20.07.2015 Views

Dosyayı pdf olarak okumak için tıklayınız. - boğaçhan dündaralp

Dosyayı pdf olarak okumak için tıklayınız. - boğaçhan dündaralp

Dosyayı pdf olarak okumak için tıklayınız. - boğaçhan dündaralp

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Amerİka'nın Yenİden KeşfİFırat Kaya*Bütün bu süreçte en önemlisi Gezi Parkı diye bir yer varmış, onu keşfettik.İnsanların çoğu zaman gitmediği, görmediği, görmezlikten geldiği bir yerdi orası.Aslına bakarsanız, Taksim Meydanı da 1 Mayıs’tan 1 Mayısa akla gelir vesahiplenilir. Meydan, yerleşim yerlerini birbirine bağlamayan bir hale getirilmiş vebunu önleyebilecek tek şey, belki de Gezi Parkı gibi bir parkın, büyüyerek,meydanla diğer yerleşim birimleri arasında ilişki kurması. Belki de park insanlarınkullandığı bir park haline gelecek böylece. Neyse, mesele Gezi Parkı değil aslında.Hep deniyor ya "mesele üç beş ağaçtan ibaret değil" diye... Gerçekten de meseleüç-beş ağaçla başlayıp nerelere geldi. İnsanlar sokağı keşfetti. Sokakta neleryapabileceklerini gördüler.Peki mimari bu işin neresindeydi? Mimari insanlığın başlangıcıyla eşzamanlı biruğraş olduğundan, bu süreçte dile getirilen tüm kaygıların ucu bir şekilde mimariyeulaşıyordu. Parkın park, sinemanın sinema <strong>olarak</strong> kalmasını istemek; hem yerleşik birhayat özleminden geliyor hem de İstanbul'un aslında insanlar aracılığıyla verdiği birmesaja dönüşüyordu. Şehir ilk defa konuşuyordu! O günlerde Gezi Parkı'na gidenlerİstanbul'u dinliyorlardı farkına varmadan. Zaten dinlemeyenler ve dinlemekistemeyenler şehrin üstünde bir kez daha tepiniyordu ve karıncalar eziliyordu. Busüreç öğrettiği birçok siyasi, sosyolojik, psikolojik şeylerin yanında bir de şehirli insanışehriyle birleştirdi. İnsanlar agoralardaki gibi toplantılar yapmaya başladılar, hem deparklarda! Parkların temiz hava için bırakılmış boşluklar değil, insanların kullanımıiçin peyzaj çalışmasıyla oluşturulmuş yerler olduğunu keşfettiler!İnsanlar diyorum da, aslında bütün bunları yapanlar gençler. Bilgisayarbaşından, sanal ve korunaklı dünyalarından çıkıp gerçek dünyayla temas ettibirçoğu. Nasıl bir yerde olduklarını ve burada neler yapabileceklerini vebaşlarına da neler gelebileceğini gördüler. En önemlisi, korudular. Temelli birkoruma değil, yavrusunu koruyan hayvan içgüdüsüyle, şimdilik, sonradoğasına bırakmak üzere. İnsanı kendi organizmasının içerisindebarındırmayan Marc Auge'nin "yok-yer" <strong>olarak</strong> tanımladığı mekanların tamtersi bir yere dönüştü Taksim Meydanı ve Gezi Parkı.Peki diğer şehirlerde ne oldu? Diğer şehirlerdeki direnişlerin mekansalkaygılarının olduğunu düşünmüyorum. Taksim'deki de birçok açıdanmekansal kaygılar gütmüyordu; bildiğimiz anlamda bir ilişki de kurmuyorduinsan-mekan arasında. Bir direniş ruhunun yansımaları <strong>olarak</strong>, daha çoksosyal ve politik birikimlerle diğer şehirlerde de ayaklanmalar çıkmıştır. Saltpolis şiddetine karşı gelen insanlar da vardı o kalabalıklarda, iktidara karşısesini yükseltmek isteyen de. İstanbul'da insanların şehriyle arasında birmesafe vardı ve bu hareket esnasında o mesafe kapandı. İstanbul'dayaşıyorum deyip, aslında bu şehri yaşamadan, sadece ofisinde ve evindeyıllarını geçiren insanlardan bahsediyorum. Bu mesafe azaldıysa, bu da iyi birkazanımdır.*Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Bölümü 4. sınıf öğrencisiGezİ parkı 27 XXI - tem/ağu 2013Beden/Mekan Üzerİnden Gezİ ParkıGülsüm BaydarGezi Parkı direnişi ile başlayan kentsel aktiviteler zincirini politikadan ekonomiye,sosyal bağlamdan kültürel altyapıya kadar sayısız boyutta tartışmak mümkün.Herhangi bir toplumsal oluşumun mekansal boyutunu diğer boyutlarındansoyutlamak tabii ki olanaksız. Ancak Gezi Parkı eylemlerindeki mekansal kullanımlarözellikle güçlü ve öğretici ögeler barındırıyorlar. Direniş süreci, bir yandanalışageldiğimiz mekan kategorilerini radikal biçimde sınarken, diğer yandan mekansalkullanımın politik gücünü de apaçık ortaya koyuyor.Gezi Parkı’na odaklanmadan önce, aydınlanmacı düşüncenin idealize ettiği modernmekan anlayışının belli işlevlerin belli alanlara tahsis edildiği, büyümenin ikiboyutta öngörüldüğü, düzenli, kontrol edilebilir ve hiyerarşik bir sistem önerdiğinihatırlamakta yarar var. Bu sistemde, kent bağlamında işyeri, konut, üretim; tek yapıbağlamında ise yemek odası, yatak odası, toplantı odası gibi farklı işlevlerokunabilir sınırlarla birbirinden ayrılabilen alanlar <strong>olarak</strong> tasarlanıyordu. Böyle birdüzenin örneklerini Le Corbusier’in City for Three Million Inhabitants projesindenJannsen’in Ankara planına, alışveriş merkezlerinden müteahhit yapımıapartmanlara kadar izlemek mümkün. Bu anlayışta, işlevleri plancılar tarafındanöngörülen “boş” mekanlar kendilerine tahsis edilen anonim bedenler içinkullanıma açılıyor. Yani mekan, içi sonradan bedenlerle doldurulan bir boşluk<strong>olarak</strong> tahayyül ediliyor. Bugün de mekanların işleve dayalı tanımları ya da içeriklerine kadar değişirse değişsin, en azından kamusal/özel ikilemi mekansalayrışmalardaki belirleyiciliğini koruyor ve mekansal kontrolün, hiyerarşinin ve bellibir düzen anlayışının yeniden yeniden üretilmesini sağlıyor.Gezi Parkı direnişi, tam da böyle bir anlayışı kökünden sarsan mekansal kullanımbiçimlerini gündeme getirmesi açısından önemli. Buradaki eylemlerde, işlev/mekanilişkilerindeki ezberler çözülmekle kalmayıp, bu çözülme etkin bir politik güç aracı<strong>olarak</strong> harekete geçirildi. Her şeyden önce, Gezi Parkı eylemlerinde kamusalalanın tanımlı işlevleri ve özneleri kendilerine tahsis edilen mekanların dışına veötesine taşındı. Apartman girişleri direnişçiler için yiyecek, şiddete karşı önlem vetedavi gereçleriyle donatıldı; oteller ve camiler revire dönüştü; direnişçiler saltdirenme eyleminin ötesinde, örneğin sokak hayvanlarının bakımını ve parkıntemizliğini üstlendiler; mutfak malzemeleri, tencereler ve tavalar, dolapiçlerindeki görünmez konumlarından çıkıp, kamusal alanlarda direniş unsuruhaline geldiler.Gezi Parkı eylemlerinde mekanları kullanan bedenler de anonim tanımlarındansıyrıldılar. Örneğin toplumsal cinsiyet kategorileri tüm ağırlıklarıyla vurgulanarakve farklı anlamlar kazanarak direnişin diline farklı boyutlar kattı. Kentinmerkezinde polis şiddetine maruz kalan “kırmızı elbiseli kadın” kırmızı rengintoplumsal cinsiyet kategorilerindeki simgesel anlamını ve mekansal hiyerarşilerdeona tahsis edilen konumu altüst ederek, politik bir boyut kazandı; Anneleranonim direnişçiler <strong>olarak</strong> değil “anne” kimlikleriyle direnişte yer aldılar; kentmeydanında “duran adam”ın erkek olması, kentsel eylemin erkekle, eylemsizliğinkadınla özdeşleştirildiği ataerkil toplumsal düzende özel bir değer taşıdı.Bu ve benzer örneklerle, Gezi Parkı eylemleri mekanın pasif bir taşıyıcıolmadığını, tam tersine ancak içinde yer alan bedenler ve öznelliklerle tanımkazandığını en çarpıcı biçimlerde ortaya koydular. Bu eylemlerin gücünün vesürdürülebilirliğinin en az bir nedeninin var olan mekansal ve toplumsal kimlikkategorilerini ve dolayısıyla kontrol mekanizmalarının sınırlarını zorlamalarındankaynaklandığını düşünüyorum.


Aktİf Çağın Özgür Paylaşım ZemİnİSalih KüçüktunaOlayların başladığı gün 31 Mayıs Cuma günü Bilgi Üniveristesi'ndeyürütücülüğünü de yaptığım Mimarlık Bölümü birinci sınıf öğrencilerinin jürilerivardı. Tüm gün süren ve bütün bir dönemi kapsayan bu jürilerin benim içinbüyüleyici tarafı; Gezi olaylarında ön plana çıkan genç jenerasyonun enerijisiningözlemlenebilmesidir kuşkusuz. Bu yüzden olayların mimarlık ve kent kültürüaçısından etklerinin yanı sıra, içinde olduğumuz ve süratli bir biçimde dönüşensosyal hayatın öncü figürü olan genç kuşak ve kullandığı araçlarla nasılşekillendiği de çok önemli.Olağanüstü büyüklükteki iletişim ağını görünür kılan sosyal medya araçları,bloglardan başlayarak daha az karakterle ve sadece tek bir görsel ile evrimleşenbir yapıya dönüşüyor. Bu yapı, ne kadar etkili olabileceğine dair ipuçlarını uzunsüreden beri vermekteydi. “Aktif Çağ” <strong>olarak</strong> adlandırdığım ve özellikle son 10yılda belirgin biçimde örneklerini gözlediğim dönüşüm aralığının, bunudönüştüren ve çok büyük ağırlığı 80-90 kuşağından olan ''yeni göçebe'' figürübu araçları müthiş bir beceri ile kullanarak esnek, hızlı, adaptasyon yeteneğigelişmiş, etkin, aktif, paylaşımcı ve en önemlisi de hiyerarşik otoriter yapıyı pekde önemsemeyen, kendi geliştirdiği değer yapısıyla bir model oluşturdu.Böyle bir yapının özellikle mimarlıkta ve tasarım alanında yapabileceklerininpotansiyeli sanırım anlaşılmış oldu. Yaratıcılığın baskı altında problem çözmeyeteneğine dönüştüğü bilimsel <strong>olarak</strong> ispatlandı ancak problem çözme her nekadar tasarımın bir bileşeni olsa da, yaratıcı düşünmenin önünde de büyük birengel <strong>olarak</strong> geçici, katı, duygusal, ani kararlarla alınmış çözümlerden öteyegeçemeyen modeller sunmakta. Mizahı bir şekilde toplumun yaratıcılık ölçeğigibi görürüm ve aslında geçici <strong>olarak</strong> birkaç hafta içerisinde yaşadığımız bugörece özgürlük ortamı, yaratıcılığın da o derece ortaya çıkabilmesine imkantanıyabiliyor. Büyük sosyal travmalarda bilincimiz, geçici <strong>olarak</strong> tasarımınolağanüstü güç ve etkisi olduğunun farkındalığına açılıyor. Bu farkındalıksadece tasarımcı ve mimar açısından değil kenti yaşayan insanın da farkındalığı-ki bu çok önemli bir etki. Her ne kadar süreç devam ediyor olsa da, budurumun travmatik olmaktan çıkıp artık kendi doğası gereği baskıdankurtulmuş bir geniş özgür paylaşım zeminine çekilmesi, sosyal anlamdasürdürülebilir olması olabilecek iyi sonuçlardan birisi olacaktır.kırmızılı kadınokuyan adamredhackGezİ parkıçarşıguıtar herotem/ağu 2013 - XXI 28duran adamtalcıd manGezi Parkı'nda ikonlaşmış figürlerin AutoCad bloklarıhttps://drive.google.com/folderview?id=0BxnC_VnHofpNQTJOWnNIb29fUU0&uspçıplak adamsiyahlı kadın


Öyle Değİl Böyle AçılımSevgi Türkkan2009 yılı itibariyle “açılım” Türkiye sosyo-politik gündeminin en popüler temasıidi. AK parti hükümeti ardı ardına sunduğu radikal açılım paketleri ile etnik,sosyal, dini vb azınlıkların yıllardır el değmemiş problemlerine el uzatıyor, onlaragörünürlük vaat ediyordu. Sırasıyla, gelen Kürt, Alevi, Çingene açılımlarına anamuhalefet partisi de türban ve eşcinsel açılımları ile cevap verdi.Politik bir motif <strong>olarak</strong> “açılım” artan bir yoğunlukla siyasi gündemi meşgulederken, eşzamanlı <strong>olarak</strong> metropoliten alanlarda büyük ölçekli dönüştürücüfaaliyetler gündeme geliyordu. Özellikle İstanbul’da sayısız kentsel dönüşümprojeleri, mega yatırımlar lanse edildi. Bu tesadüfi olmayan eşzamanlılığı neoliberalpolitikaların gereği <strong>olarak</strong> <strong>okumak</strong> ve anlamlandırmak mümkündü. Pekiama bu dillerden düşmeyen açılım kavramı kentsel - mekansal pratiklerdeacaba neye karşılık geliyordu? Aynı hükümetin siyasi dili ile geliştirdiğimekansal pratik arasında nasıl bir ilişki vardı? “Açılım”ın mimarlıkcası, kentplanlamacası ne idi?Küçük bir oyunla bu ilişkiye bakalım. Mesela bir siyasi “açılım” söylemini alıp birmekansal icraat ile çarpıştırsak ne görürüz? Çingene açılımı akabindeki Sulukulekentsel dönüşüm projesiyle, Alevi açılımı Cem evlerinin ibadet yeri <strong>olarak</strong>meşruiyetinin tartışılmasıyla (bugün ise üçüncü köprü projesi ile), Taksimmeydanının 32 yıl sonra 1 Mayıs gösterilerine açılması, Tekel fabrikalarının satışıve Taksim’i bekleyen Topçu Kışlalı yayalaştırma projesi ile şıp diye eşleşiveriyor.Peki en soyut haliyle devlet ile toplum arasındaki ilişkinin dönüşümünühedefleyen “açılım” politikası, yeni türden bir kamusal alanın inşaatında nasılbir dil önerdi? Bu dil ne kadar açıktı?Antropolog Jeremy Walton 2010 yılında yazdığı metinde çok kültürlülüğünyükselişini AKP politikalarındaki Yeni-Osmanlıcı kültür ve estetiğe duyulanromantik özlem ile ilişkilendiriyor. Bu çerçevede bir zamanların çok kültürlü,güçlü, zengin ve çoktan küreselleşmiş Osmanlı kültürünün estetiğini, açılımmekanizması için biçilmiş kaftan <strong>olarak</strong> görmek mümkün. Bunun en belirginörneği ise konumu, geçmişi ve eklektik mimari dili ile şüphesiz Topçu Kışlası.Velhasıl, temelinde heterojenlik, görünürlük, erişim, katılım gibi kavramlarıişleyen açılım politikaları, kamusal alanın yapılaşmasında belirgin bir dili dayattığıgibi, o dile uymayan tüm var oluşları da açıkça hedef gösterdi. Çok kültürlülükparavanı ardında, önceden belirlenmiş ve kapalı bir hat çizerek bu hattançıkılmaması için yolları tıkadı, kanunları yeniden yazdı.Gezi parkında yaşananlar “açılım” kavramının devrimidir. Paravan <strong>olarak</strong>kullanılan ve samimiyeti olmayan bir kavramın, bu politikalara en çok alet edilenİstanbul’un göbeğinde zuhur etmiş, kendini gerçekleştirmiş halidir. Geçici deolsa benzeri olmayan bir mekansal örgütlenme ile görünürlüğünü kaybetmiş tümgruplar ve bireyler için hem mekansal hem de bio-politik bir var olma zeminiortaya çıkmıştır. Kamusallık yeniden öğrenilmiştir.Habermas’ın “öffentlichkeit” kavramı, hem kamu hem de açıklık anlamınagelmesiyle bu tartışmalara çokça konu olur. Fakat açılımı gerçekleştiren şeyinHabermas’ın önerdiği gibi evrensel bir ortak aklın değil, “eleştirel düşünce”ninkendisi olduğunu unutmamak gerek. Bu açılımın mekansal pratiği ise, o ya da budil meselesine indirgenmemeli, eleştirel yöntemlerle işleyen mekansal pratikleryönlendirici olmalıdır. Yoksa başka türlü kapanma tuzaklarına düşmek işten değil.Gezİ Parkı 29 XXI - tem/ağu 2013superpool, pelin derviş, didem ateş mendi ve orçun özişçi tarafından hazırlanan istanbul parkları haritası


ATM SanatıNur Balkır Kuru*Tarih: 1 Haziran 2013Yer: İstiklal ve Sıraselviler CaddeleriFotoğraflayan: Nur Balkır KuruBu çalışmalar aktivist ya da yasadışı örgütler tarafından üretilmiş sanat eserlerideğildir. Gösterilerin ve sivil başkaldırının örnekleri <strong>olarak</strong> genel geçer bir olguyasahiptirler. Sipariş üzerine yapılmazlar ve herhangi biri tarafındansahiplenilmezler. En yaygın <strong>olarak</strong> kullanılan biçimlerden bazıları “barış” ve“anarşizm” işaretleridir.Bu çalışmalar, performans, grafiti ya da sokak sanatı değildir. Herhangi bir sanatakımı, türü ya da disiplinine bağlı <strong>olarak</strong> üretilmezler. Tamamen doğaçlamaürünüdürler ve tesadüfi kompozisyon oluşumlarından beslenirler. Kullanılanmalzemeler çekiç, taş ve boyadan oluşmaktadır. Çeşitli renkte boyaların kullanımıçalışmanın dramatizasyonunu artırmak ve bir mesaj vermek amaçlıdır.Bu soyut kompozisyonların benzerleri yoktur ve kesinlikle taklitleri yapılamaz.* Yrd. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi, Grafik Tasarım Bölümütem/ağu 2013 - XXI 30Gezİ parkı


GEZİ GÜNLÜĞÜEngin Gerçektem/ağu 2013 - XXI 32Gezİ parkı


Ben Yaparım Merak Etmeyİn!Sebahattin EmirGezİ Parkı MucİzesİBahanur Nasya*Çocukken kendimi, her şeyi yapmaya muktedir insanüstü bir lider <strong>olarak</strong> hayaleder, olağanüstü güçlerimi kullanarak tüm iyi niyetimle ülkenin bütünsorunlarını, ülkede yaşayanlara sormadan halleder mutlu mesut yaşayacağımızıdüşlerdim. Ama ben küçük bir çocukken bunları düşlerdim. Sonradananladığım kadarı ile bu durumun adı “modernite”ymiş.Ülkemiz cumhuriyetin ilk yıllarında tam da bu toplum mühendisliğini yaşadı.80-90 yıl sonra yavaş yavaş kendimize geliyoruz, halk resmi ideolojinin dışındafarklı bir iktidara yeşil ışık yaktı deyip merakla olacakları beklerken Gezi Parkıdolayısıyla gelinen noktada; hükümetin ideolojisi farklı da olsa kendimağduriyetinin kaynağı olan Jakoben Kemalist zihniyetten pek deuzaklaşamadığını ve bir siyasetçinin değil de şehir plancısı ya da mimarınçözüm üretmesi gereken konularda bile demokrasiyi tamamen yanlış anlayarakkendini tek karar organı <strong>olarak</strong> görüp kendi doğrularını bize dayatarak başka birtoplum mühendisliği yapmakta olduğunu görüyoruz.Oysa şehir; bir binalar, meydanlar, parklar yığını değildir. “Onu yıktım, bunuyaptım” diyemezsiniz. Yıktığınız her duvarın üzerine konan güvercinleri,söktüğünüz her köprünün altında öpüşen sevgilileri, yıkılan mahallelerdeyetişen nesilleri düşünmek, dikkate almak zorundasınızdır. Bu şehirde 60yaşında bir insanın “dedemle hep falanca muhallebiciye giderdik” ya da“arkadaşlarımla 50 sene önce şu sinemaya giderdik” diyememesi, yani şehrinalın çizgilerinin oluşamaması, üstelik pek derin olamasa da AKM ve Gezi Parkıgibi alın çizgilerinin de, muhafazakar olduğunu iddia eden bir hükümettarafından, şehre Dubai muamelesi yapılarak yıkılmaya çalışılması ne kadarkorkunç ise toplum <strong>olarak</strong>, biz katılanları bile hayrete düşüren, inatçı,hükümetin aşırı sert ve otoriter tutumuna inat, demokratik, çoğulcu veezberbozan direnişi, demokrasimiz ve şehir kültürümüz açısından o derecesevindirici ve umut vericidir.Modern yaşam bizi binalarda yaşamaya ve çalışmaya mahkum ediyor, bu dakamusal alanları çok daha önemli kılıyor. Mevcut bina ve şehir tasarımları bireylerikentsel yaşamdan yalıtırken insanların içinde kaybolduğu bir kentsel peyzajyaratıyor. Bunca yalıtılmışlık ve bireyselleşmeyle, kent merkezlerinin “oldukçayalnızlaşmış” ruhları manipülasyona daha açık hale geliyor. Empati ve hümanizmgibi insani özelliklerin yerini öfke ve/veya korkuya bırakmasının da bundankanaklandığına inanıyoruz. Sağlıklı bir topluma sahip olabilmek için bireylere biraraya gelebilecekleri, diyaloğa girebilecekleri ve birbirlerine karşı empatigeliştirebilecekleri alanlar sağlamamız gerekir. Günümüz modern toplumunda,çeşitli aleniyet ve mahremiyet seviyelerine sahip kentsel alanlar toplumun diğerüyeleriyle etkileşebileceğimiz ve birbirimize karşı bir anlayış geliştirebileceğimizyegane ortamlardır.Gezi Parkı'nda çok çeşitli arka planlara ve ilgi alanlarına sahip eylemciler kamusalalanı hareketlendirmenin ve onu kullanmanın benzersiz bir yolunu buldular. Birkısmı ücretsiz toplu yoga derslerine katılırken diğerleri ibadet ediyor, şarkılarşöylüyor, performanslar sergiliyor, açık kütüphaneden aldıkları kitapları okuyor, açıkbüfeden yemek yiyor veya sadece ağaçların altında dinleniyordu. Rakip kulüpleridestekleyen futbol fanatikleri, farklı inanç, etnik köken, milliyet ve yaşlara sahipinsanlar ve çeşitli sosyal gruplar parkta bir araya geldiler ve bir arada zamangeçirme, birbirlerini anlama fırsatı buldular. Farklılıklara rağmen, birçoğu hayatadair benzer kaygı ve beklentilere sahip olduklarını fark etti. Onları bir araya getirenşey polisin aşırı güç kullanımı olsa da bu onları Gezi Parkı'nda mucizevi bir şekildebirbirlerine yaklaştırdı.Biz genç mimar ve kent plancıları için Gezi Parkı örneği, sağlıklı toplumların varolmaya izin veren alanlar sağlayacak sağlıklı kentsel çözümler ile güçlenebileceğinigösteren iyi bir inceleme konusu olacaktır.* Avrupa Mimarlığı Platformu Wonderland ekibinden, www.wonderland.cxGezİ Parkı 33 XXI - tem/ağu 2013


Gezİ Parkı Yaşıyor ama TüketİlmeyecekAslı UzunkayaAmaç tüketen kentler yaratmak olsa gerek. Konuşmadan, nefes almadan...Her birey kentin devinimine katkı sağlamakta. Özel, kamusal alanlar, hattaAVM’ler ve rezidanslar ancak bireyler sayesinde var olmakta. Mimarlık insanlabirebir ilişkili. Tasarım sürecinde de kullanıcı katılımının önemi yadsınamaz.Gezi Parkı olgusunda kullanıcı katılımı çok naif bir beklenti olsa da yer, zamanve mevcut yaşamın ruhuna uygun bir yaklaşım beklemek hakkımız. Hernoktasında farklı değerin olduğu bu kentte bir diğer hakkımız da tümuygulamaların mevcuda nasıl eklemleneceği üzerine düşünülmesi.Peki Gezi Parkı rant değeri yüksek bir alan olmasaydı, 73 yıl önce yıkılmış, işlevibelirsiz bir yapının yeniden inşa edilmesi amaçlanır mıydı?Küreselleşmenin merkezinde kent olduğunu biliyoruz. Tüketim toplumu olmanıngetirdikleriyle beraber ihtiyaçlar değiştikçe kentler dönüşmekte. Her tür korunaklıyapı, pazarlanma biçimiyle birlikte moda tüketim nesnesi halinde; büyükçözümler sunup, hayatı kolaylaştırır imajı çizse de çevreyle etkileşimi azaltmakta.Kentle ilişki kurmadan, tamamen kentten bağımsız planlandıkları için debütünlüğü bozmakta, toplumsal ayrışmaya sebep olmaktalar. Bu durumunfarkında olmak, küresel ekonominin dayatmalarına farklı çözümler üretmek vemekanların dönüşümü esnasında hiç olmazsa birkaç soru sormak gerekiyor:Mekan neden mevcut haliyle kullanılamıyor? Dönüşümünde neler etkili, bu birzorunluluk mu? Çevreye etkisi nasıl olacak? Kentsel bellek nasıl korunacak?Çoğaltılabilecek bu soruların Gezi Parkı için oldukça arka planda kaldığı ortada.Süreci, sadece Gezi Parkı ve mimarlık açısından irdelemeyi sürdürürsek parkınihtiyaçlar doğrultusunda kullanıcı tarafından dönüşümünü, verimli bir kamusal alanaevrilişini görürüz. İçinde barındırdığı yeni işlevleriyle park artık belki de hiçbir mimaritasarımın başaramayacağı şekilde kentliye ait. Mekansal sınırlamaların gittikçe arttığı,seri üretim dev kutulara benzer bir çevrede yaşadığımız, bir kutudan diğerine, birgüvenlik noktasından diğerine geçtiğimiz şu dönemde Gezi Parkı sayesinde birçokortak noktada bir araya geldik. Aslolanın kullanıcı olduğunu ve mekanların ancakkullanıcıyla var olabileceğini hatırladık. Özel mülklerin zemin katlarının acildurumlarda kentlinin serbest kullanımına açılmasını ve parkın meydanla bütünleşmeseçeneklerini deneyimledik. Tüm bu alanların aslında insan akışıyla, kesintisizbiçimde kurgulanabileceğine şahit olduk. Geçici kullanımın kendiliğinden sağlanışınıgördük. En önemlisi bazen mimarlık yapmadan da kentin doğru biçimlenip, nefesalabileceğini, İstanbul'un ihtiyacının biraz da bu olduğunu anladık.Gezi Parkı'nda uzunca sürede oluşabilecek kolektif belleği -mecburen de olsa- kısabir sürede hep beraber oluşturduk. Artık hepimiz için bir parktan çok büyük anlamve hikayesi var. Bu geleneksel anıtlaştırma söylemine karşı geliştirilen ve onlarıntersine izleyiciye deneyim imkanı sunan karşı-anıt kavramına benziyor. Amaç her nekadar bir anıt yaratmak olmasa da, Gezi Parkı artık o misyona sahip. Bizler içinsekentli olma hakkımızı istemenin belki de başlangıç noktası.Gezİ Parkı Hareketİ ve GörüntülerAlper Derinboğaz*Gezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 34Güç odakları devasa görünümlerini yaratırken gerçeklerden çok gerçeğingörüntüsünü buğulandıran yanılsamalardan yararlanır. Bu bağlamdayaşadığımız durumu ve aktörlerini yeniden görmeye çalışmanın faydalıolduğunu düşünüyorum.“Kent Hakkı” (Right to the City) düşüncesi Lefebvre tarafından 1968’de akıllaraekildiğinden bugüne kadar Gezi Parkı hareketi kadar güçlü bir şekilde varlığınıbulmadı. Bir taraftan bu kadar ileri bir demokratik hakkın istenmesi ihtimalihem iktidarın kendisi tarafından hem de dünya medyası tarafından şaşırtıcıbulunan bir durumdu. Belki de haklı taleplerin geciktirilmesinden dolayıtepkiler bu kadar büyüktü.Topçu Kışlası projesiyle herkesin temel ihtiyaçlarından olan hava - su - toprak -doğa - kültür gibi alanların satılabilir şeyler haline dönüşmesi aslında bualanların halka ait şeyler olmaktan çıkmasının örneklerinden sadece biri. GeziParkı’na ilk müdahaleyse kentten eksiltilen bu kolektif organların ne kadarıylayaşayabileceğimizin araştırmasının bir parçası. Başka bir deyişle bıçağınnerede kemiğe dayanacağının testini yaşadık.Bu testin ve eleştirilerinin farklı şekillerini dünyada da her yerde görüyoruz.Bunu “Occupy Wall Street” dünya üzerindeki paranın çok azının %99’un veçoğunun %1’in elinde olması <strong>olarak</strong> tartışırken “Diren Gezi” hareketi şehirdesahip olduğumuz hakların para karşılığı küçük bir zümre tarafındantüketilmesini eleştirerek yapmakta. Örnekleri çoğaltılabilecek bu tepkilerinortak yönü ise tepki duyulan haklar arası dengesizliğin derecesi. Budengesizlikler "eşitsizlik" kavramının ötesine çoktan geçmiş, olsa olsa temelinsani haklarının yok olmaya yaklaştığı durumlar. Bu eşitsizliğe karşın Geziolaylarında bazılarımız parkın AVM’ye dönüştürme operasyonunun basit birmüdahale olduğunu, bazılarımız ise "kan gövdeyi" götürdüğünü düşünüyor.Bu ayarı bozuk algı kontrastının temel sebebiyse yine bu buğulu camdır. Bazenaz gördüğümüz, bazen kendi yansımamızı gördüğümüz çok ender <strong>olarak</strong>sagerçekleri gördüğümüz bir algı filtresidir. Bu buğulu görüntü geçtiğimizgünlerde kimi zaman “yandaş medya” kimi zaman da “algı yönetimi” <strong>olarak</strong>adlandırıldı.Bu durum aslen birçok farklı alanda "çok insanın az talepleri"ne karşı "azinsanın çok talepleri" arasında devam eden bir savaşın parçasıdır. Azlayaşamayı tercih eden ya da azla yetinen kitle kısmen bunu adil bir yaşamahlakı <strong>olarak</strong> görüp, bazen iç huzur bazen de anlamlı bir hayat için yapıyordiyebiliriz. Ama ne yazık ki bunun farkında olan berrak algı da çoğunluğuniçinde çok küçük başka bir gurubun tekelinde. Dengeleri berrak şekliyle görenkitleyse ne bir güç odağı olmak ne de iç huzurunu bozmak niyetindeolmadığından algısı düşük "tabakalara" inip de yeni perspektifler açmakderdinde hiç değil. Söz konusu elitizmleriyle "güç simsarlarından" bile dahakatı yapılarıyla kat be kat daha seçkinci bir yerde tutunmaktalar. Sosyal medyabu kapalılığı yaymak adına bir hareket görüntüsü olsa bile algı elitizmini dahada keskinleştirmekten alınan gizli tatminden öteye geçmemekte.Her tür sistem içinde kendini yeniden üreten eşitsizliklerin temelinde yatansuçluyu bulma refleksinin bu algı bozukluğunu fark edip kullananı işaretetmesinin kestirme bir karar olup olmadığını sormalıyız kendimize. Algıelitistleri <strong>olarak</strong> güç odaklarının hareket alanı ve buğulu camın sınırlarıarasındaki ilişkiyi göz önünde bulundurarak konforlu iletişim alanımızı gözdengeçirmemiz gerektiğini düşünüyorum.*Salon Architects adına


Karikatür ve afişler: Deniz DokgözGezİ Parkı 35 XXI - tem/ağu 2013


Park: İnşa-sız İmkan / Parkları park yapan ağaçlar değİl, İnsanlardırHakan Tüzün ŞengünPiknik yapanlar bilir. Bir parkta piknik için bir "yer" ararken belki bir ağaçaltını gözünüze kestirirsiniz ya da belki hem güneşli hem esintili bir yer içingezinir uygun bir "mekan" ararsınız. Yerleşmek için. Piknik örtüsünüserdiğiniz yarı güneşli, yarı gölge bir yerde karar kıldığınızda artık yerleşmişve parkın yerleşik bir parçası olmuşsunuzdur. Bu geçici yerleşmedir. İnşaedilmemiş bir iskan. Piknik, kamusal mekanda ikamet etmektir. Başka olan ileyan yana gelmek, mesafeyi ve ilişkiyi tekrar tekrar tarif etmektir.Park, birlikte yaşamaktır. Birkaç saat ya da uzun bir öğleden sonra. Belki ilkyürüdüğünüz yerdir park. Acemi adımlarla koşarak ağaçlara tutunduğunuz yerdir.Radyoda duyduğunuz şarkının, şehrin havasına suyuna karıştığı yerdir.Dedenizi son gördüğünüz ya da ilk bisiklete bindiğiniz yerdir belki. Çimlerinüzerinde, şehrin ışıklarına bakarak gelecek hayalleri kurduğunuz, kendiçocuğunuz ve çocukluğunuz arasında bağ kurduğunuz yerdir.Bir şehir parkı, şehrin kendine baktığı yerdir. Böylelikle şehir hafızasını tazeler.Park üst üste kaydedilmiş bellek kayıtları ile doludur. Orada var olmasanız daşehrin orada nefes aldığını hisseder, içinize çeker, aidiyetinizi "öteki" ileberaber kutlarsınız. Medeniyet basılabilen çimlerin yeşilindedir. İnşasız da olsahayat kendini parkta ikame eder, oraya yerleşir. Şehirlilik bu birikimde var olur.Şehrin belleği bu açıklıkta, berraklık ve şeffaflıkta görünür olur.Maurice Blanchot La Communauté Inavouable’da “Niçin topluluk?” sorusunaşöyle cevap verir: "Her varlığın temelinde yetersizlik, eksiklik ilkesi vardır. Birvarlığın imkanına hükmeden ve bu imkanı düzenleyen ilke budur. Varlık kabulgörmeye değil, tartışma konusu olmaya çalışır." Park; başka ile buluşmanın,onu görme ve anlamanın yeridir. Hoşgörü ve birlikte yaşama sevincidir. Açıkmüzakerenin gündelik mekanıdır. Varlık, kendi <strong>olarak</strong> ayak diretmeninimkansızlığının bilincinde olmasını sağlayan yoksunluk içinde (bilincinin kökenibudur) kendini tartışmaya açar. Ve insan “ötekine doğru giderek” var olur.Şehir, "başka"ya yer açtıkça şehir olur.bryant park, 1930, new yorktem/ağu 2013 - XXI 36Gezİ parkı


Emanetİ Ehlİne Teslİm EtmekHeval Zeliha YükselDuymuşsunuzdur, son yıllarda Türkiye Müteahhitler Birliği’nce uluslararasıalanda çalışıp başarılı bulunan inşaat firmaları ödüllendiriliyor. 2009 yılısonlarında yine böyle bir ödül töreni vesilesiyle Başbakan ile yüz yüze tanışmaimkanım oldu. Ödülü yıllardır çalıştığım şirket adına kendisinin elindenaldım. Aklımda kalan Başbakan ve kurmaylarının çok ilgili, işlerinde ehil,yaptıkları işi anlatma konusunda hitabeti güçlü insanlar olduklarıydı.Hükümet aktif <strong>olarak</strong> o güne damga vurmuş, her bir konukla tek tekilgilenilmişti. Takip eden senelerde o törenler Ankara’da tekrarlandı. Hep iyiintiba ile döndüm İstanbul’a. Avrupa’da kriz yaşanırken, Türkiye’nin yükselişegeçtiği süreçte iş için Ortadoğu ve Arap ülkelerine gittiğimizde oteldeki lobigörevlisinin pasaportumuzu gördükten sonra yüzümüze bakıp “One minute”ya da “Erdoğan” dediği çok oldu. Yine bu dönemde 30 senelik herkesçemalum derin bir konuyu bitirmeye çalışma gayretlerini de diğer iyi işleri gibiövgü ile karşıladık, takdir etmesini bildik.Ancak iş hayatı ve köken bir yana argümanımı mimarlık üzerindengeliştirdiğim ve ikinci iş <strong>olarak</strong> mimari konularda yazdığım ve etrafta olanlarıiyi takip ettiğim için mütereddit halimi hep korudum. Bunun için açıksebeplerim vardı. Çarpık kentleşme, alelacele çıkarılan yasalar ve mülkiyethakkı konusundaki adaletsizlikler hala içler acısıydı. Bunca iyi şey olurken,üstelik İstanbul Belediye Başkanı “mimar” iken daha iyi şeyler yapılmasıgerekiyordu. Tek el yerine, çok sesli bir ekiple yerel olana dikkat çekerek “iyimimarlık”lar üretilip, tüm insanların daha iyi koşullarda yaşamasısağlanabilirdi. Bunun yeterli altyapısı vardı. O hava da ülkeye hakimdi. Tamsırasıydı. Mesela Londra ya da Barselona örneklerinde olduğu gibi meslekipratikleri gelişmiş mimarlarımız bir araya toplanıp, danışman niteliğindeşehir meclisleri kurulabilirdi. Ankara’da bulunduğum zamanlarda hep buhayali kurdum. Ama öyle olmadı. Elbette ki yapılan iyi şeyler de hafızamızaişlendi. Ama kısa sürdü. Dış İşleri Bakanlığı’nın işinde ehil mimarları göreveçağırıp iyi yapılar yaptırma gayreti içimize su serpmişti ki İstanbul’da akılalmaz betonlaşma pratiği gelişti. Emsal artırma çalışmaları da eklenince oçaresizliği pek çok meslektaşım gibi hissettim. Her şey çok hızlı olupbitiyordu. Yıkıldığını gördüğümüz bir alanda bir anda yapı üretiliyor ve yüksekfiyatlara satılıyordu. Artık mendil kadar arsası ya da aileden kalan eskidöneme ait yapısı olan daha talepkar olma gayretiyle hep daha yenisi ve dahayükseğine koşar olmuştu. Mahalle kavramı iyice eskitiliyor, TOKİ’nin ürettiğiömrü kısa, mimari kalitesi düşük olan ya da olmayan, korumalı sitelerde tektip hayat tarzının meşrulaştırıldığı durumlara zorlanır oldu halk. Tuhaf birbiçimde sürekli inşa etme hali türedi. İnşaat sahibi olmayan ise zenginliktennasibini alamayacağı gibi endişeyle bir şeyler kaçırıyormuş hissine kapıldı.Olayın ev hayatına dair sosyolojik itelemesi bir yana, kamusal alan tanımıiçerisine giren her metrekare de yine tek el üzerinden yönlendirilmeye,sahiplendirilmeye çalışıldı.Oysa işi süratle yapmak yerine, beklenen konuyu ehline teslim etmek gayretindeolmalarıydı. En azından mimaride konusunda uzman, mesleki pratiği gelişmişkişilere devretmek belki de çözüm olacaktı. Hep aynı kişilere değil de, sahidenülkemize iyi yapılar kazandırmış, toplumda söz sahibi ve hatta farklızümrelerden mimarlardan oluşan bir heyetin oluşturulması çözüm olabilirdi.Geç değil, yine olabilir diye ümit ediyorum. Bu noktadaki hayalimi hatırlatmaolması dileğiyle, bir ayete söz vererek tamamlamak istiyorum: “ŞüphesizAllah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasındahükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa Suresi, 58)Gezİ parkı 37 XXI - tem/ağu 2013Emrah Kavlak, www.direndiren.net


Gezİ Parkı Sürecİnde Mİmarlık ve Kent Üzerİnden Neler Öğrendİk?Defne ÖnenGezi Parkı’nın tüm ağaçları ile park <strong>olarak</strong> korunması arzusuyla ilgili protestolarlabaşlayan ve yurt genelinde büyüyerek çoğalan bir direnişe evrilerek yaşadığımızolaylarla, mimarlık ve kent üzerinden, en temel, en doğal gereksinimlerimizi,haklarımızı ve bunlar hakkında yazmamız, çizmemiz, konuşmamız ve tepkivermemiz gerektiğini hatırladık.Gezi Parkı ülkemizde yıllardır süregelen, doğal ve sosyal değerlerin toplumsalolmayan çıkarlar için tüketilmesinin malesef ne ilk ne de son örneği. Ancak bukonudaki hassasiyetimizi bu denli yoğun <strong>olarak</strong> gösterdiğimiz ilk durum oldu ve birumut doğdu. Umarım bu hassasiyeti ülkemizde ve dünyada hızla yitirmekteolduğumuz tüm doğal kaynakların korunması için sürdürebiliriz.Kentsel dönüşüm modellerinde, doğal kaynakların, bitkilerin, ağaçların, suhavzalarının, denizlerin, nehirlerin, topoğrafyanın ve hayvanların, kısaca insanlarlabirlikte yaşamı paylaştığımız tüm canlıların özgür, sağlıklı ve mutlu yaşam haklarını,kendimizinki gibi gözetmemiz ana prensibimiz. Karşılıklı sevgi ve saygı herşeyintemeli.Uzun vadede ekoloji ve ekonomi birbirleriyle çelişen değil, paralel değerler <strong>olarak</strong>görülmeli. Kısa vadeli getiri güdüleriyle uzun vadedeki yaşam kalitemizin öneminiunutmamalıyız. Kaynakların etkin bir biçimde kullanımı ekonominin de temeltanımıdır. İnsanlığın içinde yaşadığı doğanın bir parçası olduğunu unutmamasını vebu bütünlüğün korunmasını diliyoruz.Son bir ayki mimari ve kentsel "uygulamalarımız" ile:••Kamusal mekan kulanımı ve planlamasının birebir deneyimle oluşturulması,dönüştürülmesi ve sürdürülmesini tecrübe ettik.••Kamusal ile özel alan ayırımlarının insanların birbirlerinin özgürlük alanlarınasaygısıyla sağlanabileceğini gördük.••Yapı cephelerinin, duvarların, zeminlerin, vitrinlerin kitle iletişiminde özgürcekullanılmasının etkinliğini deneyimledik.••Kalabalık alan kullanımlarında mekanın giriş-çıkış ve dolaşımıyla ilgilifarkındalıklarımız arttı.••Mekanın önemli bileşenlerinden müzik/ses, renk/ışık ve kokuyu duyumladık/hissettik.••Kentsel çevrenin vazgeçilmezleri olan bitkiler ve hayvanların önemini tekrarkavradık.••Kamusal mekan programında yaratıcılığın sonsuzluğunu yaşadık.••Mekan ve performans sanatı gündelik hayatımızın kolektif bir parçası oldu.••Malzeme ve araçları geri dönüşümlü ve farklı işlevlerle yeniden kullandık.••Kent merkezinin gerçek anlamda yayalaşmasının tadına vardık.••Kentsel ve mimari mekanda, içli-dışlı, sanal ve gerçek hep bir aradaydık.Gezİ Parkı 39 XXI - tem/ağu 2013


Kumsal Forumların mı Ardında?Ali TaptıkBu ülkenin tarihinde temelinde mimarlık ve kent planlamasının olduğu birkonunun, tüm gündemi ele geçirecek şekilde konu olmadığı kesin. Gezi Parkımimarlık, tarih, planlama, yönetim konusu olduğu kadar bir dil konusu ve ortakbir dili ancak diyalogla üretebiliriz. Gezi direnişçileri bunu biliyordu ve buyüzden 30 Mayıs öğlen bir forumda konuşuldu, neden parkta olunduğu. Şuanda ise ahali mahalleden parka, kentten ülkenin tamamına otoritedenkorkmayan, merkeziyetçilik karşıtı bir dili üretiyor. Bu noktada mimarların dakendi dillerini gözden geçirmeleri, tanıdık yabancılarla konuşmaya başlamalarıgerekiyor. Ortam sakinleştiğinde daha da geniş bir kitleyi bir araya getirecekpotansiyelin bilincinde; forumların düzenlerine, ihtiyaçlarına ve ürettiklerieylemlerin tasarım ve mekan üretimi pratiklerine odaklanarak meseleyiincelememiz gerektiği ortada.En kalabalık ve hızlı organize olmuş forumlardan birinin Abbasağa Parkı olmasısadece Çarşı ile açıklanamaz. Parkın içinde senelerdir var olan; albüm tanıtımı,film gösterimi gibi farklı etkinliklere ev sahipliği yapmış yarım daire şeklinde biramfitiyatronun varlığını unutmamak lazım. Geçmişindeki etkinlikler ve MaçkaParkı’yla karşılaştırıldığında mahalle ölçeğinde kalması gibi nedenler,Abbasağa’nın en çok katılım olan parklardan biri olmasını açıklıyor.Maçka Parkı forumuysa kendine bir yer bulmakta günlerce zorlandı, yarım daireoturma düzeni gerçekleştirilemediği için yer değiştirildi. Önce dairesel formdakihavuzun etrafındaki basamaklar denendi ama orada da havuzun arka planı olanduvar sesin yayılmasını engelledi. Son <strong>olarak</strong> yüksek bir alandan aşağıya doğruhitap ediliyor Maçka Parkı’nda. Geç ve erken saatlerde güvenlik problemiylebomboş kalan parkın şu anda dolabilmesi Maçka Parkı’nda seneler boyuncasabah birlikte çember şeklinde spor yapan insanların çözümünü hatırlatıyor.Kalabalık çekildiğinde de parkın herkesçe kullanılabilmesi için güvenlikproblemi yaratıcı çözümler bekleyen bir alan. Dikkat çeken başka bir konuKurtuluş ve Feriköy’den gelen katılımcıların üçüncü gecenin sonundasemtlerindeki Serdar Ortaç (?!) Parkı’nda toplanmaya karar vermesi. Böylesidağılmaların olması aslında hem "hepimizin" arasındaki diyaloğun artması,hem de sokağımıza, mahallemize dair bilincimizin artması açısından önemli.Yoğurtçu Parkı’nda da benzer problemler katılımcıların çabaları ile bir sahnekurularak çözülmüş gibi. Şimdi sürekli parkta bulunabilecek, etkinlikdüzenlemek isteyenlerin birlikte kurabileceği bir sahneyi tasarlayıp, yapmayabaşlamak Kadıköy’deki tasarımcılara düşüyor. Polis şiddetinden dolayı çoğuforumun gerçekleşmediği 22 Haziran günü TAK’ın Kes-Tak mahalle maketiatölyesi gibi Gezi Parkı ile doğrudan ilişkili olmayan etkinliklerin öneminivurgulamak lazım.Gezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 40abbasağa parkı’ndaki forum; fotoğraf: serkan taycanmaçka parkı’ndaki forum; fotoğraf: ali taptıkParklardaki forumlarda da bu alanları canlı tutmak ve sahiplenmek için yenietkinlik biçimleri üretiliyor. Konserler, dersler, film gösterimleri gibi etkinlikler,kent bostanı, takas günleri gibi projeler parklarda imece usulü yapımınabaşlanabilecek ve korunması, iyileştirmesi ve sürdürülmesi belediyelerden talepedilebilecek "küçük ölçekli kentsel müdahaleler" için adeta bir davet. Tasarımve mekan üretim pratiklerinin her alanından bireyler mesleki deneyimlerini birmüzakereci, moderatör ve başlatıcı <strong>olarak</strong> parklara sunmalılar.Bu yeni parklarda oluşacak, uzun vadede "hepimizi" bir araya getirecek küçükölçekli müdahaleler başka parklar için de örnek teşkil edecek. Ne kadar haklıdirenişimiz boyunca yerlerinden söküldüğünde kaldırım taşlarının altındakiinşaat kumunu görmüş olsak da kumsalın nerede olduğunu henüz bilmiyoruzve ancak hepimiz, hep birlikte bulabiliriz. Bu yüzden zaman herkes için olduğugibi mimarlar, tasarımcılar, mimarlık teorisyenleri için de sokakta, parklardaetkin olma zamanı.kaldırım taşlarının altı; fotoğraflar: ali taptıkyoğurtçu parkı’ndaki forum; fotoğraf: murat durusoy


Gezİ panoramalarıCevdet Erek30 mayıs 2013 akşamtem/ağu 2013 - XXI 4230 mayıs 2013 akşamGezİ parkı30 mayıs 2013 akşam30 mayıs 2013 öğle, forum28 mayıs 2013 öğle


2 haziran 2013 öğleden sonra30 mayıs 2013 akşamGezİ Parkı 43 XXI - tem/ağu 201312 haziran 2013 akşam11 haziran 2013 akşam7 haziran 2013 akşam


Taksİm Üzerİnden Totalİter Mİmarlığa BakışAli Barış ÖndülGezi Parkı olayları, Gezi Parkı adı altında küçültülmek isteniyordu veküçülttüğümüz zaman işin ciddiyeti ortaya çıkıyor. Bu yazıdaki kaygılarım bireyselve çıkarcı değil, üstelik, derin bir araştırma ve tekerrür eden tarihten alıntılar iledesteklenmekte.Paris'te 1870 yılında şehir plancısı Baron Georges Eugene Haussmann tarafındanParis'in temizlenmesini amaçlayan bir şehircilik katliamı yaşanmıştı. Şu andaki oşahane Champs-Élysées Bulvarı gibi, pek çok bulvarın açılması sağlanmış, III.Napolyon döneminin otoriter rejimine çanak tutmuş, kısa bir süre iktidardabulunan Paris Komünü'nün sonunu hazırlamıştı. Belki de şu an pek şahanegörünse de bu temizlik sürecinde Paris'in Ortaçağ oluşumları tamamen yokedilmiş, yepyeni bir şehir oluşturulmuştu. 95 km'lik yeni bulvarlar açılırken, 50km'lik eski sokak dokuları imha edilmişti. Genişletilen bu yollar, az sayıda büyükaçıklıklara, meydanlara bağlanmış ve kolluk kuvvetlerinin müdahalesikolaylaştırılmıştı. Boylu boyunca uzanan bulvarlar ile müdahaleler hız kazanırken,barikatlarla sokakların kapatılması engellenmişti.Açıkça izlenemeyen alanlarda müdahale oldukça zordur. Merkezi bir meydanabağlı hapishane ve bulvar planları, kolluk kuvvetlerinin müdahalesini kolaylaştırır.Totaliter, askeri nizam planlaması <strong>olarak</strong> adlandırılan bu planlama tarzına, Sovyetve Arap ülkelerinde de sıkça rastlarız. Bu totaliter mimariyle ülkemiz de karşıkarşıya kaldı, boş bırakılmayan meydanlar, uzun ve net bulvarlar gibi.Başbakanın ısrarla dile getirdiği, "Gezi Parkı'ndaki kot farkını kaldıracağız."söylemi, bazı temellere dayandırılabilir. Çünkü hiçbir şehir plancısı, böylesinegeniş bir alanda hafriyat yaparak, alanı düzlemek niyetinde olamaz, bu maddiaçıdan da oldukça sorunludur. Nitekim Gezi Parkı altında daha öncedenkonuşlandırılmış evlendirme dairesi, kafe ve restoranlar gibi işlevselçözümlemeler mevcuttu. Görüldüğü üzere arazinin kot farkından sağlanacakkazanımlar tasarımı kolaylaştırır. Benim ulaştığım sonuç şudur ki; mevcutalanda kot farklarının ortadan kaldırılması, kolluk kuvvetlerinin toplanankalabalığa rahat müdahale etmesini ve kalabalığı kısa sürede savuşturmasınıamaçlar.Topçu Kışlası’nın mevcut olduğu zamanki kentin koşullarında her yer betonbinalarla kaplı değildi. Belki de o döneme uygun bir yapılaşma örneğiydi,yıkılması olmuş bitmiş bir hadisedir. Burada asıl kaygı oluşturan, kurulmayaçalışılan baskıcı ve dikte edici bir yönetimin, totalitarizmin temellerine mimarıaçıdan da zemin hazırlanması. Dayatılan tüm bu uygulamalar, farkındaolmadan, bilinçsiz ve içgüdüsel <strong>olarak</strong> yapılıyor olabilir. Lakin, totaliter birrejimin gerekliliklerini yerine getirme çabaları da görülüyor. İstiklal Caddesi’nene kadar kolay müdahale edilebildiğini görmekteyiz.Bir başka konu olan AVM kültürü ile amaçlanan ise sosyal mekanlarda olmasıgereken sıcak diyaloglardan yoksun, betonlaşmış, makineleşmiş bir ortamoluşturmak. Sosyal alanlarda toplanma kültürü yok edilerek kapitalist düzenehizmet eden tüm bireysel ihtiyaçların para karşılığı giderildiği kafe ortamları ilehalk bu kaygı verici, anti-sosyal ortamın temellerine çekiliyor.Gezi Parkı’na yapılacak müdahaleler, hiç şüphesiz ki betonlaşmayı ve suni birşehir ortamı yaratma çabalarını destekleyecek nitelikte. Bu uygulamaçabalarının dezavantajlarını öngörebilme, aklı başında, kentine sahip çıkabilenher vatandaşın kolaylıkla kavrayabileceği bir olgu. Yapılmak istenenlerin çevrekatliamı olması yanı sıra, ideolojik temellere dayalı bir dayatma olduğu aşikar.Taksim'deki tek sayfiye, dinlence yeri olması sebebiyle de Gezi Parkı muazzamöneme sahip.Başbakan bir kent plancısı değildir. Kaldı ki, şehri iyi bilmek, bir kentiplanlamak için tek başına yeterli olamaz. Bir kent, keyfi kararlarla, bir ya dabirkaç kişi tarafından planlanamaz ve halka dayatılamaz.Gezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 44Barİyelerİnİ KırmakBoğaçhan DündaralpGezi Parkı direnişi sonrası içinde umut ışığı yanmış insanlarda iki farklı yaklaşımgörüyorum: Bir grup “Şimdi ne olacak? Ne yapmalı?” diye soruyor. Diğer bir grupise ya “...yapıyoruz” diyor ya da “...yapabiliriz; var mısın?” diye soruyor. Kimileribu farkı kuşak farkı ile açıklıyor; kimileri ise sosyal statüyle. Ama görünen o ki busüreçte harekete geçmiş, Gezi atmosferini solumuş, tedirgin yalnızlıklarını,ortaklıkların paylaşımına dökmüş olanlar, birlikte ne kadar çok şeyinyapılabileceğini deneyimlemiş olanlar. Onlar sorguluyor ama sormuyor, yapıyor.O ortaklık içinde biliyor neye ihtiyaç olduğunu. Kendi rolünü belirliyor ve oortaklığa elinden geldiğince destek oluyor. Sormak, beklemek, onay almak gibihiyerarşik bir onay mekanizması işlemiyor. Ortak duygulanımın tetiklediği birlikteöğrenme zenginliği, beraber hareket etme isteğinin doğurduğu geçici, değişkengruplar üretiyor. Sürekli bir hiyerarşi değil; bilenin bilmeyene, deneyimlinin,deneyimsize bilgisini aktardığı bir yapı doğuyor. Bazen bu içgüdüsel bir hareketebile dönüşüyor, koşarken yere düşmemek için farkında olmadan birinin seninelini tutması gibi...Gezi Parkı kaç senedir mimarlık ortamının gündeminde. Akademik, profesyonel,kurumsal, medyatik duruşlar ve kendi durduğu noktadan mesafesini koruyanbakışların yarattığı bir yere varmayan tartışmalar... “Ne yapmalı?” sorusuna ortakakıl üretemeyen, hep kendi mesleki ortamının seçenekleriyle düşünen, bir makinegibi çalışan, çalıştıkça yaşadığı ortama yabancılaşan mimarlık ortamımız sahteyaşam kaygıları ve gereğinden fazla emekle öyle kuşatılmış ki çalışmaktanhantallaşmışız, titrek ellerimizi yaşamın en temel meyvelerine uzatabilmeyigörmüyoruz bile. Bu durum aynı ortamda sesimizi birbirimize duyuramayacağımızmesafeler üretmiş. Duymuyoruz, görmüyoruz, önyargılıyız, ilgilenmiyoruz...Bırakalım unvanlarımızı, mesleki personalarımızı; bırakalım ona, buna yorumyaparak bir şeyler yapıyormuşuz gibi görünmeyi. Görünmez olalım. Unvansız, birinsan <strong>olarak</strong>, “Ne yapmalı?” diye sormadan, birikimlerimizle imkanlarımızlayapabileceğimizi yapalım, bilgi üretelim, veri işleyelim, görünür kılalım,anonimleştirelim...“Manifestolar, vizyonlarının gücüyle kendi halklarını yaratan kadim peygamberlergibi iş görür. Günümüzün toplumsal hareketleri düzeni tersine çeviriyor,manifestoları ve peygamberleri gereksiz kılıyor. Değişimin failleri şimdidensokaklara indiler ve şehir meydanlarını işgal ediyorlar; yalnızca yöneticileri tehditedip alaşağı etmekle kalmıyor aynı zamanda yeni bir dünya vizyonu oluşturuyorlar.”Micheal Hardt & Antonio Negri, Duyuru,2012


Kentsel Ütopya Olarak Parklar ve Gezİ ÖrneğİAli Derya Dostoğlu*Park ve bahçelerin kent içindeki gelişimleri, kentlerin (ve iktidarların) sosyal,fiziksel ve siyasal tarihlerine eşlik eder niteliktedir. Bu gelişimin izlerini,konumlanışlarından, barındırdıkları mekansal niteliklere ve içerdikleri öğelere,kamusal ya da özel (ya da arada-bir-yerdeliklerine), hatta bunların da ötesinde,ortaya çıkardıkları sembolik değerlere dek takip etmek mümkündür.Öyle ki ormanlık alanlarının büyüklükleriyle iktidarlarının gücünü sergileyenderebeylerin kale-kentlerini çevreleyen “özelleşmiş doğadan”, Rönesanssonrası dönemde -tıpkı Ortaçağ öncesinde olduğu gibi- yeniden kamusallaşan(ve yapaylaşan) kentsel park ve bahçelere dek bu durumu gözlemek olası. 1Günümüzde giderek daha geniş bir repertuar içinde kendilerine yer bulan parkve bahçe örneklerinde, bostanlarda, kent çevresi tarımsal faaliyetlerinde deaynı nitelikler kendilerini gösterir.Park ve bahçelerin kent tarihine eşlik edişi, bir anlamda onun sahnelerindenbiri <strong>olarak</strong> işlev görmesi, iktidarların kente dair ütopyalarınıngerçekleştirilmesi yolunda araçsallaştırılmalarının bir sonucu belki de. Tıpkımeydanlar gibi, onların tanımladığı kamusal boşluklar da, çoğu zaman hertürlü “doludan”, farklı ölçekteki, hatta anıtsal yapılardan daha etkili bir iktidartimsalidir belki de.Bu durumu, İkinci İmparatorluk dönemi Paris’inde somut <strong>olarak</strong> izlemekmümkün. Gerçekten de, ismi imparatorundan çok duyulan Paris Valisi BaronHaussmann döneminde, genişleyen ve nüfusu artan kentin, Endüstri Devrimiteknolojisini de içine katacak kapsamlı bir yenileme ve dönüştürme sürecigeçirdiği ortadadır. Bu bağlamda, giderek kamusal nitelik kazandığı öncedende belirtilmiş park ve bahçeler önemli bir rol üstlenmiş, kent merkezindekimutenalaşmayla yeni genişleme alanlarına göç etmek durumunda kalmışParislilerin rekreatif amaçlı kullanımlarına yönelik <strong>olarak</strong> yenileridüzenlenmişti. 2Park ve bahçelerin mevcut iktidarın estetik ve ideolojik değerlerini yansıtmanınötesinde bir diğer özellikleri de, bulundukları alanda, geçmiş dönemlerdenkalma izleri “silmeleri” olmuştur. 3 Bir anlamda, “kötü repütasyonlu” bölgeler,bu yeni düzenlemeler eliyle “sterilize” edilmiş, böylelikle geçmişlerinden gelenbirtakım “yüklerden” de kurtulmuşlardır. Örneğin, Paris’in eski kent duvarlarıile sonradan inşa edilmiş yeni surları arasındaki genişleme alanında, kentinkuzeydoğusundaki 19. bölgede (arrondissement) yer alan Buttes-ChaumontParkı, asılan suçluların bedenlerinin sergilendiği, at kadavralarının bırakıldığı,çöplük ve lağım <strong>olarak</strong> kullanılmış, kısmen de taş ocağı <strong>olarak</strong> değerlendirilmişböyle bir bölgede inşa edilerek 4 , çevresindeki yeni oluşan mahallelerdeoturanların ve ziyaretçilerin gündelik pratikleri içinde, zamanla bambaşka birkentsel hafıza unsuru haline gelmiştir.meydanı hem sınırlandıracak, hem de uzatarak kentin içine nüfuz ettirecekşekilde tasarlanmış bir “esplanade” (gezinti yeri) niteliğindedir. 6Genç Cumhuriyet’in kendini mekansal <strong>olarak</strong> ifade etme çabalarından biri<strong>olarak</strong> değerlendirilebilecek parkı, kentin bütününe etki edecek (Prost’un 2 no.lu park <strong>olarak</strong> tanımladığı, Dolmabahçe, Maçka ve Harbiye boyunca uzananvadideki alana bir yaya köprüsüyle bağlanması, bu bütüncül niyetin bir parçasıolduğunun göstergesidir), aynı zamanda da şehrin yeni hareket merkezinde,durmaya da olanak verecek, “kendi içinde” bir alan <strong>olarak</strong> düşünmekmümkündür. Dolayısıyla, tıpkı önceki kısımda da anlatıldığı gibi, aynı anda ikiölçekte işlerlik kazanarak, hem kentin tamamını (dışarıyı) dönüştüren, hem dekendi içine kapalı, çöldeki vaha misali bir kentsel ütopya, Gezi için de sözkonusudur.Bu perspektiften bakıldığında, bir devrin ütopyasının mekansal karşılığı <strong>olarak</strong>tasarlanmış Gezi Parkı’nın, bugün de başka bir kentsel ütopyanın (hemçevresine sirayet eden, hem de kendi içini yeniden tanımlayan) sahnesi <strong>olarak</strong>,tarihi boyunca elbette sadece Cumhuriyet kutlamalarına ev sahipliği yapmamış,aynı zamanda “karşı sesler, karşı gösteriler, protestolar” alanı <strong>olarak</strong> da namsalmış Taksim’in 7 yanı başında, bir kez daha ortaya çıkmış olması, o kadar dasürpriz değildir.*Yüksek Mimar, Pratt Institute - Doktora Öğrencisi, İTÜ1 Stewart, Jacqueline Widmar. Parks and Gardens in Greater Paris. Axel Menges, 2011.2 Bastie, Jean. “La Région Parisienne: Croissance et Organisation.” L’Urbanisation Française. Paris: Centre deRecherche d’Urbanisme, 1964.3 Stewart, a.g.e.4 “Parc des Buttes Chaumont”, Wikipedia, 27.05.2013. http://en.wikipedia.org/wiki/Parc_des_Buttes_Chaumont5 Bilsel. F. Cânâ. “Serbest Sahalar: Parklar, Geziler, Meydanlar…” İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in ModernKentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951).İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 2010.6 Bilsel, a.e.7 Yücel, Atilla, Hatipoğlu, Hülya. “Taksim Meydanı”. Derviş, Pelin, Tanju, Bülent, Tanyeli, Uğur, ed. İstanbullaşmak:Olgular, Sorunsallar, Metaforlar. İstanbul: Garanti Galeri, 2009.buttes-chaumont parkı, parisGezİ Parkı 45 XXI - tem/ağu 2013Bu noktada, siyasi iktidarın kendi ütopyasını hayata geçirmesinin aracı olanpark ve bahçelerin, bu ütopyayı iki ölçekte kurma becerisine sahip oldukları,onu iki ölçekte somutlaştırarak “gerçeğe yaklaştırdıkları” söylenebilir:Öncelikle, makro anlamda, bir tür ağ oluşturacak şekilde bütün kente nüfuzedecek, türlü kullanımlara elverişli “serbest sahalar” (espace libre) 5 ; ikinci<strong>olarak</strong> da kendi içlerinde, dışarıyla ilişkili olsa da ondan bir anlamda kopuk,doluluğun ortasındaki boşluklar, kentin yoğun ve sert dokusunun ortasındakigevşek ve yumuşak rahatlama alanları <strong>olarak</strong>. Dolayısıyla park, ütopyayı ikiölçekte kurar, hem kent mekanının bütününü dönüştürür, hem de kendi içindezaten “ütopik”tir.Bahsi geçen bu araçsallaştırma ve ütopya arayışını, Gezi Parkı üzerinden<strong>okumak</strong> da mümkündür. Gezi, Vali Dr. Lütfi Kırdar döneminde, CumhuriyetBayramı kutlamalarının yapılmasına uygun yeni bir meydan tasarlama çabasıiçinde, şehir plancısı Henri Prost tarafından, mevcut Topçu Kışlası yerine,


"Yenİ"nİn , "Şaşkınlık"ın ve "Bu ‘..O..’ Değİl"İn Analİzİ!Kenan Güvenç*Gezi protestolarında taraflı tarafsız herkesin fikir birliğinde olduğu üç şeyin"yeni"nin , "şaşkınlık"ın ve "bu ‘..o’ değil"in Analizi!Yeni• Yeni, bir farklılaşma türüdür. Elimizdeki mevcut düşünsel araçları seferber ederekiçine sirayet edemeyeceğimiz türde ilişkilenme tarzlarından oluşmuştur. Büyükfizikçi Schrodinger’in örneği: Kendi evimizin kapı kolunu çevirdiğimizde komşununkapısının da açılacağını sanmak.• Yeni, bir kapının açılması değil açılırken çıkardığı sestir, yani dili sonik vegramersizdir. Her açıldığında kapı farklı bir ses çıkaracaktır.• Yeni içinden ortaya çıktığı bütünü zedelediği anın resmidir. Bu nedenle hangimekansal konumda ve ne zaman ortaya çıkacağı öngörülemez.• Yeni, her daim marjinaldir -sınır tutandır. Daha sonra kendisini eski kılacak şeyide bünyesinde barındırır. Çünkü yeni, mevcut yapı içinde çeşitli nedenlerle belirmişbir düzensizliğin, adeta dışsal bir etki rolüne bürünerek içinden doğduğu mevcutlakarşılaşmasıdır. Mevcut olan kendi normalinde akıp giderken mevcudun akışsürekliliğini tehdit etmek üzere bir enerji çatallanması peydah oluverir. Çatallananenerji belirli bir yer tutarak, yoğunlaştığı o bölgeyi başka bir yapıya dönüşmeyezorlar, burası "uç"tur. Yani yeni, zorlayıcı kuvvetin belirme biçimidir. Neye ve nasılsebep olacağı bilinemediği için kurulu yapılar için evvelden ahire tehdittir. Marjinyoksa sınır yoktur, her şey dağılır gider.• Yeni, geçicidir. Geçici olmaksa kendi koşullarımdan başka "kuş" tanımamındiktesidir ve çok heyecan verir.• Yeni, kronik kuluçka halidir. Her durumda üremeye açıktır.• Yeni, bulduğu çatlaklara doğru her yönde sızabilen magma gibi ortaya çıkmakoşullarını ve nedenlerini aşan bir etkime alanına yayılır.Yeni, bir kez dengeyi kırıp ortaya çıktıktan sonra kendi sönümlenene dek bir kezdaha, bir kez daha ortaya çıkması artık önlenebilir değildir: Gezi yenidir!Tazeleyicidir!ŞaşkınlıkHerkes ve hepimiz Gezi Parkı’ndan böyle bir vaveyla çıkmasına çok şaşırdı. Şaşkınlıkumulmadık bir yerde ve umulmadık kesimlerin tepkisinde ve umulmadık bir zamandaartık çileden çıkılma aşamasına gelindiğinin ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır.Ve Başbakan da çok şaşırdı. Başbakanın şaşkınlığı ülkede izlediği politikalarınkitlelerde kendisinin önerdiği şeylerin dışında bir şekillenmeye asla yol açmayacağınaolan derin inancından kaynaklanmıştır. Oysa başbakan neo-Özalist bir politikaizlemiştir. Bu politikanın en ayırt edici özelliği, mülkiyeti edinilemeyecek olanlarınpolitikacılarca zimmete geçirilmesidir. Yeryüzü envanterine ait anonim kuvvetlervardır: Su -giderilmekte olan susuzluk gibi-, ışık -akasya ağaçlarının yapraklarının yeşilimesela-, hava -rüzgarın taşıdığı deniz kokusu gibi. Aniden aklına gelen parlak bir fikir<strong>olarak</strong> yeryüzü envanterini iktisadi değerin rezerv alanı <strong>olarak</strong> görüp ekonomininzimmetine geçirmek neo-Özalisttir. İkinci ayırt edici özelliği bir sektörü temel alarak-bu durumda inşaat - ülke ekonomisinin ölçeğini değiştirmektir. Bu ülke mekansal birmüdahaledir. Şöyle ki ülke, AKP öncesi 1.000 birim tuğladan ve 1.000 kg’lık birkütleden oluşa gelen bir duvar idiyse, şimdilerde 10 birim tuğladan fakat aynen yine1.000 kg’lık bir kütleden ibaret bir duvardır. Tuğlalar büyümüştür ama duvar nitelik veyapı <strong>olarak</strong> dönüşmemiştir. Başbakan ekonominin ölçeğini ona yapısal bir büyüklükedindirmeden bir üst kademeye taşıdı. Yani elinizde olan bir ineği ota, samana, ilacaboğarak semizleştirdikçe semizleştirdiniz. İnek heyula bir cüsse edindi ama ineğisaran ortam koşulları gelişmeden aynı kaldı: İnek otlağından büyük hale geldi. "Basitbir durum, ne var bunda?" deniyorsa safdiliz demektir. Bu durum tabiata yapılanmüdahale şiddeti açısından 19. yüzyıl İngiliz kapitalizmi ya da Amerika’da uzakbatının fethi dönemi kapitalizmi vandallığının tıpkısını doğurmaktadır: Demiryoluyapacak güzergahı ormandan geçir ki ormandaki ağaçları kese kese yaptığıntraversleri döşeye döşeye gidesin! Sadece üç inşaat ile; üçüncü havaalanı, üçüncüköprü ve Kanal İstanbul ile İstanbul’u büyük, katı, insan yapımı bir çöl halinegetirebilecek hale sadece bu ölçek darbesiyle gelebilirsiniz: HES’ler TOKİ’ler için;TOKİ’ler ise AKP orta sınıfı için inşa ediliyorlar. Bu ölçeksel faz değişimi salt tabiattem/ağu 2013 - XXI 46Gezİ parkıgümüşsuyu ’ ndaki barikatkazancıyokuşu ’ ndaki barikat


üzerinde değil, toplum ve siyaset üzerinde de vandalizmler yaratmış ve yaratacaktır.Örnek AKP tabanının homojenleşmiş, tek tip bir kalabalığa dönüşmesi bu ölçekatlamasının zorunlu sonucudur. Çünkü ekonomik ölçeğin bir üst faza geçmesi bu fazıişler kılacak yeni türden yönetimsel araçların da kendiliğinden türemesine yol açar. Buyeni yönetimsel araçlar, statik bir hiyerarşi içinde toplumsal kontrol siyasetininşiddetinin artmasıyla doğru orantılı bir içerik edinirler. Bürokrasi balık tutacak yeni birkıyı keşfeder ama bu kıyıda balıklar sadece olta ile tek tek değil, ağ ile sürüler halindetutulabilmektedir: Başbakan TOKİ ağı marifetiyle kentsel dönüşüm projeleriüzerinden kentlerin demografik yapısını, dolayısıyla siyasi kesitlerini AKP orta sınıfılehine değiştirmiştir, değiştirmeye devam etmektedir. Bürokrasi (TOKİ aygıtı gibi)ülkeyi tek bir coğrafi-siyasi bütünlük <strong>olarak</strong> artık görmez. Biyopsi yapar gibi aldığımikro parçalara bu aygıt, AKP orta sınıfı üzerinden -birazdan değineceğim- siyasiekonomik kararları şırınga eder. Yatırımlar biyo-protezler halinde bedende çoğaldıkçaülke sistematiğinin mekansal hiyerarşisini silerler. Ya da başka deyişle vücut artıkorgansız, dokusuz, anlamsız ve şekilsiz parçaların yığınına dönüşür ki bizler buna"ülkemiz" deriz.Başbakanın neo-Özalist politikalarının üçüncü ayırt edici özelliği parti orta sınıfının-ülke orta sınıfının geliştirilmesi değil- yaratılmasıdır. Başbakan siyasi eksenini, bizzatoluşturduğu AKP orta sınıfı üzerine kurmuştur. Başka bir ifadeyle "ülke içinde bir içülke" hasıl olmuştur. Dolayısıyla büyük kalabalıklara erişmiştir ama sayıların da birözgül ağırlığı vardır. Her zaman herhangi bir halin üçü başka bir halin ikisinden büyükolmayabilir. Aritmetik değil ama matematik; bu sayıların içindeki birlerin birbiriyleilişkilenmesindeki niteliğe bağlı <strong>olarak</strong> ikinin bazen üçten ya da 50’den çok dahakarmaşık olabileceğini söyler. (Bunun kavranamamasının Kürt sorunununçözümünde yarattığı komplikasyonları düşünün lütfen.)Şaşkınlıkla bu analizin ilgisi ne? Şurada: Başbakan kendi bildiği yolda ilerledikçe artıksadece kendi kurduğu iç-ülkenin siyasi mekanında yer almaya başladı. Ve bu mekanıtüm ülkenin mekanı sanma yanılgısı içine düştü doğal <strong>olarak</strong>, ta ki 28 Mayıs’a kadar.28 Mayıs’ta başbakan iç-ülkenin (AKP orta sınıfı) değil, gerçek ülkesinin mekanınauyandı. Ve karşısında bu defa "iç ülke"nin değil de "ülke"nin karşı gelen yurttaşlarınıbulunca bu kadirbilmezliğe çok şaşırdı. "Şaşkınlık" denen şey başbakanın toplumsalsüreçleri emri altında "otomasyon" mantığı içine sokabileceği düşüncesinin,"manuel" odaklarca dağıtılmasının yarattığı hayal kırıklığıdır. Bu ülkenin zihni seçimya da plebisit sandığına sığmayacak denli büyüktür; bundan sonra "gezi toplumuyaratmak", kırılmasının mümkün olmadığı güzel bir hayaldir.Bu ‘..o..’ değil!Evet çok doğru: Bu o değil gerçekten. Ama bu üç-beş ağaç meselesi hatta bir ağaçbile olabilir: Beyazıt Meydanı’ndaki kadim çınar gibi. Bu salt tarama-kayıt işlevineindirgenmiş üniversiteyi de içine alan üniversite öncesi bir eğitim sisteminin sosyalmedya denilen aşırılanmış toplumsallaşma bölgesine terk ettiği bir kuşağındokunma duyusunu da diğer insanlarla birlikte yeniden hayatına katma girişimidir.Nasıl tariflenilirse tariflenilsin, insan sonunda bedenini unutamayan bir varlıktır.Bedenlerimiz sınırları sınandıkça varlığını aksettirebilen, her birimizde başka başkairkilen dünyanın hissidirler. Tüm Gezi protestolarının sıcak anlarının görüntülerinebir bakın lütfen: Dünya ile bedenlerimizin aynı şeyin farklı biçimleri olduğunu, otemas denilen şeyin biçimleri olduğumuzu göreceksiniz. Temas sıvı dokuludur, gazdeğil. Bulaşıcı ve kapsayıcıdır. Gündelik yaşam deneyimlerine emdirdikleri bu sıvı"politik"e -yani kendi içsel dünyalarına sundukları önerilere- sahiptirler amakesinlikle politikaya -başka dünyalara yaptıkları temsili varlık bildirimineyabancıdırlar.Bu kuşak kırık bir şişenin parçalarından dışarı bakıyor. Şişebütünlüğünü içinde bulunduğu kırık parçadan dünyaya bakarak görüyor. Üstelik herbiri ayrı bir şişenin parçası, gerçekten çoğumuzun dile getirdiği gibi "Gezi made inthe social media" değil. Bu ‘..o..’ değil! Gezi zihinlerimizi bedenlerimiz üzerindenrehin almaya yönelmiş bir güç karşısındaki çıplak tavrımızdır. Bu tavır zihinpolitiktir,beden-politiktir ,sosyal-politiktir ve doğa-politiktir. Bu tavrın sahiplerikütleleşmiş-kitle değil; homojenize ve sterilize bir toplum fikrini pek benimsemiyorsanıyorum.Gezi artık ‘..o..’ değil!*2012’de İstanbul’da kurulmuş tabiat aktivistleri çekirdeği, Yeryüzü Kuvveti ho! sözcüsüGezİ Parkı 47 XXI - tem/ağu 2013serbest kürsü


fikir ve proje: Herkes İçin Mimarlık(Architecture for All), Editör veKoordinasyon: Yelta Köm. tümçizimler ve fotoğraflar katkıcılaraaittir: Ayşe Selin Gürel, BeyzaDerbentoğulları, Burçak Sönmez, CerenKılıç, Ceren Sözer, Erdem Tüzün, ErdemÜngür, Emre Gündoğdu, H. CenkDereli, Hayrettin Günç, Kerem Özcan,Merve Gül Özokçu, Yasemin Sünbül,Yelta Kömkütüphaneakm cephesiGezİ'nİn Açtığı Yarıktan BakıncaKorhan GümüşGezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 48Kanal İstanbul, üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, kuzeyde ikinci İstanbulprojeleri... Bunlar Taksim’e kışla yapma inadı yüzünden ortaya çıkan siyasal kriznedeniyle buharlaşma tehdidi altındalar. Bir çorap söküğü gibi Topçu Kışlasıprojesinden başlayan krizin arkası gelebilir. Çünkü bu krizin arkasında yerelibastıran, mekanı politika dışına iten, düşünceyi ifade özgürlüğünü engelleyenmerkezci ulus-devlet işleyişinin yarattığı şiddet var.Son zamanlarda ortaya çıkan bu projelerin kendi başlarına işlevleri ve etkileriyledeğerlendirilmemeleri gerekir. Bunlar ulaşım ya da yerleşim projeleri olmaktan öte,merkezi otoritenin kent ekonomisini kontrol altında tutmasını sağlayan bir rejiminyarattığı radikal müdahalelerdir.Bu açıdan Taksim Gezi Parkı olayının rejimin yarattığı şiddetin gözler önüneserildiği bir yarık olduğunu düşünüyorum. Bu yarıktan baktığımızda birçok sorunaynı anda ortaya çıkıverdi.Öncelikle kamu sisteminde bir problem var: Fikir üretimiyle ilgili konuları, planların,projelerin nasıl yapıldığını sanki çoğunlukla es geçip meseleyi yalnızca siyasetçilerinniyetleri, tercihleri üzerinden okuyoruz. Merkeziyetçi, otoriter bir devlet işleyişininürettiği bir anlam dünyası içinde kamusal alanları, mekanı dönüştürüyoruz.Projelerin, planların siyaset dışı konular, teknik işler gibi kabul görmesi, algılanmasıda bunu göstermiyor mu? Yaratıcı faaliyetler, fikir üretimi kamu sahasında ancakfilantropik alana sıkışmış vaziyette. Fikir üretiminin bastırılma biçimi kentlilere karşıçok büyük bir haksızlık.Peki bu bastırılma biçimi nasıl gerçekleşiyor? Sınıfsal çelişkilerin, şiddetin üretildiğialanlar, mekan kalıcı bir temsil edilen statüsünde. Kentsel mekan politikanınnesnesi <strong>olarak</strong> konumlanıyor. Seçkinlerin gözünden okunuyor, anlamlandırılıyor.Kentsel mekan sosyal ilişkilerinden arındırılarak yalnızca fiziksel bir varoluş <strong>olarak</strong>ele alınıyor. Ulaşım, kültürel miras, ekoloji, konu ne olursa olsun, bunlar politikadışı konular. Politika ise niyetler, tercihler <strong>olarak</strong> algılanıyor.İster proje geliştirilsin, ister itiraz edilsin aynı bilgi rejiminin içinde sıkışıp kalıyoruz.Taksim Projesi'nde görüldüğü gibi kamusal kararın en önemli safhası olan fikirüretimi, ihaleyle gerçekleştiriliyor. Bu durumda kamu sahasında yalnızca piyasaaktörleri ve resmi taraf kalıyor. Sivil toplumun katılımıyla ilgili koşullar oluşmuyor vekararlar müzakere edilemiyor. Projeler ancak uygulama aşamasında halkın karşısınaçıkıyor. Bu durumda itiraz etmekten başka çare kalmıyor. Oysa kamusal işlev <strong>olarak</strong>kararların çıkar gruplarına açılmadan önce bağımsız kurumlar aracılığıyla veözellikle de yaşam çevresini paylaşan insanların katılımıyla geliştirilmiş olmasıgerekir.Yaşadığımız bir başka problem de yaşam çevresi ile ilgili konuları tartışırkentoplulukların kutuplaşması, tercihlerin bir ölüm kalım meselesi haline getirilmesi.Kutuplaşmanın, çatışmacı bir kamusal alan oluşmasının nedeni, insanların yaşamçevrelerini ilgilendiren konuların dahi ulusal siyasetin araçlarıyla işlenmesi.Oysa İstanbul'da seçimle gelmiş bir yönetim var. Kente dair kararların merkeziotorite tarafından alınması, yönlendirilmesi bu çatışmacı ortamı körüklüyor.Barışçıl, diyaloğa dayalı gelişmeleri ve kentin enerjisini sürece katmayı engelliyor.Türkiye'nin önündeki AB süreci olsun, diğer problemli konuların çözümü için atılanadımlar olsun, bu konuda demokratik standartların geliştirilmesine ihtiyaç var. Artıkyerel konuları araçsallaştıran, katılımı engelleyen ve toplumu kutupsallaştıran bumerkezci siyasetin değişmesi gerekiyor. Merkezi otoritenin bir kentin meydanı veyakamusal alanı hakkında karar vermesi asla kabul edilemez. (Bu konuda üyesiolmayı amaçladığımız AB’nin mevzuatı yeteri kadar yol gösterici.)


çadır strüktürleriGezİ Parkı 49 XXI - tem/ağu 2013Yöneticiler tarafından telaffuz edilen Topçu Kışlası ya da Kent Müzesi gibiimgelerin dile getiriliş biçimine baktığımızda bunlar içi boş kavramlar <strong>olarak</strong>yer alıyor: Kent Müzesi’nin programını kim oluşturuyor, projeyi kim yönetiyor?Topçu Kışlası’nı öneren mimar “Benim projem kazandı” dediğine göre“kazanamayan” diğer projeler nelerdi ve kimler tarafından önerildi? Bunlarıbilmiyoruz. Mimarın bu projedeki rolü nedir? Ne amaçla kullanılacağı belliolmayan bir yapı için nasıl tasarım yapabilir? Acaba bu işi ondan daha iyiyapacak başka mimarlar yok mudur? Bu sorular “anonim” bir kamu anlayışıiçinde konumlandırılan projenin öznelliğini nasıl gizlediğini ve şiddetüretimine nasıl aracılık ettiğini gösteriyor.Ayrıca geçmişte yıkılmış olmasının bazı çevrelerde yarattığı duyarlılık (mesela“İnönü yönetimi, bu tepeden inmeci modernistler bizim ata yadigarlarımızı bilerekortadan kaldırdılar” tezi) yalnızca bu şekilde mi temsil edilir? Bunun inşaat yaparakbir yeşil alanı yok etmek dışında başka yolları yok mudur? Geçmişte gerçekleşmişbir yıkımı telafi etmek için yapılacak tek şey onu bir imar hakkı <strong>olarak</strong>değerlendirmek midir? Kışla inşa etme fikrini de bir kenara koymadan, dışlamadanbirçok farklı yaklaşım olamaz mı? Bir mimar nasıl “Ben kamu otoritesini arkamaaldım, benimkinden başka bir fikir olamaz” diyebilir? Ama gördüğünüz gibimuhakeme gerektiren mimari bir sürecin üzerinden atlanıyor ya da bilerek ihmalediliyor ve karar doğrudan kamu otoritesinin üzerinden konuşuluyor. Mimarlığın,deneyselliğin, kamusal niteliğin buharlaştığı bir noktadayız.Görüldüğü gibi bir şirketin yapılan göstermelik (“üç yerden teklif getir, endüşüğü seninki olsun ve kazansın” yöntemi) bir ihaleyle bu proje işini almışolmasının tamamen bir zırvalıktan başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz.Seçilen mimarın muhtemelen yönetimle çıkar ilişkileri olan, sırları paylaşan,uyumlu ve mimari kaprislerini sergilemeyecek bir kişi olmasına dikkat ediliyor.Buna karşılık şiddetle bastırılan sivil deneyimi, Gezi'yi yeniden kamusallaştırmagirişimi <strong>olarak</strong> değerlendirmek mümkün. Daha önce olağan koşullar içindeçevik kuvvet tarafından işgal edilen, otopark yapılan, spor alanlarının üzerineotel inşaatı yapılan, kamuya açık kültür kuruluşları özelleştirilen ve dermeçatma projelendirilen bu alandaki kamusal modele bir alternatif ortaya çıktı.Parkın sivil toplum tarafından kullanımı, kütüphanesi, bostanı, televizyonkanalı, piyasa dışı marketleri ile bir sorun <strong>olarak</strong> değil, çözüme dönük adım<strong>olarak</strong> okunmalıydı.Bu müteahhitlerle, yatırımcılarla kararlaştırılan bir dönüşüm değil, bağımsızinsanların, piyasa mekanizmalarından bağımsız gerçekleştirdiği bir oluşumdu.Bu kriz her iki açıdan da, hem demokratikleşme hem de alternatif bir kullanımbiçimini ortaya koymasıyla İstanbul’un gerçek bir dünya kenti olduğunugösterdi. Gezi Parkı projesi konusunda burada eski siyasetin öğelerininyanında yepyeni bir durumun ortaya çıktığını düşünüyorum. Hatta eskiöğelerin yeni bir karışım içinde, birlikte yeni bir deneyim gerçekleştirdiğini. Bugelişmenin geri alınamayacağını, tarihten silinemeyeceğini düşünüyorum.Mimarlık alanının imha edilmesine karşı, yalnızca profesyonelleri değil,toplulukların yaşam çevresiyle ilgili kararların katılımla gerçekleşmesi,düşünceyi ifade özgürlüklerinin güvence altına alınması için meslek örgütlerininde sorumlulukları bulunduğunu düşünüyorum. Bu nedenle meslek örgütlerininişlevlerini yalnızca itirazla sınırlandırmaması, kamusal işleyiş üzerinde etkiliolmasını talep etmemiz gerekir. Mesleki alanın yalnızca ulus-devlet üzerindenişleyen merkezi politikalara endekslenmesi politik bir durum değil.Bugün kent ölçeğinde bir araya gelmenin, üstelik de siyasal alandaki kimlikseltasarımlarını öne çıkarmadan, dışlayıcı olmadan, soylulaştırıcı dikey harekettengüç almadan farklı siyasal hareketlerin de bu forumlarla iletişim içindeolmasının merkezci politikayı dönüştürebilecek bir gelişme olduğunudüşünüyorum. Bu gelişme yaklaşan yerel seçimler için de bir fırsat <strong>olarak</strong>görülebilir. Bu gelişmeyi anlayan bir belediye başkanı adayının ortaya çıkmasınıve merkezci politikayla barışçıl ilişkiler içinde göbek bağını kesmesini hepbirlikte tahayyül edebiliriz. Kentin enerjisini dışlamayan, insanları eşya gibigörmeyen bir yönetim çok şey kazandırır.


Mİmarlığın MücadelesİKutlu İnanç BalTaksimle ilgili 2011 yılında seçim çalışması kapsamında yaptırılmış tepeden inme,nitelik yoksunu ilk imajlar medyada yayınlandığında hepimiz hayal kırıklarıyla bezelişaşkınlık geçirmiştik. Yazan, çizen, konuşanlar oldu elbet. Taksim DayanışmaPlatformu kuruldu, sosyologlar, şehir plancıları, siyaset bilimciler, mimarlar tepkiverdi. Mimarlar Odası, dernekler, sivil toplum kuruluşları bildiriler yayınladı. Hattaçoğu zaman- iki tanesinin bile bir araya gelmesi mucize - 40 mimar açık mektupyayınladı bir sene önce.Lakin çoğumuz, süregelen mantık dışı ve hezeyan dolu gündem akışının getirdiğibezgin umarsızlıkla karşıladık olan biteni. Ne de olsa, yöneten değil hükmeden,hizmet etmek yerine sömüren, iletişim kurmak yerine emreden erke hepimiz uzunsüredir boyun eğmekteydik. Uzun süren baskılar birikim getirirmiş zira. Hadsınırları içinde kabaran bir çığ gibi birikirmiş meğer bunca zaman.Doğrudur; üç-beş ağaç değil halen süren tepkilere tek sebep, Topçu Kışlası ya daAKM de değil. Ama çok iyi biliyoruz ki bu kez kent, doğa ve mimarlık her şeyinbaşlangıcı. Belki ilk defa ülke gündemi bu kadar mimarlıkla ilişkilenir oldu.Gezi Parkı kurtarılana dek, bundan sonra kentlerle ilgili verilen kararlar tamamenşeffaflaşana dek, kentin kaderini kentli belirleyebilene dek mücadele mimarlıklailişkili olacak.Mimarlar için, toplumla ve gündemle temas edebilme fırsatıdır bu. Yanlış giden birşeylerin düzeltilmesinde rol alma, gerçek anlamda toplumsal inisiyatif alabilmeihtimali…Belki de ilk kez mimar olduğumuz için haklı gurur duyabilme şansı…Master Plan GereklİlİğİHasan ÇalışlarHİçbİr Şey YapmamakOnat ÖktemTürkiye’de birçok ilde yeşil alanlar ve parklar insanların kolayca ulaşamayacağıyerlere konumlandırılır. Aslında birçok belediyenin seçim politikalarında listeninen başında yer alır. Maliyeti düşüktür, bir altyapı gerektirmez. İnsanların orayıkullanmasının da önemi yoktur. Üst geçitler gibi bir hizmet göstergesi <strong>olarak</strong>niteliklerinden çok sayıları önemlidir. Yapılan parkların hiçbiri park işlevigörmez, fakat biri hariç bir parkta olması gereken tüm öğeleri barındırır. Ama oeksik bir öğe, kullanıcı olduğu için diğerlerinin var olması da anlamını yitirir.Ankara’da da durum aslında çok farklı değil. Parkı sadece çim, birkaç ağaç vebanklardan ibaret gören, peyzaj anlayışı refüjlere çiçek dikmekten öteyegeçemeyen bir zihniyetten kent içindeki yeşil alanların önemini anlamasınıbeklemek de naiflik olur. Bu sebeple parklar artık haftasonu taşıtlaulaşabileceğimiz alanlara dönüşmeye başladı. Kent içinde nefes alabileceğimiz,oturup dinlenebileceğimiz, bir araya gelip tartışabileceğimiz alanlar bizdenuzaklaştırılıyor. Günün her saati ulaşabileceğimiz alanlardan sadece hafta sonukullanabileceğimiz, belki de hiç gitmeyeceğimiz alanlara dönüştürülüyor.Refüjlerdeki düzenlemelerden de anlaşılabileceği gibi kullanımının da bir önemiyok. Yeşil artık bir süs öğesinden ibaret görülüyor.Fakat son dönemde Gezi Parkı’nda yaşananlardan sonra herkes kent içindekiyeşil alanların potansiyellerini keşfetmeye başladı. Ankara’da Kuğulu Park içinde aynısı geçerli. Yapıldığından beri belki de hiç bu kadar farklı kullanıma evsahipliği yapmamıştır. Atatürk Orman Çiftliği’nde yaşananlardan sonra ilerdeaynı tartışmalar Kuğulu Park için de yaşanacağa benziyor. Ama artıkkaygılanmak için bir sebep göremiyorum. Hep adına konuştuğumuzkullanıcılar hiçbir tasarımcının hayal edemeyeceği çeşitlilikte bir kullanımönerdiler ve onu yaşattılar. Artık kamusal alanlar kendi kullanıcıları tarafındantekrar tasarlanıyor ve sahipleniliyor. Kent içi yeşil alanların nasıl tasarlanmasıgerektiğinin programı yazılıyor.Bu süreçte mimarların tek yapması gereken şey hiçbir şey yapmamak! Böylecebu yaşananlardan belki biz de bir şeyler öğrenebiliriz.Gezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 50Bu tür olaylarda tekil konular üzerinden hareket etmenin doğru bir yaklaşımolmadığını düşünüyorum. Gezi Parkı olaylarında Topçu Kışlası’nın yenidenyapılmasının konuşulması ne kadar akıl dışıysa, İstanbul’un en önemlimeydanının makro düzeyde bir planı olmaması da o kadar inanılması güçbir durum. Gezi Parkı Taksim Meydanı’ndan ayrı düşünülemez. Mutlaka birmaster plan yapılması gerekiyor. Taksim Meydanı’nın bir düzenlemeyeihtiyacı olduğu aşikar. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar turistik ve önemlibir meydan aynı zamanda ulaşım merkezi <strong>olarak</strong> kullanılmaz. Oysa TaksimMeydanı’nı da konu eden yapılmış en son master plan, halen üzerindekiparkı tartıştığımız Prost planı. Bu plan yıllar içinde özellikle Hilton ilebaşlayan ve Kongre Vadisi ile devam eden bazı müdahalelere maruz kalmışolsa dahi İstanbul'un en kimlikli ve ölçekli caddelerinden biri olanCumhuriyet Caddesi'ni hayata geçirmiş ciddi bir omurga. Buna karşılık buplanın en önemli noktası ve başlangıcı olan Taksim, noktasal müdahalelerlesanki akapunktur gibi bir tedaviyle yönetilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla şuandaki plansız, programsız hatta gizli kapaklı yapılan bütün uygulamalarıson derece demode buluyorum. Parkı, meydanı, kültür merkezini, caddeyiayrı ayrı tasarlayıp sonra Lego gibi birleştiremezsiniz. Ayrıca kentlerinkendilerine göre ortak bir hafızaları vardır ve binaları yıkmak, parkları yoketmek, bazılarını yeniden yapmak, o hafızayı yok eder. Tarihin, yöneticilerintercihlerine göre yeniden yazılması kentlerin meydanlarına yapılacakmüdahalelerle olmamalıdır. Karar vericilerin sadece rasyonel değil duygusal<strong>olarak</strong> da ne kadar yanlış bir noktada durduklarını, herhalde bugün gelinen“direngezi” ruhu onlara anlatacaktır.Sorgulamadan UygulamayaZumbara*Doğanın ve insan ilişkilerinin neredeyse tamamının para karşılığı alınıp satılırolduğu günümüzde, hayat tüketilebilecek bir ürün <strong>olarak</strong> karşımızda dururken,para ve zaman algımızı tekrar ve tekrar sorgulamamızı sağlayan Zumbara içinGezi Parkı'nda bulunmak, sorgulamaların uygulamaya döndüğü bir gerçeklikti.Gezi Parkı'nda Zumbara vizyonunu yaşadık kelimenin tam anlamıyla 20 günboyunca. İnsanların zamanı özgür bıraktıkları, parayı şükranın ifadesi <strong>olarak</strong>kullandıkları, birlik, bütünlük ve bolluk bilinciyle armağan kültüründe yaşadıklarıbir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz diyorduk ya, işte Gezi'de budünyayı yaşadık biz.Gezi’de hayat cömertlik üzerine tasarlanmıştı. Kütüphane, mutfak, itfaiye,bostan, revir, atölyeler dayanışmanın kendi kendine ne kadar çabuk örgütlühale gelebileceğini gösteriyordu adeta. Hepimizin değerli hissetmeye ihtiyacıvar diyoruz ya hep, Gezi’de bütünün hayrına ben ne verebilirim diye kendinesormaktaydı herkes. Kendimizdeki en iyiyi başkaları ile paylaşırken, kendimizideğerli, özel ve iyi hissediyorduk.* Para yerine zamanın kullanıldığı sosyal paylaşım ağı, www.zumbara.com


#Dİren-en-MEKAN; Gezİ Parkı’nda Kamusal Mekanın Yenİden Artan Materyal DeğerİMurat Çetin*Geniş toplumsal tabakaların vaktiyle ötekileştirdikleri diğer tabakaların çok dahafazla ihtiyacı olan kamusal bir alanın gaspına engel olmak üzere onlara destekolmaya karar vererek, tekrar açık, kamusal, yani kentsel alana inerek, sadecekendileri değil "herkes" için "kent hakkı" arama mücadelesini vermeye kararverdiklerinin bir göstergesidir Gezi Parkı olayları. Ve inanıyorum ki kentleşmetarihimizde de önemli bir kırılma noktası olacaktır. Kamusal alanına sahip çıkmaküzere müzik, dans, kitap okuma gibi eylemlere dayalı etkinlikler düzenleyen birtopluluğun, kentsel mekanla kurmaya başladığı yeni ilişki biçimi oldukçatehditkar bulunmuş olmalı ki (ve bu endişenin pek de yersiz olmadığınıgeldiğimiz şu noktada çok da net görüyoruz), bu yeni kentsel mekan kullanıcılarıburayı terk etmeleri için sabaha karşı ağır bir müdahaleye maruz bırakıldılar.Kamusal alanın, haksız ve usulsüzce özel alana devri girişimine duyulan kitleselbir tepki, mekana ve onun elinden alınmasına dair direncini, yine mekansal araçve yöntemlerle gösterdi. Post-modern dönemin genel atmosferine uygunbiçimde, sosyal medyada ve dijital ortamda başlayan bir direniş, 21. yüzyılın ilkçeyreği içinde ve İstanbul gibi küresel bir kentin tam da orta yerinde, birdenbireoldukça somutlaşmış, fizikselleşmiş ve arkaik, hatta ilkel bir görünüm alıyor veçok temel bir toprak mücadelesi haline dönüşüyordu.Post-modernite bağlamında bakıldığında görülen, uzun süredir asal değeriniyitiren "mekan"ın tekrar maddesel değerini geri kazanıyor olmasıdır. Dolayısıylamekan, artagelen imge değerinin yanında giderek gölgede kalmış olan fizikideğerini yeniden kazanmış oluyor. Ayrıca, Gezi Park'ı direnişi bizlere mekanın nekadar karmaşık örüntülerden oluşan (rizomatik) bir yapısı olduğunu, basittanımlamalarla anlaşılıp, çözülemeyeceğini, ve tabi ki yönetilemeyeceğinigösterdi. Sadece kolluk gücüyle hakim olunmaya çalışılan bir kamusal parkınçeşitli örüntülerle İstanbul’un 40 civarındaki parklarında yeniden canlanmasıbunun en belirgin kanıtıdır.Yaklaşık üç haftalık bir süreçte hemen tüm kentsel kuramların sergilendiği birmimarlık dersine dönüşen bu Gezi Parkı deneyimi, çok öğreticidir. Güç ve mekanilişkileri çerçevesinden bakıldığında, muktedirin konvansiyonel araçlarla mekanüzerinde hakimiyet kurmasının kalıcı olmayacağı, çağdaş araç ve örüntülerinkentsel alanın yeniden kamusal mekana dönüşmesini sağlayacağı aşikardır. Budireniş politik ve sosyolojik bir devrimin öncülü olduğu kadar mekansal birdevrimin de habercisidir. Bu olaylar siyasi açılımlarının yanı sıra mimarlık ve kentbilimi üzerinden bakıldığında yeni kuşakların artık kentsel mekanlarına sahipolduğunu göstermiştir.* Doç.Dr., Kadir Has Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı BölümüGezİ Parkı 51 XXI - tem/ağu 2013dışarı atılan gezi parkı direnişçilerimekansal mücadele safhaları


Gezİ Parkı’nda bİr “Sırça Köşk”Yağmur Yıldırım“Ret nöbeti” ile fitili ateşlenen, dev bir algı kırılması ile bunun çağlayışı olantoplumsal patlamada Uğur Tanyeli’nin söylediği gibi; “Dünya tarihinde ilk kezmimarlık aracılığıyla isyan ediliyor.” Ne var ki, ofislere hapsolmuş “döşemeplanları”na Gezi’deki çadırlardan kafa tutan mimarlık eylemi kendine çığıraçıyordu. Kışla projesinden “barok açılımı”na haftalardır gündemin başını tutanmimarinin aksine tüm bu süreçte mimarlar, her zamanki sağlam ve vakurduruşlarının “o yer”inden birkaç metre öteye sesini duyuramayan, astigmatınıatamamış gözlere silik karakterlerden öteye gitmeyi başarabilmiş değil. Eldekiiğneleri batırma arayışından önce, bu muazzam ikilem ve Gezi Parkı direnişininortaya çıkardığı yeni toplumsal dinamikler arasında kurulacak analojiyle“mimarlık üzerine düşünmek” için güncel bir platformun acil gerekliliğigörülebilir.Günümüz izole hayat tarzına karşın toplumda minimum mahremiyete sahipolma sorunsalında Gezi Parkı ile oluşan yeni duruş, ortak paydada birleşen bireyigözetiyor. Buradaki “birey” kavramı günümüz algısıyla -modern çağınbaşlangıcından itibaren bireysel kökeni ile birlikte anılan- mimarlık eylemiüzerinden okunacak olursa, süreç boyunca iyi niyetli bir çabayla bireysel <strong>olarak</strong>“etkide bulunmak için bir eylem” arayışındaki mimarlar için belki de asıl sorununkendileri hakkında olduğuna varılabilir. Bu arayışta kendi kendilerine yardımedebilecekler mi? Varoluşundaki sonsuz yaratma arzusu, bu noktada benliğiyleçelişkiye düşüyor. “Bir yapının artık neden ve kim için yapıldığı unutulmuşdurumda.” diyor Toyo Ito. Mimarın “Doğru yapının doğru yerde kendiliğindenoluşabilmesi için”, günümüz dünyasının yıldız mimarların gösteri alanınadönüşmüş sahnesinde, belki de mimari egosundan vazgeçerek, kendisiyleuzlaşıya varması gerekiyor.En genel şekilde “insan gereksinimlerini barındırmak üzere fiziksel çevrenindüzenlenmesi” <strong>olarak</strong> tanımlanan mimarlık eyleminin, güncel bağlamda bununötesine geçişi ile 22 Haziran’da gerçekleşen müdahaleye kadarki Gezi Parkı’ndageçerliliği ve gerekliliği sorguya açık. Tüm bu süreçte Gezi Parkı’nı “işgal eden”insanlara dahil olup parkı ve oradaki günlük yaşamı deneyimleyen mimarlar,tamamen “yeni bir yaşamdaki yeni bir mimari”nin bu genel geçer tanımlarameydan okuyan mekanda, oradaki insanlar arasında kaçınılmaz bir şekildekendiliğinden şekillenmiş olduğunu gördüler. Sou Fujimoto’nun Japonya’dakidepremin ardından söylediği gibi; “Herhangi bir akıma veya stile ait olmayan, buevrensel mimari insanların hatıra, deneyim ve umutlarıyla kurduğu sayısızbağdan kaynaklanıyor. Bu bağlantılar bir yapı şekline ancak burada bürünebilirdi,böylece bir kez daha insanlar mimariyi şekillendirmiş oldu.”Gezi Parkı direnişi, yeni kent okumalarının elzemliğini hatırlatarak, belki deherkesten çok mimarları, günümüz ve geleceğin toplumu üzerine yenidendüşünmeye çağırıyor. Getirdiği tüm sorularla birlikte, gelecek için umudu temsilederek, izlenecek yollar üzerine alternatif algılar yaratıyor. Bir düşünce kuruluşu(think tank) <strong>olarak</strong> mimarlık ile sosyal varoluşunun getirisi “farkındalık yaratma”yıgözeten bu duruş, aynı zamanda “sırça köşk”lerinden çıkarak çoktandır yüzünüçevirdiği sokaklara tez zamanda (geri) dönmesi gereken günümüz mimarlarınıntoplumsal konumlarının da bir (öz)eleştirisi <strong>olarak</strong> nitelendirilmeli.Mİmarlar OlmadanYelta KömGezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 520.Bu yazı sıralı bir akışla ilerleyemiyor, belki de tüm durumun havasından böyle.#direngezi gibi biraz parçalı, merkezi dışlayan, birçok küçük merkezi ve parçasıolan bir yazı.1.“Sabah 04:00 gibi... Ertesi sabah ofise döneceğim diye gece eve döndüm,parktayken bir huzursuzluk vardı içimde ama bambaşka bir deneyimdi, buraya birşey olmaz herhalde, zaten baksana kaç kişiyiz ki, Hrant’ı anan kaç kişiysek okadarızdır dedik -öyle değilmiş- . Uykuya direnmeye çalışıp, telefondan twitter’abakıyorum. Sonra sabah ezanı ve hızla gelen tweetler... Müdahale oluyordu,sonrasında uyku tutmadı zaten, sabah kalktım parka gittim tekrar, sonra tekrar,sonra gidebildiğim kadar, tekrar, tekrar, tekrar.”2.-There is a light that never goes out- 1Neredeyse bir buçuk sene önce hiç birimizin aklına gelmeyecek bir şey olduGezi’de. Kamusal alandan başlayan hikaye, her yere yayıldı. Kimileri "Bir birikiminsonucu." dedi, kimileri "Üç-beş ağaç için bu kadar olay mı çıkarılır?" dedi. Birçokkişi ilk defa şiddeti birebir yaşadı, yeni taktikler geliştirdi. Dışarıya çıktı herkes,nerede ses varsa, nerede insanlar varsa, bir arada olmanın dayanılmaz hafifliğiniyaşamak için dışarıya çıktı insanlar.-Where there's music and there's people and they're young and alive-Kamusal alanda başlayan bu mücadele, yine kamusal alandan gücünü alarak,dağılarak güçlenmeyi öğrendi. Parklarda forumlar başladı, biz diyenler, siz diyenler,bunlar diyenler, hepimiz herkes demeye başladı. Kamusal alanda herkeslebuluşmak hepimize iyi geldi.-And if a double-decker bus crashes into us , to die by your side is such aheavenly way to die -3.Bu süreç, mimarlık açısından bakınca ne kadar gurur duyulacak bir şey gibi dursa da,mimarlar olmadan da neler olabildiğini anlık ve yerinde ürettiği direniş mimarisi ileortaya koydu. Her şey orada üretildi, tasarlanmadı, düşünüldü. Ve eyleme geçildi,beraber yapıldı, işlendi.Ki zaten #direngeziparki tüm gücünü mekansallaşan eylemden aldı. Sözün dışındamekansallaşmaya başladıkça, eylem kalıcı olmaya, eylemin direnci artmaya başladı.Artık boşluğu dolduran sözler yerine, mekanı kullanan eleştirel eylemlerin yıldızınınparladığı günlerdeyiz. Tüm eski paradigmanın kaydığı bir vakitte, gökyüzündegeleneksel tüm söylemlerin kayışını izlemek farkında olan herkese büyük zevk veriyor.4.Şimdi mutabakat vakti, katman katman birleşeceğimiz, birbirimizi, hepimizianlamaya çaba göstereceğimiz zamana geldik. Kent üzerinden buralara gelmekuzun zaman aldı. Bize düşen daha proaktif olmak, soru sormak, dinlemek,anlamak, ikna etmeden karşılıklı ortak yolu bulma çabasını göstermek vevazgeçmemek.Gezi Parkı’ndaki serbest kürsünün son sözleri buraya not olsun : “Özgürlüğümüzbize önderlik etsin, yaşasın özgürlük!” 21 The Smiths şarkısı There is a light that never goes out2 Herkes İçin Haber Ajansı HİHA, Gezi Parkı'nda Serbest Kürsü, http://www.youtube.com/watch?v=p_iBrhBPbKs


Gezİ Parkı Dİrenİşİnİn Mİmarİ ÖlçeğİYuvacan AtmacaGezi Parkı direnişinin altüst ettiği birçok tanım var. Direniş öncesinde çokrahatlıkla kullandığımız birçok tanım ve genellemeyi artık yeniden ele almakdurumundayız. Direniş ile birlikte mimari söylem içinde yer alan “kamusal alan”tanımı da benzer bir dönüşüm geçirdi. Direniş öncesi ortamda yapılmayaçalışılan her kamusal alan tanımı aslında asla gerçek <strong>olarak</strong> yaşanmamış birdeneyimi varsayma çabası imiş.Mimari projelerimizde üzerine en heyecanlı fikirleri ürettiğimiz, hakkında tezleryazdığımız kamusal alan, donmuş bir temsil alanı olmaktan çıkıp planlanmamış,projelendirilmemiş, anlık ortak bir deneyimle yaşanan ve asla temsili halegetiremeyeceğimiz bir his <strong>olarak</strong> belirdi. Ve biz şimdi alışık olduğumuz temsilaraçları ve bir türlü görünür hale getiremediğimiz bu his ile ne yapacağımızıbilemiyoruz.Birçok video, çizim, görsel tanımlama ve kaydetme çabası ile bir türlü temsiledemediğimiz bu his, mimarlar için bir tür eksiklik hissini de beraberinde getirdi.Direniş içinde yaşanan, yaşandıkça yeni deneyimleri kendi içinde doğuran“kamusal deneyim” mimarlar için de coşkulu bir deneyim idi fakat alışkınolduğumuz temsil alanları içinden ele alındığında, yaşattığı eksiklik hissi ile tuhafbir çelişkiye neden oldu. Her şey dilimizin ucunda ama ne söyleniyor, ne deyutuluyor…Mesleki alışkanlıklarımıza ve tanımlama sistemlerimize başvursak da hepsigeçersiz. Belki bu deneyim birçok tez, birçok proje doğuracak ama “aslı” sadecebu deneyimi yaşayanların ortak belleğinde kalacak. Biliyoruz ki, bu deneyim nemimari bir projenin sonucu olabilir, ne de bir mimari projede sabitlenebilir. Dahada tuhaf olanı; kendi uzmanlık alanımız içinde gördüğümüz kamusal alan, bizimdışımızda ve öngörülmeden yaşandığında da, bizler mimar <strong>olarak</strong> bu deneyimiçinde varlık gösteremedik. Mimarların direnişin başlangıcında oynadığı rolönemli olmakla birlikte, direnişin deneyimindeki varlıkları resmi itirazlarının vebildirilerinin ötesine geçemedi. Bu süreçte, kamusal alan içinde en belirginmimari üretimler ise mimar olmayanlar tarafından gerçekleştirildi. Ve buörneklerin çoğu, projelendirilmeden ve temsil araçları ile temsil edilmeaşamalarına tabi tutulmadan, o anda, o zaman içinde inşa edildi vedeneyimlendi. Sadece temsili proje ölçeğindeki bir deneyim alanı içinehapsolmuş olan bizlerin ilk aklına gelen ise, önümüzde duran bir taşı diğer birtaşın üstüne koymak değil, projeler üzerinden konuşmaktı.Gezİ Parkı 53 XXI - tem/ağu 2013Bu noktada akla şu soru geliyor; “mimari proje ölçeği” dışında, birebir sokaktadeneyimleyebildiğimiz ve gerçekleştirebileceğimiz bir mimarlık hangi ölçekte, netür ilişkilerle, nasıl var olabilir?


Gezİ Parkı Nasıl Bİr Örnek Oluşturabİlİr?İpek Yada Akpınar*Gezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 5412 Haziran 2011’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesi açıkladığıkışla düşü ve 16 Eylül 2011’de Taksim Yayalaştırma Projesi’nin 1/1.000 ve 1/5.000ölçekli planlarının Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde oy birliği ile kabuledildiğinden beri mahallemiz Taksim, sözde “kentsel dönüşüm” projesiyleradikal bir tehdit altında(ydı). Türkiye’nin meydanı, kapalı kapılar ardında alınanmerkezi ve baskıcı kararlarla, kamusal bir parktan kapalı ve özel bir yapıyaçevrilme sürecinde(ydi). 1930’larla adeta "ideolojik bir savaş" yaşayan merkeziyönetim, günlük hayatın parçası haline gelmiş, kamusal belleğin önemli birmekanını "dönüştürme" azminde. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Ahmet HamdiTanpınar (1961) iki uygarlık, iki değerler sistemi arasında bocalayan Türktoplumunun ironik tablosu çizer. Genelde geçmişe bakışımız bu hikayedeaktarıldığı gibi "müzeleştiren bir bakış". Ya "müzeleştirerek" ya da "yıkıp yaparak"yeniyi de hayattan koparıyoruz. Taksim'de, kentliyi sürece dahil etmeden devameden tepeden inme süreç, Uğur Tanyeli'nin deyimiyle "histiografik" bir sorun.Binaları yeniden yaparak geçmiş yeniden inşa edilebilir mi? Bu, geçmişinsorunsuz olduğu sorunlu bir duruş. Walter Benjamin'in Nazi Almanya’sıbağlamında da belirttiği gibi bu türden bir estetizasyon yaklaşımı "totaliter birtavır". Bu proje ve beraberindeki kentsel dönüşüm uygulamaları, kentlininisteklerini ve kentliyi yok sayıyor.Ve tam da bu noktada, Taksim-Gezi dahil, her türlü ölçekteki kentsel kararlardandışlanan kentli, mahalleli ve meslek insanı <strong>olarak</strong> bu süreçte tarafız...Mahallemizdeki Haziran ayı başındaki üç haftaki deneyimle yeni bir faz ve yenibir dil/alfabe yaşama geçti diye düşünüyorum. Henri Lefevbre’in deyimiyle "soyutmekan"dan "somut mekan"a geçişi yaşadık ve bunun bizim için kritik öneminikavradık. Kent sosyolojisinden esinlenen derslerimizde New York, Paris, Londra,Latin Amerika üzerinden aktardığımız örnekler bizzat burada, mahallemizdegerçekleşti: Farklı diller, sesler ve renkler karşılaştı, buluştu, görünür oldu,görünür olduk. Bu çerçevede "kamusal mekan"ın olumlu anlamıyla "çatışma veçarpışma" potansiyeli ortaya çıktı. Otoriter ve baskıcı tavrını mekan üzerindenuygulayan merkezi yönetime kentliler yanıtlarını yine mekan üzerinden, yalın venet bir biçimde mizahla çevreleyerek ilettiler. Mekan üretimi açısındanbakıldığında, Gezi Parkı’nda, birlikte üretilen, paylaşılan, hata yapılan ve hatalarınbirlikte düzeltildiği bir deneyim süreci yaşandı. Gezi Parkı, birkaç ağacın, parkolmanın çok ötesine geçti. Süreçte kalıcı toplumsal ve kültürel kazanımlar eldeedildi. Her şeyden önemlisi bu olağanüstü halk hareketinin ve kentsel deneyiminparçası olmak, demokratik bir gelecek için umut yarattı.Bugün beklenen; Başbakan’ın kentlilerin hassasiyetini anladığını, kıymet verdiğini,samimiyetle talepte bulunan insanlara verdiği değerin bir yapının ısrarındanönemli olduğunu düşündüğünü söyleyebilmesi. Bunu hiçbir siyasi kompleksekapılmadan yaptığını, kendi ısrarından vazgeçerek parkın park <strong>olarak</strong> korunmasıfikrini onayladığını, konunun devamını yerel yönetime bıraktığını beyanedebilmesi.İşte tam da bu noktada Gezi Parkı, birlikte yaşama anayasasının fizikiizdüşümüne dönüşebilir. Gençlerin hınzır, ezber bozan yaklaşımları, mimarlıkkentseltasarım alanında da ilham kaynağı olabilir. Gündemdeki sorular: Tümbu deneyim ve kazanımların ışığında yerel ölçekte, üç belediyenin kesişimnoktasında yer alan 50 hektarlık mahalle parkımızda nasıl bir yaklaşımuygulanabilir?Çok sesli, renkli, çoğulcu, eşitlikçi bir katılım sureci nasıloluşturulabilir? Fiziksel ve sosyal anlamda steril-hijyenik kalıpların dışınaçıkarak, kent ekolojisinden kültür ekonomisine birçok disiplini alışıldıksınırlarının dışına nasıl taşıyabiliriz? Sokaktaki kentliden yukarıya organizasyon,örgütlenme modeli oluşturulabilir mi? Mahalleliyi, yereli, kentliyi, vatandaşıyani Ayşe teyzeyi ve Ahmet amcayı katarak, mahalle forumlardan beslenerek,farklı paydaşların görüşleri alınarak entegre ve deneyimsel hınzır bir süreçoluşumuna nasıl katkı koyulabilir? Yerel yönetimler ile kentliler bir aradapark(larda) forum düzenleyebilir mi? Cenk Dereli’nin deyimiyle ,“tasarımcıların, semt sakinleri için tasarladığı değil, semt sakinlerininfikirlerinin tasarımcılar tarafından tercüme edildiği bir eylem alanı”oluşturulabilir mi? Gezi’yle birlikte yeni bir dil, yeni bir davranış biçimi oluştu.Bu, gelecek için demokratik bir kent yaşamı tariflemeye olanak sağlayabilir mi?Farklı paydaşlar arası müzakere ortamı nasıl temin edilir? Gezi’de yaşananların,forumlardan elde edilen geribeslemeler üzerinden, Gezi Parkı üzerinden kentiçin barışçıl bir dil, iklim, atmosfer üzerinden “oluşum süreci, kentselsenaryosu, işletim modeli” ile örnek oluşturması nasıl sağlanabilir? Kısacasıkendimize özgü bir süreç Taksim-Gezi’de nasıl yaşama geçirilebilir? Taksim-Gezi’deki böylesi deneysel ve bize özgü süreç, demokratik kamusal mekanlarınoluşumuna örnek teşkil edebilir mi?Siyaset, Korhan Gümüş’ün hep vurguladığı gibi, iktidarın kullanılması değil,görünmez olanın görünür kılınması, yeni sosyal aktörlerin ortaya çıkmasıdır. Bukarşılaşma, siyasetin mimarlıkla, sanatla karşılaşması, siyasetin “estetizeedilmesi” ya da “süslenmesi” değil, ezber bozan bir biçimde dönüştürülmesi,yeni bir dil ve alfabe ile çoğulcu bir biçimde yapılandırılmasıdır. Siyaset, kamusalmekandaki karşılaşma, çarpışma, çatışmanın yok sayıldığı, ertelendiği değil;görünür kılındığı ve dönüştürülmeye çalışıldığı anda ve yerde başlar.*Doç. Dr., İTÜ


ParkKerem PikerHep söylenir, İstanbul'un doğru düzgün bir imar planı bile yoktur diye. İhlallerle,ihmallerle, suistimallerle delik deşik olmuş bir plan var karşımızda. Üçüncüköprü bile planda yoktu, belki bilirsiniz, hani şu geçenlerde temeli atılan,kendinden çok ismi konuşulan köprü.Anayasası olmayan bir ülkede yaşandığı gibi pekala imar planı olmayan birşehirde de yaşanabilir belki de, kim bilir? Derdimiz bu olsaydı...Geçtiğimiz günlerde İhsan Bilgin 1 yazdı, Dolmabahçe Sarayı'nın etrafında sarayıkorumak üzere bu defa surlar yerine kışlalar inşa edilmişti; işte 2 numaralı parkalanı, bu kışlaların arasındaki boşluklara, kısmen de kışlanın boşalttığı alanlarüzerine kurulmuştu diye. Parkın içerisinde şehrin tamamına hizmet edecekkamusal araçlar, stadyum, açık hava tiyatrosu ve sergi sarayı inşa edilecekti.Ancak o melun park bir türlü arzulandığı gibi kamusallaşamadı herhalde ki,1950’lerden itibaren birer birer otellerin işgaline uğradı. 1950’li yıllarda iletişimaraçları bugünkü kadar gelişkin değildi, ancak yine de Hilton yapısının parkıniçerisinde inşa edilmesine itiraz edilmesi beklenebilirdi; kentliler bu inşaattanpekala haberdardılar. Neden seslerini yükseltmediler?Hilton Oteli'nin Maçka Vadisi’nin sırtındaki en kalın dilime yerleşerek parkı ikiparçaya ayırdığını söylemek herhalde yanlış olmaz.1960’lı yıllarda bu kez Sheraton Oteli parkın Taksim tarafında kalan bölümünübüyük porsiyonu Harbiye yönünde kalacak şekilde ikiye böldü; bu daha önceöngörülemeyen bir sonuca yol açtı; bugün Gezi Parkı <strong>olarak</strong> bilinen parçayıProst’un büyük parkından kopardı. Bu kopuş kendi başına bir kentsel artifakt<strong>olarak</strong> bugün bildiğimiz Taksim Gezi Parkı'nı doğurdu. 1990’larda Hyatt Oteli,2000'lerde Taksim Residences inşa edilerek, Taksim Gezisi’ni Prost'un büyükkent parkından iyiden iyiye kopardı ve parkı Taksim'in bir parçası haline getirdi.Bu kopma belki de, ilginçtir ki Taksim Parkı'nın kurtuluşu oldu.Prost'un parkı kimsenin olamamıştı, ancak Taksim'deki park herkesindi.Peki, Prost'un parkında eksik olan ya da eksik kalan neydi? İpuçları hala MaçkaParkı’nda görülebilir. Vadinin Maçka’ya bakan sırtları, nispeten bir parkhüviyetindedir; ancak vadinin diğer yamacı enikonu bir park olamamıştır. Ziraetrafında parkı kullanacak, birinci elden sahiplenecek konut dokusu son derecesınırlıdır; olanlarsa adeta parka teğet geçmektedir. Parkın çeperleri boyunca yeralan yapıları gözünüzün önüne getirin: Cumhuriyet Caddesi boyunca arkatlanaraksıralanan işyerleri, radyoevi, orduevi, sergi sarayı, askeri müze derken Abdi İpekçiCaddesi'ne dek parkın komşuları konut sakinleri değil. Abdi İpekçi Caddesi, MimKemal Öke Caddesi ve eski Emek Oteli'nden Mühendis Mektebi'ne kadar uzanantopu topu on apartmanı saymazsak... İşte bu iki sokaktan müteşekkil konutmahallesi ile Valideçeşme Mahallesi sakinleri sayesinde parkın Maçka'ya bakantarafları bir park hüviyetindedir. Kent ölçeğindeki bu parkın elbette ki saltmahalleli tarafından sahiplenilmesi beklenmemelidir, ancak parkın bir cazibeunsuru <strong>olarak</strong> mevcudiyetini koruması, etrafındaki konut yapılarına kattığı hemekonomik, hem de sosyal değerin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. CentralPark ve Hyde Park örnekleri konuşulurken ıskalanan bir konu da bu olmalı; ziraher iki parkın da etrafında geniş konut mahallelerinin yer aldığını unutmamaklazım.Peki, Gezi Parkı nasıl herkesin oldu? Ne zaman ki 2 numaralı parktan koptu, ozaman Taksim’in bir parçası haline geldi. Deyim yerindeyse sırtını Maçka'ya,yüzünü meydana döndü. Taksim kimindir? Herkesindir. Taksim bu şehrin nekadar parçası olduysa, Gezi Parkı da o kadar parçasıdır. Taksim Parkı'nınetrafında da meskenler son derece sınırlıdır ancak Taksim’in kendisi, neredeyseülke çapında cazibe merkezi olduğundan, meydan Taksim Parkı'nın çeperindekonut mahallelerinin yokluğunu hissettirmeyecek kadar güçlü bir jeneratördür;küçülen parkın yeni ölçeği de bu jeneratör tarafından beslenecek büyüklüktedir.İşte bu sebeple Taksim Parkı başka türlü bir parktır. Mahallelinin çocuklarınıgezdirdiği bir park olmanın ötesindedir; iddia edilebilir ki büyüklüğü ne olursaolsun metropoliten bir parktır. Kentin tamamına aittir. Azınlıklara da yer vardır,kalabalıklara da. Kentin hasıraltı edilen sakinlerinin de parkıdır; piyasa mekanıdır,çay bahçesidir. Seyrek gelenler için Beyoğlu biraz tekinsiz bir yer gibi gösterirkendisini. Taksim çay bahçesinde ise çay içilebilir. Bu ülkenin her yerinde çayiçilebilir. Taksim Parkı her yerdir.Bugünlerde yaşananlar üzerinde konuşmak için basılı yayın, hele aylık periyotlarlaçıkan dergi, yavaş bir mecra. Bu yazının yazıldığı günlerde mahalle parklarınınsınırlı sayıda dahi olsa mahalle forumlarına ev sahipliği yaptığına tanık oluyoruz.Umalım ki kentli, zamanla imar planlarından önce ve daha gerçek birmutabakatın temelini atar. Bir tür kent anayasası belki; sözlü de olur, ama dahaönemlisi, mutabakat oluşturmanın alternatif modellerini kurgular. Öyle uzunuzun yazmaya da gerek yok, bir kaç madde yeter. Bir arada yaşamaktan başka negelir elimizden?1 www.arkitera.com/gorus/index/detay/gezinin-hayali_-kislanin-hayaleti_/380Gezİ parkı 55 XXI - tem/ağu 2013


Kente Daİr Karar Alma Sürecİ ve Kent HakkıŞevki Topçu*Üç haftadır yaşanan ve halen yaşamakta olduğumuz süreci, sadece kent ve mimarlıküzerinden <strong>okumak</strong> her ne kadar dar bir pencereden bakmak olsa da, eylemlerin çıkışnoktasının kent hakkının savunulması olduğunu unutmamak gerek. Bununla ilgili<strong>olarak</strong> Uğur Tanyeli'nin "Dünya tarihinde mimarlık aracılığıyla itiraz eden ilktoplumsal hareket" tanımlaması akıllara geliyor.Bu sürecin bize öğrettiklerinden ve elde edilen kazanımlardan söz etmeden önce,sanırım sürecin kendisinden bahsetmekte fayda var. Yerel yönetimlerin kentüzerindeki kararları katılımcı bir süreçle ve en önemlisi şeffaf <strong>olarak</strong> ele almasıgerektiği, gerek akademisyenler gerek meslek odaları ve sivil toplum örgütleritarafından uzun süredir dile getirilmekte. Fakat ne yazık ki, şehirlerimizin bu şekildeyönetildiğini söylemek çok zor. Gezi Parkı protestolarının çıkış noktası ve temeldayanağı, işte bu tepeden inme yönetim anlayışı oldu. Tabi burada merkeziyönetimin yerel yönetim üzerindeki etkisini de atlamamak gerekir. Topçu Kışlası'nıihya etme fikrinin, Başbakan'ın -kendi deyimiyle- “hayali” olduğunu açıklamalarındanöğrendik.Sürecin işleyişi şu şekilde özetlenebilir herhalde: Proje geliştiricisi hükümet nezdindeBaşbakan, hayalini yerel yönetimle paylaşır. Yerel yönetim bunu görev addeder vehemen tanıdık mimarlara haber salınır. Eldeki birkaç fotoğrafa ve harita üzerindekilekelere dayanarak restütisyon projesi üretilir. İlgili koruma kurullarından onay alınır.Onay alınamazsa heyecanlanmaya lüzum yoktur çünkü red, reddedilir! İş makineleridevreye girdiğinde hiçbir şekilde dinlenmeyen, görüşleri dikkate alınayan halkoradadır. Nöbet başlar.Yürütme polis eliyle orantısız güç kullanarak parkını, kentini savunan insanları oradanuzaklaştırır. Ana akım medyanın, konuyu haber yapmaması ve/veya yapamamasınedeniyle olan bitenden bihaber olan kesim, sosyal medya üzerinden bilgi sahibiolur. Farklı sebep ve taleplerle yüzbinlerce insan meydanlara dolmaya başlar.Orantısız güç eksik edilmez. İktidar halkın sesine kulak tıkamaya devam eder vesorumluyu açıklar: Faiz lobisi ve dış mihraklar. Bu görmezden gelinme haline birçokilde protesto gösterileriyle tepki gösterilir. İktidar bunun üzerine sanatçılarla ve siviltoplum örgütleriyle görüşür. Bir yandan plebisit derken bir yandan da faiz lobisi vedış mihrakları anmaya devam eder. Protestolar öyle ya da böyle azalır ve farklı birboyuta evrilir. Duran, kitap okuyan, dans eden insanlar ortaya çıkar. Mahallelerde hergece forumlar düzenlenmeye başlar. Sonuç <strong>olarak</strong> kazanan demokrasi olur!Tüm bu yaşanlar sonucunda bugün gelinen noktaya bakalım: Medyadan hepimizintakip ettiği üzere Gezi Parkı'nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından birtakımpeyzaj çalışmaları yapılıyor. Bunu imaj düzeltme çabası <strong>olarak</strong> değerlendirmekmümkün fakat bence daha önemlisi yıllardır hiçbir düzenleme yapılmayan bukamusal alanın artık önemsenmesi. Yöneticiler bir yana, bugün itibariyle Türkiye' dekonuya ilgili <strong>olarak</strong> müthiş bir toplumsal bilinçten söz etmek mümkün. Bu farkındalıkve bilincin, başta Gezi Parkı olmak üzere tüm kent mekanlarının geleceği açısındanolumlu sonuçlar doğuracağına inanıyorum. Nitekim Kadir Topbaş'ın son açıklamalarıda bunun bir örneği. Açıklamayı tepeden inme, dayatmacı ve otoriter anlayıştakikırılmanın bir göstergesi <strong>olarak</strong> görüyorum. En azından olumlu bir adım.Sanırım iktidar sahiplerinin yaşananlardan çıkarması gereken en önemli ders,yaşadığımız şehirler üzerinde karar alınacaksa bu kararın, etkileyeceği insanlarasorulması gerektiğidir. Kentliyi karar alma sürecinin dışında tutmanın hepimiz içinolumsuz sonuçlar doğurduğu artık tecrübeyle sabit. Bugünden sonra kent mekanınayapılan müdahalelerin dayatmacılıktan uzak, katılımcı ve şeffaf bir anlayışlayürütülmesi umuduyla...* ÖğrenciGezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 56Gezİ Dİrenİşİ Bana Ne Anlatıyor?: Demokratİk Tıkanma ve Sarkastİk AçılımUğur TanyeliSayısız şey anlatıyor, ama en fazla hoşuma gideni şu: Türkiye'nin, artık metropolorta sınıflarından gençlerin entelektüel denetimine girdiğini anlatıyor. Türkiye'yiartık metropollerin çok güçlü biçimde İstanbul'dan başlayarak tanımlamayabaşladığını anlatıyor. Yıllarca varlığını umutla beklediğim metropol insanlarınınartık mevcut olduğunu anlatıyor. Metropoliten çeşitlilikten, farklılıklardan rahatsızolmayan, aksine onlara yargılayıcı gözlerle bakmak yerine kayıtsız kalan, amakendini ifade etme, yaşama, düşünme imkanlarının tıkanmasına kayıtsızkalamayan öznelerin varlığını anlatıyor. Artık grup güvenliğine sığınmayan,sürüden biri olmayan, tam aksine, birey <strong>olarak</strong> karar üretebilen gençlerinmetropollerinde yaşayabileceğimizi anlatıyor. Metropoliten bir aktif barışçılıklakonuşan, kendisine bağıranla sakin sakin dalgasını geçebilen sarkastik insanlarındünyasına ayak bastığımızı anlatıyor. Galiba bu gelişmeye yüzyıllık totaliterreflekslerle aval aval bakakalmayan ya da saldırmayan hemen herkes gibi, ben deen çok o sarkazmı sevdim. Çünkü bu bir sarkazm patlaması. Benim kuşağımkendisine "çapulcu" diyene, "çapulcu sensin" diyerek cevap verir ve aynı müstebitdili yansımalı konuşma tuzağına düşerdi. Gezi'nin çapulcuları "evet, bizçapulcuyuz, dahası marjinaliz" diye cevap veriyor.Artık adını koyalım, sarkastik davranış biçimleri üretebilen kentliler var bu ülkedede. Erken modern metropol insanlarını Simmel "blasé" (bıkkın) diyetanımlamıştı; yeni metropol insanını artık belki de "sarkastik" diye adlandırmakgerekecek. Mesaj ve uyaranların bolluğundan sıkılmış, dolayısıyla görmezdengelen "blasé" bir tür kayıtsızlık geliştirmişti. Onun Almanya özelinde Nazizm'i deaynı kayıtsızlıkla karşıladığını görmüştük. Sarkastik ise o mesajlara kayıtsızkalmıyor, ama onları içselleştirmek yerine gülünçleştirip tersyüz ediyor. Örneğin,eskiden olsa benim kuşağım "bizim zürriyetimizden sana ne" demek suretiylekonuşurdu. Şimdikiler her aileye "bizim gibi üç tane ister misin?" diye soruyorlar.Totaliter dilin mesajlarını, reddetmek için dahi almıyorlar. 1920 ve 30'larda bileyapılması sorunlu olan toplumsal mühendislik projelerini 21. yüzyılda en kababiçimlerde yapmaya kalkanları öylesine hiçe sayıyorlar ki, her konuşmada yeniyeni açıklar vermelerine neden oluyorlar. Her önüne gelene "bunlar" diyereknesneymiş gibi kuşbakışı konuşmaya kalkışana, saydammış da ardındakilergözüküyormuş gibi odaklanmayarak bakıyorlar. İktidarla yüzyüze kalınca ona"kötü kedi Şerafettin" muamelesi yapıyor, bıçkınlığını hiçe indirgiyorlar. Bu tavrınotoriteyle yüzleşme bağlamında yepyeni olduğunu düşünüyorum. Ancak, sadecesiyasal iktidarın otoritesini hiçleştirmiyorlar; sarkazmlarıyla tüm düşünsel vedavranışsal (ve potansiyel <strong>olarak</strong> tasarımsal) otoriteleri demistifiye ediyor,kutsallıklarından arındırıyorlar. Gerçek bir sekülerlik için, gerçekten dünyevi birdüşünme rejimi için işte şimdi fırsat var bu ülkede.Buna karşılık, demokrasi için aynı fırsat var mı? Protestoculara karşı gaz veTOMA kullanan polisin Taksim'de destan yazdığını söyleyen bir demokratik ülkebaşbakanı gören varsa, yanıt evet. Demokratik ülkelerde polis olağan görevinisakin sakin yapar. Polis destan yazıyorsa, politikanın tanımı "iyilerin kötülerekarşı savaş alanı" şeklinde olur. Bu dille en son üretilebilecek şey demokrasidir.İyimser değilim ve umarım yanılıyorumdur.


Hanİ Bİzde Hİç Yoktu: Buyrun Sİze RönesansTevfik BalcıoğluTaşları doğru yerine koymak gerek. Methiyeye ise yer yok. Kimse methedilmekiçin ya da medyatik olmak için çıkmadı sokağa. Kimse şan şöhret peşinde değil.İnsanlar ne övülmek için orada, ne övünmek, ne de dövülmek için.Özenerek büyüdük. Woodstock’ta olmak, Beatles’ı dinlemek, 68’de Paris’isolumak, çiçek çocuklara katılmak özlemdi, rüyaydı, hayaldi. İzleyerek geldik,önde olanları takip ettik, batıya baktık. Hep arkadaydık, hep arkadaydık.Thomas More’un Ütopya’sı, Tommaso Campanella’nın Güneş Kenti, FrancisBacon’ın Yeni Atlantis’i, Ebenezer Howard’ın Bahçe Kenti ve daha nicetasarımlarda yansımalarını bulmuş ideal kent ve yaşam planları, tanımlamalarıyapılmıştır. Bahçe Kent/Dumansız Kent arayışlarına Cumhuriyet dönemi Köykentile mi yetişmek istiyordu acaba?Yeni bir dünya düşlemek, hakkını vererek bir türlü beceremediğimiz bir proje, bireksiklik. Düşün dünyamızda olduğu kadar, tasarımda da güdük kaldığı zor alanlarbunlar.Gezi Parkı ezber bozdu. Devingen protestolar süreci, protestolar zinciri çıktı;alışılmış tepkileri yalnız geçersiz kılmadı, gülünç düşürdü, çaresiz bıraktı.Beklenmeyen bir gün doğdu orada: Bir Rönesans.Gezi Parkı, belki bu yüzyılda bir Rönesans habercisi. Enformasyon kirliliği,provokasyonlar, anlam kaydırmalar, kasıtlı kasıtsız yanlış haberler, yorumlar birtarafa işin özü apaçık ve dimdik duruyor. Sanki Fransız Devrimi'nin ünlüüçlüsüne (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) bir üçlü daha eklenmiş: Demokrasi,Dayanışma, Çeşitlilik. Bir üçlü daha: Kendine Güven, Farklılığa Saygı, YaşamTarzına Sahip Çıkma. Ya şuna ne demeli: Düzgün olma, Dik Durma ve Direnme.Yani irade var işin içinde, ta başından beri. Liste uzayıp gidiyor.Gezİ Parkı 57 XXI - tem/ağu 2013Gezi Parkı'nı bir “mit” (myth) yapan her çağdaş insanın altına imza atacağı,sadece bu liste değil. Bu listenin manifesto ediliş biçimi Gezi Parkı’na bambaşkabir nitelik kazandırdı. Mizah, yaratıcılık, inovasyon ve tasarım her alanda patladı.Filmden müziğe, karikatürden şiire, grafikten dansa, sanata Gezi Parkı inanılmazyapıtlar, unutulmaz bir edebiyat yarattı -akla hayale gelmeyecek kısa bir sürede.Hiçbir eylemin, hiçbir protestonun hayata geçiremediği kadar zengin bir menüüretti ve aralıksız üretmeye devam ediyor. Bambaşka bir kulvarda direniş söylemiyazdı. Kulvar değil, havuz atladık. Öne geçtik, önder olduk. Dünya, özellikleBrezilya bizi izliyor. Nedeni açık, sakın atlamayalım: Ortaya çıkan protestotarzının nitelik ve kalitesi çok yüksek. Batı’yı ilk kez aştık ve buna biz de şaştık.İzleyen değil izlenen olduk. Bütünleşik bir dünya için, herkes için daha iyi, dahayeşil, daha adil, daha güzel bir dünya için yola çıkan, değer üreten, değerleresahip çıkan gençlerimiz var artık. Övünebiliriz.ebenezer howard’ın bahçe kenti1937’de atatürk’ün planladığı cumhuriyet köyü


Dİrenİş MİmarlığıCenk DereliGezi Parkı, Topçu Kışlası, 2 Nolu Park, AVM, Taksim Meydanı, AKM, Cami,Kamusal Alan, Kent Hakkı, Sokaklar, Barikatlar... Geçen haftaların gündeminibelirleyen kavramlar bunlar. Bu kavramların vücut bulduğu yerler, yine okavramların kendisi olan mekanlar.Mimari bir konuyla; kent parkının yerine alışveriş merkezi yapılmasına dair verilenuygulama kararlarıyla başlayan bir süreç yaşadık Gezi Parkı'nda. Sürecin kendisikısa sürede mimarlıktan çok daha geniş bir alana yayıldı.Ben daha çok Gezi Park'ından ve olup bitenlerden öğrenmeye çalışanlardanım.Gezi Parkı çevresinde gelişen bu süreç içinde daha önce yaşamadığımız estetikbir devrimin gerçekleştiğini düşünüyorum. Hem grafik alana, hem mekankullanımına, hem performans sanatlarının temsil biçimlerine, hem malzemekullanımlarına yayılan çok kapsamlı bir estetik devrim. Bugünlerde gündelikhayat, kurgu olan, temsil dillerine tutsak dergi, gazete, televizyon, sinema vesanat galerisine sıkışmış olan her şeyden daha kuvvetli. Duvar yazıları, posterler,gösteriler, yapılar, insanlar sokaktalar.Gezİ parkıtem/ağu 2013 - XXI 58Direnen de, direnişi kırmak isteyen de mekansal bir mücadele verdi, belli biralanın hakimiyet mücadelesini. Öyle ki park, direnişçiler için savunduklarıdüşüncelerin, iktidar içinse kendi hakimiyetinin göstergesine dönüştü. Direnişindinamikleri zaman içinde bu kısır hakimiyet mücadelesini de yıkacak şekilde tümkent parklarına yayıldı. Üzerine düşünülmesi gereken başka bir detay da bu."Bu mimari bir sorun <strong>olarak</strong> başladı, bunu bitirecek olan da mimari çözümlerdir"diyen mimarlardan değilim. Bu tespiti, mimarlığın kendisini fazlasıyla önemsediğibir bakışın dili <strong>olarak</strong> görüyorum. Çünkü mimarlık, kendisini meşru kılan ya datartışmaları üreten bağlamların dışında bir var oluş alanına sahip değil. TopçuKışlası’nı meşrulaştırmak için de, ona karşı çıkmak için de araç görevi görenmimarlık ve mimarlar gözümüzün önündeyken, mimarlığın içinde bulunduğubağlama bağımlılığını göz ardı etmek ne kadar mümkün?Ben yaşananlara mimarlık çerçevesinden bakmamaya, yaşananların mimarlığınıgörmeye çalışacağım, direniş mimarlığını...Aslında her şey küçük bir grup insanın gösterisiyle başlamıştı. İlk başta parkın birköşesi bile zor doluyordu. Sonra her şey çok hızla gelişti. Olaylar yaşandı,kalabalık arttı.Parkta gerekli olan bazı yapılar ve mekanlar, parkın katılımcı dinamikleriyle hızla,çevrede bulunan malzemelerle inşa edildiği anda tasarlandı. Mimarların ya dabildik anlamda tasarım süreçlerinin çoğunlukla dahil olmadığı, ihtiyacın veulaşılabilir malzemelerin estetiğini yansıtan yaratımlar gerçekleştirildi.Park içinde kurulan serbest kürsü bunlardan birisi. Kitleleri durdurmak içinkullanılan polis barikatlarına ait iki parça, çok basit bir düzenleme ile sözün


özgürleştiği, durdurulmak istenenlerin seslerini duyulur hale getiren bir aracadönüştürülmüş. Malzemeler hiç deforme edilmeden, sadece bir araya gelişlerive böylece temsilcisi oldukları anlam dünyası değiştirilerek kullanılmış. Parkçevresindeki inşaat alanında bulunan briketler ve kaldırım taşları, kürsüyüyerden yükseltmek için kullanılmış. Bir yüzünde, yaya giremez, diğer yüzündeyaya geçidi sembolü olan trafik tabelası olduğu gibi değerlendirilip boyanarakkürsünün tabelası haline getirilmiş.Parka gelenlerin yanında fazladan getirdikleri yiyecek, giyecek ve malzemeleriparasız paylaştıkları direniş masaları ve daha sonra kurulan revir ve veteriner de buyapılardan. Zaman içinde gereksinimler yüzünden daha geniş alana ihtiyaç duyanyapılar, park alanında kendine uygun mekanı arayarak buldu ve yerleşti. Zamaniçinde bu yapılara yağmura karşı koruyucu üst örtüler de eklendi. İç mekanmobilyaları <strong>olarak</strong> görmeye alıştığımız raflar, parkın bir parçası üzerinde kullanımsınırı tanımlayan örtülerin altında yarı açık mekanların araçları haline geldi.Revir ve veteriner kliniği, ihtiyaç karşılayan bir alan olmaktan öte, aslındadirenişin şiddet gerçeğini anlatan yerlerdi. Birbirinden oldukça farklı insangruplarının bir arada olduğu şenlik ortamı, aslında maruz kalınabilecek şiddetingölgesi altındaydı ve şiddet sadece onları değil, insanların uğrunda canlarınıtehlikeye attığı ağaçlar kadar, park ve çevresinde yaşayan tüm canlıları, kedileri,köpekleri, kuşları da hedef alıyordu.Kütüphane, varlığına çoğu kişinin şaşırdığı bir kullanım ve yapı <strong>olarak</strong> parktakiyerini aldı. Bu yapı, kullanımıyla Gezi Parkı çevresinde örgütlenmiş direnişianlatan doğrudan bir mesajdı; özgür, çok yönlü bilgi ve paylaşım... İlk baştaTaksim Meydanı ve çevresindeki yayalaştırma projesi için oraya getirilmişdöşeme taşlarının farklı şekillerde bir araya getirilmesi ile yaratılmış raflardan,tek bir malzemeden oluşuyordu. Daha sonra kitap sayısının artmasıyladışarıdan getirilmiş rafların da parçası olduğu kütüphane, son şeklini onuyağmurdan koruyacak örtü ile kazanmış oldu. Üstünde yürünsün diye orayagetirilen malzeme, bilginin üzerinde yükseldiği, insanları çevresinde toplayanbir mekanı kurmuş oldu.Direnişin nesneleri, kullanılmalarını gerektiren sebepler ortadan kalkınca,yanlarına eklenen başka nesnelerle de beraber parkın içindeki uygun alanları,pasif direnişin anıtları haline getirdi. Biber gazının etkisini azaltmak içinhazırlanacak solüsyonun malzemeleri, sular, ilaç kutuları, solüsyonun kendisi vesirke şişeleri, limonlar, maskeler, bayraklar... Parkın içinde bir yerde kotfarkından doğan şevi kontrol etmek için kullanılmış geçme beton blokların biraraya geliş şeklinin yarattığı raflarda yan yana duran bu nesneler, sanki direnişinis kokulu, slogan, patlama, koşma, kapı otomatiği, ritim seslerini sürekli tekrarederek sessizce fısıldıyordu. Tıpkı, hayatını kaybedenler ve yaşanan şiddeteherhangi bir şekilde maruz kalıp etkilenenlerin üzerlerine yığıldığı kaldırımmalzemelerinden yaratılmış anma alanları gibi.Polis şiddetine karşı savunma, Gezi Parkı çevresiyle sınırlı değildi. Barikatlar öncelikleTaksim'e yakın semtlere ama sonra sokaklarda direnilen her yere yayıldı. Kendihayatını savunmak için engeller inşa ederek özgürlük alanları yaratmak... 31 Mayısakşamı, Beşiktaş'ta sokaklarına polis araçlarının girmesini istemeyen orta yaş üzerimahalleli, çöp bidonlarını yola devirip her iki yönden yolları kapatmıştı bile. Bu güvenlialanda beklenileceğinin aksine çatışmak için beklemiyorlar, davul eşliğinde göbekatıyorlardı. Bir zamanların canlı sokak yaşantısını yeniden var etmek için, sokaklargerçek sahipleri, yani mahalleli tarafından işgal ediliyor, hayat klimalı televizyonluoturma odalarından sokağa taşınıyordu. Valideçeşme'de taksi durağından marşlarçalınıyor, kendisi de belki anne baba olan yaşını almış insanlar "Aç olan var mı?Susayan var mı?" diye bağırıp el kaldıranların ihtiyaçlarını karşılıyordu.Barikatlar çatışmanın şiddetine göre biçim değiştirdi. Gümüşsuyu'nda arka arkayakurulmuş onlarca barikat, direnişin sertliğini de anlatıyordu. Çevredeki malzemeninhızla bir araya getirilmesi, daha önce böyle bir şeyi yapmamış, görmemiş insanlarınbir anda bu işi var etmesi ne ile açıklanabilir?İmece, daha önce onu hiç yaşamamış kentli bir yaş grubu tarafından sokaklardayeniden keşfedildi hem de çok sıradışı koşullarda. Çiçek saksıları, kaldırım babaları,şantiye iskeleleri, reklam panoları, polis barikatları, polyester kulübeler, taşıtlar,brandalar, kaldırım taşları... Yerinden asla oynamaz gibi görünen her şey, belli biramaç için bir araya gelmiş bireylerin karşısında sonsuz potansiyeller içinde bir arayagetirilebilecek yapıların malzemesi haline geldi. Ateşli silah, gaz bombası, tazyikli su,zırhlı araç ve fiziksel şiddete karşı koymak için inşa edilen barikatlarda direniş, kentinive kendini korumak için malzemelerin belleğini ele geçirdi.Gümüşsuyu’ndaki barikatların birinde, normalde düzlemsel dizilerek kullanılankaldırım taşları, üst üste ya da yığın halinde kullanılarak, diğer malzemeler içinsağlam bir zemin yaratılmış. İnşaat iskeleleri yukarıdan gelecek gaz kapsülü ve suyakarşı koyacak, insan boyunu aşan yüksekliğe yerleştirilmiş paravanları desteklemekiçin kaldırım taşlarının içine sokulmuş. Görsel malzemeler paylaşılıp yaygınlaştıkçadireniş mimarlığını analiz etmek için daha çok fırsat doğacak gibi görünüyor. Bu tarzçalışmalar için erken bir örnek, çizim ve fotoğrafa dayanan bir derleme, Herkes İçinMimarlık Derneği tarafından başlatıldı bile.Mimarlık, kullanımlar ve anlamlar inşa etme işidir. Hiç yoktan inşa etmek, yenidenkullanmak, dönüştürmek ve daha keşfedilmemiş pek çok yöntem bu pratiğinaraçlarıdır. Direnişin mimarlığı bize bu araçları kullanabilenlerin sadece mimarlarolmadıklarını ve hatta mimarlık sıfatına sıkışanların, o sıfata sahip olmayanlardanöğrenecekleri daha çok şey olduğunu gösteriyor.İstanbul’da, sökülmüş kaldırım taşlarının altından çıkan sarı kumların yaz ortasındakumsal hayalleri kurdurtması gibi, gündelik hayatın mekanları sokaklarda olanbeklenmedik şeyler, tüm acılara ve korkulara rağmen inatla yaşama dair ilhamvermeye devam ediyor.Gezİ Parkı 59 XXI - tem/ağu 2013

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!