini ispat fırsatı sunulmaktadır. Suç işleyen kişilerin<br />

topluma yeniden uyum sağlamalarını ve bu sosyal intibak sürecini kolaylaştıran;<br />

geniş anlamda denetim ve yardımın birleşmesiyle sosyopedogojik temelde<br />

tanımlanan bir yaptırım metodudur. 28<br />

Bu sistemin hem toplum, hem kişinin kendisi, hem de kamu için önemli<br />

yararlarının olduğundan bahsedebiliriz. Örneğin ilk olarak bu sistemde, kamu<br />

hizmeti cezası kapsamında, mahkûmların kamusal alan ve kurumlarda çalıştırılması,<br />

toplumun adalet duygusunu tatmin etmektedir. Toplum suçlunun bir şekilde cezasını<br />

çektiğini kendi gözleriyle görmektedir. İkinci olarak, hükümlülerin belirlenen gün<br />

ve saatlerde ücretsiz olarak çalıştırılması devlete maddi fayda sağlar. Üçüncü olarak<br />

ise; çalıştırılmak üzere herhangi bir kamu kurumuna yerleştirilen hükümlü, farklı<br />

sosyal çevreleri görme, kendisine yeni bir sosyal çevre oluşturma ve kendisine rol<br />

model olabilecek kişileri tanıma imkânı bulur.<br />

28<br />

Necati Nursal- Selcen Ataç, “Denetimli Serbestlik ve Yardım Sistemi (Probation)”, Yetkin<br />

Yayınları,2006, s. 33.<br />

16


SONUÇ<br />

18. yüzyılın sonlarına değin, dini bir temelden meşruiyet sağlayan ve<br />

suçludan intikam alma ve onu yok etme amacı güderek bizzat mahkûmun bedenine<br />

azap çektirmeye yönelik bir ceza adalet anlayışının hâkim olduğunu söyleyebiliriz.<br />

Gerçekten de, Antik Yunan, Roma ve Orta Çağda sayısız işkence biçimleri<br />

geliştirilerek, suçlunun bedenine daha fazla acı çektirilmeye çalışılmıştır. Bu<br />

işkenceler halkın izleyebileceği kamusal bir alanda gerçekleştirilerek toplumun ibret<br />

almasının sağlanmasından bahsedebiliriz. Egemenler suçluyu bu şekilde infaz<br />

edilerek, hem dini bir vecibeyi yerine getirmiş, hem toplumun vicdanını rahatlatmış,<br />

hem de toplum düzenini sağladıklarını düşünmüşlerdir.<br />

Hümanizm ve Rönesans akımlarının Aydınlanmayı doğurarak meyvelerini<br />

verdiği on sekizinci yüz yılın sonlarına doğru, ceza adalet anlayışında ortaya çıkan<br />

“insan merkezci” fikirler ve uzun süren yoğun felsefi tartışmalar neticesinde, bedene<br />

uygulanan cezalar vahşi kabul edilerek kanunlarda yapılan değişiklerle kademeli<br />

olarak değiştirilmiştir. Artık, ceza hukukunun temelini oluşturan yeni düşünce<br />

“ıslah” olacaktır. Böylece cezanın amacı suçludan intikam alma, onu yok etme ve<br />

dışlama anlayışından suçlunun ıslahına evrilmiştir. Suçlunun ıslahı içinse en insancıl<br />

uygulama olarak, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, hapishaneler iyice<br />

hacim kazanmaya ve ceza infaz sistemindeki temel cezalandırma aracı/kurumu<br />

olmaya başlayacaktır.<br />

Fakat bir süre sonra, hapishanelerin suçluyu ıslah etmede iyi bir etki<br />

göstermediği, kişiyi topluma kazandırmak yerine toplumdan daha da uzaklaştırdığı<br />

ve kişide önemli psikososyal travmalara neden olduğunu anlaşılmıştır. Bu durum,<br />

suçluyu toplum içinde rehabilite etmeye ve onu yeniden topluma kazandırmaya<br />

çalışan yeni bir ceza infaz sistemini doğurmuştur: Denetimli Serbestlik.<br />

Özetle, cezalandırmanın serüveni, işkence ve idamdan başlamış; hapsetme,<br />

rehabilitasyon ve yeniden topluma kazandırma aşamalarına gelmiştir.<br />

17


KAYNAKÇA<br />

CesareBeccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında, çeviren Sami Selçuk, İmge Kitapevi,<br />

Ankara, 2014.<br />

Duygu Yarsuvat, “Ceza ve Yeni İçtimai Müdafaa Doktrini”,İstanbul Üniversitesi<br />

Hukuk Fakültesi Mecmuası, cilt 32, sayı 1, 1996.<br />

ErvingGoffman, Damga, Heretik Yayınları, çeviren: Ş. Geniş- L. Ünsaldı- S.N.<br />

Ağırnaslı, 1. Baskı, Ankara, 2014.<br />

Emine Eylem Aksoy Retornaz, “Beccaria’nın Hapis Cezasına Bakışı Üzerine Bir<br />

Değerlendirme”, TBB Dergisi, Sayı 112, 2014.<br />

George RyleyScott,İşkencenin Tarihi,Çev: Hamide Koyukan, Dost Yayınları,<br />

Ankara, 2001, s.62.<br />

İlhan Üzülmez,“ Ceza Sorumluluğunun Esası ve Cezalandırmanın Amacına Dair<br />

Düşünce Hareketleri”,Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt 5, sayı 1-<br />

4, 2001.<br />

MichelPorret, “Leslumières et la modernitépénale”, Un droitpénalpostmoderne, sous<br />

la direction de MichelMassé, Jean-Paul Jean, AndréGiudicelli, PUF, Paris, 2009.<br />

Necati Nursal- Selcen Ataç, Denetimli Serbestlik ve Yardım Sistemi (Probation),<br />

Yetkin Yayınları,2006.<br />

Özgür Küçüktaşdemir,“Aydınlanma ve Ceza Hukuku”, Türkiye Barolar Birliği<br />

Dergisi, sayı 113, 2014.<br />

TimurDemirbaş, “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi”,<br />

Hapishane Kitabı, 2. Baskı, 2010.<br />

18

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!