13.07.2015 Views

Gerçek Tanrı Erleri

Gerçek Tanrı Erleri

Gerçek Tanrı Erleri

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

GERÇEK TANRI ERLERİ 3ÖnsözHak Tealâ Hazretleri'nin rızasını gözeterek hayırlı birhizmette bulunmak dileği ile bu kitabın basılması içinmaddi olarak masarifatın tamamını karşılayan İstanbulşehrinin dörtyüz senelik yerlisi ve en köklü ailelerindenbiri olan sayın İhsân Nilgün Sazak'a, yine kitabınbaskıya hazırlanması hususunda yardımlarını esirgemeyendeğerli âlimlerimizden Prof. Dr. Mim KemâlÖke'ye burada teşekkür etmeyi bir borç biliriz.Allah FakiriMehmed Faik Erbil


4 GERÇEK TANRI ERLERİ"<strong>Gerçek</strong> <strong>Tanrı</strong> <strong>Erleri</strong>"; Enbiyâ ile Evliyave Mürşid-i Kâmil ile gerçek Dervişân'dır."Bâğbân bir gül için bin hâr'a hizmeteder." (Fuzuli, Su Kasidesi'nden)(Mânâsı: Bâğbân, Mürşid-i Kâmil'i ifâdeeder. Gül de yetişmiş olgun dervişin tarifidir.Dikenler ise gülün etrafındakiler yânisülûk'ta olanlardır. Burada Mürşid'iKâmil'in bir kişinin yetişmesi için binkişiye hizmet ettiği anlatılmaktadır.)


GERÇEK TANRI ERLERİ 5Ya Allahım,Meth-i senâ senidir.Hamd-ü senâ sanadır.Kemâl-ı Fâzl-ı KeremveLütf-u İhsân SahibiCenâb-ı Allah'ınİzn-i Şerifi İle Yazılmıştır"Evrâd-ı Şerife""Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekân.""Lâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisan.""Lâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsân.""Lâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.."Kur'ân-ı Kerîm Ayet-i Kerîmeleri'nden müteşekkilbu mübârek "Evrâd-ı Şerife" Cenâb-ı Pîr Gavs-ı ÂzamEsseyyid Abdüsselâm El-Esmer Efendimiz'in Türbe-iŞerifleri'nde mevcuttur.Açıklaması:1) 47-19... Kendinden başka ilâh olmayan o Allahtırki; bilcümle mekânlardan zuhur ve tecelli eden bizzat


6 GERÇEK TANRI ERLERİkendisidir. Hususiyle Enbiyâullah ve Evliyâullahmakamlarından... 10-22-14-17-16-1122) 37-35... Kendinden başka ilâh olmayan o Allahtırki; bilcümle dillerde konuşan bizzat kendisidir. Şu haldeibâdet dışında Kur'ân-ı Kerîm beşeriyetin müstefitolması için her dile tercüme edilir... 14-4-44-583) 47-19-.. Kendinden başka ilâh olmayan o Allahtırki; bilcümle yarattığı mahlûkatına ve hususiyle insanaihsanları yâni iyilikleri ile bilinir... 4-25-16-90-3-1344) 37-35... Kendinden başka ilâh olmayan o Allahtırki; hergün ayrı bir şan'da, ayrı bir zuhurda ve ayrı birtecellidedir... 4-126-55-29"Arûsi-yi Selâmi Tarîkat-ı Şerifi" ninGünlük Mecbûri Dersleri'dirŞimdi;Büyük Tesbihat-ı Şerife Başlıyoruz:Allahümme sâlli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alâ âl-iNebiyyinâ Muhammed.Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Eûzü billâh-i min-el-şeytan-irracîmBismillâhir-rahmanirrahîm.Elhamdülillâhi Rabbilâlemin. Errahmânirrahim.Mâliki yevmiddin. İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn.İhdinassırâtel mustakîm. Sırâtellezîne en'amte aleyhimgayril mağdubi aleyhim ve leddâllin.Âmin.


GERÇEK TANRI ERLERİ 7Bismillâhir-rahmanirrahîm.Kûl huvallâhu ehad. Allahussamed. Lem yelid ve lemyûled. Ve lem yekün lehu küfüven ehad.Bismillâhir-rahmanirrahîm.Kûl huvallâhu ehad. Allahussamed. Lem yelid ve lemyûled. Ve lem yekün lehu küfüven ehad.Bismillâhir-rahmanirrahîm.Kûl huvallâhu ehad. Allahussamed. Lem yelid ve lemyûled. Ve lem yekün lehu küfüven ehad.Allahümme sâlli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alâ âl-iNebiyyinâ Muhammed.Allahümme sâlli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alâ âl-iNebiyyinâ Muhammed.Allahümme sâlli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alâ âl-iNebiyyinâ Muhammed.Ya Hazret-i Ali Keremallahı Veçhe,Ya Hazreti Pîr, ya ... Şeyh radıallahı anh.Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Ya Allahım!.İnâyetin, lütfün ve kereminle bu okuduklarımdan hasılolabilecek ecr-i mesûbatı evvelâ Âlemler Fahri PeygamberimizMuhammed Mustafa Sallâllahu Aleyhi VesellemEfendimiz Hazretleri'nin Râvza-i Mutahhâra-yıMübâreke-yi Seniyyelerine, bâdehu Veysel KaraniHazretleri'nin ervâh-ı şerifelerine ve Pîrimiz Gavs-ıÂzam Seyyid Abdüsselâm El-Esmer Hazretleri'ninervâh-ı şerifelerine ve Pîr-i Sâni Seyyid Ömer FevziHazretleri'nin ervâh-ı şerifelerine ve Ârif-i Billâh Şeyh


8 GERÇEK TANRI ERLERİSeyyid Mustafa Aziz Hazerâtı'nın ervâh-ı şerifelerineâcizane, fakirâne hediye etmek niyâzındayım, kabul vevasılını lütüf ve kereminden dilerim.Allahümme sâlli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alâ âl-iNebiyyinâ Muhammed.Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Eûzü billâh-i min-el-şeytan-irracîmBismillâhir-rahmanirrahîm:1. Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.Bismillâhirrahmanirrahîm:2. Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.Bismillâhirrahmanirrahîm:3. Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.***"100 adet Süphânalahil'âzim.100 adet Elhamdülillâh100 adet Allahuekber100 adet Estağfirullahil'âzim


100 adet Ya Lâtif100 adet Ya Selâm1000 adet Ya Hay"GERÇEK TANRI ERLERİ 94. Bismillâhirrahmanirrahîm:Lâ ilâhe illallah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.5. Bismillâhirrahmanirrahîm:Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.6. Bismillâhirrahmanirrahîm:Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.7. Bismillâhirrahmanirrahîm:Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.8. Bismillâhirrahmanirrahîm:Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.


10 GERÇEK TANRI ERLERİ9. Bismillâhirrahmanirrahîm:Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.10. Bismillâhirrahmanirrahîm:Lâ ilâhe illâllah el mevcudu fi külli mekânLâ ilâhe illâllah el mezkûru fi külli lisanLâ ilâhe illâllah el mârufu bil ihsânLâ ilâhe illâllah külli yevmin hüve fi şe'in.Ya Hazret-i Ali Keremallahı Veçhe,Ya Hazreti Pîr, ya ... Şeyh radıallahı anh.Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Bilgi:Ana=Büyük tesbihat-ı şerif'in başlangıcında üç vesonunda yedi olmak üzere, cem'an on "Evrâd-ı Şerife"vardır. Tamamı bu kadardır.Şayet, Şeyh Efendi ders'in başında iki adet (evrâd-ı şerife)çekilmesini bildirmişlerse ders'in sonunda da sekizadet çekilmek suretiyle yine on'a tamamlanmalıdır!.Mübârek Kurucu Pîr tarafından böyle va'zedilmiştir vebunun değiştirilmesi mümkün değildir.Bu mübârek evrâd-ı şerife Kur'ân-ı Kerim'den dörtâyet-i kerime'dir ki, Hazreti Pîr Efendimiz'in Türbe-iŞerifeleri'nde mevcut levha-yı şeriftir.Görülüyor ki, dört âyet-i celile bir evrâd-ı şerifeyiifade ediyor.


GERÇEK TANRI ERLERİ 11Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Bismillâhirrahmanirrahîm:200 adet "Hasbünallahu Tevekkeltü-A'lâllah."tesbihatı şerifini çektikten sonra .Ya Hazret-i Ali Keremallahı Veçhe, Ya Hazreti Pîr,ya ... Şeyh radıallahı anh.Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Deyiniz.21 adet Âyet-el Kürsî dersine başlıyoruz:Allahümme sâlli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alâ âliNebiyyinâ Muhammed.Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Eûzü billâh-i min-el-şeytan-irracîm .Bismillâhir-rahmanirrahîm:1) Allahu lâ ilâhe illâ hüvel-Hayyül-kayyûm, lâte'huzûhu sinetün velâ nevm, lehû mâ fıssemâvatı ve mâfil ard. Men zellezî yeşfeu indehû illâ bi'iznih, ya'lemumâ beyne eydîhim vemâ halfehum, velâ yuhitûnebi'şey'in min ilmihî illâ bimâ şâe vasia kürsiyyühüssemâvâtıvel'ard. Velâ yeûdühû hıfzuhümâ vehüvel-aliyyül-aziym.2) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... okuyunuz.3) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... ,,4) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „5) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „6) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „7) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... ,,8) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... ,,9) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „


12 GERÇEK TANRI ERLERİ...10) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „11) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „12) Bismillâhirrahmanirrahîm: ...13) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „14) Bismillâhirrahmanirrahîm: ...15) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „16) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „17) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „18) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „19) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „20) Bismillâhirrahmanirrahîm: ... „21) Bismillâhirrahmanirrahîm: Allahu lâ ilâhe illâhüvel-Hayyül-kayyûm, lâ te'huzûhu sinetün velâ nevm,lehû mâ fissemâvatı ve mâ fil ard. Men zellezî yeşfeuindehû illâ bi'iznih, ya'lemu mâ beyne eydîhim vemâhalfehum, velâ yuhitûne bi'şey'in min ilmihî illâ bimâşâe vasia kürsiyyühüssemâvâtı vel'ard. Velâ yeûdühûhıfzuhümâ ve hüvel-aliyyül-aziym.Hıfzuhümâ ve hüvel aliyyül-azim.Hıfzuhümâ ve hüvel aliyyül-azim.Hıfzuhümâ ve hüvel aliyyül-azim.Ya Hazret-i Ali Keremallahı Veçhe, Ya Hazreti Pîr,ya ... Şeyh radıallahı anh.Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes.Mühim Bilgi:İşbu 21 Ayet-el Kürsî 1969 senesinde Aziz ŞeyhiminHazret-i Pîr Efendimizi Libya-El-Zileytin'de makam-ışeriflerini ziyaretlerini müteâkip avdetlerinde hâmilbulundukları Ruh'ul Kudüs yâni Gavsiyet makamına


GERÇEK TANRI ERLERİ 13erişmeleri sebebiyle Büyük Velîler'in şeriat hükümleridahilinde va'z ettikleri emr-i şerif cümlesindendir. Aynışekilde 21 Besmele-i Şerife ve 21 Ya Sabır tesbihi buhükme dahildir. Bu derslerin asla eksisi veya artısı yoktur.Bunlara hiçbir suretle ilâve yapılamayacağı gibieksiltme de yapılamaz. Herhangi bir surette yardımcıolarak ilâve ders de tavsiye edilemez. Zaman içinde bunacüret eden olursa o yalancı bir fâsıktır yani fitne ehlidir.Asla itibar edilmez. Zirâ, hesabı ağır görülecek hususattandır.100 adet "Ya Allah ya Erhamerrâhimin."100 adet "Lâ ilâhe illâ ente Süphâneke inni küntiminezâlimin."Dikkat!...Hergün:1- Sabah ve Öğle Namazları arası.2- Öğle ve Akşam Namazları arası.3- Ve Akşam Namazı'ndan sonra olmak üzere aşağıdatarif edildiği veçhile günde üç defa beş'er dakikalık kalbizikîr yâni zikr-i hafi dediğimiz vakit tesbihi şerifi çekilir.Bundan sonra da yine günde üç defa olmak üzere, yirmibiradet Besmele-i Şerife ile yirmibir adet Ya Sabırtesbihi ifâ edilir. Şöyle ki:a) Sabah ve Öğle Namazları arasında:"Ya Allahım! İzni şerifinle niyet ettim beş (5)dakikalık vakit tesbihi şerifimi çekmeğe..."Dedikten sonra başını hafifçe kalbinin üzerine doğrukır ve aynı zamanda ellerini de dizlerinin üstüne koyup


14 GERÇEK TANRI ERLERİiçinden iki dudak arasını belirli belirsiz açık bırakarakbeş dakika "Allah...Allah...Allah." Diyerek, AllahuTealâ'yı zikr-i tesbih eyle.Zikr bitince;"Ya Hazret-i Ali Keremallahı Veçhe, Ya Hazret-i Pîr,ya ... Şeyh radıyallahı anh."21 adet "Bismillâhirrahmanirrahîm." Deyiniz.21 adet "Ya Sabır."Deyiniz.b) Öğle ve Akşam Namazları arasında:"Ya Allahım! İzni şerifinle niyet ettim vakit tesbihişerifini çekmeğe"Yukarıda tarif edildiği gibi başını hafifçe kalbininüzerine doğru kır ve yine ellerini de dizlerinin üstünekoyup iki dudak arasını belirli belirsiz açık bırakarakiçinden beş dakika "Allah...Allah...Allah." Diyerek HakTealâ'yı zikr-i tesbih eyle.Zikr bitince yine;"Ya Hazret-i Ali Keremallahı Veçhe, Ya Hazret-i Pîr,ya ... Şeyh radıyallahı anh."21 adet "Bismillâhirrahmanirrahîm."21 adet "Ya Sabır."Deyiniz.c) Ve Akşam Namazından sonra:"Ya Allahım! İzni şerifin ile niyet ettim vakit tesbihişerifini çekmeğe."Önce tarif edildiği gibi yine başını hafifçe kalbininüzerine doğru kır ve ellerini de dizlerinin üstüne koyupiki dudak arasını belirli belirsiz açık bırakarak içindenbeş dakika "Allah...Allah...Allah." Deyip Cenâb-ı


GERÇEK TANRI ERLERİ 15Hak'kı zikr-i tesbih eyle."Ya Hazret-i Ali Keremallahı Veçhe, Ya Hazret-i Pîr,ya ... Şeyh radıyallahı anh."21 defa "Bismillâhirrahmanirrahîm."21 adet "Ya Sabır."Deyiniz.Hadis-i Şerifler:"(Mâlâyâni)'yi terk; İslâmlığın güzelliğindendir.""Mâlâyâni'den dili tutmak ibadetlerin faziletlerindendir."Vesile teşkil etmişken arzedelim. İmâm AliEfendimiz buyururlar ki: "Güzel yazı, güzel ahlâksahibinde bulunur." Tarikate ahlâkı güzel olanlar alınır.Alınmalıdır. Lûti olanlar asla alınmaz. Hamile ve lohusaolanlar alınmaz. Onsekiz yaşını ikmal etmeyen ve 21yaşından gün almayan alınmaz. Mürşid ise, hanımınıkendisine intisab ettiremez.ŞiirZâhir'de Ömer FevziBâtın'da Ulu yârÂyet ile hadis varEvliyâ'nın veçhineSaf gönülle bakanlarAllah'ı hatırlarVâris-ül Enbiyâ'dırEsseyyid Ömer FevziDerviş Mehmed Faik'imDedi: Hürmetim bâki(MFE)


16 GERÇEK TANRI ERLERİTürbe-i ŞerifinDış Kısmı:Arûsi-yi Selâmı Tarîkati ŞerifiPîr-i Sânisi ve Ömerî Kolu Kurucu PîriGavs-ı Âzam Esseyyid Ömer Fevzi MardinHazretleri(1878-1953)*İç Kısmı:Her el Allah'a uzanır.Her avuç Allah'a açılır.Her yürek Allah'a dökülür.Ümid, iltica kapısı tektir.Ve o da Allahındır.Türbe-i Şerif'inDış Kısmı:Arûsi-yi Selâmı Tarîkati ŞerifiMeşâyih-i Kirâm'ındanVe Ömerî Kolu Pîr-i SânisiÂrif-i Billâh Esseyyid Mustafa Aziz ÇınarHazretleri(1900-1979)*İç Kısmı:Hakk'ınGirdiği kalp ölmezEzelde Hak'da idikHak'dan geldikHak'ka yürüdük


GERÇEK TANRI ERLERİ 17Bir mühim nokta:Arûsi-yi Selâmi Tarîkat-ı Şerifi'nin Türkiye'dekiÖmerî Kolu'nun Kurucu Pîri Esseyyid Ömer FevziMardin Hazretleri'nin üç mühim halifesinden bu vesileile ihtisaren burada bahsetmemiz zarureti vardır.Birincisi: 1953 Kasım ayından 1958 Haziran ayındaHakk'a yürüyene kadar Gavsiyet Makamı'nın sahibiHalveti Pîri Esseyyid Mehmed Nasuhi Dergâhındangelen ve teberrüken Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ninkendisine "halkamızın yüzük taşı" dediği ve hilâfetverdiği Nafiz Uncu (Nafiz Baba) Hazretleri (1886-1958)1950'den 1958'e kadar aldığı bu zâtiyyûn hilâfetiniirşada mezun olduğu halde diğer zâtiyyûn halifesi olanŞeyhim Aziz Hazretleri'ne hürmeten yüksek edeplerigereği Arûsi-yi Selâmi ve Ömerî Kolu'nda hiç birirşadda bulunmamışlardır. Allah sırrını takdis eylesin.İkincisi: Doğrudan doğruya Arûsi-yi Selâmi Tarikatıve aynı zamanda Ömerî Kolu zâtiyyûn halifesi olup,hususiyle bu mübârek kolun Pîr-i Sânisi ve 1969'dan1979'da Hakk'a yürüyene kadar Gavsiyet Makamı'nınsahibi mübârek şeyhim Esseyyid Mustafa Aziz ÇınarHazretleri'dir. Allah sırrını takdis eylesin.Üçüncüsü: Nakşi Tarîkat-ı Şerifi'nden gelip, PîrÖmer Fevzi Mardin Hazretleri'nden Nakşi hilâfeti alanve ömrünün sonuna doğru yine zâtiyyûn hüviyetindeKutb-u Zaman Makamı'na yükselen Arif-i Eşref ŞeyhMuharrem Küçük (1905-1983) Hazretleri'dir. Allahsırrını takdis eylesin. (Gavs-ı Azam Hazret-i Pîr SeyyidAbdüsselâm kitabının 309 ve 310. sayfalarında Arif-iBillah Şeyh Nafiz (Uncu) Baba Hazretleri ile Ârif-i Eşref


18 GERÇEK TANRI ERLERİMuharrem Küçük Hazerâtı hakkında daha geniş bilgimevcuttur.)Not: Mi'rât'ül Hakâik adlı kitabın 196. sahifesi, 28.satırı, 249. sahife ve 12. satır ile 576. sahife ve 1. satırındaki"mübârek" kelimesi yanlışlıkla yazılmıştır. Çıkartır-düzeltiriz.Bilgi: Mübârek Pîr Es Seyyid Ömer Fevzi MardinHazretleri'nin bu üç halife-yi şerifinden Nafiz Baba ileŞeyhim Aziz Çınar Hazerâtı arasındaki zâtiyyûn-sır hilâfetidevri teslimi olmuştur ve ayrıca Aziz Şeyhimle ŞeyhMuharrem Hazerâtı arasında birbirlerine Arûsi-yi Selâmive Nakşi hilâfeti alınıp, verilmiştir.Büyük Türk şairi Arif Nihat Asya merhumun Arif-iBillah Esseyyid Şeyh Mustafa Aziz Hazretlerine ithafettikleri kıta:Aziz ÇınarYoktur bizim akşamlarımız, ellerde..Diller gibi, Hak-kı zikreder teller de....Geldikçe Aziz Çınar bu âyîne, bedir,Göklerden inip bendir olur ellerdeHak Yolu'nda ihlâs ile halka hizmet için bir adımatana Allah on adım yaklaşır. On adıma ise yüz adımlıkkurb hasıl olur. Böylece kul, Rabbine yakınlaştıkça derecesiyükselir ve derecelerle yükseltilip kendisine büyükhayırlar ihsân buyrulur. Bu da ancak sabır ve sebât ilemümkündür.Bilinir ki, o kul dünyâda izzet ve ukbâda saadet sahibi


GERÇEK TANRI ERLERİ 19bahtiyâr zümredendir.Hal böyle olunca; hikmet sırlarını hâmil hizmet ehliol kul'a, dünyâ hayatı da zelil kılınmış, âhireti azâbyüklü eşirrâ tayfası ins ve cin'den düşman peydahlanır.Bu bir imtihandır ve muhakkak surette âkibet müttakîlerindir.Kur'ân-ı Kerîm:Yûsüf: 12-76 "Dilediğimize yüksek dereceler ihsânederiz. Her ilim sahibinin üzerinde daha ziyâde bilici(bilgili) vardır."Zuhraf: 43-32 "Biz dünyâ hayatında onlarınmaîşetlerini (idarelerini) aralarında taksim ettik.Bazıları; bazıları tarafından istihdam olunsun için, bazınıbazı üzerine derecelerle yükselttik."Bakara: 2-269 "Allah dilediğine hikmeti ihsân eder.Kendisine hikmet verilen kimseye büyük hayırlar verilmişdemektir. Bunu ancak akıl erbabı anlar ve tezekküreder."Aziz Şeyhim birgün acizânemi kenara çekip şöyle buyurdular:"Tarikât içi, tarikât dışı her sınıftan, her tabakadan,odacısından cumhurbaşkanına kadar her çeşit insandansana tasallut olacak ve hakaret, ihanet ve hiyanetgöreceksin." Bu aynen tahakkuk etmiştir. (Mir'ât'ül Hakâikisimli eserin 466 ilâ 471. sahifelerinde bu husustabilgi mevcuttur.) Devamen, Aziz Şeyhim buyurdu:"Aman evlâdım dikkatli ol ve hiç birine karşılık verme.Sus. Zinhar cevap vermeyeceksin! Bunu senden bizistiyoruz. Sen bize bırak. Allaha bırak."Cevaben; emredersiniz. Buyurduğunuzu aynen tatbikedeceğim, dedim. Sözümün eri olduğumu ispat ettim.Mübârek pek sevindi. Sene: 1963


20 GERÇEK TANRI ERLERİHadis-i Şerifler:"Kendinin olmayan şeyi, benimdir diye iddia edenlerbizden değildirler. Onlar cehennemde oturacak yer hazırlasınlar.""Fitne hadd-i zâtında uykudadır. Cenâb-ı Hak onuuyandıranlara lânet etsin."Önemine binaen Allah kelâmı Âyet-i Kerime'yitefekkür edilmesi için aşağıda kaydetmiş bulunuyoruz:16. Nahl Sûre-i Şerifesi'nin 70. Âyet-i Kerimesi:"Allah sizi yarattı, sonra sizin ruhunuzu alır. İçinizdenbir kısmı ömrünün en kötü devrine vardırılır, ohalde ki bir şeyi bilirken bilmez olur. Muhakkak kiAllah hakkıyle Âlim, hakkıyle Kaadir'dir."Ey insan!Ömrün devamlı akışı içerisinde Âyet-i Kerime hükmününgörünmekte olduğunun farkında olarak, görenve düşünenin selâmetini=kurtuluşunu temin etmişolmuyor mu? Bu âhiret hayatının saadet anahtarı değilmi? Bunu anlayanlar bahtiyârlar zümresine dahil olurlar.Cenâb-ı Allahın ihsan ve ikram buyurduğu rahmanigıda yerine yalan, fitne, kin, iftira ve haset ile birbirlerinibesleyip bir müddet için zevklendirenler kötü akibetlerinehazırlıklı olmalıdırlar. Bunlar şüphecidirler.Evham, vehim ve vesvese içerisinde olup ziyandadırlar.Kur'an-ı Kerim:"Onlar (münâfıklar) oyarak yapılmış direkler gibidirler.Her sesi kendi aleyhlerine zan ederler. Onlar sizedüşmandırlar. Onlardan hazer edin. Allah (onları) kahretsin."Münâfikûn: 63-4"Mü'minler! Zanların çoğundan çekinin, çünkü zan-


GERÇEK TANRI ERLERİ 21ların bazısı günahtır. Gizli şeyleri araştırmayın, birbirinizinardından söz söylemeyin, biriniz ölü kardeşininetini yemesini ister mi? İşte bak, ondan iğrendiniz:Allah'tan sakının..." Hücurat: 49-12 .Hadis-i Şerifler:1. "Gıybetten (insanı arkasından çekiştirmekten)sakınınız."2. "Gıybeti edenle dinleyen günahta ortaktırlar."3. "Yalan söyleyen ekiden melundur."Katiyetle ifade ediyorum: Arif-i Zât-ı Billah ŞeyhimMustafa Aziz Çınar Hazretleri rahmetli Necmi Oymanbeye hilâfet vermemiştir. Hak'ka yürümezden bir kaçgün önce sadece ders değiştirme vazifesi vermiştir.Aziz Şeyhim'in Refikaları Valide Hanım'ın itiraflarından:Hak'ka yürümeden onbeş gün önce Efendi'ye NecmiBey için ne dersiniz, dedim. Celâllendi... O olmaz, ohasta, o yapamaz, dedi."Halife-i Has" zât'tır ve tektir. Üzerine esrâr perdesiçekilerek sır edildi. Zirâ Hazret-i Ali Efendimizmeşrebinden 25 sene beklemek hali vardı. Öyle oldu.Hak'ka yürümeden bir hafta kadar önce aziz Şeyhiminbuyurdukları bir kelâm-ı şeriflerini muhterem refikalarıFatma Ganimet Çınar Hanımefendi itirafta bulundular:"Bir kılıç çıkacak, kılıcı çekecek, kılıç kınındançıkmayacak. Olmayacak. Olmayacak.(Necmi Bey)İçimizden bir kılıç çıkacak. Kılıcın iki tarafı çokkeskin ve gür olacak. (Faik) Mehmed Faik."Aynı bahiste acizâneme intikâl eden kelâmdır:"Kınından bir kılıç çekilecek. Çıkmayacak. Olmaya-


22 GERÇEK TANRI ERLERİcak. Olmayacak. (Necmi Oyman)İçimizden bir kılıç çıkacak. Kınından çekecek.Kılıcın iki tarafı çok keskin, gür olacak (Faik)."Allah kelâmı iki Hadis-i Kudsi'yi burada dercetmişbulunuyoruz. Dikkatli okunup, tefekkür edilmesindebüyük fayda vardır."Sırrımın sırrı sırrımdır ve sırrımın sırrıdır.""Bâtın ilmi benim sırrımdan bir sırdır ki onu kulumunkalbinde hâsıl ederim ve ona benden ma'dâ kimsevakıf olamaz."Bu mübârek Hadis-i Kudsiler zerre kadar fasıla vermedenmüteselsilen devam eder.Yine muhterem refikalarının diğer itiraflarından:"Mutfağın yanındaki küçük odaya devamlı olarak girip,çıkıyorlardı. Ortada verilmiş bir şey yoktu. Faik E..'ninkorkusundan böyle davranarak olmayanı aralarında verilmişgibi taksim ettiler. Ben büyük günah işledim. Benbüyük günah işledim. Benim günahım çok büyüktür.Bu başıma gelenler bundan ötürüdür. Faik E..'nin hersöylediği doğrudur.Teskin etmek istedim, fakat devamlı olarak sözünütekrar ediyor."Güyâ ortaya bırakılmış havası verildi. BüyükEvliyâ'nın mekridir, bu.Câlib-i dikkat bir Ayet-i Celîle'yi ehemmiyetine binaensülûk ehlinin çok iyi düşünüp ahde vefa gösterereksırat-ı müstâkim üzere olmaları için burada kayda almışbulunuyoruz:"Ve seninle mübayaa edenler; (el verip sözleşenler)Allah ile (rıdvan isimli biat)ta bîat etmişlerdir. Allah'ın


GERÇEK TANRI ERLERİ 23eli onların elleri üzerindedir." Sure-i Fetih: 48-10Âcizaneme 30 Ağustos 1981 Pazar günü bir gerçekrüyada, tekiden gece saat 03'te buyruldu ki:"Allah'ı dost edinen bu dünyada yalnızdır. Ben,Allah'ı dost edindim; bu dünyada yalnızım."İkinci defa:Fakirhane: 5-6.2.1988Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan gece, saat: 12.40.Dost Allah'tır.Allah Bes ve Der Hema an Zül Cemâl Bes.Bismillahirrahmanirrahiym.Üveys el'Karani Hazretleri diliyle onlara de ki:"... Allah'ı dost edinen bu dünyada yalnızdır. Ben,Allah'ı dost edindim, bu dünyada yalnızım."İlâhiAllah Allah Hu AllahMuhammed ResulûllahAllah Allah Hu AllahAliyyün VelîyullahAllah Allah Hu AllahVeysel Karani SırrullahAllah Allah Hu AllahEhl-i Beyt MahbûbullahAllah Allah Hu AllahHak Dîvan'da eyvallahDedi Derviş Faik'imLâ ilâhe illâllah


24 GERÇEK TANRI ERLERİEl-Âlim, El-Bâsir ve El-Semi' olan Hak Tealâ Hazretleriherşeyi biliyor, görüyor, işitiyor ve buna göre tanzimeyleyip muamelesini de bu hal üzere yaparak kullarınaimtihan sahnesini açmış oluyor.1961 senesi Ocak ayı'nın birinci gününden itibarençileye alınmış oldum. Bu mübârek târikat'in içinde çilelibâsı giydirilen bir tek âcizanemdir. Çile devresineyakın olduğumu bilmiyordum. Hâdisenin çileden üçdörtay önce olduğunu sanıyorum.Bursa Çalışma Müdürü iken emekli olup İstanbulBölge Müdürlüğü'ne Personel Müdürü olarak getirilenAli Bey isminde bir zat âcizaneme aynen şöyle dedi:"Kararnameden haberin var mı?" Cevap verdim: "Hayıryok." Bunun üzerine bana dedi ki: "Sen bu teşkilâtagüzel ahlâk örneği tek kişi olarak getirildin. Başkalarıbaksın da güzel ahlâklı olsunlar ve teşkilâta zarar vermesinlerdiye..."Devlet dairesinde odacının temizlikten uzak hâlinebakarak, kalbini kırmamak için üzeri tozlanmış şalterinaltına elimi soktuğum zaman üç çıplak kızıl tele üçparmağımı kaptırdım. Zemin beton. Ayaklarımda köseleayakkabı. Ben kendim görmedim ama personelinifadesidir: Bir anda başımdan ve parmaklarımın ucundanmasmavi ateşin çıktığını hayretler içerisinde gören personelşaşkın bir halde kalakalmış. Bu esnada benim "YaAllah, Ya Muhammed, Ya Ali, Ya Pîr" dememle birliktecereyan beni iki adım kadar geriye atmış. Bunun üzerinehaber vermişler, acilen elektirikçi geldi. Şaşkın birhalde bir zemine, bir ayakkabılarıma baktı. "Bu olamaz.Bu olamaz. Buradan kurtulmak mümkün değil. Bu teller-


GERÇEK TANRI ERLERİ 25den bir tanesi mesleğimizden elektirikçi bir arkadaşımıyakıp marsığa çevirdi ve öldü." ifadesinde bulundu. Oesnada altı senedir yanmakta olduğu söylenen büyükboyda iki florasans lambası düşüp, paramparça oldu.Meğerse bu benim çileye gireceğimin ilk işaretiymiş.Bunu da sonradan öğrenmiş oldum. Bu hadise 1960 senesiEylül-Ekim aylarında olacak. Allah'a şükürler olsun,bugün 80 yaşında ve sağlıklı olarak hayattayım.Çile ile musibeti birbirine karıştırmamak lâzım. Çilehâstır; musibet ise kişinin kötü fiillerinden dolayıuğradığı belâdır. Allah'ın gazap ederek kulunun uyanmasıiçin ona verdiği cezâdır. Meselâ, hırsızlık yapar,adam öldürür veya ruhsatsız tabanca taşır da yakalanır.Vatana ihanet eder, zinâ gibi çirkin fiiller ve benzerisebebiyle...Çilehane (İstanbul Şehri):Dört metrekare büyüklüğünde basık bir oda.Kalorifer, soba diye bir şey yok. Yazın çok sıcak, kışınçok soğuk. İki küçük pencere ve biraz büyükçe bir diğerpenceresi var. Camları kırık ve naylonlarla kapanmış.Kapı altında bir buçuk parmak boşluk var.İşte çileye burada girdik.Çilem uzundu ve ilk devresi sürekli=kesintisiz tamoniki (12) ay sürdü. Çok kısa bir dinlenmeyi müteakibentekrar beş ay ve onyedi günlük bir ikinci nefis terbiyesikısmı başladı. Ne var ki, terbiye-i nefs'e tam riayet etmediğimihtarı geldi ve indallahda=Hak Katı'nda bir haftasıyâni yedi günü kabul edilmediği için itâba maruzkaldım. O da şuydu: Onyedi ay ile onyedi günü topla-


26 GERÇEK TANRI ERLERİyarak aklımca buna bir mânâ vermek istememdi. Buradanefis yaptığım içindir ki, hemen arkasından (77-78) günhayvan hayatı yaşadım. Her şeyi görüyor, işitiyor vefakat konuşamıyordum. Böylece birinci çile müddetimyirmi (20) ay'ı doldurmuş oldu. Bize önemsiz gibi görünenbir küçük hatamız ağır ödetildi. Ayrıca, birer aylıkve onbeşer günlük olmak üzere çilem bir hayli zamandaha devam edecekti ve öyle oldu. Aslında dervişan'ınçilesi hiç bitmez ta ki Hak'ka yürüyene kadar...Ey Hak Yolu'nda gerçeği arayan sâlik!.. Sanaöğüdümüz şudur: Edepli ve iffetli ol. Hürmetli ol. Aslatevâzudan ayrılma. Yalan söyleme. Fitne yapma. Hasetetme. Müfteri olma. Kin gütme. Mahremiyete son derecesaygılı ol. Doğru otur, doğru konuş. Az söz et ve çokdinle. Hayat'ta ahlâkı güzel ve kâmil zevât'a yakın ol.Akıllı ol. İlme talip ol. Bilmediğin bir şeyi biliyormuşgibi anlatma. Görmediğin bir şeyi görmüş gibi söyleme.Kötü düşünmekten ve kötülük yapmaktan sakın. İyiliğekoş. Kötülük senin en büyük düşmanın ve iyilik de enyüce dostundur. Güzel ahlâklı ol. Zirâ Hadis-i Şerif'tebuyurulduğu gibi güzel ahlâk sahibini cennete koyar.Kötü ahlâk ise sahibini azap yeri olan cehenneme sokar.Mukaddesatına saygılı ol.. Vatanını ve askerini=ordunusev. Hayatın boyunca bunları düşünerek çalış ve yaşa kiiki cihân'da şeref kazanasın.Sana bir diğer nasihatimiz şöyledir: "Men arefe nefsehu fakat arefe Rabbe hu." ile "Men arefe Rabbe hu fakatarefe nefse hu." Hadis-i Şerifler'ine yâni bu iki hadis-işerife iyi sarıl. Terbiye-i nefs kemale erince; Cenâb-ıHakk'ın "Ey kulum ben senden razıyım, sen de benden


GERÇEK TANRI ERLERİ 27razı mısın" iltifatına nail olup âhiret hayatında sevilenlerzümresine dahil edilenlerden olursun.Çile müddetince çalışmak ve vazife almak suret-ikat'iyede menedildiği için bir bakıma dünyâ ile alâkamkesilmiş manzarası arzediyordu. Gör ki bu zamanzarfında tabir caizse âdeta bir deri-bir kemik kalmış vesanki karnım kasnak gibi belime yapışmıştı. Ancak otuzsaatte, kırk saatte, kırksekiz saatte, elliiki saatte ve hattâyetmişiki saatte bir olmak üzere avuç içi kadar küçükkap içerisinde iki lokma ekmek ile olanı yiyebiliyor vebol bol su içiyordum. Bazen ağzımın tadı yok diye kapiçine tuz koyup suyu öyle içtiğim de oluyordu. Artıkzayıflıktan gözlerim yuvalarından içeri kaçmış küçülmüşve puslanmış=buğulanmıştı.İşte bu çileli devremiz içerisinde Arûsi-yi Selâmi Tarîkati'ninÖmerî Kolu'nun Pîr-i Sâni makamındaki azizŞeyhim, "Ruhâni Mertebeleri" yüce ve kendi aralarındabilinen üç ayrı guruba mensup mümtâz zevât birbirlerindenayrı zaman dilimi içerisinde mübâreği hususi mahiyetteziyâret eyleyip âcizanem hakkında getirdikleri"............." teklifleriyle karşı karşıya kaldıklarını uzuncabir müddet sonra "Asrı'nın Ekber Şeyhi ve Mertler Babası"sıfatı ile şanına yakışır bir tarzda huzurunda bulunanzevât-ı şerife şöyle "..." cevap vermeleri üzerine ol mübâreklertekliflerini geri almış oluyorlardı. İşte onu bir münasiplisanla açıklamışlardı ki, o dem huzurda bulunanlarınhallerini görmek kâfiydi...Bilelim ki, er meydanına er olanı alırlar. Namerdideğil. Ulu dîvan'da fiil isterler. O yüce dîvan'da laklakayayer yok! Zirâ <strong>Tanrı</strong> <strong>Erleri</strong>'nin Babası Allah'ın


28 GERÇEK TANRI ERLERİAslanı Hazret-i Ali Efendimiz'dir.Âşıklar pîri Hazret-i Yunus Emre der ki: "Etekemiğehüründüm, Yunus diye göründüm." Peki ogörünen kim? Aslında o görünen senin cevherindir. İşteo zaman senden sana giden yolun sonunda sendekicevherin karşına çıktığını görür ve böylece yaradılışınınsırrına erersin. Bundan daha büyük saadet olur mu?Vesile teşkil etmişken aynı çile devremiz içerisindekonu ile ilgili olarak açık bir tecelliyi=zuhûrâtı buradaihtisâren naklediyorum: Öğle namazını kılmış, gerekliduâ ve zikri yaptıktan sonra öyle durduğum bir andaküçücük odanın içerisinde lâtif bir hava esti ve içeriyebirdenbire Cenâb-ı Seyyide-i Masûme Fatma-tüz-ZehraVâlide-i Mâcidemiz teşrif ederek boynuma sarıldılar ve:"Oğlum Faik, buna benim de ........... " diyerek buyurdularki: "....."Vaziyeti hemen Allah dostu aziz Şeyhim'e arzettim veâcizaneme şu suali sordular: "Hazret-i Fatıma Vâlidemizolduğunu nasıl bildin?" Cevabım şöyle oldu: "Efendim oanda kalbime okudular ve birdenbire bütün varlığımıtarifi mümkün olmayan çok lâtif bir hava sardı... Buesnâda mübârek vâlidemiz tarifi imkânsız çok candan vesevgi dolu bir bakışla âcizaneme bakıyorlardı..."Bunun üzerine bir an için gözlerini yumdular ve "ElHak. Mübârek Validemizin ta kendisidir" dediler, öneeğilerek bir Fatiha-yı Şerife okudular.Muhterem Vâlidemiz'in "Eşkâl-i Şerifleri" diğer uluEfendilerimiz ve mübârek Vâlidelerimiz gibi kaynak eserMir'ât'ül Hakâik'in (Eşkâl-i Şerifler) bölümünde tafsilenmevcuttur.


GERÇEK TANRI ERLERİ 29Bu çile devresi içerisinde idi ki, Aziz Şeyhimâcizaneme şöyle hitap ettiler: "Oğlum şimdi biz sanabakıyoruz, sonra sen bize bakacaksın."İşte mübârek Şeyhim'in muhterem refikalarınıâcizaneme emânet edişleri böyledir.Bugüne kadar (25) yirmibeş senedenberi her şeyi ilefiilen meşgûl oluyoruz. Helâl olsun.Elhamdülillâh bilcümle bunların işâreti ve haberi tâbaşlangıçta verilmiş oluyordu.Ayrıca, "Evi de sen sigorta ettireceksin" diye buyurdular.Âcizanem "Hane-i saadeti hemen şimdi sigortaettireyim aziz şeyhim" dediğimde ise karşılık olarak"Onu sonra sigorta ettireceksin" cevabını vermeleri ileaslında kendilerinden sonrayı işaret ediyorlarmış. Bukelâm-ı şerifleri üzerine kendilerinden sonra mübârekevini sigorta ettirdim.Mir'ât'ül Hakâik isimli kaynak eser'de mevzûlarlaalâkalı mufassal malûmat mevcuttur. Misal olarak bazısahife no.larını kaydediyoruz.Sahife:41-45, 123-144, 239-241, 315-318, 373-382, 383-391,501,578-609,682-697-0-Ey cân! sana kemalât yolunu ihtisar ederek anlatayım:"Sevdiğimi katlederim, diyeti ben olurum..." KudsîAllah kelâmının mazhar-ı kâmili olup mümtâzşahsiyetlerden olmak istersen bizzat senin amansız ve enbüyük düşmanın olan iblisini yâni nefsinin başını ez.Hevâî hevesinin arzularına kapılarak kirli nefsini övme..


30 GERÇEK TANRI ERLERİlevmet. Azgın nefsini terbiye edip rûhunu tasallutundankurtar ve pâk tut. Tevâzu sahibi ol ve mümkünse mahfîyetüzere kendini herkesin ayağı altına hasır gibi sererekyok ol. Harama el uzatma. Zinâ, fitne ve iftiradanşiddetle sakın. Yalan ile imân bir arada olmaz. Bunu aslaunutma!.. Böylece Allah'a karîb=kurb olma şerefine nâilolursun ki, Cenâb-ı Pîr Seyyid Ahmed-el RufâiEfendimiz'in buyurduğu veçhile Hakk'a zilletkapısından girerek işini halleden izzet sahiplerindenolursun.Bilgi: Seksen senelik ömrümde dikkatimi çekenmühim hususlardan birisi şu olmuştur. Herhangi biryerde tek başıma gezerken veyâ bir yerde dururken ya damüsait bir yerde otururken âcizanemi gören kalp gözüaçık ve keşif sahibi zevât-ı şeriften biri yanıma yaklaşarakyahut yanına dâvet ederek bana ilk sözü "Selâm yaFatıma Ana kuzusu" yahut "Selâm sana ya İmam HüseyinEfendimiz torunu" veyahut sohbet ediyor halde isehemen o sohbeti kesiyor ve âcizaneme hitaben "AramızaFatma Ana kuzusu geldi, selâm sana" diyerek muhabbetediyor. Kimi de yüzüme bakıyor, konuşmuyor ve tatlıtatlı gülüyor. .Sayısız hatıralarımdan birini bu vesile ile nakletmektedüşünen Allah kulları için büyük fayda vardır: Hakkkatında velâyeti müseccel mübârek babam Üveysi VelîEsseyyid Ahmed Faruk Efendi hatırımda kaldığıkadariyle 1957 senesi Muharrem ayı şerifinin birinci günüolacak Hak'ka yürüyüşünden az önce rahmetli kardeşimtemiz insan Atillâ Erbil'i İstanbul'da okutmam içinvasiyette bulunduklarını yine rahmetli anam bana


GERÇEK TANRI ERLERİ 31naklettiler. Bunun üzerine kardeşimi İstanbul-AtatürkLisesi'ne kaydettirdim ve o sene okula başladı. Devletmemuru idim ve vasat bir hayatım vardı. Kardeşiminbazı okul masrafları oluyordu. Ötedenberi ahlâkımı çokbeğendiği için beni çok sevdiğini söyleyen zengin birzât'ı ziyâret eyleyip kardeşimin ihtiyacı için borç olarakkendilerinden sadece (75) yetmişbeş Türk Lirası ricadabulundum. Cevap olarak "Param yok veremem" dediler.Hiç sesimi çıkarmadım ve kemâl-i edeple yanındanayrıldım. Cenâb-ı Allah'ın yardımı ile ihtiyacımızıgiderdik ve düşe-kalka geçinip gidiyorduk. Aradan üçyıl geçmiş ve fizik ve matematik notları (8-9-10) olantemiz ahlâk sahibi rahmetli kardeşim de lise son sınıfıokuyordu. Bu arada İstanbul sâbık vâlilerinden askerîoperatör doktor rahmetli muhterem dostum MehmedEmin Erkul Seyyidoğlu vasıtası ile İstanbul Sanayi OdasıBaşkanı merhum Bahri Kınacı bey de bütün masraflarınıkarşılayarak Oda adına okutmak üzere kardeşimi Avrupa(Fransa)'ya göndermek istiyorlardı...Derken sene 1960'ın Kasım ayının başı olmuş idi.Bilmiyordum meğerse birbuçuk-iki ay sonra çileye alınacakmışım.Bu arada yukarıda zikrettiğim o zât ile dâvetiüzerine evine gitmiş görüşüyorduk. Konuşmamız esnasındabana söylediklerini ve yaptığı teklifi aynennaklediyorum: "Sana karşı çok mahcubum, utanç duyuyorum.Senden esirgediğim ve param yok verememdediğim o gün bankada tam (300) üçyüzbin liram vardı.Buyur hemen bankaya gidelim yetmişbeş lira yerinesana (75 bin) yetmişbeşbin lira vereyim." Dediler vekabul etmeyip reddettim. Şöyle yüzüne baktım veayrılmak üzere kalkmıştım ki, âcizaneme şu tekliftebulundular: "Ben çok zenginim. Taksim Tarlabaşı'nda


32 GERÇEK TANRI ERLERİve Mahmutpaşa'da olmak üzere iki han ile AksarayFındıkzade'de bir apartmanım var. Ayrıca bankada 300bin liram var. Ahlâkını ver bana.. yarın sabah iki şahidile tapu dairesine gidelim bütün servetimi vereyimsana." Dediler. Cevabım şu oldu: "Allah'ın izni şerifi ilebenim ahlâkım bana, senin servetin sana." Bu zât birNakşi Şeyhi idi.Cenâb-ı Allah cümlesine rahmet eylesin.Güzel Ahlâkİllâ ve lâkin güzel ahlâk;Allah rızası için halka hizmet.Rabbinin dostluğu için el-HâkNe makbul bir ibâdettir hizmet...Namus ortadan kaybolunca;İmân gider, küfür gelir!..Erişir gazab-ı ilâhi...İzzet gider, zillet gelir...Serptiğin tohum ki yeşerir;Felâket içre sefâlet gelir...Dünyâ, âhirete misâldir,Ne ekersen onu biçersin.Dünyâ bir oyuncaktır, dedi, Rabbim:Lâyenfeu'da sorulmaz âlim-ilim!İllâ ve lâkin isterler kalbi selim.Gerisi lâf-ı güzâftır a mîrim...Mehmed Faik Erbil


GERÇEK TANRI ERLERİ 33Şol kişi!Lâf-ı güzâf'ı terket, mâlâyâni konuşma, laklaka yapma.Eğer irfan deryâsından bir katre dahi olsa nasiplenebildiysenkalbe akan o irfan nûru ile bakar ve böylece hasılolacak görebilme-duyabilme hünerin sâyesinde nâsiyesindenAllah Evliyâsı olduğu okunan o zât-ı şerif'ehürmet edersin ki, bu sana Allah'ı hatırlatır. Bu suretlede halini güzelleştirir ve Rızâ-yı Bârî'yi kazanmış olarakcennet ehli bahtiyârlar zümresine dahil edilirsin.Şimdi tefekkür ve tezekkür için üç Hadis-i Şerif'iburada dercetmiş bulunuyoruz.Birincisi: "Allah, Adem'i kendi suretine göre yarattı."İkincisi: "İmam Ali'nin yüzüne bakmak ibâdetmakamına kâimdir."Üçüncüsü: "Ali'yi anmak ibâdettir."Yukarıda anlattığımız bahsi şöyle de dillendirebiliriz:Bu manevî kuvvet ilâhi sırlara, zuhurlara ve tecellileremazhar olanlara bir iltifât-ı süphani olarak Cenâb-ıHakk'ın ihsânıdır.Bilelim ki, Enbiyâullah ve Evliyâullah Hazerâtı herhal üzere icraatını Külli İrâde'ye tâbi olarak yapar.Şayet bugüne kadar dikkatli davranmayıp birtakımtatsızlığa-huzursuzluğa yol açarak bunlara sebebiyetveren olduysa işbu kitabın neşri tarihinden itibarenkendi menfaatleri nokta-i nazarından va'zedilen hükümler-emirlerdahilinde durumlarını kontrol ederek hareketetmeleri elzemdir. Bil ki, senin kendine dostluğunbaşkasına düşmanlığına engeldir. Yine senin kendinedüşmanlığın gayriye dostluğuna mâni'dir. Nefsininarzularına gem vur ve onu disiplin altına al ki, adamolasın.


34 GERÇEK TANRI ERLERİAziz Şeyhim'den bir kibâr-ı kelâm: "Dünü unut,bugüne bak, yarını Allah'a bırak."Not: Bu sözü âcizanemin yanında İstanbul (Şehremini)Vâlilerin'den rahmetli Askerî Opr. Dr. MehmedEmin Erkul Seyyidoğlu'na söylemişlerdi. Mekânı cennetolsun.Dikkat! Mühimdir.Kemalâtın başlangıcı (40.) kırkıncı yaştır. <strong>Gerçek</strong>mânâda irşâd (40) yaşında başlar. Hilâfet'te bu yaşbaşlangıç alınarak verilir. İstisnası ender kere enderdir.Bu takdirde mes'uliyet Mürşid-i Kâmil'in uhdesindedir.Zirâ, onlar büyük zâtlardır.İrşâda memur kılınan halife veya halifeler içerisindennefsinin zebûnu olan cibilletsiz ya da cibilletsizler (not:cibilliyetsizin mânâsı başkadır) çıkabilir. Gör ki,böyleleri şakirdleri yâni talebeleri arasına nifak tohumlarıekerek yol kardeşlerini=evlâtlarını dahi birbirinedüşürmekle kalmaz ve hattâ velî nî'met'i olan mürşidinede ihânet=hiyânet üzere küfür halinde olabilirler. Şâyet,bunlar toparlanıp da akl-ı selime müracaat etmeyipdoğru yolu bulamaz olurlarsa dağılır giderler ki vaymüsebbip olanın veya olanların haline!.. Artık o gibilerinişi musalla taşına yâni teneşir'e kalmış olur ki, butoprağa gübre olmak demektir. Heyhat!...Bir de hilâfet sahibi olmadıkları halde kendilerinemânevi rütbe takdir ederek ben şeyhim diye ortalardadolaşanlar gürûhu ile yine dervişlik havasında etraftagezinenler vardır. Bu esasta asıl mes'ul olanlar yalancı


GERÇEK TANRI ERLERİ 35sahte şeyhlerdir ki, kendi yükünü dahi taşımaktan âciziken nice saf yürekli Allah kulunu kandırarak hem onlarıperişan ediyorlar ve hem de yüklerini üzerlerine alarakkendilerini azab içre azaba düşürüyorlar... Tam birfelâket!...Eğer bunlar akıllarını başlarına devşirip hakikati itirafederek asıl kendi hüviyetlerine dönmezlerse onlara birkurtarıcı el uzatılamaz ve şöyle hitap edilir: "Cehennemegirenler ile beraber giriniz!..."Veyl!... (Ayrıca, Cehennem'de bir azap çukurununadıdır.)Hadis-i Şerifler:"Münâfıklığın alâmeti üçtür:Konuşursa yalan söyler,Vaad ederse tutmaz,Emniyet edilirse hiyânet eder.""İnsan, dili belâsını çeker.""Tefrika sokan bizden değildir.""Ne fena kuldur şu kimse ki, nefsinin ihtiraslarınauyar da kabre gireceğini ve sonra neler olacağınıdüşünmez.""Bir adam hangi kavmi severse Cenâb-ı Hak onu


36 GERÇEK TANRI ERLERİsevdiği kavmin zümresinde hasreder.""Bir kavme benzemek isteyen o kavimdendir."Ey insan!Cenâb-ı Allah bir kulunun, bir zümrenin, bir milletinönüne müsbetiyle-menfisiyle gerçekleri koyar veya açar;eğer gaflet gösterilir ve inatta ısrar edilir deuyanılamazsa iş dalâletten içeri ihânete kadar gider. Bunoktada da ayılıp toparlanılamazsa orta vâdede ikâz vemüteakiben ihtar gelir. Şayet, bütün bunlara rağmenhakikat görülemez yahut görülmemek murat edilirse neyazık ki o zaman önüne bedeli ağır olan ağlama duvarıçekilir. Heyhat ki ne heyhat!...Bu vaziyette kader sırları içerisinde Allah'a sarıl ve olazim belâdan kurtulmak için gayret göster ki yineCenâb-ı Hak'kın inâyetiyle belâyı asgariye indirmiş yada ondan kurtulmuş olasın. Âmin.Allah'a teslimiyet-i tamme üzere terbiye-i nefis edememişolmaları sebebiyle şeytanın ağına düşmüş ve torbasınayem olmuş insan suretindeki hayvanat hakkındahükmü İlâhi şudur:"İblis=şeytan; çünkü beni onlar için rahmetindentard eyledin. Ben de onları aldatmak için senin doğruyolun üzerine oturacağım. Sonra onların önlerinden,arkalarından, sağlarından, sollarından gelip aldatırım seninsanların ekserisini sana şükür edenlerden bulmazsın,dedi. Cenab-ı Hak; mezmûm ve medhûr, rahmetden dûrolarak cennetten def ol, insanlardan sana tâbi' olanlarlave seninle cehennemi doldururum."A'raf: 7/16,17,18.


GERÇEK TANRI ERLERİ 37"İblis: Ya Rabbi beni rahmetinden tardın hakkı içininsanlara dünya hayatını süsleyeceğim (sevdirip sendengaflete düşüreceğim) ve cümlesini şaşırtıp aldatacağım,ancak sana muhlis olan kullarını iğvâ edip aldatamam."Hacar: 15-39 ve 40."Cenab-ı Hak: Benim doğru yolum budur. (Din vasıtasıylaâşikardır.) Kullarım üzerine senin kudretin ve tasallutunyoktur. Ancak sana aldanıp tâbi' olanlara tasallutedersin, dedi."Hacar: 15-41 ve 42."Ey insanlar, muhakkak Allah'ın vaadi haktır. Sizidünya hayatı mağrur etmesin. Sizi aldatıcı (şeytan) Allahile aldatmasın (Allah af eder, sen keyfine bak, ne istersenyap diye iğfal etmesin)."Fatır: 35-5.İbret alıp istikametini düzeltmek isteyenlere yeter.Hak Kapısı: Ahde vefa göstermeyen ve sıtk ile bağlanmayan"Kâbe Yolu" nu kirletmiş bir hâindir. Öylesinivahdet halkası'ndan atıp kapı dışına koyarlar. Bununda bedeli çok ağırdır... Uyandırıldığı zaman ise iş-iştençoktan geçmiş ola ki, nâs arasındaki vekâr, haysiyet veitibarından artık hiçbir şey bırakılmamıştır. Zirâ ok gerigelmiş=silâh geri tepmiş ve sahibi yalancı hasûd'u,müfteriyi vurmuştur...Ayrıca, Cenâb-ı Allah öyle bir vicdân azabına düşürürki kâbus olarak üzerlerine çöker. Yazık çok yazık!...Kur'an-ı Kerim'den:63. Münafikun Sûre-i Şerîfesi'nin 4. Âyet-i Kerîmesi:"Onlar (münâfıklar) dayanak (mesned) yapılmış dileklergibidirler. Her sayhayı (sesi) kendi aleyhlerine zan


38 GERÇEK TANRI ERLERİederler (infakları cehtiyle daim kulak tutarlar) onlar sizedüşmandırlar. Onlardan hazer edin (onların fenalıklarınakarşı uyanık durun) Allah (onları) kahretsin."48. Fetih Sûre-i Şerîfesi'nin 6. Âyet-i Kerîmesi:"Ve Allah'a fena zan ile zanda (yorumda) bulunan erkekve kadın münâfıkları ve erkek-kadın müşrikleri (Allah)tezib eder. Onların suizanları kendi üzerlerine döner.Allah onlara lânet etti. Ve onlara cehennemi hazırladıki ne fena gidilecek yerdir."Öz olarak bu konunun aslı şudur: 1957 senesininEkim ayı. Edep-hayâ, ilim-irfan ocağı olan "Hak Yolu'"nunhenüz üç aylık yolcusuydum. Her hafta salı günüakşam namazından sonra İstanbul-Kadıköy Çukurbostan'daki40-45 metrekarelik kira ile oturdukları küçükbir ahşap ev'de 10-15kardeş huzur-u şeyh'de toplanırdık.Ulu Velî Ömer Fevzi Hazretlerine ait kapı dibindedünyâyı idâre ettikleri sehpası ile bir hasır koltuk vardı.Efendi Baba oraya "Haydar" derdi. O şerefli koltuk'abizzat emirleriyle devamlı olarak bendeniz oturtulurdum.Müfettiş Vahit bey'in kabaran hasediyle beni tahkiriçin oradan üzerime tahtakurusu çıkıyor yalanı AzizŞeyhimiz'i celâllendirdi ve ayağa kalkarak kendisine sertbir şekilde öyle birşey yok, af dile ihtarında bulundular.Bunun üzerine Vahit bey boynuma sarıldı ve "beni affet.Ben, Kâbe yolunu pisledim, ben ... yedim." Dedi.Halen ayakta duran mübârek (hah şimdi oldu), dediktensonra aynen şöyle buyurdular: "Hazret-i PeygamberEfendimiz soyundan gelen evlâdına hakaret edene hemvallahi, hem billâhi şefâat etmez."Sonra dost olduk ve hilâfet verildi.


GERÇEK TANRI ERLERİ 39Sultan'ın, Galatasay Lisesi (Sultanisi)'nden mektep arkadaşıolan Vahit beyin ve ailesi Safiye hanımın vefatlarınadek herşeyleri ile meşgûl olduk. Allah'ın rahmetiüzerlerine olsun. Hiç kimse için alınmadığı halde yalnızacizânem hakkında alınan üç varidat-ı şeriften "İhtar"isimli olanı bununla ve benzeri mevzûlarla alakalıdır.Kur'ân-ı Kerîm: "Mekirlerin cümlesi Allahındır."Raad: 13-42Ey yolcu, Allahın mekrinden sakın!..Hadis-i Şerîf:"Dünyâ, âhiretin tarlasıdır. (Ne ekersen onu biçersin.)""İnsan, dili belâsını çeker."Ömer Fevzi Hazretleri'nin Kur'ân-ı Kerîm'inden:İNSANIN ŞEREFİH İ LÂFETBir misâl:(38-26): "Ey Dâvud, biz seni yer yüzünde halîfe kıldık.İnsanlar arasında hak ile hükmet [adâlet et] ve hevâya[beşerî nefsine] tâbi olma ki seni Allahın yolundanşaşırtır. [Vazifeni ifâ edemezsin.]"HİLÂFETİN MA'NÂSI .Hilâfetin mânâsı; yanlış telâkkilere uğramıştır. Halifeünvanı ile saltanat kuranların ve evlâdiye tac ve tahtelde edenlerin bunun hakikî mânâsı işlerine gelmediği


40 GERÇEK TANRI ERLERİiçin açıklatmamışlar. Hak ve hakikat de mektûm kalmış,ve halîfe sıfatı böylece sû-i istimâle uğramıştır.Hakikat şöyledir:Bir insanın yer yüzünde Allaha halife olması; Allahın(Rûh-ül-Kudüsü) nün o insanın kalbinde yer alması demektir.Halbuki:Rûh bahsinde görüldüğü ve hemen şimdi yukarıdakiâyet-i kerîmede okunduğu veçhile halifelik; büyük Nebilere,büyük velîlere nasib olmuştur. Yâni tam kemâleermiş, Allahın seçkin kullarında Allah; Rûh-ül-Kudüs'üile konmuştur. Halbuki İslâm ve Osmanlı tarihinde tacgiymiş, evlâdiye taht kurmuş halîfelerin teselsül ettiğinigörürüz. Büyük Nebî, büyük velî mertebesinde ve aynizamanda Rûh-ül-Kudüs'ü hâmil olanlara [eğer varsa]kimsenin bir diyeceği olamaz; fakat mâdasını halife diyekabule asla imkân yoktur. Bu; hatânın en büyüğüdür.Zâlim veya kusurlu, ahlâkı bozuk insanlar Allaha hâlifeolamaz. Öylesini halîfe diye kabul etmek, Allaha karşımühim bir hürmetsizlik olur. Netekim Cenâb-ı Hak,Hazret-i Dâvûd'u halîfe tâyin buyururken (seni yer yüzündehalîfe kıldık. İnsanlar arasında hak ile hükmet vehevâye [hevâ ve hevesine] tâbi olma.) buyuruyor.Demek ki halifeye, nefse uymak yoktur. Ve buna zâtenRûh-ül-Kudüs mani' olacaktır. (Evlâdiye) tac ve tahtelde edenlerde ise böyle bir şey aramak mânâsızdır. Zirâriyâset; halkın hakkı olan intihap şartına bağlıdır. O kihalkın hakkına ehemmiyet vermez. Kendini entrika vecebir kullanarak sultan yapar ve bu haksızlığı devam ettirmeküzere bu haksız saltanatı (bütün bir milletin de-


GERÇEK TANRI ERLERİ 41vam üzere hukukunu hiçe sayarak) evlâdına miras yapar,öylesinde nefis esaretinden hevâ ve heves hırslarındanbaşka ne olabilir? Kendine ve evlâdına gayr-i mes'ul birşahsiyyet, gayr-i meşrû' bir hükümranlık te'min için bütünbir milleti haktan, hürriyetten mahrum kılanlardanne beklenir?Bakınız halife olmanın ehemmiyetine şimdi şu âyet-ikerîme ne mükemmel bir misâldir:(33-72): "Biz emâneti [Rûh-ül-Kudüs'ü hâmil olmayı]göklere ve yere ve dağlara arz ettik. Onu yüklenmektenkaçındılar. Ve biz de onlara acıdık. Emâneti insanyüklendi. Muhakkak insan, nefsine zulum edici ve işinsonundan câhil idi. [Yâni bu mükellefiyetin ehemmiyetinitakdirden âcizdi]."İNSANIN MÜKERREM OLMASI(11-70): "Biz, Benî Ademi mükerrem kıldık."İnsan hakkında Allahın inâyeti: .(4-28): "Allah üzerinizden yükünüzü hafifletmek ister,insan zaif olarak yaradılmıştır."Allah'a giden yol = makam üç'dür.1 - "İlmelyakin Makamı."Bu makamların en küçüğüdür. Yani ilim yoluyla Allah'agidecek ve Allah'ın sıfatı bilgisinde kalacaktır.Bunlar Hakk'ı göremezler. Bu makamdaki ilim malûmatâbiidir. Alâkalı Hadis-i Şerifler:


42 GERÇEK TANRI ERLERİ"İlmin âmili olun, râvisi olmayın.""İlmi yazı ile tesbit ve neşrediniz.""Çin'de bile olsa ilmi aramağa gidiniz, zirâ ilme tâlipolmak her müslümana farzdır.""Beşikten mezara kadar ilme tâlip olunuz.""Cenâb-ı Hak âhiret umuruna cahil kalan dünyaalimlerine gazab eder.""İnsanların eşirrası; ulamâsının şerir olanlarıdır.""Ümmetim için asıl deccâlden ziyade, ümmeti idlaleden (delâlete saptıran) deccal imamlardan korkarım(önder âlimlerden) korkarım.""Kıyâmet günü Allah'ın en şedîd azâbı; ilmi ileAllah'a bir faydası olmayan (halka fayda yerine zararıdokunan) âlimlerdir."2 - "Aynelyakin Makamı."Burada müşâhede vardır. Bahtiyar kul misâli olmayanbir yoldan Allah'ı görecektir. Çünkü, müşâhededen ifadeettiğimiz Cenâb-ı Hakk'ın belirli bir şekilde bu bahtiyarzümreye görünmesi halidir. Veya, başka bir şekilde ifadeedecek olursak, sureti üzere yarattığını bildirdiği İnsanRabbi'ni müşâhede yolu ile müşahhas nokta-ı nazardanbüründüğü insan şekli hüviyetinde rüyet eder. Zira, bumübârek makamdaki Zât-ı Şerif Hakk'ın boyasına boyanmıştır.Kur'ân-ı Kerîm'in 2. Bakara Sûre-i Şerifesi'nin138. Âyet-i Kerîmesi'nde şöyle buyurulmaktadır : "Buiman ve Din Allah'ın boyasıdır. Allah'tan daha iyi boyasıolan kimdir, biz o Allah'a ibadet edenlerdeniz." Ayrıca102. Tekâsür Sûre-i Şerifesi'nin 5 ilâ 8. Âyet-iCelîlelerinde de şöyle buyurulur: "Eğer bundaki hatanızıilm - el - yakin bilsenizdi (kesrette mübahatten rücu eder


GERÇEK TANRI ERLERİ 43(yalnız dünya zevklerine dalıp kalmaz) ve âhiret emri ilemeşgul olurdunuz) şüphesiz cehennemi uzaktan ve sonrada ayn-el-yakin (içine girerek) görürsünüz. Sonra o gün(kıyamette) Allahın size verdiği nimetlerden sualolunursunuz."3 - "Hakkelyakin Makamı."Bu son ve en yüce makamdır. Bundan öte makamyoktur. Burada kul Rabbini açık olarak görür ve Cenâb-ıAllah tenezzülat makamından kendisine hitap eder, yanikendisi ile konuşur. Konu ile alâkası bakımından ve öneminebinaen kaydediyoruz: Kur'ân-ı Kerîm'in 72. CinSûre-i Şerifesi'nin 26. ve 27. Âyet-i Celîleleri'ndebakınız Cenâb-ı Allah ne buyurmaktadır: "Gaybı bilenodur, (gayb onundur.) Ve gaybı kimseye açıklamaz.Ancak Resûllerinden ihtiyar edip razı olduğuna (lüzumgördüğüne) onun bazısını bildirir."Hakkelyakin makamı aynı zamanda BekabillâhMakamı'nın karşılığıdır. Bu son ve en yüce makamdırki, Gavs'a aittir. Burada saadetli kul, Hak'da Hak ileolmuş ve halka hizmet için halkın arasına karışmıştır.Kur'ân-ı Kerîm'in 11. Hûd Sûre-i Şerifesi'nin 75. ÂyetiCelîlesi'nde şöyle bildirilmektedir: "İbrahim; halim,kalbi rakik, halka acır ve onlar için Allah'a yalvarırdı.(İşte bekabillâh mertebesine nail olanların hali budur.Halk için yaşamak, halk için çalışmak, saadette, kederdehalk ile alâkalı olmak)."Aktâb-ı Erba'a(Dört Ana Kutb) .Seyyid Ahmed Abdülkadir Geylâni


44 GERÇEK TANRI ERLERİSeyyid Ahmed el-RufaiSeyyid Ahmed el-BedeviSeyyid Abdüsselâm el-EsmerNot: Arbâ'= Katıksız ArapMânâsı: Nesebi sahih, katıksız dört evlâd-ı Resûl.Hazret-i Ali Efendimizden bir mübarek Kibâr-ıKelâm:"Sen kendini sandın bir parça küçük; halbuki sendeâlem var en büyük."Bir tecelli anında büyük Evliyâ'dan Bâyezid-i BestamiHazretleri şöyle buyurdu:"Özüm sübhandır. Şanım ne kadar büyük..."Yeri gelmişken Bâyezid-i Bestami Hazretleri'ninMürşidi ulu velîlerden Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri birKibâr-ı Kelâmlarında şöyle söylemişlerdir: "Cübbeminaltında Allah'tan başkası yoktur."Burada makam büyük. İncelik ise yüce. Hususatıtasavvuf ehlinin dikkatine sunarız.Acizânemce tasavvufun öz tarifi:"Rabbini gören kendini göremez. Kendini gören deRabbini bilemez." (Mir'at'ül Hâkaik isimli kitabın 315.sahifesindeki tasavvufun tarifi böyle olacak.)Hazret-i Pîr Gavs-ı Âzam Seyyid Abdüsselâm elEsmer ül Semerâni Futurî bir kibâr-ı kelâmlarında buyururlarki: "Benim deryam ile Abdülkâdir'in deryasıaynıdır. İnsanlar her beldede (her şehirde) beni vesileedinerek iğâse (yardım) isterler."


GERÇEK TANRI ERLERİ 45Hayırlı KısmetEvlenmek arzusunda olan herhangibir hanım kızımız temiz niyetle ve namazabdestli olarak bulunduğu yörenin deniz kıyısınagitse (eğer deniz yoksa, herhangi biryerde deniz kıyısına varsa) akabinde yanındabulundurduğu biraz havası alınmış bir kilohalis zeytinyağı şişesini içine su kaçırmayacakşekilde sıkı sıkıya kapatıp "Ya Allahım,senden evlenmem için hayırlı bir koca diliyorum.Bu niyetle elimde tuttuğum bu şişeyişimdi buradan Hazret-i Pîr Seyyid AbdüsselâmEfendimize ulaşmak üzere onunmübârek yüzü suyu hürmetine denize bırakıyorum.Bu şişeyi Hazret-i Pîr'in türbesineulaştır" demesi ve Cenab-ı Pîr'in ervâh-ı şerifesinebir Fatiha-yı şerife okuyup göndermesikâfidir. Bu muamele 500 seneden berihiç şaşmadan gerçeği bilen çeşitli milletleremensup insanlar tarafından devam etmekteve neticesi alınmaktadır. Ulu Pîr'in himmetlericümlemizin üzerine olsun.Not: Bu zeytinyağı şişeleri sahildebekleşen fakir halk tarafından alınarak evlerine,ihtiyaçlarını gidermek üzere, götürülmektedir.Aynı zamanda işte ne güzel hizmet!


46 GERÇEK TANRI ERLERİBuraya çok dikkat edilmelidir. Yardım yalnız Allah'-tan istenir. Görülüyor ki, Allah'a kap=fânus olanHazret-i Pîr lisanında konuşan Allah'tır. Zirâ, fâil-imuhtar bizzat kendisidir.Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el Esmer bir kibâr-ıkelâmlarında şöyle buyururlar: "Şeyh-i Ekber Muhiddinİbn'ül-Arabî Hazretleri'ni bütün zamanların en büyükEvliyâsı olduğunu haber verirken şâkirdlerine mârifethususunda İbn'ül Arabi'ye uymalarını isterler."Cenâb-ı Allah yeryüzünde Adem'i kendisine halifekıldığını bildirir. Bu, Enbiyâ ve Evliyâ'dır.Mühim bir Hadis-i Şerif:"Allah Âdemi kendi sureti üzerine yarattı."Allah'ın Peygamberleri ve Velîleri ne mübârekkelâmlarından ne de icraatlarından nâşi mesuldeğildirler.Nebiler gibi Velîler de bir mevzu üzerinde değişikkelâm etseler dahi mânâ itibariyle netice aynıdır.Bu cümleden olarak yukarıda görüldüğü veçhile bunubir misâlle delillendirmiş olduk.Ey sâlik bunu iyi anla!Hizmetlerimiz Allah üzerine yazılıdır.Takdir Cebbâr-ı Alâ olan Allah'ındır.Aziz Şeyhim bir kelâm-ı şeriflerinde şöyle buyurdular:"Başı sakat olanın sonu sağlam olmaz. Sonu sağlamolanın da başı sakat olmaz."Dikkat!..Arûsi-yi Selâmi Tarîkat-i Şerifi'ne ait "Mecburi Ders-


GERÇEK TANRI ERLERİ 47ler" mezkûr tarîkat-i şerif mensubu olan dervişân dışındahiçbir kimse tarafından çekilemez. Ancak, gerçekMürşid'in emri şerifi ile müntesibe (=sâlik'e) verilir.Tamam oldu.Allah FakirîArûsi-yi Selâmi Tarikâti Şerifi HizmetkârıMehmed Faik Erbil12.1.1985Ya SelâmKılınan her namaz'ın bitiminde ve seccadeden kalkmadanönce üç adet "Ya Rabb'ül-Cemil, Ya Settâr'üluyûb,Ya Gaffâr'üz-zünûb" dedikten sonra dokuz defa"Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes" diyerekonikiye tamamlanmış olur.Mülâhazat:Şeyhim Ârif-i Billâh Esseyyid Mustafa Aziz Hazretleribuyurmuşlardır ki: Günlük dersler öğle namazınakadar yapılırsa o günkü işler kolaylaşır. Zirâ, Allahmemnun olur ve yardım eder.Şâyet, günlük dersler öğleye kadar yapılamazsa akşamnamazına kadar yapılmalıdır. Çünki her gündüzün bir degecesi vardır.Eğer dersler akşam namazına kadar da yapılamazsagece saat onikiye kadar bitirilmelidir. Unutmayınız ki,gece gaflet halidir; mâhmûrluk, dalgınlık olur, ağırlıkbasar, misâfirlik veya herhangi bir iş durumu meydanagelebilir ve böylece de ders unutulmuş olabilir. Bilelim


48 GERÇEK TANRI ERLERİki, namazın kazası vardır fakat zikrin-tesbihin kazasıyoktur.Birisi bir başkası adına zikir yapamaz, tesbih çekemezve ibâdet edemez. Eğer yaparsa bu sapıklıktır.Tesbih-i Şerif Mertebeleri:1-Ya Hay: 1000 adet2- Ya Kayyum: 1000 adet3- Ya Kahhar: 1000 adet4- Hû: 1000 adet5- Hak: 1000 adet .Olarak terfi ettikçe çekilir.Son hak tesbihi ile terfii bitince Seyr-i sülûk tamamlanmışoluyor. Ana Tesbih değişmez. Zaten kitabıngirişinde görüldüğü gibi Ana Tesbihin başında eğer 3adet Evrâd-ı Şerife çekersen, sonunda 7 adet daha çekip,ona iblağ edilmelidir. Şayet yine başında 2 tane çekersen,sonunda 8 tane çekerek yine ona tamamlamalısın.Buna misâl şudur:100 adet Süphanallahülâzim100 adet Elhamdülillah100 adet Allahuekber100 adet Estağfirullahülazim100 adet Ya Lâtif100 adet Ya SelâmTekrarlıyoruz: Ana Tesbih bunlardır ve değişmez.(Baştaki 3-7 veya 2-8 Evrâd-ı Şerife de işte bu Ana Tesbihat-ıŞerife'ye aittir.) Misâlde gösterildiği üzereyukarıdaki ana tesbih-i şeriflerin Cenâb-ı Allah'ın ömür


GERÇEK TANRI ERLERİ 49verdiği son nefese kadar çekilmesi şarttır. Eğer arzu edenolursa ilâveten "Allah bes..." ile başlayıp, besmele-i şerifeçekerek günde 300 (üçyüz)-500 (beşyüz)-700 (yediyüz)ya da 1000 (bin) adet kelime-i tevhid yani "Lâ ilâhe illâllah"tesbih-i şerifi çekip, arkasından "Ya Hazret-i AliKeremallahu Veçhe, Ya Hazret-i Pîr... Şeyh Radıyallahuanh" dedikten sonra "Allah bes"le tamamlaması lâzımgelir.Tesbih Terfileriyle alakâlı anlattıklarıma bir misâl:1971 senesi Ocak ayıydı. Ben "HÛ" tesbihindeydim.Aziz Şeyhim ile aramızda şöyle bir konuşma geçti.Acizaneme sordular: "Oğlum, sen kaç sene "Ya HAY"çektin?""Beş sene çektim" diye cevap verdim.Karşılığında cevaben "Ben üç sene çektim" diyebuyurdular.Tekrar sordular: "Oğlum, sen kaç sene "YaKAYYUM" çektin?"Cevap verdim: "Üç sene çektim."Buna karşılık şöyle buyurdular: "Ben beş sene çektim."Tekrar sordular: "Oğlum, sen kaç sene "Ya KAH-HAR" tesbihi çektin?""Altı sene çektim" diye cevap verdim. Kendileri "Benaltı ay çektim" dediler.Ben HÛ tesbihinde olduğum için tabiidir ki, HÛ tesbihinisormazlardı ve sormadılar. Kendileri mevzua şöyledevam ettiler: Buyurdular ki: "Ben HÛ tesbih-i şerifindebiraz eğlendim=kaldım."Bu kelâm-ı şeriflerinden anladım ki, Aziz Şeyhim


50 GERÇEK TANRI ERLERİHÛ tesbih-i şeriflerinde fazlaca kalmışlardı. Bilemiyorum,belki dört veya beş sene.Tesbih-i şerif bahsine devam ederek, buyurdular ki:"Son tesbih olan "HAK" tesbih-i şerifini ben tam üç ayçektim" dediler.Acizaneme bu bahisteki suali sordukları zamanyukarıda belirttiğim gibi ben HÛ tesbihinde idim.Devamen tamamlayıcı bilgiyi veriyorum: Ben HÛ tesbih-işerifini tam yedi sene çektim. HAK tesbih-i şerifiniise aziz şeyhim gibi tam üç ay, yâni 90 gün çektim.Gönlüme geleni söylüyorum. Mübârek kendileri gibiHAK tesbihini âcizanemin de üç ay çekeceğimi sankiçok önceden haber vermiş oluyorlardı.Mevzu ile alakalı olarak şu faslı da ilâve edelim:Esseyyid Ömer Fevzi Efendimiz'e ait (Varidât-ıŞerif)'tir. Arûsi-yi Selâmi vü Ömerî Kolu'nda yâni bizimdilimizde "vird-i şerif'dir. Kısacası: Vird. O da şudur:"Allah bes ve der hemâ ân Zül-Cemal bes." Mânâsı:Allah yeter. Güzellikleriyle Allah kuluna kâfidir.Aynı zamanda "Gülbânk-ı Şerif ya da (Gülbank) dediğimizbu mübârek varidât-ı şerifi rahmetli Yusuf ZiyaÖzbekkan bey bestelemişlerdir. Hem de bizzat huzuruşeriflerinde. Allah'ın vâsi rahmeti bu zâtın üzerine olsun.Hâmiş:İhtiyâri bilgiler cümlesindendir. Yâni kardeşlerimizyapıp yapmamakta serbesttirler. Herhangi birmecburiyet yoktur. Cenâbı Pîr Efendimiz'in mübârektavsiyeleri olduğu cihetle malûmaten kaydetmişbulunuyorum. Muhakkak faydası büyüktür.


GERÇEK TANRI ERLERİ 51Hakikat İlmi İrfan adlı mübârek kitabın 133. ve 134.sahifelerindeki Tasavvuf Tâlîmi'nin (ilim) bahsinde(Allah sırrını takdis buyursun) Hazret-i Pîr SeyyidAbdüsselâm El-Esmer dört maddelik mühim bir konuyatemas buyuruyorlar.Şöyle ki:Yüksek nasihatlerin en müessirlerinden biri de eslâfbüyüklerinden yâni Eslâf-ı İzâm dediğimiz İslâm'ın ilkasırlarında yaşamış büyük âlimlerinden bir zâtın şukelâmlarıdır. Okuyoruz.1- Lâ ilâhe illâ ente.Gam ve hüzünlere giriftar olan mü'min niçin (lâ ilâheillâ ente) demeğe başlamaz?Bu duaya devam eden Hazret-i Yûnus Aleyhisselâmmaksadına ermiştir. Cenâb-ı Hak duasını kabul ve kendisinigamdan halâs ettiğini tebşir buyurmuştur.2 - Hasbinallah ve nîmel vekîl.Bir korkuya giriftar olan mütevekkil kul niçin (Hasbinallahve nîmel vekîl) diye arzı münacat etmiyor?Halbuki bu suretle dergâhına tazarru' eyleyen ashabıgüzin haklarında Allah kendilerinin kurtarıldıklarınıbeyan buyurmaktadır.3 - Efvaz emri ilâllah.Düşmanlarının hiylesinden korkan kimse, niçin:(Efvaz emri ilâllah) (işimi Allaha havale ettim) demiyor.Halbuki Cenâb-ı Hak bu suretle Allahına işini tevfîz(havale) eden bir mü'mini vikâye buyurduğunu Kur'ânıKerîm'de ilân buyurmaktadır.4 - Maşaallah lâ kuvvete illâ billâh.Cenneti ve ebedî hayatın nimetlerini isteyen uyanık


52 GERÇEK TANRI ERLERİbir insan; nasıl olur da bu nimetlere nail olmak içindünyâ nimetlerine şükür sadedinde: (Maşaallah lâkuvvete illâ billâh) demeği diline dolamaz.Halbuki bu kelâmı şerifin akabinde Allah tebşiratınıilâve buyurmaktadır.Not: Bu mübârek tarîkatın derslerinin tamamı bunlardanibarettir. Bunun dışında âllâme-i cihan olduğunusöyleyen her hangi bir kimse çıksa da ilâve ders vermeğekalksa itibar edilemez ve o ancak bir yalancı ve fitne ehlifâsıktır. Eğer böyle birisi çıkarsa bundan büyük zarargörür. Böyle bir teklif olursa asla kabul etmeyiniz vekatiyetle reddediniz.Hazret-i Ali Efendimiz'den Kibar-ı Kelâmlar:"İhanet etmekten sakın. Çünkü o, en büyük günahtırve hainler cehennemde ihanetlerinin cezasını çekeceklerdir.""Yalan ve ihanet, büyük insanların huyu değildir."Devamen:"Dostun düşmanı ile dostluk kurmak, dostadüşmanlık etmektir."Hadis-i Şerif:"Ümmetimin hayırlısı bana en çok 'Salât-ı Selâm'getirenidir."(Allahümme salli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alââl-i Nebiyyinâ Muhammed.)İmdi, yukarıda da arzettiğim veçhile; hiçbirmecburiyet olmaksızın içinde arzu uyanan olursa isterhafta'da bir gün, ister üç gün, ister beş gün veya isterseyedi gün üzerinden (40) kırk adet (70) yetmiş veya (100)


GERÇEK TANRI ERLERİ 53yüz adedi geçmemek kaydiyle aşağıda görüldüğü gibi"salâvatı şerife" getirip Peygamber Efendimiz'e hediyeedebilir.Tekrar ediyorum, zorlama yoktur ve ihtiyarîdir."Allahümme sâlli alâ Nebiyyinâ Muhammed ve alââl-i Nebiyyinâ Muhammed."Ya Hazret-i Ali Keremallahu Veche, ya Hazret-iPîr,... Şeyh Radıallahu anh.Ya Allahım;İnâyetin, lütfün ve kereminle (...) olarak getirdiğimbu salâvatı şerifelerden hasıl olabilecek ecr-i mesûbâtıÂlemler Fahri Peygamberimiz Muhammed Mustafa SâllallahuAleyhi Vesellem Efendimiz Hazretleri'nin ravzâimutahhâra-yı mübârekeyi seniyelerine acizâne, fakirânehediye etmek niyâz ve cür'etindeyim kabul ve vâsılını lütûfve kereminden dilerim.Diğer Salâvatı Şerifeler de şunlardır:"Allahümme sâlli alâ seyyidine ve NebiyyineMuhammed'in ve alâ âl-i seyyidine ve NebiyyineMuhammed.""Allahümme sâlli alâ Nebiyyine Muhammed ve alââl-i Nebiyyine Muhammed ve alâ âl-i ve ashâbıNebiyyine Muhammed."Sûre-i inşirah: "Elem neşrah leke sadrek ve vedağnaanke vizreke elleziy enkada zahrek ve refa'nâ leke zikrekfeinne ma'al 'usri yüsren inne ma'al 'usri yüsrâ feize feragtefensab ve ilâ Rabbike fergab."Âyet-i celilesinin hâmil olduğu sır neyi ifade etmektediracaba?Evet; göğüs şerh ediliyor, kalp açılıyor, tertemiz olu-


54 GERÇEK TANRI ERLERİyor, hikmet nûrları dolduruluyor, genişletiliyor, ağır yükkaldırılıyor, kolaylık lütfediliyor, şânı yüceltiliyor,kalp=gönül kâbe oluyor, böylece (Mekânullah) şerefikazandırılıyor ve şöyle buyruluyor: Seni yaradan UluRabbine rağbet etmekte kusur etme!.Demek ki, her işin başı rahmet sahibi Allah, ortasımerhamet sahibi Allah ve yine sonu rahmet sahibiAllahtır.Aşikâr olan odur ki, herşey Allah'ın "Kün!" emrinetabidir. Cenâbı Hak "Ol!" demedikçe hiçbir şey zerremisâli yerinden kıprayamaz ve hareket haline gelemez.Külli irâde işte budur. Kadercilik oyunu ise, mes'uliyettenkaçıp kurtulmak arzusu güden ehl-i hamakat zümresinehas çaresizliktir. Yalancıları, zındıkları, fasıklarıteneşir temizler...Hadis-i Şerif:"Fâsıkları; irtikap ettikleri fısklarıyla (kötü işleriyle)zikrediniz ki insanlar şer ve fenalıklardan korunsunlar."Diyelim ki:"Velî suretinde halketti, Nebî suretinde hükmetti,Mürşid suretinde irşâd etti. Velâyeti ile gizlilik,Nübüvveti ile aleniyet gösterdi ve irşâdı ile rahmetsaçtı... Şu halde gayri gibi görünen ezel hükmünde aslınatabi surettir. Suretler İlmi'nde sîrete bak sureti görhükmü câridir. Dünyâ bir tuzaktır, hüner ise bu tuzağadüşmemektir. Tuzak helâktir.. mârifet salâhtır."***"Lâ ilâhe" dur orada dedi, ve; "İllâllah" diyerek kendisiniispat etti.Ey kulum! Bezm-i Elestü'de senden ikrar aldım:


GERÇEK TANRI ERLERİ 55"Rabbim sensin, senden başka Allah yoktur." Diyerektastik ettin. Yaradan Rabbin olarak seni ervâh âlemi'ndennefis hayatına çıkardım ve kulluk hududunu çizdim.Böylece seni şirkten korumak istedim.Ey kulum, bilesin ki; İlâh benim, Allah benim vebenim ortağım yoktur. Ancak ben istersem, sen ben'defenâ bulur ve ben'de bâki olursun, hükmü değişmezyegâne saltanat sahibi benim, dedi, Rab.Allah'a gerçek kulluk, Peygâmber'e gerçek ümmetlik,Velî'ye gerçek bendelik yalnız ve yalnız ıstıfa yolu ilemümkündür.Hazret-i Pîr Esseyyid Ömer Fevzi bir kelâmlarındabuyurmuşlardır ki: Lâ'da durma, İllâ'da kalma, İllâllahde tamamla. (Lâ ilâhe illâllah.)Şeyhimiz Arif-i Billâh Mustafa Aziz Hazretleri şöyleifade ettiler: "Ali âlidir, âli de Ali'dir."Hazret-i Ali Efendimiz'in Nehcu'l Belâga isimlimübârek kitabından kibar-ı kelamlar:1- Akıl sahiplerinin edebe ihtiyacı, ekinin yağmuraihtiyacı gibidir.2- İffet, bütün güzelliklerin başıdır. (Edep en iyimirastır.)3- Vefasızlık, alçak insanların karakteridir.4- Bin tane düşman arasan bulman mümkündür.Fakat gerçek bir dost ararsan bulabileceğini zannetmiyorum.Hadis-i Şerif: ."İnsan ve Kur'ân ikizdir."Burada insan ifadesi, İnsan-ı Kâmil'in başı olanHazret-i Peygamber Muhammed Aleyhisselâm'ı yani


56 GERÇEK TANRI ERLERİİnsan-ı Kâmil'i anlatmaktadır. Kur'ân ile ise doğrudandoğruya Cenâb-ı Allah'ın mukaddes Zâtı ifade edilmektedir.İkizden murad ise aynı batından doğan iki kardeşmânâsına gelmektedir ki hususat ayrıca aşağıda dercedilmişbulunmaktadır. Öyle ise İnsan ve Kur'ân arasındabirbirine takaddüm ettirilemeyecek derecede çok incebir çizgi mevcuttur. Zira, Kur'ân-ı Kerîm hakkelyakinmakamında Allah Kelâmıdır. Allah kelâmı Kur'ân-ıKerîm Muhammed Aleyhisselâm'a geldiği gibi yineMuhammed Aleyhisselâm'dan konuşan da Allaholduğuna göre maddesi ve manâsı ile ayrılmaz ve bölünmezbir bütünlük meydana gelmiş olmuyor mu?İmdi, ey irfân ehli ve akl-ı selim sahibi, güzel ahlâklıinsan! Biz burada sana hitap ettik ki işin aslını anlayasın!Mürşid-i Kâmil yani İnsan-ı Kâmil Kur'ân-ıKer'îm'in 2.Bakara Sûre-i Şerifesi'nden itibaren bazıSûre-i Şerifelerin başında yazılı (Elif-Lâm-Mim) Âyet-iKerîmesi ise şöyle ifade edilir : "Şu kitap var ya, ondaŞüphe yoktur." Bununla beraber Peygamber Aleyhisselâmbir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyururlar: "İnsanve Kur'ân ikizdir." Burada insan diye anlatılan Mürşid-iKâmil'dir. İkizdir denmesinden murad ise aynı bâtındandoğan iki kardeş mânâsındadır. Asla unutmayalım ki,âlemlerin aynası olan Mürşid-i Kâmil, Hak TealâHazretlerinin yeryüzündeki halifesidir. Mürşid-i Kâmil,Hakk'ın aynasıdır. Eğer mükevvenât Mürşidi Kamil'inkalbini sarmış olsaydı, kendisi bunun asla varlığını yaniağırlığını dahi duymazdı.Ey Allah yolcusu burada anlatılmak istenen mânayıiyi anla ki sen de kâmillerden olasın. Buna dair, Cenâb-ıAllah, bir Hadis-i Kudsisi'nde şöyle buyurmaktadır:


GERÇEK TANRI ERLERİ 57"Yere - göğe sığmam. Lâkin mümin kulumun kalbinesığarım." Bundan anlayacağımız şudur: Yere göğesığmayan Allah girdiği Mürşid-i Kâmil'in kalbini Kâbeeylemiştir, yani orada mekân tutmuştur. Burada kalp'tenmurad, dörtyüz - beşyüz gramlık bir et parçası değil,kainâtı saran gönüldür. Zira Mürşid-i Kâmil Hakk'ınsırrıdır. Hâl böyle olunca eşref-i mahlûk sırrı Kur'ân-ıKerîm'de buyurulduğu üzere Allah'ın kulunu kendisureti üzere yaratması ile alâkalıdır. "Adem'e secde sırrı"da burada meknuzdur.Mevzu ile alakalı aynı manada üç hadis-i şerifi altaltakoyuyoruz:"Mürşid; kendi şakirtlerine karşı ümmetin peygamberigibidir.""Milleti arasında şeyh, ümmeti arasındaki peygambergibidir.""Ümmetimin ulemâsı, Benî İsrâil Enbiyâsı gibidir."Mürşid-i Kâmil: .1- Kemalât Mertebesi'nde tam olgunlaşarak BekabillâhMakamı'na yükselmiş Ruh-ül-Kudüs-ü hâmilekmel-i sâfiyet sahibi zât-ı şerif olan Gavs'dır. Rabıtasıre'sendir.Hazret-i Ali Efendimiz şöyle buyururlar: "Müşâhedegözün görmesi değildir. Lâkin irfan nûruyla kalbingörmesidir ki, görmediğim Rabb'a kulluk yapmam"sözü buna işârettir."Mir'ât'ül Hakâik" isimli kitabın 615 ilâ 630.sahifelerinde bu hususta mufassal (geniş) malûmat verilmiştir.Mürşid:


58 GERÇEK TANRI ERLERİ2- İrşâd ile mükellef olup edep ve hayâ sahibi daimadoğru yolu gösteren mübârek bir zât. Tarikat-ı Şerif Şeyhi.Şeyh-i Nâkıs:3- Murad edildiği halde olgunlaşamamış ve kemalâttanoksan kalmış şeyh'tir.Mümkün olduğu kadar olgunlaşabilmesi için "Menarefe nefse hu fakat arefe Rabbe hu" Hadis-i Şerifine çokiyi sarılması lâzımdır.Şeyh-i Kâzib:4- Ehliyetsiz ve liyâkatsiz yalancı sahte şeyh.Nefs-i emmâre sahibidir. Hüsn-ü zan edilmemeli veverdiği tesbih çekilmemelidir. Zirâ zararı ziyâde olur.Bugün değilse yarın anlarsın.İlâhiŞeyhin dostu AllahtırRahmânı hatırlatırO şeyh böyle değilseZünnâr taksın belineDerviş güzel ahlâktırNâsa temiz örnektirDünya dileyen dervişHak yolundan uzaktırHacım, hocam dediğinKalbi nûrlu insandırYüreği çürük softaŞeytanla dost olandırMehmed Faik Erbil


GERÇEK TANRI ERLERİ 59Kur'ân-ı Kerim, Enfâl Sûre-i Şerifesi: 8-25:"Zararı yalnız nefislerine zulüm (fenalık) etmiş olanlaraisabet etmekle kalmayacak (başkalarına da dokunacak)olan fitneden sakınınız. Bilin ki Allah'ın ukûbeti(te'dib muamelesi) şiddetlidir."25. Furkan Sûre-i Şerifesi'nin 20. Âyet-i Kerimesi âlihükmüdür:"Senden evvel gönderdiğimiz peygamberler de yemekyerler, pazarlarda dolaşırlardı."Ey insan!..Şimdi, Enbiyaallah Hazerâtı'nın mevzu dışındaki nâsahitap eden bu mübârek Âyet-i Kerime'nin devamıolan bu kısıma iyi dikkat et ve değerlendirmesini iyi bil:"Biz birinizi diğerinize belâ ve mihnete sebep kıldık.Bakalım siz buna katlanabilecek misiniz? Rabbinhakikati görür, ona göre ceza verir."Derviş üç türlüdür.1- Sadık dervişan! Sâfiyet sahibi bu zümre Hakk'akurb eylemiş bahtiyarlardır ki, dua ve niyâzları Allahkatında çok makbûldür.2- Mecâzi mânâda yâni dervişim diye ortada dolaşan,madde ile mânâ arasında kalan ve kendini buna benzetmehavasına bürünen kimse, sıfat dervişleri. Yüzde15-20'si faydalıdır.3- Mürted yâni kalleş=dönek olanlar. İşte bunlaradikkat ediniz! Zirâ zararlıdırlar. Hatta çok zararlıdırlar.Sülûkta olan sâlik'e muhtasar öğütümüz: .


60 GERÇEK TANRI ERLERİKemalâtı engellemek ve seni parçalamak isteyenyırtıcı mahluk Asya-Afrika ormanları içerisinden önüneçıkacak değil, o senin kendinde ve yakınındadır.Kendine ve etrafına iyi bak!Yolumuz ulularından Belh hükümdârı Pîr İbrahimbin Ethem Hazretleri'nin Allah yolu yolcularına ibretdersi olacak mübârek başından geçen üç hadiseyi ihtisarenşöyle anlatmaktadırlar. Naklediyoruz:"1. Bir gemide yolculuk yapıyordum. Alaycı tavırlıbir müslüman şöyle dedi: "Ben bir zaman Türkistan'davahşi eşeklerin yularını böyle çekerdim" diyereksaçlarımdan tutup, başımı salladı ve beni alay mevzuuetti. Bundan çok hoşlandım.2. Bir mescidde hasta yatıyordum. Gidecek yerimyoktu. Müezzin geldi ve çıkmamı söyledi. Ama, zayıfhalim sebebiyle bunu yapamadım. Müezzin hemenayağımdan tutup beni mescidin dışına attı. İşte bundançok zevk duydum.3. Bir gün bir duvar dibinde oturuyordum. Bir adamgeldi. Bana hitaben: "Ey ihtiyar, al sana gülsuyu!" diyereküzerime idrarını boşalttı. Bundan da çok sevinç duydum."Gavs-ı Âzam Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm Kitabı'nın309 ilâ 311. sahifelerinde hakkında gerekli malûmatverilen 1953 Martı ile Hakk'a yürüdüğü 1958 Hazirandevresi arasında Gavsiyet Makamı'nda bulunan NafizBaba Hazretleri'nin hakiki dervişi tarifi şöyledir: "Dünyayıbir lokma yapsan ve gerçek dervişin ağzına versen,


GERÇEK TANRI ERLERİ 61otuziki (32) dişinden birinin kovuğunda kalır."Bu vesileyle mübârek zât'ın acizaneme hitaben buyurduklarıbir kelâm-ı şeriflerini burada nakletmişbulunuyorum."Ben iki zât-ı şeriften çok korkardım. Biri KüçükHüseyin Efendi Hazretleri ve bir diğeri de yine ÖmerFevzi Mardin Hazretleri'dir. Bu iki mübârek zâtınhuzurlarına çıkarken korkudan dizlerimin bağı koyuverirve tir tir titrerdim."Mucize bahsinde dediler ki: "İnsanın yaratılmasından,konuşmasından ve düşünmesinden daha büyük mucizemi olur?"1- 15 Haziran 2003 senesi Pazar günü saat üç ileüçbuçuk arası idi. O esnada salonda Allah zikrinde idimve ailem de yakınımda oturuyordu. Evimizin ön cephesininiki metre kadar uzağındaki camın önünde birgüvercinin bize bakarak tir tir titreyip zikir ettiğini ve oesnada yanında bulunan kumrunun da âcizanemden gözleriniayırmadan zikri seyredip secdeye vardığınımüşahede ettik.2- 5.6.2004 Cumartesi saat 15:30Mübârek şeyhimizin refikaları muhterem Fatma GanimetÇınar'a (Sultanın tabiriyle Ganim) rahatsızlıklarısebebiyle çağrıldım. Hasta ziyaretçisi misafirlerin önünde,hazırûnun şahit olduğu gibi onbeş dakika kadar sürenduamızın hemen başında bir anda Ganimet hanımınyatağının kenarındaki penceresinin yanında iki güvercinzuhur etti; okuma müddetince bir tanesi durmadan sağasola bakarak etrafı takip ederken, diğer güvercin gagası


62 GERÇEK TANRI ERLERİaçık olarak tirtir titreyip devamlı zikir yaptı. Çok dikkat-icâliptir ki, duanın bitmesi ile birlikte aniden geldiklerigibi gittiler.Kur'an-ı Kerim:"Görmez misin ki göklerde ve yerde olanların kâffesive saf saf kuşlar; Allah'ı tesbih ederler. Cümlesi kendisininibadetini ve tesbihini bilir."Nûr: 24-41"Çünkü göklerde ve yerde olanların cümlesi, ancakAllah'ın kulu olmakla iftihar ederler. Onların sayısını vemiktarını birer birer (Allah) bilir."Meryem: 19-93,94.3- 22 Temmuz 2004 senesi Perşembe günü Dua'yagitmek üzere evden çıktığımız anda birdenbire önümebir güvercin uçarak geldi ve düştü. Kuş devamlı olarakbaşını sağa-sola sallıyor ve onu gövdesinin altına saklıyordu.Kuşu elime alıp, başını okşadım ve şifâsı için birFatiha-ı Şerife okudum. Bu esnada kuş bir bana bakıyor,bir de başını sallıyordu. Ertesi gün Ali Gökşenli bey kuşuyakın tanıdığı veteriner hekim Ali Battal Pehlivan beyegötürdü. Veteriner hekim kuşun hastalığına "Newcastle"teşhisini koyuyor ve aynen şu ifadeyi kullanıyor:"Bu kuş yaşamaz. Taşıdığı hastalık boyundaki sinirlerizaten öldürmüş ve süratle vücuda yayılarak kendisini dederhal öldürür. Bu hastalık bir gecede on bin kuşun ölümünesebebiyet verecek kadar bulaşıcı ve ağırdır." dediktensonra iğneyle uyutmayı tavsiye ediyor.Bu haber acizâneme ulaşınca kuşa duaya devam ettim.Ali bey öbür gün tekrar veterinere gidince mümaileyhhayretle şöyle demiştir: "Kuşun yaşayışına şaşırdım


GERÇEK TANRI ERLERİ 63kaldım. Olacak şey değil ve süratle iyileşiyor. Ben bukuşu üzerime aldım. Siz seyahatten dönene kadar bakacağım.Şu durumda kuşun sağlığı süratle iyiye gidiyor.Bu bir mucize!"Kur'an- Kerim: "Allah daneyi ve çekirdeği yarar.Ölüden diri ve diriden ölü çıkarır." En'âm: 6-95"Hak Yolu" yolcularının (Dervişânın) ve Müslümanlarındikkat etmeleri lâzım gelen iki Hadis-i Şerif'i buradakaydetmiş bulunuyoruz.1- "Yanındaki komşu aç iken karnını doyuran;mü'min değildir."2- "Komşusunu aç yatırmış bir adam mü'mindeğildir."Hazret-i Ali Efendimiz'den Kibâr-ı Kelâmlar: ."Asil insanlar bağışta bulununca; aşağılık insanlar iseceza verince mutlu olurlar.""Cömertlik, insana sevgi kazandırır ve ahlâkınıgüzelleştirir.""İnsanların en kötüsü, iyiliği unutup insanlararasında dedikodu yapan kişidir."Ey insan unutma!Allah'ın cemâlinde celâl gizlidir. Celâlinde de cemâlgizlidir.Cemâl iyilik ve güzelliktir. .Celâl-Gazab: Yani büyüklük, ululuk, kızgınlık, hiddetve öfke.Cenab-ı Allah'ın bu iki gizliliğini tefekkür ederekidâme-i hayat eylemek ancak akıllı insanların işidir.


64 GERÇEK TANRI ERLERİBunu tefrik edenler saadete kavuştu ve selâmet buldu.İdrâk edemeyenler ise ... aradığını buldu.Allah'ın İkrâmı:Vücut dili ile konuşursan işaret dili ile cevapalırsın. İkisi birden ruhâniyat karşısında eriyipgider.(24 Haziran 2004/Perşembe saat 10:10)Ma'kûsen Mütenâsib(Ters yönden doğruyu bulmak)Cenâb-ı Allah'ın izn-i şerifiyle kaydediyorum:Kitabın bitiş tarihi yazılırken 24 Mayıs 2004 pazartesigünü Irak-Eşrefül Necef'te İslâm ve İnsanlıkÂlemi'nin (yani hangi milletten olursa olsun aklı başındaher insanın) çok büyük hürmet ettiği mübarek Ehl-iBeyt-i Resulullah ailesinden ikincisi Şah-ı VelâyetEmir'el Mü'minin Esseyyid İmam Ali Keremallah-ıveçhe Efendimiz Cenâplarının Türbe-i Şerifeleri Ehl-iSalib tarafından kasten füze atılarak bombalanmıştır.Burada Cenâb-ı Allah'ın çok büyük bir mekri mevcuttur.Bu şerefsiz terörist hadise görülecektir ki, ABD'ninçöküşünü hızlandıracaktır. İngiltere ve İsrail de buçöküntüden yeterince nasibini alacaktır.Mühim not: Kitabın mündericâtı ile alâkası olmadığıhalde vesile teşkil etmesinden nâşi kaydediyoruz. Şöyle


GERÇEK TANRI ERLERİ 65ki: Cenâb-ı Allah, yüz'de doksandokuz ve on'da dokuzkartları sürekli imtihan için ferd, aile, zümre ve milletolarak; ferdler, aileler, zümreler, milletler ve devletlerifâdesi ile kullarına dağıtır... Fakat tek olanı vermez veyed-i tasarrufunda tutar. Zaten herşey o tek olandayazılıdır. Her iki konu hem Mir'ât'ül Hakâik isimlikitabın bitişine denk geldiği ve hem de son satırlarınıyazdığımız <strong>Gerçek</strong> <strong>Tanrı</strong> <strong>Erleri</strong> adını taşıyan bukitabımızın da bitişine rastladığı cihetle 1 Mart 2003Cumaertesi gün'lü "T.B.M.M. Tezkeresi"nde olduğugibi yine 24 Nisan 2004 Cumaertesi tarihli "KıbrısAdası Referandumu"ndan önce Hak Tealâ Hazretlerininizn-i şerifıyle Adaya giden Cenâb-ı Pîr Seyyid Abdüsselâmel-Esmer şanında pîr makamı'ndaki Ulu VeliEsseyyid Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'nin himmetleriylemezkûr referandum yaptırılmış ve ma'kûsenmütenâsib yâni ters yönden doğru cebren buldurtulmuştur.Huzurunda Allah'a el açarak yaptığımız duamızvardır. Küllî irâde sahibi Allah dilerse çeşitli sebep vesâikle dahi olsa menfiye müsbet hizmet gördürür. Bir deşöyle düşünülmelidir: Bir an için kabul et ki, öbür tarafda "Evet" dedi. Yazık, hem de çok yazık olurdu KuzeyKıbrıs Türk Cumhuriyeti ile oradaki mücâhid-sadıkTürk evlâtlarına... Aynı zamanda bu kadar stratejik birmevki olan Kıbrıs devletimiz için de pek hayırlıolmazdı. Bu bir gaflet midir, yoksa ihânet mi?Biiznillâh bahsi geçen her iki hayati mes'elemizde deHazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el-Esmer ile yineHazret-i Pîr Seyyid Ömer Fevzi Mardin ve Ârif-i BillâhŞeyhim Seyyid Mustafa Aziz Çınar Hazerâtı'na bu vesi-


66 GERÇEK TANRI ERLERİleyle minnet ve şükrânlarımızı takdim ederiz. Bu ilâhimanevîyardımı asla unutmayalım.Neredeyse dört yüzyıl Kıbrıs adası bizim idaremizdeiken dahildeki ihânet, hariçteki Ehl-i Salib'in acayipbaskı ve çeşitli entrikaları sebebiyle 1877-78'de tekrarbize iade edilmek üzere İngiltere'ye kiralamak zorundakaldık. Böylece tâ o günden beri devam eden İngilizhıyanetine maruz kalmış bulunuyoruz.Unutmayalım ki, mübârek müdahale ile toprağagömülen merhametsiz-adaletsiz Annan Plânı'nı çeşitlientrikalarla tekrar sahneye çıkarmaya tevessül etmekisterler. Eğer "ok" geri dönecek olursa evvelâ sahibinisahiplerinivurur!.. A.B.D ve A.B. ile diğerleri bu adaüzerine niye bu derece faaller? Niye Ada'nın üzerineçöreklenmek isterler? Ve niye her türlü baskı vefedakârlığı yapıyorlar? Her halde bizim hayrımıza olsundiye değil. Öyle değil mi?!Görülüyor ki, K.K.T.C. Cumhurbaşkanı sayın RaufDenktaş yüksek meziyetler taşıyan mükemmel devletadamlığı vasıflarını haiz akıllı, bilgili, dürüst, mert,sözünün eri, çok tecrübeli ve ileri görüşlü, terbiyeli vemümtâz bir şahsiyettir. Allah bu kulunu seviyor.K.K.T.C.'deki en büyük eksiklik mâneviyattır.Muhakkak surette bu noksanlık anayasasına eklenerektevhid=birlik ve beraberlik için giderilmelidir. Tekrarhortlatılmak istenen Annan Plânı'na dikkat edilmelidir.Cenâb-ı Hakk yardımcısı ve Erenler'in himmeti SayınRauf Denktaş'ın üzerine olsun. Âhiret dediğimiz hakikathayatında Cenâb-ı Allah hiç şüphesiz bu mücâhid zâtıcennet ehli kulları mertebesine yükseltir.


GERÇEK TANRI ERLERİ 67Hadis-i Şerif: "Men sabere zafere."(Zafer sabredenin)Ordularımız için yapılan her fedakârlık devletimizinbölünmez bütünlüğüne ve yüce İslâm Dini'ne en büyükhizmettir. Kur'ân bunu işâret ediyor. Peygamber Efendimizve İmam Ali Efendimiz böyle bildiriyor. Bu aslaunutulmamalı.Not: Mir'ât'ül Hakâik isimli eserin çeşitli bölümlerindemevzularla ilgili geniş bilgiler mevcuttur.Aziz Şeyhim buyurdular ki: Her tarîkatin sonumelâmîdir. Ayrıcı Melâmî Tarîkatine lûzum yok.Ya Selâm.İllâ ve lâkin güzel ahlâkVe Allah rızası için halka hizmetSON


68 GERÇEK TANRI ERLERİİLÂHÎİki Gavs-ı EnâmHak'kın Evliyâsı dü Gavs-ı EnâmSeyyid Abdülkâdir, Seyyid AbdüsselâmVaris-ül Muhammed, sırrı Ali'dirPîr'im Abdülkâdir, Pîr'im AbdüsselâmÜveysî esrâr-ı hâmil-i âzamSeyyid Abdülkâdir, Seyyid AbdüsselâmDünya-ukbâ saltanatı berdevamPîr'im Abdülkâdir, Pîr'im AbdüsselâmElif, Lâm, Mim okuyup Mevlâm'a varsamSeyyid Abdülkâdir, Seyyid AbdüsselâmHer imdat'a yetişir <strong>Tanrı</strong> <strong>Erleri</strong>Pîr'im Abdülkâdir, Pîr'im AbdüsselâmDerviş Mehmed Faik'im der Hak KelâmSeyyid Abdülkâdir, Seyyid AbdüsselâmAyağın tozuna yüzüm sürdüğümPîr'im Abdülkâdir, Pîr'im Abdüsselâm7 Nisan 1999Çarşamba A.F.(M.F.E.)


GERÇEK TANRI ERLERİ 69İLÂHİLibya'da yatır ol Velî-yi serverGavs-ı Âzam Abdüsselâm el-EsmerCeddi Pâki Ehlibeyt-i EkberSeyyid Abdüsselâm el-EsmerGördüğüm düş müdür o tayy-i mekânMisâfiri olduğum pîr Esmer SultanGel emriyle girdim ulvî huzur'aSecdem Hak'ka, bir âbâd-ı manzara...Durduk kapında cümle dervişânGeldik niyâza sinemiz üryânAffeyle yârânı Pîr Esmer SultanEne dahilek, sırrı şâh-ı merdanHû.. medet medet, medet yâ EsmerNice lütfun gördüğüm el-EsmerNiyâza geldim huzur-u şeyh'eHâlim arzettim huzur-u pîr'e...Edrikni yâ Seyyid AbdüsselâmDüşenin dostudur Pîr Abdüsselâmİki cihân güneşi ol AbdüsselâmSırr-ı Muhammed-Ali'dir Pîr AbdüsselâmDerviş Mehmed Faik özden söylediİki Gavs-ı Enâm birbirinin ayniBiri Seyyid Abdülkadir GeylâniBiri Seyyid Abdüsselâm-ül EsmeriNot: Fakirhâne: 27 Şubat 2005 Pazar-Saat:21.00


70 GERÇEK TANRI ERLERİ"(Üç şey) yalan ve iftiranın en büyüklerindendir.Kişinin kendi babasından başkasına nisbet iddiası;görmediği bir şeyin kendisine rüyâda gösterildiğiniiddia etmesi, Resullullah'm söylemediği bir şeyi söyledidemesi" (Hadis-i Şerif)Kerbelâ-i Şah-ı Şehidan Hazret-i İmam HüseyinEfendimiz ahfâdı olup devamen Kaptan-ı Deryâ ŞehitTurgut Reis Paşa soyundan 41. Göbek Sâdâd-ı Kiram'-dan Arûs-i Selâmi Tarîkat-i Şerifi hizmetkârı AllahFakiri:Esseyyid Mehmed Faik Erbil.


GERÇEK TANRI ERLERİ 71BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİMAllah'ın salât ve selâmı efendimiz Muhammed'in,O'nun ailesinin ve ashabının üzerine olsun.Evliyâsına kerâmeti tahsîs eden, onları rahmet ve istikametüzere göndermiş bulunduğu Nebî'sine halîfe kılanve "Dikkat edin; Şüphesiz ki Allah'ın dostlarında enküçük bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır"buyuran Allah'a hamdolsun. Şahâdet ederim ki,Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir ve O'na bir şerikolamaz. Ki bu şahâdet, onu söyleyeni hasâretten ve nedâmettenkurtarır. Ve yine şahâdet ederim ki, kıyamet günündeşefaatçilerin şefaatçisi, haşir gününe kadar kendindensonra Allah tarafından bir başka nebinin gönderilmeyeceğiseyyidimiz Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir.Allah O'na, ailesine, kurtuluşa erişen ashabına,O'nun yolunda gidenlere, emir ve yasaklarına, bütünsözlerine tabi olanlara, hayırlı işlerde birbirleriyle yarışanlarasalât ve selâm eylesin.Emmâ ba'd;Raûf ve Latîf olan Rabbinin rahmetine muhtaç bir


72 GERÇEK TANRI ERLERİkul olan şu Muhammed b. Muhammed b. Ömer b. SâlimMahlûf eş-Şerîf, doğum yeri olarak Manastır'lı, mezhebenMâliki, tarîkaten Şâzelî'dir. Korkulu ve şiddetli birgününde Allah onun elinden tuttu.Bil ki, bu özet değerlendirmeyi yapmayı planladığımgünlerin birinde, uyumak istediğim bir esnada Resûlüllah'ı(SAV) bihakkın tanımamızı sağlayan Şeyh SeyyidAbdüsselâm'a (r.a.) tevessül etmiştim. Uykumda, konuylailgili bir adım atmaya veya atmamaya dair Allah'danbir işaret göstermesini dilemiştim. Uyuduğumda kendimi,ilim tahsili maksadıyla Tunus'ta birlikte bulunduğumçok hayırlı ahbap çevremden oluşan bir topluluklaberaber, gayet güzel ve revnaklı bir evde gördüm. Onlardanbir kısmıyla birlikte ben, yüksekçe bir yerde oturmaktaydım.İçlerinden birisi ayağa kalkarak, o ana kadarhiç bilmediğim bir şiiri okudu. Sonra fakir (kendisinikasdediyor) ayağa kalkarak şu ayeti okudu; "İşte sizler nekadar hayırlısınız, bir bilseniz". Bu cümleyi, çok güzelbir edâyla ve sesle uzun müddet tekrar edip durdum.Sanki o mecliste hazır bulunan herkes bunu çok güzelkarşılamıştı. Onlarda, bu yaptığımı sürdürmem için şiddetlibir rağbet görüyordum. Sonunda hem bende, hemde onlarda bir vecd hali hasıl oldu. İşte bu gecenin sabahındabelirttiğim eserin özet değerlendirmesine başlamayakarar verdim. Allah'dan dileğim bu çalışmamdanazamî faydayı sağlamaktır. Şüphesiz Allah, Cevâd ve Kerîm'dir.Sevabı az, hatası ve kusuru çok, irfan ve amel fukarasıbu abd-ı fakiri Allah merhamet ve ıslah eylesin.Bana ve bütün ümmete mağfiret ve rahmet buyursun..


GERÇEK TANRI ERLERİ 73BİRİNCİ BASAMAKVelînin Tarifi Hakkındadır.Diyorum ki; Velî, taat üzere ısrarla devam etme yönüyleAllah-u Teâlayı ve O'nun sıfatlarını bilen, günahlardanictinâb eden, lezzetler peşinde koşmaktan yüz çevirenkişidir. Bu görüş muhakkik alim Sa'düddin et-Taftazânî'yeaittir ve Trablus'da bir cemaata yönelik yaptığıkonuşması esnasında efendimiz Abdüsselâm el-Esmerşeyhi ed-Devkâlî'den nakletmiştir. Velî, adüvvün (düşmanın)zıddıdır. Şerh-u'1-Keşşâfta geçtiği üzere onlarAllah'a ibadeti, O'na taati seven, Allah'ın da onları veonlara ikramda bulunmayı sevdiği kimselerdir. En baştabu kelime "Fail"' kalıbındadır ve "fâil" (etken) anlamındadır.İkinci olarak "mef'ul" (edilgen) manasındadır. Yaniher iki mana açısından da müşterek bir kelimedir.Şihâb, Velî kelimesiyle biraz sonra geleceği gibi "Muhibb"(seven kişi) anlamını kasteder. Muhakkik alimlerinçoğu velâyet konusunda, bunun Allah'ın kulunuarındırma kaynağı olduğu görüşünde birleşirler. El-İbrîzü'l-Velâyeisimli eserinde Ahmed b. el-Mübârek şöyleder; "Mahlukattan hiç bir mahlûkun ele geçirmeye kâdir


74 GERÇEK TANRI ERLERİolamayacağı şekilde, Allah'ın kulunu tasaffî ettirmesidir."El-Asl'da yer aldığı üzere İbn Hacer el-Heytemî,. Şerhu'l-Erbaînen-Nebevî isimli eserinde şöyle der: "Şüphesizvelâyet, nübüvvette olduğu gibi gayr-ı müktesebe(kesbîdeğil)dir. O tamamıyla Allah-u Teâla'nın fazlındandırve onda kulun bir dahli yoktur. Aksi olsaydı,iblis, La'm b. Baûrâ 1 ve mu'tezilenin önde gelenleri cehdve gayretleriyle bu makama nail olabilirlerdi."Benim görüşüm, bu ifadelerden de anlaşılacağı üzereAllah'ın yardımı olmaksızın bu yolda yürünmez. Muvaffakiyetancak Allah'tandır.El-Arâyis-i Beyân'dan naklen er-Ramâh'da özetle şöyledenir; "Velâyet tıpkı nübüvvet ve risâletteki gibi mahzâıstıfâye(Allah'ın arındırması)dir. Zira bu iki makâmhiç bir sebebe bağlı olmaksızın arştan semâya (yeryüzüne)indirilir. Şüphesiz Allah-u Teâla, enbiyâ ve rüsûlü sever;aynı şekilde evliyâ ve asfıyâyı da illetsiz bir muhabbetlesever. Yine Allah sübhanehû ve teâla, Nebî'sini(SAV) kendi ashabına, insanlardan, meleklerden ve cinlerdenbütün mahlukâta bilâ-illet risâletle görevlendirmiştir.Aynı şekilde kendi dostlarına, cehd ü gayret olmaksızınvelâyet şerefini tahsis etmiştir."1 La'm, İsrailoğulları alimlerinden birisiydi ve kendisi hakkındaşu ayet nazil olmuştu: "Vetlü aleyhim nebeen, ellezi eteynâhü âyâtünâfenseleha minhâ..."


GERÇEK TANRI ERLERİ 75Allâme Veliyyüddîn İbn Haldûn ehl-i tasavvuf içindekibehâlîl (Allah aşkıyla kendinden geçenler) ile insanlariçindeki mecnûnlar arasındaki farkı ortaya koyarkenşöyle der; "Fukaha, onların yani behâlîlin manevi makâmataulaştıklarını inkar eder ve böylelerinden mükellefiyetindüştüğü görüşünü ileri sürer. Aynı zamanda velâyetinancak ibadetle hasıl olduğunu savunurlar. Halbukibu galat bir görüştür. Şüphesiz Allah fazlını dilediğineverir. Velâyet ibadet veya diğer ameller üzerine tevakkufetmez. Allah-u Teâla dilediğine bir mevhibe olarak bumakamı tahsîs eder."Seyyid Abdülvehhâb eş-Şa'rânî benzer ifadelerle "Velâyetiçin zâhir olan hiç bir yol yoktur. Şüphesiz bu, kulunherhangi halette iken aldığı bir hediyedir. Göz açıpkapayana kadar geçen kısa bir zamanda gözlerini bir velîolarak açar. Böyle bir hal o kulun kendinden kaynaklanmaz.Çünkü bu kesbî değil vehbîdir" der.Eğer denilirse ki: Şeyh Seyyid Ahmed İbn Arvas'danrivayet edildiği üzere, "Rabbi'nden gelen bir nefha (nefes),amelden daha hayırlıdır" şeklindeki ifadesi İmamSa'düddin'den yukarıda naklettiğimiz görüşlere ters düşüyor.Derim ki, şöyle cevap verilebilir: Sa'düddin ve onunyanında yer alanlar, velâyet-i âmmenin tarifi cihetinegitmişler. Seyvid Ahmed b. el-Mübârek ve beraberindekilerise velâyet-i hâssanın tarifini yapmışlardır. SeyyidAbdülvehhâb eş-Şa'rânî'nin şu sözü bu hakikate işaret etmektedir;"Velâyet-i hâssa ve velâyet-i âmme olarak velâyetiki kısımdır. Hâssa olan velâyete amel ile nail olu-


76 GERÇEK TANRI ERLERİnamaz. Bilakis ilâhî tahsîs ile ulaşılabilir. Nübüvvetteolduğu gibi. Âmme olan velâyete ise, "kulum bana nafileibadetlerle yakınlaşır. Ta ki, ben onu severim. Sevdiğimdeise onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyenayağı olurum. Benden bir şey istediğinde ona veririz,bana sığındığında onu koruruz..ilâahir" hadîs-ikudsîsinde 1 işaret edildiği üzere amelle nail olunabilir.Gayet açıktır ki, kulun böyle bir muhabbete ulaşması,ancak fiiliyattan sonra hasıl olacaktır.Bazı tenbihler :Birincisi; İhyâ'da denildiği üzere Allah'ın kuluna muhabbeti,kulun nefsini başka meşguliyetlerden, ma'sıyettensıyırıp, bâtınını dünya kirlerinden arındırması, kalbiyleAllah'ı müşahede edinceye kadar kalbindeki perdelerikaldırması neticesinde Allah'ın o kulunu kendine yakınlaştırmasıve bunu ezelî iradesiyle dilemesidir. Allah'ınmuhabbet ettiği kişiye olan sevgisi, bu kulununtarîk-ı kurba (yakınlık yoluna) sülûk edebilmesine imkantanımayı gerektiren İrade-i ezeliyyeye izafeten ezelîdir.Bu durum kulun kalbindeki perdeleri kaldırma şeklindekifiiline izafe edilirse, bu ancak sebeb-i muktezîninolmasıyla ortaya çıkabilecek bir hadise olacaktır. "Kulumbana nafile ibadetlerle yakınlaşır; ta ki ben onu severim"ifadesinde buyurulduğu üzere, kulun Allah'a nafileibadetlerle yakınlaşması, bâtınının tasfiyesi, kalbin-1 Bu hadis-i kudsî Ebû Hüreyre'den naklen Buhârî'nin Câmiü's-Sağîr isimli eserinde geçmektedir.


GERÇEK TANRI ERLERİ 77deki perdelerin kalkması ve Rabbine yakınlık derecesineulaşabilmesi için bir sebep teşkil etmektedir. Bütünbunlar Allah'ın fiillerindendir ve o kul için lütfudur. İşteAllah'ın sevgisinden kasdedilen mana budur.İbnü'l-Hâc, el-Mürşidü'l-Muîn'e yazdığı haşiyeninsonunda naklettiği üzere, müfessirlerin hatimesi ve muhakkikalim el-Âlûsî 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana ittibâedin' kudsî cümlesinde ifade edilenin ehl-i sünnetve'1-cemaattan âriflerin mezhebi olduğunu söyleyenlereyönelik der ki; "Şüphesiz ki muhabbet, Allah-u Teâla'nınhakikat-ı zâtiyesiyle alakalıdır. Bu yüzden kâmilbir şahsın Allah-u Teâla'nın zâtını sevmesi gerekir." Diğeryandan muhabbetin sevabı farklı derecelere sahiptir.Gazalî, İhyâ'sında şöyle der; "Sevgi, insan tabiatının lezzetlibir şeye meyletmesinden ibarettir. Bu meylin yerleşmesive güçlenmesi halinde 'aşk' ismini alır. Buğz, insantabiatının elem ve sıkıntı verici bir şeye karşı nefretduymasından ibarettir. Bu güçlenirse 'kin' ismini alır.Ancak, sevginin beş duyumuzla sınırlı olduğu zannedilmesin.Zira denilmiştir ki, Allah-u Teâla duyu organlarıylaidrak edilemez, hayal ile düşünülemez ve bu yollarlasevilemez. Çünkü Peygamber (SAV) namazı "Gözümünnuru" olarak isimlendirirken, bu ibadeti sevilenşeylerin en üstüne çıkarmıştır. Bilindiği gibi bu ibadettebeş duygu açısından bir haz sözkonusu değildir. Bilakisaltıncı duygu olan, zâhiri gözden daha kuvvetli kalpve batınî basîret bu imkanı sağlar. Kalp idrak bakımındangözden daha şiddetlidir. Akılla idrak edilen manalardakigüzellik, gözle görülebilen zâhir sûretlerdeki gü-


78 GERÇEK TANRI ERLERİzellikten daha azîmdir. Böylelikle, etemm (daha tam) vebelîğ olarak hislerin idrakinde tecellî eden en şerefliumûr-u İlâhiyyenin idrakinden gelen lezzet-i kalbiyeyesınır yoktur. Tab'ı selîmin (salim yapının-bünyenin) veakl-ı sahîhin (sıhhatli aklın) böyle bir yöne meyli dahakuvvetlidir. Sevginin, lezzet idrak edeceği şeye olan meyildenbaşka manası yoktur. O halde hubbullahın (Allahsevgisinin) varlığı inkar edilemez ve bunu duyu organlarınınidrak edebilmesi asla mümkün değildir. Evet busevgi, el-Varrâk'ın dediği gibi taati gerektirir;"İsyan edersin İlâh'a, O'na sevgini izhar ederken.Bu, bedî' bir kıyastır yemin olsun ki.Şayet sevgin sâdıkane ise. O'na itaat edersin.Şüphesiz muhibb, sevdiğine olur mutî'."Bir ayet-i kerimeyi, işaret bâbından tefsir ederek yaptığıaçıklamaların ardından, ariflerin indinde muhabbetinhakikatini, fürûunu (bölümlerini) ve âdabını zikreder.Muhabbeti üç kısma ayırır. Birincisi, avâmın muhabbetidir.Minnet mütalaasıyla ihsanda bulunanın iyiliğinigözönüne alarak, kalplerin ihsanda bulunana celbolmasışeklinde gerçekleşir. Bu değişken bir muhabbettir.Böyleleri yaptıkları amellerin hemen ardından bir ücrettalep ederler. Bu konuda Ebu't-Tayyib şöyle der;"Ben asla değilim sevgi üzerine bir rüşvet uman,Onun için bir ücret dileyen, zayıf karakterli bir insan.İkinci kısım, güzel ahlaka ittibâ eden havâssın muhabbetidirki, Allah'ı celâl ve azâmet yönleriyle severler.


GERÇEK TANRI ERLERİ 79Zira O, buna layıktır. Bu cihete işareten Peygamber(SAV) şöyle buyurur; "Suheyb ne güzel kuldur; eğer Allah'dankorkmasaydı, şüphesiz O'na isyan ederdi."Râbia (rahimehullah) şöyle der;"Seni iki sevgiyle severim; biri aşk,Biri muhabbet. Çünkü sen buna ehilsin."İşte bu sevgi sermedî Cemâl ve Celâl sahibine mülâkioluncaya kadar asla değişmez.Üçüncü kısım, "Ben gizli bir hazineydim" sırrıylacezbe-i İlâhiyeden neş'et eden halkaya ittibâ eden havâssu'1-havâssınmuhabbetidir. Bu muhabbetin ehli olanlar,kemâl-i ma'rifet ve hakikatıyle, mahbûbun satvetiyle fenâbulma istidadını taşırlar ve sonuçta kendilerinden hiçbir şey kalmaz. Bu muhabbetin sahipleri hayranlık vesarhoşluk içinde hayat sahibi değillerdir ki kendilerindenümid olsun; ölü değillerdir ki arkalarından ağlansın.İşte bunun misali olarak şöyle denilmiştir;"Derler ki, aşk ocaktaki ateş gibidir,Yalan değil, ateşi yakar ve söndürürsün senAşk, seni tutuşturan kıvılcımdan başkası değil.Lakin, onu ne yakar, ne tutuşturursun sen."Ârif-i billah Seyyid Ahmed et-Ticânî'ye hakikat-ı velîhakkında soru sorulduğunda bir defasında, "şüphesizhakikat-ı velî, Cenâb-ı Hakkın fiillerini" bir başka defasındailave olarak "sıfatını müşahedeyle beraber, Allah'ınkendi emrini husûsiyetle tevliye ettiği (yüklediği) kim-


80 GERÇEK TANRI ERLERİsedir" cevabını vermiştir. Denildi ki; "Velî veya ârif olankişi kendisi hakkında matlûb olan ahkâm-ı şeriatten birisihakkında cehalette bulunur mu?" Bu suale karşılıkdedi ki; "Evet, ancak âriflerden çok nadir bazı şahsiyetlerdışında ta'lim ve çalışma olmaksızın söz sahibi olunamaz.Câmi' ferdler dışında hiç kimse ta'limsiz ahkâm-ışeriati ve insanların muhtaç oldukları ilimleri ihata edemez.Zira öyleleri her ne kadar ümmî de olsalar, her birasırda şeriatın hameleleridirler..."İmam el-Berzelî şöyle der; "Ben ve talebelerden birgrup, el-Mürsâ'da 1 veliyy-i sâlih Ebû Abdullah ez-Zarîfin huzuruna girdik. Selam verdikten sonra "İnne fî zâlikele-zikrâ.." ayetini ondan sorduk. Dedi ki; 'Âlimlerüç kısımdır: Birincisi, Allah'ı ve O'nun emirlerini bilenalimler ki, bunlar evliyâdırlar. Çünkü böyleleri mârifet-izâhiriyeye hâizdirler. Yaptıkları amellerde nefislerinidizginlerler ve tarikat-ı hâssaya ittibâ ederler. İkincisi,Sadece Allah'ın emirlerini bilen alimlerdir. İşte, ey zamanınfakihleri, bunlar tıpkı sizin gibilerdir. Üçüncüsü,Allah'ı bilen alimlerdir ki, bunlar ehl-i tasavvuftur.'Dedim ki, 'Efendim, bu tarikatın bazı şeyhleri, 'Allahcahil birisini veli ittihaz etmez, eğer ittihaz etmişse onaşüphesiz ilim öğretir' sözünü nasıl söyleyebiliyorlar?'.Şöyle cevap verdi: 'Onlar okumasalar da öğrenmişlerdir,ey efendi.' O anda içimden, çaba sarfetmeden ilim hasıl1 Buradaki "el-Mürsâ" kelimesinden maksat, Tunus'un doğusundayeralan "Mürsa'l-Cerrâh"dır. Şeyh ez-Zarîf ise, Ebhu AbdullahMuhammed ez-Zarîf tir. (Vefat:787) Allah böyle insanlardan faydalanmayınasib eylesin.


GERÇEK TANRI ERLERİ 81olunacağı konusunda itiraz etmek geldi. Sonra teeddübettim. Bir süre sonra gördüm ki, şeyhin sözü çok doğrudur.Çünkü ilm-i şeriat ancak ta'lim-i hissî ile idrak edilebilir.Acaba, Musa ve Hızır aleyhisselâm kıssasında cereyaneden olay bunun bir delili değil midir? Şeyhimizİmam İbn Arafa'dan şu sözü işitmiştim: 'Şüphesiz ilm-işeriat, ancak teallümle elde edilir'. Şeyh'in bu sözlerindeişaret ettiği ilim, ancak Allah'dan bir atâ olarak verilenilhâmât-ı İlâhiyedir."Ebû Saîdî'nin naklettiğine göre, allâme el-Âlûsî "Hüvellezîbease fi'1-ümmiyyîne rasûlen minhüm yetlû aleyhimâyâtihî ve yüzekkîhim ve yüallimühümü'l-kitâbeve'l-hikme" ayet-i kerimesi hakkında şöyle der: "Buradaözet olarak Allah azze ve cellenin kudret-i azîmesine veilimlerin sadece esbâb-ı âdiyeye bağlı olmadığına işaretedilmektedir." Buradan hareketle çoklarınca şöyle denilmiştir;"Velînin ümmî olması câizdir." Tıpkı Ma'rûf-uKerhî gibi. Çünkü onda, akılların kâsır kalacağı ulûm-uledünnî bulunmaktaydı. El-Izz b. Abdüsselâm şöyle der;"Bir insan, farz-ı kifâye ilimlerden hiç birisi olmadığıhalde yakînî olarak âlim-i billah olabilir." Bir başka yerdeise; "Velâyet, nahiv, meânî, beyân ve benzerleri gibiresmî ilimlerin mârifetiyle mütevakkıf değildir. Meselâfıkıh gibi ilimlerde mârifet kesbetmek de gerekmez. Biralimden okuma, dinleme ve benzeri yollardan herhangibirisiyle, bir şahsın farz-ı ayn olarak teallümde bulunmasıgibi bir şart da gerekmez. Ancak bütün bunlar, özelliklezamanımızda çoklarınca kabul görmesinin aksine,ümûr-u şer'iyyeden lazım olanları bilmeksizin bir şahsın


82 GERÇEK TANRI ERLERİvelâyeti tasavvur edilemez. Allah cahil birisini velî ittihazetmez. Eğer ittihaz "ederse ona öğretir' ifadesi Peygamber'in(SAV) kelâmı değildir ve zikrettiğimiz şekildevelâyet davasını açıklamaz.."


GERÇEK TANRI ERLERİ 83İKİNCİ BASAMAKBir velînin kendisinin velî olduğunu bilmesinin câizolup olmadığı hakkındadır.İmam Ebu'l-Kâsım el-Kuşeyrî (rahimehullah) der ki;"Ehl-i hak, velînin kendisinin velî olduğunu bilmesinincâiz olup olmadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. İmamEbû Bekir b. Fûrek, 'Bu câiz değildir. Çünkü bu durumdaondaki havf kaybolur ve kendini emniyette görür' der.Üstad Ebû Ali ed-Dakkâk da cevâzına hükmeder ki, bizbu görüşü tercih etmekteyiz. Biz deriz ki, bu durum, yaniher velînin kendisinin velî olup olmadığını bilmesibütün evliyâ hakkında vâcib değildir. Hatta, velîler içerisindenkazandığı mârifetin sadece kendisine has bir kerâmetolduğu düşüncesine kapılacak olanların, kendilerininvelî olduğunu bilmeleri câiz değildir. Diğer yandanher velînin her kerâmeti bütün evliyâ açısından aynı olmasıgerekmez. Resullerin hilafına, velînin zâhir bir kerâmetininolmaması, onun velâyetine halel getirmez. Zirâresuller halka birer elçi olarak gönderildikleri, insanlarcadoğruluklarına inanılması, bunun da ancak mu'cizeyoluyla sağlanacağı için, mu'cize göstermeleri gerekir.Velînin hali bunun tam aksidir. Onun velî oluşu hakkın-


84 GERÇEK TANRI ERLERİdaki bilgi ne halk açısından, ne de velî açısından gereklideğildir."İbn Miğzâl'den şöyle nakledilmiştir; "Velâyetin bilinmesihavfa münâfı değildir. Acaba Aşere-i mübeşşerekendilerinin Cennet ehli olduklarını bilmiyorlar mıydı?Bununla birlikte onlarda hadsiz derecede havf da vardı."El-Asl'da el-Kuşeyrî, câiz olmadığı iddiasını savunanlarademiştir ki: "Şüphesiz ki velî kendi nefsini ayn-ı taksîrde(tamamen kusurlu) mülahaza eder. Kendisinde bir kerâmetzuhur ettiğinde, bunun kendisini aldatan bir şeyolmasından korkar. Daima bulunduğu menzilden sükûtetme (düşme) ve akibetinin bunun hilafı olacağı korkusunuhisseder." Bu görüşü paylaşanlar, velâyetin şartlarıarasında vefâyı zikrederler ve çokları tarafından bu görüşkabul edilir. Her kim "Onun bir velî olduğunun bilinmesicâizdir" demiş ise, "vefâ hali, yani vefâ ilmi hakkında,velâyetin bilinmesinin tahakkuku şart değildir" diyecektir.Eğer bunu kabul edersek, kendisine Hak Sübhânehûtarafından kerâmet tahsîs edilen bu velînin, âkıbetende me'mûn (güvenlikte) olması câizdir, diyebiliriz.Çünkü, kerâmet-i evliyâ vâcibdir ve haktır sözünün yanısıra,âkıbetten korkma hususu buna karıştırılacak olursa,o kişinin heybet ve iclâl içindeki hâlinden daha şiddetlive daha mükemmel ne olabilir, sorusu akla gelecektir.Çünkü o kişi Allah-u Teâlâ'yı çok iyi bilmekte ve Allah'dançok korkmaktadır. İşte en fazla tercih edilen görüşbudur ve cumhûr-u ulemâ bu görüşe katılmışlardır.


GERÇEK TANRI ERLERİ 85ÜÇÜNCÜ BASAMAKVeliyy-i sâlik (hak yolunda, giden velî) ile meczûb,meczûb ile mecnûn arasındaki farklar, velîden zâhir olabilecekkötü yönler, Allah'a intisâb edenlere bütün ahvâllerindeteslîm olmanın eslem oluşu hakkındadır.Arif-i billâh Abdülazîz ed-Debbâğ'a (r.a.), mârifet-ibillâh noktasında aralarındaki ortak yönle beraber, meczûbile sâlik arasındaki fark sorulur. O zat şöyle cevap verir;"Meczûb kişi, müşâhede ettiği olaylar karşısında,gördükleri ve elde ettiklerinin zâhirinden etkilenir. Diğerlerineanlatırken zâhirini hikâye eder; hareketlerindeve davranışlarında bu yönüne ittibâ eder. Eğer şahıs Allah-uTeâlâ'nın rahmetini görür ve basîreti açılırsa, güçve takati aşacak seviyede Mele-i Âlâ'nın acâibini müşâhedeyebaşlar. Eğer o bir meczûbsa, basîretiyle gördüğüşeylerin zâhirine ittibâ edecektir. Çünkü basîretiyle gördüklerisınır kabul etmez. Dolayısıyla onun gördükleri,hâl ile uyumlu değildir. Kendinden geçmiş meczûblardanbirini görürsen, bil ki o müşhâhede ettikleri içindekaybolmuştur. Gerek hareketlerinde, gerekse diğer zâhirîahvâlinde, müşâhede ettiklerini anlatmakla meşguldür.Amma sâlik (yani velî) ise; gördükleri onun zâhiri-


86 GERÇEK TANRI ERLERİni etkilenmez ve müşâhede ettiklerini söz ve davranışlarıylahiç bir şekilde anlatmaz. Bilakis o, üzerinde hiç birbelirtinin zuhûr etmediği engin bir denizdir. O, meczûbdandaha kâmildir ve ecri meczûbun ecrinden dahafazladır. Bu yönüyle sâlik, zâhiri hiç bir şeyden etkilenmeyenHz. Nebî'nin (SAV) izinden gider. Böylelikle sâlikleriakıllarıyla, meczûbları ise galiben akıldan uzakgörürsünüz. Çünkü bu ikinci gruptakiler, gördüklerinizâhiren anlatıp bunların etkisinde kaldıkları için, basîretleriaçılmadan önceki hilkatin esaslarına uygun olarakbulundukları durumu terketmişler ve bunun neticesindeakıllarını zâyi etmişlerdir.Veliyyüddîn İbn Haldûn ehl-i tasavvurun riyâzetinekarşı çıkarken şöyle demiştir; "Mutasavvıflar ve onlarıntalebeleri, akıllarını kaybetmiş mecnûnlara benzeyenma'tûh (aklen noksan) behlûllerden bir kesimdir. Bununyanısıra velâyet makâmları ve sıddîkîn ahvâli onlar açısındangeçerlidir. Onların bu hallerinden anlaşılır ki, onlarehl-i zevktirler. Bununla birlikte onlar gayr-ı mükelleftirler.Onlardan mugayyebât hakkında acîb haberlersâdır olur. Çünkü onlar, hiç bir şeyle mukayyed değildirlerve bu konudaki sözlerinde serbesttirler. Bu sebepleonlarda bazı garib haller zuhur eder. Diğer yandan fukahaonları tekliften sukût etmiş olarak gördükleri için,onların manevî makâmlarda bulunmalarını kabul etmezler.Çünkü fukahâya göre velâyet ancak ibadetlerle hasılolur. Bu tesbit yanlıştır. Çünkü Allah fazlını dilediğineverir. Dolayısıyla velâyetin husûlü ibâdetler veya diğerdavranışlar üzerine tevakkuf etmez. Nefs-i insâniye vü-


GERÇEK TANRI ERLERİ 87cûd itibarıyla sâbit ise, Allah-u Teâlâ mevhibelerindendilediği kadarını ona tahsîs eder. Bu insanlar, nefs-i nâtıkalarınıöldürmemişler ve teklîfin şartlarından birisiolan aklı kaybeden mecnûnlardaki gibi fesâda uğramamışlardır.Bu sadece nefse hâs olan bir sıfattır ve insanınnazarını kendisine yönelttiği, onunla yaşayış ahvâlini,menzilinin istikâmetini bildiği zarûri bir ilimdir. Adetao, yaşayış ahvâliyle ve menzilinin istikâmetiyle ayrıcalıklıbir duruma gelince, meâdinin (ahiretinin) ıslahına yönelikteklifi (mükellefiyeti) kabul etmede hiç bir özrükalmamış gibidir. Bu sıfatı kaybeden bir kimse, nefsinikaybetmiş veya kendi hakikatini unutmuş değildir. Hakikatinvarlığı, mârifet-i teklîf olan akl-ı teklîfînin yokluğuhaline gelmiştir. Hal böyle olunca bil ki, nefs-i nâtıkalarıfesâda uğrayan mecnûnların halleriyle böyle insanlarındurumları karıştınlabilir. Sana düşen görev ikisiarasındaki alâmetleri temyiz etmektir. Bunlardan birtanesi, bu behlûllerde (Allah aşkıyla kendinden geçenlerde)zikir ve ibadetlerden bir an bile ayrı kalmama gibibir cihet bulursun. Ancak daha önceden belirttiğimiz gibi,adem-i teklîften dolayı bazı hareketlerinde daire-i şeriatındışında seyredebilirler. Mecnûnlara gelince, onlarhakkında bu vechelerin hiç birini bulamazsın. İlk ortayaçıkmalarından itibaren belâhet üzere varlıklarını sürdürmektedirler.Mecnûnlar, ömürlerinin belirli bir bölümündensonra tabiî olarak bedenî avârızdan dolayı kendilerindecinnet ortaya çıkan insanlardır. Böylelikle nefsinâtıkaları ifsâd olmuş, akıllarını kaybetmişlerdir. Birdiğer fark da, mecnûnların insanlar arasında hayır veyaşirk ile tasarruf etmeleridir. Kendileri hakkında teklîf


88 GERÇEK TANRI ERLERİgeçerli olmadığı için, bir izin de söz konusu değildir.Mecnûnların hiç bir tasarrufu muteber değildir."El-Asl'daki Kitâbü'l-İntibâh bölümünde müellif, evliyânınfıtrat-ı insâniyesinden ayrılıp, farklı boyutlara intikalininsebebini beyân etmiştir. Bu konuya Ebû Medyenel-Gavs (r.a.) şu sözüyle işaret eder;"Ehlini vecdden nehyeden adama de ki,Hevâ şarâbının manasını tatmadıysan, bize bırak."Şeyh Muhammed es-Sünûsî (r.a) bu beyitleri şerhedermahiyette şöyle demiştir; "Onların akılları, mükellef tutulduklarıamelleri yapma noktasında perdelenmiştir vebir ilimleri yoktur. Cenâb-ı Hakk'ın, sırrına ulaştırdığı,emirlerine itaat ettirdiği ve hiç ummadığı bir şekildenûru için kalbini hazırladığı insanlar, hiç bir ilmi ve isti'dâdıolmaksızın kendilerine beklemedikleri bir andahakk zâhir olduğunda akıllarını yitirirler. Ve ani bir şekildeortaya çıkan bu durum, o kişinin ruhâniyetiyle fehmederekşâhid olduğu bir haldir. Kendisi ise hayvâniyet(maddi hayat) cihetiyle âlem-i şehâdette kalır. Yer, içer,zarûretler çerçevesinde tasarruflarına devam eder. Tefekkür,tedbîr ve dikkat olmaksızın, menfeatleri ve zararlarıhakkında belli bir ilme sahiptir. Bununla birlikte ohikmetle konuşur. Onun ne bir ilmi vardır, ne de senino konudaki menfeatini kasdeder. Böyle insanların üzerindenteklîf sâkıt olmuştur. Çünkü onlarda, senin gördüklerinianlayacak akılları yoktur. Sana bakarlar, amaonlar görmezler. Bu onların sekir halinden kaynaklanırve şeriatte bulunmayan haller görülmesine rağmen, bundandolayı mâzurdurlar. Diğer yandan, vâridin (aldıkları


GERÇEK TANRI ERLERİ 89kaynağın) güçlü veya zayıf oluşuna, sabır seciyyesinin veistidâtlarının kuvvetine göre onlardaki ahvâl muhtelifolur. Bu açıdan, hazretinin (yöneldiği maksadının) ihtilafıyla,vâridin vasıfları da farklılaşır. Eğer hazreti, Cemâlise onda daha ziyade tabiatında yer tutan hayvâniyet tasarruflarıkendini gösterecek, diğer hayvanât gibi tedbîrve rü'yetsiz (hareketlerini kontrol etmek ve çevresindekileridikkatle görmesizin) hareket edecektir. Çünkü o, lütûfhazretinden ve rahmetin galebesinden nasiblenir.Umulur ki Cenâb-ı Hak, kullarından bazılarının kasıtsızolarak yaptığı ibadet fiillerini bu şekilde icrâ ettirmektedir."El-Asl'da geçen ifadeler işte bu şekildedir.Bilki, evliyânın ahvâli çok muhteliftir. Onlardan velâyet,cünûn, çeşitli tavırlar ve şekillerin, tahribin vebenzeri hallerin zâhir olduğu görülür. Bazan da gerçekmurâd edilenin hilâfı manalar vehmedilir. Onlardan herhangibir şöy gören kişiye gerekir ki, onlara hep güzellikleryüklesin. El-Asl'da şöyle denir; "El-Cezâyirî der ki,evliyânın değişik halleri hakkında anlatılan hikâyelerçoktur. Ancak, onun muktezâsı olan hükümler sabit değildir.Bunlara dayanarak ne red, ne de kabul mümkündür.Batılla karışma iddiasıyla nefyedilecek bir etken deyoktur. Evet, hakikat gayet vâzıh ve kuvvetli bir şekildegörünmektedir. Eğer, 'onlarda bulunan onca hasletle birlikte,tahrîb nev'inden olan işleri nasıl kolaylıkla irtikâbedebiliyorlar?' denilirse, şüphesiz Aleyhissalâtü vesselâmefendimizin şeriat tarikinden gelenler hariç bütün tarîklerinkapatılmış olduğunu söylemeliyiz. El-Yâfiî'nin sözününakledelim. Umulur ki, ondaki maksadın ne oldu-


90 GERÇEK TANRI ERLERİğu fehmedilir. O şöyle diyor; "Velâyetin, cünûnun vetahribin izharı bakımından evliyâ farklı tabakalardadır.Bunlardan birisi velehdir (vecd halinde aklın kaybolmasıdır),hatta cünûna nisbet edilir. Bunların çoğunluğuakıllı mecnûnlar olarak bilinirler. Muhabbetullah ve mârifetullahtabakasında olanlarda, Allah'ın azametinin, celâlve cemâlinin müşâhedesiyle, şuur ve idrâk kaybolur.Bir başka tabakada ise, muhabbet-i cemâl ile kendilerinesekir halinin galebe çaldığı velîler vardır. Bu yolla onlar,vücûd yönüyle fanî olurlar. Bir diğer tabakada, veleh iletahrîb arasındaki perde etrafında toplanan insanlar bulunur.Diğer insanlar bunların namaz kılmadıklarını, oruçtutmadıklarını, mahrem yerlerini açtıklarını vehmederler.Hatta, bir çok sû-i zanda bulunarak, onların salâhaulaşamayacaklarına inanırlar. Halbuki onlar bâtında yanikendi aralarında oruç da tutmakta, namaz da kılmaktadırlar.Hatta bir çokları onların halvet halinde namazkıldıklarına, diğer insanların arasında kılmaktan kaçındıklarınaşahid olmuştur. Tahrîb konusuna gelince, bazıinsanların salâh zannederek yaptığı davranışlardır. Dışarıdanbu hal, kendi bâtınının tahrîbi ve o kimseninadem-i salâhı vehmini doğurur. İşte bu şekilde o kimsenindinde aykırılıklara düştüğü zehâbına delil gösterilebilecekbir çok şey vardır. Sonuçta o insanların maksûdununsalâhın nefyi olduğu fikri hâsıl olur." Müellifin konuylailgili görüşleri böyledir. Ben bir kasîdemde bu konuyaşöyle işarette bulunmuştum;"Bazıları örtülü bir şekilde tahribe yöneldi,Tâ ki ondaki salâh görülmesin ve övülmesin."


GERÇEK TANRI ERLERİ 91El-Asl'dan iki tenbih nakledelim. Birincisi: El-Akâid-iNesefıyye'de denilmiştir ki; mükellefiyetler konusundavârid olan umum ifadelerde ve bu konuda değerlendirmeyapan müçtehidlerin muhaliflerin hilafına icmâ'larındayer aldığı üzere emir ve nehy yönünden kulâkıl-bâliğ olduğu müddetçe teklîfi ıskat eden bir durumlakarşılaşmaz. İkincisi: İslâm, evliyâullah arasındanayrılmaktan kaynaklanan bir korkuyla, Allah'ın canibineintisab etmek isteyen kişinin teslîmidir. Hayvanların hayatıbahsinde, sineklerden söz edildikten sonra şöyle birhikaye anlatılır ; İbnü's-Sikâ, kerâmetleriyle meşhur zâhidİmam Yusuf el-Hemedânî'nin rencide edildiği biratmosferde, 'Ey kardeşim, sana düşen görev itikad etmekve meşâyih-i ârifîni, ulemây-ı âmîlini, evliyâ ve sâlihînitenkidden vazgeçmektir. Onlarla harbetmek zehirlidir.Onlarla muarazada bulunanlara teslim olmalarını, onlarıtenkid etmemelerini, aksi takdirde pişman olacaklarını,kendi zamanlarındaki imâm-ı ârifîne, reis-i sıddıkîne iktidâetmelerini söyle' demiştir. Bir gün Şeyh AbdülkâdirGeylânî iki arkadaşıyla birlikte Mekke'deki Kutbu'l-Gavs'ı ziyaret etmeye niyetlenir. Bunun üzerine iki arkadaşı,o kimse hakkında bazı sözler söylerler. Bunun üzerineŞeyh, 'ben onu ziyaret ve hatırını sormak için gidiyorum,inkâra ve imtihana değil' der. Dediği şekilde ziyaretinigerçekleştirdiğinde ise 'benim buraya gelmeminsebebi, her bir velînin yanında yeralma isteğidir" der. Oarkadaşlarından birisi bir zaman sonra küfre düşerken,bir diğeri de dünya işleriyle meşgul olmaya başlar ve herikisi de Şeyh'in hizmetini terkederler. Özetle, Allah'dantevfîk ve hidayet dileriz..


92 GERÇEK TANRI ERLERİDerim ki, bu hikâyelerde hürmetlerini ayak altınaalanlara veya saygıdeğer şahsiyetlerine eziyet edenlerekarşı evliyâullahın yanında yer almaya fazlasıyla işarettebulunmaktadır. Velev, aralarında böyle bir muameleyihakeden şahsiyetler bulunsa da. Evet, hakikaten böylelerininşer'an inkârı ve ortaya çıkardıkları münkerâtın izâlesigerekir. Lakin niyetini tam olarak tashîh ettikten,münkerdeki makâmını tahkîkten, yani kendindeki kemâleinanmanın yanısıra nefsine ve hevâsına mahsûs kıldığışeylere intisâb etmeksizin, yüce şeriatta yeralan kurallaraimtisâl ettikten sonra bu durum ortadan kalkabilir.Çünkü onun nazarında intisâbın varlığı, intisâbın yapıldığışeyi ta'zimde bulunmaya şahâdet eder. Böyleliklebir kimse ona taarruzda bulununca, müntesib bulunduğuşeyle bağını koparır. Aksi halde ondan kendine bir zararisâbet eder. Ancak onun taarruzu mücerred bir noktayaise, nefsanî bir hevâ ve haz duyar. İşte böylelikleHak sübhanehû, kendi katından bir emirle önündeki bütünperdeleri kaldırdı. Kendi nefsinde eğer bir hulûs-uniyet görmüşsen, zikrettiğimiz şeyleri iyice anlamalısın.Sonra istersen inkar edebilirsin. Allah'ın havl ü kuvvetiyle,yine O'nunla muharebeye girişmekten emîn olabilirsin.Teslim en eslem yoldur. Aşağıda gelecek 13. Babdazikrettiğimiz gibi, kendisine Seyyid Sâlim el-Hâmidî'nindef çalma konusunda kendisini yadırgadığı söylendiğindeMevlânâ Abdüsselâm'ın (r.a.) şu sözü bu hakikatite'yid eder: 'Umulur ki bu, ona sünnetten zâhirolan bir hususa bağlılıktan kaynaklanır. Çünkü ben yaymisali, ona ok fırlatmak için her fırsat arayışımda onuhep sünnetin yanında gördüm. Ondan uzun mızrak gibi


GERÇEK TANRI ERLERİ 93bana gelen demirden dikenlere karşı ona vuracak yer aradım,ama bulamadım..'Müellifin el-Vasıyyetü's-Suğrâ'da geçen 'size onlar yaniehl-i ilm fetvâlar konusunda muarazada bulunduklarında'ifadesine bakınız. Aynı şekilde el-Maksad'da yeralan Beşinci Bâb'daki 'küçük şeyleri büyütmeye yanaşmayın..'sözüne bakınız. Abdülvehhâb eş-Şa'ranî Münen'indegeçtiği ifadesiyle. 'Ey kardeşim, dikkat et! Başkabirisi aleyhine kendi nefsine bakmaktan sakın. Ancakkibri önleyecek şer'î yolla bunu yapabilirsin. Şüphesiz ki,her kim kendi nefsini başka birisi aleyhine görürse, kaybetmeyemaruz kalır' derken bir başka yerde 'eğer böyleolursa, bu makâmdaki bir kimsenin inkarı gerekir ve şeriatınemrine imtisâl edilmelidir. Çünkü böyle birisi, şeriatınhimayesine istinadında sana destek vermeye kâdirdeğildir.' ifadesini kullanır. Bir başka yerde ise, 'derimki; inkâr durumu bazı fukuhânın ehlullah hakkındakideğerlendirmelerinde devam edegelmiştir. Bunun sonuda yoktur. İnsanlar bu konuda büyük bir teaccüb içindedirler.Şeriat canibinden bir neticenin hasıl olması içinbu fukarânın inkar edilmesi (dışlanması) maksadı, bu insanlarınzihinlerinden kaybolmuştur. Eğer böyle olmasaydı,onun aleyhine güç birliği oluşacak ve onu helâkedecekti..'Şeyh el-Ayyâşî, şeyhi Abdülkâdir el-Fâsî'den naklender ki; "Sâlih insanların kabirlerine sığınan bir kişininbu davranışı ihmal edilemeyecek seviyede, hadsiz-hududsuzbir cinayettir. Bu mahalden çıkarılması halindebu durum alimlerin indinde velînin hürmetine karşı bir


94 GERÇEK TANRI ERLERİzulüm ve onun değerini hafife alma demektir. Bunamübtelâ olan kimse, amelini Allah için yaparak kurtulsun.."El-Ayyâşî şu ilaveyi yapar; "Bu mahallerde vakîolan münkerâtın izâlesinde gücü yeten herkesin gafletedüşmemesi gerekir.." Bu mesele daha devam etmektedir.Muvaffak eden yalnız Allah'dır.


GERÇEK TANRI ERLERİ 95DÖRDÜNCÜ BASAMAKEvliyânın gayr-ı masûm olduğuna, dair görüş hakkındadır.Şüphesiz ki, evliyâ insanlar üzerinde maârif-i Rabbâniyeile imtiyaz eden insanlardır. Ve şüphesiz velî, zâhirenalışılmışın hilâfına davranırsa ona iktidâ edilmez. Sadeceşeriata muvafık olanlar müstesnâ. Bilki, evliyâ muhafazaaltındadır. Günahlar karşısında hıfzın onlarla birlikteolması câizdir. Ancak bununla ismet sıfatı karıştırılmamalıdır.Bu yüzden onlar ma'sûm değildirler. Evet,onların ismetle (günahsızlıkla) itibar görmesi sahihdir.Ancak bu cevâzla mukayyeddir. El-Asl'da şöyle denilmiştir:"Ahmed Zerûk (r.a.) İmam Şâzelî'nin (r.a.) el-Hizbü'l-Kebîr'ine yaptığı haşiyede onun 'bizler ismet elbiselerinigiydik' sözü hakkında, 'yani bu sözdeki muradıismet-i kaviyyedir. Bu, günahlara götürecek yollarıkapatarak günahı önlemek demektir. Şu hal nebî olmayanlarhakkında câizdir. Hatta böyleleri ve melâike içinbu vacibdir." İmam Şâzelî'nin sözleri hakkında el-Irâkîşöyle der; "Bütün günahlardan selâmete ermede cevâzvardır. Her türlü günahtan ma'sûmiyeti istemek, enbiyâve melâike dışındaki insanlar için câizdir ve hatta vacib-


96 GERÇEK TANRI ERLERİdir.."Abdülaziz ed-Debbâğ (r.a.) der ki: "Şayet kerâmetlereülfet peyda eden insanlar, velînin halini şerhetmeye yönelirlerse,ondaki sâlih umûr-u bâkiye ve umûr-u fâniyeninaçılmasından sonra vaki olan şeyleri zikretmeye koyulurlar.İnsanlar bilirler ki, evliyâ hakikat üzeredir. Veyine bilirler ki, velî duâ edince bazen kabul olur, bazankabul olmaz. Tıpkı enbiyâ ve rüsûlde (aleyhimüssalâtüvesselâm) olduğu gibi bir işi dileyince bazan gerçekleşir,bazan gerçekleşmez. Buna ilave olarak velî tıpkı sâir insanlargibi bazan bütün organlarıyla taata mazhar olur.bazan da buna muhalif hareketler sergiler.."


GERÇEK TANRI ERLERİ 97BEŞİNCİ BASAMAKTürbelerin ve makâmat-ı sâlihînin ziyaretiGazalî, meyyitin menfeat elde etmesi konusuna inanarakbunu şöyle dile getirir; "Hayattayken menfeatlenenbir kimse, öldükten sonra da menfeatlenir." İbnü'l-Arabî der ki; "Meyyit hayattakinden menfeatlenir, yoksahayattaki meyyitten değil. Bizim itikadımıza göre hayattakikişi meyyite faydalı olabilir." Lakin onun Allah'aulaşmaya bir vesile kılınması mümkün mü? Bu konudabir şahıs şöyle der; "Benim için böyle yap." Bu ifade El-Hılye'de yer alan Ebû Ma'rûf el-Kerhî'ye aittir. Bu sözüyleo inanmaktadır ki, meyyitin bulunduğu toprak, tevessüldebulunmaksızın Allah'a duâ edilen mübârek birtopraktır." İşte şeyhlerin uygulaması böyledir..Muhakkik alim ez-Zerkânî, Şerhu'l-Muhtasar'dakiBâb-ı Nüzûr'un başlarında şu ifadeleri kullanır; "Hayattaolan birisini ziyaret nasıl mendûb ise, meyyitin de ziyaretiöyledir." Hatta orada hayır işi de yapılabilir. İbnAbdi'l-Berr'in söylediği 'Hayrı sadece namaza mahsûsbir amel haline getirmeyin' sözü bunu gösterir. 'Bazı insanlarınkabirleri ve sâlih insanların geride kalan eserle-


98 GERÇEK TANRI ERLERİrini ziyareti üzerinde fazlaca durmakta bir fayda yoktur.Çünkü bu ibadetlerdendir." Bu ifadeler de Muhtasaru'l-Berzelî'de geçer. Ve keza, "La tüşeddü'r-rihâl illâ selâsetemesâcidin../ Ancak üç mescid için yola çıkılır.." hadisişerifi, kabir ziyaretlerinin men'edildiğine bir delil olarakgösterilemez. Çünkü burada 'müstesnâ minh' mahzûfturve takdir edilen mana 'li-mescidin mine'l-mesâcidiillâ "dır. Müstesnâ mesâcid kelimesidir ve asl olan orayaulaşmadır.. El-Kavâid'de Ahmed Zerûk şöyle demiştir;"Amellerde tevessül (birisini vesile kılmak) câizdir.Tıpkı her birisi en faziletli amelini dile getirerek bunlarhürmetine duâda bulunan mağara ashabının yaptığı gibi.Hz. Ömer'in (r.a.) Hz. Abbas'ı, ona su vermesi esnasındavesile kılması gibi. Hz. Ömer (r.a.) kabirleri ziyaretindeşöyle konuşmuştu; "Hayattayken kendisine ikramdabulunulan herkese, öldükten sonra da ikramdabulunulması câizdir." Kezâ İmam Gazâlî, Âdâbü's-Sefer'deşöyle der; "Bu maksatla yola çıkmak câizdir. Budurum "Ancak üç mescid için yola çıkılır.." hadîsine tersdüşmez. Mescidler bu üçü dışında fazilet bakımındanmüsâvidirler. Ancak ulemâ ve sulehâ farklıdır. Biz, faziletlinindaha faziletli olana ulaşmak için yolculuk yapmasınıcâiz görüyoruz. Özellikle öldükten sonra kerâmetlerizâhir olanlar, kerâmetleriyle, ilmi ve ameliyle bilinenlerbu sınıfı oluşturur. Kabrinin başında yapılanduânın kabul edildiğine dair tecrübe ettiğim insanlar gibi,arzın dört bir yanında böyle daha bir çok insan vardır."İmam Şafiî (r.a.) Musa el-Kâzım'ın kabri için "Tiryâk-ımücerreb" demiştir. Şeyhimiz el-Kadîrî şöyle der;"Onların adı anıldığında gökten rahmet yağar. Onların


GERÇEK TANRI ERLERİ 99içtimâ mekanları Rablerinin huzurudur; O'na doğru yürüdüklerigün bu dâr-ı dünyadan çıkıp gittikleri gündür;yani vefat ettikleri gündür. Onları ziyarette, onları tebrikvardır. Rahmet nefeslerini onların üzerlerine yenidenüfleyerek arzetme vardır. O halde bu davranış müstehabdır.Şeriatın aslına sadık kalmak şartıyla, böyle mekanlardaerkeklerle kadınların birarada bulunmaları gibimünkerâttan ve muharremâttan sakınmak gerekir."Bazıları bu manayı şöyle nazmetmişlerdir;"Salihînin sözleri ve isimleri serdedildiğinde,Onlar anıldığında, rahmet yağar.Onların meclislerinde bulun, nail olursunbereketlerine,Ve kabirlerini ziyaret et, öldüklerinde."İbn Bâdis, Sîniyye'sinde şöyle der:"Hayattakilere faydayı kusur gösterenleri,Sakın dinlemeyin, zira bu bir karalamadır.Şüphesiz faydanın şuhûdu, nefyeder o sözleriÖzellikle millet, gösterir aksine delilleri."Derim ki, İmam Gazâlî'nin İhyâ'sında zikretmiş olduğu"Rahmet inmeye başladığında..." hadis-i şerifi "evliyây-ısâlihînin anılmasıyla gökten rahmet yağar" şeklindeyorumlanmıştır. Ancak el-Irakî bu konuda; "Buhadisin aslı yoktur ve merfu'dur. Bu Süfyân İbn Uyeyne'ninkavlidir. Kezâ İbn'ul-Cevzî de böyle rivayet etmiştir."El-Asl'da, "Salihînden insanların kabirlerini itibarederek teberrüken ziyarette bulunmak sevilen bir


100 GERÇEK TANRI ERLERİolaydır. Hayattayken olduğu gibi, öldükten sonra da kabirleriniziyaret edip onlara duâda bulunmak, onlardanşefaat dilemek din imamlarından muhakkik alimlerimizindinde ma'mûlün bih (yapılmasında mahzur olmayan)olarak kabul görmüştür.." denilir.El-Medhal'de konuyla ilgili şöyle denir; "Hakikatteonların ziyareti, Nebi (SAV) ile bir muvâsala, keza onlarıvesile kılma mahiyetindedir. Onları ziyaretinde bumanayı gözönüne getir ve onları vesile kıl. Böylelikle durumunkemale erer ve emellerine kavuşursun.." Şeyh eş-Şa'ranî, el-Münen'inde demiştir ki; "Velî hakkında, birzâtın kabrini ziyaretim esnasında 'acaba o burada hâzırmıdır, yoksa gâib midir' konusunda Allah'ın inayetiylekazandığım mârifete göre anladım ki, evliyânın çoğu budurumda büyük bir sürûr ve ferah içinde giderler, gelirler.Bir defasında Ömer b. el-Fârıd'ı (r.a.) ziyaret etmiştim.Onu kabrinde bulamadım. Bir müddet sonra banageldi ve 'beni mazur gör, bir ihtiyacım vardı' dedi vesonra şöyle devam etti; 'Bu hal ancak Allah'ın basîretiniaçtığı kimseler tarafından bilinebilir. Ama diğerleri, bellibir niyetle ziyaret ederler ve onun ecri Allah'a aittir.'Allah bana ölen evliyâyı görebilmemi ve onlarla sohbetedebilmemi nasib etti. Bu hal, onları ziyaret ettiğimdeonlara karşı hüsn-ü edebim ve onlara hayattakilere yapılanmuamelede bulunmam yüzünden bana verildi.." Devameden bölümlerde konuyla ilgili hikayeler verilmiştir.Dileyen bakabilir. Abdülaziz ed-Debbâğ (r.a): "Kabirleriziyaret âdâbındandır ki, bir kimse sahib-i kabiriçin duâda bulunmak ve duâsının kabulü için evliyâul-


GERÇEK TANRI ERLERİ 101lahtan bir velîyi Allah'a vesile kılmak istediğinde, ölenbir velîyi Allah-u Teâla'ya vesîle kılmalıdır. Bu, maksûdiçin en sağlıklı, duâlarının kabulü için en yakın yoldur.."demiştir.Derim ki: "Ziyaretçide bulunması gereken bazı şartlarve edeb kuralları vardır. Bunlardan bazılarını MevlanâAbdüsselâm kitabında şu vasıyyeti ile dile getirmiştir;'Mühim bir tenbih: Bu makâmda, çok himmetli allameŞeyh Ahmed en-Nâsırî'nin Kitâbü'l-İstiskâ li-AhbâriDüveli'1-Mağribi'l-Aksâ isimli eserinde geçen şu sözlerinizikretmek gerekir ; Afrika kıtasının bazı mekanlarındacereyan eden bir takım uygulamalara olumlu bakmakmümkün değildir. Kadın ve erkeklerin birarayatoplanması ve benzeri bazı yanlış uygulamaların evliyâkabirlerinin ziyareti esnasında sergilenmesi veya bu esnadayüce şeriatın ortaya koyduğu kaidelerin aksine bilinenzâtın bir nevi istimal edilmesi gibi yanlışlar vardır. Müslümankardeşlerimizin benzeri söz ve davranışları hakkındagereği şekilde uyarılması gerekir. İşte sana, onun(r.a.) söylediği sözler..Mühim bir tetimme: Mağrib ve diğer beldelerdeuzun asırlardan beri, özellikle onuncu yüzyıldan bu yanaçok çirkin bir bid'at zuhur etmiştir. Bu, halktan bir taifenin,kendi asırlarında veya daha önceki zamanlarda yaşayıp,velâyete ve çeşitli hususiyetlere sahip olduğu işaretedilen şeyhlerden birisinin etrafında toplanarak, o kişiyebüyük bir muhabbet ve ta'zîmle sarılmaları, diğerşeyhlerden daha ziyade miktarda onun hizmetine ve yakınlığınabağlanmaları, bununla kalmayarak kendi ha-


102 GERÇEK TANRI ERLERİyallerindeki şekliyle veya Allah-u Teâlâ'nın indindekimenzilini anlatır tarzda resmetmeleri, bu yaptıklarınıaçıklarken "bizler falan efendiye ittibâ ettik, falanın hizmetindeyiz'demeleri, bundan vazgeçmeyip aynen devamettirmeleri, o kimsenin ismini nidâ ederek ondan yardımdilemeleri, ona karşı olan görevlerini aksatmaktan alabildiğinekorkmaları, gerçek zarar ve faydanın ancak Allah'dangeleceği hakikatine rağmen ona yakınlaşmanınfaydalı, ondan bir karış dahi olsa uzaklaşmanın çok zararlıolduğuna itikad etmeleridir. Böyleleri kendilerine başkabir şeyh efendiden bahsedildiğinde veya ona yönelmeleriistendiğinde, acaba o kişinin ta'zimi hakedip etmediğinigörmeden öfkeden kıpkırmızı kesilirler. Bu halgerçekten çok acıdır ve ümmet böyle tarikatleri ölçü olarakalmaktadır. Her bir belde ve karyede benzeri çeşitligruplar vardır. Halbuki, kendilerinden sonrası için birörnek olan selef-i ümmet içinde böyle bir uygulama bilinmemektedir.Şâri'in (kanun koyucu Allah'ın) maksadı,şüphesiz insanların biraraya toplanmaları, aralarındakiülfetin tamamlanması ve yönlerinin ittihadıdır. Allahşöyle buyurmaktadır; 'Bizim ve sizin aranızda müsâvîolan kelimeye gelin." Dinlerinde fırkalaşmaya giden birkavim zemmedilmiştir. Ehl-i dinde bulunması gerekenşart, birbirlerini Allah için, Allah yolunda sevecek, birbirlerineAllah'dan şefeatte bulunacak şekilde, tıpkı tarağındişleri gibi yanyana bulunmalarıdır. Aynı zamandaAllah'ın velî kullarına hayır, hidâyet ve din yönleriyle ikramdabulunduğu hakikatlerden kendisine de ikram etmesiniistemektir. Onları dinden ayrılmak ile değil, şeriatdahilinde sevmektir. Onlar hakkında edebten ayrıl-


GERÇEK TANRI ERLERİ 103mamak, onları faziletletlerinin üzerine çıkarmamak veyaadeta gayba taş atmamaktır. Bu ise ancak, onların Allahkatındaki menzillerine tam muttali olmakla gerçekleşir.Bu ise bize kapalıdır. Haceten bu perde indiği zaman,mevlâsıyla (veli olarak kabul edilen kişiyle) bağının kopmasındankorkulur. Aslında bu öyle kimsedir ki, Allahonu kendisiyle imana ulaştıran hidayet yolunu gösterdiğiNebi'sini (SAV) ve dinde önderlerimiz olan havâss-ıümmeti şefeatçi olarak yaratmış ve rızıklandırmıştır.Kuldan matlûb olan, bütün işlerinde yönünü ve maksadınıAllah'a çevirmesi, bu konuda sadece Allah'la alakakurması, isteğini ancak Allah'dan dilemesi ve kesinlikleAllah'a dayanmasıdır. Bunun ötesindeki bütün vasıtalara,ancak tevessül ve şefeat dileme şartıyla nazar edilebilir.Belirttiğimiz gibi bu, Allah'ın Hz. Muhammed(SAV) ile gönderdiği, O'nun (SAV) insanları davet ettiğive uğrunda savaştığı Tevhid hakikatinin ta kendisidir."Şüphesiz ki bu gerçek haberin ta kendisidir ve Allah'tanbaşka hiç bir ilâh yoktur..'


104 GERÇEK TANRI ERLERİALTINCI BASAMAKZâhiren ve bâtınen kerâmetin tarifi ve taksimi hakkındadır.Allâme Sa'düddin(rahimehullah) Şerhu Akâidi'n-Nesefıyye'deşöyle der; "Velînin kerâmeti, nübüvvet davasıylakıyaslanmayacak şekilde, o kişiden hârikulade birdurumun zuhurudur. Aynı zamanda kerâmet, imanla veamel-i sâlihle mukârin değildir ki istidrâc olsun. Dâvâyınübüvvetle mukârin değildir ki, mu'cize olsun. Kerâmetinhakikat olduğuna delil, sahâbe ve sonraki dönemlerdegelen bir çokları hakkında, özellikle inkârı mümkünolmayacak şekilde müşterek olayların tevâtüren nakledilmesidir.Bu mutlak anlamda hârikuladır. Bu konununtafsilâtı çoktur.Aynı şekilde Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Meryem'den,Hz. Süleyman'ın (AS) bir arkadaşından zuhûr eden kerâmetlerdenbahsedilir. Vukûunu ispatladıktan sonra, artıkcevâzının isbatına hacet voktur."Evliyânın kerâmetini ispatladık.Kim nefyetmişse, onun kelâmını çürüttük."İşte, âdetleri nakzeder şekilde velinin yola çıktığında,


GERÇEK TANRI ERLERİ 105uzun bir mesafeyi çok kısa zamanda kat'etmesi bir kerâmettir.Tıpkı Süleyman'ın (AS) arkadaşının Belkîs'ıntahtını, aradaki uzak mesafeye rağmen göz açıp kapayanakadar getirmesi gibi. Hz. Meryem'in hiç dışarıya çıkmadığı,dışarıdan da kimsenin getirmediği halde önündeyemeklerin, meyvelerin ve elbiselerin hazır olması gibi...Sahîh'de sâbit olmuştur ki 1 , Resûlüllah (SAV) şöylebuyurur; "Şüphesiz sizlerin içinde muhaddesîn 2 (zann-ısâdık sahibi insanlar) vardır." Bunlardan birisi Hz.Ömer'dir. Bu konuya şahid olacak sahâbe içinde bir çokbilinen olay vardır. Hz. Ömer'in Hz. Sâriye ile olan kıssası,el-Muvattâ'da mezkûr Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz.1 'Sahîh'de sâbit olmuştur...' sözü hakkında derim ki, Sahîh-iBuhârî'de 'Benî İsrail Hakkında Zikredilen Bâb' başlığı altında yeralan bölümde, Ebû Hüreyre'de, o da Nebî'nin (SAV) şöyle buyurduğunurivayet etmiştir; "Sizden önce gelen ümmetler içinde muhaddes(zann-ı sâdık sahibi) insanlar vardı. Eğerböyle birisi benim ümmetimdevarsa, şüphesiz o Ömer İbnü'l-Hattâb'dır." Nevevî bu hadîstegeçen "şüphesiz o Ömer İbnü'l-Hattâb'dır" ifadesi hakkında,"söylediklerinin vukû' bulmasıdır. O, muttali' olmasa dahi dediğiolmuştur. Çok uzak bir mesafede olmasına rağmen komutanı Sâriye'ye'Yâ Sâriye dağa sığın!' diye seslenmesi meşhurdur" der.2 "Muhaddesîn" kelimesi "Muhaddes" kelimesinin çoğuludur.Şeddeli dâl harfi fethalı okunur. Çokları tarafından "zânn-ı sâdık sahibi.Mele-i A'lâ'dan kalbine hakikat ilkâ olunan insan" anlamı verilmiştir.Bu gibi insanlar, kendileri nebi olmaksızın, kendisine melâikeninilham yoluyla hakikatleri bildirdiği kimselerdir. Bu konuhakkında Suyûtî, Buhârî'ye yaptığı Haşiye'sinde bilgi vermiştir.


106 GERÇEK TANRI ERLERİAişe'ye olan vasiyyeti bunlardandır. Bu ve benzeri vakıalarhem sahâbeler, hem de sonraki dönemlerde yaşayansâlihîn ve ehl-i iktidâ (kendilerine uyulan önder insanlar)arasında çoktur. Müellif, Tasavvuf Bölümü'nde ehl-i tasavvufunmücâhedesini, bundan neş'et eden keşfi beyanettikten sonra şöyle der; "Ehl-i mücâhedede görülen bukeşf çoktur. Onlar, başkalarınca idrâk edilemeyen hakâik-ivücûdu idrâk ederler. Bu yüzden bir çok olayı vukûundanönce derkedebilir, bununla tasarrufta bulunabilirler.Mevcûdât-ı süfliye hakkında nefisleri kuvvetlenir veiradelerinin itaati altına girer.Onlardan en büyük şahsiyetler bu keşfe fazla itibar etmediklerigibi, onunla tasarrufta bulunmazlar. Konuşmaktaemredilmedikleri bir konuda hiç bir şeyin hakikatindenhaber vermezler. Bilakis kendilerinde vaki' olanbu hakikatleri bir imtihan vasıtası olarak değerlendirirlerve ancak kendilerine hücum edildiğinde bunu gösterirler.Sahâbe (r. anhüm) böyle bir mücâhede içindeydiler.Onların bu gibi kerâmetlerden aldıkları haz, diğerhazlardan daha fazlaydı. Ancak onlar buna fazla sığınmamışlardı.Ebu Bekir'in, Ömer'in, Alî'nin ve Osman'ın (r.anhüm) buna benzer çok faziletleri vardı. Onlara bu yoldatâbi olanlar ehl-i tarîkattir ve Risâletü'l-Kuşeyrî bunlarageniş yer ayırmış ve sonraki dönemde onların yolunatâbi olanları zikretmiştir. Eserde şöyle denir: "Bu keşf,onların indinde ancak istikametten neş'et etmesi halindesahih olabilir. Çünkü keşf, eğer sihirbazlar, hristiyanlar,mürtâzîler ve benzerlerinde olduğu gibi, onda istikametyoksa sahibinde açlık ve boşluk hâsıl eder. Bizim mura-


GERÇEK TANRI ERLERİ 107dımız ancak istikâmetten neş'et eden keşftir. Müteahhirûnehli bu keşfe önem vererek, ulvî ve süflî mevcudâtınhakâikı, mülk ve rûh, arş ve kürsî gibi onlara bu yolda iştiraketmeyenlerin onların ezvâkını ve mevâcidini (vecdhallerini) almada duyu organlarının noksan kaldığı benzerihakikatleri hakkında konuşmuşlardır. Ehl-i fetvâ iseonların bu halini tenkid etmişlerdir. Onlara göre müsellemolan (doğruluğu kabul edilmiş) şey, bu yolun kesinolarak kabul ve reddedildiğine dair açık bir bürhanın vedelilin bulunmamasıdır. Çünkü bu, vecd kabilinden sayılmıştır."Aynı eserde denilmiştir ki; "Bir topluluğunkerâmetlerinden, mugayyebâttan haber vermelerindenve kâinatta çeşitli tasarruflarda bulunmalarından söz etmeksahîh bir şeydir, münker değildir. Bazı ulemâ bununinkarına meyletse de, bu doğru değildir." Allâme el-Âlûsî, 'De ki, gaybı ancak Allah bilir' ayetini yorumlarken,"Hiç şüphesiz, mürtâzîlerdeki ve kâfir Cevkîlerdekiilmin çoğu müslüman sûfilerden gitmiştir. Feyz yolu,onun mertebeleri ve ahvâli hadsizdir. Ona ehil olma isekâh fıtrî olur, kâh kesbî olur. Onun iktisâb yolları, birkaç cümleyle özetlenemeyecek kadar farklı farklıdır. Kâfirmürtâzîlerin bunu elde etmeleri, muttaki mü'minlerinifâzalarına (elde etmelerine) benzer. Ancak muhakkikalimlere göre bu iki durum arasında azîm bir fark vardır.Bazı mutasavvıflar bu konuda, "Şüphesiz bu hak değil,ona benzemekle beraber bilakis bâtıldır. Çünkü böylelerininyerleri birer fitne yuvalarıdır. Ekserinde belâ vardır.Cevkîlerden olan mürtâzîlerin ilmi, İslama mensubbazı mutasavvıfların ilmine ilhak edilmiş, bu yapılırkenüzerlerine vâcib olan ekser ahkâm ihmâl edilmiş, gece


108 GERÇEK TANRI ERLERİgündüz bütün zamanlarında mahzurâtı irtikâba devametmişlerdir. Böyle itikadların kerâmet olarak değil, büyükbir hasârete ve nedâmete yol açacak hikmet olarakdeğerlendirilmesi gerekir." Allah bu açıklamaları gayetgüzel bir şekilde yapan alimimize ziyâdesiyle rahmet eylesinki, keşf meselesini bütün incelikleriyle araştırıp ortayakoymuş. Eğer istersen Cin Sûresi ve Lokman Sûresininahirine bak. Bu takdirde göreceksin ki, bazı mugayyebâthakkında haberler vermek kerâmet babından değil,ortaya atılan sözlerdeki tesadüf babından vaki olanhadiselerdir."Hilâli görmediğinde rahat tut gönlünü.Zira hiç bir insan gözüyle göremez onu."Belki de bâb-ı kerâmette bazı harikulâde olaylar hakkındadaha ziyade söz söylemek gerekirdi. Bil ki, allâmeel-Hayâlî'nin Haşiye'sinde belirttiği gibi, harikulâdeolayın altı kısmı vardır. Bazıları bunu şöyle nazmetmiştir;"Eğer bir işte harikulâdelik görürsem,Bir Nebîden sadır olan mu'cizedir derim.Eğer onda nübüvvet vasfından önce gelmişse,Kavmin peşinden ittibâ ettiği irhasattır derim. Eğer,bir gün bir velîden gelmişse, şüphesiz ki,Nazar sahibi indinde hakiki bir keramettir derim.Eğer bazı avâmdan suduû etmişse,Hak ise olur maûnet ve eder iştihar.Eğer muradına muvafık olursa fâsık adamın.


GERÇEK TANRI ERLERİ 109İstidrâc ismini alır ve kalır müstakâr Aksi halde, onlarınindinde ihanetle çağrılır.Ehlinin nazarında, tamamlandı bütün kısımlar."Sihre gelince, bu hârikulâdelik değildir. Çünkü bu.sebeplerini yakından bilenlerce gayet alışılmış bir durumdur.Cevâhirü'l-Meânî'de geçen bir tenbîh: "Kerâmetlerzâhir ve bâtın olmak üzere iki kısımdır. Şeyh İbnAtâullah da bu görüştedir. Zâhir olan kerâmet, Allah'ınkullarından sâlih olanların eliyle icrâ ettiği olaylardır.Tayr-ı mekân, suda yürüme ve benzerleri gibi. Ancakbunda istikâmet şartı aranır ki, aksi halde kerâmet olarakisimlendirilmez. Kerâmet sâbit-i akıl ve zâhir-i temyîzbirisi eliyle zuhur edebileceği gibi, gerçek makâmınınîzharı ve çevresindekilerin eziyetlerine karşı himayesiiçin bir behlûlün eliyle de görülebilir. O halde bunda istikâmetşart olmamaktadır. Zira ikinci gruba giren insanlartekliften sakıttırlar. Diğer yandan, kerâmetin husûsanistikâmet sahiplerinden sâdır olması, en üstün veen yüce bir makâmdır. İki faziletin arasını biraraya toplamakiçin ibadetlere devam şarttır. Mârifet-i billâh, haşyet,murâkebenin devamlı olması, yakînî rüsûha ulaşma,Allah'ın yardımıyla fehmetme, O'na bağlanma ve O'natevekkül etme gibi hârikulâdelikler ve bâtınî durumlar,Allah'ın kullarına sunduğu bâtınî ihsanlarındandır."Şeyh-i Ekber Fütûhât'ında şöyle demektedir; "Kerâmetiki kısımdır: Kerâmet-i hissiyye, su üzerinde yürüme gibi.Kerâmet-i maneviyye ki, bu kemâl-i muhafazası içinzâhiren ve bâtınen şeriatın hudutlarına muvâfık davranmaktır.Bundan ulûm ve maârif-i ehliyye neş'et


110 GERÇEK TANRI ERLERİeder...Ekâbir, kerâmet-i hissiyeye fazla rağbet göstermezler.Onların indinde en büyük kerâmet ilm-i billâhve ilm-i dâr'ul-âhirettir. Dâr-ı dünya ise böyle bir teveccühemüstehak değildir. Bunun için de yaratılmamıştır.Ona konulan her bir şey, insanların ondaki esas maksadıbasîretle görmeleri için vardır. Ta ki, kendi nefsi ve hareketlerikonusunda câhil kalmasın...Şüphesiz ki kerâmet,ilimden başkası değildir.." Benim görüşüm, kerâmet-imâneviyenin daha faziletli olduğu cihettedir. Ziramertebelerin en yücesi ve parlağı mârifetullahtır. Çünkümârifetullaha muâdil olacak başka bir makâm yoktur.Veliyy-i Muhammedi, böyle bir kerâmetin yerine başkabir makamı lâyık göremez. Bu makâm Hz. Nebî'nin(SAV) manevî âyet-i kübâsıdır. Ve kerâmet nûr-u mu'cizedenbir pırıltıdır. Bu konuyla ilgili basîret, maârif veirfan erbabının çok sözü vardır. Bunlardan bazılarını sizlereaktaracağım. Ebu'l-Abbâs el-Mürsî (r.a.) der ki:"Mekke'de olsun, başka yerlerde olsun, esas mesele o kişinintayr-ı arz yapması (uzak mesafelere bir anda gidebilmesi)değil, evsâf-ı nefsinin ondan tayyetmesidir.Böyle olursa, Rabbinin indinde bir yer kazanabilir." İbnAtâullah bu konuda, "Kendisine her kerâmet tahsîs olunanınkurtuluşa ermesi kesinleşmiş değildir" derken, İbnİbâd "Buradaki kurtuluşa erme, Hak Teâlâ'nın bazı kullarıüzerinde yardımını ve inâyetini izhâr etmesi, lütfunusunması ve onu gözetmesidir. Onlardan bazılarındabu hal devam ederken, ağyârı ve ekvânı (diğer varlıkları)görmekten halâs ederek irfân tahakkuk eder. İşte bunlarilm-i billâh ve hubb-u lillâl ehli olan havâss-ı mukarrabîndirler.Onlardan bir diğer kısmı ise; Allah onları zir-


GERÇEK TANRI ERLERİ 111ve-i kemâle çıkarır, kendisine lâyık ilim ve amellerle terbiyeeder. Bunlar avâm-ı mukarrabîndirler. Bunlar ashâb-ıyemindirler, ibâddırlar, zâhiddirler, ehl-i mücâhedeve ehl-i evrâddırlar. Eğer onların ilk grubla olan ortakyönlerini söyleyecek olursak, Cenâb-ı Hak onlara letâif-ikerâmâttan lütufta bulunmuş, tâat ve ibâdât vazifeleriyleonlara yüce makâmlar bağışlamış. Nefislerine yönelmektenkurtulmuşlar, hazlarına mürâattan geri kalmamışlar,bilakis esbâb perdelerine bağlı kalmışlardır. BöylelikleHak Teâla onlara izhâr-ı kerâmet tahsîs etmiş, nefislerinesükûnet, kalplerindeki yakîne sebât vermiştir.Ancak ilk gruptakiler bunlardan kendilerini men'etmişlerdir.Çünkü onlar yakînde, kuvvet ve salâbette rüsûhelde etmeye ihtiyaçları yoktur. Avârifü'l-Maârif yazarı bukonuda şöyle der; "Kader manalarından hiç bir şey keşfetmeyenbir kimse, keşfedenlerden daha faziletlidir." eş-Şiblî (r.a.) hazretlerine "Ebû Türâb ıssız bir yerde aç kaldıve sonra bütün her yerin taamla dolduğunu gördü" denildiğindesöyle konuşur; "Eğer o gördüğü yere ulaşsaydı,tıpkı 'beni yediren ve içiren Rabbimin yanından ayrılmayacağım'diyen kişi gibi olurdu". El-Yâfeî der ki;"Evliyâ arasında kerâmeti olan velînin, kerâmeti olmayanbir diğer velîden üstün olması gerekmez. Bilakis bazıveliler vardır ki, kerâmet göstermedikleri halde, kerâmetgösterenlerden daha faziletlidirler. Çünkü kerâmetsahibini takviye içindir." Kutbü'l-Ârifin İmam el-Cüneydbu konuda "Suyun varlığını yakînen bilip de buyolda yürüyen ve bu uğurda susuzluktan ölenler diğerlerindendaha faziletlidir" demiştir. Hz. Ebû Yezîd der ki:"İlk başlarda Hak Teâlâ bana âyetlerini gösterivordu.


112 GERÇEK TANRI ERLERİAma ben onlara yönelmedim. Allah bana hakikati gösterince,kendi mârifetine bir yol nasib etti." Eğer, 'evliyâkerâmetlerine usûl-u şeriatin hangi aslından giriş yapılır'diye sorulursa, derim ki, Ebû İshâk eş-Şâtıbî bu konuyutahkîk etmiş ve "Hükm-ü Ruhsat" başlığında ele alındığınısöylemiştir. Bu beyan, mârifet üzerine mütevakkıftırve bunu te'yid eder. Aynı zamanda bu, çoğunluk nazarındayakînin takviyesidir ve imtihan ile münâsebettardır.Bu ise ubûdiyet mertebelerinde tekâlifin külliyyen,mükelleflerin tamamen lâzımıdır. Zira kerâmet onların(diğer insanların) aleyhine oldukları şeyleri lehlerineçevirir. Çünkü o, umûm âdetler üzerinde bâriz olanAllah'ın ayetlerinden bir ayettir, ta ki itmi'nanda husus(hususiyet) meydana gelsin. Hz. İbrahim'in (AS), "Eyrabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demesi, aynışekilde Hz. Peygamber'in (SAV) Hz. Musâ ile Hz.Hızır(Aleyhimüsselâm) ayrılmalarını hikâye ederken; "Allahkardeşim Musa'ya rahmet eylesin, eğer sabretseydidaha çok sevecektik, hatta bizlere o ikisinin haberini anlatırdı"buyurması buna örnektir. İşte bu ifadeler, ondanneş'et eden muhtaçlara sadaka verme gibi nefsin nazlarınaraci olan durumu te'yid eder. Sadakayı alan kimse bunukullanmada ve tüketmede muhayyerdir. İsterse onuçalışarak kesbetme yoluna gitmez ve hacetini mu'tâd vecihüzere talep eder. Bu durumda kendisine olan tasaddukuterkeden kimse gibi olur. İsterse çalışarak kesbeder.Bu durumda ise azîmet-i âmmeye rücû etmiş olur.Eğer sadakayı kabul ederse, kendisine bir zararı yoktur.Çünkü o, böyle bir mevkidedir. Şüphesiz çoğu insanlarbilirler ki, Allah esbâbı ve müsebbebâtı ortaya koymuş,


GERÇEK TANRI ERLERİ 113tıpkı ibadetlere bir teklîf ve ibtilâ (sınama) özelliğivaz'ettiği gibi, fakr u zarûret içinde bulunan mükellefiçin de bu durumu bir teklîf ve ibtilâ vesilesi kılmıştır.Harika bir olay vukû bulduğunda, belli bir fayda sağlayacaktır.Zira onun zımnında kesb veya ondan korkmaşeklinde teklifteki meşakkatin ref'i sözkonusudur. Buyüzden konu, kesb yoluyla teklîf meşakkatini ref'etmesihaysiyetiyle "Bâb'ür-Ruhas (ruhsatlar bâbı)" başlığı altındaele alınmıştır. Rabbanilerin mertebeleri müteşavvıklarınkinden(şevk ehlinden) farklıdır. Çünkü bunlarehl-i istidrâcdandırlar. Eğer bu mesele hakkındaki araştırmalarhakkında daha fazla bilgi edinmek istersen, el-Muvâfakât kitabındaki Birinci Cüz'ün sonlarına bakmalısın.Çünkü burada bu makâm ayrıntılı bir şekilde elealınmıştır. Allah bu kitabın müellifine rahmet eylesin,onun ve ulemâ-i âmilînin feyziyle nimetlendirsin. Şüphesizki ni'metleri veren O'dur.


114 GERÇEK TANRI ERLERİYEDİNCİ BASAMAKÇalgı aletiyle veya aletsiz olarak semâ' yapmanın, raksetmeninve ihtizâza gelmenin hükmü hakkındadır.Derim ki, semâ' konusu çok uzundur, eski ve yeni, zâhirve bâtın ulemâsının bu konudaki görüşleri muhteliftir.İleri sürülen fikirler birbirine zıt olmasının yanısıra,onlardan çoğu konuyla ilgili tasnifte bulunmuşlardır.Bunlardan bazıları, Kadı Ebu't-Tayyib, allâme Ebû Muhammedİbn Kuteybe, Ebû Mansûr el-Bağdâdî, İmamAbdülmelik İbn Hubeyb, Ebû Muhammed İbn Hazm vebenzeri alimlerdir. Müteahhirûn alimlerinden ise, KemâlüddinCa'fer el-Edfevî, Şemsüddin Muhammed İbnKayyim el-Cevziyye, el-Hâfız Imâdüddîn Ebû Kesîr,İmâm et-Tartûşî, Ebu'l-Mevâhib Muhammed et-Tûnusîve benzerleri bu alanda çalışmalar yapmışlardır. Aşağıdatafsilatı geleceği gibi, bunlardan bazıları semâ'ı mutlakolarak haram sayarken, bunlara mukabil bazıları mutlakacevâz verilmesi ve rızâ gösterilmesi gerektiği üzerindedurmuşlardır. Sizlere bu konuyu özetledikten sonra,zikrinde beis olmayan bölümleri ayrıntılı olarak dile getireceğiz.Bundan sonrası ise tamamen size kalmaktadır.


GERÇEK TANRI ERLERİ 115Şüphesiz Allah, Müsteân'dır (zorda kalanlara yardımeden). Veli'yyüt-tevfîk ve'l-ihsân'dır (Muvaffakiyer veihsan verendir). Muhakkik alim Şeyhü'1-Emîr, meşhuralimlerden Şeyh Abdülbâkî ez-Zürkânî'nin Şerh'ine yaptığıHaşiye'sinde yer verdiği el-Velîme (düğün yemeği)Bölümü'nde şöyle der; "Bil ki, hiç şüphesiz semâ' bahsiçok uzundur. Eski ve yeni alimler bu konuda ihtilâfadüşmüşlerdir." El-Kuşeyrî risâlesinin sonlarında gayetgüzel bir şekilde bu konuya yer ayırır; "Ehl-i ilm arasındayaygın olan kanaat, çalgı aletlerinin hurmeti (haramoluşu) yönündedir ve buna illet olarak, bu uygulamanınlehviyata yol açmasını göstermişlerdir." Biz deriz ki, hükümilletin etrafında döner. Es-Seyyid kitabında, "Düğünlerdeve diğer merasimlerde aletle semâ' yapmak kerihgörülmüştür. Ancak bu tür eğlencelerin haram kılınmasıhakkında ne kitâbullahda sarih bir âyet, ne de sünnet-iseniyyede sahih bir hadis bilmiyorum. Bunlar tamamenhaklarında kat'î bir delil olmaksızın haram vehmedilenzâhirî ve umûmî uygulamalardır."Aletle semâ yapmayı mutlak olarak câiz görenlerdenolan el-Hâfız Ebu Muhammed Ali İbn Hazm ez-Zâhirîşöyle der; "Bu konuda semâ'ın tahrîmini (haram sayılmasını)ifade eden hadisler mevzû'dur (yani güvenilirliğikesin olmayan). Ancak bunun yapılması uygun değildir."Şafiî imamlardan el-Mâverdî ise; "Semâ' hüzünleriselbeden ateştir." der. Eş-Şihâbü'1-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ'sındakonuya yer verirken, Şeyh Muhammed el-Bekrî(rahimehullah) şöyle der; "Meclislerimizi ûd ile kokulandırdılar."İbn Ganim el-Makdisî'nin eseri olan Mefâtî-


116 GERÇEK TANRI ERLERİhu'1-Künûz'un sonlarında denilir ki; "Bil ki, burada semâ'zikri hakkındaki son söz, onda ne bir mahzûrun, nebir mübâhlığın, ne bir müstehablığın, ne de müstahsenliğinolduğudur. Bunun üzerinde fazlaca duranlar semâ'kerih görmüşler, aslen ve fer'an, hakikaten ve şer'an inkaretmişlerdir. Bu onların bir yanlışıdır. Çünkü böylebir hüküm onları bir çok evliyâya hatâ isnad etmeye, ulemâdanekserine fısk ithamı yapmaya iter. Çünkü onlarhilâfsız olarak tegannî dinlemişler ve bu yolla vecde gelmişlerdir.Aynı zamanda onlara meczubluk, şuur kaybıve dengesizlik gibi sıfatlar izafe etmişlerdir. Nasıl olurda böyle en mükemmel ahvâle mazhar olan insanlara nakîsenisbet edilebilir.."Şüphesiz bu konunun ayrıntılı bir şekilde ele alınmasına,ehl-i semâ'ın ve onların farklı tabakalarının nazar-ıdikkatle incelenmesine ihtiyaç vardır. Her kim bu konuyusıhhatli bir şekilde anlar, bu yöne yönelirse kalp aynasınıriyâzetle cilâlaması gerekir. Biz şüphesiz onun semâ'yapmasını haram ve bunu yapmasını hatalı bulmuyoruz.Ebû Tâlib el-Mekkî şöyle der; "Semâ'ı ta'nedersek (tenkidedersek), yetmiş sıddîki ta'netmiş oluruz." Eş-Şiblî'ye(r.a.) semâ' hakkında soru yöneltildiğinde şöyle cevapverir; "Zâhiri fitne, bâtını ibrettir. Her kim gerçekişareti öğrenirse, semâ'ı çözmüştür. Aksi takdirde fitneyeyönelir." Mefâtîhu'l-Künûz yazarı eserinde bir hadis-işerife yer verir: "Buharî ve Müslim'in Urve İbnü'z-Zübeyr'dentahrîcine göre, Aişe (r. anha) rivayet eder ki,Ebû Bekir (r.a.) bir bayram günü yanına gelir. O esnadayanında bendir-i şerif çalan iki câriye vardır. Nebî (SAV)


GERÇEK TANRI ERLERİ 117de elbisesine bürünmüş vaziyettedir. Ebû Bekir (r.a) oikisine kızar ve azarlar. Bu esnada Resûlüllah (SAV) yüzünüaçar ve 'Bırak onları ey Ebû Bekir, bu gün bayramgünüdür.' der." Aynı müellif bu örneği verdikten sonraşöyle devam eder; "Semâ' üç kısımdır: Mahzâ haram olanki bu, gençlerden çoğu, şehvetleri galebe çalanlar, bâtınlarıkirlenenler ve maksadları fesâda uğrayanlar için geçerlidir.Özellikle günümüzdekilerde görüldüğü gibi,kendilerine ve kalplerine mezmûm sıfatların galebe çaldığıkimseler, semâ'a bu yönden yaklaşırlar. Bu da bizimahvâlimizin ne kadar kirlendiğini, amellerimizin ne kadarfesâda uğradığını gösterir." El-Cüneydî (r.a) konuhakkında şunları söyler; "Semâ' ancak ehli olan insanlararasında olursa güzel karşılanabilir. Eğer gerçek ehilleriyoksa, gerçek amacından çıkarılmışsa, ârif olan kimseninbunu terketmesi gerekir.""Semâ'ın ikinci kısmı, mübâh olandır. Bu, güzel sesleancak sürûr mülâhaza eden, ferâh hisseden veya bu yollabir takım hakikatleri tezekkür edebilen insanlar içingeçerlidir."Üçüncü kısım, mendûb olandır. Bu ise, kendisindeAllah sevgisi ve şevki galib olanlar için geçerlidir. Böyleinsanlarda sadece ve sadece sıfât-ı mahmûde (övülmüş sıfatlar)harekete geçer, Allah-u Teâlâ'ya olan şevk ziyadeleşirve İlâhî ahvâl-i şerife (şerefli haller) ortaya çıkar." İşte,Mefâtîhu'l-Künûz'da verilen bilgiler bu şekildedir.Risâletü'l-Kuşeyrî'de yer alan Bâbü's-semâ'mın başlarındaşöyle denilir: "Hilâfsız bir hakikattir ki, Resûlüllah'ın(SAV) önünde şiirler okunmuştur. Eğer, mûsikîsiz olarak


118 GERÇEK TANRI ERLERİsemâ' yapmaya cevâz verilirse, bir şarkıcı terennümünündinlenilmesiyle ilgili olarak hüküm yine değişmez, aynıolur." (Ebu'l-Mevâhib 1 Şemsüddin de böyle demiştir)Muhammed İbn Ahmed et-Tûnusî risâlesinde onu İbnZağbân olarak tanıtmıştır.Emmâ ba'd; Bu anlattıklarımız semâ'ın ve tegamîninibâhesi (mübahlığı) ile alakalı faydalardır. Bu ikisinin birarayagetirilmesi sebebiyle câhillerin inkârı ve onlarınmakâmlarının tahkir edilmesi vâki olmuştur. Aynı zamandaburada, sahâbeden, tabiinden ve büyük imamlardançoğunun tegannî dinlediklerine dair bilgiler verilmiştir.El-Echûrî, Şerh'indeki Velîme Bâbında konuylailgili bir nakilde bulunduktan sonra şöyle der; "İmam Izzüddînİbn Abdisselâm el-Kavâid isimli eserinde, 'kendisindezevcesine ve ümmetine duyduğu aşk gibi mübâhbir hevâ bulunan bir kimsenin semâ' yapmasında beisyoktur. Nefsimde dinlerken hiç bir şey hissetmiyorumdiyen bir kimsenin semâ' yapması haram değildir.' demiştir."Es-Sühreverdî'nin görüşü şöyledir; "Semâ'ınmünkerattan sayılabilmesi için, bir kimsenin semâ'ınkuralları ve tesirleri konusunda câhil olması veya ahvâldenharam sayılanları bilmemesi veyahut hiç bir şeydenzevk almaz vaziyette bir yapıya sahip bulunması gerekir,işte bu durumlarda semâ'ın inkârında ısrar edilebilir."Ebû'l-Mevâhib, ikinci kısım hakkında O şöyle der;"Defle birlikte yapılan tegannî konusunda ulemâ ihtilaf1 "Ebu'l-Mevâhib" ifadesinde kasdedilen kişi, İmam Muhammed'dir.Maliki mezhebindendir ve Ezher'in köklü, hayır, iyilikve karakter bakımından önde gelen alimlerindendir.


GERÇEK TANRI ERLERİ 119tadırlar. İçlerinden bir kısmı bunun tahrîmine (haramkılınmasına) hükmederlerken, bir kısmı da ibâheliğinedair görüş beyan etmişlerdir. Bu ikincisi, Şâfiîlerden birgrubun görüşüdür. Gazâlî bu görüşü tercih etmiştir. Er-Râfîî, eş-Şerhu's- Sarîh'inde "şüphesiz bu en zâhir olandır"derken, el-Kebîr'de ise buna yakın olarak, "bu en yakıngörüştür" demiştir. Bu görüşü paylaşanlar arasındaIzzüddîn Abdüsselâm, İmam Takıyyüddîn İbn Dakîku'l-Iyd, Kadıyyü'l-Kuzât İbn Cemâa gibi alimler vardır.Denmiştir ki, "bu mezhebin gereğidir". Bir başka yerdeise, "Ehl-i salâh, mârifet ve ilim halen Şebâbe 1 semâındahazır bulunmaktadırlar. .1 Şebâbe kelimesi hakkında el-Arûsî der ki: Bu 'Kamış'tır vebaşlıbaşına bir çalgı aletidir. Çünkü bu 'bir çoknağmeleri kolaylıklaseslendirebilen kâmil bir alettir." İmam ed-Delûkî kıyas yoluylabunun tahrîmine hükmetmiştir. Et-Tâcü's-Sübkî. Tevşîh'inde şöyledemiştir: "Birçok araştırmalarda bulunmama rağmen kamışın tahrîmikonusunda bir delil bulamadım. Benim görüşüm, bunun haramoluşu yönündedir. Bir çok hikmetler taşımasıyla birlikte, ehl-i zevkteninsanlar için bana göre en evlâ olanı bundan yüz çevirmeleridir.Çünkü bundaki gaye lezzet-i nefsâniyenin husûlüdür. Halbuki buşeriatın isteklerinden değildir. Nefisleri üzerinde ciddiyetle duranehl-i zevkin hallerini kabul etmekteyiz. İzzüddin Abdüsselâm veİbn Dakîki'l-Iyd'in bunu dinledikleri hikâye edilir. Bu iddianın yalanolduğu gayet açıktır. Bazı büyük şahsiyetler bunun lehviyat venefsâni aşkı çağrıştıran bir alet olduğunu ve tanbura benzemediğinisöylemişlerdir. İbn Tâhir'in Şeyh Ebî İshâk eş-Şirâzî'den bahsederken,onun bu çalgı aletini dinlediğini söylemesi, tıpkı sahâbe ve tabiînintegannî ve eğlence üzerinde icmâ ettiklerini söylemesi gibi,yine yalan kabilindendir.."


120 GERÇEK TANRI ERLERİBöyleyken onların ellerinde zâhir kerâmetler cereyanetmekte, kendilerinde ahvâl-i seniyye hasıl olmaktadır.Haramları irtikâp eden kimse, özellikle bunda ısrar etmekteysefıska düşer." İmâmü'l-Haremeyn ve diğerimamlar, kerâmetlerin bir fasık eliyle ortaya çıkmasındanalabildiğine imtinâ etmişlerdir.Ud gibi yaylı sazlarla, kaval ve sair çalgı aletleriyle semâ'yapma konusuna gelince, ulema bu konuda ihtilafhalindedir. En çok tartışma ise yaylı sazlar konusunda cereyanetmiştir. Dört mezhebden ortaya konulan meşhurgörüşe göre, bunlar eşliğinde semâ' yapılması haramdır.Bir kesim ise bunun cevâzına hükmetmiştir. SahâbedenAbdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Ca'fer, Abdullah İbnZübeyr, ve diğerleri, tâbiûndan Hârice İbn Zeyd, Abdurrahmanİbn Hassân, Saîd İbn'ül-Müseyyeb, Atâ' İbnReyyâh, eş-Şa'bî, İbn Ebî Atîk ve Medine fukahâsınınekseri semâ' konusunda olumlu fikir beyan etmişlerdir.İmam Mâlik'in semâ' yaptığı, ancak bunun yakın arkadaşlarıtarafından bilinmediği nakledilir. Kadı Ebû Bekirİbnü'l-Arabî 'Ârızatü'l-Ahvezî Şerhu't-Tirmizî' isimlieserinde tegannînin mübâhlığı hakkında konuşurkenşöyle der; Eğer ûd eşliğinde yapılırsa, Ebû Bekir-i Sıddîk'ın(r.a.) şu kavline dahil edilebilir; "Resûlüllah'ın(SAV) evinde şeytanın mizmârı (kavalı) mı çalınıyor? diyenEbû Bekir'e (r.a) Resûlüllah (SAV) şöyle cevap verir;"Onları bırak, bugün bayram günüdür." Eğer bu tanbûreşliğinde yapılırsa, tahrîmine dair bir belirti yoktur.Çünkü bütün bunlar zayıf kalpleri kuvvetlendiren ve nefisleridinlendiren aletlerdir. Öte yandan lügatte ûd tan-


GERÇEK TANRI ERLERİ 121bûr olarak da bilinir. Üstad Ebû Mansur el-Bağdâdî bununmübâh oluşu cihetine meyletmiştir. Meşhur alimŞeyh Ebû İshâk eş-Şirâzî'nin naklettiğine, İbn Tâhir el-Makdisî'nin hikâye ettiğine göre, Ehl-i Medine arasındabu konuda hilâf yoktur.Medine ulemâsından İbrahim İbn Sa'd ibâhesi yönündekonuşmuş ve daha hiç bir açıklama yapmadan bizzatkendisi çalmıştır. Halife Harun Reşîd Bağdad'a geldiğindebir halka toplar ve ona şöyle der; "Bir şeyler anlatyâ İbrahim". O şöyle karşılık verir; "Bana bir ûd verirmisin yâ emîru'l-mü'minîn". Halife, "Tutuşmuş ateş miistiyorsun?" (Arapçada ûd hem çalgı aleti, hem de ateşanlamına gelir.) diye sorar. İbrahim şöyle der; "Hayır,çalgı aleti olan ûd". Kendisine istediği getirilir. Onuhem çalar, hem tegannî söyler, daha sonra da konuşmayapar. İbrahim İbn Sa'd, Şafiî şeyhlerinden birisidir 1 veBuharî ondan rivayette bulunmuştur. O, meşhur müctehidimamdır, adâletli, sikâ ve me'mûn(emniyetli)dur.Eline ûd alıp çalmaya başladığında, Harun Reşîd şöyledemişti; "Yâ İbrahim, sizin alimlerinizden ûdun haramoluşunu kim söyledi?" Onun cevabı, "Allah'a bağlananlar,yâ emîre'l-mü'minîn" şeklindeydi. İbn Arafa, Muhtasar'ul-Fıkhîisimli eserinde İbrahim İbn Sad'dan ûdlategannînin ibâhesine dair görüşünü zikretmiştir. Malîkîdostlarımızdan olan İmam el-Mâzerî, İbn Abdülhakem'denbunun mekrûh olduğuna dair görüşünü naklet-1 "Şeyhlerinden birisi" sözünden kasdedilen, Kütüb-ü Sitte ricâlindendir.


122 GERÇEK TANRI ERLERİmiştir. El-Izz İbn Abdüsselâm'dan hikaye edildiğine göre,hiç şüphesiz bu mübâhdır. Tahrîmine hükmedenlerise, bunun günahlar arasında küçük mü, yoksa büyükmü olduğunda ihtilafa düşmüşlerdir. Daha sahih olanıbirincisidir. El-Mâzerî, Şerhu't-Telkîn'de İbn Abdülhakem'denşöyle dediğini nakleder; "Düğünlerde veya kutlamalardaolursa reddedilmez." Üstad Şerefüddin İbnü'l-Fârıd (r.a.) şöyle der;"Aleni olarak zevkle eğlenenlerden sakın olma,Ciddi adamın ciddiyetiyle sazlar alay eder."Raks konusuna gelince, aynı şekilde fukahâ bu konudada ihtilâf halindedir. İçlerinden bir kısmı bunun mutlakolarak kerâhetine hükmetmişlerdir. Bunlardan birisi el-Kaffâl'dir. Üstad Ebû Mansûr konu hakkında. "Şarkı eşliğinderaksetme mekrûhtur." Bir kısmı ise mutlak ibâhesinehükmetmişlerdir. Şafiî alimlerden el-Umde müellifi,"tegannî aslen mübâhtır. Aynı şekilde kamış (kaval)çalma ve raksetme de öyledir." der. Benzer ifadeleri İmâmü'1-Haremeynde kullanır ve şöyle der; "Raks haramkılınmış değildir. Bu eğrilip doğrularak yapılan hareketlerdenibarettir. Ancak bunlardan çoğunluğu kişiliği ortadankaldırır." Kezâ İbnü'1-Imâd, es-Sühreverdî ve er-Râfiî gibi alimler de bu görüşü paylaşmışlardır. Gazalî,mübâh oluşunu iktizâ ettiren hüccetler getirmiş ve buyöndeki kesin kanaatini söylemiştir. El-Halîmî, Menâhic'indeder ki; "Aşırıya ve fazlalığa kaçmadıkça bundahiç bir beis yoktur." El-Minhâc isimli eserinde İmam en-Nevevî şöyle der; "Kadınsı eda ile fazlaca ve aşırıya kaçarakraksetmedikten sonra bu mübâhtır." Durumların ve


GERÇEK TANRI ERLERİ 123mekânların ihtilafıyla (farklılaşmasıyla) bu konudaki hükümlerde muhtelif olmaktadır. Bir kesim, erbâb-ı ahvâl(tasavvuf ehli) ile diğerleri arasında fark görmüşlerdir.Buna göre erbâb-ı ahvâle câiz, diğerlerine mekrûhdur.Bu görüş genel kabul görmüştür. Fukahânın ekseri semâ'tegannisine cevâz vermişlerdir. Bu ise, mezheb-i sûfiyedir.Raksın ibâhesine hükmedenler Sahîh'de de geçenHz. Aişe'nin (r.anha) şu rivayetini hüccet olarak gösterirler;Bir bayram gününde Habeşliler Mescidde raksediyorlardı.Resûlüllah (SAV) onu (Hz. Aişe'yi) yanına çağırdıve başını omuzlarına yasladı. O (Hz. Aişe) dedi ki;"Bakmaktan yüz çevirinceye kadar onları seyrettim". Buradabenim görüşüme göre, raksetme müddetinin ne kadaruzun olduğu kinaye ile ifade edilmiştir. Meşhurdurki, İmâm Izzüddîn İbn Abdüsselâm semâ' yaparken raksediyordu.Bu, el-Esnevî, es-Sübkî ve diğer sikâ (çok güvenilir)imamların kaleme aldıkları Şafiî tabakât kitaplarında,bir başkası tarafından zikredilmiştir. Ondan daİbn Atâullah, el-Letâifü'1-Münen isimli eserinde nakletmiştir.Ebu'l-Mevâhib şöyle der: "Bendir-i şerif ve şebâbeeşliğinde semâ' yapanlardan birisi de, ehl-i Maşrık'danolan Şeyh Izzüddîn İbn Abdüsselâm'dır. Bu durumubirden fazla alim kendi kitaplarında hikâye etmişlerdir.Ona bu çalgı aletlerinin tamamı hakkında soru sorulmuş,buna karşılık o, 'mübâhtır' demiştir. Aynı şekildeŞam şeyhi ve müftüsü olan Şeyh Tâcüddin el-Gazzârîde semâ'da defalarca hâzır bulunanlardandır. İmam, hâfızve müctehid Takıyyüddîn İbn Dakîkü'1-Iyd birdenfazla semâ'a katılmıştır. Hem semâ'da hâzır bulunan,hem de bunu yapan Şeyh Takıyyüddîn, fukahâ ve adâle-


124 GERÇEK TANRI ERLERİtiyle bilinen kişilerin huzurunda bir muganni edasıylategannîîde bulunmuş ve fukara ona raksederek eşlik etmişlerdi.El-Edfevî şöyle der: 'Şeyh Takıyyüddîn'e bumeselede ne dediği sorulduğunda, o şöyle cevap verdi;Bunun adem-i cevâzına dair hiç bir hadîs vârid değildir.Bu tamamıyla içtihâdî bir meseledir. Her kim bununtahrîmi yönünde içtihadda bulunursa, bu yönde söz söyler.Her kim cevâzı yönünde içtihadda bulunursa, buyönde konuşur.' Bu semâ'da aynı zamanda Ali el-Kürdîde hâzır bulunmuş, orada bulunan cemâtte bir hâl vegaybet-i azîme (büyük bir kendinden geçme) hâsıl olmuştu.Sonra namaz için hazırlık yapıldı. Cemaatten bazılarıimâmet için onu öne çıkardı. Şeyh Takıyyüddîn,'Nefsimde bir şey hâsıl oldu.' cevabını verdi. Ben bu halkarşısında 'belki abdesti yoktur' diye düşündüm. Namazımıtamamladıktan sonra, Şeyh şöyle dedi; 'Abdestinbozulmasını hâsıl eden ayıb henüz kaybolmadı'. Şeyh Takıyyüddîn'e,'bendir-i şerif ve şebâbe eşliğinde semâ'yapma hakkında ne dersin' diye sorulduğunda, o şöylecevap verdi; 'O mübâhdır'.Ebûl-Mevâhib Mağrib imamlarından bir cemâat hazırladı.Bunlar semâ'da hâzır bulundular. Bunlardan biriside İbn Abdüsselâm idi. İbn Harun, İbnü'l-Hâcib'inşârihi olarak şöyle dedi; 'Şeyh, imam, kadıyyü'l-kudâtŞemsüddîn el-Bassâtî (rahimehullah) hakkında birdenfazla kişi tarafından nakledildiğine göre, o bendir-i şerifve şebâbe ile raksediyordu. Onu gören bir kişinin banahaber verdiğine göre, o büyük velî Seyyid Ali Vefâ (r.a.)ile kolkola def ve şebâbe ile raksediyorlardı. Bu onun


GERÇEK TANRI ERLERİ 125hakkında meşhûrdur. Şam'da yanında insanların bulunduğubir vakitte semâ" yapmıştı 1 ve buna alimlerden vemüftülerden bir çok kimse katılmıştı. Hatta, bu semâ'esnasında eğer tavan üzerlerine çökseydi hiç bir alim vemüftü kalmayacaktı, denilmiştir. Hiç bir âlim ve müftükalmamıştı ki, zevk ve rikkat üzere ruhları genişlememişve semâ'ın manasını idrâk etmemiş olsun. <strong>Gerçek</strong>tenbundan mahrum olan kimse, helâk edici bir mahrumiyetiçindedir. Bunu ise ancak âlimler kavrayabilirler." Sonraşöyle dedi; "İmam Izzüddîn İbn Abdüsselâm'ın söylediğinegöre, Hz. Peygamber'in (SAV) 'şüpheler ile hadler(şer'î cezalar) gerçekleşmez' kavline binaen bunu irtikâbeden bir kimseye ta'zirde bulunulmaz." İmam Şafiî (r.a)bu konuda, "ulemânın ihtilâfa düştüğü bir konuda ta'ziryapılmaz. Bu ümmet içinde ulemânın ihtilâfı rahmettir."der. Resûlüllah (SAV) şöyle buyurur; "Müsâmaha veyumuşaklıkla gönderildim". Allah-u Teâlâ da şöyle buyurmuştur;"Dinde sizlere bir zorlama kılınmadı".1 Burada kasdedilen mana şudur: Bu semâ' Hanbelî şeyhlerindenEbü'l-Hasen Abdülazîz İbnü'l-Hâris et-Temîmî'nin (V. 370)evinde vaki olmuştur. Buna Malikî şeyhi Şeyh Ebû Bekr el-Ebherî,Şâfiî şeyhi Ebu'l-Kâsım ed-Dârekî, Kadı Ebû Bekr el-Bakıllânî, ashâb-ıhadîs şeyhi Ebu'l-Hasen et-Tâhir İbnü'l-Huseyn, vâizlerin vezâhidlerin şeyhi Ebu'l-Hasen İbn Sem'ûn, şeyh-i mütekellimîn EbûAbdullah İbn Mücâhid gibi büyük zatlar da katılmıştı. 'Eğer onlarınüzerine tavan çökseydi Irak'ta fetvâ verecek müftü kalmayacaktı'şeklinde bir ifade kullanılmışsa,' şüphesiz bu bir teşbîhdir. Onlarakatılanların arasında Ebû Abdullah Gulâm Baba da vardı ve o güzelbir sesle Kur'an okuyordu. Sonra bir konuşma da yapmıştı. İbn.Ferhûn'unTebsira isimli eserinde özetle bu bilgiler yeralmaktadır.


126 GERÇEK TANRI ERLERİİmam İbn Abdüsselâm'ın görüşü şöyledir; "ŞüphesizAllah-u Teâlâ hiç kimsenin üzerine hanefî, mâliki, şafiîveya hanbelî olma şartını yüklememiştir. Onlara vâcibolan görev, Kitâb-ı Münzel'e ve Nebiyy-i Mürsel'e (SAV)ittibâ etmektir. Eğer bunların yerine bir âlime iktidâederse, zorluk ve sıkıntılarla karşılaşacaktır." Ebu'l-Mevâhibşöyle der: "Sakın, özellikle evliyây-ı kibarı inkâreden düşük seviyeli insanlara iltifat etme". Mâliki, Şâzelîve Vefâî olan Ebü'l-Mevâhib'in Risâlesinde özetle bubilgiler yer alır. Eğer, Kuşeyrî'nin sözleri, Mefâtîhu'l-Künûz'da geçenler ve diğerleri hakkında sana sunduğumuzbilgileri, Hanefî imamların şeriate ters düşmeyenifadelerini teemmül ettmişsen, ehl-i ilmin naklettiğisözleri, eş-Şâmil'den şârihin naklettiklerini, şeyhimiz el-Beledî'nin yazdıklarını dikkatle ele almışsan görürsünki, bu çalgı aletlerinin bizzat sesleri haram olamaz. Gazalî,İhyâ'sında der ki; "Her kim bunu iddia ediyorsa,kuşların güzel seslerini de haram saysın. Çünkü hayvanlarlacemâdât arasında fark yoktur. Bütün bunlar Allah'ınkulları için çıkardığı zinetler ve lezzetli ihsanlarıdır."Fukahânın önde gelenleri bu konuda fesâd yönününağır basması ve sedd-i zerâî cihetine ağırlık vermişlerdir.Böylelikle mi'zaflar (ûd ve tanbûra benzeyen bir çalgıaleti) hakkında, sarhoşluğun nehy ve zemmedildiği hadîsdikkate alınarak kıyas yapılmış, insanları kötülüğe yöneltmesibu aletlerin tahrîmine sebep olarak gösterilmiştir.Bu yönü, gâlib özelliğini dikkate alan Ebû Bekir-iSıddîk'ı (r.a.) 'şeytanın mizmarı' demeye yöneltmiştir.Ancak bunun sadece bir sürûr ve ferah vasıtası olması yönüyleharam olmayışı sözkonusudur ki, bu ikinci yönü


GERÇEK TANRI ERLERİ 127bizzat Peygamberimiz (SAV), "onları serbest bırak, bugün bayramdır" buyurarak ifade etmiştir. "Onları bırak -Da'hünne" ifadesindeki zamir sâlimdir. Buradan hareketleHz. Ebû Bekir'in (r.a) kendi mülâhazasını ifadesininakabinden, Hz. Peygamber'in (SAV) yüksek ilmiylekonuya açıklık getirmesi söz konusudur. Ancak hiç birkimse Şâriin mezkûr kavline muhalefetinden dolayı"ta'lîl-i bi'1-lehv ta'lîl-i bi'1-mazınnedir - bir eğlenceyiillet olarak gösterme, zan ifade eden bir illet göstermedir"demeye hakkı yoktur. Çünkü kaidedendir ki, "Birşeyin mahiyeti tahakkuk etmesiyle mazınneye itibarolunmaz". Buradan hareketle, her arzunun ve eğlenceninharamlığmından söz edilemez. Meselâ, avlanma mekruhbir eğlencedir. Eğer, 'Resûlüllah (SAV) devrinde şarkılarkonusunda bu derece ilerleme ve derinleşme yoktu' dersen,ben derim ki, elbiselerinden yemeklerine varıncayakadar hemen her şey az çok Resûlüllah (SAV) dönemindede bulunmaktaydı. Haramlarda bir ziyâdeleşme sözkonusu olamaz. Ehlullah addedilen ve daima manevîalemlere şuhûdda bulunan insanlar semâ'dan nehyetmemişler,bilakis bunu her şeyi bütün incelikleriyle görenCenâb-ı Hakk'ın âyetlerini müşâhedelerinde en yüce birvasıta olarak görmüşlerdir. (Çalgı aletini) Çalan da, çalınanda, dinleyen de dinlenen de, âfâk-ı küllde seyredenHakk'ın eserleridir. Şöyle nazmedilmiştir;"Ey yalnız kişi, sırrı haber olan haberci; sazdan bahsetbizlere,İşte eserimiz bize delâlet eden, bizden sonra bakınız oeserlere."


128 GERÇEK TANRI ERLERİÖmer İbnü'l-Fârıd'ın (r.a) kelâmından bir kaç satır:"Her bir yara benden uzaklaşırsa eğer, onu görürsün.,Her latîf, ince, rikkatli ve behcetli manada.Ney nağamesinde ve ûd inlemesinde,Ve bu ikisi şarkılarla ülfet edip kucaklaştığında."Semâ' esnasında müşahede ettiğimiz vecde gelip, çeşitlihareketler yapan ve raksedenlerin durumuna gelince,bu konuda Allâme-i ârif Seyyid Abdurrahman 1 (rahimehullah)şöyle der; "Semâ' yağmur gibidir. Eğer iyi yağarsa,yerden iyi ürün biter. Eğer yağmazsa kuraklıktanbaşkası olmaz. Bütün insanlar onların meşreblerini gayetiyi bilirler." Benim görüşüme göre, Şeyhülislâm el-Arûsîmeseleyi gayet geniş bir şekilde ele almış ve bu ifadelerindenharamlığına dair kavlin tercih edildiği sonucuçıkarılmıştır. O (kaddesallâhü sirruhû), "Ve minennâsimen yeşterî" ayetini açıklarken, çok yüksek bir ses tonuylategannîyi zemmetmiştir. Ulemây-ı ahyârdan mutlakolarak tegannînin zemmedildiğine dair eserler ve sözlerortaya konulmuştur. Müellif şöyle der; "Tegannî konusundakiihtilafın benzeri semâ' konusunda da görülmüştür."Bir çok nakilde bulunduktan sonra konuya şöyledevam eder; "Ben diyorum ki, sair beldelerde ve bölgelerdetegannî ve semâ' konusunda umûm-u belvâ vardır.Hatta mescidler ve benzeri mekanlarda bundan uzakkalınamamaktadır. Minberlerde mahsus vakitlerde, ken-1 Seyyid Abdurrahman'ın "Teşnîfü'l-Esmâ' biba'zı Esrâri's-Semâ'"isimli bir risalesi vardır. Şeyh Hicâzî, Hûâşiyetü'l-Mecmûisimli eserinde onun görüşünü aksettiren bir cümle nakleder.


GERÇEK TANRI ERLERİ 129dilerinden geçmiş vaziyette, şarkılarla ve mahzurâtnev'inden diğer uygulamalarla tegannîde bulunan mugannîlerçokça görülmektedir. Bununla birlikte onlaravakıf kılıfı altında vazife verilmekte ve onlar el-Mümeccidînolarak isimlendirilmektedirler. Bütün bunlarla birliktedine bağlılığın azlığından dolayı camilerin boşalmasındanyakınırlar. Bunlardan daha kötüsü, tasavvufperdesine bürünmüş iblislerin ve mürtedlerin yaptıklarıdır.Batıldan neş'et eden söz ve fiilleri hakkında kendilerineitiraz yöneltildiğinde şöyle derler; "Bizler muhabbet-iİlâhiye şarabıyla ve sarhoşluğuyla tegannî ederiz."Örneğin Leylâ, Sa'dî gibi kimseler onlar nazarında mahbûb-ua'zâmdır. Allah (azze ve celle) ve diğer Esmây-ıHüsnâ sû-i edeb sergilenerek bu isimlerin arasında zikredilirve O'na bu yolla duâ ederler. El-Izz İbn Abdüsselâm,el-Kavâidü'1-Kübrâ isimli eserinde şöyle der: "Muhâbbetingalebesinin şarabın sarhoşluğuna benzemiş olmasısemâ'ın edebinden değildir, bu bilakis sû-i edebdir.Keza muhabbetin bütün kötülüklerin anası olan şarababenzetilmesi de öyledir. Allah'ın sevdiği bir şey, gazabduyduğu, habisliği ve necisliğini bildirdiği bir şeye benzetilemez.Nefîsin hasîse (güzelin çirkine) teşbihi şeksizşüphesiz sû-i edeptir. Bu tür teşbihler kabih görülenbenzetmelerdir. Örneğin bazılarınca söylenilen 'Siz benimruhumsunuz, rahatımın muallimisiniz' veya 'Siz semî've basîrsiniz' gibi sözler kerih görülmüştür. Çünküburada o kimsenin rûh-u hasîsesini, işitme ve görme sıfatlarınıseviyesinin çok üzerindeki, hiç bir şeye benzemeyenbir yüce varlığa teşbîh etmesi vardır." Sonra, semâ'ınbazı kısımlarının ibâhesi konusuna değinirken,


130 GERÇEK TANRI ERLERİraksedenler ve alkış yapanlar hakkında şöyle demiştir;"Hafiflik ve ciddiyetsizlik ile raksetme ve el çırpma, kadınlarınhafifliğine benzer ki, bunları ancak ciddiyettenuzak, yapmacık tavırlar sergileyen yalancı kimseler yapabilir.Tegannî aldatmacalarıyla donanmış raks ile aklı sapıtmış,kalbi gitmiş insanlar nasıl yüz yüze bırakılabilir.Aleyhissalâtü vesselam efendimiz şöyle buyurur; "Asırlarınen hayırlısı benim zamanımdır. Sonra bunu takipedenler gelir."Belirtilen bu dönemler içinde kendine iktidâ edilenhiç bir kimse yoktur ki, bu tür davranışlarda bulunmuşolsun. Hiç şüphesiz bir kesim insan üzerine şeytan çullanmış,semâ' esnasında yaptıkları taşkınlıkları Allah-uTeâlâ'nın şe'niyle müteallik olduğu zannını onlara kabulettirmiştir. Böylelikle onlar, çalgılar ile yapılan semâ'daiki tür lezzet aldıklarını iddia edenlerin yalan sözlerinemeyletmişlerdir. Onlara göre bu iki lezzetten birisi, Hz.Zü'1-Celâl ile müteallik ahvâlden kaynaklanan lezzet-ikalîle, ikincisi ise, seslerden, nağmelerden, sözlerden vemevzûn (vezinli) ifadelerden kaynaklanan lezzettir. Bulezzetler ne dinin bir eseridir, ne de onun emirleriylebağlantılıdır. Onlar bu açıdan lezzetlere yöneldikçe hatayadüşmektedirler. Zannetmektedirler ki, kendilerindehasıl olan bu lezzetler, elde ettikleri manevî ahvâlin husûlüyleortaya çıkıyor. Durum hiç de böyle değildir. Bilakis,onlara galebe çalan şey, dinle hiç bir alakası olmayannefsânî lezzetlerin husûlüdür.Bazı ulemâ Resûl-ü Ekrem'in (SAV), "Şüphesiz alkışkadınlara hastır" hadîsinden hareketle el çırpmayı haram


GERÇEK TANRI ERLERİ 131saymışlardır. Diğer yandan Resûlüllah (SAV), kadınlarabenzemeye çalışan erkekleri, erkeklere benzemeye çalışankadınları lanetlemiştir. Allah'ın yüceliğini kabul eden,O'nun azametini az da olsa idrak eden bir kimseden neraksetme, ne de el çırpma sâdır olamaz. Bu tür hareketlerancak cahillerden sudûr eder ve bu o kimsenin cehâletinedelâlet eder. Şeriatte, ne kitap ve ne de sünnette butür davranışlara yer verilmemiştir. Cenâb-ı Hak şöylebuyuruyor; "Sana, her şeyi beyân etmek 'için kitâbı indirdik."Seleften ve haleften nice faziletli insanlar gelip geçmiştirki, böyle bir şeye bulaşmamışlar. Şayet bunu yapankendisine iktidâ edilenlerden birisi ise, inanılır ki okimse bunu ancak kurbiyet derecesinden dolayı yapmaktadır.Bunu hiç önemsemeden yapmak ne kötüdür. Hiçşüphesiz bu çok çirkin bir ciddiyetsizliktir. Bu esnadanara atma, bağırıp-çağırma ve benzeri hareketler tâsannûve riyâdan başka şey değildir. Eğer bunlar manevî hâldenkaynaklanıyorsa, yine sakıncalıdır. Bunu yapan kişi ikicihetten günah işlemiş olur. Bunlardan birisi, bu manevîhâlin kendisinde sâbite-i mûcebe (kendinden ayrılmazsabit bir parça) olduğu vehmine yol açmasıdır, ikincisiise, böyle yapmakla tasannûya ve riyâya düşmeleridir.Eğer bu günahı iktizâ ediyorsa, riyâdan başkası değildir.Şuurun kaybedilmesi, sadırlara vurulması, elbiselerinparçalanması bu kabildendir. Malın zayi edilmesindenbaşka bu hareketlerin ne faydası olabilir.. Sadırlara vurmanın,şuuru kaybetmenin, giyisileri yırtmanın, nefislerdensâdır olan ciddiyetsizlikten başka ne semeresi vardır.."El-Izz'in sözleri bunlardır. El-Esnevî'nin (r.a) ondannaklettiğine göre, o semâ' esnasında raksetmekteydi.


132 GERÇEK TANRI ERLERİAllâme İbn Hacer; "Bunu, sadece ehli tarafından bilinebilecekvecd, şühûd ve tecellînin galebesiyle, mücerredolarak kıyâm edip hareketler yaparak gerçekleştiriyordu."der. Buradan hareketle İmam İsmâil el-Hadramî,semâ' esnasında hareket halinde olan grup içerisinde eş-Şems'in durumunu anlatırken şöyle der; "Güzel sesler ileo insanların kalpleri rahatlar, ta ki rûhânîler haline gelirler.Onların kalpleri Hakk'la beraber olurken, cesedlerihalkla birlikte bulunur. Bununla birlikte ne onların haddiaşmalarından emin olunabilir, ne yaptıklarındanmes'ul olmadıkları söylenebilir, ne de söylediklerine iktidâedilebilir." Hâlin etkisiyle kendisinde sayhalar atmave kendinden geçme gibi durumlar sâdır olan kişinin hiçbir şeyden hâlî olmaması iktizâ eder. El-Balkînî bu konudaşöyle der; "Kendilerinden raksetme sâdır olan kişilerhakkında çoğunluğun görüşü bunun ne haram, ne demekruh olduğu yönündedir. Bu sadece eğrilip doğrularakyapılan hareketlerden ibarettir. Çünkü Aleyhissalâtüvesselâm hazretleri bir bayram günü Mescid-i Nebevî'deHabeşlilerin oyunlarını seyretmiştir." Bazılarının görüşünegöre mekruhtur. "Bu görüşte olanlar, eğer bundaaşırıya gidilirse, kişiliği sükût ettirdiği için haramlığınahükmetmişlerdir. Eğer bunu kendi ihtiyarlarıyla yapıyorlarsadiğer insanlar gibi sorumludurlar, aksi takdirdemükellef değillerdir."İşte el-Arûsî'nin görüşü böyledir. Ben derim ki, "sâhîb-ihâl bir kimsenin semâ' esnasında çeşitli hareketleryapması, akıldan uzak görülmemelidir. Ancak bunun tesiriyleraksa başlama, el çırpma, dövünme, bağırma, el-


GERÇEK TANRI ERLERİ 133biselerini yırtma gibi davranışların sergilenmesi ise mekruhveya haramdır. Benim görüşüme göre, eğer kişi kendinefsinde zikredilen durumların sâdır olduğunu biliyorsa,semâ' yapması hakkındaki hüküm, onun üzerineterettüb eden şeyler için de geçerlidir. Eğer bu konudatereddüde düşersen, onun hakkındaki en ihâtalı bakışaçısı şöyledir; Eğer, kerâhetine hükmetmemiş, semâ' yapılmamalıdememişsek, bu konuda seni şüpheye düşürengörüşü bırak, şüpheye düşürmeyene yönel. Şayet semâ'yapan kişide kasıtsız olarak mücerred bazı haller vukûbuluyorsa ve bunun define aslen muktedir değilse okimse kötülenmez ve kendine itâbda bulunulmaz. Budurumda o kişinin hükmü, öksüren ve aksıran adamıntitremesi hükmüne benzer. Gaybûbet sebebiyle böyle insanlarınlevmedilmesi ve itâbda bulunulması şart değildir.Kendinden bu sâdır olan kişi kendini tamamen kaybetmedikçe,örneğin namaz için tekrar abdest alması gerekmez."Et-Tabakât'ta geçen bir latîfe; Ârif-i billâh eş-Şa'rânî,Şeyh Rasülân'ın (rahimehullah) tercüme-i hayatının sonlarınadoğru şu ifadeleri kullanır; "Takıyyüddîn es-Sübkîdedi ki, 'Bir semâ'da hazır bulundum. Orada Şeyh Rasülânda vardı. Yüksek sesle bir şiir okudu. Şeyh Rasülânbu esnada havada sıçrıyor, kendi etrafında deverân ediyor,sonra yavaş yavaş yere iniyordu. O'nun bu yaptıklarını,hâzır bulunan herkes müşâhede etmişti. Yere indiğindesırtını evde bulunan ve seneler önce kurumuş,meyveden kesilmiş bir incir ağacına dayadı. O sene oağaç hem yeşerdi, hem dallanıp budaklandı, hem de


134 GERÇEK TANRI ERLERİmeyve verdi." Bu anlatılan hikayenin bir benzerini ŞeyhMukaddîş Tarih'inde, İbn Nâcî Meâlimi'l-İmân'ındaEbû Yusuf ed-Dehmânî el-Kayravânî'nin (r.a) tercüme-ihâlini anlatırken şöyle yer vermişlerdir; "Şeyh Ebû Abdullahel-Kureşî semâ'ı terketmişti. Ona 'niçin terkettiğive men'ettiği' sorulunca şöyle cevap verdi; 'Orada Allah'danbaşkalarına yönelik maksadlar meydana gelmişti.'Kendisine Şeyh Ebû Yusuf ed-Dehmânî gelip, izin isteyerek,kendisinin de onunla birlikte semâ'a katılmasınırica ettiğinde ona şöyle demişti; 'Biz bu kapıyı kapattıkve men'ettik.' Bunun üzerine o, 'ben size, eskilerinkerâmetiyle bir velî (dost) olarak geldim.' deyince el-Kureşîbu davete icabet etti ve semâ' meclisinde hâzır bulundu.Semâ' başladıktan sonra Şeyh Ebû Yusuf havadayükseldi. Şeyh el-Kureşî iki ayağı üzerine kalktı ve sankiyıllardır semâ' yapıyorcasına dönmeye başladı. EbûAbdullah el-Kurtubî şöyle der;'Ev tamamen havada döndü ve sonra eski yerine geridöndü." Bu konu daha geniş olarak yirmi dördüncü bâbdatekrar ele alınacaktır. Mevlânâ Abdüsselâm (r.a) şöyleder; "Benim bir bendir-i şerifim vardı. Vurulduğu zamanzikrullahdan başka bir şey işitmiyordum. Ondan aslalehviyat işitmedim. Ona vurulduğu zaman, onunlabirlikte parmaklarımın 'Allah..Allah..' diye zikrettikleriniduyuyordum." Şeyh el-Ayyâşî, onun hakkında şu olayıhikâye eder; "O bir gün bendir-i şerif çalıyordu. Oradahazır bulunan herkes işitti ki, o def Allah..Allah..' diyordu."İşte bu onun yaptığı semâ'ın sıhhatinde ve Allahile olan beraberliğindeki doğruluğu apaçık gösterir. Bu


GERÇEK TANRI ERLERİ 135gibi olaylar, iradesi ile eğlence için kullanılan def ve mizmârgibi aletlerin mahiyetini nasıl değiştirdiğini ispatlarve alışılmışın hilâfına bazı manevî meyvelerin bu yollada elde edilebileceğine şahidlik eder. "Fışkı ve kan arasındaniçenlerin kolayca boğazlarından geçtiği hâlis birsüt çıkaran Allah her şeyden münezzehtir." Aynı şekildedefler ve mizmârlar arasından mukarrabîn (Allah'a yakınolanlar) için yüce hâller ihsan eden Allah eşsizdir. Ancak,bir kimsede bu ahvâl-i sâdıka vâki olduğunda, o kişiyeiktidâ edilmez. Vacip olan ittibâ-i sünnet ve zan ifadeeden olaylardan ictinâbdır. Bu hâller bir başkasından mîraskalmaz. Bir başkasının taklidi de doğru değildir.Çünkü bunlar Hakk'dan vârid olan hakikatlardır. Kulzamanının iktizâsıyla isti'mâl-i cebriyye ile bunu kullanır.Tıpkı bendir vuran şeyh için vaki olduğu gibi. Kendisiiçin meşrû muvâfakat izhar olunmadıkça bir başkasınınbu konuda ona ittibâ etmesi düşünülemez." SeyyidAbdüsselâm'ın ziyaretini arzederken müellifin yaptığıaçıklamalar özetle bunlardan ibarettir. Allah'dan dileğimizbizleri evliyâsından fazlasıyla menfeatlendirmesi, Efdal-iEnbiyâ'nın (SAV) sünnetine ittibâda bizleri muvaffakeylemesidir. Amin..


136 GERÇEK TANRI ERLERİSEKİZİNCİ BASAMAKZikir için toplanma, bunun tsm-i Celâle (Allah ismi)ile oluşturulması, muayyen İsm-i Âzam zikrinin hilâfınazikirde bulunma hakkındadır.Bil ki, el-Asl yazarı bu konuyu uzun uzadıya ele almış,önde gelen imamların zikir için içtimâ etmeninözendirilmesine delâlet eden sözlerine yer vermiş, bütünbunları te'yîden sahîh hîsler zikretmiş ve en son olarakşöyle demiştir; "Bu mana hakkında söylenilecek sözuzundur. Bunlardan bazıları bizleri esas maksaddanuzaklaştıracak mahiyettedir. Eş-Şelebî ve diğerleri gibibu tarîkin meşâyîh-i eimmesinden (şeyh imamlarından)konu hakkında vârid olan sözler belli bir çerçeve içinealınamayacak kadar çoktur. Bunlardan bir kısmını el-Izzİbn Abdüsselâm özetlemiştir. Bu çalışmasında İmamGazâlî'nin âyinlere yani zikir halkalarına ve bu amaçlaiçtimâ edilmesine yaklaşımını dile getirmiştir. Eğer istersenbu esere müracaat edebilirsin. Aynı şekilde AhmedZerûk'un el-Kavâid ve diğer eserlerine, Ahmed İbnAtâullah'ın Miftâhu'l-Fellâh'ına bakabilirsin.El-Asl ve benzeri eserlerde hülâsa olarak denilmek te-


GERÇEK TANRI ERLERİ 137dir ki, cemâaten zikirde bulunmanın teşvik edildiği ehâdîs-isahîhada vârid olmuştur. Diğer yandan bazı hadis-işeriflerde cehrî zikir terğîb edilirken, bazılarında ise sırrîzikirler teşvik görmüştür. İmam es-Suyûtî her ikigruptaki hadîsleri husûsî bir risâlede biraraya getirmiş veşöyle demiştir; 'Elhamdülillah... Günahlardan arınan sâlihkullara selâm olsun. Allah'ın rahmeti mescidlerde zikirhalkaları oluşturan, tehlillerle seslerini yükselten ehlitasavvufun üzerine olsun. Acaba, onların bu yaptıklarımekruh mudur, değil midir? El-Cevab: Bunda hiç bir şekildekerâhet yoktur. Cehrî olarak zikir yapmayı sevdirmeyiiktizâ eden hadîsler vârid olduğu gibi, sırrî zikri iktizâeden hadîsler de vardır. Her ikisi arasını toparlamakgerekirse, ahvâlin ve eşhâsın ihtilâfıyla zikirler de muhtelifolacaktır. Tıpkı en-Nevevî'nin Kur'an kıraati gibicehren zikirde bulunmayı teşvik eden hadîslerle, sırrenzikir yapmayı sevdiren hadisleri cem'etmesi gibi. İşteburada ben sana önce cehrî zikri tavsiye ve teşvik edenhadisleri zikredeceğim.Birinci hadîs: 'Buhârî'nin Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayetettiğine göre, Resûlüllah (SAV) şöyle buyurmuştur;Allah der ki, Ben kulumun zannı yanındayım. Eğer benizikrederse onunla beraber olurum. Eğer kendi nefsindebeni zikrederse, ben de onu kendi nefsimde zikrederim.Eğer beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu dahahayırlı bir topluluk içinde zikrederim. Burada geçentopluluk içindeki zikir ancak cehrî olabilir." Müellif konuhakkında yirmi beş tane hadis îrad ettikten sonra şöyleder; "Bu sıraladığımız hadîsleri teemmül edersen ta-


138 GERÇEK TANRI ERLERİmamında görürsün ki, cehrî zikirde kesinlikle birkerâhet sözkonusu değildir. Bilakis gerek sarîhan, gerekseiltizâmen bu tür zikir teşvik edilmiştir. Bunların tamtersine, zikr-i hafînin daha hayırlı olduğuna dair hadîsleregelirsek, bizim bu konudaki cevabımız şöyledir; Kişininriyadan korkması veya namaz ve uyku gibi amellerdesıkıntıya düşülmesi gibi durumlarda zikr-i hafî, bunundışındaki hallerde ise zikr-i cehrî daha faziletlidir.Çünkü bu tür ameller çoktur ve dinleyenlere sayısız faydalarıvardır. Okuyanın kalbini ikaz eder, düşüncesinitefekkürde odaklar, kulağını ona yöneltir. Uykuyu dağıtır,aktiviteyi artırır." Müellif, el-Hısnu'1-Hasîn'e yaptığışerhinde şöyle der; "Ayaktayken zikretmek nasıl yadırganabilir.Allah-u Teâlâ, 'Onlar ki, ayaktayken, otururkenve yan yatarken Allah'ı zikrederler' buyurmuştur.Hz. Aişe (r. anha) rivayet eder ki; Resûlüllah (SAV) bütünzamanlarında Allah'ı zikretmekteydi.El-Minhâcu'l-Vâzıh yazarı, Şeyh Ebû Muhammed Sâlih'inkerâmetlerini tahkîk ederken şunları söyler; "Bütünibadetlerde cehrî zikir yaparak sesin yükseltilmesimeşrûdur. Bunun ifratı da, orta yolu da, kısık sesle yapılmasıda aynıdır. Madem ki bunda iktidâ edilecek bir önderve yol gösterecek bir rehber var; o halde ulemâ, evliyûve etkıyânın (müttaki zatların) havâssı hakkında da bumüstehâb bir ibadettir. Allah-u Teâlâ, Eğer size konulankuralları yerine getirmişseniz, âbânızın (atalarınızın) zikrettikleri gibi 1 ya da daha şiddetli bir zikirle Allah'ı zik-1 "Sizin âbhanızın zikrettikleri gibi" ifadesi ayettir. KureyşlilerHac ibadetini terketmişler ve Minâ'da durarak atalarının menkîbe-


GERÇEK TANRI ERLERİ 139redin. buyurmuştur. Müfessirlerin ekseri bu ayetteki zikirdenmuradın lisân zikri olduğu noktasında icmâ etmişlerdir.Buradaki 'kef' sıfat makâmındaki mahzûfmasdarla mütealliktir ve onun takdîri (mukadder manası)'Üzkürullâhe zikran ke-zikri âbâiküm.." yani "Atalarınızınzikrettikleri gibi Allah'ı zikredin"dir. Buradakiteşbih, sesi ve cehrî iktizâ eder. Çünkü onların atalarınızikretmeleri, bulundukları meclislerde atalarının yaptıklarıüstün davranışlarından dolayı müfâhare (karşılıklıövünme) ve senâ şeklinde gerçekleşiyordu. Yapılan bu işlemancak sesle olabilir. Çünkü şiddet kavlin sıfatı, kavlinşiddeti ise onun ilanı ve cehrî olarak söylenmesi demektir.Burada haccın şartlarının yerine getirilmesi ilesınırlandırılması ise yapılmasındaki devamlılığı engellemez.Buradaki emir, zikri cehren yapmadır ve meşrû birfiil olması hasebiyle mendûbluk ve mübâhlık hükmünütaşır." İbn Arabî şöyle der; "Örnek ve önderlik açısındanzâhirî ameller fazlasıyla fayda sağlar. Aynı şekilde sırrîameller ise, kendisini yanlışlara yönelten davranışlardansakınma imkanı verir.." Bu konuda müellif uzun uzunaçıklamalar yapmakta, menkûl ve mâkul deliller getirmekteve cehrî ibâdetin sırrî ibâdete rüchâniyeti dile getirilmektedir.Bu tercih sebeplerini ayrıntılarıyla öğren-lerini zikretmeye koyulmuşlardı. Onlardan her birisi 'benim atamşöyle şöyle yaptı' diyerek onların faziletlerini sıralıyor, onun hakkındaşiirler söylüyorlardı. Fahr, şöhret ve üstünlük taslama yollarıylaçok fasih sözler sarfediyorlardı. Ne zaman ki Allah onlara İslâmıgönderince, atalarının zikrini değil Allah'ın zikrini onlara emretti.


140 GERÇEK TANRI ERLERİmek istersen, bu kaynağa bakmalısın. Şeyh Ebû MuhammedSâlih konuyla ilgili verdiği cevâbının sonunda şöyleder; "Elhâsıl, bu konuda ortaya konulan ifadelerden vefetvâlardan çıkarabileceğimiz tek cümlelik sonuç, zikirmaksadıyla içtimâ etmenin mübâhlığıdır. Bu sebepledirki, bu tarz uygulamalar meşrıktan mağribe kadar bütünbeldelerde devam etmekte, fukâray-ı ahyâr zikir için birarayatoplanmaktadırlar. Hatta bunu kendilerine biralışkanlık ve âdet haline getirmişlerdir." Kadı el-Umeyrî,Ebû Zeydü'l-Fâsî'nin kavlini şerhederken şöyle der;"Ahzâbın (grupların) kıraatıyla birlikte zikir,Bir cemaat ki, halkalar boyunca yayılmış."Ebu'l-Abbâs Seyyid Ahmed b. Yusuf el-Fâsî te'lif ettiğibir eserinde der ki; "Selef ve halef-i ümmetten ehl-itahkîk cumhur, şeriat kaideleri ve fürûâtını incelemişlerdir.Ehl-i tasavvuf ve son asırlardaki bütün seçkin şahsiyetlerbu konuda ittifak etmişler, aynı zamanda bu yöndekiuygulamalar devam etmiş, cehrî zikrin cevâzı, hattateşvik edilişi herkes tarafından bilinegelmiştir. Keza bununtoplanılarak gerçekleştirilmesi hakkında bir çok istidlallerdebulunulmuştur." Ahmed b. el-Mübârek bumeseleye dair bir çok deliller gösterdikten sonra, "zikiriçin toplanmanın faziletine delâlet eden bu nasslarda bütünmüşkiller ortadan kaldırılmakta, bu iddianın sağlıklıoluşu gösterilmektedir" der ve şöyle devam eder; "Özetolarak, zamanların değişmesiyle nasıl şahısların tedavisideğişiyorsa, bu konudaki yorumlarda da değişmelermeydana gelir. Sahâbe (r. anhüm) imanı kabullenmedenönce Allah'dan nihayet derece uzaktılar ve O'nun yolun-


GERÇEK TANRI ERLERİ 141dan nihayet derece sapmışlardı. Kanların dökülmesiyle,malların yağmalanmasıyla iftihar ediyorlardı. Yaptıklarıamellerle insanlara gösterişte bulunuyorlardı. Ne zamanki nûr-u vücûd ve ilm-i şühûd ile Resûlüllah'a (SAV)iman ettiler, artık ondan sonra dünyevî işlerden yüz çevirdiler,Allah'a her şeyleriyle yöneldiler. Bütün amelleriuhrevî oldu. Böylelikle Allah-u Teâlâ onları te'dîb vetathîr eyledi. Hatta, eğer gayb perdesi açılmış olsaydıonların yakînleri ziyadeleşmeyecekti. Ve hatta onlardanbazıları ince bir perde arkasından gayba bakar gibiydiler.Bu yüzden bazıları, "sanki ben bâriz bir şekilde Rabbiminarşına ve insanların hesaba çekilmesi esnasındakidurumlarına bakar gibiyim." derken, bazıları da, "birbirleriniziyaret eden Cennet ehline, birbirlerinden yardımdileyen Cehennem ehline bakar gibiyim' demişlerdir.Sanki onlar mahşerde, Rablerinin huzurunda hesâbı, mizânıgözetler gibiydiler. Ve onlardan zâhir ve bâtın bütünherşey gün gibi aşikar hale gelmişti. Birinci haletlerionlar için illet, ikinci haletleri ise adeta bir ilaçtı. Zamantâbiîn (r. anhüm) dönemine gelince, bu nûr-uâmma (umûmî nura) tesâdüf edilmez. Hiç şüphesiz onlarda, bu nura ulaşamamaları ölçüsünde Allah-u Teâlâ'yayönelmişler, âmâl-i sâlihâyı ve sevaplı fiilleri çokça yerinegetirmişlerdi. Ancak sahâbenin basiretine sahip değillerdi.Onlardan bazıları sahâbeye baktıklarında, ibâdettekikemâli ortadan kaldıran her şeyi ve büyük sevâp kazanmakiçin girilen bütün zahmetleri terketme yönündekendilerini uyardıklarını ve yol gösterdiklerini farkederler.Yine anlarlar ki, sahâbe ibadeti gizli yapmalarını, riyâkokusu olan davranışları ve Allah'dan başkaları için


142 GERÇEK TANRI ERLERİyapılan amelleri terketmelerini emretmekte, onları Allah-uTeâlâ için ihlâsa sarılmaya, dünyâda zühdle yaşamayateşvik etmektedir. Buradan da anlaşılır ki, sahâbekendilerinden istenilenler dışında ibâdet için toplanmaihtiyacı hissetmemiştir. Çünkü ictimânın faydası ibadetüzerinde bir nevî yardımlaşmadır. Böylelikle zayıf aktifhale gelecek, tembel harekete geçecektir. Halbuki onlarAllah'a tâat noktasında zaten çok kuvvetlidirler. Onlardanbir kısmı gecelerini ihyâ ederken, bir kısmı da gündüzlerioruçludurlar. İşte bütün halleri böyledir. Böylelikleonlar ibâdet için içtimâ yapmaktan kaçınmışlardır.Her bir asırdaki, ubûdiyyeti zedeleyen arızaların tedavisibu yolla olsa gerektir. Özellikle tâatin terkedildiği,ibadetten uzaklaşıldığı, dünyaya alabildiğine dalındığı,ölümün sanki sadece başkalarına farz olan bir durummuşgibi âhiretten gaâfil olunduğu, insanlardan bir çoğununsalâvat-ı şerîfeyi zikretmek yerine üzerlerinde yazılı olarakmuhafaza ettikleri şu asrımızda Allah'dan selâmet dileriz.Bu sıraladıklarımız, zamanımız insanlarının hastalığıdır.Bunun tedavisinin, tıpkı tabiînin tedavisi gibiolması, ibâdetle ilgili şartlarda onların takip edilmesi veihlâsın cüz'iyyâtıyla emredilmeleri sahih olmaz. Hiç şüphesiztevfîk, bir kimsenin o işe çok sıkı bir şekilde sarılmadıkçamukadder olmaz. Tâatte öne çıkan, bu konudadoğru eğri ne varsa yapmaya çalışan kimsenin ilacı 'tehvîn-ihâl ve tertîb-i makâl" dir (yani hâlin gizlenmesi vesözlerin tertipli söylenmesi). Tâat üzere muayyen olanher şeyin, ma'siyet (günah) olmamak şartıyla, isabetli olmasıgerekir. Kaldı ki onlara Allah'ın bir rahmeti olarakbir genişlik ve kolaylığa delâlet eden her şey hadîs-i şe-


GERÇEK TANRI ERLERİ 143riflerde zikredilmiştir. Umulur ki Allah onların kalplerinemuhabbet-i tâati yerleştirir ve umdukları şefeatten buyolla onları rızıklandırır. Bu gün, birisi çıkar da İmamMâlik'in sözünü delil gösterip, Sadr-ı Evvel (Asr-ı Saadet)ile kıyas yaparak tâat için ictimâda bulunmakdaninsanları men'etmeye çalışırsa, ona şöyle cevap verilir: Buapaçık bir kıyâs-ı maalfârıktır, fâsid bir kıyastır veisâbetsiz bir istidlâldir.."El-Asl'da şunlar söylenmiştir; Abdülvehhâb el-Medînî, el-Bereke isimli eserinde şöyle der; Tâcüddîn ismiylemeşhur zâta cehrî zikir yapma, bu esnada sesi yükseltmeve hareketlerde bulunma hakkında bunun câizmi, yoksa mekruh mu olduğu soruldu. O, buna şöylecevap verdi; 'Bunda hiç bir kerâhet yönü yoktur. Cehrîzikri teşvîki iktiza, hatta iltizâm eden sarih hadîs-i şeriflervardır." Bunun akabinde müellif, söylenenlere delâletedecek hadisleri nakleder ve şöyle der; "Elhâsıl, bunamuârız olan ve bundan men'eden kimseye bir tek hadîsbile cehrî zikre hüccet olarak kâfidir.." El-Asl'da muhtasaranböyle denilmiştir. El-Minhâcü'1-Mübîn yazarı,et-Telkîn şerhinde şöyle der; "Münâvebeli olarak yapılanzikir câizdir ve güzeldir." Bu zât, Şeyh Ebû Bekr İbn Abdurrahmânve Şeyh Ebû İmrân el-Fâsî'nin asistanlığınıyapmış ve bu iki âlimin de mezkûr konuda cevâz verdiklerinisöylemiştir. İbn Nâcî şöyle der; "O, birden fazlaekâbir-i şüyûhun (büyük şeyhlerin) asistanlığını yaparak,Afrikâdaki çalışmalarını sürdürdü." Şeyh Cüsûs, Tasavvufü'l-Mürşidü'l-Muayyen'eyaptığı Şerh'inde şunlarısöyler; "Zikir yapmanın belirli bir vakti yoktur. Ancak


144 GERÇEK TANRI ERLERİkuldan kâh vâcib olarak, kâh mendûb olarak bunu yerinegetirmesi istenmiştir. İşte bu zikrin husûsiyetlerindendir."İbn Abbâs'ın (r.a) görüşü şöyledir; "Allah kullarına,muayyen bir sınır getirmeksizin bir şeyi farz kılmaz.Sonra da özür sahibi olanları bu emrini yerine getirmedikleriiçin mâzur görür. Zikir bundan müstesnâdır.Çünkü bunda bir nihayet nokta koymamıştır. Aklındabir nakîse olmadıkça hiç bir kulunun bu görevi terketmesinide mâzur görmez. Allah (C.C) kullarına bütünhallerde kendini zikretmelerini emretmiştir. Allah-uTeâlâ şöyle buyurur; Ayaktayken, otururken ve yanınızüzere yatarken Allah'ı zikredin . Bir diğer ayette: Eyiman edenler! Allah'ı çokça zikredin yani "gecede vegündüzde, karada ve denizde, yolculukta ve ikamette,fakirlikte ve zenginlikte, sıhhatte ve hastalıkta, sırran vealâniyeten ve bütün hallerde Allah'ı zikredin' buyrulmaktadır.Mücâhid (r.a) der ki; "Zikr-i kesîr Allah'ı ebedenunutmamandır" Resûlüllah'ın (SAV) şöyle buyurduğurivayet edilir; "Allah'ı o kadar çok zikredin 1 ki, tâ insanlardeli desinler." Bir adam gelir ve Resûlüllah'a (SAV)şöyle der; " Yâ Resûlallah, şeâir-i İslâmı bolca yerinegetirdim. Bana öyle bir şey tavsiye et ki, benim başımdangeçenleri idrak edeyim." Resûlüllah (SAV) şöyle1 "Allah'ı o kadar çok zikredin.." hadîsini Şeyh eş-Şa'rânîTabakât'ında Ebû'l-Mevâhib eş-Şâzelî'nin tercüme-i hayatınıkaleme alırken nakletmiş ve 'İbn Hıbbân Sahîh'inde rivayet etti'demiştir.


GERÇEK TANRI ERLERİ 145buyurur; "Allah'ı zikreden lisânın hep ıslak kalsın." İbnArûz, Mukniu'l-Muhtâc isimli eserinde, tanınmış imamlarınsözlerinden bir çok nakiller yaptıktan sonra şöyleder; "Zikrettiğimiz bütün bu örnekleri, cehrî zikri inkâreden ve bunu bir bid'at olarak değerlendiren bazı muâsırfukahâya cevap olması için verdik. Durum onların iddiaettikleri gibi değildir. Bilakis bu, zikrettiğimiz delillerdenhareketle mübâhtır ve teşvik görmüştür." İmam İbnü'1-Bakkâl(rahimehullah) der ki; "Bid'at lisân-ı şeriatte,Nebî'nin (SAV) zamanından sonra kitap, sünnet, icmâve kıyâs gibi delillerin hiç birisinde olmaksızın ortayaçıkan bir durum manasını taşır... Biz iddia ediyoruzki, bu fiil yani namaz ve zikir için içtimâ yapmak, bunucehren ve münâvebeten yerine getirmek bu sınırın (yanibid'at) dışındadır. Çünkü buna delâlet eden hadîsler vardır...Allah'ı (Azze ve Celle) içtimâ ederek ve münâvebetenzikretmeyi inkâr eden kişi, 'bu fiil bâtıl bir bid'attır'sözünü nasıl söyleyebilir? Acaba bu, düğünlerdekadın ve erkeklerin içtimâ yapması gibi haram bir bid'atmıdır ki bâtıl olsun? Meşhur olarak bilinen ve yapılanbir çok mekruh bid'atlarda olduğu gibi, nasıl 'bâtıl birbid'attır' denilebilir? Hangi sünnet bu fiili yasaklamıştır?Hangi vâcib emir bunu ortadan kaldırmıştır? Herşey bir yana, eğer bu fiil bid'at olarak değerlendirilsebile, buna ancak mendûb bir bid'attir denebilir.. Bu uygulamadaüç durum vardır; Birincisi zikir, ikincisi cehr,üçüncüsü ise münâvebedir. Birincisinin haram olduğunuiddia etmek sarih bir küfürdür. İkincisinin bâtıl olduğunusöylemek, yukarıda zikrettiğimiz alimleringörüşleri mûcibince yanlıştır.


146 GERÇEK TANRI ERLERİÜçüncüsünün aynı şekilde batıl olduğu iddiasınacevap yine yukarıda sıraladığımız hadis-i şerifler ve alimleringörüşleridir. O halde bu fiilin hiç bir cüz'ününharam sayılmasına imkan yoktur. Eğer hiç bir cüz'üharam değilse, mecmûunun haram olmaması tabiidir.Çünkü mecmûu için geçerli olan bir hüküm, cüz'leri içinde geçerli olmalıdır. Gayet açıklıkla söyleyebiliriz ki, bufiil haram bir bid'at değildir. Hal böyle olunca, bunu inkâreden kimsenin iddiası için hiç bir haklı yol kalmaz.Bilakis bunun inkârı haram bid'attir. Bazı alimler, bilinenhaller üzere zikirde bulunanların inkârını haramsayan açıklamalar yapmışlardır." Aynı konu hakkındaİbn Aradûn şöyle der "Bil ki, zikir yapmak üzere ictimâdabulunma hakkında beş mezheb görüşü vardır.Bunlardan birincisi, bundan men'eden görüştür. Bunusöyleyen İbn Şa'bân'dır. Çünkü o, 'bunu yapan kimseninşâhidliği ve imamlığı yara almıştır' der. Ancak bu görüşeş-Şûşâvî tarafından zayıf bulunmuş ve şu değerlendirmeyapılmıştır; 'Hadis-i şerifte vârid olmuştur ki, sahâbe-ikirâm (r. anhüm) biraraya toplanarak, bir sûreyi hep birağızdan okumaktaydılar.' İkinci görüş, bunun kerâhetiniifade eder. Bu Mâlik'in en-Nevâdir ve'1-Atebiyye'de ilerisürdüğü görüştür ve bu kavil üzere ulemâdan bir gruptarafından fetvâ verilmiştir. Bu fikre meyledenlerdenbirisi İbn Merzûk'tur ve 'en-Nushu'1-hâlis fî reddi âlâmen yeddeî rütbete'l-kâmili li'n-nâkıs' isimli eserindebuna yer vermiştir. Bu eserinde, mezkûr görüşü bir grupMalikî alimden nakletmiştir. Aynı zamanda bu kavli İbnü'l-HâcMedhal'inde desteklemiş, bu konuda uzunaçıklamalar yapmıştır. Hiç şüphesiz bu sözleri ve İbn


GERÇEK TANRI ERLERİ 147Merzûk'un görüşlerini özet bir şekilde mütâlâa eden kişifukarâ-i ahyârın inkâr edildiğini görecektir. Üçüncüsü,cevâzını savunan görüştür. El-Bâcî'nin görüşüne göre bu,hâlî (boş) bir mekânda ve az bir insanla yapılmalıdır.Dördüncüsü, mutlak olarak cevâzı yönündedir. Bu görüşel-Mâzerî'ye aittir. Bir grup ulemâ bu kavle göre fetvâvermişlerdir. Seyyid İbn İbâd şöyle der: "Gördüğümkadarıyla, günümüzdeki gibi dinin gittiği, imânın kaybolduğubir ortamda, bu gibi meselelerle ilgili insanlarındinin bir takım eserlerine sarılmaya çalıştıkları esnada,hiç kimsenin bunu inkâr etmeye hakkı yoktur. Böyle olduğutakdirde insanlar dinsiz kalacaklar, hatta dininkokusundan dahi mahrum olacaklardır. Bu durumda,'şayet bu fiil câiz veya mendûb olsaydı mutlaka bunuselef yapacaktı' denilemez. Çünkü onların zamanındausûlü'd-dîn (dinin kökleri) çok sağlamdı ve güçlüydü.Keza fürûu (dalları yani uygulaması) da böyleydi. HaddizâtındaResûlüllah (SAV) ile mülâkî olmuşlardı. Böylebir merasimi isti'mâl etmeye hiç bir şekilde ihtiyaç duymamışlardı.Tıpkı nâdirattan olan fıkhı meselelerin tedkîkineihtiyaç duymadıkları, bu konuda yazılı metinlerortaya koymadıkları gibi. Eğer bu, bid'at-ı mezmûme(kötülenen bid'at) sayılırsa diğerleri de bid'at sayılmalıdır.Seyyid Abdullah el-Hebetî der ki; 'Belki, sandalyesininüzerinde, halka ile zikir yapanları ayıplayan vebuna delil olarak selef-i sâlihîn zamanında olmamasınıgösteren bir alim görürsün. Acaba onun faydalandığıvasıtalardan, ilmi nakletmek için kullandığı ciltlerhalindeki kitaplardan hangisi selef-i sâlihîn zamanındavardı. Yoksa bunlar yeni ortaya çıkan şeyler değil


148 GERÇEK TANRI ERLERİmidir?.' Beşincisi, istihbâbma (sevdirildiğine, teşvikedildiğine) dair görüştür. Ebû Tâhir el-Fâsî bir eserindebu fikri savunmuştur. Bu görüşü Ebu'l-Kâsım İbn Hacvi'niner-Risâle'sinden almıştır. Sahîh'de İbn Abbâs'dan(r.a) yapılan bir rivayette şöyle denir; 'Resûlüllah'ın(SAV) namazı tekbir ile bitirdiğini biliyorduk.' Bir başkarivayette ise şöyle anlatılır; 'Resûlüllah (SAV)döneminde, zikirde sesin yükseltilmesi insanlar yazmayıbıraktıkları zaman oluyordu. Onların yazmayı bıraktıklarındaböyle yapacaklarını ben biliyordum.' İbn Habîbder ki; 'Onlar seferlerde ve ordugahlarda tekbiri teşvikediyorlar, özellikle sabah ve akşam namazlarında tekbiriyüksek sesle söylüyorlardı. Şüphesiz bunda şeâir-i İslâmiyeninizhârı vardır..' Müslim'in Enes'den (r.a)rivayet ettiğine göre, Mescid-i Nebevî'nin inşâsı esnâsındasahâbe bir yandan hurma dallarını getirip, taşdanduvar dikerken, diğer yandan da beyitler okumaktaydılar.Bu esnada Hz. Peygamber (SAV) de onlarla birlikteydive onlar şöyle diyorlardı:"Allâhümme, lâ ayşa illâ ayşü' l-âhiraFensur'il-ensâra ve'1-muhâcira"(Ey Allah'ım, âhiret hayatından başka hayat yoktur.Ensârı ve muhaciri muzaffer eyle.)Bütün bunlar, zikirlerin böyle ilan edilmesi ve bundamünâvebe yapılmasının cevâzını göstermektedir. İbnHacvi şöyle der; "Bu bâbda kat'i olan bir diğer örnek,Medine'deki sahâbenin hicret eden Resûlüllah'ı (SAV) şuşiiri hep bir ağızdan söyleyerek karşılamalarıdır;


GERÇEK TANRI ERLERİ 149"Üzerimize dolunay doğdu * Seniyye-i Veda'dan *Bize şükür vâcib oldu * Allah'a çağıran davetçiden "Bu olayın istidlâl vechi (delil olarak gösterilme yönü),bu ifadelerle kendilerine gelen Resûlüllah'a (SAV) ta'zîmve yakınlık kasdedilmiş olmasıdır. Buradaki mananındiğer benzeri olaylar için de farklı olmaksızın kıyasyapılması ve onlara ilhak edilmesi mümkündür. İşte insafsahipleri için beyân edebileceğimiz şeyler bundanibarettir." El-Asl'da, İbn Aradûn, Şeyh Muhammed el-Mehdî ve diğer tanınmış imamların eserlerinde özetlebunlar ifade edilir.Tenbihler:Birinci tenbîh; El-Cüneyd gibi bazı ehlullah bir tekismi, yani bir tek îsm-i Celâleyi zikir olarak ittihaz etmişlerdir.Böylelikle onların kalplerinde emr-i azîm ortayaçıkmıştır. Sadece bir tek ismin zikredilmesiyle iktifaedilip, diğerlerinin terkedilmesinin cevâzı konusundaihtilaf vardır. Tercih edilen görüş cevâzı yönündedir.Buna delil Hz. Peygamber'in (SAV) şu hadîsidir: "Yeryüzünde bir tek kişi dahi Allah Allah dediği müddetçekıyamet kopmaz." Bir başka hadîste ise "bir kişi dahi Allahdedikçe kıyamet kopmaz" diye buyurulmuştur. Abdülkâdirel-Fâsî'ye, Allah Allah diye zikredenler hakkında,'o kimse sünnetten midir, yoksa değil midir" şeklindesorulur. O şöyle cevap verir: "Sadece bir tek İsm-iKerîm'in telaffuzunda bir niza yoktur. Aynı şekilde, birinsanın defalarca belli bir İsm-i Celâli tekrarlamasındada mani yoktur. Seleften böyle bir şeyin nakledilmemişolması, bunun ne men'edilmesini ne de kerâhetini iktizâ


150 GERÇEK TANRI ERLERİetmez. Nice şey vardır ki bunlar selef zamanında yoktu.Bununla birlikte bunların bir kısmı câiz, müstehâb veyavâcib olarak değerlendirilmiştir.İctinâb edilmesi gereken bid'atler, şeriat kâidelerincekerâheti veya haramlığı iktizâ eden gelişmelerdir. Bunundışındaki hallerde, fazlaca üzerinde durmak gerekmez."El-Asl'da geçtiği üzere, Şeyh el-Harûbî bazı şeyhlerdenşunları nakleder; "İsm-i müfredin (Allah'ın sadece bir isminin)zikrine Kur'an-ı Kerim'den delil şu ifadelerdir;Allah de.! ..Allah'ın zikri en büyüktür... Bu zikir, bütünzikirlerin özüdür ve bütün alemlerin kutbudur. Ehl-i ilmintamamı 'ALLAH' isminin İsm-i Âzam olduğundaicmâ etmişlerdir.' İmam eş-Şâzelî (r.a) Takyîd'inde bu isminfazileti konusunda itirazda bulunanlara cevaplar verdiktensonra şöyle der; "Ey Mürîd! Sana düşen görev buzikre devam etmektir. Allah-u Teâlâ, Nebî'sine (SAV)şöyle buyurur; Allah'ı zikret ve tamamen O'na yönel.'Ayetin geniş manası, her şeyden bağlarını koparmak vetamamıyla Allah'a bağlanmak, O'nu her an zikretmektir.Bu ise O'nun Esmâ-i Hüsnâ'sını, sıfât-ı uzmâsını, özellikleibadete tek müstehak olarak Zât-ı Vacibü'l-Vücûdadelâlet eden yegane isim olma hususiyetini hâiz 'AL-LAH' ismini anmakla olabilir."El-Asl'da özetle bunlar ifade edilmiştir. Derim ki;Ulemâ İsm-i Âzam'ın tayininde ihtilafa düşmüşlerdir.Cumhurun görüşü, bunun İsm-i Celâle (yani Allah ismi)olduğu yönündedir. İmam en-Nevevî İsm-i Azâm'ın'EL-HAYYÜ'L-KAYYUM' olduğunu savunan kesimetâbi olmuştur. Bazıları ise, 'ZÜ'L -CELÂLİ VE'L-İK-.


GERÇEK TANRI ERLERİ 151RÂM' olduğunu savunmuştur. Buna benzer görüş ilerisürenler daha vardır. Ehl-i basiret ise, bir tek isimüzerinde durmak yerine, muayyen bir ism-i mahsûs olmadığınısavunmuşlardır. Onlara göre İsm-i Âzâm, gerçekanlamda ıztırâr halinde kendini gösterir. Yanikişinin matlûbuna olan ihtiyâcının şiddetine göre Allah'ailticâ etmesiyle, duâsında kalbi ve diğer organlarıylaAllâmü'l-Guyûb'a yönelmesiyle ortaya çıkar. Ancakbunu yaparken O'ndan başkasına yönelme şüphesibulunmamalıdır. Bu zikrettiklerimiz o kimse için gerçekleşirve duâ ederse, bu durumda onun için şöyle denir;'O kişi, kendine duâda bulunulduğunda icabet eden, birşey istendiğinde veren bir İsm-i Âzâm ile duâ etti.' Bumâna Ebû Yezîd el-Bistâmî'nin (r.a) kavlinde de geçer.Ona İsm-i Âzâm hakkında sorulduğunda şöyle cevapverir: "Onda belli bir sınır yoktur. Şüphesiz bu, O'nunVahdâniyyeti için kalbini ifrağ etmendir (boşaltmandır).Eğer böyle yapabilirsen, dilediğin herhangi bir ismikalbine yerleştirebilirsin. Bu durumda sen maşrıktanmağribe kadar Onunla dolaşırsın.' Bu görüşü el-HâfizEbu'l-Hasan el-Kâbisî el-Mâlikî de paylaşır. Onun konuhakkındaki görüşünü el-Bû Saîdî, İhtisâru'l-Berzelî'sindenakletmiştir.Eğer ortaya koyduğumuz bu bilgileri öğrenmişsen,bil ki, şüphesiz bu en büyük duâ ve en hâlis Tevhîd inancıdır.Her kim mezkûr vasıflar üzerine duâ ederse, hiçşüphesiz Allah o duâya cevap verecektir. İşte sana birhikâye naklediyorum, tâ ki buradan Allah-u Teâlâ'yaduâda bulunurken kalbi ifrağ etmenin keyfiyetini an-


152 GERÇEK TANRI ERLERİlayabilesin. Bunu İsmail Hakkı, Rûhu'l-Beyân'ında nakleder.' Belh'lilerden bazılarının hikâye ettiklerine göre,Vedâ tavafını yaparken saf görünüşlü bir adama şakavârîbir tarzda, 'Cehennem ateşinden kurtuluş berâtını Rabbindenaldın mı?' dedi. Adamcağız şaşkınlık içerisinde;'Vallahi hayır, bütün insanlar bunu alır mı?' diye sordu.O, 'Evet' dedi. Adamcağız ağlamaya başladı, Hacerü'l-Esved'e yanaştı, Ka'benin örtülerine sarıldı. Bir yandanağlamasını sürdürürken, diğer yandan da Allah'danCehennemden kurtuluş vesikasını vermesini talep etti.Bunu gören insanlar ona yaklaşıp, kendisine şaka yapıldığınısöyleyerek yatıştırmaya çalıştılar, ama inandıramadılar.Aynı hal devam etti. İşte tam bu esnadaüzerine bilinmeyen bir yerden bir kağıt parçası düştü 1ve bu kağıtta Cehennem ateşinden âzâd edildiği yazılmaktaydı.Bunun üzerine çok sevindi. İnsanlar da bunaaynen şahid olmuşlardı. Bu mektubun önemli bir özelliği,her nahiyeden aynı seviyede okunabiliyor, kağıdınher çevrilişinde yazının da yer değiştiriyor olmasıydı.Bunu gören insanlar, bu kağıdın Allah'ın indinden geldiğine,kesin kanaat getirdiler." El-Ârûsî der ki; "Âriflerdenbazıları demişlerdir ki, havâssın Cenâb-ı Hakk'amüracaat etmesi, yönelmesi her şeyden öncedir. AvâmınHakk'a yönelmesi ise halktan ümid kestikten sonradır.1 Bu ifade hakkında Şeyh Kenûn, Cevheratü'l-Kemâl isimlieserinde şöyle der: "Muhyiddîn demiştir ki. 'Bu kağıdı, Cehennemateşinden âzâd olmayı dileyen fakîrin üzerine düşerken gördüm.' El-Fütûhâtta ise şöyle denir: 'Bu Allah indinde kitabetin oluşuna biralâmettir.'


GERÇEK TANRI ERLERİ 153Amma zamanımızda görmekteyiz ki, avâm sıkıntıyadüştüğünü görünce Melik-i Hallâk'a duâ etmeyi terkedip,hiç bir şeyi duymayan ve görmeyen serânın (dünyanın)sakinlerine duâ etmektedirler.."İkinci tenbîh; Şeyh el-Tâvedî hazretlerine şöyle sorulur;"Kul, 'Yâ Allah, yâ Allah, yâ Rab' sözleriyle duâeder. Allah'ın tâ ezelde onun hakkında hiç değiştirilemeyecekkader programını belirlemesiyle birlikte, okişinin duâ etmesinin sırrı nedir?' Şeyh'in cevâbı şöyledir;'Duânın sırrı teâbbüddür (kulluktur); Allah'ınemirlerine imtisâl, O'nun yüceliğini izhâr ve İzzet-iRubûbiyet karşısındaki zilleti idrâk etmedir. Böylelikle,tıpkı hadîs-i şerifte geçtiği üzere ibâdetin özüdür. AllahuTeâlâ şöyle buyurur; Rabbinize tazarrûda bulunarakduâ edin.... Umulur ki onlar tazarrûda bulunurlar... Banaduâ edin ki, ben size cevap vereyim. Sevâb her türlüdurumda hâsıl olur. Matlûb kadere uygun olarak aynenmeydana gelir. Bir grup insan, 'Yâ Resûlüllah, başımızagelene boyun eğmeyelim mi?' diye sorduğunda, Hz.Peygamber şöyle buyurmuştu; 'Çalışın, boyun eğmeyin'."Benim görüşüm: Bu hadîste ifade edilen manaya,Tirmizî tarafından rivayet edilen şu hadîste de işaretvardır; "Duâ ibâdetin özüdür." Buhârî, el-Edebü'1-Müfred'inde,dört Sünen yazarı, İbn Hıbbân ve diğerleri eserlerindeNu'mân İbn Beşîr'in Hz. Nebî'den şöyle dediğinirivayet etmişlerdir; Resûlüllah, "Duâ ibadetin kendisidir"dedikten sonra şöyle devam etti; "Rabbiniz.'Bana duâ edin ki ben icâ-bet edeyim' buyurmaktadır."Buradaki icâbet, ibâdetin kabulü olarak tefsir edilmiştir.


154 GERÇEK TANRI ERLERİÜçüncüsü; Seyyid Ahmed Zerrûk, Kavâid'inde şöyledemiştir; Dinî ve meşrû bir menfeât için nefislerin levmettiğibazı şeylere bağlanması bir kaidedir. Bundansonra, bazı zikirlere ve ibadetlere dünyevî işler için rağbetedilir. Örneğin, bir takım zorluklardan kurtulmakiçin Vâkıa sûresi okunur. Beklenmedik belâlardankorunmak için "Lâ yadurrallâhe şey'ün fi'1-ardı velâ fi'ssemâi.Ve hüve's-Semîu'1-Alîm" ayetinde Allah lafzıylabirlikte kendi ismi okunur. "Eûzü bi-kelimâtillâhi'ttâmmâtimin şerri mâ halaka" duâsını, kötü insanlarınşerlerini defetme, evinde muhafaza altında olma içinokunmaktadır. Bunun dışında dahi nice zikirler veduâlar vardır: Kötü niyetlerden,, borçlardan kurtulma,zenginlik, izzet ve şöhret gibi arzuların yerine gelmesivs.. Kişi sevdiğine duâ ile maksadını ifade eder, sonraonun sevdiği bunu yerine ulaştırarak kabul eder. Aslenve fer'an kendisine nisbet edilen kimse, Allah sevgisiylebunu edâ edecektir. Eğer maksad hasıl olmasa bile okimse için lütuf mutlaka vardır. En azından insan zikr-iHak ile kendi nefsini unutmaktadır. Ebû'l-Abbâs el-Bûnî bu temele istinâd etmiştir. Bir kısım havâs da zikriesmâ konusunda onun yanında yer alınışlardır. Asılolan, zikir ve ibâdetlerin dünyevî arzulara ulaşmak, bunlarıyüceltmek için bir vasıta yapılmamasıdır." SeyyidAbdülkâdir el-Fâsî'nin görüşleri bu şekildedir. Eğeronun sözlerini dikkatle ele almışsan göreceksin ki, havâstanbir kısmının zikrettiklerine göre ibâdetlerde herhangibir dünyevî maksad olmamalıdır. Bunu yapmadakigerçek maksad, Allah'ın zâtına teveccüh olmalıdır. Zirabu yolla azgın ve gâfil nefisler bu özelliklerinden


GERÇEK TANRI ERLERİ 155arınarak, Allah'a ünsiyet kesbeder. Evvelen bizzat bütünmaksad bu olmalıdır. Bütün bunların üzerine Kelâmullah'da,Resûlüllah'ın (SAV) hadîslerinde, ehlullâhınhizblerinde ve zikirlerinde söylenenleri ilave et. Bütünhepsinde bir tek maksad vardır; o da, Allah'a duâ etmekve mümkün olduğunca O'nunla bütünleşmektir. O'nunlanasıl bütünleşilebilir? Kişinin kâsır anlayışı, çokaşağılardaki seviyesiyle, başkasına değil sadece Allah'ayönelebileceğini idrak etmesiyle ve gerçek maksadınınbu olmasıyla gerçekleşebilir." Eğer bunu iyi öğrenebilmişsen,İbn Teymiye gibi hizbleri (zikirleri) inkâr edenkişilere itibâr etmezsin. Şeyh Zerruk onun hakkında şöyleder: "O, imân akideleri konusunda eleştirilmiş, akıl veirfan açısından noksan olduğu söylenerek zemmedilmiştir."Takıyyüddîn es-Sübkî'ye onun hakkında sorulduğunda,şöyle cevap verir; "O, ilmi aklından daha büyük biradamdır." El-Berzelî, Nevazil isimli eserinde. "O, mübtedi'dir(ehl-i bid'attir)" der.Dördüncüsü; El-Asl'da geçtiği üzere, Seyyid AhmedZerruk şöyle demiştir: "Eğer zikirlerin ve duâların isti'mâlinincevâzının delilleri nelerdir ve bunlardakihâsiyetin (özelliklerin) ispatı nasıl olur, diye sorarsan,derim ki: 'bunun delili sarîh sünnet ve ehâdîs-i Nebevivyyedir.Hz. Peygamber'in (SAV) duâlar ve zikirlerhakkındaki takrirleri muhtelif vakitlerde, farklı lafızlarla,gayet vâzıh manalarla ve senâ dolu ifadelerle, bir çoklarıtarafından duyulmuştur. Bununla birlikte bu türduâlar ve zikirlerin lafızları onlara bizzat takdim edil-


156 GERÇEK TANRI ERLERİmemiş ve O'nun (SAV) tarafından öğretilmemiştir. Ancakmânalarını onlara tarif etmiştir. Bunlardan birisi Abdullahb. Bürde'nin (r.a) rivayet ettiği şu hadîs-i şeriftir;"Resûlüllah (SAV) bir adamın, 'Allâhümme innî es'elükefe-inneke ente'llahü lâ ilâhe illâ ente'l-Vâhidü'l-Ehadi'llezî lem yelid velem yûled velem yekûn lehûküfüven ehâd' dediğini işitmişti. Bunun üzerine O, 'Allah'dan,onunla duâ edildiğinde icâbet ettiği, onunla istendiğindeverdiği İsm-i Azâmıyla talep etti' buyurdu.Bu hadîsi Ebû Davud ve Tirmizî rivayet etmiş, İbn Hıbbânve el-Hâkim bu hadîsin hasen ve sahîh olduğunusöylemişler ve "Müslim'in şartı üzerine sahîhdir" demişlerdir.Muâz b. Cebel'in rivayet ettiği hadîste şöyle denir;"Resûlüllah bir adamın, 'Yâ ze'1-Celâli ve'1-İkrâm'dediğini işitince ona şöyle dedi; Duân kabul edilecek. İsteki Allah sana versin." Bu hadîsi Tirmizî tahrîc etmişve hasen olduğunu söylemiştir. Ebû Abbâs (r.a) rivayeteder ki; "Nebî (SAV), Ebû Iyâş ez-Zerkâ'ya uğramıştı.Bu esnada o namaz kılmaktaydı ve şöyle duâ ediyordu;'Allâhümme innî es'elüke bi-enne leke'l-hamdü lâ-ilâheillâ ente yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Bedîa's-semâvâtive'l-ard, yâ Hayyü yâ Kayyûm, yâ Ze'1-Celâli ve'l-İkrâm.'Bunu duyunca Resûlüllah (SAV) şöyle buyurdu:Onunla duâ edildiğinde Allah'ın icâbet ettiği, onunla istendiğindeverdiği İsm-i Azâmla Allah'a duâ etti." Buhadîsi Ebû Davud, İbn Hıbbân ve en-Neseî tahric etmişlerdirve bunun hakkında el-Hâkim, "Müslim'in şartıyla"ilâvesinde bulunmuştur. Bu ifadelerden de anlaşılacağıüzere, zikirlerin ve duâların hükmü câizdir vebunun ortadan kaldırılmasına imkan yoktur. İşte bu


GERÇEK TANRI ERLERİ 157bâbda aslolan mana budur. Vallahu a'lem.." El-Asl'dabunlar nakledilmiştir.Beşincisi: Ulemâdan bazıları, 'evliyânın hizibleri(zikir mecmuaları) ancak onları sevmek ve muhabbetduymak şartıyla okunabilir. Aleyhassalâtü vesselâm'ınbuyurduğu gibi, bir kavmi seven onunla birlikte haşrolur'demişlerdir. Yine Resûlüllah (SAV) şöyle buyurmuştur:" Bir topluluğu seven kimse, onların arasınakatılmasa da, onlardandır. Sen, sevdiğinle beraber olursun."Ben derim ki, Şeyhân (Buhârî ve Müslim) tarafındanrivayet edildiğine göre, bir adam şöyle der; 'YâResûlüllah, bir topluluğu seven, ancak amellerinde onlarakatılmayan bir kimse hakkında ne dersin?' Resûlüllah(SAV) şöyle buyurur; 'Kişi sevdiğiyle beraberdir.'Şeyh Ebû Abdullah Muhammed b. Ali et-Tirmizî el-Hakîm (Allah rahmet eylesin), 'Ey Allah'ım, şüphesiz kibizler onların sana olan sevgisiyle sana yöneliriz. Hiçşüphesiz onlar seni çok sevdiler. Seni sevdikleri için, bizde onları seviyoruz. Senin onlara olan sevginle onlar,senin sevgine ulaştılar. Ve bizler onların sevgisine, seninyardımın olmadan ulaşamayız. Bizim için bunu tamâmeerdir, tâ ki sana kavuşalım.' dedikten sonra şu beyitleriokudu:


158 GERÇEK TANRI ERLERİ"Lî sâdetün min hubbihim Akdâmehüm fevka'lcibâh,İn lem ekün minhüm, felîcâh."Fî hubbihim ızzün ve(Benim öyle efendilerim var ki, alınların üzerindeayaklarının yeri vardır. Onlardan birisi olamasam da, onlarısevmek benim için bir izzet ve şereftir.)Şazelî Tarikatı ŞeyhiM. b. Ömer b. Salim Mahlûf eş-Şerif

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!