<strong>www</strong>.<strong>notindir</strong>.<strong>com</strong>resim yapma yeteneğine sahip olsalardı, barınmak için kulübeler kurmazlar mıydı?Bilginler, hayvanların milyonlarca yıl öncesinden beri yuva ve barınak kurmayeteneğinde olduklarını açıklamaktadırlar. Ne var ki «Homo sapiens»in aynı yeteneğini okadar eskilere uzatmak, geçerlikte olan görüşler açısından imkânsızdır.Gobi çölündeki Kara Kota harabelerinin çok altında, (bu harabeler, ancak çok yüksek ısıetkisiyle oluşabilen o garip kum camlaşmalarının görüldüğü bölge dolaylarındadır)Profesör Koslov M.Ö. 12.000 yılına ait bir mezar buldu. Mezardaki lahitlerde iki zenginadamın cesetleri vardı ve lahit kapaklarına dikey bir çizgiyle ikiye ayrılmış daireresimleri çizilmişti.Borneo'nun batı kıyılarındaki Subis dağlarında, Katedral benzeri oyulmuş mağaralarbulunmuştu. Ortaya çıkarılan kalıntılar arasında öyle güzel ve kusursuz dokumalar vardıki, en iyimser insan bile bunların ilkel mağara adamlarının elinden çıktığını kabuledemezdi. Sorular, sorular...Arkeolojinin kalıplaşmış görüşleri hakkındaki kuşkular artmaktadır. Ancak son iki binyıllık tarihimiz hakkında herhangi bir kuşkum olmadığını öncelikle belirteyim; kitabımdayeni sorular sorarak aydınlatmaya çalıştığım tarih, en uzak geçmişteki kapkaranlık zamanbölümleridir.Aynı şekilde, evrenden gelen, bilinmeyen akıllı yaratıkların ziyaretlerinin bizim gençzekâları ne zaman etkilemeye başladığını gösterecek bir tarih de veremem. Bununlabirlikte bu ziyaretlerin Erken Paleolitik Çağda, yani M.Ö. 10.000 ile 40.000 yıllarıarasında yer almış olabileceğini savunuyorum. Günümüzde var olan ve herkesi pek mutlueden tanınmış C.14 yöntemi, 45.600 yıldan sonrasını kesin olarak tarihleyememektedir.İncelenen nesne ne kadar eskiyse, yöntem de o kadar güvenilmez olmaktadır.En tanınmışbilginler bile C.14 yönteminin, 30.000 ile 50.000 yıllık organik nesnelerin kesin yaşınıölçemediğini, ancak bu iki tarih arasında tahminî bir yaş gösterdiğini, bu bakımdangüvenilir olmadığını söylemişlerdir.Bu eleştirici sözler belirli sınırlar içinde kabul edilmelidir; ancak C.14 yöntemine paralelolan ve en yeni ölçü aygıtlarıyla donatılmış bir tarihleme yöntemine gerek duyulduğukesindir.SEKİZİNCİ BÖLÜM: PASKALYA ADASI – KUŞ ADAMLARIN ÜLKESİON SEKİZİNCİ YÜZYILIN başlarındaPaskalyaAdasına ayak basan Avrupalı denizciler,âdeta gözlerine inanamamışlardı... Şili kıyılarının3050 kilometre açığındaki bu küçücükkara parçasının her yanına yüzlerce dev heykel saçılmış duruyordu. Çelik kadar dayanıklıvolkanik kayalar, tereyağı keser gibi kesilmiş; 10.000 tonluk kayalar dağlardankoparılmıştı. Yükseklikleri10 ile20 metrearasında değişen 50 tonluk heykeller, hareketettirilmeyi bekleyen robotlar gibi durmaktaydı.
<strong>www</strong>.<strong>notindir</strong>.<strong>com</strong>Araştırmalar, heykellerin ilk yapıldıklarında şapkalı olduklarını göstermiştir; amaşapkalar bile heykellerin kökenini bulmaya yetmemektedir. Şapkaların yapımında kullanılan ontonluk taşlar, gövdelerinden ayrı bir yerde bulunuyordu; üstelik gövdelereoturtulabilmeleri için metrelerce yukarıya kaldırılmaları gerekiyordu.O günlerde her heykelde, üzerinde garip bir hiyeroglif yazı olan tahta tabletlerbulunuyordu. Ancakgünümüzde bu tabletlerin yalnızca on tanesidünya müzelerindedir veüzerlerindeki yazıyı henüz kimse çözememiştir.ThorHeyerdahl'ınbu esrarengiz devler üzerindeki incelemeleri, ortaya, en eskisi enkusursuzu olan üç kültür dönemi çıkartmıştır. Heyerdahl, bulduğu kömür kalıntılarınınM.S. 400'e ait olduğunu ispatlamış, bununla birlikte, bulunan ocakların vekemiklerin,heykel lerle herhangi bir bağlantısı olup olmadığı anlaşılamamıştır. Heyerdahlayrıca, kaya yüzleri yakınında ve kraterler dolaylarında yüzlerce bitirilmemiş heykelbulmuştur. Sağa sola dağılmış duran binlerce taş araç ve balta, heykel yapma işininansızın bırakıldığı izlenimini vermektedir.Paskalya adası, herhangi bir kıta, ya da uygarlıktan çok uzaktadır. Adalılar güneş veyıldızlarla, başka ülkelerde olduğundan daha ilgilidirler.Volkanik bir ülke olduğu içinadada ağaç yetişmez. Taş dev heykellerin kütükler üzerinde taşındığını ileri sürenalışılmış açıklama yolu, o bakımdan burada hepten geçersizdir. Üstelik ada, ancak 2000kişiyi besleyebilecek güçtedir. (Paskalya adasında bugün birkaç yüz yerli yaşar.) Birgeminin taş işçilerine yiyecek ve giyim eşyası getirmesi o çağlarda imkânsızdır.Öyleysetaşları dağlardan söken, heykelleri yapan ve bugün durdukları yerlere taşıyanlar kimlerdi?Heykeller nasıl işlenmiş, cilalanmış ve dikilmişlerdi? Taşı başka ocaklardan çıkarılanşapkalar, nasıl yerleştirilmişlerdi?Çok canlı hayal gücü olan insanlar, Mısır piramitlerinin büyük bir işçi ordusu tarafındanyapıldığını ileri sürseler bile, hiç kimse aynı yöntemin burada uygulandığını düşünemez;çünkü yeterli insan gücü yoktur.Adada yaşayabilecek 2000 insanın, ilkel araçlarıyla gecegündüz çalışmış olsalar bile, çelik sertliğindeki volkanik kayaları yerlerinden söküpişlemeleri imkânsızdır. Hem nüfusun bir bölümü çorak toprakları sürmek, bir bölümüdebalık avlamak ve ip örmek zorundadır.Hayır! 2000 kişinin, yardım görmeden, bu dev heykelleri yapmış olmaları kesinliklemantık dışıdır. Paskalya adasında daha fazla insanın yaşaması da imkânsızdır.Öyleyseheykeller neden adanın içlerinde, taş ocaklarına yakın değil de, kıyı şeridindeduruyorlardı? Hangi tapınmanın hizmetindeydiler?Ne yazık ki, bu küçük kara parçasına gelen ilk misyonerler, adanın karanlık geçmişininkaranlık kalmasına sebep olmuşlardı. Ellerine geçen hiyerogliflitabletleri yakmışlar,eskitapınma biçimlerini yasaklamışlar, her türlü geleneği yok etmişlerdi. Ancak bütünçabalarına rağmen adalıların, tıpkı bugün olduğu gibi, adalarına «Kuş adamlar ülkesi»demelerini önleyememişlerdi. Sözlü olarak aktarılan bir efsane, çok eski zamanlarda,uçanadamların geldiğini ve ateşler yaktığını belirtmektedir. Kocaman gözlü uçan yaratıklarınresimleri efsaneyi doğrulamaktadır.