13.07.2015 Views

Tam 12'den Vuran Sözler

Tam 12'den Vuran Sözler

Tam 12'den Vuran Sözler

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Dikkat: Bu e-Kitapçığı görüntü ayarınızı %100’e ayarlayarak okumanız tavsiye edilir.SunuBaird T. Spalding, Can Dündar, Murat Öz, Paola Coelho, H. P. Blavatsky, Mevlana, Neal DonaldWalsch, Zigo Zoshan, Chuang Tzu, Goethe, Richard Bach, Halil Cibran ve Bacon’nın değerli veçok boyutlu sözlerini siz “Oku”yanlar için e-kitapçık olarak derledik. Düşünce boyutlarınızıngenişleyeceği ümidiyle ve Allah’ın hepimizin anlayışını ve idrakini arttırması duasıyla, sizlerisözler ilebaş başa bırakıyoruz. (yorumsuz)<strong>Tam</strong> 12’den <strong>Vuran</strong> <strong>Sözler</strong>www.yorumsuz.net.tctarafından derlenerek size e-kitapçık olarak sunulmuştur. Kaynak: www.sonsuzlukotesi.comBasım: Mayıs 2006Zamansız-Sonsuz Boyutun kapısını açmak için . . Kozmik Bilinç için . .Olanların ÖTESİNE gitmek için . . Olanların ardındaki ŞİFRELERİ çözmek için . .Yayın Listemiz >>> Sayfa 61


2- yorumsuz bildiri -İnsanlığa gerçekleri anlattığına inandığımız düşünürlerin,yazarların, aydınlanmışların ilimsel üretimlerinisizlerle paylaşmaktan başka bir arzumuz yoktur.Biz bir başka insanı değişim-dönüşüme uğratamayız.Bizim yapabileceğimiz tek şey;değişim-dönüşümün meydana gelebileceği,hoşgörü ve sevginin girebileceği bir alan, bir boşluk yaratmaktır.Dileğimiz size yararlı olabilmek...Evreni (algılayamadıklarımız dahil) yöneten vefarklı adlarla işaret edilen Yüce Gücün,bu arzumuzu yerine getirmemiz için, önümüzü açık etmesini diliyoruz;‘Eğer bu duanın gerçekleşmesi, bizler ve tüm yaşam adına en iyisi olacaksa...’www.yorumsuz.net.tc


3İçindekilerSayfa04- Ölümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretisi -Baird T.Spalding09- Tanrı’nın Göktaşları -Can Dündar11- Dünya’da İneceklere -Düş Hekimi13- Tanrı’nın Ayak İzleri -Ecclesiastes15- Küçük Bir Ruhun Hikayesi20- Te ve To -Murat ÖZ21- Yaş Üç Yolun Yarısı22- Marangoz23- Coelho’dan25- En doğru şeyler, en yanlış şeylerin içinde saklıdır.27- Ve yüce Budha dedi ki..28- Ol, Yap, Sahip Ol30- Tanrı İle Sohbet -Neal Donald Walsch32- Simurg34- Işığa DoğruSayfa36- Bir gün insan virgülü kaybetti..37- Uruatu -Krişnamurti38- Krişnamurti’den39- Dünyayı Düzeltmek -Krişnamurti40- İki Küçük Ruh43- Ayna44- Kutlu İnsan -Chuang Tzu46- Vermek -Halil Cibran49- Kryon51- Bilge Görünmek Üzerine -Bacon53- Adam, Köpek ve Cennet Kapısı55- "Bir" Romanından Bir Bölüm -Richard Bach61- Yayın Listemizwww.yorumsuz.net.tc


4Ölümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretisi -Baird T.Spalding"Sessizlik güçtür. Çünkü biz zihinde sessizlik yerine eriştiğimizde, güç yerine - her şeyinbir olduğu, bir güç olduğu, tanrı olduğu yere - de erişmiş oluruz. ’sessiz ol ve Ben’im tanrıolduğumu (BENİM’in Tanrı olduğunu ) bil’ Sözünün anlamı budur.Dağılmış güç, gürültüdür. Konsantre olmuş güç, sessizliktir. Konsantrasyon (tüm dikkatinibir merkezde odaklama) yoluyla tüm kuvvetimizi bir kuvvet noktasına yönlendirdiğimizde,sessizlik içinde Tanrı ile temasa geçer, O’nunla ve dolayısıyla tüm güç ile birleşmişoluruz........." Tanrı Kendi kutsal tapınağındadır ; tüm dünya O’nun önünde sessiz kalsın" ... Bizancak , dışarıdan içimizin sessizliğine döndüğümüzde, Tanrı ile bilinçli olarak birleşmeyiumut edebiliriz. O zaman , O’nun gücünü kullanabileceğimizi idrak eder, ve onu herzaman kullanırız. O zaman, O’nun gücüyle bir olduğumuzu biliriz.........Tanrı’nın tek güç, öz ve zeka olduğunu fark etmek ilk başta kafa karıştırıcı olabilir. Ama,insan Tanrı’nın gerçek doğasını idrak ettiğinde ve O’nu aktif bir biçimde ifade ettiğinde,bu gücü kullanabilecek. O, O’nun gücüyle her zaman - yemek yerken,koşarken, nefesalırken ya da önündeki büyük işi yaparken - bilinçli olarak temas kurduğunu bilecek.İnsan, Tanrı’nın daha büyük işlerini yapmayı öğrenmemiştir, çünkü o Tanrı’nın gücünün


üyüklüğünü idrak etmemiş ve bu gücü kullanabileceğini anlamamıştır. Biz yüksek sesleboş tekrarlamalar yaptığımızda ya da çok konuştuğumuzda Tanrı bizi işitmez.......5.....Tanrı ile gizlice bağlantı kuran insan kendi içinden akan gücü, her arzusunungerçekleşmesi şeklinde hissedecektir...........İnsan bunu öğrendiğinde sakin, dengeli ve ağırbaşlı hale gelecektir. O her şeyidüşünüp, akıl süzgecinden geçirmeyi öğrenecektir. Eski fikirler dağılıp gidecek ve o yenifikirlere uyumlanacaktır...........Eğer insan büyük yabancıyı- yani kendisini - tanıyacaksa, bırakın o kendi küçüktapınağına girip kapıyı kapatsın. Orada, o en tehlikeli düşmanını bulacak ve ona hakimolmayı öğrenecektir. O, kendi gerçek benliğini bulacaktır. Orada o en hakiki dostunu, enbilge öğretmenini, en güvenli danışmanını - yine kendisini - bulacaktır. Orada o, Tanrı’nınsonsuz ateş olarak, tüm iyiliğin ve tüm gücün kaynağı olarak bulunduğu sunağı,kendisini bulacaktır. O, Tanrı’nın sessizliğin en derin yerinde bulunduğunu bilecektir. O,kendi içinde Kutsalların Kutsalı bulunduğunu görecektir. ............O - tıpkı ruhunun ve bedeninin iki ayrı şey gibi görünmesi gibi - iki ayrı şey gibigörünen Tanrı ile insanın sadece bilinçte olduğunu, ama gerçekte onların bir olduğunuidrak edecektir.........İsa, "Kapı BEN’im" dediğinde, bununla her ruhtaki BEN’İM’in -tanrı olan BEN’İM’inyaşamının gücünün ve birey vasıtasıyla ifade bulduğu- kapı olduğunu kastetmişti. BuBEN’İM tek bir ifade yoluna sahiptir; O fikir, düşünce, söz ve eylemle ifade edilir. Güç, öz,zeka olan bu BEN’İM Tanrı Varlığı’na bilinç tarafından form verilir. İşte bu yüzden, Üstat, "


O, imanınıza göre gerçekleşecektir" ve "İnananlar için her şey mümkündür" demiştir.6Şimdi biz görüyoruz ki tanrı ruhun içinde güç, öz ve zeka olarak - ya da ruhsal terimlerle,bilgelik, sevgi ve gerçek- olarak ifade edilir. Tanrı’nın sonsuz zihninde ve insandabulunan bilinç, zihinde tutulan kavram ya da inanç tarafından belirlenir. Formlarımızın,yani bedenin yaşlanıp ölmesine neden olan şey , Ruh’tan ayrı olduğumuz inancıdır.Ruh’un her şey olduğunu ve formun sürekli olarak Ruh’tan ifade edildiğini gördüğümüzde, o zaman Ruh’tan doğmuş ya da üretilmiş olanın Ruh olduğunu anlayacağız.Bu bilinçle gözler önüne serilmesi gereken bir sonraki büyük gerçek, her bireyin, tanrısalZihnin bir kavramı olduğundan, o zihinde kusursuz bir fikir olarak tutulduğudur. Hiçbirinsan kendisini düşünüp tasarlamak zorunda değildir. Biz kusursuz bir biçimdedüşünülüp tasarlandık ve daima Tanrı’nın kusursuz zihninde kusursuz varlıklar olaraktutulduk. Bu idraki bilincimize getirerek, tanrısal Zihin ile temas kurabilir ve böyleceTanrı’nın çoktan bizim için düşünüp tasarlamış olduğu şeyi - yeniden tasarlayabiliriz. Buİsa’nın "yeniden doğmak" dediği şeydir. O sessizliğin bize sunacağı büyük armağandır;çünkü tanrı-zihni ile temasa geçerek tanrı- zihni ile düşünebilir ; ve kendimizi,olduğumuzu sandığımız gibi değil, gerçekte olduğumuz gibi bilebiliriz.........Eğer doğru biçimde kullanılmazsa, yaratmak için kullanılan güç daima yok eder.....(...............)"Sessizlik güçtür. Çünkü biz zihinde sessizlik yerine eriştiğimizde, güç yerine - her şeyinbir olduğu, bir güç olduğu, tanrı olduğu yere - de erişmiş oluruz. ’sessiz ol ve Ben’im tanrıolduğumu (BENİM’in Tanrı olduğunu ) bil.’ Sözünün anlamı budur.


Dağılmış güç, gürültüdür. Konsantre olmuş güç, sessizliktir. Konsantrasyon (tüm dikkatinibir merkezde odaklama) yoluyla tüm kuvvetimizi bir kuvvet noktasına yönlendirdiğimizde,sessizlik içinde Tanrı ile temasa geçer, O’nunla ve dolayısıyla tüm güç ile birleşmişoluruz......7..." Tanrı Kendi kutsal tapınağındadır ; tüm dünya O’nun önünde sessiz kalsın" ...Biz ancak , dışarıdan içimizin sessizliğine döndüğümüzde, Tanrı ile bilinçli olarakbirleşmeyi umut edebiliriz. O zaman , O’nun gücünü kullanabileceğimizi idrak eder, veonu her zaman kullanırız. O zaman, O’nun gücüyle bir olduğumuzu biliriz.........Tanrı’nın tek güç, öz ve zeka olduğunu fark etmek ilk başta kafa karıştırıcı olabilir. Ama,insan Tanrı’nın gerçek doğasını idrak ettiğinde ve O’nu aktif bir biçimde ifade ettiğinde,bu gücü kullanabilecek. O, O’nun gücüyle her zaman - yemek yerken,koşarken, nefesalırken ya da önündeki büyük işi yaparken - bilinçli olarak temas kurduğunu bilecek.İnsan, Tanrı’nın daha büyük işlerini yapmayı öğrenmemiştir, çünkü o Tanrı’nın gücününbüyüklüğünü idrak etmemiş ve bu gücü kullanabileceğini anlamamıştır. Biz yüksek sesleboş tekrarlamalar yaptığımızda ya da çok konuştuğumuzda Tanrı bizi işitmez............Tanrı ile gizlice bağlantı kuran insan kendi içinden akan gücü, her arzusunungerçekleşmesi şeklinde hissedecektir...........İnsan bunu öğrendiğinde sakin, dengeli ve ağırbaşlı hale gelecektir. O her şeyidüşünüp, akıl süzgecinden geçirmeyi öğrenecektir. Eski fikirler dağılıp gidecek ve o yenifikirlere uyumlanacaktır...........Eğer insan büyük yabancıyı- yani kendisini - tanıyacaksa, bırakın o kendi küçük


tapınağına girip kapıyı kapatsın. Orada, o en tehlikeli düşmanını bulacak ve ona hakimolmayı öğrenecektir. O, kendi gerçek benliğini bulacaktır. Orada o en hakiki dostunu, enbilge öğretmenini, en güvenli danışmanını - yine kendisini - bulacaktır. Orada o, Tanrı’nınsonsuz ateş olarak, tüm iyiliğin ve tüm gücün kaynağı olarak bulunduğu sunağı,kendisini bulacaktır. O, Tanrı’nın sessizliğin en derin yerinde bulunduğunu bilecektir. O,kendi içinde Kutsalların Kutsalı bulunduğunu görecektir. ......8......O - tıpkı ruhunun ve bedeninin iki ayrı şey gibi görünmesi gibi - iki ayrı şey gibigörünen Tanrı ile insanın sadece bilinçte olduğunu, ama gerçekte onların bir olduğunuidrak edecektir.........İsa, " Kapı BEN’im" dediğinde, bununla her ruhtaki BEN’İM’in - tanrı olan BEN’İM’inyaşamının gücünün ve birey vasıtasıyla ifade bulduğu- kapı olduğunu kastetmişti. BuBEN’İM tek bir ifade yoluna sahiptir; O fikir, düşünce, söz ve eylemle ifade edilir. Güç , öz, zeka olan bu BEN’İM Tanrı Varlığı’na bilinç tarafından form verilir. İşte bu yüzden, Üstat," O, imanınıza göre gerçekleşecektir" ve "İnananlar için her şey mümkündür" demiştir.Şimdi biz görüyoruz ki tanrı ruhun içinde güç, öz ve zeka olarak - ya da ruhsal terimlerle,bilgelik, sevgi ve gerçek- olarak ifade edilir. Tanrı’nın sonsuz zihninde ve insandabulunan bilinç, zihinde tutulan kavram ya da inanç tarafından belirlenir. Formlarımızın,yani bedenin yaşlanıp ölmesine neden olan şey , Ruh’tan ayrı olduğumuz inancıdır.Ruh’un her şey olduğunu ve formun sürekli olarak Ruh’tan ifade edildiğini gördüğümüzde, o zaman Ruh’tan doğmuş ya da üretilmiş olanın Ruh olduğunu anlayacağız.Bu bilinçle gözler önüne serilmesi gereken bir sonraki büyük gerçek, her bireyin, tanrısalZihnin bir kavramı olduğundan, o zihinde kusursuz bir fikir olarak tutulduğudur. Hiçbirinsan kendisini düşünüp tasarlamak zorunda değildir. Biz kusursuz bir biçimde


düşünülüp tasarlandık ve daima Tanrı’nın kusursuz zihninde kusursuz varlıklar olaraktutulduk. Bu idraki bilincimize getirerek, tanrısal Zihin ile temas kurabilir ve böyleceTanrı’nın çoktan bizim için düşünüp tasarlamış olduğu şeyi - yeniden tasarlayabiliriz. Buİsa’nın "yeniden doğmak" dediği şeydir. O sessizliğin bize sunacağı büyük armağandır;çünkü tanrı-zihni ile temasa geçerek tanrı- zihni ile düşünebilir ; ve kendimizi,olduğumuzu sandığımız gibi değil, gerçekte olduğumuz gibi bilebiliriz.....9....Eğer doğru biçimde kullanılmazsa, yaratmak için kullanılan güç daima yok eder.....Tanrı’nın Göktaşları - Can DündarÖnceki gece, kutsal katında sıkkındı Tanrı...Dev aynasının karşısında oturmuş elindeki taşlarla oynuyordu.Yine böyle sıkıntılı bir anında yarattığı insanoğlu, başlıbaşına sıkıntı vesilesi halinegelmişti.Kulları aşağıda yoksul, yalnız ve mutsuzdu.Acı çekiyor, kan döküyor, eziyor, öldürüyorlardı.Sevgiden ziyade nefret kusuyor, sevaba değil günaha sarılıyorlardı.Şeytan, zulmün bayrağını dikmişti yerküreye..."Bıktım" diye mırıldandı Kainatın Efendisi, "...yoruldum asırlardır aynı filmi görmekten!Bilseniz kaç nesilde böyle kaç savaş, kaç yangın izledim ben".Kederle avucunda çevirdiği taşları, yerküreye doğru attı.Taşlar, karanlıkta alevli ışıklar saçarak süzüldü aşağı...* * *


Aşağıda umutla pencerelere üşüştü biçare Ademoğulları...Kainatın ışıkla dansı başlamıştı.Bu ışıltılı "yıldız yağmuru"na türlü çeşit manalar vehmettiler.Toprağa yan yana uzanıp gözlerini gökyüzüne diktiler ve kayan her yıldız için ayrı dilektuttular:"Sevdiğime kavuşayım" dedi biri, "Yoksulluktan kurtulayım" diye yalvardı öteki...Gökyüzünün "taş yağmuru"nu, yeryüzü "dilek yağmuru" ile yanıtladı sanki:"Acı çekmeyeyim", "Yalnız kalmayayım", "Mutsuz olmayayım".* * *Acı acı güldü Tanrı yukarıda..."Ah kullarım" dedi, "Buradan ne kadar da zavallı görünüyorsunuz.Göktaşları, gözyaşlarını dindirir mi sanıyorsunuz.Bu mu onca asırda yaratabildiğiniz uygarlık?Yağanın taş olduğunu biliyor, ama hala o taşlardan medet umuyorsunuz. Derdinizindevasını onlarda arıyorsunuz.Oysa attığım taşlardan duvarlar ören sizsiniz. Birbirinin önüne setler çeken siz...Alçakgönüllülük istedim sizlerden; gönülsüz davrandınız, geriye kala kala sadece alçaklıkkaldı"."Ah zavallı ümmetim" diye dertlendi Tanrı,"Yıldızlara baktığınız kadar, birbirlerinize baksanız çok daha mutlu olacaksınız.Benimle konuştuğunuz kadar birbirlerinizle konuşsanız, hiç de böyle yalnızkalmayacaksınız.Gökyüzünde arayıp durduğunuz çareyi kendinizde, birbirinizde bulacaksınız".* * *Sonra efkarla dev aynasına çevirdi yüzünü... Yalnızlığını savmak için onunla dertleşmeyebaşladı:10


"Onca kalabalıkta kendilerini yalnız sanıyorlar. Asıl ebedi yalnızlığa mahkum olan benim,bilmiyorlar" diye iç geçirdi.Aynada kendini süzdü uzun uzadıya...Sonra aşağıya baktı.Yeryüzünde çaresiz gözbebeklerinden uçsuz bucaksız bir samanyolu vardı.Milyonlarca çift göz, yalnızlığından kurtulmak için umutla kendisine çevrilmiş bakıyordu.Aniden aynasını çevirip dünyaya tuttu.Milyonlarca ışıltılı gözbebeği yansıdı göğün yüzünden...İnsanlar, gökkubbenin aynasında kendi gözbebeklerinin ışığını görüp, takımyıldızısandılar."Tanrım, bu ne mucizevi güzellik, keşke biz de yıldızların gibi ışıldayabilsek" diyerekhayran hayran dilek tutup duaya daldılar.Bulutlandı Tanrı’nın yüzü...Tuvalindeki resme kızan bir ressam gibi; çevirdi aynasını geri...Söndü gökkubbenin ışıkları...Sabah oldu.11Dünya’da İneceklere... -Düş Hekimi-Arkadaşlar, Dünya’ya yaklaşıyoruz; burada inecekler bebek bedenlerini giyip arkakapıya doğru ilerlesin!... Biliyorsunuz, hep yeni diyarlara - bambaşka yaşamlara sonsuzbir yolculuktayız. Her yeni yaşam sırasi gelen, birikimlerini götürüp, yeni birikimlerleburaya dönüyor ama “Dünya” sırası gelenler, burayla ilgili hiçbir şey hatırlamadan yeniyaşamlarına başlıyorlar.


Şu anda ufacık olan üzerinizdeki bedeniniz size bir tek orada lazım. Tepe tepekullanabilirsiniz tek kullanımlık bedeninizi ama lütfen kirletip, kiralayip dönmeyin sonsuzakadar kullanacağınız ruhunuzu.12Dünya’ya geldiğinizde hiç anlamı olmayan bir işte tüketebilirsiniz bedenizini,onu doyurmakta zorluk çekebilir, istemediginiz başka bedenlerin zevkine, emrinearmağan edebilirsiniz.Arzularınızı yanıtlayamayabilir bedeninizin bacakları, gözleri, pankreası; hatta ona çirkindamgası vurabilir kendisini güzel sanan dünyalı arkadaşları.Unutmayın ki sadece Dünya’lıktır; gıcır gıcır korusanız da orada kalacak giysiniz, buruhunuzun giriş - cıkış kapısı.Kocaman bir cebi vardır ruhunuzun ve doldurabildiğiniz kadar değerlidir Dünya yaşamınız.Çok özel, çok farklıdır buraya getirecekleriniz, bize öğretecekleriniz, başka diyarlaraberaberinizde götürecekleriniz.Nefret, kin dursa da yanı başında, bir tek orada tanışabilir ruhunuz aşkla - sevdayla;bunlar en unutulmazı yapar “Dünya’da geceni”, tüm yaşamlar arasında.Çok olsa da karışanı, bir tek orada birleşebilir eller, kalpler, dudaklar; bir tek oradagizemlidir geceleyin yanıp sönen yıldızlar.


Orada ödüldür güneşin yeniden doğusu, erken kalkılıp çıkılan yollar, Prag’a düşendamlalar.13Orada coşkuyla karşılanır yeni gelen yolcular, tarifsiz bir hüzündür aramıza uğurlananlar.Ön sıradan size el sallayan Barış Manço’ları, Jacques Cousteau’ları, Antoni Gaudí’leri ilegüzeldir oralar.* * *Çok kısadır Dünya’da geçireceğiniz ve bir daha asla dönemeyeceğiniz bu ödül süre.Getirebildiğiniz kadar bilgiyle, getirebildiğiniz kadar müzikle, getirebildiğiniz kadarsevgiyle, dört ışık yılı gözle bekliyoruz sizleri.Sakın hiç aşık olmadan gelmeyin; az sonra görüşmek üzere...Tanrı’nın Ayak İzleri - Ecclesiastes 3:1,4Adamın biri bir gece bir rüya görmüş, upuzun bir kumsal boyunca yanında Tanrı ileyürüyormus. Yerde daha önceden kalma ayak izleri varmıs. Adam ayak izlerinin kendisineait olduğunu fark etmiş... Ama bir çift daha ayak izi gördüğünde dikkat etmiş; bir çiftikendisinin bir çifti Tanrı’nın...Yolun çoğunda Tanrı’nın ayak izleri düzgün, tutarlı, nadiren tempo değiştirerekgidiyormuş. Ama adamın ayak izleri düzensiz bir zig-zaglar, durup başlamalar, etrafabakınmalar, çember çizmeler, ayrılıp geri dönmeler nehri şeklindeymiş. Yolun çoğu


oyunca bu şekilde gidiyor gibi görünüyormuş ancak yavaş yavaş adamın ayak izleriTanrı’nınkilerle daha hizalı hale gelmeye başlamış, kısa süre içinde tamamen paralel halegelinceye kadar... Adam ve Tanrı gerçek birer dost olarak yürüyorlarmış! Bu kusursuzgörünüyormuş ama sonra ilginç bir şey olmuş : Adamın önceleri kumda Tanrı’nınkilerinyanı başında iz bırakan adımları artık O’nun adımlarının "içinde" gitmeye başlamış. O’nundaha geniş ayak izinin içinde adamın daha küçük ayak izleri ile, adam ve Tanrı bir halinegelmekteymiş.Bu kilometrelerce devam etmiş ama adam, yavaş yavaş, derece derecebaşka bir değişikliği fark etmeye başlamış : Geniş ayak izlerinin içindeki daha küçükolanlar büyüyor gibi görünüyormuş... Nihayetinde fark kaybolmuş. Artık tek bir ayak izigrubu varmış.14Bu uzun bir süre böyle devam etmiş. Sonra birden ikinci ayak izi grubu tekrar ortayaçıkmış. Bu sefer çok daha betermiş durum! Her yerde zig-zaglar. Duruşlar. Başlamalar.Kumda dağınıklıklar. Türlü türlü ayak izi kalabalığı... Adam çok şaşırmış ve afallamış. Vesormuş :- Sevgili Tanrım, zig-zağlarla ve ufak ufak birbirine uymayla geçen o ilk sahneyianlıyorum. Yeni uyanıyordum, yeni yeni öğreniyordum. Ama sen fırtınanın içinde,yürümeye devam ettin ve seninle yürümeyi öğrenmeme yardım ettin.- Bu doğru.- ... Sonra, daha küçük ayak izleri Seninkilerin içindeyken, ben bilfiil Şenin adımlarınlayürümeyi öğreniyordum, Seni çok yakından takip ediyordum.- Çok güzel. Buraya kadar her şeyi çok güzel kavramışsın.


- ...Daha küçük ayak izleri büyüyüp Seninkileri doldurduğunda, sanırım, her açıdan seningibi olmaya başlıyordum.15- Kesinlikle- Peki, Tanrım, geri çekilme, ayrılma gibi bir şey mı oldu? Ayak izleri tekrar birbirindenayrıldı... ve bu sefer, ilkinden çok daha kötüydü!Kısa bir duraklama oldu ve Tanrı sesinde bir gülümsemeyle yanıtladı:- Ah... Bilmiyor muydun?... O dansettiğimiz zamandı... Her şeyin bir mevsimi vardır.Gözyaşı dökmenin bir zamanı, gülmenin bir zamanı. Yaş tutmanın bir zamanı,dansetmenin bir zamanı...Küçük Bir Ruhun Hikayesi"Günün birinde küçük ruh heyecan içinde Tanrıya gider ve ona "Ben kim olduğumubiliyorum" der.Tanrı, peki sen kimsin? der.Küçük ruh "Ben ışığım" der.Ve Tanrı, "Doğru, sen ışıksın!" der.Ruh bir an düşünür ve sonra "ama ben ışık OLMAK istiyorum."der.Tanrı, "Ama sen IŞIKSIN."der.


Ruh, "Işık olduğumu biliyorum, ama ışık OLMAK istiyorum. Işık olmayı kendimdeneyimlemek istiyorum. Kendi deneyimlerimle bilmek istiyorum." Der.16Tanrı, "Oh anladım, sen halihazırda olduğun şeyi deneyimlemek istiyorsun." der.Küçük Ruh, "evet, istediğim budur. Kendimi ışık olarak deneyimlemek istiyorum - sadecebilmek yetmiyor. Işık olmayı yaşamak istiyorum." der.Tanrı der ki, " bunu anlayabiliyorum, ancak bu çok zor bir iş. Çünkü yarattığım ışıktanbaşka bir şey yok ortada. Ve senin ışığın güneşin içindeki bir mum gibi. Sen ordamilyarlarca ve milyarlarca başka mumların arasındasın ve hepiniz birlikte güneşioluşturuyorsunuz. Bu mumlardan bir tanesi dahi olmasa güneş de olmaz. Işıklarınarasında ışığını fark etmek istiyorsun ki bu oldukça karışık bir bilmece.""İyi ama sen Tanrısın, bir çözüm bulursun." Der küçük Ruh. "Düşündüm ve buldum." DerTanrı. Kendini ışıkların içinde bir ışık olarak fark etmen imkansız olduğuna göre seni,senin olmadığın bir şeyle kuşatacağız. Birlikte senin olmadığın bir şeyi hayal edip senionunla saracağız ve bunun adını karanlık koyacağız. Seni bu karanlıkla saracağız. Senisenin tam zıddın olan bir şeyle sararak senin ne kadar parlak bir ışık olduğunudeneyimlemeni sağlayacağız."Küçük Ruh, "<strong>Tam</strong>am, ben karanlığı getirmeye razıyım, böylece ışık olabileceğim." dedi.Tanrı, "Bunu senin için istedim. Seni karanlıkla kuşatacağım ama kendini karanlıklakuşatılmış bulduğun an yumruğunu kaldırıp, göklere küfretme, sadece karanlığı


aydınlatan bir ışık ol ki gerçekten ışık olduğunu bilebilesin. Ve dokunduğun yaşamlarınhepsi de senin ne olduğunu bilebilsinler. İnsanların önünde parlamalısın ki onlar kendiışıklarının yansımalarını sende görebilsinler. Bunu sahip olduğun ilahi veçhelerin herhangibiri ile yapabilirsin. Şimdi yaşam formu içinde iken "ruh amacı" olarak seçtiğin veyaşamlar boyunca seçmeye devam edeceğin veçhelerimden herhangi birini dikkatliceseç. İyi ve akıllı bir seçim yap. Evet söyle bakalım önündeki yaşam için neyi seçiyorsun?"diye sordu.Küçük ruh büyük bir heyecanla, "herhangi bir veçhen olabilirim." dedi.Tanrı, evet ama bu senin seçimin olmalı, hangisi, diye sordu.Küçük ruh, yani önümüzdeki yaşam için, mutluluk, neşe, akıl, barış sevgi ya da bir başkaşey olabilir miyim, diye sordu.Haklısın, dedi Tanrı.Küçük ruh, seçtim diye bağırdı, seçtim. Ne olmak istediğimi , neyi deneyimleyeceğimiseçtim.Tanrı, evet dedi, bu senin için büyük bir gün çünkü sen bağışlamayı seçtin, senbağışlama olacaksın.Evet, evet dedi küçük ruh, olmak istediğim bu. Kendimi bağışlama olarak deneyimlemekistiyorum.17


Kulağa hoş geliyor dedi Tanrı. Yalnız bir sorun var. Ortada bağışlanacak kimse yok.!18Hiç kimse yok mu dedi küçük Ruh.Tanrı yanıtladı. "Etrafına bir bak. Senden daha az mükemmel, daha az parlak kimsegörüyor musun?"Küçük Ruh döndü evrenin dört bir yanından olan biteni seyretmeye gelen diğer ruhlarabaktı. Tek görebildiği hepsinin de en az kendi kadar mükemmel, parlak ve bütün olduğuidi. Etrafındaki bumükemmelliği gören küçük ruh, " etrafımda mükemmellikten başka hiçbir şeygöremiyorum. O zaman ben kimi bağışlayacağım? Benden daha az mükemmel olan tekbir varlık yoksa ortalıkta ben mükemmelliği nasıl deneyimleyeceğim?<strong>Tam</strong> o sırada bir ruh dostça kalabalığın önüne çıktı. " Üzülme, beni bağışlayabilirsin."Dedi.Küçük Ruh, sen kimsin diye sordu.Dost ruh, "Ben kalabalığın içinden herhangi biriyim, sadece bir adım öne çıkmayı seçtim.Sana önündeki yaşam süreci içinde bağışlanacak birisini temin edeceğim, sana öyle birşey yapacağım ki sen de bağışlamayı deneyimleyebileceksin.""Ne, ne yapacaksın? Nasıl yapacaksın?" diye sordu küçük ruh.


"Bir şeyler düşünürüz," diye yanıtladı dost ruh.19"Ama neden? Neden bunu yapacaksın, sen de en az benim olduğum gibi tam birmükemmeliyetsin, bir güzelliksin, ışığın parlak kişiliğinin simgesi olarak parıldarken, niyeböyle bir şey yapasın ki? Titreşimlerinin hızı sana öyle bir parlak kazandırıyor ki gözlerimikamaştırıyorsun. Bu titreşim düzeyini yavaşlatmayı istemeni anlayamıyorum. Böylekorkunç bir şeyi yaparak kendini niye ağırlaştırasın ki?"Çünkü, dedi dost ruh, Çok basit. Bunu yapacağım, çünkü seni seviyorum. Öyle şaşırmışbakma bana. Hatırlamıyor musun, sen de benim için aynısını yapmıştın. Bu kadar çabukmu unuttun? Bu dansı seninle birlikte, ikimiz daha önce de yaptık. Hatırlasana seninleher şey olduk. Yukarısına da çıktık, aşağısına da indik, soluna, sağına, öncesine,sonrasına gittik. Her şeyin iyi ve kötü yanları olduk. Her ikimiz de bir diğerimiz için birdiğer yanı oluşturduk. Mutlaka hatırlarsın, sen benim katilim, ben de senin katilin olmadıkmı? Hatırlasana.. Evet bir noktada haklısın. Titreşimi senin tanımladığın şekilde düşürmekhiç de kolay olmayacak. Kolay bir konu değil bu, ama olsun, ben de senden bir başkayaşam süreci için benzer bir şey isterim… yeter ki sen bağışlama olabil.’Ne istersen yaparım’ dedi küçük Ruh. Kendimin ne olduğunu öğrenmek için ne gerekirseyaparım. Söyle karşılığında ne istiyorsun?Dost ruh şöyle dedi: Sana vursam da, yüzüne tükürsem de, sana olabilecek en büyükkötülüğü yapsam da, aynı anda benim gerçekte kim olduğumu anımsa. Eğer beni şimdiolduğu gibi unutursan, ben de kendimi hatırlayamam. Daha da kötüsü sen de kimolduğunu unutursun ve ikimizde unuttuğumuz zaman bize bunu hatırlatacak birüçüncüye ihtiyaç duyarız...


Te ve To- Murat ÖZ20Pek becerikli, hamarat ve gururluymuş. Yazı yazar, makas tutar, çekiç sallarmış. Sütsağar, kova taşırmış. Kartopu oynar, çocuk sever, saç okşarmış. Düğünlerde parmaklarınışıklatır ritim tutarmış. Yeni tanıştığı elleri sıkarken güven verir, uzaklara gideceklere gülegüle dermiş. Kalbi kırık omuzlara dokunmaktan, ihtiyacı olanlara para vemektensakınmazmış. Mağrur bir elmiş Te. Kendi kendine yettiği için güvenirmiş kendine, gururduyar, büyük olduğunu hissedermiş...Bir de pek samimi olmadığı biri varmış hayatında Te’nin. To adında bir sol el. Arada sıradaTe’nin işlerine burnunu sokarmış. Yardımcı da olurmuş hani, ama bir işi bir başına adamgibi yapamazmış. Beceriksizmiş biraz...Sonra bir gün, nasıl olduğunu bile Anlayamadan, yere doğru düşerken bulmuş kendiniTe. Hemen öne doğru uzanmış düşüşü yavaşlatmak için. Etkili de olmuş ama bu aradayerdeki bir taş avucunun içini derince kesmiş. Hemen kalkıp toparlanıvermiş ama. "İyi,çok bir şey olmadı... Neyse ki güçlüyüm deçabuk iyileşirim" demiş...İşte o gün To gelmiş yanına, "Bak çok derin kesilmişsin, dur da yardım edeyim,temizleyeyim" demiş. Ama Te İstememiş: "Gerek yok, ben kendim temizleyebilirim!".Sonra To tekrar gelmiş: "Hala kanıyorsun! Bir bez sarayım avucuna". "İstemez" demişTe, "Ben kendim sararım bezi... Hem geçer birazdan"...Ertesi gün, kanaması durmuş ama canı çok yanıyormuş Te’nin. "Mikrop kapmış olabilir,


iyice bir temizleyip merhem süreyim avucuna... Hem masaj da yaparım", demiş To. AmaTe yine itiraz etmiş: "Hayır, iyiyim ben. Hem ihtiyacım olursa kendim sürerim merhem!"...21Bir ay geçmiş, ama Te’nin avucu iyileşmemiş. Artık güzel yazı yazamıyor, çekici sağlamcakavrayamıyormuş. Çocuklar Te’den uzak duruyor, ona ürkerek bakıyorlarmış. Kartopubile oynayamıyormuş çünkü soğuk batıyormuş avucuna iğne gibi. Dostu olan elleri eskisigibi güvenle sıkamıyormuş... Günün çoğunda duruyormuş öylece Te, küskün, kararmış,hasta, kendini işe yaramazhissederek... "O eski büyüklüğüm kalmadı", diyormuş... Bir hafta daha devam etmiş buböyle, ve sonra kapatmış gözlerini Te...Yardıma ihtiyacın olduğunda isteyecek kadar büyük olduğun için sağ ol...18 Aralık 2001Günübirlik kanatları kırılmış bir dosta yazılmıştır...DerlemelerYaş Üç Yolun YarısıAşağıdaki öyküyü, 90’ların başında Montrey, Californiya’da düzenlenen birStephen Levine atölyesinde katılımcılardan biri bizlerle paylaşmıştı :Genç bir çift terapistlerine üç yaşındaki kızlarından gelen hayli tuhaf buldukları bir ricaüzerine danışıyorlardı. Anne ikinci hamileliğinin sonlarına doğru gelirken, kızı tekrartekrar yeni gelmekte olan erkek/kız kardeşiyle yalnız konuşmak istiyordu.


Bu küçük kız normal ve ılımlı bir çocuk gibi göründüğünden ve evde iç-haberleşmedüzeneği olduğundan, terapist ve genç çift, yeni çocuk gelip işler bir düzeneoturduğunda küçük kızın isteğine izin vermenin olasıolacağına karar verdiler.22Yeni oğlan bebek bir kaç haftalık olduğunda, küçük kız annesine rica ettiği şeyi artıkyapıp yapamayacağını sordu. Anne kabul etti ve yatak odasına geçip iç-haberleşme’dendikkatle dinlemeye başladı. Kızlarının bebeğin yatağına yürüdüğünü ve yeni kardeşineşunları söylediğini duydular : "Bebek, bebek, lütfen... bana Tanrı’yı anlat! Unutmayabaşlıyorum!"MarangozYaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapımişinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmektasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmakihtiyacındaydı, ne var ki.Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir evdaha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığıişte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzemekullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. İşinibitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangozauzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye". Marangoz şoka girdi. Ne kadarutanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yaparmıydı!


23Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zaman da,yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendikurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklıyaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahtakoyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugünyaptığınız davranış ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar.Öyle ise onu akıllıca kurun.Coelho’dan...Tanrı, güneşi her gün yeniden doğurarak, bizi mutsuz kılan her şeyi değiştirmemiz içinzaman tanıyor bize. Oysa biz her gün, böyle bir zamanın bize bağışlandığını görmezdengeliyoruz, bugünün düne benzediği gibi, yarına da benzeyeceğini düşünüyormuş gibidavranıyoruz.Ama dikkatini yaşamakta olduğu güne veren kişi, o büyülü anın varlığını keşfediyor. Obüyülü an belki de sabah anahtarı kilide soktuğumuz dakikada, akşam yemeğini izleyensuskunluk sırasında, bize birbirinin benzeri gibi gelen bin bir şeyde gizli. Ama öyle bir anvar ve işte o anda yıldızlar tüm güçleriyle içimize doluyor ve bizi mucizelergerçekleştirmeye hazır hale getiriyor.Kimi zaman, üstesinden gelemediğimiz bir hüzne gömüldüğümüz izlenimine kaptırırızkendimizi. Yaşadığımız günün büyülü anının geçip gittiğinin, buna karşın hiçbir şey


yaşamadığımızın farkına varırız. Oysa yaşam, büyüsünü ve güzelliğini kendi içindegizlemektedir.24İçimizde yaşamayı sürdüren çocuğa kulak vermeliyiz. O çocuk, büyülü anın hangi anolduğunu bilir. Onun gözyaşlarını kolayca bastırabiliriz, ama sesini boğamayız.O çocuk, varlığını hep sürdürür. O küçücük çocuklara ne mutlu ki gökyüzü krallığıonlarındır.Yeniden doğmayı bilmezsek, yaşama, çocuk gözlerimizin saflığıyla ve heyecanıylayeniden bakmayı başaramazsak, yaşamımızın bir anlamı kalmaz.Canımıza türlü biçimlerde kıyabiliriz. Bedenlerini öldürmek isteyenler, Tanrının yasasınıçiğnerler. Ruhlarını öldürmek isteyenler de aynı şeyi yaparlar, onların işledikleri günahı,insanlar açık seçik görmese de.Yüreğimizde hala yaşayan çocuğun söylediklerine kulak verelim. Onun varlığından utançduymayalım. Yapayalnız bıraktığımız ve onu neredeyse hiç dinlemediğimiz için korkuyakapılmasına izin vermeyelim.Varlığımızın dizginlerini biraz olsun onun eline verelim. O çocuk, her günün bir sonrakigünden farklı olduğunu bilir.Yeniden sevildiğini hissettirecek biçimde davranalım ona. Onu hoşnut edelim - bu, alışıkolmadığımız biçimde davranmak anlamına gelse de, başkasının gözüne saçmalık gibigörünse de.İnsanların bilgelik taslamasının Tanrı katında delilik olduğunu anımsayalım.Ruhumuzdabarınan çocuğa kulak verirsek, gözlerimiz yeniden parlayacaktır.O çocukla temasımızı yitirmezsek, yaşamla yakınlığımızı da yitirmeyiz."


……………………..25En doğru şeyler, en yanlış şeylerin içinde saklıdır.EN DOĞRU ŞEYİ , EN DOĞRU KİŞİ ANLAR.BU YÜZDEN YANLIŞ ŞEYLERİN İÇİNDE SAKLIDIR.EN YANLIŞ ŞEYİN İÇİNDE EN DOĞRU ŞEYİN OLDUĞUNU BİLEN İNSANLAR VARDIR.ONU AÇAR AMA GÖREMEZLER.EN KARANLIK , EN AYDINLIĞI SAKLAR.……………………..Cömertlikte ve yardım etmede akar su gibi ol,Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol..Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,Hoşgörülülükte deniz gibi ol,


Ya olduğun gibi görün,26Ya göründüğün gibi ol....Mevlana……………………..Aydınlanma, bir ruhun bütün kabuklarından sıyrılmasıdır.Aydınlanma, ruhun özüne doğru yaptığı yolculuktur.Aydınlanma, içimizdeki tüm gerçeğe varmaktır,İçimizdeki gerçek O’nun sevgisi ve bilgisidir.……………………..Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum.Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum.Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum.Öyleyse ölümden korkmak niye?Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm,yada alçaldığım görüldü mü?Bir gün insan olarak ölüp,


ışıktan bir yaratık,rüyaların meleği olacağım.Fakat yolum devam edecek,Allah’tan başka her şey kaybolacak.Hiç kimsenin görüp duymadığı bir şey olacağım.Yıldızların üstünde bir yıldız olup,doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım.Mevlana27Ve yüce Budha dedi ki:‘‘Ne bildirilenlere yalnızca bildirildi diye,ne hadislere yalnızca saygın geçmişlerinden dolayı,ne yalnızca söylentiden ibaret olan söylentilere,ne yalnızca bilge kişiler yazdı diye bilge kişilerin eserlerine,ne bir esinlenme anımızda bize melekler tarafından iletildiğine inanmaya eğilimliolduğumuz hayallere,ne keyfi varsayımlardan çıkarılan sonuçlara,ne mantıksal-nedensel bir ilişki mevcutmuş gibi görünen şeylere,


ne de öğretmenlerimizin ve rehberlerimizin salt otoritesine inanmalıyız.28Ama eğer bir yazı, öğreti ya da bildirilen mesaj idrak eden aklımız tarafındanonaylanmışsa, o zaman ona inanmalıyız.’’Sonunda da şöyle özetledi: ‘İşte bu nedenle ben size, yalnızca duyduğunuzainanmamayı, aksine, idrakine vararak inanmayı ve bunun yüklediği tüm sorumluluğuüstlenerek davranmayı öğrettim.(Kaynak: H.P.Blavatsky, Gizli öğreti, III, Cilt, S. 401)Ol, Yap, Sahip OlBurada en önemli konu olmak ve yapmak arasındaki farkı anlamaktır. ’OLMAK’ Ruhunfonksiyonudur, ’Yapmak’ ise bedenin. Beden Daima bir şeyler yapar. Ya ruhunundoğrultusunda ya da ruhuna rağmen. Ruh, ne yapıyorsan yap, ne olduğunla ilgilenir.Çoğu kişi bir şeye sahip olduğunda (zaman, para, sevgi, eş, ev vb.), nihayet bir şeyyapabileceğini(kitap yazmak, hobileriyle uğraşmak, tatile çıkmak, ilişki kurmak gibi.) vebunu yaparak da bir şey olabileceğini (mutlu, huzurlu, doyumlu, aşık vb.) zannediyor. Butamamen yanlıştır. Çünkü evren yasası bunun tam tersi, OL-YAP-SAHİP OL, şeklindedir.Hiçbir zaman ’sahip olmayı’ ’olmaya’ çevirmez. Ama ’olanı’ ’Sahip olmaya’ çevirir.Bu nedenle önce, olmak istediğini, ’ol’ (mutlu, sevecen, bilge, huzurlu, doyumlu, aşık)Sonra bu olduğuna göre eylem ’yap’ (davran, yaşa) Sonucunda da, sahip olmak


istediklerine, davranışların sonucu, kavuşacağını görürsün. Bu yaratıcı süreci hareketegeçirmek istediğinde , Önce neye sahip olmak istediğine karar ver(seç), Ona sahipolduğunda, nasıl olacağını Düşün ve onu ’ol’. O halde kaynak ol. Kendinde neyideneyimlemek istiyorsan, başkalarına da onu ver. Başkalarına verdiğin şeyi kendineverdiğini hatırla. Çünkü sadece ’BİR’ var ve biz ’BİR’iz . Büyük sır budur. İlişkilerinde deaynı kuralı uygula. Başkalarının sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de onlara öyledavran.29Gezegenimizdeki tüm sorunlarımızın, tüm çelişkilerimizin, tüm zorluklarımızın, barışı vehazzı yakalayamamamızın kaynağı, bu basit gerçeği bir türlü anlayamamamızdır.Öğrenmek için de aynı yolu izle ve öğrenmek istediğin şeyi öğret. Öğretmek için, öncemükemmel olman gerektiğine inanma.-Kendin hakkındaki her küçük düşüncen ’BEN’i yadsımaktır.-Kendin hakkında söylediğin her aşağılayıcı söz ’BEN’i yadsımaktır.-Kendinle ilgili ’yeterli değilim’ rolünü oynadığın her davranış ’BEN’i yadsımaktır.Yaratıcılığın 3 aracını , Düşünce, Söz ve Eylem’i doğru kullanırsan, yaşamla mücadeleetmezsin. Düşündüğün, söylediğin her şey, şunu deklere eder, ’Ben buyum, kim olduğumbudur’Yaptığımız her seçimle, kendinizi tanımlıyorsunuz. Kürtaj sorununun, savaş sorunununveya sigara içme, et yeme, vb., sorunlarınızın yanıtı budur. Bu nedenle, ’Ne Yapmaya


çalışıyorum? en önemli sorudur. Konu ne kadar önemsiz olursa olsun sadece şu soruyudikkate alın, ’Bu gerçekten ben miyim? Kim olduğumun seçimi bu mu?’30Tanrı İle Sohbet - Neal Donald Walsch"Yaşam seçeneklerden ibarettir. Gereksiz ayrıntıları bir kenara bıraktığında her durumunbir seçenek olduğunu görürsün. Olaylara nasıl tepki vereceğini sen seçersin.“.......Rampana, yaşadığı köyde herkesin imrendiği biriydi. Her zaman neşeliydi veçevresine hep olumlu şeyler söylerdi. Birisi ona nasıl olduğunu sorduğunda: “Şahane...Daha iyi olamazdım” diye yanıtlardı. Adeta doğal bir motivatördü. Eğer köylülerdenbirinin başına kötü bir şey gelmişse Rampana ona, durumun olumlu taraflarına bakmasınısöylerdi. Rampana’nın bu tarzı beni çok meraklandırdı, ve bir gün Rampana’ya gidipsordum; “Anlamıyorum!” dedim şaşkın şaşkın “Her zaman nasıl bu kadar olumlu biriolabiliyorsun, etrafına neşe saçabiliyorsun? Bunu nasıl yapıyorsun?”.“Her sabah yataktan kalktığımda” diye başladı söze Rampana “kendime diyorum ki: ‘Bugün iki seçeneğin var, Rampana: ya iyi bir ruh halinde olacaksın ya da kötü bir ruhhalinde, seçimini yap.’ Ben de iyi bir ruh halinde olmayı yeğliyorum. Kötü bir şeyolduğunda, ya kendimi kurban olarak görebilirim ya da bu durumdan bir şeyöğrenebilirim. Ben de bir şey öğrenmeyi tercih ediyorum. Ne zaman birisi bana derdinianlatsa, onu sadece dinleyebilir, ya da hayatın olumlu taraflarını gösterebilirim. Ben deikincisini tercih ediyorum.”Hemen itiraz ettim: “Hayır bu kadar da basit değil”. “Evet” dedi, “bu kadar basit” ve


devam etti: “Yaşam seçeneklerden ibarettir. Gereksiz ayrıntıları bir kenara bıraktığındaher durumun bir seçenek olduğunu görürsün. Olaylara nasıl tepki vereceğini senseçersin. İnsanların senin ruh halini nasıl etkileyeceğini kendin seçersin. Nasıl bir ruh halıiçinde olacağını kendin seçersin. Hayatını nasıl yaşayacağın da senin seçimine bağlıdır.”31Rampana’nın söyledikleri üzerinde uzun uzun düşündüm ama bir türlü kendi içime budüşünceyi tam olarak yerleştiremedim ama çaba gösterdim doğrusu.Bir süre sonra ailemle birlikte uzak bir köye çalışmaya gittik. Köyden ve Rampana’danayrıldım. Hayat hakkında bir seçim yapacağım sırada sık sık onu ve hayata bakış şeklinidüşündüm.Bir kaç yıl sonra, Rampana’nın ciddi kaza geçirdiğini duydum. Köyümüzde ağaç fazlaolmadığından kışlık yakacak için yüksek dağların, uçurumların olduğu yerlere çıkmışlar.Yanlarındaki katır uçurumdan yuvarlanmasın diye uğraşırken kendisi aşağı düşmüş.Herkes olmuş olacağını düşünmüş ama onu almaya gittiklerinde yaşadığını görmüşler.Uzun süre baygın kalmış. Onu hemen doktor rahiplerin olduğu manastıra götürmüşler veuzun süre orada kalmış. Söylediklerine göre vücudunda kırılmadık kemik kalmamış.Rampana’nin geçirdiği bu kazadan bir yıl sonra onu gördüm. Kendini nasıl hissettiğinisorduğumda, “şahane” dedi yine gülümseyerek “daha iyi olamazdım, yara izlerimigörmek ister mıydın?” diye şakayla karışık elini yaralarının olduğu bölgeye tuttu. Teklifinireddettim, ama uçurumun dibine düştüğünde beyninden neler geçtiğini kendisinesordum. Rampana yanıtladı “İlk aklıma gelen şey yeni doğacak kızımın sağlığı oldu. Yerdeyatarken iki seçeneğim olduğunu düşündüm. Ya yaşayacaktım, ya da ölecek. Benyaşamayı tercih ettim”. Atıldım hemen. “Korkmadın mi? Bilincini kaybetmedin mi?” diye


sordum. Rampana devam etti: “Beni uçurumdan kurtarmaya gelenler manastıragidinceye kadar bana sürekli düzeleceğimi söylediler. Fakat manastıra getirildiğimde,halimi gören rahiplerin ve doktor lamaların yüzlerindeki ifadeyi görünce gerçektenkorktum. Gözleri adeta benim öldüğümü haykırıyordu. O anda bir şeyler yapmamgerektiğini anladım.” “Ne yaptın?” diye sordum şaşkın bir merakla. Rampanakonuşmasını sürdürdü: “iri cüsseli bir lama zihnimi uyanık tutmamı sağlamak için süreklisorular soruyordu. Bir ara nelerin beni rahatsız ettiğini sordu. “Gördüğünüz gibiyerçekimi beni acayip rahatsız ediyor” diye bağırdım. Gülüşmeleri üzerine onlara dedimki; ben yaşamayı seçiyorum. Beni ölü biri gibi değil canlı birisi gibi tedavi edin! Lamalarrahatlamış adeta daha da güçlenmişlerdi”.32Rampana hem doktor lamaların yeteneği, hem de inanılmaz olumlu tavrı sayesindeyaşamayı başardı. Her gün hayatı dolu dolu yaşamak için seçme hakkımız olduğunuondan öğrendim. Yaşama olan tavır ve bakış açımız her şeydir. Çok acı çekmiş amagelişmiş bir ruha sahip bir batılı peygamber ve güçlü bir öğretmenin de dediği gibi “yarıniçin üzülmeyin, bırakın yarın kendisi için üzülsün. Her geçen günün kendine yetecekkadar derdi zaten vardır” ve ben diyorum ki “zaten bugün dediğimiz, dün kaygılandığınızyarın değil mi?..”Zigo ZoshanSimurgRivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşarve her şeyi bilirmiş...


Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasındaher şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortadagörünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler......Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş.Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikteSimurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.33Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş.Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğruuçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;baykuş yıkıntılarını özlemiş,balıkçıl kuşu bataklığını.Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusuYedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı’na vardıklarında


geriye otuz kuş kalmış.34Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki;"SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş.Simurg Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bileuçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimiziyakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda,tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...Işığa DoğruBir grup arıyla sineği bir şişeye koyuyorlar. Şişenin taban tarafını ışığa doğru, açık olanağız kısmını da karanlığa doğru yerleştiriyorlar. Arıların hepsi ışık olan tarafa doğruüşüşüyorlar. Ama şişenin tabanı cam ve onların da yabancısı olduğu bir maddeolduğundan çıkmayı başaramıyorlar. Bu arada sinekler, şişenin ağzına doluşuyorlar vekaranlıkta dışarı çıkıp kayboluyorlar. Ağzı açık olan şişeden karanlık tarafa doğru tek birarı bile gelmiyor. Camın önünde ışığa doğru çabalarına devam ediyorlar. İnsanın aklınahemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor. Ancak daha derinlemesine düşününce,karşımıza bir anıt gibi dikilen gerçek çok farklı oluyor.


Çok basit gelen bu deney beni oldukça düşündürdü. Arıların ne kadar akıllı varlıklarolduğunu hepimiz biliyoruz. Sinekler ise malum hayvanlar. Arılar ne kadar temizse adıüstünde, sinekler de o kadar iğrençtirler. Arılardan korkarız bizi sokarlar diye ama,sineklerden midemiz bulanır.35Evet, ışığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır kuşkusuz. Onlar,engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyenlerdir. Ne tür engel olursa olsun önlerinde,çabalarını sürdürenlerdir. Ve bu uğurda da gerektiğinde ölebilenlerdir. Yürek, azim,sevgi, ilkeler, dürüstlüktür bunu yaptıran. Kendine saygı, yasadığı topluma saygıdır.Sinekler, karanlıkta sıvışan kaçaklardır. Karanlığa yürüyenlerdir. Karanlık düşüncelerdir.Şişenin ağzının karanlığa bakmasının onlarca hiç bir önemi yoktur . Sinsi, ilkesiz,yüreksiz, korkak varlıklardır. SADECE Kendi yaşamları söz konusudur. Nerede yemekvarsa, nerede rahat yasayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler.Onlar için karanlık olması önemli değildir açık ağızların.Arıyı kovalamak isterseniz savaşır. Engellere aldırmaz. Amacı sadece ışığa ulaşmaktır.İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır. Ve değerleri için ölür.Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler kovaladığınız yere.Yemeklerinize, kollarınızın üstüne tünerler. Pis ayaklarıyla ezerler yaşadığımız her yeri.Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar. Oysa sinekler her yere yumurtlar, heryerde ürerler. Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.ENGELLERE RAĞMEN IŞIĞA YÜRÜYENLERE, IŞIĞA ULAŞMAK İÇİN ÇABALAYANLARA, IŞIK


SAÇANLARA SEVGİLER36"Bir gün insan virgülü kaybetti;O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı. Cümleleribasitleştikçe, düşünceleri de basitleşti.Bir başka gün ise, nida işaretini kaybetti. Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmedenkonuşmaya başladı. Artık ne bir şeye kızıyor ne de bir şeye seviniyordu. Üstelik hiç birşey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.Bir süre sonra, soru işaretini kaybetti ve soru sormaz oldu. Hiç bir şey ama hiç bir şeyonu ilgilendirmiyordu. Ne kainat, ne dünya, ne de kendisi umrundaydı.Bir kaç sene sonra iki nokta üst üste işaretini kaybetti ve davranış sebeplerini,başkalarına açıklamaktan vaz geçti.Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı. Kendine has tek düşüncesiyoktu, yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.Son noktaya geldiğinde, düşünmeyi ve okumayı unutmuştu zaten. "A. KAVEVSKI


37Uruatu/ Krişnamurti’den"17. yüzyılın ortalarına doğru Madagaskar içlerinde yol alan iki misyoner Woods ile Blake,dönüş yolculuğu sırasında yedi yaşlarında bir yerli çocuğa rastlarlar. Urutau adlı çocuğuda İngiltere’ye beraberlerinde götürmeye karar verirler.Urutau, o zamanın en iyi okullarında eğitilir, Latince ve Yunanca öğrenir. Bir İngiliz gibiyetişir. Görünüşte son derece uyumludur, zekidir... Otuz yaşına geldiği gün ortadankaybolur... Geride küçük bir defter bırakmıştır."Çocukluk evresini aşamadım. Sizin çocuklarınız bile benden daha olgun doğuyorlar. Bunasıl oluyor anlamıyorum. İçimde ne iyilik var, ne de kötülük. Ne suçluluk duyuyorum, nede gurur... Bütün öğrettiklerinizden bir şey anladım. Nedir diyeceksiniz öğrendiğin. Basit,ben sizlerden farklıyım. Mesela sözcükler... Sizinki de dahil olmak üzere -benim fakir dilimide eklersek- dört dil biliyorum ama kelimelere güvenmiyorum. Burada her şeyindeğişmez bir adı var. Oysa hatırlıyorum, benim ormanımda, sözcükler, mevsimlere,güneşe, geceye, yağmura göre değişirler... Görmüyor ve fark etmiyorsunuz...Örneğin şu karşıdaki elma ağacı, onu gördüğümden beri kaç isim değiştirdi... Siz şimdiningeleceği değiştirdiğini varsayıyorsunuz...Bence yanılıyorsunuz... Gelecek şimdiyi henüz var olmayan ise var olanı belirliyor...Siz dünyaya sizden ayrı bir şeymiş gibi bakmaya alışmışsınız... Ben bir şeyi görürkenkendime bakıyorum oysa, kendimi görmek için bakıyorum... Ben kendi kendiminlabirentiyim.


38Hayatımı ölüme göre tasarlamayı yeğliyorum... Ölüm benim arkamdan gelmiyor, benölümün peşi sıra gidiyorum...İyiliği reddediyorum... İyilik, çocukluğun kutsal krallığını yasaklamakla eş bir şey, benimiçin... Şiddet ve kötülük ahlak düzeniniz gereği hapsedildikçe hayat saf bir lütuf olmaktançıkıveriyor... Niye anlamıyorum, hayatı düzenlemeye, onu kötülükten ayrıştırmaya budenli çaba harcıyorsunuz... Lanetleyip yeryüzünden kovduğunuz her şey sizi hastaedecek...Çocukluğu ayrı bir dünya olarak gören uygarlığınız, rastlantıyı, oyunu ve hatayıreddediyor... Kendine egemen olmak; eğitiminizin özü bu... Her çocuğun içine bir bekçiköpeği yerleştiriyorsunuz, ve o köpek ölene kadar o insanı gözlüyor... Her uygunsuzharekette ya da düşüncede köpek çocuğu ısırıyor... Sizin toplumunuzda yaşamak içinolmazsa olmaz bir kural var: Suçluluk duygusu... Sizin bekçi köpeğinizin adı bu...Ben masum olmak istemiyorum... özgürlüğümü, kötülük özgürlüğümü istiyorum... İyilikkabullenmektir...Henüz ahlakınızın erişmediği ormanıma geri döneceğim, içimdeki köpeği zehirleyecekkara büyüler sadece orada..."Krişnamurti’den...Bilmem hiç sabahın erken saatlerinde güneşin sudaki yansımasını ilgiyle izlediniz mi?


Nasıl olağanüstü bir yumuşaklığı vardır ışığın ve nasıl karanlık sular kımıl kımıldır.39Ağaçların üzerinden gördüğünüz Çoban Yıldızı gökteki tek yıldızdır. Hiç böyle şeylerleilgilendiniz mi? Yoksa günlük işlere kendinizi öyle kaptırmış olduğunuzdan uğraşlarınızdaha ağırlıklı bir yer tuttuğu için bu dünyanın onca güzelliklerini unuttunuz ya da hiçtanımadınız mı?Bir kimseyi sevmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bir ağacı, bir kuşu ya dabakıp gözettiğiniz bir evcil hayvanı sevebilir mısınız? Size hiç bir karşılık vermesegölgesinden de yararlanmasanız, arkanızdan da gelmese size bağımlılık da duymasagene de sevebilir mısınız?Çoğumuz böyle bir sevgiye kapalıyız, çoğumuz bu biçimde sevemeyiz çünkü sevgi bizimiçin her zaman kaygıyla, tedirginlikle, kıskançlıkla, korkuyla çevrelenmiştir. Yalnızca sevipsevgiyi orada bırakmak istemiyoruz, sevip de sevmekle yetinemiyoruz, sevgimize birkarşılık bekliyoruz. Bu isteğimizle de başka bir kimseye bağımlı olmuş oluyoruz. İştebunun için sevin ve bununla yetinin. Sevgi bir tepki değildir. Eğer siz "Beni severseniz,ben de sizi severim," diyorsanız bunun adına ticaret derler, alış veriş derler.Sevmek karşılık beklememektir.Dünyayı Düzeltmek/ Krişnamurti’denBir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanınyorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evdeoturacağını düşündü.


<strong>Tam</strong> bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.Baba oğluna söz vermişti. Bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmakistemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarakdağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı veoğluna “eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim” dedi. Sonradüşündü; “oh be kurtuldum... en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayıakşama kadar düzeltemez.”40Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi. “Baba haritayıdüzelttim artık sinemaya gidebiliriz” dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi.Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk:“Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı” dedi... “İnsanı düzelttiğim zaman,dünya kendiliğinden düzelmişti”İki Küçük RuhAnne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş.Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmayabaşlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat,güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış:"Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey bekardeşim!"


Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağıneymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordonçıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenipbüyütüldüklerini tespit etmişler.41"Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyigönderiyor."Artık aylar birbiri ardınca geçiyor. İkizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle "yolun sonu"nayaklaşıyormuş. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayıterk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar.Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar.Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş:"Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?"Öteki daha sakın aklı başındaymış. Üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman onayetmiyor; duyguları daha geniş bir alemi arzuluyormuş. O cevap vermiş:"Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor."Ve eklemiş: "Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.""Ama ben gitmek istemiyorum." Diye haykırmış kardeşi. "Hep burada kalmak istiyorum."


"Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır."42"Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?" Diyecevaplamış öteki. "Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misinbana?.. Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisigeri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söyleşin... Hayır bu her şeyinsonu olacak."Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş:"Hem belki de anne diye bir şey yok!""Olmak zorunda " diye itiraz etmiş kardeşi. "Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz,nasıl hayatta kalabiliriz ki?""Sen hiç anneni gördün mü? Diye üstelemiş öteki. "O belki de sadece zihinlerimizde var.Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk."Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.Sonunda doğum ani gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka birdünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.....


Ayna43Dünyanın başlangıcında ilk insan topluluğunun masalı bu.İkizler ülkesi.Bu ülkede sadece ikizler bulunurdu. Her ailenin mutlaka ikizleri olurdu. Bunlardan biriiyiydi, içinde biraz kötülük bulunurdu ve diğeri kötüydü, içinde biraz iyilik bulunurdu. Budengenin bozulmamasına dikkat ettikleri için oldukça mutlu, birbirleriyle barışıkyaşarlardı. Ama krallıkta asla iyi kötü kavramları kullanılmazdı.Ülke barış içindeydi ama yönetim halkın alıştığı gibi ikizler tarafından yönetilmiyordu. Ufakbir aşk hatası yüzünden ülkeyi yöneten TEK bir kral vardı.Kralın hikayesi şöyledir:Ülkeyi iyi kral ve kötü kral yönetirmiş. Aralarında bir anlaşmazlık yokmuş ama evlilikleriülke geleneklerine göre oldukça sıra dışı ve sorunluymuş. İyi kralla iyi kraliçe, kötü krallakötü kraliçe evliymiş. Bu ülke için imkansız olanı yaratmışlar. Tüm denge bozulmuş. Her ikiailenin de tek çocuğu olmuş. Biri iyiliğe adını verebilecek kadar iyi, diğeri şeytanısüründürecek kadar kötüymüş. Bunlar kuzen olmalarına rağmen ikizlermiş.Yıllarca pek sorun çıkmadan iyi kralın elinde yönetilmiş ülke. Ama kötü kuzen her zamantetikte bekliyormuş. Bir gün krallıkta isyan çıkmış. Nedeni: yeni moda bir adetmiş; orijinalolmak. İkizler günlerce, neden sen benim gibisin? Niye benim giydiklerimi giyiyorsun?Diye kavga ediyorlarmış. Sonunda kral halkını toplayıp bir konuşma yapmaya kararvermiş. Toplamış halkını meydana ve tarihi bir hata olan konuşmasını yapmış.


- “Sevgili halkım lütfen birbirinize iyi ve hoşgörülü davranın.”İşte o an kıyamet kopmuş. İyiler; “ iyilik erdemdir. Herkes nasıl iyi olur?” diye, kötülerse;“bizden nasıl iyi olmamızı beklerler?” diye isyan etmişler. Fırsat bu fırsat kötü kuzen iyikralı devirmiş ve tahta geçmiş. İsyanlar devam ederken kötü kral bir icadını çıkarmışortaya: “bir ayna”.Halkını meydana toplamış ve icat ettiği şeyi tanıtmaya başlamış.44- “Sevgili halkım, bu bir aynadır. Cama benzer ama arkası görünmez. Şimdi size sadecedüz beyaz bir cam gibi görünen bu şeyin içi dolunca görüntüler meydana gelecek.”Demiş.Halk heyecan içindeymiş. Kötü kral haince bir kahkaha atmış ve ordusuna bütün iyileritoplayıp aynalara hapsetmesini söylemiş.İşte o gün bu gündür insanoğlu sonsuz kötülüğe mahkumdur. Aynaya her baktığında iyiyüzünü ona gülümsüyor bulur.KUTLU İNSAN / Chuang TzuÖyle ise doğru bilginin varlığı, ancak kutlu insanın varlığına bağlı. Peki ama nedir kutluinsan?Eski devirlerde kutlu insanlar, bilgileri ile baş başa kalmaktan korkmazlar,kahramanlıklara girişmezler, planlar kurmazlardı. Bu yüzdendir ki, başaramazlarsayerinmezler, başarırlarsa övünmezlerdi. Bu yüzdendir ki, başları dönmeden enyükseklere çıkabilirler, ıslanmadan suya dalabilirler, yanmadan ateşi geçebilirlerdi. Bu


yüzdendir ki bilgileri, ’her şey olan’ la uyumla yükselirdi.45Eski devirlerde kutlu insanlar, uyurken karabasan görmezler, uyanıkken korkuduymazlardı. Yedikleri basit, solukları derindi. Kutlu kişi nefesini topuklarından alır, basitinsanın ise soluğu boğazında kalır, sözcükler gerilim içinde ve zorlukla, kusar gibi fırlaronun ağzından. Tutkular ne kadar derinse, gerçek benliğinin yaşam gücü de o denlizayıftır.Eski devirlerde kutlu insanlar, doğuma sevgiyle, ölüme nefretle bakmazlardı. Onlar içinbaşlangıç sevinmek için, geri dönüş ise üzülmek için bir neden değildi. Gelişleri telaşsız,gidişleri telaşsızdı. Kaynaklarını gözden yitirmezler, sonlarına erişmede acele etmezlerdi.Yazgılarını olduğu gibi kabul eder, mutlu olurlar ve sonunda da kaygısız göçer giderlerdi.Böylece bilinçleri ile ’olan’ı çarpıtmazlar, insan olarak doğanın akışına yardımcı olmayakalkışmazlardı. İşte budur kutlu insan.Bu yüzdendir ki, yürekleri sağlam olurdu onların, yüzleri korkusuz, alınları kırışıksızolurdu. Yürekleri ısınmazsa, bu, kışın soğuğu değil, güzün serinliği olurdu. Yürekleriısınırsa, bu, yazın sıcağı değil, baharın ılıklığı olurdu. Duyguları kişisel tutkulardan uzaktıdört mevsim gibi. Her bir varlığa ona uygun şekilde davranırlardı ve kimse bilmezdionların benliklerinin derinliğini...Bu yüzdendir ki, her kim ki dünyayı değiştirdiğine sevinirse, gerçekten kutlu kişi değildiro. İnsanlara sevgi ve bağlılıkla yönelirse, gerçekten iyi değildir o. Etkisi zamana bağlı ise,gerçekten büyük değildir o. Mutluluk ve mutsuzluğun ötesinde değilse, gerçekten yüceruhlu değildir o. Şan uğruna canını yitirirse, gerçekten yiğit değildir o. Ve özveriyle canınıda verse, yerinde yapmayı bilmiyorsa bunu, yine de insanlığa hizmet etmiş olmaz. Eski


devirlerde öyle kişiler de vardı ki, özverileriyle ün yapmışlardı. Oysa bunlar yalnızcabaşkalarının tutkularını doyurmaya çabalamışlar, bu sırada kendileri için çok gerekli olanşeyleri ise göz ardı etmişlerdir.46Eski devirlerde kutlu insanlar diğer insanlara karşı görevlerini yerine getirirlerdi, amaonları dostluğun bağı ile kendilerine bağlamadan. Alçakgönüllüydüler ama dalkavukluketmeden. Kişilikliydiler, ama "dünyanın merkezi benim" demeden. Ayrıntılarayakalanmazlardı, ama kimseye tepeden bakmadan. Neşeli, dost, güleçtiler, ama yine degeride kalır, çevreleriyle ilişkiden olanağınca kaçınırlardı.Bu insanlar bizi kendilerine çeker, yüreğimize işlerler; onların varlığının etkisi ile bizim deyüreğimiz pekişir. İçinde yaşadıkları çağın kurallarını hor görmez, onlara eksiksiz uyarlar.Yüreklerini açmaz, gururla içlerine kapanık yaşarlar. Konuşurken sözlerini tutumluharcarlar; çoğu kez gözlerini indirir, sözlerini unuturlar...Halil Cibran’dan "Vermek"Sonra, varlıklı bir adam konuştu: "Bize vermekten bahset."Ve o cevap verdi:"Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz;Sonra, varlıklı bir adam konuştu: "Bize vermekten bahset."


Ve o cevap verdi:47"Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz;Gerçek veriş, kendinizden vermektir.Çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız olabilir diye saklayıp koruduğunuz şeylerdenibaret değil mi?Ve yarın, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini, iz bırakmayan kumlaragömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka bir şey değil midir?Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzlukgöstermez mi?Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu gösteriş isteyen gizli arzuları içinyaparlar, ki bu da armağanlarını yararsız kılar.Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler. Bunlar hayata ve hayatındefinesine inananlardır, ve kasaları hiç boş kalmaz.Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.


Bazıları ise ızdırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.48Ve bazıları vardır ki, ne vermenin açısını hissederler, ne sevinç ararlar, ne de birerdemlilik düşüncesi taşırlar;Onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser.İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederekvermek çok daha anlamlıdır.Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç getirir.Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.Öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yaşayın..Çoğunlukla söyle dersiniz:’Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.’Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.


Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.49Kryon"Bilge olanlarınız, gezegeni yükseltecek gerekli enerjiyi yaratmak için, en muktedir olanlarınsınavlardan geçeceklerini anlayacaklardır. Siz İnsanken artık hiçbir zorluk yaşamayacağınız nihaive sihirli bir düzlüğe erişeceğiniz bir zaman asla gelmeyecektir. Bazılarınız tüm sorunların vezorlukların biteceği bir mutluluk yerine ulaşmak üzere bir sınavlar merdivenini tırmanmaktaolduklarını düşünüyorlar, Dinleyin: Buraya geliş amacınızı hatırlıyor musunuz? Bu amaç gezegenintitreşimini yükseltmekti! Siz buraya çalışmak için geldiniz ve bu zorluklar merdivenini tırmanarakgezegenin enerjisini yükseltiyorsunuz. Manyetik ayarlamanın, bu yeni çağ’ın tüm diğer aletleriylebirlikte yaptığı şey size bu sorunlardan kaçmak değil, onları çözme yeteneği ve gücü vermesidir;ve o merdiveni kim bu aletlere sahip bir bilge varlıktan daha iyi tırmanabilir..."* * *"...Kryon, kendimi duygusal olarak çok huzursuz ve rahatsız hissediyorum," diyor bazılarınız."Sabah kalktığımda, ne olacağını bilmiyorum. Her şey yolunda görünüyor, ama ben yine dekendimi huzursuz hissediyorum.Yaşamım belirsizlik içinde. Ne yöne gitmem gerektiğini berrak bir biçimde göremiyorum. Nereyegitmekte olduğumu bilmiyorum. Duygularım da sık sık karışıyor, alt üst oluyorlar. Sanırım, bir bilinçdeğişimi yaşıyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum. Bu bazen beni depresyona sokuyor ve bazen


de sadece yorgunluk hissediyorum. Ben gerçek ben değilim. "Sevgili varlıklar, bu sürecin size nasılbir duygu verdiğini bilmediğimizi mi sanıyorsunuz? Biliyoruz. Bilinç yenilenmesi bir zaman alacaktır,bu yüzden sizden sabırlı ve sakin olmanızı ve bu hissi kutlamanızı istiyoruz. Bu bir zaman alacaktır.Siz bir aciliyet duygusu hissediyorsunuz, ama bu bir zaman alacaktır! Birçoğunuz daha yüksek birdüzeyde titreşiyorsunuz ve bu titreşim sizin huzursuzluk hissetmenize yol açmaktadır. Siz biraciliyet duygusuyla şunu ya da bunu yapmanız gerektiğini ve onu çabuk yapmanız gerektiğinihissediyorsunuz. Bu böyle değildir. Bunun zamanı vardır. Böylece biz sizden bu hissi kutlamanızıistiyoruz. Şunu bilin ki, bu yenilenme -eşzamanlılığın siz bir soru sorduğunuzda ortaya çıktığı- biraşamaya eriştiğinde, siz de istediğiniz yanıtları alacaksınız. Onlar hak edilmiş, farkındalığınıztarafından yaratılmış, dolayısıyla sizin tarafınızdan tasarlanmış olacaklar. Ve o zamana dek, sakinolun. Yenilenmeyi tanıyın ve onu bir dost olarak karşılayın. Sizi sabahları kendinizi bir gariphissettiğinizde kendi kendinize şöyle söylemeye davet ediyorum: "Merhaba depresyon. Merhabahuzursuzluk. Seni tanıyorum, ben değişiyorum, çünkü buna niyet ettim. Bu değişimi tamamlananadek kutlayacağım..."Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecekşeyleri de hak eder.Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan da birbardak şu alabilir.Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve güvenden daha büyük birdeğer var mıdır?Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak gururlarını korunmasızca ortaya50


seriyor, sonra da onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını utanmasız olarakdeğerlendiriyorsunuz?51Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün.Çünkü gerçekte her şeyi veren hayattır ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde,sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize ne de size verene birboyunduruk yüklememek için, hiç bir minnet hissi taşımayın.Bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin;Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak, annesi özgür yürekli dünya, babası evrenolan cömertlik olgusundan şüphe etmek demektir..."Bacon’dan.. Bilge Görünmek ÜzerineFransızların göründüklerinden daha bilge oldukları, İspanyolların ise olduklarından dahabilge göründükleri düşünülür genellikle.Uluslar arasındaki ayrım şöyle dursun, bu konuda kişiler arasındaki ayrımın büyüklüğü şugötürmez kesinliktedir. Bir havarinin dini bütünlükten söz ederken: "Görünüşte dinibütün geçinirler, ama dinin gücünü benimsemezler."(Kutsal Kitap, 2. Timotheus III, 5)dediği gibi, doğru düzgün hiçbir şey yapacak yetenekle olmamakla birlikte, gene de


ilgiçlik satan kimseler vardır: "Magno conatü nugas". ("Ivır zıvır şeylere büyük çabaharcarlar." Terentius, Özünün Celladı III, 5, 8.)52Bu bilgiçlik budalalarının çabalarını, dümdüz yüzeyleri derin geniş nesnelermiş gibigöstermek için nasıl ayna oyunlarına giriştiklerini görmek, her aklı başında insanıgüldürecek, taşlamalara konu olabilecek bir şeydir. Kimileri öyle çekingen öylesakıngandır ki satılık mallarını ancak alacakaranlıkta ortaya çıkarır, yoksa hep birazuzakta kalmak isterler. Pek anlamadıkları bir konu üzerinde konuştuklarını içlerindenbilseler de, başkalarına konuyu iyi biliyormuş da pek konuşmak istemiyormuş gibigözükmek isterler. Kimileri de bakışlardan, el kol sallamalardan yardım umar, buişaretlerle bilge görünmeye çalışırlar; tıpkı Çiçero’nun Piso için, yanıtlarken bir kaşınıyukarı kaldırıyor, bir kaşını da çenesine indiriyordu demesi gibi: "Peşpondes, altero andfrontem sublato, alterum ad mentum depresso süpercilio, erudelitatem tıbı non placere.("Kasinin birini alnına kaldırıp ötekini de çenene sarkıtarak zorbalığın dostu olmadığınısöylüyorsun bana." Çiçero, In Pisonem, VI)Kimisi de kocaman sözlerle, kararlı bir görünüşle çevreyi etkilediklerini sanırlar. Dahabaşkaları, kafalarıyla erişemedikleri her şeyi hor görüyormuş küçümsüyormuş gibidavranır, üzerinde durulmaya değmez diye geçer, bilgisizliklerini bir yargı gibi göstermekisterler.Kimileri de hep incelikleri arar, kılı kırk yararak göz boyarken gerçek konuyu gürültüyegetirirler. Bunlar için A.Gellıus: "Hominem delirum, qui verborum minutıış rerum frangıtpöndera" ("Usta söz cambazlıklarıyla konuların ağırbaşlılığını bozan budala biri." AulusGellıus, ikinci yüzyılda ilkçağ yazarlarından yaptığı Noctes Attıcae adli unlu derlemesiyletanınır. Ancak bu alıntının ondan değil de Quintilianus’tan olduğu söyleniyor.


Quintilianus, Seneça için söylemiş bu sözü.) Bu konuda Platon da Pratagoras’taProdicus’a baştan sona kılı kırk yaran inceliklerle dolu bir söylev çektirir. (Protagoras357.)53Bu tür insanlar karar anlarında çoğunlukla karşıt bir tutum takınır, karşı çıkmakla,güçlükleri sözde önceden söylemekle önem kazanmaya çalışırlar; çünkü bir yargıyayanlış denirse her şey biter, ama doğru denirse üzerinde kafa yormak gerekir. Böyleuzlaşmaz bir bilgiççe tutum her önemli iş için gerçek bir çelmedir. Kısacası, top atmışhiçbir tüccar, hiçbir gizli yoksul, varlıklı görünmek amacıyla, bu boş insanların yetenekligeçinmek için çevirmek zorunda kaldıkları bunca dalavereyi çevirmez. Bilgiçlik delileri biryolunu bulur un de kazanırlar belki. Ama bunlara hiç kimse iş vermesin sakın. İşinizibilgiçlik taşlayan birine gördürmektense, bir budalaya gördürmek çok daha iyidir.Alıntı: (BACON; Bütün Denemeler - XXVI - Bilge Görünmek Üstüne, syf. 126-127)Adam, Köpek ve Cennet KapısıAdam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi. Gökyüzüneçıktıktan sonra, bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar.Adam çok susamıştı. Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birdenkendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular. Rengarenk çiçeklerle süslü birbahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın.Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:"Affedersiniz! Burası neresi?" Kadın ona gülümsedi; "Burası Cennet efendim." Adam


unun üzerine sevinçle "Harika!" dedi. "Peki, bana biraz su verebilir mısınız? Gerçektençok susadım." Kadın cevap verdi; "Tabii efendim, içeri girin. İçeride dilediğiniz kadar Subulabilirsiniz."54Böylece adam köpeğine döndü; "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü ama,kadın onu birden durdurdu; "Üzgünüm efendim. Köpeğiniz sizinle gelemez. Hayvanlarıiçeri almıyoruz." Bunun üzerine adam bir an durdu. Düşündü ve geri dönüp köpeğiylebirlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldu.Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular ve yolunsonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı.Adam sordu; "Affedersiniz. Bana biraz su verebilir mısınız?" Dede; "İçeri gel" dedi."Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var." Adam sordu; "Peki arkadaşım dabenimle gelip, oradan su içebilir mi?" Dede; " Tabii." dedi; "Çeşmenin yanında köpeğininde su içebileceği bir kase bulacaksın."Bunun üzerine adam kapıdan girdi. Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu.Adam çeşmeden, köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler.Derken, adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu: "Su için çok teşekkür ederim.Peki burası neresi?" Dede; "Burası cennet" dedi. Bunu duyan adam şaşırdı; "Ama nasılolur? Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının daCennet olduğunu söylediler." Dede; "Şu rengarenk çiçeklerle süslü, altın kapılı yer mi?"dedi. "Ama orası Cehennem." Adam iyice şaşırmıştı; "Peki ama orası sizin adınızıkullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz?" Dede gülümsedi;"Kızmıyoruz, çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanlarıCennet’ten uzak tutuyorlar."


"Bir" Romanından Bir Bölüm (Richard Bach)55Kaba kumaştan kahverengi bir entari giymiş yaşlı bir adam, küçük bir kamp ateşinedoğru eğilmişti. Arkasındaki kayalarda sarı-beyaz alevlerin ışığı oynaşmaktaydı. İki kişiyaşlı adama yaklaştı. Bunlar Richard Bach ve karısı Leslie idi. Adamın elinde alevli güneşrenginde bir değnek tutmakta olduğunu fark ettiler. Işığı öyle parlaktı ki..."...devraldığın gibi bir dünya devretmeyeceksin" diye bir ses geldi ışıktan. Derken biranda yok oldu ışık. Bulunduğu yerde bir deste altın sayfa belirdi. Görkemli bir hattatlıklayazılmış kutsal emirler....İhtiyar adam sessizce diz çöktü. Gözleri kapalıydı. Yaklaşanların farkında değildi.Leslie ilerleyerek, ışıldayan sayfaları eline aldı ve okumaya başladı:"Siz ışığın yaratıklarısınız, ışıktan geldiniz, ışığa gideceksiniz, her adımınızda çevrenizisonsuz varlığınızın ışığı saracak." Bir sayfayı çevirerek okumaya devam etti Leslie. "Şu ankendi seçiminizde, kendi yarattığınız dünyadasınız. Yüreğinizden geçen doğru çıkacak, ençok neyi beğeniyorsanız öyle olacaksınız.... Karanlık görünümden korkmayın vecesaretinizi kaybetmeyin, kötülük kılığına girenden, ölüm demek olan boş pelerindençekinmeyin, çünkü siz bunları, mücadele edeceğiniz güçlükler olarak seçtiniz. Ruhunuzunkeskin kenarını bilemek için seçtiğiniz taşlardır onlar. Sevginin gerçeğinin her zamanyanınızda olduğunu ve öğrendiğiniz şeylerle dünyanızı her an değiştirebileceğinizibilin...."


Sayfalar birbirini izliyordu: "Siz biçimi icat eden hayatsınız. Bir odadan bir odaya gitmekiçin seçtiğiniz kapının aralığında ölme ihtimaliniz ne kadarsa, kılıçtan veya ileri yaştanölme ihtimaliniz de o kadardır. Her oda size konuşacak kelime verir, her geçitsöyleyebileceğiniz bir şarkıdır..."56İki kişi elyazmalarını dikkatle incelediler. Yazılarda törensel sözler yoktu. Tapınma talimatıyoktu. Düşmanları yakacak ateşler, yıkımlar istemiyor, inançsızlara felaketler dilemiyordu.Ne tapınaklardan, ne papazlardan, ne hahamlardan, cemaatlerden, ne de bayramlardansöz ediyordu. Sevgi dolu bir iç varlığa hitaben yazılmıştı. Yalnızca ona."Bu fikirleri ülkede serbest bırakıp salıversek, inancın üzerindeki gücümüzün kilidini açıpsevginin gücünü zincirinden koparsak, korku ve terör yok olurdu. Bununla dünya karanlıkçağdan kurtulurdu!" diye düşündü Leslie.Yaşlı adam gözlerini açtı ve iki yabancıya baktı. "Bu kelimeler her okuyan için gerçeğinanahtarıdır. Dinleyenler için hayattır....""Bunlar dünyayı değiştirecek" dedi Richard. İhtiyar adam ona baktı ve "hayır" dedi. "Amabunlar size verildi..." "Sınamak için" "Sınamak mı?" "Ben çok uzaklara yolculuklar yaptım.Bir çok inancın elyazmalarını inceledim Katay’dan kuzey ülkelerine kadar" Gözleri parladı." Ve bütün karmaşık incelemelerime rağmen, yine de bir şeyler öğrendim. Her büyük dinbir ışıkla başlar. Ama ışığı yalnız kalpler tutabilir. Sayfalar tutamaz.""Ama sizin elinizde...""Elimdekiler kağıt" dedi yaşlı adam. "Dünyaya bu kelimeleri verirsek, ancak doğruluğunuzaten bilen insanlar anlar ve sever. Ama vermeden önce bunlara bir isim koymamızgerek. O da bunların ölümü olur.""Güzel bir şeye isim koyunca, ölür mü?"


"Bir şeye isim koymanın zararı yoktur. Bu fikirlere isim koymak ise bir din yaratmaktır."57"Sevginin ışığından gelen bu sayfaları doğruca sana veriyorum Richard. Sen bunlarıdünyaya, burada neyin yanlış olduğunu bilmenin özlemini duyan insanlara, bu armağangeldiğinde burada bulunma ayrıcalığına sahip olmayanlara vermek istiyor musun? Yoksabu yazıları sırf kendine mi saklamak istiyorsun?""Vermek istiyorum tabii""Peki ne diyeceksin bu armağanına?""Önemi var mı?""Sen isim koymazsan başkaları koyar. Ona Richard’ın kitabı derler.""Anlıyorum. Peki. Herhangi bir isimle olsa?""Peki sayfaları koruyacak mısın? Yoksa başkalarının onunla oynamasına, anlamadıklarıyerleri değiştirmelerine, canları isteyince ona başka bir anlam vermelerine, kendi keyiflerine isterse ona uydurmalarına izin mi vereceksin?""Hayır! Değişiklik yok! Bunlar ışıktan geldi, değişiklik yok!""Emin misin? Haklı bir nedenle bazı yerlerin değiştirilmesi yok mu? İnsanların çoğuanlamayacak, gücenecekler, mesaj açık değil diyecekler.""Değişiklik yok!""Sen kimsin ki direniyorsun?""Bunlar verildiğinde buradaydım ben! Ortaya çıkışlarını kendi gözlerimle gördüm!""Demek öyle, sen sayfaların muhafızı oldun öyle mi?""Benim olmam şart değil, herhangi bir kimse olabilir. Yeter ki değişiklik yapmayacaklarınasöz versinler.""Birisi bu sayfaların muhafızı olacak illa ki, öyle mi?""Birisi olacak... herhalde.""İşte bu noktada din adamlığı başlıyor. Bir düşünce sistemini korumak için hayatını


verenler, o düzenin o sistemin papazları olurlar. Oysa her yeni düzen, her yeni usul, birdeğişikliktir. Ve değişiklik de dünyanın şimdiki halinin sonudur.""Bu sayfalar bir tehdit değil. Bunlar sevgi ve özgürlük!""Korkudan ve kölelikten kâr sağlayanlar Sayfalar’ın mesajından mutluluk duyacaklar mı?""Herhalde duymayacaklar! Ama bu ışığın kaybolmasına izin veremeyiz.""Işığı koruyacağına söz verir misin?""Elbette""Peki, korkudan ve kölelikten kar sağlayanlar bu ülkenin kralına, senin tehlikeli olduğunainandırırlarsa, toplanıp elinde kılıçlarıyla senin evine gelirlerse nasıl koruyacaksınSayfalar’ı o zaman?" "Onları başka yerlere götürür, kaçarım. Gerekirse dövüşürüm.Hayattan daha önemli ilkeler de vardır. Bazıları uğrunda ölmeye değer!"58İhtiyar adam içini çekti."İşte böylece Sayfalar Savaşı başlar. Zırhlar, kılıçlar, atlar, sokaklar... kan, ateş.. küçüksavaşlar olmayacaktır bunlar. Binlerce, onbinlerce gerçek inançlı kişi de sana katılacaktır.Ama Sayfalar’da yazılanlar, gücünü karanlıktan ve korkudan alan her ülke hükümdarınameydan okuyor. Dolayısıyla onbinlerce kişi de atına atlayıp sana karşı çıkacak..."Richard susuyordu."Tanınabilmek ve başkalarından ayırt edilebilmek için bir simgeye ihtiyacın olacak. Hangisimgeyi seçeceksin? ""Tabii ki, ışığın simgesini. Alevin simgesini."


"Öyle olacak. Öldürdüğün binlerce karşıt kişinin yakınları Sayfalar’dan nefret edecek. Busavaşlar olurken sayfaları kutsallaştıran kuleler kurulacak. Büyümeyi ve anlamayıizleyenler, bu sefer kendilerini yepyeni batıl inançların yükü altında bulacak, yenisınırlamalarla karşı karşıya kalacaklar. Çanlar, simgeler, ilahiler, törenler, kurbanlar,altınlar..."59İhtiyar adam devam etti."Sonra sen ölünce, yani sayfaların ilk muhafızı ortadan kalkınca, senin simgelerin ortalığıdolduracak.""Hayır, bu olanaksız!" diye düşündü Richard. Ama olanaksız değildi... kaçınılmazdı!"Bu Sayfalar’ı dünyaya verirsen yeni bir güçlü din çıkar, yeni bir inanç sistemi kurulur.Yeni Biz ve Onlar türer, bir grup diğerini karşısına alır. Yüz yıl geçtiğinde şu elimizdetuttuğumuz kağıt uğruna bir milyon kişi ölmüş olur. Hepsi bu kağıtlar uğruna."Kadın ve adam ürperdiler...Yaşlı adam bir ateş yaktı ve ateşten aldığı dalı sayfalara yaklaştırdı."Hayır!" diye bağırarak kağıt destesini uzaklaştırdı Richard. "Gerçeği mi yakacaksın?""Gerçek yanmaz. Gerçek kendisini bulmak isteyen herkesi bekler." dedi. "Yalnızca busayfalar yanar. Sizin seçiminiz. Bu sayfaların bu dünyada bir sonraki din olmasını istermiydiniz?" Gülümsedi. "Kilisenin azizlerinden olurdunuz.."


Kadın değneği yaşlı adamdan aldı, sayfalara dokundurdu...60İhtiyar adam rahatlamış gibi içini çekti. "ne kutsal gece!" dedi. "Dünyayı yeni bir dindenkurtarma fırsatı o kadar ender bir şey ki!""Ama ya bu sayfalara ihtiyacı olanlar?" diye sordu Richard. "Onlar nasıl öğrenecekburada yazılanları?""Doğruyu ve ışığı bulmak isteyen herkes kendi kendine de bulabilir" dedi Leslie. "Beno kadar emin değilim. Bazen bir öğretmene ihtiyacımız olur.""Düşün ki, sen kendinin kim olduğunu, nereden geldiğini, neden burada olduğunuöğrenmeyi gerçekten ve derinden derine istiyorsun. Ve bunları öğrenene kadar durdurak bilmeyecekmiş gibi hisset kendini."Richard başını salladı ve öyle hayal etti. Kararlılığından asla vazgeçmeyen, öğrenmeyehevesli, kütüphanelere gidip kitapları, eski dergileri tarayan, konferans ve seminerleregiden, umutlarını ve düşüncelerini yazmak için defter tutan, meditasyon yapan,rüyalardan ve rastlantılardan gelen ipuçlarını izleyen, yabancılara soru soran biri... Birkonuyu ille öğrenmek istediğimizde yaptığımız her şey işte... "<strong>Tam</strong>am" dedi Richard."Şimdi... Bunu öğrenemediğini düşünebiliyor musun?"BİTTİYayın Listemiz >>> Sayfa 61


Yayın ListemizAşağıdaki e-Kitap ve programlar sizin için hazırlanmıştır.www.yorumsuz.net.tc adresindenÜcretsiz indirebilirsiniz !.61www.yorumsuz.net.tc• Düşmanın Kardeşin Değildir• Yeni Keşifler -3-• Altın Tavsiyeler -2-• Altın Tavsiyeler -1-• Tayy-i Mekân (Mekan Değiştirme)• Hayat Ağacı (Kundalini)• Etkili <strong>Sözler</strong> 5 / Mesnevi Bahçesi• Metafizik Kaynaklara göre 3. Dünya Savaşı• İbret• Beyin Fırtınası -Online Sohbetler• Enneagram /Materyalist mistisizm akımı


• Benim Adım CENİN -2-• Benim Adım CENİN -1-• Meşhurların Rüyaları- Kapıları Aralayan Şifre• Orta Dünya’nın İşgali• Muhyiddin-i Arabi-Risalelerden Alıntılar• Ortadoğu - Vaat Edilmiş Topraklar• Kuantum Düşüncede İslami Motifler• Terör Tekeli A.B.D.• İnsan ve Din -2-• İnsan ve Din -1-• Amerika’nın Matruşkası• Aşk Penceresinden Asr-ı Saadet• Dünyayı Yöneten gizli Örgütler• Okunası, Çok Önemli Konular• Cuma Notları -2-• Avrupa Birliğine NEDEN HAYIR !• Kur’anla Kucaklaşmak• Psikolojik Harekât• “B” SIRRINA ERMEK• Gerçeğin Öğretisi/TASAVVUF62


• Oruç’un Sırları• Türkiye ya “Büyük Türkiye” olacak ya da “Yok” Olacak !• Yeni Keşifler -2-• İstihbarat• Bilinç Ötesi Boyut RÜYALAR• Parapsikoloji ve Parapsikolojik Harp• Kıyamet Halleri• CFR ve Yeni Dünya Düzeni• Yorumsuz Seyir• Yeni Büyük Oyun / Yeni Soğuk Savaş• İnternette Tıp Haberleri -1-• Yeni Keşifler -1-• Ölüm Terapisi• Ölmeden evvel Ölmek• Cemil Meriç Anısına• Vatikan’ın Gizli yüzü• İz Bırakanlar• Sonsuz Boyuta Açılmak – Zikir• Bilinmeyen Vatikan II• Cuma Notları I63


• Bilinmeyen Vatikan I• Tapınak Şövalyeleri - Gizli Dünya Devleti• Günün Yorumu• Allah’ı Bilmek• Tsunami Altındaki gerçekler -H. A. A. R. P• Sorgulayan Beyinlerin Kendine Soruları• Allah indinde DİN 2. Bölüm• Avrupa Birliği’nin Türkiye Politikaları• Allah indinde DİN 1. Bölüm• Mir’at ül İrfan (İrfan Aynası)• G. O. P ya da HAÇLILAR MI?• AVRUPA BİRLİĞİ VE CHRISTENDOME KAVRAMI• MARDUK ya da KAOS• [Astroloji-Program] Astro Yükselen• GİZ’li Gülşen 1• Depresyon• Psikospritüel Kriz• [Astroloji-Program] Yıldızlar Altında• Aynadaki Evren• Din’i Anlamada Reform64


• Tao’cu Uygulamanın Temelleri (Kültür Serisi-1)• En Büyük Sır- İlluminati Şeytani Bilinci• MARDUK ‘Yakın Gelecek ‘ mi?• Metafizik Mucizeler ya da Yanılgılar• Kur’an-ı Kerim Meali (Microsoft Reader formatında)• Hz. İbrahim’in Mirası Hz. Musa’nın Asa’sı ve KUNDALİNİ• Dik Bahçene Solayım!• Uzaylılar• Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar II• Sonsuzluğu kucaklamış aşkın sembolü Hallac-ı Mansur• Din, Maneviyat, Psikoloji, Psikiatri• İbn Arabi ile ilgili araştırma Serüvenim• Evrenin Sırları• Etkili <strong>Sözler</strong> III• Beynimizi Kim Kullanıyor ?• Yorumsuz Katalog (Güncellendi)• Zamansızlık (timelessness)• Hangi Evreni Algılamaktayız?• Gönül Uyandırma• Kıyametin Deşifresi65


• Yorumsuz Katalog• Çağdaş Bakışla Allah• Taş’taki Güç... Mutluluğunuz için...• Etkili <strong>Sözler</strong> II• Çağdaş Bakışla Cennet, Cehennem• Rüya Yorumu• Kader Gerçeği• Evrensel Sırlar• Rüyanın Dışındaki Rüya• [Astroloji-Program] Canopus• Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar• Holografik Beyin ve Evren• Mesajlar I• Uzaylıların İçyüzü• Tanrı yok Allah var• Reenkarnasyon Aldatmacası• Astroloji-Yeni Millennium’un Popüler Bilimi• [Astroloji-Program] Planetium• Modern Bilim ZİKİR’i Keşfetti• Etkili <strong>Sözler</strong> I66


• Yıldızların Altında• Çağdaş Bakışla Din• [Astroloji-Program] PopHR67www.yorumsuz.net.tc

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!