13.07.2015 Views

90819f1c3862fb4fbd80db6103a4a4aefc0ad1be

90819f1c3862fb4fbd80db6103a4a4aefc0ad1be

90819f1c3862fb4fbd80db6103a4a4aefc0ad1be

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İÇİNDEKİLERDOĞUM5(Vatan Sanat Yaprağı, 1954)SARIKUMA GİRİŞ ... 9(Yeditepe, 1953)ŞARKISIZ GECELERİN İLKİ 21(Yeditepe, 1953)BEŞİNCİ GÜN 33(Yenilik, 1954)ODALARDAN BİRİ 45(Forum, 1954)ODA ODA DÜNYA 51(Yeditepe, 1954)DÖNENEN bir 61(Forum, 1954)ZANZALAK AĞACI 67(Vatan Sanat Yaprağı, 1954)KAVRUK ... ... . ... ... ... 75(Yücel, 1955)


D O Ğ U MEserin derinliklerinden yakıcı demirinacısı. Karanlık titrerken... Hayvan sarsılıyor.Dakika yürekçe bile değersiz. Ilık ılıklık. Sızıntı,sarı sarı, ter ter, çiğ. Çiğlik hep...Geçişen saatler, içice, içice. Ölüm. Ölümlerdizi dizi; sıra sıra insan ölüleri. Kan, toprak.Ölüm yoklamağa başlıyor, toprak kokularıiçinde kanın.Çığlık bir - bir - bir -. Demir derinde. Derin,karanlık, zamansız titreyişte. Demirlerdendirim, kurtulmak isteğinde. Getiren, gelecekkadar habersiz. Yeniden tek her şeye karşı.Kadın.Sonra bir toz. Toz, güneşin altında. Sıcak.Toz, parıldamalar içinden. Yürümek. Bir- iki - Bir - iki - Bir : Kasılmalar. Sıcak. Kömürsıcağı, su sıcağı, hava sıcağı, ateş sıcağı. -iki - Bir - iki - Bir - iki. Tozlu yol bitmez gibi,sıcaktan sıcağa koşuşta. Soğuğa doğru biryol...Hayvan çığlıkla sarsıntıda. Önemsiz -önemsizlik - önemsiz saatler. Sancı. Biraz sus-DoğumS


yuvarlak vurmağa başlıyor ittiği sıkışıklığa.Yürekle birlikte. Bir, iki, üç, dört, beş... Sayıbaşlıyor. Karanlığın ucundaki bilinmez, dumanlı,koklanan ışıkla birlikte... ,Yol uzundur. Yalaktan yalağa, yalaktanyalağa, yalaktan yalağa sular, yeşil, sular toplanıptoplanıp yeşil yosun yumağı yalaktanyalağa birikip akan sular süzülüyor, genişliyor,yol kısalıyor, kısalmanın bolluğu ile gürleşmeninsevinci. Akmak akmak akmak. Dirininyeniliğine ölümle birlikte inanma. Taş serinliğindenbirden yolun dibine, kavuruculuğungöbeğine düşüp çekilme. Yuvarlak yuvarlakuzunluğu sivri itişinin yırtılan ete saplanıpkalma korkusu ile uğraşılan itmenin gırtlağı yırtan kanlı kokulu boğucu kabarıklığımduymakla düşülen düşülen titremelerin geçtiği esip aktığı terleten sıcaklığında uğul uğulkanın... Dişiliş... Boşalış. Boşalışm kolay, çokkolay bitebilişi. Beklenen, beklendiği bilinmeyen,taşları oynatan yumuşak çığlık. İlk çocukoğlandır: Uğraşma. Dişi yayılıyor. Rahatrahatlık. Deniz, ışıltısında.Doğumun büyüsündeki erkek aç. Kıyasıyaaç. Bir başka doğuruşun, bir başka kısırlığınaçlığında bitirici, öldürücü.1952Doğum 7


SARIKUM'AGİRİŞCevat Çapan'aGece, yatmadan önce perdeleri çekmemişim.Güneş, denizin açıklarında doğar doğmazgözlerime saplandı. Saat beş buçuğu ancakgeçiyordu. Bir ara, hemen denize girsem, diye düşündüm; vazgeçtim sonra. Yürüyecek,gezecektim. Nöbetini henüz savmamış kâtipkürsüsünün arkasında uyukluyordu. Daha altısaat önce, beni karşıladığında elimde, odamaçıkaracağı bir çanta göremeyince bayağıüzülen garson, ond'ört onbeş yaşların uykusunualamamışlığıyla esneyip geriniyordu kapınınönünde. Onunla gözgöze gelmemeğe çalışarakhızlı hızlı dışarı çıktım. Asfalt kurumağa başlamıştı.Ama biraz ötede toprak yolun - o daasfaltlanmamışsa, diye geçirdim aklımdan -vıcık vıcık olacağını biliyordum.Şakır şakır yağan yağmurun altında istasyondanburalara kadar yürüyüp kâtibin önünesırılsıklam, suçlu bir insan gibi çıkmış olduğumuunutmağa çalıştım. "Yolu biliyordumbereket, yoksa halim nice olurdu" diye içim-Sarıkuma Girişç


den tekrarlaya tekrarlaya oda istediğimde, kâtip,"Talihiniz var beyim" demişti, "böylesineyağmur yağmamış olsaydı, bu sabahtan kompleolurdu burası!" Hiç de gelmemişti aklımaoda bulunmayabileceği. Koskoca, yepyeni SarıkumOteli'nin çok değişmiş bir Sarıkumunürünü olduğunu düşünmemiştim bile. Fakathalime daha da çok şükredecek durumda değildim.Oda ayırtmadan, son trene binip böylesinegelmiş olmayı pişkinliğe vurup yattım.Sarıkumdaydım gene. Yıllar öncesi gibi.Fakat başka bir odada. Bir otel odası, yabancı,yeni bir oda. Odanın bu yeniliği, bu yabancılığıydızaten beni baştan çıkaran. Sarıkumayıllardır gelmek istediğim halde burada kendime yepyeni bir oda bulamıyacağım düşüncesideğil miydi gelişimi geciktiren. Bu otelodası yeniydi ama üç - beş günlüğüne benimolacaktı; beri yandan bu üç - beş gün içindekarşılaşacağım her dost, her ahbap beni eskigünlere, eski odalara çekip götürecekti. "Yalıburnundançıkıp buraya taşmsam" diye düşündümbirden. Ama hemen toparlandım. Bitmemiştidaha Yalıburnundaki hayat, oradakidünyam daha kapanmamıştı üzerime. Bu düşünceleribırakıp Sarıkuma bakmalıydım zaten.Ayaklarım ağırlaştı birden. Toprak yola10 Sarıkuma Giriş


girmiştim. Sarıkumun killi toprağı gene tabanınımaltında birikiyor, boyumu uzatıyor, benisal lana sendeliye, sancılı sancılı yürütüyordu.Fenere giden yoldaydım şimdi; az kalmıştıköyden çıkmama. Aklımdan, köy, diye geçirmemegüldüm sonra. Köy değil, insan bucakbile derken düşünürdü artık herhalde. Feneruzaktan göründü. O zaman, otelden cıkalıberiilk olarak başımı kaldırın bakmış olduğumunfarkına vardım. Deniz, turuncu bir ışıltı içindeakıyordu. Yumuşamış gibi duran fener, gö-RÜn, yarısı turuncu, yarısı belirsiz bir mavi ilekurşunînin arasında gidin gelen yumuşaklığına,bir başparmağın hafif bir bastırmasıylagömülmüştü sanki. Dolaylarında,, her zamankigibi*, sarı uğultulu buğdaylar eğilin bükülüyordu.Daracık yoldan buğday tarlalarının arkasındakicavırlara doğru yürüdüm. Feneri değil,evimizi görmek istivordüm. Gene de dolasadolaşa gidecektim ama..Cayırlar sansarı,, kuru. san sap sırıtan, ardalarla,pisipisilerle kaplıydı her zamanki gibi.. ,, , .Tren völuna kadar uzanacak, oradan gidecektimevimize; eskiden de gittiğim yoldan.Güneşte pişen cayırların önündeki beyaz yağlıb'oyalıl serin evi görecektim... Dalıyordum.Sarıklıma Giriş 11


ayaklarımın altındaki illet, katılaşmış çamurutemizlemeğe uğraşıyordum. Tren sesi yaklaşırken,yolun, evlerin, evleri çevreleyen bahçelerinarasına girdiği yere geldim. Trenin soluğunauymağa çalışmak boştu, yetişemezdim.Dumanlı gürültü, ötelerde, istasyonun oradasoludu, sayıkladı, sonra gene aktı. Uzaktaydışimdi. Bulunduğum yerde sessiz dumanlar dağılıyor,ufalanıyordu havada. Ses uzaklardakesildi. Yürüdüm gene.Asmalar vardı sağımda; kanca parmaklı,kıvranan, ilenen asmalar. Bu günlerde bile üçdörtay öncesinin yapraksız, koruksuz yoksulluğunda.Sabah sisi, parça parça, tel tel ötelerineberilerine takılmış kalmıştı. Durdum.Yıllardır, yollarım boyunca, tren pencerelerindensarkar, bunu görmeğe çalışırım, sabahları.Asmalar yalnızdı. Ölüm içindeydiler, kötüydüler.Bir zamanlar buralarda, bir kulübedeoturan cüce kurşuncu kadına benziyorlardı.Safiye Hanım da kötüydü, çok kötülük etmiştihayatında. "Ölmüştür şimdi..." diye düşündüm.Evlerin sessizliği içinden geçtim. Toprağıkömür tozu, taşları kömür parçası olan yerdeydimşimdi, istasyonda. Sessizdi ortalık.Caddeye çıktım sonra.Sarıkuma Giriş 13


Cadde de sessiz, uyku içindeydi. Arada bir,uykusunu alamamış bir halle bir pencere aralanıyor, hemen sonra oracığa çöküverecekmişçesineuykulu, boş, karanlık, duruyordu öylece...Fakat aralarından geçmeğe başladığımdabir çoğu uykuyu unuttu. Kadın başları öncelerikararsız, sallandı perde ardlarmda. Sonra başlarlabirlikte gövdeler de eğilir, dışarı sarkargibi oldu. Önlerinden geçerken içeri çekildiğinigördüğüm başların arkamdan birden uzandığını,bakışlarını, dudaklarının kıvrılışını duyuyordum.Bu kadınların hiç biri beni tanıyamamıştı.Hiç birini benzetememiştim tanıdıklarıma.Sarıkuma, biz gittikten sonra, yerleşmiş olacaklardı.Asfalttan çayıra saptığımda kadınlarıunutmağa çalıştım. Sarıkum, kendine benzetiyorduinsanları, böyleydi bu.Çayırın karşı kıyısında evimiz, apak, duruyordu.Hepsini çiğneye çiğneye geçtim çayırıniçinden : Karasarı ot kuruları, Süreyya öğretmenindaha o zamanlar bana kıraç yer bitkisidiye tanıttığı, etli yeşil yaprakları yıldız yıldızkümelenmiş, dikenli, dikensiz, düz, yamrı yumru,değişik bir takım bitkiler; boş bir içliliklebitivermiş sıska sapların ucundaki mor, pembe,mavi, irili ufaklı çiçekler... Hepsini, büyük14Sarıkuma Giriş


ir dikkat, bir azgın istekle çiğnedim, çamuragömdüm.Eve bakmıyordum yürürken. Bütün sevdiklerimeöyle yaklaşmışımdır hep. Önce yöreyiyoklar, sonra birden dikerim gözümü ona. Ürperirimo zaman. Sevdiğim, olduğundan da güzel,daha değerli, daha sarsıcı görünür. Sonragene yere bakarım. Kimi zaman bir harcamakorkusu geçer içimden, "Bu kadar güzel olunamaz,günahtır bu kadarı" derim. Yaşamağa çalışırım,beceremem...Çayırın alt ucunda durdum. Evin karşısındakikulübecikler beton ev haline gelmişti. Gözümhep yerde, bir taşı bile değişmiş gözükmeyentaşlı yola çıktım. Birden, başımı meydanokurcasına kaldırarak baktım eve. Hiçbir şeyhatırlamadan bakmağa çalıştım. Fikretlerin,Nebahatlerin evleri, yerli yerlerinde duruyordu.Saçakları biraz daha yıpranmıştı belki, pencerepervazları, eşikleri biraz daha çukurlaşmıştıherhalde, tahtaları kararmıştı. Bizimki iseapak, taze boyalı, serin, bıraktığımız gibi. Kapısınınkırmızısı bile değişmemiş. Üst katınınpencereleri örtülüydü, uyku içindeydi. Yeni sahiplerinitanımıyordum ama, "Gece, Festivalbaşlayınca tanışırız herhalde" diye düşündüm.Sonra, içimde bir acılık; tanışıp ne olacaktı?Kapıların önünde kimseler yoktu daha.Sarıklıma Giriş15


Saat yediye geldiği halde bizim sokakta kimseler işe, temizliğe başlamamıştı. Garipsedim.Hepsi de yabancı mı, hepsi de mi yazlığa gelmişbunların, diyecek kadar oldum. "Bunu sonrada anlasam olur" diye düşündüm arkasından. Köşeyi kıvrıldım, bostan sokağına saptım.Bostan yoktu ama artık. Küçüklü büyüklü,bahçeli bahçesiz, evler sıralanmıştı yolun ikiyanına. Yürüdüm. Kapılar, pencereler, uykularındansıyrılmıyordu bir türlü. Oysa güneş,odaları şimdiden ışığa boğuyordu.Kediler geziniyordu yalnız. Ağır, düşünceli,îki üç tanesini çağıracak oldum. En gözü pekolanı, çağırışımı tartar gibi ancak durdu, kaçtısonra. Ötekiler zaten çoktan kaçmıştı. Üzüldüm.Tanır gibi oldum kimini de. Soy ortadankalkmamış demek.Birden sola baktım, dürtülmüşçesine. İkibeton evin aralığından, ötede, iki eriğin arkasındaduran Dilâver Hanımın evi görünüyordu.Duruvermişim...Evin arkasını, arkasındaki hayatı bendenbaşka bilen biri var mı diye düşünmeğe başladım.Sokağa bakan ön pencerede oturup bizlerekanlı masallar anlatan Dilâver Hanımınhastaları kim bilirdi ?... O sabah erkenden,daha kimseler uyanmamışken evden çıkıp bos-16 Sarıkuma Giriş


tana gitmiştim. Yağmur yağmağa başlamıştısonra. Önce önemsememiştim. Hızlandığını görünce de dönmek istemiştim eve. Dönülebilecekgibi değildi artık. Dilâver Hanımın evininarkasındaki erikliğe, oradan da evin arka kapısınınsaçağı altına sığınmıştım. Kediler dolaşıyordubacaklarımın arasında. Evde çıt çıkmıyordu.Yağmur daha da hızlanmıştı. Artık yağmurdandeğil, gölleşen sulardan, sıçrayan çamurdankaçabileceğim bir yer arıyordum. Evebu ara dönmek iki kat azar işitmekti. Kapıyıda çalamazdım bu saatte. Birden kedilerin tekerteker kaybolduğunun farkına vardım. Evinköşesini dönüyor, geliniyorlardı bir daha. Bileklerimekadar sulara gömülerek ben de gittimoraya doğru. Köşeyi döner dönmez, açıkduran bodrum penceresiyle karşılaştım. Sarmaşık,taflan örtmüştü önünü. Güçlükle içeri süzüldüm.Bir koku sinmişti ortalığa. Önce onu duymuştum.Bodrumun alaca karanlığına alışıncada o inanılmayacak şeyi görmüştüm. O kuşpisliği, hayvan kokusu içinden bir camlı dolapbelirmişti. İstasyonda börek, poğaça satan ReşitUstanın camlı poğaça kutusunun bir eşi;Tekerlekli kocaman bir kutu, bir dolap. DilâverHanımın bodrumunda kocasının, malınıiçinde sattığı dolabın eşini görmek o kadar ga-Sarıkuma Giriş 17


ip gelmişti ki... Camlı bölmelerin içinde birtakımşeyler kımıldıyordu ama. Yaklaşmıştım.Kediler, dört dönüyordu çevremde. Dikkatlebakınca içim allak bullak olmuştu. Her bölmedebir hayvan vardı. Bir kedi yavrusu, bir kurbağa,bir serçe, bir güvercin, bir fare, bir yılan...Düşündüm de yılanın herhalde bir kör yılan,bir bahçe yılanı olduğuna karar verdim busabah.Hayvanların hepsi yaralı, sakattı. Kimininkulağı, kiminin kuyruğu kopuk, kimi kör, kimitopladı. Kuşlardan birinin kanadı kırıktı. Yılansakarnından yaralı.Her bölmede bir hayvan vardı. Hepsini hatırlayamadım.Fakat, hiç birinin ötekine dokunmadığınadikkat etmiştim.Ne kadar kalmıştım o gün, bilmiyorum.Gene bodrum penceresinden, dışarı çıktığımda,yağmur çoktan kesilmiş gibi bir hal vardı ortalıkta.Güneş çok yükselmiş, böcekler azmıştı.Dilâver Hanıma hiç açmadım bunu. OğluMüşfik'e bile. Oysa, gizli gizli pencereden içeribakmağa gittiğim günlerden biri, Müşfik'iniçeride, hayvanlarla teker teker konuştuğunu,onları beslediğini de görmüştüm.Silkindim. Gelip geçenler vardı şimdi. Bakıyorlardıgarip garip. Ağırlaşan ayaklarımın18 Sankuma Giriş


arasında kediler dolaşmağa başlamıştı. Güçlükle,yürüdüm. Müşfik'i düşünüyordum. Delioldu, hastaneye yatırdılar, diye bir şeyler duymuştumbir aralar.Bunu da daha sonra öğrenebileceğimi düşündüm.Dilâver Hanımı görmeli, elini öpmeliydim —ölmediyse—, hatırlar mıydı ki?...Sokağın ucuna varmıştım. Evler buradayapılıyordu daha. Kireç kuyuları, tuğla kırıntıları,çimento tozu içinden geçtim. Yırtmanbir miyavlamaya yaklaşıyordum, gitgide. Birdenbuluştuk. Az ileride, çimento çuvallarınınarasında sürünüyordu. Rengi belirsizdi. Kabukkabuk, kirli sarıca. Kireç kuyularının vıcıklığıduruyordu daha üzerinde. Yaklaştığımda başınıkaldırdı. Göz çukurlarında bir pelte vardıyalnız. Parlak, kan yürümüş bir pelte. Pelteleşmişgözleri burnuna doğru sızıyordu.Ense kökünden tutup karşı yana, kuyusuz,yapışız kalan son arsa köşesine götürdüm. Arsayadalsa yaşayabilirdi belki. Fakat yola ineceğindenemindim. İnip birinin ayaklarına dolaşacak,çiğnenecekti. Yapabileceğim başka birşey yoktu.Dönüp yola bir daha baktım. Üst uçtakievlerle yeni bitirilenlerin arasında harp yıllarınınevleri vardı besbelli. Harp geçmişti aradan.Sarıkuma Giriş 19


Saat sekize gelmemişti daha. Deniz kenarında bulacağımı umduğum balıkçı kahvesinegitmek üzere yola düşecekken irkildim.Karşıdan, koşa koşa, Fikret geliyordu banadoğru. Sesleniyor, gülüyor, kollarını sallıyordu...195320 Sarıkuma Giriş


ŞARKISIZ GECELERİN İLKİO sabah yalnız Sarıkuma yağmur yağmış.Bunu çok sonra öğrendim.Bizler için, bütün öteki günlerden birazdeğişik bir gün olmuştu bu. Serindi, sıkıcıydı.Sarıkum, aylardan beri ilk olarak yağmurukoklayabiliyor, emebiliyordu.Önce kapı eşiklerine oturmuştuk. Yağmurhızlanıp saçımızda biriken sular alnımıza akmağabaşlayınca, içeri çektiler bizi.O gün yalnız ninem vardı evde. Onun saçımıbaşımı kurulayışı, annemin paylamasındanda daha sert gelirdi bana. Sert gelirdi ya,beni tartaklayacak elin, yalnız onun eli olmasınıisteyecek kadar da severdim onu.Yağmur dinmeden dışarı çıkmak yasaktıbana; benden çok büyük olan Fikretin ise, kendikapılarından bizim kapıya gelmesine kimsekarışamazdı. O da içeri girdikten sonra ninemsokak kapısını kapadı. Yağmurun keyfini bekleyecektik.Fikret sünnet olalı bir hafta olmuştu ancak;gözümde birden büyümüştü ama bu birŞarkısız Gecelerin İlki 21


kaç gün içinde; büyümüş, çok büyümüş, koskoca bir adam olmuş gibiydi. Oysa bizi hiç düşündürmemiştiaramızdaki yaş farkı; onunlakonuşurken, altı yılı hiç getirmemiştim aklıma,o güne kadar...Ninem ağır ağır yukarı çıkarken, Fikretbeni yan odaya çekti. Kapıyı kapar kapamazyere çömeldi, karyolanın altından, kırmızı lokomotifin,yeşil vagonların, parlak çelik raylarındolduğu oyuncak kutusunu çekti. Trenleoynamak benden çok, onun hakkı gibi gelirdibana... Babası, Sarıkum istasyon şefiydi çünkü...Birden rahatlamış olduğumu hâlâ hatırlarım.Bir haftalık büyüklüğü savrulup gitmiştiFikretin. Keyfim yerine geldi, oyuna daldık.Oynamaktan yorulunca yere yatıp kitapokuduk. Odaya dolan güneş bizi, daldığımızuzak adalardan güçlükle getirdi Sarıkuma.Ama kimse tutamazdı bizi artık. Gene de, nineminbizi salıvermesini beklemiştik ya sokakkapısının önünde...Evin önünde uzanan çayırlık, balçık balçıktı.Ayaklarımız çamurdan ağırlasın yürüyemezoluncaya kadar koşmağa çalıştık. Bizimgibi öteki çocuklar da, epeydir unutulmuş birkapalılığı anlatmak istiyorlardı. Toplandığımız22 Şarkısız Gecelerin İlki


zaman, herkes, evini yeni görmüşçesine, bilmediğimizodaları anlatmağa çalıştı.Durulur gibi olduk bir ara. Çayırın başınagitti gözlerimiz. Gördüklerimiz, hepimizi şaşırttı.Biribirimize nasıl şaşkın şaşkın baktığımızı hâlâ görür gibi oluyorum.Büyük Çetinle Ayı Metin, yepyeni bisikletleriniçamurlara göme göme geliyorlardı bizedoğru. Kuru çayırda bile daha gezmemişti bubisikletler; istasyon asfaltı ile onun sonundakiparke kaldırımdan başka yol görmemişlerdi.Çetinle Metin, iki hafta önce sünnet olmuşlardı.Bisikletler zengin babalarının hediyesiydi.Günlerdir, o iri - çocukluklariyle bisikletlerinetünüyor, Fikretle benim bütün mahalleye yaydığımız"asfaltçılar, cakalılar" adlarına içerlediklerinibelli etmek istemedikleri halde, bizleribir gün fena döveceklerini söylüyorlardı.Bisikletler gittikçe ağırlaştı. Dayak yeyipyemeyeceğimizi düşünüyordum. Asfaltçılarsa,başka çare kalmadığını anlamış, bisikletlerindeninmiş, çamurdan dönmez olmuş tekerleklerinisürüyerek bize doğru gelmişlerdi. Bekliyorduk.Önemli bir şey bekliyorduk. Ben, birazkorkuyordum bu önemli şeyden. Hiçbirimizalay edemiyorduk bu gelişle.Yanımıza geldiklerinde, Çetin, hepimizibirden kucaklayacakmış gibi bir hareketle "Al-Şarkısız Gecelerin İlki 23


man orduları Polonyaya girmiş," dedi. Ses çıkmamıştıbizden, gene de çıkmadı. Metin bisikletini,o iri-kıyımlığına yaraşan bir sertlikleÇetinin eline tutuşturarak bize daha da yaklaştı,eli belinde "Harp başladı demek istiyoruz,anladınız mı?" diye savurdu. "Babam radyodanbiliyor..."Sarıkumda o zamanlar bir onlarda, bir deÇuhacıların takım taklavat doluştukları meşhuroniki odalı evde radyo vardı. Bu evlerinikisi de demiryolunun öte yanındaydı. ÇetinleMetinin böbürlenişini haklı görürdük bu yüzden.Annem babam bile onlara sık sık "misafirliğe"değil de "radyo dinlemeğe" giderlerdi.Çayırın kenarında duruyorduk. Kimse birşey söylemiyordu. İkizler bu susuş karşısında,burunları havada, bisikletlerini yola, koca kocataşların tümsek tümsek durduğu yola çekipyerde buldukları bir değnekle temizlemeğe başladılar...Harp başlamıştı... Hani tarih kitaplarındagördüğüm, atların, mızrakların biribirinegirdiği, ölülerin yerlerde yattığı resimlerdekigibi...Yanımdakiler birden uğuldamağa başladı.Bildiğim coğrafyayı tüketiverdim. İkizler, burunlarıgene havada uzaklaşırlarken, daha osırada, bütün devletler, şehirler sayılmış du-24 Şarkısız Gecelerin İlki


umdaydı. Herkes bir şeyler söylüyordu. Fikretebaktım. Susmuştu o. Sonra bana bile bakmadan istasyona doğru uzaklaşmağa başladı.Durgundu, yolda yürürken bile. Koşardı oysaher zaman. Metinlerse, evlerinde bundan dolayıhiç de üzüntü duyulmuyormuş gibi konuşmuşlardı,her zamanki halleri vardı üstlerinde, içlerinde...Anlayamıyordum. Eve koştum.Ninem oturma odasındaki sedire uzanmıştı.Koşup tepesine dikildiğimi, ikizlerle ötekilerdenduyduklarımı bir solukta anlattığımıhatırlarım.Ninem sert bir hareketle kalkmıştı. "Harpha... Gene mi? Gene mi bu Almanlar?... Kahrolasıcalar,doyamadılar, doyamadılar..."Bunları söylerken bakmamıştı yüzüme.Kızmışa da pek benzemiyordu ya; gözleri ya-,sarmıştı yalnız.Onu kızdırmaktan korktuğum için gidiptaşlığın bir köşesine oturdum. Asıl kızacağışey, benim taşlara oturmam olabilirdi. Düşünmedimbile. Harp vardı ya...Almanları annemin de sevmediğini biliyordum.Çok sonra öğrenecekmişim nedenini. Dayımıngenel savaşta ölümünü onlardan bilirlermiş..."Harp başladı demek istiyoruz," demiştiMetin.Şarkısız Gecelerin İlki 25


Oysa harp, olmayacak bir şeydi, olmamalıydı.Babası duymuşmuş ikizlerin, hem radyodan.Yalandı ama. "Yurtta sulh, cihanda sulh,"dememiş miydi Ata? Daha geçenlerde bir yerdeokumuştum bunu. Demişti ya, Almanlar Ata'yı dinleyecek miydi? Pekâlâ geçmişti ama Alman askerleri geçen yılki cenaze töreninde;bacaklarını bir tuhaf atarak öne; büyük, amcanımkel başım hatırlatan miğferi eriyle...Umursamıyor değillerdi demek.Gene de uymuyorlardı ona. Ninem belkibunun için kızıyordu onlara. Haklıydı o halde.Hem sonra belki de radyo yalan söylemişti.Belki de Metin'le Çetin şakacıktan uyduruvermişlerdibu lâfı. Yoo ama, bisikletlerini çamurluarsaya, nasıl sürerlerdi, öyle olsa?... Doğruydubu lâf, doğruydu muhakkak.Demek Ata'nın dedikleri ellerini kollarınıbağlamıyordu Almanların. Ata ölmüş olduğuiçin mi yoksa?...Taşlığın kenarında, taşın sert soğuğu yavaşvavaş içime işlerken, bir yıl önceki cenazedünlerini, ancak bugün sarhoşluk diyebileceğim bir halle, nasıl yeniden yaşadığımı hatırlarım.Işıklar içinde bir kalabalığın aktığı, ağıraeır aktığı o yol geliyordu aklıma. TaksimdekiAnıttan Harbiyeye uzanan yol. Evimiz Anıtın26 Şarkısız Gecelerin İlki


karşısındaydı. Bütün gün toplanılmıştı Anıtmçevresinde. Bir kız vardı sonra. Kürsüye çıkmıştı.Ağlıyordu; yüzü ıslak ıslaktı gözyaşından.Toktu ama sesi. "Ayrılmayacağız," dediğinihatırlıyorum. "Hiç ayrılmayacağız." Kalabalıkuğulduyordu; alkışlıyordu onu galiba.Başka pek çok şeyler söylemişti ya, aklımdakalan bu "Ayrılmayacağız," sözüydü. Akşamüzeri o yoldan Harbiyeye doğru yürütmüştübabam beni. Kalabalığın yüzüne bakıyordum.Ağızları, göz kapaklarını bir ağırlık çekiyordusanki. Yerlere kadar sarkan bayraklar vardı.Yüzümü kaldırıp onlara sürüyordum altlarındangeçerken. Harbiyede meşaleler vardı. Taştanbir asker, arada bir, maşrapa ile bir şeylerdöküyordu içlerine. Havada bir duman vardı.İçim eziliyordu. Ağlıyordu kalabalık, ağlayamıyordum.Kendimi zorlamaktan vazgeçmiştim.Zorla ağlayamazdım. Bir şey yakıyordu gözlerimiyalnız, boğazımı bir şey tıkıyordu.Anlıyordum "Ayrılmayacağız/ı... Ata'nınyolundan ayrılmışlardı. Genel Savaşla ErkinlikSavaşı her şeyi yoluna koymamışmış... Dahafazlasını düşünemedim ama...Ninemin yaklaşan ayak sesi beni fırlatmıştıyerimden, hatırlarım. Yemek yemeliydik.Acıkmanın saati geldiğini unutmuştum oysa.Şarkısız Gecelerin îlki 27


Ninem ekmek almağa gönderdi beni. Elimesıkıştırdığı parayı sessizce cebime attım.Dışarıda ise bir daha düşünememiştim Ata'yı.Sarıkumun öğle güneşi, geçmiş günlerinkavuruculuğu ile yakmağa çabalıyordu dışarısını.Ter içindeydi sokaklar. Toprak yumuşak,duvarla y sızıntılı, kiremitler buharlı. Buğu içindeydi Sarıkum. Taştan taşa sekmeden, çayırdayeniden koşuşan arkadaşlara bakmadan, istasyonyolundan bizim sokağa sapmakta olan Fikretin elindeki dergiyi merak bile etmeden finna doğru yürüyordum.Polonyalılar sonra gene geldi aklıma. Erkinliksavaşlarından başka bir savaş tasarlayamadığımiçin, onları çıkıp kim kurtaracak diyekafa yoruyordum. Yaltaklanıp duran kedi arkadaşlarımınhiçbirine yüz vermeden yürüyordum.Sıcak artmıştı. Duvarlarla, diplerinden iotlarla birlikte ben de terliyordum. Açık pencerelerden,kapılardan yemek kokuları geliyordu.Patlıcanların, kabakların cızırtılı kızarışınıduyuyor, kapı önlerinde pişirilen etlerle balıklarınkokusunu derin derin çekiyordum içime.Peynir, soğan, yağ, kavun, hep birden kokuyorduo maltız kokusuyla karışık. Üzüm kokuyordusonra... Sarıkum her zaman üzüm kokardı,geniz yakacak kadar... Bu kokular her günkü28 Şarkısız Gecelerin İlki


gibi, bulut bulut bir sıcakla mavi göğe doğruyükseldiği için, kayıtsız, ilgisiz, sanıyordumherkesi. Arada bir, yüzlerle ellerde bir durgunlukseziyor, yanıldığımı anlıyordum sonra. Pişenetler her günkü gbi çevriliyor, sahanlara,tabaklara aktarılıyordu.Ekmek kucağımda, dönerken, Dilâver Hanımınkapısının önünden büyük bir meraklageçmiştim o gün. Her günkü gibi penceredenbakıyordu. Bense her günkünden büyük birparça ekmek koparıp attım ağzıma. DilâvjrHanım, o gün de hiç duraksamadan,sesinin hergünkü tazeliğiyle, her gün söylediği sözü hergün söylediği gibi, tadına ilk olarak varıyormuşçasmasöyledi : "Ekmeği bitiriyorsunayol... Gelip ninene söyleyeceğim, bak gör..."Evinden hiç çıkmazdı Dilâver Hanım. Çıkışsözü etmek doyuruyordu onu anlaşılan.Dilâver Hanım her günkü gibiydi. Bizlerisık sık penceresinin önüne çağırıp koca kocaaçılan ağızlarımıza bakmadan, bir şey anlamadığımızıdüşünmeden, korkunç, kanlı, karmakarışıksavaş hikâyeleri anlatan kadın daöyle olduktan sonra Sarıkum, savaşı düşünüpdurgunlaşmış olamazdı ki...Eve gidince nineme her günkü küçük yalanımısavurdum: "Saraylı Hanımın selâmı varŞarkısız Gecelerin İlki 29


sana/' diye. Ninem, "Aleykümselam," demişti.Evet her şey her günkü gibiydi.Yemekten sonra, harpte ölenlerin kanının,kanlı sargılar, sargılı kollarla alınların, kafalarlakolların kopup yığıldığı kaya dipleri, çadırlar,borular, yıkık duvarların, kitaplarladergilerdeki resimlikleri ile kafamda kovalaştığınıhatırlarım. Ninem pencerenin önüneoturmuş, dimdik, uzaklara bakıyordu. Konuşmamıistemediğini, konuşmayışından anlıyordum.Sigara içiyordu üstüste.Neden sıkıldığımı bilmiyordum. Bahçekapısından nineme gözükmeden kaçtım bostanlarıniçine doğru. Kimseleri görmek istemiyordum. Harpten korkmuyordum ama, kötübir şeydi muhakkak. Sıkılıyordum. Saatlerdirgörmediğim Fikreti bile çağırmadım yanıma.Ne yapıyordu o saatlerde, hâlâ bilmiyorum.Evde oturduğunu, uzun uzun düşündüğünü sanırım...Sorar öğrenirim bir gün, unutmamıştır,eminim.Dalmıştım fidanların arasına. Sap diplerinde,yer yapraklarının altında, "yılan yumurtası"dediğimiz birtakım nesneler buluyor, onlarıökçemin eziciliğinde eritiyordum. Bir şeytitriyordu içimde zevkten.30 Şarkısız Gecelerin İlki


Hava birden karardıydı sonra. Böcek sesiher yanı kaplıyordu. Yaprakların arası sıcak,yapışkandı. Annemle babamın gelişi yakındıherhalde. Bostandan yola, yoldan çayıra, çayırdanasfalta çıktım, koşarak. Uzaktan bi:tren sesi geliyordu. Bir ağacın dibine çömelipbeklemeğe koyuldum. Dalmışım. Babamla annem duruyordu tepemde. Kalktım. Birden, babamaharbi anlatmağa başladım. Karmakarışıkbir şeyler anlattım, hatırlarım. Almanlar,Polonyalılarla Erkinlik Savaşı giriyordu biribirine.Durdum sonra. O konuşsun istedim.Bekledim, konuşmadı. Çayırdan konuşmadan geçiyorduk. Annem, evin kapısında durupbize el sallayan nineme doğru hızlı hızlı yürüdü.Babam o zaman konuştu : "Korkacak birşey yok oğlum," diyordu, "her harp istiklâlharbi olmaz. Almanlar kötü insanlar. Polonyahlar dayanabilirse ne âlâ. Yoksa bizim içinbile kötü olabilir. Korkma. Erkekler harptenkorkmamalı. Güç bir şeydir harp. Geçerama..."Sustu sonra. Korkmadığımı anlatamadımEve girerken ninemin elini öpmüştü babam.Yapmazdı bunu her zaman...İstanbuldan bir kitap getirmişlerdi. Onadaldım. Yemek yemek bile istemiyordum.Şarkısız Gecelerin İlki 31


Ânnemse ö gece zorla yemek yedirdikten sonrazorla yatırdı beni. Ses çıkaramadım.Bir şey takılmıştı aklıma, ne olduğunu birtürlü bulamıyordum. Hatırlarım, uyumadanönce, uykunun mor aydınlığı içinde birden bunuçözdüğümü: Babam, eve girdiği andan berişarkı söylememişti o gece, ilk olarak...195332 Şarkısız Gecelerin İlki


BEŞİNCİ GÜNSonra suyun başına koşup geldi. Köprününaltma çekildim. Ağzını, boruyu, avucunubir araya getirdi. Kıpkırmızıydı yüzü. Alnındasular parlıyordu. Ter. Su sıçramış olamazdıoralara kadar. Köpekler neden sonra ona, kendiseslerine yetiştiler. Köşeyi, kararsız bir tozdumanı salarak döndüler, geldiler, durdular.Su içiyordu. Kıpırdamadı. İkisi de çeşme suyunun çamurlaştırdığı topraklara çöktü; gözlerinikırpmağa başladılar. Bekliyorlardı onu.Dilleri sarkmış, titrek titrek sallanıyordu. Birtanesi öfkeyle dişlerini buduna sapladı, kaşıntısı geçti, gene baktı ondan yana. Yeni doğruluyordu.Sular çenesinden göğsünegöğsü bembeyazgöğsünden, gömleğini yaş bir yolla çizerek karnma iniyordu. Bana değil köpeklerine baktıSonra pantolonunun alt düğmelerini hızla çözdü.İşeme diyemedim, çeşmeye işenir mi diyemedim.Pantolonunun içine soktuğu eli doluçıktı. Öteki avucuna su doldurup, getirdi, altınatuttu. "İç" dedi "sen de susadın. Yorul-Beşinci Gün 33


duk, bu kadar koştuk, koşturdun beni. Atınısın sen. İç. Sen de serinle" Bana bakmadı bile.Ben katı katı durdum. Suladı, soktu içeri.Düğmelerini ilikledi. Sonra başını çevirdi. Gözgözegeldik. Dudağının ucu biraz kıvrıldı, gözlerikısıldı. Boynunu kırdı. Gülümsüyordu, köpeklere baktı sonra, onlar da kalktı, yerdenbir taş alıp çayıra doğru fırlattı, ikisi de taşlargibi fırladılar taşın ardından, o da koşmağabaşladıtrenbir yıkıntı gürültüsü içindetepemden geçmeğe başladıuzaktan gelişini duymadımdüdüğünü bileşakaklarım atıyor tekerlerin altındasustu sonra şaşaklarım dasustuuzaktalardı şimdi. Köye doğru koşmadılar.Taşı köyden yana atmıştı oysa. Ben köyedönecektim. Dönmeyecektim. Ardlarından koştum.Fikretin annesinin istediği tereleri attımelimden. Durdum. Avucumun terini pantolonumasildim. Köpeklerin sesi uzaktaydı. Azileride duruyordu Müşfik. Ağırlaştım. Gittimarkasında durdum. Bacakları boncuk boncukparlıyordu. Döndü. "Gel bebekçiye gidelim"dedi. Köpekler yemyeşil, havlaya havlaya gel-34 Beşinci Gün


di yanımıza, çöktük. "Annen biliyor mu buraya geldiğini" dedi. "Bilir ya" dedim. "Okulagitmiyor musun" "Az kaldıydı bitmesine, bizzaten buraya geldik, karnemi yollarlar, pek iyiile geçeceğim" "Üç gün kaldı tatile. Onun içinkaçtım. Anneme söyleme. Isırtırım yoksa. Barut!"Kırçılı başını kaldırdı. Uzun otların içindenyemyeşil, geldi, sonra başını Müşfiğin dizinedayayıp gözlerini bana dikti, kırpıştırdı,yalandı uzun, kupkuru diliyle. "Anneni bilmemki" dedim. "Bilince söylemeğe kalkarsında belki" Barut'a bakıyordu. İkisinin debaşı ayaklarının arasında duruyordu. Sarısınıotların arasından şöyle bir görebiliyordum.Müşfikle gözgöze "Bebekçi kim" dedim.Kalktı,kalktım, onlar da dikildi uzun otların içinde,yemyeşil. Otların bodurlaşıp kuruduğu, çiğnenmişbir yere yürüdük. Bir köprünün dahageçtik altından. Köyden de görmemiştim burasını,şimdiye dek iki kez uzanmış olduğumköprüden de. Bir ağaç vardı. Çınara benzer.Dibinde çukur bir patika. Birden denizi gördümkarşımda. Koca koca, cilâlı, mor, sarı,tek tük yeşil, tozlu, damarlı çakıllarınüzerindenyürüdük yürüdükbaktımbir kayalığın dibine bitiştiği yerde bayağı bü-Beşinci Gün 35


yük bir kulübe vardı. Önünde, bir kol, iki bacakduruyordu çakılların arasında. Kolla bacaklarınbiri yırtılmış; kirli pamuklar, birpaçavranın ucu taşmış yırtıklardan. Öteki bacaksağlam. Müşfik eğildi. Sağlam bacağı aldı,denize döndü, kolunu açtı, hızla fırlattı. Köpekler suya atıldı. Kulübenin içinden kalınkalın "Sağlamını atmadın inşallah" dedi biri."Onu attım" dedi Müşfik. "Kızdımdı da ona,onun için atmıştım dışarı. Uymuyordu bir türlü. tşe yarardı ama. Neyse, gel. Ne getirdin"Söylediği sözlerin hepsini ezberledim. "Sağlamınıatmayacaktım da ne yapacaktım" dediMüşfik, çekti kolumdan, girdik. Adam pencereninönüne oturmuştu. Arkası dönük bize."Kim bu" dedi. "Sarıkuma yeni geldiler. Bizeyakınlar. Fikretlerin bitişik komşusu" Adamçevirdi başım, baktı. Önündeki işe daldı gene.Çepeçevre raflar vardı duvarlarda. Üstleri dolu. Çanak, çömlek, ipler, kese kâğıtları, içleripamuk, paçavra dolu kese kâğıtları. Köşesinde, kapıya yakın bir yerde, salkım salkım kollar,bacaklar, bir iple bağlı, asılı. Gövdeleriaradım. Bir torba dolusu ot, saman, sap vardıkarşı köşede. Üstünde, boynu buruk piliçletgibi kolsuz kanatsız, ne kız ne erkek, duruyordugövdeler, buruk. Sonra36 Beşinci Gün


âhime geldi migeldine dediadamın arkasındaher zaman dediğinibüyü yapıp satıyorsunbu bebekleri çocuklaraevini barkını sen yıktınistanbullunun diyorkarısı ötekine kaçtığı günkızının elinde seninbebeklerden varmışpencerenin gerisinde bir raf dolusu başanan ne dedine diyecek güldürâhime saçmalama dedibizim oğlan da vaktiylebebek aldı ondanreşit efendiyle aramabir şey girdi mikinlinin gözü var kiminin yok. Cam gözlüsü devar, boyalı gözlüsü de.hanım dedi nazarlık vardıngömleğinin altında seninhem sana büyü yapmamışsaşükrethamdolsun iyisin maşallah dedifatmanım iğne ipliklere döndüBeşinci Gün 37


süzüm süzüm süzdü onu herifona da mıanam para verdi savdıfatmanım iğne ipliklere döndübizden çıktığındabunlara da gider bugünhem yeni gelmişlerbaşların saçlısı da var, külâhlısı da. Adam birdendöndü. "Bana bak, buraya geldin ya, paranvarsa bir bebek alırsın, yoksa gene alırsında parasını bir daha gelişte getirirsin. Bizimdükkâna gelip almamak olmaz" Cevap bekliyorgibiydi, vermedim. Müşfik gözlerimin içinebakıyordu. Bebekçiye baktım sonra. Dikköşe köşe bakıyordu gözümün içine. Sustum."Paranla alırsın. Ama anandan istediğini öğrennıeyeyim. Anan kimden aldığım sorarsa,Bebekçi Osmandan dersin. Nereden diye sorarsa,anladın mı, neredenbağırıyorbaşların gözlüsü degözsüzü deona bakıyoraldığını sorarsa o zaman, çayırda gördüm dersin"Gürlüyordu. "Erkeğim ben, dedim, erkekler bebekle oynamaz ki, kızlar oynar. Değilmi" Gözleri büyüdü. "Bu köyün bütün çocuk-38 Beşinci Gün


Sarı-lan Osmandan bebek alır. Gelir alırlar.kumlular erkek değil mi? Bir sen mierkeğim tabiîneden ağlatmazlar evdeerkeksin? Haydi çıkar paran varsa. Haydi durma"Müşfik gene boynunu kırmış, gözleri güleç,başını salladı inceden, al demek istiyorgibi. Cebimi taradım. Çıkanı verdim Osmanane kadardı bilmiyorum. Saydı. Masanın önündençekildi. "Seç" Masanın üzerinde renk renkbebekler vardı. En öndekinin kolları bacaklarıyerinde duruyordu, başı daha yerleşmemiş."Kimse benim gibi yapamaz bu bebekleri. Başım,kollarım, bacaklarını ayrı ayrı yaparım,sıkıldıkça bir baş, bir gövde, aklıma estiği gibi.Lâstikle bitiştiririm sonra parçaları. Benöyle yaparım. Oynar böylesi, çabuk da koparYa" diyordu. Lacivertlisini seçtim. Elbisesi kefengibi bir şeybabaannemin kefeni beyazdıbeyazdıaldım, döndüm onlara doğru. Müşfik, dudağıtatlı, gözü güleç, Osmandan uzaklaştı. Döndü"Gidelim" Çakıllara bastık gene. Denizin kokususerin, güzel geldi. "Müşfik, o büyücü karıyıgörünce söyle, bir gece gideceğim, bacaklarınıtuttuğum gibi ayıracağım" Sesi çok kaBeşinci Gün 39


İmdi. Uzaklaştık "Peki" dedi Müşfik. Denizinkenarındao kurşuncu râhimeyseben de bebekçi osmanımbana büyücü dediğiniduymayagöreyimbir balık ölüsü yatıyordubüyücü olsam müşterisinielinden alırdımcüce musibetpis kokuyordu, leş gibi, karnı kapkara, çatlaktı.Ayrılmış ortadan. Geldiğimiz patika geridekaldı. Birden köpekler kalktı çakılların arasından,tüyleri ıslak, çamurlu. Hırladılar. Müşfikkolumu tuttu, sıktı. "Taş sektirelim" Çakıllarınküçüklerini seçti, bir avucuna doldurdu;bebeği yere bıraktım, taş toplarım diye.Sarı atıldı, bebeği kaptı, Barutla çekiştiler.Müşfik taşları sektiriyordu bana bakmadan.Onlar sessizdi. Bebek parçalandı. Müşfik diyemedim.Parçalarını tükürdüler, gene yattılar.Tiksindim. Önce bir kolu yakaladım, denizefırlattım. Barut hırladı, yerinden oynamadı,sonra öteki kolu sonra başı sonrabaş hemen batmadıkollar inceyan yan gidiyorgövdeyi ufalayıp ufalayıp serptim denize.40 Beşinci Gün


Sonra bacakları, teker teker; Müşfik bebeğebakmıyordu, hâlâ taş sektiriyordu. "Aferin"dedi attığı taşın ardından, "aferin! Seninle arkadaşolacağım" Son taşını atmış. "Gidelim"dedi gene. Kıyıdan yürüdük. Köpekler öndenkoşuyordu. Çok yürüdük. Sonra "Osman birazdeli" dedi Müşfik, "annem böyle söylüyor. Sarıklımailk geldiği zaman, Osmanı babamınyanında yamak bulmuş, hamuru o yuğururmuş.Sonra bir sabah kalkmış gitmiş. Bezdimdemiş. Ben müşteriye gitmem. O gelsin ayağıma. Ne yapacağımı bilmem ama bir şey yapacağınıdemiş" Uzun bir zaman görmemişleronu. Sonra bebek yapmağa başlamış. "Bilirimo zamanı. Önce pazarda satmağa kalktı. CüceRâhinıe, büyülü dedi bunlar, pazardan kovdular.Ben acıdım. Babam çok kızıyordu ona.Deli dedi, hayırsız dedi. Ona yardım etmek istedim"Bir gün cayırda görmüş, ardından gitmiş,yerini öğrenmiş, çocukları kandırmış."Hepsine bebek aldırdım. Sana da aldırdım.Parçalarım bebeklerini elime geçtikçe. Yenisinialsınlar diye" Sustuk. Yürüdük. Kıyı bittibir yerde. "Pabucunu çıkar" dedi. ÇıkardımÇorabımı da çıkardım. Çorapsızdı o. Suyagirdik. Yüksek kayalığasürüne sürüneBeşinci Gün 41


aktım. "Dalma" dedi. "Bir adım ilerisi çokderin. Üç çocuk boğuldu burada!" Çakıllarındenizin dibindeki çakıllarkaygan olurüzerinde yürümek güçtü. Yeşildi çakıllar burada. Az ilerisi, karanlıktı; ağaç ağaç yosunlarvardı. Burnu döndük. Kıyı gene başladı. Pabucunugiydi. Çoraplarımı giydim. Bekledi.Pabucumu giydim. Köpekler koşuyordu. Çokuzakta denize girenler vardı. Arkalarında, dahauzaklarda fener duruyordu, apak. YürüdükSonra "Sık sık gider misin Osmana" dedim,"Giderim" dedi. Çok severlermiş biribirilerini.Sonra "Buradan gidersin artık eve" dedi. Köpekleriçağırmadı. Çakıllı kıyının gerisindeçatlaklar içindeki kırmızı toprak yükselmeğebaşlamıştı. Yarık bir yerinden tırmandı. Koştu.Göremez oldum onu. Çayıra gitmiş olacak.Tepemde bir kavurtu duydum birden. Saçlarımkızmıştı. Koştum. Tökezlendim. Koştum,ötekilere yaklaşınca soyundum. Donumu ıslatsarane olacak. Ninem denize girdiğimi anlarsanasıl olsa paylar. Anneme söylemez ama.Kuruturum da donumu. Güneş kızgm, çakıllarkızgın. Öğle vakti gelmiştir. Yüzme bilmiyo-42Beşinci Gün


um öğreneceğim, Müşfik Fikret de bilmiyoryüzmesini. Şimdi kuru her yanım. Eve gitmeliartık. Fikretin annesi de tere istemiştibenden. Söylemez olaydım çayıra çıkacağımı.Ne yapsam...1954Beşinci Gün 43


O D A L A R D A NBİRİFenerin ışığı yolun üstüne bir daha düştü;Suat uzaklaşmış bile; tek balığını sallıyor elinde.İstasyona 7 dakikada, evine 10 dakikadavarır. Döndüm. Denize inen yolun başında ışığınsandalı aydınlatmasını bekliyorum. Sandalçırpıntılı ışığın içindeyken atıyorum balığı. Küt, kof, katılmış katılığının sesi geliyor.Eve gitmek uzun sürer. En azından 15 dakika,üşeniyorum. Usanç geldi bu yoldan. Babamkızmış, kapının sürgüsünü gene sürdürmüştüranneme. Otele gitsem. Ömrümde giremedim,gıcırtılı, esnedi esneyecek gibi duran kapısındaniçeri. Yıllardır da geçerim önünden. Nezaman gelecektim sanki. Yatağımı, evimi severdimşimdiye kadar; oda demeli, oda demekdaha doğru olur. Odamı, yalnız odamı severdim.Ondan da soğuttular sanki beni. Garipolacak, kılığım da pek uygunsuz, aldırma. Kapısürgüm olsa bile bodrum penceresinden girerdim. O da olurdu. Otel, oteli denemeli. Yenibir oda görürüm, sırası gelmişken... Paramvar. Nüfus cüzdanım yanımda değil. O gerekliOdalardan Biri 45


sanırım. Adama, Sarıkumluyum da diyemem,evine gitseydin der, inanmaz da kapının sürgülenmesihikâyesine, kuşkulanır, inansa bile birtürlü, otelin önünden geçemem bir daha. Eniyisi açıkça yanıma almadım, demek. Balığaçıktık derim. Lâf olsun diye zaten birer balıkçektik Suatla. O, eli boş dönmesin diye aldıyanına. Eve götürür, tel dolabın orta yerineyerleştirir. Ailece paylaşacak olsalar, bir tadımlıkbile düşmez her birine. Bilemedin, kedininönüne attırır büyük hanım. Ama balığaçıkan Suat, balıkla dönmüştür eve. Anam bilirniye çıktığımı denize. Bir şey söylemeyi de Dilâverhanımlığına yediremez. Balığı attım zaten.Ölü eti ne yapayım. Otelde gülerlerdi tekbalığı görseler. Hem onlara ne. Gider yatarım.Dertleri künye ise ezbere' okurum. Köyün yabancısıolsam eski mahalledeki oteli bilirmiydim sanki. Gideceğim. Amma da çabuk yürümüşüm.Gömlek sırtıma yapışıyor. Yıvışıkbir ter sırtımın ortasından belime iniyor. Geldim.Eski mahallede oturmadığımıza göreadam belki de tanımaz beni. Neyse ne, gireceğim.Birden bütün yıldızlar dökülüyor. Kapınınönü karanlık; yelle birlik yıldız kokusunusokuyorum içeri, farkındayım. Kapıyı bu sıcaktabile kapalı tutuyorlar. Göksüz içerisi,pis kokuyor. Böyle mi kokar oteller? Belli et-46 Odalardan Biri


memeli ama. Otele alışıkmışım gibi yürümeliHasta bir ışığın altında duran kâtipten başkası yok ortalıkta. Önünde duruyorum. Başınıkaldırmadı daha, kitap okuyor. Kapı da gıcırdadı. Eğiliyorum. "Aşk Sanatı" okuduğu. Bilirim, başında da "metin harici 27 resim" diyebir şeyler yazar. Aşkı bir de bana sorsa... Başınıngölgesi önüme doğru uzanmağa başladı.Pantolonuma bakıyor. Lekelidir, çamurludur—çamurlarını göremez ama— ıslaktır belkide. Ona bakıyorum ben. Masaya dayadığım ellerime bakıyor. Ölü et kokusunu almış olabilir.Ellerimde tuzlu suyun yıvışıklığı, sandaltozunun pütürlülüğü, küreğin kızdırdığı nasırvar. Bilemez o bunları. Bakıyor gene de. Ellerimden anlamağa çalışıyor beni. Salak. Gözlerikemerimde. Gömleğimin yakası çok açık. Terliyimde. Göğsü terlemiş bir adam, bu saattenereden gelir? Saatine bakıyor. Bir buçuğa geliyor.Gözleri yüzümde; gözüme dikili. Gözlerigözlerim gibi yeşil. Yaşlı bir yeşil, ağlamışgibi, kızgın kuma, kızgın denize bakmışgibi yahut. Ne istiyorsunuz deyiverdi gözler,gözlerimin içinde. Ne isteyeceğim. Kızgın, baktımyeşile. Oda istiyorum. Yeşil koyulaştı, dahayukarılara çıktı. Tuzlu kıvırcıklığı içindekisaçıma, terini duyabildiğim alnıma doğru. Geneyeşillerin içinden bakıyorum. Tek yataklıOdalardan Biri 47


mı olsun, dedi. Tek yataklı olacağım kendi debilir elbet. Ne yapayım iki yatağı. Kaçıncı kattaolsun, diyor. Bütün bunları sormasa... Sormakâdet de değildir herhalde. Bilmem. Gözlerininyeşilinden apayrı şeyler bu sordukları.İkinci katta olacak diyor. Zaten iki kat bu otel.Bir gecelik mi, diyor sonra. Bir, beş, on, çabukbitirsen işini, kitabına dönersin, diyesim geliyor. Yeşiller dolaşıyor gene üstümü başımı.Nüfus kâğıdın, diyor. Yok. Sesim çok sert çıktı.Birden gözleri çenesiyle birlikte yukarıyabakıyor. Onsuz olmaz ki diyecek gibi. Sorarsınsöylerim dedim, yabancısı değilim buranınBir şey söyleyecek oldu, vazgeçti. Eğdi başınıAdınız, diyor. Müşfik. Ağır.geliyor yabancınınsorması. Vazgeçesim, çıkıp gidesim tutuyor.Gözümü kaldırınca yeşiller gene güzümdeBekler gibi. Soyadınız, diyor bu defa. Yutkunuyorum.Börekçi demeli. Müşfik Börekçi, diyorum.Duraklamıyor bile yazarken. Şaşmadı.Suat Çuhacı da, Fikret Ünlü de deseydim şaşmayacaktı.Babanızın adı. Reşit, diyorum.Umurumda değil. Şimdi de, nereden geldiniz,diyor. Sarıkumlu olduğumu söylüyorum; birçırpıda söyledim her şeyi. Rahat, bıraksın artık.Söyledim, yazdı; syledim, yazdı. Uzattıkolunu, anahtarlardan birini çividen aldı, verdi.İşkence bitmiş demek. İkinci kat, merdi-48 Odalardan Biri


venin karşısındaki kapı, dedi. Oda kokuyor.Çarşaf, diş macunu, uyku kokuyor. Pencereyiaçıyorum. Deniz, yıldızlı deniz doluyor odaya.Bir kedi var bitişikteki balkonda. Deniziniçinden çağırıyorum. Başını kaldırıyor, kalkıpgeriniyor, oturuyor, çöküyor. Yumulan gözlerinigörüyorum sanki.İçeri çekiliyorum, deniz seyreliyor. Soyunuyorum.Gömleği iskemlenin arkalığına geçirdim.Pantolon bir köşede de dursa olur. Daracıkoda, yatak geniş. Serin çarşafa oturuyorum.Yatmış, ısıtmış, kokusunu bırakmış gelipgeçen. Yataklar çabuk soğur. Otelciler hergün insan görürler, tümen tümen insan. Buyatak da öyle. Yepyeni bir odadayım. İlk olarakodamdan başka yerde yatacağım. Burasıbenim için yepyeni ama aşağıdaki kâtip için,bir başkalık olsun, olabildim mi? Boğuldumgitti öteki kayıtların altında. Benden sonra birbaşkası yazılır o deftere. Yeşil gözleri vardıkâtibin. Geceleri denize çıkamayan gözler. Balığıgetirseymişim, özlem içinde kıvranırdıbelki. Gündüzün uyur herhalde. Denize çıkmaz - girip yüzse de. Sandalı ışıktan uzağa çekemez.İster de çekmeği. Belki. İster, belki değil,ister. Kapanmış kalmışa benziyor gözleri.Bu pencerenin dibine kadar uzanan suyu bilegörmez belki. Denize bakan bir odada ilk ya-Odalardan Biri


tısım bu. Sıra sıra gelen çarpma sesinde, alışmadığımbir sertlik var. Alışmadığım. İşinigücünü bitirmiş gibi, çarpıp duruyor çakıllara,kabarıyor, çekiliyor. Kayıkhane sesi gibi,dam altına giren deniz sesi. Bu damın altındaben de varım. Kâtip de var. Su yeşili gözlerivar kâtibin, o güneş görmemiş, hasta ışığın altındakisajTi yüzünde bile parlayabilen su yeşiligözleri var. Bir daha dağıldım. Bunun dagözlerinde bir parçam kaldı. Bundan sonrabunu da hesaba katmalıyım. Beni tanıyanlararasında bu da olacak. Olmaz ama. Unutur o.Benim tanıdıklarım arasında bu da olacak.Gelmeseydim keşke, hiç gelmeseydim. Tammayıverir,geçerdim. Şimdi o da var. Parçalarımıtoplarken, bunun gözlerinde, yeşillerindibinde kalanını da bulmak, unutmamak gerekecek. Odanın parasını verdim zaten. Erkenclen kaçayım yarın. Elimden gelse de, görünmesem ona. Erkenden kaçmalı. Penceredeniçeriye dolmuş denizin, yıldızların içinde uyuyacağım.Kâtip "Aşk Sanatı" m okur şimdi.Işığı hiç yakmamışım, göğün aydınlığı yetmiş.Bir komodin de varmış odada. Yeni odadayatmak, heyecan gibi bir şey. Çarşafın serinliğiduruyor hâlâ. Yatayım artık.195450 Odalardan Biri


O D A O D A D Ü N Y ATaksimde üç aydan beri oturduklarını biliyordum ama, mektup yollamasaydı, bu gece,Taksimdeki kilisenin bahçesinde buluşabileceğimiz,gelemezdi aklıma.Geceyarısma on kala, bahçedeki tek elektrikfenerinin dibinde elini sıktım. Konuştu..."Boş yere kararlar verdik. Buluşacaktıknasıl olsa... Bundan sonra da..."Mektubundaki yalınlık... Dört ay önce,evlerinden çıktığını gece bıraktığı yerden, başlıyorsöze... Yüzüme baktı; gözleri kaşlarınıngölgesinde...Konuşmadım."Babam öleliberi, bu, ikinci oluyor."Durdu.Sesini rüzgâr titretiyor gibi... Babasınıgömdükleri günün gecesi, odama çıkmıştıPencerenin hemen dibindeymişçesine, yaz sesiyleakan karanlık Boğaza bakarak, babamıntabutu kiliseden çıkarken, demişti, ben de çıktim, bir daha girmemeğe karar vererek... Amaannesi, kendisini gece âyinlerine götürmesiniOda Oda Dünya 51


istiyordu. Evlerinden çıkmadan iki gün Önce,Noel gecesi, Yalıburnundaki küçük kiliseyeannesini, birlikte götürmüş, dışarıda beklemiştikonu."Bu ikincisi. Bu gece de yanyana olmamızıistedim."Üşümeğe başlar gibi. Sesi kesik kesik çıkı­."Görüşecek miyiz bundan sonra?"Yüzüme hâlâ bakmadı."Hm..." diye bir ses çıkardım.1 r ' !Üşüdüğü besbelli olduğu halde, sevinçlekonuşuyordu. "Annem sana hâlâ içerliyor. Lâfinin edildiğini bile duymak istemiyor... Nikoyuyatılı okula verdik de öyle çıktık Yalıburnundakievden. Şimdi, Sıraselvilerin arkasında,annemin bir teyzesinin evinde oturuyoruz...Bir dericinin yanında çalışıyorum üç aydanberi... Okulu bıraktım..."Durdu gene. Sesi zaten ancak duyuluyor.Bir şey söylememi bekliyor gibi..."Annem, burada tanınmamamızdan memnun.Yahburnunda ise beni, bizi, çekiştirip duruyorlarmışdaha..."Ağzımın kenarı bükük... Ama, boşuna arıyorum değişik bir tarafını. Yüzü, sesi, kalbi,eskisi gibi. Kitaplarından bile, bir an olsun52 Oda Oda Dünya


uzaklaşmamış olacak. Dalgm şimdi, eskisi kadardalgırı, kapkaranlık kumrallığında.Kilisenin ana kapısına bakıyordu. İçerisığamamış kalabalığın başları üstünde yükselen,elde tutulmakta olan uzun mumların, rüzgârla,saz saz salınan uzun alevlerine..."Hepimiz gibi kan içinden doğdu. Kaniçinde öldü bazıları gibi. Doğumuyla ölümüarasında hemen her yıl dört ay uzanır. Yalıburnundatepeler mavimsi aktır bu dört ayiçinde. Önceleri kar vardır, daha sonra, papatyalar.Karların eridiğinin toprağın yeşerdiğininfarkına bile varamazsın. Beyazdır ortalık,beyaz kalır... Bulutlar vardır sonra; altına yatılan,masmavi göğü hep daha uzağa atan,apak bulutlar... İsamn kanı boyamadı bunlarıhiç. İnsan kanı değil o, tanrı kanı; bir yandaakadursun, tepeler apak kalır... hep"Annesi duymasın böyle konuştuğunu. Dahao zamanlar bile, rumcayı âdeta konuşamadığıiçin yakınır dururdu. Okudukça onu dahada unutacak, belki de unutmağa çalışacak.Yunanca, mektebi de bıraktıktan sonra, büsbütünyabancılaşmıştır onun için. Ancak okuduğudili konuşabiliyor şimdi, kitap okurmuşgibi."İsanın kanı; güzel şey; umurumda değilama. Kanlı İsa, kanı beş çeşmeden akan Mer-Oda Oda Dünya 53


yemin oğlu, benden uzakta. Hayatım kadarkanım da benim... Kanımı yalatmak istemem..."Sustu.Ne söylediğini bilmiyor. Dişlerini kenetlemiş;titremesi belli olmasın diye. Aleko, yahutAleksandros Vratsis, İsanın kanını çevreleyenleringölgesinde büyümüş bir çocuk, böyle söylüyor.Yalnızlıktan, teklikten korkmadan.îsamn ikinci doğumunun, sonsuza kanatlanışınınbu gecesinde, nisan havası, bir karsoğuğuyla ikimizi de üşütüyordu. Oysa İsa, osıcak ülkede, göğe ağarken çıplaktı."Kanlarını Babası silecek. Bak, sevinçlebağıracak içeridekiler. İsa, ayaklarının insanyükünü bir daha unutacak. Böğrü aşk içinde;ama bizden uzak..."Uykuda gibi konuşuyor. Üşüyor, besbelli.Bakıyor bana... Eskisi kadar güzel. Ama ağzınınkenarları büsbütün toprağa yönelmiş. İnkârın,inançtan korkma olmayabileceğini anlayamamışdaha. Bağırmak istiyor, anlıyorum.Körpeliğin karanlığı bu.Saatine baktı. "37 dakika oldu gireli, daha da çıkacağı yok."Sigaralarımız, ötedeki mum ırmağındanhŞbp.rsiz. yamvordu koyuda arka arkaya. Yürüdükbiraz. Gene fenerin dibine geldik.54 Oda Oda Dünya


"Dört aydır, adresini içimden tekrarlıyarum. Bir türlü yazamadım. Sonra bu gece annemiburaya getirmek gerekince, dayanamadım.Yazdım işte..."Söyleyeceği bu değil ya, oyalanıyor."Ben hasıl olsa içeri girmiyorum. Hakkımdıbenim de" Gene sustu. Bakmadı bana."Biliyor musun?" Sesi ısınmış. "Gelmezsin diye korktum bir ara. Tam onbir buçukta buradaydım.Onikiye çeyrek kala buluşacağımızhalde... Annem pek şaştı bu aceleciliğime.Ama, aklına bile gelemezdi seninle buluşabileceğim..."Hava mum kokuyor. Rüzgâr, dalga dalgagetiriyor alev kokusunu, İstesem, fitillerin cızırtısını,dua edenlerin mırıltısını bile duyabileceğim buradan..."Arınıyor, içeride... Dua ediyor... Tanrıhavası içinde başı dönmektedir... Senin buradaolduğunu bir bilse..."Heyecanlı. Susmak istiyor da susamıyorgibi. Söze başlarken dudakları titriyor. Gözleri,korkmuş hayvanlarınkine dönmüş. Nereyebakacağını kestiremiyormuşçasma, kocakoca, kaydırıyor onları bir yandan ötekine.Zayıf yanını göstermek korkusu...Oda Oda Dünya 55


"Babam öleli dokuz ay oldu. Dokuz aydıronlardan durmadan uzaklaşmaktayım. Uzaklaşabiliyorum."Toparlandı. Toy kesinliğiyle konuşuyorErkek dünyasının katı yalnızlığı, onu büsbütünsarar artık, hem yakında...""Uzaklaşmak yetmiyor ama. Ayrıldığımı,onlardan başka olduğumu, yalnızca uzaklaştığımı bilmekle anlatmış olmam ki..."Övlesi de yapılabilir, demek isterdim ona,yeter ki hayatını bu bilişin içinden yaratıp çıkarasın.Ama anlamak değil, duymak bile istemeyecektirböyle sözleri. Benden de kuşkulanırüstelik. Ona, kendi malı olamayacak herşevden, kaçınmasını öğreten benden. Hem, ancakkendi yarattığının kendi malı olabileceğinisövleven gene ben değil miydim? Sustum şimdiye kadar, gene de susmalı...Rüzgârı bir daha kokladık. Başlarımızdaha da gömüldü yakalarımızın içine. Birer sigaradaha yakarken, dudakları titredi."Sen vardın eskiden... O dört ay... Gecesiyle,gündüzüyle yanından ayrılamadığım o4 aydan sonra, o Noel gecesinden sonra, evdençıkarken beni bir daha görmeyeceğini söylediğinde,inanamamıştım. Sonralarıysa, dedikodudankaçtığını sandım. Anlayamadıkları biı56 Oda Oda Dünya


şey olunca, ağızları durmayan insanlardankorktuğunu, beni yalnız bıraktığını sandım..."Baktı gözlerimin içine. Gülüyor, ben degütmeliyim."Evet, böyle bir şeye inanmak, kolay geldibana. Bu gece anladım seni. Senden de kurtuldumartık..."Acaba?... Kurtuldu mu yoksa ..."Gene güldü. "Bu mahallede beni biraz..."Elini şakağının yanında salladı. "Desinler. Neolacak yani? Delilik alt tarafı..."Kalabalığın uğultusu esti gene., "Bir saat on dakika... Gireli, bir saat ondakika oldu.""Sabırsızlanma Aleko. Daha da uzun süreceğinibiliyorsun, ben söyleyecek değilim yasana... Yahburnund'a ben bile öğrendim âyinlerinne kadar sürdüğünü..."Bula bula bunu mu buldum, söyleyecekilk söz olarak... Neyse, geçti, söyledim artık...Unuttuğum bir şeymiş gibi, yeni öğrendiğimbir sevmiş gibi, gülmek istedim, gülmeğeçalıştım. "Sürer daha, sabırsızlanma, içerigir sevdin...""Evet... İçeri girseydim... Dışarıdayımama. Dışarısı da soğuk..."Gene yürüdük. Kilisenin arka kapısı, içerisinin,ön kapının ışığına, sevincine yabancı;Oda Oda Dünya 57


soğuk, boş, karanlık. Fenerin altında konuştugene. "Üşüyorum. Mumlara bakmak ısıtmazinsanı. Dışarıdayım. Dışarıda olmanın neyebenzediğini sana..."Anlatacak değilsin. Biliyorum. Konuş ama,susma. Başımı salladım yalnız."İçeride, o. Mumlar, tütsü, onun için. Isınıyor.Yüzlerce insanın soluğuyla, sıcaklığıyla,mumuyla... Acısını, özlemini duymasam... Olmuyorki..."Bendim ona, hiç bir düşünce seni ağmadüşürmemeli, diyen; yolunu tek başına bul, diyen; şimdi de dayanıksızlığının tutsağı değilmi?"Mumlarının alevi, sönmesine engel olmalan, bekleyişleri... Hiç bir zaman kendimi, onlardanbiri bilemedim. Onlardan kaçarken,başkasının ağma düşebilirdim. Beni sen korudun. Hiç olmazsa kendi ağıma düştüm... Böyledüşündün sen de, değil mi?... Üşüyorum."Sapıtıyor. Yürüyoruz gene. Karanlık eriyipkoyulaşıyor, açılıp katıîaşıyor adımlarımızda.Dişleri biribirine vuruyor..."Piç olduğumu duyurmasalardı bana...Duyurmasalardi. Anlamasaydım yabancı olduğumu."Fenerin, tekliği gene tepemizde. Bakıyoryüzüme... Dalgın ama.58 Oda Oda Dünya


"Din değiştirmek bile pek yaramayacakişe... İyilik..."Kilisenin bir yan kapısı açıldı. Ellerindemumları, ikişer, üçer çıkmağa başladılar. Alevielleriyle koruyorlar. Yalıburnunda da öyleydi.Ama hepsi tanıyordu bizi. Hepsi bizi gösteripgülüşüyordu. İçeridekilerin ikiyüz tanesi detemiz, biz günahkârdık. Alekoya belki kızıyorlardıama, haddini bildi, o yabancının yanındakaldı, kiliseyi kirletmedi, diyenler de çıkmıştırsanırım... Bakıyor çıkanlara... Dalgınyüzü ışık içinde... Ama bundan sonrası, bölümbölümdür onun için. Yabancı odalar tanıyacak.Birine ısmamadan, ötekine geçecek... Ürperipdikeliyor. İlerideki çocuğa bakıyor herhalde.Çocuk, sönmüş mumunu, babasmmkinden yakmakiçin yukarı kaldırıyor. Babası, herhangibirinden, o herhangi biri de mihraptan almıştırateşini. Kolay, doğru...Döndü."Bir saat kırk dakika..."Ön kapıdakilerden hemen hiç biri kalmadıdışarıda... Hepsi girmiştir, Durulmak isteyenalevleri ellerinde..."Annenin çıkması yaklaşıyor, değil mi?..."Bu boş sözleri söyîemesem... Hemen hiçkonuşmamış olduğumu yarın farkeder ancak.Yanlış anlamasa bari... Konuşacak gene...Oda Oda Dünya


"Nasıl da kar yağmadı, şaşıyorum..."Atlattı.Birer sigara daha yaktık. Annesiyle karşılaşmakistemedim. Ellerini, sigarasının üzerindekavuşturmuş, ısıtmağa çalışıyordu. Bir kaçgüne kadar gelip beni bulmasını söyledim.Gözleri büyüdü. Sonra dönüp hızla sokağa doğruyürüdüm.Dışarısı soğuk. Ama odam da soğumuşturya...1952 - 5360 Oda Oda Dünya


D Ö N E N E NBİRyalnızlık vardı erkeklerin içinde. Dumanın ardından"Kadınlar yalnız değil. Kadınlar yalnızolmaz. İçtiğinde bile" dedim. Duman parçalandı. Yalnızlık vardı erkeklerin içinde. Kadın,dumanların arasından sıyrılıyor, süzülüyordu.Işıklar karardı sonra.ayrılacağız nasıl olsa buluşmak boşKadın, dumanları, akışıklıklarıyla yırtan kuşlaradikmişti gözlerini.Kuşlar ortada dönüyordu.Sonrabir kadının kolları karanlığın içindengeçti, onlara katıldı, kuşlar bu kollara uydu.Kuşlar yalnız değildi. Kadının kollarında yaşıyorlardıhep birlikte. Yalnız olan erkeklerdi.Kadın yanlarındaydı, yalnız olamazdı.yarın ayrılacak olan o değil benimİspanyollar dönüyordu ortada.kabına sığamayan kıvranışlar içindelerkurtulmak istermiş gibi kurtulmanın boşolduğunu akıllarına bile getirmedenErkekler kuşlardan daha kuş, ayaklarının yerdenkesileceği anı bekliyorlardı.Dönenen bir 61


kadınlarsa yayılıyor yerde dağılıyorlardönmeler içindeTopunun topukları sağır ediciydi. Erkeklerbaşlarını gene önlerine eğdiler.ikimizin de üzerinde ayrılık asılı ispanyollardönedursun neden onlara bakmaktaniçmekten gözümüzü örtünün ak üstüne aknakışlarına dikmekten daha iyi bir şeyyapamıyoruzİspanyollar yay büklümleri içinde toprağa bütünağırlıklarıyla bastılar.uçmaktan bu gecelik de vazgeçtilerErkekler kadını unutmuştu bir ara. Birden hatırladılar.Ağır ağır içiyordu.herhangi bir gece onun için içer de bakardaBakıyordu, ortaya gelen Barlini'ye. Baktık.On parmağında sekiz çubuk, çubukları dengedetutuyor, tabaklara isteğince can veriyorduTabaklar, çubuklar, makaralar, sepetler, şapkalar,havaya uçtu, döndü, fırıldadı, kondu;eline, alnına, burnuna, kıçına. Herkes ona bakıyordu.O, tabaklarına dikmişti gözünü. Onlarakarşı; yalnızlığın örten dalgası içinde.Işık çevresinde dalgalanırken bile. "Çocukluğundaanasından dayak yemiştir" dedim."Okula gitmemiştir bu işleri kavramağa çalıştığıgünlerde. Anasını ağlatmıştır belki. Dö-62 Dönenen bir


vünmüştür arkasından kadın, oğİum serscı Ioldu diye." Duman çekilmiyordu sözleriminönünden. Sustum o zaman.üçümüz de içiyoruz boş lâkırdılara gülmekten kaçınmak için olsa gerekGüldü karşımda, ağzının yalnız bir köşesiyle.Konuşmamak en iyisi.yalnızlığı oyalamak yakışık almaz ama/ yarını düşünmeli yüz adım ötede bir yerdeayrılacağız yarın yarın da değil bugünonsekiz saat sonra yatıp uyumak bu , onsekizsaati böler de uzatır daİrkildik.işte bundan fazlasını hiç bir zaman göremeyeceğimüçü de zenci kırması böyle bebopuanlarım bir gövde bundan fazlasınıyapamaz uçuyor bunlar kadın boduk erkeklersırım gibi konmadan uçuyorlar uçtularKadın doygun bir küskünlük içindeydi. Adamlargene üzünç çalıyorlardı çalgılarında. Ortadadönenler vardı.biz yalnızız bu kedi de kucağıma çıktısapsarı tüyleri dökülüyor bahar geldi mırıltısındanboğulacak bu yabancı yerdebile yalnız değil kucağımdaTrenler artık uzaktan değil yakından ötüyor-Dönenen bir 63


du. Çanın sesi duvarın arkasında. Paralaralındı, paralar verildi. Otomobil karanlıktı,açık pencerelerinden baharla birlikte ölümügörüyorum bu ölüm aylarında bu yılda öleceğiz yarım o düşünmüyor sarhoşbelki ben de çok içtim önce evde içtiksonra orada yarını ben düşünüyorumÖleceğimizi bilmeliydik. Bileti üç saat önce aldım.Durmadan ölümler içinde ufalanır dururdum,öyle kaldım. Her ölümden sonra dahayoksul, her ölümü daha doğumunda hazırlayarak,sürükleme içinde, sürüklendiğimi bilebile, ölümü en kısa gönenç içinde bile beklemek.Dost, ölümdedir. Bileti bir kaç saat öncealdım. Ama dünden İşeri, aldığımı söylüyordum.Ölüm gerek bana. Varsınlar evlensinler.Ölümü ararım ben. Ayrılık öncesi aksar her zaman.Boş boş bakılır dolu gözlerin içine. Sırıtılır,el sıkışılır, sigara içilir. Üstüste. Aynı şeyiyapar dururuz, aynı hareketi, aynıyı yenilemektirelimizden gelen. İki saat önce yabancılarkarıştı aramıza, tren kalkıncaya değinayrılmadılar. Onlar ayrılmadı, onlar kaldı, bengittim. Yabancıların yanında büsbütün yaban-64 Dönenen bir


cılaştık. Sırıtıldı, el sıkışıldı, sigara içildi. Tiksindim.Ayrılmadık, ayırdılar. Hepsi sevinçiçindeydi. Kimse kimseyi kıskanmıyordu. Benkıskandım.Bahar havasında vagonların penceresiaçılır. İçeriye ölüm esiyor. Yenisi, yenilenecekolanı. Baharın may;sinde ölmeliyim.1954Dönenen bir 65


Z A N Z A L A KA Ğ A C ISevda derdi dedikleriBi'r zanzalak ağacı kadardırZanzalak ağaçlarının altındaSiz yoksunuz gölgeniz vardırS. N. ŞenerDenen ne? Rıza belki de. Daha doğrusuDemir Ankaradan gelmeden önceki Rıza. Bugece anladım. Sevda olabilirdi ama olmadı.Kapımı üç saat önce tıkırdattı. Aylardır yapmadıbunu. O ara farkına bile varmadımdı.Girin dedim mi bilmiyorum. Başını uzattı önce.İlk günler gösterdiği çekingenliğe benzettimsanıyorum o halini. Yemek hazır dedi içerigirip. Annesini hemen sormalıydım. Şimdigelirim dedim. Annesi evde olsa başkasına bırakmazdıyemeğe çağırmayı. Siz başlayın, şuzarfı yazar gelirim ben, dedim galiba. Kapınınyanından ayrılmadı. Soyunmak artık. Yemekyiyecek kimseler yok bizden başka, dedi. Busoğukta durulmaz öyle; soyunmayıp ne yapacağım.Şaşırdım, annen dedim, nerede? De-Zanzalak Ağacı 67


miri yolcu edecekti. Unutmuşum. Pendiktekalacak bu gece. Yatmalı artık, bu soğuktadikilip durmak neye yarar? Zarfı yazmıştımSaat sekizi oniki geçiyordu. Odanın ışığını osöndürdü. Yemek odasına gittik, o önde benarkada. Sinsilik vardı boynunda. Gergin, uzamışgibi duran bu sandalye arkalığı o boyunsanki. Üşüyünce kafası donuklaşıyor insanın,her yanım donmuş gibi. Masa... Soyunmambitti bile oysa. Masa da uzamıştı. Güldüm.Neden açtın? Yalnız ikimiz yiyeceksek? Tekkişilik yatak da soğuk olur. Kalorifermiş...Sobalı evin soba görmemiş odasından da soğukburası. Öyle, dedi, yalnız ikimiz. Aklımısınmağa başlıyor. Yalnız ikimiz dedi. Açtımşane çıkar? Sen bir ucuna ben bir ucuna otururuz.Ayaklarımı uzatmalıyım. Bir türlü deolmuyor bu buz gibi çarşafların arasında.Karşıdan karşıya konuşuruz bir gece de.Uzaklaşmak demek istedi. Demirden önce,dört köşe masanın üç ayrıtını doldururduk.Sürahi, ekmek tabağı, tuzluk dizilirdi dördüncükenar boyunca. Annesi sağ yanımda, o solyanımda. Uzattım. Yatak ısmmcaya dek çekmemeliyimdizlerimi karnıma. Ayaklarımuzakta. Ayakları ayaklarıma yakın dururdu.Durmazdı yani. Dizini sallar dururdu. Uzakduralım demeğe getirdi. Oturduk. Demir gel-68 Zanzalak Ağacı


yordum. İçkisini dikti. Pantolonunun ceplerinikarıştırdı. "Cıgaramı getir içeriden" diyebağırmakta neye bu denli geciktiğini düşünüyordum.Ayağını yere vurdu. Hans'm yattığıtoprağa. Davranacak oldu sonra gene oturdu.Sesi yumuşak, südrek çıktı: "Müşfik, oğlum,ceketimin' cebinde cıgara var, getirsene". "Getireyim"demedim. Ama terliklerimi sürüyesürüye odalarına gittim.Lâmbanın gözümü kamaştıran kirli sarı,sayrı ışığında kalakalmıştım. Elimde bir Yenicekutusu bir de pirinç anahtar. Bildiğim biranahtar. Ama bizim evin, bizim kapılardanbirinin anahtarı değil. Bu anahtarı daha birkaçgün önce görmüştüm bir yerde, daha birkaçgün önce...Babam - Reşit Bey - sesleniyordu içeriden,"bulamadın daha" diyordu südrek sesi. Sesçıkarmıyordum. Cıgarasmı bekliyordu. Sabırsızlığınıbilirdim. Sesim donmuştu. Soluğumtutulmuştu. Pirinç anahtar... Şimdi babamın- Reşit Beyin - gözlerinde yıldızların avuntususönmeğe başlamış olacaktı, anamın pencereninardında durduğunu bildiği yere doğrukötü kötü bakmağa başlamış olacaktı. İncedenanamın da sesi geldi. Bulamadın mı d'ahaoğlum diyordu. Oğlum deyişinde bir tehlikesezmişlik buldum - tehlikeyi onun" gibi sezen142 Anahtar


kimse yoktur -, bu kez de doğru bildin dedim,içimden. - Ben de öyle değil miyim sanki, bende daha şimdiden bir şeyler olacağını bilmiyormuyum, bugün bile bilmiyor muyumönümde büyük bir kesinti olduğunu? - Anamınsesini hâlâ duyar gibiydim. Dudaklarımıısırıyordum. Anahtar elimde duruyordu. Ceketaskıya asılı. Cep, elimin kalıbında aralanmışkalmıştı, kapatmamıştım bile. Sonra, dahaanahtarın hangi kapının anahtarı olduğunubilmeden, bulamadan, içimde bir eziklik, o sarıkötülüğü cebin karanlığına bıraktım. Anahtaradokunduğumu, anahtarı gördüğümü babamın- Reşit Beyin - bilmemesi gerektiğinisezerek.Şimdi elimde yalnız cıgara kutusu vardı.Yabancı bir şey gibi, bir yol kıyısından topladığımtaşlar arasından bir taş gibi. Bir taş gibidemek doğru olacak. Ne olduğunu, ne içiniçeriye götüreceğimi düşünecek denli aklımkalmamıştı. Birden anamın eteğinin hışırtısınıduydum yanıbaşımda. Başımı kaldırıp baktım-Kızgın gözlerle bakıyordu bana. Biliyorsunnasıl sabırsızlandığını, biliyorsun nasılnaletleştiğini, ne yapıyorsun sanki iki saattirburada? Cıgara içmeğe mi kalktın yoksa? Gözümüniçine bakıyor, sözünün doğrulanıp doğrulanmayacağınıgörmek istiyordu. Oysa cıga-Anahtar 143


dikten sonra dizini sallamadı. Taş gibi durdubir hafta. Demirin yerinde, uzaktaydı bu gece.Pencerenin kenarı yumuşak bir ses çıkarıyor.Kar yığılmış olacak. Bakarım birazdanPendikte de eser şimdi, soğuk, acı. Anası üşür.Kendi üşüyor mu? 0 uzun soğuk masanın ikiucunda konuşmadan oturmuş yiyor susuyorsusarken yemeyi unutuyor bakıyor biribirimizebakıp gözgöze geldikçe başımızı gene tabağımızaindiriyor yemek yer gibi yapıp alttanbakıyorduk gene biribirimize. Kar adamakıllıbeslemiş pencerenin önünü, yuva yuva, yumuşak.Dökülüyor, çöp gibi, temiz, acelesiz, gömücü,kirli. Isınmışken gene üşüdüm; penceredenbakacakmışım ille. Bakıyorduk biribirimize.Sonra bakmadım bir daha. Yüzününuzaklığı yorucuydu. Demir Bilecik dolaylarındadırşimdi. Anası uyumuştur Pendikte. Kendi...Demiri kıskandı mı anlayamadım. Kardeşi.İlk geldiği gün görmedimdi zaten. Ertesigün tanıştık.Kumral, san kumral. Gözleri Rızanmkigibi soluk yeşil. Ama Rızanmkiler esmeryüzünde daha soluk, çok soluk durur. Gözlerinebakmadım artık yemekte. Karnımı doyurdum.İnatla, inadına. Mandalina yeyip yemeyeceğimisorduğunda bile bakmadım yüzünehayır derken. Sustu. Demir konuşkandı.Zanzalak Ağacı 69


Daha ilk gecesi yanıma oturdu. Ankarayı, babasını, okulda yaptıklarını anlattı. Yüzü birgülümsemede donmuş. Gözleri gülen çeşitten.Rıza kıskandıysa neresini kıskandı. Yakınlıkgösterdim diye mi. Bu gece belli etti ancak.Kıskanacak bir şey olmadığını bilir pekâlâ.Bilebilir. Bilebilirdi. Dört gün içinde oldu neolduysa. Demirle dün gece vedalaştık. Tatilibitmiş, dönecekmiş, Ankaraya... Annesini,kardeşini tanımıyor gibiydi. Babasını dahaçok seviyor belli, oradaki evi yeğliyor. Yalnızbenimle konuştu. îri, serpilmiş hayvan yavrusu.Erkenden yattı, bu gece uyuyamayacağmıdüşünerek. Anası da soğuk durdu. Böylebir şey bile yapmış olabilir Rıza. Çekiştirmişolabilir beni. Çıkarım evden o zaman. Yattılarsonra. Pencereden bir daha bakmam. Göreceğimne, sanki. Yumuk kar, karın yumulmuşu,yokuş yok, arabaların, tramvayların sesi boğulaboğul a üç cadde öteden gelir gibi çıkıyor.Uyuklamıyorum. Uykum yok. Yatak ısındı.Rıza da uyumuyordur. Isınamamıştır bile daha.Soğuk sızar penceresinin aralıklarından.Hele böyle esti mi... Derdi Demirse, gitti Demir.Anası Demiri sever, Rızayı sevdiği kadarsevmiyorsa da sever, öyle anladım. Rıza dabiliyordur bunu. Annesinin, öyle dediydi, oniki yıldan beri Demiri yılda iki kez görmesine,70 Zanzalak Ağacı


alışmıştır. Dört beş günlük bir sevgi paylaşımımhoş görür, sesini çıkarmaz buna. Yorganağırlığını biraz daha yitirdi. Kaskatı yatmışım.Yatak ısındı ama yorgana biraz dahasarmmah. Kalorifer ocağı bozulacağı günübilmiş. Mandalina yiyecek yerde bir sigarayaktım. Gaz sobasının başında ellerimi ısıtırkensofrayı topladı. Soğuktu. Masanın kapaklarınıgürültüyle itti. Oda büyüdü birden. Eski, bildiğim, küçük, üç kişinin üç yanına oturupdördüncüsü boyunca sürahiyi, ekmek tabağım,tuzluğu sıraladığımız, anası sağımda,o solumda, oturduğumuz, altında dizini sallayıpsallayıp, durduğu masa kalakaldı ortada.Uzaklık kalktı ortadan. Bakmadım geneyüzüne. Baksam gözleri dilenecek, biliyordumsanki. Bildiğimden değil. Benim bildiğim Rızaöyle yapar dîye düşünmekten korktum. Kardursa uyuyacağım. Geniş, ak bir gurultu içindeuyurum.Bileklerim sızlamaz o zaman. Saatin tıkırtısımasanın üzerinde. Rıza uyumuş olacakbu sessizlikte. Aydınlık yerinden - camları kırılmışolacak - eriyen kar löp löp beş kat yüksekteniniyor aşağı. Patlamış dolama gibi yayılıryerde. Uyuyabildi demek. Gürültüye omuzvererek, ona kulak asmadan. Rahatladı mı?Zanzalak Ağacı 71


Uykusunda da Demiri kıskanır belki Demirneydi ki?Geçen gün Beyoğlunda o kızın yanında yürürken,beni görmüş olsa gerek. Kızın kolunaböylesine acemi, böylesine çirkin £;sılmazdıyoksa. Rıza çirkin. Güzelliğinde çirkin. Nasılsevda olurdu. Korkuyor. Kardeşinden korkuyor.Benden korkuyor. Sevda korkusuz olmalı.Hele dert olacaksa. O kız kimdi. Bir arkadaşıolacak. Okuldan herhalde. Saat kaç kimbilir. Soğuk, sessizlikle boğuk. Kızla yanyanayürüyorlardı. Gözgöze geldiğimizde, bana kalırsa,gözlerini kaçırmak istedi, beceremedi,kızın kolunu aradı eli, eli beceriksizdi, eli kördü,kolu buluncaya kadar kızardı, sonra elinikızın koluna taktı, çekti yanma onu. Yanlarındangeçtim. Gözucuyla gördüm, gözlerigözlerimi sanki arıyordu hâlâ. Sevdiğini, sevebileceğinimi göstermek istedi. İnanmıştım,sevebileceğine, zaten inanmıştım. Geçen güninancım yıkıldı. Sevemez o. Hele sevda hiçolamaz. Kızı kullandı. Demiri kıskandı. Suçudaha da büyük. Uyuyordur artık. Çocuk daha.Bu f.ece bana küsmek istedi. Bunu da beceremedi.Ağaçlar nasıl ağırdır şimdi, karın altmda. Zanzalak ağacım anlatmalı ona. Geniş,asır, vüksekmiş. Yemişi güzelmiş, çok güzelmiş.Gölgesi genişmiş, koyu, derin, sıcak. Ya-72 Zanzalak Ağacı


tak iyice ısındı. Başımı, alnımı geriyor soğuk.Zanzalak ağacının gölgesi sıcak olmalı. Yemişlerinibildiğimcc anlatmalıyım ona. Eliniatarmış insan, bir ısırırmış. Rıza gibi olmalı...Isırırmış da tatsızlığını neresine yoracağınıbilemezmiş. insan kötü oluyor sevdiğinde.Bağlandığımda kan isterim arada. Kan sıcaksıcak aktıkça, ısırıktan akmalı, aktıkça, ısırıktan, akıp akıp bağlar. Ölüm, benim ölümüm gerek. Rıza gibi değil. O tatsız yemişkam bilmez, tanımaz. Kansız o. Zanzalak ağacınınaltında siz yoksunuz, gölgeniz vardır diyorduSaffet. Ölünüz. Ölümüm olsa zanzalakağacından iyisi mi olurdu. Ölümüm olmazama. Ölüm vardır. Benim leşim. Rıza sevdaolamazdı. Korktu. Evden çıkmalı. Uykusununiçinde de korkar mı? Uykuda dostu dostluğusevdalığı kalmaz korkmaz öteyi aramaz çekinmezkıskanmaz Demir uzakta yok annesigücüyle yapayalnız korktu yıkıldı öldü acımamsevdiğime acımam yıkılan bir o değil ne çıkaryanıp tatlanacak bağrını güneşe açıp kanamalısevda denen inanamam güç inanmak bukorkak tatsızlığına sevda soğuk kar gibi sevdadenen1954Zanzalak Ağacı 73


\K A V R U KVüs'at O. Bener'eÖnce kapkaranlık bir gök gördüm. Sonra,camların üstündeki yağmur çiziklerini. O-da karanlıktı. Babam giyiniyordu, kalkmalıydım.Yatağımın ayak ucunda, çamaşır sepetiduruyordu. Bir yığın çamaşır vardı içinde, çamaşırgünleri gördüğüm yığından büyük biryığın, ütülü, ütüsüz, karmakarışık... Babamabaktım, kalk dedi yalnız. Ceketini giymişti.Ne oldu diyemedim. Sonra pardesüsünü giydi.Yangın vardı, dedi, duymadın sen. Boğuldum,inanmam, dedim. Pencereden bak, dedi.O zaman, pencereye giderken, nerede, diyesordum. Önce Halûk beyin evi yandı, sonrada Rahmi beylerinki, dedi babamın sesi. Sokakkapısının önünde bir hortum uzanıyordu.Taşların arası çamurlaşmıştı. Fikreti gördüm,pencerenin altında. Elini kolunu sallıyordu.Sokağı dolduran kalabalığın uğultusunu duyuyordum,Fikretin sesi gelmiyordu. Pencereyinasıl açtığımı hatırlayamıyorum. "Bütünköy ayaktaydı, bir sen uyuyordun" dedi Fikret,"haydi, in de Kör Meryemi görmeğe gide-Kavruk 75


lim." Arka odaya koştum. İki evin damı çökmüş,çıplak kömürler, sivri sivri duruyordugöğe karşı. Giyindim. Aşağı inerken annemmerdivende yakaladı. "Nazmiye hanımla çocuklaraşağıda. Kaçırdıkları eşyalarla aldıkonları eve. Münasebetsizlik etme." Sarıldı, öptüsonra. Merdivenin altında koca koca üçbohça duruyordu. Yanık kokmağa başladı hava.Nazmiye teyzenin gözleri yaşlıydı. NerminleNazmi, yabancı gibi duruyorlardı taşlığınköşesinde. Nazmiye teyzenin elini öptüm, sonra,geçmiş olsun gibi bir şeyler söyledim galiba.Nazmiye teyze beni kucağına çekti, öptü.Hava, kovalara daldırılan marsıklar gibi kokuyordu.Nerminle Nazmiye baktım. Bir şeyciklersöyleyemedim; gözlerini kaçırıyorlardizaten. Başımı eğdim, önüme baka baka dışarıçıktım. Annem bir şey yedirmemişti, çıkarkenfarkına vardım, anlayamadım. Babamı gördüm birden, uzakta, çayırdan istasyon caddesineçıkıyordu. Evden çıktığını görememiştim.Birden Fikret durdu önümde. İçeriyebaktı, fısıldadı sonra. "Sizdeler daha, annenalmasaydı onları eve, sokakta kalırlardı. Bizdeyer vok, biliyorsun. Sizin ev daha geniş. Hasanbev de şimdi geldi. Nazmiye teyzelerineve bakıp duruyor hödük. Gel ama, önce KörMeryeme gidelim." Yürümeğe başladık. Taş-76 Kavruk


ların arası yeni kurumağa başlıyordu. Hortumutoplamışlardı, birden yokolmuştu. Otlaryemyeşildi, parlak, temiz, Marsık kokusunaballıbabaların kokusu katılıyordu. Pıhtı pıhtıbir koku. Sıcak, kekremsi, pıhtılaşmış bir koku.Gök kapkaraydı. Kan gibi kokuyordu hava.Gök bile kokuyordu. Nebile bisiklettendüştüğü gün de böyle bir koku vardı eczanede.Kara derisinin üzerinde kan kapkara duruyordu,kokuyordu böyle. Bir et kokusu,kanlı, yanık bir et kokusu. Gök kapkaraydı.Yağmur ne zaman yağdı, dedim. "Yangınısöndürdüklerinde yağmağa başladı. Sahi, senuyanmadın mı hiç?" Köşeyi döndük. Vıcık vıcık,kalabalık sokağa saptık. Fikret dürttü beni."Bak Hasan beye... Sahi sen hiç uyanmadınmı? Söylesene." Hayır, dedim. "Amma uykusendeki. Taa Demirli'den itfaiyeler geldi.Tulumbaların sesiyle bütün Sarıkum sarsıldıda sen duymadın ha? Atıyorsun." Hasan beyçırpmıyordu. Ona doğru gittik. "Üçte uyandım.Kapkaranlıktı. Annem bahçede babamlakonuşuyordu. Ablam giyiniyordu. Sonradanfarkına vardım, bahçeden bir aydınlık geliyordu.Haminnem aşağı indi, ışığı yaktı, yangınvar, dedi, Nazmiyelerin orada. Ablam bahçeyekoştu, biz de gittik arkasından. Sizin bahçedeannenle baban vardı, bizimkilerle konu-Kavruk 77


şuyorlardi. Seni sordum, uyuyor dediler. Haminnem,toplanın dedi annene, bir sıçrarsamahvoluruz, bizim sıra da gider. Köyün tulumbasıgeldi o ara. Alevler Nazmilerin damındançıkıyordu ama, sonra anladık, asıl Halûkbeyin evi adamakıllı tutuşmuş; birden parladı.Babamla baban yardıma koştular. Haminnemsize geldi. Baban, uyandırmayın oğlanı,demiş. Annenle toplamışlar çamaşırı, sen hâlâuyuyormuşsun.İnanmadım. "Hiç uyanmadın mı?" Yüzünebakıyordum. Hayır, dedim, sonra? "Sonrası,işte biz de toplandık. Sizin bohçaları aşağıkata indirdiler. Haminnem geldi. Annemleikisi giyinip çıktılar. Sonra işte, Nazmiye teyzemçocuklarla, iki parça bohçasıyla kaldırımdakalmıştı. Babanla bizimkiler, onları aldılar,size götürdüler. Bizim Zehra bile uyandı»sabaha kadar ağladı durdu. Sen nasıl uyanmadın?"Hasan beyi dinledik sonra. Hiç durmamış,soluk almamış gibi söyleyip duruyordu."Evimi yaktılar. Evimi yaktılar. Böyle evlâdınölüsü dirisinden evlâ. Tövbe tövbe, ettiklerisaygısızlık yetmedi, evimi de yaktılar.Yarabbi, bak şu Hasan kuluna da acı. Al şukızin canını da Çuhacının kızı demesinler artık.Yüzüm kalmadı..." Yatıştırmak istiyorlardı,gülüyorlardı arkasında. "Hasan beyam-78 Kavruk


ca iyiden/ iyiye sapıtmış," dedi biri. "Evimiyaktılar kahrolasıcalar." diyordu Hasan bey.Fikret çekti kolumdan. "Gel, Kör Meryemebakalım." Rahmi beyamca nerede, dedim ozaman. "Gelir neredeyse, babam erkenden telefonetti. İstanbuld'aymış. Nazmiye teyzem,onu bekliyormuş zpten. Ellerinde kalanı alıpİstanbula gideceklermiş. Gel Meryeme bakalım."Fikretin babasını düşünüyordum. İstasyonşefi olmakjtelefonu açıp İstanbuldakilerlekonuşmak, güzel bir şeydir herhalde. İstanbulda,babam da konuşur telefonda. Amaburadan konuştuğunu hiç bilmiyorum. Halûkbeyin evi, dört duvar kalmıştı önündengeçtiğimizde. Pencerelerden, dökük, kara karasıvalar görünüyordu koca koca direklerin arasından.Halûk bey nerede peki, dedim. "Uyuyormuşo. Neden sonra uyanmış da zor kurtarmışlar.Bütün arka taraf tutuşmuşmuş. Zatenkırık dökük evdi, ne yaptılarsa fayda etmedi.Çok bir şeyini de kaçıramadı. Kitapları,her şeyi yandı..." Zaten resimsiz kitaplardıonlar, bir gün karıştırmıştım, biliyorum."...Kurtarabildiklerini bir bavula doldurdu,bir şeyler söyledi. İstanbula gitti galiba. Erkenden.İtfaiyeler Hasan beyin evi kurtulsundiye uğraştılar. Üst kat gitti ama altı kaldı.Gel be artık, Meryemi göreceksin." Marsık ko-Kavruk 79


kuşuna et kokusu karıştı, sonra söndü. Bostanlaradoğru yürüdük. Yanık otlar kokuyorduşimdi. Fikret uzandı, bir daldan iki kayısıkopardı, birini ağzına attı, ötekini bana verdi.Kıs kıs gülüyordu. "Uyuyorsun sen daha. Nereyegidiyoruz şimdi?" Bilmem, dedim, Meryeminbostanına değil mi? Hem neden Meryemegidiyoruz? Kovar gene bizi. Fikret gülüyordu,çekti beni. Bostanın kapısı açıktı. Girdik,köpekler havlamadı. Sarnıcın suları yemyeşil,yosunluydu, her zamanki gibi; yapraklaşıyordukıyılarında. Ağaçlardan düşen yapraklar,koyunlar gibi sokuluyordu biribirilerine.Fikret gene çekti omuzumdan. Mısırlığagelmiştik. Sapların arasına daldık; yangın yerinegeliyorduk gene. Sapların arasından evlerinarkasındaki arsaya geçtik. Buradan dahasivri, daha yanık gözüküyorlardı. Evlerin tamarkasında bir kalabalık vardı, başı eğik, yerebakan. Polisler, uzun boylu, dimdik dolaşıyordu.Ne oluyor, dedim, hani Meryem? Geneburaya geldik. "Öbür yandan polisler yaklaştırmıyor,bu yandan sokulabiliriz." Kime? Kalabalıktaniki baş bana döndü. "Sus be enayi"dedi Fikret, "kovalatacak mısın bizi?"Sustum. Bacakların, kalçaların arasından süzüldük.Başımı uzattım. "İşte Kör Meryem,"dedi Fikret. Yerde, kapkara, insana benzer80 Kavruk


ir şey vardı. Sonra bir kadına benzettim. Bacaklarıbüküktü, dizkapakları başının yanında.Tulum gibi şişmişti. Başı, yüzü, seçemiyordumama. Kollarını, sırtını, kıçını, butlarımteker teker görmeğe başladım. Kör Meryemyanmıştı yangında. Buydu Meryem. Havabirden kokmağa başladı. Meryemin, kapkara,yanık, yarık etlerinin kokusu göğe ağıyordu.Yarıklar kıpkırmızı, kanlı gibiydi. Kara deri,toprak gibi çatlamıştı; fenerin yakınlarındakitoprak gibi.Bir dalga bekledim, kan dereleşsin, denizleşsin,çatlakları alıp götürsün diye baktım, fenerindibinde yaptığım gibi. Et kokusu kaplıyorduortalığı. Nebile beliriverdi yanımda. O-na baktım. 0, ağzı açık, çenesi sarkık, Meryemebakıyordu. Sonra, kendi kendine, silik, pısnrsivri sesiyle "Allah, benim gibi olmuş" dediğiniduydum. Meryemin, Nebileyi "Pis Arap"diyerek kovalayışı geldi aklıma. Meryem, yeşilbir tabutun içinde, bir sarı tabutun içinde,kapkara yatıyordu. Başı çatlak içinde yusyuvarlak, kel; tabanlarının altında eski, kararmışbir pembelik sezdim sonra. Sonra birden,herkes konuşmağa başladı. Gürültünün içindeniki polis eli uzandı, tuttukları bir çuvalıMeryemin üzerine örttüler. Niye örtüyorlar,dedim Fikrete. O zaman bacaklar, kalçalarKavruk 81


aralandı. Gürültü içinde, gürültünün içindenatıldık. Gülüyorlardı, bağırıyorlardı : arkada.Kaçtım. Durduğumda, Çuhacıların evi karşımdaydı.Çayırın ortasındaki dut ağacı bilegeride kalmıştı. Fikret de bana yetişti. YanındaMüşfik vardı. Onun da ardında, köpekleri.Yere çöktüm. Çuhacıların oniki odalı konağındanses gelmiyordu. Bütün köy çayırın • ötesindekiyolun ötesindeki evlerin • arkasındakiMeryemin çevresinde kaynaşıyordu. Onlar daiki yanıma çöktüler. Köpeklerin ikisi de karşımayattı. Kulakları, kuyrukları, sesleri kısık,gözleri iri, kısa kısa uludular, başları ayaklarınınarasına düştü. "Konuşmasan, saçmalamasanolmaz mıydı?" dedi Müşfik. Fikret,"Kovdularsa senin yüzünden oldu" dedi. Sustular,sustum. Ne görecektiniz, dedim sonra.Karşılık vermediler. Müşfik ağzını Kaçtı, üstdudağı kıvrıldı, dişlerini sıktı, şakakları oynadı."Korkunçtu" dedi neden sonra "tiksindim.Gene de bakardım ama. Gelip kaldıracaklarneredeyse." "Bir daha da göremeyiz" dedi Fikret,"nereden görürüz artık?" Meryem nasılyandı, dedim. Birden koku geldi burnumuza;kupkuru, sarı otlar kokamazdı. Rüzgârın estiğinianladım. Marsık kokusu, et kokusu, Sarıkumukaplıyordu. Müşfik, "Ben biliyorum"dedi. Fikret, "Ben de biliyorum" diye atıldı.82 Kavruk


"Bilemezsin sen benim kadar; babam anlattı."Fikret söndü. "Babam anlattı. Gece eski mahalledendönüyormuş. Arife gittiydi. Arifi bilirsin,burunda, mezarlığa yakın oturan balıkçı.Hani pazar sabahları, asfalttaki köşklereİstakoz satar. İşte ona gittiydi. Dönerken kestirmedengeleyim diye, Meryemin bostanınınarkasından dolaşmış, işte o zaman görmüş.Meryem, evlerin arkasındaki arsada, mısırlığıntam karşısında dört beş erkekle oturmuş,rakı içiyormuş. Yanlarında da şey Zehra varmış,o-o-orospu Zehra. Hepsi sarhoşmuş adamakıllı.Fazla ses çıkarmıyorlarmış ama kıs kısgülüşüyörlarmış.Öpüşmüşler sonra, sarılmışlar,yere yatmışlar, altalta, üstüste..." "Baban mıanlattı bunları?" dedi Fikret. "Uyduruyorsun.Ne biliyorsun?" Müşfik solundu. "Uydurdum.Babam anlatmadı. Biliyorum. Biliyorsun.""Anlat Müşfik" dedim galiba. "Sonra, babamındediği, gülüyorlarmış, fısıl fısıl konuşuyorlarmış.Yanlarında mumlar varmış. Babamsokağa, bostanla evlerin arasından çıkmış.Herkesler uyuyormuş. Kapılarını çalayım, habervereyim, diye düşünmüş, vazgeçmiş sonra.Bizim bahçeye, tabiî arka kapıdan girmiş.Erikliğin kapısından. Kilidi de asmış, kitlemiş.Sarhoşlar bizim bahçeye girmesin diye.O zaman heriflerin kalkıp, Zehrayı da araları-Kavruk 83


na alarak sallana sallana yoldan aşağı indiklerinigörmüş. İyice uzaklaştıklarına kanınca,içi rahat etmiş, eve gelmiş. Ben, geldiğini duydum,o saatte. Uykum hafiftir." "Ya Meryem"dedim. "İşte, anlaşılıyor arkası. Arkadaşlarıgittikten sonra sızmış olacak. Yanında mumlarvarmış ya, işte onlar otları tutuşturmuştur.Meryem de yandı, evler de." "Peki bağırmad:mı yanarken?""Sızdı dedim ya. Bilirim, babam bazansızar. Annem öyle diyor, sızdı diyor. Ozaman onu soyar, yatırmak ister, kaldıramaz,tartaklar, uyandıramaz." "Neden sızar baban?"dedim. "Neden olacak, insan rakı içincesızar." "Babam da içer" dedim, "sızmaz ama.""Az içer de ondan. Benimki içti mi çok içer.""Rakı, çok pis kokar Müşfik. İlâç gibi. Haniburaya ilk geldiğimizde, o pis ilâçtan içiriyorlardıher sabah bana. Önün gibi kokar. Nasıliçerler?" "Bilmem ki, büyüklerin hoşuna gidiyorbelki... belki de..." "Demek Meryem derakı içti, sızdı. Canı çok yanmış mıdır dersin?""Elbet yanmıştır" dedi Fikret, "geçenlerdeparmağımı yaktım, bilirim. İnsanın canıçok yanar." "Sızmıştı dedik Fikret, sızıncaölü gibi olurmuş insan, duymazmış. Hem önceentarisini tutuşturmuştur otlar, sonra dasaçları tutuşmuştur. Sıcaktan bayılmıştır üste-84 Kavruk


lik. Hem, cam yandıysa da oh olsun..." Fikret,"Ayıp Müşfik" diye atıldı, "ölü o..." "GünahtırMüşfik" dedim. Müşfik hmkırdı. "Oturupiçmesi günah değil mi?... Tiksindim, tiksindimama gene de bakardım..." "Bak!" dedim.Çuhacıların Hasan bey geliyordu.Yanında iki kişi vardı, koltuk altlarındantutuyorlardı Hasan Beyi. Hasan bey yaklaşınca,köpekler yerinden fırladı, hırladılar. MüşfikBarutun kafasına vurdu. İkisi de venildiyerekönümüze yattılar gene. Hasan bey geldigeçti. Arkalarından baktık. Bahçelerinin kapısıönünde silkindi. Ötekiler hemen uzaklaştılar.Döndü, çayırın öbür ucuna doğru, "Lanetler"diye bağırdı, tükürdü, kapıyı itti, girdi.Ağaçların arasında onu gözden yitirdiğimizde,bir tren ağır ağır evin yanından geçti.Trenin geçmesine beşimiz de şaştık. Tuhaftuhaf baktık arkasından. Tepemin ısındığınıduydum o zaman. Bulutlar aralanmıştı biraz.Güneş tepedeydi. Karnım acıktı. "Kalkalım"dedim. Kalktık. Dutun altından geçerken,Fikret "Kalabalık azalmış" dedi; yürüdük.Annemle Fikretin annesi çağırıyorlardı bizi,ellerini sallıyorlardı. Yaklaştığımızda azarlamağabaşladıklarını duydum. Yemek vaktininçoktan geldiğini söylediler sonra. Müşfik,"Annem bekler" diyerek ayrıldı. Reşit efendi-Kavruk 95


nin, yangın yerinden doğru geldiğini gördüm.Köpekler, gene kısık, yürüdüler Reşit efendidenyana. Müşfiğin, babasına görünmek istemediğinianladım. Koşa koşa uzaklaşmıştı,biz durduk. Bir araba yanaştı arsanın önüne.Adamlar, dolu bir çuval taşıyorlardı. Arabayayüklediklerinde, çuvaldan sarkan iki kömürkarası bacağı gördüm. Koştuk Fikretle.Tuttular bizi. Araba uzaklaşırken, Meryeminkara, kapkara, kırmızı kırmızı çatlaklar içindekibacakları sallanıyor, sallanıyordu.Nazmiler gitmişti evden. Annem tuttu,öptü beni. "Nazmiye yemin ettirdi. Öpmekistiyormuş seni, gitmeden önce. Göremedi tabiî... Nerelerdeydin?" "Meryeme gittik" diyor,annemin öpmesindeki soğukluğu düşünüyordum.Sonra anladım. Kendi için değil, Nazmiyehanım teyze için öpmüştü beni. O sıra,azarlar beni uyandırdı. Bağırıyordu. "Cevapversene, Meryemin başında ne işin vardı senin?Cevap versene!" Veremedim. Kolumdantutun musluğa sürükledi. Her gün musluğanasıl olsa gider, elimi yıkarım zaten; yemeğeoturmadan her gün yaparım bu işi. Elimi deo yıkadı bu kez. Sofrava oturduktan birazsonra, babam çıkaaeldi. Günün cumartesi olduğunuo zaman hatırladık. Bekledik onu.Oturdu, yemeğe başladık. Konuştu sonra...G6Kavruk


"Rahmi beylerle istasyonda konuştuk. Yollarıaçık olsun..." Lokmalar dizildi araya. "Birşey değil, çocukların korktuğuna acırım. Onlaraçok yazık oldu. Sersem gibiydiler hâlâ;o cin gibi çocuklar..." Ben, sedirin köşesinetıkılmış bulduğum, Nerminin ayılı geyiklimendilinin sözünü etmedim. "... Hem neymiş,biliyor musun? Komserden öğrendim." Sesiniindirdi. Burnumu kaldırmadım. Dinlemeğeçalışıp, dinleyip, bir lokmayı lâf olsun diyeyutuyordum arada. "Hani Reşit efendinin anlattıklarıvar ya... Asıl iş, Meryem yalnız kaldıktansonra olmuş. Bunu Rahmi Bey anlattıistasyonda. Ona da Nazmiye hanım anlatmış.Bize söyleyememiş bunları kadıncağız. Meğer,o, geceleyin bir aralık uyanmış, arka penceredenbir ışık geldiğini görünce kalkıp bakmış;Meryem, tek mumun ışığında çırılçıplak,otların üzerinde..." "Yanında biri mi..." diyefısıldadığını sanıyorum annemin... Babamınsesi daha da silikleşti. "Hayır, canım, yalnız,yalnız; otların üzerinde kıvranıyor, çeşitli biçimleralıyormuş..." Dondum. Büsbütün silinen ses "...hasta... zehirlenmiş... düşünmüş...hasta... değilmiş... anlıyorsun..." dedi, söndü.Ellerinden, sesin bana baktığını anladım.Başımı kaldırmamağa çalıştım. Atıştırıyordum.Durmadan. "Sonra?" dedi' annem. OnaKavruk 87


aktım o zaman, sonra babama. "Sonra yatmışişte. Geçince kalkar diye düşünmüş. Mumu gördüğü halde aklına bir şeycikler gelmemiş.Hoş, zaten uyku sersemi, yatmış genehemen. Yeriniyorlardı, ikisi de, bunları anlatırken.Yatmaz olaydım, diyordu Nazmiye,haber vereydin, uyandıraydın, diyordu Rahmi. Kime haber vereydim, kimi uyandıraydım,dedi o zaman Nazmiye. Sustum. Rahmi desustu. Hasan beyden haberleri olmadı, Allahtan, yoksa... Pek fena olurdu. Rahminin gözleri yaşardı vallahi o ara... Neyse... Asıl işkomserde... Çık sen bakalım, konuşacağızananla..." Eğdiğim başımın önünde parmağısallanıyordu. Parmak tabağımın yanında durdubir ara. Tabak muşmula çekirdeği dolmuştu.Şaştım. Kalktım. Arkamdan kapıyı kapadılar.Eşiğe oturdum. Sokak kanısı tıkırdadıdaha sonra, birden tıkırdadı. Fikret gelmişti.Susturun içeri aldım. Gene eşiğe oturdum."İçirip bırakmışlar yanma" diyordu babamiçeride. "Herhalde, epey sonra çekmiş olacak.Bulup sorguya çekmişler onları da. Kaçmağayeltenmemişler işin garibi." Annem bir şeylermırıldandı. "Bilmem. Sızmış olacak adamakıllı.Mum erimiş tabiî. Otları tutuşturmuş,onu da yakmış. Bakkal, dün Meryemin ontane mum aldığını söylemiş." Sonra babamın88 Kavruk


ayağa kalktığını duydum. Kaçtım kapınınönünden. Fikretle sokağa çıktık. Konuşmadanyürüyorduk. Güneşin altında, duruluktan keskinleşmişmavi, gözlerimle gözkapaklarımı çizikiçinde bırakırken, çoğu sararmış çimenlerinyer yer kapladığı yolun kıyısından, kedilerle duvar diplerinde biten osuruk otlarınınyanından geçip gidiyorduk. Isınmış tahtalar,kendikendilerine tutuşabilirdi bundan böyle,ısınan taşlar, fırının taş sıcaklığında çatlayanekmekler gibi, boydan boya yarılabilirdi. Müşfiklerinevi, sıcağın içinde yarık kokuyordu.Serin, küflü. Dilâver hanım, pencerenin önüneoturmuş, yanmasında kitap okuyan Müşfiğinsaçını karıştırıyordu. Silkindi birden. "Buyurunçocuklar" dedi. Müşfik, kitaptan başınıkaldırdığında, kıpkırmızı kızarmıştı. Yaptığınısandığımız işten bambaşka bir şeyle uğraştığıanlaşıldığı, dersine çalışırken damdan düşercesine,bambaşka şeyler sorduğu zamanlardagördüğümüz gibi bir kırmızılık. Gözleri büyümüş...Bir şey sormadım o ara. Penceredenbaşlarımızı soktuk ikimiz de. Müşfik, boğukbir sesle, "Girmeyin" dedi, "çıkıyorum bende." İSTe okuduğunu sordum. Dilâver hanım,dalgınlığının içinden "Yahu bırak da gelsiniçeri çocuklar. Bu sıcakta ne dolaşacaksınızdışarıda?" dedi. Müşfik ona bakmadı bile.Kavruk 89


"Maymun elini" dedi. Sonra dışarı çıktı. Dilâverhanım büyük bir güçlükle konuştu gene :"Annen, ninen nasıllar?" "Ninem üç gündürİstanbulda; öbür gün gelecek galiba" dedim."Selâm söyle. Size gelmek isterdim ama...Daldı gene Dilâver hanım. Müşfik çekiştirdikolumdan o zaman, "Haydi gidelim." Denizedoğru yürüdük, köşklerin yakasından. Bizi görünce, neden kızarmış olduğunu sordum Müşfiğe. Kulağıma, "Annemin eli saçlarımdayJıda ondan," diye fısıldadı; şaşırdım; hiç konuşmadıksonra; dolaşa dolaşa ilk buğday tarlasına vardık... Kısa, sert sapların, samanlarınüstünde, çıplaklığı —çıplak, çatlak, yanık, kararmışçıplaklığı— duya duya çıplak yola çıktık.Denize indik sonra. Çırılçıplaktı o daUzakta, çok, çok uzakta, bir kaç çatlak dalgakıvırcıklaşıyordu, ak, ak... Dümdüzdü denizFener solda, dimdik, yalnız, sarı ile, duruk,derin, koyu mavi - yeşilin arasında, aklığındayapayalnızdı. Sağda uzakta, Sarıkumun denizeyürüyen uzak burnunda, balıkçı Arifin evininpencerelerini, ışıltının içinden gördümsandım. Gök gürler gibi bir şey duyduk sonra.Fikrete bakıyordum. Birden döndük Müşfiğe.Çakıl sektiriyordu her zamanki gibi. Yadırgadımbu kez. Hiç konuşmamış olduğumuzu oîaraan anladım. Yadırgadım. Gene sustuk.Kavruk


Sonra, Müşfik, okur gibi, "Meryem günahkârbir kadındı. Öyle dedi annem. Orospuydu...".midem bulanıyordu."... Cehennemde yanacak dedi annem...".öğürdüm, Meryemin pembe çatlaklıkavrukluğunda cehennemde yanmağa yeryoktu, kalmamıştı."... Etlerini yakacaklar. Şeysine kızgın demirlersokacaklar...".ayıp dedi fikret. ayıp müşfik."... Ayıp olan, köpekler gibi, bostanın içindeüstüste binmeleri; kedi gibi, kuş gibi değil,köpek gibi...".dalganın uğultusu içinde susuyorduk."... Köpek gibi sürünüyorlardı yerlerde, dizüstü,gördüm bir gün, gördüm, mısırlığın içinden,erkek önce durdu karşısında, gülüyorduMeryem gıdıklanmış gibi...".uğultu kabarıyordu dalganın içinden."... Büzüldüm. Adamm pantolu gevşedi, sarktı,Meryemin bacaklarını, sonra kıçını gördüm,adam binerken Meryem kikirdeyişi içindebağırdı, kocaman bir adamdı, sonra köpeklergibi ileri geri gittiler...".serpintiler geliyordu uğultuda, katılaştım."... Yere düştüler sonra, sapları eziyorlardı,Kavruk 91


yeşillik akıyordu üzerlerine, adamın bacaklarıuzadı sonra, uzadı, uzadı, uzadı...".bağırıyordu müşfik dalganın içinde, avucundakiçakılları saçtı. ıslandık, fenerindibinde"... Kısıldı sonra..."koca bir gürültü söndü. Dalga çekiliyordu.Müşfik yere çöktü. Çakılların küçüklerisürükleniyordu denizle birlikte. Uzakta birgemi, eski mahallenin, Arifin evinin önündendönüyordu burnu; ışıltının içinde eridi. Işıltıkoyulaşmadı bile. Fenerin kayalığından sulardamlıyordu denize herhalde.Paralanan büyük dalganın ardından dahaküçükleri geldi. Fenerin aklığı kirlenmeğe başlıyordukamaşmış gözlerimde. Dönelim mi, dediğimisanıyorum. Müşfiğin anlattıklarından,pek bir şey anlamadım ama, sorulmayacağınısezdim. Sonra gene Müşfiğin kulağına fısıldadım,"Annen ne biliyor Meryemin kötü bir insanolduğunu?" "Bilmez olur mu? Bilir elbet.""Peki neden saçını okşamasından sıkıldın?"dedim. "Onu sevmediğimi söylerim hep.Beni sevivor, fakat çok kırıyor. Onun için sevmem.""Öpmez misin hiç?" "Tabiî öperim.Her sabah, her gece. Sonra azarlar beni, küserim,barışırız gene. Ama kırar beni. Sevmem.Ondan, sizin önünüzde okşaymca..." Fikret,92 Kavruk


"Ne fısıl fısıl söylenip duruyorsunuz yahu"dedi birden. Ben gene Müşfiğe baktım. "Reşitamcam, kırmaz mı seni?" Ondan sokakta herbörek alışımda, babamın, annemin hatırınısormasına bakılırsa, terbiyeli adamdır, diyedüşündüm. Annem, terbiyeli adamlar, iyi kimselerdir,der durur. Müşfik, "Kırmaz" dedineden sonra. "Kırmaz, hiç bir zaman kırmazama, beni sevmez hiç. Sevmediği besbelli. Yabancrymışımgibi davranır. Öğünürüm kimizaman onunla. Öğünmeğe çalışırım. Olmazama, bilirim sevmediğini. Hızımı keser. Oğludeğilmişim gibi diyeceğim neredeyse..." Daldısonra. Reşit amcayı severim ben. Ama, severdimdaha doğrusu. Müşfik böyle söylediktensonra sevmeyeceğim, artık hiç sevmeyeceğimReşit Amcayı. Müşfiği nasıl sevmez? Önceinanmadım, inanamadım. "Nasıl sevmez?" dedimMüşfiğe. Sonra Müşfik and içti. Yalansöylemiyorum, dedi. İnandım. Fikret ilerideyürüyordu. Ona yetiştik. Asfalta çıktığımızda,karşıdan gelen babamla Suatın babasını gördük.Çocukları bırakıp koştum. Babamın elindentuttum. Sıktım elini. O da benimkini sıktıgaliba. Hasan amca bana aldırmadı. Babamaanlatıyordu, "Yaşlandı, bunadı artık. Ali amcam,ne denli dinçse, ne denli güçlüyse, babamo denli çöktü. Sabahberi, evimi yaktılarKavruk 93


diyor da başka bir şey demiyor. Kardeşiminüzüntüsü yetmezmiş gibi, herhangi bir köylüolarak yangına, yanan evlere, hattâ yanan kadınaüzülmek azmış gibi, bir de sayıklamalarınıdinlemek onun... Rahmiyi kardeşim gibiseverim. Babamın yüzünden ne Nazmiyeyi, neRahmiyi doya doya görebiliyorum. Yangınıbiz görmedik mi sanki? Vallahi kapının önünegitti, durdu; onlara yardım etmeğe kalkarsanız,ölümü görün dedi. Yanan ev, kızınınoturduğu ev, Rahminin evi, evin içindekilerkızı ile torunları; üstelik Rahminin iki gündürİstanbulda olduğunu biliyor. Yanan evkendi evi kardeşçiğim. Gene de... Deli oluyordumhallerini düşündükçe. Ah, bir yandan daHüseyini görecektin ya... Kardeşim o da, yermekistemem. İstemem ama, onun garipliğide bir başka gariplik. Güçten kuvvetten yana,amcama çekmiş. Derdi merakı, ona bir yetkiverilsin, o da Sarıkumu, gönlünce, bildiği gibiyeniden kursun. Böyle işlere kalkarsa gününbirinde, şaşmam doğrusu. İnanmazsın,bir ara, sevinir gibi bile oldu. Yahu, dedi, buevlerin yerine çok daha güzeli yapılabilir; Sarıkumunen çirkin evleriydi bunlar. Bizimkiler,nasılsa canlarını kurtarmışlardır, dedisonra, babamın nasıl baktığını görünce. Benanladım tabiî, babamın niçin böyle baktığını94 Kavruk


hemen aaladım. Kızmıştı, Hüseyinin çirkin evdemiş olmasına kızmıştı. Bilirsin, ev. HasanÇuhacının oldu muydu, kulübeye de benzese,çok güzel olur. Çuhacının malı olsun da güzelolmasın, hele, çirkin densin, imkânı mı var?Daha bu sabah, sokağa çıkmadan, Hüseyinyakama sarılıp ne dese beğenirsin? Düşün,dedi, bu evlerin yenisi ne güzel olur. Yahu, kocasülâlede, Nazmiye ne oldu acaba, diye birisiolsun, ağzını açıp bir şey söylemedi, babamıno sözlerinden sonra. Yalnız, Nimet sabahadeğin düşündü durdu onu, biliyorum,ama bana bile bir şey söylemedi. Suat, halasınısever, bilirsin. Bir şey yapamadığımızıgörünce hepimize gücendi, küstü vallahi... Pesdoğrusu..."Sessizce yürüdük epey. Neden sonra "Sennasılsın?" diye sordu Hasan amca. İyiyim, dedim.Dinlemedi bile. İstasyona geliyorduk.Orada ayrıldı. Arkasından baktık. Başını göremezoldum az sonra. Babamın elini yavaşçaçektim. Bir tren geçti istasyondan; arkasındangöğün mavisi ufka aktı. İstasyonun ışıklarıyandı birden. Mavi akıp göçerken evin yolunututtuk. Karşısı kararıyordu artık. Bir güceniklikvardı havada. Sessizdi her yer. Bu suskunlukiçinde asfalttan çayıra, çayırdan evimizinyoluna geçtik. Annem kapıda bekliyor-Kavruk 95


du bizi. "Merak ettim*' dedi daha uzaktan. Konuşmadığımızıgörünce, "Bir suç mu işledibabası?" diye sordu. "Hayır" dedi babam.Sofra hazırdı. Birden bir yorgunluk çöktü içime.Babam, anneme, mutfağa doğru giderkenbir şeyler söylüyordu. Kenarda, duvara dayandım,kaldım, kıpırdamadan. Epey sonra annem geldi yanıma. Havada çiçek kokusu vardı,yanık kokuyordu, et kokuyordu, sıcaktıhava, annem beni aldı, musluğa götürdü, elimiyüzümü yıkadı, kurularken canımı acıttı,ses çıkarmadım, babam geldi, soyunmuştu,radyom olsun isterdim bu akşam doğrusudedi, sofraya oturduk, zeytinyağlı barbunyavardı, köfte vardı, salata vardı, pilâv vardı,Fikret açık pencereden seslendi, yeni dönüyormuşeve, annem gelemez dedi yemek yiyorşimdi, Fikretlerin kapısı açıldı kapandı, Zehraağlamağa başladı, haminnesinin sesi ninnisöyledi, Fikret duvara vurdu üç kez, ben devurdum, onlar da yemeğe oturmuşlardı, Hasanbey lanet edip duruyordur kızma dedi babam,annem Nazmiyecik dedi bu gece rahatbir uyku uyuşa bari kadıncağız Rahmi beyonları nereye götürdü acaba, babam Rahmizaten bir ev tutacağını söylüyordu nereye götürecekbu akşam otele tabiî dedi, vah vahdedi annem evi vardı düne değin bugün yok,96 Kavruk


evi Hasan bey düşünsün dedi babam, annemzavallı kız dedi ne biçim baba bu amma kalbsizmiş,pilâvı sürdü önüme, hâlâ dargın kızına felâketteyken bile koşmuyor kurtarmağaağabeyleri bile gelmedi, ne gelmesi dedi babamne gelmesi Hasan bey engel olmuş onlarakapıyı tutmuş ölümü görürsünüz demişgidemezsiniz demiş evini bile yakmağa razıbaksana, annem kalbsiz adam sanki bütünhıncı Rahmiye de ne oluyor pekâlâ geçindiriyorda Nazmiyeyi bir gün kırdığını duymadımnasıl sevişirler biliyorsun çocukları herhaldededelerinin evindeki çocukların hepsinden iyi,Suattan iyi değil diye düşündüm Suatı ben deçok severim Müşfik de çok sever ama annemebir şey söylemedim, babam içlerinde bir Suatvar dedi o çok iyi bir çocuk galiba sanki onunda anası Çuhacılardan mı akrabalarından mıdeğil kendini sevdiremediyse de Hasan beyinbir dediğini iki etmiyor kadıncağız ben amaasıl Hasandan korkuyorum hastalıklıdır o bilirsinAllah etmeye ona bir şey olursa Nimetde sürünür Suat da Hasan bey oğlunu şimdiyanında ister ama bir bir bir şey olsa ikisinide silker atar, vallahi dedi annem oğlu dışarıdanbir kadın aldı da mırın kırın etti genede evinde oturması şartıyla kabul etti kızmakolaylık göstereceğine reddetti Rahmiyle ev-Kavruk 97


lendiği için bundan iyisini mi bulurdu Çuhacısülâlesi içinde nerdeee ama Rahmi bey onlarlaoturmayı kabul ettiği halde istemem dediHasan bey gene de şaşarım onları bu evdeoturttuğuna ne oldu sanki sonunda ettiği kötülüklekaldı Nazmiye bir daha dönerse .buralarabudalalık eder, Nerminin mendili bendekalacak öyleyse diye düşündüm, bırak canımAllahaşkına dedi babam oğlana baksanadedi sonra uyukluyor, annem haydi dedi üzümünübitirsene, uyuklamıyorum dinliyorumdemedim, üzümümü yiyordum babam Nazmiyededi gene sonra Hasan bey sonra soyunmakdedi annem Meryemi görmek dedi Meryem çırılçıplaktıçırılçırıl çırılçıplak çıplak çıplakBaşım üzüm tabağının içinde, uyuyakalmışım.Bu sabah söylediler. Meryem gözümünönünden gitmiyor; kavruk... Önce kapkaranlıkbir gök gördüm.195498 Kavruk


Ç A T A LA. Címcoz'aNo me acuerdo quien fuino me acuerdo quien soy,ni de donde partini hacia donde me voy.Fucronseme a perderraices de verdad,que he perdido la feen mi inmortalidad...Miguel de UNAMUNO-CANCIONEROIGüneşten çatlayan kabuğunun içinde evinsessizliği güç bir gebelik ağırlığındaydı. Arkakapısına götüren sarmaşıklı yolun kapkaranlık,ıslak serinliğinde yıvışık derimi iten susmuşbir çaba vardı. Suatı bir daha belki degörmeyeceğimi düşündüm; denizsiz, Suatsızgeçecek geceleri... Suatı bir daha öpemeyeceğimidüşündüm. Yıllarca önce, gene böyle birkavurtu gününü çizen bu yeşil karanlık serin-Çatal 99


liginde Suatla oynarken, onu kucaklayıp öptüğümü,tam o sıra arka kapıdan bize doğru geldiğinigördüğüm büyük hanımefendiyi hatırladım.Durdum gene o günkü-gibi-. KucağımdaSuatın soluyan ağırlığını duydum. Ama bugünkapı açılmadı. Suata "Büyük hanım geliyor,kocaninen" demiştim; "bizi gördü, geliyor";başka bir şey söylemiyordum. "Aldırma" demişti,"görse de bir şey anlamaz, deli olduğunubilmiyor musun sanki?" Büyük hanımefendisarmaşıktı yolun ortasında durmuştu. Biz,katılaşmış, karanlıkla kavurtunun kesiştiğiağızda duruyorduk. Büyük hanımefendinindudakları kıpırdıyordu. Durdu. "Ahlâksızlar"dediğini bir daha duyabildim bugün. Sessizlikpıtırdıyordu karanlıkta. "Ahlâksızlar yeşilinekler denizde mavi efendi sütlü otlar içeriyapma demiştim zaten fıkırdıyorlar gene" dediğinibir daha duydum. Sonra, gözü bizdedeğil, herhangi bir yerde, sarmaşıkların arasından,koca gövdesiyle bir sinek kadar küçük,geçmişti ötedeki kavurtuya. Suatm saçı terlemişti."Deli ama gene de korktum bir ara. Bizigörecek diye..." Yol bomboştu bugün. Yıvışıkderimden başka bir şey yaşamıyordu. Suatıevde bulamıyacağımı bildim. Dünden sonra banagörünmek istemeyeceğini bildim... Kapıyıtıkırdattım.100 Çatal


Sessizlik tıkırdıyı emdi, sindirdi; yüreklerattı karanlık boşlukta. Pıtırdılar kesilmiyordu;yılların pıtırdısı bir türlü kesilmiyordu.Avucumun içini kapıya yapıştırdım, parmaklarımlabir daha vurdum. O zaman kapının kapalıolmadığını anladım. Gıcırtısız aralandı.Pıtırdıyı bölerek merdivene doğru gittim. Birdenen üst katın tavana yakın penceresindenbir güneş eriyiği döküldü üzerime. Loşluk, pıtırdınınyerini alan bir ığıltı içinde dağılıyordu. Üzerimde titreşen ışığın sesi, geride, serinkaranlığın kapılarla bölmelenmiş ıssızlığı içindeyankılanıyordu. Basamakları gıcırdatmadangüneşin içinde yükselmeğe başladım. 1Merdivenin en üst basamağında kavurtuyuda, yeşili de, loşluğu da unutmuştum. Gevşedim.Önce ışıktan sonra da sessizlikten sıyrıldım.Suatın oda kapısı aralıktı. Budalacabir umutla yürüdüm. Çuhacıların bomboş evibirden gürüldemeğe başladı. Kapıyı ağır ağırittim. ,Bir reze gıcırtısı yanıp söndü. Eşyalar güneşiçinde yüzüyordu ama Suatın başı sivrilmiyordubir yerlerde. Bu odayı hep güneşler içindehatırlayacağım. Bu odada havanın kararabileceği,gece olabileceği, penceresinden yeşil birayışığının içeri dolabileceğini aklım alamıyor,gözümün önüne hâlâ getiremiyorum. Belki deÇatal 101


hiç görmeyeceğim odanın bu halini.belki de geçen akşam...HaklıydıIIKalan günler eksiliyordu. Suata iki günsonra İstanbula gideceğimizi söyleyince ben deo da bir tuhaf olduk. Oysa ikimiz de biliyordukbunu daha önce; biliyorduk, bekliyorduk.Çayırın ortasındaki ağacın dibindeydik. Başınıkaldırdı. Göğe mi baktı, yapraklara mı, bilmiyorum.Dizlerimin arasında, bozaran toprağınkoyu ot lekelerine saplıydı gözlerim. Uzaktan,eski bostanın içinden bir kurbağa sesi aradabir uzanıyordu bize değin. "Bak" dedi çok sonra,"odamın penceresi karanlık, bütün ötekipencereler aydınlıkken". Saçmaladığını düşündüğümüsanmasın diye baktım. Evlerinin ^.ütünodalarında ışık vardı; üçüncü katın birtek penceresi kapkaraydı. Camını ay parlatıyordu."Görsen odamı şu anlarda, nasıl kocaman,nasıl küçücük görünür... Ay başucunavurur yatağın. Her sev büvür, irileşir, her şeyuzaklara kaçar." "Odanı görmedim bu zamanlarda"dedim "doğru, ayısığmda hiç görmedimodam," "Göremeyeceksin de bundan sonra.Bu ^eceden sonra avm düşüşü, yıkımı başlıyor,p,ir dahakinde ise tstanbulda olacaksın."."Başka bV zaman da obır; avın bir dahaparladiğı, tolunay olduğu bir gece seni gör-102 Çatal


meğe gelirim" dedim. Dingin, uzak, kısık, yakınlıksıcaklığında dolgun, pes, ağır sesiyle"gelmezsin" dedi. Bağırmak istedim, gülmekistedim, geleceğimi sen de biliyorsun demekistedim, saçmaladığını, çıldırdığını dünyadaondan başka dostum olmadığını bildiğini,böyle bir şeyi ağzından çıkarmakla, düşünmekle,beni, kendini, dostluğu yadsıdığını söylemek istedim, ağzım doldu, çenelerim kasıldı,boğuldum... başımı kaldırmadım bile. Gülemedim.Ölüm içinde, "gelirim" dedim. "Gelmezsin"dedi, "unutursun beni. Çocukluk arkadaşıbile değiliz. Yanyana büyüdük ama ikimizde yalnız, ikimiz de ayrı. Birlikte oynadık.Birbirimizin içini de biliyoruz... dışını da belki.İki yıldır her gece bir aradayız... Balığa daçıktık... Gene de..."IGeri geri çekildim. Elim kapının tokmağınadeğindiğinde ürkütücü bir ses çıktı. O zamanuzaktan, bitkin bir başka ses, sürüklenesürüklene "Kim o?" diye sordu. Suatın çocukkenyattığı yatağın battallaştırdığı ara kapısınınardından ses bir daha "Kim o?" diye eridi."Benim, Müşfik..." "Suat, sen misin, sen misin?"Ses tükenmeyecekmişçesine ağırlaşmış,sürüklenmişti. Sözü bittiğinde büyük bir sessizlikduydum. Her şey, yıllardır susmayan bü-Çatal 103


tün tahtalar susmuş gibi... "Benim teyzeciğim,Müşfik" dedim. Suatm odasından çıkıp annesininodasına girdim.II"Geleceğim" dedim. "... gene de ama, genede gelmeyeceksin, unutacaksın çünkü bunları,bunlar önemli değil, oynadık şimdiye dek.Oyunlarsa unutulur. Geriye ne kalacak ki?..."Suçluydum, her şeyde suçluydum, Suat konuştukçasuçluluğum artıyordu. Bağırmak istedim,suçluluğumu herkese duyurmak istedim,istedim, istedim... Sevmek diye bir şeyler geldivdiaklıma o anda... Toprak bozdu hâlâ dizleriminarasında. Otların lekeleri biraz aydınlanmıştı.Bacaklarımı uzattım galiba. "Ama,balığa çıktığımızı sövledîğimiz günler..." Kestisözümü. "Göstermelik bir iki balık çekiyor,karanlıkta biribirimizle oynuyorduk, biliyorum...""Oynamak mı diyorsun" diyebildim."Tabiî. Oynamaktı o yaptıklarımız. Ben senden,sen benden daha yakın bir kimse bulamadıkda ondan biribirimizle oynuyorduk. Birbaşkası da olabilirdi, hiç bir şey değişmiş olmazdıgene. Oynadık. Oynamaktan başka birşey yapamadığımız için. Neden kabul etmek istemiyorsun?"Kötülük ediyordu, kötüleşiyordu.Öteki Çuhacılara benziyordu. Anneminiçin için, belli etmeden, belki de şerefine ye-104 Çatal


diremediği için bir şey söylemeden bana kızdığım,Suatla her gece buluştuğum, balığa çıktığımiçin, niçin çıktığımı bildiği için bendenağır ağır soğuduğunu düşünmek istememeğeçalıştım. Yer bile kararmağa başladı. Rüzgâresti sonra. Kurbağa, susacağını anlatmak istergibi gırıldayan bir ses çıkardı bir daha. Çoksonra Suat, "Kırdımsa bağışla. Gitmeliyimben" dedi. Gitmesi gerekmiyordu. Herhaldeartık uvumuş olan annesinden başka kimsebeklemiyordu onu. Anahtarı vardı. Benim gibideğil. Geçen hafta benim yaptığım gibi otelegitmesi korkusu yoktu. Bu kez otele de gidecekdeğildim.. Bodrum penceresinden girecektimeve. Suatı kimse beklemiyordu. Evlerininbütün pencereleri sönmüştü. îşi yoktu. Genede gitmek istiyordu. "Yarın sabah" dedim,"yarm sabah, gelir misin? Fenere gel, altıda,ortalık daha serinken, sandala binelim... Gelecekmisin?" Ayakta, ayın önünde duruyordu.Yüzünü ezbere okuyordum. "Evet" dedi. Uzaklaştığınıduydum. Toprak kararıyordu altımda.Otelcinin gözlerinin Suatın gözlerine nedenli benzediğini birden anladım. Erdim. Birhoroz öttü... Benim de gözlerim yeşil ama suyeşili değil, yaşlı, yanmış, denizin özlemini çekenbir yeşil değil... Öteki horozlar da sıra ileötmeğe başladılar... Suatm gözlerinin yeşiliÇatal 105


kanmış bir yeşil, otelcininkinden başka bir;şildi ama Suatın gözlerini anlamak için otelningözlerini görmeliymişim... Horozlar ötü-)rdu. Suatın penceresi, çayırdan yola, yoldanzim bahçenin arka kapısına vardığımda bileıpkaranlık kalmıştı. Uyumuş olacağını düindüm;ışığını, bekleyeceğimi bildiği için yakamıştırdedim. Utandım sanıyorum sonra,ma gene de uyanamayacağmdan, gelemiyeceinden,gelmeyeceğinden korktuğumu biliyoım.Hatırlayamıyorum nasıl uyuduğumu dün;ce...Bir şarkı gibi geliyordu uzaktan...IÇarşafların arasında başını güç halle görim.Karmakarışık, darmadağınık bir gürbüzjek gibi yatıyordu. Kokuyordu oda. Çocukktankalma kapalılık, çarşaf, ne denli silkersesilinse tozun sinip kemirdiği kumaşlarınıkusuna, sabun kokusu karışıyordu. Yalnızıtün kokuları bastıran, ince, ekşimsi bir koıdaha vardı. Yatağa yaklaştıkça daha tanık,daha belirli bir hal alan bir koku; içkikuşu... Çarşaf büklümleri içinden beliriveabedenin bükük boynu doğruldu, başı birazilkti, sonra gene yığıldı. "Ben de Suat şanstım".Ses şimdi biraz daha canlı, gene densuz bir acının ağırlığı altında ezik çıkmıştı.Çatal


"Ne diye sen geldin? Neden Suat gelmedi? Oğlumnerede?" Sonra birden, "Onun nerede olduğunubilmiyor musun sanki? Senin yerine oneden gelmedi?" "Teyzeciğim" demeğe yeltendim.Başını yastığının üzerinde hızla bir sağabir sola vurarak "hayır" demeğe başladı. "Hayırhayır hayır hayır hayır ben senin teyzenfalan değilim beni bir parçacık sevseydin dahasık uğrardın Suata beni böyle yalnız bırakmamasınısöylerdin hayır hayır hayır hayır benisevmiyorsunuz ne sen ne oğlum Suat Suatniçin gelmiyor nerede nerede çabuk söyle Suatnerede?" Başı birden durdu. Yüzü, midesibulanmışçasına ekşidi. Şaşkındım. "Beni bö}'-le bırakıyor, yalnız, yapayalnız bırakıyorsunuzda sonra neden hastalandım diye şaşıyorsunuz.Sevmiyorsunuz ki beni, sevmiyorsunuzki... Sevmiyorsun ki..." Yorgun, durdu. Biradım daha attım. Çarşaf kıvrımları içinden ince,yontulmuş eli uzandı. "Gel, gel yanıma. Bütünömrüm yalnızlık içinde geçti. Gel, gel,biraz otur, hemen gitme, Suat da yok, gel bari,sen otur biraz yanımda." Sesi sönüyordu gitgide.Ter kokusunun içinde ilerledim. Başı yastığagömülüyor, beli yükseliyordu. Çarşaf, biçiminialmağa başladı. Eli, havada, yaklaşmamıbekliyordu. Kolumu yakalayınca çekti.Oturdum. "Gel işte, gel dedim. Büyüdünüz,Çatal 107


sözümü bile dinlemiyorsunuz artık. Hastayımda hâlâ bana acımıyorsunuz." Pencereden girengüneş önce bana saldırmıştı. Nimet teyzeninelleri kolumun üzerinde, güneşin içindekıvranıyordu. Sözleri güneş içinde eridi. Gözleriduyardan yana kaymıştı. Epey sonra, duvarakarşı, bir şey daha söyleyebildi. "Nedengeldin? Suatm burada olmayacağını bilmiyormuydun?" Güneş her şeyi susturmuştu. Ondanbaşkası ses çıkaramryordu. Güçlükle "gidiyoruzyarın; gidiyoruz da teyzeciğim... Allahaısmarladıkdemeğe geldimdi..." dedim. "Suat gideceğini,bugün geleceğini biliyor muydu? Nedensokağa çıktı öyleyse?" Cevap veremedim."Ne dedin?" Gözleri yüzümdeki güneşe takıldı."Ne dedin?" Sesinin boğulduğu kabarıyordu."Gidiyor musun? Gidiyor musunuz?""Evet, îstanbula. Artık bir daha dönmeyeceğizburava. Oraya yerleşeceğiz. Siz de bizi görmeğegelirsiniz değil mi? Ben de arasıra Sarıkumageleceğim tabiî. Annemle geliriz. Değil mi?Değil mi teyzeciğim?" Durdum birden, kesildim.Söyleyecek başka lâf bulamadım. Kuruboğazımı hızlı solunuşum korkuttu beni. "Babamorada bir dükkân açmağı her zaman düşünürdü"demeği denedim. Kendim bile duymadımsöylediklerimi. Sağ gözü gözüme saplısusuyordu. Aralık dudakları kıpırdamıyordu108 Çatal


ile. Sol gözünü bir güneş damlacığı biraz ısıtırgibiydi. Kolum ellerinin ağır donu altındauyuşmağa başladı.IIBir şarkı gibi geliyordu uzaktan. Alacalısabahın içinde, gecikmiş, kararsız, koyu, acelesiz,acı, gücüyle doldurucu, gerici, bolartıcıbir şarkı gibi... Koşarak denize indim. Bir serinlikuçuyordu. Otlar kokularını salmağa başlıyordu.Kırışıksız deniz, kıyılarına çarptığıküçük dalgaları nereden çıkarıyor diye şaştım.Kenardaki çakıllara diktim gözümü. Önce birsürüklenme sesi, sonra hafif bir hışırtı, sonrada suyun kırılması duyuluyordu. Sandal herzamanki yerindeydi. Yanına gidip oturdum.Çakıllar soğuktu. Pabuçlarımı çıkardım sonra,paçalarımı sıvadım. Ayaklarımın ucuyla çakıllarıeşeledim, ıslak toprağı eşeledim. Suat yoldaniniyordu. Gözümün ucuyla kumlu yoldançakıllara geçmesini bekledim. Başımı kaldırmıyordum.Lâcivert keten üstlü, lâstik tabanlıpabuçları yanımda durdu. Buruşuk keten pantolonu,ince bacaklarının üzerinde, denizle çakıllarınönünde, bir sallantı içinde... Başımı ozaman da kaldırmadım. Elimi ince, sivri kemiklibileğine uzattım, tuttum, sıktım. Oturmakistediğini, oturmasını istediğimi sandığınısezdim o zaman. Bileğini daha çok sıktım.Çatal 109


Katılaştı, oynamadı, kıpırdamadı artık. Başımıağır ağır kaldırdım. Bana bakıyormuş. Yüzünüsarsılarak, acı içinde gördüm. Güzeldi.Güzeldi. Yüzünü o güne dek hiç görmemiştimsanki. Gülüyordu.Yepyeni, tanıdığım, hiç görmediğimbir yüzdü bu. Gözleri çukurda, kaşlarınıngölgesinde; yeşil, yunmuş, arı yeşiller... Burnuince, ucu köşeli, burun kanatları kabarmış.Büyük ağzı, dişlerini bütün, çocukluklarıylaaçıkta bırakıyor, çenesi uzuyordu. Saçları düşüyordukaşlarının arasına. Güzeldi. İnce, karanlık,ışıklar içinde. Gene aklıma günah sözüçakıldı. O dakikaya değin, yüzüne bu denli azbakmış olduğuma, gözlerimi, onunla konuşurkenhep yere diktiğime, çevreye yönelttiğimesevindim. Bildiğim yüzünü yeni görüyordum.Tutuluyordum. Güzeldi... Bileğini o zaman,oturmasını istediğimi anlatırcasma çektim.Yavaş yavaş çöktü. Bileğini bıraktım. Konuşmamıştıkdaha. Denizin yüzü ağır ağır, pul pulışıdı, açıldı, kızdı. Fenerin dibindeki kayalar,suları bölerken keskinleşti, dalgacıkların sesiirileşti. "Erken uyanabilmişsin" dedim. Cevapvermek istemediğini homurtusundan anladım.Gürül gürül konuşmak istedim. Uzandıksonra. "Dün gece" dedim, "söylediklerin..."Büyük bir kaya yardır fenerin dibinde,110 Çatal


dibi oyuk gibidir, üstü bir saçak gibi denizeuzanır; kayanın dibine yuvarlanarak sokuldum.O da yuvarlandı, yanıma geldi. Başlarımızsaçağın altındaydı. "Söylediklerin..." dedim,"yersiz lâkırdılardı, biliyorsun..." Çekişmekistemiyormuşçasına, sustururcasma,"Evet, evet, gerekli olan anlaşmak, anlaşıyoruz"dedi. Sustum. Anlayamadım. Susuyorduk.Güneş denizin üzerinde yansımağa başladı.Ayaklarım ısınıyordu. Gevşedim, gevşediğiniduydum. Yüzüne çevirdim gözlerimi. Yunmuşyeşiller, kirpiklerin arasından, sızlatarak bakıyordu."Haydi" dedim, "sandala binmeyecekmiydik?"Kirpikler, gücenik, yeşilleri örttü. Güneşgözlerimin içine dek saplandı. Gene ondan yanabaktım. Elim, aralık ağzının üzerinden dolaştı,gözlerine süründü, saçına tutuldu. Çektim."Haydi kalk." Homurtusu elimi kaçırdı,parmaklarım kıvrılıverdi. Sandalın yanma gittim.Pabuçlarımı içine attım, "kalk" dedim birdaha. Neden sonra denize açılabildik...IÖnce dizleri titremeğe başladı. Sağır vuruşlarınıduyuyordum belimde. Sonra ağzı kapandı,elleri canlandı, gözleri yeniden baktı,içini çekti ağır ağır. "Gitme, gitme daha". Güçlükleanladım. Güneş başımı aşmıştı. Suat gel-Çatal 111


miyordu, gelmeyecekti. Gece beiki ağacın altınagelir diye çocukça umutlandım. Gelmeyecekti.Ama öteki Çuhacılar evlerine dolacaklardıneredeyse. Uzaktan, yoldan doğru, çocuksesleri duyduğumu sandım. Yekindim. Birdengözleri açıldı, çeneleri zayıf yanaklarım dalgalandırdı.Elleri demirleşmişti. "Gitmeyeceksin,kalacaksın, beni böyle yapayalnız bırakamazsınız.Annenin, babanın gitmesi umurumdadeğil. Onlar beni kaç kez gördü, ben onlarlane zaman ahbaplık ettim. Sen gidemezsinama. Yalnız kalamam kalamam kalamam".Sesi tizleşiyordu. "Suat yokken sen benim oğlumsayılırsın. Oğlumsun sen, öteki oğlum."İspirto kokusu yaklaşıyor, ekşiyordu. "İçtiğimiçin kızıyor bana Suat. Kızmağa hakkıvarmış gibi. Babası ölmeden de bütün bu sürününkahrına katlanmam onun içindi, babasıöldükten sonra da. Bu odada, hepsinin içindeyabancılığımı, onlardan olmayışımı duya. duya,yabancılıklarına, düşmanlıklarına katlanakatlana, hepsinden uzakta, yıllarca bağrımataş bastım. Anlıyor musun? Onun için, onuniçin bütün bunlar. Geceleri çıkmağa, sabahlaradoğru dönmeğe başladığı zamanlar da birşey demezdim. Oysa beni sevdiğini bilirdim,sanırdım... Ötekileri akşamdan akşama görüyorumzaten. Verdikleri yemek boğazımdan112 Çatal


aşağı inmiyor ama gene de ayrılmıyorum buevden. Onun düzeni bozulmasın diye. Ona onlarbakıyor, ben bakamıyorum. Anlıyor musun?Ama anlayamazsın sen. Sen de onun arkadaşısın.Sen de onun gibisin." Başı kof birgürültüyle yastığı ezdi. "Kalk, şu gözden ilâçşişesini al." Başını duvara çevirmişti. "Çabukol, ver şu şişeyi." Kolumu bıraktığını gördüm,duymadım ama. "Ne duruyorsun. Konsolunüst çekmesinde. Çabuk ver." Çekmede bir hapşişesi vardı. "Hâlâ bulamadın mı?" Duvar sesiniboğuyordu. "Uzun şişe." Mendillerin, tülbentlerin,altından bir ucu gözüken kahverengiuzun şişeyi aldım, uzattım. Mantarını çekipağzına dayadı. Keskin kokuyla toparlandım.Şişeyi gene tıkamış, yastığının altına saklamıştı..."Ne yapıyorsun teyze!" Sesim boğulduktankurtulmadan sivrildi. "Karışma, karışmasen. Anlayamazsın. Anlayamazsın yalnızlığınne olduğunu. Gel yanıma." Yüzü hâlâ duvaraçevriliydi. Sesi düzgündü ama. Büyük birüzünçle ağır, nemli, düzgün bir ses. "Gel." Genekoluma yapıştı, oturttu yatağa. "Geceler boyuonu bekledim, biliyor musun? Geceler boyu.Seni sevdiği, seninle gezdiği için kıskançlıktanparmaklarımı dişledim durdum. Gecelerboyu, uykusunun içinde bile olsa, bana seslenmesini,beni yanma çağırmasını bekledim.Çatal 113


Başı ağrıdığı, üşüttüğü, hastalandığı günler,kulağım kirişte, çocukluğunda çağırdığı gibiçağırsın diye bekledim. Bana ihtiyacı olsun diyehastalanmasını istediğim zamanlar bile oldu.Bu aradaki kapının önüne çocuk yatağınıo çekti. Bu kapıdan girmeyeyim diye odasına.Üzerinden de atlardım ben. Tek çağırsın o.Ama olmadı. Hiç bir zaman çağırmadı. Geceleriçinde yalnız, bekleyip durdum. Yalnızlığımher geçen günle biraz daha artıyordu... Sonraiçmeğe başladım." Acınma. Sesi dileniyorduşimdi. Ama eli hâlâ koluma kenetli. "Sürü,evden uzaklaştığı zamanlar serbestim. Bugüngibi. Demirliye gittiler. Hepsi. Çok geç döneceklermiş.Sabahtan beri yapayalnızım' evde.Yemek de yemedim.Yalnız,yapayalnız..." Sesimırıltıya dönüştü. "Sabah beri içiyorum bende. Suat gelince beni bu halde görsün...""Üzülecek ama, üzülmesini ister misiniz teyzeciğim?""Üzülecekmiş... Ben de çok üzüldümonun yüzünden. Hem sana ne onun üzülmesinden.Onu benden çok mu seviyorsun yani.Sen ne karışıyorsun, ha?" Gitmeliydim. "Hemüzülmez, üzülmez. Geç vakit gelince odama uğramazki. Seni uyandırmak istemedim der ertesisabah. Görmez bile..." Gitmeliydim. Sesinindüzgünlüğünden cesaret aldım. Camın üzerindebir sinek birden evi gürültüyle doldur-114 Çatal


mağa başladı. Davrandım. "Ben artık gideyimteyze..." Eli kolumdan kaydı, çarşafın katlarınıezdi. Birden kasıldı sonra. Yastığın üzerindebaşı gene umutsuzluğu vurmağa başladı:bir sağa> bir sola. Gözleri uğramıştı. Beni görmüyorgibiydi. Önce peşten başladı: "Hayırhayır gitme daha gitme daha hayır hayır..."Başının hareketi hızlandıkça vücudunun kasılmasıartıyordu. Beli, başıyla ayakları arasındaköprüleşiyordu. "Müşfik Müşfikçiğim gitmedaha daha gitme kal yanımda beni yalnız bırakma..."Gözleri devriliyordu. "Yalvarırımkal gitme ben sensiz ne olurum sonra beklekal biraz daha Müşfik Müşfikçiğim MüşfikçiğimMüşfikçiğim" Elleri, havaya, çengeller gibikalkıp düşüyordu. "Gitmeliyim teyzeciğim,gitmeliyim. Gideceğim ama mektuplar yazacağımsize. Gene geleceğim. Sizler için geleceğim.Sık sık görüşeceğiz..." Ağzıma doluveren sözlerçıldırmıştı. "Şimdi gitmeliyim. îşim çokdaha. Yarın sabah gideceğiz, düşünün..." Elimiuzattım, çekti. "Gel bari gel öpeyim seninasıl olsa bir daha gelmezsin gelecek misin..."Çekiyordu, bütün gücüyle çekiyordu. "Bayramdagelirim, geleceğim, söz, teyzeciğim...""Bayram mı hangi bayram bayrama daha çokvar yalan söylüyorsun değil mi bayrama nekadar var daha?" İspirto kokusu bütün kes-Çatal115


kinliğiyle yüzümü dövüyordu. "Bir buçuk aysonra." "Bir buçuk ay sonra mı?" Bütün ağırlığı,bütün gücü elinde toplandı. "Gelmezsin kigelmezsin ki ama sahi gelir misin bir buçuk aysonra?" "Gelirim tabiî. Geleceğim. Elbet geleceğim.Doğru buraya geleceğim." "Ben bir buçukay nasıl kalacağım ya yapayalnız Suat genebeni burada bırakıp gidecek yok ama senyoksun diye belki kalır burada gitmez..." Vücuthâlâ köprüleşiyor, baş hâlâ sağa sola vuruyordu.Sesse daha yüksek, daha dolgun, dahaaz çırpıntılı. "Gel Müşfikçiğim gel Müşfikçiğimbiraz dur gitmeden önce bir öpeyim seni..."Hareketleri ağırlaştı, dindi. Eğildim. Ansızsessizlik içinde camdaki sinek gene egemen...Gözlerini yummuştu. Yüzü, olduğu gibi,ispirto kokusuna dönüşüyordu. Şakaklarımdantuttu. İspirto kokusu içinde açılan dudaklarıbir yanağımdan bir yanağıma ağzımınüzerinden geçerek nemli bir yol çizdi. Birdenbıraktı, uzaklaştım. "Git şimdi, git, gelirsenbir gün memnun olur, seviniriz. Git oğlum, gülegüle, annene çok selâm söyle. Yolunuz açıkolsun. Güle güle evlâdım, güle güle" diyensesi dingindi; dingin, çok uzaktan, utancın içlerindengelen bir ses. Geri geri yürüyerek çıktımkapıdan. Suatın odasına yaklaşmadım bile.Merdivenin sahanlığı koyu, sıcak bir eri-116 Çatal


yikti şimdi. Koyuluk, aşağıdaki serinliğe doğruyol yol akıyordu. Denize dalar gibi akışkansıcaklığı böldüm. Merdivenler gıcırdamadı sanıyorum.Kapının hemen önünde, bir esintiiçinde, sıcağın ardımda kapandığını duydum.Terim soğumağa başladı. Öteki Çuhacılarınhepsi Demirliye gitmişti. Geç vakit döneceklerdi.Dışarının sıcağına daha sonra da dalabilirdim.Esintide, belki biraz da Suatı bekleyerekdurdum. Terim kuruyordu.IIDemirliye doğru çekiyordum. Sandalınbaşında, hâlâ küskün, bir eli denize sarkmış,uyukluyordu. Çok sonra fenerle Demirlininortasındaki kumluğun karşısına geldik. Küreklerhafiflemişti. Önce bir ığıltı duydum, sonrada altımızda kumlar ince ince gıcırdadı. Suyaatladım. Yosunları geçmiştik. Suatı dürttüm.Canlandı. Paçalarını sıvadı, atladı suya. Kırıkdemiri attık, sandalı saldık. Biraz ötede salınmağabaşladı. Güneş yarılmıştı iyiden iyiye.Kumlar kızmağa başlıyordu. Şimdi Sarıkumda,fenerle balıkçı Arifin evi arasında bir sürüinsan denize giriyor olmalıydı. Fenerin berisinde,bebekçi Osman öleli, tek insan kalmamıştı.Fenerle Demirlinin arasında yapayalnızdık.Sararmış kir, çok uzaklarda, bir yandanSarıkumun bir yandan da Demirlinin küçücükÇatal 117


. evleriyle sınırlanıyordu. Bağırmak istedim.Kulağına fısıldadım o zaman, "Ne demek istedin,anlaşma derken?" "Anlaşıyoruz işte."Sonra gene sustu. Kıyının gerisinde, kırın başladığıyerde, büyük bir incirin gölgesine uzandık.Otlar bir daha kavruluyordu. Deniz, ışığıniçinde her günkü gibi yorucuydu. Terliyordukgölgede. Sıcak, yumuşak, lif lif kokan birter doluyordu aramıza. Gölgelik, bir kuyu dibigibiydi. Güneş çevreye döküldükçe gölgeninserinliği eridi. Konuşmağa çabalıyordum daha.Sonra Suatm bir parmağı, bir parmağımadeğdi. Gölgelik gene serinleşti, serinlik birdeneridi gene sonra. Susmamağa, konuşmağa çalışıyordum.Üçüncü parmağım da parmaklarınatakıldığında cevap verdim. O zaman bütünparmaklarımız kenetlendi, eli elime doldu.Isınmış bir denizin içinde elinin yumuşaklığınıöğrenmeğe, bilmeğe başladım. Deniz kabardı,eli elimde yoğruldü. Elimi kaldırdım, çektim,ellerimiz, yüklü, karnımın üzerine yıkıldı.Omuzlarımız değiniyordu. Ellerimiz çıldırdısonra. Birden açtım gözlerimi. Onun gözlerivumuktu. Kıpırdamıyordu. Terliyordu, terliyordum.Büvük bir güneşin içindeydik artık.Eriyorduk. Deniz sıcaktan uğulduvordu.Güneş tepevi geçti. Sıcak artıyor, gölgeviyiyor, ayaklarımıza doğru uzatıyordu onu. Gev-118 Çatal


şedik. Uzandım. Günler geçmiş gibiydi. Başıomuzumda ağırlaştı. Bir tren düdüğü ulaştıuzaktan. Kırın kenarında dumanını gördüm.Gözlerini açmadan, bacaklarını uzatmadan yatıyordu.Kolum uyuştu başının altında. Kuraktoprağın üzerinde Suat bir kırık çizgi gibiydi.Acıktım birden. Arandım, uyuklamadan başkadoyurucu bir yiyecek olmadığını bildiğim halde...O zaman gözgöze geldik. İncecik bir karanınboydan boya böldüğü kirli yeşil gözleriyledimdik bakıyordu. Kapkaraydı. İnce, çevik.Nereden, ne zaman geldiğini kestiremedim."Pusu" diye çağırdım, kulaklarını dikti.Elimi uzattım, ürken kasları parlak kara tüylerinidalgalandırdı. "Geh" dedim, biraz dahauzanmak istedim. Yıldıradı, apaçık kırda yittigitti. Sonra bir tren daha geçti. Deniz uyanıyordu.Suatı dürttüm. "Uyumak istiyorum" dedi.Gözlerini hâlâ açmıyordu kıyıya geldiğimizde.Sandalı çektim, bindik. Demiri aldım, küreğeoturdum. Güzel yüzü güneşe karşı ağlargibiydi. Açıldım önce, Açıklarda, gözlerini açtı.Yeşiller, yunmuş, temiz, ışıklıydı. Çenesi uzadı,ağzı açıldı, çocuk dişleri parladı, esnedi;saçları kaşlarının arasında dolaşıyordu. Rüzgârçıkmıştı. Soyunmağa başladı.Denizin yemiş serinliği içinde biribirimizikovalıyor, sandalın ardından yüzüp yakalama-Çatal 119


ğa çalışıyor, bordaya tutunduğumuzda yeşiletlerimize bakıp gülüyorduk.Ben giyinirken küreğe o geçti. Benden ustaolduğunu göstermek istedi. Güneş gene kızmağabaşlıyordu. Gömleğimde kuruyan terinkokusu ağır geliyordu şimdi. Küreği elindenaldım. Bir katılık vardı içimde. Suat daha güzelolamazdı, olmamalıydı zaten. Gülüyor, dudağısarkıyor, kıvrılıyor, gevşiyordu. Sandalıher zamanki yerine çektiğimizde ikimiz de susmuştuk.Kumlu yoldan tırmandık, yolu geçerek,buğday tarlasının kıyısından yürümeğebaşladık. İçimin katılığı, yeşile, güzelliğine,gömük yeşillerin gömük güzelliğine sağırdı."Müşfik" dedi. Yeşillerin içine baktım. "Geleceksingelecek ay, geleceksin, değil mi?" Gözümüyumdum, başımı "evet" dercesine salladım.Sustu. Koluma girdi. Ağırlığını ömrümünsonuna değin kolumda duyacağımı sandım.Katılık çözülür gibi oldu. Tren yoluna vardığımızdaelini kolumdan çekti. Katılık katılaştıbirden. El sıkıştık. "Buradan ayrılsam iyi olur.Evden merak ederler..." "Annenin ellerindenönerim. Yarın bir ara uğrayıp Allahaısmarladıkdemek istivorum zaten..." dedim. Sevindi.Güneş evlerinin damına değivordu. Işık içindeuzaklaştı, eridi. Katılık katıldı. Bir gün sonragidecektik. Ölümsüz olunamayacağım anlama-120 Çatal


ğa başladım. Geride büyük, unutulmayacakbir şey kalıyordu ama... Dün yoktu, yarını bilemezdim,bugün bile yoktu. Katılık vardı yalnız."Ölüm" dedim, "ölüm..."IDışarıda beni, arada bir tavukların, kedilerinnoktaladığı bir sessizlik karşıladı. Geceonu evde bekledim. Ağacın altına gitmek istemedim.Gelmedi. Eminim ağaca da gelmemiştir.•Bu sabah tren, her zamanki gibi SarıkumlaDemirlinin arasındaki uçsuz bucaksız kırınüst başından geçti. İncir ağacı, uzakta, denizilekeliyordu. Sarıkuma bu gece, yarın sabah,ertesi gün, ertesi gece dönmeyeceğiz. Biliyordum.Biliyordu.1954- 1955Çatal 121


N E R E D E N D E A N D I M ŞİMDİ.A. K.' yaBir gün, şey demişti, hatırlarım, kadınlardemişti, hayır hayır, siz kadınlar demişti dealınmıştım, kızmıştım ona, sinirlenme demişti,bağırmak istiyorsun gene besbelli, sus ama susda dinle, bıktım usandım bu çığırmandan demişti,susmayı o anda sanki neden kabul ettimbilmiyorum, siz kadınlar derken susmayacaktımya, budalalık ettim, bütün ömrümceettiğim gibi zaten, bu denli budala olmasaydım,ne babasına varırdım, Allah rahmet eylesin,nur içinde yatsın adamcağız, işte beni biro sevdi, ona da varmadım, varamadım, o hainkaza aldı onu elimden, budala olmasaydım neReşite varırdım yani ne de, şey, yani Reşitevarmazdım o olmasaydı arada, kimbilir ne deiyi olurdum, yok belki de daha kötü olurdumya, işte onun yüzünden, onu sevdiğimden, onadeli gibi,,daha doğumundan çok önce karnımıtekmelerken deli gibi bağlanmıştım, onun içinbörekçiye varmağı kabul ettim ya zaten bir debeni sustursun, susturmağa kalksın, beni sev-Nereden de Andım Şimdi 123


diği, beni sevmemesine imkân olmadığı halde,beni sevdiğini, beni sevmemesine imkân olmadığınıbildiğim halde, hayatında onu bendençok sevecek, sevebilecek bir kadın, hattâ birerkek bulamayacağım bildiği halde, beni üzerdi,susturmağa kalkardı, o gün nasıl sustumnasıl kovmadım yanımdan nasıl atmadım kendimidenize, siz kadınlar desin bana, siz kadınlar,sanki ben de öteki kadmlardanmışımgibi, siz kadınlar bir şeye bağlanınca kusurlarımil olup gözünüze çekilse gene de görmezsinizdesin, görmezsiniz desin, görmezden gelirsinizdemiyorum görmek istemezsiniz demiyorumgörmezsiniz diyorum desin, görmezsinizkörsünüz çünkü desin, ben kusurlarını görmüyormuşum,ben kusurlarını görmüyor muydumsanki, bağrıma taş basıp bir şeycikler demedengünümü zehir gecemi gündüz etmiyormuydum, susuyordum gene, susuyordum dabir şeycikler söylemiyordum, kusurunu görmediğimiçin mi, görmezden geliyordum tabiî, biliyorduüstelik o da, sonra kalksın görmezdengeliyorsunuz demiyorum görmüyorsunuz desin,sizde onu görecek göz olsaydı kadınlığınızkadınlık olmazdı çünkü desin, onu karnındataşımış onun uğruna herşeye katlanmış olananasına - kadın desin, kadınım tabiî kadınımama onun için değil onun gözünde kadın olma-124 Nereden de Andım Şimdi


malıydım, zaten o karnımda kıvılcımlandıktansonra kadınlığım mı kaldı ki, görmüyorsunuzkörsünüz çünkü desin, evet, geçmiş gün, geçtihepsi, gitti benden uzaklaştı uzaklar girdi aramızavücutlarımızın odalarımızın yemeklerimizinısınmalarımızın arasına, benden başkakimsesi benim ondan başka kimsem olmadığıhalde, aynı evde oturuyor yatıp kalkıyor göründüğümüzhalde, uzaklaştı benden sonrabir gün geldi çattı geldi yanıma yollarımız yenidenkesişti, batacağını anladıkları bir gemiyifarelerin bırakıp kaçtığını anlatırlar onun gibiherkes de onu bırakmış anlaşılan, yapayalnızkalınca gene ben aklına geldim, belki de hastalanacağınıanladı, yavrum bana döndü, sahibunu hiç düşünmemiştim şimdiye değin, banadöner dönmez beni görür görmez hastalandığınısanmıştım, bana dönmeğe mecbur olmağadayanamadı sanmıştım, beni çekemiyor sanmıştım,hic mi hiç aklıma gelmedi, bağışla beniTanrım bağışla beni oğlumun günahına girmişim,bilmem belki de yanılıyorum ama yok havıreminim eminim hastalanacağını bildiğihastalanacağını sezdiği için döndü bana, bende alındığımı göstermeğe çalışmıştım, suç benimgünah benim, Tanrım bağışla beni, senicok unuttum kadınlığıma kapıldım gözlerimkörlenmişti görmüyordum görmem görebil-Nereden de Andım Şimdi 125


nem gereken şeyleri, haklıydı belki de, haklıy-Iı o da ama,bağışla beni Tanrım, gene de bana dönerlönmez hastalandığı aklımdan çıkmıyor, hasalıkdiyorum kendikendime söylenirken bile,tastalık kelimesinden başka bir şey geçirmek•ile istemiyorum aklımdan oysa hastalık olaasmahastalıktı ama, aklı karıştı oğlumun,ıldirdı, sokağa çıkmak istemiyordu öldürecek-;r beni diyordu duymuyor musunuz diyordu2sleri gürültüyü savaş var dışarıda Tanrı dünayıcezalandırıyor cezalandırmak için şeytanıildi yeryüzüne bütün erkekler ölecek ölmektemiyorum yalnız gebe kadınlar kurtulacaknlar çocuk doğuracak hepsi iyi kadın değilıların hepsi iyi kadın değil ama çocukları iyimalı o çocuklar şeytanı yenecekler Tanrıyaden yolu yeniden bulacaklar Tanrının istedigibiadamlar olabilecekler kadınlar ölmeyek,a n r ı m nasıl da hâlâ kulaklarımda çmlı->r sözleri/şimdi kulağımın dibinde bir dahaylüyormuş gibi, sonra sonra top tüfek ses-:i eskisi gibi gelmez oldu, daha rahattı tedirıliğfkalmamıştı, Tanrım diyordu artık senibuklardan başka kimse bulamaz dünyanın1 gözüne kaçmamış çocuklardan başka kim-> Nereden de Andım Şimdi


se ulaşamaz sana, o zamanlar evde dolaşıyorduartık, yatırmıyordük, ama eve bir yabancıgelir gelmez, kapının çalındığını duyar duymazodasına kaçar kapısını kitler sürgüler otururdu,öyle zamanlarda içime korku düşer kapıyıvursam nasıl olsa cevap vermeyeceğini bilirdimzaten sonra kızıp da bir şey yapmasındankorkardım gider anahtar deliğinden bakardımona, odanın bir köşesine sığınmış otururdu,yere otururdu, iyileşeceğinden umudu kesmiştim,bağışla beni Tanrım, senden bile umudumukesmiştim, bağışla beni bağışla beni,daha sonra bir gözlük lâfı tutturduydugözlük gördüğü yerde saldırıyordu, kör gözleregözlük zaten yaramaz diyordu, sonra birgün kendi gözlüğünü istedi, kırdın oğlum demiştimde hatırlamadı, nasıl kırdım anneciğimdedi, iyileştiğini o zaman anladım, şükrettimsana Tanrım, beni gene kaldırmıştın elimdentutup, secde ettim Tanrım, bağışla beni bağışlabeni,bendenartık nefret etmediğini görüncesevinçten ne yapacağımı bilmez oldum, kör :müşüm meğer, gerçekten körmüşüm görememişimbenden nefret etmediğini, hastalık gelecektiona hastalık gelecekti, ondandı bu halleri,bana döner dönmez kavga etmeğe başla-Nereden de Andım Şimdi 127


mıştı gene, anacığım diyor sonra gene de kavgaediyordu, hastalandı sonra, iyileşti de, amasonra benden gene ayrıldı, aramıza beş sokakgirdi bu kez beş sokak otuzdokuz kapı, geliyorbana ben de ona gidiyorum ama eve dönmekistemiyor, eve gelince zaten odasının kapısınabile yaklaşmıyor, deliliği sanki o odayakapanmış bekliyormuş gibi onu, korkuyorodadan kapısından bile korkuyor ama ne olursaolsun rahat şimdi, odasına kapanıp yazıyorokuyor, çalışıyor da, her ay gelip anneciğimsenin paran diyor bırakıyor bir şeyler banada, memnunum memnunum öyle olduğuna,parayı bırakıyor çok oturmuyor beni ne zamangelip göreceksin diye soruyor, söylüyorum yüzügülerek ayrılıyor, sık sık gidince sıkılmasındançekmiyorum gene de arıyor beni geciktiğimzamanlar, Tanrım ne olurdu sanki neolurdu gene dönse evine, ona başka bir odaverirdim, ev benim nasıl olsa Reşitten gördüğümen büyük iyilik bu, geçinecek kadar paragetiriyor bu ev, Allah rahmet eylesin Reşit banaçok iyilik etti günahına giriyorum doğrusuama hayatımın bütün yükünü de ondan biliyorum,neyse Reşitin sırası değil,şimdi bana gelmek istemiyor, bekliyorumama, umuyorum, bir gün gelecek,, her şeyden128 Nereden de Andım Şimdi


usanacak bezecek öyle gelecek bana, bezginlikiçinde ama artık hasta olmayacak, Tanrım bağışlayacakonu bana, bezginlik içinde gelecekama kucağım açık, onu nasıl beklediğimi biliyorbiliyor biliyor,nereden de andım şimdi o günü, gene deunutamıyorum o gün söylediklerini, hem kiminyüzünden de kavgaya tutuşmuştuk şimdihatırladım, bir arkadaşı yüzündendi, ciğeribeş para etmez bir arkadaşını bana yeğ tutuyorduo zamanlar, şimdi de öyle belki amasevdiği insanları artık gelip bana anlatmıyor,artık kıskanmadığımı sanıyor da onun içinolacak, yaptıklarını teker teker kafama vurmuyorartık, bir zamanlar öyle yapardı ya, artıkkıskanmaktan vazgeçtiğimi sanıyor, oysaben ben ben hâlâ kıskanıyorum onu, dostlarındansevdiklerinden benim sevgimi paylaşanlardannasıl kıskanmam onu, ama kıskandığımıona ne zaman belli ettim ki, iyiliği için söyledimne söyledimse, nasıl razı gelirdim olurolmaz adamlara tutulmasına sevmesine, içlerindeya bir kişi ya da iki kişi beğenebildim,zaten hepsi onu yalnız bırakmadılar mı, hastalandığızaman biri bile gelip yokladı mı ki,zaten onlar hiçbir zaman sevmediler onu, osevdi yandı uykuları kaçtı elinden geleni yaptıNereden de Andım Şimdi 129


onlar için gecesini gündüzünü haram etti onlarınvarlığı uğruna, yanında olmaları yetiyordu,sevilmeği istemedi ki hiç, bunun da mıfarkında değildim sanki, ama şimdi bir şeysöylemiyor artık, erinç diyor arada bir erinçdiyor gülümsüyor, sevilmeği de bir öğrense,kıskanıyorsun diyordu o zamanlar, kıskanıyorsunayıp sana diyordu, oysa kıskandığımıkendime bile açmıyordum o zamanlar, nasılda söyleyebilmişti o sözleri, siz kadınlar diye,kusurumuz buymuş, evet sevdiğimiz insanınkusuru olmasını istemeyiz, kusuru varsagörmezden geliriz, ama hayır körmüşüz de ondangörmezmişiz, hayır demiştim zaten o gün,bir kadının gözü on erkek gözünden daha iyigörür hakikatleri demiştim, inanmadıydı, anlamadıydı,dinlemiyordu zaten beni o zamanlar,hoş ne zaman dinlemek istedi sanki, hepkendisi konuşurdu, ben de ağzımı açıp bir şeysöylemeğe kalktım mı hemen susturmak isterdi,ben de sözümü sakınmazdım tabiî, doğruyusöylüyorum da onun için kızıyor susturmağakalkıyorsun deyince büsbütün köpürür, ağzınageleni söylemeğe başlar ikimizin de günüzehir olurdu onun yüzünden, oysa ne zamaneğriyi söyledim ona ben, ne zaman olmayacakbir şey söyledim, ama hakikatin söylenmesini130 Nereden de Andım Şimdi


sevmezdi besbelli, hep yalan söylememi istediler,bütün ömrümce bütün ömrümce,önce babası ile bir yalan hayatı yaşadık,onun bu yalan hayatı öğrenmemesine hiç duymamasınanasıl da dikkat ettim, kimselerlegörüştürmek bile istemezdim bana kalsa, amababası, adamcağız gerçekten de babalık ettiona, onu ne kadar da severdi, Müşfik de Müşfikde az buçuk sayardı onu ama hiçbir zamangönlünü almak için de olsa yüzüne gülmedisarılıp babacığım demedi, biliyormuşçasınaama bilmesine de imkân yoktu nereden bilebilirdi,sonradan hastalandığında boyuna böylebir şeyler söyledi durdu ama aldırmadım,hem sahi az önce bu söyledikleri aklıma gelmemişti,ben de unuttum demek, bilemezdiama kuruntulu bir çocuktu zaten, babası babasıbambaşka bir adamdı çok severdi beni, oda Reşit de hiçbir zaman yanlış söylüyorsundemediler, biribirimize kırıldığımız günler olduğuhalde, yanlış söylemektense sustuğumubilirdi Reşit, bir şey söyleyince de doğru olduğunuanlardı sen daha iyi bilirsin derdi,Müşfik, benim oğlum, bana böyle bir şey söylemekistemedi hiç, ona sorsan benim her dediğimeğri her dediğim yanlış olurdu, neyseNereden de Andım Şimdi 131


ama, o gün Tanrım beni sınamak istedi galiba,oğluma böyle bir söz ettirdi,sanki buna ne diye bu denli takıldım, bilmemki aklıma geldi şimdi, siz kadınlar körsünüzbir adamı sevdiniz mi en ufak kusurunubile görmezsiniz de, yok en ufak kusurudememişti, şey demişti, hiçbir kusurunu görmezsinizde en ufak bir suç işlemeyegörsünsize karşı, evet öyle demişti, size karşı o zamangözünüze bir başka perde iner, ağzıylakuş tutsa da dünyanın en kötü kişisi olur demişti,yalan da değil, bir insan iyiyse iyi kötüysekötüdür, bir insanın kalbini kıran adamdanhayır mı gelir, o benim kalbimi çok kırdıama oğlum tabiî, ne yaparsa hoş göreceğim neyaparsa bağışlayacağım, onu gene eskisi gibiseveceğim, hiç yapmasa işlemese daha iyi olurtabiî, ama hangi oğul anasının kalbini kırmazhele ana oğlunu benim gibi seven bir ana ise,ama oğlunu benim sevdiğim kadar seven anabulunur mu kolay kolay, hangi ana benim kadarkendini feda etti, hangi ana gençliğini birkalemde sildi oğlu için, ah nereden de aklımagirdi bunlar, uykum kaçtı, nereden de aklımageldi gecenin ortasında, yatağımda onun içinhâlâ dört döndüğümü uykularımın kaçtığınıbilir mi, bilse de anlar mı sanki,,kızar belki de132 Nereden de Andım Şimdi


ama yok kızmaz artık kızamaz, sevilmeği öğrendibelki de, sevilmenin erincini öğrendiğinisanıyorum, daha geçen gün dalmıştık ikimizde, dalıp gitmiştik, birden yekindi, Tanrıya gidentek yol aşktan geçer anne dedi, ikimiz debunu aradık ömrümüz boyunca, sen bulamadınama ben buldum, tek bir insanın aşkınıyemeği içmeği giymeği uyumağı Tanrıya içyükümüminnet borcu diye sunmağı sen aradınsonunda ben buldum dedi, sevilmeği öğrenmeyeninsan bunu böyle söyler mi,ama sevilmeği artık biliyorsa bile anlamazgene istemez gene uykularımın onun yüzündenkaçtığını, anacığım nur içinde yatsın,neden girdi rüyama, bir şey mi olacak gene,duruyordum, evimizin denize bakan pencereleriçoktu ama ben bir tanesini pek severdim,Hisardan Arnavutköyüne kadar her yeri görürdümsedire oturduğum zaman, kucağımdaMüşfik vardı, emziriyordum, südümü emerkenher zaman yaptığı gibi zevkten homurdanıyor,boğulacak diye korktuğum halde mememi ağzındançekemiyordüm, gözleri kayıyordu, süzülüyorkısılıyor kapanıyordu her yutkunuşunda,bakmağa doyamıyordum, yavrusunugöremeyen babasını düşünüyor ağlıyordum,Reşit yokmuş daha ortalarda evlenmemişmi-Nereden de Andım Şimdi 133


daha onunla, odada yapayalnızdım, karşıdanvapurlar geçiyordu, bizim yalının önündenaz vapur geçerdi, birden bir vapur belirdi rıhtımınönünde, düdüğünü öttürdü, ölümmüş ogemi, yavrumu almağa gelmişmiş, Müşfik hâlâmememi bırakmıyordu, onu sıkı sıkı tutuyordum,vapur düdüğünü bir daha öttürdü, düdüksesi yırtıcı delici bir sesti, evde kimseyokmuş yapayalmzmışım, vapur düdüğünübir daha öttürdükten sonra birden ilerledi,öteki pencereden baktığım zaman göremedim,sonra odanın kapısı açıldı, annem girdi içeri,birden ürktüm, Müşfiği mememin üzerinde sıkıpduruyordum, annem anneciğim o bembevazyüzüyle incecik ışıyan kar aklığında saçlarıylakapkara elbisesiyle anneciğim yanımageldi, korkma yavrum dedi yavrunu kimse alamazelinden, bir kadın oğlunu kime kaptırdıki şimdiye değin, ben böyle bir şey duymadım,kadın ölür ama yavrusunu vermez, sonra yüzünebaktı, bu çocuk doymuş dedi görmüyormusun, neden hâlâ meme veriyorsun, uykusugelmiş uyuyacak artık, ver onu bana, anneminvüzüne baktım, tatlı yüzlü anneciğim değildikarşımdaki kadın, yabancı kötü yüzlü çocuğumuhile ile elimden almak isteyen birivdi,Müşfiğin gözleri kapalıydı ama zevkindenyummuştu onları, doymamıştı daha. emiyordu,134 Nereden de Andım Şimdi


südün kemiklerimden sıyrılarak mememe indiğiniduyuyordum, nasıl bırakabilirdim, birkadm çocuğunu kimseye vermez kimseye kaptırmazölse de çocuğunu korur diyen sen değilmiydin dedim, b zaman kadın güldü, kendimibirdenbire bir kırda buldum, kadm gülerekarkamdan koşuyor ben kaçıyordum, Müşfikhâlâ kucağımda memesini emiyordu, süt gelmiyorduartık, oğlum ağlamağa başladı, benkaçıyordum o kadm kovalıyordu, oğlumun ağlamasıile kadının gülmesi biribirine karıştı, ozaman uzakta annemi gördüm, kollarını açmıştı,bana gel koş yoruldu o kesildi artık yetişemeyeceksana diyordu, soluk soluğa tepeyetırmanıyordum, kadm çok aşağıda kalmıştı,neredeyse anneciğimin kucağına atılacaktım,Müşfik durmadan ağlıyordu, anne süd'üm kesildidedim, annem başım salladı, tam yetişecektim,kayboldu yitti birden sır oldu, Müşfiksustu, mememi ısırdı, başını çevirdi sonra,uyandım, ter içindeyim, uykum kaçtı, Müşfikbaşım çevirdiği zaman gözleriyle bana sankisen kusurlu bir annesin, südün kesildi, bir anneninsüdü korkudan kesilir mi diyordu, benne kusur ettim, ne zaman bir dediğini iki ettim,o insanlarla düşün kalkma dediğim zamanlarmı kusur ediyordum. Müşfik onlarıeve getirdiği zaman ağzımı açıp bir şey dedimNereden de Andım Şimdi 135


mi hiç, ama kaba kötü çocuklardı, onları o seviyorduama ben her zaman onların kusurlarınıgörürdüm, onun için mi kusurlu oluyorkadınlar, doğruyu söyledikleri için mi, ah birazuyusam biraz uyusam, yarm gidip görmeliyimonu, saçını okşamalıyım öpmeliyim, her kusurunuhoş görmeliyim bağışlamalıyım, Tanrımbağışla beni, kadmsam ana değil miyim?Ona, o n u n hatırı için arkadaşlarına masallaranlatırdım bir zamanlar, bir kez ona darılmıştımdört yaşlarındaydı evde bırakıp çıkıyordumarkamdan bakıyordu gözucuyla görüyordumağlayacakmışçasma yüzünü buruşturdusonra birden yüzüne korkunç bir umutsuzlukgeldi sen beni bırakıp gidersen ben dearabı çağırırım gelsin beni yesin derim demişti,ne olurdu ne olurdu şimdi de aynı şeyi söyleseşimdi de anne bir masal anlatsan a dese,ne olurdu?1954-1956136 Nereden de Andım Şimdi


A N A H T A RCamın ardından kedilere bakıyordum. Güneşiniçinde yüzüyorlardı yerde. Alaca, boyluboyunca uzanmıştı, karnı tokmuşçasına, gözlerinikırpıştırıp duruyordu bana bakarken; ağzıaralıktı, yaşlı dişlerinin uzamışlığmdan yorgun...Bebek, az ötedeydi, aklı karalığının kasılıçevikliğiyle dimdik, kurulu, —iri pençeleritortop—, duruyordu. Gözleri olanca bönlükleriyleaçılmıştı, ortadan bölük yeşiller iri iribakıyordu. Donmuştu taş sıcağında. Yavru—adsız, körpe, titrek, yumak, iki aylık bile olmamaklığmbilisizliğinde adımı kararsız—anasıyla ağabeyi arasında gidip geliyordu. Önceanasının kuyruğuna saldırıyor, ondan yüzgörmeyince ağabeyinin önüne seriliyordu. Karnındançenesine uzanan apaklığı, dudaklarının,dilinin, dişlerinin pembeliği sınırlıyordu. Bebekdimdik, donuk, yaltaklanışlara, sataşmalaradireniyordu hâlâ. Sonra birden çözüldü.Kuyruğu öfkeyle titreşti, yavruyu kapıp ısırmağabaşladı. Alaca, hâlâ kıpırtısızdı, yavruağabeyinin dişleri altında çırpmıyor, pençele-Anahtar 137


inin içinde yuğruluyordu, acı acı bağırmağabaşladı. Camı tıkırdattım. Bebek kulaklarınıdikip bana bön, sinsi bölük yeşilleriyle baktı,dondu gene. Yavru silkindi, kendini gene Bebeğinönüne attı.Hans —anası, Sarıkuma yazlığa gelen Almanlarınevinde iri ağır dolaşan kürk bozmasıViyanalı bir Iran azmanının yanından ayrılmadığıiçin yavrusunu alırken adının Alman adıolmasına ses çıkarmamıştım, Firuz demeği denediktiama beğenmemişti bu adı, Hans kaldıydıböylece— erkek yalnızlığının içinden bakardıbana. Karşımda durur, sarı gözlerini gözlerimedikerdi. Susardı baktığında. Kurt daöldükten sonra eve gelmişti. Köpek kokularınınsindiği bütün köşeleri dolaşmış, koklamış,sonra elgin elgin mutfağın ortasına oturmuş,bakmıştı bana. O ilk günden beri sesi çıkmamıştıevde. Kitap okuduğumda, sabah gözümüaraladığımda, yanımda türeyiverir, kendinebaktırmak için konuşmağa yeltenirdi. Başımıkaldırmazdım, gözümü gene yumardım. O zamangelir, kitanla gözüm arasında durur, yastığımayan yatar, bildiği bütün sesleri dizerdiardard'a; gene bakmaz, "Ne var?" derdim; kedigırtlağının dibinden gelen boğuk, kısık, küçüksesler kedice değildi. Konuşmağa çabalar,anlatmak isterdi. Neden sonra bakardım göz-138 Anahtar


lerinin içine, susardı o zaman. Hırıldardı.İstanbulun sıkışık beton yalnızlığında büsbütünsustu. Bir kaç ay içinde konuşmaktanvazgeçti.Bir kıvraklığı, yumuşak iriliği kalmıştı.Sonra sokağa indiği bir gün bir arabarim altındakaldı. Kucağıma alıp bahçeye götürürken—bahçe, betonu kemirebilmiş otların ardındayıllardan beri betona da, ise de, kömürtozuna da direnebilmiş birkaç cılız ağaçla bunlarındibindeki uyuz topraklardı— sıcacıktıdaha, çiğneyici lâstiklerin altında kalmış kuyruğuile ard ayakları kaskatıydı ama boyuncanlıydı, gözleri açıktı, donuk bal rengini incecikkanlı yollar çiziyordu, Hans dedim, konuşmadı,bakmadı. Ağaç diplerinin en yumuşağınıbuldum, —Reşit Beyin Sarıkum geleneğinde,ilkyazdan güz sonuna değin bir ağaçesintisi altında içme geleneğinde direnerek ilkgüneşli günleri görür görmez birkaç akşamdırsofrasını kurdurduğu ağacın dibiydi bu bulduğum—çukurunu kazdım.O akşam Reşit Bey —babam mı demeli?o zamanlar babam olmadığını öğrenmemiştimdaha onu hâlâ babam biliyordum— Hans'ınölümünü sofrasının kurulmasına bakarkenduyduydu, "oh olsun sana" dediydi. "İstanbulunSarıkum olmadığını sana söylemiştim, bı-Anahtar 139


akalım demiştim bu hayvancağızı buraya, hatırlıyorsundeğil mi, o gün hayvanı sepete sokmağauğraştığında söylemiştim bunu, demiştimşehir buna yaramaz diye, başına bir şeygelir bunun diye, söylemiştim sana bunları değilmi?" Ben de Hans'ın, sofrasını kurduğu üçkarışhk toprağın altında yattığını söylemedim,ölüsünün üzerinde içsin dedimdi içimden.Önündeki paket bitince, gene cıgarasmıgetirmemi istemişti benden. Annemle ben -biz de o Sarıkum geleneğine uyuyorduk - mutfağıntel kafesli penceresinin ardında duruyorduk.Annem yıllardan sonra gene İstanbuldaoturmanın belli etmek istemediği sevinciiçinde dalgındı. (Ne yıldızlar vardı artık, neDerecik, ne halası, ne de savaş yılları, her şeyyitmiş bitmişti, ikinci savaş bile, yorgundu artık,kendi çocukluğunun, benim bile çocukluğumunötesinde, çözülmenin artık başladığınıduyduğu bu anda gene İstanbula dönmüş olmanınmutluluğunu bana bile belli etmedenyaşamaktan başka bir düşündüğü yoktu, bensederslerimi bitirip yanında durduğum zamanlar,eskisi gibi, içen babama - Reşit Beyebakıp Sarıkum'un son gecelerini ansırdım, biryıl öncesini... Suat gelirdi aklıma, göremediğimyıldızlar, ötede olmayan deniz, bahksız,oteli bile olmayan geceler, kedisiz geceler, De-140 Anahtar


mirİiye doğru tek başına duran incir ağacı,Suat, yalnızlığım, açlığım gelirdi aklıma; yumruklarımsıkılır, kollarım gerilir, dişlerim kenetlenirdi.Yalnızlığıma benden başka kimseninçare bulmayacağını anlardım ama elimden negelebilirdi? Bilmiyordum.) Dimdik, donuk, duruyordumpencereye karşı. İçen babama - ReşitBeye - bakıyordum. Kaygısız gibiydi o. Aradığınısonunda bulmuş gibi. Sarıkumdakiumut çuvalı dolmuştu ama bizden büsbütünuzaklaşarak. Nasıl dolmuştu, ikimiz de bilmiyorduk.Ne anam, ne ben.Onu görüyordum ama arkasında Hasenehanımların tahta duvarı, ahşap evi, kuyu yerinebir beton duvar vardı. Başının üzerindengündüzün çamaşır asılan - bilmediğim, tanınımakistemediğim üst katların sabah temizasılıp akşama doğru kömürle beneklenmişolarak toplanan yadırgadığım çamaşırlarınınasıldığı - teller aşıyordu.Gene karanlıkta içiyordu Reşit bey,mutfak ışığının yakılmasını gene istemiyorduama onu üst katların ışığı aydınlatıyordu, betonduvarın kestiği, emdiği ışık... Birden arandı,önündeki kutuyu tutup yırttı. Homurdandığınıduydum. Annem bana döndü, bir şeysöylemedi, gene önüne baktı. Ben kımıldamı-Anahtar 141


yordum. İçkisini dikti. Pantolonunun ceplerinikarıştırdı. "Cıgaramı getir içeriden" diyebağırmakta neye bu denli geciktiğini düşünüyordum.Ayağını yere vurdu. Hans'ın yattığıtoprağa. Davranacak oldu sonra gene oturdu.Sesi yumuşak, südrek çıktı: "Müşfik, oğlum,ceketimin cebinde cıgara var, getirsene". "Getireyim"demedim. Ama terliklerimi sürüyesürüye odalarına gittim.Lâmbanın gözümü kamaştıran kirli sarı,sayrı ışığında kalakalmıştım. Elimde bir Yenicekutusu bir de pirinç anahtar. Bildiğim biranahtar. Ama bizim evin, bizim kapılardanbirinin anahtarı değil. Bu anahtarı daha birkaçgün önce görmüştüm bir yerde, daha birkaçgün önce...Babam - Reşit Bey - sesleniyordu içeriden,"bulamadın daha" diyordu südrek sesi. Sesçıkarmıyordum. Cıgarasmı bekliyordu. Sabırsızlığınıbilirdim. Sesim donmuştu. Soluğumtutulmuştu. Pirinç anahtar... Şimdi babamın- Reşit Beyin - gözlerinde yıldızların avuntususönmeğe başlamış olacaktı, anamın pencereninardında durduğunu bildiği yere doğrukötü kötü bakmağa başlamış olacaktı, incedenanamın da sesi geldi. Bulamadın mı dahaoğlum diyordu. Oğlum deyişinde bir tehlikesezmişlik buldum - tehlikeyi onun gibi sezen142 Anahtar


ordum. İçkisini dikti. Pantolonunun cepleriikarıştırdı. "Cıgaramı getir içeriden" diyeağırmakta neye bu denli geciktiğini düşünüordum.Ayağım yere vurdu. Hans'ın yattığıjprağa. Davranacak oldu sonra gene oturdu,esi yumuşak, südrek çıktı: "Müşfik, oğlum,^ketimin cebinde cıgara var, getirsene". "Gereyim"demedim. Ama terliklerimi sürüyeirüye odalarına gittim.Lâmbanın gözümü kamaştıran kirli sarı,ryrı ışığında kalakalmıştım. Elimde bir Yeicekutusu bir de pirinç anahtar. Bildiğim birıaht.ar. Ama bizim evin, bizim kapılardanirinin anahtarı değil. Bu anahtarı daha biraçgün önce görmüştüm bir yerde, daha birıçgün önce...Babam - Reşit Bey - sesleniyordu içeriden,bulamadın daha" diyordu südrek sesi. Seskarmıyordum. Cıgarasını bekliyordu. Sabırzlığınıbilirdim. Sesim donmuştu. Soluğumıtulmuştu. Pirinç anahtar... Şimdi babanımReşit Beyin - gözlerinde yıldızların avuntuısönmeğe başlamış olacaktı, anamın pençeninardında durduğunu bildiği yere doğru)tü kötü bakmağa başlamış olacaktı. İnce-:n anamın da sesi geldi. Bulamadın mı dahaSum diyordu. Oğlum deyişinde bir tehlikezmişlik buldum - tehlikeyi onun gibi sezen142 Anahtar


kimse yoktur -, bu kez de doğru bildin dedim,içimden. - Ben de öyle değil miyim sanki, bende daha şimdiden bir şeyler olacağını bilmiyormuyum, bugün bile bilmiyor muyumönümde büyük bir kesinti olduğunu? - Anamınsesini hâlâ duyar gibiydim. Dudaklarımıısırıyordum. Anahtar elimde duruyordu. Ceketaskıya asılı. Cep, elimin kalıbında aralanmışkalmıştı, kapatmamıştım bile. Sonra, dahaanahtarın hangi kapının anahtarı olduğunubilmeden, bulamadan, içimde bir eziklik, o sarıkötülüğü cebin karanlığına bıraktım. Anahtaradokunduğumu, anahtarı gördüğümü babamın- Reşit Beyin - bilmemesi gerektiğinisezerek.Şimdi elimde yalnız cıgara kutusu vardı.Yabancı bir şey gibi, bir yol kıyısından topladığımtaşlar arasından bir taş gibi. Bir taş gibidemek doğru olacak. Ne olduğunu, ne içiniçeriye götüreceğimi düşünecek denli aklımkalmamıştı. Birden anamın eteğinin hışırtısınıduydum yambaşımda. Başımı kaldırıp baktım-Kızgın gözlerle bakıyordu bana. Biliyorsunnasıl sabırsızlandığını, biliyorsun nasılnaletleştiğini, ne yapıyorsun sanki iki saattirburada? Cıgara içmeğe mi kalktın yoksa? Gözümüniçine bakıyor, sözünün doğrulanıp doğrulanmayacağınıgörmek istiyordu. Oysa cıga-Anahtar 143


a içtiğimi biliyordu. Bir şey yok anne dedim,bir şey yok ancak, şey, sana bir şey söylemekistiyordum ama dur, cıgarayı götüreyim, sonra,sonra, o yattıktan sonra sana bir şey söylemekisterdim, kötü bir şey galiba anne, galibaçok kötü bir şey, bir... Babam - Reşit Bey -kükremişti sonra. Cıgarayı hâlâ mı bulamadındiye kükremişti. Sonra hemen pişmişti sesi.Yoksa boşaltamadın mı daha diyordu südreyerek.- Sarıkumda olmadığını ansımış olacaktı-. Anam kolumu sıktı. Dinleme dedi busözleri, ben de söylediklerim için utanıyorumşimdi, kusuruma bakma oğlum, haydi git, dikkatet de... (Dikkat etmenin ne demek olduğunuiyi biliyordum, dikkat etmek, babamıkızdırmayacak, babama köpürmek fırsatı vermeyecekgibi konuşmak, alttan almak, ayıkolduğu zamanlar dünyanın en iyi adamı olduğunuunutmamak, sarhoş olduğunu unutmadan,babam olduğunu unutmadan beni kırsabile ağzımı kötü sözler söylemek, "cevap vermek,karşı durmak" için açmadan konuşmakdemekti). Aklım sarının bilinmezliğinden sızmanbir kötülüğe takılı, gidiyordum bahçeye,betona, boğuntuya, babama - Reşit Beye -doğru... Hans'm gömülü olduğu toprağa doğru...Bahçe yanık kokuyordu bu gece, bir yanıkkokusu içinde içkisini içiyordu o. Beni gö-144 Anahtar


ür görmez bağırmağa başladı, ama boğuk,peltek, kısık bir sesle... Nerede kaldın, bitiremedinmi kutuyu daha, bir şeyler daha kaldımı içinde, bir iki cıgara falan?... Eline sıkıştırdığımkutunun heyecanı içinde sustu.Elleri titriyordu karanlıkta, biliyordum, kibrityalımı da titrekti, sesi kesilmişti, derin derinsoluduğunu duyuyordum yalnız... Dumanıçekiyordu, emiyordu, cıgarası ortalığı aydınlatıyordu...Havada bir yanık kokusu vardı. Yıllarcaönce yanan Meryem'in bostanını ansıdım, başımıkorkuyla kaldırıp baktım. Artık yalnızen üst kattan ışık geliyordu. Ne duman vardıhavada ne yalım. Ama o yanık kokusu hâlâ geliyorduburnuma. Sonra bir yanık değil de birsaç, yağlı, yeni boyanmış bir saç bir kadın saçıkokusu olduğunu anladım, anlayıverdim.Bir kadm saçı kokusu, hafif yanık, yağlı birboya kokan bir kadın saçı... Alna doğru taşanbir boya gördüm sonra...Ne dikiliyorsun dedi babam - Reşit Bey -birden, ne dikiliyorsun? Sanki hiçbir zamangöğe, bana, içen bir adama, karanlıkta içenbir adama bakmadın şimdiye değin... Cıgarasınıisteyen, bekleyen, oğlundan istediği cıgarasıiki saatte gelmeyen bir adamın sabırsızlığınıhiç görmemişmiş gibi...Anahtar 145


Alna doğru taşan bir boya görüyordum, şakaklardanaşağı, kulak arkalarından enseyedoğru akmış bir boya... Kara bellediğimiz saçlarınüzerinde kızılımsı bir esmerlikle parlayanbir boya. Yağlı bir derinin, her bir gözeneğibir iğnenin yumuşak bir kumaşta açtığıçukurlara benzemiş yağlı bir derinin örttüğübir yüz uzuyordu. Burnu uzuyordu, yüz çeneyedoğru inceliyordu, kaşlar gözlerin dış uçlarıüzerine doğru iniyordu, yüz her zamanacılıymış, sancıîıymış gibi duruyordu, her zamandurduğu gibi, hele benim bir yanlışımıçıkardığında...Dikilip durma dedi bir daha babam - ReşitBey -, dikilip durma orada, git ananın yanma,beni her gece gözetlediğiniz yere git, bırak göğebakmayı, olmayan yıldızlara başka zamanbakarsın, ben öldükten sonra bakarsın yıldızlara,durma karşımda öyle...Kaçmıştım. Yüz, şişman bir gövdeye binmişgeliyordu bana doğru karanlığın içinde.Yanlışımı bulduğu zaman baktığı gibi, gözlerinidevirerek bakıyordu şimdi de, beğendinmi yaptığını der gibi bakıyordu...Yanından geçerken, anam, kolumdan tuttubeni, çekti yanına. Gel, kaçmanın sırası değil,ağzından baklayı çıkar, söyle bana ne olduğunu,bir şey var mutlak, yoksa sen öyle146 Anahtar


şeyler söylemezdin... Susuyordum. Öteki yoludenedi: Baktım da, babana bir tek söz söylemedin,bir tek karşılık vermedin, iyi ama seninhuyun değişmediğine göre, bütün söyledikleriniya işitmedin ya da umursamadın, aklındalgadaydı demektir. Hangisi, söyle, söylebana, hangisi, söyle, oğlum benim.Gene eski yola dönüyorduk. Parmaklarımomuzuna geçti, saçlarını kokladım, anneciğim,anacığım dedim. Sesini çıkarmadı, neden sonrayeter oğlum dedi, canımı acıttın ama sesçıkarmadım, yeter, söyle bana ne var, ne oldu?Ne geldi birden aklına? Seviniyordum canınınyandığını açıkça söylediğine, benim deistediğim oydu. Bütün kadınlar gibi canı yanmalıydı,sevilirken bile...Şey, anne, şey, diyordum; bir türlü ağzımvarmıyordu, emin değildim daha. Anne dedim,babamın cebinde, cıgara kutusunu alırken, altındabir şey bir anahtar buldum bir kapıanahtarı...Susuyordu, bana bakmıyordu bile. Kötüanne, çok kötü bir şey, sana belki de söylememeliydim- nasıl söylemezdim söyleyecektimsöylemem gerekiyordu - sarı, pirinç bir anahtaranne, uzun, bildiğim kapıların hiçbirineuymayan, ne evin ne de başka bir yerin, ancakevet, bir tek kapı var, bildiğim bir kapı,Anahtar 147


geçen gün anahtarını elime almıştım, biliyorrum,bir dişi kırık gibi duran bir anahtardıgeçen günkü, bu da öyle anne, Tijen Hanımınanahtarı...Söz, boğazıma takılmadan geçivermişti.Geçen gün derse gittiğim zaman Tijen Hanımkapıyı açmak için inmemiş yukarıdan anahtarınıatmıştı. Saçını yeni boyamıştı o gün, dersboyunca yanlışlarımı çıkarmıştı ardarda, derseçalışmıştım ama o gün nedense yanhşsızsöylediklerimi bile daha doğru söyletmek istemiş,kızmıştı bana, sonra da öpmüştü, kusurabakma bugün biraz sinirliyim demişti, dudaklarıkalın, yıvışık, pis sıcaktı, yüzümü kaçırırkenburnuma dolmuştu saç boyasının kokusu...Yıllardır evime girip çıkan o kadın dedianam, sesi boğuk değil, sesi kısık değil, sesitiz değil, yıllardır evime girip çıkan o kadın...Sana ders vermesini zaten istememiştim ben,senin bebekliğini bile bildiği halde o erkekdelisi, erkeklerini yanında tutamamış, hepsinikaçırmış, gene de herhangi bir erkeğin karşısındaeriyiveren o kadından ders almanı istememiştimben, istememiştim, senin içinkorkmuştum, oysa... Demek babana yaptı buişi, baban bana bu işi yaptı demek, demekikisi de bana bunu yapmaktan çekinmediler,148 Anahtar


demek... Reşit kaç aydır eve biraz geç geldiğigünlerde yüzü gülerek konuşuyor, ona neredekaldığını hiç sormayacağımı bildiği haldebana olmadık iş hikâyeleri anlatıyor, işlerinindüzeldiğine, düzeleceğine inandırmak istiyorbeni, çok para kazanacağız diyor öylegecelerinde, kaç aydır öyle deyip durdu, bende içtiğini sanıyordum ilk zamanlarda, sonraanladım, ağzı içki kokmuyordu, heyecandı bu,ben de sevinmeğe başlamıştım, senin için sevinmeğebaşlamıştım, başka türlü bir hayatda görebileceksin diye sevinmeğe başlamıştım,geliyor, sevincinden içiyordu evinde, demek...Hayır hayır olmaz öyle şey, sen çıldırdınmı çıldırdın mı Müşfik - bunu inanmadansöylediği ne de belliydi, gerçekten çıldırdığımzaman bütün bunları söyleyememiştir, kimbilirne yapmıştır o zamanlar ?- tövbe de yavrum,söylediğinin günah olduğunu düşünmüyormusun, günah, günah, babanın günahınagiriyorsun oğlum. Gel dedim o zaman, gel dekendin gör, o zaman anlarsın uydurup uydurmadığımı,neden iki saat durdum o cebin başında?Neden kuşkulanıp geldin sanki? Önsezisininkuşku konusu olmasına dayanamadı,kendisinde epeydir görmediğim bir çevikliklekalktı, odalarına gittik. Anahtarı cepten çıkarıpverdim. Duruyordu avucunda, sarı, par-Anahtar 149


lak, uzun, bir dişi kırık gibi... Bütün kötülüklergibi... Bu anahtar o anahtar anne dedim,şimdi artık yemin bile edebilirim, ama bu birşey demek değildir, değil mi, hem sonra kavgaetmeyin anne, o kadını bilirsin, belki deanahtarın bir eşini yaptırmak yahut da törpületmekiçin vermiştir babama...Yatağını düşünüyordum Tijen Hanımın,daracık evinin en geniş odasının yarıdan çoğunukaplayan iki kişilik, yüksek, geniş, kabarık,kaçan kocasından kalma karyolasını;yatağın sağ yanında karşıki evlerin damlarınabakan pencereyi - o pencereden bakmağa bayılırdımdaha küçükken, şimdi de bakarkenhoşuma gider ya, tranvaylarm tepeden görünüşüo daracık sokak içinde, insanların altıncıkatlardan önemsizleşen boyları... - ansıdım;o yatakta yıllarca önce...Sarıklımdan anamla îstanbula gittiğimizbir gün, Tijen Hanıma da uğramıştık, onlariçeride oturup uzun uzun konuşmuşlardı, uykumgelmişti, Tijen Hanım hemen beni kucaklayınyatağına götürmüş yatırmıştı, çokrahat bir yataktı o zaman, yumuşacık, sancı...Onları düşünüyordum o yatakta, çökkün,düşkün kadmlığıyla sarılan Tijen Hanım, ovatağa dinlenmek için yatan babam - ReşitBey -, anama - yoksa onun parası mı onun pa-150 Anahtar


ası mı diyordu şimdi anam kafası gene o yanaişliyordu yoksa onun parası mıydı getireceğidiyordu şimdi - anlatacağı masalları uydurabilmekiçin o yatağa yatan Reşit Bey, banaepeydir Tijen Hanımın ders parasını sarızarflar içinde vermeyi unutan Reşit Bey, saçını,alnını, kulak arkalarını, şakaklarını boyayarakonu bekleyen Tijen Hanım... Sıcak,yumuşak, yıvışık, içkisiz, denizsiz, güneşsiz,düşsüz, kuru umutlu, para kiri rengi örtülü,diş macunları kokan yatak... Saç boyasınınyağlı yanık kokusu nasıl sinmezd'i aralarına?Unut artık bunları dedi anam, unut artık,sen bir şevcikler bilmeyeceksin - Dilâverdiyordu öfkeli sesi bahçeden, Dilâver, birazpeynir getirsen e - senin hiçbir şeyden haberinolmayacak, - Dilâver. Müşfik, nerelerdesinizgene, peynir getirseniz e, ses boğuktu, Sarıkumdakigibi çınlamıyordu, komşular duymasındiye, betonlar aşılmasın diye kısılmış birsesti artık bu - ben konuşacağım onunla, yokkorkma, şimdi değil, yarın, öbür gün, ne zamanolursa olur, sen varsın çünkü, - bahçedenbetonların yankılandırdığı bir şangırtıduvdum, anne peynir istiyor dedim, geliyorgaliba - ama anahtarı ben bu gece bulmuş olacağım,sen ötesine karışma, sen unut bunlarıhaydi git yat yatağına... Kendini, Tijen Hanı-Anahtar 151


ma karşı, bende korumak istiyordu. Beni odadandışarı itmiş, kapıyı örtmüştü ardımdan,mutfağa gene de ondan önce yetişti, peynirikapıp ona götürdü, çocuğun yatağını açtımda dediğini duydum, öteki homurdamyordu.Oturduğu yerde ayağını topraklara vurup duruyordu,Hans'm gömülü olduğu yere...Ama hiçbir şey bilmemek, babamın - ReşitBeyin - doğruluğuna hainlik etmek olacaktı,ansımıştım birden, beş yaşlarındaydım, birkomşuların evine gitmiştik, büyükler oturupkonuşurlarken ben kapıları açıp sessizce odalaragiriyor, geziyor, çıkıyordum. Hiçbir şeyikarıştırmadığımı bildikleri için bana bir şeysöylemiyorlardı. Sevdiğim bir karanlık odavardı, korkmazdım oraya girmekten, karanlıkolduğu halde bir güleç yanı vardı. En son oodava girmiştim. Dolaşırken masanın üzerinde,bir yirmibeşlik görmüştüm. Çil, yusyuvarlak,yumuşacık bir yirmibeşlik: kötü bir şevyaptığımı bile bile cebime atmıştım onu. Ogece eve döner dönmez de yantığım işi söylevincebabam kimlere binmişti, çabuk, şimdidentezi yok götürüp geri vereceksin demiştide anam engel olmuştu, deli misin Reşit demişti,yaptı bir kere, bir daha yapmayacağına,ömrü boyunca böyle bir şev yapmayacağınasöz verdi oğlum bana, ama imkânı yok oraya152 Anahtar


ir daha göndermem demişti, oğlunun paraçaldığını, bir hırsız olduğunu mu anlatmakistiyorsun konu komşuya demişti, oğlununbir hırsız olduğunu düşünmüyorum ama buyaptığına da hırsızlık derim demişti babam,hemen götürüp verecek yoksa hali duman demişti,ağlıyordum, ağlıyordum, bir daha yapmambabacığım diyordum, ama beni ne oluroraya gönderme diyordum, sen gitmezsen bengiderim demişti babam, beni kolumdan tutupyatağıma atmış kapıyı çekip gitmişti, dışarıdaanamın yalvardığını duyuyordum, utanıyordumonu bu hale sokmuş olduğum için, neolur gitme Reşit Bey diyordu, ne olur gitme,beni düşün, bırak onu, beni düşün diyordu,böyle söyleyerek onu yumuşatmağa çalışıyordu,sonra birden Müşfiğin hırsız sayılması sanapek dokunmuyor eninde sonunda, öyle mianlamalıyım demişti, anlamamıştım o zaman,babamın - Reşit Beyin - sesi yükseldiydi, dokunur,dokunur. Reşitin yetiştirdiği çocuğabak derlerse senin yüzün kızarır mı ki diyordu,ne halin varsa gör demişti sonra, bu yirmibeşkuruşluk hırsızlık benim değil ama senin başınıyakabilir bir gün, nasıl olsa ben onun oyaşını göremeyeceğim... Sonra sokak kapısıgürültüyle kapanmıştı. Anam odaya girdiydisonra, beğendin mi yaptığını dediydi, o d°ğ ruAnahtar 153


adamı vazgeçirinceye değin ne çektiğimi benbilirim... Boynuna sarılıp ağlamıştım.Hıçkırırkenbir ara, bıraksaydın anne, gidip söyleseydi,artık beni bir daha eve almazdınız, kavgaetmezdiniz diye söylendiğimi hatırlıyorum.Adama değil, bütün özdenliğiyle inandığıdoğruluğuna hainlik etmekti bu yaptığım.Dört gün sonra akşam üzeri eve birliktedöndüler. Her şeyin olup bittiğini anladım.Bir şey sormadım anama, gözleri kıpkırmızıydı.Odasına girdi, yatağa yattı, ağladı durdu.Yanma yaklaştığımda, artık ders mers yokdedi, başka bir söz çıkmadı ağzından. Sonrageldi sofrayı kurdu, yemekleri çıkardı, yemeğibabamla —Reşit Beyle— karşı karşıya yediko akşam, anam yanımızda yoktu. Gözgöze geldikçebabamın —Reşit Beyin— gözlerinde biracılık görüyordum. Bir şey söylemedi ama.Öldüğü güne değin. Anahtarı kimin bulduğunubiliyordu, eminim. Ama iki ay önceki kavgadansonra hic oturmadığı park sıralarınagidin oturan, bizlere, karakoldan karakola giderekkaza olup olmadığını sorduran, bulduğumuzdada benim hıçkıra hıçkıra ağladığımıgörünce bir daha vapmam. bir daha ayrılmamvanından oğlum diven adam bu kez hiçbir şeyvapmadı, ölümüne değin anamla kavga ettikleriniduymadım, ölüm dolmuştu eve, ilâç is-154 Anahtar


temesine aldırmadan okula gittiğim sonra daölüsünün basma çağırıldığım o güne değinkavga olmadı evde, dirim de...Bütün bunlar kedilere bakarken geldi aklıma,anam dalgınlığımı neye yoracağını bilememiştirgene...Bu gece, eski kâğıtlar yığınını düzene sokarkenbuldum bunu, yazalı altı yıl olmuş.Bugün ayın 12' si. Reşit Bey'in 10 yıl önce buaym 10 'unda öldüğünü ansıdım. Sekiz yıldırbu ayın 10' u öylece gelip geçer, unuturumonun o gün öldüğünü, —beş yıl önce bugünbeni hastaneye kaldırmış olduklarını biliyorumama bunu da unutuyorum, unuttum— anam içlenir,—anam bugünü de ansıdıkça içlenir, busabah bana bakıp bakıp dalıyordu, oysa bugününne günü olduğu ancak az önce geldi benimaklıma, dalıyordu anam ama benim ansımamıistediği bir gün olmasa gerek bugün—, anamiçlenir, beni de öyle unutacak dediğini bilirimiçinden, ama bilir onu unutamayacağımı, bilirya içlenmek gene de hoşuna gider,.. Bununlayaşıyor.Ama benim için artık her şey geçti. Şimdio var, adını her yazımın başına yazdığım. Benîmdirimim onunla başladı. Gerisi, her şeyulaşılmaz, kavuşulmaz, bir geride...1957Anahtar 155


ACI KÖKYACMURUN TADINDAT.' yeMÜŞFİKMayıstan sonra toprak çatlar, cılız otlardibinden sararır, devedikenleri, pisipisiler,hardallarla osurukotları kimi ortada kimi kıyıdagürleşmeğe başlarlardı. Gergin yanık toprağınçatlaklarından bütün bu otların, bitkilerinkokusu gökleri tutarcasına fışkırır, gökleryağmurdan yana yoksullaşırdı. Geceleri Meryeminbostanından kalkan kurbağa uğultusu,bahçede rakı içen babamın yanmadeğin sokulurdu. O duymazdı ama onları.Anam, bu ses bulutuna kulak verir, içine dalar,ötesinde çocukluğunu bulur anlatırdı yıldızlıgöğe karşı. (Derecik denen yeri anlatırdıben yıllarca sonra oraları gördüm onun anlattıklarınıbulmağa çalıştım ama boşuna uğraştımoraları o zaman vardı her yaz babasınınbavulları nasıl üzerlerine oturarak kapadığınıonları Haydarpaşadan nasıl trene bindirdiğinitrene bindikten sonra Dereciğe gitmekiçin indikleri istasyona varana değin geçenAcı Kök Yağmurun Tadında 157


zamanın nasıl uzadığını istasyonda inip kendilerinibekleyen arabaya binerken her kezindeannesini nasıl kızdırdığını nasıl yerinde duramadığınıanlatırdı bana. İki aylık bir yaşayışınözlemini kişinin on ay nasıl da her şeyekatlanarak —İstanbulun yağmurunu çamurunuokumanın sıkıntılarını hocalarının tersliklerinibabasının eğilmek bilmez sevgisiyle anasınınparlayıp sönen öfkeler arasında süzülenakan besleyen sevgisini çiçek aşısının korkusundanbir gün sokaklara fırlayıp babasınıardından koşturmasını hepsini hepsini biraraya getirir on ayın içine sığdırırdı— her şeyio on ayın sonunda gelecek olan iki ayın doluluğunagüvenerek taşıdığını o zaman bellemeğebaşlamıştım.) Mutfağın penceresininönüne otururduk, (anlatırdı Dereciğe girergirmez annesinin yanından ayrılarak koştuğunuannesinin öfkesini sokaktakilerin bakışlarınıumursamadan halasının evine doğruönünden kaçan kedileri bile geçerek koştuğunuaralığın başına gelir gelmez durakladığınıilk evin kapısının önünden sümüğü durmadanakıp duran Bamyacıların kızının önündengeçerken salına salma kırıta kırıta yürüdüğünükız ben geldim birazdan bizim kapıyagel de oynayalım dediğini ondan sonra geneok gibi fırlayarak soluğu halasının kapısının158 Acı Kök Yağmurun Tadmda


önünde aldığını anlatırdı. Eve girer ninesineseslenir ninesi o ufacık oğlunun kucağındatrene bindirilen trenden indirilen ninesi vücudunuyuvarlaya yuvarlaya merdivenden aşağıinerken halası yetişir onu kucağına alır öpersıkarmış. Ninesinin böyle bir şey yapabilecekhali yokmuş tabiî aradan birkaç yıl geçtiktensonra anam ninemi kollarının arasına alıp kaldıracakgüçteymiŞ; Ninesiyle de öpüşüp koklaşmabittiği zaman sıra anamın sevmediği acıdığıhalasına gelirmiş sevmezmiş onu Tanrınıngünü gizli gizli rakı içen annesinin deablasının da kendisinden uslanmasından dadeğil kendisinden umudu kestikleri küçük halasınıdaha küçükken soluğu koktuğu rakıkoktuğu için sevmezmiş ama acırmış o halineacımak gerektiğini sanırmış ailenin yüzkarasısayıldığı sözü edildiği zaman adının önüne ardınahep bir zavallı eklendiği için o da acırmışona ama sonraları onun da sevilebileceğiniöğrenmiş. Yağlı yağlı elleriyle derdi banayağlı yağlı elleriyle mutfaktan çıkar elleriylebana dokunmamağa çalışarak kollarıyla benigöğsüne bastırırdı oniki yaşlarıma değin takıldımona derdi ardından gider yüklüğe sokulduğunuköşelere sığındığını gördükçe sessizcesürüne sürüne neredeyse eteklerine do-Acı Kök Yağmurun Tadında 159


kunacakmışçasma yaklaşır yatakların gizlediğibir köşeden önlüğünün altındaki büyük cebinden—o cepte de neler vardı bir bilsen herzaman merak eder her zaman elimi atmağakalkar her zaman da eli hafifçe elime iner ürkütürkaçırırdı ne simit kırıntıları ne mantarparçaları sicimler anahtarlar vardı o cebiniçinde ama ille de anahtarlara aklım ermezdievde anahtar kullanılan bir tek yer yoktu onuda sonradan öğrendim bavulunun anahtarlarıymışonlar çeyizini yirmi yıl önce katlayıpyerleştirdikten sonra kitlediği bavulununanahtarlarıydı bunlar bavulunu içinin çok sıkıldığıağlayası geldiği günlerde karıştırır örtüleriişlemeleri birer köşesinden tutar çekerkimi zaman da birine gözünü siler bavulu genekapatır gene kitlerdi böyle olduğunu çokiyi biliyorum kaç kez onu seyretmiştim sandıkodasının kapısının ortasındaki çatlaktanağlardı ama yıllardan beri kararından dönmemiştibunu da çok sonraları öğrendim. Yirmiyıl önce çeyizini düzdüğü gerdeğe girmesininartık gün sayısına bindiği zamanlarda bambaşkatitiz bir kızmış sonra evleneceği adamıda sevdiğini Derecikte herkes biliyormuş amadüğün günü gelmiş çatmış küçük halam evlenmekistemediğini söylemiş Derecik biribirinegirmiş hiçbir şeye kulak asmamış odası-160 Acı Kök Yağmurun Tadında


na kapanmış durmadan kıyarım kendime deyipduruyormuş odası dediğim de sandık odasıdiye anlattığım oda işini orada işlediği içinorayı odası sayarmış bavulun bir tanesini kapınınönüne getirmiş kapıyı açmağa çalışırsanızkendime kıyarım der dururmuş yirmi günsonra sesi kesilmiş kapıyı açabilmişler o zamanbakmışlar ki küçük halam halsiz halsizodanın ortasında yatıyor kapının önünde duransandık açık ekmek kırıntıları çamaşırlarınüstünü örtüyor odanın bir köşesinde debir sürü şişe testi tas, maşrapa bomboş duruyor.Küçük halamın bu işe çoktan hazırlandığıanlaşılmış ama üstüne pek varamamışlar ogünden sonra cin tutmuş onu. Yıllar geçmişdedikodular sönmüş her şey unutulmuş ama—ben hâlâ o sara nöbetlerini çok iyi hatırlıyorumbirkaç kez gördüm önümde tutuldu—geriye evde kalmış cinli ayyaş bir kız bırakmışlarher şey unutulmuş geçen yıllarla amaneden o işi yaptığını kimse anası bile ablasıbile öğrenememişler öleli de yirmibeş yılı bulduğunagöre bu işin içyüzünü kimse bilmiyorbilmeyecek hoş onu hâlâ hatırlayan olur muDerecikte bilmiyorum— işte önlüğünün altındakio büyük cepten şişesini daha doğrusu şişelerindenbirini çıkarır susuz susuz içerdi rakıyıbirkaç şişesi vardı öyle ayrı yerlerde gizlen-Acı Kök Yağmurun Tadında 161


miş hâlâ annesinin ablasının ona engel olmakistediklerini sanırdı hoş engel olmak isterlerdiya artık iş işten geçtiği ellerinden hiçbir şeyingelemeyeceğini bildikleri için bundan da vazgeçmişkadıncağızı Tanrıya emanet etmiş birhalleri vardı ama sevmekten çok acırlardı onamutfak işlerini ona bırakmışlardı işte dediğimgibi elleri yağ içindeydi sabahtan akşamadeğin pişirdiği yemeklerin tadını hâlâ unutamamo yağlı ellerden çıkan yemek beni arasıratiksîndirirdi ama o tadına doyum olmazdolmalar kızartmalar ne de tatlı gelirdi banadenizden döndüğüm bağdan geldiğim öğlelerdeakşamlarda. Sık sık takılırdım ona o yemekkaplarının tencerelerin sebzelerin zeytinyağışişelerinin pirinçlerin unların hamur tahtalarıoklavaların arasında çırpındığı anlarıseçer saati sorardım mineli bir saati vardı...)Anlatırdı böylece. Mutfak penceresi açık olurdu,parmaklığını bir tel örgü örterdi. Oturduğumuzyerden bakardık babama gümüşü birdumanın ardından. Babam, iki gül fidanınınarasında rakısını susuz çekip acı peynirletatlı kavunu denkleştirirken önüne, ağzı serbestlediktensonra da gökyüzüne bakardı,(mineli bir saati vardı diye bıraktığı yerdensözü bağlardı anam güzel incecik renk renkbir saatti bu babası dedem almışmış ona bu162 Acı Kök Yağmurun Tadında


saati her gece yatmadan önce dikkatle kurarkulağına götürür dinler ağzına götürür öperkılıfına sokar başucuna bırakırdı işte o saatebakması çok hoşuma giderdi o kargaşalığıniçinde yanına sokulur halacığım benim derdimsaat kaç acaba kaçsa kaç kız sana ne saattenne yapacaksın saati diye çıkışır güler benimbir tanem diye ellerini uzatır havada bir şahingörüp yolunu değiştiren kuşlar gibi yağlıolduğu aklına gelen elleri bileklerinden kıvrılırkollarını yanaklarıma değdirirdi sonra geneAllah iyiliğini versin kız bula bula bu zamanımı buldun saati sormak için der genede için için sevinir —öyle iyi bilirdim ki sevindiğinibelki de benim ona verdiğim en büyüksevinçlerden biri de buydu— serçe parmaklarıylaönünün düğmelerini çözmeğe çalışıruzun uzun uğraştıktan yüzü kıpkırmızıkesildikten sonra alnında boncuk boncuk terlerparıldamağa başlarken önünü açar kat katgömleklerinin arasından ipi bulur çeker geneserçe parmaklarıyla kılıfı çeker saati yüzüneyaklaştırarak gözünden çok burnuna yanaklarına,sürecekmişçesine yaklaştırarak bakar uzunuzun zamanı o anda dondurmak ölmezliğindeezberlemek istercesine bakardı saatin durmuşolduğunu sanırdım çoğu zaman yüzünde okurdumo durmuşluğu ama gene yüzünde okur-Acı Kök Yağmurun Tadında 163


düm durmadığını yelkovanın sezdirmeden hepbir ötedeki çizgiye doğru süründüğünü yüzündeacılık görürdüm daha sonra zamanınhâlâ durmadığına üzülür kendi çağının hâlâkapanmamış olduğuna yanar gibi bir hal olurduyüzünde saati mineli renkli incecik saatinigene serçe parmaklarıyla önce kılıfına sonrakat kat çamaşırların arasından koynuna sokarken.Ah nasıl acımazdım nasıl kıyardımoncağıza.) Pencereden bahçenin tahtaperdesini,onun ardında Hasene hanımların pencerekafesinin üst kıyısını, onun üstünde ahşap duvarı,en üstte de yıldızlara boğulmuş sütsükoyu maviye bakardım. Anam sözünü sürdürürdü.(Ah o zamanlar geçti geçti bir yaz günüistasyona değin gelen ninemi kucaklayıpkaldırırken bizi almağa gelmiş olan babamannesini kucağına alıp arabasına bindirir arabacıçocuğa sürmesini söylerken ninem gözyaşlarıiçinde başını mendiline gömerken birdaha buralara dönmeyeceğimizi ninemin o kışöleceğini İstanbulu kıran savaş yıllarında Dereciğegitmenin artık düşünülemeyeceğini küçükhalamın her zaman içtiğinden bir yudumfazlasını içmeden saatini dikkatle sevgiyle taparcasınakurup kılıfına yerleştirip başucunabıraktığı herhangi bir gecenin sabahında artıkuyanmayacağını büyük halamın babama ha-164 Acı Kök Yağmurun Tadında


er bile vermeden evi satıp bir sabah kapımızdalokmaların artık dört boğaza ancak yettiğikapımıza dikileceğim bilmiyordum. Bamyacılarınkızını yanıma çağırıp sümüklü burnundansümüklü dudaklarından yıkanmayayıkanmaya yaraya boğulmuş sümüklü dudaklarındantiksindiğim halde bir on paralık verereksalt hoşuma gittiği için ninemi de anamıda kızdıran o bacaklarımı kaşıtma işini birdaha yaptıramayacağımı bilmiyordum evet yabacaklarımı kaşıtırdım ya da başımı bayılırdımöyle tatlı tatlı kaşınmaya Bamyacılarmkızı da beni sever şehirli komşumuz diye överbenimle oyun oynamağa can atardı ama ben osümüklünün yanımda oyun oynamasına dayanamazdımtabiî ancak deniz kıyısında bağdabacaklarım güneşten yanıp kaşındığı uzunörgülü saçım sıcakta ağır gelip çözdüğüm zamanlarkaşımasına razı olurdum- O bağlarasalkımdan salkıma gidip birer tane ama yalnızbirer tanecik tadarak doyduğum günlerdeniz kıyısına inip erkeklerin gelemediği yolungeçtiği iki kaya arasının bile birkaç peştemallakapatıldığı yüzüp açıldığım arkamdan annemiacı acı bağırttığım günler bir daha gelmedigelmedi bir daha. Savaş yılları babamında ağabeyimin de canını aldı anamla ben genede, yaşayacak gücü bulduk kendimizde ama oAcı Kök Yağmurun Tadında


eski günler bir daha gelmedi bir daha gelmedi...)Anamın, dışarıda içen babama bakarkenneler düşündüğünü hâlâ tasarlayamıyorumama. Ölümünü özlediği zamanlar olmuştur sanırım.Bana çocukluğunun ışıltılı öyküsünüanlatırken o adama, pencere parmaklığını örtentel kafesin ardında göksü gümüşsü titrekağın ötesinde içkisini içen adama şaşkınlıklabaktığını sezdiğimi biliyorum. Bir o kadarını...Bugün bile anlayamıyorum o adama varışını.Ama iyi bir adamdı. (Bana başkalarınınbabası gibi her akşam bir şeyler taşımaz, istediğimiağlasam da yırtmsam da almazdı. Amabirdenbire yolda giderken beni herhangi birşey almakla sevindirebileceği aklına gelir gelmezalırdı, dergi olsun kâğıt helvası olsun, balonolsun bayramlarda bayrak olsun. Belkiseverdim belki de sevmezdim, hâlâ bilemiyorum.Onun ölümünü istediğim zamanlar olduama, ölümünü istedim anamla başbaşa kalmakistedim. Beni kırdığı zamanlar, beni kırdığızamanlar çok olurdu, beni kırdığı zamanlarölmesini isterdim. Ama belki de her çocuğunisteyebileceği gibi değil, ölmesini kaskatıkesilmesini evden alınıp götürülmesini birdaha dönmemek üzere götürülmesini isterdim,bütün gücümle. Ama anam onu severdi sanırım,hem sever hem sevmezdi. Beni kırdığı za-166 Acı Kök Yağmurun Tadında


manlar, onu kırdığı zamanlar, bizi kırdığı zamanlarçok olurdu, o da onu sevmez belki deiçin için, utana utana günah işlediğini bilebile ölümünü isterdi. Kavga ederlerdi, çok ettilerama hiçbir zaman kırıcı kavgalar olmadıbunlar. Biribirlerine hiçbir zaman hakaret etmedilerkötü sözler söylemediler. Sabırlıadamdı o. Anam kaç kez beni haşladıydı onagerektiği ölçüde saygı göstermediğim sevgimibelirtmediğim için. Baban o, der dururdu, babano. Ama kendi için hiçbir zaman bu sevgiyibu saygıyı istemedi, annenim ben annenimben demedi. O zamanlar daha bir şeylersezmiyordum ama bunları çok sonraları hatırladımda... Hatırladım da ne oldu...)Gök kararırdı sonradan. Babamın içkisitükenmezdi. (Bugün ona babam diyebiliyorumartık. Ne öfke kaldı ne kin. Belki birazacılık. Ona hâlâ kızdığım zamanlar oluyor,kendini aşan ölümünden öteye çağların sonunadeğin uzanabilecek bir sorumluluğu bilmedendüşünmeden yüklenmiş olduğu için, amabu kızma da kızma sayılmaz biliyorum, acılıkdemek daha doğru olacak. Anamın, savaş yıllarındababasının ağırlaştığı bir gece ilâç almakiçin, yabancı askerlerin sarhoş olup yıkıldıklarısokaklardan adam geçirmedikleriSenegal'li askerlerin söylentilere göre genelev-Acı Kök Yağmurun Tadında 167


lerin birinde bir kadının göğüslerini ısırıp kopardıklarıkadını öldürdükleri günlerde tanıdıkbir eczacının evine gözünü kırpmadan gidenanamın o adama varışını hâlâ anlayamıyorum.O mühendisten sonra, düğünlerine birkaçgün kala bir otomobil kazasında caddeninorta yerinde kanlara boğulan adamın, babamın—bunu ilk olarak açıkça düşünebildim—babanım can verdiğini başucunda durupgören, yüreğinin durduğunu anladıktansonra düşüp bayılan kadın o adama nasıl varırdı?Bana baba olarak onuverirken, benimiçin börekçiye katlanırken gerektiği anda kendinebir hayat kurabilmiş, kadınların çalışmağayeni başladığı günlerde bir erkek gibipara kazanmasını bilmiş olan kadındı sanıyorum.Ama o adama varıp Sarıkuma yerleştiktensonra da penceresinin önüne oturarakişlerinden artakalan saatlerini düşlere, artıkbir daha yüzüne çıkamayacağı bir denize dalıpyüzerek, gitgide batarak, dibi hiçbir zamanbulmadan, bulsa da ayaklarını dibe vurunkendini yukarıya atacak gücü duymak bile istemeyen,evinden çıkmayan, yaşıtım çocuklarakorkunç masallar anlatan, nereden çıktığıbelli olmayan saraylı hanım lâkırdısını yüklenenkadiri oldu. Eski kadınlığın ilencini deyüceliğini de taşımağı taplayan bir kadın. Ba-168 Acı Kök Yağmurun Tadında


anı Reşit Börekçi'ye çocukçasma bile olsasaygısızlık etmemi, gereken sevgiyi göstermememitelâşla, sinirlilikle karşılıyordu. Kendinegüvendiği için benden öyle bir şey istemiyordu.Boğazdaki yakım, kâtiplikle başlayarakyükselen bir adama kız yeren bir babanın yalısıolmasına alışmıştı; Derecikten gelen adamzeki çalışkan sadık bir adamdı ama yalı anneanneminbabasmmdı, efendiliğin ana yoluylageçmesine alışıktı anam. Ama dedem yalınınefendiliğini pek yapamamış, savaşın yıkıntısıbaşlarken yalı satılmış şehre inmişler.Oradaki evde önce o ölmüş sonra da dayım. Anneannemailenin kuruyan erkek damarlarınıgömerken kendi gücünü göstermiş ama o damarlarınyerini tutma görevi de anama kalmıştı,o zaman kadın yolundan geçen efendiliğintadını tattı anlaşılan. Ama o da yenilmekistedi sonunda. Ona vardı. İyi bir adamdıama...) Kavkıhr, küçücük içki sofrasının altındanbacakları karşı göbeğe uzanırdı. O zamanlar,pencerenin ardında ikimiz de susmuşolurduk. Bizi bir kez bile çağırmadı yanma.Her sevi sofrada olurdu. Yedekler de. masanınardında kaldığı için görünmeyen bir sehpanınüzerinde dururdu. Kavkıldığı. bacaklarımuzattığı, sofranın üzerindekilerin artıkbittiğim anladığımız zamanlarda, eli uzanır,Acı Kök Yağmurun Tadında 169


aranhktan bir tutam kiraz, üzüm, erik çekeryaratırdı. Karanlığın doğurduğu bu yemişleriaz sonra • seçemez olurdum zaten, gök büsbütünkararmış, gözlerim uykulanmış olurdu.Anam suskunluğunu bir iç geçirişle deler, sonrakorkuyla, daha doğrusu ürkeklikle o deliğihemen yamar, elimi sıkıştırırdı avucunda.(kavgalarının sonunda çenelerini kasarak yanımagelir beni kucağına alır pencerenin önüneyahut anneannemin odasına götürür oradasessiz sessiz ağlardı beni göğsüne bastırarak.Senin için katlanıyorum bütün bunlara, seniniçin katlanıyorum deyişini hâlâ kulaklarımdaduyuyorum. Dışarıda ağustosböcekleri yeşilliğinaralarında titreşen sıcak havayı vmlatırdı.)Tek dayanağı olmayı daha o zaman öğrenmiştim.Ama benim de bir o denli ötelere uzandığımı,tahtaperdeyi, kuyunun çıkrığını, damları,gümüşün örttüğü karanlık yeşillerin durmadaniçin için kaynaştığını bildiğim Meryeminkurbağalı havuzunu aşarak göğün büsbütünkarardığı, koyu bir isin altında yatan köysınırı mezarlığını, o mezarlığın ötesindeki—bana yasak olduğu için karış karış bildiğim—kırları bir sıçrayışta aştığımı bilmedenbakardı yüzüme, (benim dalgm bir çocuk olduğumubilirdi ama kendi düşlerine dalıp suyunadönen balık gibi büyük kuyruk vuruş-170 Acı Kök Yağmurun Tadında


larıyla karanlıklarına daha da saplandığındabenim dalgınlığımı da unuturdu, dalga geçmemekızan babamdı yani Reşit o istemezdi dalgageçmemi o engel olurdu bir köşede sessizoturmama o dayanamazdı o kıskanırdı düşlerimionun yüzünü gördükçe düşlerim kesildiyıllar boyu kesildi kısırlaştı, o kıskanırdı, annemsebenim daldığımı bile farketmezdi belki...)Ben oralardan bir daha dönmez, benibana çok bir düşünce payı vermeden bu denlisevdiği için içerler, (çocukluk duyarlığım birçokşeyleri anlamama yardım etti ama birtakımşeylerde de ne denli yanıldığımı anlayınca...)ta yukarılarda, iki havanın ara döşeğindenbahçeye, rakı içen babama, durmadandinlenmeden, tüketmeden, tükenmeden, ertesisabah fırınına gidip börekleri satıcıçocuklara dağıtacağım, bir zamanlar böreksattığı başka başka yerlerde aynı andabirkaç çocuğun eliyle böreklerinin satılacağınıdüşünmüyormuşçasma içen adamabakardım, (anam Sarıkuma ilk geldiğizamanlarda babamın bir tek yardımcısıvarmış, Allah rahmet eylesin Bebekçi Osman,o da kaçınca yalnız kalmış yıllarca buişi kendi kendine yürütmeğe çalışmış, o zamanlardantek hatırlayabildiğim akşam üzerlerieve gelince yorgun argm çöküşüydü, son-Acı Kök Yağmurun Tadında 171


a da anamı bir köşeye çekerek heyecanlı heyecanlıbir şeyler anlatışıydı, hâlâ açıkça hatırlayabildiğim,seçikçe görebildiğim tek yüzanamın yüzü, yorgunluğunu bile unutarak birşeyler anlatan bir âdamm karşısında anamınyüzü, dalgın, inanmaz, düşlü... Sonraları toparlandı,istasyonda börek satmaz oldu artık,Sarıkumun başka başka yerlerinde çocuklarsatıyordu onun böreklerini, kendine güveniönce meydana gelen sonra da pekişen adamlarınbolartısıyla içiyordu artık o günlerde.)Ama başını gökyüzüne kaldırdığı zaman (yaşamışolduklarını, yaşadığını unutup ancakyaşanacak günlerini düşünen bir insan olduğunudaha o yaşımda sezmeğe başlamıştım,iyi yürekli bir adamdı ama beni gene de sevmezdi)düşlerin ayakta tuttuğu bir torbaydı.Beni gene de sevmezdi (iyi bir adam olduğuhalde) beni düşlerine hiç sokamadıydı d'a ondan.(Düşlerini hiçbir zaman gerçekleştiremedisanıyorum, düşlerinin gücü yetmeyeceğinibelki de bildiği iriliğinden, böreklerini kendi satacakyerele çocuklara sattırması onu düşündürmüyordubile, savaşı, sıkıntıları atlattık,bıraktığı börekçiliğe bir daha döpmedi, îstanbulagiderek yeni yeni atıldığı tecim işlerindekendini sınamak istedi battı, düşlere erişememiştigene, düşleri gene ondan yüzlerce adım172 Acı Kök Yağmurun Tadında


ileride koşuyordu, beni sokmak istememiştionlara yardımımı istememişti ama beni yetiştirmeğide kendine borç bilmişti, belki yardımımıisteseydi belki isteyebileydi belki ben debir şeyler...) Bense o zaman, kaçmayı düşünerek,neden kaçmak istediğimi bilemeyereksaatleri anamın dizleri dibinde geçirirken uykuylabirlikte burnuma sararan, gürleşen, çatlayankırın kokusu gelir; anamın özlemlerininötesindeki çölü, kıskançlık yazısının yaban yaratıklarınıcanlandırıp semirtirken, bir günçıldıracağımı bilmeden, kudurgan bir yalnızlığınöte sevinçlerine bilisizliğim içinde dalar,babamın bu yıldızları sönmüş karanlık içindehâlâ durmadan dinlenmeden, tüketmeden, tükenmedeniçmesine tutulurdum.Yıllarca sonra, bir sabah, ağır hasta olduğunusöyleyen müdürün (ben durmadan sabahonu biraz rahatsız bırakmıştım ama birşeyi yoktu neden çağırıyorlar acaba? ilâcı daevde ilâç da alacak değilim sabah bıraktığımdabiraz rahatsızdı ama başkaca bir şeyi yoktuneden çağırıyorlar acaba? diyordum) banabir izin kâğıdı imzalayıp eve gönderdiği, oradaonu çenesi bağlı bulduğum gün anamın hıçkırıklarıiçinden gelen bir aydınlığa doğru aktım,(anamın hıçkırıklarında ölümün acılığındançok derin eski unutulmuş örtülmüş çev-Acı Kök Yağmurun Tadında 173


esine giden yolların bile unutulmuş olduğubir pişmanlık vardı sanki, ona kötülük etmişde ona ağlıyormuş gibi, onu yitirmekten çokdüşlerini ayakta tutmağa yardım etmediğikendi düşlerine daldığı için pişmanlık duyuyormuşgibi, düşlerine karışmak onu yalnızbırakmamak beni de ona doğru itmek zorlamakelinden gelebiiu/di belki hiç değilse ömrününbir yerinde bir anında onu yapabilecekdurumdaydı belki ama yapmamıştı biliyorumdüşlerinin tümünün bana dayandırılmış olduğunuo zamanlar bile sezerdim.) Artık ona, içtiğiiçin, karanlıkta bizleri unutarak hiç gerçekleştirmeyeceğidüşlerine daldığı, anlaşılmamış,ezilmiş, ne yapmışsa yaranamamış biradamı oynadığı, hattâ o anda anama, bendenbaşka tutunacak asılacak ilenecek kızılacaksevilecek bir şey, bir varlık, bir etten kemiktenbahane bırakmadığı için bile kızmamanın,kızamamanm iki bulut arası yolunu buldum,(onu sevmiş miydim sevmemiş miydim, hâlâdüşündüğüme göre önemli demek, o gün,anamla kavga etmelerinden sonra parasızlığınınacısı içinde ömrünce gidip oturmadığı, birkez bile gece olup eve dönmediğini bilmem,ömrünce gidip oturmadığı bir parkın sıralarınasığındığı gece, onu saatlerce beklediktensonra anamla sokağa çıkıp karakol karakol174 Acı Kök Yağmurun Tadında


dolaşarak kaza olup olmadığını sorduğumuzgece ağaçların karanlığında yalnızlığının doruğundasüzük süzük duran adamı bulduğumuzzaman ne onu yitirmenin ne de daha sonrabulmanın acısını sevincini duymuştum, kızmıştımona, anamı da beni de böylece duygulandırmağakalktığı için, bunun ne boş bir şeyolduğunu bildiği halde gene de yapmaktanbaşka bir şey düşünmediği için kızmıştım amaeve döndüğümüzde, onlar soyunup yattığındaben ağlamağa başladım,hıçkıra hıçkıra ağlamağabaşladım, öldüğü gün de ağlamadım oysa,ağlayamadim, ama o gece onları yataklarındankaldıracak yanıma getirecek denli hıçkırahıçkıra ağladım durdum, bana sarılıyordu, ağlamaoğlum diyordu bir daha yapmam bir dahabırakmam hep yanında kalırım diyordu,ağlamamı bir çocuğun ağlamasıymış gibi kesmeğekalkmıştı, yanımdan ayrılmıyordu başımıokşuyordu, bense neden ağlamıştım o gecehâlâ bilemiyorum, ama gene de bağışlayamıyordumbu yaptığını, bilmiyordum neye ağladığımı...)Babam geride kalmıştı, Suat da başkalarıda. Gönül yordamıyla yürümeğe başladığımyolda babamı çabuk unuttum. Hiçbirzaman kıskanç olmamıştı, düşlerimden başkabir şeyi kıskanmamıştı, onları da belki kıskanmamıştıya, kendi düşlerinin bana kapalıAcı Kök Yağmurun Tadında 175


tuttuğu kapısının berisinde kalan her şey içinbana güvenmişti, yani güvenin ötesinde, güveninbitmesi gereken yerde güvenmişti bana,güvenin hiçbir değerinin kalmadığı, varlığıile yokluğunun arasında kıl denli ayrım olmayanbir yerde güvenmişti. Güvenin, öldüğüyerde başlayan yıkmttsını anam düşlerinde işledi,besledi.Anam bana güvenmedi, biliyorum, biliyordum.Biribirimizi sevdiğimiz için. Ama bensevdiklerime güvendim. Yanılmışım güvenirken.Güvendiğim için değil, eksik sevdiğim,sevmesini bilmediğim, sevginin kıyısında yaşayançakıl kişileri denizin parçası sayıp saygıdanfazlasını gösterdiğim, sevgiyi onlara dasıçrattığım için yanılmışım. Bunu düşünürkenbile yanlışlığa boğuluyorum. İnce hesaba kaçtığımiçin.Bugün, çıldırdıktan, sevdikten, yanıp yıkılıpyeniden doğrulduktan, sonunda benimiçin yürünebilecek, tekliğinde şaşırtacak denliöteki yollara benzeyen tek yolu bulduktan,erincin taşırıcı garipliğinde Yehuda'yı anladıktansonra her şey kolay geliyor. Bundan sonragüçlüğe rastlamayacağımdan değil, aşkın tüketilmezgüçlüğünü bildiğim için kolay geliyor.176 Acı Kök Yağmurun Tadında


Yehuda îsayi ele verirken öpmüştü. Hainliğindendeğil, İsayı sevdiği, kıskandığı, kendiartı onbir kişiyle paylaşmağa yanaşmadığı,onu, kendini aşan, onbir kişiyi de İsayı daaşan bir düşe bırakmağa razı gelmediği, eleverişinin onu öldüreceğini bildiği için öperekele vermişti. Öpmekten başka bir şey düşünemediği,ölümün, açıldığını bilmediği eşiğindeduran İsayı uğurlarken kavurucu sevgisinibaşka hiçbir şeye güvenemediği, yükleyemediği,kurban edemediği için öpmüştü. Onu ölümeyollamadan çıldırmamak için. Ama öptüğügünün gecesinde gırtlağını soluksuzluğun sonsuzluğunabağladığı zaman, İsanın öleceğindenemindi. Aşkın küçüklüğünden, cılızlığındanbaşka bir köşesine tutunamamış, yakamozunukendine göksel bir besin bellemişti. Güvenememiştikendisine güvenene; kıskanmıştı onu,ötekinin kıskandığı gibi. Öteki yani,RÂNÂBen onun her şeyiydim. Biliyordu, biliyordumbildiğini. Yolumuza bir ağustos güneşigibi kavurucu, kurutucu Müşfik çıkana değin.Değdiğini eriten sıvılar gibi çıktı yolumuza.Rahattık, rahat değildik belki ama o kandırıcırahatlığımıza inanmanın rahatlığı içindekaygısızdık. Küçük kaygılarım, kıskançhk-Acı Kök Yağmurun Tadında 177


larım ördek tüylerinin üzerinde yuvarlananboncuk boncuk duru sulardan farksız, süzülüpduruyordu üzerinde. Ben onun her şeyiydim.Gönlünde benden başkasına yer olamazdı...MÜŞFİKRânâ gibi. Hâlâ anlayamadım onu. Yahut,anlamaktan ürküyorum. Olanaksızlığı destekedinen bir öykü yağmurun altında da başlasa,bozkır güneşinin altında da başlasa, olanaksıztemeli, en olmayacak yapıyı en atak çıkıntısındaçatlatıverecektir. O atak çıkıntıyı açıklamakiçin uğraşmaktan ürküyorum. Değmesinedeğiyor. Tekelci, kıskanç sevgiyi başka birucundan çözmeğe çalışmalıyım...DİLÂVERBeni gene unutmağa başladı. Artık yanımauğramıyor bile. İstediğim olmuştu. Evinibırakıp gene bana dönmüştü, (beş sokak otuzdokuz kapı ötedeki evi bırakıp gene bana dönmüştübir akşam, doğruca eski odasının kapısınadoğru yürümüştü, açmış, bakmış, kapıyıgene ağır ağır örtmüştü ama artık kendi çılgınlığıda uysallaşmıştı onun için besbelli,onunla da barışıktı, benimle de.) Uçuyordumsevinçten. Erinci buldum, mutluluğu öğren-178 Acı Kök Yağmurun Tadında


dim diyeli beri bana dönmesini bekliyordum.Bir gün (ben hiçbir şey söylememiştim sevinçliydiyalnız ona bakıyordum yüzüne bakıyordumiçinden bir güzellik bularak yeniden ışıyabilenharap yüzüne bakıyordum) birdenbire(ben böyle bir şey sezdirmemiştim bile hiçsıkmak istemiyordum onu artık yitirmiş olmayıkabul ediyor gibiydim öyle duruyordumartık) anne ben bu evden çıkıp yanma geleceğimdediğinde (Tanrım sen biliyorsun sengördün en ufak bir şey yaptım mı öyle bir şeysöylemesi için ağzımı açtım mı en ufak birkırgınlık sezdirdim mi ona) ne söyleyeceğimibilememiştim sevinçten, (uçuyordum uçuyordumgeçen bütün acı yılları unutmuştum, annebu gürültüleri duyuyor musun ölmek istemeyenölümden kaçan ama ölmeleri gerekenbu insanların seslerini duyuyor musun dediğibunları derken yavaş yavaş korkulu gözlerlepencereye bakarak odanın perdelerin loşluğundakalan köşesine sığındığı o güneşli sessizkokulu sıcak akşam üzerinden çok öncebaşlayan Reşitin ölümüyle bile değil ondanbile önce başlayan o garip sinirlilikle açılanacı yılları unutmuştum, önce gençliğine yaşınasonra da anlayamadığım şeylere yorduğumo sinirlilikle başlayan Reşitin ölümüyle yeğinleşeno kemik katıhğındaki acılık hastalığm-Acı Kök Yağmurun Tadında 179


da zehire dönen utancın yüz kızartısının suçluluğunnedeninin bilisizliği içinde çöreklendiğiköşeden ok gibi fırlayan sokan uyuşturan kaskatıeden suçluluğun damıtıla damıtıla —bilinmeyenbir ocakta bilinmeyen bir erekle damıtıladamıtıla— zehire dönüşen acılık yıllarınarasına yatıyor benden uzaklaşıyordu.)Ama sonraları, bir gün (sonraları değil bir gündeğil eve geldiğinin ertesi günü ama o ilk günbana ne de uzun gelmişti neler de sığdırmamıştımben o güne) sevdiği de eve geldi, (sevdiğidemenin hiçliğini güçsüzlüğünü ben debiliyorum ben de biliyorum belki arkadaşı desemdostu desem onun dediği gibi dost desemdost sözünün içine onun sığdırdıklarındançok onun düşündüklerinden az şeyler sığıştırmadandost demeliyim, yıllar boyunca onlarınyüzü değişti ama Müşfiğin onlarda aradığı onlardabulduğu değişmedi galiba, bir de benimböyle şeylere ne akıl ne de gönül erdirebildiğimisöyler, dostu geldi demeliyim.) Onu Müşfiğinistediği gibi ağırlamak için elimden geleniyaptım, Müşfiği sevindirmek eski bağlarımızı(zamanın koparır gözüküp koparamadığıancak gevşettiği çok gevşettiği beni bilekandıracak kertede gevşettiği bağları o doğmadanönceki karın yüreğimin atmağa başladığızamandan beri elimi kolumu bağlayan180 Acı Kök Yağmurun Tadında


ana her şeyi başka türlü yaptıran bağları)yeniden bağlamak istiyordum (onu yenidenkendime bağlamak istiyordum yıllar boyuncaiyileştikten sonra benden ayrı kalmasının bütündev acısı içinde durmadan beklediğim istediğimcan attığım şeyi yapmak istiyordumher şeyini benden yeniden bekleyebilmesinibana her istediğini yaptırmasını ömrümü tümüyleonun eline vermeği istiyordum), içmesine(dokunduğu halde doktorlar hep beni birköşeye çekerek söyledikleri karşılarındakisanki herhangi bir hastaymış gibi bana önemvererek özlediğim ama elimden yitirdiğim birönem vererek içmeme]i içerse de az içmesinedikkat etmelisiniz hiç değilse çok az çok azdedikleri halde) yemesine yalnız kalmasınaodaya kapanıp beni görmek istemediğini belliede ede konuşmasına (çok sevdiği insanlarlakonuştuğu zaman benim girmeme sinirlendiğiölçüde az şeye sinirlenmiştir bilirim bir zamanlarbuna katlanamazdım girerdim birdenbireodaya bir şeyle bir şeyle korkunç bir şeylekarşılaşmağı beklerdim neredeyse onu kanlariçinde yerde yatar görmeği beklerdim amahiçbir şey görmezdim asık öfke yağdıran yüzününsessizliğinden başka bir şeyle karşılaşmazdımsonra sonra buna da katlanmağı öğrendimartık odaya hiç girmiyorum kapalı ka-Acı Kök Yağmurun Tadında 181


pınm ardından yıllardır unuttuğum bir yumuşaklıklasesinin sönüp kabarmasını tatlı dalgalanışınıöteki sesin noktaladığı o bütün çağlarkendininmiş gibi tutulmadan takılmadanakan duru mırıltıya kulak veririm) saygı göstermeğeçalıştım, elimden geleni yaptım, annebana masal anlat demesinin boş umudunu kurumuşgöğsümde gizlemeğe baktım artık, hiçbirşey istemedim ondan Tanrım tanıktır (hiçbirşey hiçbir şey ona ağırlık verecek onu köstekleyecekhiçbir şey), yalnız tek bir şey tekbir şey bekledim, sevinmesini (sevinmesini beniyeniden eskisi gibi sevdiği gibi sevmesini),gene öfkelendi bana bu gece, hiçbir şey söylemedibağırmadı çağırmadı ama öfkelendibana, ne yapayım tutamadım gene kendimiama neden yaptım bunu, iyiliğini istediğimiçin değil mi,bu gece Talha'mn geleceğini söylemedi, evegelir gelmez çok yorgunum anne dedi gittiyatağına uzandı (belki bir saat kapısının önündensık sık geçtim durdum gözleri tavana dikiliyüzü bir gülüyor bir asılıyordu önce korktumsonra bir şeyler andığını anladım kimbiliraklından neler geçiyordu o anda ama yüzügitgide asıldı gülmez oldu aklından geçenlerinacılığı etime battı neden dertli acaba bu gece182 Acı Kök Yağmurun Tadında


diye düşündüm neden sıkılıyor acaba)Talha'nın geleceğini bilmiyordum ki,amasonra daldı uykuya vardı, girip üstünü örtmekistedim kedi koltuğunun altına çöreklenmiştionu kaldırdım ama üstünü kendi örtmüştübana hiç pay bırakmamıştı, kapısınıörttüm, neden sonra Talha geldi,geleceğinden Müşfiğin haberi olup olmadığınısordum, varmış, beni bekliyor dedi, ozaman ben de uyumakta olduğunu söyledim,öyle mi dedi Talha (yüzündeki şaşkınlığı hemensevince sonra da kaygıya dönüşen şaşkınlığıhâlâ görüyor gibiyim), uyandırayım mıdiye sordum, (Talha çok iyi bir çocuk ilk gördüğümanda sevdim onu Müşfik ne olurdubaşından beri onun gibilerle düşüp kalksaydı,o zaman bu olanların hiçbiri olmazdı belki de,hayır Tanrım hayır bağışla beni bunlar olmalıydıalnıma alnına yazılmış şeyler idiyse, bağışlabeni), çok iyi çocuk Talha aydınlık gözlerivar açık bir yüzü var güldüğü zaman sularakar gibi olur, Müşfik de çocukken öyleydiama sonraları gözlerinin rengi döndü koyulaştıalnında ağzının kenarlarında çizgilerbelirdi benim eski oğlumdan birşeycikler kalmadıgeriye, sonra o hastalık o hastalık, Talhanmda yüzü kırışıklar içinde ama boğazıAcı Gök Yağmuru Tadında 183


kurumamış, hâlâ gülerken sular akıyor gibi,Talha gök gözlerini indirdi bana doğru, uyandırmayındedi, odasına girdi sonra yatağınınbaşında durdu baktı öylece, örtünün kayanbir köşesini düzeltti, ben düzeltememiştim,baktı elini uzattı yüzüne doğru sonra çekti,gözleri üzgündü ama ağzı sevinçliydi, ayaklarınınucuna basa basa çıktı, bir daha sordumuyandırayım mı diye, uyandırmayın diyeceğinibiliyordum, öyle dedi de, oturun biraz bekleyindedim, ince çocuk olduğu belli zaten,oturdu, Müşfiğin birden uyanmasını beklemiyordeğildi besbelli kulağı kirişteydi ama MüşfikTalha yalımdayken uyanmadıktan sonra hiçuyanmazdı, onu nasıl sevdiğini biliyorum amauyandırmağa da kıyamadım, zaten Talha demedimi uyandırmayın diye, oturdu biraz bekledikalktı gitti sonra, gideli beş on dakika olmuştuMüşfik gürültü ile kapısını açtı, gözleribüyümüştü, anladım, o sormadan ben söyledimTalhanın gelip gittiğini, yüzü bozulduağlavacak sandım, elimi uzattım, banyoya giripkapısını yüzüme çarptı, uyandırmak istemedimdedim kapının arkasından, uyandırabilirdindedi beni ne bos şeyler için uyandırmışsındırdedi sarıcizmelinin biri için bile gelirdürter uyandırırdın dedi, Talhaya sordumdedim o da seni uyandırmamı istemedi, sor-184 Acı Kök Yağmurun Tadında


mayacaktm dedi ne zaman sordun şimdiye değindedi Talha için ölüm döşeğinden yekinebileceğimibilmiyor musun sanki dedi kapının ötesinden,ama Talha da uyandırmadı dedim, inceçocuk olduğu için tabiî dedi uyandırmakister mi o hiç uyandırmak sana düşen bir iştidedi sustu sonra, ceketini giydi fırladı evden,Kıskanç diye bağırıyordu gözleri yüzü sessizağzı Kıskanç diye uluyordu Kıskanç, ah nedensanki sevgime iyiliğime kapıldım da öfğindedi Talha için ölüm döşeğinden yekinebilekelendirdimonu, yaranamadım gene yaranamadımona, tutup uyandıracaktım bağrımataş basıp, (uykusunu bölecektim ama öfkelenmeyecekti,doktorlar öfkelenmesinin de iyi olmayacağınısöyler dururlardı bir zamanlar tabiîona dikkat edemedik hiçbirimiz, ama öfkelenmeyecektihiç değilse, bu öfkeyle firlamayacaktısokaklara, ben gene yapayalnız kalmayacaktım,onu üzmeyecektim, Tanrım nedirbu çektiğim, suçum ne günahım ne ne yaptımne ettim ben hayatımda Tanrım neden neden...)TALHAMerak ettim. Sabah görüşmüştük, hastafalan değildi ama gene de kaygıyla sordumhasta olup olmadığını. Annesi hayır deyinceAcı Kök Yağmurun Tadında 185


ahatladım. Yorgundu uyandırmak istemedim.Annesi çok istedi ama bırakmadım (annesiniüzmek de istemedim sezdim uykusunun üzerinetitrediğini ama ben de uyandıramazdımben hiç uyandıramazdım). Onu bir daha gördüktensonra konuşmayı başka bir güne bırakabilirdim.Biraz oturdum ama uyanmadıkendiliğinden. Gittim. Kahveye oturdum. Kapılarınınkarşısındaki kahveye. Kapıdan fırlamasınıbekleyerek. Kahveyi soğuta soğuta içtim.Gözüm kapılarına mıhlanmıştı. Çıkmadı.Kalktım, eve döndüm. Uyandırmadığıma nasılüzülüyorum şimdi...MÜŞFİKSoluk soluğa, kestirme olsun diye arsadangeçerken bunlar geldi aklıma. Nasıl da anmışımbugün bilmeden nasıl da hepsi aklımagelmiş. Birden bir daha Sarıkumun toprağımbuldum arsanın toprağında, çatlaktı, otlarıdiplerinden sararmağa başlıyordu. Aydınlıkgecenin içinde sarılıklarım seçebiliyordum.Koku salıyorlardı. Kinsiz, kıskançlıksız bir kokuydubu. Öfkem ağır ağır söndü. Kıskanmalarıylakıskançlıklarıyla bana acı verenleri andım.Ona daha temiz gidiyorum böylece. Öfkemsöndü. Onlar, eksik kişilerdi. Ben onunyanma daha tam, daha bir bütünlük içinde186 Acı Gök Yağmuru Tadında


gideyim, onun eksiksizliği benim de eksiksizliğimoluyor.Anama güvenmem doğru olmadı. Bu küçükkıskançlığı ondan beklemezdim ama yapabileceğinide düşünmeliydim. Hâlâ uykuiçindeyim.TALHA,Gözleri uykuya boğulmamak için iri iriaçılmıştı kapıda beliriverdiğinde. Dili hâlâ,dolaşık duyguların arasında peltekleşiyordu.Niçin yaptın bunu dedi. İlk. söylediği bu oldu.Neden yaptın bunu,hakkın yoktu dedi.Bakıyordumyüzüne, (susturduğum bütün sözleriminyüküyle dolu bakıyordum yüzüne, seviniyordum.)Gözlerini gözlerime dikmek için çabagösterdiği belliydi. Bütün gün seni bekledim,nasıl hakkın olur uyandırmamağa, yapma birdaha dedi. Başımı salladım, ne diyebilirdim.Gözlerinin içinin yandığını ben duyuyordum(o ikiliğin birliği dediği hal içinde; yanan gözlerinebakan gözlerim yanıyordu; o da sussunistiyordum ama susmuyordu konuşuyordu tutularakda olsa söylediği sözlerin ardı kesilmekbilmiyordu), anama cok kızdım dedi,böyle söyleme büsbütün üzülürüm zaten seniuyandırmadığıma üzüldüm dedim, sen işinebak sen dedi, kolumu sıktı (gene susamıyor-Acı Kök Yağmurun Tadında 187


dü susamıyordu ama işine bak sen demektenbaşka bir söyleyecek söz bulamayacak halegelmişti anlıyordum ne demek istediğini işimebakacaktım zaten istediği oydu çünkü,inanılmaz bir sevgi gücü içinde hem ağzı durmakistemiyordu hem de kolumu sıkıyordusözlerin güçsüzleştiği yerde başka bir şey yapamıyordu),sustuk ikimiz de. (neden sonraikimiz de sustuk bakıyorduk.) Bir daha yapma,hakkın yok dedi bir daha. Dik dik bakıştıksonra, yumuşak yumuşak. Dahfi sonra gitti.Karanlığa karıştı. Rahatım ama, rahatım.MÜŞFİKRÂNÂYehuda erkek gibi davranmış hiç değilse.Akşam üzeri yolda yanımdan geçti amagörmedi beni. Ne denli dalgın olduğunu biliyorum.Gene de bir ara, görmezden geldiğinisandım, kızdım. Sonra vazgeçtim öfkeden.Artık yapacağımı yaptım. Görmezden geldiysede —ki gelmedi, eminim şimdi— artık her şeyinbittiğini o akşam anlatmış olmadık mı biribirimize?Ben de sanki neden o Talha denenadamı taş yapıp başına attım? Ona kızıyordum,kızmasını da istiyordum ama o son taşıda oynadıktan sonra oyunu kazanmaktan vazgeçmişolduğumu bilmeliydim. Hem bilmiyor188 Acı Gök Yağmuru Tadında


muydum sanki? Oyunu o kesintiden sonra sokaktailk selâmladığım gün elimden kaçırdım.Bu işi ne denli umut içinde, düzen içinde yaptırmada, bir yerde ipin elimden kaçacağınıbilmeliydim. Ondan nefret etmek, onu baltalamakkaldı şimdi elimde. Ama bunu da yapayımmı yapmayayım mı, karar veremiyorum.Bundan sonrası, mutluluğumu, kocamı,sevgimi kıskanmak değil, onu kıskanmak olacak.O da farkında bunun. Artık vazgeçmeli.Ama ortaya çıktığı güne değin ne iyiydik.Onu nasıl bekledik. Sadunla tanışıyorlardı, birkez görüşmüşlerdi. Sadun onun sözünü çoketti ama yazışmadılardı uzunca bir zaman.Sonuna değin yazışmaz olalardı ya... SonraSadun yazmağa başladı, başladı o hikâye. Birakşam eve dönünce onu kapının önünde bulduk.O gece, ertesi gece, daha ertesi gece —gecelerardarda sıralandı, haftalar aylar sıralandı—biribirlerini seviyorlardı- Kıskandım,dayanamayacak denli kıskandım. Evden uzaklaşmasıiçin kurduğum oyunda hepimiz çalıştık.O bile bu çalışmaya katıldı. Bilmeden.Uzaklaştırdım ama bir gün gene geldi. Sadunsuzyapamıyor edemiyordu. Bunu anladım,Sadunu ele geçirmem gerektiğini bildim. Birsu gibi sızıyordu aramıza artık. Ördek tüylerisuyu emiyordu. Sadunun benim olması içinAcı Kök Yağmurun Tadında 189


Müşfiğin bir kusuru çıkmalıydı ortaya. Çıktıda, daha doğrusu, çıkardım da...SADUNBu gece nesi var gene... Bir saattir radyonunbaşında düğmeleri karıştırıyor, eviriyorçeviriyor, oynuyor, besbelli aklı başka yerde.Oysa böyle olmaması gerekirdi. Yangınısöndü artık, karnı kımıltıda, ikiliği büyüyor,bundan böyle herkes görebilecek. İstediği oldu.Yeryüzünden silinmeyecek (o büyük tutkusudoyunduruldu artık bu dünyada iz bırakacakkadının yüceliğine erdi artık) ona saygıgösterecek herkes (kısır dediklerim duymayacakyüzlerine baktıkça, kısır diyerekkendisini çiğnemek isteyen dünyaya karşı duracakalnı açık) hem de benden olacak buçocuk, bağlayacak beni, yanından ayırmayacak.Hoş, çocukların bile bir adamı karısınınyanında tutmağa yetmeyebileceğini gördü.Gördü de döndü dolaştı Müşfiği oradan vurmağakalktı. Neyse geçti bunların hepsi. Bunlardansonra olanlar da geçti. Müşfik nedenseyılbaşı gecesi bir daha göründüğü halde ayağınıgene kesti bir iki hafta içinde. Herhaldeyaptığı denemenin boşluğunu anladı. Onunlaartık bir daha geçi ilemeyeceğini anladı, (bunuanlamayacak ne vardı sanki artık anlamış190 Acı Kök Yağmurun Tadında


olması gerekirdi evet yeniden denemek istediama kimseye yaramadı sonunda...) Zaten songelişinde Rânâ onu gene çok sinirlendirdi, besbelliydi.O da oturup alay etti Rânâyla. Benihiçbiri düşünmedi o gece. (hiçbiri beni sevdiklerinisöyledikleri halde ne biri ne ötekibeni düşünmeğe katlandı her zamanki gibiben kavganın dışında kalıyorum kavga benimbaşımdan çıktığı halde ben dışarıda kalmağamahkûmum her zaman karışmıyorum ilgilenmiyorumbile diyebilirim yorganı varsınlar istediklerigibi paylaşsınlar yırtınsınlar istedikleriölçüde yorgan ben olduğuma göre kendi kendimiörtecek halim de olmayacak tabiî bütünbunların saçma olduğunu biliyorum bütünbunları kendi kendimi oyalamak kendikendimebağışlatmak için düşündüğümü biliyorumama öyleyim işte ben soğuk soğuk elimdenbaşka şey gelmiyor kendimi sevdirmek isteyenben değildim Rânâ belki de beni bu soğukhalim için sevdi ama Müşfiğin benden beklediğibaşka bir şeydi biliyorum ama gene debiliyorum elimden başka bir şey gelmeyeceğinibaşka bir şey gelmesini istemediğimi varsınlaröyle kabul etsinler beni edeceklerse bensoğuk duygusuz bir adamım karışmıyorumkavgalarına benim yüzümden de çıkmış olsaama hiç hiçbiri o gece beni düşünmedi) Su-Acı Gök Yağmuru Tadında 191


san karımla alay eden arkadaşımın arasındabenim yerim her zamanki gibi belirsiz bir yerdi,bir boşluktu. Konuştuk, gitti. Bir daha dagörünmedi. Daha sonra sokakta karşılaştık mıkarşılaşmadık mı farkında bile değilim hatırlamıyorumdaha doğrusu, unutmuş olmak farkındaolmamaktan benim için bile daha iyisayılır. Ben de aramadım. Eskiden Rânâ ileherhangi bir çarpışma olmasın diye aramıyordum.Ama şimdi, şimdi arasam da ararhasamda (Rânâ çarpışacağı denli çarpıştı benimlebile artık çarpışmaların da bir değeri kalmadıdiye düşünebiliriz) herhangi bir şeyin değişmeyeceğinibiliyorum. Her şey bitti, geçti.Rânâ'nm artık yalnız bir tek şeyi düşünmesigerekirdi, büyüyen dirim, içinde (karnınıniçinde bana olan sevgisinin başkalarına olannefretinin bile uzanamayacakları erişemeyecekleribir yerde karnının sayısız ölçüsüz dipsizderinliğinde) büyükleşeni. Kimden ne alıpvermeyeceği var gene? Ben durumu yüklendim(her şeyi her sözü her hareketi her düşünceyikimden nereden nasıl gelirse gelsinkime nerede nasıl doğarsa doğsun). Artık bende mesele değilimdir onun için. Ama gene debir şey var bu radyonun düğmelerinde. Neyiçözemedi acaba? (bu gece gene bana sırtınıdönecek gene konuşmayacak gene düşünecek192 Acı Kök Yağmurun Tadında


gene cıgara içecek kaşları gene çatılacak benimleuğraşmadığına kalıbımı basabilecekdurumda olduğum halde sanki kızdığı benmişimgibi sanki bunca şey olup bitmemişmişgibi davranacak biliyorum bekliyorum)MÜŞFİKRânâ bunu yapamazdı. İki şey düşünebiliyorum.Ya Sadunu benden kıskandı, ya dabeni sevdi - daha doğrusu bana tutuldu - demeliyim.Sadunu kıskanacak bir şey yoktu. Sadunonundu, onu kimse Rânâ'nm elinden alamazdı.Zaten şahin gibi duruyordu başında Sadunun.Neden korktu, onu neden nasıl yıldırdıo hale getirdi, bilemiyorum. Kocasının yükünüyüklenen ilk kadın o değil (kocasının yükünüyüklenmek diyorum bu işe ama aslındakocasının yükünü yüklendiği yok kocasınayük bırakmıyor demek daha doğru olacak,susan kocasının yerine konuşmuyor o, söylenecekbir şey bırakmadığı için belki de kocasına—şimdi hatırlıyorum kocasının yükünüyüklenmek Sadunun terimiydi— herhangi birşeyi söyletmeden söylediği için susuyor Sadun.Bunu acı içinde yapmıyor hiç biri, ne susan nesöyleyen. Sadun kendini Rânâ'ya yaşatıyor,bir çocuk gibi, kıskanç bir analık havası için-Acı Kök Yağmurun Tadında 193


de) bu yükü yüklenen ilk kadın Rânâ değilelbet, onu yıldırdı demek de yanlış, Sadunbelki de bütün varlığıyla yılmağa hazırdı, yahutRânâ onu hazırlamıştı bu yılgınlığa. Sadununbeni sevmesi (buna sevmek denir miydi)varlığımdan hoşlanması (belki o bile değil)...Rânâ'mn kocası kimseyi sevemez miydiömrü boyunca? Birinin varlığından hoşlanamazmıydı? Her anı karısının mı olmalıydı(zaten öyleydi ama Rânâ daha fazlasını istiyordubesbelli), karısmmkinden başka bir hayatkarışmamalı mıydı hayatına? Rânâ, Sadununhayatından herkesi uzaklaştırdıktan sonrakendi kendini ne yapacağını hiç düşünmedimi?Hava bayağı serin, üşümeğe başladım.Ağaçların altı büsbütün nemli soğuk. Sırama(karanlık içinde oturduğu yeri insan büsbütün'benimsiyor) kimse oturmasa bari. Şu anda konuşmakistemezdim (kafam karmakarışık nedüşündüğümü ne düşüneceğimi bilmiyorumbir sürü saçma geçti aklımdan ama olsun genede istemiyorum lâfa tutulmayı).Talha'ya taş atmasını nasıl bağışlayayım.Nasıl bağışlayayım değil, Sadunun hatırı içinbile olsa nasıl aldırmayayım (Sadunun hatırıiçin diyebiliyorum onu gerçekten sevmiş olduğumiçin ama gene de düşünüyorum Sadun194 Acı Kök Yağmurun Tadında


o sessiz kıpırtısız soğuk içten gülümseyişiylebir hatır sözünü düşündürmeyecek denli uzakdururdu). Kötülüğü bu denli ilerlettikten sonra...(büsbütün serseme çevirdi beni herif,zorla geldi yanıma, zorla oturdu, zorla konuştu,zorla konuşturdu, zorla gitti, karanlığı geceyiyalnızlığı sıkıntıdan kurtulmak için herhangibir insanla konuşmayı sevdiğini öğrendimyalnız kaldığını bu akşam evinde kardeşineöfkelenip onu dövdüğünü öğrendim kardeşindenbaşka kimsesi kardeşinin de ondanbaşka kimsesi olmadığı halde biribirlerini sıksık öfkelendirdiklerini kardeşinin buna saygısızlıketmeğe yeltendiğini onun da dayanamayıptokadı bastığını öğrendim şimdi de içininyandığını eve dönmek istediği halde kardeşininuyumasını beklemek için daha bir yol evinegitmeden sokaklarda ağaç altlarında dolaşacağınıöğrendim, bütün bu öğrendiklerimiunutacağım şimdi ama) durmamalı artık burada,anamam bile, düşünmek şöyle dursun,anıları ar dar da dizemem bile.Yoruldum.Yakında dolaşmayacağım geceleri, doktorlarauymağa zorlayacaklar beni (zorlayacaklaryok benim kendi korkum zorlayacak biliyorum),karanlıkları zaten çoktan yitirmiştim,Acı Kök Yağmurun Tadında19S


uzun bir süre için başkalarının olacak bu karanlıklar.Benim hiçbir payım olmayacak onlarda.TALHATalha.Talha ne yapıyordur şimdi?Hepsi uyudu. Bir beni uyku tutmadı. Karanlıkhâlâ yaşıyor (sayısız ölçüsüz kaynarsıcakbir karanlık dirim). Hepsinin soluğu uykununörneğine uymuş tıslayıcı bir soluk. Karanlıkuğultu dalgalanıyor, soluklara uyup kabanyor sönüyor, durmadan yorulmadan (sayısızkaynarsıcak). Bu karanlık ölmedi daha,yaşıyor kalabalığında, bense uyuyamıyorum,ölemiyorum hepsine uyup. Müşfik nerededirşimdi? Saat daha onbir buçuk. Onun yatmasınadaha en az iki saat var. Çalışıyor mu? Belkide karanlığı harcamağa uğraşıyordur. Sonkaranlıklarını... (sevdiği yitirdiği bulduğu geneyitireceği karanlıklarını bu karanlıklarıben de yitirecekmişim gibi oluyorum) Çıksamsokağa rastlarım belki de, ama rastlamak daistemem kimseye rastlamayayım. Evinde olmadığınıbildiğim için evine doğru da yürürümbelki. Yarın, çıktığımı anlatınca sorarherhalde ona gidip gitmediğimi. Hayır diyece-196 Acı Kök Yağmurun Tadında


ğim, sana gelmedim. Bulamadığıma yanmasındiye. Çıksam...GÜLÂYBabam karanlığa karşı giyiniyordu. Penceredenışık geliyordu. Gözlüğü parladı. Sinemadakikorkunç adam gibi ama ben korkmadımonun babam olduğunu biliyordum. Babamsessiz sessiz giyindi, bana baktı. Ben gözümüyumdum. Açtığımda sokak kapısı kapandı.Nereye gitti. Sinemadaki adamı hatırladımgene. Babam yokken gelebilirdi. Korktumbüzüldüm. Sonra sokak kapısı açıldı kapandı.Babamın pabucunu çıkardığını duydum.Oda aydınlanmıştı biraz. Gök karanlığıerivordu. Babam gene bana baktı, soyunuyordubir yandan. Saçım gözlerimi gizliyordu,onun için yummadım. Babam yorgun gibiydi.Oturun bir cıgara içti. Cıgara içtiğinde cok severimbabamı, dumanları gözünün rengini alırvavar yüzünün her yanına, ama ren«n seçemedim.Sonra babam ctsrarasım söndürdü, vattı.Kimse uyanmadı, benden başka kimse bilmiyorbabamın gittiğim, geldiğini.MÜŞFİKMavivi sevdiğini daha bilmediğim günlerdeonu birdenbire bir resmin derin sancı dip-Acı Köle Yağmurun Tadında 197


tsiz mavisine çekinerek benzettim, benzettiğimisöyledim, benzetmedim bu mavi sensin dedimdaha doğrusu, cevap vermemişti öncesonra konuştu. O mavi ölümü bilemez, yanmagelse bilmeden tiksinir, dirimi durmadan tepirlerölümü ayırır içinden -yalnız dirim tohumunubırakır. Talha bozgunu içinde bile dirimdir,tohumunu ekmiş, onun çocukları varoğlu var oğlu var, onu ölüm yatağında yatmaktaolduğunu bile bile bırakacak iniltisinekulağını tıkamağa çalışarak evden kaçacak birdaha onu sağ göremiyeceğini bile bile evdençıkacak olmayan bir oğlu (o suçumun yükünühâlâ içimde taşıyorum), mavi dipsizliğindeyalnız kalmayacağını biliyor seziyor umuyorTalha, uykusu kaçarsa onun için kaçar biliyorum,kendi dirimim onlarınkinden üstün tutmaktankorkuyor üstün tutmuş olmaktan çekiniyorkendine üzgü vermek istiyor suç sandığınınkarşılığını kendikendine ödetmek için,oysa boş bu sıkıntısı kendi yaşayışryla ödeyiarasında bir ayrılık belleyerek ödevini gereğinceyapamadığını sanarak kendini yıpratmasıboş, bilebilir de bunu kendini yermektenkötülemekten yenilgiyi yılgınlığı bozgunu benimsemektenbiraz vazgeçse görebilir de, vazgeçse—çünkü o mavi salt kendine üzgü vermekiçin bunları benimsiyor, çocuklarının evi-198 Acı Kök Yağmurun Tadında


nin hakkını yediğini sanıyor oysa onun tohumuyeşermeğe başladı bile, biliyor yalnız kalmayacağını(Reşit gibi yalnız kalmayacağınıben biliyorum onun yalnız kaldığını bir benbiliyorum onu ölüm döşeğinde yalnız bıraktığımıbir ben biliyorum ilintimi ölümünden öncekesmişçesine... Bir ben biliyorum iniltilerindenkaçmış olduğumu eve dönüp onu çenesibağlı bulduğumda duvarların benim içino iniltileri hâlâ yankılandırdığını o günün gecesibiçimini almış olan yatağına isteyerekzorla yatmış olduğumu ayaklarımla ellerimleo biçimin sınırlarını arayarak ağlamaktan yorgundüşen anam uykuya vardıktan çok sonrabile o sınırları arayarak vakit geçirdiğimi birben biliyorum... İçeriden horultular geliyordu,18 yıl önce nasılsa bir araya gelmiş —nasılarayarak nasıl bir araya gelmiş olduklarınahâlâ bir türlü akıl erdiremediğim— iki aileninbana yabancı yarısının horultuları geliyordu,elimizde avucumuzda hiç bir şey bırakmadıklarınıbildikleri halde yardım bahanesiyleleşe üşüşen kargalar gibi eve dolan halamlakocasının horultuları... Yıllarca görüşmediktensonra İstanbula dönüşümüzde birden karşımızaçıkan kendilerine evde bir yer bir oyukaçmağa çalışan ablasıyla kocası benim onuyalnız bırakışımın cezasını vereceklerdi biziAcı Kök Yağmurun Tadında 199


yalnız bırakmamakla, cenazesinin başında banakendimi onun oğlu sayıyor oğlu belliyorsambir oğul olarak davranmam gerektiğini kupkurugözlerle söyledikten sonra yeniden ağlamağabaşlayan bir hala, böyle sözleri çocuklarınasöyleyecek bir hala olmayacağını) kendide biliyor kendi de biliyor ama kendine üzgüyaratmağa gelince (biliyor Tanrım bilmeli oğlununküreği kapıp nereden geldiğini bilmeyeceğibir hınçla yağmurun yumuşatıp çamurlaştırdığıkilli toprakları sert tahtaları kof birgürültüyle eze eze yuvarlamayacağını bu işiyaütıktan sonra da onu artık kızılamayacaköfkelenemeyecek denli uzak görerek onu geridebırakmayacağını bilmeli Tanrım bilmiyorsada bilmeli) gene de kendini tutamıyor...Hâlâ onda aklım, hâlâ onda, ne yapıyorduracaba?TALHABana çavdarekmekl erin den açmıştı birgün. Çavdarekmekleri dediği şeyi önce anlamadım.Ne demek istediğini sormadım. Nasılolsa anlatacaktı. Aklıma önce cok garip birşey geldi. Kussara'h Pitkhanas gibi bir ad söyleyerekanlatmağa başlayacağını sandım. Garip,eski adamları, ne zaman yaşadığı bilinmeyeneski kıralları birdenbire konuşma konu-200 Acı Kok Yağmurun Tadında


su yaparak söze girişmesine alışmıştım. Amabu çavdarekmekleri eski insanlar değildi. Helekıral değillerdi hiç. Bahanelerdi bunlar, yaşayışınayön vermiş, kendileri önemsiz yaptıklarıyıkıcı bahaneler...Başka bir gün, eski ahbaplarından birinianlatırken birden "Talha" dedi, "bir zamanlar,ömrümün bir yerinde, insanları heyecanyoluyla, tutku yoluyla tanıdım. Kaptım, kapıldım.,sürükledim, sürüklendim." İçim burkuldu.Beni tanıması da heyecan yoluyla olmadımi diye düşünmek istedim. Vakit bırakmadı."Yaşadım, o zamanlar da yaşadım" dedi, "yaşamadım,varlığımı buna bağlamadım demiyorum"dedi, "ancak bir gün tek başıma kaldığımıanlıyordum. Tek başıma. îki kişi değildik.Bir tek kişiydim. Kalakalıyordum öyle.Yalnızdım, Hayatlar ayrı ayrı akıyordu. Heyecanyitivordu. Çatlayan, ufalanıp dağılan birtortu kahyordu geride. Suyum başka bir suarıyordu o zaman." Düşünüyordum, düşünmeğeçabalıyordum arada, tik görüştüğümüz günbasım dumanlıydı hafiften. Evine götürülmeninsıkıntısı içindevdim. Karşılayışım kendimeyontamadım, başkaları da vardı yanımda, onayontamadım, ev sahipliğinin gerektirdikleriniyapıyordu. "Aranıyor, buluyor, heyecan, tutkuAcı Kök Yağmurun Tadında 201


tutuşturup söndüren bir makine haline geliyordum."Bunca saat dolaştım, yoruldum (kendimiyormak için elimden geleni yaptım onun evinedeğin de uzandım uyku içindeki, katları saydımbirden karşılaşmamızı umarak karşılaşmamağıisteyerek sokak fenerlerini sayarakhesabı şaşırarak yavaş yavaş bir çıkmaza girdiğimiduyarak sokaklardan ışıklardan bu sokaklarıbirkaç saat sonra dolduracak kalabalıklardanürkerek sıkılarak nefret ederek gitmeyiuzaklaşmayı gene kendime kendikendimekurubaşıma kalmayı düşünerek ayağımısürüdüm) bunları dışarıda da düşünmek istedimama kafamın içi bir türlü düzene girmedi,atlayıp durdum birinden ötekine (karanlığınkaynarsıcak sayıya gelmez karanlığıniçinde), şimdi yatağıma yattım, uyuyacağımaaçılıyorum. Yorgunum. Gün ışıyacak neredeyse.Yorgunum (bacaklarım ellerim buruşturupdurduğum alnım kırıştırdığım gözlerim omuzlarımağır yükler kaldırmış gibi yorgun amakafam koşuyor hâlâ ölmedi), sabah kalkıp işegitmeliyim. Herkes hâlâ uykuda ama birazdanuykuları hafifleyecek. Hemen uyumağa bakmalıyım(ölmeğe bu gecelik ölmeğe). Ama biran için kendimi makinenin, çarkların, vidalığmdışında duyuyorum. Ne olursa olsun, içi-202 Acı Kök Yağmurun Tadında


mi temizleyeyim. "Makine haline geliyordum"demişti, (bense düşünüyordum, onu ilk gördüğümgünü... sonra birden kalkmış, yanımaoturmuş, ötekileri bırakıp benimle konuşmuştu,ev sahipliği benden yana kaymağa başlamıştı,önce benden bildiği tek şeyi konuştuk,şiirlerimi... sonra yer değiştirdim, geneyanıma geldi, bilmem neden hemen oracıktaLerzanı, çocukları anlattım anlatmam gerektiğinisezdim, onları anlatırken davranışınıanlayamamıştım o gün, bugün de anlatmağakalksam kendi kendime, gene de anlatamamya, anlıyorum, daha doğrusu seziyorum artıkanlamını, yanılmıyorum da, yanılmadığımı biliyorum.Belki de tutku yolunu tıkayan o anoldu, birden üzerine güvenmeyi andıran birhal gelmişti, sesi açıldı, daha çok içmeğe başladık...Ötekiler vardı ötekiler yoktu... Sonraavrıldık —içimde ığıl ığıl bir şey akıyordu hatırlıyorumyılların ucunda eıı ucunda gelentatlı bir su gibi yağmur yağsın isterdim o geceyağmur yağsın saçıma dolup yüzüme aksınistiyordum ama kar yağıyordu o gün yağmıştıkar da diniyor ağırlaşıyordu yavaş yavaş birdon kaplıvordu ortalığı— o gece bir daha buluşmağakarar verilmişti ötekilerce, ben önceisteksiz davranmıştım —sevindiricinin ürkütücülüğünüduydum belki de tatlı suya ağzımıAcı Kök Yağmurun Tadında 203


değdirmek susuzluğu artırır diye düşündümbelki de— neye karar vereceğimi bilemedim...Akşam buluşacağımız saatten çok daha geç birvakitte buluştuğumuzda gözlerinde bendenbaşkasını görmeyen bir hal vardı-)Loşluğun içinden iççekmeleri gelmeğe başladıartık, uykunun sonuna yaklaşıldığını anlatansoluklar, birden dönüşler, kesilmeler,soluklanmalar, körükörüne atılmalar. Az vaktimkalmış. Duvar iyiden iyiye aydınlandı.(o gece benimle konuşmak için çevremdedolanıyordu, benden başka her şey sıkıyorduonu sanki, beni bu hali sıktı, uzaklaşıp oturduğunukulaklarını tıkarcasına içki içmeğebaşladığını görünce de ben kalkıyor yanmagidiyor konuşmağa yeniden başlamak için elimiomuzuna dayıyordum —bir elin sıkışınıanlıyordu ona sevindim yılların ucunda enucunda gelen bir su tatlı bir su gibi sevindirdibeni omuzu canlanıyordu elimin altında, gözleringözlerin içine bakmasını anhvordu biliyorduona sevindim otları yakan donların çözülüşügibi yıllardan yıllardan sonra sevindim—gene konuşuyorduk, bir ara ayrılmasıgerekti beni bekleyin dedi giderken, elbet bekleyecektimama neden elbet, bilmiyordum daha...geldi sonra, saatler gene geçip204 Acı Kök Yağmurun Tatlında


(bu aydınlık artmasa ne olurdu Tanrım)gitti, yola birlikte çıktık, herkesi darılttığınıbile bile duyura duyura yürüyordu yanımda,kar yağmıyordu artık, epeydir yağmamıştı,yerler buz tutmuştu, ayaklarım üşüyordu,o başını yakasına gömüyordu, yürüyorduk,üşümemiz bile kesildi daha sonra, ayaklarımızıyerlerinde duymuyorduk artık, o daöyle demişti ben de, o kadar... yollarımızınaynı olması sevindirmişti bizi, evimi gösterdim,ama kapımın önünde durmadım onunlasokağın öteki başına değin yürüdüm, oradaben istedim öpüşelim dedim öpüştük, isteksizdeğildi ama çekingendi... Şimdi anlıyorum,heyecandan korkuyordu, tutkudan korkuyorduhâlâ, sarhoşluğun bahane olmasından korkuyordu,ayrıldı, buluşmağa söz vermiştik biribirimize,ardından baktım o bakmadı gitti...(ışık çoğalıyor, gidiyorum galiba)ama bir gece) bir gece, "sen beni bulmağahazırdın, bende aradıklarını" (yok yok öyledeğildi öyle değildi) "bulduklarını bulmağahazır..."GÜLÂYBen uyandım, kalktım, sessizce, odanınkapısından baktım, babamın elleri sıkıhydı,sonra gözleri yumuldu, elleri açıldı düştü.Acı Kök Yağmurun Tadında 205


Yüznumâraya gittim. Döndüğümde uyuyordu,horluyordu sanki ama çıkardığı bir horultudeğildi, ıhıltı gibi bir şeydi. Gene yattım. Şimdigüneş doğacak, kaldıracaklar beni, okulagönderecekler ama ben uyur gibi yapacağımonlar gelince. Uğraşsınlar beni uyandırmakiçin. Nasıl olsa gideceğim okula, tembelliğimdende değil...RÂNÂGeceki uyku uyku değildi. Döndüm durdumyatağımda. Karnımdaki de oynadı, pıtırdadı,durmadı, (oynadıkça seviyorum onu, canımıacıttıkça seviyorum, yüreğim durur gibioluyor birden sonra gene incecik bir un elermişgibi dökermiş gibi çarpıntının içinden aydınlığabolarmağa çıkıyorum, o zaman büsbütünseviyorum onu) Sadun bir şey söylemedi,ağzını açıp tek bir söz etmedi bana (etmesinide nasıl olsa beklemiyordum ama gene de...),bir şeyler olduğunu anlamıştır, anladığını sanmıştır.Sırtını çevirdi uyudu, (sırtını çeviripuyumanın en kısa çözüm yolu olduğuna öylesineinanmış ki, çekiliveriyor aradan çekiliveriyorbirden her şeye yabancı kesiliyor, gamsızdiyemem bilirim onu ama keşke ben deöyle olsam, onun gibi yapabilsem, sırtımı çevirdiğimdeardımda kalan bütün dünyayı bir206 Acı Kök Yağmurun Tadında


çırpıda silebiİsem arria onun gibi acısını duymaktandiri diri yüzülmek duygusundan bir anbile kurtulmadan onun gibi yapabilsem...)Ben hâlâ rahat edemedim, tedirginliğim belliolacak diye büsbütün sinirleniyorum. Önümebu sabah yedi tane de cetvel çıkardılar. Hesaptayoktu bunlar. Yapmağa çalışıyorum amaolmuyor, (bu tedirginlik bu tedirginlik... Aradabir arada bir de değil ya sık sık demeliyimbu kaçma duygusu kaçmak istiyorum kaçmakistiyorum istediğim anda istediğim yere kaçabileceğimibiliyorum da biliyorum nereye gitsembir benim için ama birden uzaklarda çokuzaklarda olmak isteğini ne yapayım kaçmakistiyorum bambaşka insanların benim insanlarımdanbambaşka olan tanımadığım insanlarınyanma gitmek dillerini bilmediğim huylarınısularını törelerini bilmediğim insanlarınyanma gitmek onların yanında yabancı kalmakpahasına da olsa gitmek sanki ben burada herzaman yabancı değil miyim babam bile anambile kocam bile herkes herkes bana yabancıdeğil mi beni kim anlıyor kim biliyor banakim hak veriyor kıvrandığım zaman gururumukurtarmak için yaptıklarımı kim doğrubuluyor kim benim bencil bir canavarolduğumu söylemekten geri kaldı şimdiye de-Acı Kök Yağmurun Tadında 207


ğin kim) Bir sigara içimi dinlenme bahanesiyledalga geçmeliyim, boğulacağım yoksa.Bütün arkadaşlarım da yapmıyor mu aynışeyi? (ama ben yapınca başka türlü oluyoıbiliyorum bende bir şey var herkese batıyor;batan belki de benim batmaktan korkmayanhalim; her neyse her neyse beni çekemeyenlernasıl olsa söyleyeceklerini söyleyecekler...Gitmek istiyorum belki de kanım çekiyorbeni başka yerlere, bilmediğim görmediğimnasıl olduğunu bile düşünemediğim anamınninemin bile görmedikleri garip yerler çağırıyorbeni esmer kapkara saçlı kadınların erkeklerindağ geçitlerinde dolaştığı bir yer bilmemben öyle düşünüyorum belki öyle değilama biliyorum ben oraya gitsem de iki dağtepesi arasına tellerimi gerip kozamı örmeğebaşlayacağım yeniden acılık kozamı zehir kozamıparçalayıp açıp havaya çıktığım zamanlarbir iki soluktan sonra dışarının havasınadayanamayıp yeniden örmeğe başladığım onsuzedemediğim nereye gidersem gideyim kurtulamayacağımbeni doğuşumdan ilence uğratılmışhğımıkendinde saklayan ısıtan besleyenbüyüten kozamı örmeğe başlayacağımöreceğim kapanacağım içine düşmanlarımıyıkmak için kozamın içinde acılığı damıtaca-208 Acı Kök Yağmurun Tadında


ğım zehri kaynatacağım en adı duyulmadıktozları bir araya getirip karıştıracağım buzehre sonra bir gün kozayı parçalayıp çıkacağımkapılacağım kendimi unutacağım birdenaklım başıma gelecek birden kaçmak isteyeceğimkozama kapanmadan başka insanlarbaşka töreler görmek isteyeceğim bunu banayaptırmayacaklarını biliyorum düşmanlarımolacak düşmanlarım olacak çünkü beni istediğim gibi yaşamaktan alakoymuş olacaklardüşmanlarım olacak onları bağışlayamayacağımkaçmayacağım da çünkü kaçtığım zamano adını bile ancak düşünebildiğim garip esmerinsanların dağ geçitleri arasında sivri yüksekkaya okları arasında dolaştıkları o ülkeye kaçtığımzaman bile bu kez kaçmaktan kaçmanında ayıbını kurtulunmazhğını duya duya kozamıyeniden örmeğe başlayacağımı biliyorumben bu koza için yaratıldım bu kozayı örmemiçin Tanrının bir yüzkarası olmak için biliyorumacılığımı zehrimi koza yapıp içine sığmmadıkçayaşadığımı bilmiyorum - başkalarınınsevmeden yanmadan yandırmadan yaşadıklarınıbilemeyişleri gibi...)Cıgaram bitti, sezdirmeden yenisini yaktım.Sevmeden yaşamayanları, yaşayamayanlarıdüşünüyorum da gene o geliyor aklıma...Acı Kök Yağmurun Tadında 209


Aylarca önce o gün karşıma çıktığında banâbaktı başını çevirip çevirmemeyi tarttı içindenbelliydi, ben yardım ettim ona, «Merhaba»dedim. Gene şeytanım dürtmüştü. Ne yapacağmıbilmiyordum, merak ediyordum, onuyanlış mı doğru mu biliyordum onu meraketmiştim. Umudumu kıracak mıyMı? (her şeydensonra her şeyden sonra artık bir umuttansöz açmanın boşluğunu bilmiyor değilimdeğildim ama demek gene hâlâ içimde birumut bir şey...) «Merhaba» dedi, «Rânâ» dedirtmekistedim ama demedi bir türlü, bekliyordumadımı söylemesini bekliyordum umuyordumama hiç değilse bu umut boşa çıkıyordu(boşa çıkmağa başlamıştı bir umudumdüşmanlığım yeniden başlayabilirdi demek...)Kendisini sordum, annesini sordum cevap veriyoro da bana beni soruyor Sadünu soruyordu.Kuduracak oldum, (ağız alışkanlığımvoksa daha kuduracak bir şey olmadığını bende biliyordum. Kudursam önce kendime kudurmalıydım,bu durumda daha başlangıçtaydıkonun suçu daha başlamamıştı, kendinitam olarak göstermemişti) Oyun uzun sürergibi olunca «seni görmek isterdik gene» deyiverdim(kendimi tutamadım tutamadım aranıyordumgene) «ne gibi» diye sordu bükükağzıyla. Ne gibisi yoktu bunun, açıklamamı is210 Acı Kök Yağmurun Tadında


tiyordu, açıklamam gerekiyordu, zehri birdaha diktim, «evde» dedim, «seni yenidengörmek isterdik, dostluğunu eskisi gibi yenidenisterdik...» (eskisi gibi olamayacağınıbildiğim halde...) Gözünün içine bakıyordum,dik dik, «beni bağışlamak istersen...» Sesininkırılacağını, kaş uçlarının burnundanuzaklaşıp alnına doğru yürüyeceğini, ağzınınbu kez acılıkla büküleceğim biliyordum. Hepsioldu. «Bağışlamak diye bir şey olamaz zaten»diyordu sesi, kırık kırık, «ben zaten bağışlanacakbir şey bilmiyorum, yani ortadı.öyle bir şey yok», kaşları şaşkın, ağzı bükükacılı. «Bağışlamak diye bir şey yok ki...»«Evet» demiş, üstelemiştim, «kızdığım yadsıma,bana çok kızdın, haklıydın da...» Sesigene sertelmişti. «Kızıp kızmadığım başka konu,onu bırakalım şimdi». Sesi çekingenleştisonra. «Eve mi geleyim... gene?» «Evet» dedim,«istersen yani... Yalnız seninle dahaönce biraz konuşmak istiyorum. Ancak evegeldiğinde, benimle daha önce konuşmuş olduğunuSadüna belli etmezsen... Bilmem,daha iyi olurdu belki...» Tartıyordu gene, geneyeniliyordu. «İyiliği içinse, olur» demişti.Seviniyordu aramızda bir kötülük kalmadığınısöyleyebildiğine, besbelliydi. Ben de sevinmiştim,insanın eskiyen bir yaranın kabuğu-Acı Kök Yağmurun Tadında 211


nu tırnağiyle koparırken kazırken duyduğusızlatıcı sevinçle...Bir şeyler anlatmam gerektiğini sezdiğimiçin anlattım Sadunun halini, «ne yapayım,bir türlü adam olamam ben» bile dedim, setlerininaçılacağını bildiğim için. «Sen kızarsınbelki bu söylediklerime, benden büsbütünnefret edersin ama madem beni bir dost olarakgörebiliyorsun hâlâ, konuşabiliyoruz,bunları söylemeliyim» demişti. «Böylesine kıskançlıkseni hiçbir sonuca götürmez Rânâ,bundan vazgeçmelisin. Bir erkeğin hayatındatek insan olmağı isteyebilirsin ama başaramazsınbunu... (birçok şeyleri biliyor anlıyorgibi konuşuyordu ama bir çok şeyleri de bilmiyorgibi) Bir kadınsın ama bir erkeğin birkadından başka insanlara da ihtiyacı var» demişti,«ona arkadaş olabilirsin ama başkalarınında hakkını bilebilmelisin» demişti, «kusurabakma ama bu böyle» demişti. Kuduruyordumartık, bu kez kuduruyordum. Unutamıyorumhâlâ bu sözleri. «Hayır» demiştim,«ne münasebet, samimiyetine inandığım içinkonuştum, dinliyorum. Kızamam ki sana...»Nasıl görmedim, nasıl görmedim, «kızamam kisana» dediğimde sanki «Kızsan da ne olacak?Nasıl olsa her şeyi çoktan yitirmiştik, senin212 Acı Kök Yağmurun Tadında


hatırın için yeniden başlamaktayız» dediğini,her haliyle bunu söylediğini nasıl anlamadım,görmedim. Kendi ustalığıma, kendi kozamadalmıştım. Ama o da batağa saplanıyordu, o dafarkına varmamıştı bunun. «Sadun'a iyiliğiiçin bile olsa, ihanet gibi bir şey oluyor bu»yollu sözİer söylediydi sonra...Hayır, doğrusu şu, ona birtakım şeyleranlatmak istedim. Onu eve çağırdım. Evdehayat dayanılmaz bir hal alıyordu. Müşfik ortadançekildikten sonra Sadun'un huyları dadeğişmeğe başladı. Aslında Müşfik gittiği içindeğil, biliyorum. Ancak o da bir bahane olduona. Huyu değişti. Eskiden öyle olduğunu söylerdiya inanmazdım, gerçekten de öyle oldu,tembelleşti, huysuzlaştı, beni beni (beniadamdan saymaz oldu türkçesi) unutur gibiydi,benimle konuşmamağa, akşamdan sabaha,sabahtan akşama yazılarından kitaplarındanbaşka bir şeyle uğraşmaz oldu. Hastalanacakdiye korkuyordum, sonra anladım, yazılarınıgazeteye kendi götürüyordu ben evde yokken,havasını alıp dönüyordu ama benim haberimolmasını bile istemiyor gibiydi. Banaeziyet ediyordu, bu denli domuzluğunun tutabileceğinibilmezdim. Üstelik sanki domuzlukeden benmişim gibi bakıyordu bana. BirAcı Kök Yağmurun Tadında 213


gün dayanamadım, başımı alıp çıktım sokağa,işte Müşfiği o gün gördüm. Müşfiği ogün onun için çağırdım eve, onunla gene görüşsün,onunla gene eskisi gibi konuşsun (eskisigibi benim için olamazdı artık ama Saduniçin olabilirdi diye düşünmüştüm), açsın ağzını,onu yeniden eski haline getirsin diye...Onun, Sadun için çağırdım onu, onun için hersözüne katlandım.Sadunu hâlâ sevdiğini bildiğimiçin (nereden biliyordum nereden bilebilirdimartık...) Sadunu hâlâ sevdiğim, kışkanğimiçin. Ateşle oynadım ama üstünlük enindesonunda gene bende kaldı (acının üstünlüğü aranmış bulunmuş derdin üstünlüğü...)ikinci cıgaram da çoktan bitmiş, bana bakıyorlar,düşünüyor gibi yapmalıyım, cetvelleriinceliyor gibi yapmalıyım, farkına varmamahlar,çalışmalıyım gene.TALHAPencereyi açtım. Oysa her sabah açık bulurum.Bu sabah erken geldim, ben açtım.Dalmışım sonunda ama uyandırılır uyandırılmazkalktım yıkandım giyindim çıktım. Sokaklarhâlâ kalabalıklaşmamıştı geceden beri.Yorgunluk duymuyorum. Pencereden maviliğedalıp dalıp dönüyorum önümdeki kâğıtlara.Pencere yalnız benim sanki bugün. Kâğıtla-214 Acı Kök Yağmurun Tadında


makineye geçmiş ağır ağır doluyor. Pencerevar, o benim işte, kâğıtların ötesinde mavi birmutluluğa açılıyor. Kâğıtlar doluyor ağır ağır,çıkarıyorum onları, yenilerini takıyorum, o:lar da doluyor. Pencerede mavi orada hâlâ,duruyor yerinde, mutluluk gibi. Sarınıyorumbu maviye. Gök duru, dupduru. Benim göğüm,sarındığım mutluluğum...Gece dalarken, Müşfiğin heyecan yoluyla,tutku yoluyla tanıdığı insanlardan uzaklaşmışımbirden. Kendimizi düşünmüşüm. Anlıyorumşimdi, biliyorum. Bizimki heyecan yoluyla,tutku yoluyla tanışma olmadı. Durmadanheyecanlandık ama durmadan da heyecanımızıbastırdık. İkimiz de, konuşmadan, bu işidaha birlikte düşünmeden bundan korkmuş,elimizden geleni yapmıştık dalgaya kapılmamak için. Sevinçliyim bugün, buna seviniyorumgaliba, alttan alta, açıkça farkına varmadan. Onun dediği gibi, makine olmaktan, birkör sevgi makinesi olmaktan daha ilk andakurtulmuşuz. Ona ilk gecelerden birinde, sevdiğimbir insan bir şey ister yahut severse oşeyi ben de ister ben de severim demiştim de,hemen atılmış, öyle olmamalı demişti. Öyleolması güzeldi ama öyle olmamalıydı, heyecanısilmek için. Çok sonra bir gün o, insan birAcı Kök Yağmurun Tadında 215


insanı severse sever sevmezse sevmez ama birkez sevdi miydi kusurları eksikleri yanlışlarıylasevmeli dediğinde ben atıldım, o eksikleriyanlışları düzeltmeğe çalışmak seven insanın hakkı olmamalı mı diye sordum. Duraksamadankonuştu : «Düşünülebilecek en yüksekölçü bu olsa gerek iki dost arasında».Gök masmaviydi gene o gün. Gözlerininyaşardığını görmezden geldim. Ben de başımıçevirdim.Bir kâğıt daha.Tanrıya sığındık ikimiz de.(oysa ben de biliyorum ben de biliyorumo kaçma isteğini o kaçma uzaklaşma bozgununuo mavinin sarıya çöle dönüştüğü yerizamanı ben de biliyorum ben de bildim uzaklardaiken yahut kendi evimde iken sevdiğiminsanların yakınında uzağında örümcek ağırdüşmüşlüğü önce sokulup tutmaz hale getirilmişliği sonra emilip boşalmayı ama şimdiunutmak istiyorum bildiklerime kapılıyorumgene ama kurtuluyorum kurtulabiliyorum kapılıyorsamkaçtığım korktuğum için değil amazayıf yerlerimi yeniden hatırladığım için.Boş lâkırdı bunlar mavi var karşımda pencerevar...)216 Acı Kök Yağmurun Tadında


GÜLÂYAnladım şimdi. Biliyorum. Babam Müşfikamcama gitmiştir bu gece. Öğretmen bakıyor.LERZANBana dalgacı diyemezler ya. Sabah beriçalışıyorum. Şimdi biraz dinlenebilirim. Dalgada geçerim istersem. İşim bitti sayılır. Biara geceyarısı uyanıp da Talhayı yanımdagöremeyince merak ettim. Bekledim, hiçbiryerden ses gelmiyordu. Çıktığını anladım. Huyudurçıkmak. Daha doğrusu huyuydu. Müşfikortaya çıkalı beri yalnız iki kez mi ne çıktıgece ortası sokağa. Ne oldu diye düşündümbir ara. Sonra bu gece Müşfiğin nasıl soluksoluğa kapıda göründüğünü hatırladım. Talhanmcanının sıkılmasını anlamak güç olmadı.Uyumuşum gene. Ama bu sabah birdenMüşfiğin eve ilk gelişini hatırladım. Kapıdakihali dün gecekinin aynıydı da ondan belki. Oakşam da öyle gelmiş, Talha evde mi diyesormuştu soluk soluğa. Hayır demiştim, biarkadaşıyla buluşacaktı altı buçukta. O arkadaşbenim demişti. Beş dakika geciktim de gidince onu bulamadım durakta. Acaba beklemedimi unuttu mu yoksa gelemedi mi diyeAcı Kök Yağmurun Tadında 217


sormak istedim onun için geldim demişti.Ah yazık demiştim, o da çok üzülmüştür şirdi, isterseniz buyurun bekleyin, bilmem amagelir mi ki demiştim, hem iyi ki evi biliyordunuzdemiştim ardından. Evet geçen akşamgöstermişti demişti. Tam o sırada merdivendenTalhanın ayak sesi geldi. İkimiz birden,işte geliyor demiştik. Biraz oturmuşlardı, sonraTalhayı alıp evine götürmüştü. Aradan çokbir zaman geçmedi, eve girip çıkmağa başladı,evin adamı oldu. Düşünürüm de Talhaböyle olacağını bilseydi o akşam durakta birazdaha beklemez miydi derim kendi kendime.Ama nasıl olsa ayni şey olacaktı... Olduda...Bir gece ona sevincimi söyledim, Talhasizinle arkadaş olduktan sonra ben çok sevindimdedim, olmayacak kimselerle düşüp kalkmıyor,eskisi gibi içmiyor dedim. Biz de içiyoruzama dedi, öylesi değil dedim. Anladısustu. Ben devam ettim, o başka bir şey söylemedi.Ama sevindiği gözlerinden belliydi.Ancak bir gün geldi, canım sıkılmağa başladı.Kıskançlık gibi bir şey...Evet efendim, evet getiriyorum. Bittievet, bitirdim... (düşüneme3'eceğim...)218 Acı Kök Yağmurun Tadında


RÂNÂ(aranmış bulunmuş derdin üstünlüğü sugibi hava gibi...)SADUNBir şey var sanki bugün... Dün gece Rânâyabakarken onu düşünüyordum, bu sabahonu gene düşündüm, öğle üzeri de bizim sokaktan,bizim pencerenin önünden geçtiğinigörünce bize geleceğini sandım. Katıldım.Ama zil çalmadı sonra, kapı vurulmadı. Talbanınbizden üç sokak yukarıda oturduğunuhatırladım. Cılk bir soluk geçti gırtlağımdan,(klor koklamış gibi şaka olsun diye arkadaşlarınburnumun altına tutup kokla bak dediklerineyle dolu olduğunu bilmediğim bir tüpükokladığım günü hâlâ unutamadım lisedeydiko arkadaşlar üstelik iyi arkadaşlarımdandıiyi bellediklerimden ciğerim yırtılır gibi olmuştukan kusacağımı sanmıştım sonra kendimegeldim ama bütün gün o koku burnumdaydı o arkadaşlara da bir şey yapmağa kalkmadımne dövdüm ne sövdüm ne küstümbugün de öyle oldu ne küstüm ne de ne deötesi yok ki bunun artık ama gerçekten klorkoklamış gibi oldum cılk cılk yırtıcı...) Gel-Acı Kök Yağmurun Tadında 219


mek isterdi, biliyorum ama Rânâ yüzündengelmiyor...Yıldönümümden önceki iki gelişini zatenhayra yormamıştım. Onu acele acele evdensavmağa çalıştım, Rânâ gelmeden önce. Garipbir direnişi vardı ama. Sanki Rânâ ile karşılaşmakistiyormuş gibi. Bense kaçmıyordumherhangi bir karşılaşmalarından. Biliyordum,Rânâ bir şey söyleyecek yahut hiçbir şey söylemedenhakaret edecekti ona. Son gidişinde,üzülme demişti ben gene gelirim (üzülmederken benimle alay ediyordu, kararını vermişti,beni hazırlamak için bile değildi o sözler,üzülme diyordu, sen istediğin denli uğraşçabala ben gene bildiğimi okurum diyordu)Geldi de. (hoş artık bugün düşüne düşüne gelmesineyol açanın belki de gelmesini isteyeninRânâ olduğunu sezer gibi oluyorum, belkide yamlıyorum ama ilk geldiği gün yani Rânâylailk karşılaştığı gün ikisinde de benimaldanamayacağım bir hal vardı, Rânâ bir kavgayı kazanmış gibiydi, önce Müşfiğin bu hareketinibeğendiğini gelmesinin hoşuna gittiğinibir daha üstünlüğünü belirttiğini sandım amasonra sonra o kazanmanın gururu içinde birazbir parça da istenen bir şeyin dilenen birşeyin olup olmayacağı merakından kurtulmuşluğunsevincini seçer gibi oldum bilmer220 Acı Kök Yağmurun Tadında


ilmem bilmem) Rânâyİa karşılıklı oturuyorduk.Geçen yıl kutlanan yıldönümümü hatırlıyordumben. O gece evde bir sürü insan vardı.Müşfik de vardı aralarında. Eğlenilmişti,saatlerce eğlenilmişti. (ama ben eğlenmiyordumbenim için eğleniliyordu ama ben eğ.nenlere bakıp biraz eğleniyordum canım sıkılmıyordu,memnundum ama onlar gibi eğlenmiyordum ben Rânâ beni bildiği halde bende eğlenceye katmak için elinden geleni yapıyorduama benim kendi eğlencem yetiyordubana onlarınkine katılıp daha çok eğlenemezdimböyleydim böyleyim ben) Yalnız Rânâdabir hal vardı, daha doğrusu geceyarısmdansonra bir hal olmağa başladı, alttan alta akıpbir gün habersiz toprağı çökertiveren sinsi sulargibi... Ertesi gün çıkmıştı bu sıkıntı ortaya.Müşfiğin adı bir boşanma hikâyesine karışmıştı,Rânâ aradığını bulmuş gibiydi, (karıştırılmıştı daha doğrusu karıştırılmıştı demeliyimRânâ bunu neden arasmdı onu dabilemiyorum ama böyle bir hali vardı) Müşfikbir yuvayı yıkmaktan çekinmeyecek biradam diye tutturdu, (isteseydi Rânâ daha iyibir bahane bulamaz mıydı sanki? Onun içinbilemiyorum böyle bir fırsatı arayıp bulmuşgibi olmasını, hem eğlentinin orta yerinde...Acı Kök Yağmurun Tadında 221


Müşfiğin ocak söndürdüğü, söndürmekten çekinmeyeceğiyoktu ki ortalıkta...) Yalnız Rânânınkorkusu vardı. Böyle bir hikâyeye karışmasısanki bize de uğursuzluk getirecekti.Rânâ her şeyden önce beni kıskanıyordu, biliyordum,beni yitirmekten korkuyordu. Müşfiğinuğursuzluk getirebileceğini (onu düşündüyse)o gece aklına takmış olacak. Onu böylesuçlandırmakla evden uzaklaştırmak istiyordu,anlıyordum, onu görmek bile istemiyorduartık. Korkuyordu. Yahut başka düşüncelervardı kafasında. Belki bırakılmış bir kadın olmaktankorkuyordu, belki de benim kaçmamdan.Müşfik bir boşalma bahanesi oldu. Birkaçgün o eve geldikçe, yarım ağızla bir merhabadedi, konuşmadı, surat astı, sonunda bilgecebeni zorladı o işi yapmağa, (ben istemeseydim,evet demeseydim, yaparım demeseydimyapmayabilirdim de ama yaptım ben tistiyordum demek, ben de kabul ediyordum,ona, Rânâya her nedense hak veriyordum demek)Ertesi gün Müşfiğe açıkça anlatmak zorunda kaldım. Rânânın ona artık güveni kalmadığını,bile bile isteye isteye bu karı - kocanınarasına girdiğini düşündüğünü artık orgörmeğe tahammül etmediğini, eve hiç değilsebir zaman için gelmemesinin daha iyi olacağınısöyledim. Kaçar gibi konuşuyordum.222 Acı Kök Yağmurun Tadında


Kovalanır da kaçar gibi. Kaçıyordum, kendimden de kaçıyordum. Hır gür çıkmasını istemiyordum.Müşfik bunu kolayca anladı,bana yardım bile etti. Utanıyordum, kaçıyordumhâlâ Müşfik «olur» dediğinde, «gelmeyiveririm»dediğinde. Sesi boğuktu. Yalnız birşey bilmek istiyordu. Sokakta karşılaştığımızzamanlar ne yapacaktık. Ne cevap vereceğimibilemedim. Hale göre demiştim. «Buna dapeki» demişti. Beni arada bir görmek isteyeceğini,evine gitmemi, dışarıda buluşmamız;söyledi. Peki dedim ama ben de inanmıyordumböyle olabileceğine. Kaçıyordum hâlâ.Allahaısmarladık, telefonunu bekleyeceğimdedi, gitti. Ondan sonra da ben aramadım. Obir iki kez kaçamak geldi, oturup konuştuk,gitti sonra. Bu işi nasıl yaptım şaşıyorumhâlâ.Yıldönümümde geldi kapıya dayandı. Şaşırdım.Girdi içeri, bir şey olmamışçasına merhabadedi Rânâya. Oturdu. Çok değil. Sonragene geleceğini söyleyerek kalktı gitti. Şaşkındım.Rânâ memnundu sanki gene geldiğineBelki de geçen zaman onu değiştirdi diye düşünmüştüm.Bir iki kez daha geldi. Rânânın evdeolduğu saatleri seçmesinde bir sebep aradım,kendiniyeniden kabul ettirmeğe çalışmak-Acı Kök Yağmurun Tadında 223


tan bir başka sebep bulamadım. Son gelişi genebir acı geliş oldu. Rânâ daha ilk sözlerindeTalhaya taş attı. Talhayı tanıdığından da değil, ben bile tanımıyorum. Onları birlikte görmüş olacak. Bana da Müşfiğe de yeni bir derkazandırmak içindi bu taşı. Müşfik güldü, konuştu,ancak bu taşı da unutmadı. Gittiğindebir daha gelmeyeceğini biliyordum. Rânâ söyleyeceğinisöyledikten, karnındaki yeni dirimiüstü kapalı sezdirdikten sonra, yani artık neolursa olsun, ne olmuşsa olsun, yenenin o olduğunuanlattıktan sonra çekilmiş yatmıştı.Birkaç gece sonra tiyatroda karşılaştığımızdaMüşfik geldi benimle konuştu ama biraz ötededuran Rânâya bakmadı bile. Neden bakmadığınıbiliyordum ama bunu ikisi de bilmiyor,yani bildiğimi bilmiyorlar. Rânâ aynalarıniçinde önce Müşfiğe sonra Talhaya uzunuzun bakmıştı. Ben gözucu ile görüyordumRânânın yaptığım. Farkında değildi ama o.Ondan sonra Müşfikle gözgöze geldiler aynanıniçinde. Müşfik gülümseyecek bile oldu.Rânâ, onu gördüğünü belirte belirte gözleriniçevirdi, başka yana baktı. Artık her şey bitmişti.Ben hâlâ kaçıyorum. Bu kirli, bu çirkinhikâyeden kaçıyorum. İnsanların herhangibir gizli duyguya bahane edilmelerindenkaçıyorum. Kaçacak yer bilmiyorum. Rânâ224 Acı Kok Yağmurun Tadında


daha iyi bir iş yaptığını mı sanıyor şimdi?(ama onu olsun kendimi olsun suçlandırmaktanne çıkacak hepimiz suçlarımızı bile bileişlemiyor muyuz işleyip durmuyor muyuzişledikten sonra bir türlü yanaşmıyor değilmiyiz ölüme ölüm bize ancak yapmayacağımızıyaptıktan sonra ağır gelmiyor mu?)RÂNÂBunu kabul etmeliyim artık. Akşamdanberi aklımda evirip çevirip durduğum, kendikendime bir türlü kabul etmeğe yanaşmadığımşeyi kabul ettirmeliyim. Müşfiği sevdim,daha doğrusu istedim. Sadunu böylesine sevdiğimhalde, elimden kaçırmamak için hayatımıçekinmeden ortaya koyabileceğim halde,o eğlenti gecesi Müşfiği sevdiğimi anladım,onu istediğimi duydum. Bana yüz vermiyordu.Yok, yüz vermek adî bir lâkırdı, yüz vermekdeğil, beni sayıyordu, onun için bir ablaydım,bir ne bileyim bir insan herhangi bir insandım,bana hiçbir başka türlü duygu duymadı,beslemedi, belki de besleyemeyeceğindendiama olsun, besleyebilseydi gene de bana yaklaşacak,kötü niyetle yaklaşacak adam değil(kötü niyet dediğim şeyi. sanki ben istemedimmi? Ah bu anda burada olmayacaktım benolmamalıydım, bütün bu şeyleri düşünmeme-Acı Kök Yağmurun Tadında 225


liydim, bildiğim insanlar dolmamalıydı aklıma,bildiğim sözler duymamalıydım çevremde kafamda, o esmer insanlar arasında olmalıydım,tanımadığım seslerini bile anlayamayacağıminsanlar arasında dar dağ geçitlerinden geçerken sepetleri başlarında o dağlarınötesindeki vadilere kendi vadilerinin yemişlerinio garip çoğunun adı duyulmamış tadıbilinmemiş yemişlerini götüren kuşdilli insanlarınarasında olmalıydım, sıcaktan yarı çıplakgezen, Tanrıya körükörüne inandıklarıbağlandıkları halde günah işlemek için hiçbi;fırsatı kaçırmayan yaşamanın tadından başkayalnız Tanrı korkusunu bilen adamlar arasında...)Sadunu, Talhayı sevdi, seviyor, banayaklaşmadı bile. Kıskandım, ama Sadunu kıskandığımölçüde kendimi de kıskandım galiba.Bir buçuk yıl kendi kendime bile bunuaçıkça itiraf etmedim, edemedim. Şimdi edebiliyorumartık. Tehlike kalmadı. Müşfik birazdaha gelmiş olsaydı eve belki belki bir şeyolurdu. Yok yok olmazdı gene olmazdı ya,evden uzaklaşması gerekiyordu...Hepimizi kurtardım. İplerin benim elimdeolduğunu, hepsini isteğimce oynatabileceğimi gösterdim onlara, (yeni bir koza örmemgerekti çünkü yeni bir gömlek yalnızlığıma226 Acı Kök Yağmurun Tadında


eni yeniden bürüyecek bir şey kozanı gerektibana hava gibi su gibi...) Gösterdim, gücümüöğrendiler, ben de öğrendim onlarla birlikkendi gücümü, ama ben güçsüz yanımı da biliyorum,onu da öğrendim. Talhayı bile kıskandımhakkım yokken. Yok yok bitti artık.Bu son karar olacak, dayanırsam tabiî, yenibir çılgınlık etmezsem, bu son karar olacak.Müşfiği artık unutmak, onu görmemeliyim,onun yaşadığını unutmalıyını, çocuğum varnasıl olsa. Çocuğum var, her şeye karşı o koruyacakbeni, bir oğlum olacak, olmalı, olurinşallah, Sadun da artık evlendiğim, beğendiğim,sevdiğim Sadun olacak.Müşfik yok, olmayacak. Belki yıllar sonra... Hayır o kapıyıbile açık bırakmamalı. Yok. Bu kadar. Ne dekolaymış, aradan bir buçuk yıl geçince ne dekolay geldi... Müşfik yok.Kurtuldum ondan.Hepimizi de kurtardım. İpler benim elimde.Çekiliyorum artık...(bir gün görüşürsek —gene de öyle düşünmedenedemiyorum— bir gün görüşürsekelimi uzatacağım gene, aynaları unutacağımkonuşacağım, onu gene çağıracağım eve na:;ıolsa kurtulmadım mı kurtulmadık mı?)Acı Kök Yağmurun Tadında 227


LERZANEvet, kıskançlık gibi bir şey... Sabah beribir sürü şey oldu ama, aklıma takıldı bir kez,kıskançlık gibi bir şeydi... Hoş sabah neleridüşünmüştüm, aklımdan çıktı bile, ama hayır, hatırladım neye öyle dediğimi, evet, birgece nedense canım sıkılmıştı, Müşfik Talhayayarına deyip ayrılırken dayanamadım. Nesöylediğimi artık hatırlamıyorum ama bir şeysöyledim, onu kıracak bir söz söyledim. HayAllah, neydi... Neyse, hatırlayacağım da neolacak, bana gece bırakmıyor, gündüz bırakmıyorgibi gelmişti o günlerde. Sonra sonrageçti bu. Alıştığımdan değil alıştığımdan değil...Talhayı güneş gibi severim, toprak gibi,ağaç, su gibi. Onu kıskanmağa hakkım yok,biribirimize bağlıyız çünkü. Her şeyimiz biribirinebağlı. Ben onsuz o bensiz edemeyiz.Almyazımız kenetlenmiş. Neden, bilmiyorum,yahut da öylesine biliyorum ki unuttum artık.Suladığım çiçek gibi. Korkmak boş. Bir geceMüşfiğin tehlike değil, güvenlik olduğunu duydum.Gelmiş oturmuştu. Talha yoktu. Gelecekti.Bekledik. Talha gelmiyordu. İlk yarımsaatten sonra Müşfik sıkılır gibi oldu. Önceanlamadım, benden sıkılıyor sandım. Alınacaktımda. Sonra anladım. Talha yokken bek-228 Acı Kök Yağmurun Tadında


lemek istemiyordu evde. Çocukluğunu yüzünevurmadım tabiî. Odanın öbür köşesinde büzülmüşoturuyordu, küçülüyordu, küçülmekistiyordu sanki. Benden utanıyordu belki de.Talhadan da utandığı geçti aklımdan, ama ondanutanmazdı. Onları da biribirine bağlayanbir sır vardı. O zaman aydınlandı gözüm. Bizimsırrımız başka, onlarınki başkaydı. Talhaher iki sırrın birer yarısıydı. Onu büsbütünaydınlık gördüm, ışıdı gözümde. Bugünanlıyorum ya, bu genişliği bu anlayışı analıkveriyor. Kadın ne denli genç olsa, ana olduktansonra bir sürü şeyleri anlıyor. Ama Müşfiğindediği gibi, bir yerde anlayışsız, kıskanç,dar kafalı olacağımdan korkuyorum, oğlumdaha büyüdüğü, onyedisini aştığı zaman...(oğlum benim...)O gece epey bekledikten sonra —evet, neolduysa o gece olmuştu, şimdi aklıma geldi,ilk tanıdığım günlerdeydi, evden çıkıp gittiktensonra korkuyla Talhaya sormuştum, acabasenin üzerinde bir deneme mi yapıyor diye,o denli taşkın, o denli hesaplı göründüydübana, kadın gözü aldanmaz derler, ben de aldanmadiğımısanmıştım (daha doğrusu aldanıpaldanmadığım çok önemliydi işin doğrusunu anlamak istiyordum) Talhayı, Talhanmduygularını bilirim, sevince bilirim nasıl olurAcı Kök Yağmurun Tadında 229


ilirim, Talhanın duygularım oyuncak edinoynamak isteyen bir adam mı acaba diye korkulargirmişti içime— o gece epey beklediktensonra, büzülüp küçüldükten sonra birdenbüyüdü, çocukları yataklarına gönderdi. Benbir şey söylememiştim. O, tatlılıkla, sertlikle,gereken sözleri söyleye söyleye çocukları yatakodasına gönderdi sonra da ben gideyimLerzan dedi, biraz daha bekleyin dememe kulakasmadı, kalktı gitti. O kapıdan çıkalı beşdakika ya olmuş ya olmamıştı, kapı açıldı.Talha girdi içeri. Sarhoştu. Bütün ömrünceonu öyle sarhoş görmemiştim. Yıkılıyordu,öleceğim, kurtar beni diyordu. Aklım başımdangitti. Koşsam Müşfiğin ardından yetişebilirdimbelki de ama onu bırakamazdım. Yoldanasıl karşılaşmamışlardı ona şaşıyordum.Elimden geleni, bütün bildiklerimi yaptım,onu biraz rahatlatabildim, yatırdım. Öleceğimdiyordu, elimden tut diyordu, bitiyorum diyordu,neden sonra soluğu biraz düzeldi. Müşfiğinevini bilmiyordum, ona kolayca bulupgetirebilirdim yoksa. Biliyorum, hemen, nası 1ise, nerede ise koşacaktı. Ama nerede bulabileceğimibilmiyordum. Bir yerler düşünüyordumama emin değildim. Neden sonra biradüzeldiğinigörünce vazgeçmiştim Müşfiğiaramaktan. Ona sormuştum, Müşfiği getire-230 Acı Kök Yağmurun Tadında


yim mi demiştim, hayır demişti ama ne so"duğumu anlamış mıydı bilmiyorum. Onu neredebulabileceğimi bilmememe nasıl yanmıştımo gece. O zaman sezmiştim işte onun güvenlikolduğunu. O vardı. Oysa Tahranın sıkılıpiçmeğe sürüklendiği o gün, yanında eskiarkadaşlarından biri vardı. Onu bırakmıştıböylesine içirdikten sonra. O da bir taksiyebinmiş gelmişti. Ertesi gün bunları Müşfiğeanlattığımızda nasıl kıvrandıydı üzüntüden.Keşke çağırsaydmız deyip duruyordu. Sonra,taksi ile döndüğünü anlatınca vurulmuşa dönmüş,yerinmişti. Gördüm demişti o arabayı,kapıdan çıkmış biraz ilerlemiştim, arabanıniçindekini de Talhaya benzetmiştim ama Talhanın arabayla dönmesi tuhafıma gitti hembaktım araba kapının önünde değil berisinddurdu demişti... Bakmış, arabadan birinin inmesinibeklemiş, uzun uzun bekleyip kimseinmeyince üzüntüyle, ağırlıkla yoluna koyulmuş.Oysa Talha, sarhoşluğundan parasını birtürlü hesaplayamıyormuş, onun için gecikmiş.Üçümüz de yandıydık bu aksiliğe. Talha sarhoşluklakapıyı da şaşırmıştı. (Müşfiğin anlattığıhikâyeye başka bir gün olsaydı inanmayabilirdimde, başka bir insan olsaydım Talhayıgördüğü halde başına bir sıkıntı açmamakAcı Kök Yağmurun Tadında 231


için kaçtığım düşünebilirdim de, ama o günartık bunları düşünemezdim, biliyordum, düşünemezdim)Müşfikten bazan sıkılır gibi oldumama yanlışımı çabuk anladım. Ona güvenebileceğimide anladım sonraları... Şimdiiyi. Mesele yok, biliyorum.TALHABu akşam da Lerzan nereden hatırladı y-sa, sarhoşluktan yıkıldığım o geCeyi hatırlattısöz arasında. Bilmem neden, gece çıktığımınfarkına vardı da ondan mı? Neyse önemliolan o değil. O gecenin ertesi Müşfik nasılüzüldüydü. Bekletmemi, körkütük olasıya içmemiunutmuş yalnız «Neden dönmedim, arabayaneden daha çok dikkat etmedim, nedençağırmadınız» dij'ordu hep. Neden içmiştimsahi, sürüklenmiştim besbelli, Kemal bir tanedaha zorla deyip durmuştu o gece ama benneden içmiştim... Müşfikten öc alır gibi birhalim vardı, belli belirsiz hatırlıyorum. Ondanöc alır gibi bir hal. O günden sonra daöyle oldu ya birkaç kez. Kendimi korumakiçin yapıyordum sanki. Ama kendimi neden,kimden koruyacaktım. O benim için bir tehlikeolmadı ki hiçbir zaman.,. O gece böyleüzülürken bir an sanki «Hastalansa ağırlaşsada ona herhangi bir şey yapabilme yardım232 Acı Kök Yağmurun Tadında


edebilme rahat verebilme fırsatı elime geçse»der gibi yahut düşünür gibi bir hal geldi yüzüne.Sevginin böylesinden korktum. Bu, hyecandan, kör tutkudan başka bir şey değildi. Bu, ateşti, yakan, tüketen, külünü bile dağıtacakgücü bulabilen ateşti. Sonra da böyledüşündüğüm için utandım. O da böyle duymuşolabilirdi ya bir an için, o da hemen utanmıştıröyle düşündüyse... Ama başka bir gecegene sıkılıyor gibiydim.; Onu hem istiyor hemistemiyordum. O gece onu istemeyişimin sebeplerindenbirini sezdim. Onun her gecesinibana vermesi sıkıyordu beni. Bana yaşayacakvakit bırakmadığı için değil. Onun uzağındada yaşayacak vakit bulduğumu ona da söylemişimdir.Ona gittiğim zaman nasıl olsa ikimizinapayrı hayatını yaşıyoruz. Bu hayatayrı ayrı ne benim ne onun, ikimizin hayatı.Saniye saniye yaşadığımız, harcanmaz, tükenmez...Bana geldiği, Lerzanm, çocuklarımınyanında bu kendimizin olan hayatı zorla başlattığı,beni evimden ailemden durduğumuzyerde de olsa zorla alıp götürdüğü zamanlarbile evimle onun arasında diri kalan bir saygıvar, o yön de sıkmamak beni; ben de ohayatı yaşarken yaşadığımı bildiğime, damladamla süzdüğümü duyduğuma göre... (hayırAcı Kök Yağmurun Tadında 233


ama benim için gecelerini böyle harcaması sıkıyordubeni korkutuyordu daha doğrusukorkmadan kabul edebilmeli korkutuyordu...Hep o «bir gün gelir de...» korkusu dediğişey... Bu korkunun boş bir korku olduğunukendi kaç kez söyledi ben de biliyorum bende biliyorum) İnsan böylesine sevebildiktensonra korkuyu atmalı içinden, yaşamalı, yalnızcayaşamalı, içinden bu yaşamanın kurduolacak her türlü ölüm tohumunu atabilmeli,atmalı diyor hep. Ben de farkındayım ama okorkuyu hâlâ içimden atamadığımı anlıyorumara ara... Hep o «bir gün gelir de...» korkusu.Boş evet, ben de böyle belledim ama...(ama çöl var binlerle yılm gerisi öncesi varyalnızlık var yalnızlığın oyalanması çabasının kişiyi aldatan boşluğu var dönmek kaçmakkendikendine kalmak isteği var sarı kumlar üstünde ^maviliğin altında araya başka birrengin katışmadığı... Var ama...» Bu korkuoluyor gene. Dediği gibi bu korkuyu atmak,gözünü yumup yalancı bir güvenlik duyusunakapılmak olmamalı. Bu dirim, bu duygularher gün tartaklanmak, süzülmeli; uykuya kapılmakşöyle dursun uykusuzluk içinde kıvranmakbir bakıma, ama korkudan uzakta,uzakta bile değil, ötede (yıllık binlerce yıllık234 Acı Kök Yağmurun Tadında


korkulardan yosunlu kaypak karanlıklardanuzakta uzakta bile değil ötede bu karanlığınunutulduğu) korkunun bilinmediği bir yerde...İçmiştik gene, birkaç gün oluyor (yokyalnız üç gün üç gün oldu da araya buncagünlük olaylar sığıştı gibi geliyor bana) içmiştik,ikimiz de tutukluklarımızı bir yana bırakmıştık.Ben söze başladım, nasıl oldu bilmiyorum,evin beni arasıra sıktığını anlatmakistedim. Belki beceremedim ama anlaştık.Sıktığı doğru değil, insanın an olur kendinikösteklenmiş duyduğunu anlatmak istedim.Zaten ben böyle şeyleri anlatmakta hep güçlükçekerim (öyle derim de kızar bana senanlatamazsan sen anlatamadığını söylersenkim anlatabilecek der sözlerin yükünü sorumluluğunubilmeyen insanlar mı der, belki desorumluluğunu bildiğim için duyduğum içinanlatamıyorum derim, kaçmak için farkmdayımdıro da farkında, deli der güler) Ama ogece gülemiyorduk, gülmüyorduk, hayatımızıyaşıyorduk, içindeydik, dışına çıkıp gülme inceliğinikendini beğenmişliğini atıyorduk birkıyıya. Deniz daha önemliydi. Konuştuklarımızbaşlangıçta her zamanki gibiydi, biribirimizikavrıyorduk, ele geçiriyorduk, sonra son-Acı Kök Yağmurun Tadında 235


a ışın can damarına geldik. Durdum. Bendensöz açmıştı, beni bulmaktan... Durdum. Senzaten arıyordun dedim, bir şeyler arıyordundedim, onları bulmağa hazırdın dedim, o zamankarşına ben çıktım, hazırdın bulmağa,bende buldun o aradığını, bende görmek istediğin,bulduğun şeyleri bulmağa hazırdın...İpi uzatmıştım, elimdeydi, çekişine göre yadüğümü sağlamlaştıracak ya da çözecekBekliyordum. Başını salladı. Bekliyordum.Evet dedi, hazırdım belki, ip geriliyordu, hazırdımbelki, ip kayıyordu, 1 ama sende bulmağadeğil, ip sıkışıyordu. Sende bulmağa değil.Tesadüf diyelim istersen dedi. Tesadüf amaher şey de, ömrümüzü kuran her şey de tesadüfya... Sen de tesadüfsün ben de. Kelimelerleoynamayalım. Tesadüf değil Tanrı diyeceğimben... Her neyse dedi sonra, şu yahutbu yolda tesadüf ama sen olmasaydın bulacakmıydım aradığımı, evet hazırdım belki ama...Aması var... İp orta yerde duruyordu. Düğümüertesi gece bağladı, (her zaman öyle yaparbunu kusur sayacak mıyım ki?) Yolda giderken.Sustuktu bir ara. Birden karanlığadoğru Talha dedi, dün gece her zamanki gibieşekliğimi ettim sana hazırdım belki derken,tesadüf derken; Tanrı derken doğruyu söyle-236 Acı Kök Yağmurun Tadında


misim, düşündüm, bütün gece düşündüm, arıyordumama bulmağa hazır değildim, sendebulmağa, seni bulmağa hazır olmadığım gibi.Arıyordum yalnız, belki ne aradığımı da iyicebilmiyordum, seziyordum ancak. Ama sendebuldum. Bulduğumu bildim ama yadırgadım,kötü bir şeyin yadırganması gibi değil,kişinin kapalı havalarda başını kaldırıp tepesindearı duru bir maviyi görünce yadırgamasıgibi, güzel bir tek bulutu engin maviliğiniçinde görüp yadırgaması, mavinin güzelliğiniyadırgaması gibi bir şey. Hazır olsaydım yadırgamazdım.Bu yadırgamanın ardından gelensevinç her şeyi çözdü... (yağmur çiseliyordusıcak dingin suskun bir yağmur yüzünükaldırdı bir daha söyledi kaçıncı kezdi bilmiyorumbir daha söyledi ona yağmuru sevdirmişolduğumu, eskiden kaçardım yağmurdanşimdi hiç değilse yanındayken bu yağmurunsaçlarıma gözlerime ağzıma yağmasını seviyorumdiye, yağmuru ikimiz de seviyorduk)Öyle demişti. Ama bir gece önce, bunları dahasöylemeden, ipi büsbütün düğümlemeden bıraktıktansonra, kıskançlık sözüne akıvermişti.Bizim olan bir şeyle bunun dışında kalanlarındavranışından ötürü... Aşka dayanamayankimselerden, aşktan ürken kimselerdenAcı Kök Yağmurun Tadında 237


açmıştı, Yehudayı anlayıp anlatmağa kalkıştbirden... Karmakarışık anlatıyordu ama birışık beliriyordu sözlerinin içinden. Sürünesimgelen bir ışık. Aşk onun anlattığı gibi olmalıydı(benim bildiğim gibi benim de bildiğimgibi susup söylemediğim gibi susmaktan STrılaeağım yakında) Ölümden kurtulmuş, ikininher şeye karşı tekliğini bulmuş... Gözleridoluydu parlıyordu, yaşları çenesine doğruakıyordu. Yüzümü çevirmedim uzun bir zaman...Bakışıp durduk.Neredeyse gelir. Silkineyim. (silkineyimpatlayayım yılların tortusunu boşaltayım başlayacağımyakında aylardır uyuyan ateşi uyandıracağımuyanacak kendiliğinden boşalacakakacak susmadan ayrılacağım söze geçeceğimgeçmişlerin içinden gelen söze...)DİLÂVERGecikti gene bu gece, yemeğe gelmeyecekdemek. Oysa bu sabah evden çıkarken düngeceyi unutmuş gibiydi. Sarıldı bana. Hep anneciğimdiye çağırdı beni. Bir sürü şey istedibenden. Bilirim onun bu çocuk şımarıklığını.Beni sevindirdiğini bildiği için mi yapıyoryoksa ona hizmet etmem mi hoşuna gidiyor,arasıra bilemiyorum. Ama hayır, bilmeliyim,238 Acı Kök Yağmurun Tadında


eni sevdiğini göstermek için bundan başkabir yol düşünemiyor çoğu zaman, (sevmesininasıl biliyor diye şaşıyorum arasıra ömrü boyuncasevdiklerini hep böyle mi sevdi ki...)Benim için de böyle ama, ben de biliyorumistediğim şeyin bu olduğunu. Ama bu sabahda aynı şeyi yaptığı halde neden gelmedi yemeğe? Bir şey mi oldu, gene bir şey mi hatırladı,kızdı mı yoksa... (bütün ömrüm böylegeçti hep onu düşündüm böyle elimde ne kalıyoreninde sonunda...) Talhaya mı gittiacaba? Ona gittiyse beni hatırlamaz bile, yahuthatırlasa da onu bırakıp gelmez. Onu beklemekten vazgeçip yemeğe oturdum. Lokmalar boğazımdan geçmiyor. Yemediğim içim kızıyorsonra, yemeye yemeye hastalanmak mıistiyorsun sen diyor. Nasıl yemek yemek istercanım o olmadıkça yanımda? Onun gelmediğizamanlar benim aç kaldığımı düşünürsegelmesi, yemekleri hiç aksatmaması gerekirdi.Beni gerçekten düşünüyorsa... Belki degerçekten üzülüyor, düşünüyor ama gene gelemiyorayrılıp Talhanın yanından... O Talha...Hayır ama, çok arkadaşını gördüm, hiçbiriona erişemezdi, ben bile inandım buna,ben bile güveniyorum ona, ama böyle her gecemizi...Hoş onun alıp almadığı belli değil,Acı Kök Yağmurun Tadında 239


Müşfik benim oğlum, bilirim onun huyunu.(Talha Müşfik için bambaşka bir şey olduonun bile farkındayım, ötekilerin hiçbirineböyle bağlanmadı, başka bir şey bu bambaşka,eski artık unutulan bilinmeyen dostluklargibi) Bu yemeği bitirmeğe çalışmalıyım. Gelmeyecek.Kimbilir hangi olmayacak saatte kapınınaçıldığını duyacağım, anahtarlarını cebinesokusunun sesini tanıyacağım, odama gelipbaşucumdaki lâmbayı söndürmesini bekleyeceğim,gözlüğümü, kitabımı gözümden,yastığımdan almasını duyacağım, yatağına yatışınıdinleyeceğim, uyuyuşunu... Yarın sabahyeniden o uykudayken kalkıp başucuna gideceğim,onu uyurken seyredeceğim. Oğlum benim.Ne yaptıysa, ne olduysa... Oğlum... Neolurdu Talhanın zamanından biraz da banavermeyi isteseydi ama...iMÜŞFİKNe yapıyordur şimdi? Gecikmeme bakıpsokağa fırlamasa bari. Koşuyorum ama yetişecekmiyim ona? Bir yetişsem... Konuşacağımvar, konuşmalıyım, görmeliyim onu...Durabili­Sesi geliyor kapının ardından.rim, soluk alabilirim...240 Acı Kök Yağmurun Tadında


Konuşacaklarım her zamanki gibi Önemsiz,önemsiz göründüğü halde önemli ufacıkşeylerdi. Dün gecenin sözünü etmemeğe çokdikkat ettim konuşurken. Bir ara açıldı okonu ama hemen uzaklaştık ondan... Yalnızsıkıldığımı, başımı alıp ağaçların altında, karanlıktadolaştığımı söyledim, o da çıktığınısöyledi. Bana gittin mi diye sordum korkarak,hayır dedi, kimseyi görmek istemiyordum. Sevindim.Beni gelip de bulamamış olsaydı üzülecektim,daha çok üzülecektim. Ama sıkılıpbana geceyarısı gelmeğe kalkması da ne sevindiriciolurdu... Bu kez uyandırmağa kararvermiş olarak...Hayır aklım başka yerde. Ona birdenbiresöyledim düşündüğümü, beni arasıra kabuletmek istemiyorsun dedim. Nasıl dedi. Öylededim, anlatmak elimden gelmez şimdi, ancaksözümü de geri alıyorum hemen dedim, azönce anamın sözünü ederken —benim gibienayice korkulara kapılarak— bana onu çokyalnız bırakma dediğin için sözümü geri alıyorum.Beni kabul etmek istemeyişin belki debu yüzden demedim ama hâlâ aklım orayatakılı. Evet gerçekten beni kabul etmek istemiyorgibi geliyor arasıra. Benden uzaklaşıyor, onu görmek istediğim halde arasıra birAcı Kök Yağmurun Tadında 241


sürü bahane buluyor beni görmemek için çarearıyor (biliyorum unutmamalıyım belki kendikendinedüşünürken bile bunu açıkça geçirmiyoraklından yalnız o kendini suçlu bulmaduygusu onu deliyor arasıra yüzünde görüyorumonu ellerinde gözlerinde unutmamalıyımbunu kendi bencilliğime dalıp ben de bencilliğiminduygusundan kurtulamıyorum ya) benitutmaktan korktuğunu seziyorum bazı bazı,anlıyorum, yaptığının çocukça bir şey olduğunuanlatmak istiyorum ona. Sonra vazgeçiyorum.Vazgeçiyorum çünkü ben de duyuyorumbunu arasıra, ben de arasıra korkuyorum,onu tutmaktan kösteklemekten (bu duygusununsuçluluğunun deliciliğinin de boş olduğunu kendine boş yere üzüntü yarattığını dasöylemek isterdim ama ben de öyle değil miyim?)Bana anam çok yalnız bırakmasan dediğisıra gözünün içine bakıyordum, ben deöyle düşünüyorum dedim zaten ama bu kendihayatımızı yaşamaktan vazgeçmek demek olmasagerek... Gözlerinde bir parıltı gördüm,donuklayan bir parıltı. Başımı çevirmedimben de, onun yaptığı gibi. Orada da bağlandıkartık...242 Acı Kök Yağmurun Tadında


Beni yalnızken gördüğü zamanlar dahasevinçli, beni yalnızken görmek istiyor, farkındayım.Ama beni yalnızken görmeğe alışırsabir çeşit kaçmaya gitmiş olacak, onu istemiyorum.Kaçmamalı, bilenmeliyiz. Kaçaninsanlardan söz açmıştık bir gece, bana «bulmağahazırdın» dediği gece, kaçanlar var demiştik,bir de sığmak bulanlar, sığmağı bulanlaronu aramış olanlar, arayarak göklerinaltında dolaşmış olanlar. Bir de kaçanlar varama, nereden kaçtığını belki bilen ama nereyekaçtığını hiç bilmeyen insanlar. Onlara nedenyaklaşalım, neden onlara benzeyelim.Kaçmaya benzeyen bir şey yapmamalıyız. Yalnızkalmanın mutluluğu içinde bu mutluluğukaçmağa değer bulmamalıyız. Ben de kaçmakistediğini duvarım arasıra. Bendim geçenlerdeona —Talhaya— anamla konuşurken ona—anama— geçmiş günlerinden söz ettirmemeğeçalışmasını söyleyen, onlardan söz açtığızaman tatlılıkla, kararlılıkla sözü başka yeregetirmesini söyleyen. Anam geçmiş günleriniancak gözyaşlarıyla anar, üzülmemesi için bende konuşturmam onu konuşturulmamağa daüzülüyor ama ötekine üzüldüğü ölçüde değil.Talhadan da aynı şeyi istedim. Ama bunu isterken,Talhanın bu sözlere, bu geçmişe yabancıkalmasını da istemiş olmuyor muydum?Acı Kök Yağmurun Tadında 243


Ben de kaçmak istiyorum ara sıra. (bildiklerimdenbilmediklerimden) Ben de kaçmamalıyım.Sığmağı bulduktan sonra...TALHABencillikten neden açtı bu gece? Bencilliktenuzak olduğumuzu o bilmezse kim bilecek?Ben de biliyorum bencilliğe benzeyenbir sürü davranışın altında bencillik değilbambaşka bir şey olduğunu, (onun bencilliğebenzeyen bir sürü davranışının altında)Bencillik değil, kendini orta yere getirerekbütün dünyayı bu kendiliğin çevresinde kurmanınsonucu bu. Bencillik değil ama herşeyi, beni bile kendi gönlünün içinden görmek.Ben. de aynı şeyi yapabilirdim. Yapmıyorumama. Ben de onu dünyanın ortası bellemişgibiyim, (yakında sözler başlayacak benimiçin de yakında az kaldı ben de söze geçeceğimgeçmişe geçeceğim aramızda çözülmemişen önemli düğümler yakında başlayacakortaya atılmağa artık güçlüyüz başlayabilirizbilmeceler çağı yakında başlayacak çözülecekbilmecelerin çağı şimdiye değin konuştuğumuzher şeyin ötesinde ardında kalan ikimizinde değinip kaçtığımız şeyler benim içindeğil onun için değil bizim için önemli olarşeyler) Ben de boyuna onun söylediklerinden244 Acı Kök Yağmurun Tadında


aşlıyorum yürümeğe. Ama bencillik nasılgeldi aklına durup dururken, eski konuydu...Ama gelir onun aklına, gelir, tartaklama dediğide bu değil miydi bir bakıma? (yalnızyakında başlayacak olan çağı beklemiyor obeklemiyor karanlığın sözle aydınlanmasınıisteyen bekleyen oydu ama bunu beklemiyorbiliyorum şaşıracak ama güçlüyüz artık güçlü olmalıyız ben de tökezlenebilirim o da amatökezlenmeler de sona erecek mevsimler gibitükenmez göründüğü halde güçlü olmalıyız)MÜŞFİKBencilliğin ötesine geçtiğimi, geçtiğimizianlatmak istedim, gereksizdi biliyorum amaedemedim söylemeden. Belki de anlatmak istediğimidaha bilmiyor. Bilmiyor daha amayakında onu bile anlatabileceğim açıkça, ürkmeden,korkmadan. Bencilliğin çirkinliğin ötesinenasıl geçmiş olduğumu, olduğumuzu. Bilmiyor,belki açmak güç gelecek bana ama anlatmalıyımona nasıl her ölçünün ötesinde olduğunu,daha güçlüyüz artık, olmalıyız, anlatacağım,yakında. Bencilliğin sözünü çok ettimbu gece, dolandım çevresinde. Yakındabaşlayacak her şey.Acı Kök Yağmurun Tadında 245


Ama, onun olmadığı bir yere gitmektenseömrüm boyunca yerimden kımıldamak istemediğimibiliyor. Geçen gün, gene gitmekten,gezmekten konuşurken ben gitmem nedeninibilirsin dediğimde ben de gelirim birlikte giderizdemedi mi? Gidemez, ben de gidemem,ama benim gitmem için onun da gitmesi, birliktegitmemiz, onun ağzından çıkan bir sözolmadı mı?Güçlülüğün umudundayız.19 5 6www.eskikitaplarim.com246 Acı Kök Yağmurun Tadında

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!