13.07.2015 Views

Yavuz Bülent Bâkiler'in - Bizim Kulliye Dergisi

Yavuz Bülent Bâkiler'in - Bizim Kulliye Dergisi

Yavuz Bülent Bâkiler'in - Bizim Kulliye Dergisi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Muhterem Okurlar,44. sayımızda yine birlikteyiz.Dergimizin her sayısında seçkin imzaların yer aldığınıgörüyorsunuz.Türk diline, edebiyat ve sanatına vefa gösteren kalemerbabı, yurdumuzun her köşesinde yazılarıyla olsun şiiriyleolsun bize destek vermeye devam ediyor. Bizler de kültür veedebiyatımıza hizmet edenleri, bu yönde eser verenleri özeldosyalarla hatırlayıp/hatırlatacak, ahde vefa örneği göstermeyedevam edeceğiz.Dergimiz, özel dosya konusuna ‘Destan Şairi’miz NiyaziYıldırım Gençosmanoğlu ile başlamıştı; sonra Ahmet KabaklıHoca ve bozkırın bilgesi Cengiz Aytmatov ile devametti.Şimdi de aynı halkanın bir devamı olarak gördüğümüz<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’e ayırdık.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, yalnızca özel dosyamızın konuğuolmadı, şehrimizin ve Vakfımızın da konuğu oldu. Kendileridavetimize icabet edip Elazığ’a da geldiler.O, Türkçemizin sevdalısı olarak karşımızdaydı. Ona olansaygı ve hürmetimizi perçinledik, sevgimizi çoğalttık. Bazenşair ve yazarlarla aynı ortamı, aynı atmosferi paylaşmak,onlarca kitap okumaya denk düşüyor.45. sayımızda buluşmak dileğiyle…<strong>Bizim</strong> Külliye


NAZIM PAYAMZaman, şairikonusuyla,temasıyla vegönderdiğininadresiylehatırlatır.Yazdıklarınınbüyük dilimiylekabullendiğimizşair, “ben”i veya“biz”i anlamış veiçine sindirdiğinidil harcımızakatmış olanşairdir.Şairler yalnızca “iyi” ve “güzel” yazmaklakabullenilmezler. Mısrasınıtamamlamış şair, elbette dilinin inceliğinibilecek, bir üslubu olacaktır. Bu, şair olmanınönceliğidir. Eksiğe tahammülsüz okur,“iyi” ve “güzel”in yanı sıra şairin eğilimlerine,neyi, ne ve kim için söylediğine bakar vebaktıklarının bütünüyle şairini değerlendirir.Döneminde yeninin getirdiği boşluğu sürekliliğin hâsılasıyladolduramamış nice zirve şairin bugün esamisi okunmuyorsaokur için o “iyi”siyle, “güzel”iyle geçmişin zevk sandığındakalmıştır.İnsanı saat gibi işleyenler, sanata sindirdiği dünya görüşüyle,sezgisiyle uzağı zenginleştirmeye devam edenlerdir.Zaman, şairi konusuyla, temasıyla ve gönderdiğinin adresiylehatırlatır. Yazdıklarının büyük dilimiyle kabullendiğimiz şair,“ben”i veya “biz”i anlamış ve içine sindirdiğini dil harcımızakatmış olan şairdir. Böyle şairleri kendimizde, kendimizi şairimizdegörür, severiz. Şairimizin ilkin dilini benimser sonratemasını kabulleniriz. Ancak bizde kalacak olan bu sonradır.Okur, şairin temasını kabullendikçe onu bir neticeye doğru tazeler,güçlendirir. Şairinin dünya görüşünü, sezgilerini günlükhayata karıştırır, vakit ışıklarıyla bezer, her çağın büyükleriarasına taşır.Şair yürüten okurudur.3haziran-temmuz-ağustos2010


Birçok ‘sanatçıya özel’ hazırlanmış “armağan”kitaplarında yürütmenin genelde şairin eğilimleri ve‘tema’ minvali üzere inşa edildiğini görürüz. “<strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler’e Armağan” kitabında da dikkatleriçeken, Bâkiler’in duru, akıcı dilinde işlediği temalarınokur nezdinde ele alınışıdır. Selçuk Karakılıç’ınhazırladığı ve elliden fazla şair, yazar ve fikir adamınınyer aldığı “Armağan” kitabında işte, şairimizebakışın ipuçlarından bazı ön başlıklar: “Türkçe’ninBüyük Savunucusu”, “Türklüğe Adanmış 70 Yıl”,“Sivas’ta Yoksul Çocuklar”, “Türklük Âşığı”, “Aşkınve Anadolu’nun Şairi”, “Anadolu Gerçeği”, “AnamınNamazları” Üzerine”, “Sözün Doğrusu ve Şiiri”,“Azerbaycan’a Muhabbetle Dövünen Yürek”,“Üsküp’ten Kosova’ya” “Çok Şükür Eslim de, Neslimde Belli”…Okur, “<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’e Armağan”ındaonu “millî, İslamî, insani” değerleri özümlemesiyleöne çıkarmıştır. Şairimizin işaret ettiği şimdi ve gelecekokur gerçeğine, okur hissine böyle dönüşür.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in okurlarından biri de tarihçiYılmaz Öztuna’dır. Öztuna, dönüşümün gerekçesini,muhabbetini, samimiyetini şöyle belirtir: “Millî kültürümüzünher türlü tezahürünü dile getirir. Türk için çalışır,Türk için üzülür, Türk için sevinir. Okuyanlarına mutlakabir şeyler öğretir.”Şairler bir şey öğretmek için değil, elbette bir şeylerihissettirmek için kalemlerini açadururlar. Hissettiğiniöğrenmeye yönelen okurdur. Okur, dillendirilenicanlı hücreler hâline getirerek mitlerini, kıymetlerini vehatıra odalarını ışıklandırır. Sözün gücü en etkin olarakşiirin elindedir. İnsan kendisini zapt eden şiirle değişir,şiirle belirlenen sorunların yaşattığı duygulara yönelir veçözümüne talip olur. Şairin dışa vurduğunu içine çeker,rüyasına yatar. Öztuna’nın kastettiği de bu.Çokları Bâkiler’i lirik şair olarak kabullenir; öyle olmasınarağmen o, elinde tutuğu aynasıyla gerçeğe niceyalın didaktik şairden daha yakındır. Cezbe hâlinde dahiayaklarını yerden kesmez. İnsanımızın hâlini aşina kelimelerleresmeder. Yaşını başını almışlarımızı anlatan“Anadolu Acısı” buna örnektir; “İnsanlar gördüm sende:İmbikten geçmiş gibi/ Yüreklerinde sıcak, misilsiz birmerhamet/ İnsanlar gördüm yine: hâin, câhil, asabi/ Taşdevrini yaşayan bir kaba kuvvet…” Sonra; “Analar”,Anadolu Gerçeği”, “Kan Davası”, “Sivas’ta Gecekondular”,“Sivas’ta Yoksul Çocuklar” ve benzeri şiirlerinisayabiliriz.Bâkiler, hemen her şiirinde birey veya toplum gerçeğimizieşeler. Nedense gerçeğimizde olması ve olmamasıgerekenler iç içedir. Onun şiiri inancımıza, hayatımızakaynaştırdığımız zıtlıklar bütünüdür. “Cebeci Camii”şirinde de tasvir edilen yine bu zıtlıklardır: “CebeciCamii’nde ezan okunur./ Kapısı önünde fakir fukara…/Al git bu sevdayı başımdan rüzgâr/ Al git uzaklara.”Bâkiler’de sorunun da çözümün de kaynağı insandır.O, cehaletin yaygınlaştırdığı fukaralığın, duyarsızlığınüstüne şiirle yürür. Düğümlerin çözüm için insana seslenir.Seslenişinin ton ve tınında abartı yoktur. İçtenliklidir.Göstermelik inceliklerden, slogandan iğrenir. Sevginin,bağlılığın ve sahiplenmenin aşısını hazırlamak, bütünleştirmek;Türkçenin ona verdiği görevdir.Bâkiler milliyetçidir.Bâkiler’in milliyetçilik anlayışında “dil” milletmektebinin en önemli şubesidir. “Dil kopuklukları, dilebağlı kültür farklılıkları ortaya çıkaracağından” Türk’edair coğrafyada “Ortak kelimeler”in zenginleştirilmesine,yaygınlaştırılmasına adanmıştır. Konuşmalarında,düzyazılarında “ortak kelimeler”i günlük hayata sevkedecek yöneticilerin, bilim adamları, yazar ve şairlerimizinsorumluluğuna işaret eder. Bâkiler’e göre ‘ortakkelimeler’ farklı fikirler taşıyan kardeşler arasındaengelleri aşmanın yegâne vasıtası olacaktır. (Bakû’de,bir grup Azerbaycan Yazarlar Birliği Mensubuyla –sanat,edebiyat üzerine- sohbet ediyorduk onlara ‘90 öncesiTürkiye Cumhuriyeti’nden hangi şairleri tanıdıklarınısormuştum. Hiç düşünmeden “Nazım Hikmet ve <strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler” demişlerdi.) Bu amaçla bir televizyonkanalında gerçekleştirdiği “Sözün Doğrusu” programıhem yurt içinde hem de yurt dışında takdir edilmiş,Türkçemize olan muhabbeti beklenmedik derecede artırmıştır.Ahmet Kabaklı, Bâkiler’in “…çok belirgin bir özelliğide, bugünkü milliyetçiliğimizin özelliği olarak Türk’eve İslam’a, Turan’a ve Anadolu’ya, dönük sevgi ve düşüncelerinişiirinde kaynaştırması” olduğunu söyler.Geniş kitleye teşmil <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, yaşadığımuhiti, muhitini kucaklayan sınırları, Türkçenin iz bıraktığıbütün diyarları muhabbetine de kaygısına dadâhil etmiştir.Bâkiler, şiirlerinde olsun düzyazılarında olsun aynıkültüre mensup kardeşlerin sosyal ve siyasi sıkıntılardankurtulmaları için aynı geleceğe bakmalarını ister.Kardeşler ayrı ayrı odalarda bulunabilirler, ama dünyaevi içinde birbirilerini hatırlatacak olayları, olguları,sevinçleri, ağıtları ortak destanlar, menkıbeler gibipaylaşmaları gerektiğine inanır. Nimetleri bereket-4haziran-temmuz-ağustos2010


lendirecek seslerin birleşmesini arzular. İnsanımızınhücresinden vücuduna hareket sağlayacak duygusunaseslenir. “Millî, İslami, insani” değerlerin heyecanınıartırmaya çalışır. Ve bütün bunları imanın bezediğikelimelerle “trajik olanı” göstererek yapar.Bâkiler’in “<strong>Bizim</strong> Türkümüz” şiiri ülkümüzü ifadeaçısından önemlidir:<strong>Bizim</strong> Türkümüz<strong>Bizim</strong> türkümüzde gurbet var artıkHasret var, yürek var, toprak var balamGönlümüzü sımsıcak alan topraklarTanrı Dağları’na kadar Bismillahlarla uzarKim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadarKerkük’te kurşunlar ansızın bizi vururSürüklenir sokaklarda başsız cesetlerimizZulüm bir hançer gibi içimize otururBir mağara devrinden arta kalan insanlarKerkük’te kan kusturur…Uzar gider bir sessizlik içindeBir uçtan bir uca Türkistan topraklarıBeyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarınaÇöreklenir yedi başlı bir kızıl yılanBaş kaldırsa esarete yeni bir Osman Batur HanBebekler bile vurulur beşiklerindeKana boyanır Türkistan.Basmış kanlı çizmeler toprağına bir defaÇiğnenmiş kara kalpaklar, temiz duvaklarSusmuş minarelerinde mübarek ezanPrangaya vurulmuş bir mahkûm gibi çaresizBoynu bükük türkülerde güzeliiim Azerbaycan.Bir kanlı ağıt söylenir şimdi Kırım’daBiz duyarız Kırım’ın öldüren feryadınıBir büyük destanla birlikte yeniden yazacağızKırım topraklarına Kırım Türk’ünün adını.Balkanlar’da büyük, öksüz kubbelerMinareler, şadırvanlar, kervansaraylarBizi söyler; anlatır Mimar Sinan’dan beriÜsküp’te, Estergon’da, bir atar damar gibiDavullar, zurnalar ve serhat türküleri…Yüzyıllardan beridir Altay’lardan Tuna’ya<strong>Bizim</strong> türkülerimizdir söylenenKonuşulan dil, bizim dilimizdirRenk renk nakış nakış uzayan toprak değildirKilimlerimizdir.Yine bir dağ gibi bir dev gibi doğrulacağızYeni bir ruh doğacak toprağımızdanTanıyacak bizi dünya yeniden heyecanlaBurma bıyığımızdan, kalpağımızdan.<strong>Bizim</strong> türkümüzde gurbet var artıkHasret var, yürek var, toprak var balamGönlümüzü sımsıcak alan topraklarTanrı Dağları’na kadar Bismillahlarla uzarKim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar.Bizi anlatan şiirler yaşadıklarımızın anlamıdır.Hüzünlü, düşündürücü, coşkulu anlamı… Yaşamanınanlamına vâkıf oldukça yeni anlatımlar, yeniidealler oluşturur, geleceğimizi işleriz. Geleceğimizinişlenmesinde tetikleyici unsur yine şairlerimizinsesidir. Bize ait anlam onların sesiyle başlar,büyür, onların sesiyle çözülür. Has sanatçılarımız,şairlerimiz bunu bildiğinden frekanslarını öncemize,özümüze ve gelecekteki Türk çağını hatırlatmayaayarlar. Uzak yakın bütün kardeşlerine sesiniduyurmak, bütün kardeşlerin sesini duymak ister.Çünkü kardeşlerin sesi, kardeşleri bir gün vecdegetirecektir.Şimdi, Bâkiler’in “Üsküp’ten Kosova’ya” kitabesindedışa vurduğu iç sızısına; ebedî diriliğinçağrısına bir kez daha kulak verelim: “HarâbâtîBaba Tekkesi’nin bahçesinde, tarihimizi hüzünleyaşadım. Tekkenin her noktasında, bizim kültürümüz,bizim medeniyetimiz, bizim inceliğimiz vardı…Ama bizim ruhumuz Şar Dağları’na doğru,çoktan kanat çırpmışlardı. Ve o güzelim şadırvandabir damla olsun su yoktu. Bahçenin şurasında burasında,sonsuzluk uykusuna dalmış gibi donup kalanbirkaç çeşmenin eski harflerle kazılan kitabelerine,usulca elimi dokundursam, sanki su olacak, yüreğimedöküleceklerdi. “Hay!” Allah’ın sıfatlarındanbiriydi. Ve “ebediyen diri olan” anlamına geliyordu.Etrafta, ebedî diriliği, sonsuz güzelliği ve misilsizmerhameti çağrıştıran diller susmuştu. Tekkeninküçük ve şirin mescidi içinde, bütün âlemlerinRabbine, bütün âlemler için duaya uzanan eller,secdeye kapanan başlar, tekkenin büyük ve sıcakruhaniyetini de beraberlerinde götürmüşlerdi.”■5haziran-temmuz-ağustos2010


6haziran-temmuz-ağustos2010


Sivas'ın Bezirci Mahallesinde geçtiYAVUZ BÜLENT BÂKİLER7haziran-temmuz-ağustos2010


Oturduğumuz ev iki katlıydı ve kerpiçten yapılmıştı.Mahallemizde üç katlı evler, parmaklagösterilecek kadar azdı. Tek katlı, arada sıradaüç katlı evler, omuz omuza verip uzanıyorlardı.Mutfağımız, odunluğumuz, kömürlüğümüz,helâmız, evimizin birinci katındaydı. İkinci katta ikiodamız, bir sofamız vardı. Odalardan birisi misafirlerimiziçindi. İkinci odada, annemle babam yatıyordu.Evin sofası biz çocuklar içindi.Bu evde, biz beş kişiydik. Annem ve babam, hepbaşımızdaydı.Biz üç kardeştik. Benden büyük bir ablam, bendenküçük bir kız kardeşim vardı.Hâdise, bugünkü gibi aklımdadır: Ben galiba 10yaşımdaydım. Annem, ikinci kata çıkan ahşap merdivenlerüzerinde oturuyordu. Dışarıdan gelip anneminyanına sokuldum, ağlayarak dedim ki:—Anne! Mahallede herkesin bir veya iki erkekkardeşi var. Kavgalarda birbirlerine yardımcı oluyorlar.Onları kimse dövemiyor. Benim erkek kardeşimyok. Kimse de bana sahip çıkmıyor. Her kavgadadövülen-sövülen yalnız ben oluyorum. Bana birerkek kardeş doğursana anne! Ne olursun anne!Annem o yalvarışımdan çok duygulandı. Başımıgöğsüne bastırarak:—Peki, oğlum, dedi. Peki! Sana bir erkek kardeşdoğuracağım. Ağlama sen! Üzülme!Annem bana gerçekten de bir erkek kardeş doğurdu.Ama aramızda on yaş farkı vardı. Bana hiçbirkavgada yardımcı olamadı.Babam nüfus müdürü idi. Tarihe ve edebiyata çokmeraklıydı. Bütün milliyetçi dergilerin abonesiydi.Dinî bilgisi- yakın arkadaşlarının ifadesine göre –bir şehirde müftülük yapacak kadar kuvvetliydi.Annem ev kadınıydı. Okula gitmemişti. Kendigayretiyle çat pat okuma öğrenmişti. Gazetelerinmanşetlerini ve takvim yapraklarını kekeleyerekokuyordu. Yazması yoktu. Annem, babamın dayısınınkızıydı. Çok dindar bir kadındı. Ben, ömrü boyunca,annemin bir defacık olsun, babama ismiylehitap ettiğini duymadım. Ya ismini vermeden yüzünekarşı konuşurdu veya ona “Babası!” diye hitapederdi. Babam da anneme ismiyle seslenirdi : “Heyriye!”derdi. Annemin ismi Hayriye idi. Babam, hemh sesini gırtlaktan söyler, hem de a sesini e’ye çevirerekhitap ederdi: “Heyriye!”Annemle babam, 60 yıl evli kaldılar. Babam çok,ama çok otoriter bir kimseydi. Sözleri âdeta kanunhükmündeydi. Evlilikleri esnasında, ben babamın,anneme bir fiske bile vurduğunu görmedim. Bir defasındaona, çok yüksek sesle bağırmaya başladı.Hepimiz âdeta taş kesildik. Ben sandım ki evin çatısıüzerimize çökecektir. Öylesine korkmuştum.Babamın terbiye anlayışında dayak birinci sıradayer alıyordu. Nasihat ettiğini pek hatırlamıyorum.En basit bir yanlışımı dayakla cezalandırdı. Zatenbabam, “terbiyemin bozulmaması için” benimlepek konuşmazdı. Anlaşmamızı annem sağlardı. Benbütün isteklerimi anneme açardım; annem babamasöylerdi. Babam cevabını anneme bildirirdi. Annemde babamdan dinlediklerini gelip bana tekrarlardı.Bu bakımdan babam, benim terbiyem için, daimadayağa başvururdu. Ben, çok hisli, çok sessiz sedasız,çok içine kapanık, çok sözden anlar bir çocukolmama rağmen, lisenin son sınıfına kadar, babam-8haziran-temmuz-ağustos2010


dan adamakıllı dayaklar yiyerek büyüdüm. Annem,babam beni tokatlamaya başlayınca, önünde durmamamı,kaçmamı söylerdi. Fakat ben, babamın önündenkaçmayı saygısızlık, terbiyesizlik sanırdım. Bubakımdan babam beni, yoruluncaya kadar tokatlardı.Bir dayak sebebini açıklamak istiyorum: Liseninson sınıfında idim. Bir gün İnkılâp Tarihi dersinde,hocamız Şapka İnkılâbını anlatıyordu. Gerekçe olarakşöyle diyordu:—Fes, bizim değildi. O bakımdan Atatürk, fesyerine şapka giyinmemizi istedi!Sırf öğrenmek için parmak kaldırdım ve sordum:—Hocam, dedim, fesi bizim olmadığı için çıkarıpattık. Şapka bizim miydi? Şapkayı bizim olduğuiçin mi aldık?Hoca cevap veremedi. Birtakım garip sesler çıkardı.Sonra, beni dövmek için üzerime yürüdü.Sınıfta kızlar vardı. Onların yanında dayak yememekiçin, dışarı kaçtım. Beni, gidip babama şikâyetetmiş. Akşam, babam eve geldi. Kalkıp paltosunualıp vestiyere astım. Birden geri dönerek beni tokatlamayabaşladı. Ama nasıl bir öfkeyle, nasıl bitmeztükenmez bir güçle! Ağlamaya başladım. Annem de,kardeşlerim de hüngür hüngür ağladılar annem yalvarırgibi sordu:—Babası! Ne var? Ne oldu? Çocuğu niye dövüyorsun?Babam, nefes nefese dövme gerekçesini açıkladı:—Eşşekoğlu eşek! Bugün sınıfta, tarih öğretmeninimüşkül duruma düşüren bir soru sormuş! Dahane olsun?Üniversite tahsiline başladığım zaman, babam,bana dayak atmaktan vazgeçti. Fakat yine, “terbiyeminbozulmaması için” benimle çok az konuştu.Babamın o terbiye anlayışı beni çok sarstı. Çocuklarımafiske vurmamayı kafama koymuştum. Nitekimiki çocuğum oldu. Zaman zaman onlarla altlıüstlü boğuştum. Şakalaştım. Salonumuzun bir başındanöteki başına kadar onlarla birlikte yuvarlandım.Çocuklarıma, orta parmağımla bir fiske bile vurmadım.Ama bana karşı saygılarından, sevgilerinden dehiç ama hiçbir noksanlık görmedim.Evin içini anlatmaya devam ediyorum: Ben ortaokulson sınıfa kadar hep yer yatağında yattım. Ortason sınıfa kadar yer sofrasında yemek yedik.Evimizin iki kapısı vardı. Biri bahçemize, birisokağa açılırdı. Buzdolabımız, çamaşır ve bulaşıkmakinemiz yoktu. Bahçemizde bir kuyu vardı. Mutfağımızdada bir tandır. Annem, yaz aylarında, yemektencerelerini bir sepetin içine yerleştirir, sonra osepeti kuyunun su seviyesine kadar indirirdi. Kuyu,buzdolabı vazifesi görürdü. Herkes öyle yapardı.Sivas’ta, benim çocukluk yıllarımda, elektrikler 24saat yanmazdı. Gece, saat 20’den, bazen 21’den sonraelektrikler kesilirdi. Annem o zaman kalkar gazlambasını yakardı. Gaz lambası altında ders çalışırdık.Radyo, her evde olmazdı. Mahallemizde, kimlerinevinde radyo varsa bilinirdi. Bildiğim kadarıyla,radyolu ev sayısı beş veya on civarındaydı. <strong>Bizim</strong>evimizde, radyolu evler arasındaydı. Fakat babam,bizim radyomuzu, oturma odamızın bir duvarına,tavana yakın bir yere bir terek üstüne yerleştirmişti.Bunu, biz radyoyla oynamayalım, onu bozmayalımdiye yapmıştı. Kendisi daireden eve geldiğinde, birsandalye üzerine çıkarak radyoyu açıyordu. Sabahleyindaireye gitmeden radyoyu kapatıyordu. Amababam evden çıkar çıkmaz biz bir iskemleyi radyonuntereğinin altına getiriyor, üzerine dört veya beşköşe yastığı koyarak düğmeyi çeviriyorduk. Babam,akşam eve gelince kapının tokmağında âdeta şimşeklerçakıyordu. Biz, aşağı koşmadan, radyonundüğmesini kapatıyorduk. O da sanıyordu ki, kendisieve geldikten sonra radyomuz açılıyor. Sivas’ta YoksulÇocuklar şiirinde, biraz da benim çocukluğumvardı. O şiirimin bir kıtası şöyleydi:Bezirci’de, Yüceyurt’ta Altıntabak ta…Çocuklar var; incecik yüzleri nurdanAma toz –toprak içinde elleri, ayaklarıOyuncakları çamurdan!Hiç abartmadan yazıyorum, bütün oyuncaklarımçamurdandı. Çamurdan elma, çamurdan armut, çamurdanaraba, çamurdan adam, çamurdan ev!... Yalnızyaz gelince, karpuz kabuğundan öküz arabalarıyapardık.Bütün çocukluk yıllarımda sadece iki oyuncağımoldu. Birisini, dayım Ankara’dan gelince alıp gelmişti.15 – 20 santim uzunluğunda güzel bir mızıkaidi. Üstü beyaz bir sacla süslü idi.Onu elime alarak sokağa çıktım. Bahçemizin arkasındanbir ark geçiyordu. O arkın kıyısına oturarakçamurdan yeni oyuncaklar yapmaya başladım.9haziran-temmuz-ağustos2010


Mızıkamı çamur bulaşmasın diye, arkama, kurubir yere koydum. Yeni çamur oyuncaklarım için nekadar uğraştığımı bilmiyorum. Ayağa kalktığım zaman,gördüm ki mızıkam yok. Onu arkadaşlarımdanbiri, usulca alıp götürmüş. Günlerce ağladığımı biliyorum.İkinci oyuncağım bir lastik toptu. Onu da akrabalarımızdanbiri bana hediye olarak almıştı. Top,küçük bir karpuz büyüklüğündeydi. Kucakladığımgibi sokağa fırladım. Arkadaşlarımla iki kale kurup,futbol oynamaya başladık. Daha birinci yarıyıtamamlamadan topuma bir diken batmasın mı vetopun havası kaçmasın mı! Sivas başıma yıkılıyorgibi oldu. O topla ikinci defa oynayamadım. Mahallede,kendi aramızda kurduğumuz bir futbol takımıvardı. Adı, Bezirspordu. Takım kaptanımız MemduhKaraçoban’dı. Ancak hiçbir zaman on bir kişiolamadık. Ben takımın futbol topunu saklamaklavazifeliydim. <strong>Bizim</strong> için çok kıymetli olan o topuniç lastiğinde en az kırk yama vardı. Delindikçeyama üzerine yama yapıştırıyorduk. Yine de içi,bir yerlerden hava kaçırıyordu. Hiç unutamadığımhâdiselerden biridir: Bir gün Ethem Bey Parkı’nınarka tarafında top oynuyorduk. Yakınlarda ÇavuşbaşıMahallesi vardı. Oranın çocukları, elleri bıçaklıbelalı kimselerdi. Birden, bizim top oynadığımızalana girdiler. Arkadaşlarım canlarını kurtarmak içinçil yavrusu gibi kaçıştılar. Takımın o kırk yamalıfutbol topunu saklamakla görevli olduğum için, bende koşup topun üzerine kapaklandım. Onu karnımınaltında, kollarımın arasına alıp sımsıkı yumuldum.Çavuşbaşılılar başıma yığıldılar; topu bırakmamiçin beni tekmelemeye başladılar. Müthiş bir dayakyedim. Tekmeler böğrüme gelince, nefessiz kaldım.Yüzüm yediğim tekmelerden morarmıştı, başım yarılmıştı.Ama yine de aklım fikrim takımın futbol topundaydı.Çavuşbaşı Mahallesinin arsız, terbiyesiz,insafsız haytaları topu ellerine alıp baktılar. Gördülerki topun dışında bile üst üste vurulmuş yamalar var.Onun en az kırk yamalı iç lastiğini görmeden kaldırıpüzerime attılar.— Ulan, dediler bu beş para etmez top için mibizi bu kadar uğraştırdın? Sonra, defolup gittiler.Hayatımın müthiş dayağını o beş para etmez topyüzünden yedim. Sokaklarımız, boydan boya toztoprak içindeydi. Asfaltın ne demek olduğunu katiyenbilmiyorduk. Sınıf öğretmenimiz Makbule YurteriAnkara’ya gidip geldiği için asfalt yolları görmüştü.Yine hiç unutamadığım açıklamalardandır;bir gün bize dedi ki:—Asfalt yol nasıldır, biliyor musunuz çocuklar?Asfalt yol üzerine bilyenizi koysanız, kendiliğindenyuvarlanıp gider. Asfalt işte öyle bir yoldur. Doğrusuçok şaşırmıştık. Nasıl olurdu da bir asfalt yol üzerinekonulan bir bilye, kendiliğinden yuvarlanarakgiderdi?Biz, mahallemizin şu veya bu sokağında bilyeoynarken önce sağ dizimizi toprağa kor, sol dizimiziçenemizin hizasına kadar kaldırırdık. Sonra sağelimizin işaret parmağının ikinci boğumu üzerindesıkıştırdığımız bir bilyeye, başparmağımızın tırnakboğumuyla ve tabii bütün gücümüzle vurduğumuzhâlde, onu bir metre uzağa ulaştıramazdık. Bilye,toprak yola gömülür kalırdı. Bu asfalt yol, nasıl biryoldu Allah’ım ah biz de, Ankara’mızı bir görebilseydik.Ziya Gökalp İlkokulunun beşinci sınıfındaydım.1947 yılındaydık. Bir gün öğretmenimiz büyükbir müjdeyle sınıfa girdi:—Çocuklar, dedi, İstasyon Caddesi’ni asfalt yapıyorlar.Şimdi ben sizi beşer kişilik guruplar hâlinde10haziran-temmuz-ağustos2010


oraya göndereceğim. El ele tutuşarak ve koşarak İstasyonCaddesi’ne gidip asfalt yolu göreceksiniz.Yine el ele tutuşup okula koşacaksınız. Katiyen birbirinizden ayrılmayacaksınız. Birinci gurup gidipgeldikten sonra ikinci gurup gidip gelecek; ben, birinciguruptaydım. El ele tutuşarak caddeye kadarkoştuk. Aradaki mesafe bir kilometre kadardı. HükümetMeydanını geçince gördük ki Kongre Lisesiönünde asfaltlama çalışmaları yapılıyor. Ceplerimizdekibilyeleri çıkararak o asfalt yol üzerine koyduk.Gördük ki bilyeler kendiliğinden yuvarlanıpgidiyordu. Çok şaşırdık. Gözlerimiz, hayretten iri iriaçılmaya başladı, öğretmenimiz doğru söylemişti,bir birimize bağırıp durduk:—Essahtan da la! Essahtan da! Essahtan da!Asfalt yolu ilk defa, ilkokulun beşinci sınıfındaokurken gördüm!Çocukluğumda iki defa boğulma tehlikesi geçirdim.Birinde, az kalsın bir değirmen oluğuna düşüyordum,ikincisinde Sivas’ta Paşa Fabrikası’nda“Baraj” diye bilinen bir gölette az kalsın, arkadaşlarımınarasında boğuluyordum.Galiba ilkokulun dördüncü veya beşinci sınıfınakadar annemle birlikte kadınlar hamamına gidiyorduk.Bir gün Şirinoğlu Hamamı’na gittik. O zamansekiz dokuz yaşlarındaydım. Yıkandıktan sonra, benannemden erken giyinerek dışarı çıktım. Yakında birdeğirmen vardı ve o değirmene derinliği bir metrekadar olan bir arktan su geliyordu. Etraftaki ağaçlardankendime bir dal koparmak istedim. Ağaçlar arkınöteki tarafındaydı. Ark üzerine 20–25 santim enindebir tahta uzatmışlardı. Ben de o tahtaya basarak karşıtarafa geçmeye çalıştım. Bir kaç adım atmadangördüm ki su üstünde akıntıya kapılarak gelen birdal var. Onu almak için eğildim. Tahta ayağımın altındankaymasın mı!... Kendimi arkın ortasında buldum.Sular beni değirmenin oluğuna doğru sürüklüyordu.Avazım çıktığı kadar bağırmaya, ağlamayabaşladım. Arkın hemen yanında çimenler üzerindebir asker namaz kılıyormuş. Namazını bozarak imdadımakoştu. Ve oluğa düşmeme birkaç metre kala,beni çekip çıkardı. Ölümden kıl payı döndüm.İkincisinde de, beni gölette boğulmaktan arkadaşlarımkurtardılar. Yüzme bilmediğim hâlde göleatlamanın cezasını az kalsın canımla ödeyecektim.Odur budur, sudan çok korkarım.Sivas, halk şiirimizin harman olduğu bir yer.Sivas’ta bine yakın halk şairi yaşamış. Türkiye’de,İstanbul dışında, bu kadar halk şiirimizle yoğrulanbir başka şehrimiz yoktur.Benim çocukluk yıllarımda o halk şairlerindenbazıları, sazlarını bir torba içine koyarak sırtlarınaasar, mahalle mahalle dolaşırlardı. Halk onlara“Hakk Şairi” nazarıyla bakardı. Oğlunu askere gönderenler,kocasını gurbete salanlar, bir yakınını kaybedenlerveya yakasını bir hastalığa kaptıranlar… OHakk âşıklarına, o zamanın parasıyla yüz para veyabeş kuruş uzatırlardı:—Âşık! Haydi, benim niyetime, bir türkü çığır,derlerdi.O halk âşığı da, önce parayı öpüp başına koyar,sonra torbasından çıkardığı sazına şöyle bir düzenverir, arkasından çalar söylerdi. Biz, mahalle çocuklarıda, o âşığın başına toplanır türkülerine kulak verirdik.Halk şairlerinin vezinli kafiyeli sözleri dikkatimiçekerdi, hoşuma giderdi. Ben bazen o âşıklarınpeşine takılır, başka sokaklara savrulurdum.11haziran-temmuz-ağustos2010


Gece olunca yer yatağımı anamın yanı başına sererdim.Anam, bir gaz lambası altında ya bizim delinençoraplarımızı yamar ya da bir şeyler örerdi. Benanamdan bana masal söylemesini isterdim. Onunmasalları arasında en çok “Boş Beşik” masalınıseverdim. O masal beni her gece ağlatırdı. Anamgözyaşlarımı görmesin diye, başımı yastığın altınasokardım. Anam ağladığımı bilirdi. Bilmezliğegelirdi. Boş Beşik, türküsü olan bir masaldı. Anamınsesi güzeldi. Masalın türkülerini söyleyincehalk âşıklarının sokaklarda çalıp söyledikleri türkülerihatırlardım. İçim daha çok ısınırdı. İplikiplik, ama sesiz sedasız, ağlardım. Her gece gözyaşlarıylauykuya dalardım ve anamdan her gecebana “Boş Beşik” masalını söylemesini isterdim.Düşünüyorum da, benim bu marazi derecedekihassasiyetim, galiba o “Boş Beşik” masalını hepağlayarak dinlediğim gecelerden kalmıştır. Şimdi“Boş Beşik” masalını merak edenler için özetliyorum:Konu, Toros Yörükleri arasında geçiyor. Birboy beyi oğlunu evlendiriyor. Ama yeni evlilerinyıllarca çocukları olmuyor. Nihayet bir gün gençevliler anne baba oluyorlar. Obaları bir yerdenbaşka bir yere göç ediyor. Göç kervanının en arkasınayeni anne olan gelinin devesini, onun arkasınada bebeğin beşiğini taşıyan deveyi getiripbağlıyorlar. O devirlerde örf - âdet gereğince gelinlerkayınpederleriyle, kayınvalideleriyle katiyenkonuşmadıkları için, yeni anne bu sıralamayaitiraz edemiyor. Deve kervanı yola düştükten birsüre sonra, bir kara kartal beşikteki çocuğu kapıpkaçırıyor. Kervan, konaklanacak yere vardıktansonra, bakıyorlar ki beşik boştur; anlıyorlar ki çocuğubir kartal kaparak kaçırmıştır. İşte o zamantalihsiz anne baba, babaanne, boy beyi feryatlarkopararak türküler söylüyorlar.Benim sevgili anam o türküleri söylemeyebaşlayınca, kendini o kaçırılan çocuğun yerinekoyuyor, söylenen türkülere sessiz sedasız gözyaşıdöküyordum.Hem sokaklarda dinlediğim halk şairleri, hemde anamın Boş Beşik masalı ile beraber söylediğitürküler, bende de vezinli, kafiyeli, söz söylememerakımı artırıyordu. Söylediğim ilk beyit aklımdadır:Babamın saçları genç yaşında ağarmıştı.Babam saçlarını boyardı. Babamın samimi arkadaşlarındanHacı Bey bazı akşam gelir babamıevden alırdı. Çıkıp şehir kulübüne veya başka birdost evine giderlerdi. Kapı tokmağını vuruşundangelenin Hacı Bey olduğunu anlardık. Babam, arkadaşınıbekletmemek için, saçlarını acele acele boyardı.İşte ben o hâi şöyle anlatmıştım:Hacı Bey kapıya gelip dayanır.Babam da aynaya bakıp boyanır.Arada söylediklerimi hatırlayamıyorum.İlkokulun beşinci sınıfındayım. Bir gün öğretmenimizMakbule Yurteri sınıfa girip dedi ki:—Çocuklar, okulda bir duvar gazetesi çıkaracağız!Bu gazetenin yazılarını sizler yazacaksınız. Şiir,hikâye, masal yazanlar veya gördüklerini– duyduklarınıkaleme alanlar yazdıklarını bana getirsinler.Size bir haftalık bir mühlet veriyorum!Ben de duvar gazetesine bir şiir yazarak katılmakistedim. Oturup Sivas üzerine bir şiir yazdım. O şiirinmaalesef yalnız bir kıtası aklımda:Görünce dağılır başından yasınDolar çeşmesinden güğümün, tasın12haziran-temmuz-ağustos2010


“Seninle”dir. Sonra yeni yazdıklarımla eskilerinikarıştırıp “Harman” ismiyle bir araya getirdim.Kitaplarımın baskı sayısı, doksan altı bindir. ŞiirimizdeBirinci Yeni’ye fazla yakın değilim, okuyorum.Fakat İkinci Yeni tarzında yazılan şiirlerikatiyen sevmiyorum. Sevmiyorum, çünkü hiç anlayamıyorum.Daha doğrusu, benim şiir zevkim vekültürüm İkinci Yeni şiirlerini okuyup anlayacak birseviyede değildir.Bütün çocukluk yıllarım Sivas’ta geçti. Sivas oyıllarda kerpiç evler kalabalığıydı. Gerçi Sivas’ta bircer atölyesi bir de çimento fabrikası vardı. Ama betonarmeyapılar, parmakla gösterilecek kadar azdı.<strong>Bizim</strong> mahallede bir tek betonarme ev yoktu.Ziya Gökalp – Fevzi Paşa ilkokulları, Kız SanatEnstitüsü betonarmeydi. İstasyon Caddesi’nde biremek apartmanı dışında, istasyona yakın DDY lojmanlarıvardı. Bir de aynı cadde üzerinde Tan Sineması.Hükümet binamız -ki biz ona saray diyordukjandarmabinamız ve 4 Eylül Kongre Lisemiz…Çok şahsiyetli taş binalardı ki bugün de aynı güzellikleyükseliyorlar. Ama ben o yüksek tavanlı, büyükodalı, yüklüklü, terekli, ocaklı ve çifte kapılı, bahçeli,kuyulu… Eski Sivas evlerini derin bir hasretleanıyorum:Sivas’ta Eski Türk EvleriBeni bir eski Sivas evine götürsenizBir aydınlık, serin avlusu olsa.Bahçesinde yorgun salkım söğütlerVe bir kuyusu olsa...Bir sofa üstünde büyük odalarÇağırsalar beni:”Gitmeyin! Durun!...”Bir bahar güzelliği Sivas halılarındaSedirler seslense: -Buyurun!Baksam tavanlarda oymalı güller...Ve gümüş telkariler, raflarda dizi dizi.Duvarlarda sülüsten, küfiden güzelliklerGülümsüyor Rabbimizi Efendimizi.Sedef çekmecelerde, ceviz işlemelerdeAzerbaycan nakışlı kilimlerde göz nurum.Kehribar tespihlerde, seccadelerdeÇiçek açmış huzurum.Kanatlı kapılardan koşup gelse çocuklarTaze güller gibi dudaklarında hasret.Nur yüzlü annelerde, yaşmaklı gelinlerdeMüslüman bir merhamet!Çifte Minare’den Gök Medrese’denBir ruh ki etrafta, yabana inat,Her sözde sütun gibi bir doğruluk, incelikHer yüzde pırıl pırıl aydınlık bir kâinat.Beni bir eski Sivas, evine bir gün eğerGötürseniz çocuklaşır, şaşarım.Eşiklerini bile öperim birer birerSanki bin yıl yaşarım.Çocukluk yıllarımda ilk okuduğum şair, NecipFazıl Kısakürek’tir. On yaşımdan itibaren onuokumaya başladım. On yaşındaki bir çocuk NecipFazıl’ı anlayabilir mi? Anlayamaz. Ben de katiyenanlamadan, hatta sıkılarak okuyordum: Babam, BüyükDoğu <strong>Dergisi</strong>nin ısrarlı takipçilerindendi. BüyükDoğu <strong>Dergisi</strong> cumartesi günleri Sivas’a gelirdi.Babam aldığı o dergileri önce bana okuturdu. Kendisisedire sırt üstü uzanır, ellerini de başının altınabağlardı sonra bana emrederdi:— Oku bakayım bana Necip Fazıl’ın şu yazısını!Kelimelerin başını gözünü kıra kıra okurdum. BenNecip Fazıl’ı okurken arkadaşlarım sokakta top koştururlardı.Yazının bitmesi için sabırsızlanırdım. Amababam beni bırakmazdı. “Şu yazıyı da, bu makaleyide oku!” diye yerime çivilerdi. Ben, istenilen yazılarıokuyup bitirdikten sonra, babam bana “aferin!” derdi.Ve yelek cebinden çıkardığı bir beş kuruş uzatırdı. Oyıllarda, beş kuruşa, beş metre kırnap almak mümkündü.Parayı kapar kapmaz, sipahi pazarına koşar, beşmetre ip alırdım. Onunla, kendi yaptığım uçurtmayı,gökyüzünün daha derinliklerine salardım. Ben her haftabeş kuruş alabilmek için Büyük Doğu’ları okurdum,sonradan anladığıma göre, babam da beni, Necip Fazıl aydınlığınagötürmek için her hafta avucuma beş kuruş sıkıştırarakbu işi planlamış imiş. Sonra, sonra öyle bir NecipFazıl tiryakisi oldum ki anlatmam mümkün değil.Ortaokul da ise, elimde Mehmet Akif Ersoy’unSafahat’ı vardı. Ömer Bedrettin’in şiirlerini ezberebiliyordum. Üniversite yıllarımda ise Arif NihatAsya’nın gölgesi ve bendesi oldum.■14haziran-temmuz-ağustos2010


MEHDİ ERGÜZELile <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler üzerineBâkiler, Türk milletinin bütün millî değerlerininedebiyatta, sanatta, siyasette, hukukta,iktisatta,.. hülasa Türklüğün itibarınıyüksek tutacak her alanda yeninesillere hedefler tayin edilen birfikir ve edebiyat anlayışı içindedüşünülmelidir.EMRAH GÜRSUTakdim1952’de Zile’de doğdu. İlk ve orta öğreniminiZile, Turhal, Adana, İzmir, Amasya ve Taşova’da sürdürenErgüzel, Tokat İlköğretmen Okulundan İstanbulYüksek Öğretmen Okuluna seçilerek 1968-1973 arasıtahsiline burada devam etti. İstanbul ÜniversitesiEdebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünübitirdi.1973’ten itibaren Kütahya, Yozgat, Sakarya, Isparta,Bilecik ve İstanbul’da edebiyat öğretmenliği veyöneticilik yaptı.1991’de yeni Türk Dili alanında doktorasınıtamamladı. Haziran 2002’de Doçentlik, Kasım2007’de Profesörlük unvanını aldı. Halen SakaryaÜniversitesi’nde öğretim üyesi ve Türk Dili BölümüBaşkanıdır.1972’den itibaren çoğu Türk Edebiyatı dergisindeyayınlanmış edebî ve fikrî yazılarının yanısıra doktoratezi Türk Dil Kurumu yayınları arasında çıkmıştır.(Tarih-i İbn-i Kesir Tercümesi c.4) Ayrıca Bazname,Parsname üzerine metin, gramer ve sözlük çalışması,Balkar Türkçesi Metinleri, Manilerimizdeki Söz Varlığıüzerine basıma hazır çalışmaları, Türkçe ve eğitimiüzerine makaleleri vardır.Biri yüksek lisans, ikisi doktora eğitimi yapan üççocuk babası olan Ergüzel’in eşi öğretmendir.Bu sayımızın konusu olan <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler’in üzerinde en çok durduğu mevzulardanbiri dil. Bâkiler’in dil hassasiyeti ve dile bakışınınasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca şiirlerindekisöz varlığı değerlendirildiğinde ahenk unsurlarınelerdir?Y.Bülent Bâkiler, Türkçeyi en güzel yazan vekonuşan ediplerimizdendir. Onun Türkçemiz hususundakihassasiyetini şiirleri ve nesirlerini okumuş,konuşmalarını dinlemiş herkes bilir. <strong>Yavuz</strong> Bey,Arif Nihat Asya gibi bir Türkçe ustasının yanı başındayetişmiştir. Her ne kadar mesleği hukukçulukise de yazarlığı ve kültür adamlığı, daima öndegider. Keşke bu özellik memleketimizin bütün münevverlerindeolsa idi.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bey, “ Sözün Doğrusu” nu vegüzelini söylemeyi bütün Anadolu çocukları gibiönce anasından tahsil etmiş, hatıralarında anlattığıüzere babasının millî yazar ve şairlerden seçtiği yazıları,ona sesli olarak okuya okuya çocukluk ve ilkgençlik çağlarında millî heyecanla, millî şuurla mayalanmıştır.Ankara Hukuk Fakültesine geldiğindehazırlıklıdır. Artık birilerinin onu yanlış istikametlereçekme ihtimali yoktur.<strong>Yavuz</strong> Bey’in yazı ve şiirlerinde okuyanı ra-15haziran-temmuz-ağustos2010


hatsız edecek ifadeler veya zevksiz kelimeler bulamazsınız.Yazdıkları sizden bir parçadır ve güzelanlatılmıştır. Bu güzelliğin arkasında ince bir Türkçezevki ve millî romantizm vardır. Bize bizi anlatırama güzel anlatır. Okurken düşünür, duygulanır,üzülürsünüz veya sevinirsiniz. Anlattığı konununakışına kapılır gidersiniz. Böyle anlatabilmek herkesinkârı değildir. <strong>Yavuz</strong> Bey asırlarca işlene işleneson asırda Millî Edebiyatla beraber kemale erenTürkçeyi bulan, anlayan, yazan, konuşan ve yaşayanadamdır.Bâkiler dilde ve kültürde Turancı bir anlayışısavunuyor. Siz, Turancı şairler arasında onunasıl değerlendiriyorsunuz? Turancı görüşlerinidile getirdiği nesir eserlerinin, gezi edebiyatı açısındanönemi nedir?Bir yazar veya şair, eserlerindeki millîliğin sınırlarınıkendi tayin eder. <strong>Yavuz</strong> Bülent Bey’indilde ve kültürde bütün Türklüğü düşünmesi kadartabii ne olabilir? Gökalp’in yıllar önce söylediği:“Turan’ın bir ili var / Ve yalnız bir dili varBaşka dil var diyenin / Başka bir emeli var.”mısralarıyla Gaspıralı’nın “Dilde, Fikirde, İşte Birlik”umdesi <strong>Yavuz</strong> Bey’in yazdıklarıyla aynı kavşaknoktasında buluşmaktadır. Bu, bir fikir, gönülve ideal ittifakıdır.<strong>Yavuz</strong> Bey için ille de şöyledir demek benimhaddim değil ama “Turanî” bir üslubu olduğunuhepimiz biliyoruz. Bu noktada onuGökalp’e, Ömer Seyfettin’e, Atsız’a, Arif Nihat’a,Gençosmanoğlu’na, Orhan Şaik’e, Yahya Kemal’e,Ahmet Kabaklı’ya, Bekir Sıtkı Erdoğan’a, DilaverCebeci’ye yakın bulabilirsiniz.<strong>Yavuz</strong> Bey’in 1980 başlarında okuduğumuzÜsküp’ten Kosova’ya kitabının gezi edebiyatımızdabir merhale olduğunu söyleyebiliriz. Ondan öncebu havayı hissettiren Yahya Kemal ve Tuna’danBatı’ya isimli eseriyle İsmail Habip Sevük’tü. Yarımasır sonra bizi tekrar Rumeli hasretiyle hüzünlendirenve coşturan Bâkiler olmuştur.Hele Türkistan Türkistan ile yazılması yasaklara(!)bürünmüş o yılların Turan diyarını önümüzeaçan önce <strong>Yavuz</strong> Bey’in yazıları olmuştur. 25 seneönce buraları o samimiyet ve cesarette anlatabilecekkim vardı ki?Bâkiler, kendi sesi, kendi dili, kendi ahengi ilemillî bir edebiyatın peşindedir. Aynı düşünce ileyola çıkan Millî Edebiyat edipleri arasındaki farkve bağ nedir?<strong>Yavuz</strong> Bülent Bey, bence, yüzüncü yılına yaklaştığımız,1911’de başlayan Millî Edebiyatımızınzamanımızdaki temsilcilerinden birisidir. O devrinyazar ve şairlerinin millî endişeleri, Türkçe konusundakihassasiyetleri bir edebî ve fikrî emanethâlinde Bâkiler’in yazılarında ifadesini bulmaktadır.Lise ve üniversite gençliği onun sözlerindenetkilenmekte, kitaplarını okumaktadır. Ancak biriki yıldır başka konulara dikkat çekileli beri galibakısa bir durgunluk döneminden geçer gibiyiz.Hâlbuki gençlerin daima Arif Nihat, Necip Fazıl,Ahmet Kabaklı, Osman Yüksel, Peyami Safa ve<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler üslubunda yazarların sesineihtiyacı vardır.<strong>Yavuz</strong> Bey ile Millî Edebiyat yazar ve şairleriarasında zaman farkı dışında bir ayrılık olduğunudüşünmüyorum. Bazı talihsiz kesinti ve kararmalararağmen Millî Edebiyatımızın devam etmekteolduğu bile söylenebilir. Eğer bu manada iyimserolmasaydık bizim için hayatın bir ehemmiyeti olmazdı.Güzelim Türkçe her türlü baltalama ve vefasızlıklararağmen yaşamakta ve Bâkiler misaligüçlü kalemler yetiştirmeye devam etmektedir.Özellikle Anadolu şiirlerinde resim çizer biranlayış içinde olan Bâkiler için, Sabir Rüstemhanlıonun için “sözün ressamı” diyor. Bu bağlamdaBâkiler’in şiirlerinde pitoresk unsurlarnelerdir?Bâkiler’in şiirlerinde ve nesirlerinde resmedergibi bir anlatış olduğu düşüncesi doğrudur. Onuokurken gözlerinizin önüne namaz kılan beyazyazmalı kendi anneniz gelebilir. Bir kış günü camiavlusunda “Emmilerim sadaka!” diye yalvaranAnadolu gerçeğinin içinizde yaşayan sahneleri canlanabilir.Belki de Ohri Gölü kenarında yahut StrugaAkşamlarında mısralar mırıldanırken hayalleredalabilirsiniz. Bu resim gibi nesir ve şiir yazmak,söze rengin ve şeklin hareketini getirmek, aslındaTürk şiirinin Yunus’tan Karacaoğlan’a hatta Nedimve Âşık Veysel’e uzanan geleneğinde zaten vardır.Bâkiler, gelenek içinde yeni ve millî kalmayı başarangüzide bir edibimizdir.Bâkiler’in şiir ve gezi yazılarının yanında ÂşıkVeysel ve Arif Nihat Asya hakkında araştırma - in-16haziran-temmuz-ağustos2010


gerçeklerine ve Doğu meselesine mertçe, açıkça veolduğu gibi bakmıştır. Eğer hikâye ve romanlar dayazabilseydi eminim ki şiir ve nesrinde anlattıklarınırenkli hayat tabloları hâlinde verecek, hepimizi üzerekdüşündürecekti. Zaten Türkistan yazıları birazda hikâye-hatıra-seyahat arasında metinlerdir. <strong>Yavuz</strong>Bey’i ille de sosyal gerçekçilerle yan yana veya kıyaslamaile değerlendirmek gerekmez.O millî gerçeklerimizin yazarı ve şairi olmayıtercih etmiştir. Edebî manada başka bir gruba mensubiyetve yakınlık ihtiyacı içinde olmamıştır. Çizgisindeasla kırılma yoktur. Tabiri caizse, çocukluğundababasına okuduğu yazıların mana ve mahiyeti ne ise<strong>Yavuz</strong> Bey oradadır.celeme eserleri bulunmaktadır. Bu eserlerin akademikniteliği ile ilgili olarak neler düşünüyorsunuz?Ben <strong>Yavuz</strong> Bey’in biyografik eserlerinin akademiktaraflarına girilmesi gibi yaklaşımları soğuk buluyorum.Arif Nihat Asya’yı <strong>Yavuz</strong> Bey’den daha güzelkim anlatabilirdi ki? Akademisyenler zaten usulünceeserler ortaya koyuyorlar fakat edibane eserlerin yeriayrıdır. Yahya Kemal’i; Tanpınar da, Abdülhak Şinaside, Adile Ayda da, Nihat Sami de, Ahmet Kabaklı dayazmıştır. Bu eserlerin akademik olmasından çokhatıralarla, okunabilir bir üslupla yazılmış olmasıönemlidir. Bu yüzden <strong>Yavuz</strong> Bey’in ve kalem sahibişahsiyetlerin biyografik eserler yazmasını, bilhassahatıralara girmesini çok faydalı bulmaktan da öteyeelzem bulduğumu ifade ediyorum. Keşke ünlü şairve yazarları dinlemiş ve yakın sohbetinde bulunmuşolanlar bu bilgilerini nisyana mahkûm etmeseler.Şiiri algılayış ve anlayış biçimleri farklı olsa da,temaları işleyişleri bakımından paralellik gösterentoplumsal gerçekçilerle Bâkiler’in şiirinin ortakolan ve ayrılan yönleri nelerdir?Bence en önemli ayrılık, samimiyet ve bakış farkıdır.<strong>Yavuz</strong> Bey, ısmarlama bir ideolojik yaklaşımiçinde olmamıştır. İstismarcı olmamıştır. AnadoluMillî romantizm açısından <strong>Yavuz</strong> Bülent BâkilerTürk edebiyatının neresindedir?Bir yazar ve şaire “Millî romantizm” ne kadar yakışıyor.Bu tabiri galiba 1972’nin Kubbealtı AkademiMecmuasının bir sayısında rahmetli HocalarımızdanNihat Sami Banarlı’nın bir yazısının başlığı olarakokumuş ve yirmi yaşımın heyecanı ile çok beğenmiştim.Hâlâ aynı duygularla, <strong>Yavuz</strong> Bey’in de bu tavsifeyakışan bir edibimiz olduğunu düşünüyorum. Milletininhayatını ve yaşama üslubunu eser hâline getirmedikçemillî şair ve yazar olunamayacağı açıktır.Bâkiler, yukarıdaki sorulara cevaben ifade ettiğimizgibi Türk milletinin bütün millî değerlerinin edebiyatta,sanatta, siyasette, hukukta, iktisatta,.. hülasaTürklüğün itibarını yüksek tutacak her alanda yeninesillere hedefler tayin edilen bir fikir ve edebiyatanlayışı içinde düşünülmelidir. O millî edebiyatımızınyaşayan tavizsiz bir temsilcisidir. Adı hepbu millî, insani, İslami değerlerle birlikte hatıragelen bir edebî şahsiyettir. Yarım asrı aşan yazıhayatı <strong>Yavuz</strong> Bey’e milletimiz ve memleketimizhakkında tefekkür edecek nice uykusuz geceleryaşatmış olmalıdır. Anadolu’da, Balkanlarda veTürk dünyasının birçok şehrinde on binlerce kilometrekat ederek yaptığı seyahatler eserlere veprogramlara yansımıştır. Buralarda on binlercevatan evladına hitap ederek gördüğü hizmetler hafızalardadır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in bundan sonra da o hepimizinhayran olduğu Türkçesiyle hatıralarınıve tecrübelerini yazmaya devam etmesini beklemekteyiz.Biz de eserlerini öğrencilerimizle incelemeye,değerlendirmeye devam edeceğiz. Kendisine,Yüce Mevla’nın sağlıklı ve hayırlı nice yıllarnasip etmesini diliyoruz.■17haziran-temmuz-ağustos2010


ALİ İHSAN KOLCUile millî romantizm üzerineBatıda millî mitoslar, bağnazlığa düşülmedenişlenir. Faust’tan büyük bir tiyatro çıktı. Biz,dünya edebiyatında eşi benzeri olmayan bir DeliDumrul’u, Odiyeus’un Peneloppe’sindendaha sadık bir Barla Hatun’u gereği gibitanıtamadık, eserlerimizde işleyemedik.TANER NAMLIProf. Dr. Ali İhsan Kolcu, 1961 yılında Rize’de dünyayageldi. 1987’de lisans eğitimini (Atatürk Ü.), 1992’de yükseklisansını (Cumhuriyet Ü.), 1995’te doktorasını (AtatürkÜ.) tamamladı. 1995’te Yardımcı Doçent, 2003’te Doçent,2009’da Profesör oldu. Yayımlanmış eserleri şunlardır:Millî Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov, TanzimatEdebiyatı l, Tanzimat Edebiyatı ll, Türkçe’de Batı Şiiri, Alphonsede Lamartine, Tercümeleri ve Tesiri, Alfred de Musset,Tercümeleri ve Tesiri, Tercüme Şiirler Antolojisi, İsmailGaspıralı Albümü, Türk Şiirinde Yokluk Fikri Âkif Paşa’nınAdem Kasidesi, Zamana Düşen Çığlık (Tanpınar’ın ŞiirininEpistemolojik Temelleri), Albatros’un Gölgesi(Baudelaire’in Türk Şiirine Tesiri Üzerine Bir inceleme),Bozkırdaki Bilge: Cengiz Aytmatov, Çağdaş Türk DünyasıEdebiyatı, Batı Edebiyatı, Yusuf Atılgan’ın Roman Dünyası,Cengiz Aytmatov Üzerine Yazılar, Öykü Sanatı, Servet-iFünûn Edebiyatı, Türk Öykü Dağarcığı, c. l, ll, Millî Edebiyat1, Millî Edebiyat II, Cumhuriyet Edebiyatı I, CumhuriyetEdebiyatı II, Edebiyat Kuramları, Elem Çiçekleri, ModernTürk Şiiri, Şiir Tahlilleri I, Modern Türk Şiiri Antolojisi,Ziya Paşa, Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, AbdülhakHamid, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet,Necip Fazıl, Salâh Birsel, Orhan Veli, Tanpınar, Asaf Halet,Turgut Uyar, Edip Cansever, Behçet Necatigil, İsmet Özel,Oktay Rifat, Cemal Süreya, Sezai Karakoç ve İlhan Berk’inPoetikası, Albatros’un Gölgesi (Baudelaire’in Türk ŞiirineTesiri Üzerine Bir İnceleme) kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği2002 En İyi İnceleme Ödülü yanında, 2008 yılında merkeziBişkek’te bulunan Dünya Cengiz Aytmatov Akademisitarafından Akademi Üyeliği’ne seçilmiştir.Kıymetli Hocam, millî romantizm kavramınınasıl tanımlıyorsunuz?Millî romantizm, bütünüyle romantizm kavramıiçindedir. Hem tarih boyunca bizim kültürel seyiriçinde yaşadığımız olaylarda hem de Avrupa’da,dünyanın çeşitli yerlerinde millet olma sürecini tamamlamıştopluluklarda aynı duyarlık var. Millîromantizm; millî hissiyatın, milletin sevincini, kederini,kahramanlığını, aşklarını, hayal gücünü vezekâsını, topyekûn ve tam anlamıyla ifade ettiği birdisiplindir. <strong>Bizim</strong> edebiyatımızda millî romantizm,Tanzimat sonrası edebiyatımız içerisinde şekillenmeyeçalışmış; fakat esas kimliğini ve duyarlığınıÂkif, Gökalp ve Yahya Kemal’de bulmuş bir duyuştarzıdır. Fakat bu duyarlığa dikkati N.S.Banarlı çekmiştir.Biz, Avrupa edebiyatını biraz geriden takipettiğimiz için; onların millet olma sürecine, millîlikseviyeleriyle bizim millîlik seviyemiz arasında enazından kavramlar bazında, toprakla milletle kavramınuyuşması bazında birtakım farklılıklar yaşadık.Yani bizim kültürel zeminimiz hazır iken kavram, disiplinnoksanlığımız bazı şeyleri batıdan almamıza,batıdan aldıklarımızı kendimize uydurmamıza veyaona uymamaya sebep oldu. Bir kere Türk edebiyatınabu dikkatle bakmak, en azından temel haklarımızdanbiridir diye düşünüyorum. <strong>Bizim</strong> çok uzunsüren bir millî tarihimiz var. Millet olarak millî top-18haziran-temmuz-ağustos2010


Türkiye Cumhuriyeti de farklı bir medeniyetle münasebetinmacerasını yaşıyor. Şimdi onun için mimaride, sanatta,edebiyatta, dilde, resimde millî olanı ortaya çıkarmamızlazım. Bize has olanı, bizi yansıtanı ve kendimizdiyebileceğimiz üslubu, üslupları geliştirmemiz lazım.luluk olarak bir tarihimiz var. Devletler kurmuşuz,toprakları yurt yapmışız, vatan kavramına ulaşmışız,milletle vatanı birleştirmişiz, millî hafızayla toprağınhafızasındakileri birleştirmişiz, medeniyetimizikurmuş, kendi üslubumuzu geliştirmişiz. Osmanlı,Selçuklu bunun adıdır. Türkiye Cumhuriyeti de farklıbir medeniyetle münasebetin macerasını yaşıyor.Şimdi onun için mimaride, sanatta, edebiyatta, dilde,resimde millî olanı ortaya çıkarmamız lazım. Bizehas olanı, bizi yansıtanı ve kendimiz diyebileceğimizüslubu, üslupları geliştirmemiz lazım. Biz basitbir deneme yaptık ki, bu daha önce Türk edebiyatındasistematik olarak kullanılmış bir metot değil.Ama duygu bazında, duyarlık bazında mutlaka elealınmış millî romantiklerimiz vardır: Namık Kemalbunlardan biridir. Mehmet Âkif, Ziya Gökalp bunlardanbiridir. Elbette daha gerilere gidildiği zamanbana göre en büyük millî romantiklerden birisi deYunus’tur. Yazılı tarihimizin kaynaklarına gidildiğizaman Bilge Kağan’ın Orhun Abideleri’ndeki hitabetide millî romantizmin farklı bir tezahürüdür.Millî romantizmin Batı edebiyatındaki işlenişiile Türk edebiyatındaki işlenişi arasındaki farklılıklarvar mıdır? Genel hatlarıyla bir değerlendirmeyapmak mümkün mü?Millî romantizm Batı’da romantizm akımıylaortaya çıktı. Fransa’da Hugo, Lamartine, AleksandrDumas-Pere ve Aleksandr Dumas-Fils, Musset;İngiltere’de Walter Scott, Almanya’da Goethe veSchiller, kendi milletlerinin tarihinden çeşitli sahneleriişleyerek modern edebiyatın temellerini attılar.Goethe, bir ortaçağ efsanesi olan Faust’tan bir başyapıtçıkardı. Bizde Namık Kemal, özellikle ‘Vatanyahut Silistre’ piyesiyle Hürriyet Kasidesi’nde Türkruhunu canlandırdı.Batıda millî mitoslar, bağnazlığa düşülmedenişlenir. Faust’tan büyük bir tiyatro çıktı. Biz, dünyaedebiyatında eşi benzeri olmayan bir Deli Dumrul’u,Odiyeus’un Peneloppe’sinden daha sadık bir BarlaHatun’u gereği gibi tanıtamadık, eserlerimizde işleyemedik.Edebiyatımızda, millî romantizmin işlenmeyebaşlanışını hangi tarihlere kadar götürebiliriz?Bana göre en bilinçli millî romantik metinler, OrhunAnıtları’dır. Türk milletinin eksiltili rotası olarakkabul edebileceğimiz bu eserlerden sonra karşısındasaygıyla eğildiğimiz Ali Şir Nevai’yi hatırlamakgerekir. Onun Muhakemetü’l-Lügateyn’i (Farsçaile Türkçenin karşılaştırılması) eseri, en önemlimillî eserlerden biridir. Zira Koca Ali Şîr, Türkçeyive Türkleri bekleyen felaketi görmüş, dilimize sahipçıkılmasını ihtar etmiştir. Ondan sonra elbetteki benim ‘Türkçenin peygamberi’ dediğim Yunusgelir. Onun Türkçesi, millî romantik olduğu kadar,millî realist bir dildir. Divan şiiri millî olmadığı içino asırları atlıyorum. Fakat halk şiiri, bütünüyle birmillî romantik şiiridir.Bu kavramın bir akım olarak işlenişi NamıkKemal’le başlayıp Millî Edebiyatçılar, Ziya Gökalp,Ömer Seyfettin, Ali Canip, Beş Hececiler ve kısmende Mehmet Âkif ile Yahya Kemal’le sürer. Yakınzamanda Abdurrahim Karakoç, hem millî romantikhem de millî realist metinlere imza attı.Çağdaş Türk edebiyatında önemli gördüğünüzmillî romantikler kimlerdir, hangi yönleriyle önemlidirler?Özellikle roman türündeki millî romantikdeğinileri değerlendirebilir miyiz?Yukarıda adlarını saydığım isimlerin yanındaromancılardan başta Nihal Atsız, Mustafa NecatiSepetçioğlu, Tarık Buğra, Müfide Ferid Tek, MüftüoğluAhmet Hikmet, Sevinç Çokum, Emine Işınsukaleme aldıkları romanlarda değişik dozlarda millîromantizmi işlediler. Bunların bir kısmı Türkiyedışındaki soydaşlarımızın trajedilerini yazdılar. Birkısmı da tarihsel romanlara imza attılar.Cumhuriyet’ten günümüze, Türk şiirinde millî19haziran-temmuz-ağustos2010


omantik şiir anlayışını yaşatan belli başlı insanlaroldu. Onların aramızdan ayrılışıyla, artık bu tarzşiirlerin söylenmediğini, bir şiir damarının kaybolmayayüz tuttuğunu söylemek yanlış olur mu?Millî romantizm, millet var oldukça yaşayacaktır.Son birkaç yılda, bir Çanakkale bilinci uyandı.Romanda, sinemada, tiyatroda Çanakkale trajedisianlatılmaya başlandı. Buna şimdilerde Sarıkamışfaciası eklendi. Onu Yemen izledi. Yarın başka tarihsahnelerimiz gündeme gelecek. İşte bu millî romantizmdir.Fakat millî romantizm, Yahya Kemal’inyaptığı gibi sadece tarihimizin şanlı sayfalarını anlatmakdeğildir. Bu bağlamda ben millî romantizmlemillî realizmi bir arada görürüm. Çanakkale, Yemen,Sarıkamış millî realist olaylardır. Fakat bunların sanatdiline çevrilmesi, millî romantik dille daha kolayve doyurucu olur.Millî romantik şiir anlayışının kaybolduğunu sanmıyorum.Biraz şekil değiştirmiştir. Daha farklı kaynaklarave estetik kılığa bürünmüştür. Anadolu’yuanlatan Cahit Külebi de, türkülerimize şapka çıkartanBedri Rahmi de bana göre birer millî romantiktir.Bizde bu kavram aşırı derecede politize olduğu vebelli bir dönemin sanat zihniyetini işaret ettiği içinfazla kullanım sahası bulamadı. Abdurrahim Karakoç,Dilaver Cebeci, Basri Gocul, Niyazi YıldırımGençosmanoğlu, Bekir Sıtkı Erdoğan, <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler gibi şairler farklı tonlarda millî romantik konularıişleyen şiirler yazdılar. Kaldı ki çalınan/söylenenher türkü bir millî romantik metindir.Millî romantizmin işlenişi, bir milletin geleceğinikurmasında nasıl etkili olabilir?Millî romantizm sadece geçmişle ilgilenmez. Zamanıda önceler. Yani geleceği de kurar, tanzim eder.Buna ister Kızıl Elma, ister İlâ-yı Kelimetullah isterNizam-ı Âlem isterse rahmetli Osman Turan’ın ifadesiyleTürk-Cihan hâkimiyeti mefkûresi deyin, ortadabir gelecek tasavvuru söz konusudur. Ziya Gökalp,bunu Türkçülüğün Esasları’nda “yakın ideal,uzak ideal” diye iki aşamaya ayırmıştı. Bence şimdilerde,uzak ideal de, yakın ideal de ortadan kalkmıştır.Sovyetler çökmüş, muazzam bir Türk dünyasıortaya çıkmıştır. Şimdi yapılacak şey, millî romantikhislerimizi realiteyi rehber edinerek işbirliği, dil birliği,fikir birliği ve gönül birliğine dönüştürmektir.Yani eylem zamanıdır. Her zaman her şeye hazırolmak gerekir. Türkiye’de yaşayan her Türk ailesiKazak, Kırgız, Azeri, Özbek, Türkmen, Karakalpak,Hakas, Altay, Tatar bir aile ile kardeşlik, yurttaşlıkilişkisi kurmalıdır. Onların bir evi Türkiye’de, bizimbir evimiz oralarda olmalıdır. Yoksa resmî yürüyüşlemenzile varılamaz.Hocam, sohbetiniz için teşekkür ederim.■20haziran-temmuz-ağustos2010


21haziran-temmuz-ağustos2010


ŞAŞIRDIM KALDIM İŞTESözde senden kaçıyorum doludizgin atlarlaBâzan sessiz sedasız ipekten kanatlarlaAma sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarlaKarşıma çıkıyorsun en serin imbatlarlaAdını yazıyorsun bulduğun fırsatlarlaYüreğimin başına noktalarla, hatlarlaBaşbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarlaSözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla.Ne olur bir gün beni kapında olsun dinleÖldür bendeki beni sonra dirilt kendinleÇarpsan karasevdayı en azından yüzbinleNasıl bağlandığımı anlarsın kemendinleKaç defa çıkıp gittim buralardan yeminleAma her defasında geri döndüm seninleHangi düğüm çözülür, nazla, sitemle, kinle?Ne olur birgün beni, kapında olsun dinle.Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n’emsin?Bâzan kız kardeşimsin, bâzan öpöz annemsinSultanımsın susunca, konuşunca kölemsinEksilmeyen çilemsinOrada ufuk çizgim, burada yanım, yöremsinBeni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsinÇaresizim çaremsin.Şaşırdım kaldım işte bilmem ki n’emsin?YAVUZ BÜLENT BÂKİLER22haziran-temmuz-ağustos2010


VEFA TAŞDELENBâkiler, günümüzşiirinin geneleğiliminin aksine,anlaşılabilirlik,nüfuz edilebilirlik,özdeşleşimkurulabilirlikseviyesi yüksekbir şiir dili ortayakoyar. Bu bilinçlibir tercihtir; ziraşiirini, gündelikdilin sıcaklığına,sadeliğine,içtenliğine,coşkusunave akıcılığınaemanet eder.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, günümüz şiirinin öne çıkanisimlerinden biridir. Şiirlerini topladığı Harmanisimli kitabı, şiir yolundaki çabalarının ürünlerinden oluşuyor.Bu şiiri tanımlayabilecek öncelikli ifade, “yalınlık”veya “sade söyleyiş”tir. Bâkiler, şiirin büyüsünü zorsöylenende, gizli ve örtük olanda değil, açık, algılanabilirve anlaşılabilir olanda arıyor. Sade söyleyiş, sanattanyoksunluk değil, şiiri basit, anlaşılabilir fakat sanatsalbir tarzda kurmaktır. Yunus Emre’de, Karacaoğlan’da,Dadaloğlu’nda, Emrah’ta en güzel örneklerini verenhalk şiiri, yalın söyleyişin şiir geleneğimizdeki sağlamkonumuna da işaret eder. Bu söylem biçiminin gerisinde,gündelik dili, şiir dili hâline getirme çabası vardır.Bâkiler de şiir dilini gündelik dilden, gündelik dilin ifadeimkânlarından yararlanarak kurar. Yaslandığı gelenek,daha çok halk şiiri geleneğidir.Bâkiler’in şiirindeki yalınlığı kuran temel unsurlarıbiçim ve içerik açısından değerlendirebiliriz. Halk şiirindenve türkülerden esinlenmesi, gündelik dile yaslanması,sözlü gelenek ögelerine, Anadolu motiflerine yer vermesibiçimsel yalınlığı; anne, çocuk, sevgili, fakirlik, cömertlik,yurt sevgisi gibi gündelik hayatın öne çıkan temalarıda içeriksel yalınlığın oluşumunu etkiler. Gündelik hayatınritmini koruması, gerek biçim gerekse içerik açısındanşiirin karakterini belirleyen temel unsurlardandır. Bu yazıda,Harman’daki şiirlerden hareketle, Bâkiler’in şiirinikuran poetik unsurların neler olduğu konusu ele alınacak;23haziran-temmuz-ağustos2010


u bağlamda başlıca “Yalınlık nedir?”, “Şiir geleneğimiziçinde yalınlığın bağlamı nedir?”, “Bâkiler’inşiirinde yalınlığı kuran ögeler nelerdir?”, “Yalınlığıngündelik hayattaki karşılığı nedir?” gibi sorulara cevaparanacaktır.Yalınlığın OluşumuYalınlık, resimden müziğe, mimariden edebiyata,tüm sanatlarda bir tarzdır. Bir çizgi ile bir şey söyleyebilmek,birkaç kelime ile derin duygu ve anlamlarortaya koyabilmek, ifadelerde naifliği, sadeliği, içtenliğiyakalayabilmektir. “Yalınlık”, basitlik, sadelik,duruluk, karmaşık olmayış, unsurların iç içe geçmemişliği,rahat söyleyiş, gündelik dilde söyleyiş,zor konu ve kavramlardan uzak duruş anlamındadır;yüzeysellik, sığlık, bayağılık, sanattan ve güzelliktenyoksun oluş anlamında değildir. Bu ayrım iyi yapılmadığıtakdirde “yalınlık”, “basitlik” ve “sadelik”gibi kavramlar yanlış anlamanın iskelesine de inmişolurlar. Yalınlık, sözlü gelenekte, halk şiiri geleneğindeolduğu gibi, basit söyleyişlerle kimi zaman derinduygu ve anlamların ifadesine imkân tanır; basitsöyleyişe karşın söz zaman zaman zor konuları ifadeetmede bile zirve yapar. Bu nedenle yalınlık, sıradananlamıyla “basitlik” değildir; “basitlik” sıradan anlamıylasadelik değildir. Bunlar, Bâkiler’in şiirindekisanatsal güzelliği oluşturan ögelerdir. Yalınlığın anlaşılabilirliği,basitliğin sadeliği, sadeliğin güzelliğivardır. Bu tutum, sözü zora sokmayan, basit, içli,içtenlikli bir söyleyiştir. Bütün bunların sıcaklığı, içtenliğive aşinalığı, berrak bir söyleyiş biçimi olarakşiire yansır.Yalınlık arılıktır, katışıksız olmaktır. Yalınlıkşeffaflıktır, nüfuz edilebilir ve anlaşılabilir olmaktır.Başkalarına açık olmaktır. Belirsiz, kapalı ve muğlâkolmamaktır. Az unsurdan teşekkül etmiş olmaktır,karmaşık söyleyişlere, derin düşünce ve meseleleregirmemiş olmaktır. Duygudaşlığa açık olmaktır. Şairin,şiirini, kendi iç derinliklerinde kaybetmemesi,onu yalnızca kendisinin nüfuz edebileceği bir konumdatutmamasıdır. İletişim kurma amacı gütmesi,kendisini anlaşılabilir kılması, bunu istemesidir.Bâkiler, günümüz şiirinin genel eğiliminin aksine,anlaşılabilirlik, nüfuz edilebilirlik, özdeşleşim kurulabilirlikseviyesi yüksek bir şiir dili ortaya koyar.Bu bilinçli bir tercihtir; zira şiirini, gündelik dilinsıcaklığına, sadeliğine, içtenliğine, coşkusuna veakıcılığına emanet eder. Yalın şiir, gündelik dile yaslanan,gündelik söyleyişleri kendi tarzına ve poetikyaklaşımına katan bir şiirdir. Bâkiler kendi şiir dilini,gündelik dilin imkânlarından yararlanarak kurar.Bâkiler, şiirsel yalınlığı kurarken, öncelikle halkşiir geleneğinin imkânlarından yararlanır. Aşk, sevgi,ayrılık gibi değişik varoluş hâllerini anlatan halkşiir geleneğimizin en önemli özelliği, gündelik dilinmantığını kullanarak şiiri sade, yalın ve anlaşılabilirbir zeminde kurmasıdır. Hangi eğitim seviyesinesahip olursa olsun, bu şiiri okuyan ve dinleyen kişi,kendince bir şeyler anlar, kendisine bir şeyler katar.Bazı mısralar hafızasında yer eder, zaman zamanonları hatırlar, söyler; bundan estetik bir haz alır.Bâkiler de gerek söyleyiş mantığı gerekse dili kullanmabiçimi açısından halk şiirinin imkânlarındanbolca yararlanır. Bu geleneğe olan bağlılığını YunusEmre’ye, Karacaoğlan’a, Dadaloğlu’na yaptığıatıflarla güçlendirir. Öte yandan türkülere duyduğuhayranlık, gerek tematik gerekse biçimsel açıdan,şiirine bir katkı olarak yansır. Şiir, imge yoğunluğualtında ezilmeyen, yalın, berrak, anlaşılabilirliği olanbir söyleyiş biçimine kavuşur böylece.Bu sade ve berrak söyleyiş, yer yer bir sevecenliğede bürünür; beraberinde sevgiyi, coşkuyu, umuduve yürek arılığını da getirir. Bâkiler’in şiirini okurken,yelkenlerinizin güçlü bir iyimserlikle dolduğunu,şiirin bizi umudun aydınlık ufuklarına doğrualıp götürdüğünü hissederiz. Zira onda bir anneninsöylediği ninninin güvenli, yumuşak, huzurlu, dinginleştirennağmeleri vardır. Oradan esen iyimserlikrüzgârlarının bizleri annemizin kurduğu güvenliortama, eve, yurda, sofraya doğru alıp götürdüğünühissederiz. Bu iyimserliğin oluşmasında, “analılıkduygusu”nun önemli bir yeri vardır. “Ana” varlığı,Bâkiler’in dünyasında merkezi bir konumda bulunur.Ana, iyiliklerin, güzelliklerin, erdemlerin, hayatıve varoluşu kuran olumlu duyguların beslendiğitemel kaynak durumundadır. Ana kanıyla, canıyla,sütüyle bir bebeğe nasıl hayat verirse, sevgisi veşefkati ile de yeryüzündeki iyiliğe, huzura, saflığa,arılığa, iyimserliğe iyi niyete işte öylece hayat verir.“Analılık duygusu”nu yitiren yürek, güveni, huzuru,iyiliği ve hayatı besleyen iyi niyeti de yitirmiştir. İyiliğinkaynağı nasıl analılık duygusu ise, kötülüğünkaynağı da işte öylece “anasızlık duygusu”dur. Anayeryüzünün aydınlık, güvenli, sevimli ve anlaşılabiliryüzüdür. Kişi annesini kaybetse de “analılıkduygusu” bir ömür onunla birlikte mizacının temel24haziran-temmuz-ağustos2010


dokusu olarak yaşamaya devam eder. Analılık duygusu,işlenen bir şeydir. Bir kez işlendi mi silinmezbir mühür, varlığının temel dokusu olarak yaşadığısürece onunla birlikte yaşamaya devam eder.Bâkilerin şiirindeki basitliği kuran temel ögelerdenbirisi bu duygudur. Onun şiiri, annelere yazılmışbir şiirdir, annelerin anlayabileceği, dahası anlamalarıiçin yazılmış bir şiirdir. Onun için yalın, onuniçin sade ve berraktır. Anneye yakınlık, iyiliğe yakınlıktır.Anneliğe yakınlık, huzura yakınlıktır. Anneyeyakınlık, insan olmaya yakınlıktır. Annenin dünyası,yalın bir dünyadır; kapalı, kasvetli, güven vermeyenbir dünya değildir. “Ben, süt gibi mübarek türkülerlebüyüdüm.” mısraı, “analılık duygusu”na işaret eder.Ana sütü ve türkü arasındaki benzerlik, annenin birdünyayı nasıl tanımladığını, orayı nasıl açık ve anlaşılabilirbir dünya hâline getirdiğini gösterir. Dolayısıylatürkülerdeki arılık, ana duygusunun bir devamıolarak yansır şiire. İçinde, “bir baştan bir başa memleketolan türküler”, gündelik dilin insan dünyasınıkuşattığı güzel ve derin örneklere dönüşür. Halkımızonlarla, kendi diliyle, yine kendi anlayabileceği şekildeduygularını anlatmıştır. Ama bu basitlik kimizaman öyle bir anlam zenginliğine ve his derinliğinebürünmüştür ki, söz büyüleyici bir ahenk içinde zirveyapmıştır. Bâkiler’in şiiri de türkülerdeki bu yalınsesi, bu berrak duyarlığı yansıtan bir yapıdadır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in dünyası bölünmemiş,parçalanmamış, kırılmaya ve sarsılmaya uğramamışbütünlüklü bir dünyadır. Annenin kurduğu, nakışlarınıannenin attığı; sevginin, şefkatin, merhametintanımladığı bir dünyadır. Annenin dünyası anlaşılabilirliğiolan, annenin dili ile ruhumuza, benliğimize,zihnimize nakşedilen bir dünyadır. Anne sevgiçemberidir, şefkat pınarıdır, dünyayı sevimli ve güvenlikılandır. Annenin dünyasındaki uyku deliksizbir uykudur, oradaki yaşantı pürüzsüz bir yaşantıdır,oradaki içtenlik lekesiz bir içtenliktir. Bâkilerin şiirindehep bir anne sıcaklığı vardır. Bu sıcaklık yalınlıktır,saflıktır, ana dilidir. Ana duygusu, basitliğinve anlaşılabilirliğin kaynağıdır. Zira o yalnız hayatıntemel güvenini kazandırmakla kalmaz, anlam kodlarınıda kazandırır. Türküler başta olmak üzere, kültürünanlamını kişinin benliğine nakşeden, annedir.Anne, hayatın büyük öğretmenidir. Bâkiler’in şiirlerindekibasitliğin oluşumunda anneden gelen sözlügelenek ögelerinin; dilin, atasözlerinin, deyimlerin,masalların, ninnilerin yanında türküler de vardır. Şairintürkülere tutkunluğu, anneden kendisine aktarılankültürel kodlardan biridir. “Anam türkü söylerdibana…” mısraındaki anlaşılırlık, yalnız annenin türküsöylediğini söylemekle kalmaz, bu şiir dilinin nedenanlaşılabilir bir nitelik taşıdığını da söyler: Annetürküleri veren bir kaynaktır. İşte bütün bu nedenlerdenötürü, Bâkiler’in şiirinde resmi çizilen dünyaaydınlık, güzel, anlamlı ve berrak bir dünyadır.Bu nedenle onun şiiri belirli bir yalınlıkta, belirli biranlaşılabilirlik düzeyinde, umutla, sevgi ve sevinçleortaya çıkar.Bâkilerin şiirindeki önemli temalardan biri de“çocuk” ve “çocukluk”tur. Bu tema da, tıpkı diğer temalargibi şiirdeki poetik yalınlığı kuran unsurlardanbirini oluşturur. Çocuk, zaman içindeki sürekliliktir,kişinin zaman denizinde yelken açmasıdır. Zira insanzaman denizine yalnız dünyada bıraktığı değerlerledeğil, biyolojik varlığının devamı ile de açılır. Çocuk,annenin ve babanın devamı olarak şiire yansır;baba evlatta hayat sürer, anne çocuğunun gözleriylegeleceğe bakar. Ümitler onda yeniden yeşerir, hayatyeniden filiz vermeye başlar, ömür yeniden yola çıkar.Bu şekilde, anne baba çocuğun ömründe yenidenömür kazanır, onun canında yeninden can bulur.Ve şiir, çocuğun saf, basit, derin ve içtenlikli dünyasındayeniden yalın bir söyleyişe kavuşur. “Aydınlıktaçocukların masal gibidir gözleri / Ve bir avuçsuya benzer ince yüzleri” mısralarında, çocukluğunsaf, basit, yalın ve içtenlikli dünyası, aynı berraklıktaşiire katılır. Şairin çocukluğa ilgisi, bir yandan kendiçocukluk deneyimlerini şiire katması şeklinde, biryandan da yoksullukla belleri bükülen çocuklara yönelmeşeklinde kendini gösterir. Dolayısıyla çocukluk,zengin bir ifade gücü olarak şiirdeki yerini alır.Çocukluk, onun mısralarının gülen yüzüdür: “Birbeyaz sandal nasıl güzelse denizde / Çocuklar da öylesinegüzeldir uykuda… / Sayıklayınca sanki gülleraçar sularda” mısraları, tüm sevgimizle bağrımızabasmak istediğimiz bir çocukluk resmi çizer. Bu şekildeçocukluk, zengin bir anlatım imkânı ile, amahep yeryüzünün saflığı, temizliği, arılığı, iyiliği vegüzelliği olarak şiire yansır.Onun şiirinde seslendiği kişilerden biri de sevgilidir.Anneden, çocuktan sonra, şair sevgiliye de seslenir;belki şöyle demek daha uygun olur: Anneye,çocuklara seslenirken, sevgiliye de seslenir, sevgiliylebirlikte seslenir. Bu nedenle temalar, şahıslar nasılayrılmaz bir bütünse, şiir de işte öylece ayrılmaz bir25haziran-temmuz-ağustos2010


ütündür. Şiirin içeriğini kuran bu temalar, şiiri aydınlıkve anlaşılabilir kılar: anne, çocuk ve sevgili,en tanıdık yüzleriyle görünür şiirde. Bu nedenle şiiriiçerik yönünden kuran bu aşina temalar, onun yalınbir tarzda ortaya çıkmasını da sağlar; dünyayı ve varoluşuda tanıdık, aşina, güvenli ve anlaşılır kılar. Şiirdekiiyimser hava, yaşamı güzelleştiren derin duygu,bu temalardan kaynaklanır. Şiirin aşina yüzü, ondakiiyimserliği oluşturur. Bu temalar, mekânı hane kılar,yurt kılar. Mekâna özlem, sevgiliye özlemdir. Ankara,bir sevgiden, İstanbul bir başka sevgiden, Sivasdaha başka bir sevgiden ötürü güzeldir. Anadolu’nuntümü öyledir. Anadolu, köşesi bucağıyla bir baştanöbür başa gönül olan bu mekânın adıdır. Gönül olduğuiçin de vatandır, yurttur.Anadolu, otantik yüzüyle gülümser Bâkiler’inşiirlerinde. Kağnılarıyla, tozlu yollarıyla, yaylalarıyla,tezek ve tandır kokan evleriyle, kavalı ve sazıyla,yoksul ve dertli yüzüyle, dağları ve ovaları, ırmaklarıve nehirleri, nakış nakış kilimleri, halılarıyla. Türkiye,derin yaşantılar alanıdır. Anadolu’nun çilekeşinsanı, Emine Bacı’nın şahsında cisimleşir: “Kurudallar gibi Allah’a doğru / Uzar beş vakit ellerim,ellerim!” mısrasıyla, fiziksel ve manevi ortamın fotoğrafıçekilir. Böylece akıllısıyla delisiyle, köylüsüve şehirlisiyle, okumuşu ve cahiliyle, zengini ve fakiriyleAnadolu insanı ve Anadolu gerçeği, kendi sahicigörünümü içinde ifade bulur. Bu durum, Bâkilerşiirinin gerçeklik boyutunu oluşturur. Bu yönüyleşiirin havasını, ruh hâlini oluşturan temel öge, temelmotif, Anadolu kültürü, Anadolu kimliği; bu kültürüüreten, yaşayan insanların duygu, düşünce vevaroluş hâlleridir. Bu da şiirdeki yalınlığa bir katkıolarak katılır. Bu kültürü belirleyen temel özellik, bumekânda yaşayan insanların varoluş mücadeleleriolduğu kadar, gönül adamlarının sağduyusu ve bilgeliğiylebiçimlenmiş de olmasıdır.Gündelik dil, sağduyunun dilidir. İletişimin dilidir.Zihinsel sağlığın dilidir. Gündelik hayatın dilidir.Akışkanlığın, sıcaklığın ve içtenliğin dilidir. Anlamanın,anlaşmanın, neşenin, hüznün ve acının dilidir;somut yaşantıların dilidir. Gündelik dil, halkın dilidir;halkın kullandığı, birbirleriyle iletişim kurduğu,isteklerini arzularını, öfkelerini kendisi ile ifade ettiğidildir. Gündelik dilin içinde tüm canlılığıyla insan,insanın içinde ise hayat vardır. İşte Bâkiler’in şiirinde“yalın”ı ve “basit”i kuran ögelerden biri de gündelikdilin mantığıdır. Onun şiirinde, gündelik dilin ifadeimkânlarının ötesine geçen bir söyleyişe rastlanmaz:kurmaca bir şiir dili kullanmaz. Dili, gündelik dilinmantığını ve söyleyiş biçimini bozmayacak şekildekullanır. Bunun anlamı şudur: Söylenen şeyin o şekildesöylenmesi gerekir, gündelik dilin düz mantığıbunu gerektirir. Bu nedenle şiirlerinde ironi ve tersindensöyleyişler zayıf olduğu; irrasyonel ve sürreelsöyleyişlere rastlanmadığı, humor duygusunun zayıfolduğu söylenebilir. Bu da bir noktaya kadar normalsayılmalı. Zira dilin doğru kullanımı konusunda tümçabasını harcamış olan bir kişinin, dilin gündelikkullanımının dışına çıkarak alışılmamış ve söylenmemişolanı, olağanüstü ve şaşırtıcı olanı, kurgusalve imgesel olanı söyleyiş biçimine katması düşünülemezdi.Zira imge yoğunluklu söyleyişler, kurgusalsöyleyişler, karşıt söyleyişler, irrasyonel söyleyişler,ironik söyleyişler; bütün bunlar gündelik dilin mantığınıaşan, gündelik dilin yapısını bozan söyleyişlerdir.Şairlerin dil konusundaki tutumları, şiirlerinioluşturma (yazma, kurgulama, söyleme) biçimlerinide belirler. Dil anlayışımızla şiir anlayışımız arasındabir koşutluk vardır. Yenilikçi bir nitelik taşıyan dilve şiir anlayışlarından gündelik dilin mantığını koruyanşiirler çıkması sıkça rastlanan bir durum değildir.Bu yaklaşımı benimseyenler şiirlerini daha çok yenisöyleyişler, yeni ifade biçimleri üzerine kurarlar. Dildemuhafazakâr görüşü benimseyen şairlerin şiirlerigeleneksel şiir anlayışı ile bağdaşır. Çağımız Türkşiiri daha çok yeni söyleyişler üzerine kurulmuştur.Bâkiler’in şiiri de, tıpkı dil anlayışında olduğu gibigeleneksel şiirimizin ifade imkânları ile örtüşür.Özellikle de halk şiirinin, âşıklık geleneğinin esinlerinitaşır. Bu açıdan bakılınca onun şiirini oluşturanpoetik unsurlardan birinin de “muhafazakâr dil anlayışı”olduğunu söyleyebiliriz. Bu dil anlayışının düşünselgerekçelerini, yüksek sesle dile getirmesi, onayalnızca bir sınıf ortamında değil, ülke düzeyinde debir “dil öğretmeni” vasfını kazandırmıştır. Onun şiirlerindebir dil öğretmeninin titizliği, bunun yanında“örnek olma” endişesi de vardır. Bu endişeyi onunşiiri için bir imkân olarak mı, yoksa kısıtlayıcı birunsur olarak mı görmek gerekir; bu konu üzerindedüşünebiliriz. Belki seçeneklerin yalnızca biri açısındancevap vermek yanıltıcı olabilir; zira bu ikiseçenek her ne kadar birbirini dışlar gibi görünse de,aslında “dil misyon”nunun Bâkiler’in şiiri üzerindehem kısıtlayıcı hem de katkı sağlayıcı etkilerinin ol-26haziran-temmuz-ağustos2010


duğu söylenebilir.Bâkiler şiirinde yalnız gündelik dil değil, bu dilinayrılmaz bir parçası olan gündelik yaşantılar da etkiliolur. Annelerin duygularında, dilenen çocuklarınyalvarışlarında, sevgide, özlemde, Anadolu şehirlerindehep bu gündelik yaşamın ritmi vardır. Temalarınıgündelik hayattan seçmesi, düşünsel boyutu olankonu ve kavramların uzağında durması, onun şiiriniaçık ve anlaşılabilir bir şiir hâline getirir. Bununla,onun şiirinin “sorunsuz” bir şiir olduğunu söylemekistemiyoruz; aksine onun şiiri kültür ve uygarlık temelindekonumu ve sorunu olan bir şiirdir. Yer yerbireysel, yer yer toplumsal göndermeleri vardır. İşte,şiirdeki “anlaşılabilirlik” özelliğini kuran ögelerdenbiri de, bu “sorunu olma” durumudur. Bâkiler,belirsiz, öznesiz, nesnesiz, hedefsiz şiirler yazmaz.Bulanık söyleyişlerin, sisli söylemlerin gölgesinesığınmaz. Buradan da anlaşılacağı üzere, Bâkiler’inşiiri, kendi zamanının baskın şiir anlayışı ile uzlaşanbir yapıda değil, “yalınlığı” ve “basitliği” ile ondanayrılan bir niteliktedir. Bu şiir gündelik yaşantılarüzerinden hareket eden bir şiirdir, “somutun şiiri”dir.Bu şiirde insan varoluşu kalın sis bulutları ardındadeğildir; aksine tüm canlılığı ve netliği görünüşe çıkmaktadır.Bâkiler bu poetik tutumu ile Yunus, Karacaoğlan,Dadaloğlu ve Emrah’ın güzel örnekleriniverdikleri güçlü halk şiir geleneğine katılmak istergibidir.SonuçHarman, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in şiirlerinin harmanolduğu bir eserdir. Yalnız belirli konulara yaptığıgöndermelerle değil, şairin şiirlerinin birikiminiteliğinde olmasıyla da gerçek bir harmandır. Buses, yalın ve coşkulu söyleyişlerin, umutlu ve neşeliyüreklerin sesidir. Belki de üzerinde en çok durulmasıgereken nokta, şiirdeki sadelik, yalınlık, akıcıve duru söyleyiştir. Sözgelimi, “Senden sonra tadımyok / Kolum yok, kanadım yok!” söyleyişinden hareketleşairin şiir anlayışına ilişkin bazı saptamalardabulunabiliriz: Onun poetikasının temelinde galiba şugörüşler yatar: Söylemek istediğini en sade, en anlaşılabilir,en kestirme bir şekilde söyle; halkın diliylesöyle; halkın anlayabileceği şekilde söyle. Basitliği,yalınlığı, sadeliği, coşkuyu öne çıkar. Onun annesiiçin söylediği “Özü-sözü bir yayla gözesi kadar berrak”mısraını onun için de söyleyebiliriz: Onun özüsözü de bir yayla gözesi kadar berraktır; içinde temiz,arınmış, aydınlık duygular, ruhu ve benliği besleyenzengin yaşantılar vardır. Ve bu bir şiirin tanımlayıcıkarakteri olması açısından da önemli bir şeydir.Önemlidir, zira günümüz şairlerinin çoğu, şiirdekianlamı, sesi, akıcılığı ve anlaşılırlığı, nedeni belli olmayanbir “belirsizlik” içinde tüketmeye eğilimlidir.Bu nedenle, konuşmayı şiirle süslemeye alışkın halkkültürümüz ve sözlü geleneğimiz açısından bakarsak,yeni şiir duyarlılığıyla yazılan şiirlerde kolaylıklahafızamızda kalacak mısralar çok az bulunur.Şiir kendini ezberletendir, sırası gelince hatırlananve söylenendir. Bâkiler’in şiirinde bu özellikler var:kolay okunuyor, kolayca akılda kalıyor, etkiliyor,insanı duygulandırıyor, düşündürüyor, eğitiyor. Buşiir, insan varoluşunun çeşitli hâllerinin ifade bulduğu,varoluşsal dokusu güçlü bir şiirdir.Yalınlığı her ne kadar basitlik, yüzeysellik, sığlıkanlamında kullanmasak da, bu poetik unsur,kendisinden hareket eden her sanatçının eserindehep bu tehlikeye maruzdur. Bu, Bâkiler’in şiirindede böyledir; yalınlık ögesi, baştan sona bir “güzellik”,bir “hoşluk” olarak ortaya çıkmaz her zaman.Yer yer şiiri zorladığı, şiire ahengini, ritmini, sesini,içli akışını yitirttiği, şiiri baştan çıkardığı durumlarbile olur. Ama yalınlık, bir tarzdır ve sanatlarındabu tarzı benimseyen kişiler, onun beraberinde getireceğirisklere de sonuna kadar açıktırlar. Bu tarzgerçekten basitliğe düşmemek, sözün sanatsal veşiirsel değerini kaybetmemek için her zaman incebir dikkati gerekli kılar. Tabii ki bir de şairin tercihivar. Şair onun öyle olmasını istemiştir, öyleolmasını uygun görmüştür, şiir onun dünyasındao şekildedir. Ve şiir, başkasının hayatını anlamlandırmadan,başkasına haz vermeden önce şaire hazveren, onun hayatını güzelleştiren bir üretimdir.Şairinin hayatında yer tutan, karşılık bulan her şiirbizzat güzeldir, bizzat anlamlıdır, bizzat amacı kendiiçindedir. Bu nedenle, öncelikle şairin dünyasındaamacına kavuşur. Zira şair, şiirinin sadece yazarı değil,onun ilk elden okuyucusu, ilk elden eleştiricisidirde. Bâkiler’in de şiirle güzel günler geçirdiği, şiirlegurbete çıktığı, şiirle sevdiği, şiirle âşık olduğu, şiirleyoksulluk çektiği, şiirle yolculuk ettiği, şiirle varolduğu zamanlar olmuş. Öyle anlaşılıyor ki, birliktegüzel zamanlar geçirmişler. Şiirin ve şairliğin en güzelyönü de bu olsa gerek. Başkalarının onu okuyupokumaması, değerlendirip değerlendirmemesi, beğenipbeğenmemesi ikincildir. ■27haziran-temmuz-ağustos2010


HASAN AKÇAYErzurum… Ömrümün en güzel mevsimininkar kokulu şehri. Yılın üçte ikilik zamanını,bembeyaz gülüşüyle dağlardan, sokaklarına kadar,hatta içinde yaşayanların iliklerine kadar dolduranşehir. O gülüş ki, termometrelerin eksi kırkları gösterdiğizamanlarda bile insanın yüreğini, benliğiniilkyazlara çevirecek kadar sıcaktır. Tertemizdir.Bembeyazdır. Zemheri akşamlarının sabahındakardelenler başını güneşe uzatacak duygusu kadarbahardır. Çoğu sabahların kırağısı saçlarımızı beyazlaştırdı,kimi zaman cam gibi buzlar üzerindeayaklarımız kayıp yerlere kapaklandık, fakat biz oşehirde hiçbir zaman üşümedik. Yüzümüzü kamçılayantipilerin erişemediği gönül kalemizin burçlarındaaşk güneşi vardı çünkü. Biz her zaman ogüneşle ısındık, ışıdık…O aşk ki, bütün kapılarını güzelliklere açıyordu.Mevsim hep kış olsa da gönül uçlarımızda herdaim bahar çiçeklerinin tomurcuklanışı vardı. Şiiresevdalı birkaç yürekle birlikte, şiir ikliminin solmayanmaviliğinde maverai rüzgârlar dolduruyordukömür yelkenlimize. Evde, yolda, okul kantininde,bir kahve köşesinde şiir soluyor, şiir konuşuyorduk.Ve şiir her şeyi daha bir güzelleştiriyor, şiirlegüzelleşiyorduk.Şairlik gibi bir iddiamız yoktu. Şiir sevdamız,şiir yürek telimizdi. Bütün dokunuşlarda şiirin sesiduyuluyordu. O, her nereye baksak karşımızda gülümseyen,kimi zaman yaklaşan, ama hiçbir zamanele geçmeyen bir peri suretti. Şiir perisine yaklaşmanınen güzel yolu, onu yakalayanların mısralarınınderinliğinde kaybolmaktan geçiyordu. Bununiçin de sürekli o sulara gönlümüzü bırakıp, o sularınderin serinliğinde kaybolmaktan büyük bir mutlulukduyuyorduk.Severek okuduğum, şiirlerinde kendimi bulduğumbirçok şair vardı ve bunlardan biri de <strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler’di. Bazı şairlerin şiirlerinde bir ikiyönüyle kendimden izler bulurken, Bâkiler’in şiirlerindetepeden tırnağa kendim oluyordum. Yaşadığımköyün tozlu yollarından, çileli insanlarınakadar gözlerimin önünde tablolar çiziliyordu. Aşkı,gurbeti, hasreti… bütün söyledikleriyle sanki benimduygularımı dillendiriyordu. Üniversite yıllarındaYalnızlık ve Duvak isimli şiir kitabını ezberderecesinde okumuştum.Bâkiler’in son derece duru, akıcı, etkileyici birşiir dili oluşturmasındaki asıl etken hiç şüphe yokki Türk diline olan aşırı hassasiyetiydi. Bundan dolayıdırki, her zaman ve zeminde Türkçenin güzelliğini,doğru kullanılması ve korunması gerektiğinidile getirmeyi bir görev biliyordu. Bu anlamdayaptığı televizyon programları, yazdığı makaleleronun gayretinin, samimiyetinin ve sevdasının bir28haziran-temmuz-ağustos2010


göstergesi olarak karşımıza çıkıyordu.Şiirlerinden tanıdığımız şairlerin hayal dünyamızdaşekilden şekle girdiği zamanları yaşıyorduk.Aslında şairlerinden ziyade bizi ilgilendiren şiirleriydi.Fakat o şiirlerin şairlerini de merak etmiyordeğildik. 1986 yılında Bahaettin Karakoç’unMaraş’ta başlattığı güzel bir geleneğin ülke genelindeyayıldığını duymak bizi içten içe sevindiriyor,şairlerin toplandığı şehirlerde yaşayan insanlaragıpta ettiriyordu.Üniversite ortamında birçok sanat sevdalısı insanlabir araya gelerek, ceplerimizden çıkardığımızkırışmış kâğıtlardaki, henüz olgunlaşmamış şiirlerikarşılıklı okuyor ve o şiirler üzerinde yorumlaryapıyorduk. Kara kışlı gecelerin ayazında sığındığımızizbe kahvelerin köşelerinde şiirin ılık dünyasından,bahar gelmeyecek bir şehir için kardelenler,karanfiller, papatyalar devşiriyorduk.1987 senesi… İlkyaz kuşlarının bulutlara kanatuçlarıyla mutluluğun resmini çizdiği günler. Dahaönce bir yerde bir duyuru, bir afişin olduğunu hatırlamıyorum.Her şey bir anda olmuş gibiydi. Şiirsevdalısı birkaç arkadaş bir gün kendimizi üniversitenin“Kültür Sitesi” denilen büyük salonundabulmuştuk. Salonun girişinde bir bez afiş, üzerinde“Palandöken Şiir Günleri” yazılı.Salon tıklım tıklım. Bin kişiden fazla insanıntoplandığı bu ortamda nefesler tutulmuş. Etraftabüyüleyici bir sessizlik. Ön sırada oturan şairler,birer birer sahneye çıkarak şiirlerini okuyorlar. <strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler, Bekir Sıtkı Erdoğan, Turan Oflazoğlu,Mehmet Çınarlı, Zeki Ömer Defne, YahyaAkengin…Bütün edebiyat öğrencilerinin, şiirini ezberdenbilmese de, onlarca kez okuduğu Zeki Ömer Defne,daha sahneye çıkarken duygusal anlar başlamıştı.O büyük şair oldukça yaşlanmıştı, ayrıca o gün birazda rahatsızdı. Her iki koluna giren iki kişi ilebirlikte mikrofon başına geçtiğinde elleri titriyordu.O meşhur “Ziller Çalacak” şiirini okumaya başladığındasesinin de titrediğini fark ettik. Sanki ilkdefa sahnedeymiş, ilk defa şiir okuyormuş gibi heyecanlıydı.Bizler, onun karşısında yüzlerce öğrenci.Bizi anlatan, bize seslenen bir öğretmen şiiri…Onun titrek sesi dalga dalga gelip yüreğimizin enderinlerine kadar sinerken, yüreğimizi de yerindenoynatıyordu. Onun hüzünlü titrek sesi yüreğimizide titretmeye başlayınca gözyaşlarımıza daha fazlahâkim olamamıştık. Hatta birçok bayan arkadaşhıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. O duygu yüklüanları hiçbir zaman unutamadım ve daha sonra bulunduğumbenzer ortamlarda o ilk yaşanılan duyguyoğunluğunu da bir daha bulamadım.Diğer şairlerin de şiirlerine okumasıyla birlikteşiir şöleni sona ermişti. Salonda ayaküstü BekirSıtkı, Mehmet Çınarlı, Yahya Akengin ile tanıştık,sohbet ettik. Şairlerin etrafını saran öğrenciler onlarıbırakmak istemiyorlardı. Salondan dışarı çıkıldığında,şairleri bekleyen araca binip şehre doğru gittiler.Gruptan ayrılan bir tek <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkilerolmuştu. O, “gençlerle sohbet etmek istiyorum”diyerek etrafını saran birkaç gençle birlikte kampüsünçıkışına kadar yürümeyi tercih etmişti. Bizleronu bir çember içine alarak dudakları arasındandökülen her bir kelimeyi yüreğimize nakşederekyürüyor, kimi zaman da olduğumuz yerde durarakbüyük bir mutlulukla dinliyorduk. Bizlere sürekliokumamız gerektiğini, özellikle Türkçe hususundaduyarlı olmamızı vurguluyordu.Konuşması da şiir okur gibiydi. Tok ve etkileyicibir ses tonu vardı. Bakışlarıyla, davranışıylabizlere ne kadar değer verdiği anlaşılıyordu. Elindetaşıdığı çantasını bir arkadaşımız ne kadar ısrar etsede alamamıştı. Yaklaşık kırk dakika süren bu yürüyüşbizim için bir dakika gibiydi. Bununla birlikteyıllar geçse de öğrenemeyeceğimiz birçok şeyibu dakikalar içinde öğrenmiştik. Özellikle zamanıdolu dolu yaşamanın, en güzel şekilde değerlendirmeningerektiğini yaşantısından örnek vererekanlatmış ve şöyle demişti: “ Benim kız kardeşim,yeğenimi bize gönderip sorduruyor; bak dayın birşeyler yazmıyor veya okumuyor ise, ona bir çayveya kahve içmeye gelmek istiyoruz.” Bu anekdotuyaşadığım süre içinde hep hatırladım. İnsanın enyakını bile ondan izin alarak ziyaretine gelmek istiyordu.Demek ki, büyük insanlar vakitlerini boşaharcayarak bulundukları konuma gelmiş değillerdi.Onların her anı hayatlarına bir şeyler katarak değerkazanıyordu.Öğrencilik yıllarımızda birçok güzel günler yaşadığımızinkâr edilmez. Fakat gönül bağı kurduğunuz,sevdiğimiz, saydığımız o güzel insanlarla,özellikle <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’le yaşadığımız birkaçsaatlik bir zaman bütün o güzellikleri içine alabilecekbir büyük çerçeve hükmünde gönül duvarımızda,hâlâ ilk günkü rengiyle asılı durmaktadır.■29haziran-temmuz-ağustos2010


YAVUZ BÜLENT BÂKİLERMUSTAFA MİYASOĞLUSağ-solçatışması kadarAlevi-Sünnîzıtlaşmasınında bu toplumune kadar zaafauğrattığınıbildiğindenKültür Bakanlığıiçin ÂşıkVeysel’edair kitaphazırlayarakortak değerleredikkatiçekmiştir.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler ağabeyimizi lise yıllarımızdayayınlanan Hisar dergisindeki şiirleriyle Yalnızlıkve Duvak adlı şiir kitaplarıyla tanıdım. Anadolu çocuklarınahas bir duyarlığın hece ve serbest vezinle dile gelen,daha çok yüksek sesle okunduğunda tadına varılan bu şiirlerbizim duygularımıza da tercüman oluyordu. Özellikleyabancılaşmış aydınlara karşı söylediği, “Kılığın kıyafetinsarmadı beni, / Söylediğin türküler bizim türkülerimiz değil”mısralarıyla başlayıp “Savul git içimizden” mısraıylabiten şiiri bize içten destek oluyordu. Büyük şehirdeki mahzunduygularımızı anlatan Cebeci Camii gibi şiirleri hayatınher alanında kıstırılmışlığımızı, o dönemde Necip Fazılve arkadaşlarının etkisindeki Cahit Sıtkı ve Cahit Külebitarzı bir üslupla dile getiriyor, sanki hep bizim türkülerimizisöylüyordu.Onunla ilk kez 60’lı yıllarda Kayseri’ye bir konferansiçin geldiğinde yüz yüze tanışmıştık. Gerçekten de benden10 yaş kadar büyük bir ağabeydi ve yağız bir Anadolu delikanlısıydı.Daha sonra bu tanışmışlık fikrî ve ruhî yakınlığadönüştü; onun yazdıklarını nerede görsem okuyup kendisiylenerede karşılaşsam üç-beş cümle konuşmadan ayrılamazolduk.Kayseri Akşam Lisesi son sınıf öğrencisi iken, onunlaAnkara’dan dost olan rahmetli Edebiyat Öğretmenimiz AyvazGökdemir, filinta gibi genç bir delikanlı olarak sınıfa30haziran-temmuz-ağustos2010


girip de kendisini tanıtan ilk cümleleri arasındaAntepli olduğunu söylediğinde, birden aklıma <strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler’in Antepli Şahin adlı şiiri geldi.Çünkü bu şiir ona ithaf edilmişti, sanki AyvazGökdemir bu şiirden çıkıp gelmişti. Bu yakınlığıkendisine sorduk, o da doğruladı.O yıllarda Mehmet Âkif, Peyami Safa, NecipFazıl, Arif Nihat Asya, Tarık Buğra, Nureddin Topçu,Sezai Karakoç, A. N. Tarlan’ın dilinden M. İkbalen çok okuduğumuz yazar ve şairlerdi. Bunlara <strong>Yavuz</strong>Bülent de katıldı. Hisar yanında Büyük Doğu,Hareket ve Diriliş dergilerini de hiç kaçırmadanokuyorduk. Fakat <strong>Yavuz</strong> Bülent, şiirleri yanındaArif Nihat Asya ile yakınlığı ve çeşitli Anadolu şehirlerindekiheyecanlı konuşmaları münasebetiylebiliniyor, ama yazılarını göremiyorduk. Sivas’takiavukatlığı, mahalli gazetelerde haftada bir yazmasıdillere destandı, ama Kayseri ve İstanbul çevrelerindebunlar pek görülmüyordu.Siyasetten uzaklaşarak Ankara’ya yerleştiğigünlerde yeniden edebiyata dönmüş ve şiirler yayınlamayabaşlamıştı. Karşılaştığımızda TRT’degörevliydi. Beni seslendirmenin yapılacağı stüdyoyagötürdü ve Keven adlı bir bitki üzerinde yaptığıkonuşmasını dinletti. Salonda ne kadar canlıve çekici bir konuşma yapıyorsa, stüdyoda da öyleiçten ve heyecanlı konuşuyordu. Televizyondakigöreviyle birlikte eski Türk izlerini belgesel halinegetiren program münasebetiyle öncelikle Rumeli,sonra da Azerbaycan ve Türkistan illerini dolaştı.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler 1970’li yıllarınsonunda Struga Şiir Akşamları’na davetedilmesiyle birlikte, farklı bir ufka yöneldi.Kemalist Sol şairlerin öncüsü olanDağlarca ve benzerlerinin tutarsızlıklarınıHisar dergisinde bir dizi yazı konusuyaptı ve bunlar Üsküp’ten Kosova’yaadlı bir kitapta toplandı. Bunun defalarcabasılması Türkistan Türkistan adlıkitabına cesaret verdi. Ardından da CanAzerbaycan’ı geniş bir kitap halinde yazmayabaşladı…Sağ-sol çatışması kadar Alevi-Sünnîzıtlaşmasının da bu toplumu ne kadar zaafauğrattığını bildiğinden Kültür Bakanlığıiçin Âşık Veysel’e dair kitap hazırlayarakortak değerlere dikkati çekmiştir.Kültür Bakanlığı müşavirliği görevindenkısa bir süre sonra emekliye ayrılarak MehmetÂkif, Osman Yüksel Serdengeçti gibi şahsiyetlerideğerlendirme konusu yapmış, Gidenlerin Ardındanadlı kitabında çok sayıda şahsiyeti tanıtanyazılarını toplamıştır. Üstadı Arif Nihat Asya’nınhayatını ve sanatını ele alan Arif Nihat Asya İhtişamıadlı kitabı yayınlandıktan sonra, Osman YükselSerdengeçti hakkındaki kitabını bekliyoruz. Çünkübu kitaba Serdengeçti’nin ölümü münasebetiylebaşladı, çoktan bitmesi gerekiyordu.Aslen Karabağ’dan Anadolu’ya göçen bir aileninçocuğu olduğu için Bâkiler soyadını alan <strong>Yavuz</strong>Bülent ağabeyimiz, Azerbaycan’a ilk giden ve oradakiTürkiye âşıklarıyla ilk görüşen öncü şahsiyetlerdenbiri olduğu için, orada da Türkiye’deki kadartanınır, onlardan da çok sayıda armağan almıştır.Bu sebeple Elçibey’le ilgili bir kitap yazdığı gibiBahtiyar Vahapzade ile dostlarının bazı kitaplarınıda Türkiye Türkçesine çevirerek yayınlamıştır.<strong>Yavuz</strong> Bülent ile duygu ve düşünce dünyasıbakımından pek çok müşterekimiz var. Hakkındakitap yazdığı insanlarla onun arasında heyecanlıve mübalağalı bir üslupla ifade ettiği bir dostlukvar. Bu üslubun onun hayatında da ifadesini bulduğugörülüyor. Bu dostlukların bazen biyografikkitaplar, gezi yazıları ve hatıralar derlemesi olarakbir araya geldiğini görüyoruz. Aralarında ortak değerolan şahsiyetlere karşı vefası da çok takdire şayandır…■31haziran-temmuz-ağustos2010


Şairimiz<strong>Yavuz</strong> Bülent BâkilerNURETTİN DURMANDervişin mekânı dergâhlar, hanlar olduğu gibibenimde mekânım kitaplar dergiler oldu yazmayabaşladığımdan beri. Hele dergiler, edebiyat dergileri.Okuduğum şiirler, anlamaya çalıştığım metinler,öğrendiğim edebiyat âleminin şairleri yazarları.Varlık, Hisar, Çağrı ve Elazığ’da çıkan Fırat dergisi…Tabii ki zaman zaman daha başka dergiler de okumaalanıma alınmış ve onlardan faydalanmış oldum.Yetmişli yıllardan itibaren daha da genişletmiş oldumdergi okumalarımı bir hassasiyet olarak. Kitap okumabahsine girmiyorum burada. Zaten şiir denilince aklaöncelikle edebiyat dergileri geliyor.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler adı bende Sivaslı bir şair olarakhep var olmuştur. İlkin nerde okudum veya öncehangi şiirini okudum hatırlamıyorum ama Cahit Külebiile birlikte nedense geliyor aklıma. Bu meşrepleri,inanışları birbirine uymayan iki şair kendilerini Sivaslıoluşlarıyla ve tabii ki en önemlisi şiirleriyle hatırlatıyorlarbana. Külebi’nin “Hikâye” şiiri ile “Sivas Yollarında”adlı şiiri erken dönem ve tabii ki iyi şiirlerdirve kendilerini okutmuş şiirlerdir özellikle. “Hikâye”şiiri köy kökenli oluşumdan mıdır nedir daha bir sarmalıyorbeni.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler de ise “Anamın Türküleri”adlı akıcı şiirinin “Şimdi burda Sakarya, orda Seyhun,Deli Kür… / Bir yanık bozlak gibi yüreğime dökülür.”bölümündeki ilk mısraının sonundaki “Deli Kür” doğduğumköyümü de çağrıştırdığı için dikkatime girmişbir şiirdir. Bingöl’ün eski adıyla Kür Köyü’nde doğmuşoluyorum yani. Bu benim için önemli ama aslındaküçük bir hatırlama faslından sonra üzerinde durmakistediğim “Sivas’ta Yoksul Çocuklar” şiiridir. Buradaöne çıkan temel düşünce Bâkiler şiirini de açıklamayave anlamaya çalışırken önümüzde bir bakış açısı olarakseyrediyor kendiliğinden. Yani Bâkiler’in “gelenekselşiirimizin ögelerinden yararlanarak memleket, tabiat,insan sevgisi ve millî duyguları ön plana çıkaran şiirleryazdı” olması bizi o şiire daha yakın bakmaya teşvikediyor âdeta.“Gökteki yıldızlar kadar sayısızAh yurdumun kimsesiz ve yoksul çocuklarıAnladım farkınız yok koparılmış başaktan!Alın bu gözleri benden, alın bu yüreği artıkUtanıyorum yaşamaktan.”Şairin bir yerde isyan edeceği, karşısına çıkacağıolumsuzlukların sözcüsü olduğunu, hak arayıcısı olduğunuvurgularken acılar çektiği de belli oluyor tabi.Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan olmamakiçin de tavrını açıkça ortaya koyar şair. Değil mi ki şairçağının tanığıdır. Öyleyse dikkatli bir gözlem hassasiyetinede sahip olmalıdır. Şair böyledir zaten.Bâkiler, Türkçe ve Türk kavramı üzerinde çok titizlenenbir şair. Bir dönem TV’lerde “Sözün Doğrusu”programında dil üzerinde titizlikle durdu ve doğrularıve yanlışları büyük bir iştiyakla sundu seyircilerine.Bu açıdan bakıldığında da birçok şairden ayrılan birtarafı da budur. Titizdir bu konuda. Onaylamadığı birkelimeyi bir şairin şiirinde görünce, hemen ikaz eder,böyle kelimeler kullanmamasını öğütler şaire.Bana imzaladığı Harman adlı bütün şiirler kitabı2005 tarihini taşıyor. Sanıyorum o gün özellikle beğendiğim,severek okuduğum, “şaşırdım kaldım işte”şiirini hazırlayacağım Aşk Şiirleri Antolojisine almakiçin izin istemiş, iznini almış ve şiiri büyük bir zevkleantolojiye almıştım. Biliyorum bunca şiiri olan, buncakitabı olan bir şairi yazmak, hakkında söz söylemekkolay değil. Böyle olunca da insan şaşırıp kalıyorişte!■32haziran-temmuz-ağustos2010


İSMAİL ÇETİŞLİ*Günümüz şairlerinden <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler(23 Nisan 1936-)’in şiire ilgisi, ilkokul yıllarındaSivas’ın Halk şiiriyle yoğrulmuş atmosferindeannesinin güzel sesiyle söylediği masallar ve türküler,babasının eve getirdiği Büyük Doğu mecmuası okumalarıve sınıf öğretmeni Makbule Yurderi’nin teşvikve tesirleriyle başlayıp gelişmiştir.“Şiire ve edebiyata olan merakımın en büyük müsebbibiannemdir. (…) Ben yatağımı hep anneminyanına serer ve ondan bana masal anlatmasını, türküsöylemesini isterdim. O masallar beni çok ilgilendirirdive masalların kahramanları beni çok duygulandırırdı.(…) Benim marazî dereceye varan hassasiyetimo dönemlerde annemden dinlediğim masallardankaynaklanmaktadır diyebilirim. Gerek annemin söylediğitürküler gerekse âşıkların mahalle aralarındaçalıp söylemeleri beni şiire doğru çekmeye başladı.İlkokul yıllarında çok derme çatma mısralar kalemealdım.” [1]Ortaokul ve lise yıllarında defterlerde saklanan builk şiirler, kız kardeşinin ölümü üzerine kaleme alınanların(Bir Ölünün Mektubu, Gelinlik Kızın Ölümü)Türk Sanatı dergisinde yayımlanmasıyla (1953) günışığına çıkar.* Prof. Dr., Pamukkale Ü. Fen-Edebiyat F.Öğretim Üyesi1. İbrahim Tüzer, “<strong>Yavuz</strong> Bülent Bakiler ile Söyleşi”, TürkYurdu, S.267, Kasım 2009, s.45.“İlkokulun galiba dördüncü sınıfında sınıf öğretmenimizinisteği üzerine ilk şiirimi yazdım. Bu, Halkşiiri tarzında olan ve Sivas üzerine yazılan bir şiirdi.Sonra yine Halk şiiri tarzında yazdığım şiirleri lisesınıflarına kadar defterlerimde sakladım. Bunlar herhangibir yerde yayımlanmadı. Lisenin ikinci sınıfındaykenkız kardeşimi bir elektrik kazası neticesindekaybettik. Onun üzerine ben kendisinin mezarı başındabirkaç ölüm şiiri yazdım. Bunlar diğer şiirlerimdenfarklı olarak serbest tarzda yazılmış şiirlerdir. O şiirleriİstanbul’da çıkan Türk Sanatı dergisine gönderdim.(…) Böylece o müessif hâdise beni sanat ve edebiyatdünyasıyla birdenbire karşı karşıya getirdi. İşte 1953yılından beri sanat ve edebiyat dergilerinde yazmayadevam ediyorum.” [2]Bâkiler’in şairliği, asıl Ankara Hukuk Fakültesindekiöğrencilik yıllarında gelişip serpilir. Bu süreçteHisar dergisinin önemli rolü vardır. Mehmet Âkif Ersoy,Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, OsmanYüksel Serdengeçti, Cahit Külebi ve Cahit Sıtkı Tarancı,onun birinci sırada sevdiği ve farklı seviyelerdetesirinde kaldığı şairlerdir.<strong>Yavuz</strong> Bülent, ilk şiir kitabı Yalnızlık’ı fakülteyibitirdikten iki yıl sonra neşreder (1962). Onu, Duvak2. Pınar Topaloğlu, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’inŞiirleri Üzerine Bir Araştırma-İnceleme,Denizli, 2003, s.161, (Basılmamış Lisans Tezi).33haziran-temmuz-ağustos2010


(1971) ve Seninle (1987) kitaplarının neşri takip eder.Şair şiirlerini son olarak Harman (2002) isimli kitabındabir araya getirip topluca okuyucuya sunar. Kendisi,adı geçen şiir kitapları ve içerikleri hakkındakişöyle bir değerlendirmede bulunur:“Yalnızlık benim ilk şiir kitabım. Gençlik duygularımınboy attığı kitap Duvak, Sivas’ta avukatlığabaşladıktan sonra Anadolu gerçeğiyle karşı karşıyakalmanın sancılı kitabı. Seninle; olgunlaşmaya başladığımzamanın yeni adımları. Harman’da ise hem bukitaplarımda yer alan şiirlerim, hem de en son yazdıklarımlaberaber İstanbul’un fethine söylediğim şiirlervar. Hükmü elbette okuyucu verecektir.” [3]Bâkiler’in –bir ikisi dışında- bütün şiirlerini tematikbir tasnif içinde bir araya toplayan ve yedi bölümdenoluşan Harman’da [4] bulunan 120 şiirin bölümleredağılımı şöyledir: “Analar ve Çocuklar” (13 şiir),“Türkiyem Anayurdum Sebebim Çarem” (29 şiir),“Gönül Ey Vah Gönül Vay Gönül” (40 şiir), “ÇağırırsınBir Gün Beni de Ölüm” (7 şiir), “Dağlar ile Taşlarile Çağırayım Mevlâm Seni” (5 şiir), “Turan” (12 şiir),“Destan İçinde İstanbul” (14 şiir).<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in şiirleri, konu ve temalarıbakımından iki ana eksen etrafında hayat bulmuştur.Bunlar; ferdî ve beşerî konu ve temalar ile millîkonu ve temalardır. Bu iki ana eksen bize, bir taraftanBâkiler’in şiirlerinin omurgasını verirken diğer taraftanşairin kendisi ve kendisini kuşatan evrene karşıduruşu ve bu duruşundaki duygu ve duyarlılıklarınıaçıklar.Bâkiler, özellikle ilk dönem şiirlerinde, başta aşk(Liseli Kız, Üsküdar Türküsü, Gel, A..,, Şaşırdım Kaldımİşte vb.) yalnızlık (Gece Yarısı, Çağrı, GeçmişGünlerin Türküsü, İşte Böyle, Sen Sen Sen, vb.) vegurbet (Gurbet, Sivas Hasreti, vb.) olmak üzere, ferdîve beşerî temaları öne çıkarır. Şairin yoksul, kimsesiz,aç ve çıplak çocuklar (Sivas’ta Yoksul Çocuklar,Çocuklarla, Çocuklar, Mektup vb.) ve insanlar (EmineBacı, Kastamonu Delileri, Sivas Ağıtı vb.) ile analara(Analar, Analar Bilirim, Seni Arıyorum Deli-Divâne,Farkında mısın vb.) karşı “ceylan yüreği”nde duyduğusevgi, şefkat ve merhamet duygularını dile getirenşiirlerini de, -sosyal ve toplumsal yönlerini unutmamakkaydıyla- bu çerçevede düşünmek mümkündür.3. Mehmet Nuri Yardım, “<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’leKonuşma”, Türk Edebiyatı, Ekim 2001, s.68-70.4. <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Harman, Türk Edebiyatı VakfıYayınları, İstanbul, 2002, 2. baskı, 253 s. (İncelemedekimetin alıntıları bu baskıdan yapılmıştır.)Aslında sevgi, şefkat ve merhamet, Bâkiler’in hemenhemen bütün şiirlerindeki genel duyguyu oluşturur.Gönlüm baştan başa aşk ve merhametBir gölgedir önümde ardımda gurbet(Yine Benim, s.161)Toplanın başıma bir akşam üstüSizi benim kadar şimdi kim anlar?..Seviyorum hepinizi hüzünlü hâlinizleEy kimsesiz ve ey seven insanlar!..(Düşünceler İçinde, s.109)Bununla birlikte Bâkiler’in sanat hayatının ilk dönemlerindeçok daha baskın olan ferdî ve beşerî konuve temalar, ileriki dönemlerde (1968’de avukat olarakSivas’a geliş ve sonrası) bu hâkimiyetini kaybederekyerini millî konu ve temalara bırakacaktır. Bir aşamadansonra mensubu bulunduğu toplumun meselelerinidaha yakından idrak eden şair, neredeyse ferdî şiiryazmaktan utanır olacaktır.“Zaman zaman tamamen içtimaî konuları ele alanşiirler yazdığım; zaman zaman aşk konusunu ele aldığım;zaman zaman tamamen fetih şiirleri üzerindedurduğum; bazen de deli-divaneler gibi turan şiirleriyazdığım olur. Mesela Sivas’a gidip de meslek hayatınabaşladıktan sonra ben artık aşk şiiri yazmaktanutanır oldum.” [5]<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler bugün, edebiyat kamuoyunungenel algısı açısından toplumcu, milliyetçi vemuhafazakâr şair kimliği ile tanınmaktadır. Daha öncekişiir kitapları ile son dönem şiirlerini ihtiva edenHarman’a bir bütün olarak baktığımızda, kitapta yeralan şiirlerinin büyük bir bölümünün, mensubu bulunduğumilletin (birey veya toplum düzeyinde) içindebulunduğu veya yüz yüze kaldığı çeşitli sosyal, ekonomik,siyasi ve kültürel konular üzerine kaleme alınmışmanzumeler olduğunu görürüz. Kitaptaki “Analar veÇocuklar”, “Türkiyem Anayurdum Sebebim Çarem”,“Turan” ve “Destan İçinde İstanbul” bölümlerinde bulunanşiirlerin -birkaçı dışında- tamamı sosyal ve toplumsal;aşk şiirlerini toplayan “Gönül Ey Vah GönülVay Gönül”, ölüm şiirlerini toplayan “Çağırırsın BirGün Beni de Ölüm ve daha çok metafizik temalı şiirleritoplayan “Dağlar ile Taşlar ile Çağırayım MevlâmSeni” bölümlerindeki manzumelerin önemli bir bölümüise ferdî konu ve temalıdır. Söz konusu bölümler-5. Pınar Topaloğlu, age., s.167.34haziran-temmuz-ağustos2010


deki 120 şiir tek tek değerlendirildiğinde yaklaşık üçteikisinin (% 67) sosyal ve toplumsal, geri kalan üçtebirinin (% 33) ise ferdî olduğu görülür. Bununla birlikteonun şiirlerinde ferdî ve beşerî konu ve temalarlamillî konu ve temaları kesin çizgilerle ayırmak birhayli zordur. Çünkü çeşitli sosyal meselelere yönelikyerlilik ve millîlik olgusu, ferdî ve beşerî şiirlerde dekendisini hissettirir.Bâkiler’in toplumculuğu veya yerlilik vemillîliği, Sivas sokaklarındaki kimsesiz çocuklardanAnadolu’nun değişik şehir, kasaba ve köylerindeki yoksulinsanlara, Anadolu’nun içinde bulunduğu geri kalmışlıktandünyanın farklı köşelerindeki Türklerin meselelerinekadarki birçok konuyu kapsar. İstanbul’danÜsküp’e, Kerkük’ten Erbil’e, Azerbaycan’dan,Türkistan’a, Kafkaslar’dan Balkanlar’a, Altaylar’danTuna’ya kadar uzanan geniş topraklar ise, onun şiircoğrafyasını oluşturur. Hunlardan Göktürklere, SelçuklulardanOsmanlılara ve günümüz Türkiye’sineuzanan zaman çizgisi de bu şiirlerin tarih boyutunu verir.Bu çerçeve içinde hayat bulan Bâkiler’in millî duyguve duyarlılığı, ister milletin günlük hayat içindekifarklı problemlerini ister milletin tarihini anlatsın isterseTürk milletinin bugün dünyanın farklı bölgelerindeyaşadığı zulüm ve baskıları ele alsın, temelde toplumu“millet” yapan “kültür” değerlerini esas alır. DolayısıylaTürk milleti olgusu, onu bu seviyeye yükseltenkültür değerleri ekseninde şiire yansır. Daha açık birifadeyle, Türk milletinin tarih, vatan, dil, sanat, düşünce,duygu, gelenek ve görenek, hayat tarzı vb. kültürdeğerleri, onun şiirlerinin özünü teşkil eder.Bâkiler’in şiirlerinin özünü teşkil eden Türk milletineait kültür değerlerinden bir başkası ise, -“millet”imeydana getiren iki temel değerden biri olarak gördüğü-“din” ve bu dinden kaynaklanan değerlerdir.Manzumeler üzerine dikkatle eğildiğimizde, şairinapaçık dinî duygu ve duyarlılıkla çarpan kalbinin sesiniduyar; dinî değer ve inançların onun şiir örgüsününözünü teşkil ettiğini fark ederiz. Dolayısıyla Bâkiler’inmillî duygu ve duyarlılık ekseninde vücut bulmuş şiirlerindekialt başlıkların ilk sırasında onun dinî duyguve duyarlılıklarının hayat verdiği manzumeler veyaçeşitli manzumelerdeki bent, beyit, mısra, ibare, kavram,kelime ve söylemler gelir.Belirtilmesi gereken bir başka husus; <strong>Yavuz</strong>Bülent’in, şiirin aslî kıymetlerinden olan lirizmi, ferdîtemalı manzumelerinde olduğu gibi, çeşitli sosyal, kültürelve ekonomik meseleleri işlediği manzumelerindede korumuş olmasıdır. Manzumeler gücünü, zihnîolmaktan öteye geçememiş şu veya bu ideolojiden,düşünceden değil, şairin duygu dünyasından fışkıranheyecan, hayranlık, sevinç, coşku, hüzün, hayıflanma,öfke gibi çeşitli duygu hâllerinden alır. Onun şiirlerindekisıcaklığı, söz konusu samimi lirizmde aramakgerekir.“Bence duygunun ve ifadenin büyük önemi var.Ben duyguyu birinci planda dikkate alıyorum. Duygularıgüzel bir şekilde ifade ettiniz mi şiiriyet kendiliğindenortaya çıkar. O bakımdan benim şiirlerimdeduygu, şiire daha çok hâkimdir. Ben duyguyu birinciplanda dikkate alıyorum.” [6]Bu makalede amacımız; <strong>Yavuz</strong> Bülent’in şiirlerive şairliğinin ana ve hâkim rengini oluşturan millîkonu ve temaların alt birimlerinden birini teşkil edendin, dinî duygu ve duyarlılık ile bu konu, duygu veduyarlılığın tabii sonucu durumundaki dinî unsurlar(iman, ibadet, ahlâk, davranış biçimleri vb.) üzerindedurmak; konuyu metin merkezli bir yaklaşımla tasvirve tahlil etmektir.***<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in şiirlerindeki din, dinîduygu ve duyarlılığın ilk ve asıl kaynağı, hiç şüphesizşairin kendi zihni, gönlü ve ruhudur. Söz konusuduygu ve duyarlılığı ifade eden aşağıdaki örnek mısralarkadar, bunların dışındaki şiirlerde karşımıza çıkan“ben” zamiri veya bu ben’i ele veren diğer unsurlar, buhususu açıkça ortaya koyar. Zaten kendi zihni, gönlüve ruhundan güç almayan bir sanatkârın bu tür eserleryazmayacağı açıktır.“Yaşamak Güzel” şiirindeki aşağıdaki mısralar, şairinAllah’a olan inancını açıkça ortaya koyar.Boşuna gönül vermedim bunca yıl mavi göklereİnancım büyük Allah’a(Yaşamak Güzel, s.177)Bâkiler, İslam dini “âmentü”sünün temeli olanAllah’a iman ve kul olma bilincini en yoğun biçimde“Yakarış” şiirinde dile getirir. Necip Fazıl üslubunuhatırlatan manzume, adından da anlaşılacağı gibi, birtür “münacat”tır. Şair, “siyah, korkunç ve derin” veya“nursuz, uykusuz” gecelerden; içindeki bilmeceler veçağın “tanrılar”ından kaçıp “Bir rüya kadar güzel/Birömür kadar uzun” ilâhîler eşliğinde ve hıçkırıklarlaona sığınır. Onun bu sığınıştaki beklentisi, huzura6. Pınar Topaloğlu, age., s.163.35haziran-temmuz-ağustos2010


ermek ve affedilmektir. Burada Bâkiler’in, icat ettiği“tanrılar” vasıtasıyla insanı cenderesine hapseden veonu Tevfik Fikret’te olduğu gibi (İnanmak İhtiyacı,Haluk’un Âmentüsü vb.) derin bir boşluk ve karanlıkuçurumuna sürükleyen pozitivizm ve modernizmdenkaçışını görürüz.Beni affeder misinHuzurunda bir sabah,Dilimde ismin AllahVe yarım kalmış bir ahİle gözyaşı döksemSaatlerce diz çöksemYansam, yakılsam, dursam“Hadi kulum” der misin?Beni affeder misin?(Yakarış, s.185)Başında sevdalarla dolaştığı gençlik yıllarında birgün, okunan ezanla birlikte kendini Cebeci Camii’ndebulan Bâkiler, Kur’an sesinin hâkim olduğu cami atmosferinde,içindeki “benlik” duygusundan sıyrılarakâdeta derin bir vect hâli yaşar. Artık o, kimsenin görmediğigözyaşlarıyla dünyevî kirlerden temizlediğikalbinde tıpkı iri ve beyaz bir gül gibi açan şafakla,“Bir küçük güvercin”dir sanki.Bir küçük güvercin gibiyim şimdiEridi içimdeki benlikNe olur bitmesin bir ömür boyuGönlümde yer eden serinlik…(Cebeci Camii, s.189)Şair, Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de BayramSabahı” veya “Koca Mustapaşa” şiirlerindeki ruhhâlini hatırlatan şiirini, “Türk-İslam” olarak yaratılmışolmanın şükrüyle bitirir.Her gün yeni baştan iri ve güzelBir beyaz gül gibi açan gönlümde şafakNe güzel ya Rabbim; Rabbim ne güzelTÜRK-İSLAM yaratılmak…(Cebeci Camii, s.189)Bâkiler, “Türk-İslam” yaratılmış olmak veya“Türk” ve “Müslüman” olmaktan dolayı sık sıkAllah’a şükreder. Söz konusu şükür, “Büyük Destan”manzumesinde şu mısralarda ifadesini bulur:Çok şükür aslım da, neslim de belliTürk’üm, Müslümanım o dağlar kadar(Büyük Destan, s.219)İslam dininin, Müslüman olmanın temel şartı olarakbelirlediği bir tek Allah’a imandan sonra gelenmeleklere, kitaplara, peygamberlere, öldükten sonradirilmeye ve kadere olan iman esasları da Bâkiler’indinî inanç ve duyarlılıkları arasında yer alır. Bunlardankader inancını en açık biçimde “A…” ve “Yine Benim”şiirlerinde dile getirir. Şair inanır ki, sevgilisi A…,Hakk’ın alnına yazdığı “kader”dir ve ondan kaçmasımümkün değildir.Anladım faydası yok uzak kalmanın artıkSeni kader çizgisiyle alnıma yazan Hakk’tır.(A… s.131)Değişmiyor çizgisi büyük kaderin(Yine Benim, s.160)Ah bu kader demeyin, kısmet demeyinAnlatılmaz şimdi Küçük hanımın derdi.(Küçük Hanımın Kaderi, s.137)“Bir Ölünün Mektubu”nda, Allah’ın “bâkî” oluşunavurgunun yanında (Bâkî olan bir tek Allah), insanınfâniliği ve buna bağlı olarak ahret inancı öne çıkar.Yaşamak güzel olsa da ölümü tevekkülle kabulleniş,Bâkiler’in şiirlerinde dikkati çeken hususlardan birisidir.Hazret-i Süleyman’a bile kalmadı dünyaBâki olan bir tek AllahBütün günahları size bırakıpÖlmüşüz elhamdülillah.(Bir Ölünün Mektubu, s.172)“Ölmek” ve “Netice” şiirlerinde de aynı tavır dikkatiçeker.Allah’ın rahmeti yağacak üstünüzeAvuç avuç, kucak kucakVe sessiz sedasız yolculuğunuzFatihalarla başlayacak…(Netice, s.181)Sağlam bir ahret inancına sahip olan Bâkiler, öldüğündeardından ruhuna “Yâsin” okunmasını ister.36haziran-temmuz-ağustos2010


Ölürsem bana bir Yâsin okuyun(Anamın Türküleri, s.16)Hz. Peygamber’e iman, bağlılık ve sevgi, <strong>Yavuz</strong>Bülent’in şiirlerindeki bir başka temel dinî duyarlılıkolarak karşımıza çıkar. Onun Harman’daki şiirleri arasındabütünüyle Hz. Peygamber aşkının ifadesine tahsisedilmiş tek şiir “Seni Yazdım Ebemkuşaklarına”dır.Şiir, tıpkı İbrahim Etem ve Hallac-ı Mansur gibi büyükbir değişim yaşamış bir ruhun sıcak ve samimi terennümlerindenoluşmuştur. İçinde “şahlanıp duran huysuzat”a (benlik) sağlam bir dizgin ve gem vuran şair,beşerî aşktan manevi aşka atlamış; kuş tüyü yatak, sarayve rahatlık gibi dünyevi değerleri elinin tersiyle itmişve “gönül kubbesi”ne gerçek bir “alem” dikmiştir.Sonunda da kendisine “kol-kanat” ve “mahşer nuru”olan Hz. Peygamber’in adını tâ “ebemkuşakları”nayazmıştır.Uzakların daha uzaklarınaBüyük zaferlerin nur taklarınaSeni yazdım ebemkuşaklarınaEllerim çaresiz, kalemsiz değil.(Seni Yazdım Ebemkuşaklarına, s.193)Hz. Yakup, Hz. Yusuf ve Hz. Süleyman, Bâkiler’inşiirlerinde isimlerini zikrettiği diğer üç peygamberdir.Hakkında müstakil bir şiir kaleme aldığı ikinci dinîşahsiyet olan Mevlâna’ya yönelik şiiri de Bâkiler’indinî duygu ve duyarlılığının doğal sonuçlarından birisidir.Mevlâna türbesine yapılan bir ziyaretin uyandırdığısamimi duygu ve heyecanların intibalarıylakaleme alındığı anlaşılan “Sana Geldim Mevlâna”başlıklı şiirde, türbede müşahede edilen manzara veyaduyulan seslerin yarattığı olağanüstü tablo ve şairin içdünyasını yansıtan özlemleri hâkimdir.Mermer şadırvan, mavi kubbe, ince minyatür veçinilerin süslediği; yaylı tambur, kudüm, ney, ezanve kumru seslerinin hâkim olduğu “sabır, aşk vetevekkül”ün mekânı Mevlâna türbesi, tek kelimeyle“Ayet ayet İslam, nakış nakış Türk”tür. Şair, “Yıkanmışbir yaprak gibi tertemiz” bir hâlde bir sabah “serinbir rüzgârla” ve “fatihalarla” yola çıkıp tâ uzaklardanMevlâna’nın kapısına gelmiştir. Ondan isteği, içindeki“kırk suale kırk cevap”; “ölümsüz” ve “yeni” şeylervermesidir.Sana geldim Mevlâna!...Bir şeyler ver bana, ölümsüz, yeni…Kırk suale kırk cevap istiyorum türbendeAnla içimden geçeni!...(Sana Geldim Mevlâna, s.190-191)Şiirlerinde zaman zaman “derviş” kelimesini kullananBâkiler, Ahmet Yesevî’yi “pîr” olarak kabul eder.Geldi kuruldu gönlüme Ahmet Yesevî pirimiz(Türkistan, s.214)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in yukarıda izah etmeye çalıştığımızMüslüman kimliğinin ilk ve asıl kaynağı,kendi zihni, gönlü ve ruhu olmakla birlikte, bu kaynağıfarklı düzeylerde besleyip güçlendiren, birtakımritüellere dönüştürüp hayatın vazgeçilemez davranışbiçimleri hâlini almasına imkân veren ve dışa tezahürüneelverişli ortamlar hazırlayan başka faktörler demevcuttur. Aile ve millet, bu faktörlerin başında gelir.Önce aile üzerinde duralım.Bir mülâkatında “çocukluktan itibaren dinî bir terbiyeiçerisinde” büyüdüğünü belirten [7] <strong>Yavuz</strong> Bülent,Müslüman bir ailenin çocuğudur. Dolayısıyla onundinî duyarlılık ve hassasiyetinin temeli, bu Müslümançatı altında teneffüs edilen çocukluk yıllarında atılır.Bâkiler’in çocukluk yıllarından itibaren bütün benliğineişleyen dinî duyarlılık ve inancın temellenmesindeannesinin büyük rolü vardır. Beyaz başörtüsü, kehribartespihiyle şükrün çiçek açtığı seccadesinde “günde beşvakit” namaza duran bu anne, bu esnada “iplik iplik,sessiz sedasız” ağlar. Her ezan sesinde “büyük sırrı”yakalayan annesinin kıldığı namaz, hem kendi hemde evinin huzur ve nur kaynağıdır. Hiç şüphesiz onun“elinin bereketi, iffeti, merhameti” de aynı ibadettendoğar. Bu sebepledir ki Bâkiler hep, bu müşfik ananındualarına sığınır.Anam, namaza durur günde beş vakitBir serinlik duyarız ondaki büyük huzurdanAydınlanır içimiz, odalarımızYüzündeki ince, mübarek nurdan.…..Ne şikâyet, ne kin, ne şüphe birazSessizliği, yüreğinin niyazındandır.Elinin bereketi, iffeti, merhameti…Kıldığı sonsuzluk namazındandır.(Anamın Namazları, s.14-15)Çocukluk yıllarının ramazanları, Bâkiler için ge-7. İbrahim Tüzer, agm., s. 46.37haziran-temmuz-ağustos2010


ek ailede gerekse mahallede dinî duygu ve duyarlılığınen üst seviyeye çıktığı zamanlardır. Nitekim buyılları anlattığı “Eski Ramazanlar ve Çocukluğum”başlıklı şiirinde şair, o güzel günleri kaybetmiş olmanınhüznü ve hayıflanması içinde, geçmişte yaşadığımutluluk ve güzellikleri dile getirir. O ramazan günlerinde“Beyaz papatyalar gibi beyaz tülbentli” bütünkonu komşu kadınları, kızları ve gelinleri her sabahevlerinde toplanır; uhrevî bir atmosfer içinde Kur’anve ilâhîler okurlar.Uhrevî bir âlem başlardı nakış nakışBütün yüzlerdeki nurdanVe tüter dururdu dualarla yakılmışO serin sofalarda buhurdan…(Eski Ramazanlar ve Çocukluğum, s.187)Ceplerinde çeşit çeşit iftarlıklarla okunacak akşamezanını bekleyen Bâkiler, aslında orucunu bir bardaksuyla gizlice çoktan bozmuştur.Müslüman bir aile içinde büyüyen Bâkiler, evindençıkıp toplumla yüz yüze geldiği sokağa ve çarşıyaadım attığında da Müslüman bir hayatla karşılaşırve bunun içinde yaşar. Nitekim toplumun/milletintopyekûn veya onun herhangi bir kesiminin veya onamensup herhangi bir kişinin ele alındığı şiirlerde, yaygınbiçimde o millet, kesim veya kişinin dini; bu dinininanç esaslarına olan imanı, ibadet ritüelleri ve yinebu din tarafından belirlenen hayat tarzı ve insan ilişkileriyleyüz yüze geliriz. O hâlde Bâkiler, Müslümanbir milletin Müslüman bir evlâdıdır. Dolayısıyla onunİslami duygu ve duyarlılığının üçüncü kaynağı, içindeyaşadığı toplum/milletin gündelik hayatıdır.Mesela birkaç şiirin varlık sebebi olan “yuvamızınorta direği” analar (kendi anası da dâhil), Müslümanve dindar insanlardır. Onların beyaz tülbent ve seccadelerinde“huzurun günde beş vakit nabzı vurur.”(Analar, s.11) “Yürekleri temiz, alınları ak” olan buanaların duyguları bile “haram”dan uzaktır. Bunlardanbiri olan Emine Bacı, doksan yıllık ömründe “buğdaylarkadar temiz” bir hayat yaşamıştır. “Bir kuru canı”dışında sahip olduğu dünya malı “Bir yatak bir yorganbir kilim”den (Emine Bacı, s.63) ibaret olmasına rağmen,“kuru dallar gibi” günde beş vakit Allah’a açılanelleriyle mabuduna şükreder.Öte yandan yoksul Anadolu insanının “soğan ekmek”,“bulamaç” veya “biraz tandır ekmeği, birazçökelik”ten ibaret olan yoksul sofrası, tıpkı bir “peygambersofrası” gibi herkese açıktır. İnsanımız, “haramlokma girmeyen” evindeki bu sofradan her zamanAllah’a “şükrederek” kalkar. Sanki bir “ipek seccadeüstünde gibi” büyük bir huşu ile toprakta namaza durur.Büyük, küçük; kadın, erkek “yağmur duası”naçıkar.Haram lokma girmeyen mübarek evlerimiz,Rızkımız da ırkımız gibi tertemiz.(Malatya’da Elazığ’da, s.61)Aynı Anadolu insanı vatanı, dinî, namusu ve bayrağısöz konusu olduğunda ise “gaza meydanları”ndayiğitçe dövüşür. “Hilâl”i düşmana çiğnetmez. Bugünekadar “şehit” düşen “yüz binlerce adsız kahraman”,bunun açık delilidir.Ne isyan, ne ihanet düne-bugüne…Kubbelerden huzur, minarelerden sabırDuyarak yaşadılar böyle kaç asırOnların alnı açık, yüzleri aktır…(Onlar, s.59)Bu kahramanlardan biri olan vatansever AntepliŞahin, mavzerinin tetiğini “bismillahlar”la çekip“kâfir”i yere serer.Bâkiler’in İslami duygu ve duyarlılığını besleyenmillete ait kaynağın bir başka boyutu, Türk milletininbin yıllık tarihidir. Öyle bir Müslüman millet ki,Kur’an’la müjdelenmiş; İstanbul başbuğu Fatih SultanMehmet, Hz. Peygamber tarafından övülmüştür.Altay dağlarından kopup gelen bu millet, durgun sulara‘bismillah’larla kilim seccadesi”ni sermiş; öfkesiniyenerek aman dileyeni sevmiş, kılıç kadar kalem vegül tutmasını da bilmiştir.Övdü büyük peygamber İstanbul başbuğumuKur’an’la da müjdelendim.(Büyük Destan, s.220)<strong>Yavuz</strong> Bülent, Türk tarihinin dönüm noktası olanİstanbul’un fetih sürecini bir bütünlük içinde anlattığıHarman’ın on dört manzumeden oluşan “Destanlarİçinde İstanbul” başlıklı bölümünde, -padişahındanyeniçerisine kadar- o fethin kahramanlarını, o kahramanlarıninançlarını ve fetih ruhunu şiirine taşımayaçalışır.Bursa topraklarında yetişmiş bir ulu çınarın serinrüzgârı, bir gelin kızın “teli-duvağı”ndan kundağı, birçobanın kavalı ve türküleri, Horasan dervişlerinin dua-38haziran-temmuz-ağustos2010


larıyla büyüyen Şehzade Mehmet, medreselerde “Elif!Be! Te! Se!” öğrenerek ve aruzla şiirler yazarak yetişir.Bıyıkları henüz yeni terlediğinde padişah oluncaEdirne’den “hilâl” gibi sancaklar taşıyan kırk bin yiğitleİstanbul’a doğru yola çıkar. Onu İstanbul’a yönlendirenaklından geçen “pırıl pırıl hadis-i şerifler”dir.Hücum öncesi bütün eller, Ak Şemseddin’in “iki yıldızgibi” göklere uzanan ellerine paralel “dualarla Allah’a”uzanır ve tam “kırk bin Fâtiha” okunur. “Allah bir,Peygamber hak” inancında olan ve Kur’an, Hz. Ali veHacı Bektaş Velî’den ilham alan Osmanlı ordusu, “AllahAllah!” nidaları, “tekbir” ve “tehlil”lerle hücumakalkıldığında yeniçeri Sivaslı Recep, Bursalı Ömer,Manisalı Fahreddin, sipahi Satılmış ve daha nice yiğitler,şehit olup elsiz ayaksız Allah’a kavuşurlar.Hazret-i Ali’dendir îmanları tastamam:Kur’an’dandır iksirleriAllah bir, Peygamber hak Devlet-i Aliyye’deÖnlerinde Hacı Bektaş Velî pirleri.(Üç Yeniçeri, s.240)Bir fatiha sıcaklığı aldı gönlünüBüyüdü gövdesi dahaBir serin rüzgâr gibi ulaştı sonra Allah’aAyaklı-elli değil.(Şehit Sipahi Satılmış, s.238)Sonunda gönlü “peygamber sevgisi”yle dolu UlubatlıHasan’ın sancağı, Bilâl-i Habeşî’yi hatırlatan birsesle kırk kere okunan ezanların eşliğinde burçlaradikmesiyle fetih gerçekleşir.Yarışır gibi girdik gedikten içeriTekbirlerle, tehlillerle ezan okudu biri:Boylu-poslu, kumral bir yeniçeri“Daha, bir daha” dedik.Bilâl-i Habeşî sesiyle yer-yerOkundu ezanımız belki kırk seferÇekildi sancağımız surlara birer birerŞükür Allah’a dedik!(Açıldı Surlarda Bir Gedik, s.250)“Destanlar İçinde İstanbul” bölümünde İstanbul’unfethindeki temel dinamiğin din, bu dinin kalplerde köksalan iman esasları ve bu imanın işaret ettiği hedeflerolduğu açıkça sezilir ve sezdirilir. Özellikle Hz. Peygamberinfetihle ilgili hadisi, fethin gerçekleşmesindeson derece önemli bir kaynaktır. Nitekim şiirlerde (Padişah,Her Şey Fetih Hazırlığında, Yemin) söz konusuhadis dört defa zikredilir.Türk milletinin Müslümanlığının bir başka işareti,bin yıllık tarihi içinde üzerinde yaşadığı Altaylar’danTuna’ya kadar uzanan geniş vatan coğrafyasında inşaettiği mimarî eserlerdir. Hiç şüphesiz vatan coğrafyasındakicamiler, kubbeler, minareler, çeşmeler, şadırvanlar,köprüler vb. mimarî eserler, doğrudan doğruyabu milletin imanının tezahürleridir.Sivas’ta, Divriği’de, Erzurum’da, Konya’da..İnce sütunlar gördüm, şadırvanlar, kubbeler(Anadolu Acısı, s.40)Köprülerle, çeşmelerle, minarelerleKubbelerle yurdumu süsleyip duranEy mermeri nakış nakış işleyip konuşturanUlularım nerdesiniz?(Nerdesiniz, s.57)Bu bağlamda başta Sivas ve İstanbul olmak üzereçeşitli Türk şehirlerinin anlatıldığı şiirlerde, hem şehrintarihi hem mimarî eserleri hem de burada yaşananhayatta İslami kültür dokusu hemen kendini hissettirir.Mesela İstanbul, beyaz şamdanlar gibi yükselen “ince,kalem minareleri”, duaların bütün sıcaklığıyla insanısardığı Eyüp Sultan’ı, bir gün arka saflardan birindenamaz kıldığı Beyazıt Camii ile dikkat çeker.Beyazıt Camii’nde bir namaz kıldımSafların ardında garipsi, mahzun.Sen bin yaşa sımsıcak dualardaEy destan şehri yurdumuzun.(İstanbul, s.69)Bâkiler için çok daha önemli ve öncelikli olan Sivasda benzer niteliklere sahiptir. Sivas; Çifte Minare’si,Gök Medrese’si, Şemsi Sivasî türbesi; bahçelerindeyorgun salkım söğütler, sofalarında Sivas halıları, duvarlarında“sülüsten, kûfî”den levhalar, sedef çekmecelerindekehribar tespihler ve seccadeler bulunan eskievleri ile her sabah ezanla birlikte “Müslüman” olarakuyanan Müslüman bir şehirdir.Her sabah yeniden ezan sesiyleMüslüman Müslüman uyanan şehir(Sivas Hasreti, s.70)39haziran-temmuz-ağustos2010


Öte yandan Fatih Köprüsü, Burmalı Cami’i, KurşunluHan’ı, Çifte Hamam’ı, Kazancılar Çarşısı, tuğralıçeşmeleri ve gülümseyen kubbeleriyle Üsküp deMüslüman bir şehirdir.İstanbul, Sivas, Konya, Üsküp için söylenenler,aslında bütün Müslüman-Türk coğrafyası için geçerlidir.Mesela bugün istiklâlini kaybetmiş olan KafkasDağları arkasındaki şairin memleketi, “Sapına kadarMüslüman, sapına kadar Türk”tür.Ve ey Kafkas Dağları ardındaBayraksız memleketim.Sapına kadar Müslüman, sapına kadar Türk diyar!(Unuttuğumuz İnsanlar, s.197)Kısacası Müslüman Türk milleti, bin yıllık tarihimüddetince insanı aziz ve mübarek bilen “billurdanmedeniyet” kurmuştur. (Anadolu Hikâyesi, s.42) Bumedeniyetin mayası da İslam dinidir. Bâkiler ve ailesininböyle bir milletin milyonlarca çekirdek birimindenbiri olduğu hatırlanırsa, şairin İslami duyarlılığınınkaynağı/kaynakları konusu, daha sağlıklı bir zemineoturtulmuş olur.Bu bağlamda belirtilmesi gereken son bir kaynak,şairin şiire ilgi duyduğu ilk günlerden itibaren şiirleriniokuyup beğendiği, farklı seviyelerde tesirinde kaldığı,aynı veya benzer dünya görüşü ve sanat anlayışınıpaylaştığı şairlerdir. Mehmet Âkif Ersoy, Yahya KemalBeyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asyagibi şahsiyetler, bu şairlerin başında yer alırlar. Asılşiirleri olmakla beraber aşağıdaki cümleler de bize bukaynak hakkında önemli ipuçları verir. “Ben MehmetÂkif’in ‘Safahat’ isimli kitabını okuyarak onun çok tesirialtında kaldım. Yani Mehmet Âkif’in memleket vedinî meselelerimize bakış tarzını benimsedim, o potadayoğruldum.” [8] ***İçinde büyüdüğü ailenin ve mensubu bulunduğumilletin (gerek bin yıllık tarihi gerek bugünkü hayatıgerekse bu tarih ve hayatın kültürel dinamikleri itibarıyla)büyük ölçüde İslam dinine yaslanıp ondan hızaldığını idrak eden <strong>Yavuz</strong> Bülent, toplumun bugünkühayatında müşahede ettiği birçok sıkıntı, üzüntü veacılarla yoksulluk, perişanlık ve geri kalmışlıkların arkasındakisebeplerin başında da İslam dininin vazettiğiprensiplerden uzaklaşma ve yozlaşmayı görür. Mesela“Anadolu Acısı” “Anadolu Hikâyesi” “Acı”, “Sivas’ta8. İbrahim Tüzer, agm., s.45.Gecekondular”, “Sivas Ağıtı” başlıklı manzumelerdedile getirilen memleketin “toz-toprak, tezek, çamur…”içindeki perişan hâlinin; hâlâ “karasaban ve kağnı”yıaşamayan geriliğinin; on binlerce insanın işsizliğinin;yakamıza “katran gibi” yapışıp kalan cehalet vebundan beslenen hurafelerin; birtakım insanların hâlâ“Taş Devri”nin davranış biçimleri içindeki ilkelliğinin;dul kadınların ve telli duvaklı gelinlerin “bir hiçyüzünden” veya insanların “bir avuç buğday, bir tutamot, bir karış toprak için” birbirlerini öldürmelerinin;insanları birbirlerine kanlı bıçaklı eden mezhep kavgalarının;“kanlı bir bayrak” gibi dalgalanan kerpiçtengecekondular ile onlarda yaşanan yoksul hayatların temelsebebi, Türk töresi ve İslam yasalarının unutulupçiğnenmesindendir. Çünkü “güzelim İslamiyet”, tıpkı“sakal-ı şerif gibi” kırk bohçada kaybolmuş, “vahyingüzel gülleri” bir bir çiğnenmiş, “İslami ahlâk” terkedilmiş, Peygamberin herkese ilim öğrenmeyi farz kılanemri unutulmuş ve İslamiyet çarmıha gerilmiştir.Unutulmuş Türklüğün ceylan yürekli töresiÇiğnenmiş İslam’ın koyduğu kesin yasaklar.(Anadolu Acısı, s.41)Sakal-ı şerif gibi kırk bohçada kaybolmuşGüzelim İslamiyetKadın erkek herkese ilmi emretmiş PeygamberAma tutmuş yakamızdan katran gibi cehalet(Anadolu Hikâyesi, s.42-43)Ama çiğnenmiş vahyin güzel gülleri bir bir(Acı, s.45)Çarmıha gerilmiş güzelim İslam….Nerde İslami ahlâk?(Sivas’ta Gecekondular, s.75)“Ağaçsız Şehir”lerdeki “Peygamber ışığı görmemiş”evler, “Müslümansız şehir imansız şehir!”ler,yeşile dair bir şey bırakılmayan Anadolu köyleri,bozkırları ve dağlarının sebebi de aynıdır. Öte yandanellerinde kan, dudaklarında diken gibi marşla sövüpsayan, göğü yumruklayarak yürüyen ve ortalığı yakıpyıkan anarşistlerin problemi de dinsizliktir.Sövdüler saydılar göğü yumruklayarakNe kıl kadar insanlık, ne din, ne iman…40haziran-temmuz-ağustos2010


Ebu Leheb idiler, Vahşî idiler sankiHer biri bir Allahsız, Peygambersiz gardiyan(Göğü Yumruklayanlar, s.81)Onun içindir ki, kristal bir vazoya benzeyen hassasyüreğinde çevresindeki yoksullar, tütmeyen ocaklar,aç çıplak dilenciler, “isimsiz, anasız/oyuncaksız, salıncaksız,kucaksız” yetim çocuklar, uzak köylerdekurşunlanan köylülerin acısını duyup inleyen Bâkiler,tasa duymadan yaşadığı, Tanrı’nın rahmet ve bereketininhâkim olduğu günlere dönmek ister. Bu arzuyla“Bereketin nerde Tanrım, rahmetin nerde?” ve “Tanrımne olursun yüzümüze bak” mısralarıyla Allah’ayalvarıp yakarır, sonunda da kendini mabede ve mabudateslim eder.Ezanlar yükselir sonra minarelerdenBütün câmilerde sabır, el-pençe dîvan durur.Secdeye varır alınlar, Kur’an okunurDurulan ben olurum.(Resim, s.35)Netice olarak Bâkiler inanır ki, Anadolu’nunyeniden fethi, Müslüman Türk dünyasının yenidenayağa kalkması ve tarihte gerçekleştirilen “billurdanmedeniyet”in yeniden ihyası için hakiki bir imanlayeniden Allah’a dönmek ve onun son PeygamberiHz. Muhammed’i “şahdamar” bilmek icap eder.Yeniden inanmak Yaradana huzurlaEn son elçisini şahdamar bilmek(Yeniden Fethetmek Anadolu’yu, s.51)***Yukarıdaki somut örneklerin dışında, Bâkiler’inşiirlerindeki dinî duygu ve duyarlılığını yansıtanbir başka önemli gösterge, farklı konu ve temalarıanlattığı şiirlerinde kullandığı çeşitli dinî kavram,isim, unsurlar ve bunların kullanım sıklıklarıdır.Denilebilir ki Bâkiler’in şiir lügati, önemli ölçüdemillet veya ırkı gündeme getirdiği söylenebilecekolan “Türk, Türklük, Türkmen, millet, ülkü, ülküdaş,soy sop, ırk” vb. kelime, kavram ve isimlerindençok, aşağıda sıralayacağımız dinî kelime, kavramve isimlerden oluşur.Dinî Kavramlar: alperen (1), arefe (1), ayet(7), bayram (3), buhurdan (1), cami (3), cennet (1),çile (4), cuma günü (1), derviş (3), din (1), dua (11),elhamdülillah (2), Elif Be Te Se (1), evliya (1), ezan(14), farz (1), günah (3), günahkâr (2), haç (1), hadis(6), haram (6), helâl (1), hilâl ( 3), hu (2), hurafe(1), iftar sofrası (1), ilâhi (3), iman (2), inanç (1),İslam (6), İslami (1), İslamiyet (1), kader (7), kâfir(8), kıblegâh (1), kıyamet (1), kûfî (1), kul (1), medrese(2), mahşer (1), merhamet (5), mihrap (1), minare(12), musalla taşı (1), mübarek (6), Müslüman(7), namaz (10), niyaz (1), oruç (2), ölüm meleği (1),pir (1), rahmet (2), ramazan (1), rızık (1), mümin(1), sabır (6), sadaka (1), sakal-ı şerif (1), seccade(7), secde (1), sevap (2), sülüs (1), şehit (5), şükretmek(2), şükür (5), tehlil (1), tekbir (3), tespih (2),tevekkül (1), türbe (2), uhrevî (1), vahiy (1), vallaha(1), vallah-billah (1), veli (3), yağmur duası (1), zebani(1).Dinî İsimler: Allah (22), Hakk (3), Tanrı (3), Rab(3), Yaratan (1), Yâr (1 ); Peygamber (10), Efendimiz(1), Son Elçi (1), Hz. Yakup (1), Hz. Yusuf (1),Hz. Süleyman (1), Hz. Ali (2), Muaviye (1), Bilal-iHabeşî (1), Buharî (1), Yusuf Hemedanî (1), AhmetYesevî (2), Yunus Emre (4), Mevlâna ( 9), İbrahimEtem (1), Hallac-ı Mansur (1), Hacı Bektaş Velî (1),Ak Şemsiddin (1), Şems-i Sivasî (1), Şah-ı Nakşibend(1), Ebu Leheb (1), Vahşî (1), Yezit (1), üçler yedilerkırklar (2); Kuran-ı Kerim (7), Bismillah (10), Fatiha(5), Yâsin (1).Dinî Mekânlar: Ulu Cami (1), Nasrullah Camii(1), Eyüp Sultan (1), Beyazıt Camii (1), Çifte Minare(2), Gök Medrese (2), Burmalı Cami (1).Görülüyor ki <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in şiirlerindedinî duygu ve duyarlılık, bu duygu ve duyarlılığıntabii sonucu olan İslam dininin vazettiği temeliman akideleri, ibadet ritüelleri, insan ilişkileri, hayattarzı, dinî mekânlar, şahsiyetler, kavramlar veyaunsurlar geniş yer tutmakta ve -bir anlamda- şiirininözünü teşkil etmektedir. Bu husus, şairin kimlik vekişiliğindeki Müslüman, mümin ve muhafazakârolma gerçeği ile bunun seviyesini açıkça ortayakoymaktadır. Bir başka ifadeyle Bâkiler, özel hayatındaolduğu kadar, sanat hayatı veya sanatında daMüslüman bir milletin Müslüman bir şairi olduğununşuurundadır. Bu kimlik ve kişiliğiyle o, zaman zamanMehmet Âkif, Necip Fazıl veya Yahya Kemal’eyakın görünmekle birlikte, -kanaatimizce- Arif NihatAsya’ya daha yakın durmaktadır. Çünkü ilk grubagöre mahallî, millî, milliyetçi ve Türkçü söylemindaha baskın olduğu Bâkiler’in şiirinde din, ideolojikbir değer olmaktan ziyade Türk kültürünü oluşturanana unsurlardan biri olarak öne çıkmaktadır. ■41haziran-temmuz-ağustos2010


iz bırakarak sevmekbir oğlan olmalıydı bir kızsarıdan kızıla bir güneşmaviden laciverde bir denizve kumbir şemsiye yana kaykılmışbir çift söz bir çift gözden evvelmevsimlerden yazaylardan temmuzgünlerden salı olmasa da olurzira üç yüz altmış beş günyirmi dört saat açıktır aşkın kapısıçalarsanızgüneş şemsiyeyi görmeliydişemsiye gölgeyigölge kumukum denizikız oğlanıoğlan kızısözsüz olunurgözsüz olunmazmışaşk ikisini de görmeliinsan sevdi miiz bırakarak sevmeliMAHMUT BAHAR42haziran-temmuz-ağustos2010


Kitap yangınıİMDAT AVŞARKimin hatırındadır/Nağme kırgını yılı?Yeni varaklara sarıldı/Nağmelerin yaraları...Bağrımıza basmışız/Kırık tarları,Yanık toprak kokuyoruzNağme kırgında ölenNağmeleri okuyoruz…Ramiz RövşenE ylüldüHer demi sarı, yaprakları gazel, sabahları sis, duman, akşamları hüzün, güman…El yetmez, ses ulaşmaz, uzak bir hatıra gibi geride kalmıştı çiğdemlerini kazdığım, nergislerinitopladığım bahar...Son çiçeklerine gebeydi tomurcuklar ve son güllerine açılıyordu goncalar…Harman yerinde, birer tepe gibi yığılan ekin sapları ve bu sarı tepeleri döne döne eritip samanaçeviren düvenler…Söğütler, yapraktan dillerinin yarısını güz yellerine kaptırdığından sessiz, içli içli uğulduyor, kavaklargazeli tepeden döküyordu.Gökyüzünden, yorgun kanatlarını süzerek çığlık çığlığa geçiyordu turna katarları. Erken gidiyordukuşlar…“Kış çetin geçecek, erken yağacak kar.” diyordu, kıble duvarların dibinde, toprağı eşeleyerek oturanihtiyarlar…***Önlüğün siyahından yenice sıyrılmıştım. Yüreğimde bin bir heves: Bir ceketim olacaktı, iskarpinayakkabım, tükenmez kalemim, gömleğim, kravatım… Şehirde, ortaokulda okuyacaktım…Çocuk muydum? Hayır. Büyümüş müydüm? Hayır…Köydeki son günlerdi, son demler… Şehre göçecektik. Düşündükçe içimi sızlatıyordu hiç görmediğimşehir. Dönülmez bir gurbet gibi uzaklardan, çok uzaklardan el ediyor, beni çağırıyordu... Bazıgeceler, bilmediğim sokaklarında kayboluyor ve korkuyla uyanıyordum. Kan ter içinde dönüyordumköye…***Hafif bir yel esiyordu. Harman yerinde saman tozları uçuşuyor, mezarlığın üstünden yaylıma gidenkoyunların boyunlarında, yeşil ot hevesiyle salınan çıngırak sesleri geliyordu. Evin hemen önünde,bahçedeki söğüt ağaçlarının kenarından akıp giden arkın kıyısına çamurdan bir su değirmeni yaptım.Değirmenin oluğu kabak teveğinden, çarkı tenekeden, çarkın mili ise iğde dikenindendi. Değirmenegelen suyun, küçük havuzda birikip oluğa aktığı yerde, bir girdap oluşuyordu. Girdaba bir kadife çiçeğibıraktım. Suyun anaforunda dönen çiçeği seyrediyordum. Sarı, kırmızı, kahverengi, yeşil renkler,bir ebru ustasının havuzundaymış gibi birbirine karışıyor, kadife çiçeği tek bir renge bürünüyordu.Ne arpa ne buğday, değirmende renkleri öğütüyordum… Ara sıra bahçeye koşup değirmene başkaçiçeklerden de getiriyor, o küçük girdabın, çocukluğumun tüm renklerini döndüren havuzuna bırakıyordum;ama hiçbir çiçek, kadife çiçeği kadar çok renkli, arzulu, hevesli dönmüyordu…43haziran-temmuz-ağustos2010


Değirmenin oluğundan şırıl şırıl akan su, oluğun hemen altındaki çarka düşüyor, yavaş yavaş dönençark, ikindiyi akşama kavuşturuyordu. Küçük havuzda ise hızlandıkça değişen, yavaşladıkça aslınadönen kadife çiçeğinin semahı vardı. Toprağın üzerine uzandım, ellerimi yanağıma koydum veçiçekler öğüten değirmeni seyretmeye başladım. O anın, o zamanın çok ötesindeydim. Çeşmedengelen suya karışıp değirmene geliyor, küçük havuzdaki kadife çiçeği ile semaha duruyor ve oluktanaşağı düşüyordum. Dönen çark, içimdeki o anlaşılmaz şehir korkusunu parçalayıp dağıtıyordu.Az sonra, beni çağıran, iniltili bir ses duyar gibi oldum; ama o ses, hafiften esen yelde bir ipek şalgibi dalgalandı, değirmenin girdabında dönen kadife çiçeğinin renklerinden biri olup döne döne eridi,uzaklaştı, kayboldu. Sonra biraz daha yakından geldi o ses. Başımı çevirip baktım. Şöhret bibimdi.Çeşmenin az ilerisindeki dik yokuşu yenice çıkmış, ellerini beline koymuş soluklanıyordu. Göz gözegeldiğimizde, konuşmaya dermanı kalmamış gibi bir elini yukarı kaldırdı ve “gel” der gibi işaret etti.Kalktım, üstümü çırpıp yanına koştum. Boğuluyormuş gibiydi. Boğazından hırıltılı bir ses geliyordu,göğsü inip inip kalkıyordu.—Ne oldu bibi, dedim.Çenesinin altından bağladığı boncuklu yazmasının düğümünü gevşetti. Ak saçları, yazmasının kenarındantaşıyor, yanaklarına savruluyordu. Dönüp arkasına baktı:—Viran kalasıca yokuş, dedi, çıkana kadar özümü, ömrümü tüketti…Eğildi, nasırlı, tombul ellerini toprağa dayayıp çöktü. Yanına çömeldim. Elimden tutup bağrınabastı beni. Sarıldı, öptü… Alnından yanağına sızan soğuk bir ter bulaştı yüzüme. Teni, bana peynirlidürüm verirken öptüğü zamanki gibi sıcak değildi. Nefesini topladıktan sonra sordu:—Anan evde mi?-—Yok, evde değil bibi.-—Nerde?—Sabah erkenden gitti. Kargınkızı’nda, bostan bozuyor…Sağına soluna baktı, sanki birilerinin duyacağından endişe ediyordu. Sesini iyice kısarak tekrarsordu:—Evinizdeki kitaplar, duruyor mu, gurban olduğum?—He, hepsi de duruyor…Birden dizlerine vurdu.—El deliye, ben akıllıya hasretim! Allah, o akılsız anayın canını alsın! Gardaşımın ocağını batıracak!Dünyadan haberi yok ki, cin çalgını gibi yazı da yabanda dolaşıyor!Bibim elini, yeleğinin iç tarafına kare şeklindeki bir bezden diktiği cebine attı. İçindekiler düşmesindiye cebinin ağzına taktığı çatal iğneyi eliyle hafiften sıkıp açtı ve cebinden, pembesi iyice kaybolmuşkirli bir akide şekeri çıkardı.—Koş, dedi, koş, bibin kurban olsun sana. Kuşun kanadıynan git. Ananı çağır, gelsin. Bibim aceleseni istiyor de...Bir şekere, bir de değirmene baktım. Gönülsüzce sızlandım.—Bibi, uşaklar değirmenimi bozar!-Gülümsedi:—Ben burdayım gadasını aldığım, kimse bozamaz.—O zaman, sen değirmenime bakar ol bibi, kimse bozmasın emi!—Ben bakarım, değirmenine de sana da gurban oluyum. Sen yel gibi git, sel gibi gel. Haydi, bibinyoluna ölsün…Şekeri alıp ağzıma attım, arkama bakmadan koştum…***Anam, tarlanın içinde, iki eğilip bir doğruluyor, eğilince otların içinde kayboluyordu. Bir eliylekökünden yolduğu fasulyeleri diğer eliyle kucağına basıp, kucağı dolunca da öbek öbek yığıyordu.44haziran-temmuz-ağustos2010


Anamı görünce iyice hızlandım. Çok önemli bir haberi yetiştiren posta tatarı gibi acele ediyordum.Daha yanına varmadan bağırdım:—Anaaa!—Anaaa!Anam, telaşlı sesimi duyunca doğruldu, ürkek bir ceylan gibi sağına soluna baktı. Elinde bir demetfasulye ile öylece kalakaldı. Korkmuştu… yanına vardığımda, dişlerini sıkarak azarladı beni:—Anayın adı kara yerden çağrılsın! Dizlerimin bağı çözüldü! Ne var? N’oldu?—Şöhret bibim seni çağırıyor. Akşamı beklemesin, iki eli kızıl kanda da olsa, durmasın, gelsin,dedi…—Allah’ım sen hayırlısını ver! Başka bir şey demedi mi?—Yok, demedi.—Bibisiz kalaydım ilahi! Akşamı bekleyememiş mi? Ucu yanık kâğıt mı saldı seniynen? Elimayağım tutmaz oldu. Ne oldu acep? İnek mi öldü? Dana mı zehirlendi? Harman mı yandı? Aman,düşman başından ırak!—Ana!—Babayınan, dert! Ne var?—Bibim, babamla abimin kitaplarını da sordu. Kitaplarınız duruyor mu, dedi.—Ne yapacakmış kitapları, okuyup da Mısır’a molla mı olacakmış?—Ne bileyim ana!—Anayın, toprak başına! Yürü…***Anam, şalvarının içine soktuğu fistanının eteğini dışarı çıkardı, arkın başına oturdu. Elini başınaatıp yazmasını sıyırdı, yüzüne birkaç avuç su çarptı ve doğruldu. Saçlarını geriye doğru sıvazlayıpyazmayı başına attı ve ellerini yukarı kaldırıp: “Sen hayırlısını ver.” dedi, köye doğru koşar adım yürümeyebaşladı. Birbirine bağlanmış çifte beliği, bir o yana bir bu yana salınıyor, âdeta sırtını dövüyordu.Anama yetişmek için ara sıra koşuyor, ikide bir önüne geçiyordum. Ayağına dolaşmama kızdı:—Irgatlık sıpası gibi önüme geçme!Anam önde, ben arkada, mezarlığın köşesinden döndük, ev göründü. Bibim çardakta oturuyordu.Anam onu görünce iyice hızlandı, sabredemedi, uzaktan sordu:—Ne oldu Şöhret bacı? Aklım başımdan uçtu, sakar koyuna döndüm. Tarladan eve gelene kadar,yağmur değmiş kerpiç duvar gibi eridim…Bibim, biz yanına varana kadar hiçbir şey söylemedi. Sonra anamın eteğinden tutup sertçe çekti,yanına oturttu:—Kuzusunu yitirmiş koyun gibi meleme, sus! Aklı batasıca, dedi, haberin yok mu? Hökümetidevirmişler, idareyi asker almış. Akşam sabah cenderme basar köyü, diyorlar!Hökümet, idare, asker, cenderme… Birden bibimin gözlerindeki endişe, benim yüreğime sirayetetti. Nedense korkardım ‘cendermeden. Anam da durakladı, dondu kaldı bir an. Sonra kekeleyereksordu:—Aman gııız! Gurbanınız oluyum! Harp mi çıktı yoksa!?—Ağzından yel alsın! Ne harbi?—Aman bacım, ne biliyim, dünyadan haberim mi var benim?—Askerler, şehirde kapı kapı geziyormuş. Kimin evinde bir kitap bulsalar, anarşit deyi sorgusuzsualsiz kelepçeyi takıp götürüyorlarmış. Ocaklar başından ırak! Ziya’yı da alıp götürseler, derdimizikime yanalım! Dosttan çok düşmanımız var. Ortalık müzevir dolu! Allah o günlere koymasın. BenNecattin’in kitaplarını, kimseye sezdirmeden yaktım… Şimdi kalk, bir çuval getir, evde ne kadarkitap varsa dolduralım. Sonra da kimseye belli etmeden git, tandırı yak. Bu şer yükünü sırtımızdanatalım…Bibim sözlerini bitirince, anam dizlerine vurdu. Telaşla ayağa kalktı. Evliğe girdi, yüklükten,dokuma bir un çuvalı çıkardı. Sonra kitapların olduğu büyük odaya geçtiler ve kitapları acele ile çuvaladoldurmaya başladılar…***Köydeki kerpiç evler birbirine benzerdi. Kerpiç evlerde yaşayan babalar, analar, çocuklar da… O45haziran-temmuz-ağustos2010


kerpiç evlerin hemen hepsinde sadece bir kitap vardı: Üstüne nakış nakış kırmızı güller işlenmiş siyahetaminden çantalar içinde, duvarlarda asılı duran Kur’an… Ebem ağır hastayken, duvardan indirmişlerdi.Köyün imamı ebemin başında uzun uzun okumuştu. Ebem ertesi gün öldüğü için, çocukkenbu kitaba dokunmaktan korkardım. <strong>Bizim</strong> ev, köyün diğer evlerinden hayli farklıydı. Büyük odadayüzlerce kitap, dergi, gazete vardı. Bir de üstü oyalı bir bezle örtülen kırmızı, pilli radyo… Kıbrısharbinde, köyün tüm kadınlarının ağıtlar yakıp, başında ağladığı radyo…Büyük odadaki kitaplar içinde, beni en çok şiir kitapları çekerdi. Şiire karşı öyle bir merakım vardıki, ilk dizeyi okur okumaz, gözümü kapatır sonraki dizedeki kafiyeyi kendim bulmaya çalışırdım.Geceleri yatarken şiir kitaplarını gözümün önüne getirir, hayali sayfalarını başım ile çevire çevireezberden okurdum. Ağabeyim, bazı geceler, ezberlediğim şiirlerden imtihan ederdi beni…***Anam ile bibim, kitap, gazete, dergi… ne buldularsa çuvala basıyorlardı. Şiir kitaplarını kurtarmakiçin bir hamle yaptım:—O kitaplar benim, onları çuvala koydurmam!Bibim dişlerini sıktı:—Kaybol! Töremiyesice! Anarşit mi olacaksın? Cendermeler bir gelirse!Yiğitliğim tuttu:—Gelirse gelsin, bana ne!Bu kez anam hücum etti:—Gözünün ışığı söyünesice! Âlem mal kazanmaya heves eder, bizim uşak da babası gibi kitaba…Süpürgenin gâvur tarafını üstüne dönderirim şimdi! Çık dışarı, ermiyesice!—Babam gelince söyleyeceğim, abime de diyeceğim!Tehditlerime aldırmadılar. İçim doldu, ağlayamadım. Dışarı çıktım. Hava kararmıştı. Gökyüzündesapsarı bir dolunay vardı. Köyün köpekleri bir felâketi sezmiş gibi karşılıklı havlıyorlardı. Köyün ortasındakidereden kurbağa sesleri geliyordu. Anam ile bibim, çuvalı güçlükle dış kapıya kadar taşıdılar.Sonra, çekiştire çekiştire basamaklardan indirip, sürüyerek tandırın başına getirdiler. Tandırın içindekiekin sapları, önce alev alev yanıyor, sonra kızıl kor oluyor ve hemen simsiyah küle dönüyordu. Bibim,bir dev karısı gibi tandırın başına oturdu ve kitap dolu çuvalı da yanına devirdi…Bir yangın başlamıştı. Kitap yangınıydı... Şairler, şiirler tutuştu önce, sonra destanları da sardıalevler. Kıvılcımlar tandırın tepesinden gökyüzüne doğru savruluyordu… Tandır, aç bir köpeğin havadaekmek kaptığı gibi, bibimin attığı dergileri, kitapları cehenneme dönen ağzı ile bir bir yutuyordu.Çuval boşaldıkça, anam kaldırıp silkeliyor, dipte kalan kitaplar birer suçlu gibi tandırın önüne yığılıyordu.Bibim, önce ‘Tarih Konuşuyor’ dergilerini verdi ateşe. Bu yangını yazamayacaktı, sustu tarih. Sonra,gazeteler ve suçu ağır olan ciltli kitaplar… Dede Korkut bir dağ gibi yıkıldı dev cüssesiyle kızgınalevler içine. İlk mutasavvıflardan Yesevî düştü köz deryasına ve kızgın tandırda çileye çekti, BiçareYunus’u, Şeyh Edebalı’yı… Çatı, kapı, kilit… Dilimizin binası tutuştu, yanıyordu. Göç zamanıydıki, kendini ateşe attı bir kitap, yandı sevgi turnaları. Çağlayanlar tandıra inse de, bir damla etkisi bilehissetmedi o öfkeli közler… Destanlar burcuna yükseldi alevlerin kızıl dili, destanları da yuttu ejderhaağızlı tandır. Yıkıldı han duvarları, kül oldu masal çağı. Türkçenin sırları, bir cehennemin içine düşüpsır oldu...Tandırlığın penceresinden baktım. Bulutlarla oynuyordu rüzgâr. Dolunayı gölgeleyen bulutlar geçiyordugökyüzünden. Köpekler durmadan uluyordu. Bibim çuvalı iyice silkeleyip düşen son kitabı daeline aldı. Geceleri, hayalî sayfalarını çevirerek okuduğum kitaplardandı. Bir ipek tül gibi dalgalanarakbibimin elinden sıyrıldı ‘Duvak…’ Sayfaları açılarak düştü tandıra. Boynumu uzatıp tandıra baktım.Alevlerin içinden, hayal meyal okumaya çalıştığım şiir, Anadolu Gerçeği’ydi. Eylül akşamının siyahgergefine, o yangının resmini işleyen dizeleri hiç unutamadım:Bilir misin köylerde akşam oluncaÇekilir el ayak ortalıktanBir hüzünlü ay doğar karanlığa sapsarıBaşlar bir ağıt gibi sulardan, kapılardanKurbağa feryatları, köpek ulumaları… ■46haziran-temmuz-ağustos2010


M. HALİSTİN KUKULBâkiler; kökündenkoparılıpmankurtlaştırılmakistenilen birmilleti uyarıyor;uyandırmağaçalışıyor.Doğrusunuisterseniz, niceuyanmadığımhususları görünce,ben de yenidenuyandım.Türkiye’nin yetiştirdiği, Türk Dünyası’nın önde gelenkıymetli ve güzide şair ve yazarlarından <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler, diğer kitaplarında da olduğu gibi, yine, tevazu ve nezaketnumunesi olarak Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardıradlı beş yüz elli iki sayfalık “ şaheserini” “M. Halistin Kukulkardeşimin şair yüreğine Azerbaycan nakışları!” (l2.l0.2009)diyerek göndermek lütfünde bulundular.Elbette ki, sözünü ettikleri bu “yürek”, her biri birer inci değerindekihis ve düşüncelerindeki sesi hissedecek ve hissesinedüşeni alacaktır/almıştır.Bundan evvel neşrettiği Duvak, Yalnızlık, Seninle, Harman…gibi şiir ve Üsküp’ten Kosova’ya, Türkistan Türkistan,Âşık Veysel, Elçibey, Mehmet Âkif’te Çağdaş Türkiye İdeali,Sözün Doğrusu 1-2, Gidenlerin Ardından, Arif Nihat Asya’nınSevgi Mektupları, Arif Nihat Asya İhtişamı… gibi nesir kitaplarıylada Türk Dünyası edebiyatı içerisinde büyük alâkayamazhar olan <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in bu eseri de inanıyorumki, onların fevkinde bir alâkayla karşılanacak ve rağbet görecektir.Bâkiler’in eserlerinin hemen hemen hepsinde tespit edebildiğimbir hususiyet vardır: Bâkiler, alelâde-gündelik sevinç veüzüntülerini, şahsi emellerini, bir benlik hırsı ile mevzû yapmıyor.O; sevinç ve üzüntülerini daima , “millî olan mevzûlara” taşıyor.Ondaki bütün sevinç ve üzüntüler âdeta bir “hırs” hâlinde47haziran-temmuz-ağustos2010


millî şuurun bir tezahürü olarak ortaya konuluyor veterennüm ediliyor. Yani, sevinçlerini de üzüntülerinide hep yapıcı-inşâcı, yol gösterici ve yol açıcı olaraktakdim ediyor.Temenni ediyorum ki, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’indiğer kitapları gibi,”Azerbaycan Yüreğimde BirŞahdamardır” adlı kitabı da, devletin mesul veselâhiyetli müesseseleri tarafından takdir görür ve enazından Türk Dünyası’nın bütün üniversite öğrencilerineparasız olarak dağıtılır. Amma diyeceksinizki, nerede bahsettiğiniz o kültür anlayışı!<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in bütün kitaplarının, bütünkütüphanelerimizde bulundurulmasının zaruretibir yana, onların, mübalâğa yapmıyorum, eski veyeni bütün cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar,milletvekilleri, paşalar, profesörler, avukatlar,doktorlar, öğretmenler, mühendisler tarafından vakitgeçirilmeden hazmede hazmede iyice okunmasıgerekir. Bilhassa yaşlılar, kaybetikleri zamanı telâfietmek için acele etmelidirler. Hele hele, bu makamlaratalip olmaya niyet edip, zihninden geçirenlerin,yarın nefislerinde vuku bulabilecek bir pişmanlık,gaflet, dalâlet veya hiyaneti yaşamamaları için dahada aceleci olmaları gerekir.Tekrar ediyorum: Asla ve asla mübalâğa etmiyorum.Tarihi anlayarak okuyamayanların, onu idrakderecesinde kavrayamayanların ve ondan gerekenibreti alamayanların düşmesi mukadder hâlleri birnebze olsun, bu kıymetli eser üzerinden duyurmayaçalışıyorum. Vazifem sadece tebliğdir! Hemen şunuda ifade edeyim ki, hayatımın hiçbir döneminde,hiçbir makalemde veya şiirimde övülmemesi gerekenikat’iyyen övmedim. Kat’iyyen böyle bir riyakârdavranış içerisinde bulunmadım. Bu sebepledir ki;Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır’ı yüreğininve şahdamarının ehemmiyetini ihtiyarlığında dahikeşfedemeyenler, ümit ederim ki, bir büyük “kırize”maruz kalmadan, akl-ı selim ile, bunu idrakte dahafazla gecikmezler.Türk Dünyası hakkında birçok kitap okudum.Seneler önce, Mehmet Turgut Bey’in Taşkent’eDoğru adlı kitabını heyecanla okumuştum.Bilâhare, Bahtiyar Vahabzâde’den, Nebi Hazri’den,Mehmet Aslan’dan, Mehmet İsmail’den, SabirRüstemhanlı’dan ve Hızırbek Gayretullah’tanÜsküp’ten Urumçi’ye, Bakü’ye uzanan ibret dolu,estetik dolu, hüzün dolu satırlarla ve mısralarlahemhâl oldum. Tarih içinde koskoca Türk coğrafyasınınadım başı yaşadıklarıyla kâh sevindim kâhgözyaşı dökerek kahırlandım. İşte bu sebepledir ki,süratle ve acilen, yüzümüzü Türk Dünyası’na çeviripkaybettiğimiz, hebâ ettiğimiz senelerin telâfisinisağlamalıyız. Bunun için, edebiyatla, kültür ve sanatla,ilimle… ulaşabilebileceğimiz en ücra yerlerekadar nüfuz etmeliyiz. Gençlere, hakikatin gerçekfakat acı çehresini göstermeliyiz. Gaflet, dalâlet veihanet ile dostluğun ne olduğunu, yaşayanların vebilenlerin kaleminden sunmalıyız.Bâkiler; kökünden koparılıp mankurtlaştırılmakistenilen bir milleti uyarıyor; uyandırmağa çalışıyor.Doğrusunu isterseniz, nice uyanmadığım hususlarıgörünce, ben de yeniden uyandım. Hâlbuki hiç uyumadığımısanırdım. Hayatımın her döneminde, bilirdimki; düşman, uykuda olsa da, ben uyanıktım,kuşkudaydım. Lâkin bu eserle yeniden uyandığımıitiraf etmeliyim. Zira bu eser, aslında bir hâtıra kitabıolmasına rağmen, ne başlıbaşına bir hâtıra ne edebîtenkit ne tarih ne de bir sosyoloji kitabıdır. Fakat bukitap; hem bir millî kültür hazinesi, hem bir tarihhem bir sosyoloji hem bir dilbilgisi hem bir hâtırahem bir iktisat ve hem de “Allahsızlık mekteplerinin”karşısına dikilmiş âbidevî bir ilmihâl kitabıgibidir.Dünyayı “Türksüzleştirme” ve “Müslümansızlaştırma”ittifakına karşı, bilgi, tecrübe ve yüksekmillî şuurla, müşterek ülküleri canlandırma beyannamesidir.Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır,otuz sekiz ayrı başlık ihtiva etmesine rağmen, sankiher başlık başlı başına bir roman ve dört yüz elli ikisayfa sanki bir bütün hâlinde Türklüğün Azerbaycannezdindeki çile defteridir. Bunun için, daha başlangıçtadedim ki, bu eseri, akl-ı selim sahibi herkesokumalı ve onu herkese okutmaya çalışmalıdır.Bunu, kültür ve millî eğitim bakanlıkları vasıtasıyladevlet de yapmalı, millî şuuru dinamik tutmayı kendinevazife ve gaye edinmiş zenginler de…Her önüne gelenin, çocuklara ve gençlere kusurbulması yerine, onları millî hedefler etrafında toplamagayreti olmalıdır. Bu gayret, ancak, seviyelikitaplarla başarıya ulaşabilir.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in, şiirlerinde olduğu gibinesirlerinde de, Türkçesi, pırıl pırıl güzel ve üslûbuda berrak su gibi akıcıdır.“Ezan Sesi Duyan Toprak” başlıklı yazısını şöyletamamlıyor Bâkiler: “Bu hâtıramı, ağlamasını bilenlerve dünya Türklüğünün bitmez tükenmez acılarını48haziran-temmuz-ağustos2010


yüreklerinde duyanlar için yazdım.” (s.l66)Batı Trakya’dan Doğu Türkistan’a, DoğuTürkistan’dan Karabağ’a, Karabağ’dan Kerkük’e,Kerkük’ten Kıbrıs’a, Kırım’a kadar, bu, hep böyledir.Bu sebeple; bu “acıları”, çok iyi hissetmekgerekir. Hissetmek de yetmez, dokulara sindirmek,hissedemeyenlere hissettirmek lâzımdır. İliklerineişleyene kadar!Kıymetli fikir adamlarımızdan S.Ahmet Arvasi,“Tarih, Kültür ve Ülkü” başlıklı makalesinde şöyleder: “Tarih, bir milleti ‘geçmişte’, kültür bir milleti‘hâlde’ ve ülkü bir milleti ‘gelecekte’ birleştirir.”(Size Sesleniyorum–1, Model Yayınları, İstanbul1989, s.305)<strong>Bizim</strong>, Türk Dünyası’nda, bu müşterekliği acilensağlamak mecburiyetimiz ve şartımız vardır. Ziraher milletin tarihinde, siyasi, askerî, ilmî ve edebîkahramanlar bulunduğu gibi, kendi dili ve silâhıylamilletine ihanet eden hain ve gafiller de mevcuttur.Eserde görüyoruz ki, içteki ihanet ve gaflet; dıştangelen taarruzlardan kat kat faciaya sebep olmakta,hainler asla ve asla ıslah olmamakta, gafillerse,derin pişmanlıkla kafalarını öne eğerek af dilemektedirler.Bir eserde, okur, kendini “olay kahramanı veyakarakteri” yerine koymaya çalışır ve bütün acılı,üzüntülü, dehşetli hâdiselere rağmen “Ah! Ben debunun yerinde olabilseydim! Bunun gibi olabilseydim!”demeye başlarsa, biliniz ki, eser, o okuru himayesialtına almaya başlamış demektir. Bununlaşunu demek istiyorum ki, Bâkiler, bizi öyle sahnelerlekarşı karşıya getiriyor ki, kendisinin bu “kahraman”veya “karakter” oluşuna, bütün acılara rağmenimrendiriyor. “Türklüğün bitmez tükenmez acılarını“ bu “kahraman” veya bu “karakter”le yaşıyoruz.Ben, Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır’ıokurken, hep bunları düşündüm ve zaman zamanda:” Ah tarihçiler! Ah dilciler! Ah ilâhiyatçılar! Ahşair ve edipler!” diyerek sık sık sitemkâr bir şekildehayıflanıp durdum. Her başlık, yeni bir heyecan fırtınasıolarak karşıma çıktı. Bazılarını bildiğim hâlde,bazı hâdiseler karşısında dehşete kapıldım.Hele de, Türkiye’deki bazı kişilerin âdeta yeregöğe sığdıramayıp kahraman diye yüceltmeye çalıştıklarışahısların ne kadar cüce, ne kadar köle ruhlu,ne kadar basit ve iğrenç katiller olduklarını veya onlarıdestekleyen uşaklar olduklarını okudukça onlarılânetlemeden duramadım. Evet, bu kitabı okurken;hep,45–50 sene önce, gençlik çağlarımda, AzerbaycanRadyosundan duyduğum “Ay balamlı” türkülerihatırladım. Yetmiş sene, dini, lisanı, tarihi ve bütünkültür değerleri altüst edilen, camileri ahır yapılıptahrip edilen Türk Dünyası’nın çektiği eziyetleri,uğradıkları zulümleri, maruz kaldıkları katliamlarıhatırladım.Bu kitabı okurken, Lenin’in ve Stalin’in vahşiceşehit ettiği milyonlarca Müslüman Türk’ün feveranınıhatırladım. Lenin ve Stalin’e uşaklık edenaşağılık mahlûkların maskelerinin nasıl düştüğünühatırladım. Bu cümleden olarak, Yazar Bâkiler’in49haziran-temmuz-ağustos2010


kaleminden, sadece, şair Mikâil Müşfik’e ait birhâdiseyi zikredeceğim. Bâkiler şöyle diyor: “Banasorarsanız size derim ki: Azerbaycan edebiyatının,1930’lu yıllarda en değerli ve en verimli şairlerindenbiri, Mikâil Müşfik idi. Bu kanaate, onun üç cilthâlinde yayımlanan bütün şiirlerini okuduktan sonravardım.”(s.217)Peki, sonra ne olmuş biliyor musunuz? Komünistrejim, Azerbaycanlıların çok sevdikleri “ tar” ıyasaklamışlar. Fakat, genç komünist Mikâil Müşfik,her denileni yaptığı ve her denilene boyun eğdiğihâlde, yasak olan bu “ tar” hakkında, “Tar “ başlıklı,bir bölümünü arz edeceğimiz şiiri yazmış:“Oxu tar, oxu tar!Sesinden en latif şiirleri dinleyimOxu tar, bir kadar!Nağmeni su gibi alışan ruhuma çileyim!*Oxu tar!Seni kim unudar?Ey geniş kütlemin acısı, şerbetiAlovlu seneti!Sesini dinlemişŞahların, xanların sarayıSeninle birlikte inlemişEsirler alayı.”(s.225)*(Çilemek:Damla damla dökülmek )Yine <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler anlatıyor: “MikâilMüşfik’i, l937 yılının 4 Haziranında evinden alıpgötürdüler…Gizli yapılan muhakemesi esnasında MikâilMüşfik, yana yakıla, genç komünistlerden yani komsomollardanolduğunu, Lenin’i babası gibi sevdiğini,kendisini onun oğlu bildiğini, sosyalizmin getirdiğive okullarda okuttuğu dinsizlik-Allahsızlık fikriyatıylayetiştiğini, Kızıl Ordu’nun 28 Nisan 1920 tarihindeBakû’ye girerek Millî Azerbaycan hükümetinidevirmesini alkışladığını, şiirlerinden örnekler vererekyana yakıla anlattı.” (s.226)“…Mikâil Müşfik, 1938 yılının 6 Ocak’ında kurşunadizildi. Daha 30 yaşına bile girmemişti. Cesedinibile eşine vermediler.”1990 yılına kadar Müşfik’in nasıl öldürüldüğükesin olarak bilinmedi. Ben, 1980 yılından itibaren,Mikâil Müşfik’in nasıl öldürüldüğünü merak edereköğrenmeye çalıştım. Görüştüğüm kişiler:”Genç şairinbir petrol kuyusuna atıldığını, Hazar Denizi’ndeboğdurulduğunu, darağacına çekildiğini, kurşunadizildiğini” söylediler. Moskova, genç şairin mezarınınbilinmesini istemedi. Cellâtlar, onu kurşunadizdikten sonra nereye gömdüklerini söylemediler.Şimdi, Mikâil Müşfik’in nerede yattığını kimse bilmiyor.Ateist ve Marksist şairin hiçbir görüşüne katılmamaklabirlikte genç yaşında kurşunlanmasınadoğrusu çok üzüldüm.”(s.227)“Tar”; Azerbaycan’da millî bir semboldür. Türklüğüçağrıştırır. İşte,30 yaşında komünist rejimhizmetkârı ve sâdık kölesi genç bir şairin, böyle birmillî sembole olan sevdasının acı sonu!Son olarak diyorum ki;Ey Türk nesilleri, bu kitabı mutlaka okuyunuz!İster genç, ister orta yaşlı, ister ihtiyar olunuz, hattabir ayağınız çukurda olsa da mutlaka okuyunuz!Mesleğiniz ve makamınız ne olursa olsun mutlakaokuyunuz!Okuyunuz ki, mensubiyet duyduğunuz milletintarihiyle, bugünüyle ve geleceğiyle hemhâl olup, Yazar<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkileri’in: “Bu hatıramı, ağlamasınıbilenler ve dünya Türklüğünün bitmez tükenmezacılarını yüreklerinde duyanlar için yazdım.” sözünelâyık ve sâdık olasınız.Unutulmasın ki, gözyaşı merhamettir. Merhametise rahmettir. Doğu Türkistan, Karabağ, Kıbrıs,Kerkük ve daha nice şehit mekânlarına döktüğümüzkanlar, gözyaşımız olduğu kadar mürekkebimizde olmuşlardır. Okuma medeniyeti insanlarının enbüyük silâhı, zulme maruz kalıncaya kadar budur.Bundan sonra, elbette ki, zarûret vardır. Gereği neise yapılır.Şunu da ifade edeyim ki, Azerbaycan YüreğimdeBir Şahdamardır başta da belirttiğim gibi bir“şaheser”dir. <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, bu “şaheserinde”,Azerbaycan nezdinde, bütün Türk Dünyası’nınmeselelerini ve dünyanın Türklüğe bakışını apaçıkbir şekilde ortaya koymaktadır. Allah, kendisine sıhhatve zihin açıklığı ihsan etsin!Ve iyice bilinmelidir ki, Azerbaycan, bir coğrafya,bir vatan olduğu kadar, bir kültür hazinesi olarakda Doğu ve Batı Türklüğü’nün hem merkezi ve hemde “ şahdamarı” dır.Son söz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün:“Azerbaycan sancağının Türkiye sancağının yanında,Türkiye’nin semalarında dalgalandığını görmekbütün milletimiz için büyük bir bayramdır.” ■50haziran-temmuz-ağustos2010


TÜRKÜ TÜRKÜ TÜRKİYEDile gelir efsânemiz, töremiz,Ata sözümüzü söyler türküler..Sevdâ bir mecâzdır, hasret bir remiz,Mahzun ezgimizi söyler türküler.Türkülerde yaşar büyülü mâzi,Hasrettir, gurbettir, yârdır türküler..Yemen ağıtıyla gamlanır gâzi,Dünya kurulalı vardır türküler.Anadolu bozkırından yıllarca,Keder yüklü kara trenler geçer..Kimi yaslı, kimi ezgin duâdır,Kelâm-ı kibarı ârifler seçer.Bürür kalbimizi sevgi iklimi,Barışır yurdumun, dargını-küsü..Kök bilgiden, gök bilgiye ulaşır,Türkü söyler, türkülerin türküsü..Türkülerle dile gelir efkârım,Acıyı dindirir, direnci biler..Kâh Mahzunî söyler, kâh Çobanoğlu,İnsan olma ülküsüdür türküler..Duru bir ırmaktan yarına akar,Türkü, milletimin hafızasıdır..Üşüyen kâlpleri tutuşturan kar,Türkü, milletimin hatırasıdır…OLCAY YAZICI51haziran-temmuz-ağustos2010


GÜN YÜZÜN KARA BAĞLARToprağın gamzesinde bağDağın yanağında rüzgârAzer’in dudağında kaç tebessümAzer’in meclisinde kaç tebessümŞimdi kaç gelincik yaralıAteşlere düşmüştür güvercinin kanadıÇocukları beklemeden o çocuklarBir sonraki gün için beyaz düşler umarZaman oyalardıBaşka bir deniz değildi hazarYağmur aynı yağmur, su aynı suyduYalnızlığında günün bir gül uykusuyduGökyüzünün cilvesinde bir bala ninniŞafağın çığlığında ceylanların iziBu sancı bizi nereye götürür balamSaatlerde yağmurSaatlerde yağmur gibi kurşunSaatlerde yağmur, toprak, barut kokusuGel de düşleme Hazar’ıGel de gönül koyma Aras’aGel de ağıtını yakma gamzelerinBu ağıt alevinde bu gönül tufanındaGel de kara bağın gecesine yorulmaGündüzü karaya yormaÖMER KAZAZOĞLU52haziran-temmuz-ağustos2010


"Avrasya yansımaları"SUAT BULUTRus stratejist Aleksandr Dugin tarafından kaleme alınan “Rus Jeopolitiği; AvrasyacıYaklaşım” adlı eserin Türkçeye çevrilerek yayınlanması fikir hayatımıza oldukçaönemli bir hizmet olarak değerlendirilebilir. Vügar İmanov tarafından tercüme edilen eseroldukça önemli bir boşluğu doldurmuştur.Bu güzel çalışmadan sonra, adı geçen kitabı çeviren Vügar İmanov ‘un telif eseri olup vebir açıdan da Avrasyacılık hakkında tamamlayıcı eser olarak da tanımlanması mümkün olan,“Avrasyacılık; Rusya’nın Kimlik Arayışı” adlı kitap da aynı yayınevi tarafından (Küre yayınevi)2008 yılında basılmıştır. Söz konusu kitabında yazar, Avrasyacılık hareketinin temellerini,kurucu fikir adamlarını ve bu hareketin ortaya çıktığı, sosyolojik, ekonomik, tarihselve coğrafi ortamları yine Avrasyacılığın kurucuları olarak kabul ettiği, Trubetskoy, Savitski,Panarin, Erasov gibi aydınların eserlerinden alıntılar yaparak uzun uzadıya anlatmış olupkitabının ilk üç bölümüne kadar tarihsel süreci takip ederek, en son Dugin ve Putin’e kadargelmiş ve burada tarihî süreci haklı olarak bitirmiştir.Ancak bu güzel araştırmaya sonradan eklendiği izlenimini veren dördüncü bölümde ise“Avrasya Yansımaları” adı altında Türkiye özelinde bazı aydınlar ve yayınlar esas alınarak,Türk fikir hayatında Avrasyacılıkla ilgili birikimin sorgulandığı bölümde yapılan değerlendirmelerinyazarın kapasitesini fazlasıyla aştığını ve kendi kitabındaki bilgilerle dahi çelişkilihükümlere vardığı ve bu yönüyle bu güzel çalışmaya gölge düşüren tespit ve yorum hatalarıyladolu söz konusu son bölümün değerlendirmesini yapmak gerekliliği doğmuştur.Söz konusu kitabın ilk üç bölümündeki nesnellik ve araştırmacılığın ortadan kalktığı veyazarın üslubunun ani bir değişime uğrayarak saldırganlaşıp alaycı ve yanlış bilgilerin görüldüğübu bölüm (dördüncü bölüm) okunduktan sonra, yazarın bir araştırmacı-yazar olarakbaşarılı ancak bir entelektüel olarak bu alanı magazinsel ve pejoratif söylemlerle haddindenfazla zorladığı görülmektedir.Bahsi geçen “Avrasya Yansımaları” (4.Bölüm) başlığı altında, Türkiye özelinde değişikfikir grupları ve bazı yayın organları incelenmiş olup bunların özetle Avrasyacılığı bilmedikleri,bu aydınların bilgisiz, yüzeysel bakışa sahip oldukları, sınırları zorlayan ve haddi aşanbir üslupsuzlukla anlatılmaya çalışılarak güya eleştiri yapılmaya çalışılmıştır.Gerek yazarın kendi kitabında (Avrasyacılık; Rusya’nın Kimlik Arayışı) ve gerekse çevirisiniyaptığı Dugin’in eserinde (Rus Jeopolitiği; Avrasyacı Yaklaşım) Avrasyacılığın, Rus veRusya merkezli bir strateji olduğu, Rusya için önemli bir gösterim olarak değerlendirildiğiaçıktır. Bu yönüyle de Rus milliyetçiliğinin değişik ve emperyal bir yorumu olduğundan kuşkuduyulmamaktadır. (Bu tespitin sadece bu iki çalışma bakımından yapıldığını belirtmekgerekliliğini ifade etmek isteriz.) Ayrıca saptamanın yazar tarafından da kitabının başlığı ileteyit edildiği ortadadır. Rusya’nın kimlik arayışı elbette ki Rusya özelindeki çalışmalarla veRusya eksenli olacaktır. Bu yönüyle Avrasyacılık yazarın anlattığı ve anlamlandırdığı anlamdaRusya’nın öncülüğünde ve Rusya için bir strateji olarak ortaya çıkmaktadır.Buna rağmen yazarın kitabından böyle bir sonuç çıkmamasına ve önemle bahsettiği klasikAvrasyacı yazarlar tarafından da bu yönde ciddi bir iddia söz konusu olmamasına rağmenAvrasyacılığı bir “ Medeniyet Projesi “ olarak algılaması ve böyle takdim etmesinin anlamlıbir gerekçesi bulunmamaktadır. Kitabının girişinde, S.P. Huntington’a atıfta bulunan Yazar,Huntington’un Medeniyet kavramını din ekseninde algıladığını görmezden gelmektedir.Medeniyeti bir analiz birimi olarak ele almanın sadece metodolojik bir benzerlik taşıyabileceğini,çözümleme bakımından ve Avrasyacılık özelinde, farklı dinlere ve entisitelere sahiptopluluklardan oluşan Avrasya coğrafyasında nasıl bir medeniyet kurgusuna gidileceği açıkbir çelişki olmakla, muhayyel bir çaba olarak kalmaktadır.Aynı gerekçeyle yine kitabının giriş kısmında Ahmet Davıutoğlu’na atıfta bulunan Yazar,Davutoğlu’nun “ben idraki “ kavramını esas almakta ve buradan oldukça zorlama bir yorumlaklasik Avrasyacı yazarlarla bağlantı kurmaya çabalamaktadır. Davutoğlu’nun tanımıile (kimliği de aşan) “ … ancak ve ancak daha kapsamlı bir varlık bilinci, bilgi temeli vedavranış normları bütünü ile yeni bir medeniyet oluşabileceği” (s.18) yaklaşımını referansalmakla hem popülist davranmakta hem de söyledikleri arasındaki çelişkilerin artmasına yol53haziran-temmuz-ağustos2010


açmaktadır.Bu tanımda anlatılmaya çalışılan ben idrakininancak bir din tarafından sağlanabileceği gerçeği bilehem Davutoğlu’nun hem de Huntigton’un medeniyetidin eksenli algıladıklarını göstermesi bakımındandikkate değerdir. İşte tam da bu noktada yineaynı problem karşımıza çıkmaktadır. Bu atıflarlaulaşılan medeniyet tasavvuru ile klasik Avrasyacılarınmedeniyet tasavvurları arasındaki gizlenemezfarkın yazar tarafından yok sayılmasının ikna edicibir yanı bulunmamaktadır. Yazarı içine düştüğü buve benzeri pek çok çelişkiyi uzun uzadıya anlatmakmümkünse de üzerinde asıl durulması gereken konununyazar tarafından bir medeniyet projesi olaraktakdim edilmeye çalışılan Avrasyacılığın bir medeniyetprojesi olmadığı ve olmayacağıdır.Yazarın, klasik Avrasyacı düşünürlerle hiçbirortak yönleri olmadığını ifade ettiği Türk aydınlarındasaldırgan ve alaycı bir üslupla bahsettiğini,bu aydınların, Rus Avrasyacılığı ile uyumlu olmadıklarını,Avrasya bölgesini tanımadıklarını, bilgisizve çelişkili fikirlere sahip olduklarını ifade ettiğinibelirtmiştik.Özellikle, üslubunun en çok saldırganlıştığı bölümolan “ Milliyetçilerin “Avrasya’sı” “Türk/TuranBirliği” başlıklı bölümde, başta Ümit Özdağ olmaküzere, N. Kemal Zeybek, Arslan Bulut ve Suat İlhangibi aydınlara saldırmakta ve bunların, Avrasyacıolamayacaklarını (sanki böyle bir iddiaları varmışgibi) çünkü Avrasyacılıktan bahsederken Türkiye’yive Türklüğü ön plana çıkardıklarını bunun da klasikRus Avrasyacılarının fikirlerine ters düştüğünü ifadeetmektedir.Bir başka ifadeyle Araştırmacı Vügar İmanov,adı geçen Türk aydınlarına zımnen, Rus milliyetçiliğiyapmadıkları için sitem etmektedir. Türk milliyetçilerindenRus milliyetçiliği yapılmasını istemekve buna gerekçe olarak da kafasında tam oturmadığıanlaşılan, medeniyet, kültür, din…. gibi sosyolojikkavramları yanlış yorumlayıp yanlış yerlerde kullanmaklabu gerekçeyi sağlamaya çalışmaktadır.Oysa yine kendi kitabında eleştirmeye çalıştığıÜmit Özdağ’dan “ …her toplum için farklı bir Avrasyacılıktanımı bulunduğu” alıntısını yapan yazarbu alıntıdaki ifadelere rağmen ve Avrasyacılığı birmedeniyet projesi zannettiğinden ısrarla Rus Avrasyacılığıyapılmadığını ve bu sebeple de bu aydınlarınbilgisiz olduğunu oldukça alaycı bir üslupla anlatmaktadır.Yazarımız hızını almayıp Attila İlhan hakkındada “ …. Böylelikle Türkiye’nin son zamanlardaönemli şairlerinden addedilen Attila İlhan’ın Avrasyacıbir düşünür olduğu” kanısı oluşmuştur. Alaycıbir üslupla Türk fikir hayatı hakkında ciddi bir müktesebatasahip olmadığı ve bu hâliyle yönlendirildiğikanaatini güçlendiren ifadelerle Attila İlhan’ın neşair ( çünkü sadece şair addediliyor ) ne de bir fikiradamı (çünkü bu sadece bir kanı olarak kalıyor)olarak kabul etmeyen yazarın bu tavırları hiç de yabancıgelmemektedir.Yazar, Türk Aydınlarına gösteremediği anlayış(!)iyi niyet(!) ve müsamahayı her nedense, gereğindenfazla etkisi altında kaldığı anlaşılan ve Türkiye için“Bir Ulus Devlet ve NATO üyesi olarak, TürkiyeAvrasya projesi için yeterince hasım bir oluşumdur.Böyle bir Türkiye ile Rusya’nın ortak hedeflerindençok daha fazla jeopolitik çelişkiler bulunmaktadır.”diyen Aleksandr Dugin’e gösteren ve çalakalemDugin’in Türkiye aleyhindeki yorumlarını revizeetmeye çalışan Yazar, “ancak”, “aslında” gibi ifadelerleolayı geçiştirmeye çalışmaktadır.NATO’yu anladık diyelim, ancak “bir ulus devlet”olarak yazarın ve Dugin’in beğenmediği Türkiyeiçin her ikisine de şu hususu ifade etmemiz gerekirki bu da ulus devletin bizim için olmazsa olmazımızolduğudur. Tıpkı Avrasyacılığın da yazar ve Duginiçin olmazsa olmazı olduğu gibi…Komplekse gerek yok. Elbette ki Türk aydınlarıAvrasyacılığı, İmanov gibi ya da onun öve öve bitiremediğiRus aydınları gibi anlayamaz, anlamlandıramaz.Yazar araştırma alanı olan Avrasyacılığınbir “medeniyet projesi olmadığını” bunun ancak veancak bir strateji olabileceğini eğer kendisinin anladığıanlamda Avrasyacılığın bir medeniyet projesiolduğunda ısrarlı ise bu medeniyetin merkezindebütün emperyal görüntüsüyle Rusya’nın olduğunuanlamak gibi bir çabaya gayret etmelidir. Bu milletinABD (Ilımlı İslam ) veya Rus (Yazarın anladığıAvrasyacılık ) himayesinde yaşamasını gerektirirhiçbir gerekçe yoktur.Son olarak Yazarın Üstadı DUGİN’den bir alıntıyaparak ve söylenecek daha çok şeyin var olduğunuifade ederek yazıya son verelim: “Turancı birentegrasyon jeopolitik Avrasyacılığın, karşı-tezidir.Bu tür bir entegrasyon karasal güçleri üç kısma parçalamaktadır.Turancılık, İran ve Afganistan konusundaise İslam dünyasını bölük pörçük etmektedir.Buradan hareketle, Hertland Türkiye’ye ve “Panturanizm”taşıyıcılarına karşı sert bir pozisyonel savaşilan etmelidir.”Yazardan son bir talep; ünlü Tunuslu Sosyolog,Albert Memmi’nin “Sömürgecinin Portresi, SömürgeleştirileninPortresi” adlı kitabı bir an önce okumasıdır.■54haziran-temmuz-ağustos2010


"Sözün ressamı"Gaspıralı'nın yolundaAHMET ULUDAĞSadece diğerTürk illeriylearamızda değil,Türkiye’de defikirde birliğeihtiyacımızolduğu açıktır.Bu fikir hemmilletimizinhem de bütüninsanlığınmutluluğu verahatı fikridir,insanlığın,milletimizin,kültürümüzünbekası fikridirİsmail Gaspıralı dilde, fikirde, işte birlik şiarıylaTürk dünyasının hâlâ önde gelen fikir babalarındandır.Bugün de diğer dünya milletleri kadar refahtanpay alabilmek, insanlığın geleceğini aydınlatabilmekve kültürümüzü gelecek nesillere taşıyabilmek için buülkü ile hareket etmemiz icap etmektedir. Ülkemizin,Türk dünyasının ve bütün insanlığın mutluluk için çalışan,kafa yoran Türk evladı bilerek veya bilmeyerekbu yolu takip etmekte, bu ülküye paralel beyanlardabulunmaktadırlar. Ancak, hedefe ulaşabilmek için onagiden yolda bilinçli olarak hareket etmek lazımdır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, konuşmaları, yazıları, şiirlerive bütün eserleriyle bilinçli olarak bu yönde çalıştığınıve çalışılması gerektiğini ortaya koyan fikir adamlarımızınbaşında gelmektedir.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bey’in ismini ilk defa üniversite yıllarındaduymuştum, 1980’lerin başlarıydı. İlk kitaplarınıda o zaman almıştım: “Yalnızlık” ve “Duvak”(Ârif Nihat Asya 1971 olarak tarih düşürdüğüne göre,ben ancak 10 yıl sonra idrak edebilmişim). Sonra “Seninle”ve “Ana” (“Ana” derleme) kitap rafımda yerlerinialdı. Şimdi hatırlayamıyorum niçin <strong>Yavuz</strong> BülentBey’in şiir kitaplarını satın aldığımı, daha doğrusuneyin beni o kitapları almaya sevk ettiğini. <strong>Yavuz</strong> BülentBey’i, rahmetli Mehmet Zeki Bey’in (Arslan) düzenlediğibir gecede mi gördüm, yoksa bir televizyonprogramında mı gördüm, bilmiyorum. Belki de bir55haziran-temmuz-ağustos2010


arkadaş sohbetinde bahsi geçti. Sonra fırsat buldukçayazılarını okudum, kitaplarını aldım. En son bütün şiirleriniihtiva eden Harman’ı aldım. İlk şiirlerinde desadece aşk, vatan, tabiat yoktu. O, insanların aklınagetirmeye korktuğu esir Türk illerinin dertleriyle dedertleniyordu. “Yalnızlık” kitabındaki “Unuttuğumuzİnsanlar” şiiri ve “Duvak”taki rahmetli Ahmet Kabaklıüstada adadığı “<strong>Bizim</strong> Türkümüz” şiiri buna örnekolarak verilebilir. “<strong>Bizim</strong> Türkümüz” isimli şiir aynımısralarla başlamakta ve bitmektedir:<strong>Bizim</strong> türkümüzde gurbet var artıkHasret var, yürek var, toprak var balamGönlümü sımsıcak alan topraklarTiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları’na dek uzarKim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’i birçok kişi televizyondasunduğu “Sözün Doğrusu” programıyla hatırlayacaktır.Daha önce de “Üsküp’te Türk Eserleri” adıyla birprogram yapmıştı ama hem uzun süre devam etmesihem de neredeyse her evde bir televizyonunun bulunduğuyıllarda yapılması “Sözün Doğrusu” ile hatırlanmasınıkolaylaştırmaktadır. <strong>Yavuz</strong> Bülent daha sonrabu programı iki cilt olarak kitaplaştırdı. Ancak, sadecebu kitabında değil, hemen her kitabında yaşayanTürkçeyi savunan, dil yanlışlarını düzelten yazılaraveya paragraflara yer vermiştir. Buna eserlerinde birçokörnek göstermek mümkündür.Ben sadece “Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır”isimli kitabındaki “Azerbaycan Mankurtları”ve “Memmed Aslan’ın Müthiş Sorusu” başlıklısohbetlerini ifade etmek istiyorum. İlkinde sadeceTürkiye Türkçesini değil, Azerbaycan Türkçesini deele almaktadır. Memmed Aslan’ın sorusu ise şudur:“Peki, siz Türkiye Türkleri olarak, bütün Türk topluluklarınındillerindeki bu ortak kelimeleri neden dilimizdençıkarıp atıyorsunuz?” Bu noktada dilde birlikülküsünü yaşatan ve savunan <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’intutumunu açıklamamız fazlalık olur…Sadece diğer Türk illeriyle aramızda değil,Türkiye’de de fikirde birliğe ihtiyacımız olduğu açıktır.Bu fikir hem milletimizin hem de bütün insanlığınmutluluğu ve rahatı fikridir, insanlığın, milletimizin,kültürümüzün bekası fikridir. O gittiği yerlerin Gaspıralılarınıbulmakta, onlarla beraber fikir/kültür birliğimizintemel taşlarını bulup, ziyaret edip, herkese göstermektedir(Basireti bağlanmışları kim ne diyebilir).<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in diğer kitaplarında ifadeettiği fikirlerin yanı sıra Âşık Veysel kitabını yazmışolması fikrî birliğimize verdiği ehemmiyetin göstergesidir.Onun, Veysel’in fikir dünyasını açıklarkendikkat çektiği kıtalardan biriyle yetinelim:Veysel sapma sağa-solaSen Allahtan birlik dileİkilikten gelir belâDâvâ insanlık dâvâsı.Anlaşılan o ki, dâvâ adamları kültür meselelerinekafa yormaktan iktisat işlerine pek zaman ayıramıyorlar.Dolayısıyla da iktisattan pek anlamıyorlar ya dagönülleri gani oluyor. <strong>Yavuz</strong> Bülent Bey’in muhteşemeseri “Ârif Nihat Asya İhtişamı”nda dâvâ ve gönüladamı Ârif Nihat’ın cüzdanını öğretmen arkadaşlarınasunmasını ilgiyle okuyorsunuz. <strong>Yavuz</strong> Bey deiktisattan anlamamasına rağmen işte birliğin öneminesık sık vurgu yapmaktadır. Bilhassa, Sovyetler dönemindekiher cumhuriyetin Rusya olmadan yaşayamayacağıyapının kuruluşu üzerinde durmaktadır. Bugünbile Türk Cumhuriyetlerinin kendi aralarındaki ve diğerülkelerle yapmak istedikleri iş birliği ve ticaretinönündeki en büyük engelin bu yapı olduğunu görüyoruz.Ne pamuk borsası ne altın borsası ne de petrolpiyasası hayata geçirilebilmiştir.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in özetlemeye çalıştığımfikir dünyasını, onun kolayca okunuveren ama fikiryüklü yazılarında görmek mümkündür. Onun yazılarınıyükte hafif pahada ağır diye ifade etmek abartıolmaz. Ne “Türkistan Türkistan”ı ne “Üsküp’tenKosova’ya”yı ne de diğer kitaplarını gözleriniz yaşarmadan,yüreğiniz çarpmadan, düşüncelere dalmadan,bazen de kızmadan okuyamazsınız. O, yazılarının herharfini, tıpkı tuğlaları üst üste dizerek binayı tamamlamayaçalışan usta gibi, kutsal hedefi doğrultusundayan yana diziyor. Bunu da okuyanlara bir sohbet havasındaaktarıyor. Hatıra, gezi veya biyografi olarakadlandırılabilecek yazıları/kitapları da tıpkı “SözünDoğrusu” gibi sohbet yazılarıdır. Bu sohbet havasını,belki de onun dostça sözleri, herkesin anlayabileceğikelimeleri, rakamlara, ispatlara boğulmayanüslubu veya bazen sıkça tekrarlanan cümleleri yaratıyor.Ben de bu yazımda bir sohbet üslubuyla <strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler’i anlatmaya çalıştım. Noktayı SâbirRüstemhanlı’nın kısa cümlesiyle koyalım: “<strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler, sözün ressamıdır”.■56haziran-temmuz-ağustos2010


<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler'inşiirlerinde AzerbaycanİBRAHİM ÇAPAN“Azerbaycan’ın bağımsızlık savaşçısı EbulfezElçibey’in aziz ruhuna…”Bazı büyük edip ve şairler vardır ki memleket meselelerinikendilerine mesele edinirler. Onlar ki memleketlerininak saçlı, aksakallı yürek ve beyinleridir.Onlar mensup oldukları milletin büyük değer yargılarınasahip çıkar, yüreklerinden gelen hislerle hareketedip, millete hizmetkârlığa adarlar kendilerini. Milletehizmette sınır tanımayan bu yârenler; çıktıkları yoldasağlam ve şuurlu adımlarla; bilgiyle, inançla, coşkuylailerlemenin hazzını hizmetlerini; bilgiyle; hisle veşuurla yoğurarak yerine getirirler.Bazen Karabağlı, Kerküklü; bazen Üsküplü,Kosovalı; bazen Karslı, Erzurumlu, Elazığlı, Sivaslıolan, Ağdam köyünün “mayalı hamur”u <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler, Türkçeye, Türk kültürüne, Türk sanatına,Türk şiirine hizmet ederken “doğruluğu” ve “samimiliği”kendisine rehber edinmiştir. O, gerçeği haykıranbir Alp-Eren’dir. Onun gerçeğinde seven insanın, duyaninsanın, yaşayan insanın duyarlılığı söz konusudur.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in ailesi 1830 yılındaKarabağ’ın Ruslar tarafından işgali üzerine,Azerbaycan’ın Karabağ şehrine bağlı Ağdam köyündenTürkiye’ye göç eder. Bu aile, önce Maraş’a, sonraDoğubeyazıt’a yerleşir. Azerbaycan’a dönmelerimümkün olmayınca, Erzurum’a bağlı, Toprakkale’yegelirler. Ailenin bir kolu, Sivas’ın Mancınık ve Gürünilçelerine; bir kolu da Sivas ve Kars’a yerleşir. Gürünilçesinde metfun olan dedesi Hacı Mahmud-elKarabağî, medrese tahsili görmüş kültürlü bir insandır.“Bâkiler” soyadını “Karabagîler” den alınır. Büyükdedesi Mehemmed Sâbir, şairdir ve “Miracnâmeler”yazmıştır.( TUNCER 1996:361)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in Kars’a yerleşen mensuplarındanbirisi de dayısı Mehmet Rüstem Bahadır’dır.Dayı Bahadır da hizmet adamıdır. 1942–1946 yıllarıarasında Kars Belediye Başkanlığı, 1950 yılında iseOrd. Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Yusuf Akçorave Hüseyin Cahit Yalçın’la birlikte Kars milletvekiliolarak Kars’ı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsiletmişlerdir. Kurucu meclis ve Danıştay eski üyelerindenAv. Abbas Gökçe, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’indayısı Mehmet Rüstem Bahadır hakkında şu ifadelerikullanır: “Ben çocukluğumdan beri Kars Belediyesi’nibilirim. Kimler geldi, kimler geçti belediye başkanlığından…Kimler! Mehmet Rüstem Bahadırlar…Tahir Barlaslar…Nevruz Gündoğdular…Arif Taşçılar…vedaha kimler, kimler!... Bunlar deve dişi gibi,kocaman kişilerdi. Davranışları ile icraaları ile, halkınseviyesine inip onlardan birisi oluşları ile…Hafızalardabıraktıkları izler silinir mi hiç?... Silinir mi? Ayrıca,Mehmet Rüstem Bahadır’ın bağışladığı konağın,uzun yıllar Kars Hükümet Konağı olarak kullanıldığınıda ifade eder. ” (www.abbasgokce.com)Soyu Karabağ’a dayanan asrın Dede Korkut’u Ya-57haziran-temmuz-ağustos2010


vuz Bülent Bâkiler, Karabağ özlemini şu mısralarladile getirir:“Balam! Balam! Diyerek okşardı anamAnamın dizlerinde ben Hazer’i yaşadım.Hazer’in diliyle benim dilim bir.Hazer şimdi yere inmiş bulutlar mahşeridirVe Karabağ-karagözlü bir Türkmen kızı gibi-Hazer’in karşısına bağdaş kurup oturmuşDedem Hacı Murat’ın destan şehridir.”( BÂKİLER t.y:59)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in; “Duvak”, “Yalnızlık”,“Seninle” adlı şiir kitaplarından hareketle işlediği temalarışu başlıklar altında tasnif etmemiz mümkündür:Aşk ve sevgi, ana, yalnızlık, kahramanlık, ölüm,çocuk, taşlama, Anadolu Türk dünyası…Mehmet Kaplan, millet mefhumunu şu şekildedeğerlendiriyor: “ Millet, içtimaî bir vâkadır. İnsantoplulukları, yaşadıkları coğrafî şartlara, geçirdikleritarihî macerâlara, kullandıkları dillere, sahip olduklarıiktisadî, içtimaî ve siyasî müesseselere göre birbirlerindenfarklılıklar teşkil ederler. İnsanlık, yeryüzündeyaşayan milletlerin bütününden ibarettir.”(KAPLAN1977,66)Azerbaycan ile Türkiye “iki millet, bir devlet”olma özelliği taşıyan renkli bir tarih ve kültür bütünlüğüdür.Tarih şuurunu aynı kazanda kaynatırlar. HilmiZiya Ülken, tarih şuuru hakkında şu görüşlere yer verir:“Tarih şuuru kendi varlığımızın köklerini tanımakve bugünkü hayatımızın potansiyelini aydınlatmak olduğunagöre, bu işte memleketin tarihi kadar şimdikihâlini de bütün incelikleriyle bilmeliyiz. Vatan sevgisive içtimaî hafızaya bağlılık bu araştırma zevkinin biricikkaynağı olduğuna göre, herhangi bir içtimaî teşhisbizi şaşırtmaz. Kendimizi, olduğumuzdan başka türlütanımak asla tanımak değildir.”(ÜLKEN 1976:241)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Azerbaycan’ı çok iyi tanır.1917 Bolşevik ihtilâlinden üç yıl sonra 1920’de AzerbaycanCumhuriyeti’nin istiklâline son veren kızıl işgalinberaberinde getirdiği ata toprağına hâkim olanhüzün “ <strong>Bizim</strong> Türkümüz”e şöyle yansır:“Basmış kanlı çizmeler toprağına bir defaÇiğnenmiş kara kalpaklar, temiz duvaklarSusmuş minarelerinde mübarek ezanPrangaya vurulmuş bir mahkûm gibi çaresizBoynu bükük türkülerde güzelim Azerbaycan.”(Bâkiler t.y.:41)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, büyülü mevsimler yaşayan,büyülü rüyaların iklimi olan Azerbaycan’ı; ince birzekânın ve derin, yoğun bir sevginin mahsulü olan,anasının anlattıkları ve anasından dinlediklerini, sevdatespihine özenle yerleştirdiği her tanesine “AnamınTürküsü” onun kullandığı ışıklı Türkçede, ruhumuzuve beynimizi aydınlatarak yeni bir boyut kazandırmıştır.“Anamın Türküsü” ışıktır, renktir, musikidir, histir,fikirdir. “Anamın Türküsü” baştanbaşa Azerbaycanhasretidir. Azerbaycan’dır. <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’inmünevver kimliği, yapıcılığı, sosyal ve mefkûreciyönü bu şiire mısra mısra nakşeden şairine tek başınabir Azerbaycan şairi unvanını kazandırır.“Anam türkü söylerdi bana masal yerineHüzünlü, boynu bükük, hep Azerî türkülerYüzüme bakamazdı, acısını anlardım.Rüzgârlarla savrulur, yağmurlarla yağardım…Ya yer yatağında, ya serin sofalardaAnamı dinlerken ağlardım.Ben, süt gibi mübarek türkülerle büyüdümBir yanım aydınlık, bir yanım gurbet.Anamın “Ay balam”lı türkülerindeBin yakarış gibiydi baştan başa memleket.”(Bâkiler t.y.:20)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Azerbaycan’ı aklına veyüreğine mıh gibi işler. Azerbaycan’ın edip ve şairleriniağzında dili gibi saklar. Azerbaycan’ın umudu,Azerbaycan’ın kolu kanadıdır edip ve şairleri.“…………………….Götür beni Aras! Al beni HazarOğuz’u Oğuz’dan başka kim anlar?Yaram derin, merhemim yok, vaktim dar…Bir destan yazar gibi yaz beni Anar!Duy beni Bahtiyar! Duy beni Şahmar!”(Bâkiler t.y:51)Azerbaycan’ı bahar mevsimi terk etmiş gibidir.Bütün mevsimler <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in kalemindehüzün kokar.“…………………….Şimdi Azerbaycan’da mevsim bahardırTürküleri yine, baştanbaşa efkârdır58haziran-temmuz-ağustos2010


Düşlerime yağan kardırBoynu bükük bir diyardırYârdırAğzı köpüren atlar üstüne yeminim vardırAzerbaycan yüreğimde bir şahdamardır.”(Bâkiler t.y.:51)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, şiirin soylu damarıylaAzerbaycan’ın sesini şiirine taşır. Azerbaycan’ın hüznünegözleri bağlı bakmaz. Realist ve romantik duyuşuaynı kaldırımda yürütür. Bu yürüyüş kapısını “gerçekçiromantizm”e açar. Bu yürüyüşte yapay his yoktur… Temelsizlikyoktur… Döküntü yoktur. Bâkiler’in kalemindeyapıcılık vardır… Cemiyet ve cemiyetçilik vardır…Tazelik vardır. Bâkiler, ferdî gömlek yerine, cemiyetgömleği giymeyi tercih eder.Karabağ, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in yüreğinde kabukbağlayan bir yaradır. Karabağ’ın derdiyle dertlenendir.“Bir gün biterse her şey Karabağ’ı görmedenİstemem bandolar, büyük çelenkler…Üstüme okunmuş birkaç avuç mübarekKarabağ toprağından serpilse yeter.”(Bâkiler t.y.:59)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Türkçenin şiir diliniAzerbaycan’ın perişanlığını, Azerbaycan’ı Anadolu’dankoparılışını; bu koparılış sürecinde Azerbaycan insanınınbahtsızlığını, sefaletini, ruhunu, sevgisini, sevdasını,Azerbaycan’ın Türkiye sevdasını ortaya çıkarma ustalığınısergilerken insani özü de yakalamayı başarır. Bâkiler,acı gerçekleri çıplak bir gözle ifade ederken, herhangi birdoktrin adına sevinerek çığlık atan, “izm”lere hizmetetme amacıyla şövalyelik eden kalemşorlardan değildir.Azerbaycan gerçeğini, millî romantik süzgecindengeçirerek, lirik bir ifade ile yüreği ve beyniylebirleştirir.“Adına el pençe divan durduğumBin yıllık kara sevdamız, ilahîmiz, ülkümüzTürküler söyleyerek içimde gece gündüzBir çalar saat gibi kurduğum:Azerbaycan”(Bâkiler t.y.:48)<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Azerbaycan’a, Azerbaycaninsanına ve onun kültürel ve tarihî bağlarına, duyuştarzına sıkı sıkıya bağlanmış, bağlılığını Türkçe tazeliğindekalemine taşımıştır. Azerbaycan’ın ve onunçilekeş, vefakâr insanının değişmez kaderi; tank paletlerininaltında çırpınan cavanları, Azeri türküleri,Azeri şiiri, Azeri şairleri ve edipleri, Azerbaycan’ındağları ovaları, tabiat güzellikleri vb. <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler’in şiirlerinin genel yapısı içinde yoğrularakbütünleşmiştir. Bu yoğrulmayı ve bütünleşmeyi gerçekleştirengüç ise Dede Korkut ruhlu şairimizin ruhzenginliğini pekiştiren Azerbaycan’ın “Ata yurdu”olmasından kaynaklanır.“En verimli topraklara ümitlerimiÇınar tohumları gibi durmadan savurduğumSevdasını gönüllere bismillahlarla vurduğumDağa taşa, kurda kuşa kendimi bildim bileliDuyurduğum:Azerbaycan.”(Bâkiler t.y.:49)Anadolu, Azerbaycan’ı şiirlerle sevmiş.Anadolu, Azerbaycan’ı türkülerle sevmiş.Anadolu, Azerbaycan’ı sınırsız sevinçlerle sevmiş.Geleneğimizin, göreneğimizin bir mukaddes Türkmayası hâline geldiği toprağımızdır Azerbaycan. <strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler, Azerbaycan’ı Anadolu’nun kulağınamısra mısra, cümle cümle işlemiştir.Bâkiler, millî kültürümüzün, millî birliğini kuran;yaşayan, yaşatan ve muhafaza eden millî kültürtemsilcimizdir. O, Azerbaycan ile Anadolu arasındakimukaddes görevi misyonuna uygun olarak başarıylatamamlamıştır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler için; Kars ne ise, Ardahanne ise, dadaşlar diyarı ne ise, gakkoşlar diyarı Elazığne ise, Veysel’in nurlandığı Sivas ne ise, Azerbaycanda onun için bir başka şey değildir.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Türk’e ne kadar sevdalı iseTürkçeye de o kadar sevdalıdır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in şiirlerini okumadan,anlamadan, yorumlamadan Azerbaycan’ı anlamakmümkün değildir. ■_______________TUNCER, Hüseyin, Edebiyat Araştırmaları ve İncelemeleri,Akademi Kitabevi, İzmir, 1999KAPLAN, Mehmet, Nesillerin Ruhu, Hareket Yayınevi, İstanbul,1977ÜLKEN, Hilmi Ziya, Millet ve Tarih Şuuru, Dergâh Yayınları, İstanbul,1976BÂKİLER, <strong>Yavuz</strong> Bülent, Duvak, Türk Edebiyatı Vakfı Şiir Dizisi 3,İstanbul, (tarih yok)BÂKİLER, <strong>Yavuz</strong> Bülent, Seninle, Türk Edebiyatı Vakfı Şiir Dizisi 4,İstanbul, (tarih yok)BÂKİLER, <strong>Yavuz</strong> Bülent, Yalnızlık, Türkmen Yayınları, İstanbul,198259haziran-temmuz-ağustos2010


BÜYÜK DESTANSadık Kemal Tural kardeşime yüreğimin sesiyleBen, Altay dağlarından koparak geldimYüreğimde Türkistan’dan binbir nakış var.Çok şükür aslım da, neslim de belliTürk’üm, Müslümanım o dağlar kadar.Dokuz tuğ taşıdım ben, dokuz davula vurdumDokuz evliya gücüyle yürüdüm, geldimBüyüdü benimle mübarek yurdumEbet-müddet bu devleti ben kurdum.Nevruz toylarımızda ateşler tutuşturdumOrhun’dan, Seyhun’dan, Ceyhun’dan geçtimYol gösterdi kükreyerek bana Bozkurt’umAtımla hep yan yana, gözelerden su içtimBaykal’da da çimdim ben, Hazar denizinde deToprağıma bağdaş kurup oturdum.Ben ki, Alper Tunga’ya gönül verenlerdenimYurt uğruna dolu-dizgin göğüs gerenlerdenimSonra durgun sulara “bismillah’larlaKilim seccadesini serenlerdenimYani hem Alpler’denim, hem AlperenlerdenimBen Türkmen’im, Özbek’im, Kazak’ım, Kırgız’ım benAzerbaycan Türkleriyle aynı kandanım.Kıpçakları, Uygurları aşkla duyanlardanımBen ki Tatarlardan, GagavuzlardanÇuvaşlardan, Başkurtlardan, Oğuzlardanım.Kalem de tuttum çok şükür, kılıç da, gül de..Güvercin bakışlı sıcak türküler de söyledim.Anlayan anladı kim olduğumu.Aman dileyeni sevdim; öfkemi yendimÖvdü büyük peygamber İstanbul başbuğumuKur’an’la da müjdelendim.Sevsem gözbebeğim olur ne varsaÖfkelensem, öfkem dağları ezer.Dilim bazan suların çağlamasınaBazan da bülbüllerin şakımasına benzer.İşte Bilge Tonyukuk, Kül-Tigin, Bilge KağanHepsi biribirinden daha mübarek.Süzme asaletimin nurdan kefili...İşte Dede Korkut, kaftanı ipek.Soyumun sopumun bin yıllık dili.Ve Yusuf Hashacib, Mahdum Kulu, FuzulîHepsi de peygamber soyunca asilSonra Kaşgarlı Mahmut; gönlüme düşen cemreAli Şir Nevaî, Gaspıralı İsmailŞiiri, bir bakraç süt gibi Yunus Emre!Cengiz Aytmatov ki, Cengiz Dağcı kiAyın ondördünden süzülen huzur.Sabir Rüstemhanlı... ruh kadar eskiVe daha binlerce nur üstüne nur.Servetim Buharî’nin, Yusuf Hemedanî’ninAhmet Yesevî’nin nur servetindenGüzelliğim, merhametim, şefkatimHep Şah-ı Nakşıbend HazretlerindenHunlardan, Göktürklerden alıp getirdimİpek ipliğimi, altın tığımıMintanıma minyatürler işledim durdum.Selçuklu çinisine, gönül mührümü vurdum.Osmanlı ebrusuyla süsledim yastığımıMustafa Kemallerle yeni baştan doğruldumKim demiş yetmişbeş yaşıma bastığımı?YAVUZ BÜLENT BÂKİLER60haziran-temmuz-ağustos2010


<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler'in"Büyük Destan" şiirini tahlilNURULLAH ÇETİN*Konu: Türk tarihi, Türk millî kimliğinin temel değerleri,önemi ve büyüklüğü.İzlek: Türkler, dünya tarihinin en eski, en asil, enmedenî milletlerinden biridir. Türk milleti, hem maddîhem manevî alanlarda, hem askerlik ve devlet idaresindehem de kültür, sanat ve dinde çok büyük medeniyetlerkurmuş bir millettir. O yüzden genç Türknesilleri, tarihlerinin büyüklüğüyle, atalarının yaptığıönemli işlerle ve ortaya koydukları büyük eserlerle,özgün kültür ve medeniyetleriyle, asaletleriyle övünereközgüvenlerini tazelesinler, aşağılık duygusunakapılmasınlar. Tarihlerinden ve atalarından aldıklarıhızla geleceklerini şevkle, aşkla, ümitle, büyük bir özgüvenleyeniden inşa etsinler.Düşünce: Şiir, düşünce yapısı itibariyle çok zenginve çok boyutlu. Her şeyden önce şair, Türk tarihininmaddi manevi bütün zenginliklerinden sağalttığıhikmetleri günümüz Türk milletine telkin çabası içindedir.Bu yönüyle bilgeliklerin hâkim olduğu hikemîbir şiirdir. Ayrıca şair, Türk tarihinin çok boyutlu ihtişamıkarşısında bir millet ve milliyet mistiği olarakgörünüyor. <strong>Yavuz</strong> Bülent, âdeta kendi varlığını uzunTürk tarihi, renkli ve zengin Türk kültür ve medeniyetiiçinde eritmektedir. Bu yönüyle metin, mistik birşiirdir. Diğer yandan şair, bu şiir kanalıyla okuyucularınaiki temel değerimizi; hem Türklüğümüzü hemMüslümanlığımızı, hem milliyetimizi hem dinimizi,*Prof. Dr., Ankara Üniv., Dil ve Tarih-Coğrafya Fak.,yani millî ve dinî kimliğimizi ören temel değerlerimizitelkin ederek yani Türk-İslam düşüncesini en sağlıklıbir biçimde aktararak ideolojik bir şiir yazmıştır.Şiirde Türk-İslam düşüncesi bir bütünlük içindesergileniyor. Şair, Türk tarihini ve milletini bir bütünlükiçinde sunuyor. Yani biz İslam öncesi, İslam sonrasıyla,Türkistan bölgesiyle Anadolusuyla, Hunları,Göktürkleri, Selçukluları, Osmanlıları, Cumhuriyetiyle,devlet adamı, komutanı, velisi, şairi, ilim adamı,sanatkarıyla bir bütünüz. Bütün Türklük fikrininvurgulanması, bazı kötü niyetli kişilerin parçalı Türklükvurgusuna bir tepkidir. Bazılarının Türk tarihiniya Selçuklularla, ya Osmanlıyla ya da Cumhuriyetlebaşlatmaları, yine bazılarının büyük dinî şahsiyetlerimizireddetmesi gibi parçalı, kopuk bir millet ve tarihanlayışına tepki olarak <strong>Yavuz</strong> Bülent, bütünlüklü tarihanlayışını sergilemekle çok önemli bir iş yapıyor.Olay: Bu şiirde tahkiye bağlamında olay anlatımıve sergilemesi yoktur. Ancak şair, binlerce önemliolaya, büyük isme, temel terim ve kavrama değinerektelmihte bulunmuştur.Varlık: Şiirde somut nesneler pek çoktur ve şair,bunlara genellikle sezgici/idealist açıdan yaklaşmıştır.Mesela dağ, kalem, kılıç, gül gibi varlıklar, gerçek anlamlarındançok; temsil ettikleri simgesel değerleriyleön plana çıkarılmaktadırlar.Duygu: Şiirde tamamen iyimser duygular ön plandadır.Geleceğe ümit duygusu, tarihle, atalarla, millîmirasla övünme duygusu, hamaset duygusu kuvvet-61haziran-temmuz-ağustos2010


le vurgulanıyor. Aslında burada tarihle kuru kuruyaövünme değil, günümüzde epeyce yara almış olanmilliyet duygusunun yeniden güçlendirilmesi amaçlanıyor.Tarih, millî şuuru inşa eden temel kaynaklardanbiridir.Şiirin Muhtevasının Açılımı“Ben, Altay dağlarından koparak geldim”: Altaydağları, Orta Asya’da Kazakistan sınır bölgesinde,Rusya (Sibirya), Moğolistan ve Çin’e kadar uzanansıra dağarın adıdır. Şair mecaz-ı mürsel sanatıyla Türkmilletinin kökenini o bölgeler, yani Orta Asya, Türkistanbölgesi olduğunu vurgularken, nereden nereyegeldiğimizi, aslımızın neslimizin, kökümüzün coğrafiolarak nereye dayandığını belirtiyor. Tarihî ve coğrafîkökenlerinden habersiz olan kitleler millet olamazlar.“Yüreğimde Türkistan’dan binbir nakış var.”:Türkistan, Orta Asya’da batıda Hazar Denizi ve AşağıVolga’dan başlamak üzere doğuda Moğolistan’dakiAltay dağlarına, güneyde Kopet-Hindukuş Kunlundağlarına, kuzeyde Aral ve Balkaş göllerinin ötesineKırgız bozkırına kadar uzanan, yüzölçümü 6 milyonkm2’den geniş olan coğrafi ve tarihî bölgenin adıdır.Biz, en eski zamanlarda, buralarda yaşıyorduk.Buralarda büyük medeniyetler kurduk. Dolayısıylabugün Anadolu’da ya da başka bölgelerde dağılmışolarak yaşıyorsak da yüreğimizde, eski yurtlarımızdanizler, etkiler, hatıralar vardır. Milletler hatıralarıylamillî şuurlarını muhafaza ederler. Hatırasını kaybedenmilletler, zamanla millet olma vasfını kaybederler.Oraları ve oralardaki yaşantılarımızı, eserlerimizi,akrabalarımızı unutmadık. Eski Türk yurtlarımızTürkistan’la olan gönül bağımızı koparmadık.“Çok şükür aslım da, neslim de belli”: Biz, tarihsahnesine yeni çıkmış türedi bir millet değiliz. Tarihi,aslı nesli belli olmayan nev-zuhur bir kabile değiliz.Dünya tarihinin en eski ve köklü milletlerinden biriyiz.Kimliğimiz, kültürümüz, tarihimiz, atamız her şeyimizbellidir ve büyüktür. Şair bu mısrayı Türk milletiniküçük görmek isteyen ya da bize köle muamelesiyapmak isteyen emperyalistlere karşı ya da içimizdenkendi kimlik ve kişiliğine yabancılaşmış, mankurtlaşmış,tarihsiz, kimliksiz, kozmopolit Türklere yönelikolarak söylemektedir.“Türk’üm, Müslümanım o dağlar kadar.”: Birzamanlar cahil ya da kötü niyetli kişiler, Türk müsünMüslüman mısın, ya da Türklük başka Müslümanlıkbaşka gibi saçma sapan tartışmalar yaparlardı.Türk’üm demek müslümanım demeye engelmiş gibiya da müslümanım demek yeterlidir, ayrıca Türk’ümdemeye gerek yoktur, Türk’üm demek ırkçılıktır gibigarip mantıklar üretirlerdi. <strong>Yavuz</strong> Bülent, bu meseleyede gönderme yaparak bizim iki temel değerimizinyani hem müslümanlığımızın hem de Türklüğümüzünönemli olduğunu, bu iki temel kaynağımızdan da vazgeçemeyeceğimizivurgulayan bir tavır ortaya koyuyor.Buradaki ”o dağlar” ifadesiyle kastedilen; Tanrıdağları ve Hira Dağıdır. Tanrı Dağları Türklüğün,Hira dağı da Müslümanlığın simgesi oluyor. MilliyetçiMüslüman Türk, Türk-İslam ülküsünü ifade ederken“Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar müslümanım”der. Bu söz önemlidir. Yani biz, hem Türk hemMüslümanız. Medeniyetimizle, dinimizle, inancımızlamüslümanız, miliyetimizle, kültürümüzle Türk’üz.Bazı kötü niyetli kişiler, ya da Türk düşmanı etnikırkçı kavmiyetçi ibişler, Türkleri Türklüklerinden soğutupTürklüklerini unutturarak kendi ırklarını öneçıkarıyorlar. Bunun için Müslüman Türk çocuklarınasürekli “Türk’üm deme Müslümanım de, yeter” diyor.Ama öbür taraftan mesela Kürtçülüğü, Kürt ırkçılığınıdemokrasi, insan hakkı, kültürel hak, bilmem nediye devamlı surette kutsallaştırıyor. Bu mantığa göreTürk’üm demek günah, filanım demek ibadet; Türklükdoğuştan gelen bir ayıp ve leke, filan etnik kökenemensup olmak ise kutsal bir değer oluyor. Böylecebizi aptal yerine koyduklarını sanıyorlar. Ama Türk’ünuyanık vicdanı <strong>Yavuz</strong> Bülent Bakiler, üzerine basa basao dağlar kadar yani Tanrı dağları kadar Türk, Hira dağıkadar müslümanım diyerek Türk çocuklarına bu sağlammillî ve dinî bilinci telkin ediyor. Bununla dolaylıolarak şunu söylemek istiyor: “Sakın Türk düşmanıetnik ırkçıların kandırmacalarına kapılıp da Türklüğünüzdenvazgeçmeyin, Türklüğünüzü unutmayın,mankurtça kendi milliyetinizi reddedip başkalarınınırkçılığının gönüllü propagandasını yapmayın.”“Dokuz tuğ taşıdım ben, dokuz davula vurdum”:Dokuz tuğ, en eski Türk devletlerinden Osmanlılarakadar bütün Türk devletlerinde bayrak vesancak gibi kullanılan bir Türk devlet simgesidir.Mehter takımında sancakların arkasında üçerli koldanüç sıra halinde dizilmiş dokuz tuğ vardır. Fatih devrindekimehterhanede 9 davul çalınırdı. Yani mehter takımındadokuz tuğ taşımak ve dokuz davula vurmak,62haziran-temmuz-ağustos2010


mehter takımında yer almak ya da mehter takımınınruhuna, heyecanına katılmak bu da Türk devlet vemillet anlayışını sahiplenmek demektir. Şair bu şuurudillendiriyor.<strong>Yavuz</strong> Bülent, burada ayrıca tarih boyunca varolan bütün Türk devletlerini sahiplendiğini ifade ediyor.Yani bir bakıma Türk devlet geleneğini Selçuklularlaya da Osmanlı Devletiyle ya da Cumhuriyetlebaşlatanlara bir tepki koyuyor. Türk tarihi ve devletgeleneği bölünmez bir bütündür anlayışını pekiştiriyor.Bu mısrada millî şuur telkin edilir.“Dokuz evliya gücüyle yürüdüm, geldim”: Bumısrada da İslamî şuur vurgulanıyor. Yani hem millîanlamda devlet geleneğimize hem de İslamî anlamdadinî geleneğimize bir bütün olarak sahip çıkma anlayışıüzerinde yoğunlaşmaktadır. Evliya, veliler demektir.Özellikle Ahmet Yesevi’den itibaren biz pek çokevliya, pek çok mutasavvıf kanalıyla İslam’ı öğrendikve yaşadık. Şair bütün bu evliyaların temsil ettiği İslamgeleneğini temellük ederek bugünlere geldiğimiziifade ediyor.“Büyüdü benimle mübarek yurdum”: Bu mısradayurdumuzun, Türk vatanının mübarek yani bereketli,dinî anlamda kutsal, manevi değerlerle donanmışolması ve bunun da benimle yani Türk milletiylegerçekleşmiş olması motifine yer veriliyor. Vatan,kendi başına kuru bir topraktan ibarettir. Kuru toprağınvatanlaşması, orada büyük bir kültür üretmekle,büyük bir medeniyet kurmakla mümkün olur. Bubağlamda biz Türk milleti olarak yüzyıllar boyuncabu vatan topraklarında büyük bir Türk-İslam medeniyetiniyaşattık, her karış vatan toprağını kültürümüzle,maneviyatımızla, dinimizle, dilimizle, ibadetimizle,şarkımızla, türkümüzle şenlendirdik. Dolayısıyla butopraklar bizimle mübarek vatan toprağı hâline geldive hem maddi hem de manevi bakımdan büyüdü, genişledi,mana kazandı.“Ebet-müddet bu devleti ben kurdum.”: Ebedmüddet, sonsuza kadar, kıyamete kadar gibi bir anlamasahip. Osmanlı devlet geleneğinde Türk devletininkıyamete kadar ayakta kalmasını, yıkılmamasını,ortadan kalkmamasını temenni eden, devleti yaşatmaazmi ve kararlılığını yansıtan bir inanç ve ifadedir.Özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde Türk devletininkıyamete kadar bölünmeden tek devlet hâlindeyaşaması inancı yerleşmiştir. <strong>Yavuz</strong> Bülent, kıyametekadar yaşayacak bu devleti ben yani Türk milletiinancıyla kurmuştur, bu devleti yaşatacak olan da yine“ben” olarak kalacak olan yani millî ve İslamî değerlerinimuhafaza edecek olan Türklerdir demek istiyor.“Nevruz toylarımızda ateşler tutuşturdum“:Toy, ziyafet, eğlence, şenlik demektir. Nevruz eski birTürk geleneği olup baharın gelişini kutlamak için 21Martta yapılan eğlenceler, ziyafetler, şenliklerdir. Tabiatınuyanışını kutlama şenlikleridir. Türkler bunuM.Ö. 8. yüzyıldan beri her yıl 21 Martta kutlarlar.Nevruz günü meydanlarda ateş yakır, üstünden atlanırve değişik şekillerde eğlenceler yapılır. Bu, Türk milletininortak bir coşkuyu paylaşması, birlik beraberlikruhunu tutuşturması demektir. Türk millet birliğinidevam ettirmek için yakılan bir meşaledir. Nevruz,Kürt ırkçılarının yaptığı gibi bölücülük, parçalayıcılık,düşmanlık, kin, savaş vesilesi değil; dostluk, kardeşlik,sevgi, millî birlik vesilesi olan bir sevinç ve neşegünüdür.“Orhun’dan, Seyhun’dan, Ceyhun’dan geçtim”:Orhun, Moğolistan’da bir vadinin adıdır. BuradaII. Göktürk Devleti zamanında M.S. 5. yüzyılda BilgeKağan, Kül Tigin, Tonyukuk adına dikilmiş anıtlarvardır. Seyhun, Orta Asya’da bir nehir adıdır. Oğuzlarbu nehir boyunca bir çok şehir kurdular. Ceyhun, OrtaAsya’nın en uzun nehridir.<strong>Yavuz</strong> Bülent, Türkistan Türklüğünün bu tarihîve coğrafî özelliklerinin varisi olduğumuzu mecaz-ımürsel sanatıyla böyle ortaya koyuyor. Yani bu üç yerismini zikrederek aslında bütün Türkistan’ı kastetmişoluyor ve bu tarihî mirasa sahip çıktığını dillendiriyor.“Yol gösterdi kükreyerek bana Bozkurt’um”:Bozkurt, tarih boyunca Türk milletine yol göstermişolan bir simgedir. Kurtarıcının, kahramanın, öncünün,kılavuzun, ufuk açıcının, liderin kurt şeklinde bedenleşmişbir simgesidir. Bozkurt, darda kalan Türk milletinekurtuluş yolunu gösteren iradeli bir öncüyü temsileder. Bozkurdun yol göstericiliği motifine Ergenekondestanında da yer verilir.Ergenekon Destanı kısaca şöyledir: Türk boylarıarasında Köktürklerin çok kuvvetli olduğu bir sıradaetraftaki bütün kavimler, Tatarların öncülüğündebirleşip Köktürkleri ortadan kaldırmayı kurarlar.Köktürklerle diğer milletler savaşa tutuşur. Tatarlar,Köktürkleri yener ve hepsini kılıçtan geçirirler. Sa-63haziran-temmuz-ağustos2010


dece Köktürk Hanı İl Han’ın oğlu Kıyan ve eşi ileİl Han’ın kardeşinin oğlu Nüküz ve eşi kaçabilirler.Bunlar, düşmandan saklanmak ve korunmak için sarpdağların arasında insan yolu düşmez, sadece bir atınzor geçebileceği bir yolu olan bir yere sığınırlar. Etrafıyüksek dağlarla çevrili bu sulak, yeşillik yere “Ergenekon”adını verirler. “Ergene: Dağın kemeri”, “kon:keskin, sarp” demektir. Bu iki aile, burada 400 yıldanfazla kalıp çoğalırlar.Bir zaman sonra buraya sığamaz olurlar. Aralarındaistişare edip oradan çıkmayı, atalarının geniş, düz,güzel yurtlarını tekrar ele geçirmeyi kararlaştırırlar.“Dağların arasından çıkıp göçelim, dostum diyenlegörüşelim, düşmanla güreşelim” derler. Fakat çıkacakyol bulamazlar. Bir demirci, dağın bir yerinde demirmadeni olduğunu, onu eritirlerse oradan çıkış için yolbulacaklarını söyler. Herkes bu fikri beğenir ve dağındemirden olan o bölgesine odun ve kömür yığarlar. 70deriden körük yapıp körüklerler. Böylece demirdendağı eritip oradan çıkış için yol bulurlar ve özgürlüğekavuşurlar. O zaman Köktürklerin hakanı Börte-Çene(Bozkurt)‘dir. Onun yol göstermesiyle Ergenekondançıkarlar. Önlerine çıkan dostlarla dost olurlar, düşmanlarıyenerler ve 450 yıl sonra atalarının öcünü alıp atayurtlarına otururlar.“Atımla hep yan yana, gözelerden su içtim”:Türk tarihinde at önemli bir işleve sahiptir. At, Türklertarafından evcilleştirildi. Biz at üstünde doğan, atüstünde yaşayan ve at üstünde ölen bir milletiz. Atlasavaşmış, atla göçmüş, at sütü içmiş, at merkezli birhayat kurgulamış bir milletiz. Dolayısıyla Türk’le athep yan yana düşünülür. At, ana, avrat bizde önemlideğerlerdir.Göze, tabii su kaynağı demektir. Yani topraktankendiliğinden çıkan su kaynağı. Şair burada en eskizamanlarda Türk milleti olarak bizim atımızla birliktesürdürdüğümüz tabii hayatımıza bir gönderme yapıyor.Tabii bu arada savaşçı bir millet oluşumuzu dahatırlatıyor.“Baykal’da da çimdim ben, Hazar denizindede”: Baykal, Sibirya’nın güneyinde, Irkutsk şehrininyanında yer alan dünyanın en derin gölüdür. Hazar deniziise Batıda Azerbaycan ve Rusya, kuzeydoğu vedoğuda Kazakistan, doğuda Türkmenistan, güneydeİran toprakları ile çevrilidir. Dünyanın en büyük tuzlusu gölüdür. <strong>Yavuz</strong> Bülent, Orta Asya’ya, tarihî kökenlerinevurgu yapmaya ve oralarla olan organik bağlarınıvurgulamaya devam ediyor.“Toprağıma bağdaş kurup oturdum.”: Vatansevgisinin, kişinin vatanıyla, yurduyla, toprağıylaözdeşleşmesinin en etkili ifadelerinden biridir bu.Kişinin kendi vatanında, ruhunu, heyecanını, terini,emeğini kattığı ve kendine ait yurt edindiği vatanı sevmenin,yurduyla kıvanmanın, gönenmenin, kendineait vatanında mutlu olmanın en edebî ifadelerindenbiridir bu.“Ben ki, Alper Tunga’ya gönül verenlerdenim”:Alper Tunga, M.Ö. 7 . yüzyılda yaşamış efsanevî birTürk hakanıdır. Türk hükümdar soyunun atası kabuledilmiştir. Büyük Türk kahramanlığının simge isimlerindenbiridir. Büyük bir Turan padişahıdır. Şair,Alper Tunga’nın şahsında büyük işler başaran kahramanTürk yiğitlerine olan sevgisini ve bağlığını ifadeediyor. En eski zamanlardan günümüze kadar bilimde,sanatta, savaşta, devlet idaresinde her alanda büyükişler başarmış bütün Türk büyükleri Alper Tunga’nınşahsında saygı duyulacak, gönül verilecek, sevilecek,sayılacak atalardır.“Yurt uğruna dolu-dizgin göğüs gerenlerdenim”:Vatan sevgisinin çok kuvvetli ifadelerindenbiri bu tür söyleyiştir. Vatanı savunmak, korumak içinTürk milleti tarih boyunca en büyük fedakarlıklarıseve seve ortaya koymuştur. Gözünü kırpmadan doludizgin savaşa girmek, gerekirse canını vermek gibiyapılabilecek en büyük fedakarlık gösterilmiştir. NitekimMehmet Akif de “İstiklal Marşı”nda:“Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.”“Siper et gövdeni, dursun bu hayâsıca akın.”gibi mısralara yer vermişti. <strong>Yavuz</strong> Bülent, bu mısraındaİstiklal Marşı’ndan söylem biçimi aktarmıştır.“Sonra durgun sulara “bismillah’larlaKilim seccadesini serenlerdenim”: “Bismillah”“Allah’ın adıyla” demektir ve Müslümanlar her işlerinebu ifadeyi söyleyerek başlarlar. Kilim, Türk milletiningeleneksel el dokuma sanatlarından biridir. Türkinsanı bütün güzellik duygusunu, sanatını, hüznünü,sevincini, umudunu, acısını dokuduğu kilimlere desendesen işler. Millî sanatlarımızdan biri, bu kilim dokumacılığıdır.Üzerinde namaz kıldığımız seccadelerimizide millî zevkimizin hâkim olduğu bir sanat eseriolarak dokuruz.“Durgun sulara seccade sermek” motifi, aslında iki64haziran-temmuz-ağustos2010


oyuta sahiptir: 1.Türk milletinin bağrından çıkardığıbüyük evliyaların keramet göstererek su üzerinde namazkılmaları, 2.Saf tabiat ortasında saf sanat ve ibadetlegeçen bir hayatı ifade eder.“Yani hem Alpler’denim, hem Alperenlerdenim”:Alp, Türk tarihinde ve kültüründe yiğit, kahramandemektir. Daha çok maddi kuvveti, pazu gücünü,savaşçılığı temsil eder. Alperen ise derviş mücahitdemektir. Yani hem maddi gücü hem manevi gücü,hem yiğit bir savaşçı olmayı hem de ahlaklı, bilgili,kültürlü, dindar, mutasavvıf olmayı, kas ve kalp gücününbirlikteliğini temsil eder. Ya da hem millî hem deİslamî değerleri bünyesinde temsil eden kişilere alperendenir. Bu mısra, yukarıdaki 3 mısranın açılımıdır.Yurt uğruna dolu dizgin göğüs germek alp olmak, durgunsuya seccade sermek ise alperen olmaktır.<strong>Yavuz</strong> Bülent, kendisini ve tabii Türk milletinihem alp yani millî değerlerine bağlı kahraman birTürk hem de İslamî değerlerine bağlı maneviyat eriolduğunu vurgularken millî ve İslamî kimliğin bir bütünolduğunu, bunların birbirinden ayrılamayacağını,Müslümanlık ve Türklüğün her ikisinin de bizim içingurur kaynağı özelliklerimiz olduğunu vurgulama gereğiduyuyor. Çünkü bazı kesimler bu iki temel değerimiziayırmaktalar. Türklüğü günah ve ırkçılık kabulederek Türk çocuklarını millî kimliklerinden uzaklaştırmaktadırlar.Bu durumun farkında olan şair, uyarıyıvurgulu bir şekilde ortaya koyuyor.“Ben Türkmen’im, Özbek’im, Kazak’ım,Kırgız’ım benAzerbaycan Türkleriyle aynı kandanım.Kıpçakları, Uygurları aşkla duyanlardanımBen ki Tatarlardan, GagavuzlardanÇuvaşlardan, Başkurtlardan, Oğuzlardanım.”:Bu kıtanın tamamında şair, dünya Türklüğünün birliğine,bütünlüğüne, kardeşliğine önemle vurgu yapıyor.Özellikle Ruslar uzun zamandır Türkmen, Özbek,Kazak, Kırgız, Azeri, Kıpçak, Uygur, Tatar, Gagavuz,Çuvaş, Başkurt, Oğuz gibi Türk kavimlerinin ayrı ayrıbirer millet oldukları propagandasını yaparak büyükTürk milletini bölüp parçalamaya ve hatta birbirinedüşman etmeye çalıştılar. Bugün de bazıları bu Türkboylarını ayrı birer millet gibi göstermeye çalışıyorlar.<strong>Yavuz</strong> Bülent, çok yerinde bir uyarıyla Türklerinbu oyuna gelmemelerini, boy adlarımız farklı da olsahepimizin tek millet olduğumuzu, böyle bir mensubiyetduygusuyla ortaya koyuyor. Büyük Türk birliğidemek olan Turan ülkümüz, ancak bu birlik sayesindekurulacaktır.“Kalem de tuttum çok şükür, kılıç da, gül de..”:Türk devlet ve millet geleneğinde kalem ilmi, irfanı,kültürü, devlet idaresini temsil eden bir simgedir. Kılıçaskerliği, savaşı, maddi gücü temsil eder. Gül ise sanatı,medeniyeti, inceliği, estetik değerleri, tasavvufu,dini, imanı temsil eder. Şair her üç simgeyi vurgulamaklaTürk milletinin hem maddi hem manevi değerleresahip olduğunu, hem devlet yönetimi, hem savaş,hem ilim, hem kültür ve medeniyet alanlarında yanihayatın bütün sahalarında çok büyük işler başardığınıve hepsinde iddialı olduğunu belirtme gereğini duyuyor.Bu mısra da bir bakıma bir tepkini ürünüdür. Şair,Türkleri sadece savaşçı bir asker, kültür ve medeniyetüretmeyen, barbar, yağmacı bir kavim olarak görmekve göstermek isteyenlere karşı tepki göstererek; hayırbiz her alanda büyük işler yaptık demek istemektedir.“Güvercin bakışlı sıcak türküler de söyledim.”:Güvercin yumuşaklığı, sevecenliği, masumluğu, hüznü,duyguyu, duygusal derinliği, ruh hassasiyetini,güzelliği temsil eden bir hayvandır. Türkler, ince, hassas,kalpleri titreten, duyguları heyecana getiren türküüretebilen yani derinlikli sanat üretebilen bir millettir.Şair, bununla yine Türkleri kaba saba, barbar bir yığınolarak göstermek isteyenlere tepkisini böyle çoközgün bir mısrayla gösteriyor. “Güvercin bakışlı sıcaktürkü” imgesi, Türk şiirinde nadir yakalanabilen güzelve derinlikli bir imgedir.“Anlayan anladı kim olduğumu.”: <strong>Yavuz</strong> Bülent,Türk milletine dair bütün olumsuz yargıları, kanaatleri,önyargıları bertaraf etmektedir. <strong>Bizim</strong> gerçekkimlik ve kişiliğimizi, belirgin özelliklerimizi vurgulayarakgerçek hüviyetimizi ortaya koyuyor. <strong>Bizim</strong> nasılbir millet olduğumuzu anlamak isteyen iyi niyetlilerinanladığını belirtiyor.“Aman dileyeni sevdim; öfkemi yendim”: Türkmilleti af dileyeni bağışlamış, öfkesine yenilmemiştir.Yani ölüm makinası vahşi bir canavar değildir. Merhametli,insanlık değerleriyle dolu medeni bir millettir.Biz, savaşı insan öldürmek için değil, hakkı, adaleti,insanlığı, medeniyeti korumak ve gerçekleştirmek içinyaparız. Türk milleti tarih boyunca haksız yere ve sırfinsan öldürmek için savaşmamıştır.65haziran-temmuz-ağustos2010


Bu mısrada metinlerarası ilişkiler bağlamında Hz.Ali’nin başından geçen bir olaydan da esinlenme vardır.Hz. Ali bir savaşta düşmanlardan birini yere seripöldürmek üzereyken düşmanı yüzüne tükürür. Bununüzerine Hz. Ali onu öldürmekten vazgeçer. Sebebi sorulduğunda“Ben seninle Allah yolunda savaşıyordum.Sen yüzüme tükürünce öfkelendim. O an öldürseydimAllah rızası için değil de öfkem için yani nefsim içinöldürecektim.” Der. Bu tam bir Müslüman terbiyesidir.Türk milleti de tarih boyunca düşmanlarına buiman terbiyesine sahip olarak muamele etmiştir.“Övdü büyük peygamber İstanbul başbuğumu”:Burada İstanbul başbuğu, 1453’te İstanbul’ufetheden büyük Türk hakanı Fatih Sultan Mehmet’tir.Hz. Muhammed, yıllar önce İstanbul’un fethedileceğinibilmiş ve bunu fetheden komutan ve askerleriniövmüştü. Bişrü’l-Ganevî’den rivayet edildiğine göreHz. Muhammed, bir gün ashabına yani yakın dostlarına,dava arkadaşlarına şu müjdeyi vermişti:“Kostantiniyye (İstanbul) elbette fetholunacaktır.Onu fetheden komutan ne güzel komutandır! Onu fethedenaskerler ne güzel askerlerdir!”“Kur’an’la da müjdelendim.”: <strong>Yavuz</strong> Bülent, bumısrada da Tük milletinin Kur’an’da da Allah tarafındanmüjdelenmiş bir millet oluşuna yer vermektedir.Kur’an’da şöyle bir ayet var:“Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerseduysun: Allah onların yerine, kendisini sevdiği, onlarında kendisini seveceği, müminlere karşı boyunlarıaşağıda, kafirlere karşı başları yukarıda, Allah yolundasavaşan, dil uzatanın kınamasından korkmayan bir kavimgelir. İşte o, Allah’ın bir lutfudur ki onu dilediğineverir. Allah, ihsanı bol, her şeyi bilendir.“ (Maide Suresi,Ayet Nu: 54)Bu ayette belirtilen kavimlerden birinin Türkler olduğuhususunda pek çok İslam aliminin görüş birliğivardır. İslam’ın gelişinden sonra İslam’ı Arap, Türk veFars kavimleri kabul etti. Araplar Emeviler’den itibarenArap ırkçılığı yapmaya, Arapların dışındaki Müslümanlarıköle gibi görmeye başlamışlar. SelçuklularTuğrul Bey’le birlikte, 1057’de İslam dünyasının lideriolmaya başladılar. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeHaçlılara karşı İslam dünyası adına Türkler savaştılar.İslam’ın kahraman ordusu olarak Allah’ın askeri sıfatıylayüzyıllarca savaşmışlardır. Aynı zamanda dünyamüslümanlarının %70’inin Müslüman olmasına sebepolmuşlardır.Dolayısıyla Kur’an’da Allah, dinine sahip çıkanpek çok topluluğun yanında Türkleri de böylece övmüşoluyor.“Sevsem gözbebeğim olur ne varsa”: Türk milletiseverse tam sever. Sevdiği için canını verir, onuniçin her türlü fedakarlığı yapmaktan çekinmez. Yufkayüreklidir, koruyucudur, sahiplenir. Mazlumlara, mağdurlara,acizlere, yetimlere, sahipsiz olanlara, haksızlığauğramışlara karşı derin bir merhamet duygusunasahiptir. Türk’ün derin insan tarafı ve duygu yoğunluğuçok fazladır.“Öfkelensem, öfkem dağları ezer.”: Türk, sevdiğinitam sever, öfkelendiğine tam öfkelenir. Sevgisi debüyüktür öfkesi de. Türk, haksızlık, zalimlik, kötülükyapana karşı çok serttir. Bu iki mısrada şu ayetin manasınınyansımaları görülmektedir:“Muhammed Allah’ın resulüdür. Onunla beraberolanlar kafirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı isemerhametlidirler.” (Feth suresi, ayet nu: 29)“Dilim bazan suların çağlamasınaBazan da bülbüllerin şakımasına benzer.”:Burada şair, hem Türk’ün duygu dünyasına hem deTürkçenin güzelliğine değinmektedir. Türk’ün duyguyoğunluğu suların çağlamasına ve bülbül şakımasınabenzetildiği gibi belki bundan daha fazla olarak Türkçeninses, ahenk, mana güzelliğine, renkliliğine, zevkinede bir gönderme vardır. Türkçemiz hakikaten enince farklarına kadar bütün duygu ve düşünceleri ifadeedebilecek zenginlikte, işlek, canlı, renkli, ahenkli biryapıya sahiptir.“İşte Bilge Tonyukuk, Kül-Tigin, Bilge KağanHepsi biribirinden daha mübarek.Süzme asaletimin nurdan kefili...”: Bilge Tonyukuk,Göktürk hakanı Bilge Kağan’ın veziri olup bilgive tecrübesiyle Bilge Kağan’a yol gösterdi. Orhunabideleri arasında kendisinin yazıp kendisinin diktirdiğibir abidesi vardır.Kül-Tigin, II. Göktürk Devleti’nin kağanıdır. BilgeKağan’ın da kardeşidir. 731 yılında öldü. Orhun abideleriarasında 732’de ağabeyi Bilge Kağan tarafındandikilmiş bir abidesi vardır. Orada Türk milleti için yaptıklarıanlatılır. Bilge Kağan, II. Göktürk Devleti’ninkağanıydı. Orhun abideleri arasında adına dikilmiş birabide vardır. 734’te öldü.Bu üç büyük Türk devlet adamı, bilgileriyle, tecrü-66haziran-temmuz-ağustos2010


eleriyle, akıllarıyla, üstün çabalarıyla Türk milletinebüyük hizmetleri olmuş. Türk milletini koruyup kollamışlar,Türk tarihindeki şerefli yerlerini almışlardır.Bunlar şairin ifadesiyle asil, mübarek, bilge insanlardı.Her biri âdeta millet mistiği idi. Bütün hayatlarını milletlerininiyiliği, mutluluğu için geçirdiler.“İşte Dede Korkut, kaftanı ipek.Soyumun sopumun bin yıllık dili.”: Dede Korkut,Hz. Muhammed zamanında ya da daha sonrakiyüzyıllarda yaşadığı rivayet edilen, Türkistan’ın AralGölü bölgesinde yaşadığı söylenen, Türk hakanlarınadanışmanlık yapan, Oğuz Türklüğünün en büyükbilgelerinden, velilerinden, alimlerinden, hikayecilerinden,şairlerinden, destancılarından biridir. OğuzHan’ın veziridir. Hz. Muhammed’e elçi olarak gittiğibelirtilir. Hikayeleri, Türkçesinin güzelliği ile, barındırdığıhikmetli düşünceleriyle, verdiği derslerle yüzyıllarcaTürk milletine ışık tuttu.Dede Korkut’un kaftanının ipek olması imgesi,onun bilgeliğine, büyüklüğüne, yol ve yön göstericiliğine,ışık saçan aydın kimliğine, güvenirliliğine işareteder. Ayrıca hikayeleriyle Türkçenin en parlak bir şekildebin yıldır devamını sağladığına vurgu yapar.“Ve Yusuf Hashacib, Mahdum Kulu, Fuzulî...Hepsi de peygamber soyunca asil...”: YusufHashacib (1017-1077), Karahanlı Devleti zamanındayaşadı, Kaşgar’da vefat etti. Türk devlet siyasetnamesinintemel kaynaklarından biri olan Kutadgu Bilig’iyazdı. Mahdum Kulu (1733-1793), büyük Türkmenşairi, Fuzuli (1483-1556) de büyük Osmanlı Türklüğüşairidir.<strong>Yavuz</strong> Bülent burada sayılan büyük Türk şair veyazarları için “peygamber soyunca asil” sıfatını kullanıyor.Çünkü bunlar şair olmakla birlikte aynı zamandabüyük alimdirler. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyledenilmiştir:“Alimler yer yüzünün kandilleri, peygamberlerinhalifeleri, benim ve diğer peygamberlerin varisleridir.”(Ebu Nuaym)“Sonra Kaşgarlı Mahmut; gönlüme düşencemreAli Şir Nevaî, Gaspıralı İsmailŞiiri, bir bakraç süt gibi Yunus Emre!”: KaşgarlıMahmut (1008-1105), Karahanlı Devleti’nin hanedansülalesine mensuptur. Türkçenin ilk ansiklopediksözlüğü olan Divanü Lugati’t-Türk’ü yazdı. Ali ŞirNevaî (1441-1501), Herat doğumlu büyük Türk şairidir.Gaspıralı İsmail (1851-1914), Kırım Tatar Türklerindenolup eğitimci, yayıncı ve politikacıdır. KurduğuTercüman (1883-1918) gazetesiyle bütün dünya Türklüğünündilde, fikirde, işte birliği hedefi doğrultusundaçalışmalar yapmıştır.Yunus Emre (1240-1321) AnadoluTürklüğünün büyük mutasavvıf şairidir. AnadoluTürkçesinin en güzel şiirlerini yazdı.“Cengiz Aytmatov ki, Cengiz Dağcı kiAyın ondördünden süzülen huzur.Sabir Rüstemhanlı... ruh kadar eskiVe daha binlerce nur üstüne nur.”: Cengiz Aytmatov(1928-2008), Kırgız Türklüğünün, CengizDağcı (1920-) ise Kırım Tatar Türklüğünün büyükromancısıdır. Sabir Rüstemhanlı da Azerbaycan Türklüğününyaşayan şair, yazar, dava adamlarının öndegelenlerindendir. Bütün bunlar dünya Türklüğününufkunu açan, meselelerine kafa yoran, nur veren aydınlardır.“Servetim Buharî’nin, Yusuf Hemedanî’ninAhmet Yesevî’nin nur servetinden”: İmam Buhari(810-869), Buhara’da doğmuş bir Türk olup, büyükbir hadis bilginidir. Pek çok hadis topladı. Sahihadlı hadis kitabı, Kütüb-i Sitte denilen 6 sahih hadis kitabındanbiridir. Yusuf Hemedanî (1o48-1141), HocaAhmed Yesevî’nin hocası olup büyük bir fıkıh, hadis,tasavvuf alimidir. Orta Asya Türklüğünü İslam imanıylaaydınlattı. Ahmet Yesevî (1093-1166), büyükTürk mutasavvıf ve şairidir. Divan-ı Hikmet adlı kitabındatoplanan şiirleriyle Türklere İslam’ı halk diliyleöğretti. Türkistan Türklerinin ve Anadolu Türklüğününİslamlaşmasında büyük katkısı vardır. Mevlana,Yunus Emre, Lokman Perende ve Hacı Bektaş-ı Veligibi büyük Türk alim ve velilerini etkiledi.<strong>Yavuz</strong> Bülent, Türk milletinin burada sayılan büyükMüslüman Türk alimlerinden İslam’ı öğrendiğini,maneviyatının, iman, İslam, nur servetlerinin kaynağınınbu gibi alimler olduğunu belirtiyor.“Güzelliğim, merhametim, şefkatimHep Şah-ı Nakşıbend Hazretlerinden”: Şah-ıNakşıbenb Muhammed Bahaeddin Efendi (ö.1389),Nakşibendiye tarikatının kurucusudur. TürkistanTürklüğünün maneviyat öncülerinden biridir. Türkmilleti ondan merhameti, şefkati, insanlığı öğrendi.“Hunlardan, Göktürklerden alıp getirdim67haziran-temmuz-ağustos2010


İpek ipliğimi, altın tığımı”: Hunlar, M.Ö. 220’deTürk boylarını içine alan Büyük Hun İmparatorluğunukurdu. M.Ö. 209’da tahta çıkan Mete en büyük Hunhükümdarıdır. Göktürkler 552-744 yılları arasındaOrta Asya ve Çin’de yaşayıp hüküm süren Türk toplumudur.Türkadını alan ilk Türk devletidir. İpek iplik vealtın tığ, o dönem için yüksek kültür ve medeniyetinsimgeleri olarak alınmıştır. Şair bunları vurgulamaklaen eski Türklerin bile kendi dönemlerinde barbar olmadıklarını,ince, derinlikli, zarif, yüksek bir kültürve medeniyet sahibi olduklarını belirtme gereğini duyuyor.Çünkü dışardan Oryantalistler, içerden onlarınsözcüleri olan yerli oryantalistler eski Türk tarihiniilkel, barbar, kaba, medeniyetsiz, kültürsüz bir kitleolarak görmek ve göstermek istemektedirler. <strong>Yavuz</strong>Bülent Bakiler bu çarpık bakış açısına şiddetle tepkikoyuyor.“Mintanıma minyatürler işledim durdum.”:Minyatür, ince işlenmiş küçük boyutlu bir resim türüdür.Buna nakış ve tasvir de denir. Kitapları resimlemekamacıyla yapılır. Çevresi tezhip denen bezemeylesüslenir. Mintan ise gömlek, yelek demektir. <strong>Yavuz</strong>Bülent, Türk milletinin elbisesini bile yani gündelikeşyasını bile zarif sanat eserleriyle ince ince işlediğini,dolayısıyla yüksek bir sanat ve kültüre sahip olduğumuzuifade ediyor.“Selçuklu çinisine, gönül mührümü vurdum.”:Çini, toprağın pişirilerek üzerine çok güzel süslemelerinyapıldığı kap kacak el sanatıdır. Karahanlılardanitibaren çinicilik sanatında Türkler çok büyük eserlerortaya koymuştur. Bu ince, zarif ve derin sanat eseriniüretirken biz gönlümüzün mührünü yani ruhumuzu,aşkımızı, şevkimizi, rüyalarımızı işledik. DolayısıylaTürk milleti sadece savaşçı bir millet değil, aynı zamandaince sanat dallarında da çok büyük eserleri vebaşarıları olan bir millettir.“Osmanlı ebrusuyla süsledim yastığımı”: Ebru,yoğunlaştırılmış su üzerine süsleme kağıt ve resimyapma sanatıdır. Türk milleti bu sanat dalında da çokönemli bir yere sahiptir. Biz yastıklarımızı bile bu inceve zarif sanat eserleriyle süslemiş ince ruhlu, derin sanatduyarlığına sahip medenî bir milletiz.“Mustafa Kemallerle yeni baştan doğruldumKim demiş yetmişbeş yaşıma bastığımı?”: MustafaKemal Atatürk, tarihten silkinmek, yok edilmekistenen milletimizi, destansı Kuva-yı Milliye mücadelesiyleyeniden tarihe direnen bir millet hâline getirmişson Türk başbuğudur. Tarihin en büyük ve enkuvvetli Haçlı saldırısını geri püskürten ve en ümitsizortamda Türk’ü yeniden ayağa kaldıran ve Türk’etam bağımsız ve bağlantısız hür bir devlet veren büyükTürk hakanıdır. Biz, millî Mücadele sürecimizdeMustafa Kemal ve onunla aynı imanı, azmi, ümidi vekararlılığı paylaşan milyonlarca Müslüman Türk’ünöncülüğünde yeni baştan ayağa kalktık ve kendi hürdevletimizi kurduk. Türk, bağımsızlık, hürriyet, özgüven,milliyetçi maneviyatçı ruhunu koruduğu sürecetarihteki yerini güçlendirerek koruyacaktır.Nazım Şekli: Şiir, mısra kümelenmesi bakımındankarışık düzenli serbest bir şekle sahiptir. 4, 5, 6,7’limısra kümelerinden oluşan bentlerden kurulmuş. Şair,anlam birimleri kaç mısrada tamamlanmışsa bendi deo kadar mısrayla oluşturmuş. Bu konuda kendisini sınırlamagereği duymamış.Şiirin adında “destan” olmakla birlikte bu metin,klasik destan türüne tam olarak uymaz. Gelenekseldestan türünün modernleştirilmiş şeklidir diyebiliriz.Şair, destanın daha çok hamasi özelliğini ve uzuntarihî süreci hikaye edişini almıştır. Halk şiiri nazımşekli olan destan, dörder mısralı bentlerden oluşur. Genelliklehece vezninin 11’li kalıbıyla yazılırlar. Kafiyedüzenleri genellikle şöyledir: baba-ccca-ddda-eee…İlk dörtlüğün kafiyesi xaxa şeklinde de olabilir. Destanınson dörtlüğünde şair, mahlasını söyler.Bu şiirde ise bentler dörder mısralık değil; farklısayıda mısra kümeleri hâlindedir. Hece veznine yerverilmemiştir. Kafiye düzenine tam olarak uyulmaz.Ancak ilk dörtlüğü xaxa şekliyle geleneksel destanauyar.Dil ve Üslup: Şiirin dili son derece yalın, açık, anlaşılırbir yapıya sahip. Ancak şair, zengin Türk tarihininbüyük simge isimlerine, kavram ve terimlerinebolca yer vermiş. Türk tarihine dair bilgisi yetersizokuyucuların bu şiiri okurken bol bol tarihî kaynaklarabakması gerekebilir.Üslup bakımından şair, hamasî manada bir hitabetüslubu benimsemiş. Bunun yanında açıklayıcı, tanımlayıcı,bilgilendirici, sorgulayıcı, reddedici, üsluplarada yer verdiğini görüyoruz.Ahenk: <strong>Yavuz</strong> Bülent, şiirini ahenkli kılmak içinkafiyeden düzensiz de olsa bolca faydalanmış. En çokrediflere yer vermiş. Vezin konusunda tamamen serbestdavranmayı tercih etmiş. Şiirde çok kuvvetli biriç ahenk sezilmektedir.■68haziran-temmuz-ağustos2010


Türklüğünyiğit yürekli oğluNURETTİN ÖZDEMİR<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler ile yollarımızın ne zaman,nerede, nasıl kesiştiğini doğrusu tamolarak hatırlamıyorum. Milliyetçi plan ve aksiyondayaş itibariyle ondan bir adım öndeki cephelerdeçarpıştığım hemen herkesçe bilinen ve kabul edilenbir gerçekliktir. Onun milliyetçiliği ve bu yoldahayranlık uyandıran müessir ve ihatalı çalışmaları,yerinde müdahaleleri bende hayranlık uyandırmışve her konuda yanımda ve arkamda bir karlı dağgibi heybetle durmuştur.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in milliyetçiliği mekânolarak Türklüğün yayıldığı ve yaşadığı bütün coğrafyayıihata ettiği gibi, beşeri planda bütün Türkboylarını yanık ve müşfik bağrında ve geniş kanatlarıaltında toplamaktadır.Asya Türklüğünü uzun yıllar zalim imparatorlukkıskacıyla hâkimiyeti altında inleten Slav zulmünekarşı meydan okuyan genç yüreklerin başında<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in sihirli bir hançer Agibiparıldayan emsalsiz mısraları ve bir balyoz gibiinen makale ve kitapları gelmektedir.Büyük Atatürk’ün yüzüncü yaş gününü kutlarkenKültür Bakanlığı’nın genç Mustafa Kemal’inokuduğu yaban ellerde kalmış askerî idadinin kütüphanesinisüsleyen ve onu her an canlı tutan yüzeser de tamamen <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in gayret veçalışmasının mahsulüdür.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Anadolu TürklüğününAsya semalarına akseden ve genç Mustafa KemalCumhuriyetinin Balkanlardaki ata yadigârı eserlerimiziaydınlatan en soylu ve parlak yıldızıdır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, İlahî lütufla Anadolu toprağınınkök derinliklerine yerleştirilen güzellik veyiğitlik tohumlarının büyüyüp gelişmesinde kendiyüreğinin sıcaklığı kadar kendinden önce yaşamışÂşık Veysel ve Arif Nihat Asya gibi alperenlerin desihirli rüzgârlarını maharetle estirmektedir. Onunmısralarını görüp okuduğum ilk günden beri kendişiirimin noksanlarını ve yetersizliğini daha derindenanladım ve hüzünlendim. Şiirimin noksanlarınıtamamlayacak sıcak bir yürek ile usta bir elin varlığınıgörmek en güçlü teselli kaynağım olmaktadır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in şiirlerinde kendi şiirimintamamlandığını ve devam ettiğini görmek aynızamanda benim en büyük iftiharımdır. Türk siyasihayatı, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler gibi bir rüknünü devletimkânları ile millet hizmetinde yaşatmak kudretve ferasetini göstermemiş olmakla ebedi takdir noksanlığınıortaya koymuş, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’inasli meziyetlerine ve vatan millet sevgisine nakisagetirmemiştir. Gelecek zaman onu daima arayacakve takdirle anacaktır.Ben, bir çatı altında, birlikte, devlet hizmetindegörev çalışması yaptığımız günlerden beri vatan vemilletini seven ve bu sevgisini hatip, şair, yazar, gazeteci,araştırmacı, velhasıl taşıdığı bütün sıfatlarınmaharet ve kabiliyetiyle pervasızca ortaya koyanTürk’ün bu yiğit yürekli oğlunu yakından tanımaklabahtiyarım. Doğruluk, dürüstlük, cesurluk,vefakârlık, iyilik ve güzellik mefhumları <strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler’in şahsında daha manalı, sıhhatli vedaha gerçek olarak tecelli etmektedir. ■69haziran-temmuz-ağustos2010


SELÇUK KARAKILIÇEdebiyatçılarımızın ev hâlleri niçinönemlidir?Bunaltıcı sıcağıyla bir yaz günü, Ârif NihatAsya kan ter içindeyken yakınlarından biri alı almoru mor göğsünü boşaltır:-Hocam! Gökalp Bey için bir konferans düzenlenecek.Konuşacak kişiler arasında kardeşi MehmetNihat Bey de var. Gökalp’i, kardeşinin dilindendinlemeye geleceksiniz değil mi?Gelen kişi sanır ki Ârif Nihat Asya sohbetekoşacak; Ziya Gökalp’i bir de kardeşinden dinleyecektir.Aksine Ârif Hoca’nın boyun damarlarıkabarır, burun kanatları şişip inmeye başlar. Yüzhatları gerginleşen Asya:“Hayır,” der. “Hayır! Gelmiyorum! Niçin gidecekmişimefendim? Mehmet Nihat Bey, Gökalphakkında benim bilmediğim, duymadığım neyi anlatacak?Nerede doğduğunu, nerede ve nasıl vefatettiğini mi tekrar edecek? Yoksa fikirlerini mi yenidenaçıklayacak? Ben bunları zaten biliyor vederslerimde öğrencilerime yıllardır anlatıyorum.Geçiniz efendim, geçiniz!”“Ben kitapların yazmadığı hususları bilmek, öğrenmekisterim. Ziya Gökalp’in çeşitli özelliklerinimerak ediyorum. Meselâ Gökalp nasıl otururdu?Bağdaş mı kurarak, dizlerini kırarak mı otururdu?Nasıl giyinir, nasıl konuşur, nasıl güler, nasıl ağlardı?Nasıl okurdu ve kitaplarını nasıl yazardı? Neyekızar, neye sevinirdi? Kahvesini nasıl içerdi? Sademi orta şekerli mi kahvesini yudumlardı? Ve azizimsigara içer miydi? Ben onun çeşitli özelliklerinibilmek istiyorum. Benim için bunlar önemli. Yoksadoğum-ölüm tarihlerini çok şükür biliyorum. O bakımdanMehmet Nihat Bey kusur kalsın!” 1Anlaşılıyor ki, Ârif Nihat Asya, topluma yön venizam veren öncü kişileri çeşitli özellikleriyle detanımak istiyor. Sanat, siyaset ve ilim adamlarımızısadece doğum ve ölüm tarihleriyle değil; geniş çerçevedebazı huylarını, değişik meşreplerini, çeşitliözelliklerini kısacası insani hususiyetlerini merakediyor.Hikmet Feridun Es de aynı konuda dikkatleriçekiyor:“Meslek hayatı kırk seneye yaklaşan gazeteciarkadaşlarımızdan biri, bir gün matbaada bizeşunları anlattı:—<strong>Bizim</strong> matbuatın en maruf simalarından olanMahmud Sadık’ta dürüstlük son haddine gelmişti.Kendisinde olduğu gibi, başkalarının hareketlerindede aynı ince, derin dürüstlüğü arar ve isterdi.Buna dair bir misal verelim: Faraza, sigaranızıağzınıza koydunuz. Fakat yakmak için kibritinizyok. Bu sırada da Mahmud Sadık yanınızda sigaraiçiyor. Onun ateşini istersiniz. Sigarasını verir.70haziran-temmuz-ağustos2010


Siz yaktıktan sonrayanındaki arkadaşınız:—Ver ben deyakayım! derseve siz de MahmudSadık’ın sigarasınıkendisine verirseniz‘Şeyhülmuharrirîn’buna kızardı. Ve:—Ben sigaramısana verdim. Senbenim sigaramı nehakla ona veriyorsun?Müsaademialdın mı? derdi.Bu eski meslekarkadaşımın anlattığışu hikâye karşısındadüşündüm.Mahmud Sadık, ölelihenüz ne kadar olmuştuki? Hâlbukibiz odada bulunanöteki gazetecilerdenhiçbiri, meselâ şuhikâyeyi işitmemiştik.Bilmediğimiz insanyalnız Mahmud Sadık mı? Ne münasebet? Bizdekigelmiş geçmiş, hemen hemen bütün fikir, edebiyat,sanat otoritelerinin, üstatların, kıymetlerin,hususî hayatlarına dair ne biliriz ki? Maalesef bizde hâl tercümeleri gayet eski, basmakalıp bir şekilde,gayet yavan yazılmış ve aşağı yukarı herkesinbildiği birtakım malûmatı yan yana sıralamaktanibaret kalmış eserlerdir.Hele edebiyatçılara dair olanlar! Bunlar, yalnızedebiyatçının yazılarına göre verilmiş bazı indîhükümlerden ibaret kalıyor. Belki onlarla büyükbir sanatkârın edebî hüviyeti hakkında az çok birşeyler öğreniyoruz. Lâkin bu büyük ve kitlenin üstünedamgasını vurmuş sanatkârların “insan hayatı”nerededir? Orası meçhul! Ev hayatları nasılgeçmiştir? Hususî hayatının en meraklı ve dikkatelâyık cihetleri nedir? Kim bilir?” İşin garibi MarkTwain’in misafirliğe giderken kravat takmayı unuttuğunu,filânca Fransız romancısının kaç kere düelloettiğini biliriz de bizimkilerden haberimiz yoktur.Bir edebiyatçınınedebî yazılarından onunedebî çehresini çıkarmakbeş yüz sene sonrada kabildir. Zira yazılarmeydandadır. Asıl su üzerineyazılmış yazılar gibikaybolmakta bulunanbazı şeyler var ki bunlarıntespiti lâzımdır.”Meselâ Hüseyin RahmiGürpınar’ı sokaktaeldivensiz hiç kimsegörmemiştir. BirçoklarıHüseyin Rahmi’nin budurumunu aşırı şıklığınayormuşlarsa da hakikatböyle değildir. YeğeniMuzaffer Hanım:“Vefatında her şeyiniolduğu gibi eldivenlerinide saklamak üzere kaldırdım.Bohça o kadar doluidi ki zorla bağlanıyordu.Bir gün bile eldivensizsokağa çıkmazdı. Ve çıplakelle biz sokağa çıkarsakçok kızardı. Sokakta tramvay demirinden, iskeleparmaklığına kadar hiçbir yeri kat’iyyen tutmazdı.Hayatta en korktuğu ve dikkat ettiği şey mikroptu.Bizi bazen eldivensiz görür, çıplak ellerle dolaşmanınmânâsız bir cesâret olduğunu söylerdi. Bu mikropkorkusunun onun bütün hayatında, inanılmayacakderecede rolü olmuştur. Faraza pijamayı hiçsevmezdi. Pek mecbur olunca pijama giyer, sair zamanlardaentariyle dolaşırdı. Entariye pek meraklıidi. Mevsimine göre, gayet iyi dikilmiş entarilerivardı. Evde, iyi tanımadığı misafirler gelirse, kendiodasının kapısını bile eliyle tutmaz, entarisinineteğiyle çevirir; kapıyı öyle açardı. Sokağa kolonyasız,alkolsüz adım atmazdı. İşte ondaki, yüzdenfazla eldiven, herkesin dikkatine çarpan eldivenmerakı şık görünmek sevdasından değil, mikrop vehastalık bulaşmak korkusu idi.” demektedir.Hüseyin Rahmi hiç evlenmedi. Sebebi de yineaşırı titizliği idi. Yeğenine meseleyi şöylece açıklamıştır:“Yeryüzünde yedi hastalık vardır ki irsîdir71haziran-temmuz-ağustos2010


ve ben bunlardan son derece korkarım. Bakarsınızbir insanın kendisinde olmaz, babasında olmaz da,büyükbabasında, dedesinde olur! İşte ben bunu düşündüm.Bereket versin ki herkes benim gibi düşünmüyor.Yoksa dünya bekârlar dünyası olurdu.”Ahmet Mithat Efendi’nin misafirlerine sigaraböreği sarıp ikram ettiğini hiç duymuş muydunuz?Tevfik Fikret’in arkadaşlarını niçin sol tarafındayürütmediğinden haberdar mısınız? Yahut hiç evlenmemesinerağmen büyük Doktor Besim ÖmerPaşa’nın yazdığı Nasıl Evlenmeli? eserinin adınıkimler biliyor acaba? 2Kitapların yazmadığı “insani özellikler” sanıldığınınaksine çok önemlidir. Çünkü topluma malolmuş bir kişinin karakter ve meşrebinin ayrıntılarıyazılmayan, söylenmeyen kayıtlarda gizlidir. Yazılarınıcoşkun bir üslupla yazan; fakat son dereceiçine kapanık bir kişinin evdeki hâli, ailesinin, akrabalarınınhakkında vereceği hükümlerle aydınlatılabilir.Dikkat edilirse, ekserimiz aşırı sevgi ve hayranlıklahemen her şöhreti, insanüstü bir varlık olaraktebcil ediyoruz. Hâlbuki sanatçı da bizim gibi insandır.Tek farkları velut yani doğurgan, üretken birkafaya ve sanatkâr mizaca sahip oluşlarıdır. Bunundışında, hemen hepsi bizim gibi su içer, yemek yer,koşunca yorulur, hastalanınca doktora gider, kederleninceüzülür, sevinince güler, uykusu gelinceuyur, öfkelenince bağırıp çağırır, bir kadına âşıkolabilir, evlenebilir, boşanabilir vesaire… Bütünbunlar hayatın içindedir.Elimize kalem, dilimize kelâm verenler, ortayakoydukları sanat eserleriyle Türkçemize kol kanatgerenler, kalabalıkları kalem ve kelâmlarıylabir millet şuuru etrafında derleyip toplayanlar fikiröncülerimizdir. Onların ev hâllerini bilmeden,öğrenmeden yazılacak kitaplar yarım kalmayamahkûmdur.Bir şairin ev hâliÂşık Veysel’in duyunca, okuyunca çarpıldığımbir mısraı var: “Ben gidersem sazım sen kal dünyada/Gizli sırlarımı aşikâr etme!”Türk’ün evi, özel hayatı dışarı yansımaz. Evlerimizinpenceresinde estetik bir tül fakat hemen onunarkasında kalın bir perde vardır. Maksat içeriyi dışarıya,dışarıyı içeriye yansıtmamaktır. Ama ben buyazımda, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in “ev hâlini” ve“gizli sırlarını” aşikâr edeceğim. Sanıyorum okuyuncasiz de şaşıracaksınız. Çünkü <strong>Yavuz</strong> Bülent’iyeterince tanımıyoruz. Tanımıyoruz, çünkü onunönce “insan” olduğunu unutuyoruz. Şimdi hafızamızıtazelemeye ne dersiniz? O hâlde buyurunuzefendim:<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’i önce kürsüde tanıdım.İnandıklarını, doğru bildiklerini cesurane anlatıyordu.Pek çok kimsenin korktuğu, söylemekten imtinaettiği yahut “başıma bir iş gelmesin!” diyereksakladığı gerçekleri korkmadan, susmadan, pusmadancerbezeli hitabetiyle aşikâr ediyordu. Endişesiyoktu. Çünkü ne gelirse gelsin Allah’tandır diyor,hayır umuyordu.Türkiye’nin 81 vilayeti mi var? Bu şehirlerinen az 71’inden davet alarak ve aynı şehirlere müteadditdefalar gidip konuşuyordu. Gitmediği, davetolunmadığı on vilayetimiz kalıyordu. Teklif gelseydibelki bu şehirlere de on defa gidip gelecekti.Ama Doğu ve Güneydoğu’daki bazı şehirlerimizyeterince tenvir edildiğinden kendisine lüzum görülmüyordu.Türkiye’nin sadece 71 vilayetinde konuştuğusanılmasın! Bu vilayetlere birkaç kez gittiği gibiçeşitli lise ve üniversitelerimizde de konuşacakve sayı epey kabaracaktır. Şöhreti Avrupa, Amerika,Asya, Avustralya, Afrika’ya kadar ulaşacaktır.Öyle ki, başta Avrupa merkezleri olmak üzere Almanya,Fransa, İngiltere, Hollanda, İsviçre, Belçika,Bulgaristan, Yugoslavya, Rusya, Çin, Japonya,Avustralya, Amerika, Azerbaycan, Türkmenistan,Kırgızistan, Çeçenistan, Irak, Suriye, Ürdün…gibi çeşitli ülkeleri ziyaret ederek oralarda yaşayanTürklerin sohbet meclislerinde konuşmuştur.Öyle yarım saat, bir saat değil, dört beş saatkonuşuyor; bıktırıp usandırmadan kendisini dinletiyordu.Hazırlayıp sunduğu radyo ve televizyonprogramlarında da saatler nasıl geçiyor? Bilene aşkolsun!Dışarıda bu kadar çok konuşan <strong>Yavuz</strong> Bülent,evinde çok sessizdir dersem şaşırmayınız. Eşi veçocuklarının bu sessizlikten şikâyetçi olduklarınıda söyleyeyim. Onun bu sessizliği sanıyorum çocukluğundanmirastır. Hatta aile meclislerinde çokkonuşulan, gülüşmelere vesile olan bir anekdotu dayazayım:Bir gün, <strong>Yavuz</strong> Bülent’in ablası, şairimizin oğluna:72haziran-temmuz-ağustos2010


—Melikşah, git evebir bak! Baban müsaitmidir? Okumuyorsa veyazmıyorsa size geleceğiz,der.Emrah Melikşah’ıncevabı o gün bugündürgülüşmelerin tatlı kaynağıolacaktır:—Canım halacığım,Babam evde konuşmaz;dışarıda konuşur. Evdebabamın okumadığı,yazmadığı bir zaman mıvar? Gelmek istiyorsanızbuyurun gelin! Babamınboş zamanını boşunabeklersiniz?<strong>Yavuz</strong> Bülent’e birkürsü veriniz ve deyinizki:—İşte size 10.000 kişininkatıldığı bir toplantıtertip ediyoruz. Konuşmasüreniz de 10 saattir.Sürenizi kısaltabilir veyauzatabiliriz. Takdir sizindirefendim!Biri gelip böyle dese,hiç abartmıyorum; o salonda 10 saat konuşabilir.Ama evde on kişi olsa konuşamaz. Çünkü evde sadeceokumak, yazmak ve düşünmek telâşındadır.Şimdi anladınız mı neden kürsüde bu kadar çokkonuştuğunu?<strong>Yavuz</strong> Bülent’in yazı ve çalışmaâdetleriHer yiğit yoğurdu farklı yer. <strong>Yavuz</strong> Bülent deöyle. Şiir ve nesirlerini okuyanlar bu kitapların rahat,samimi, kıvrak bir zekânın eseri olduğunu tahminederler. Peki, ama <strong>Yavuz</strong> Bülent nasıl yazar?İlk şiirlerini Sivas’ta, âşıkların peşine takılarak,onlara imrenerek, özenerek yazan şairimiz, kızkardeşinin vefatından sonra ölüm üzerine şiirleryazmaya başlar. Manayı ihmal etmeyerek, kafiyeyibir tarafa itmeyerek yazdığı şiirlerini, İstanbul’dayayımlanan Abidin Mümtaz Kısakürek’in sahibiolduğu Türk Sanatı’na gönderir. Ve günlerdenbir gün Abidin MümtazKısakürek’ten bir mektupve bir davet alır:“<strong>Yavuz</strong> Bülent! Senidergimizin şairleri arasındasayıyoruz. Her sayıiçin bir şiir bekliyoruz.”<strong>Yavuz</strong> Bülent rahatokunuyor. Doğru! Özelliklenesirleri şiir gibidir.Doğru! Bu kadar doğrununiçinde çok yanlışbilinen başka bir “doğru”var: <strong>Yavuz</strong> Bülent kolayyazamıyor!Bir mektup yazmakiçin bile sancılandığınıbilirim. Öyle ki son zamanlardadaha yakındanmüşahede ettim. MeselâSavunmalar’ın sadece önsözünü yazması altı aykadar sürdü. Her telefonaçtığımda yalvarırcasınaön sözü soruyor, aldığımcevap menfi oluyordu.Yazdıklarını kolay okutmasınarağmen çok çokzor yazıyordu. Ona kalırsa“yazmaktan ziyade okumak” istiyordu.1976 yılında, Yugoslavya Struga Şiir Akşamlarındandöndüğü günlerde, Hisar dergisi sahibiMehmet Çınarlı, Üsküp-Kosova intibalarını yazmasıiçin ısrar eder. Hiç oralı bile olmayan <strong>Yavuz</strong>Bülent, bir gün Mehmet Çınarlı’nın tehdidiyle karşılaşacaktır:—Bana bak <strong>Yavuz</strong> Bülent! Yazmadıktan sonraseni bu odadan asla çıkarmam. Keyfin bilir! Şimdiüzerinden kapıyı kilitliyorum. Üsküp hatırlarınıyazdın yazdın! Yoksa eve gitmeyi unut!Yugoslavya gezi notlarını Mehmet Çınarlı’nınısrar ve inadıyla Üsküp’ten Kosova’ya ismiyle yayımlayacaktı.Çınarlı, tehdit etmeseydi belki de bizbu hatıralardan mahrum kalabilirdik.Kitaplarını, şiirlerini, yazılarını nerede ve nasılyazıyor mu diyorsunuz? Maroken koltuklar,Avrupai bir masa üzerinde mi yazdığını hayal ediyorsunuz?Doğrusu yanıldığınızı söyleyebilirim.73haziran-temmuz-ağustos2010


Çünkü şiir ve nesirlerini, dizinin üstüne koyduğubir levha üzerinde yazıyor. Arada sırada torunuAyşe Pervin geldiğinde hemen yazdıklarını bırakıpgönlünün sultanını dizine oturtuyor. Zaman zamanAyşe Pervin’den fırça da yer. Çünkü anlattığı masaleksiktir yahut söylediği Rusça şarkı yanlıştır! AyşePervin şiddetle itiraz eder:—Dede yanlış söylüyorsun! Doğrusunu söyle!Bu arada torun dedesini de geçmiştir. AyşePervin’in Türkçe, Rusça, İspanyolca bildiğini yazayımda dünyalar durdukça dedesinin namı yürüsün!Kitabının hiçbirini ne daktilo ne de bilgisayarlayazmıştır. Yazılarını dizinde, ağlayarak, iplik iplikgözyaşı dökerek yazıyor. Ve bir kelimeyi feda etmeden!Nasıl mı? Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardırseyahat notlarını yazıp bana gönderiyor,ben de dizip tashih ediyordum. Bir buçuk sene sonundabitti. Tashih ettim. Mizanpajını hazırladım.Artık yayınevine gönderecektim ki, bir akşam telefonumçaldı:—Selçuk, metni sakın gönderme. Şu sayfanınşu satırında şu kelimeyi beğenmedim. Onun yerineşu kelimeyi koyalım! Tamam mı?Böyle kaç kelimeyi değiştirdik, hatırlamıyorum.Ama düzeltip gönderdiği müsveddelerde pek çokkelimeyi, cümleyi değiştirmişizdir. Yani çok kolayokunan bir şair karşısındayız ama çok kolay yazanbir nasir karşısında değiliz efendim!En çok çekindiği musahhih!Basın tarihimiz garip tashih hatalarıyla yüklüdür.Öyle ki, nüktelere bile konu olanlar var. Basınhayatında tıpkı dev bir yazar gibi, büyük bir şairgibi kendisinden korkulan, çekinilen “musahhihler”de var.Ben, basın tarihimize geçmemiş bir musahhihtenbahsedeceğim. Ama önce kendi başından geçenbir hâdiseyi nakledeyim:“1967 yılında, ana üzerine yazılan güzel şiirleribir antolojide topladım. O derlemede, Vehbi CemAşkun’un da bir şiiri vardı ve bir kıt’ası şöyleydi:Elemi, acıyı, gel gayrı unutKalbini kederden, dertten uzak tutŞu öksüz başımı bir lahza uyutDizinde, derdimin ilacı anne.Mürettipler, dizgide öksüz kelimesindeki (s) harfiniatlamışlar ve üçüncü mısraı şöyle yazmışlar:“Şu öküz başımı bir lahza uyut”Vehbi Cem Aşkun, Sivas’tan, babamın çok yakınarkadaşı, benim de elini öptüğüm hocalarımdanbiri. Yanlışı görünce, başımdan sanki kaynar sulardöküldü. Matbaaya koştum. Formalar dizilmiş, basılmış,bereket ki, cilt işine başlanmamıştı. O şiirinbulunduğu forma düzeltilerek yeniden basıldı dabeni bir büyük utancın, ayıbın hatta bir hakaretinaltında kalıp ezilmekten kurtardı. Türkçede bazen,bir harfin noksan veya bir harfin fazla yazılması,kelimenin mânâsını alt üst ediyor. Öksüzle öküz,Pir’le pire milyarda bir bile olsa, birbirine benzemiyor.”Görüldüğü gibi küçük bir dikkatsizlik büyükkaynaşmalara, dalgalanmalara sebep oluyor. Onuniçindir ki, ciddi mürettip ve musahhihler çoğu zamanmumla aranmaktadır.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’in en çok korktuğu, çekindiğimusahhih sevgili eşi Ayşe Bâkiler’dir. AyşeHanım’ın -benim sevgili yengem- Türkçe gramerbilgisi fevkalade güçlüydü. Dikkati, şiddetli itirazınayansırdı. İlk önceleri, <strong>Yavuz</strong> Bülent’in kitaplarıokuyucuyla buluşmadan Ayşe Hanım’ın tenkit süzgecindengeçiyordu. Gördüğü yanlışlığı, eksikliğiçok haklı gerekçelerle ileri sürüyor ve düzelttiriyordu.Yalnızlık isimli şiir kitabına aldığı “Liseli Kız”başlıklı şiirinin ilk kıtası Ayşe Hanım’ın itirazındanönce şöyle başlıyordu:Benim de bir zamanlar sevdiğim vardıBeyaz yakalıklı bir liseli kız.Bağlarda, bahçelerde, yaylalarda yeşerenAl karanfiller gibiydi aşkımız.Diyeceksiniz ki, burada bir yanlışlık yok. Amabir de Ayşe Hanım’a yani benim sevgili yengemekulak veriniz!Ayşe Hanım, bu şiir üzerine önce düşündü. İtiraznoktalarını belirledi. Ve bir gün, <strong>Yavuz</strong> Bülent’esordu:—Bülent, dedi. “Türkçede lacivert paltolukluveya beyaz gömlekli adam” diye bir cümle kurulabilirmi?—Hayır kurulamaz!—Peki, neden kurulamaz Bülent söyle baka-74haziran-temmuz-ağustos2010


lım?—Paltoluk bir kumaş cinsidir. Gömleklik deöyle. Lacivert paltolu veya beyaz gömlekli adamdemek lâzım!—Doğru! Doğru! Doğru! Ama senin, o “LiseliKız” şiirinde: “Beyaz yakalıklı bir liseli kız” gibiçok yanlış, saçma sapan bir mısraın var. Bu ne biçimiştir? Orada, “Beyaz yakalı kız” diyeceğine,Türkçeyi katlederek nasıl “beyaz yakalıklı kız”dersin? Yakışıyor mu bu büyük yanlışlık sana! Omısraın doğrusu: “Beyaz yakalı liseli bir kız” olacaktır.Lütfen düzelt onu!Şiirinin son hâlini mi merak ediyorsunuz? Elbette“Liseli Kız” bu şiddetli ve haklı itirazdan sonradaha doğru bir Türkçeyle yayımlanacaktır:Benim de bir zamanlar sevdiğim vardıBeyaz dantel yakalı bir liseli kız.Bağlarda, bahçelerde, yaylalarda yeşerenAl karanfiller gibiydi aşkımız.Aynı şiirde, Ayşe Hanım’ın gözünden kaçmayanbir başka büyük yanlışlık da vardır. Sıra ona gelir:—Bülent, şiirin bir yerinde diyorsun ki:“Ve yuvada bekleşen sabırsız, küçükSerçe kuşları gibiydik ikimiz.”Olur mu Allah aşkına? Sen böyle bir yanlışlığınasıl yaparsın? Ve nasıl “Serçe kuşları gibiydik”dersin? Serçe zaten kuştur. Serçe kuşu da neredençıktı? Türkçede leylek kuşu, kartal kuşu, güvercinkuşu denilir mi? Leylek de, kartal da, güvercin dezaten kuştur. Bu mısraı düzeltmen lâzım!Baştan itiraz edecek gibi olur:—İyi ama Ayşe, bak Orhan Veli de bir şiirinde:“Başıma da konuyor aman martı kuşları” demiyormu? Martı kuşları oluyor da neden serçe kuşları olmasın?Yanlışlık bunun neresinde? Ben bir yanlışlıkgörmedim doğrusu!—Yani yanlışı Orhan Veli yapınca, o yanlışabiz doğrudur inancıyla mı bakacağız? Yanlış herzaman ve her yerde yanlıştır. Yanlışı kim yaparsayapsın ona doğruluk vasfı kazandıramaz değil miama? Sen bu “serçe kuşları” yanlışını düzeltiyormusun düzeltmiyor musun onu söyle?Kahramanımızın artık dayanak noktası kalmadığındano mısraı: “Ve yuvada bekleşen sabırsız,küçük / Serçeler gibiydik ikimiz.” şeklinde düzeltecektir.Edebiyatımızda sadece <strong>Yavuz</strong> Bülent mi eşininşiddetli eleştirileriyle noksanlıklarını gidermiştir?Elbette hayır! Peyami Safa da eşi NebahatHanım’ın ciddi, olgun eleştirileriyle eserlerine yenibir hayat verecektir. O koca fikir devinin eserlerinisadece kendisinin düzelttiğini sanıyordum. Amayıllar sonra yanıldığımı okuduğum bir kitaptan öğrendim:Peyami Safa: “Nebahat bilhassa tereddütlerimiizale edip tercihlerime amil oluyor!” 3<strong>Yavuz</strong> Bülent’in en çok korktuğu, sustuğu, çekindiğimusahhih sevgili eşi Ayşe Hanım’dır. Onuniçindir ki, bir defasında bana anlatmıştı:—Selçuk, Biliyorsun çok zor yazıyorum. Biryazımı en az üç dört defa değiştirdiğimi, hatta yazdığımıunutup yeni baştan ele aldığımı çok iyi biliyorsun.Artık eşime yazdıklarımı göstermiyorum.Çünkü notu çok kıt! Yazmaktan soğumamak içinşimdilik onu devreden çıkarmak mecburiyetindekaldım.Beceriksiz!Ahmet Hamdi Tanpınar, Antalyalı Genç KızaMektup’unun bir yerinde şöyle diyor: “Sizin sahillerinizde,o denize bakarak, o lodos dalgalarınıseyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok azverimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken, ilk şiirlerimitasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şeyyapamayacağımı anladım. Yavaş yavaş bir hülyaadamı oldum.”Aslında bütün edebiyatçılar birer hülya ve rüyaadamıdırlar. Hiçbirinin elinden bir iş gelmez. Onlarhülya ve rüya arasında bir yerdedir. <strong>Yavuz</strong> Bülentde bir hülya adamıdır. Eğer eli kalem tutmasaydı,dili kelâmı güzel söylemeseydi ne iş yapabilirdi,diye düşünmek yersizdir. Çünkü başka bir “iş” zatenelinden gelmezdi. Gerçi Mehmet Âkif şairliğimeslekten saymıyor ama olsun! Peyami Safa isemeseleye daha gerçekçi bakanlardan: “Bir sanatkâriçin hayal, hakikaten daha hakikidir.”<strong>Yavuz</strong> Bülent’ten önce diğer edebiyatçılarımızın“beceri”lerine göz atalım: Nebahat Hanım’agöre Peyami Safa’nın elinden bir iş gelmez, hattabir çivi bile çakamaz. Nurullah Ataç, elektrik ampulünübile takamazmış.Ziya Osman Saba’nın eşine: “Ev işlerinde sizeyardım eder mi?” diye sorulmuş. Ve Rezzan Ha-75haziran-temmuz-ağustos2010


nım: “Hiç etmez. Çok beceriksizdir. Yeni evliydik.Soba kur dedim... Odada başını elleri arasına almış,akşama kadar düşünmüş... Bir de odaya girdim kiöylece oturuyor. ‘Ben senin sobacın değilim’ diyebağırdı... Kırk yılda bir pazara gönderip domatesinolgunlarını al, derim... Ne kadar çürüğü varsa alıpeve getirir. Sonra hiç pazarlık bilmez.”Gördüğünüz gibi edebiyatçılarımızın ekserisi“beceriksizdir.” Çünkü hepsi birer hülya adamıdırda ondan. Şimdi de bizim şairimize bakalım!Bilgisayar çağındayız. Artık bütün matbuat bilgisayarlaidare ediliyor. Bir kitabı elektronik postaile birkaç saniyede yayınevine gönderebiliyor veyaalabiliyoruz. İletişim bu kadar gelişti. Bâkiler, gelişmelerdenhaberi olmasına rağmen bilgisayar bilmiyordu.Ve katiyen öğrenmeye yanaşmıyordu. Birgün kendisine sordum: “Neden bilgisayar öğrenmiyorsunuz?”Cevabı düşündürücü olmakla beraber“hülya adamına” yakışıyordu:—Birkaç yıl önce, hediye edilen bir dizüstü bilgisayarımvar. Onu çalıştırabilmek için, Millî EğitimBakanlığının açtığı bir kursa yazıldım. Kurs öğretmenininanlattıklarını katiyen kavrayamadım ve üçüncüdersten sonra, dayak yemiş gibi kurstan kaçtım.Bütün elektronik cihazları kullanmakta gerçektençok beceriksizdir. Mesela bir çamaşır veya bulaşıkmakinesini bile ne çalıştırabilir ne de çalışan makineyikapatabilir. Öyle ki, Ayşe Hanım bir yere çıkacağızaman, evde çamaşır makinesi çalışıyorsa kendisinenot bırakarak nasıl kapatacağının talimatını verir:—Bülent, filan ışık söner, falan ibre sağ tarafa kayar.Sen şu düğmeye basmalısın. Sonra musluğu solaçevirip kapatmalısın! Sakın bu dediklerimden başkabir iş yapma; başıma iş açma!“Ben” diyor, <strong>Yavuz</strong> Bülent “televizyon ve radyoyuaçıp kapatabiliyorum. Ama bir sesi, radyodan biryayını asla kaydedemiyorum. Veya bir kaseti teybeyerleştirip dinleyemiyorum. Cep telefonu kullanıyorum;fakat gelen mesajları dahi nasıl açıp okuyacağımıbilmiyorum. Suç mu Allah aşkına? Dünyanın enbeceriksiz adamı benim işte!”Mutfaktaki şair!Annesi merhum Hayriye Hanım dermiş ki:“<strong>Yavuz</strong>’un önüne taştan yumuşak olmak şartıyla yemekolarak ne koysanız yer ve kalkar. Ben <strong>Yavuz</strong>’unyemek beğenmediğini, sofraya konulan yemeğin başınasöylenerek oturduğunu katiyen görmedim, duymadım.Ama <strong>Yavuz</strong>’un küçüğü Naci yok mu? Naci’yeyemek beğendirmek güçtür. Her yemeği beğenmez,her sofraya oturmaz.”Elektronik aletleri kullanamayan beceriksiz şairimiz,mutfakta ise gayet beceriklidir (!) Bütün ömrüboyunca ancak üç çeşit yemek yapabilmiştir. En çoksevdiği yemekler arasında saydığı bulgur pilavı, patatesyahnisi, bol sarımsaklı -yoğurt dökülmek kaydıyla-yağda yumurta… Bu üçünü hem güzel yapar hemgüzel yer. Bir de makarnayı güzel yapıyor. Bendensöylemesi!Mehruba Atay’a göre Falih Rıfkı ev işlerinde kendisineyardım etmezmiş: “Elinden bir iş gelmez. Şubardağı şuradan alıp koyarken muhakkak kırar. Gözlüğünübile kaybetse bulup eline vermek lâzım. Kazarabir tabak kaldırsa: Bak ben ne yaptım der.” diyor.Nihal Karay ise Refik Halid Karay’ı anlatırken:“Sabahları benden erken kalkıp kahvesini hazırlar.Benim sokağa çıkmam icap edince mükemmel yemekyapar!”<strong>Bizim</strong> şairimiz mi nasıldır? <strong>Yavuz</strong> Bülent de takribenyirmi seneden beri sabah kahvaltılarını kendisihazırlıyor. Ayşe Hanım hazır sofraya oturup güneberaber başlıyorlar. Öğlen ve akşam sofralarını dakendisinin kurduğunu ve kaldırdığı biliyor muydunuz?Bunu büyük bir zevkle yaptığını da ayrıca yazmalıyım.Sonra akşam beş çayını da kendisi demleyipAyşe Hanım’a ikram ediyor.Hazırcevap bir bürokratTRT’den ayrıldıktan sonra, Kültür BakanlığındaMüsteşar Yardımcılığına getirildi. İlk işi ise GaziMustafa Kemal’in doğumun 100. yılında 100 eseryayımlamaktı. Bir gün, Abdurrahman Güzel’in hazırladığıKaygusuz Abdal isimli kitabı yayımlar vedevrin Kültür Bakanı Muhlis Fer’e arz eder. Bakankorkunç bir taassupla: “Bu Atatürk düşmanı adamınkitabını nasıl yayımlarsın?” der. <strong>Yavuz</strong> Bülent,Bakan (ama göremeyen) Muhlis Fer’e unutmayacağıbir cevap verecektir: “Sayın Bakan, sizi anlamaktazorlanıyorum. XV. yüzyılda yaşamış bir şair1881 yılında doğmuş Atatürk’e nasıl düşmanlıkbesleyebilir?”Fatih Sultan Mehmet’e sigara içirdiğigün!Lisenin üçüncü sınıfından itibaren bir isteği vardır:Fetih şiirleri yazarak bunları Destanlar İçinde76haziran-temmuz-ağustos2010


İstanbul adıyla neşretmek! Gençlik heyecanıylafetih şiirleri yazar, hatta bunları çeşitli dergilerdeyayımlar. Hiç kimseden itiraz yükselmez. Tâ ÂrifNihat Asya önünde terleyene kadar!Ârif Nihat Asya, onun fetih şiirleri arasında ençok Padişah isimli şiirini beğenir. Ve yanında hazırbulunan Galip Erdem’e de beğenisini, sevgisini, ilgisinibelli eder. Ancak esas kıyamet az sonra kopacaktırki, henüz <strong>Yavuz</strong> Bülent’in haberi yoktur. Padişahisimli şiirinin bir mısraı önceleri şöyle idi:“Gözlerini yumsa bir anBir sigara yaksa sonra karşısında duman dumanBirkaç yudum kahve içse fincanında ayan beyanBizans’ı görür fal gibi.”Ârif Nihat Hoca, Sultan Fatih’in sigara ve kahveiçtiği mısrasının üzerini çizerek:—Olmaz <strong>Yavuz</strong> Bülent! Olmaz! Sultan Fatih sigarada ve kahve de içmezdi. Sen her ikisini birdeniçiriyorsun. Neden böyle yazdın?—Hocam, ben de sigara içmiyorum. Ama aradabir sigara da kahve de içiyorum. Yani Sultan Fatih,bir akşam yemeğinden sonra efkârını dağıtmak içinbile olsa sigara yakmamış mıdır?—Hayır, asla yakmamıştır!—Peki hocam, huzuruna gelen bir elçiye kahveikram edildiğinde kendisi de içmemiş midir?—Hayır, asla içmemiştir!—Hocam, nasıl bu kadar emin konuşuyorsunuz?Sanki Sultan Fatih’in yanındaymışsınız gibikesin hükümleriniz var. Ne var sanki Fatih’e sigarave kahve içirdimse?—Bak Bülent, tarih kitaplarımız yazıyor ki, sigarave kahve Türkiye’ye Fatih’ten yüz yıl sonragelmiştir. Bu durumda Sultan Fatih nasıl sigaraiçebilir? Nasıl kahve yudumlayabilir? Diyeceksinki ben destan yazıyorum. Destanlarda abartı olur.Evet, ama abartının da ölçüsü, sınırı var. Bunlarıderhal düzelt!Bu ciddi itiraz üzerine o mısraı şöyle düzeltecektir:Gözlerini yumsa bir anÇizgi çizgi duman dumanSu içtiği her tasın içinde ayan beyanBizans’ı görür fal gibi.Ârif Nihat’ın tenkitleri bitmemiştir. Sıra Üç Yeniçerişiirine gelir:—Şimdi Üç Yeniçeri’yi oku da Galip de dinlesin!Şiiri okumaya başlar:“Sivaslı Recep, Bursalı Ömer, Manisalı FahrettinÜç kısrak üstünde üç yeniçeri.77haziran-temmuz-ağustos2010


Dört nala at sürerler Kostantin surları üstündeKılıç tutar, kalkan tutar, mızrak tutar elleri.”Ârif Nihat’ın yüz hatları buruşur. Sorar <strong>Yavuz</strong>Bülent’e:—Beğendin mi şiirini?—Nesi var hocam şiirin?—Nesi yok ki Bülent? Yeniçerileri ata bindirmişsin,daha ne olsun ki?—Yeniçeri ata binmez mi hocam?—Binmez tabii ki. Yeniçeri yaya askerdir. Yerdedövüşür. Ata sipahiler binerler. Şimdi sen, buşiirindeki o yeniçerileri attan indireceksin. Yerlerinesipahileri bindireceksin! Tamam mı?—Tamam hocam, der <strong>Yavuz</strong> Bülent. Üç Yeniçeriisimli şiirde yeniçerileri attan indirip yerlerine sipahileribindirir:“Sivaslı Recep, Bursalı Ömer, Manisalı FahrettinSırım gibi boylu poslu üç yeniçeriYürürler devleşerek Bizans surları üstündeTitretirler adeta bastıkları her yeri.”Şimdi öldürdün!Bir adam düşünüz ki, kanser olduğunu yakınlarınagüle oynaya söylesin! Sevdiklerinin yüreği ağzınagelsin. Bu da yetmezmiş gibi bir de “Kanser” şiiriyazıp hastalığıyla dalga geçsin! Kimdir diye boşunazahmet etmeyiniz; bizim şairimiz!Hastalığını bana telefonda, sanki başı ağrımadığıhâlde nazlanıyormuş gibi birden söyleyincebeynimden vurulmuşa döndüm. Günlerce yemekyemediğimi bilirim. Tedavi süresince ümidini hiçkesmedi. Çoğu zaman hastalığıyla dalga geçerek,kendisiyle eğlenerek bu sıkıntılı devreyi atlatmayıdenedi. Yalnız bir mektubunda: Kardeşim Selçuk,hastanede epey kanser vakasıyla gelen hasta var.Yanımda yöremde acıdan kıvranan insanlar gördükçeürperiyorum. Sağlam insan burada hastaolur. Çok bunaldım. Yazacak epey kitabım var. Neyapacağımı bilemiyorum. Bu hastalığı ayaklarımınaltında ezmek istiyorum, lütfen bana dua et!” diyordu.Sanıyorum o gün epey canı sıkılmıştı.<strong>Bizim</strong> Külliye’nin geçen sayılarının birinde “Kanser”yayımlanmıştı. O şiiri bana okuduğunda hâlenhasta idi. Dergiye göndereceğini söylemiş, dediğinide yapmıştı. “Kanser” benim çok duygulandığım şiirlerdendir:Kanser misin nesin çek git başımdanSakın yanlış bir iş yapma aman ha!Yazılacak gül gibi kitaplarımSöylenecek şiirlerim var daha!…Anlatsam zulmünü herkese bir birSen bile utanırsın kendi kendindenArtık ne okumak ne de tek bir şiir…Yaşayıp gidiyordum şurda gönlümceSayılı kaç günüm kaldı kim bilir?Aşağı yukarı beş sene önceydi. Kendisi hakkında“Armağan kitabı” hazırlamıştım. Çeşitli kimselere gidipyazı istiyordum. Bir gün, tanınmış bir ilim adamınagittim. Meseleyi anlattım. Önce yazacağınıvaat etti. Ama zaman daralıyor, yazı elime geçmiyordu.Birkaç kez telefon açtım. Cevabı her zamanmenfi idi. Sonra anladım ki yazmaya gönlü yoktur.Son görüşmemizde beni çay içmeye davet etti. Gittim.Orada anladım ki, bana ısrarla bir şeyler dokundurmakistemektedir. Karnındaki taşları yavaşyavaş dökmeye başladı. Dedi ki: “Sen bu kitapla<strong>Yavuz</strong> Bülent’i öldüreceksin. Gel vazgeç! ÇünküArmağan kitapları, kişi öldükten sonra yayımlanır.Eğer şimdi yayımlarsan <strong>Yavuz</strong> Bülent’in ayaklarıyerden kesilir. Kendini dev zanneder. Şiirini denesrini de öldürürsün! <strong>Yavuz</strong> Bülent’in böbürlenmesinefırsat verme!” Ayrılırken de: “Şimdi <strong>Yavuz</strong>Bülent’i öldü bil, onu sen öldürdün!” demeyi ihmaletmedi.Zavallı adama orada gereken cevabı vermiştim.Hakkında, “ev hâlini” aşikâr edecek daha pekçok konu var. Ama yerimiz müsait değil. Fakatonun ve diğer edebiyatçılarımızın ev hâllerini yakınbir zamanda kitap hacminde yayımlayacağım.İnşallah o zaman daha rahat anlatma imkânımızolacaktır. ■Kaynak1. Ârif Nihat Asya İhtişamı, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, TürkEdebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul2. Meşhurlarımızın çeşitli özelikleri hakkında dahageniş bilgi için bkz. Hikmet Feridun Es, TanımadığımızMeşhurlar, hzl. Selçuk Karakılıç, Ötüken Neşriyat, İstanbul2009.3. Eşlerine Göre Ediplerimiz, Sermet Sami Uysal, L&MYayıncılık, İstanbul 2004.78haziran-temmuz-ağustos2010


79haziran-temmuz-ağustos2010


80haziran-temmuz-ağustos2010


81haziran-temmuz-ağustos2010


İ ZZETPAŞA V AKFI*NİHAT ERİŞ**1975 yılında kurulan İzzetpaşa Vakfı, Türkiye’de kamu yararına çalışan mevcut 120vakıftan biridir.Daha önceleri dernek statüsünde olan Vakfımız, 1975 tarihinden sonra cami ve pasajparsel adasında 5 adet yeni bina istimlâk ederek 5000 m 2 ’lik bir büyümeyi sağlamıştır. Bualan üzerinde 38 olan dükkân sayısını 115’e çıkarmış ve Elazığ’ın en büyük pasajını inşaetmiştir. Bu parsel adası içinde 100 oto kapasiteli kapalı otopark, sıhhi banyo, tuvalet,morg, gasilhane, idare binası inşa etmiştir. İnşaat bitim sonrası vakıflara ait parsel üzerindekalan 22 işyerini gelirleri ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğüne teslim etmiştir.Yine 1993 yılında Ufuk Tıp Merkezi yanındaki arsa satın alınarak yaptığı proje içinde 4büro, 2 cami personeli için lojman, toplantı salonu, yemekhane ve bir büyük işyerini yapmıştır.Vakfımız, o günden bugüne hizmet faaliyetlerini genişleterek sürdürmüştür.Vakfımız, Cumhuriyetimizin 75. kuruluş yılında bayrağı yıllardır bulunmayan HarputKalesi burcuna 4 x 6 metre ebadında ve yere paralel yatık kalkan 29 m yüksekliğindekimekanik bayrak direği inşa etmiş, direğin bakım ve onarımını üstlenmiş, atalarımızdandevralınan bu hürriyet ve istiklalin biricik timsaliyle hem ufkumuzu hem sevdamızı süslemiştir.Elazığ’da varlığına çok ihtiyaç duyulan ve Elazığ Valiliği ile müştereken %80’ini Vak-* <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler'e Saygı Gecesi açılış konuşması** İzzetpaşa Vakfı Başkanı82haziran-temmuz-ağustos2010


(Soldan sağa: M. Naci Onur, Nihat Eriş, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler)fımızın karşıladığı 780.000 liraya mal olan, 2002 yılındabaşlayıp 2005’te bitirdiğimiz ve Sosyal Hizmetler İlMüdürlüğüne bağışla teslim ettiğimiz Vali Osman AydınÇocuk ve Gençlik Merkezi gurur kaynağımızdır…Yine 2006 yılı sonlarında eğitim hizmetlerimiz çerçevesindeElazığ’da varlığına ihtiyaç duyulan üniversiteyeyönelik öğrenci yurdu projemizdir. Millî EmlakMüdürlüğünden bedelsiz olarak aldığımız 12 dönümlükparsel içinde Kız–Erkek Yurtları, Cami ve Spor Kompleksiprojesinden kız yurdunu 2008–2009 öğretim yılındagerçekleştirdik. Kız yurdumuz 256 yatak kapasitelidirve her türlü sosyal-kültürel-spor tesisleri bünyesindemevcuttur. Açmış olduğumuz yurt %100 doluluk oranıile işletilmektedir. Kayıtları yapılan öğrencilerimizeherhangi bir ayrım yapılmadan çağın bütün imkânlarıkullanılarak hizmet verilmektedir.Vakıf senedimiz gereği, kurulumundan bugüne kadarmağdur ailelere, şehit ailelerine ve felaketzedeleregıda, sağlık ve eğitim yardımları yapılmaktadır. Vakfımızınkuruluş gayesi olan ve Elazığ’ın özel bir simgekimliğini kazanan İzzetpaşa Camii ve Külliyesinin tümbakım, onarım ve personel giderleri vakfımızca karşılanmaktadır.Ayrıca Büyük Önder Atatürk’ün ifadesiyle ‘bir milletinhayat damarı olan sanat’a, edebiyata bigâne kalamazdık;bu amaçla 1999’da <strong>Bizim</strong> Külliye dergisiniçıkarma kararını aldık. Elazığ’dan yayın hayatına kattığımızsanat-edebiyat dergisi “<strong>Bizim</strong> Külliye” on biryıldır yayın hayatını aralıksız olarak sürdürmektedir.Kendi sahasında his ve fikir bayrağını yükselten <strong>Bizim</strong>Külliye’miz 2007’de Türkiye Yazarlar Birliğince2008’de Balkan Aydınlar ve Yazarlar Birliğince yılın eniyi sanat ve edebiyat dergisi seçilmiştir. Yurt dışına kadaruzanan dergimizin şair, yazar ve yayın kadrosunda<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler gibi güzide kalemlerin yer almasıbir başka gurur kaynağımızdır.Kültürümüze, yalnız dergiyle değil, davete icabetnezaketini gösteren değerli bilim, kültür ve sanat adamlarınınkatkılarıyla gerçekleşen konferans, panel gibifaaliyetlerle de hizmete çalışıyoruz. Bu akşam aramızdaolan gönül çıramız <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler Bey bununen güzel misalidir.Davetimizle şehrimize teşrif eden <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler Beyefendi’ye hemşerilerim, vakfım ve şahsımadına teşekkür eder, saygı ve muhabbetlerimi sunarım.■83haziran-temmuz-ağustos2010


Hangi sıfatlarla anlatsak <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler’i, hangi tanımlamalarla aktarsak buhak yolunda hiçbir pervası olmayan Anadolu’nunatsız pusatsız söz fatihini… “Usta malı alıp satıyorum.”diyebilecek kadar mütevazı olmasına rağmeno gerçek anlamda bir kültür adamı, kendinemünhasır revnâkıyla bütün samimiyetini birleştirmişmodern zamanların Dede Korkut’u… Şair,nâsir, gazeteci, hatip, araştırmacı, dürüst bir siyasetçi,tecrübeli bir gönül ereni, dirayetli ve çalışkanbir bürokrat… Bu liste uzayıp gider. Ama herşeyden önce Türk için çalışan, Türk için düşünen,Türk için sevinen ve Türk için üzülen bir “adam* <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler'e Saygı Gecesi belgesel metni. (6 Mart 2010)** Yrd. Doç. Dr., F. Ü. Fen-Ed Fak.FATİH ARSLAN*gibi adamdır” o.Büyük şehirlerin inceliğini bütün zerrelerinesindirebilmiş Anadolu’yu bilen bir yağız Anadoludelikanlısıdır.“Ben Anadolu’yum,Yıllar yılı susuz kaldım yıllar yılı açŞükrederek kalktığım sofralarımdaYa soğan ekmek olur, yahut bulamaç”Mertçe doğan, mertçe davranan ve mertçe yaşayanbir düzgün duruştur. Heyecanını hiç kaybetmeyen,“özün doğrusunu sözün doğrusu belleyen”bir şair, bir edip, bir hatiptir. Ötekileşmeyen, kekelemeyenmağrûr bir Osmanlı’dır. Evet bir şair,84haziran-temmuz-ağustos2010


(<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler ve Elazığ Valisi Muammer Erol)ruh kervanının heybesinde saklı kelimelerin sihriylebizi uzak iklimlere taşıyan, kara sevdayı vatanbelleyen Türkistan ve Azerbaycan coğrafyasındanTanrı dağlarına, Kerkük’e kadar beyaz ve kırmızıaçan bütün toprakların acısını, sevdasını, destanınıharmanlayan kalem ve kelâmı kardeş kılmış bir sözustasıdır.“Ben ki, Alper Tunga’ya gönül verenlerdenimYurt uğruna dolu dizgin göğüs gerenlerdenimSonra durgun sulara “Bismillah”larlaKilim seccadesini serenlerdenimYani hem Alp’lerdenim, hem Alperen’lerdenim.”Bayrak insanlar vardır bizim kültür tarihimizde,Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Arif Nihat Asya gibi…İşte bu ümidi mefkûrenin soluğu belleyenler tayfasınınson halkasıdır <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler. Yaşadığıve soluk aldığı sürece sorumlu bir bayrak insan olarakAnadolu’nun ağlayan çocukları, Karabağ, Kosova,Türkistan, Kerkük hep onun ülküsünde; onunmuştusunda nefes alır.Aslen Karabağ’dan gelen bir aileye bağlıdır.Ama nasıl bir bağlılık?..“Şimdi Azerbaycan’da mevsim bahardırAma türküleri yine, baştan başa efkârdırDüşlerime yağan kardırBoynu bükük bir diyardırYardırAğzı köpüren atlar üstüne yeminim vardırAzerbaycan yüreğimde bir şahdamardır.”Evet bir şahdamardır Azerbaycan şairi besleyen,büyüten… Hatta Azerbaycan bağımsızlığınıkazanmadan iki şair bilinirdi o topraklarda: NazımHikmet, <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler… Ama şimdi birTürk şairi biliniyor…Çocukluğunda Sivas’ın toprak evlerinde, gazlambası ışığında sesi titrek, ürkek bir radyonundalgalarına karışmış bir ana sıcaklığında kavrulduyüreği… Kulağına ezanlar okundu, gönlünühalk türküleri kucakladı, ninniler, masallar, “boşbeşikler”le yoğurdu sözünün resmini. Çamurdanoyuncaklar yaptı ve çamurdan hayatları asla unutmadı.Ne “Emmilerim sadaka!” diyen çocukları nede yitik Anadolu’yu…“Gökteki yıldızlar kadar sayısızAh yurdumun kimsesiz ve yoksul çocuklarıAnladım farkımız yok koparılmış başaktan!Alın bu gözleri benden, alın bu yüreği artıkUtanıyorum yaşamaktan.”Bir Uygur freskini andıran ve her an çakmayahazır şimşek imbatları taşıyan yüzü, şiire bakınca85haziran-temmuz-ağustos2010


“Yeniden cemre gibi düşmek toprağa,Yeniden haram etmek gece gündüz uykuyu…Yunus Emre gibi atsız pusatsızYeniden fethetmek Anadolu’yu.”Öz be öz Oğuz Türkmen yurdu Sivas’ı Tanrıdağıufuklarından getirdiği halı gibi nakış işlemiştir.Onun türküsü, türkülerin en firaklısı, en coşkulusuve en Türk olanıdır… O şiirleriyle Antepli Şahin’dir,Cebeci Camii’nde Kur’an dinleyen mümindir… Otebeşir tozlarını silkerek gelen ince dallar gibi liselikızın kara sevdalı aşığıdır… Doğu’dan al atlar üstündesefere çıkmaya hazırlanan yiğitlerin en şanlısıdır.Kerkük’te bayraklaşan her damla kanın duyguluşahididir. Üsküp’ten Kosova’ya at süren akıncı beyiHüsrev’dir… Atayurdun çilesine Türkistan Türkistandiye feryat eden çağımızın Kaşgarlı Muhmud’udurama ille de Anadolu’dur.nasıl bu kadar zarif, seçilmiş, sakin, durgun ak kanatlıgüvercinlere dönüşür? Nasıl bu kadar eskilerinifadesiyle sehl-i mümtenîler yiğit, ateşîn, gözyaşlarıylayıkanmış bir derûni ahenkli söyleyişe yönelir?Destanlaşan şiirlerde nasıl olurda her laf, mana birmitralyöz mermisi gibi birbiri ardına patlar? Bir duygufırtınası nasıl olur da bir fikir şehrâyininde bulurkendini? Pek çok sebep sıralayabiliriz. Ama aslolanşairin kendi sınırlarını bir gönlün, bir hasret kuşağınınTonyukuk’a kadar uzanan çizgisinde aramakgerekir. Bir de halk şiirinin kafiyenin manaya yüklenmesindennasıl bir şiir tılsımı doğurabileceğinigörmesine… Ve dahası?.. Dahası mısralarda saklı…“<strong>Bizim</strong> türkümüzde, gurbet var artıkHasret var, yürek var, toprak var balamGönlümüzü sımsıcak alan topraklarTanrı dağlarına doğru Bismillahlar uzarKim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar.”<strong>Yavuz</strong> Bület Bâkiler’e trajik olan yakışıyor. Aslındakendisi şiirdir. Ağlayan, ağlatan, coşan üsteliksamimiyetinden ve mertliğinden bir adım geri durmaksızınakan çok az hatip vardır bu kültür coğrafyasında.O yüzden siyaset ve bürokrasi bataklığındakendini kaybetmeden kurtulabilmiş ve iyi ki kurtlarsofrasına oturmadan kalkmış; Anadolu’nun yani bizimidealler dünyamızı söze damıtabilmiştir.“Ben Antepliyim, Şahin’in ağamMavzer omzumda yükBen yumruklarımla dövüşeceğimYumruklarım memleket kadar büyük.”Ondaki aşkın en masumudur. Aşkı yeni neslinbilmediğini söylerken aynı ince pırıltıyla ışıldar gözleri.O, aşkın kendisine sevdalıdır. Durmaksızın parlayanve sıralanan inciler gibi aşkı kutsal bir hazinebeller. Yere göğe sığdıramaz, şaşırıp kalır:“Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n’emsin?Bazen kız kardeşimsin, bazen öp öz annemsinSultanımsın susunca, konuşunca kölemsinEksilmeyen çilemsinOrada ufuk çizgim, burada yanım yöremsinBeni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsinÇaresizim çaremsin.Şaşırdım kaldım işte bilmem ki n’emsin?”İki tarih bütün manasıyla akseder <strong>Yavuz</strong> BülentBâkiler’in yüzüne. 23 Nisan ve 5 Ocak… Doğumgünü bir çocuk neşesinde her yıl yeniden şenlenirken5 Ocak söz ve ruh ustası Arif Nihat Asya’nın ömürbeyanında durakların ve son demin adı olmuştur.Söyleyecek çok şeyin var ey Anadolu, ey Türkistan,ey baştan başa et ve tırnak olmuş, cismedönüşmüş <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler olmuş büyük Türkistan!..Söyleyecek çok şeyin var daha!..■86haziran-temmuz-ağustos2010


KEMAL BATMAZBâkiler'i davet edişimiz<strong>Bizim</strong> Külliye dergisi Elazığ’da, sanat ve edebiyatailgi duyanlara hizmet ederek on seneyi geridebıraktı. Elazığ’dan yükselen edebî soluğu ve oluşanatmosferi ülkemizin sanatseverleriyle teneffüs eder,soluğumuza güç katarken sesimiz de ‘aks’ini bulmuştur.<strong>Bizim</strong> Külliye dergisi gerek çıkışında gereksehayatta kalma ve devam gücünü bulmakta değerlikişilerin desteğini almış olmanın bahtiyarlığınıyaşamıştır. Bu destek ile de dimdik bu güne kadargelmeyi başarmış, ülkemizin kültür ve sanatına,edebiyatına hizmet eden önemli dergilerinden biriolmuştur. Dergimizin uzun soluklu oluşunda şu ikiunsurun etkisi çok büyüktür.Bunlarda biri, İzzetpaşa Vakfı... Vakıf, dergimizinsahibi olmakla bize kaynak, Osmanlı vakıf misyonuile de can suyu olmuştur. Bununla kalmamışbir ata şefkatiyle bizi hep kollamış, zinde kalmanın,güvende olmanın yolunu öğretmiş, yeni şeyler düşünmekve yazmak, üretmek ve yapmak konusundadaima bizi özendirmiştir.İkinci büyük unsurun ne olduğunu sorarsanız,onlar, kendileri uzaklarda ama kalem ve kelamlarıhep yanımızda olan ak saçlı ve bilge kişilerdir derim.Onların tecrübeleri, edebiyat mücevherininmihenk taşıdır.Karda çamurda, rüzgârda fırtınada, edebiyatağacını yemyeşil tutmak için gönül ovasında at sürensüvarilerdir onlar. Onların gölgeleri daima üzerimizdeolmuş ve tükenmek bilmeyen enerjileriyle87haziran-temmuz-ağustos2010


izleri hep desteklemişlerdir <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler,bunların başında gelir.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler, Türk edebiyatı için çokönemli, ancak dergimiz için çok çok daha önemlidir.Dergimizin çıkarılma aşamasında bize en çokheyecan veren kişilerden biri idi. Onunla aynı dergideyazıyor olmak, onun isminin geçtiği kuruldabulunmak ne büyük bir paye idi. Çok şükür ki onuElazığ’da bir kez daha ağırlama ve yanında olmapayesini kazandık. Ve yine o zamanlarda başlayanheyecanımızdan hiçbir şey eksilmedi. <strong>Bizim</strong> Külliyedergisinin emekleme döneminde ona kol kanatgeren Bâkiler’i, genç bir delikanlı olan <strong>Bizim</strong> Külliyedergisinde yeniden ağırlamak bahtiyarlığı birheyecan seli oluşturdu içimizde. Bu hem dergimizhem de Elazığ’ımız için bayrağı devralmanın, yenibir edebiyat dünyası ve yeni bir çekim alanı oluşturmanınta kendisi idi.Genel Yayın Yönetmenimiz Nazım Payam, “<strong>Yavuz</strong>Bülent Bâkiler’i <strong>Bizim</strong> Külliye dergisinin misafiriolarak davet edelim mi?” diye sorduğunda bufikrin onun zihninde ne kadar süredir var olduğunuve fikrin tazyiki ile ne planlar yaptığını, olgunlaşıncayakadar içinde nasıl büyüttüğünü bilemezsiniz.Eğer dergimizi biliyorsanız bizim de onu nasıl anladığımızıve Genel Yayın Yönetmenimiz NazımPayam’ı nasıl kalben desteklediğimizi de biliyorsunuzdemektir.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler’i Elazığ’a <strong>Bizim</strong> Külliyedergisinin davetlisi olarak getirme fikrini kafalarımızdaolgunlaştırmaya başladık. Her şey çok iyi hesaplanmalıydı.Bir şairin bir sözcüğü mısraya yerleştirmedekihassasiyetinden farklı değildi bu fikirlerve tek tek, ince ince işlenmeliydi. Göz göz, sabırsabır, hesap hesap, kılı kırk yararcasına ve hem debir rüyayı gözü açık işlercesine.Nazım Payam da her şeyi en ince ayrıntısına kadarplanladı bir şair hassasiyetiyle.Toplantılar yaptık. İlk toplantıda neler yapabileceğimizitartıştık. Afiş, davetiye ve ilan işlerininen az bir hafta önceden tamamlanmış olması kararabağlandı ve dergimizin her mensubuna eskilerin tabiriylebir vazife tevdi edildi.1. gün (05.03.2010 /Cuma)Bugün <strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler saat 16.00 uçağı ileElazığ’da olacak. Kararlaştırdığımız üzere cumanamazından sonra dergide toplandık.Arkadaşların hepsinin yüzüne tek tek bakıyo-88haziran-temmuz-ağustos2010


um; bu yüzlerde hem heyecan hem de tedirginlikgörüyorum. Acaba bende de mi böyle bir hâl vardiye vestiyerdeki aynaya şöyle bir göz ucuyla bakıyorum.Cevabım ‘evet’ oluyor… Durumu önemsiyorolmanın tedirginliği diye düşünüyorum.Her an bir arkadaşımız telefon görüşmesi yapıyor.Hiçbir aksilik olmasın diye çabalıyoruz. Buarada söylemeden geçemeyeceğim. Dergimizin gediklileriNazım Payam’ın oğlu Muhammet Can Payam,Ömer Kazazoğlu’nun oğlu Ahmet Kazazoğlu,bilgisayarcımız Mehmet tetikte. Öncü birlik. Her anyanımızdan biri bir yerlere gönderiliyor. Sonra tekraryanımızdalar. Ömer Kazazoğlu ani sıçramalarlaoğluna direktifler veriyor. Biz de neredeyse onunlairkiliyoruz. Durumu anlayıncaya kadar baba oğulhızla birbirinden ayrılıyor. Ahmet, Muhammet ilebir göreve koşarken biz yeni bir telefon sesiyle unutuyoruzneler olduğunu.Aramızda konuşuyoruz. Hava bozuk. Uçakkalkmamış olabilir mi? Şakalaşıyoruz, ya uçakkalkmazsa.Nazım Payam inanır gibi oluyor. Çünkü her anbir aksilik olacak diye yüreği ağzında.Artık havaalanına doğru yola çıkmamız gerekiyor.Daha önce kararlaştırdığımız üzere arabalarabiniyoruz. Ben, Taner’den fotoğraf makinesini nasılkullanacağımla ilgili bazı tüyolar alıyorum. Hemenbirkaç fotoğraf da çekiyorum.Biz Ahmet Faruk’un arabasıyla çıkıyoruz yola.Havaalanına varınca uçağın indiğini görüyoruz.Vakfımızın Başkanı Nihat Bey ve Vakıf Sekreteriaynı zamanda Hocam Naci Bey kapıda bekliyor.Nazım Payam ve Aydın, <strong>Yavuz</strong> Ağabeyi karşılamakiçin içeriye girmiş. Ayaküstü birbirimizi soruyoruz.İnsanlar kapıda bekleyen kalabalığı anlamaya çalışıyor.Biz kendimizi pop yıldızlarını bekleyen gençlerebenzetiyoruz. Bir anlamda doğru aslında, biz dekendi yıldızımızı bekliyoruz. Kalabalığın arasından<strong>Yavuz</strong> Ağabeyi görüyorum. Hemen elimi makineyeatıyor, art arda çekiyorum fotoğrafları.<strong>Yavuz</strong> Ağabey her zamanki gibi formunda… Hepimizletokalaşıyor. Tek tek soruyor bizleri. Bizlerde hatırlanmaktan çok memnun oluyoruz. Araçlarımızabiniyor ve Akgün Otel’e doğru yola çıkıyoruz.Yol boyunca programın yürüyüp yürümeyeceğinikonuşuyoruz. Arkadaşlar ellerinden geleni yaptıklarını,programın gereği gibi yürüyeceğini ifadeediyorlar ama aslında Bâkiler’i konuk etmek isteyenyerel televizyonlar konusunda biraz şüphelerimizvar. Konuk etmek konusunda çok ısrarlılar. Bizde <strong>Yavuz</strong> Ağabey’i yormamak konusunda kararlıyızama dayanabilir miyiz? Bilemiyorum…Otele varır varmaz lobide biraz dinleniyoruz.Bâkiler Ağabey ortamda hiçbir şekilde yabancılıkçekmiyor. Herkesle bizden daha samimi... Çaylarımızgeliyor. Çaylarımızı içerken zamanın nasılgeçtiğini anlamıyoruz. <strong>Yavuz</strong> Ağabey sürekli anlatıyor.Biz de alabildiğine açız. Türk Cumhuriyetlerindegördüklerinden memuriyetinde yaşadıklarınakadar anlatıyor. En çok da gezileri ile ilgili olanlarıdikkatimizi çekiyoruz. Onu dinledikçe aradabir arkadaşlarla göz göze geliyoruz. Şaşkınlığımızıya da onayladığımızı ifade ediyoruz. Su gibi akışkananlattıkları… Bir ara Nazım Payam ile <strong>Yavuz</strong>Ağabey’in kalacağı odaya çıkıyorlar. Dönünce bizhemen fotoğraf çektiriyoruz birlikte. Neredeyse heranı objektife yansıyor. Sonra aynı akışkan ve durukonuşma başlıyor. Biz bir şey sormadan o bizim açlığımızıfark etmiş gibi anlatıyor. “Buraya konuşmakiçin gelmedim mi kardeşim tabi ki konuşacağım.”tavrıyla durmaksızın anlatıyor. Sonra yemeksalonuna çıkmamız gerektiği uyarısı ile otantikKürsübaşı Salonu’na çıkıyoruz.Yemek salonunda bizdeki birçok âdetin ortaAsya’dan kalma olduğunu. Bu âdetlerin daha canlıbir şekilde orada yaşandığını anlatıyor. Hepimiz deçok şaşırıyoruz.Valimiz Muammer Erol’un teşrif ettiği haberigeliyor. Sofrayı bekleyenler ayaklanıyor hemen.Valimizi karşılıyoruz. Büyük bir nezaketle giriyoriçeriye. <strong>Yavuz</strong> Ağabey ile vakıf başkanımız ve tümarkadaşlarla selamlaşıyor. Oturur oturmaz hâl hatırfaslı hızla geçiyor. Tekrar <strong>Yavuz</strong> Ağabey sözüişletmeye başlıyor. Anlatıyor. Ermeni meselesi ileilgili konuşuyor. Bu konuda çok keskin sözler ediyor.Meseleye ilgililer tarafından yeterince hassasiyetgösterilmediğini ifade ediyor. Yaşının verdiğikuvvet ve meseleyi kendi yorumu ile anlatıyor.Almanya’da başına gelen bir Ermeni meselesi tartışmasındatartışmanın karşı tarafında olan pedereverdiği cevabı paylaşıyor bizimle.Keyifli bir yemek sonrası Yerel basından arkadaşlarınsöyleşi isteklerini geri çeviremiyor BâkilerAğabey. Valimiz ayrıldıktan sonra söyleşi yapılıyorotelin salonlarından birinde. Okumak ile ilgili birsoru soruyor sunucu. Bâkiler Ağabey uzun uzadıyaanlatıyor. Neredeyse tek soruluk bir söyleşi olacakkensunucu araya birkaç soru daha sıkıştırıyor.89haziran-temmuz-ağustos2010


Bâkiler Ağabey müthiş bir enerji taşıyor üzerinde.Anlatıyor, anlatıyor…2. gün (06.03.2010 / Cumartesi)Sabah erkenden Fırat TV’de söyleşi yapılacak.Söyleşide Nazım Payam, Taner Namlı, A. FarukGüler olacak. Bu arada biz biraz dinleneceğiz. <strong>Yavuz</strong>Ağabey’in hızına yetişmek gerçekten zor... AltınYunus Kız Öğrenci Yurdu’nda 12’00de bir konuşmadaha yapacak, <strong>Yavuz</strong> Ağabey. Harput’taki öğleyemeği sonrasında yine konuşmaya gelecek. Çünküasıl program akşam olacak. Saat 19.00’da herkesinhazır olması lazım. Günler öncesinden yaptığımızhazırlık karşılığını asıl o zaman bulacak.Saygı Gecesi Programı<strong>Yavuz</strong> Ağabeyin saat 19.00’da Edibe Can MüftülükSitesi’nde yapacağı konuşma için bir saatönceden konuşma salonuna geliyoruz. MahmutBahar, Naci Onur ve ben birlikte çıkıyoruz salona.Salonun yanındaki bekleme bölümüne geçiyoruz.Orada <strong>Yavuz</strong> Ağabey ile fotoğraf çektiriyoruz. <strong>Yavuz</strong>Ağabey hiç üşenmeden hepimizle beraber pozveriyor. Anlık görüntüler yakalamaya çalışıyorum.Arkadaşlar <strong>Yavuz</strong> Ağabeyin yanına oturup oturupkalkıyor. Ben de durmadan kayda alıyorum o anları.Bir ara <strong>Yavuz</strong> Ağabey’in telefonu çalıyor. Uzunuzadıya konuşuyor. Nerede olduğunu, neden buradaolduğunu, ne zaman döneceğini, işlerin döndüktensonra aksamadan devam edeceğini anlatıyor. Sonratelefonun diğer ucundaki kişi bir şeyler anlatıyoruzun uzun, ben bu arada usta bir fotoğraf sanatçısıedasıyla ‘an’ı donduruyorum, ileride kalıplara dökmeküzere.<strong>Yavuz</strong> Ağabey hemen hemen her konuşmasınınsonunda “Sohbetinize de doyum olmuyor.” diyor.Hepimiz tebessüm ediyoruz. Aslında bizim duygularımızatercüman oluyor.Fotoğraf faslı bitince salona çıkıyoruz, misafirlerikarşılamak üzere. Gelenlerin çoğu tanıdık. Amaarada bir yeni çehreler de görüyorum. <strong>Yavuz</strong> Ağabeyinne çok seveni varmış. Ama aralarında bizimgençlerin durumu bir başka… Hepsi de iki dirhembir çekirdek. Kutlu bir iş yapıyormuşçasına gelenlerikarşılıyorlar. Ellerinde kolonya ve şekerleri yokama dudaklarından tebessümleri var. İkram bol…Emrah Gürsu kardeşimiz <strong>Yavuz</strong> Ağabeyin kitaplarınınbaşında. Etrafı kalabalık, kitaplar tükeninceyekadar. Bir ara Sıtkı Döner Hocanın yokluğunu farkediyorum. Ama çok sürmüyor. O da merdivenleridöve döve yükseliyor. Selamlaşıyoruz. Hemen onuda arkadaşlarla birlikte makineme hapsediyorum.Salon dolmak üzere, belki yer kalmaz ama gönlümüzgeniş. Derken konuşma zamanı geliyor. <strong>Yavuz</strong>Ağabey kürsüye çıkmadan önce Taner Namlıbir açılış konuşması yapıyor. Sonra VakfımızınBaşkanı Nihat Eriş Bey’i davet ediyor. Nihat ErişBey, İzzetpaşa Vakfı hakkında bilgiler veriyor misafirlere.<strong>Yavuz</strong> Bülent Bâkiler için hazırlanan birgösteri var sırada.Bâkiler gösterisi başlıyor. Dalıp gidiyorum…Neredeyse bir vurgun yemiş gibiyim. Fotoğraflarakıyor önümde. <strong>Yavuz</strong> Ağabeyin değişik yaşlarınaait fotoğraflarına baktıkça insanın, insanlığınhikâyesini görüyorum. Kendi hikâyeme kayıyordüşüncelerim. Bâkiler’in ilimize her geldiğinde yanındabulunuşum, etrafında hayranlıkla dolanışım,yakın olmanın verdiği o gençlik heyecanı…Arkadaşlarımı görüyorum fotoğraflarda, dahabir kendimden geçiyorum. Meğer ne kadar yakınmışız<strong>Yavuz</strong> Ağabey ile. Kendimi görüyorum birkaçkarede. Kazım Çimen, sonra Sami Demirbağ,Taner Namlı, Ahmet Faruk Güler, Fatih Aslan vedaha kimler… Sonra düşünüyorum o günden bugüne kimler kalmış, kimler gelmiş, diye. Dönüp etrafımabakıyorum. Aşağı yukarı yine aynı kişilerleyüklenmişiz bu işleri.Gayriihtiyari yanıma bir bakıyorum İletişim FakültesiDekan Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Yağbasan.Onun da gözleri buğulanmış. Sanki o da bir hayalinpeşinden giderken yakalanmış gibi. Soruyorbana: “Kemal Hocam, nasıl olmuş gösteri?” diye.“Çok güzel olmuş.” diyebiliyorum. Yutkunuyorum.“Öğrencilerinizi, sizi, seslendiren hocamızı ve metniyazan Fatih Bey’i tebrik ediyorum.” diye ekliyorumsonra. Gösterinin beğenilmesi mutlu ediyorhepimizi.Bu arada ben bir de programın fotoğraflarınıçekmekle sorumluyum. Hemen birkaç bulanık fotoğrafçekiyorum. Sonra bakıyorum fotoğraflar pekparlak.<strong>Yavuz</strong> Ağabey kürsüyü devralıyor. Kürsüde başlıyoranlatmaya. İzlediği belgesel onu da çok etkilemiş.Çok duygulu bir giriş yapıyor. Ve bir rüyayadalıyoruz. O konuştukça salona bir rüya tozu serpiliyorsanki. Herkes güzel bir rüya görüyormuş gibioluyor. Gözler aynı noktaya çivilenmişçesine sabit.90haziran-temmuz-ağustos2010


Arada bir tebessümler ve gülüşmeler oluyor. <strong>Yavuz</strong>Ağabey çocukluğundan bahsediyor. Biz hemen gözlerimizinönünde canlandırıyoruz. Okuma alışkanlığınınbabasına okuduğu kitaplar karşılığında aldığıparalarla oluştuğunu anlatıyor. Bu okumaların onune kadar etkilediğini, Necip Fazıl Kısakürek’i anlatırkenfark ediyoruz. Onun ağzından Necip Fazıl’ıdinledikçe, sanatçı ruhunun nasıl kabuğunu kırdığını,kırmayı bırakın parça parça ettiğini görüyoruz.Eşinin, <strong>Yavuz</strong> Ağabeyin kitapları için hissettiklerinianlatınca da okuma isteğinin eşler tarafındannasıl gereksiz bulunduğunu, geçen sayımızda AvukatSuat Bulut’un yazısı ile nasıl örtüştüğünü görüyorum.Duygulanıyorum. Okuma aşkı ile eşineolan aşkını nasıl aynı yürekte hiç yıpratmadan büyüttüğününfarkına varıyorum.<strong>Yavuz</strong> Ağabeyin planlanan bir, bir buçuk saatlikkonuşması iki buçuk, üç saati buluyor. Salondakimsenin gitmeye niyeti yok. Aralıksız üzerlerineserpilen rüya tozu zamanı “an” ile sınırlamış. An’atakılıyoruz hepimiz. Ancak her güzel anın bir sonuolduğu gibi konuşmanın da sonu <strong>Yavuz</strong> Ağabey’everilen onurluk ile tamamlanıyor.<strong>Yavuz</strong> Ağabey büyük bir ilgi ile salondan ayrılıyor.Biz onu dinlenmesi için uğurluyoruz. Arkadaşlarlaçıkınca konuşulanları ve hazırlanan belgeselianlatıp duruyoruz. Ertesi gün saat 10.30’da <strong>Bizim</strong>Külliye dergisinde buluşmak üzere ayrılıyoruz.3. gün (07.03.2010 / Pazar)Erkenden kalkıyorum. Fotoğraf makinesininşarj olan pillerini takıyorum. Kayıt cihazını kontrolediyorum. Dergiye ilk benim geldiğimi kapıyaanahtarı takınca fark ediyorum.Biraz oturduktan sonra kapıya bir anahtarındaha takıldığını fark ediyorum. Gelen Necati Kanter.Biz kaç dergide kişiysek o kadar da anahtarımızvardır. Selamlaşıyoruz. Daha kimsenin gelmediğinifark edince o da yanıma gelip oturuyor. Derkentelefonum çalıyor. Bakıyorum Taner Namlı. <strong>Yavuz</strong>Ağabey’in İzzetpaşa Camisinin avlusundaki Vakıfbinasında olduğunu öğreniyorum. Orada bir müddetsohbet ettiklerini, az sonra dergiye geleceklerinisöylüyor. Biz hemen çay hazırlıklarına başlıyoruz.Dergide sohbet edilecek, çay içilecek.Dergi, pırıl pırıl… <strong>Yavuz</strong> Ağabey geleceği içinbirkaç gün önceden temizlik yapılmış. Misafirlerimizingelmesi biraz zaman alıyor. Çünkü <strong>Yavuz</strong>Ağabey yürürken de anlatıyor. Vakıf binası ile dergimizinarası 15 bilemedin 20 metre. Ama neredeyseo mesafeyi yürümeleri 15 dakikayı buluyor.Aşağıda sesler duyuyoruz. Kapıyı açıyoruz,merdivenlerde bir hareket var. Önde Nazım Payam,arkasında <strong>Yavuz</strong> Ağabey, Vakıf Başkanımız NihatBey, Naci Bey Hocamız ve diğer arkadaşlar giriyoriçeriye. Nazım Ağabey hemen masasını <strong>Yavuz</strong> Ağabeyeveriyor. Oturuyoruz. Kitap imzalama ve resimçektirme faslı başlıyor. <strong>Yavuz</strong> Ağabey yine birçokkonuya değiniyor. Bir ara dergimizin müdavimlerindenFırat Üniversitesi Müzik Konservatuarı ÖğretimÜyesi Mustafa Öztürk bir türkü okuyor.Türkü, bir Azeri türküsü… Türküyü dinlediktenhemen sonra bize şöyle bir soru soruyor <strong>Yavuz</strong> Ağabey:“Siz söylenen bu türküyü anladınız mı?”Biz önce ne demek istediğini ve buradan nereyevaracağını anlamıyoruz. Kısa süren bir tereddüttensonra hepimiz de anladığımızı belirten ifade ve davranışlardabulunuyoruz.“Korkmayın bir şey yapmayacağım!” diyor. Bizde rahatlıkla tabii olarak anladığımızı söylüyoruz.O zaman:“Tamam, işte bakın, hepiniz de ikinci bir yabancıdil biliyorsunuz.” diyor.Bu, Bâkiler’in dil konusunda verdiği en önemlimesajlardan biri oluyor.Orta Asya seyahatlerinde yaşadıklarını paylaşıyorbizimle. Rusya’nın bu seyahatlerine nasılengel olmaya çalıştığını heyecanla anlatıyor. İstihbaratteşkilatının ne kadar sağlam çalıştığını,Türkiye’deki insanları bile fişlediğini söylüyor. Busebeple Karabağ’ı ziyaret edemediğini anlatıyor.Vakit yeniden acıktığımızın haberini veriyor.Vakıf Sekreterimiz Naci Onur Bey, Vakfımızda bizebir yemek ikramında bulunuyor. Güzel bir yemeğive sıcak bir ortamı paylaşıyoruz. <strong>Yavuz</strong> Ağabey’inolduğu her yer güzel oluyor. Vakfımızın yemekhanesindedefalarca yemek yemişizdir. Burada birçokkişiyi ağırlamışızdır. Ama hiçbiri bu kadar; herkesinkendinden bir şey bulduğu, tatlı bir sohbetle tamamlanmamıştır.<strong>Yavuz</strong> Ağabey ile geçirdiğimiz üçgün, onu karşıladığımız havalimanında son buluyor.Dost sıcaklığını görüyoruz her yüzde. Gözlerim kamaşırgibi oluyor. Uzun süre bir yere bir noktaya yada bir parlaklığa baktıktan sonra gözlerinizi kırparsınızyaşarır ya, kendimi öyle hissediyorum.Güle güle, sen gözümüzün karasında, gönlümüzünkaresinde hep o bildik tanıdık ‘<strong>Yavuz</strong> Ağabey’suretinle kalacaksın.■91haziran-temmuz-ağustos2010


HAR-I BÜLBÜL<strong>Yavuz</strong> Bülent Bakiler ve Elçin İsgenderzadeyeKış gitti, gün önümde,Bahar kondu yüreğime...Mevsim çiçek çiçek baharDamla damla yağmur,Masmavi deniz ufkunda güneşGüneş yanmışlığında Hazar...Ey!.. yüreğimin dalgalarıKaf dağınca sevdalarımHasrete vurgun Hazarım...Bilirim tanırsın beniBalıklar, martılar kadarYakınım sanaDağlar kadar, Ufuklar kadar,Har-ı Bülbül kadar uzağım...Çıdır düzünü, bir Hazar bilirBir de yüreği Hazar olanlarÇıdır düzünde bir gül esirDualar toprak olmuş,tekbir tekbir...Biliyorum, hiç görmedim seniHiç ellerime alıp koklamadımHissediyorum, yüreğini okuyorFeryadını yüreğimde hissediyorum.Haydi kalk bülbül konsun dalınaSeni esir aldı sananlar çatlasınNeyin varsa sal toprağın üstüneKülekler, Bakü’de yüreklere aparsın.Bahar ötesi yaz, yaz ötesi HazarHazar’ın yüreğinde Har-ı BülbülHazarda dalga dalga baharArı dalda, dalda bülbül, Har-ı Bülbül...Fırtınalar esintiye dönendeDamlalar isyan edecek çiseyeHaydi uyan, şafakta düğün olsunMehmetçik hazırlık yapıyor sefereDik dur vatan toprağında, alnın açık olsun...Şimdi bahardayım, yolum Şuşa’yaÇıdır düzünde bülbül olacağım,Har-ı Bülbül’e konacağım önce,Düşmana şimşek olup çakacakDostun hasretine son vereceğim...OSMAN BAŞ92haziran-temmuz-ağustos2010


Fethi NaciEditörler: Mustafa Şerif ONARAN / Özgen KILIÇARSLANKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009,Anma ve Armağan Kitapları Dizisi, 1. bs.,344 s., rnk., res., 28 cm. Fiyatı: 40 YTL.Kültür, sanat ve edebiyat dünyasında düşünceleriyle, eserleriyleçığır açan ve kültür dünyamıza katkıda bulunan isimleri, genişokuyucu kitleleriyle buluşturmaya dönük bir yayın politikasıizleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2009 yılında editörlüğünüMustafa Şerif Onaran ve Özgen Kılıçarslan’ın yaptığı,“Fethi Naci” adlı kitabı okuyucuyla buluşturmaktadırGeçen yıl aramızdan ayrılan ünlü edebiyat eleştirmeniFethi Naci, yaşadığı zor koşullara, siyaset anlayışından ödünvermeyen kişilikli davranışına rağmen, nesnel eleştirmen olarakedebiyatımızdaki özel yerini almıştır. Bu tutumuyla çağdaş edebiyatımızdaçığır açan bir eleştirmen olmuştur.Fazıl Hüsnü DağlarcaEditörler: Konur ERTOP / Özgen KILIÇARSLANKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009,Anma ve Armağan Kitapları Dizisi, 1. bs.,432 s., rnk., res., 28 cm. Fiyatı: 50 YTL.Kültür, sanat ve edebiyat dünyasında düşünceleriyle, eserleriyleçığır açan ve kültür dünyamıza katkıda bulunan isimleri, genişokuyucu kitleleriyle buluşturmaya dönük bir yayın politikası izleyenKültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve YayımlarGenel Müdürlüğü, 2009 yılında Konur ERTOP ve ÖzgenKILIÇARSLAN tarafından hazırlanan, “Fazıl HüsnüDağlarca” adlı kitabı okuyucuyla buluşturmaktadır.Cengiz AytmatovEditör: Ramazan KORKMAZKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009,Anma ve Armağan Kitapları Dizisi, 1. bs.,392 s., rnk., res., 28 cm. Fiyatı: 55 TL.Kültür, sanat ve edebiyat dünyasında düşünceleriyle, eserleriyleçığır açan ve kültür dünyamıza katkıda bulunan isimlerigeniş okuyucu kitleleriyle buluşturmaya yönelik bir yayınpolitikası izleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2009 yılında93haziran-temmuz-ağustos2010


Ramazan Korkmaz tarafından hazırlanan “CengizAytmatov” adlı kitabı okuyucuyla buluşturmaktadır.Cengiz Aytmatov, Türk kültür mirasını sahiplenenve onu anlatılarıyla tüm dünyaya tanıtan büyükyazarlarımızdan biridir. O, Türk dünyası edebiyatındabilge ve öncü bir kimlik kazanarak yaşadığıtoplumun kültürünü gelenekten geleceğe, ulusaldanevrensele taşımayı başarmıştır.Nurettin TopçuEditör: İsmail KARAKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,2009,Anma ve Armağan Kitapları Dizisi, 1. bs.,395 s., rnk., res., 28 cm. Fiyatı: 55 YTL.Kültür, sanat ve edebiyat dünyasında düşünceleriyle,eserleriyle çığır açan ve kültür dünyamızakatkıda bulunan isimleri, geniş okuyucu kitleleriylebuluşturmaya dönük bir yayın politikası izleyen Kültürve Turizm Bakanlığı, 2009 yılında editörlüğünüİsmail Kara’nın yaptığı “Nurettin Topçu” adlı kitabıokuyucuyla buluşturmaktadır.Kâtip ÇelebiEditörler: Bekir KARLIĞA, Mustafa KAÇARKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,2009,Anma ve Armağan Kitapları Dizisi, 1. bs.,400 s., rnk., res., 28 cm. Fiyatı: 55 TL.Kültür, sanat ve edebiyat dünyasında düşünceleriyle,eserleriyle çığır açan ve kültür dünyamıza katkıdabulunan isimleri geniş okuyucu kitleleriyle buluşturmayayönelik bir yayın politikası izleyen Kültürve Turizm Bakanlığı, 2009 yılında Bekir Karlığa veMustafa Kaçar tarafından hazırlanan “Doğumunun400. Yıl DönümündeKâtip Çelebi” adlı kitabı okuyucuylabuluşturmaktadır.Osmanlı Devleti’nin bilim ve kültür alanında yetiştirdiğive 17. yüzyıla damgasını vuran Kâtip Çelebi,Osmanlı kültür ve medeniyet tarihinin yanındadünya kültür ve medeniyet tarihine de önemli katkılarıbulunan bir düşün adamımızdır. 1609-1657 yıllarıarasındaki kısa ömrüne tarihten felsefeye, coğrafyadantıbba, musikiden astronomi ve matematiğeve en çok da bibliyografyaya ait yirmiden fazla esersığdırabilmiştir. O yaşadığı dönemde Osmanlı bilimve düşünce hayatında yeni bir atılım başlatan kişi,âdeta bir aydınlanma önderidir.Ömrünü bilime adayan Kâtip Çelebi, özellikletoplumun bilgilenmesinin önemine inanmış, siyasive iktisadi buhranların yaşandığı dönemde toplumave yöneticilere tavsiye niteliğinde eserler kaleme almıştır.Hat-Tezhip SanatıEditör: Ali Rıza ÖzcanKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,2009,Sanat Eserleri, 1. bs.,512s., rnk., res., 31 cm. Fiyatı: 75 YTL.Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2009 yılında editörlüğüAli Rıza Özcan tarafından yapılan, “Hat-TezhipSanatı” adlı kitabı okuyucuyla buluşturmuştur.Hat ve tezhip sanatlarının ortaya çıkışları, tarihisüreçleri ile bu sanat dallarının önde gelen isimleri,üslupları, icralarında kullanılan malzeme ve teknikleri,müze, kütüphane ve özel koleksiyonlardan seçilenörneklerle sunulmaktadır.Kitapta Hat ve Tezhip sanatları iki bölümde elealınmıştır. Hat Sanatı bölümünde, kutsal yazılar, İslamyazıları ve yazı teknikleri dışında; Anadolu SelçukluDönemi, Osmanlı Dönemi ve CumhuriyetDönemi hat sanatı, ayrıntıları ile ele alınmakta,dönemlerin sanata yansımaları ve hat sanatınınbüyük ustalarının hayatları ve eserlerinden örneklerverilmektedir. Tezhip Sanatı bölümünde iseyüzyıllara göre bu sanatın gelişimi ve değişimiirdelenirken farklı üsluplarıyla eser veren usta sanatçılardanve motiflerinden örnekler verilmiştir.Leyla GencerEditör: Zeynep OralKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,2009,Anma Armağan Kitapları, 1. bs.,320 s., rnk., res., 28 cm. Fiyatı: 30 TL.Kültür, sanat ve edebiyat dünyasında düşünceleriyleve eserleriyle çığır açan ve kültür dünyamızakatkıda bulunan isimleri, geniş okuyucu kitleleriylebuluşturmaya dönük bir yayın politikasıizleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı , “Leyla Gencer”adlı kitabı okuyucuyla buluşturdu.Dünyanın önde gelen opera sahnelerinde pekçok önemli eseri titizlikle ve başarıyla yorumlayanGencer, operanın zirvesine çıkmış ve sanatıylaölümsüzleşmiştir. Türkiye’nin adını dünya arenalarınataşıyan, ülkemizin çağdaş, aydınlık, yaratıcıyüzünün bir simgesi olan Leyla Gencer, kişiliğindedört mevsimi, sesinde ise duygular dünyasının tümrenklerini taşıyordu. Bugün dünyanın her yerinde eldenele dolaşan yüzlerce kaydı bu renkleri yaymayısürdürüyor.■94haziran-temmuz-ağustos2010


NAMIK YUSUFOĞUZBAŞARAN, Bekir, Bir Yaşama Biçimi Edebiyat,Romantik Kitap, İst. 2010Oğuzbaşaran, kitabında işe “yazmak”la başlamış, “İftiharve Teşekkür Belgesi” ile bitirmiş. Biz hocamıza teşekkür ediyoryazmak ile ilgili söylediklerinin bir kısmını sizlerle paylaşıyoruz:Yazmak; dil tarlasını kalemle sürmektir.Yazmak; sürülmüş toprağa düşünce tohumu ekmektir.Yazmak; düşünce ve duygu fideleri yeşertmektir.Yazmak; beynin ve kalbin ürünlerini zamanı gelince biçmektir.Yazmak; bir düşünme biçimidir.Yazmak; düşünceleri üretmek ve onları biçimlendirmektir.Yazmak; okunmaya değer şeyler üretmektir.Yazmak; uygarlık ormanında kendine ait bir ağaç yetiştirmektir.Yazmak; duygu ve düşünceleri istif etmektir.Yazmak; içi, dışa dökmektir.Yazmak; başka insanlarla iletişimin en gelişmiş aracını bulmanınsevincini tatmaktır.Yazmak; kaybolması muhtemel şeyleri kalıcı kılmaktır.Yazmak; kuşaklar arasında sağlam bir köprü kurmaktır.Yazmak; bilimi, kültürü, sanatı, duygu, düşünce ve izlenimleriyaymaktır.Yazmak; ölümü ortadan kaldırmanın çâresini aramaktır.Yazmak; bir hakikati araştırma yöntemidir.Yazmak; tanıdığımız, tanımadığımız bütün insanlarla mektuplaşmaktır.Yazmak; içimizde yazılı olan şeyleri okumaktır…”İsteme Adresi: www.nuvekultur.comSORGUNLU, Ümit Fehmi, Hikâyeden Taşan Sözler, RomantikKitap, İst. 2010Sorgunlu eserinde sadece hikâyelere sığdıramadığı belki desığdırmak istemediği sözleri söylemiş. Ne güzel sanatkârca taşmak,ne güzel söyleyeceklerine bir kapı bulabilmek hal dilince,95haziran-temmuz-ağustos2010


diye düünüyoruz. Sorgunlu’nun kitabının arkasınakadar taşanları sizlerle paylaşmak istiyoruz:“Televizyon ilk bakışta teknolojinin bize sunduğubir nimet gibi gözükse de, ne yazık ki birçok TV şirketininprogramlarına baktığımız zaman bunun hiç deöyle olmadığını göreceğiz. Konuya teknolojik olarakbakıldığı zaman beyaz camlı akıllı kutunun pek birsuçu yok gibi. Zira birçok teknolojik üründe olduğugibi, ona neyi programlamışsan onu yapar. Sonra kumandaedenin emrinde, sadık bir teknolojik üründür.Hem dünyanın bir ucunu, zaman mefhumunu ortadankaldırarak anında göz zevkimize sunma gibi marifetleride mevcut. İşte bu yüzden kültürümüzle yakındanalakalı ve önemi de yaptığı işlev kadar büyüktür.Evlerimizin başköşesinde yerini alan televizyoneğer kendi millî kültürümüzü koruyor ve yaşatıyorsaondan yakınmak söz konusu olamaz. Ancak bugünkühâliyle televizyonlarımız kendi kültürümüzü korumakşöyle dursun onu erozyona uğratan başlıca unsurlardanbiri durumundadır. Bugün birçok TV şirketininprogramları bizden ve bizim kültürümüzden o kadaruzak ki, neye ve kime hizmet ettiklerini çözmek bilebir mesele Tarih şuuru, din dil ve millî birlikten uzak,programlarla aile yapımızı kökten sarsıcı, bize hergün zehir pompalayan televizyonlarımız onu kumandaedenin elinden çoktan çıkmıştır.Bütün bu saydıklarım ve saymadıklarımla ülkemizdekültür ve sanat alanında erozyon sınırlarınıbile aşarak maalesef iş yozlaşma boyutlarına kadarulaşmıştır. Bütün bunlara rağmen zaman zaman maneviyatımızıyükselten programlara da rastlamak içimizesu serpiyor diyebilirim.”İsteme Adresi: www.nuvekultur.comKAYABAŞ, Ümit Zeynep, Kâğıttan Evler,Ürün Yayınları, Ank. 2010Kayabaş’ın evleri kâğıttan değil. Çünkükitabın başından sonuna kadar bir Deli Dumrul motifivar ki Deli Dumrul’un kâğıttan olmayan tek şeyievidir. Gayrısı kâğıttandır. Yani hayalidir, gerçekdeğildir. Buna diklendiği Azrail, kurduğu köprü, canistediği anası dahildir. Bir tek şey dahil değildir; eşi,evi… Dumrul şehirlidir bu kez, adap erkân bilir 21.yy Dumrul’udur.“Ters IV…dumrul der kiyasak ağaçla derinleşen yurtsuz misafirimkırık camın gizlediği renk beniminsan adlı mekikten geçtiğim için deliyimbu şiir kovalanan her şeyeateş-kül ve sese”İsteme Adresi: Konur Sokkak 36/13 Kızılay-Ankara Tel: (312) 425 39 20ONUR, Dr. M. Naci, Elazığlı Güftekârlar, ElazığBelediyesi Kültür Yayınları, Elazığ,, 2010M. Naci Onur’a ait eser Elazığ’ın büyük bir eksiğinigidermeye yönelik. Eser, 58 sanatçımızın bestelenmişeserlerini toplu halde barındırmakta. Eser M.Naci Onur’un kaleminden çıkan önemli bir giriş ihtivaediyor. Harput Tarihini de içine alan bu bölümdeHarput musikisini besleyen gelenekler ve bu gelenekleriniçinde din, tasavvuf, tarihi süreç ve sosyal yapıda yer almakta. Bu önemli çalışma Elazığ’ın zenginkültürünü ortaya koymakta. Hocamızın kalemine sağlıkdiyor, yeni çalışmalarını heyecanla bekliyoruz.İsteme Adresi: Elazığ Belediyesi Kültür YayınlarıDizisiTÜRKER, Seher Keçe, Büyülü Gözlüğümü Çıkarınca“Seher Keçe Türker bir turist rehberi değil, sözcüğüntam anlamıyla, eski usül bir gezgin. Elinizdetuttuğunuz kitap da bir gezi rehberi değil, son dereceöznel ama bir o kadar evrensel bir seyahatname.Bu kitap size en güzel otelleri, en güzel kumsallarıve yerel çarşıda nasıl pazarlık yapabileceğinizi öğretmeyecek.Tersine, belki de bu tür şeylerden birazuzak durmayı öğretecek çünkü bu kitap, size bugünekadar yabancı gibi gelen kültürlerin, aslında düşündüğünüzkadar yabancı olmadığını hissettirecek. BüyülüGözlüğümü Çıkarınca'da toplumların ve halklarıngörünen yanlarını değil, gündelik, sıradan ve biraz dagizli kalmış yanlarıyla tanışacaksınız. Harput'dan başlayarakHamburg'a kadar uzanan bir rotada, bu aradayurt-içi ve yurt-dışı ayrımı yapmaksızın, yaşadığımızdünyadan bir parça tadacaksınız.”AFŞİN, Erol, Hayatı Kucaklayan Yazılar, AkisKitapTürlü türlü meşgaleler arasında unuttuğumuz, gözardı ettiğimiz ve hep ertelediğimiz şeylerde asıl mutluluğungizli olduğunu görmek ister misiniz?İnsanî özellikler bakımından birbirimize büyükönem vermemiz gerekirken, basit sebeplerden dolayıdostlukların, arkadaşlıkların neden kırıldığını görmekister misiniz?Kısacası, hayatı kucaklamaya var mısınız?Cevabınız, "Evet!" ise,Hep birlikte hayatı tüm güzelliğiyle kucaklayalım.■96haziran-temmuz-ağustos2010

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!