13.07.2015 Views

Dinî Ýlimler ve Kültür Dergisi YIL: 19 SAYI:78 EKñM ... - Yeni Ümit

Dinî Ýlimler ve Kültür Dergisi YIL: 19 SAYI:78 EKñM ... - Yeni Ümit

Dinî Ýlimler ve Kültür Dergisi YIL: 19 SAYI:78 EKñM ... - Yeni Ümit

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Dinî Ýlimler <strong>ve</strong> Kültür <strong>Dergisi</strong> <strong>YIL</strong>: <strong>19</strong> <strong>SAYI</strong>:<strong>78</strong> EKM-KASIM-ARALIK 2007www.yeniumit.com.tr 106702 - 2007/4FYATI: 5.00 YTL


YENi ÜMiTEkim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>BR KERE DAHABAYRAMRamazan gelirken bin nazla <strong>ve</strong> dolu dolu düüncelerlegelir. Gece-gündüz hep gufranla tüllenirdurur. Miadı dolunca da kendini duyura duyuragider. Ne var ki Ramazanlaan ruhlara tam bir boluk ya-atmamak için de bizi, hayrı, bereketi, neesi sıkıtırılmıbir gün diyebileceimiz bayrama emanet eder. Ramazandansonra bayramın gelii sürpriz olmasa da, yine de oalıılmıın çok çok üstünde bir canlılık <strong>ve</strong> ülfetlerin eskitemediibir eda ile ufukta belirir; bir dolunay gibi yükselir<strong>ve</strong> gözlerimize, gönüllerimize kâse kâse heyecan sunar.Ramazanla sıcak alâka kurabilmi hemen herkes bayramı,ilâhî ihsanların bir tevzi zamanı füsunuyla duyar, onu olabildiinetılsımlı bulur <strong>ve</strong> onun bu semavî cazibe <strong>ve</strong> büyüsüylemuvakkaten dahi olsa, Ramazanın ayrılıokunuoldukça hafif hisseder <strong>ve</strong> koca bir gufran ayının <strong>ve</strong>dasıylaengin bir ihsan gününün ölenini iç içe yaar.Bizler, bayramı hemen her zaman süratle doan,bir hamlede gelip tepemize yükselen <strong>ve</strong> âdeta göz açıpkapamasürati içinde de ömrünü tamamlayıp gurubayaslanan bir bedir gibi duyarız. Çarçabuk gelir, çarçabukgider <strong>ve</strong> hasretlerimizi, hayallerimizdeki resimlerine emaneteder. Ancak böyle fevkalâde dar bir zaman diliminesıkıtırılmı bayram o kadar zengin, o kadar muhtevalı <strong>ve</strong>o denli cömerttir ki, onda haftaların, ayların vâridâtınınmeknuz bulunduunu söylemek mübalaa olmasa gerek.O her zaman semadan ufkumuza tıpkı bir avize gibi sar-2


kıtılır; sinelerimize nee olur akar, semavîlie açık gözlereıık ziyafetleri çeker.. Ramazanı saygıyla uurlayanlaragöklerin saygı mesajlarını sunar.. <strong>ve</strong> hemen herkese –gönlününvüsati ölçüsünde– ukbâ güzelliklerinden neler <strong>ve</strong>neler fısıldar.!Bayram, dünya <strong>ve</strong> ötelere ait güzelliklerin birbirinekarıtıı, insanların bütün bir Ramazan boyu deiikibadetlerle melekletii, meleklerin bu benzerlie te<strong>ve</strong>ccüh<strong>ve</strong> iltifat olarak bayramlaan o temiz ruhlar arasındatenezzül dalga boyuyla uçuup durduu <strong>ve</strong> her eyinlâhutî bir güzellie büründüü öyle büyülü bir gündürki, onu tam duyup yaayabilenler kendilerini uyanmakistemedikleri bir rüya âleminde sanırlar. Bu mübarekgünde Ramazanın yaandıı hemen her yer ruhanîlerinyıldızlar arası dünyalarda duyup zevk ettikleri mânevîihtiama denk bir füsuna bürünür, <strong>ve</strong> o engin mânâ <strong>ve</strong>muhtevasıyla gönüllere ileye ileye mü’minleri, açılabildiklerikadar alır kalbî <strong>ve</strong> ruhî hayatın derinliklerinegötürür, onlara ayları, güneleri, kehkeanları içinealabilecek vüsate erme rampaları hazırlar, <strong>ve</strong> herkese“kenz-i mahfî”ye pırıl pırıl bir ayna olabilme düüncelerinifısıldar: Öyle ki, derecesine göre hemen herkesbayramın tedâî ettirdikleriyle uçmaya hazır kular gibigerilir, herhangi bir derinlie açılıyormuçasına boyunlarınıuzatır.. <strong>ve</strong> uçup ulatıkları/ulaacakları zir<strong>ve</strong>lerinhayretiyle hep mest ü mahmur dolaır <strong>ve</strong> bu tek dünyagününü âdeta Cennet zamanlarına çevirirler, e<strong>ve</strong>t onlarböyle bir hayret sermestisi içinde, her nesnede Hakk’aait güzellikleri görme büyüsüyle mest, zaman sükûtunlisanıyla en beli hutbeler îrad etmekte <strong>ve</strong> hemen bütünmekanlar da, bayram rengi <strong>ve</strong> bayram deseniyle onlarabestesiz, güftesiz en saf bir mûsıkîden en nefis namelersunmaktadır. Zannediyorum eer bayramın seslendirdiibu mûsıkîyi <strong>ve</strong> bayramlaan insanların edalarındandökülen iiri çözmek, dile getirmek mümkün olsaydı,en enfes iirlerin bercesteleri bile bu büyülü namelerinyanında renk atmı, sararmı kupkuru birer lakırtıyadönüürdü.Bazen bayramın geliiyle –duyanlar için– dört bir yanıöyle bir “üns” esintisi kaplar ki, insan görüp temââ ettiiher çehrede ötelerin <strong>ve</strong>fasının tüllendiini görüyormuçasına<strong>ve</strong> hem burası hem de öteler, her iki âlemin birleiknoktasında bulunuyor olma hülyalarıyla zevkle gerilir,hayetle ürperir <strong>ve</strong> kendini bir havf-recâ zemzemesiiçinde bulur. Bazen insan, bayramda her eyi olduundançok farklı duyar <strong>ve</strong> farklı deerlendirir: Öyle ki o kendinehükmeden bir kısım duygu anaforlarıyla göklerin <strong>ve</strong> yeriniç içe girdiini, arzdan kopup bir ölçüde semavîletiini,ruhanîlerin arasına girip onların dünyalarını paylatıınısanır; açılır, geniler, “lâ mekânî” bir hâl alır <strong>ve</strong> kendinisahili olmayan derinliklere salmıçasına mahiyetinin sınırlarınıçok akın bir serhadde ulamı gibi olur.Bayramda duygular o kadar yumuar, ruh öylesine hafifler<strong>ve</strong> mantık gönülle o denli içli dılı olur ki, insan bazenbu seviyedeki bir farklılama karısında hayretten hayretegirer. Kim bilir belki de ona bu ölçüde insanî deerleri hatırlattıındanötürü bayramın daha sık gelmesini arzu eder...Bütün imanlı gönüller bayramı duyarlar ama o, bizim ülkemizdedaha bir nazlı, daha bir sevimli, daha bir irin <strong>ve</strong>daha bir candandır; zira yüzlerce seneden beri hep aziz birmisafir gibi gelen, baımıza yümnünü, bereketini boaltan<strong>ve</strong> bizi efkatle kucaklayan bayram, o kadar bizim olmuturki onu hep evlerimizde-odalarımızda, mâbedlerimizdesokaklarımızdabizden biri gibi duymu <strong>ve</strong> sinelerimizi açarakmuânakasına komuuzdur. E<strong>ve</strong>t bayram her geliindeduygu, düünce, his <strong>ve</strong> uurlarımıza öyle derince tesir eder<strong>ve</strong> benliimizi öyle yumuakça sarar ki, onu tıpkı teneffüsedilen bir koku, dilimizde-damaımızda dolaan bir lezzet,gönüllerimizde duyulan bir haz <strong>ve</strong> ufkumuzda tüllenen birölen gibi hissederiz; biz hissederiz, o da günün hemen hersaatinde bize, harflerle, kelimelerle kayıt altına alınamayacakne sözler ne sözler söyler, her eyi evirir çevirir kendiuhrevî güzelliinin cazibesine balar, hafıza, hayal <strong>ve</strong> hatıralarımızıen enfes resimlerle süsler <strong>ve</strong> bir gün çekip gitse de,hayalhanemizde her zaman en tatlı rüyalar gibi hep taptazekalmasını bilir.3


Biz, günümüzdeki bayramları, önceki bayramlara nispetendaha bir ehemmiyetli, daha bir kucaklayıcı <strong>ve</strong> birmânâda da koruyucu görüyoruz. Her eyden ev<strong>ve</strong>l o,bizleri, günlük hayatın gündelik dedikodularından, “ya-amın” kirli yanlarının tozundan topraından uzaklatırarak,hatta arındırarak kendine benzetir <strong>ve</strong> aktüalitenin isipasıiçinde bunalmı günümüzün insanına öteden iksirlersunmak suretiyle, onu gerçek insanî deerlere uyarır; uyarır<strong>ve</strong> her yanını saran kirli duygularını, mülâhazalarınıeriterek, çözerek onu tali’inin gülen yüzüyle buluturur.Bilhassa, hayatını kalb <strong>ve</strong> ruh seviyesinde götürebilenleriçin bayram bazen öyle aaalı <strong>ve</strong> pırıl pırıl gelir ki, insanonu yaamadan-duymadan asla bıkmaz <strong>ve</strong> gündüzüngitmesini, gecenin gelmesini, uykunun gelip hayatın üzerineabanmasını kat’iyen istemez. Nasıl ister ki bayram,mü’minlere ser<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong> vâridâtını israf derecesinde ikrameder <strong>ve</strong> onunla öyle böyle uzak bir tanııklıı olanları bileo sihirli armaanlarıyla sevindirir <strong>ve</strong> miadını doldurarakgidip guruba kapandıında da zihinlere bıraktıı fotoraflarlatedâî menfezlerini açık tutar <strong>ve</strong> her fırsatta duygularımızabir sürü ey söyler: Öyle ki insan ne zaman onunadını ansa, birdenbire hafızasında yüzlerce çarıım <strong>ve</strong>tiresibalar, onun ismiyle zihinlerimizde bir sürü mefhum ekillenir..en taze mânâlar sökün eder gelir <strong>ve</strong> kendilerine hasçerçe<strong>ve</strong>ye oturur, duygularımızda garip kıpırdanılar belirir<strong>ve</strong> hayallerimizin vüs’atine göre, zamanın bilmem hangi dilimindeyaadıımız bayramları bütün saniye, dakika <strong>ve</strong> saatleriylebir kere daha yaar <strong>ve</strong> o nefis zaman parçacıklarını,yaadıımız hayatın birer derinlii gibi duyarız. E<strong>ve</strong>t, onuanınca hayalimizde cemaatle tıklım tıklım camiler belirir..kulaklarımızda tekbir <strong>ve</strong> tehlil avazı uuldar durur.. ak uevkin coturduu gönüllerden taan çılıklar birer mızrapgibi sinelerimize kalkıp inmeye balar. Çocukların cıvıl cıvılsevinçlerini, yalıların vakur <strong>ve</strong> murâkabeyi andıran durularını,kadın-erkek, genç-ihtiyar herkesin neeyle köpürüpsevgiyle birbirini kucakladıklarını bütün canlılııyla bir keredaha duyar <strong>ve</strong> kendimizi zaman üstü bir âlemin, her iklimeaçık büyülü bir koyunda sanırız.Ben imdilerde, milletçe yaadıımız o mübarek günlerinhasretiyle hep içimi çekip dursam da, bir zamanlarbayramlarla aydınlanmı, renklenmi o müstesna zamandilimlerini saat, dakika <strong>ve</strong> saniyeleriyle duyup tadabiliyor<strong>ve</strong> dostlarla el ele, gönül gönüle bulunduum o“eyyâmullah”ı bütün letâfetiyle hissedebiliyorum.. e<strong>ve</strong>t,o mübarek günleri, kendi insanımızla, cami hariminde,adırvan baında, mâbed yolunda bütün hususiyetleriyleönce nasıl duymusam, bunca uzaklık <strong>ve</strong> bunca toz dumanaramen o günkü revnaktarlııyla ruhumda bir keredaha yaayabiliyorum.E<strong>ve</strong>t o eski günlerde hemen herkes, heyecanla dopdolu,saygıyla karılayacaımız bir tela içinde, bir oraya-birburaya koar, yer yer toparlanır, zaman zaman daılır, bayramınebediyet buudlu güzelliklerinden tam nasip alabilmeatmosferinde, namaz, va’z u nasihat, Allah’a iç dökme, camiavlusunda dostlarla sarma dola olma <strong>ve</strong> onlarla hasbihâletme gibi konularla kendini farklı hâllerle ifade eder, günboyu Allah <strong>ve</strong> Peygamber’e açık durur, bakalarıyla münasebetlerinisevgi <strong>ve</strong> efkate balı götürür, çevresine basiretlebakar, her eyi kalbiyle deerlendirir, vicdanıyla tartar <strong>ve</strong> sabahtanakama kadar çeitli aktivitelerle o mübarek gününtek santimini dahi heder etmemeye çalıırdı...Ruhlarımız o bayramları bir iir, bir mûsıkî gibi dinlerdi<strong>ve</strong> o günlerde hemen herkese <strong>ve</strong> her yerde, kâse kâsebayram ruhu sunulurdu. Çehrelerdeki beâet, sinelerdekigenilik birbirine denk israf hududunda bir cömertlikle,hep <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong> daıtma yarıında bulunur, ne olursa olsunherkes o aydınlık günleri çocuklar gibi pür-nee ama mutlakabir temkin tavrı içinde yaar <strong>ve</strong> derinletirirdi.Dünya durdukça o bayramlar da bütün canlılııyla hafızalarımızdayaayacak <strong>ve</strong> gelecek yeni bayramlarımıza birermodel tekil edeceklerdir; model tekil edecek <strong>ve</strong> ömürlerimizinen ak çizgileri olarak her zaman kanatlarını hayallerimizinufkuna gererek, en karanlık, en tozlu-dumanlı günlerdedahi hafızalarımızda bize ehrâyinler yaatacaklardır.Bizler yıllarca, o nurefân <strong>ve</strong> rengârenk günlerin füsunuylayaadık. Bir gün –Allah göstermesin– her eyin sesi kesilse,ruhanî hazlarımıza zift püskürtülse <strong>ve</strong> bütün zevklerimizacılasa, biz yine gönüllerimizin derinliklerinde duyduumuzo rengârenk bayramları hatırlayacak, onların yıllarcayaanmı olmasını, bundan sonra da o tür bayramların ya-anabileceine emare sayarak, her zaman canlı duracak <strong>ve</strong>duygu dumuruna dümemek için de sık sık hatıralar albümündekio bayram fotoraflarını karıtırarak nisyanla savataheyecanlarımızın yanında olmaya çalıacaız.*Bu yazı Sızıntı dergisinin Ocak 2001 tarihli 264. sayısındanalınmıtır.4


YENi ÜMiTProf. Dr. Suat <strong>YIL</strong>DIRIM *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>ELMALILI M. HAMD‹ YAZIR’INMÜTEABH AYETLER ANLAMAYA KATKISIBu makalemizde muasır âlimlerimizden ElmalılıM. Hamdi Yazır’ın müteabih ayetleri nasıl elealdıını incelemeye çalıarak Usul-i Tefsir ilmininönemli bir problematiini tekil eden bu konuyagetirdii açılımı dikkatlere sunacaız. Aralarında tefsirehlinden bazı kimselerin de bulunduu geni kitleninmüteabihler hakkındaki telakkileri öyle özetlenebilir:1- Müteabih, mânâsı kapalı olup kesin maksadı anla-ılamayan ayetlerdir. 2- Buna binaen bu ayetlerin tefsir<strong>ve</strong> teviline girimek doru deildir. 3- Müteabihler“yedullah”, “er-Rahmanu ale’l-ari’steva”, “men fi’ssemai”gibi, Allah Teala’ya mahluklarda bulunan bazıözellikler nisbet eden <strong>ve</strong> sayıları son derece az birkaçayetten ibarettir.Bu anlayıın iyice irdelenmesi gerekir. a) Her eydenönce müteabih ayetlerin sayısı bu kadar az deil,yüzlercedir. Çünkü yaygın anlayıtaki müteabihler,“müteabihu’s-sıfat” denilen kısım olup bunlar, misalleriçok az olan küçük bir bölümünü tekil eder. Oysabunlar “hakiki müteabihler” kısmının bir bölümüdür<strong>ve</strong> huruf-i mukatta’anın da içinde yer aldıı bu kısım,bir önceki bölüme göre biraz daha fazladır. Ama kevnîmeselelerden, uhrevi hallerden <strong>ve</strong> baka bir kısım hakikatlerdenbahseden “izafi müteabihler” vardır kibunların sayısı yüzleri geçer. b) Dier taraftan, AllahTeala mânâsı anlaılamayacak tarzda muhataplarınahitab etmekten münezzehtir. lim <strong>ve</strong> hikmet sahibibir insanın bile yapmayacaı yersiz bir davranı, nasılolur da O’nun hakkında düünülebilir? c) Bir de unuhiç unutmamak gerekir: Teabüh problematii, aklı <strong>ve</strong>bütün kapasiteleri sınırlı olan insan yapısının ayrılmazontolojik bir gerçeidir. nsanın bu özellii onun ifadesinede yansımı, lisanına yerlemitir. Beer dilini kullanmadurumunda olan Kur’ân da, haliyle müteabihifadelerle dolu olmutur. d) Hem iyi deerlendirilmesihalinde, insanlar için müteabihlerin Kur'ân’da bulunmasıbüyük bir nimet, hatta mucizedir. Zira bu özelliesahip bir kitap, ilmi her eyi ihata eden Allah’tangelebilir. Kur’ân beer sözü olsaydı, müteabihler bulunmaz<strong>ve</strong> bilhassa müteabihler konusunda insanlarındikkatlerini çekip onları uyarmazdı.Bu makalemizde düüncelerini ele alacaımız müellif,konuyu sathi bir ekilde ele almakla yetinmeyipbu hususta zor olanı gerçekletirmi, meseleyi fikri <strong>ve</strong>felsefi yönden temellendirmitir. Böylece müteabihleri,nerdeyse mühmel, meskut, gölgede kalma durumundankurtararak, tefsir için büyük bir zenginlikkaynaı olduunu göstermitir. Makalemizde bunu ispatedeceimizi umuyor, bir yandan da son dönemde,Türkiye’de orijinal müelliflerin pek bulunmadıı zannınıgidermeye de katkı salayacaını ümid ediyoruz.Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Müteabihatla lgiliGörüleriMüfessirimiz müteabihi açıklamaya balarkenönce u önemli hususu vurgular: Esasında Mütekellimolan Cenab-ı Allah yönünden, keza iin gerçei yönündenKur’ân’da hiçbir üphe olmadıı halde, muhatabınanlaması yönünden duruma göre, çeitli ekillerde kapalılık<strong>ve</strong> farklı ihtimaller bulunur. Bu ihtimaller, muhkemayetlerin ııında vuzuha kavuturulur. 1Onun vurguladıı dier mühim husus udur:Kur’ân’da mühmel yoktur. Huruf-i mukkatta’alardabile çeitli anlayı <strong>ve</strong>cihleri vardır. Mesele, mefhumlarıntahdit edilip muhkemletirilmesi ile, kastedilenmânânın tayin edilmesindedir. Faide-i hitab ise bu tayinebalı deildir. Saymaya gelmez derecede aratırmakonuları sezdirmek, beer ilminin deerini tayin ettirmek,insanların seviyelerine göre onlara deiik zevklertattırmak, nihayet rasih âlimleri sonsuz bir tefekkürleimtihan etmek gibi birçok faide-i hitab vardır. 21. Müteabih’in Tarifine Katkısı“Müteabihat denildii zaman mânâsız bir ibham-ıkülli iddia edildiini zannetmek büyük bir hata tekileder. Müteabihat mânâsız <strong>ve</strong> mühmel deil, kesret-i5


meânîden dolayı muayyen bir murad tayini mümkün görünmeyen<strong>ve</strong> daha dorusu ifade ettii hakâik-i muhîta,zihn-i beerle kabil-i istiab olmadıından mübhem görünenbir ifadedir. Bu öyle bir beyandır ki hakikat-mecaz,sarih-kinaye, temsil-tahkik, zâhir-hafî gibi vücuh-i beyanınmecmuunu havidir. Bunun için bâlâda buna “el-ma’lûmü’lmechul”ifadesini arzetmi idik. Zaten kelamda ibham, mevkiinegöre en büyük vücuh-i belagatten birini tekil eder.” 3“Müteabihat, murad olunabilecek gibi görünmekte birbirlerinebenzer müteaddit mânâlara muhtemildir ki hepsimi <strong>ve</strong>ya birisi mi murad olduu zâhir bir surette seçilemez.” 4Müfessirimiz bu tarifini baka bir yerde biraz daha geniletereköyle der: “ki eyin birbirine mütekabilen alettesâvibenzemelerine teabüh <strong>ve</strong> bunların her birine müteabihdenilir ki yekdierinden seçilemez, zihin temyizlerinden acizkalır. Tebih <strong>ve</strong> müabehette bir taraf fer’ <strong>ve</strong> nakıs, dier tarafasıl <strong>ve</strong> tam olur. Teabühte ise tarafeyn, aynı kuv<strong>ve</strong>tte mütesaviolurlar. Teabühleri tefavütlerini setreder de itibah uiltibas hasıl olur: “nne’l-bakara teâbehe aleyna” 5 ,” teâbehetkulûbuhüm” 6 , “<strong>ve</strong> ütû bihi müteâbihen” 7 gibi. Demek kiteabüh, seçilememeye sebeptir. Temyiz olunamamak bununbir mânâ-yı lâzımîsidir. Bu münasebetle, insanın dorudandoruya temyizine yol bulamadıı bir eye dahi müteabihıtlak edilir ki hafî, mükil demek gibidir. Bu ıtlak, var ile yokbeyninde müsavi olması nokta-i nazarından da olabilir.” Busözün devamında müteabihin baka anlamına geçerek öyledevam eder: “Bu suretle Kur’ân’ın <strong>ve</strong> âyât-ı Kur’ân’ın ihkam<strong>ve</strong> teabühü; elfazı, tenasuku, hüsnü, maânîsi, ahkamıgibi muhtelif vücuh ile mülahaza olunabilir. Ayetlerin fasılaları,müvazenetleri <strong>ve</strong> sairesi gibi sanayi-i bediiyyesi itibariyleteabüh <strong>ve</strong> tenasuk, muhkemlie mukabil deildir. Belkiayn-ı ihkamdır. Bu cihetle “uhkimet âyâtuhu” 8 , “kitabenmüteâbihen” 9 mütekabil deil, yekdierinin izahıdır. Fakatnazmın delaleti itibariyle mülahaza edildii zaman muhkemile müteabih, zıd <strong>ve</strong> mütekabildirler. üphe yok ki mânâsınıkat’iyyetle bildiren muhkem, bildirmeyen gayr-ı muhkemdir.Bu ayette (Ali mran, 7) muhkem ile müteabih mukabil olarakzikredildikleri gibi maba’dinde te’vil karinesi de mânâyaaittir ki lm-i Usul’de de er’an muhkem <strong>ve</strong> müteabih, buhaysiyetle mülahaza edilmitir.” 102- Müteabihin Kapsamını GeniletmesiMüfessirimiz u pasajlarda müteabih teriminin kapsamınıgeniletmektedir:“Zâhir mukabilinde hafî, nass mukabilinde mükil,müfesser mukabilinde mücmel, muhkem-i has mukabilindemânâ-yı ehassıyla müteabih vardır. Binaenaleyh kitab,külliyetiyle mülahaza olunduu zaman, bu üslub-i hikmetlemüteabihatın muhkemata rücuu haysiyetiyle hepsi muhkemdir,“la raybe fih” 11 , “kitabun uhkimet âyâtuhû” 12 dur.Bilakis bu hikmete muhalif olarak müteabihat ümmü’lkitabfarz edilir de muhkematın müteabihat ile te’vilinegidilirse o zaman da hepsi müteabih olur. “Kitaben müteabihenmesani teka’irru minhu cüludü’llezine yehavnerabbehüm” 13 hükmü tezahür eder.” 14 Görüldüü üzere buradahafî, mükil <strong>ve</strong> mücmeli müteabih kapsamına dahilederek geniletme cihetine gitmitir. u halde Kur’ânda hafîgeldiinde onu zâhir ııında, mükil geldiinde onu nassııında, mücmel geldiinde onu müfesser ııında, mânâ-yıehass ile müteabih geldiinde onu muhkem-i has ııındaanlamaya çalımalıyız. Böyle yapmakla itibah <strong>ve</strong> ihtimallerizale olunabilir.Burada bir husus dikkat çekmektedir: Müteabihatı esasalıp muhkematı ona göre anlamaya çalımak, tenkit <strong>ve</strong> reddedilenbir itir. Merhum müfessirimiz, naklettiimiz mezkurifadesinde, ii tersine çevirerek muhkemi müteabiheirca edenler hakkında “kitaben müteâbihen mesânî” 15 ayetiyleistihad etmesi tereddüde yol açmaktadır. Zira bildi-imiz kadarıyla bu ayette, 'ayetlerinin belagatte, hakikatleribildirmekte birbirine benzer olması' itibariyle Kur’ân medholunmaktadır. Yoksa burada muhkem mukabili olarak müteabihsöz konusu deildir. Dolayısıyla bu siyaka münasipolan ayet-i kerimenin, muhkemi bırakıp müteabihleri fitnesebebi yapmak isteyenleri kınayan “fe emme’llezine fikulûbihim zeyun fe yettebiûne ma teâbehe minhu…” 16olduunu düünüyoruz.“Bir lafzın mücerret siasına nazaran mânâ-yı muradımalum olursa ona zâhir denilir ki enva-ı muhkemin edna derecesidir.Bunun te’vile <strong>ve</strong>ya tahsise <strong>ve</strong>ya nesha ihtimali bulunabilir.Fakat bunlar karineye muhtaç olduundan, karine olmadıımüddetçe zâhirinde kat’i olur. Eer bu mânâ kelamdama sîka leh olmu, mütekellim, sözü bunun için sevk etmi isenass olur. Bunda artık te’vil ihtimali kalmaz. Ancak tahsis <strong>ve</strong>yanesih ihtimali bulunabilir. Nihayet nesih ihtimali de yoksa –kiihbarat, te’yid edilmi inaiyyat bu kabildendir- bu da mânâ-yıhassıyle muhkem olur. Bunların hepsinin hükm-u icabı ilm üameldir. ndetteaâruz akvâ tercih olunur.Bunlara mukabil, bir lafzın mânâ-yı muradı siasındandeil, baka bir emr-i ârız sebebiyle gizlenmi bulunursa hafî,böyle deil de mânânın nefsinde ince, her nefsin nüfuz edemeyecei,edenlerin de teemmülsüz kavrayamayacaı derecedegamız olması <strong>ve</strong>ya bir istiare-i bediiye bulunması gibibir sebepten nâi gizli, muhtac-ı teemmül bulunursa mükil,sia müteaddit mânâlara alesseviyye muhtemil olur <strong>ve</strong> hiçbirinintercihine karine bulunmaz <strong>ve</strong> fakat bir beyan-ı tefsirinlühûku me’mul bulunursa mücmel, mânâ-yı muradı anlamakümidi münkatı’ olursa hâlis müteabih olur. Müteabihat-ıKur’ân’dan birçou böyle kesret-i meânîden dolayı bir a’aayıbeyan içinde bulunduundan nazarları kamatırır…” 176


3-Müteabihin Hikmet-i vücudu Hakkındaki Katkısı:Müfessirimiz, ilahi kitaplarda müteabihat bulunmamalıidi, gibi bir te<strong>ve</strong>hhüme kapılmanın doru olmayıp, bunlarınyer almasının hikmet-i vücudunu bildirmek üzere öyleder: “Zira böyle bir tasavvur, cereyan-ı vücudun inkıtaını<strong>ve</strong>ya suret-i vahide altında yeknesak <strong>ve</strong> camid bir tevalisini<strong>ve</strong> malumat-ı ilahiyyenin tenahisini farz etmek <strong>ve</strong>ya bütünnamütenahilii ile <strong>ve</strong> bütün hayatiyetiyle malumat-ı ilahiyyeninmuhkem bir surette beere talimi <strong>ve</strong> Allah Tealaya birerik <strong>ve</strong> nazîr ihdası mümkün olduunu te<strong>ve</strong>hhüm eylemek<strong>ve</strong> yahut Allah Tealanın ilm-i beeri sabit bir nokta-i tenahidetevkif edip malumattan mechulata 18 , noksandan kemaledoru ebedi bir hayata müte<strong>ve</strong>ccihen ilerlemesine mani olmasılazım geleceini iddia etmek, hasılı feyz-i ilahide buhlistemektir. Her tavr-ı terakkinin ilerisinde kat’ olunacakmesafe, kef edilecek hakâik <strong>ve</strong> hiçbir zaman nüfuz edilipbitirilemeyecek mebâdi <strong>ve</strong> mekasıd mevcut olduu halde,Allah Tealanın bunları istidadat-ı muhtelifeye göre sezdirmeyipezher cihet gizlemesi <strong>ve</strong> bu mechulatı mümkün oldu-u kadar hall ü kefe medar <strong>ve</strong> mi’yar olmak üzere bahettiiusûl <strong>ve</strong> delâil-i muhkemeyi, mütenahi <strong>ve</strong> camid bir noktadatutması, dünkü ilimden yarın, dünyadan ahiret için istifadeettirmemesi nasıl olur da mukteza-yı hikmet-i ilahiye farzedilebilir?” <strong>19</strong> Müellif mütalaasının devamında her eyi ispatlayıpvuzuha kavuturduunu iddia etmenin cehalettenbaka bir ey olmadıını anlatır.Bir baka hikmet-i vücut udur: “Sonra edeb ü ahlak <strong>ve</strong>yadier hikmetlerden dolayı tasrihi hayır olmayan, kinaye <strong>ve</strong> ta’rizdaha beli <strong>ve</strong> müessir bulunan mezâmin vardır” 20 . Görüldüügibi bazen adab gerei olarak bazı meseleleri üstü kapalı tarzdabildirmenin daha güzel <strong>ve</strong> etkili olduunu vurgular.Bir baka hikmet: “Nihayet bütün beyanat nizamı, tevhidüzere vahdetten kesrete <strong>ve</strong>ya kesretten vahdete giderkengerek nisbetlerde <strong>ve</strong> gerek hudud-i tasavvuratta lisan-ıbeerin henüz lügatini vaz’ etmedii, hatta hiç sezmedii,düünmedii, misalini görmedii nice maânî <strong>ve</strong> hakâikvardır ki bunlar bir muhkem ile ifade olunmakla beraber,müteabih bir misal <strong>ve</strong> ima ile sezdirildikleri zaman dahamüfid olur. Bu gibilerin bazısını bugün anlayamayanlar yarınanlayabilirler” 21Bilinen bir hikmeti de öyle ifade eder: “Hükema derlerki: lmin baı hayrettir. Bu itibar ile de Kur’ân’ın baında irad<strong>ve</strong> hidayetin bidayetinde böyle hayretengiz bir tebliin belibir kuv<strong>ve</strong>-i teshiriyyesi vardır.” 22 Bunun mânâsı udur: nsanınbir eyi merak etmesi önemlidir. Merakla balayıp, derkenhayret derecesine ulaan insanın, hayreti nisbetinde konuyaduyduu ilgi artar, heyecan duyar. Mesele ile ilgili en ufak ayrıntılarıbile kaçırmak istemez. Halbuki rasgele, sathi bir bakıatfetmekle konuyla sıkı bir irtibat kuramaz. nsan ilgilendiikonuda, zihninin ihata edemedii tarafların kaldıını bildiitakdirde, onları örenmeye ihtiyacı <strong>ve</strong> itiyakı artar. Bilimlerböylelikle geliip mükemmelleir. Hayret uyandırılmazsa, genelbir bakıla, insan bazı ayrıntıları kaçırabilir.4-Müteabihleri Sınıflandırmaya Katkısı:“Birçou da bir mânâ-yı muhkem etrafında onunlakabil-i ictima <strong>ve</strong> meratib-i muhtelife üzere müterettibmüteaddit iarat <strong>ve</strong> delâlâtı ihtiva ettiinden dolayı icmal<strong>ve</strong>ya ikal <strong>ve</strong> hafa ile calib-i dikkat olur. Bu suretle muhkemzımnında müteabih, müteabih maiyetinde muhkemde bulunur.” 23 Buna göre bir kısım müteabihler, muhkembir mânâ ile bir arada bulunabilirler. Bu muhkem mânâlar,çeitli aamalarda <strong>ve</strong> merdi<strong>ve</strong>n basamakları gibi sıralanan,birbiri üzerine bina edilecek tarzda birçok iaret <strong>ve</strong> delaletlerihtiva etmeleri sebebiyle mücmel <strong>ve</strong>ya mükil <strong>ve</strong>ya hafîhaline gelebilirler.Aaıda görülecei gibi hafî, mükil <strong>ve</strong> mücmeli müteabihinkısımları arasında sayar: “Hasılı aksam-ı müte-abihten hafînin hükmü taleb u taharri, mükilin hükmü,bununla beraber teemmül, mücmelin hükmü bunlardan birbeyan-ı tefsire intizar <strong>ve</strong> taharri, asıl müteabihin hükmü detevakkuf <strong>ve</strong> Allah’a tefviz ile ilticadır.” 24Aaıdaki tasnif müfessirimizden önce de bulunup onamahsus olmamakla beraber, onun tarafından derli toplu ifadeedildiini görmekteyiz:“Müteabihat için bir de u taksim vardır: Lafız cihetindenmüteabih, mânâ cihetinden müteabih, her iki cihettenmüteabih. 1- Lafız cihetinden müteabih ya elfaz-ı müfredede<strong>ve</strong>ya kelam-ı mürekkebdedir. Elfaz-ı müfrededekimesela “ebben”, “yeziffûn” gibi garabetten <strong>ve</strong>ya “yed” <strong>ve</strong>“ayn” gibi itirakten ne’et eder. Kelam-ı mürekkebdeki: a)ya ihtisardan b) <strong>ve</strong>ya basttan c) <strong>ve</strong>ya hususiyet-i nazımdanolmak üzere üç kısımdır. 2- Mânâ cihetiyle müteabih evsaf-ıilahiye <strong>ve</strong> evsaf-ı ahiret gibi hissi <strong>ve</strong>ya gayr-ı hissi bir suret-imisaliyyesine malik olamadıımızdan dolayı tasavvurunayetiemeyeceimiz maânîdir. 3- Her iki cihetten müteabihbalıca betir: a) Umum <strong>ve</strong>ya husus gibi kemmiyyet cihetinden,b) vücub <strong>ve</strong>ya nedib gibi keyfiyet cihetinden, c) nasih<strong>ve</strong>ya mensuh gibi zaman cihetinden, d) mekan cihetinden,<strong>ve</strong>ya e) ayetin nazil olduu adet cihetinden -ki “Leyse’l-birrebi en te’tü’l-büyûte min zuhûrihâ” 25 gibi- fiilin sıhhat u fesadındakiurût cihetinden.” 265-Müteabihin levlerini Bildirmeye Katkısı:Müteabih ayetlerin ilevleri konusunda müfessirimiz uorijinal vurguyu yapar: Müteabihlerin, muhkem bir hakikatiihtiva ettiklerini unutmamak gerekir. 27Müteabihin önemli bir ilevini <strong>ve</strong> insanlıın ayrılmazbir parçası olmasını u pasajda ayrıntılı olarak bildirir:7


“Meçhul meçhul ile, üphe üphe ile hallolunmaz. Meçhulat,malumat ile <strong>ve</strong> o malumatın derece-i kuv<strong>ve</strong>ti ile mütenasibolarak hallolunur. Ta’lim u irad, malumat üzerinemeçhulatı sezdirmek <strong>ve</strong> o meçhulatı malumata irca ettirmektir.Talibte malumat arttıkça, muallim, kuv<strong>ve</strong>tine göremeçhulatı peyderpey sezdirir, ba’dehu hallettirir. Bu suretlemehulü sezmek de onu bilmenin bir art-ı mütekaddimiolur. Cenab-ı Hak kullarına ilm-i hakkı böyle ihsan eder. btidakendini <strong>ve</strong> gayrı temyiz ettiren bir ilm-i muhkem baheder.Ba’dehu müteabih bir halde meçhulatı sezdirir. Bunlarıkademe kademe muhkemata irca ettirerek malumat-ı yakiniyyeyetahvil eder… 28Müfessirimizin bu mütalaasını öyle özetleyebiliriz:Göklerde, yerde, bütün kâinatta Allah’a gizli hiçbirey yoktur. Ama O’ndan bakası için durum böyle de-ildir, onlar için çok sayıda bilinmeyen eyler mevcuttur.Aynen bunun gibi, hakikatlere tam tamına mutabık olanKur’ân-ı Kerim için de benzer bir durum söz konusudur.Öretim, bilinenlere dayanıp bilinmeyenleri sezdirmek,derken bilinmeyenleri de bilinen eylere dönütürmektir.Bir meçhulü sezmek, onu bilmediinin farkında olmak,onu örenmenin ön artıdır. Allah, meçhulleri müteabihhalinde sezdirir, bunları derece derece muhkem, yani kesinbilgi haline dönütürür. Allah’ın ilmi sınırsız, beerinki isesınırlıdır. nsanın bunu idrak etmesi en büyük bir marifettir.nsanın bilgisi ne kadar fazla olursa olsun, önündebilmedii çok eyin bulunduunu sezmeye muhtaçtır. Buise, müteabihat karısında bulunduunu bilmektir. Gerekmaziye, gerek istikbale dair hiçbir beeri bilgi, teabühtenkurtulamaz. Kesinlik sadece çok kısa bir an olan hazırzamanda olup her tecrübe anının bir adım gerisi <strong>ve</strong>ya biradım ilerisi teabühle alakalıdır. “lmin en kuv<strong>ve</strong>tli müeyyidesiolan tecrübe bile zaruri (kesin) bir müeyyide deildir.Bu babda en salam <strong>ve</strong> en umumi <strong>ve</strong>sika beka-yı illettençıkan ıttırad-ı âdidir (bu alanda en salam belge, varlıksebebinin devam etmesinden ileri gelen normal nizamdır)ki bu da irade-i ilahiyyeye istinaddır. Binaenaleyh ilm-i be-erin müteabihattan kurtulması gayr-i mümkindir.”Daha ileride, “nsanların, Allah’ın ilmine havale edeceklerihakikatlerin her zaman bulunacaını bildirip 'muhkemattansonra bile hakaik-i müteabihenin mücerret mevcutolduunu bilmek de ilm-i beer için pek büyük bir kemal<strong>ve</strong> gaye-i beer için pek mühim bir hayırdır' der. 29 Bu pasajıdikkatle inceleyen bir muhatap, müteabihatın nefis bir felsefesini<strong>ve</strong> müfessirimizin onu nasıl temellendirdiini görerekhayran kalmaktan kendisini alamaz.6-Müteabihler Konusunda Rasih Âlimlerin Rolü:Müellifimiz, cumhura uyarak “Ve ma ya’lemu te’vilehûillallah <strong>ve</strong>’r-râsihûne fi’l-ilmi” 30 ayetinde lafz-ı celâle üzerindevakf etmeyi tercih eder. Fakat az sonra açıkça söylemeksizin,sanki vakf “fi’l-ilmi”de imi gibi tefsire balar.Rasih âlimlerin üzerine düen görevi vurgular. Bu tefsirinde, önceki gibi bn Abbas (r.a)’dan nakledildiini, mütekelliminile müteahhir âlimlerin birçounun bunu tercihettiklerini belirtir. Daha sonra her iki görüün sentezi halindeöyle der: “Bu babda te’vil <strong>ve</strong> içtihad bakalarınındeil, meratib-i muhkemat ile meratib-i müteabihatı seçer,te’vili caiz olup olmayanları temyiz eder, fitneden kendini<strong>ve</strong> herkesi ifal etmekten sakınır, haddini bilir, ilm-iilahiye tefviz edilmesi lazım gelenleri O’na tefviz eyler,imanı kamil, tarik-i ilimde kavi, temiz <strong>ve</strong> ince akıllı, dorudüünmesini bilir <strong>ve</strong> se<strong>ve</strong>r, hasılı hikmete mazhar ulema-yırasihinin hakk u selahiyyetidir” 31Bir baka yazıda müteabihler konusunda BediüzzamanSaid Nursi’nin izahlarını da deerlendirip onların bu deerlimütalaalarının müteabihler konusundaki anlayıı yerli yerineoturtmanın da ötesinde, Kur’ân tefsir <strong>ve</strong> anlayıına da büyükbir zenginlik kattıı kanaatimizi paylamayı düünüyoruz.* Marmara Üniv. lahiyat Fak. Ört. Görevlisisyildirim@yeniumit.com.trDipnotlar1. Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, 2/1036.2. Yazır, a.g.e., 2/1047-1048.3. Yazır, a.g.e., 1/159.4. Yazır, a.g.e., 2/1037.5. Bakara sûresi, 70.6. Bakara sûresi, 118.7. Bakara sûresi, 25.8. Hud sûresi,1.9. Zümer sûresi, 23.10. Yazır, a.g.e., 2/1037.11. Bakara sûresi, 2.12. Hud sûresi, 1.13. Zümer sûresi, 23.14. Yazır, a.g.e., 2/1036.15. Zümer sûresi, 23.16. Al-i mran sûresi, 7.17. Yazır, a.g.e., 2/1037-1038.18. Metinde böyledir. Zannedersem burada bir zühul bulunmakta olupsiyaka göre: “meçhulattan malumata” olması gerekmektedir.<strong>19</strong>. Yazır, a.g.e., 2/1042-104320. Yazır, a.g.e., 2/103821. Yazır, a.g.e., 2/1038-103922. Yazır, a.g.e., 1/159.23. Yazır, a.g.e., 2/1038.24. Yazır, a.g.e., 2/1039.25. Bakara sûresi, 189.26. Yazır, a.g.e., 2/1039-1040.27. Yazır, a.g.e., 2/1043.28. Yazır, a.g.e., 2/1041.29. A.g.e.,2,1042.30. Al-i mran sûresi, 7.31. Yazır, 2, 1045.8


YENi ÜMiTDr. Kadir PAKSOY *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Ta’dil-i erkân, namazdaki rükûnlerin sükunetle yerine getirilmesi <strong>ve</strong>uzuvlarda itminan hasıl olacaı âna kadar devam edilmesidir. Bu, insancesedinin maddi olarak namazda alacaı vaziyettir ki, ona riayet etmedennamaz tamam olmaz.Ebû Hureyre (r.a.) Asr-ı Saadette cereyan eden birhadiseyi öyle anlatır: Resûlullah (s.a.s.) mescide girmiti.Derken taradan bir ahıs geldi <strong>ve</strong> namaz kıldı. Sonra gelipResûlullah (s.a.s.) ile selamlatı. Resûlullah (s.a.s.) ona,“Dön <strong>ve</strong> yeniden namaz kıl; çünkü sen namaz kılmı olmadın!”dedi. O da dönüp ev<strong>ve</strong>lce kıldıı gibi namaz kıldı.Resûlullah (s.a.s.) yine ona dedi ki: “Dön <strong>ve</strong> yeni batankıl; çünkü sen namaz kılmı olmadın!” Allah Resûlü (s.a.s.)üçüncüsünde de namazı tekrar kılmasını emredince o ahıs:“Seni hak üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, bukıldıımdan baka daha iyi nasıl kılacaımı bilmiyorum.Bana dorusunu öretir misin ya Resûlallah?” dedi. Bununüzerine Resûlullah (s.a.s.) öyle buyurdu: “Namazadurduun vakit balangıç tekbirini al. Kur’ân’dan iyibildiin (sûre ya da ayetleri) oku. Rükûa varınca bedenazaların yerleinceye kadar bekle. Rükûdan baını kaldırıncabedenin tamamen doruluncaya kadar ayakta dur.Sonra secdeye kapan <strong>ve</strong> azaların yerleinceye kadar oradakal. Secdeden baını kaldırınca azaların yerleinceye kadarotur. Ardından tekrar secde yap <strong>ve</strong> azaların yerleinceyekadar orada kal. Sonrasında ayaa kalk <strong>ve</strong> dimdik dur.Namazın bütün rekâtlarında aynen böyle yapmaya devamet!” (Buharî, Ezan 95; Müslim, Salât 45)Bu rivayette görüldüü üzere, Resûlullah (s.a.s.) alelacelenamaz kılan ahsı uyarmı <strong>ve</strong> ona namazı itina ileyeniden kılmasını emretmitir. Gerekli itinayı gösterme-9


yince de ona itidal ile nasıl kılınacaını öretmitir. Ziranamazın makbul olması için gerekli artlardan birisi de“tadîl-i erkân”dır. Bu makalede “tadîl-i erkân”ın anlamı,hükmü <strong>ve</strong> hususiyetleri beyan edilecektir.Tadîl-i Erkân Nedir?“Tadîl” dorultma, düzenleme, düzgün hale getirmedemektir. “Erkân” da “rükn”ün çoulu olup kıyam, rükû<strong>ve</strong> secde gibi namazın esaslarını ifade eder.“Tadîl-i erkân” ise namazın içinde yer alan kıyam,rükû, secde gibi rükünleri yerli yerinde, hakkını <strong>ve</strong>rerekdüzgün <strong>ve</strong> sükûnet içinde yapmaktır. Dier bir ifadeyleta’dîl-i erkân, namazdaki rükünlerin sükûnetle yerine getirilmesi<strong>ve</strong> uzuvlarda itminan hâsıl olacaı âna kadar devamedilmesidir. Tadîl-i erkân hakkında itidal, itminan <strong>ve</strong>tuma’nine gibi kavramlar da kullanılmaktadır.Tadîl-i erkânın yerine gelmesi için kıyam, rükû, secde<strong>ve</strong> oturu gibi pozisyonlarda bir müddet hareketsizdurmak arttır. Kıyamdan rükûa gidildiinde bir müddethareketsiz beklemek gerekir. Rükûdan kalkınca tam dorulmuvaziyette yine bir müddet durulmalıdır. Secdede<strong>ve</strong> iki secde arası oturuta sükûnet içinde bir müddet hareketsizkalınmalıdır.Tadîl-i Erkân’ın HükmüKur’ân-ı Kerim’de elliden fazla ayette namaz (salât),“ikâme” fiilinin muhtelif kipleriyle birlikte zikredilmitir.Ayrıca birçok ayette “Namazı ikâme edin!” buyrulmaktadır.“kâme etmek” ise namazı dosdoru kılmak, itina ilekâmilen eda etmek demektir.Namazı ikâme etme hususundaki Kur’ânî emir <strong>ve</strong>tahîdatın yanı sıra yukarıda geçen hadis-i erif gibi dahapek çok rivayetten hüküm çıkaran âlimler, tadîl-i erkânınvâcip ya da farz olduu görüüne varmılardır. Zira PeygamberEfendimiz (s.a.s.) namazı usûl <strong>ve</strong> âdâbına görekılmayan mezkûr ahsa tekrar kılmasını emretmitir.Hanefi mezhebine göre tadîl-i erkân vaciptir. Nitekimmam Ebû Hanîfe ile mam Muhammed, vâcip olduunahükmetmilerdir. mam Ebû Yûsuf ise tadîl-i erkânınvâcipten de öte, farz olduu görüündedir.Mâlikî, âfiî <strong>ve</strong> Hanbelî mezhebine göre tadîl-i erkânfarzdır. Onlar, tadîl-i erkânı namazın bir rüknü ya da rüknünartı saymılardır.Hanefîlere göre tadîl-i erkân seh<strong>ve</strong>n (unutarak ya dahataen) terk edilirse namazın sonunda sehiv secdesi gerekir.Eer sehiv secdesi yapılmamısa o namazın tekrarkılınması gerekir. ayet tadîl-i erkân kasten terk edilirsenamazın yeniden kılınması icap eder.Mâlikî, âfiî <strong>ve</strong> Hanbelî mezhebine göre tadîl-i erkânınterkiyle namaz bâtıl olur <strong>ve</strong> tadîl-i erkâna riayet edilerekyeniden kılınması gerekir.Tadîl-i Erkânın ÖlçüsüNamazın rükünlerinde <strong>ve</strong> rükünler arasında en azbir tesbih miktarı, yani sübhânallah diyecek kadar durmakvaciptir. Bu itibarla tadîl-i erkânın asgari ölçüsü,sübhânallah diyecek kadar sükûnet içinde uzuvların hareketsizkalmasıdır. Bu miktar, zaman bakımından birkaçsaniye demektir.Namazda özellikle rükûdan dorulunca <strong>ve</strong> iki secdearasında bir müddet hareketsiz durmaya itina gösterilmelidir.Bunun süresi, en azından bir defa sübhanallah diyecekkadar olmalıdır. Çünkü bu iki rükün çok defa aceleyegetirilmekte <strong>ve</strong> tadîle riayet edilmeden hızlıca geçitirilmektedir.Dolayısıyla namaz noksan ya da kusurlu edaedilmektedir.Özellikle günümüzde tadîl-i erkânda ihmal söz konusuolduundan çok dikkat etmek gerekmektedir. Zira kimilerininnamaza durmasıyla birlikte hemen rükûa varması,daha tam dorulmadan secdeye kapanması, iki secde arasıoturmayı tam yapmadan secdeye gitmesi bir olmaktadır.Oysa kıyam, kıraat, rükû, secde, oturu <strong>ve</strong> bunların arasındakirükünlerde tadîl-i erkâna riayet etmek arttır. Aksitakdirde usul <strong>ve</strong> adabına uygun namaz kılınmı olmaz.Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.), horozun yemi hızlıhızlı gagalaması gibi namaz kılmaktan men etmitir. (Müsned,2/265) Ayrıca O (s.a.s.) u uyarılarda bulunmutur:“Rükû <strong>ve</strong> secdeleri tamamlayın!” (Buharî, Eymân 3) “Rükû<strong>ve</strong> secdelerinizi güzel yapın!” (Müsned, 2/234) “Sizden birinizrükû <strong>ve</strong> secdelerden kalkarken belini tam olarak dorultmadıkçanamazı yeterli olmaz.” (Ebû Dâvud, Salât 143)Bu itibarla kılınan namazların boa gitmemesi için rükünlerintadîl (itidal) <strong>ve</strong> sükûnet üzere yapılması icap eder.M. Fethullah Gülen Hocaefendi, vaaz <strong>ve</strong> sohbetlerindesözü sık sık namaza getirerek usûl <strong>ve</strong> erkânına uygunikâme edilmesi üzerinde hassasiyetle durur. Bir sohbetinde;dört rekâtlık namazın en azından 4 dakikada kılınmasıgerektiini, zira daha hızlı kılındıı takdirde tadîl-i erkânınihlal edilmesi endiesi bulunduunu belirtir. Öte yandanacele ile kılınan namazla bir yere varılamayacaını, “huû<strong>ve</strong> hudû”un ise “namazın iç tadîl-i erkânından olduunu”kaydeder <strong>ve</strong> unları söyler: “nsanın, Rabbiyle münasebetindeasıl olan mânâdır, özdür, ruhtur. Fakat onları taıyanda lâfızlardır, ekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı mutlakao lâfızlara <strong>ve</strong> kalıplara dikkat edilmelidir… Biz bir insanınsadece namazına bakarak onun namazda huû arayan biriolup olmadıını belirleyemeyiz. Bu, insanın vicdanı ile Al-10


lah arasındadır. Dolayısıyla biz kendimizi hüsnüzan etmeyezorlarız. Ama bazı kimseler namazlarında, oruçlarındaöyle dikkatsizdirler <strong>ve</strong> iffetleri mevzuunda çarıda pazardaöyle sulu hareket ederler ki; insan ne kadar hüsnüzan ederseetsin, ahit olduu hareket hakkında olumlu düünceyislâmî çerçe<strong>ve</strong>de bir yere koyamaz. Mesela, birisi hementekbir alır <strong>ve</strong> sen daha Fâtiha’nın yarısına gelmeden rükûavarır. Burada kendini ne kadar zorlarsan zorla ona namazkıldı diyemezsin. Mesela, rükûda hakkını <strong>ve</strong>re <strong>ve</strong>re, kelimelerigüzelce telaffuz ederek -bazı fukahaya göre- bir kere“Sübhâne rabbiye’l-azîm” demek arttır. Çok hızlı söyleniyorsamânâsı yoktur onun. Bazı fukahaya göre ise, onu enaz üç defa söylemek gerekir. Onun için, rükûda <strong>ve</strong> secdedeen az üç defa, yava yava, kelimeleri tam telaffuz ederekbu tesbihi söylemeliyiz. Daha az söylüyorsak, bakalarınıhakkımızda müspet düünme hususunda zorlamı oluruz.Böylece bazı kalıplar, bizim onunla edâ etmeye çalıtıımızmânâ, muhteva <strong>ve</strong> mazmunu taıyıcı olmaz. Dolayısıyla,hakkımızda hüsnüzan edenler, <strong>ve</strong>hme <strong>ve</strong> kuruntuya hüsnüzanetmi olur. Çok kimselerin hızlı hızlı okuduu Fâtiha,Kur’ân deildir. Çünkü, Kur’ân öyle inmemitir. Böylealelacele okunan Fâtiha ile kılınan namaz, namaz deildir.Bir nefeste, o nefes bitmeden sûreyi sona erdirme telaıyla,soluun tıkandıı yerde hızlıca <strong>ve</strong> can havliyle alınan aranefeslerle okunan Kur’ân’la kıraat farzı yerine gelmi olmaz.Lâfızlar mânâların kalıbıdır; ama kalıbın mânâya uygun olmasılâzımdır.” (Fethullah Gülen, Kırık Testi, s. 57–58)Namazda Ciddiyet <strong>ve</strong> Peygamber Efendimiz’inNamazıNamaz vakitlerinin gözetilmesi, huû içinde, kâmilmânâda ikâme edilmesi hususunda birçok ayet-i kerimevardır. Bu ayetlerde gerek Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.),gerek dier peygamberlere, gerekse mü’minlere hitabennamazların hakkıyla ikâme edilmesi, huû içinde kılınmasıemredilmektedir.Bu husustaki birkaç ayet-i kerime öyledir:“Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın vakitlerindenamazı dosdoru kıl. üphesiz güzel iler (hasenât),kötülükleri (günahları) silip giderir.” (Hûd sûresi, 114) “Namazıhakkıyla eda edin, zekâtı <strong>ve</strong>rin. Dünyada hayır olarakne yapıp gönderirseniz mutlaka onun mükâfatını ahiretteAllah katında bulursunuz. Zira Allah ilediiniz her eyigörmektedir.” (Bakara sûresi, 110) “Muhakkak ki mü’minlerfelaha erdiler; onlar namazlarında huû (tam bir saygı <strong>ve</strong>tevazu) içindedirler.” (Mu’minûn sûresi, 1–2). “Allah’ın kitabınıokuyup ona uyanlar, namazı hakkıyla ifa edenler <strong>ve</strong> kendilerinenasip ettiimiz imkânlardan gizli <strong>ve</strong> aikâr olarak hayıryolunda harcayanlar, ziyan ihtimali olmayan bir ticaretumarlar.” (Fâtır sûresi, 29)Allah’ın bütün emir <strong>ve</strong> yasaklarına karı fevkaladehassasiyet gösteren Peygamber Efendimiz (s.a.s.) namazıdosdoru kılma hususunda da fevkalade temkinli idi. Kıyamındankıraatine, rükûundan secdesine, iki secde arasıoturuundan teehhüdüne kadar bütün rükünlerde namazıitidal <strong>ve</strong> sükûnetle ikâme ederdi. Bunun yanı sıra Efendimiz(s.a.s.), “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, sizde namazı öylece kılın!” (Buharî, Ezan 18) buyurmak suretiyleashabına -dolayısıyla ümmetine- namazı nasıl edaetmeleri gerektiini bizzat öreten rehberdi.Ashab-ı Kiram’ın dilinden Peygamber Efendimiz’innamazı öyle anlatılmaktadır:“Resûlullah (s.a.s.) kıyamda aırlıını iki ayaınınüzerine <strong>ve</strong>rip dimdik dururdu. Rükûda baını ne yukarıyadiker ne de aaıya büker, ikisi arasında tutardı. Rükûdankalktıı vakit iyice dorulmadan secdeye gitmezdi. Baınısecdeden kaldırdıı zaman iyice dorulup oturmadıkçaikinci secdeyi yapmazdı.” (Buharî, Ezan 122) “Resûlullah(s.a.s.) namaz kılarken rükû <strong>ve</strong> secdelerinde üçer kere“sübhânallâhi <strong>ve</strong> bi-hamdihi” diyecek kadar dururdu.”(Ebû Dâvud, Salât 154). “Resûlullah (s.a.s.) namazda “semiallahuli-men hamideh” deyip baını rükûdan kaldırıncasanki secde etmeyi unuttu diyeceimiz kadar ayakta uzunsüre beklerdi. Sonra secdeye giderdi. Baını secdeden kaldırıncaikinci secdeyi unuttu diyeceimiz kadar iki secdearasındaki oturuu uzun yapardı.” (Buharî, Ezan 127;Müslim, Salât <strong>19</strong>6) “Resûlullah (s.a.s.)’ın kıyamı, rükûu,rükûdan sonraki ayakta bekleyii, secdesi, iki secde arasındakioturuu <strong>ve</strong> teehhüddeki oturuu neredeyse birbirinedenk uzunlukta idi.” (Müslim, Salât <strong>19</strong>3) “Resûlullah(s.a.s.) sabah namazında altmıtan yüz ayete kadar okurdu.”(Müslim, Salât 172) “Resûlullah (s.a.s.) öle namazınınilk rekâtında otuz ayet, ikinci rekâtında onbe ayet miktarındakıraatte bulunurdu. kindi namazının ilk rekâtındaonbe ayet, ikinci rekâtında ise bunun yarısı kadar kıraatokurdu.” (Müslim, Salât 157) “Öle namazı baladıı sıradabizden bir kimse Bakî’ mevkiine giderdi (ki burası halenmescidin yakınında kabristan olarak mevcuttur) <strong>ve</strong> oradaabdestini tazeleyip mescide dönerdi de namazdaki ilkrekâtın uzunluu sebebiyle Resûlullah (s.a.s.)’ın birincirekâtına yetiirdi.” (Müslim, Salât 161)Tadîl-i Erkânı hlal Ederek Acele NamazKılmanın MahzurlarıNamazın acele kılınması, kıyam, kıraat, rükû, kavme,secde <strong>ve</strong> celse gibi rükünlerin noksan yapılmasına, dierbir ifadeyle tadîl-i erkânın ihlâl edilmesine sebep olmaktadır.Böyle bir namaz, usûlüne uygun kılınmadıı içintadîl-i erkân üzere tekrar ikame edilmesi icap eder.11


Allah’ın emrini yerine getirme <strong>ve</strong> O’nun honutlu-unu kazanma gayesiyle kılınan namaz, usûl <strong>ve</strong> erkânınariayet edilmedii takdirde neticesiz <strong>ve</strong> bo bir fiile dönüür.Üstelik sahibinin üzerinde borç olarak kalır. Nitekimbir hadis-i erifte bu hususa öyle iaret edilmektedir:“Huû içinde kılınmayan, rükû <strong>ve</strong> secdeleri tamolarak yerine getirilmeyen namaz (ahirette) simsiyah zifiribir karanlık halinde ortaya çıkacak <strong>ve</strong> sahibine ‘Seninbeni zayi ettiin gibi Allah da seni zayi etsin!’ diyecektir.Allah'ın diledii zaman gelince böyle kılınan namazlar,eskimi elbise (paçavra) gibi dürülüp sahibinin suratınaçarpılacaktır.” (Taberanî, el-Mu’cemu’l-evsat, VII, 183). Acele<strong>ve</strong> hızlı bir ekilde kılınan namaz, ancak eytanı sevindirir.“Teennî (temkin <strong>ve</strong> sükûnetle hareket etmek)Rahman’dan; acele ise eytandandır.” (Tirmizî, Birr 66)hadisi, bu gerçei ifade eder. Zira eytan, secde etmektenimtina ettii gibi, insanların da secdeden <strong>ve</strong> namazdanuzak kalmalarını ister. Hatta bütün gücüyle namazlıniyazlıinsanlarla uraarak ibadetten alıkoymaya çalıır.ayet buna gücü yetmezse bu defa namazdaki huû, huzur,usûl <strong>ve</strong> erkânı ihlal etmeye çalıır. Efendimiz (s.a.s.)bir hadislerinde bu hususu öyle haber <strong>ve</strong>rir: “eytan,ezan <strong>ve</strong> kamet okunurken bunları duymayacaı uzakyere doru yellenerek kaçar. Sonra geri döner <strong>ve</strong> namazkılan kii ile kalbi arasına girer. Ona ‘unu hatırla, bunudüün’ diye aklında daha önce hiç olmayan eylerle <strong>ve</strong>s<strong>ve</strong>se<strong>ve</strong>rir. Öyle ki buna kapılan kii, kaç rekât kıldıını(<strong>ve</strong> ne okuduunu) bilemeyecek hale gelir.” (Buharî, Sehv6; Müslim, Salât <strong>19</strong>) Alelacele kılınan namazda rükünlernoksan olmaktadır. Hatta bundan daha vahimi, namazdançalma, yani namaz hırsızlıı vuku bulmaktadır. ZiraResûlullah (s.a.s.) “Hırsızlıın en kötüsü, namazını çalmaktır.”buyurmu; sahabiler “Ey Allah’ın Resulü, kiinamazını nasıl çalar?” diye sorduklarında ise “Rükûsunu<strong>ve</strong> secdelerini tamamlamaz.” cevabını <strong>ve</strong>rmitir (Muvatta’,Kasru’s-salât 72). Bir baka hadislerinde öyle buyurur:“Kii vardır, namazını kılar bitirir de kendisine namazınsevabının ancak onda biri yazılır. Kii vardır, dokuzdabiri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, bete biri, dörttebiri, üçte biri yahut yarısı yazılır.” (Ebû Dâvud, Salât124) Esasen tadîl-i erkâna riayet edilerek kılınan namazile riayet edilmeden kılınan namaz arasında -çok fazladeil- sadece birkaç dakikalık zaman farkı vardır. O haldeyapılan ibadetin makbul olması için her bir namazabirkaç dakika daha fazla zaman ayrılmalıdır. Rükünlerinhakkı <strong>ve</strong>rilerek itidâl <strong>ve</strong> sükûnet üzere ifa edilmelidir.Namazı tina ile KılmakNamazdaki kıyam <strong>ve</strong> kıraat mümkün mertebe dahauzun olmalıdır. Vakit <strong>ve</strong> imkân varsa kıraati uzatarak dahafazla Kur’ân ayetleri okunmalıdır. Uzun sûreleri bilmedi-i için kıyamı <strong>ve</strong> kıraati kısa tutmak zorunda kaldıındanyakınan kimseler, her bir rekâtta bildii kısa sûrelerdenbirkaçını birden okuyabilirler. Zira namazda ne kadar çokKur’ân okunursa sevabı <strong>ve</strong> fazileti o nisbette çok olur.Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e ‘Hangi namazdaha faziletlidir?’ diye sorulduunda “Kıyamı uzun olannamazdır.” buyurmutur (Müsned, III/312).Kıraat, acele edilmeden sükûnet içinde tila<strong>ve</strong>t edilmelidir.Harfleri <strong>ve</strong> kelimeleri birbirine karıtırmadan sankibir bakasına arz ediyor gibi tane tane okunmalıdır. Ayetleriokurken icmali tefekkür etmek, namazdaki huûyu artırır.Kii, namazında sadece önüne, secde mahalline bakmalıdır.Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.), namazda saasola göz gezdirmeyi eytanın o kimsenin namazındanbir eyler kapıp kaçırması olarak nitelendirmitir. (Buharî,Ezân 93) Öte yandan cemaate namaz kıldıran kimselerinde tadîl-i erkâna daha fazla ihtimam göstermeleri gerekmektedir.Zira imam, hem kendi namazından hem decemaatin namazından sorumludur. Sorumluluk bilinciyleimamlık vazifesi hakkıyla eda edilmelidir.Hâsılı; namaz, insanın en ciddi ii <strong>ve</strong> meguliyeti olmalıdır.Dünyevi ilerin çokluundan <strong>ve</strong>ya hizmet içinkouturmanın younluundan dolayı namazı aceleylekılıp geçitirmek kesinlikle doru deildir. Bilakis bütündünyevi <strong>ve</strong> uhrevi iler namaza göre ayarlanmalıdır.Zira “Namaz dinin direidir.” (Tirmizî, man 8); “slam’ınbe artından biridir.” (Buharî, man 1); “Günün belirlivakitlerinde mü’minlere farz kılınmıtır.” (Nisâ sûresi,103). Kıyamet günü kulun sorguya çekilecei ilk amelinamazdır. Nitekim hadis-i erifte bu husus öyle ifadeedilir: “Kıyamet gününde insanların ilk sorguya çekilecekleriamelleri namazdır. Allah (c.c.) kulun namazlarınıtam mı yoksa noksan mı kıldıına bakılmasını emreder.Eer namazları tam ise sevabı tam olarak yazılır. Eer(farz) namazlarında eksiklik varsa nafile olarak kıldıınamazlarına bakılmasını emreder. ayet nafile namazlarıvarsa, bunlarla farz namazların tamamlanmasını emreder.Sonra kul dier amellerinden hesaba çekilir. (Tirmizî,Salât 306).O halde insan, bütün benliini namaza <strong>ve</strong>rmelidir. Dinindirei, ibadetlerin pîri olan namazı bütün rükünlerineitina göstererek ciddiyet, samimiyet <strong>ve</strong> itidal üzere vaktindeeda etmelidir.* Harran Üniv. lahiyat Fak. Ört. Üyesikpaksoy@yeniumit.com.tr12


YENi ÜMiTYrd. Doç. Dr. Cüneyt EREN *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>nsanlık, gerçek medeniyeti Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi<strong>ve</strong>sellem) sayesinde tanıdı <strong>ve</strong> benimsedi. O’ndan sonra bu istikamettegösterilen her gayret, O’nun getirdii esasları taklit <strong>ve</strong>ta’dilden öteye gitmemitir. Bu itibarla da, O’na, hakikî medeniyetinkurucusu demek daha uygun olacaktır.EFENDMZ’ (s.a.s.)SEVMEKBu konunun seçiminde, son günlerde dozunu ciddi boyutlara varacak derecede artıranKâinatın Efendisi'ni (s.a.s.) sıradan bir insanmı gibi görmeye <strong>ve</strong> göstermeyeçalıan, bazen de saygı sınırlarını aan tavır <strong>ve</strong> yaklaımlar etkili olmutur diyebilirim.Saygı, sevgi ile iç içe kavramlardır. Sevgi beraberinde saygıyı istilzam eder. Bu hakikatiikrar mahiyetinde Cenab-ı Hak: “De ki: Allah'ı seviyorsanız, Bana (Yani Efendimiz'e (s.a.s.)uyun ki Allah da sizi sevsin <strong>ve</strong> günahlarınızı baılasın.” (Âl-i mran sûresi, 31) buyurur. Çokacı <strong>ve</strong> acıklıdır ki bu anlayı genellikle O’nun (s.a.s.) getirmi olduu deerler manzumesinintemsilcileri konumundaki bazı kimseler tarafından dillendirilmektedir. Ve yine ne hazindir kibu çevreler O’nu (s.a.s.) sıradan beer görme <strong>ve</strong> gösterilmesini adeta vazife edinmektedirler.Oysa O’nu (s.a.s.) en yakından tanıma <strong>ve</strong> takip etme bahtiyarlıına ermi olan kimselerinEfendimiz’in (s.a.s.) ahsiyet <strong>ve</strong> makamı hakkında bizlere naklettikleri tablo çok farklıdır.13


Bu konuda o mübarek kutluların inanç <strong>ve</strong> anlayılarınınbilinmesi hayati önemi haizdir. Bu noktadan hareketlekonuyu dinimizin en temel iki kaynaı Kitap, Sünnet <strong>ve</strong>ardından sahabe-i kiram hazretlerinin anlayıları perspektifiyleele almaya çalıacaız.Sevgi Nedir Nasıl Olmalıdır?Sevmek sevilene karı kalben alaka duyup muhabbetgöstermek, aklen, fikren onunla olmak, sevilen için yaamaktır.Onunla beraber olma arzusu içinde kıvranmak,onunla beraber olmak, ona benzemek, onun holandıklarındanholanıp, sevmediklerinden kaçınmak, onun hal,ahval, tavır <strong>ve</strong> diline benzemektir.Rivayet edilir ki: birbirlerine kırılan iki arkadatan biriuzun bir aradan sonra dierinin kapısını çalar. ‘Kim o?’diye seslenir içerdeki. ‘Benim’ der kapıyı çalan. ‘Buradaikimize birlikte yer yok’ diye cevap <strong>ve</strong>rir öbürü. Aradanuzunca bir zaman geçer. <strong>Yeni</strong> bir umutla tekrar çalar sevdiiarkadaının kapısını. ‘Kim o?’ diye sorar yine içerdeki.‘Sen’im!’ der bu sefer. Ve kapı sonuna kadar aralanır. Hz.Mevlana da: ‘Birisinin kalbinde taht kurmak, sevgisini kazanmakistiyorsanız, öylesine sevmelisiniz ki, benliinizibırakıp adeta ‘o’ olmalısınız’ diye anlatır hakiki muhabbeti.te sevmek ‘o’ olmaktır. Kalbi sadece ‘o’na hasretmektir.E<strong>ve</strong>t Efendimiz’i (s.a.s.) çok sevmeliyiz. Sevgimizi deO’nda fâni olarak izhar etmeliyiz. Bu mevzuda zikredeceimizo kadar kriter vardır ki, alt alta sıralanacak olsaherhalde bir makale sınırını çoktan aacaktır.O’nu Sevmemizi Allah Talep Etmitir.Cenab-ı Hak bizatihi bu mevzuda ‘Mü’minlerin,Peygamber'i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir.’(Ahzâb sûresi, 6) buyurmaktadır. Ayette geçen emir de mutlakitaati gerektirir.Efendimiz (s.a.s.) de konuyla ilgili olarak ayrıca öylebuyurur: ‘Sizden biriniz, beni anasından babasından, evlatlarından<strong>ve</strong> bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe,tam anlamıyla iman etmi olmaz.’ (Buharî, iman 8; Müslim,iman 70)Sevmek sevilenin arzusunu yerine getirmeyi gerektirir.Sevilen/sevilecek olan Rabbimiz ise bu gerçek daha daönem arz edecektir. Yani O’nu (c.c) sevmemiz yine O’nun(c.c) emirlerini yerine getirmemizle gerçekleecektir. Ancakburada dikkat edilmesi gereken husus u ki, RabbimizÂl-i mran sûresi, 31. ayette: ‘De ki: Allah'ı seviyorsanız,bana uyun ki Allah da sizi sevsin <strong>ve</strong> günahlarınızı baılasın.Allah, çok baılayıcı <strong>ve</strong> merhametlidir.’ buyurmaktadır.Yani kendisini sevmemizin artını Efendimiz’e ittibaile mukarin kılmaktadır. Zira netice olarak Efendimiz’eittiba yine Rabbimize ittiba demektir.‘O halde Allah’ı se<strong>ve</strong>nler bu emr-i ilahiyi tebli eyleyenResulullah’a muhalefet etmemek <strong>ve</strong> onun talimatı tebligatınatâbi olmak <strong>ve</strong> onu numune-i imtisal addeylemek lâzımgelir. Bu itaat dorudan doruya Allah'a itaattir. Çünkü Hz.Muhammed'in ahsı <strong>ve</strong> bedenî varlıı bakımından deil,O'nun peygamberlik görevi bakımındandır <strong>ve</strong> Allah adına<strong>ve</strong>kâlet yoluyla olan bir itaattir. Yani, bana uyunuz, demek,"Allah'a <strong>ve</strong> Resûle uyunuz!" demektir. (Bkz.: Yazır, ElmalılıHamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, stanbul, <strong>19</strong>36, 2/1076-1077 )Efendimiz (s.a.s.) Kendisinin Sevilmesini BizzatTalep EtmitirEfendimiz (s.a.s.)’i sevmek O’nun getirmi olduuKur’ân’ı sevmek, deerler manzumesini sevmek demektir.Bu noktadan hareket edilecek olursa Efendimiz (s.a.s.)kendi beerî zâtından ziyade temsil ettii risalet vazifesiylebütünlemi olan mübarek ahsiyetinin sevilmesi gerekti-ini vurgulamak istemitir.Yukarıda da zikrettiimiz gibi Hz. Ömer (r.a): ‘YâResûlallah! Sen'i canım dıındaki her eyden çok seviyorum!..’der. Efendimiz (s.a.s.) Hz. Ömer (r.a)’ın elini tutar<strong>ve</strong>: ‘Beni canından çok sevmedikçe olmaz, Yâ Ömer!’buyurur. O da hemen: ‘Canımdan da çok seviyorum YâResûlallah!’ der. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.): ‘imdioldu.’ buyurur.Efendimiz (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicret etmiMuhacirlere kucak açan Ensarı sevmenin iman alameti olduunuifade eder. ‘Ensârı sevmek, iman alâmetidir. Münafıklıınalâmeti ise, Ensâra kin <strong>ve</strong> dümanlık duymaktır.’(Buharî, Menâkıbu'l-Ensâr, 4) Buradan Efendimiz (s.a.s.)’isevmenin ev<strong>ve</strong>liyatla imanın gerei olduunu istinbatedebiliriz.nsan Olmak Efendimiz’i (s.a.s.) SevmemiziGerektirirHer eyden önce kâinatta yaratılmı bir varlık olmakEfendimiz (s.a.s.)’e borçlu olmayı gerekli kılar. Zira kâinat,O (s.a.s.)’nun yüzü hürmetine halk edilmitir. O (s.a.s.)olmasaydı kâinat olmayacak, insanlık varlık alemine terifetmeyecek, mahz-ı er olan yoklukta kalacaktı.14


Ayrıca onun dünyaya terif etmesi ile kâinatta var olancanlı-cansız her mahluk nasibini almıtır. Öncelikle vahyemuhatap olan ins <strong>ve</strong> cin O’nun ebediyetlere da<strong>ve</strong>ti iledünya <strong>ve</strong> ahiret saadetine nail olmulardır. Zira Efendimiz(s.a.s.) âlemlere rahmet olarak gönderilmitir. AllahuTeâla öyle buyuruyor: ‘Dorusu bu Kur'ân'da, kullukeden kimselere bildiri vardır. Biz seni ancak âlemlererahmet olarak gönderdik.’ (Enbiya sûresi, 106-107). Dieraçıdan Efendimiz (s.a.s.) getirmi olduu deerler manzumesiile bizlere insanlıımızı öretmitir. Tebessümündahi ibadet olduunu biz O (s.a.s.)’nun hedy <strong>ve</strong> siretindenörenmi bulunuyoruz.man Nimeti Efendimiz (s.a.s.)’i SevmemiziGerektirir.man, iki cihan saadetinin olmazsa olmaz anahtarıdır.Allahu Teâla Hucurat sûresi, 7. ayette öyle buyuruyor:‘Ama Allah size imanı sevdirdi <strong>ve</strong> onu kalblerinizde güzelletirdi.’Bu durumda kalblerimizde sevdirilen iman ilebu imanın en güzel temsilcisi Efendimiz (s.a.s.) tabiatıylasevilecektir. Dier bir tabirle O (s.a.s.)’nu sevmek fıtratımızaderc edilen iman sevgisi gereidir.Bir hadislerinde Efendimiz Hz. Ali (r.a)’ye: "Allâh'ayemin ederim ki Cenâb-ı Hakk'ın senin vâsıtanla bir tekkiiyi hidâyete kavuturması, (en kıymetli dünya nimetisayılan) kırmızı de<strong>ve</strong>lere sâhip olmandan daha hayırlıdır.”(Buhârî, Ashâbu'n-Nebî 9). buyurur. O halde Efendimiz(s.a.s.)’i bizlere iman nimetiyle tanımamıza <strong>ve</strong>sile olduuiçin en azından minnet borcumuz gerei sevmeliyiz.‘te, O Zât'ın telkin ettii iman nazarıyla kâinata bakılmadııtakdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı birekilde görünecekti. Fakat o mürid-i kâmilin gözüyle <strong>ve</strong>iman gözlüüyle bakılırsa; her taraf nurlu, ziyadar, canlı,hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı didar edecektir.’(Bediüzzaman, Mesnevi, s. 22)Efendimiz (s.a.s.) Kemale Ermenin VesilesidirEfendimiz (s.a.s.) getirmi olduu deerler manzumesiile en eref varlık olarak yaratılmı olan insanınbünyesinde var olan tılsımı idrak etmesi <strong>ve</strong> neticesindeevc-i kemâlini bulmasına <strong>ve</strong>siledir. ‘Kâinatın kemalâtınıkefeden canlı bir günetir. Saadet-i ebediyeyi ihbar <strong>ve</strong>tebir ediyor. Nihayetsiz rahmeti kefetmi, ilân ediyor.Saltanat-ı rubûbiyetin mehasininin dellâlı <strong>ve</strong> esma-i lahiyeningizli definelerinin keafıdır.’ (Bediüzzaman, Mesnevi,s. 22)O öyle bir ııktır ki O’nunla zulümât daılmı, O’nunrehberlii ile medeniyetler meydana gelmitir. ‘Öyle ise,O’ndan sonra gelen asırların o Zâttan aldıkları feyizleredikkat etmek üzere geri dönelim. Bak arkada! Bütün buasırlar, o Asr-ı Saadet'in güneinden Ebu Hanife, afiî, EbuYezid, Cüneyd-i Badadî, Abdülkadir-i Geylanî, mamGazalî, Muhyiddin-i Arabî, Ebu Hasen-i azelî, ah-ıNakibend, mam Rabbanî (Radıyallahü anhüm ecmaîn)gibi binlerle nuranî ziyadar yıldızlar ayrılıp, âlem-i beeritenvir etmilerdir.’ (Bediüzzaman, Mesnevi, s. 26)En Hayırlı Olan Sevilir, SevilmelidirEfendimiz’in isminin ‘övülen’, ‘çokça övülen’ anlamınagelen Muhammed olması dikkat çekicidir. Yeryüzündeövülmü olmasından dolayı ‘Muhammed’ ismiyle, göklerdeyeryüzünden daha fazla övülmesinden dolayı da ‘Ahmed’ismiyle adlandırılmıtır. bn Abbâs (r.a.)’den öylerivâyet ediliyor: "Peygamber (s.a.s.)’in ashabından bazıkiiler, kendisini beklemek üzere oturmulardı. Resûlullah(s.a.s.) çıktı onlara yaklaınca onların konutuklarını duydu.Bazıları öyle diyordu: 'aılacak ey dorusu Allahyaratıklarından birini dost edinmi, brahim'i dost edinmi'dier bir kısmı ise 'Musa’nın Allah’la konuması dahahayret <strong>ve</strong>rici bir eydir. Allah onunla apaçık konumutur.'Dier bir kısmı ise 'sa Allah’ın kelimesi <strong>ve</strong> ruhudur.' Di-er bir kısmı da 'Adem, babasız ekilde yaratılmı, seçkininsandır.' dediler.” Resûlullah (s.a.s.) onların yanına geldiselam <strong>ve</strong>rip öyle buyurdu: "Konumalarınızı <strong>ve</strong> hayretettiiniz eyleri dinledim. brahim, Allah’ın dostudur <strong>ve</strong>bu bir gerçektir. Musa da Allah’ın konutuu seçkin birkimsedir, bu da dorudur. sa da Allah’ın ruhu <strong>ve</strong> kelimesidir.Bu da bir gerçektir. Âdem’i Allah seçmitir. Bu da birgerçektir. Dikkat ediniz Allah’ın sevgilisi benim, övünmeyok. Kıyamet günü hamd sancaını taıyacak olan benim,övünmek yok… Kıyamet gününde ilk efaat edecek olanbenim efaati kabul edilecek olan da benim. Fakat övünmeyok… Cennetin kapılarının halkalarını ilk hareket ettirecekolan benim. Allah bana Cennet kapısını açacak beraberimdeolan mü’minleri <strong>ve</strong> fakirleri Cennete sokacaktır, fakatövünme yok… Ben geçmilerin <strong>ve</strong> geçeceklerin en de-erlisiyim, fakat bunları övünmek için söylemiyorum...”(Dârimî, Mukaddime 27)Efendimiz (s.a.s.) peygamberlerin de en hayırlısıdır.Übey b. Ka’b (r.a.)’den rivâyete göre, Resûlullah (s.a.s.)öyle buyurdu: ‘Peygamberler içinde benim örneim birev ina edip, onu en iyi ekilde yapıp bir tula yeri eksik15


ırakan kimsenin durumu gibidir. nsanlar bu binanınçevresinde dolaırlar <strong>ve</strong> ona hayran olurlar <strong>ve</strong> o tulanınyeri de yapılmı olsaydı derler. te Peygamberleriçinde benim yerim o (altın) tulanın yeri gibidir.’(Tirmizî, Edeb 77)En Büyük Terbiyeci SevilirEfendimiz (s.a.s.) Cahiliye dönemi âdet <strong>ve</strong> alıkanlıklarıile insanlık onurunu ayaklar altına almı bir hayat içindekibir toplumdan yeryüzünün gelmi geçmi en hayırlıinsanlarının çıkmasına <strong>ve</strong>sile olmu üstâd-ı ekberdir.‘Arkada! O Zâtı harekete getirip o inkılabları kendisineyaptıran ancak bir kuv<strong>ve</strong>-i kudsiyedir. E<strong>ve</strong>t bilhassaCeziretü’l-Arab'da yaptıı inkılab <strong>ve</strong> icraata bak!.. O sahralarda,o çöllerde, âdetlerini muhafazada çok mutaassıb <strong>ve</strong>asabiyetlerinde fevkalâde inatçı <strong>ve</strong> kasa<strong>ve</strong>t-i kalb <strong>ve</strong> merhametsizlikteemsalsiz <strong>ve</strong> hattâ diri diri kızlarını topraa gömüpöldürürlerken müteessir bile olmayan pek çok vahikavimler oturmakta idiler. O zât-ı nuranî kısa bir zamandao kavimlerin ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak ahlâk-ı haseneile tebdil ettirdi. Hattâ o zât-ı müridin (s.a.s.) telkin ettiiiman nuru sayesinde, o vahi insanlar, insan âleminde insanlaramuallim oldular. Ve medeniyet dünyasında, medenîlereüstad oldular.’ (Bediüzzaman, Mesnevi, s. 23)‘Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, bir eyi tiryakisindenref' etmek pek zahmettir. Hattâ büyük bir hâkim,büyük bir azim ile küçük bir kavimde itiyat edilen bir hasletikaldırmakta büyük mükilâta rast gelir. Hâlbuki buZât-ı nuranî, pek çok âdetleri, pek çok asabî, inatçı kavimlerden,cüz'î bir kuv<strong>ve</strong>tle, kısa bir zamanda kaldırarak,yerlerini yüksek, nezih ahlâk <strong>ve</strong> âdetler ile doldurmutur.E<strong>ve</strong>t Hazreti Ömer bnül Hattab (r.a)’ın slâmiyettenev<strong>ve</strong>l <strong>ve</strong> sonraki halleri bu mes'eleye güzel bir misaldir.Bunun gibi icraat-ı esasiyesinden binlerce hârikalar vardır.O Zâtın o zamandaki icraatına hârika diyoruz. Acaba buzamanın yüzlerce feylesofları, o zamanda o vahet-âbâdcezireye gidip, pek uzun zamanlarda o vahileri ıslah içinçalısalar, o Zât-ı müridin bir senede muvaffak olduukadar, onlar elli senede muvaffak olabilirler mi? Hââ!’(Bediüzzaman, Mesnevi, s. 23)Sahabe-i Kiram’ın Efendimiz (s.a.s.)’e Muhabbet<strong>ve</strong> SadakatiYukarıda da belirttiimiz üzere Efendimiz (s.a.s.)’i enyakından tanımı olan, her hareketini takip <strong>ve</strong> tespit edensahabe-i kiramın bu mevzudaki yaklaımları bizim için enönemli hüccet olmalıdır. Efendimiz (s.a.s.)’e ‘Canımız sanafeda olsun Ya Resûlallah’ ‘Anam babam sana feda olsun yaResûlallah’ ‘Dahîlek ya Resûlallah’ gibi ifadeleri bu mevzudakihassasiyetlerine en güzel örnek olsa gerekir.Sahabe-i kiram (radıyallahu anhül) bizlere de bumevzuda rehber olmulardır. O konuunca rüzgar bilesusuyordu. Bedir’de ‘Ey Ashab Hazır mısınız?’ diyenEfendimiz(s.a.s.)’e Sa’d b. Muaz ayakta söyle cevap <strong>ve</strong>riyor:‘Ya Resulallah seni hak dinle gönderen Allah’a hamdolsun ki, sen bize denizi gösterip dalarsan biz de seninlebirlikte dalarız, Allah’ın bereketiyle yürüt bizi.’Hz. Ömer b. Hattâb (r.a.) öyle der: “Ebû Bekir, efendimiz<strong>ve</strong> bizim en hayırlımızdır. Resûlullah (s.a.s.)’e de ensevgili olanımızdır.” (Buhârî, Menakıb 17)Sahabe-i kirâm Hazretleri Efendimiz (s.a.s.)’i o kadarsevip sayıyordu ki O (s.a.s.)’nu her davranılarında örnekalmaya çalııyorlardı. Örnein O (s.a.s.)’nun hayatın hersafhası ile ilgili tavsiye <strong>ve</strong> deerlendirmelerine akıl sır erdiremeyenbir mürik: ‘Görüyorum ki dostunuz (Muhammed)size her eyi, ama her eyi hatta helâya nasıl oturacaınızıbile öretiyor’ der. Selman-ı Farisi (r.a.) bütün vakar <strong>ve</strong> ciddiyetiylecevaben: ‘E<strong>ve</strong>t, bize her eyi O öretiyor’ der <strong>ve</strong>tuvalet adâbıyla Efendimiz (s.a.s.)’den iittii tavsiyeleriniteker teker sıralar. ‘Peygamber böyle eylerle megul müolurmu demeye getiren devrin çada kafa yapısına gerçeibütün safiyet <strong>ve</strong> açıklıı ile haykırıyordu: ‘E<strong>ve</strong>t, bize her eyiO öretiyor’. (lgili örnekler için bkz. Çakan smail Lütfi,Sünnetin Bütünlüü, (Hz. Peygamber <strong>ve</strong> Aile hayatı Tartımalılmi Toplantılar Dizisi) s. 127, stanbul, 2006.)Beni Mustalık kabilesinden esirler alınmıtı. Efendimiz(s.a.s.)’in, azılı dümanı bu kabilenin reisi Haris’in kızıHz. Cü<strong>ve</strong>yriye ile onun öncülüünde kabileleri slam’aısındırmayı hedefleyerek evlenmesinin ardından Ensar <strong>ve</strong>Muhacirler Efendimiz (s.a.s.)’e olan saygı <strong>ve</strong> sevgileri neticesindeO (s.a.s.)’nunla akrabalık baı bulunan bir kabilenininsanlarının esir edilemeyecei düüncesiyle alınanbütün esirleri salı<strong>ve</strong>rmilerdir.Ebû Eyyûb el-Ensâri (r.a) anlatıyor: "Resulullah kendisinebir yiyecek sunulduu zaman yiyecei kadar yer, artanıbana gönderirdi. Bir gün, içinde sarımsak bulunan birkap yemei hiç el sürmeden bana iade etti. Bunun üzerinekendilerine gittim <strong>ve</strong> ‘Sarımsak yemek haram mı?’ dedim.16


O (s.a.s.): ‘Hayır, haram deildir, ancak ben kokusundandolayı holanmıyorum’ buyurdu. Ebû Eyyûb el-Ensâri(r.a) de: ‘O halde, sizin holanmadıınızdan ben de holanmıyorum'dedi." (lgili örnekler için bkz. Çakan, smail Lütfi,a.g.e., s. 121.)Sahip Olduu Ahlaki Deerler Sevilmesini GerektirirBir insanın, bütün güzellikleri, bütün kâmil vasıfları birarada cem etmesi mümkün deildir. Ancak bu insan Efendimiz(s.a.s.) olursa durum deiir. Peygamber Efendimizbütün ahlakî güzellikleri zir<strong>ve</strong>de temsil eden bir ahlak abidesidir.O (s.a.s.), hem imam, hem muallim, hem hatip, hemkomutan, hem hâkim, hem ailesi içinde ideal e, çocuklarıiçin ideal bir baba, hem muttakî, hem emîn, hem âdil, hemsabır kahramanı, hem hem hem, satırların almayacaı, sözcüklerinkifayet <strong>ve</strong>rmeyecei hemhemler. O (s.a.s.) hiçbirzaman lanet peygamberi olmamıtır. Bata kendi kavmindenolmak üzere karılatıı her türlü ezâ <strong>ve</strong> cefa karısındahep sabır göstermi, beddua etmemitir.Örnein Tufeyl bin Amr, Efendimiz (s.a.s.)’e gelerekkabilesinin slâm’a girmeyi reddettiini iletmi <strong>ve</strong> onlariçin beddua talebinde bulunmutu. Efendimiz (s.a.s.) iseellerini kaldırarak: ‘Allah’ım, onlara hidayet <strong>ve</strong>r, onlarıimana getir.’ buyurmutur. Aynı durum Sakîf kabilesi içinde mevzu bahistir. Yapılan savata Sakîf okçuları Müslümanlaraçok zarar <strong>ve</strong>rmitir. Sahabeden bir kısmı, ‘Ya ResulullahSakîf kabilesinin okları bizi yaktı, onlara bedduaet!’ deyince, Efendimiz (s.a.s.): ‘Allah’ım, Sakîf'e hidayet<strong>ve</strong>r!’ buyurmutur.‘Bütün ahlâk-ı hamîdenin en yüksekleri o Zâtta içtimaetmi olduuna bütün âlem ehadet ediyor. Ve kezaen nezih hasletleri <strong>ve</strong> huyları <strong>ve</strong> en yüksek seciyeleri câmi'bir ahsiyet-i maneviye sahibi olduuna icma vardır. Vekeza o zâtın en yüksek derecede bulunan zühd <strong>ve</strong> takva<strong>ve</strong> ubudiyeti ehadetleriyle mâlik olduu kuv<strong>ve</strong>t-i imaniyeile musaddaktır. Ve keza siyer-i Nebeviyenin ehadetiylederece-i vüsûku <strong>ve</strong> kemal-i ciddiyet <strong>ve</strong> metaneti <strong>ve</strong> bütünilerinde <strong>ve</strong> harekâtında kuv<strong>ve</strong>t-i emniyeti, hakka mütemessik<strong>ve</strong> hakikate sâlik olduunu tasdik eden kat'î delillerdir.’(Bediüzzaman, Mesnevi, s. 21)Efendimiz (s.a.s.) Mekke’deki hayatı boyunca yüce ahlak<strong>ve</strong> faziletlerinden dolayı ‘emîn’ olarak bilinir.O'nun (s.a.s.) hakkında Hz. Âie (r.a): "Ahlakı Kur'ân'dı"der. E<strong>ve</strong>t, Efendimiz (s.a.s.) yaayan Kur'ân’dı. Kur'ân'ın,canlı tatbîki idi. Kur'ân'da nâzil olan emir <strong>ve</strong> yasaklarıntafsilatı O (s.a.s.)'nun hayatındaki uygulaması idi. AllahuTeâla bu hakikati ifade sadedinde: "üphesiz sen büyükbir ahlâka sahipsin." (Kalem sûresi, 4) buyurur. Kendileri de(s.a.s.) bu hususta: ‘Rabbim bana edebi güzel bir suretteihsan etti, edeplendirdi’ buyurur. Onun edebi, ahlakîvasıfları Kur’ân-ı Kerîm’den sonra getirmi olduu enbüyük mucize olarak kabul edilir. Zira böylesi bir terbiye<strong>ve</strong> ahlaki deerler ancak Yüce Rabbimizin terbiyesindengeçmi olmayı istilzam eder.Aaıda örnek kabilinden serdedeceimiz taımıolduu vasıflarının her birisi O’na sevgi <strong>ve</strong> saygıya gerektirecekbirer alt balık mahiyetindedir: O'nun (s.a.s.)hal <strong>ve</strong> davranılarında aırılık yoktu. Lüzumsuz söz söylemez,az <strong>ve</strong> öz konuurdu. Konuurken yüksek sesle konumaz,kimseyi incitmez, kimseye fena söz söylemezdi.Kötü konumazdı. Kınayan, hata arayan biri deildi. nsanlarıngüldükleri eye O (s.a.s.) da gülerdi. Her sözühikmet doluydu. Efendimiz (s.a.s.) bir eye iaret etti-inde elinin tamamıyla iaret eder, bir eyi beendiindede elini hareket ettirirdi. Hareketleri hep aır balı idi.Yumuak huylu <strong>ve</strong> alçak gönüllü idi. Birisiyle konuurkenona bütün vücuduyla yönelirdi. Efendimiz (s.a.s.)’inyüzünde tebessüm eksik olmazdı. O (s.a.s.)’na bakan rahatederdi. Herkesin gönlünü alır, herkesi honut ederdi.Ashabı ile arasında duvar örmemiti. Herkese deer <strong>ve</strong>rirdi.Herkese alçak gönüllü davranırdı. Kimse O’nunla(s.a.s.) birlikte olmaktan rahatsız olmamıtı. Efendimiz(s.a.s.) öfkeden sakınırdı. Kızması da din <strong>ve</strong> diyanetiçindi. Efendimiz (s.a.s.) hiç aceleci davranmazdı. Kar-ılatıı kimseye ilk selam <strong>ve</strong>ren O (s.a.s.) olurdu. Çocuklarada selam <strong>ve</strong>rirdi. Efendimiz (s.a.s.) akraba, edostcanlısıydı. Üzerinde tefekkür hâkimdi. Aır balı,ciddi, aynı zamanda çok kolay ulaılan biriydi. Bir yereizinsiz girmezdi. Efendimiz (s.a.s.)’ın bir dier önemlivasfı nefsini müdafaa etmemesiydi. Münakaaya girmez,çok konumaz, kendisini <strong>ve</strong> toplumu ilgilendirmeyen birmeseleye kesinlikle karımazdı.Bu gibi vasıflardan sadece biri bile sahibinin halk nezdindesevilmesini <strong>ve</strong> sayılmasını gerektirirken, Efendimiz(s.a.s.) bu <strong>ve</strong> benzeri daha birçok üstün vasıflarla donanmıörnek insandır.*Dokuz Eylül Üniv. lahiyat Fak. Ört. Üyesiceren@yeniumit.com.tr17


YENi ÜMiTDoç. Dr. Yener ÖZTÜRK *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Tedbir kaderi deitirmese de,neticede insanı kadere ta atmaktankurtarır.KADERBazı kimseler kader inancının Müslümanları olumsuzyönde etkilediini iddia ediyor. Acaba bu mülâhaza<strong>ve</strong>ya iddianın doruluk payı ne kadardır?Gündeme getirilen bu yaklaımlar üzerinde yenidendüünmemiz gerekmektedir. Öyle anlaılıyor ki kaderinancı, ‘kadercilik’le karıtırılmaktadır. Gerçek u kislâm dini kaderi bir inanç esası olarak tespit etmitir,ama kadercilii (kaderde ne varsa o olur, deyip ameliterk etmeyi) yasaklamıtır. Bu cümleden olarak diyebilirizki, eer Müslümanların dünyasında yaadıımız zamandiliminde ters giden bir ey varsa bunu kader inancınadeil de, tembelliklerine <strong>ve</strong> ihmalkârlıklarına kılıfarayan insanların kadercilik yapmalarına balamak dahauygun olacaktır.Bugün perian bir vaziyette bulunan slâm dünyasınıniçinde bulunduu durum, slâm’ın bildirdii kader akidesinindeil, inananların içinde bulundukları çaı iyi okuyamamalarının<strong>ve</strong> iradelerinin hakkını <strong>ve</strong>rememelerinin birsonucudur.Kaza <strong>ve</strong> kadere iman, eer Müslümanların faaliyetlerineengel olmu olsaydı, slâmiyet’in yüksek devirlerindekio fevkalâde terakkiler nasıl meydana gelebilirdi? Budinin hayata hayat kılındıı devirlerde, böyle bir akide,Müslümanların ilerlemesine <strong>ve</strong> medeniyet öncüleri olmalarınaasla mani olmamıtır. Mustafa Sabri Efendi’ninde ifade ettii gibi amelî/pratik yönden bir aratırma yapıldıında,kalblerinde dinî düüncenin etkisi daha fazlaolan önceki Müslümanların tembel olmadıı, dier milletlertarafından da malûp edilemedikleri görülecektir.18


Onların kaza <strong>ve</strong> kadere inanmadıklarını ise hiçbir kimseiddia etmemitir, edemez. (Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-Beer, s.2<strong>19</strong>.) Bu kısa giriten sonra imdi doru bir kader inancınıninsan hayatındaki yerini iki açıdan ele alıp deerlendirmeyeçalıacaız.A. Kâinatta Hâkim Olan lâhî Program Açısından1. Her eyden önce, kadere iman, tesadüf düüncesiniortadan kaldırır. Materyalizm gibi felsefî akımların düünceleri,son derece mükemmel bir nizamın hâkim olduukâinatın bir tesadüfler zinciri neticesinde bugünkü hâlinegeldii noktasında odaklamaktadır. Müslümanları, buçeit yanlı düüncelerden yalnızca kader inancı kurtaracaktır.Çünkü ‘kadere iman etmek’ demek, kâinatta tesadüflereyer olmadıına iman etmek demektir. Nitekimvarlıkta hiçbir eyin tesadüflere balı olmayıp, bir plân <strong>ve</strong>programa tabi olduu Kur’ân’da açıkça ifade edilen birgerçektir: “Allah’ın yanında her ey bir ölçüye göredir.”(Ra’d sûresi, 8); “Muhakkak ki, biz her eyi bir kaderle yaratmıızdır.”(Kamer sûresi, 49.)Kâinatta en küçüünden en büyüüne kadar, her eydebir düzen müahede etmekteyiz. Tabiata Yüce Yaratıcıtarafından konulan kanunlar, ilâhî kaderin (ilâhî programın)birer parçasıdır; bu kanunların hepsi kader dairesindecereyan etmekte <strong>ve</strong> bunların kaderlerinde Kur’ân’ınifadesiyle bir deiiklik görülmemektedir: “Allah’ın yaratmasındabir deiiklik bulamazsın.” (Rum sûresi, 30)2. Kadere iman, kozmolojik açıdan ‘her eyin Allahtarafından bir tertip <strong>ve</strong> ölçüye balandıına iman’mânâsına geldiinden, insan zihninde, kâinatta tesadüflereyer olmadıı uurunu <strong>ve</strong> bir nizam fikrini yerletiripinsanı devamlı <strong>ve</strong> programlı bir çalımaya sevk eden biresas olmutur. (Bkz.: Tabbara, Ruhu’d-Dini’l-slâmî, s. 153)Vakıa bu iken, ‘kadere iman’ denince, bazı zihinlerdehemen koyu bir cebir düüncesi belirmektedir. Hâlbuki,insanların ihtiyar <strong>ve</strong> irade sahibi hür bir varlık olduunuçok önceden dile getiren <strong>ve</strong> mutlak cebir fikrini çürütenlerkaderi bir iman esası olarak kabul eden Müslümanâlimler olmulardır.3. Bu esasa göre, Cenab-ı Hak, kâinattaki her eyiezelde tespit ettii ilâhî plân <strong>ve</strong> yüce nizama göre idareetmektedir. O hâlde âlemde vaki olan maddî, manevî hertürlü hâdise, maksatsız <strong>ve</strong> gayesiz olarak rastgele meydanagelmemektedir. Varlık <strong>ve</strong> olaylar Allah’ın her eyikuatan ezelî ilmi, mutlak irade <strong>ve</strong> sonsuz kudretiyle ilâhînizam <strong>ve</strong> plâna uygun olarak yaratılmaktadır. Allah’ınkazası, kaderine daima uygun olarak tecelli etmektedir.Aksi hâlde, kâinatın nizam <strong>ve</strong> düzeni bozulur, varlıı devamedemezdi. Bu yönüyle kaderin ispatı, tevhidin ispatıolmaktadır. Nitekim bir hadis-i erifte de “Kadere imantevhidin nizamıdır.” (bkz.: el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, 1/106)denilerek, bu esasın, tevhid akidesiyle dorudan alâkalıolduuna dikkat çekilmitir.Hâsılı, kader inancı, kâinatta meydana gelen bütünhâdiselere, ‘sebeplerin dourduu neticeler’ nazarıylabakmaya engel olur <strong>ve</strong> bize her eyin arkasında bir hikmet<strong>ve</strong> kudret elinin daima tasarrufta bulunduunu bildirir.B. nsanla Alâkalı Takdir AçısındanBu hususu da maddeler hâlinde sıralayıp ele aldıımızdakarımıza u esaslar çıkar:1. man edilmesi gereken esaslar arasına girmesininönemli hikmetleri bulunan kader, insanı gaflete <strong>ve</strong> inkâragötürebilecek yolu batan kapatan bir set gibidir. öyleki insan, nefsi cihetiyle, kendisine bir takdirle bahedil-<strong>19</strong>


mi olan üstün vasıf <strong>ve</strong> güzelliklerle övünüp iftihar etmek,kusur <strong>ve</strong> günahlarına ise bahaneler arayıp bulmak, yahutbunları bakalarına yüklemek ister. nsanın kendisindebulunan yüksek istidat <strong>ve</strong> güzellikleri, Cenab-ı Hakk’ıntakdirine dayanan bir ihsanı olarak bilmemesi, gurura <strong>ve</strong>kibre yol açar. Bu gurur damarı, insanlardan birçounuhemcinslerine karı büyüklenmeye sevk ederken, bazılarınıise, ‘her eyi kendinden bilme <strong>ve</strong> kendine ait görme’saplantısına kadar götürüp, nihayetinde kendi üstündehiçbir irade <strong>ve</strong> kudreti tanımama düüncesine mahkumetmesi söz konusudur.Esasında insan fıtratında, meziyetlere <strong>ve</strong> iradesiyle irtibatlıolarak meydana gelen her bir güzel neticeye sahipçıkıp, onunla övünme, iftihar etme, hatta daha da ötesindegururlanıp kendinden geçme duygusu vardır. te, yapılangüzel iler karısında gurura dümemek için ‘ilahî takdir’karısına çıkar <strong>ve</strong> ‘Aldanıp gururlanma, bu ileri bizzatgerçekletiren sen deilsin’ diyerek, insanı kibre, gururadümekten korur. Ona, hem, iyiliklere <strong>ve</strong>sile olan irade <strong>ve</strong>istidatlarının rabbinin bir takdiri/planı olduunu, hem de,ihtiyacı anında muhtaç bulunduu gücün kendisine <strong>ve</strong>rilmesininbu takdir çerçe<strong>ve</strong>sinde olduunu hatırlatır. Çünküiyiliklerin yapılmasını isteyen, ilâhî irade olduu gibi; onlarınyerine getirilmesi için lâzım olan gücü/kuv<strong>ve</strong>ti <strong>ve</strong>rende yine o Kudret’tir. Tam bu noktada insan mes’uliyetininortadan kalkmaması için de slâm’ın ‘ihtiyar prensibi/irade’devreye girer <strong>ve</strong> ‘Dikkat et, sorumlusun! Zira terciheden/seçen sensin’ der, ona sorumluluunu hatırlatır. (Bkz.Bediüzzaman, Sözler, 26. Söz)Kur’an-ı Hakîm meselenin her iki yanına da “Sana gelenher iyilik Allah’tandır, her bir kötülük ise nefsindendir/kendindendir.”(Nisa sûresi, 79) ayetiyle dikkat çekerek,‘bütün güzellik <strong>ve</strong> hayırların gerçek sahibinin insan deil,Allah (c.c.) olduunu, buna karılık bütün kötülük <strong>ve</strong> günahlarınise insanın kendinden kaynaklandıını’ bildirir.2. Doru bir kader inancı insanı ümitsizlik <strong>ve</strong> gev-eklie sevk etmez. Sonra kadere inanan insan, baarıyaulatıı zaman tevazuu <strong>ve</strong> alçak gönüllüü de elden bırakmaz;zafer sarholuuyla kendini kaybetmez. Kadereimanın, insana, gerek maruz kaldıı musibetler karısındabir güç kaynaı olduu, gerekse onu gururdan kurtardı-ı hususu, u âyet-i kerimede <strong>ve</strong>ciz bir ekilde ifade edilmitir:“Ne yerde ne de nefislerinizde (gerek üzülmenizegerekse sevinmenize sebep olacak ekilde) baınıza gelenhiçbir ey yoktur ki, Biz onu yaratmazdan önce bir kitaptayazılmı olmasın. üphesiz bu Allah’a göre kolaydır. Bu,kaybettiinize üzülmeyesiniz <strong>ve</strong> Allah’ın size <strong>ve</strong>rdikleriylede ımarmayasınız diyedir. Allah çok övünen kibirlilerisevmez.” (Hadid sûresi, 22-23)Kader inancı, sıkıntı <strong>ve</strong> musibetler açısından düünüldüünde,ümitsizliin, hüznün <strong>ve</strong> bunların dourduustresin müessir bir ilâcıdır. Her eyin Allah’tan olduunubilen <strong>ve</strong> buna iman eden insan, O’ndan gelen acı <strong>ve</strong> tatlıher eyi rıza ile kabul eder. O’nun rahmet <strong>ve</strong> hikmetineitimat eder. Sabretmekle, kederden <strong>ve</strong> musibetin getirdiiüzüntüden kurtulur. Bir musibet karısında, ‘Ben Allah’ınkuluyum, sonunda yine O’na döneceim. Allah’ın diledi-inde hayır vardır, inallah böylesi hakkımda daha hayırlıdır.Allah’ım beni sabredenlerden eyle, beni daha büyükmusibetlerden koru!’ der, huzur bulur. Nitekim Kur’ân’dabu mânâları teyit eden âyetler mevcuttur: “Olur ki, sizinhounuza gitmeyen bir eyde Allah birçok hayırlar takdiretmi olur.” (Nisa sûresi, <strong>19</strong>);“ Onların baına bir musibetgeldii zaman, ‘Biz Allah’tan geldik <strong>ve</strong> O’na döneceiz.’derler.” (Bakara sûresi, 156).Musibetlere kaderde yer alan ‘imtihan edilme’ gerçeiaçısından bakamayan insanın, her ümit kırıcı <strong>ve</strong> kahredicihâdise karısında apııp kalması, sürekli hâlinden ikâyetetmesi, kafasını uraya buraya vurması hatta neticede günah<strong>ve</strong> isyan bataklıına dümesi bir bakıma kaçınılmazolur. Böyle birisi en küçük bir musibet karısında dahi ezilir<strong>ve</strong> dünyayı ‘ah’ <strong>ve</strong> ‘of ’larla kendine zindan eder. Kadereinanan bir mü’mine gelince, o, -Kur’ân’da da deinildiigibi- ne dünya ilerinden kazandııyla sevinip gurura kapılır,ne de kaybettii eye mahzun olur. Zira o bilir ki, herey bu hayat boyutundan/dünyadan ibaret deildir; hereyin en iyisi <strong>ve</strong> güzeli ahiret hayatındadır.3. Kaderin iman esasları arasına girmesinin bir dierhikmeti de, insanı hayatın aır yüklerinden kurtarıp ruhunabir rahatlık <strong>ve</strong> hafiflik <strong>ve</strong>rmesidir. nsan, kâinatla alâkalıbir varlıktır; nihayetsiz maksatları <strong>ve</strong> arzuları vardır. nsanınkudreti <strong>ve</strong> iradesi ise ihtiyaçlarının milyonda birisinedahi kâfi gelmez. Ayrıca insan çevresinde görüp hikmetinianlayamadıı bazı hâdiselerin tesirinden kendisini çoukere kurtaramaz, huzursuz olur. Meselâ, acıklı bir sahnegörse bir zaman kendisini onun tesirinden alamaz <strong>ve</strong> hayatıacılaır.Bu noktada insanın imdadına yetiebilen tek yardımcı,hakkındaki ilahî takdire imandır. Kadere hakiki mânâdaiman eden bir kii, ihtiyaçlarının <strong>ve</strong> korkularının hasıl ettiimanevi baskıları <strong>ve</strong> aır yükü zihninden çıkarıp -tabiryerindeyse- kaderin gemisine kor/bırakır. Böylece hemzihni hem de kalbi/ruhu sükun <strong>ve</strong> rahata kavuur. öyleki, kâinatta meydana gelen bütün ilerin bir ilâhî kanun20


YENi ÜMiTYrd. Doç. Dr. Yusuf ÇELK *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Kur’ân’ın <strong>ve</strong> Sünnet-i sahiha’nın ruhu sıkıldıında bazıhususî haller müstesnâ, orada hep müsamahayı görürüz. Bumüsamahanın atkıları Ehl-i Kitaba, hattâ bir manâda kimolursa olsun bütün dünya insanlarına kadar uzanmaktadır.PEYGAMBERiMiZ'iN (s.a.s.)EHL-i KiTAPLA MÜNASEBETLERiÇaımızda iletiim imkânlarının ileri düzeyde oluu,insanlar <strong>ve</strong> toplumlar arasındaki fizikî mesafelerihayli kısaltmıtır. letiim teknolojisinin <strong>ve</strong> çaımızınihtiyaçlarının önümüze sunduu bu yeni durum, dinî <strong>ve</strong>kültürel yönden farklılıklar gösteren topluluklar arasındaeskiye oranla daha sık temasların kurulmasını kaçınılmazhale getirmitir. Bu süreç doal olarak, Müslüman toplumlarıda ilgilendirmektedir; ya dıarıya açılacaklar, ya dakendi kabuklarına çekilerek dünyadan tecrit edilmi vaziyettehayatlarını sürdüreceklerdir.Tarihte cereyan eden olaylara baktıımızda, içedönükbir hayat tarzını benimseyen milletlerin dünyanın dierülkeleri tarafından zorla sömürülmek istendiini görürüz.Uzakdou’nun iki büyük ülkesi Çin <strong>ve</strong> Japonya, geçmiyüzyıllarda dı dünyanın etkilerinden korunmak amacıylasınırlarını kapama kararı almıtı. Ancak bu karar, bazıbatılı ülkelerin itirazlarına sebep olduundan, askerî güçkullanılarak sınırlar açılmıtı. Sonuçta, adı geçen iki ülkeyetakındıkları dı dünyaya kapalı hayat tarzı, maddî olarakda çok pahalıya mal edilmiti. 1Yüce Kitabımızda yer alan birçok âyette, Müslümanlarınyerlerinde oturup kalmaktan vazgeçip yeryüzündedolamaları <strong>ve</strong> olaylardan ibret almaları emredilmektedir. 2Dier taraftan Hucurât sûresinde geçen bir âyette insanlarınkarılıklı olarak birbirlerini tanımalarındanbahsedilmekte, 3 karılıklı tanımanın toplumlara nelerkazandırabilecei zımnen ifade edilmektedir. Bu âyetler,Müslümanların dı dünyadaki gelimelerden kendilerinisoyutlamalarının yanlılıını göstermeleri bakımından büyükbir öneme sahiptir.Ayrıca Peygamber Efendimiz’in uygulamalarından dadı dünyaya açılmanın gerekliliini anlayabiliriz. Siyer <strong>ve</strong>megâzî kitaplarında Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çeitli Arapkabilelerine <strong>ve</strong> komu ülkelere gönderdii deiik amaçlımektuplar <strong>ve</strong> elçiler hakkında ayrıntılı bilgiler <strong>ve</strong>rilmektedir.Bu kaynaklarda, Allah Resûlü’nün miladî 628 yılındaimzalanan Hudeybiye Barı Antlaması’ndan sonra komukabilelerin reislerine <strong>ve</strong> komu ülkelerin devlet bakanlarınaelçiler <strong>ve</strong> mektuplar yazdıı bilgisi bulunmaktadır. 4 Bukonu, Peygamber Efendimiz tarafından o kadar önemlitutulmutur ki, kaynaklarımızda hangi sahabînin nereyegönderildii isim isim belirtilmitir. 5 Ayrıca Efendimiz,seçtii elçilerde ikna kabiliyeti, derin anlayı, tatlı dillilik<strong>ve</strong> fiziksel açıdan güzel görünüme sahip olma eklindeifade edebileceimiz artların bulunmasına özengöstermitir. 6 Mesela, mehur elçilerden Dıhye el-Kelbî(r.a.)’in sahabe içerisinde en yakııklı gençlerden olduubelirtilmektedir. 7Allah Resulü (s.a.s.)’in bu da<strong>ve</strong>t çabaları bazı devletbakanları tarafından nezaket <strong>ve</strong> saygıyla karılanırken, bazılarıtarafından ise yakııksız davranılarla karılanmıtır.Nezaket kuralları ihlal edilmeden <strong>ve</strong>rilen olumsuz cevapla-22


ı normal karılamak gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de,gönderdii elçisinin <strong>ve</strong> mektubunun ran Kisrası H. Perviztarafından diplomatik nezaket kuralları hiçe sayılarakkaba bir ekilde karılanması O’nu çok üzmü <strong>ve</strong> Kisranınsonunun yakın olduu haberini <strong>ve</strong>rmitir. 8Kur’ân’da bize güzel örnek 9 (teblici, komutan, eitimci,ticaret yapan bir kii, e, baba, dost vb. yönleriitibariyle) olarak gösterilen Yüce Peygamber tarafındanbalatılan bu çabaların, tebli ettii evrensel nitelikli diningereklerinden olmasının yanında, onun dı dünyaya açılmanıngerekliliini göstermesi bakımından Müslümanlara<strong>ve</strong>rdii mesajlar oldukça önemlidir.Konunun önemini göstermesi bakımından giri mahiyetinde<strong>ve</strong>rdiimiz bu bilgilerden sonra, ehl-i kitap kavramınınsözlükteki anlamlarını aktarmak uygun bir balangıçolacaktır.1- Ehl-i Kitap KavramıEhl-i kitap kavramı “ehl” <strong>ve</strong> “kitap” kelimelerindenolumu bir tamlamadır. “” kelimesi lafzen müfredolup anlam itibariyle çouldur. Bu kelime, “aile, akraba <strong>ve</strong>kiinin yakın dostlarından oluan çevresi” anlamına gelir. dendiinde, “o kiinin ei, ailesi, yakınları <strong>ve</strong>çevresi” gibi anlamlar kastedilir. dendiinde,“slâm dinini benimseyenler” anlamı, dendiinde,“adı geçen evde oturanlar <strong>ve</strong>ya ev halkı” ifade edilir. kelimesi Arapçadaki bazı kurallara balı olarak eklinde de kullanılabilir. 10 Sözlük anlamlarına dayanarakehl-i kitap tamlamasının, “ilâhî bir kitaba inananlar, ilâhîbir kitap etrafında toplananlar, kitap sahipleri” manasınageldiini söyleyebiliriz.3- Kur’ân’a göre Ehl-i Kitap ile MünasebetlerKur’ân’da Yahudi <strong>ve</strong> Hıristiyanlardan bahseden ayetlerebaktıımızda, hepsinin aynı çizgide deerlendirilmediinigörüyoruz. Toptan kabul <strong>ve</strong>ya toptan red tutumlarındanuzak bir tavır benimsendii görülmektedir.Yaanmakta olan realite, objektif bir bakı açısıyla gözlerönüne serilmitir; içlerinde övgüye deer yönleri olan ki-iler söylendii gibi, çirkin karılanacak iler yapanlar daaynı netlikle ifade edilmitir. 11 Bu konuda Kur’ân’ın ortayakoyduu tutumla ilgili genel mahiyette <strong>ve</strong> kapsayıcı birkaçörnek <strong>ve</strong>rmek gerekirse;1- Âl-i mrân sûresin 75. âyetinde, gündelik ilerindedürüst, gü<strong>ve</strong>nilir kitap ehli kimselerden bahsedildiktensonra, hemen peinden onların arasında hiç gü<strong>ve</strong>nilmeyecekkiilerin de bulunduu “Kitap ehlinden öylesi vardırki, ona yüklerle mal emanet etsen, bunu sana (eksiksiz)iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinaremanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iadeetmez.” ifadesiyle belirtilmitir.2- Mâide sûresi 51. âyette, Yahudi <strong>ve</strong> Hıristiyanlaragü<strong>ve</strong>n duyularak dost tutulmaması, Müslümanların “dostolurlar” düüncesiyle kendilerini tamamen kaptırıp sırlarını<strong>ve</strong>rmek yoluyla onların tuzaklarına dümemesi emredilmektedir.Onları dost tutmamanın, yardımlamaya, adaletingereini yerine getirmeye <strong>ve</strong> sosyal ilikileri sürdürmeyeengel oluturmadıını Mümtehine sûresinin 8. ayetinedayanarak söyleyebiliriz. Aynı sûrenin 57. âyetinde Yahudi<strong>ve</strong> Hıristiyanların dost tutulması yasaına mürikler deila<strong>ve</strong> edilmitir. Bu yasak bir taraftan gerekçelendirilirken,dier taraftan yukarıda <strong>ve</strong>rilen hüküm pekitirilmektedir.Müslümanların dinini alaya alıp oyuncak edinenlerin dosttutulmaya layık olmadıı vurgulanmaktadır. 123- Ankebût sûresi 46. âyette “çlerinden zulmedenlerhariç, kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla mücadeleedin…” tavsiyesinde bulunulmaktadır. Tefsirlerde, ehl-ikitaptan zulmedenlere (delilleri kabul etmeyerek haksızlıklainat <strong>ve</strong> aırılıa kaçanlara) layık oldukları muameleningösterilmesi gerektii söylenerek, en güzel yolla mücadelenin,kabalıklarına incelikle, öfkelerine yumuaklıkla, bosözlerine nasihatle olacaı ifade edilmitir. Ayette geçenmücadele kelimesi, ihtilafa düülen konuda delil ileri sürmekmanasına gelir. 134- Hz. Peygamber’in Ehl-i Kitapla MünasebetleriHer uygarlıın, kendini dier uygarlıklardan farklıkılan özgün yönleri mutlaka vardır. slâm medeniyetinintemelde Kur’ân <strong>ve</strong> sünnete dayanması, onun özgün yönünüoluturur. Belli bir zaman <strong>ve</strong> mekânla kayıtlı bulunmayan,bünyesinde evrensel nitelikler taıyan slâm’ın, kendidıındaki uygarlıklara kazandırdıı/kazandırabilecei pekçok deerli eyler vardır.slâm dıındaki medeniyetlerden Hıristiyanlık <strong>ve</strong> Yahudiliinmensuplarının yeni bir peygamber gelecei dü-üncesine yabancı olmadıklarını biliyoruz. Çünkü AllahResûlü çocukluk döneminde Suriye’ye ticaret kervanlarıylagittiinde Bahîra adında bir rahip, gördüü olaanüstüdurumlardan etkilenerek beklenen peygamberin kervandakibu çocuk olduuna kanaat getirmiti. 14 bn Sa’d’ın(v. 230) <strong>ve</strong>rdii bilgiye göre Tevrat’ta, gelecek peygamberinvasıflarından bahsedilmektedir. Kaynaklarda onunuyarıcı <strong>ve</strong> müjdeleyici oluu, sert <strong>ve</strong> kaba olmayıı, çarıdabaırıp çaırmayıı, kötülüe kötülükle karılık <strong>ve</strong>rmeyii<strong>ve</strong> affedici oluu gibi güzel huylar zikredilmektedir. 1523


a) Hz. Peygamberin Hıristiyanlarla MünasebetleriTarihte Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında toplu olarakilk görüme, Peygamberimiz (s.a.s.)’in nübüv<strong>ve</strong>tininbeinci yılı olan miladi 615 yılında bir grup Müslüman’ınHabeistan’a göç etmesiyle balamıtır. KaynaklardaHabeistan’a ilk gidenlerin sayısının 11’i erkek 4’ü kadınolmak üzere toplam 15 kii olduu belirtilmektedir. 16 Sonrakigidenlerle bu sayı 80’e ulamıtır. Kral Necâî, Müslümanlarıgeri almak üzere gelen müriklerin bu isteklerinikabul etmemitir. 17 Habeistan’daki Müslümanlar PeygamberEfendimiz’in haber göndermesi üzerine, iki gemiile hicri 7. yılda Medine’ye geldiler. Bu dönü Hayber’infethinden sonra gerçekleti. 18 Uzun bir süre MüslümanlarHabeistan’da kaldıına göre, bu süre zarfında yerli halklakarılıklı ilikilerin kurulduu <strong>ve</strong> bu ilikilerin birçok sonuçlarınınolduunu tahmin edebiliriz. <strong>19</strong>Hıristiyanlarla dier bir karılama, hicretin 9. <strong>ve</strong>ya 10.yılında Necrân’dan bir heyetin gelmesiyle olmutur. YounHıristiyan nüfusa sahip bir yer olan Necrân, Arabistan’ıngüneyinde, bereketli topraklara sahip bir bölgedir. Ticaretkervanlarının yolu üzerinde bulunan bu ehir, dokuma <strong>ve</strong>dericilik yönünden gelimiti. Hıristiyan halk, Yahudi kraltarafından açtırılan içi ate dolu büyük çukurlara atılarakdiri diri yakılmıtır. Hz. Peygamber burada yaayan Hıristiyanlarau mealde bir mektup göndermitir: “Muhammed(sallallahu aleyhi <strong>ve</strong>sellem)’den Necrân papazlarına:brahim, shak <strong>ve</strong> Yakub’un Rabbi Allah’ın adıyla! Gerçektende ben sizi yaratıklara tapmaktan, Allah’ın kulluk<strong>ve</strong> ibadetine da<strong>ve</strong>t ediyorum <strong>ve</strong> sizi yaratıklarla yapılmıolan ittifak anlamalarının ötesinde, Allah ile ittifaka ça-ırıyorum. Bu duruma göre ayet reddedecek olursanız,cizye gelir; ayet cizyeyi de reddedecek olursanız, size harpaçarım. Ve’s-selâm..” 20 Bu mektubu alan Necrânlılar, içlerindeileri gelen din adamlarının bulunduu 60 kiidenoluan bir heyeti, Hz. Peygamber’le görümelerde bulunmaküzere Medine’ye gönderdiler. Necrân heyeti üzerlerindesüslü elbiseler olduu halde, ikindi vakti Medine’yeulatı. Hz. Peygamber (s.a.s.), ashabı ile birlikte ikindinamazını henüz bitirmilerdi. badet vakitleri gelince buheyet, douya yönelerek ibadetlerini yerine getirdiler. 21Müslümanların Hıristiyanlarla dier bir karılamasıda, o gün Hıristiyanlıın devlet ölçeinde temsilcisi durumundabulunan Bizans mparatorluu ile hicri 8. <strong>ve</strong>9. yıllarda yapılan Mu’te <strong>ve</strong> Tebük savalarıdır. Bu savalar,Müslümanların Hıristiyanlarla yaptıkları ilk savalarolması yönüyle slâm tarihinde önemli bir yere sahiptir.Bizans mparatorluu’na balı Hıristiyan Araplardan olu-an Busrâ’nın emiri, kendisine gönderilen da<strong>ve</strong>t mektubunakızmı, elçiyi de öldürmütü. O civara yakın Zâtü’t-Talha’ya gönderilen 15 kiilik da<strong>ve</strong>t heyeti de öldürülünce,Mu’te savaı kaçınılmaz hale geldi. ran’ı yenilgiye uratanBizans’ın her tarafta Müslümanlara karı sava hazırlıklarınagirimesi sonucu Tebük seferi meydana gelmitir. 22b) Hz. Peygamberin Yahudilerle MünasebetleriBilindii üzere, Müslümanların Yahudilerle iliki kurmasıMedine’de gerçeklemitir. Çünkü Mekke’de yerleikvaziyette Yahudi nüfus bulunmamaktaydı. Bu insanlar,Mekke’de her yıl kurulan panayırlarda ticaret yapmak üzeregeçici olarak gelirlerdi. Yahudiler, Medine bata olmaküzere Taif, Fedek, Maknâ <strong>ve</strong> Teymâ gibi Arabistan’ın dei-ik ehirlerinde sayıca az olmakla birlikte nüfûz bakımındangüçlü durumdaydılar. Müslümanlar, Mekkelilerin zulümlerindenkaçıp 622 yılında Medine’ye hicret ettiklerindeburadaki nüfusun yarısını Yahudiler oluturmaktaydı. 23M. Watt’ın <strong>ve</strong>rdii bilgiye göre, burası bir ehir olmaktançok, vahaya yayılmı küçük köyler, çiftlikler, kaleler topluluuolup, tepeler, kayalar <strong>ve</strong> talı topraklarla çevrili <strong>ve</strong>rimlibir bölge idi. 24Medine’de yaamakta olan Yahudilerin ne zaman <strong>ve</strong>nereden buraya gelip yerletikleri <strong>ve</strong> bunların brânî soyundanmı geldikleri, yoksa Yahudiletirilmi Araplar mıoldukları kesin olarak bilinmemektedir. 25 Medine Yahudileribalıca üç kabileden olumaktaydı; Kaynuka, Nadir <strong>ve</strong>Kureyza oulları. 26 Bu kabilelerden ikisi, (Kaynuka <strong>ve</strong> Kureyza)Medine’de yaamakta olan <strong>ve</strong> öteden beri birbirleriylesürekli dümanlık içerisinde bulunan iki Arap kabilesiEvs <strong>ve</strong> Hazrec’le ittifak halindeydi. Kaynuka, Hazrec kabilesiyle,Kureyza ise Evs kabilesi ile ittifak içerisindeydi.ki Yahudi kabilesinin birbirine düman iki Arap kabilesiyleanlama halinde olması konusunda iki temel sebepgösterilmitir. Birinci sebep, bu ittifakın Yahudiler tarafındankullanılan siyasî bir oyun olmasıdır ki, bu sayede Arapkabileleri arasına dümanlık sokarak onları bölüp zayıf dü-ürüyorlardı. Bu düünceye göre Evs <strong>ve</strong> Hazrec arasındakikanlı savalar, Yahudilerin hedeflerine ulatıklarının birgöstergesidir. Dier bir sebep, Yahudilerin de kendi aralarındaekonomik üstünlük kavgası yüzünden bölündükleri<strong>ve</strong> kendilerine dıarıdan destek aradıklarıdır. Bu düünceyegöre, ticarî faaliyette bulunan Yahudi aileleri, menfaatedayalı sebeplerden ötürü birbirleriyle sürekli bir sürtümehalinde bulunmaktaydılar. 27Müslümanlar Medine’ye hicret ettiklerinde, ehrinsiyasî <strong>ve</strong> sosyo-ekonomik yapısı böyle karmaık durumdaydı.Allah Resûlü (s.a.s.) Medine’de önce, Ensar ile Muhacirlerikarde yaptı. Bu, bire bir eletirme yoluyla yapılan24


ir kardelikti. Ensardan kimin, hangi muhacirle kardeolduu kaynaklarda isim isim kaydedilmitir. 28 Böylece,bir yandan yerli <strong>ve</strong> göçmen halk arasında dayanıma ruhugelitirilirken, dier yandan muhacirlerin maduriyetleride giderilmeye çalıılıyordu. Bu kardelik duygusu o kadargüçlüydü ki, belli bir dönem kardelerden biri öldüündedieri ona varis olabiliyordu.Bu ilerden sonra Hz. Peygamber, Medine’de ikameteden bütün zümreleri kapsayan <strong>ve</strong> ehirde sosyal düzeni,birlik beraberlii salamak <strong>ve</strong> dümanlara karı ortak bircephe oluturmak gibi gayeleri esas alan bir antlama yaptı.Bu antlama, tarihte “Medine Vesikası”, adıyla bilinmektedir.Hamîdullah Hoca’nın <strong>ve</strong>rdii bilgiye göre 47maddeden oluan bu antlama 29 genel olarak u hususlarayer <strong>ve</strong>rmitir: Taraflar birbirlerine saldırmayacaklar, din <strong>ve</strong>ibadet özgürlüklerine karılıklı olarak saygı gösterilecek,Medine’ye yönelik saldırılara karı ortak cephe oluturulacak,bir Yahudi’ye <strong>ve</strong>rilecek zarar karısında Yahudiler <strong>ve</strong>Müslümanlar o zararın giderilmesi konusunda birbirlerineyardımcı olacaklardı. Zarara urayan bir Müslüman içinde aynı durum geçerli olacaktı. 30Görüldüü üzere Hz. Peygamber, Yahudilerle gerilimhavası oluturmaktan ziyade, karılıklı haklar <strong>ve</strong> yükümlülükleresaygıya dayanan bir iliki kurmak istemitir. Sonrakiyıllarda Yahudilerden antlama maddelerini ihlal edicidavranıların ortaya çıkması, böyle bir antlamanın gereksizliinindelili olamaz.SonuçDünyada yaayan bütün insanların aynı dine <strong>ve</strong> aynıinanca mensup olmamaları bir realitedir. Müslümanlarıngayrimüslimlerle, özellikle de ehli kitapla münasebetlerinindoru yorumlanması, mesafe açısından gittikçe küçülendünyamızda daha da önem arz etmektedir.Kur’ân’da, baka dinden insanlara adalet ölçüleriningerekli kıldıı davranı tarzının gösterilmesi önemli biryere sahiptir. Kur’ân, bize herkesin hakkını teslim etmeyiöütlemi, baka dinin mensupları olmaları sebebiyleinsanların hor görülmelerinin slâm dıı olduunu açıklamıtır.Peygamber Efendimiz, kendi dönemindeki deiik din<strong>ve</strong> kültürlerdeki insanlarla sosyal hayatın ayrılmaz parçasıolan karılıklı ilikileri sürdürmeye büyük bir özen göstermihayatının sonuna kadar da devam ettirmitir. Nitekim<strong>ve</strong>fat ettiinde zırhı bir Yahudi’de rehindi. Her husustabize rehber olan Efendimiz (s.a.s.)’in bu özelliinin bizlere<strong>ve</strong>rdii çok önemli mesajlar olsa gerektir.* Atatürk Üniv. lahiyat Fak. Ört. Üyesiycelik@yeniumit.com.trDipnotlar1. Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih, Ank., <strong>19</strong>79, s. 210-216.2. Abdulbaki, M. Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres, syr md., st., <strong>19</strong>90,s. 384.3. Hucurat sûresi, 13.4. Köksal, M. Asım, Hz. Muhammed (As.) <strong>ve</strong> slâmiyet Medine Devri,stanbul <strong>19</strong>81, VII, 5-93; Keskiolu, Osman-Berki, A. Himmet,Hatemü’l-Enbiya Hazreti Muhammed <strong>ve</strong> Hayatı, Ank. <strong>19</strong>93,s. 327 vd.; Hizmetli, Sabri, slâm Tarihi, Ank., <strong>19</strong>91, s. 177.5. Kettânî, M. Abdulhay, Hz. Peygamberin Yönetimi, (çev. Dr. AhmetÖzel), st., <strong>19</strong>90, I,269; Hizmetli, Sabri, a.g.e., s. 1<strong>78</strong>.6. Kettânî, a.g.e., I,259,265.7. Kettânî, a.g.e., I,265-266.8. A.y.9. Ahzab sûresi, 21.10. bn Manzur, Lisanu’l-Arab, Mısır ts., I, 163-166.11. Gayrimüslimlere karı Müslümanların davranı biçimi konusundabkz.: Yılmaz, Hüseyin, Kur’ân’ın Iıında Müslim-GayrimüslimMünasebetleri, stanbul <strong>19</strong>97, s. 92 vd.12. Zemaherî, Keaf, ys., <strong>19</strong>77, I, 6<strong>19</strong>, 624.13. Taberî, Câmiu’l-Beyan, Mısır <strong>19</strong>54, XXI,1 vd.14. Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, (çev. N. iman), stanbul<strong>19</strong>93, s.55-56.15. bn Sa’d, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Mısır <strong>19</strong>89, I,360.16. Berki; Keskiolu, Hz. Muhammed <strong>ve</strong> Hayatı, Ankara <strong>19</strong>93, s. 87.17. A.g.e., s. 89-92; Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı,s. 145-149.18. Komisyon, Doutan Günümüze slâm Tarihi, stanbul <strong>19</strong>89, I,213; Hizmetli, Sabri, slâm Tarihi, Ankara <strong>19</strong>91, s. 128.<strong>19</strong>. Bu konuda bkz.: Hamîdullah, slâm Anayasa Hukuku, (çev. V.Akyüz), stanbul <strong>19</strong>95, s. 250.20. Mektubun içerii için bkz.: M. Hamidullah, slâm Peygamberi,I, 6<strong>19</strong>; Fayda, Mustafa, slâmiyetin Güney Arabistan’a Yayılıı,Ankara <strong>19</strong>82, s. 25-26.21. Bu konuda geni bilgi için bkz.: Zemaherî, Keaf, B.y.y., <strong>19</strong>77,I, 434; M. Hamidullah, slâm Peygamberi, I, 618-624; Fayda,Mustafa, a.g.e., s. 23-34.22. Berki; Keskiolu, a.g.e., s. 351, 401.23. Hamidullah, a.g.e., I, 570.24. Watt, Montgomery, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. R. Ayas-A.Yüksel, Ankara <strong>19</strong>86, s. 149.25. Hizmetli, a.g.e., s. 147.26. Tabbâre, Afîf Abdulfettah, el-Yehûd fi’l-Kur’ân, Beyrut <strong>19</strong>82, s.14.27. Hizmetli, a.g.e., s. 147.28. bn Hiam, Sîretü bn-i Hiam,130-131; Berki; Keskiolu,a.g.e., s. 206.29. Antlama maddelerini incelemek için bkz.. Hamidullah, a.g.e.,I, 206-210; Hamidullah, Mecmûatu’l-Vesâiki’s-Siyasiye, Beyrut<strong>19</strong>87, s. 59 vd.30. Hizmetli,a.g.e., s. 148.25


YENi ÜMiTDoç. Dr. Veysel GÜLLÜCE *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>ALVARLI EFEHAZRETLERHayatı <strong>ve</strong> ahsiyeti 1Erzurum’da yetimi önemli ahsiyetlerden biri olan <strong>ve</strong>Erzurum halkı arasında “Efe Hazretleri” ya da kısaca “Efe”olarak bilinen Alvarlı Efe Hazretleri’nin adı, Muhammedolup mahlası ise Lütfi’dir.Muhammed Lütfi Efendi 1868 yılında Hasankale’ninKındıı köyünde dünyaya gelmitir. Babası Hüseyin Efendi,annesi Hatice Hanım’dır. lk tahsilini babası vasıtasıylatamamlamı, 22 yaında iken Hasankale’de Sivaslı Camii’neimam olmutur. Bu imamlıı esnasında ilmî yetenei <strong>ve</strong> güzelahlâkıyla herkesin takdirini kazanan Alvarlı Efe, babasıylabirlikte Bitlis’e giderek Küfrevî Hazretleri’ne intisapetmi, bir müddet sonra onun seçkin bir halifesi olarakHasankale’ye dönmütür.Daha sonra Dinarkom köyüne tayin olunan Alvarlı EfeHazretleri, I. Dünya Savaı’na kadar burada kalmı, 16 ubat<strong>19</strong>16’da Rusların Erzurum’u igali üzerine, Erzurum’agöçerek, babasını Erzurum’a bırakıp, kendisi imamlık göreviyleYavi nahiyesine gitmitir. Rus istilası müddetince buradakalıp istilaya karı koymak için çareler aramıtır.Alvarlı Efe Hazretleri, Erzurum’un kurtarılmasındansonra tekrar Hasankale’ye dönmütür. Kendisine teklif edilenHasankale Müftülüü görevini kabul etmemi, yakındakiAlvar köyü halkının ısrarlı talepleri üzerine, oraya giderek24 yıl vazife yapmıtır. Bundan dolayı halk arasında, ‘AlvarlıEfe’ adıyla mehur olmutur. Ancak hastalıı sebebiyle,devamlı olarak hekim kontrolünde olması gerektii için<strong>19</strong>39’a kadar kaldıı bu köyden ayrılmak zorunda kalmı,köy halkından izin isteyerek, Erzurum’da Mehdi Efendimahallesinde kiraladıı bir e<strong>ve</strong> yerlemi, irad <strong>ve</strong> ilmî faaliyetlerineburada 16 yıl devam etmitir. 12 Mart <strong>19</strong>56’da(pederlerinin <strong>ve</strong>fat ettii <strong>ve</strong> aynı zamanda Erzurum’un kurtuluuolan bir günde) <strong>ve</strong>fat etmitir. Cenaze namazı kalabalıkbir cemaat eliinde kılınmı, ardından Alvar köyünegötürülüp orada topraa <strong>ve</strong>rilmitir.Alvarlı Efe, ömrünü slâm’ı anlatma, insanları iradetme yolunda geçirmi, sohbet <strong>ve</strong> iirleriyle insanları; ilme,dorulua, takvâya da<strong>ve</strong>t etmitir. O’nun çeitli iir türlerindenmeydana gelen Hulâsatü’l-Hakâyık adlı eseri, bu nevitavsiyelerle dolu olup, iç dünyasını yansıtması açısından daçok önemlidir.Burada bu deerli eserde derlenmi olan Alvarlı EfeHazretleri’nin iirlerine güzel bir örnek olarak, 20 kıta halindekimehur “Erzurum Destanı” isimli iirinin birkaç kıtasınayer <strong>ve</strong>rerek asıl konumuza geçmek istiyoruz.Erzurum Destanı’ndanErzurum kilidi, mülk–i slâm’ınMevla’ya emanet olsun ErzurumErzurum derbendi ehl–i imanınMevla’ya emanet olsun ErzurumGayet ecaatli erler var idiNisasi, ricali hayadâr idiEdepli erkânlı bir diyar idiMevla’ya emanet olsun Erzurum….Kalblerine dolsun feyz–i rabbanîAhalisi bulsun rahm–i RabbanîLÜTFÎ, Erzurum’dan gördün ihsaniMevlâ’ya emanet olsun Erzurum 2Marifet EriEfe Hazretleri, ilham-ı ilahiye, ledünni ilme mazhar, ârifbir zattı. iirlerinde bu ilmin hususiyetini <strong>ve</strong> deerini öyledile getirir:Bak ilham-ı ilahîden dolan dil kenz-i hikmettirAnı bul halleder ilm-i ledünle her muammayı (s. 433)26


Yani, ilahî hikmetlerle dolan gönül bir hikmet hazinesi gibiolup, böyle bir gönüle sahip olan kimse Allah tarafındanihsan edilen bu ilim sayesinde her mükülü halleder.***Dilde ders-i a'ref okur derviânKef olur sırrına esrar-ı Kur’ânArif-i Hakk olur ilm-i ledündânOlur marifetin bahr-i ummani (s. 444)Yani, Allah yolunun yolcuları, gönül dersanesinde marifetdersi okurlar. Böylece kalblerine Kur’ân’ın sırları açılır. Allahtarafından ihsan edilen ledünnî ilme mazhar olmu böylekimseler, Cenab-ı Hakk’ı hakkıyla bilen kullar olur, marifetderyasına dalar da dalarlar.***Gönül nur-i hidayette okur esrar-ı eyâyıAref dersin alan talib görür dilde dilârâyı (s. 411)Yani, gönül, hidayet ıııyla mahlukâtın yaratılı hikmetlerini,ilâhî isimlere mazhar olularına dair sırları okuyup örenir.Marifetullah dersini tamamlayan bir talib-i Hak gönülaynasında Allah’ı müâhede eder.***Mekteb-i ilm-i ledünnîdir bu alem ser-te-serLUTFYA nûr-i hüdâ Hakk’ı temennadır garaz (s. 302)Yani, bu âlem batanbaa bir ledünnî ilim mektebidir. EyLütfi! Yaratılı gayen hidâyet nurunu elde ederek Cenab-ıHakk’ı istemektir.Alvarlı Efe’nin iirleri, marifetullah denizinin çok derinlerinedaldıının açık göstergeleridir. imdi onun bumarifet denizinden topladıı bazı incileri göstermeye çalıacaız:***Cihan bir zarf-ı esrâr-ı ilahîdir, gözün varsaGörürsün hurid-âsâ kef olunmu her muammayıErise dîde-i dilde görür kudret-i Mevlâ’yıDoar her zerreden bir ems, bu eya vahdet âyâtı (s. 421)Yani, bu kâinat, içinde ilahî sırları barındıran bir zarf gibidir.Basiretin varsa, her mükülün güne gibi aydınlanıp hallolduunugörürsün. Böylece, gönül gözüyle Mevlâ’nın kudretimüahede edilir. Her zerreden bir güne doarak bütünvarlıklar Allah’ın birliini terennüm ederler.***Kitab-ı sırr-ı vahdettir bu eyada olan ekâlBu mevcud Mûcid’e dâldir münev<strong>ve</strong>r kıl sü<strong>ve</strong>ydâyı (s. 447)Yani, bu varlıklarda görülen ekiller, Allah’ın birliinin sırlarınıifade eden yazılardır. Bu varlıklar, kendilerini var edenbir Zât’a delâlet edip gösteriyor. Eer gönül dünyanı aydınlatırsanbu gerçekleri görürsün.***it ezkâr-ı eyayı geçüp sît û sadâlardan (an erefpeinde komayı, övgü <strong>ve</strong> alkı seslerini dinlemeyi bırakıpbiraz da varlıkların Yaratıcılarını zikredilerini dinle) (s. 304)diyerek her eyin Allah’ı anıp, O’nu tanıttıına dikkat çeker.u beyitler de “Her ey Allah’ı hamdiyle tesbih eder” (srâsûresi, 44) ayetinin tefsiri mahiyetindedir:LUTF bu eyâ ne ki var Hâlıkını tesbih ederEder ise bu mahlukât esrar-ı Hakk’ı talimât (s. 114)Yani, Ey Lütfi! Bu varlıkların tamamı Yaratıcı’larını tesbihedip ilâhî sırları ta’lim ederler.***Kim okursa dilde ders-i men-arefÂlem-i manada bulur bin erefBir gör tevhid eder eya her tarafLUTF hüccetindir imanın senin (s. 328)Yani, kim gönlünde marifet dersini okursa, mana âlemindebin eref bulur. Her ey Allah’ın birliini ilan eder. Ey Lütfi!Senin hüccetin imanındır.***Bu kâinat kudretinde bir hubabdır ya anî (s. 337) diyerekAllah’ın sonsuz kudretine dikkat çeken Alvarlı EfeHazretleri, kâinatı kalem-i kudretle yazılmı bir kitap olaraktavsif eder, iirlerinde bu kitabı ne kadar güzel okuduununörneklerini sunar. Bu kitabın güzel bir sayfası olan bahçeyleilgili u iiri bu konuda güzel bir örnektir:Bu bahçe ne müzeyyenKudret-i Mevlâ’yı seyreyleGörünür sırr-ı vahdetCennet-i Me’vâ’yı seyreyleYani, bu bahçe ne kadar süslü! Gel de Yüce Mevlâ’nın kudretiniseyret! Bu bahçede Allah’ın birliinin nianeleri görünüyor.Gel de, Me’vâ cennetini seyret!Nazar kıl gül-gülistânıEderler tevhid-i BârîBezenmi dârı diyârıGül-i ra’nâyı seyreyleYani, Bak! Gül, gülistan hepsi Yaratıcı’larının birliini ilanediyorlar. Her taraf ne güzel süslenip bezenmi! Gel de buho kokulu güzel gülü seyret!Çeitli âyetlere telmihlerle dolu olan aaıdaki beyitlerise, Alvarlı Efe’nin kâinat kitabını ne kadar güzel okudu-unu, tefekkür dünyasının geniliini bildirmekle birlikte,Kur’ân ayetlerine derin vukufiyetini de göstermektedir.Çünkü o, iki kitabı da (kâinât <strong>ve</strong> Kur’ân) güzel bir ekildeokuyarak, Allah’ın varlıına, birliine, kudret <strong>ve</strong> rahmetine,insanları ölümlerinden sonra tekrar diriltmenin Allah içinçok kolay olduuna istidlâlde bulunmutur:27


Hatemu’l-Enbiya Mahmud u Muhammed getiripBize Kur’an-ı Kerim her dü-cihan daru’l-emânYani, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed(a.s) bize hem dünya hem de âhiret saadetinin rehberi olanKur’ân’ı getirmitir.Nazar et kâinatın kâtibinin defterineKalem-i kudret ile yazdıına var mı gümân!?Yani, Bu kâinâtı kudret kalemiyle yazmı olan Kâtib’in defterinebir bak! Kudret kalemiyle yazdıı bu eserler hakkındabir üphe olur mu?!Bu kadar saltanatı gösterecek Zât-ı HudâVar mı tebdil ile tayir bu kadar devr-i zeman!?Yani, Yüce Allah öyle bir saltanat <strong>ve</strong> hükümranlık gösteriyorki, bu kadar zaman geçmesine ramen kurduu bu esiz nizamdabir deime <strong>ve</strong> sapma olmamıtır.Berr ü bahirde olan ekl ile ürb muhtacıHerkesin rızkını <strong>ve</strong>rmeye kadirdir RahmânYani, Kara <strong>ve</strong> denizde rızka muhtaç bütün canlılara rızık <strong>ve</strong>rmeyeo Rahman kadirdir.Rahm-i zî-ruhda tecemmu edecek her iki suOla bir mîr-i zeman inkar eder mi insan!?Yani, Ana rahminde iki suyun birlemesiyle, yeryüzününefendisi olan insan meydana geliyor. Bu gerçei kimse inkâredebilir mi?!Bir avuç topraı Adem edemez mi Allah!?Rûz-i maherde bize kudretini ede ayânYani, insanı bu surette yaratan Allah bir avuç topraktanAdem’i yaratamaz mı?! Maher gününde insanı dirilterekkudretini herkese gösteremez mi?!Bir çekirdei Hudâ eyleye bir cism-i kebîrYevm-i kıyamda olur mu LUTFYA üphe emân (s. 302)Yani, Allah bir çekirdekten koca bir aacı ina ediyor. Artıkbu gerçekleri gören bir insanın insanların diriltilerek kabirlerindenkaldırılacaı kıyamet günü hakkında bir üphesi kalırmı Ey Lütfi!Cenab-ı Hakk’ı esma-i hüsnasıyla tavsif ettii u kıtalarındatevhid ilminin gönüle yerlemesinin irfan ile olacaınadikkat çeker:Hâlık-ı âleme bin hamd ü senâeriki yok zatı alîm u dânâKudreti kadimdir basîr-i bînâHer anda o Mennân bir an iledirYani, Bu kâinatın yaratıcısı olan Allah’a binler hamd <strong>ve</strong> senalarederiz. O’nun ortaı, misli <strong>ve</strong> dengi yoktur. O Alimdir.Kudreti kadim olup her eyi görendir. O Mennân her ânbir itedir.Alemleri var eyleyen bir AllahSecdeler eyleriz hasbeten lillahFanidir mâsivâ Bâki’dir AllahNûr-i tevhîd dilde irfân iledir (s. 123-124)Yani, Âlemleri var eden Allah birdir. Ona rızasını kazanmakiçin secde ederiz. Allah Baki olup onun dıındaki her eyfanidir. Tevhid nuru gönülde irfan ile olur.“Secde et, yakla!” (Alak sûresi, <strong>19</strong>) âyetine telmih edip“Ubudiyetten özge kurb-i Hakk’a bir sebeb yoktur” (s.445) diyerek Allah’a yakınlamanın yolunun ancak ibadetlemümkün olacaını söyleyen Alvarlı Efe, ârif-i billah olmanınbir neticesi olarak, Allah’a gönülden teslim olmu,O’nun her iinde bir hikmet olduuna yakinen inanmı birzattır. “Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler” diyenErzurumlu brahim Hakkı Hazretleri gibi o da: “Bütünef ’ali hikmettir, Huda’nın kahri rahmettir” (s. 422) diyerek,insana ho görünmeyen eylerde, bela <strong>ve</strong> musibetlerde dahi,rahmet cil<strong>ve</strong>lerinin bulunduuna dikkat çeker, “Olur kiholanmadıınız bir ey sizin için hayırlı olur. Olur ki seviparzu ettiiniz bir ey sizin için erli olur.” (Bakara sûresi, 216)âyetlerinin manalarını terennüm eder.Muhabbet EriMuhabbetullah, marifetullah’ın bir neticesidir.Marifet-i lahiyyede büyük mesafeler kat’etmi olan AlvarlıEfe, muhabbetullah deryasına dalmı, eynemâ arabıdiye isimlendirdii, muhabbet arabını içerek kendindengeçmitir. Alvarlı Efe’nin iirleri ilahi ak ile tutumubir gönülden savrulan kıvılcımlar gibidir. “Nimetoldur ık-ı Hakk rûen-zamîr olsun sana” (s. 103) diyerekilahi akın en büyük nimet olduuna ima eder. Ona göremuhabbet-i ilahi, âlemlerin mâye-i hayatıdır. Kur’ân dabu muhabbeti talim eder:Kamu âlemlere ayn-ı hayattırOkur dilden dile Kur’ân muhabbet (s. 58)Yani, Kur’an, bütün âlemlere hayat <strong>ve</strong>ren muhabbetiokuyup durur.O, “Bâki bir can isteyenler fâni bir can istemez” (s. 231)“Meydan-i tevhidde merd-i merdâne olan Hak’tan gayri biryâre bakmaz” (s. 226) diyerek hiç batmayan bir günee, hiçsolmayan bir güle meyil <strong>ve</strong>rmitir. “Ölümsüz olan Hayy’ate<strong>ve</strong>kkül et!” (Furkân sûresi, 58) âyetinden ilham alarak brahim(a.s) gibi batıp kaybolan fani güzelliklerden yüz çeviri-ini öyle ilan eder:Bir güle gönül <strong>ve</strong>r ki o gül solmaya hââÖyle bir güzele el <strong>ve</strong>r dâd-res olsun sanaYani, öyle bir güle gönül <strong>ve</strong>r ki, o gül asla solmasın. Öyle birgüzelin elinden tut ki, senin yardımına kosun.Öyle bir dildâre dil <strong>ve</strong>r eyleye dilâd seniÖyle bir dâmanı tut ki ede ber-murâd seni28


Yani, öyle bir sevgiliye gönül bala ki, gönlünü âd etsin.Öyle bir etee yapı ki, seni muradına erdirsin.Öyle bir yâr ile yâr ol yâr ola her dü serâHurid-âsâ her zamanda eyleye irâd seni (s. 412)Yani, Öyle bir yara yar ol ki, sana iki dünyada da yar olsun.Güne gibi, daima senin yolunu aydınlatsın.LUTF tut dest-i garibi sen garibsin o garib (s. 236) mısraıyladile getirdii gibi, Efe bu fani dünyada Mahbûb-uBâki’sinden ayrı kalmı, O’nu arayıp duran bir garip idi.Gel ey can bülbülü, fâni kafeste zârı mu’tad etEzel demlerini yâd eyleyüp bin âh û feryâd etYani, Gel ey can bülbülü, bu fani dünya kafesinde alamayıadet et. Ezel’deki halini hatırlayıp binlerce âh-vâh et!Vatan gülzârını terk eyledin diyâr-ı gurbetteBu hâristan-ı mihnette belâ emtârını yâd et (s. 110)Yani, Bu gurbet yerinde vatan gülistanını terk ettin. Artık,bu sıkıntılı diken tarlasında belâ yamurlarını anıpdur, diyerek nasıl bir garip olduunu, yaadıı gurbethayatının ne olduunu erh eder. Bu gurbet, asıl vatanındanayrılıp bu fani dünya kafesinde sızlanıp durancan bülbülünün elestü bi-rabbikum (Ben sizin Rabbinizdeil miyim?!) hitabına belâ (e<strong>ve</strong>t)! diye karılık <strong>ve</strong>rerekgülistan olan asıl vatanından ayrılıp bu dikenlerle dolugurbetteki bela yamurlarına giriftar olduu gurbettir.Böylece o bu dünyada, Efendimiz’in “dünyada bir garipgibi ol” (yani kendini gurbette farz et) emrinin manasınıçok iyi anlamı <strong>ve</strong> öyle yaamıtı. Ancak, gurbet nekadar uzun sürse de “Allah’a mülaki olmayı ümit edenkimse mutlaka bu arzusuna kavuacaktır” (Ankebut sûresi,5) âyetinin hükmünün mutlaka gerçekleeceinden eminidi. Nitekim öyle der:“Lâ-cerem Mecnun olan bir günbulur Leylâ’sını” (s. 417)Alvarlı Efe, elest bezminden beri kalbinin ilahî akladolduu inancındadır. Çeitli beyitlerde bu durumu dilegetirir:***Gönül bezm-i elest’ten taht-gâh’ı hubb-i Mevlâ’dırTecelli-hanesinde feyz-i Mevlâ’sın nihan eyler (s. 187)Yani, gönül tâ ezel bezminden beri Mevlâsı’nın sevgisininyerletii makamdır. Orada Mevlası’nın feyzini saklar.***Masiva bilmez nedir bezm-i elest mestânesiÖyle hayret baheder nâtıkları lallandırırElestu bi-Rabbikum meclisinde sarho olan, masiva nedirbilmez. Bu öyle hayret <strong>ve</strong>rici bir durumdur ki, konuanlarındili tutulur.LUTFYA bu bâdedir mesteyleyen Mûsâ’larıZevk-i ruhani <strong>ve</strong>rir kâl ehlini hâllandırır (s. <strong>19</strong>8)Yani, Ey Lütfi! Hz. Musa’nın, Rabbinin daa tecelli etmesiyledüüp bayılmasına sebep olan ite bu bade’dir. Bubade, yani muhabbetullah, insana ruhanî bir zevk <strong>ve</strong>rir. Sözehlini hâl ehli yapar.***Hamdü-lillah din û imandır erab-ı eynemâBârekallah nûr-i Kur’ândır erab-ı eynemâ (s. 98)Yani, Elhamdulillah, eynemâ arabı (her eyde Allah’ınisimlerini müâhede etmek) din <strong>ve</strong> imandır. Barekallah,eynemâ arabı Kur’ân’ın nurudur. …gibi beyitlerdegörüldüü gibi, Alvarlı Efe’nin iirlerinde sıkça geçeneynema arabı, “Yüzünüzü nereye dönerseniz (eynemâtu<strong>ve</strong>llû) Allah’ın <strong>ve</strong>chi oradadır” (Bakara sûresi, 115)âyetinden iktibas edilmi bir kavram olup, kâinatın hertarafında Allah’ın isimlerinin tecelli ettiini, her eyinAllah’ı tanıtıp gösterdiini, baka bir deyile, marifet <strong>ve</strong>muhabbetullahı ifade etmektedir.Yukarıdaki beyitlerde geçen meyhâne ise bu ak meyinin(eynemâ arabının) içildii meclislerdir. Baka birifadeyle meyhane men-aref 3 badesinin sunulduu menarefmeyhanesidir. (s. 152) Bazen de men-aref dersininokunduu dersane.SonuçAlvarlı Efe Hazretleri, marifetullah deryasına dalmı,muhabbetullah bahçesinde seyran etmi bir insan-ı kâmilolarak, yaadıı yıllarda bir güne gibi çevresini aydınlatıpilim <strong>ve</strong> irfan ııklarını nerettii gibi, geride bıraktıı menkıbeleriyle<strong>ve</strong> deerli eseri Hulâsatu’l-Hakâik ile bizleride aydınlatmaya devam etmektedir. Burada örnek olaraksunduumuz iirler, âb-ı hayat’la dolu olan o deryadan numuneolarak alınmı birkaç katreden ibarettir.*Atatürk Üniv. lahiyat Fak. Ört. Üyesivgulluce@yeniumit.com.trDipnotlar1. Alvarlı Efe’nin tarihçe-i hayatına dair bilgiler, kendi eserinden tesbitettiklerimizin yanında u kaynaklardan istifadeyle yazılmıtır: SeyfeddinEfendi, “Hâce Muhammed Lutfi, Lakab-ı Mehuriyle: EfeHazretleri” (Hulasatu’l-Hakayık’ın sonunda, s. 5089), Ahmed Ersöz,Alvarlı Efe Hazretleri, Nil Yay., zmir, <strong>19</strong>91; Hüseyin ELMA-LI, “Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi <strong>ve</strong> Erzurum Destanı”, <strong>Yeni</strong>Ümit: Sayı: 49; Selahattin Kıyıcı, “Alvarlı Muhammed Lütfi Efe”,DA, II, 552; Mehmet Lütfi Karaca, Alvarlı Muhammed Lutfi’niniirlerinin Umumi Tahlili, (Yüksek Lisans Tezi), Erzurum, <strong>19</strong>96.2. Alvarlı Efe Hazretleri, Hulâsatü’l-Hakâyık s. 467. Aynı kitaptanolan daha sonraki kaynaklar metin içerisinde belirtilmitir.3. Bu kavram, Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu (kendini bilenRabbini de bilir) hadisinden iktibas edilmi bir ifade olup, Arif-ibillah <strong>ve</strong>ya marifetullah manalarında kullanılmaktadır.29


YENi ÜMiTProf. Dr. Abdülhakim YÜCE *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Tefviz, hak yolcusunun, vicdanındaki nokta-i istinat <strong>ve</strong> nokta-iistimdadın ihtarıyla, aczini, fakrını duyup, hissettikten sonra“Tut beni elimden; tut ki, edemem Sensiz!” diyerek o biricikgüç, irade <strong>ve</strong> meîet kaynaına yönelmesidir.LA HAVLE…nsanın, her iinde Kudreti Sonsuzadayandıını, O'nun yardım<strong>ve</strong> dilemesi olmadan iyi-kötü hiçbir eyin cereyan etmeyecei inancınıifade etmek üzere, günlük hayatta sıksık kullandıı <strong>ve</strong>cizelemi bazı cümlelerbulunmaktadır. Ancak ne kadarkapsamlı bir manaya sahip oldukları<strong>ve</strong> ne kadar sevaplı oldukları yeterincebilinmemektedir. Bunlardan biriside La havle <strong>ve</strong>la kuv<strong>ve</strong>te illa billâh,eklindeki cümledir. Biz yazımızda bucümle üzerinde durmaya çalıacaız.Bu mübarek cümlede geçen havlkelimesi; hareket <strong>ve</strong> çare anlamınagelmektedir. Metinde geçen kuv<strong>ve</strong>tkelimesi ise Türkçemizde yaklaıkaynı anlamda kullanılmaktadır. Lügatlerdegeçen kelime anlamları <strong>ve</strong>hadis erhlerinde yapılan izahlar gözönüne alınınca bu cümle u ekildetercüme edilebilir: “Hayırlı iler yapabilmek,günahlardan kaçınabilmek<strong>ve</strong> insan gücünü aan olaylar karısındametin durabilmek dahil, hareket,tekâmül, güç <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t gerektiren herhâlimiz <strong>ve</strong> her iimiz için gerekli güç<strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t ancak Allah'ın lütfü iledir.”Onun için de insan hayatına kuatıcı bir nazarla bakanlar bu cümleyi açıklamasadedinde öyle demilerdir:— Yokluktan çıkıp vücuda gelmek için gerekli havl <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t Allah'tandır.— Hayatta kalmak için gerekli havl <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t Allah'tandır.— Zararı def', menfaati celb için gerekli havl <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t Allah'tandır.— Musibetten uzak kalıp arzu edilen eyleri elde etmek için gerekli havl <strong>ve</strong>kuv<strong>ve</strong>t Allah'tandır.30


— Günaha dümemek, ibadete devam etmek için gereklihavl <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t Allah'tandır.— Azaba maruz kalmamak, nimete mazhar olmak içingerekli havl <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t Allah'tandır.— Zulmete dümemek, iman nuru ile tenevvür etmekiçin gerekli havl <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t Allah'tandır. 1Havl kelimesinin maddî-manevî zararlı eylerden kaçınma<strong>ve</strong> korunma gücünü; kuv<strong>ve</strong>t kelimesinin ise maddîmanevî,faydalı <strong>ve</strong> müsbet eyleri yapma gücünü ifade ettiide hadis arihleri tarafından belirtilmitir.Bu cümlenin insan hayatındaki önemine dair u izahlarda yapılmıtır:— Bu cümlede dile getirilen inanç, kusurlu <strong>ve</strong> aciz olan insana,tabir yerinde ise haddini (sınırlarını) bildirir, gerçek kullua,Allah’ın sonsuz kuv<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong> kudretini itirafa da<strong>ve</strong>t eder.— Bu inanç sayesinde insan kendi nefsinde <strong>ve</strong> uuru derecesinde, Hakiki Müessiri görür.— Bu cümlenin ruhunu kav rayan kimse, menfi hâdiselerekarı telaa kapılmaz <strong>ve</strong> kalbindeki huzuru muhafaza eder.Hatta dehet salan bir hâdise ile karılasa bile; “Mevlâ görelimneyler, neylerse güzel eyler” der, ibret nazarı ile seyreder.— Bu cümle yeis <strong>ve</strong> ucub gibi ma nevî hastalıkları tedavieder. öyle ki: Olup biten hâdiselerin <strong>ve</strong> eytan gibi aldatıcıvarlıkların serbest <strong>ve</strong> sahipsiz olduunu zanneden <strong>ve</strong>yaülfetten dolayı hâdiselerin gerçek failini göremeyen insanınümidi kırılır, bazen hayatını zehir eder. Dier taraftan,yapılan bazı hayır-hasenata <strong>ve</strong>sile <strong>ve</strong>ya aracı olduunu göreninsan, bunları kendi güç <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>tiyle yaptıını zanneder,hakikî failin kendisi olduunu düünür. Oysa mahiyetiitibarıyla unutkan, aceleci, bencil, korkak, muhtaç…olan insan daha çok kusurlu, hatalı <strong>ve</strong> noksan iler yapar.Öyle ise insanın kendini beenip övünme hakkı yoktur.te bu cümle der ki: "Ey insan, isyan, belâ <strong>ve</strong> musibetleremaruz kaldıında ümitsiz olma, Allah’tan güç <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>tiste. Dier taraftan mehâsin <strong>ve</strong> kemâlata karı malikiyetdavasından da vazgeç.”— nsan hayatında te<strong>ve</strong>kkülün büyük önemi bulunmaktadır.Te<strong>ve</strong>kkül; tesir-i hakikî <strong>ve</strong>rmemekle beraber sebeplerdairesinde esbâba arızasız riâyet edip kalbin Allah’a tam itimat<strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>ni, hatta baka güç kaynakları mülâhazasındanbütün bütün sıyrılması manasına gelir ki, iki adım ötesi,"gassâlin elindeki meyyit" sözüyle ifade edilen teslim mertebesidir.Dier bir yaklaımla te<strong>ve</strong>kkül; Cenâb-ı Hak’abel balayıp itimat etme <strong>ve</strong> O’ndan bakasına kalbin kapılarınıkapama demektir ki; buna, bedenin ubudiyete,kalbin rubûbiyete kilitlenmesi de diyebiliriz. Dünyadakisünnetullah gerei esbaba riayetten sonra te<strong>ve</strong>kkülü dilegetirmenin en güzel ekli ise, konumuz olan, “Havl <strong>ve</strong>kuv<strong>ve</strong>t, olup biten her ey, ancak Allah’ın izni <strong>ve</strong> iradesidâhilinde gerçekleir” eklindeki kudsî beyandır.— Bilindii gibi halk arasında öfkelenen kii bu öfkesiniyenmek, dolayısıyla o sinirle naho bir eye sebebiyet <strong>ve</strong>rmemekiçin “La havle …” der. Bununla, öfkeyi yenmeninyolunun da Allah'a dayanmak olduu anlatılır.Bundan sonra konuyu Efendimiz (sallallahu aleyhi<strong>ve</strong>sellem)'in mübarek sözleri ııında, onları balık yaparakele almaya çalıacaız.Cennet HazinesiHazine; altın, gümü, mücevher gibi deerli eya yı-ını, büyük ser<strong>ve</strong>t, deerli eylerin saklandıı yer anlamınagelir. Mecazi olarak büyük balılık duyulan, deer<strong>ve</strong>rilen ey <strong>ve</strong>ya kimse manasında kullanılır. Efendimiz(sellallahu aleyhi <strong>ve</strong>sellem) bazı hadislerinde La Havle…'nin 2 ebedî Cennet hayatında bir hazine olduunu, dierbir hadislerinde ar hazinelerinden biri, Hz. brahim(aleyhisselam)'den naklen de bir cennet fidanı olduunuöyle ifade buyurmulardır:Ebû Musa el-E'arî anlatıyor: "Allah Resûlü Hayber'egazaya giderken ashap bir vadide yüksek sesle tekbir getirmeyebaladı. Bunun üzerine Allah Resûlü:— Yava tekbir getiriniz! Çünkü siz ne saıra dua ediyorsunuz,ne de gaibe sesleniyorsunuz. Muhakkak ki siz, iyi iiten<strong>ve</strong> size çok yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz. O her zamansizinle beraberdir, buyurdu. Bu sırada ben Allah Resûlü’nünbinitinin arkasında idim. Ben de: “Lâ havle <strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>te illâbillâh” demeye baladım. Sesimi iitti <strong>ve</strong>:— Ey Abdullah b. Kays! (Ebû Mûsa el-E'arî'nin lakabı)diye seslendi. Ben de:— Buyur ey Allah'ın Resûlü, dedim. Efendimiz:— Ey Abdullah, sana Cennet hazinelerinden bir hazinehaber <strong>ve</strong>reyim mi? buyurdu. Ben de:— Bildir, ey Allah'ın Resûlü; anam-babam sana fedâ olsun!dedim. Efendimiz:— O kelime, “Lâ havle <strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>te illâ billâh”tır, buyurdu." 3Hz. Ebû Eyyüb el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor:"Miraç gecesi Allah Resûlü, Hz. brahim’in yanına uradı.Hz. brahim (aleyhisselam), Hz. Cebrail’e yanındakininkim olduunu sordu. O da: “Muhammed’dir” dedi. Hz.brahim öyle dedi: “Ya Muhammed! Ümmetine emret,cennete çok fazla fidan diksinler. Çünkü cennetin topraı<strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> yeri de genitir.” Allah Resulü, cennet fidanınınne olduunu sorduunda da u cevabı <strong>ve</strong>rdi Hz. brahim:“Lâ havle <strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>te illa billâh”tır." 431


Hz. Hazım b. Harmele de bir gün Efendimiz’e uradı-ında kendisine unu söylediini belirtmektedir: "Ya Hazım!La havle <strong>ve</strong>la kuv<strong>ve</strong>te illâ billah'ı çokça söyle; zira ocennet hazinelerinden biridir." 5 Hz. Muaz ise Efendimiz’inkendisine, "Sana Cennet kapılarından birini haber <strong>ve</strong>reyimmi?" diye sorduunu <strong>ve</strong> arkasından da: "O La havle <strong>ve</strong> lâkuv<strong>ve</strong>te illâ billâh'tir" dediini haber <strong>ve</strong>rmektedir.Bâkiyât-ı SâlihâtBir ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz öyle buyuruyor:"Mal, mülk, çocuklar… bütün bunlar dünya hayatınınsüsleridir. Baki kalacak faydalı iler ise Rabbinin katında,hem mükâfat yönünden hem de ümit balama bakımındandaha hayırlıdır." (Kehf sûresi, 46)Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh)'tan naklen müfessirler,ayette geçen 'el-Bakiyat'us-Salihat'ın bütün güzelameller olduunu söylemilerdir. Buna göre geni manasıylasalih amel, bata iman olmak üzere slam’ın yapılmasınıemrettii <strong>ve</strong> ho gördüü güzel ilerle, ahlakîdeerlere uygun davranılardır. Allah’ı zikretmek, namaz,oruç, zekât, hac vb. ibadetler; iyilie yöneltmek, kötülüktensakındırmak, ana-babaya, akrabaya <strong>ve</strong> komulara iyidavranmak, adalet, ihsan gibi dinin ihtiva ettii bütün iyiiler dünyada insanlara fayda <strong>ve</strong>recek <strong>ve</strong> ahirette kurtulua<strong>ve</strong>sile olacak salih amellerdir.Ancak Efendimiz (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong>sellem) dahahususi bir yöne dikkatleri çekmektedir. Hz. Ebû Said el-Hudrî anlatıyor: "Allah Resûlü buyurdular ki: Bâkıyât-ısâlihâtı çokça yapın. "Bâkıyât-ı sâlihât nedir ey Allah'ınResûlü?" diye sorulduu vakit: "Allahu Ekber, Sübhanallah,Elhamdülillah <strong>ve</strong> Lâ havle <strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>te illâ billâh kelimeleridir."buyurdu. 6Efendimizin bu izahından, her ne kadar bütün iyilikler salihamel dairesi içinde olsa da, bunların zir<strong>ve</strong>sinin <strong>ve</strong> özünün,— Allah'ı bütün noksanlıklardan tenzih etmek,— gereine uygun O’na hamd etmek <strong>ve</strong>— bütün güç <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>tin O’na ait olduunu itiraf etmekolduu anlaılmaktadır.Evden Çıkıta Alınacak TedbirHer dönemde sokaklar, çarı <strong>ve</strong> pazarlar, eytanlarındaha çok faal oldukları yerler olmu, dolayısıyla buralaradeta günah merkezleri haline gelmilerdir. Ancak soka-a çıkmadan hayatımızı sürdürmemiz de adeta mümkündeildir. Öyle ise bu günahlara daha az bulamak için bazıtedbirler almak durumundayız. Ezcümle,— sadece ihtiyaç olduunda dıarı çıkmalı,— ihtiyacımızı hemen karılayıp geri dönmeli,— mümkün olabildiince yalnız çıkmamalı,— nezih yerler aratırmalı,— stres atmak için sokaı seçmemeli vs. Bu tedbirlerinyanı sıra, dua ile Rabbimize sıınmalıyız.Allah Resûlü (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong>sellem) bu konuda dayol göstermekte <strong>ve</strong> öyle buyurmaktadır: "Kim evindençıktıı zaman:" Allah'ate<strong>ve</strong>kkül edip Allah'ın adıyla çıkarım. Güç <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>tAllah'tandır.” derse; ona öyle söylenir: “Her kederdenemin kılındın, muhafaza altına alındın <strong>ve</strong> doru yola iletildin.”Ayrıca eytanlar ondan uzaklaır." Ebû Davud'unSünen’inde u ilâ<strong>ve</strong> de vardır: "Bir eytan dier eytanader ki: '(Bu dua ile sokaa çıkan kiiyi kastederek) hidayeteiletilen, her kederden emin kılınan <strong>ve</strong> muhafaza altınaalınan bir adamla nasıl uraacaksın ki?" 7Esaretten Kurtulu ReçetesiBu mübarek cümle ile ilgili asr-ı saadetten öyle birolay aktarılmaktadır: Mâlik el-Ecaî, Efendimiz’e gelerekolu Avf'ın, dümana esir dütüünü haber <strong>ve</strong>rdi. Efendimizde ona: "Oluna haber gönder: Allah Resûlü 'Lâ havle<strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>te illâ billâh duasını çokça yapmanı emrediyor'de!" buyurdu. Avf'a haber gönderildi <strong>ve</strong> Allah Resûlü’nüntavsiye ettii dua iletildi.Efendimiz’in haberini alan Avf, yüzükoyun yere kapandı<strong>ve</strong> 'Lâ havle <strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>te illâ billâh' demeye baladı.Mürikler onu iyice balamılardı. Üzerindeki balarkendiliinden çözüldü. Hemen dıarıya çıktı <strong>ve</strong> kendisiniesir edenlere ait bir de<strong>ve</strong>ye binerek oradan hızla uzaklatı.Yolda, esir eden kimselerin de<strong>ve</strong> sürüsüne rastladı. Sürüyeseslendi, de<strong>ve</strong>ler de onun arkasından geldiler.Avf'ın, geldiini bildirmek için seslenmesi, anne <strong>ve</strong> babasıiçin sürpriz oldu. Babası çıktı <strong>ve</strong> 'Kâbe’nin Rabbineyemin olsun ki, bu bizim Avf!' dedi. Annesi de: 'Benimcanım, benim cierim!' diyerek olunu karıladı, barınabastı. Avf'ın tek sıkıntısı, vücudundaki baların yaptıı izler<strong>ve</strong> bıraktıı acılardı. Babası <strong>ve</strong> evin hizmetçisi kapıyakotular. Bir de ne görsünler! Avf, evin avlusunu de<strong>ve</strong>lerledoldurmu! Babasına, durumunu <strong>ve</strong> de<strong>ve</strong>lerin nasıl geldi-ini anlattı. O da, hem Avf hem de de<strong>ve</strong>ler hakkında AllahResûlü’ne gelip bilgi <strong>ve</strong>rdi. Efendimiz öyle buyurdu:"O de<strong>ve</strong>leri nasıl istersen kullanabilirsin, tıpkı kendide<strong>ve</strong>lerin gibi." O sırada u âyet nazil oldu: "Kim Allah'akarı gelmekten sakınırsa, Allah, ona sıkıntıdan çıkı kapılarıaçar. Onu hiç ummadıı yerlerden rızıklandırır. Allah’adayanıp gü<strong>ve</strong>nene Allah kâfidir." (Talâk, 65/3) 8Avuçlar Dolusu Hayırbn Ebi Evfa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Efendimiz’ebir adam gelerek,32


— Ey Allah'ın Resûlü, ben Kur'ân'dan yeterince ezberleyemiyorum.Bana yetecek baka bir eyi siz öretseniz!" dedi.Efendimiz u duayı öretti: 'Sübhânallah, <strong>ve</strong>lhamdülillah<strong>ve</strong> lâilâhe illallah, vallâhu ekber <strong>ve</strong> lâ havle <strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>teillâ billâh." Adam,— Ey Allah'ın Resûlü, bu zikir Allah içindir. (O'nusenâdır), kendim için dua olarak ne söyleyeyim?" dedi. AllahResûlü (s.a.s.) de:— öyle dua et dedi: "Allah'ım banamerhamet et, afiyet <strong>ve</strong>r, hidayet <strong>ve</strong>r, rızık <strong>ve</strong>r!".Adam (dinleyip, kalkınca) ellerini sıkıp göstererek: "öyle(sımsıkı belledim!)" dedi. Efendimiz bunun üzerine:— te bu adam iki elini de hayırla doldurdu, buyurdu." 9Fakirliin Bir ÇaresiBu dünyada sebeplere riayet etmek Allah'ın deimezsünnetindendir. Mal-mülk edinmek için de elbette sebeplereriayet edilecektir. Bu, duanın fiilî boyutunu oluturur.Ancak bununla yetinmeyip bir de kavlî dua etmek kulluumuzungereidir. te böyle bir duayı mam Mekhûl'denrivayetle Hz. Ebû Hüreyre'den öreniyoruz: "Allah Resûlübuyurdular ki: “Lâ havle <strong>ve</strong> lâ kuv<strong>ve</strong>te illa billâh, sözünüçok tekrar edin. Zira o cennet hazinelerindendir.” Mekhûlder ki: "Kim bunu söyler <strong>ve</strong> sonra da: "Allah'ın gazabındanancak O'nun rahmetine iltica etmekle kurtulua eriilebilir"ifadesini de eklerse, Allah ondan yetmi çeit zararıkaldırır ki bunların en hafifi fakirliktir." 10En Hayırlı, Kolay <strong>ve</strong> Keyfiyetli DuaHz. Sa'd b. Ebî Vakkas'tan rivayet edilmitir: AllahResûlü ile birlikte bir kadını ziyaret etmitik. Kadınınönünde hurma çekirdekleri <strong>ve</strong>ya çakıl taları vardı. Onlarlatesbih çekiyordu. Bunu gören Allah Resûlü: "Sanabundan daha hayırlısını haber <strong>ve</strong>reyim: Allah'ın gökteki yaratıkları sayısınca 'sübhanallah', yeryüzündeki<strong>ve</strong> yer-gök arasındaki yaratıkları sayısınca 'elhamdülillah',onlar miktarınca 'la ilahe illallah' <strong>ve</strong> yine onlarkadar 'la havle <strong>ve</strong> la kuv<strong>ve</strong>te illa billâh' de', buyurdu." 11Yukarıdaki rivayetten anlaılıyor ki, Efendimiz hurmaçekirdekleri <strong>ve</strong>ya çakıl talarıyla tesbih çeken kadını görünceonu yaptıı iten menetmemi, onun vaziyetini yadırgamamıfakat bundan daha kolay <strong>ve</strong> daha üstün bir eyöretmitir. Bunun anlamı, onun örettii eylerin dahaaz külfetli, fakat sevapça daha fazla olması demektir. Bu,Efendimiz'in örettiinin muhteva üstünlüünü gösterir.Ayrıca insan tek tek sayarak ne kadar çok zikir yaparsayapsın yer-gök <strong>ve</strong> bunlar arasındaki varlıklar sayısına ula-amaz. Bu da Efendimiz’in örettii zikirlerin adet yönündende üstünlüüne delalet eder.Ezan DinlerkenAllah Resûlü (sallallahu aleyhi <strong>ve</strong>sellem) bir hadis-ieriflerinde (özetle) kim müezzin ezan okuduunda söylediklerinitekrar eder; hayye ale's-salati <strong>ve</strong> hayye ale'l-felahdeyince, "La havle <strong>ve</strong> la kuv<strong>ve</strong>te illa billah" derse cennetegirer buyurur. 12Müezzin ezan okurken <strong>ve</strong>ya kamet getirirken hayyeale's-salati <strong>ve</strong> hayye ale'l-felah deyince, 'la havle <strong>ve</strong> la kuv<strong>ve</strong>teilla billah' demekle, hiç bir kötülüü geri çevirmeye,hiçbir hayrı elde etmeye güç <strong>ve</strong> kudretimizin bulunmadı-ını belirtmekte <strong>ve</strong> Allah'tan bu iki hususta da bize güç,kuv<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong> basiret <strong>ve</strong>rmesini dilemekteyiz. Çünkü müezzin,müminleri kurtulua, felah <strong>ve</strong> necata, hayır <strong>ve</strong> iyilie da<strong>ve</strong>tederken, böylesine önemli bir ameli layıkıyla yerine getiremeyeceimizidüünerek Allah'ın sebepleri kolaylatırıpbize yardımda bulunmasını istemekteyiz. Sabah ezanındamüezzin, "es-Salâtu hayrun minennevm" (namaz uykudanhayırlıdır) dediinde "sadakte <strong>ve</strong> bererte" (doruyu <strong>ve</strong> iyiyisöyledin) demek gerektiini de eklemeliyiz.NeticeYukarıda bir kısmı aktarılan bilgilerden Efendimiz (sallallahualeyhi <strong>ve</strong>sellem)’in 'La havle <strong>ve</strong> la kuv<strong>ve</strong>te illa billâh'duasını çokça zikrettii <strong>ve</strong> hemen her fırsatta ashabına daemrettii anlaılmaktadır. Rabbimize olan inancımızı özetleyen<strong>ve</strong> bizi güç <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t kaynaına balayan bu duayı herfırsatta uurluca okumamız; hatta günlük virdlerimiz arasındaona özel bir yer <strong>ve</strong>rmemiz kulluumuzun gereidir.Dünya çapında aılması imkânsız gibi görünen musibetlerleyüz yüze olan insanın, bilmem baka bir çıkı yolu var mı?Dipnotlar1. Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi, 130.2. Yazı içinde tasarruf için daha çok La Havle… kısaltmasını kullanacaız.3. Buhârî, Cihâd 27; Müslim, Ziki: 17.4. Müsned, V, 418.5. bn Mace, Edep 59.6. Müsned, II, 75; Muvatta, Kur'an 22.7. Tirmizî, Daavat 34; Ebû Davud, Edeb 103.8. bn Kesîr, Tefsîr, 4/380; Taberî, Tefsîr, 28/98.9. Ebû Davud, Salat 139; Nesâî, ftitah 32.10. Tirmizî, Daavat 141.11. Tirmizî, Daavat 150.12. Müslim, Salat 12; Ebû Davud, Salat 36.33


A L T I N N E F E S L E RAlvarlı Efe Hazretleri34


A L T I N N E F E S L E RNecip Fazıl KISAKÜREK35


YENi ÜMiTProf. Dr. Davut AYDÜZ *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Ayaı kırılmı bir ku, kanadı sakatlanmı bir leylek, kim bilir hangi merhameterini ta cierinden vurdu ki; menziline varamamı garip kular için,huzur evi yapar gibi, ona, hayvanî barınaklar yapma fikrini ilham etti.BEDÜZZAMAN’INBAKIIYLAHAYVANLAR36Ekolojik dengenin en önemli unsurlarındanbirisi, bütün çeitlilii <strong>ve</strong> canlılııyla hayvanlardır.Yeryüzündeki binlerce çeidiyleekosistemin devamının vazgeçilmez unsuru olanhayvan <strong>ve</strong> hayvan türleri, maalesef büyük bir tehlikeyle,daha dorusu yok olmayla karı karıyadır.Nesli tükenen hayvanların sayısı hızla artmaktadır.Kur’ân’a öyle bir baktıımızda ise, ekosisteminönemli üyeleri olan hayvanlara <strong>ve</strong>rilen önem hemenfark edilir. Meselâ Kur’ân’ın bazı sûreleri hayvanadını taımaktadır: Bakara (inek) sûresi, Nahl(arı) sûresi, Ankebût (örümcek) sûresi, Neml (karınca)sûresi.Ayrıca, Kur’ân’da, çeitli hayvanlardan bahsedilmektedir:Koyun, De<strong>ve</strong>, Öküz, nek, At, Katır,Eek, Köpek, Maymun, Domuz, Yılan, Kurt, Arı,Karınca, Örümcek, Sivrisinek, Sinek…Kur’ân’ın hayvanlarla ilgili dikkat çekici bir ifadeside, hayvanların da ümmet olularıdır. slâmîgelenek <strong>ve</strong> literatürde özel <strong>ve</strong> önemli bir kavramolan ümmetin hayvanlar için de kullanılması gerçektendikkat çekicidir: “Hem yerde hareket edenhiç bir canlı, kanatlarıyla uçan hiç bir ku türüyoktur ki sizin gibi birer ümmet (toplum) tekiletmesinler. Biz o kitapta hiçbir eyi ihmal etmedik.Sonra hepsi Rab’lerinin huzuruna sevkediliptoplanacaklardır.” (En’âm sûresi, 38)


Kur'ân-ı Kerim’in, ‹slâm Dini’nin <strong>ve</strong> Risâle-i Nûr Külliyatı’nın bir bakıma insanlara çevree¤itimi, hayvanlara sevgi <strong>ve</strong> merhamet dersi <strong>ve</strong>rdi¤i rahatlıkla söylenebilir. Bediüzzaman’ınhayvanlara olan bu merhametini, hayvanları se<strong>ve</strong>nler derne¤i mensupları bilseler, herhaldeonu hayvanları en çok se<strong>ve</strong>n insan ilan ederler.Âyet, dikkatlerimizi hayvanlar âlemine çekmekte,onların da insanlar gibi sınıf sınıf olduunu söylemekte,yürüyen <strong>ve</strong> sürünen hayvanlardan her türün bir ümmet;kuların bir ümmet, insanların bir ümmet olduuna iaretetmekte, insanların da yeryüzündeki canlılardan bir sınıfolduunu bildirmektedir: “Allah davarları da yarattı. Bunlardasizi souktan koruyan (deri, yün, kıl gibi) maddeler<strong>ve</strong> birçok faydalar vardır. Hem onların etlerini <strong>ve</strong> ürünlerinide yersiniz. Onları akamleyin aıllarına getirir, sabahleyinotlaklara götürürken bambaka bir zevk alırsınız!Bunlar yüklerinizi taırlar; öyle uzak diyarlara kadar götürürlerki, onlar olmaksızın, son derece zahmet <strong>ve</strong> meakkatçekmeden varamazdınız oralara. Gerçekten, bunları sizeâmade kılan Rabbiniz pek efkatlidir, rahmet <strong>ve</strong> ihsanıboldur.” (Nahl sûresi, 5-7)Bu âyetlerde Allah, hayvanları sıralarken insanın ihtiyaçlarınacevap <strong>ve</strong>rici yönlerini göz önünde bulundurmakta,hayvanların derisinden, kıllarından, tüylerinden,etinden, sütünden insanların faydalandıklarına dikkatiçekmekte; ekonomik alanda önemli bir yer igal ettiklerinibildirmektedir. Ayrıca âyetlerde hayvanların insana, tabiata<strong>ve</strong> çevreye güzellik sergileyen birer mutluluk sembolüoldukları haber <strong>ve</strong>rilmekte, yeryüzünde Cenab-ı Hakk’ınyaratıcı kudretinin en güzel <strong>ve</strong> en muazzam tezahürleri(görüntüleri) olduu ifade edilmektedir. 1Allah’ın kudreti <strong>ve</strong> hikmetiyle belli görevler ifa etmeküzere insanlara hizmet için <strong>ve</strong>rilen hayvanlarda üphesizalınacak pek çok ibretler vardır. nsanolu hayvanlar olmadanhayatın olmayacaını, onlarsız hayatın çok cılız,anlamsız <strong>ve</strong> beslenme bozukluklarına sebep olacaınımaalesef çok geç anlamıtır. 2 Hayvanlarda ilâhî sanatıngüzellii tecelli etmitir. te bunun içindir ki, Allah’ınKur’ân’da önemine binaen muhatabın dikkatini çekmeküzere, üzerlerine yaptıı yeminlerden birisi de hayvanlardır.(Âdiyât sûresi, 1-5)Bu kadar sayısız hayvanı <strong>ve</strong> bunların tâbi olduu kanunlarıAllah’ın yaratmasındaki hikmet, hiç üphesiz insanhayatının sürekliliini <strong>ve</strong> güzelliini salamak, tabiatı ya-anabilir, sevilebilir <strong>ve</strong> ibret alınabilir bir yer kılmaktır.te Kur’ân, hayatın <strong>ve</strong> tabiatın güzelliine bir katkısalasınlar diye her türden hayvan <strong>ve</strong> canlının yeryüzüneserpitirildiini ifade etmekte, onlardan kiminin karnıüzerinde sürünerek, kiminin iki ayak, kiminin dört ayaküstünde yürüdüünü bildirmekte, böylece insanların ençok karılatıkları hayvanların önemine iaret etmektedir:“Allah her canlıyı sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür,kimi iki ayaı üstünde yürür, kimi dört ayaı üstündeyürür. Allah dilediini yaratır. Çünkü Allah her eye kadirdir.”(Nur sûresi, 45)Kur'ân'ın hayvanlara <strong>ve</strong>rdii öneme paralel olarak BediüzzamanSaid Nursî de eserlerinde <strong>ve</strong> hayatında hayvanlaraçok önem <strong>ve</strong>rmitir. Risale-i Nurda zikredilen hayvanisimlerinin bazıları unlardır: Arı, akrep, aslan, at, atmaca,balık, böcek, bülbül, camus, ceylan, çekirge, de<strong>ve</strong>, de<strong>ve</strong>kuu,fil, gergedan, gü<strong>ve</strong>rcin, horoz, hüdhüd, ipekböce-i, kaplan, karınca, kartal, keçi, kedi, keler, köpek, koyun,kuddüs kuu, kurt, ku, maymun, öküz, örümcek, papa-an, pire, serçe, sinek, sivrisinek, sıırcık, tavuk, tavus, tilki,yarasa, yılan, yıldızböcei...Bediüzzaman, hayvanların Allah’ın memurları oldukları,O’na aynadarlık yaptıkları <strong>ve</strong> O’nu tesbih edip zikrettiklerikonusu üzerinde ısrarla durarak, insanları lüzumsuzyere hayvanları öldürmekten <strong>ve</strong> onlara zarar <strong>ve</strong>rmektenmen ediyor <strong>ve</strong>ya en azından onlara bir hayvanı öldürürkenne kadar büyük bir cinayet ilediklerini hatırlatıyor.imdi de Bediüzzaman’ın hayvanlara <strong>ve</strong>rdii önemibirkaç balık altında inceleyelim:a. Hayvanlar, Allah’ın memurlarıdır, O’na AynadarlıkYapar <strong>ve</strong> O’nu Zikrederler“...Ve kâinat batan baa gayet mânidar bir kitab-ıSamedânî <strong>ve</strong> mevcûdat ferten Ara kadar gayet mucizânebir mecmua-i mektubât-ı Sübhaniye <strong>ve</strong> mahlûkatın bütüntâifeleri gayet muntazam <strong>ve</strong> muhteem bir ordu-yu Rabbanî<strong>ve</strong> masnuatın bütün kabileleri, mikroptan, karıncadan tâgergedana, tâ kartallara, tâ seyyarata kadar Sultan-ı Ezeliningayet vazifeper<strong>ve</strong>r memurları olduu bilinmesi <strong>ve</strong> her ey,aynadarlık <strong>ve</strong> intisap cihetiyle binler derece kıymet-i ahsiyesindendaha yüksek kıymet almaları...” 337


“E<strong>ve</strong>t, her bir çiçek, her bir mey<strong>ve</strong>, her bir ot, hattaher bir hayvan, her bir aaç, birer mühr-ü ehadiyet <strong>ve</strong> birersikke-i samediyet olduklarını <strong>ve</strong> bulundukları mekânise, bir mektup sûretini alması cihetiyle her biri bir imzaeklini alır, o mekânın kâtibini gösteriyor...” 4Bediüzzaman’a göre kediler de Allah’ı tesbih edip zikreder.Kendi müahedelerini öyle anlatır:“... Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarımaihsandır; <strong>ve</strong>ya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; <strong>ve</strong>ya iktisadınbereketli bir menfaatidir; <strong>ve</strong>yahut, “Yâ Rahîm, yâRahîm” ile zikreden <strong>ve</strong> yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdırki, bereket sûretinde gelir, ben de ondan istifadeederim. E<strong>ve</strong>t, hazin mırmırlarını dinlesen, “Yâ Rahîm, yâRahîm” çektiklerini anlarsın...” 5b. Bazı Hayvanlar Yeryüzünün <strong>ve</strong> Denizin Temizlik<strong>ve</strong> Sıhhiye MemurlarıdırBediüzzaman’a göre âkilüllahm denilen kartal, kurt <strong>ve</strong>karınca gibi hayvanlar her gün yeryüzünü <strong>ve</strong> denizi pisliklerdentemizlemektedirler. Onlar Allah tarafından görevlendirilmitemizlik <strong>ve</strong> sıhhiye memurlarıdırlar. Eer onlartemizlemeseydiler, yeryüzü <strong>ve</strong> denizler pislikten geçilmez<strong>ve</strong> yaanmaz bir hale gelirdi:“E<strong>ve</strong>t, Cenâb-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek<strong>ve</strong> her günde milyarlarla ölümler bulunan deniz hayvanlarınıncenazelerini toplamak <strong>ve</strong> deniz yüzünü cenazelerlepislenmi, çirkin manzaradan kurtarmak için, sıhhiye memurlarınev’inden gayet muntazam âkilüllahm bir kısımhayvanatı halk etmi. Eer o denizlerin sıhhiye memurlarıgayet muntazam vazifelerini ifa etmeseydiler, deniz yüzüayna gibi parlamayacaktı. Belki hazin <strong>ve</strong> elim bir bulanıklıkgösterecekti.Hem her günde milyarlarla yabanî hayvanlar <strong>ve</strong> kularıncenazelerini toplamakla yeryüzünü kokumadan temizlemek<strong>ve</strong> canlıları o elîm, hazîn manzaralardan kurtarmakiçin nezâfet <strong>ve</strong> sıhhiye memurları hükmünde olankartallar <strong>ve</strong> benzeri kular, kerametkârâne, gizli <strong>ve</strong> uzak,be altı saat mesafeden bir sevk-i rabbâni ile o cenazeninyerini hisseden, giden <strong>ve</strong> kaldıran le yiyen kuları <strong>ve</strong> vahihayvanları halk etmi. Eer bu yeryüzü sıhhiyeleri gayetmükemmel, intizamper<strong>ve</strong>r <strong>ve</strong> vazifedâr olmasa idiler, zeminyüzü alanacak bir ekil alacaktı...Hem küçücük hayvanların cenazelerini <strong>ve</strong> nimetin küçücükparçalarını <strong>ve</strong> tanelerini toplamak vazifesiyle karıncalarınezafet memurları olarak, hem nimet-i lâhiyenin küçücükparçalarını teleften <strong>ve</strong> çinemekten <strong>ve</strong> hakaretten <strong>ve</strong> abesiyettensıyânet etmekle <strong>ve</strong> küçücük hayvanatın cenazelerinitoplamakla, sıhhiye memurları gibi tavzif olunmular.” 6c. Et Yiyen Hayvanlar Her stedikleri HayvanıAvlayıp YiyemezlerBediüzzaman’a göre le yiyen hayvanlar, her ne kadartemizlik <strong>ve</strong> sıhhiye memuru olsalar da, önlerine çıkan herhayvanı yiyemezler. O’na göre onların helâl rızkları <strong>ve</strong>fatetmi hayvanlardır. Salam hayvanlar onlara haramdır:“E<strong>ve</strong>t, âkilüllahm hayvanların helâl rızkları, <strong>ve</strong>fat etmihayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlaraharamdır. Eer yeseler, ceza görürler. “Boynuzsuz olanhayvanın kısâsı (hakkı) kıyamette boynuzludan alınır” 7diyen hadîsin ifadesi gösteriyor ki: Gerçi hayvanların cesetleriçürür; fakat ruhları bâki kalan hayvanların kendiaralarında dahi, onlara uygun bir tarzda, âhirette cezâ <strong>ve</strong>mükâfatları vardır. Ona binaen et yiyen hayvanlara sahayvanların etleri haramdır denilebilir.” 8d. Sinekler ÖldürülmemelidirBediüzzaman hayvanların öldürülmesine iddetle kar-ıdır. Hatta hayvanların en küçüklerinden olan <strong>ve</strong> zararlızannedilen sineklerin bile öldürülmesini kabul etmez.Bediüzzaman’ın ne kadar büyük bir çevreci olduunu <strong>ve</strong>hayvanları ne kadar çok sevdiini anlamak için, sinekleriöldürmekten deil, hatta rahatsız etmekten bile talebelerinimenetmesi hadisesi yeter artar bile. Zira özellikle sıcakyaz günlerinde insanları rahatsız eden <strong>ve</strong> hastalık mikrobutaıdıklarına hükmederek deiik usûl <strong>ve</strong> ilaçlarla öldürülüptelef edilen sinekler ona göre; bilakis temizlik memurlarıdır.nsanlara temizlik öretmekte, hem de insanları el<strong>ve</strong> yüzlerinde bulunan insanın gözüne görünmeyen hastalıklarınmikroplarını <strong>ve</strong> zehirli maddeleri temizlemekte,birçok bulaıcı hastalıkların önünü almakta, sivrisinek <strong>ve</strong>pireler de fıtrî hacamat yapmaktadırlar. 9e. Sineklerin Pek Çok Faydası VardırBirçok insanın zararlı zannedip ördürdüü sineklerinyukarıda sayılan faydalarına ilâ<strong>ve</strong>ten, Bediüzzaman’a göredaha baka faydaları da vardır. E<strong>ve</strong>t, ona göre, sineklerinbazı cinsleri, muhtelif <strong>ve</strong> kokumu maddeleri yerler, devamlıpislik yerine arılar gibi katre katre urup damlatırlar.Böylece sinekler küçücük istihale <strong>ve</strong> tasfiye makinelerihükmüne geçerler. Dier bir baka cinsi de nebâtâtın çiçeklerinin<strong>ve</strong> incir gibi bir kısım aaçların aılanmasındaistihdam olunurlar:“Sinek pislii, tıp cihetiyle zararı yok bir maddedir ki,bazen tatlı bir uruptur. Fakat sinek, yedii binler muhtelifzararlı maddelerin <strong>ve</strong> mikropların <strong>ve</strong> zehirlerin kaynaıolmakla, sinekler küçücük istihale <strong>ve</strong> tasfiye makinelerihükmüne geçmeleri hikmet-i Rabbâniyeden uzak deildir.E<strong>ve</strong>t, arıdan baka sineklerin bazı cinsleri var ki, muhtelif38


<strong>ve</strong> kokumu maddeleri yerler, devamlı pislik yerine katrekatre urup damlatırlar. O zehirli, kokumu maddeleriaaçların yapraklarına yaan kudret helvası gibi tatlı, ifalıbir uruba tebdil ederek, bir istihale makinesi olduklarınıispat ederler. Bu küçücük fertlerin ne kadar büyük birmilleti, bir tâifesi olduunu göze gösterirler. “Küçüklüümüzebakma. Tâifemizin azametine bak, ‘Sübhânallah” dediye lisân-ı hal ile söylerler.” 10f. Bülbülün Yaratılmasının HikmetleriBediüzzaman, dier hayvanlar gibi Bülbülün de boubouna yaratılmadıını, birçok hikmetlere mebnî olarakyaratıldıını <strong>ve</strong> hikmetli Yaratıcı’nın onu be gaye için istihdamettiini söyler:“Birincisi: Hayvanat kabîleleri namına, nebâtat taifelerinekarı olan iddetli münasebâtı ilana memurdur.kincisi; Rahmân’ın rızka muhtaç misafirleri hükmündeolan hayvanat tarafından bir Rabbânî hatiptir ki,Rezzâk-ı Kerîm tarafından gönderilen hediyeleri alkılamakla<strong>ve</strong> sevinci ilan etmekle görevlidir.Üçüncüsü: Bütün kulara yardım için gönderilennebâtata karı güzel bir karılık <strong>ve</strong>rir.Dördüncüsü: Hayvanların, bitkilere karı olan akını<strong>ve</strong> iddetli ihtiyacını, nebâtâtın güzel yüzlerine karı mübarekbaları üstünde beyan eder.Beincisi: Allah’ın huzurunda en lâtif bir tesbihi, en lâtifbir evk içinde, gül gibi en lâtif bir yüzde takdim eder.te, u be gayeler gibi baka manalar da vardır.u manalar <strong>ve</strong> u gayeler bülbülün, Hak Sübhânehu <strong>ve</strong>Teâla’nın hesabına ettii amelin gayesidir. Bülbül kendidiliyle konuur; biz u manaları onun hazin sözlerindenanlıyoruz. Melâike <strong>ve</strong> ruhânî varlıkların anladıkları gibikendisi kendi güzel seslerinin manasını tamamen bilmesede bizim anlamamıza zarar <strong>ve</strong>rmez. “Dinleyen söyleyendendaha iyi anlar.” mehurdur. Hem bülbül u gayeleritafsilâtıyla bilmemesinden, olmamasına delâlet etmiyor.En azından, saat gibi sana vakitlerini bildirir…Bülbüle; arı, erkek hayvan, örümcek, karınca, böcekleri<strong>ve</strong> küçük hayvanların bülbüllerini kıyas et...” 11g. Hayvanlardan Deiik ekillerde stifade EdilebilirBediüzzaman, “Kular da onun etrafında toplanırdı.”(Sa’d sûresi, 18-<strong>19</strong>) <strong>ve</strong> “Süleyman Davud’a vâris oldu <strong>ve</strong> “Eyinsanlar, bize kuların dili öretildi…” dedi.” (Neml sûresi,16) âyetlerinin tefsiri münasebetiyle, insanların hayvanlardandeiik sûretlerde istifade edebileceklerini söyler.Ona göre; balarısı, ipekböcei, gü<strong>ve</strong>rcin <strong>ve</strong> papaan gibihayvanlardan istifade edildii gibi eer kuların <strong>ve</strong> dierhayvanların dili bilinebilirse mühim ilerde istihdam edilebilirler.Çekirge âfetinin istilâsına karı çekirgeyi yemedenmah<strong>ve</strong>den sıırcık kularının dili bilinse <strong>ve</strong> harekâtıtanzim edilse, böylesi faydalı bir hizmette ücretsiz olarakistihdam edilebilir. 12h. Hayvanlara efkatli DavranılmalıdırHayvanlara karı alabildiine efkatli olan BediüzzamanSaid Nursî, kendisine getirilen yemein tanelerinihayvanlara olan efkat <strong>ve</strong> sevgisini açıkça göstermek içinkarıncalara <strong>ve</strong>rir:“...Bilâhare Siirt’e balı Tillo kasabasına gitti. Mehurbir türbeye kapandıı vakit küçük biraderi Mehmetyemeini getiriyordu. Yemek içindeki taneleri, kubbeninetrafında bulunan karıncalara <strong>ve</strong>rerek, kendisi ekmeiniyemein suyuna batırarak kanaat ediyordu.“Neden dolayı taneleri karıncalara <strong>ve</strong>riyorsun?” denildiinde:“Bunlarda hayat-ı içtimaiyeye mâlikiyet <strong>ve</strong> fevkalâdevazifeinaslık <strong>ve</strong> çalıma bulunduunu müahede ettiimiçin, Cumhuriyetper<strong>ve</strong>rliklerine mükâfaten kendilerineyardım etmek istiyorum.” cevabında bulunmutur.” 13Bediüzzaman, yanına gelen kedilere <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>rcinlere,yine hayvanlara olan sevgisinden dolayı, kendi yiyeceinden<strong>ve</strong>riyor <strong>ve</strong> bundan dolayı da berekete nâil olduunusöylüyor:“... Hattâ deil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlaraarkada <strong>ve</strong>rilen <strong>ve</strong> rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilenkedi gibi bazı mahlukların rızıkları dahi bereketsûretinde geliyor. Bunu teyit eden <strong>ve</strong> kendim gördüümbir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene ev<strong>ve</strong>lher gün yarım ekmek -o köyün ekmei küçüktü- muayyenbir tayınım (yiyecek, kumanya) vardı ki, çok defabana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler.O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çokkere de fazla kalırdı.te u hal o derece tekerrür edip bana kanaat <strong>ve</strong>rdi ki,ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’î birsûrette ilân ediyorum, onlar bana yük, sıkıntı deil, hemonlar benden deil, ben onlardan minnet alırdım.” 14“... Ben, Berât Gecesinden az ev<strong>ve</strong>l Âsâ-yı Mûsâ tashihiylemegulken, bir gü<strong>ve</strong>rcin pencereye geldi bana baktı.Ben dedim: “Müjde mi getirdin?” içeriye girdi, güya eskidendost idik gibi, hiç ürkmedi. Âsâ-yı Mûsa üstüne çıktı,üç saat oturdu. Ekmek pirinç <strong>ve</strong>rdim, yemedi. Tâ akamakaldı sonra gitti, tekrar geldi. Berât gecesinde, tâ sabahakadar yanımda kaldı. Ben yatarken baıma geldi, Allahaısmarladık nevinden baımı okadı, sonra çıktı gitti. kincigün, ben teessüf ederken, yine geldi bir gece daha kal-39


dı. Demek bu mübarek ku, hem Âsâ-yı Mûsâ’yı, hemberâtımızı tebrik etmek istedi.” 15Necmeddin ahiner’in, “Son ahitler BediüzzamanSaid Nursî’yi Anlatıyor” kitabında, Bediüzzaman’ınhayvanlara olan efkatini görenlerin anlattıklarını nakledelim:“... Bediüzzaman Said Nursî’nin evi tahtaydı. Bazenevindeki bir deliin azına fare gelirdi. “Bak, yemek istiyor”diye ne yiyorsa, ondan bir parça da farenin deliininyanına kordu, fare onları yerdi. Ne yerse fareye de illa ikramederdi.” 16“... Bazen karıncaları görse <strong>ve</strong>yahut bizler bir ta kaldırsak,<strong>ve</strong> altından karınca çıksa, taları geri koydurur.Hayvancıkların rahatını bozmayın derdi...” 17“... Fareler için, ayrıca komu dükkânın çatısındakikular <strong>ve</strong> kediler için, ulaabilecekleri yerlere ekmek parçalarıkoyardı. Fareler de kediler de ondan rızıklanırdı.” 18“Bediüzzaman Said Nursî’nin iki kedisi vardı. Yemekvakti gelince bunlara yemek <strong>ve</strong>rirdi, kendisi daha sonrayerdi. Ayrıca dolaplara fareler için yemekler koyardı.” <strong>19</strong>ı. Hayvanlar lüzumsuz yere avlanılmamalıdırBediüzzaman Said Nursî, av hayvanlarının avlanılmasınıiyi görmemi, bilakis onların yerine ehli hayvanlarlaiktifa edilmesini tavsiye etmitir. Son ahitlerin anlattıklarınıdinleyelim:“... Kırlarda avcıları gördüünde, ‘Tavanları <strong>ve</strong> kekliklerivurmayın’ derdi. Ve, ‘Dier hayvanları incitmeyin’der <strong>ve</strong> nasihatte bulunurdu. Hatta çok kiileri avcılıktanmenetti.” 20Ziyaretine gelen birisinin anlattıkları: “... ‘Ne i yaparsın?’dedi. ‘Avcılık, efendim’ dedim. ‘Sizin orada ne gibihayvanlar bulunur?’ dedi. ‘Ceylan, tavan, ördek <strong>ve</strong> keklikbulunur efendim’ dedim. ‘Her ava çıktıınızda ne kadarpara masraf edersiniz?’ ‘Bazen olur ki 50 lira da masrafyaparız.’ dedim. ‘Peki dedi, siz o parayla ehlî hayvan alıpetini yeseniz, daha iyi olmaz mı?’ E<strong>ve</strong>t efendim, daha iyiolur muhakkak dedim.” 21Sonuç olarak; karıncaları beslemesi, kedi vb. hayvanlara,kulara ilgi <strong>ve</strong> sevgisi, tabiatla içice bir hayattarzını benimsemesi, sık sık kırlara-dalara çıkması BediüzzamanSaid Nursî’nin ne kadar çevreci tutuma sahipolduunu <strong>ve</strong> hayvanları ne kadar sevdiini <strong>ve</strong> bunubir ahlâk haline getirdiini <strong>ve</strong> davranılarına yansıttıınıgöstermektedir.Kur'ân-ı Kerim’i <strong>ve</strong> O’nun çada bir tefsiri olanRisâle-i Nûr Külliyatı’nı batan sona anlayarak okuyan birkii, kâinattaki varlıkların anlamlı olduu (mana-yı harfîdüüncesi) uuruna erecek <strong>ve</strong> her birinin görevli olduuinancı ile bu varlıklara zarar <strong>ve</strong>rici faaliyetlerden sakınacaktır.Bu da çevre bilincine ulamı fertlerden beklenenbir davranıtır. Bütün bunlardan sonra, Kur'ân-ı Kerim’in,slâm Dini’nin <strong>ve</strong> Risâle-i Nûr Külliyatı’nın bir bakımainsanlara çevre eitimi, hayvanlara sevgi <strong>ve</strong> merhametdersi <strong>ve</strong>rdii rahatlıkla söylenebilir. Bediüzzaman’ın hayvanlaraolan bu merhametini, hayvanları se<strong>ve</strong>nler derneimensupları bilseler, herhalde onu hayvanları en çok se<strong>ve</strong>ninsan ilan ederler.*Sakarya Üniv. lahiyat Fak. Ört. Üyesidayduz@yeniumit.com.trDipnotlar1. M. Kemal Atik, Kur'ân <strong>ve</strong> Çevre, Kayseri <strong>19</strong>92, s.96.2. brahim Özdemir, Münir Yükselmi, Çevre Sorunları <strong>ve</strong> slâm,Ankara <strong>19</strong>95, s.114-116.3. R.N.K., kinci ua, I, 851. (Makalemizde istifade ettiimizRisâle-i Nur için kaynak olarak, deiik baskılardan bulma zorluunabinaen, Risâle-i Nûr’da ilgili kitabın ismi <strong>ve</strong> bölümünü<strong>ve</strong>rdik. Ayrıca Külliyatın tamamının iki ciltte basıldıı baskınınsayfa numarasını <strong>ve</strong>rdik. Kaynaklı-ndeksli-Lügatli Risâle-i NûrKülliyatı (R.N.K.), Nesil yay. stanbul, <strong>19</strong>96)4. RN.K., 30. Lem’a, 4. nükte, 3. aret, I, 807. Kâinatın, mücessembir kitab-ı Sübbânî <strong>ve</strong> cismanî bir Kur'ân-ı Rabbânî <strong>ve</strong>Allah’ın kudretini bildirdiine dair bkz. R.N.K., uâlar, yedinciuâ I, 914 <strong>ve</strong> 917; On Birinci uâ, I, 955. Aslında Yedinci uâ,‘Âyetü’l-Kübrâ, Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müahedatıdır’,tamamı itibariyle bu konu üzerinde durmaktadır.5. R.N.K., On Altıncı Mektup, Dördüncü Nokta, I, 377. Dier misalleriçin bkz. R.N.K. Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, I,153, 155.6. R.N.K., Yirmi Sekizinci Lem’a, I, 727-728.7. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 235.8. R.N.K., Yirmi Sekizinci Lem’a, I, 727-728.9. R.N.K., Yirmi Sekizinci Lem’a, I, 727-728. Sineklerle ilgili görüleriniSinek Risalesi isimli müstakil bir Risâlede ifade edenBediüzzaman’ın bu risalesinin tamamını okumalarını deerliokuyucularımıza özellikle tavsiye ediyoruz.10. R.N.K., Yirmi Sekizinci Lem’a, I, 728; Dier bir örnek için bkz.Yirmi Sekizinci Lem’a, I, 728, hâiye.11. R.N.K., Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, I,154-155.12. R.N.K., Yirminci Söz, kinci Makam, Mukaddime, I, 105.13. bkz.: R.N.K., Tarihçe-i Hayat I, 2126.14. R.N.K., 21. Mektup, I, 468.15. R.N.K., Emirda Lâhikası-I, II, 1749.16. Necmeddin ahiner, Son ahitler Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor,stanbul <strong>19</strong>93, II, 150.17. ahiner, Son ahitler, III, 59.18. ahiner, Son ahitler, III, 141.<strong>19</strong>. ahiner, Son ahitler, III, 126.20. ahiner, Son ahitler, III, 59.21. ahiner, Son ahitler, IV, 174.40


YENi ÜMiTDr. Musa Kâzım GÜLÇÜR *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Maturîdî Hazretleri’ne göre akıl, “hüsün-kubuh” mevzuunda da üzerinde durulduugibi, önemli bir unsurdur <strong>ve</strong> bir ölçüde iyiyi kötüden ayırt edecek kapasitededir.nsan, aklıyla bir kısım eyleri birbirinden tefrik edebilir, bu güzel, bu daçirkin diyebilir. Vâkıa aklın, her eyi sezip bilebileceini iddia da yanlıtır...HÜSÜN <strong>ve</strong> KUBUHGiriBu makalemizde, gündelik konumalarımızda sıklıkla duyduumuz <strong>ve</strong> kullandıımıziyilik, güzellik, kötülük <strong>ve</strong> çirkinlik gibi kelimelerin, özellikle dini açıdan ne tür anlamtabakalarına sahip olduunu görmeye çalıacaız. Konuya girile ilgili temel referanslarımızAllâme Adudiddin Abdurrahman El Îcî’nin (H. 756) büyük fakih Seyyid erifCürcânî (H. 816) tarafından erhi yapılan ‘Mevâkıf ’adlı eseri, yine mehur Hanefî fakihlerimizdenMuhammed b. Ömer el-Habbâzî’nin (H. 791) ‘El-Munî fî Usûli’l-Fıkh’ isimlieseri <strong>ve</strong> son dönemin dikkat çekici hukukçularından Dâru’l-Funûn-i Osmânî Hukuk FakültesiÖretim Üyesi M. Seyyid Bey’in (H. 1340) ‘Medhal’ adlı eseri olacaktır.Lügat manası itibarıyla “hüsün” <strong>ve</strong> “kubuh” kelimeleri, birbirinin zıt anlamlısıolarak kabul edilmitir. Hüsün; iyilik, güzellik <strong>ve</strong> holuk gibi anlamlara gelirken,kubuh kelimesi de bu anlamların zıddına olarak kötülük, çirkinlik <strong>ve</strong> fenalık manalarınagelmektedir.41


Bütün bir varlık dünyası hem güzel hem de çirkin gibi görünen yüzleri itibarı ile tezahüretmektedir. Cenâb-ı Hakk’ı tenzih maksadı ile çirkinli¤in yaratılmasının da çirkin oldu¤unudüþünenler kendi dar düþünce kalıplarının içerisinde sıkıþmıþ, ehli sünnetin yüksekdüsturlarına akıl erdiremediklerinden yer yer itizale sapmıþlardır.El-Îcî’ye Göre Hüsün <strong>ve</strong> KubuhEarî medresesinin büyük kıymeti El-Îcî’ye göre dininyasakladıı ey “kötü”, emrettii de “güzel”dir. Akıl bukonuda yetkili deildir. Hüsün <strong>ve</strong> kubuh bir fiilde hakikiolarak bulunmamakta, ancak dinin belirlemesi ile olumaktadır.ayet durum aksine olsaydı, yani iyilik/kötülük,güzellik/çirkinlik eyada hakiki olarak bulunsaydı, “nesih”-dinin bazı hükümlerinin yine âri’ye balı olarak deimesi-ile güzelliin çirkinlie, çirkinliin de güzellie dönümesimümkün olmazdı. Bu açıdan, dinin emir, tavsiye<strong>ve</strong> yasaklarının hüsün <strong>ve</strong> kubuh konusundaki belirleyicietkisi açıktır.El-Îcî’nin dolayısıyla da Mevakıf ’ın önemli ârihi Seyyiderif el-Cürcânî, El-Îcî’nin bu ifadelerini u ekilde anlamaktadır:nsanlık tarihinin belirli zaman dilimlerindeAllah (cc) dini kurallar göndermitir. Bu kurallar, sadece,dinin gönderilmi olduu o dönemdeki toplumların iyi/güzel ya da kötü/çirkin telakkilerine göre ekillenmi olsaydı,daha sonraki çeitli zamanlara, dönemlere <strong>ve</strong> anlayılaragöre dinin temel emir <strong>ve</strong> yasaklarının da deimesigerekecekti ki, bunun manasızlıı açıktır.Îcî, “hüsün” <strong>ve</strong> “kubuh” kelimelerinin genel olarak üçmanada kullanıldıını belirtiyor:1. Kemal ya da noksan sıfatlar için kullanılan güzellik<strong>ve</strong> çirkinlik tanımları. lim, bilgili olma <strong>ve</strong>ya bilgisizlik,cahillik gibi. “Bu kısım dorudan akla hitap eder.” diyor.2. Maksada uygunluk ya da uygun olmama, dier birtabirle maslahat ya da mefsedet halleri için. Bu kısmın hemakliliini hem de izafiliini gösteriyor <strong>ve</strong> öyle bir örnek<strong>ve</strong>riyor: Bir kimsenin baına gelen bir kötülük, genelde okiinin dümanlarınca bir güzellik gibi algılanırken, dostlarıncaise bir çirkinlik olarak kabul edilir.3. Üçüncü olarak da medih/mükâfat <strong>ve</strong>ya zem/ceza gerektirendavranılar için kullanılan güzellik-çirkinlik tanımları.Îcî, ite bu son kısmın tartıma konusu yapıldıınıbelirterek öyle diyor: “Bize göre bu üçüncü kısım dini/er’îdir. Mutezile ise bu kısmı da aklî olarak kabul etmektedir.Mutezile, dinden kat-ı nazar ile, medih/mükâfat <strong>ve</strong>yazem/ceza gerektiren tutum <strong>ve</strong> davranıların, iyilik/güzellikya da kötülük/çirkinliinin zaruri yani aklî bir ekilde deanlaılacaını iddia etmektedir. Tıpkı doruluktaki güzelliin,yalancılıktaki çirkinliin zaruri/aklî bir ekilde anla-ılmasında olduu gibi. Mutezile, bazı fiillerdeki hüsün <strong>ve</strong>kubhun ise, aklın daha fazla iletilmesi ile görülebileceiniöne sürmektedir. Mesela, bazı dorularda, doruluktakigüzellie ramen zararın; bir kısım yalanlarda, yalandakiçirkinlie ramen faydanın, ancak iyi bir düünce gücü ileanlaılabilmesi örneklerinde olduu gibi.Îcî oldukça çarpıcı bir örnek ile düüncesinin salamlıınıu ekilde ortaya koyuyor: Bu üçüncü kısımda elealdıımız güzellik <strong>ve</strong> çirkinlik, ne akılla ne de zarurî birekilde bilinemez. Bu kısımda, bir fiildeki güzellik ya daçirkinlik, sadece dinin belirlemesi ile anlaılabilir. Mesela,Ramazan ayının son gününde oruçlu olmanın güzellii<strong>ve</strong> hemen arkasından gelen evval ayının ilk gününde de(Ramazan Bayramının ilk günü) oruçlu olmanın kötülüü,aklen ya da zarureten bilinebilmekte midir? Hayır.Ama din, bir önceki günün orucunu farz kılarak, sonrakigünün orucunu da haram hale getirerek, “yeme fiili” ileilgili güzellik <strong>ve</strong> çirkinlii iaretlemi olmaktadır.Îcî, sırf ‘yalan’ın aklen yanlılıının bilinebilmesi örne-inden hareketle, hüsün <strong>ve</strong> kubhun bir fiilde aslî oluununispat edilemeyeceini belirtmekte <strong>ve</strong> öyle demektedir:‘Mesela, insanın bir zalimden kurtulması söz konusu ise,yalan söylemek haram deil, hatta farz olur. Ayrıca böylebir durumda doru söylemenin haram olacaını belirtmeyegerek bile yoktur.’ 1Hanefî Fakih Habbâzî’nin Hüsün-Kubuh YaklaımıBüyük Hanefî Fakih Habbâzî, hüsün konusunu ‘hüsünli zâtihi’ (dorudan <strong>ve</strong> aslî güzellik) <strong>ve</strong> ‘hüsün li ayrihi’(dolaylı güzellik) olmak üzere ikiye ayırıyor. Hüsün lizâtihi’yi de kendi arasında üçe ayırıyor:1. Birinci kısımda Allah’a (cc) <strong>ve</strong> yüksek sıfatlarınaimanı örnek olarak <strong>ve</strong>riyor <strong>ve</strong> bu kısmın hüsün itibarı ileaslîliini <strong>ve</strong> deimezliini vurguluyor.2. kinci kısımda ise hüsün li zatihi’ye ‘yokluu kabuledilebilen’ vasfını ila<strong>ve</strong> ediyor <strong>ve</strong> bu kısma örnek olarakda ‘imanın dil ile ikrarı’nı gösteriyor. Habbâzî’ninbu örnekle ne demek istediini biraz açmaya çalıalım.42


Bilindii üzere ‘iman’ kalb ile tasdik, dil ile ikrardır.Ancak bir kimse, kalben Allah’a iman etmekle beraber,mesela zorlama gibi bir sebebe binaen dili ile ikrarda bulunmasa,Allah katında yine de mü’mindir. Bu duruma,Kur’ân-ı Kerîm’de geçen ‘mü’min-i âl-i firavun’ (Mü’minsûresi, 28) güzel bir örnektir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in haber<strong>ve</strong>rmesiyle, bu ahsın imanını ikrar etmedii, bilakisgizlemekte olduu, ancak Allah’ın (cc) bu ahsı imanlıkabul ettii anlaılmaktadır. Öyleyse, ‘dil ile söyleme’,zorlama <strong>ve</strong>ya benzer sebeplerle zâid, yani ‘yokluu kabuledilebilen’ bir rükün haline gelebilmektedir. ‘Dil ilesöyleme’ güzel iken, ‘dil ile söylememe’ bütünüyle çirkinolmamakta, hatta ‘kısmen <strong>ve</strong> artlara göre kabul edilebilenbir güzellik’ olmaktadır. Buna karılık, imanın ‘kalbile tasdik’ edilmesi tamamen aslî bir rükündür. Kalb iletasdikin yokluu durumunda, imanın varlıından sözedilememektedir.3. Habbâzî, üçüncü kısımda da ‘<strong>ve</strong>sile <strong>ve</strong> vasıtaların’kendisine karıtıı ‘hüsün lizâtihî’den bahsediyor. Bu kısmaörnek olarak ‘zekât, oruç <strong>ve</strong> hac’ gibi ibadetleri <strong>ve</strong>riyor<strong>ve</strong> öyle diyor: ‘Zekât fakirler vasıtası ile, oruç midedeoluan açlık duygusu vasıtası ile, hac ise mekândaki erefvasıtası ile güzel hale gelmektedir. Bu kısımdaki güzellik,ancak bu sayılan ibadetlerin edası yani vasıtalarının gerçeklemesiile oluabilir.’Habbâzî, ‘hüsün li ayrihi’ye örnek olarak ise ‘cenazenamazı’nı gösteriyor. Burada dolaylı olarak meydana gelenhüsün, <strong>ve</strong>fat edenin Müslümanlıı sebebi ile o kiiyeait bir hakkın eda edilmesi meselesidir. Dolaylı hüsün konusuna,yapıldıında baka bir güzellie sebep olan abdestde örnek olarak <strong>ve</strong>rilebilir. Çünkü abdestin arkasından kiiya namaz kılmakta ya da Kur’ân-ı Kerîm okuma gibi bakabir ibadete yönelmektedir. Bu fiiller, dolaylı bir ekildefarz, vacip ya da sünnet olmakta, sebebin bulunmadıı zamanlardaise bu fiiller zaten yapılmamaktadır.Habbâzî, ‘kubuh’ konusunu da ‘kubuh li aynihi’ <strong>ve</strong>‘kubuh li ayrihi’ olarak ikiye ayırıyor. Birincisine ‘küfür,yalan, zulüm, abdestsiz namaz kılma, ikincisine de ‘Cumanamazı vaktinde alı-<strong>ve</strong>rie devam etme, gasp edilmi arazidenamaz kılma, bayram gününde oruç tutma’ gibi fiilleriörnek olarak <strong>ve</strong>riyor. 2M. Seyyid Bey’in TasnifiSeyyid Bey, “Medhal” adlı fıkıh usulü kitabında, ‘hüsün<strong>ve</strong> kubuh’ kelimelerinin -temelde ‘güzellik-çirkinlik’anlamlarına olmak üzere- “dil açısından” u be manayagelebileceini belirtmektedir:1. nsanın olumlu davranılarına güzel denmektedir.‘Adalet’ gibi. nsandaki olumsuz davranılara ise çirkindenmektedir. ‘Zulüm’ gibi.2. nsan tabiatına uygun ya da uygun olmama açısındangüzellik <strong>ve</strong> çirkinlik. ‘Tatlı’ ya da ‘Acı’ olma gibi.3. Mükemmel <strong>ve</strong>ya noksan sıfat/vasıflara sahip olmaaçısından güzellik <strong>ve</strong> çirkinlik. ‘lim’ <strong>ve</strong> ‘Cehalet’ gibi.4. nsanların çounluunun övgüsü ya da aaılaması açısındangüzellik <strong>ve</strong> çirkinlik. ‘Cömertlik’ ya da ‘cimrilik’ gibi.5. Allah indinde övgü/sevap ile uyarı/ceza açısındangüzellik <strong>ve</strong> çirkinlik. Allah’a <strong>ve</strong> peygamberlerine gönüldeninanç, ibadet, adalet <strong>ve</strong> ihsan ile bu vasıfların karısındayer alan küfür, zulüm <strong>ve</strong> dümanlık gibi. 3M. Seyyid, E’ariye <strong>ve</strong> Cebriye’ye göre, özellikle beerîfiillerin hakikatte <strong>ve</strong> özü açısından, hüsün <strong>ve</strong> kubuh ilemuttasıf olmadıını belirterek, E’arî <strong>ve</strong> Cebrî düünceyiu ekilde açıyor:Güzellik <strong>ve</strong> çirkinlik, iyilik <strong>ve</strong> kötülük, fiillerin zatından,mahiyetinden ya da fiil ile mutlaka beraber bulunanzâtî bir vasıf deildir. Tam aksine iyilik <strong>ve</strong> kötülük, erîhükümlerin fiillere taalluku ile hâsıl olan bir keyfiyettir.Bu sebeple akıl, tek baına iyilik <strong>ve</strong> kötülüü anlayamaz.öyle ki:1. Güzellik <strong>ve</strong> çirkinlik, hangi manaya alınırsa alınsın,fiillerde sabit <strong>ve</strong> devamlı zatî sıfatlar olmayıp izafî <strong>ve</strong>itibarîdirler. Yani, bir ahsın tabiatına uygun gelen, dierbir ahsın tabiatına zıt olabilmekte, güzellik ya da çirkinliko ahsa göre olmaktadır. Çünkü hemen herkes, güzellik<strong>ve</strong> çirkinlik konusunda kendi arzusunu <strong>ve</strong> tabiatını esasölçü kabul etmektedir. Kendi düüncesine <strong>ve</strong> tabiatınauygun olanına güzel, uygun olmayanına da çirkin diyebilmektedir.Bu durumda hüsün <strong>ve</strong> kubuh izafîliklere <strong>ve</strong>itibarîliklere tabi olup, fiillerin zatında sabit <strong>ve</strong> yerlemisıfatlar olamazlar.2. nsanların irade-i cüziyesi, gibi irade-i külliyeleride yaratılmıtır. rade-i cüziyenin -Mâturidî <strong>ve</strong>Mu’tezile’nin itirazları sebebi ile- mahlûk olduu kabuledilmese dahi, o cüzî iradenin meydana gelmesine sebepolan âmillerin mahlûk olduu kabul edilme durumundadır.Bu âmillerin de mahluk olmadıı öne sürülemez.u halde, insanın irade-i cüziyesine dahil olarak görülen,yani ihtiyarî olduu zannedilen fiillerinin de aslında budı âmillerin dourduu ıztırarî/zorunlu sonuçlar oldu-u ortaya çıkar. Iztırarî fiillerde ise akıl tek baına güzellik<strong>ve</strong> çirkinlii idrak edemez.43


M. Seyyid, Maturidî <strong>ve</strong> Mutezilî düüncede hüsün <strong>ve</strong>kubuh anlayıının, erî deil de aklî olarak telakki edildiinibelirtmektedir. Bu itikadî anlayıa göre akıl, er’-i erîfebalı olmadan insan tek baına kendi fiillerindeki hüsün<strong>ve</strong> kubhu anlayabilir. Yine bu anlayıa göre bazı fiillerdekihüsün <strong>ve</strong> kubuh açık bir ekilde aklî <strong>ve</strong> bilinebilir durumdaiken, dier bazı fiillerde ise delaleten anlaılabilmektedir.Bazı fiillerdeki hüsün <strong>ve</strong> kubuh ise, sadece er’-i erîfiniradı ile bilinebilir. 4Bediüzzaman Hazretleri’nin Konuyu Ele Alııimdi de Bediüzzaman Hazretleri’nin hüsün-kubuhtelakkisine kısa bir bakı açısı sunmak istiyoruz. BediüzzamanHazretleri’nin konuya yaklaımını üç balık altındadeerlendirmeye çalıacaız:1. Konuyu Ahlâkî <strong>ve</strong> Psikolojik Anlamda AçıklarKâinattaki her mevcudu ya bizzat ya da dolayısıile güzel olarak kabul eden Bediüzzaman Hazretleri5 , Mutezile'nin “insan fiillerinde hüsün <strong>ve</strong> kubuh zatidir”deerlendirmesine katılmamaktadır. Bediüzzaman,Mutezile’nin hüsün <strong>ve</strong> kubhu insan fiillerinde zati bir nitelikolarak görmesinin, insanın iledii her amelde “Acabaamelim tam da emredildii ekil üzere güzel bir suretteyapılabilmi midir?” eklinde bir <strong>ve</strong>s<strong>ve</strong>seye sebep olabileceinedikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Ehl-i Sünnet’in,eyadaki hüsün <strong>ve</strong> kubhun Allah’ın emretmesi ile meydanageldiini, emirle güzellik, nehiyle de çirkinliin meydanageliini kabul ettiini belirterek u çok önemli noktayı nazarlarımızasunmaktadır:Emir <strong>ve</strong> nehiyle insan fiillerinde meydana gelen hüsün<strong>ve</strong> kubuh, geçici <strong>ve</strong> dünyaya bakan yüz itibarı ile deildir.Bilakis emir <strong>ve</strong> nehiy ile insan fiillerinde oluan hüsün <strong>ve</strong>kubuh, ahirete bakan yön itibariyledir. Mesela, bir insanabdest alıp, namaz kılmıtır. Ancak, namazını <strong>ve</strong> abdestinibozan bir sebep bu namazın ya da abdestin zatında bulunmuolsa, fakat kii bunun farkında deilse namazı daabdesti de sahih olmaktadır. 6Bu deerlendirme gerçekten de insan psikolojisi ileilgili oldukça önemli bir tespittir. Günümüzde bazı insanlarınmesela abdestini tam alıp almadıı konusunda üpheproblemi yaamaları bu tespitin ne kadar önemli olduunugösteriyor.2. Kâinatta Cereyan Eden Hadiseleri yilik <strong>ve</strong> GüzellikPerspektifinden Ele AlırBediüzzaman Hazretleri’ne göre hüsün <strong>ve</strong> cemal görmek<strong>ve</strong> görünmek istemekte, “görmek” <strong>ve</strong> “görünme”ise âık seyirciler, yani bu güzellikler karısında hayrettekalmı güzellik meftunlarının bulunmasını gerektirmektedir.Allah’a ait hüsün <strong>ve</strong> cemal sonsuz olduklarından,böyle bir hüsün <strong>ve</strong> cemal, yok olup gidecek bir aıa razıolmayacaktır. nsan ise bu dünyada, sonsuz hüsün karısındayeterli bir temaada bulunamamaktadır. Dolayısıylasonsuz bir ahiret yurdunun bulunması gerei açıktır. 7 Buaçıdan bakıldıında, oldukça geni bu varlık dünyasında,Allah’ın sonsuz hüsün <strong>ve</strong> cemâline âık melâike <strong>ve</strong> ruhaniyatgibi daha baka varlıkların da bulunması gerektiianlaılmaktadır. 8Bediüzzaman, varlıktaki maddi manadaki güzelliklerin,manevi <strong>ve</strong> ilmi bir güzelliin damlaları olduunuifade etmektedir. Bu manevi hüsün <strong>ve</strong> kemalatın da ezeli<strong>ve</strong> ebedi bir hüsün <strong>ve</strong> cemalin cil<strong>ve</strong>si olduunu, 9 bu cil<strong>ve</strong><strong>ve</strong> iaretlerin de çok perdelerden geçmi zayıf gölgelerolduunu belirtmektedir. 10 Mevcudattaki bu sınırsızdenilebilecek güzelliin kaynaının, ııın günei göstermesikatiyetinde Sonsuz Güzellie iaret ettiini belirtenBediüzzaman, 11 varlıın hızla akarken güzellikleri kabiliyetlerinispetinde yansıtmaları <strong>ve</strong> arkalarından gelenlerinde aynı güzellie ayna olmalarının Sonsuz Güzellie delaletettiini belirtmektedir. 12Bediüzzaman, kâinatta her eyde bir iyilik <strong>ve</strong> güzellikyönü bulunduunu belirtir. Ona göre er <strong>ve</strong> çirkin gibigörünen hususlar ise oldukça cüzîdir. Bu er <strong>ve</strong> çirkinliklerinbulunmasının sebebi ise, hayır <strong>ve</strong> güzelliklerin bilinebilmesiyönünde bir ölçü <strong>ve</strong> kıyasa imkân <strong>ve</strong>rebilmeleriiçindir. Bu açıdan bakıldıında, güzellik <strong>ve</strong> iyiliin derecelerininolumasında <strong>ve</strong> ‘hakikat’e ait pek çok yön <strong>ve</strong> çe-idin ortaya çıkmasında bir nevi rolleri olduu için, 13 çirkingörünen eyanın dahi güzel bir yönünün bulunduuanlaılmaktadır. 14Bediüzzaman burada öyle bir ayrıntıya da dikkat çekmektedir:Çirkin, fena, habis <strong>ve</strong> pis görünen hususlar, gerçektebazı zahiri perdelerle sarmalanmı özel durumlardır.Ayrıca urası da unutulmamalıdır ki bu tür kötü <strong>ve</strong> ergörünen hususlar ile Kudsî <strong>ve</strong> münezzeh olan Kudret’inbizzat <strong>ve</strong> perdesiz bir ekilde mübaereti söz konusu de-ildir. Yani, zahirî perdelerin, Zat-ı Hayy u Kayyûm içinoluabilecek haksız ikâyet <strong>ve</strong> itirazlara karı perde olmagibi bir görevleri bulunmaktadır. 15Bediüzzaman, Zat-ı Hayy u Kayyûm u Zü’l-Celâl’in,bin bir Esma-i Hüsnasından her bir ismin her bir mertebesinin,kâinattaki her bir faaliyet üzerinde hakiki birhüsünle cereyan ettiini belirtmektedir. 16 Tümevarım ilekâinatta hakiki maksadın hayır, hüsün <strong>ve</strong> tekemmül oldu-unu belirten Bediüzzaman, 17 bu açıdan kâinatın her bir44


ferdinin, kabiliyetine göre büyük bir hüsne mazhar oldu-unu, Hüccetü’l-slam mam Gazali’nin de kâinattaki buhüsün ile alakalı olarak: “mkân âleminde bundan dahagüzeli olamaz.” dediini nakletmektedir. 183. Kötü Görünümlü Hadiseleri yilik Ve GüzelliklerinTezahürüne Birer Sebep Kabul EderBediüzzaman Hazretleri, uzun asırlar boyunca bazıdin adamlarının <strong>ve</strong> genelde de filozofların çözmekte zorlandıkları,Ulûhiyet düüncesi açısından telif etmekte güçlükçektikleri teodise (kötülük) problemine gayet yüksek<strong>ve</strong> orijinal izahlar getirmitir. Mesela kendisi konu ile ilgiliöyle bir soruyu ele almaktadır:Bu makamda diyorsun ki: “Kâinatı hüsün, cemâl <strong>ve</strong>güzellik adeta ihata etmitir. Hâlbuki gözümüz önünde bukadar çirkinliklere, musibetlere, hastalıklara, beliyyelere <strong>ve</strong>ölümlere ne diyeceksin?” <strong>19</strong>ayet bir çirkinlik, pek çok güzellie sebebiyet <strong>ve</strong>riyorsa,bu görünen çirkinlik, Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiiçerisinde ‘dolayısı ile bir güzellik’ sayılmalıdır. Diertaraftan, mevcudatta müahede edilen çirkinlikler, bunlarınyaratılmasının gereksiz olduunu düünen sınırlı aklımızındelaleti ile sırf bu görünen çirkinliklerinden dolayıayet kaldırılmı ya da yaratılmamı olsaydı, tam aksinepek çok güzelliin ‘görünmemesine’ ya da ‘yok olmasına’sebebiyet <strong>ve</strong>rilmi olacaktı. Dolayısıyla esas bu durumun-yani erlerin yaratılmamasının- bir deil, belki müteadditdefa çirkinlik sayılması gerekecekti. Hâlbuki cüzî er, zarar,musibet <strong>ve</strong> çirkinliklerin bulunması ya da yaratılmıolması ile bütün hayırlar, menfaatler, nimetler <strong>ve</strong> güzelliklerintezahürü gerçekletirilmi olmaktadır. Bu açıdan, çirkininyaratılması çirkin deil, özellikle sebep olduu güzelneticeler itibarı ile güzel olarak görülmelidir. 20Bediüzzaman, ayrıca kâinatta güzellik <strong>ve</strong> çirkinlik manalarınabenzer bir ekilde zıtların birbiri ile çarpıtıını,bu durumun baka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı olarakilediklerinin bir alameti olduunu belirtmektedir. 21Kâinatta küllî <strong>ve</strong> umüllü olarak yaratılan, ancak kemaller,hayırlar <strong>ve</strong> hüsünlerdir. Öyleyse erler, kubuhlar,noksanlar, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini,kısımlarını göstermeye <strong>ve</strong>sile olmaları, yani görelihakikatlerin vücuduna <strong>ve</strong>ya zuhuruna birim olmaları içinyaratılmılardır. 22SonuçBuraya kadar aktarmaya çalıtıımız hususlardan anlaılanudur. Bütün bir varlık dünyası hem güzel hem deçirkin gibi görünen yüzleri itibarı ile tezahür etmektedir.Cenâb-ı Hakk’ı tenzih maksadı ile çirkinliin yaratılmasınında çirkin olduunu düünenler kendi dar düüncekalıplarının içerisinde sıkımı, ehli sünnetin yüksek düsturlarınaakıl erdiremediklerinden yer yer itizale sapmılardır.Oysaki insanolu, güzel/çirkin, iyi/kötü, ho/fena kar-ısında kalb, ruh, sır, ahfâ, akıl <strong>ve</strong> iradesini kullanmalı <strong>ve</strong>olumlu düünmelidir. er gibi görünen durumlar karısındada Ehl-i Sünnet olan orta yol, varlıı her iki <strong>ve</strong>chesi ilerealist bir tarzda kabul etmi, “Hayır <strong>ve</strong> er Allah’tandır.”kaidesini imanın altı temel rüknü içerisine almı, slâmîdüünüün salam bir ekilde yerlemesi açısından oldukçaönemli bir duru sergilemitir. Mevzuyu Kur’ân-ıKerîm’den iki âyet-i kerîme meâli ile bitiriyoruz:“Olur ki holanmadıınız bir ey sizin için hayırlı olur.Olur ki sevip arzu ettiiniz bir ey sizin için erli olur. GerçeiAllah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara sûresi, 216)“Olabilir ki bir ey sizin hounuza gitmez de Allah ondabirçok hayır takdir etmi bulunur.” (Nisâ sûresi, <strong>19</strong>)Aratırmacı Yazarmkgulcur@yeniumit.com.trDipnotlar1. erhu’l-Mevâkıf, Seyyid erif Cürcanî, I-VIII, C. 8, s. 201-209,Dâru’l-Kütübi’l-lmiyye, Beyrut-<strong>19</strong>98.2. Muhammed b. Ömer el-Habbâzî, El-Munî fî Usûli’l-Fıkh, s.60-73, Mekke, trsz.3. Muhammed Seyyid, Medhal, Âsıtane Kitabevi, II. Bölüm, s.211, trsz.4. M. Seyyid, II. Bölüm, s. 216–223.5. Sözler, On Sekizinci Söz, s. 89.6. Sözler, Yirmi Birinci Söz, s. 113.7. Sözler, Onuncu Söz, s. 30; Mesnevî-i Nuriye, Lâsiyyemâlar, s.1293.8. Sözler, On Beinci Söz, s. 69, 2249. Sözler, Otuz kinci Söz, s. 283; ualar, Dördüncü ua, s. 880;On Beinci ua, s. 1137; Mesnevi-i Nuriye, Lasiyyemalar, s.1293.10. Lem’alar, Üçüncü Lem’a, s. 584; ualar, Dördüncü ua, BirinciNokta, s; 880.11. Sözler, Otuz kinci Söz, s. 283; ualar, Yedinci ua, s. 916.12. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, s. 311; Mektubat, Yirminci Mektup, s.450; ualar, Dördüncü ua, Üçüncü Nokta, s. 880.13. Sünühat, s. 2044.14. Lem’alar, Otuzuncu Lem’a, s. 813; ualar, On Birinci ua, s.967.15. Lem'alar, Otuzuncu Lema, s. 813.16. Lem’alar , Otuzuncu Lema, s. 823.17. Hutbe-i âmiye, s. <strong>19</strong>66; Muhakemat, s. <strong>19</strong>95.18. ualar, kinci ua, s. 859.<strong>19</strong>. ualar, kinci ua, s. 859.20. ualar, kinci ua, s. 860.21. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, s. 239.22. ârâtu’l-’câz, Fâtiha Suresi, s. 1165.45


‹nsanlar ahirette her þeyi bilen Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktıklarında mahcup olmayacaklarıbir hayat yaþamalıdırlar. Hayatın bütün anlarında Müslümanlar için çizilensınırlar içinde kalmak Yüce Yaratıcı’nın <strong>ve</strong>rdi¤i de¤er <strong>ve</strong> nimetlere saygı göstermeninifadesidir. ‹þte bu noktadaki becerimiz, emanete riayet etmedeki kuv<strong>ve</strong>timiz <strong>ve</strong> Allah’ayakınlıktaki derinli¤imiz olacaktır.dolu olan bir insan, kendisi için gerekli <strong>ve</strong> onu yakındanilgilendiren meselelere vakit bulamaz ki onlarla megulolsun...Henüz kendi çizgisini bulamamı <strong>ve</strong> frekansını tutturamamıbir insanın, o frekansta doru bir eyler yapmasıda düünülemez. Malayanilerle dolu olan bir insanın, “mâya’ni”ye açık olması da mümkün deildir. E<strong>ve</strong>t kalbi <strong>ve</strong>kafası, sakat eylerle dolu bir insan, nasıl ulvî <strong>ve</strong> salameylerle megul olabilir ki?!Malayaniyi terk etmek, büyük zatlara ait bir iar sayılmıtır.Ve Allah Resûlü (s.a.s.) bu durumu herkese özendirmitir.Böylece kulluk adına büyük bir sınavdan geçti-imizin farkına varılması salanmıtır.Herkes kendi hayatına; ilgi duyup vakit ayırdıı aktivitelerebu gözle baktıında kendi muhasebesini yapabilir.Burada bir gerçei kaydedelim: “Ömür sermayesi pekazdır. Lüzumlu iler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhildaireler gibi, her insanın kalb <strong>ve</strong> mide dairesinden <strong>ve</strong> cesed<strong>ve</strong> hâne dairesinden, mahalle <strong>ve</strong> ehir dairesinden <strong>ve</strong> vatan<strong>ve</strong> memleket dairesinden <strong>ve</strong> Küre-i Arz <strong>ve</strong> nev-i beer dairesindentut.. tâ zîhayat <strong>ve</strong> dünya dairesine kadar, birbiriiçinde daireler var. Her bir dairede her bir insanın bir nevivazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük <strong>ve</strong>ehemmiyetli <strong>ve</strong> daimî vazife var. Ve en büyük dairede enküçük <strong>ve</strong> muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ileküçüklük <strong>ve</strong> büyüklük ters orantılıdır. Fakat büyük dairenincazibedarlıı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu <strong>ve</strong> ehemmiyetlihizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani <strong>ve</strong> âfâkî ilerlemegûl eder. Sermâye-i hayatını bo yerde imha eder. O kıymettarömrünü kıymetsiz eylerde öldürür.” 4VII. nanan Kimse üpheli eylerden KaçınmalıdırAllah Resûlü (s.a.s.) bir hadis-i erifte “urası muhakkakki, haramlar da helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasındaharam <strong>ve</strong>ya helal olduu üpheli olanlar vardır. nsanlardançou bunları bilmez. Bu durumda, kim üphelieylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumu sayılır.Kim de üpheli eylere düerse harama dümü olur, tıpkıkoruluun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, heran korulua girebilecek durumdadır. Biliniz ki, her melikinbir korusu vardır; Allah’ın korusu da haramlardır. uda bilinmelidir ki, cesette bir et parçası vardır, o sıhhatliolunca beden de sıhhatli olur; o bozulunca beden de bozulur.te o kalbdir!" buyurur. 5Pek çok yönüyle ele alınabilecek bu hadisin burada sadecekazanca bakan yönüne iaret etmek istiyorum: Herahıs kazancının helal olmasına dikkat etmelidir. ayetonun içinden hepsi deil de birazı haram ise, o kısmı daayırmalıdır. Ve bu durum yerine göre i deitirmeyi gerektiriyorsa,bu fedakârlıktan kaçınmamalıdır. Çünkü herey gibi rızık alanı da yaratılıtan gelen imtihana dahildir.Kiinin yerine göre dünya adına kaybetmesi, ahiret adınakaybetmesinden daha hafiftir. Ve bu noktada bizi kendisineçeken maddi menfaatlerin nefsin bir desisesi, eytanınbir telkini <strong>ve</strong>ya geçmi ümmetleri mah<strong>ve</strong>den dünyanın çekiciliiolduu unutulmamalıdır.VIII. Gerçek Mümin lahi Emanete hanet EtmezAllah Resûlü (s.a.s.) öyle buyurur: “Kıyamet günü,be eyden sual edilmedikçe, kulun ayakları [Rabbininhuzurundan] ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadıından;gençliini nerede geçirdiinden, malını nerede kazandı-ından <strong>ve</strong> nereye harcadıından <strong>ve</strong> ilmiyle hangi ameliyaptıından.” 6 Bu sebeple her kii sürekli olarak bir eylertükettiini, dünya <strong>ve</strong> ahiret adına daima yapabilecei iyibir eyler olduunu, Yüce Yaratıcı’nın <strong>ve</strong>rdii nimetlerinbirer emanet sayılması gerektiini, ayet kullanma kılavuzunagöre deerlendiremezse de sadece kendisinin zararedeceini bilmelidir.Buradaki dier nokta ise üst sorumluluu taıyanlarında aynen yasak fiili ileyenler gibi yerine göre <strong>ve</strong>bale girmesidir.Bu da slâm’a göre mesuliyet taımanın ne kadaraır olduunu gösteren bir durumdur. Mesela evdeki birtelevizyondan zararlı yayın izleyen bir genç kadar, onunanne <strong>ve</strong> babası da günahkâr olur. Bir ildeki uyuturucuticaretini yapanlar kadar, onu engelleme konumunda bulunupda ihmal eden yetkililer de <strong>ve</strong>bale girer.48


IX. letiim Vasıtalarının ZararlarıGünümüzde hayatımızın bir parçası haline gelen medyayoluyla gelen zihin kirlenmesi, günaha girme meselesi üzerinde,bir özel balık altında müstakil incelemek istiyoruz:A. Gazete <strong>ve</strong> dergiler: Gazete <strong>ve</strong> dergiler iyi yönde kullanıldıklarıkadar kötü yönde de kullanılabilirler. Bu sebepleonlar konusunda bizi balayan ölçü, slâm’ın getirdiigenel ahlak kurallarıdır. Onu da u ekilde özetleyebiliriz:Bir kii, gayr-ı ahlaki olan, toplumun örf <strong>ve</strong> adetlerineaykırı bulunan, onların genel kabullerine zıt <strong>ve</strong> ifsat edicineriyata uzak durmalıdır. slâm dininin günah saydııeylere karı duyarlı olmalıdır. Meseleye bu açıdan bakıldı-ında, içerisinde fuhiyatı tasvir eden, dinin haram kabulettii resim <strong>ve</strong> yazılar içeren, inkar fikrini gelitiren yazılarıyayınlayan, dünya <strong>ve</strong> ahiret adına faydası olmayan bomuhtevaya sahip gazete <strong>ve</strong> dergiler, günümüzde en büyüktehlikeler içerisinde yer alır.in bir baka üzücü yönü ise, bu gazete <strong>ve</strong> yayınlarınrenkli <strong>ve</strong> parlak görüntüleriyle gençleri <strong>ve</strong> çocukları,doru-yanlı <strong>ve</strong> yararlı-zararlı kritiine gerek görmeyerekrahatça etkileyebilmesi <strong>ve</strong> fikirlerine yön <strong>ve</strong>rici hale gelmesidir.Böylece medyadan etkilenen gençlik, kendilerinigötürmek isteyenlerin tarafına doru kaymaktadır. Bunudüünen er güçler ise kısaca medya yoluyla insanları etkilemekistemektedir.Bu noktadaki çözüm, kötü neriyat yapan gazete <strong>ve</strong>dergilerden uzak durmaktır. Buna mukabil konumdakimüspet medyayı gelitirerek, okuyarak, reklam <strong>ve</strong>rerek <strong>ve</strong>yaygınlatırarak iyilii hâkim kılmaktır.B. Radyo: Allah’ın insanoluna lütfettii aletlerden birisiolan radyo, dinî <strong>ve</strong> millî deerlerimize faydalı, saygılıneriyat yaptıı zaman, en yararlı aletlerden birisi halinegelir. Fakat ahlakî deerlere zıt, vakti faydasız bir ekildeöldürecek elence programları, hatta bazı kötü muamelelerintevik edildii bir alet halinde kullanılırsa; elbettefaydasız, hatta zararlı olacaktır.Bu noktadaki ölçü, zararlı yayın yapan radyo kanalınamesafeli durmak, faydalı olanlara yönelmektir.C. Sabit telefon <strong>ve</strong>ya cep telefonu: Telefon iletiimi salayangüzel bir alettir. Üstelik u anda görüntülü telefonlarınçıkmasıyla, uzun mesafeler daha yakınlamı, hasret de azalmıtır.Ama bir bıçaın yanlı yerde kullanılıı gibi, telefonnimeti üzerinde hatalı tasarruflar mümkündür.Eitim çaındaki genç <strong>ve</strong> çocukların kullandıı telefonlarınpek çou; oyun oynama, faydasız içerikli mesajlama<strong>ve</strong> karı cinse olan ilginin ifade zemini bulduu birunsur haline gelmitir. Bu sebeple evdeki telefon <strong>ve</strong>ya ceptelefonu konusunda anne <strong>ve</strong> baba yanında, toplum kademelerindekipek çok sorumlu da endie duymaktadır.Bu noktadaki ölçü, gerçekte gereksiz olan bir eyi almamaktır.D. Televizyon: Faydalı bilgilerin öretildii, yararlıhaberlerin yapıldıı, tarih bilincinin aılandıı, gelecekteoluturulmak istenen ideal dünyanın ilendii <strong>ve</strong> bizi bizyapan deerlerin üzerinde durulduu televizyonlara hava<strong>ve</strong> su kadar ihtiyaç vardır. Fakat gayr-i ahlaki görüntülerinrahatça sergilendii <strong>ve</strong> bundan reyting amaçlandıı, hattayayınlanacak programın seyircinin zaafına göre seçildiibir televizyon ise oldukça zararlıdır.Aileler çocukların ruh dünyalarını olumsuz yönde etkileyenzararlı yayınlara karı çocuklarını koruyacak bir formülbulmalıdırlar. Çünkü çocukların <strong>ve</strong> gençlerin çou,karılatıkları görüntüleri olduu gibi zihinlerine yerletiripözentiden kurtulamamakta, bu da onları kendi düüncelerinegöre kaldıramayacakları problem <strong>ve</strong> sorumluluklaramuhatap etmektedir. Esasen bu durum sadece gençlerin<strong>ve</strong> çocukların deil, tüm aile fertlerinin meselesidir. öyleki: Bir baba akam e<strong>ve</strong> geldiinde, ailesi <strong>ve</strong> çocuklarıyla ilgilenmeyerekkoltuuna kurulup kumandayı eline alarak,çocuklarının yanında <strong>ve</strong> izledii kanalın <strong>ve</strong> programın içeriinedikkat etme ihtiyacı hiç duymadan; iddet, korku <strong>ve</strong>cinsellik... gibi programlarla vakit geçiriyorsa, evde ciddi birtehlike var demektir. Dier yandan anne, çocuklarına harcayacaımesaisini televizyondaki “Olmasa da olur” türündenprogramlara <strong>ve</strong>riyorsa, bunun yanında yetitiremedii ileriniyaparken küçük çocuunun oyalanması için kendisininhiç kritik etmedii <strong>ve</strong> seçici olmadıı televizyonun bilgikirliliine teslim ediyorsa, çocuklar da ders çalımaları <strong>ve</strong>yafarklı uralara vakit ayırmaları gereken vakitte ekranlara kilitleniyorsa,tehlikenin boyutu büyümektedir.Hepimiz u tespiti küçük bir gözlemle çok rahat yapabiliriz:Kanal <strong>ve</strong> program ayrımı yapmadan televizyonusürekli bir ekilde izleyen kiiler, üretim <strong>ve</strong> fikir <strong>ve</strong>rme kabiliyetlerinibüyük oranda kaybederler. zledii gibi konu-up, izledii gibi düünüp, izledii gibi yaamaya balarlar.Üstelik bir süre sonra ezberleme kabiliyetinin zayıflaması dasöz konusudur. Çünkü seçici olmadan sürekli olarak izlediigörüntüler <strong>ve</strong> harama nazar, beyinlerinde yer edinerek bilgikirliliine yol açar. Ayrıca malayani <strong>ve</strong> bo vakit geçirme;sahip olduumuz latifelerin zayıflayıp yok olmasına sebepolur. Bu yönüyle televizyonun, dıarıdaki yanlıa sevk edenunsurlardan daha tesirli olduu söylenebilir.49


Bu noktadaki ölçü seyredilen kanal <strong>ve</strong> programı bilinçliolarak seçmek, yayın içerii kötü olan kanal <strong>ve</strong>filmler için filtre uygulamak, bo vakitleri geçirmek içinde meru dairede hem dinlendirici hem de fayda <strong>ve</strong>ricitürden spor sohbet vs. gibi alternatif aktiviteler düzenlemektir.E. nternet: nternet konusunda görebildiimiz kadarıyladikkat edilmesi gereken zararlar unlardır:1. nsanları iddete sevkeden popüler oyunlara karıdikkatli olmak gerekir.2. Sohbet. nternet sohbetinde (chat) kiiler kimliklerinigizli tutabildikleri için sorumsuz davranılar sergileyebilmektedir.Ayrıca tanıılmayan kiilerle rahat <strong>ve</strong> sorumsuzsohbet insan ilikilerinde bozulmaya, kiiliklerde isezayıflamaya yol açmaktadır.3. Baımlılık. nternet bazen insanlarda baımlılık yapabilmektedir.Bu kiiler internetten uzak kaldıklarında büyükzorluklar çekmektedir. Uzmanlar bunun önemli bir rahatsızlıkolduu konusunda aileleri <strong>ve</strong> gençleri uyarmaktadır.4. llegal akımlar. Yasadıı örgütler, bahis irketleri <strong>ve</strong>kumarhaneler.. gibi birçok kurulu gençleri <strong>ve</strong> çocuklarıinternet yoluyla zehirlemektedirler.5. Pornografik içerikler. Pornografik içerikli sitelergençlerin <strong>ve</strong> çocukların psikolojilerinin <strong>ve</strong> kiiliklerininbozulmasına yol açmaktadırlar. Bu, kiilik kaymalarına dasebep olan ciddi bir günahtır.Bilgisayara virüs bulaması kadar, saf gönüllere yabancıunsurların girmesi de tehlikelidir. Bu noktada bir tıklamaile sayısız siteye ulamak bir avantaj olduu kadar, aynı zamandabir dezavantajdır. Bu sebeple kii karılaabileceiharamı önceden hesap ederek ona göre hareket etmelidir.Ayrıca fitne unsuru olacak kanallara hiç girmemelidir. Bunoktada çocuklarımızı <strong>ve</strong> sorumluluumuz altındaki insanlarınefisleriyle ba baa bırakmak yerine, onlara ön bilgiler<strong>ve</strong>rerek duruma göre onları zaaflarından uzaklatırma gayretindebulunmak bir görevdir. Buradaki en önemli koruyucudüsturlardan birisi u hadistir: “üpheli eylerden sakınınız.Çünkü onların çounda harama girme ihtimali vardır.” 7E<strong>ve</strong>t, dinimiz günaha götürecek yollardan bizi uzaklatırmakiçin bu kadar hassasken, internet gibi ne zaman, neresinde,hangi görüntüyle karılaacaımızı bilmeden pervasızcasitelerde dolamamız, manevi deerlerimize karı birhassasiyet aınmasının olduunu göstermektedir.Ayrıca kötüye kullanılan <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>ya gereinden fazla ilgilenileninternet yanında sayılan gazete <strong>ve</strong> dergiler, kezaradyo, televizyon <strong>ve</strong> telefonlar, toplumda hareketlilik içindeyeni bir yalnızlık türü oluturmutur. Kiiler bir yönüyleherkesle konuabildii için açık ama dier yönüyledertleriyle kendi baına <strong>ve</strong> kapalı kalmıtır. Çünkü kurdu-u iletiimde uygun yere yönlenmedii için derdini açacakkimse bulamamaktadır. Belki açsa bile onlarla gerçek manadailgilenen olmadıından yanlı yönlendirmelere maruzkalmaktadır. Bunun neticesinde kendi halinde kalankii, sosyal hayat içinde aile, e <strong>ve</strong> arkada.. çevresindenbekledii ilgiyi görememekte, bu sebeple de onlarla irtibatıazalmakta <strong>ve</strong>ya kopmaktadır. Veya sorumlu ebe<strong>ve</strong>yn <strong>ve</strong>eiyle paylaması gereken duygularını, teknolojinin getirdiivasıtalarla gayri meru ortama çekmektedir. Böyleceevde çocuklar, okulda talebeler <strong>ve</strong> evlilik hayatında eler..yalnız kalmaktadır. Bunun neticesinde teknolojiye hâkimçevrelerin yetitirdii bir nesil ile sevgi eksiklii sebebiyleharam alana yönelmi kiilikler olumaktadır.Bu noktadaki çözüm, Allah’ın bir lütfü olarak eldeedilen teknolojik imkanların, sorumluluk duygusu taıyanyöneticilere <strong>ve</strong> kullanıcılara sahip olmasıdır. Bu da tümüylebilinçli, imanlı <strong>ve</strong> kararlı bir toplum demektir.Sonuç:Hayat boluk kabul etmemektedir. yi bir Müslümanolarak bizlerin kalb, akıl <strong>ve</strong> hafızasına; dinimize aykırı hiçbiryabancı unsur girmemelidir. nsanlar ahirette her eyi bilenCenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktıklarında mahcup olmayacaklarıbir hayat yaamalıdırlar. Hayatın bütün anlarında Müslümanlariçin çizilen sınırlar içinde kalmak Yüce Yaratıcı’nın<strong>ve</strong>rdii deer <strong>ve</strong> nimetlere saygı göstermenin ifadesidir. tebu noktadaki becerimiz, emanete riayet etmedeki kuv<strong>ve</strong>timiz<strong>ve</strong> Allah’a yakınlıktaki derinliimiz olacaktır.Konuyu u nebevi nasihatle noktalayalım: : “nsanların pek çounun deerlendirme konusundaaldandıı iki nimet vardır: Sıhhat <strong>ve</strong> bo vakit.” 8* Fırat Üniv. lahiyat Fak. Ört. Üyesiikoksal@yeniumit.com.trDipnotlar1 Müslim, man <strong>78</strong>.2 Nur sûresi, 30-31.3 Muvatta, Hüsn-ü Huluk 3.4 Bediüzzaman Said Nursi, RNK “ualar” s. 952.5 Buhari, man 39.6 Tirmizi, Kıyamet 1.7 Ebu Davud, Büyu 3.8 Buhari, Rikak 1.50


YENi ÜMiTAhmed ERDEMGL *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Kur'ân'ı anlamak herkesin hakkı <strong>ve</strong> anlatmak da doru bilenlerin vazifesidir.Bilmeyenler her zaman onu anlama peinde olmalı, bilenler de bütün idrak <strong>ve</strong>ihsas güçlerini onu doru yorumlayıp doru ifade etmede kullanmalı <strong>ve</strong> onunanlaılmasını daha bir yaygınlatırmalıdırlar.“KUR’ÂN’DAN İDRAKE YANSIYANLAR” ÜZERİNEKur’ân-ı Kerim, bitmez tükenmez bir hazine, zaman <strong>ve</strong> mekânı akınen son <strong>ve</strong> evrensel ilahi mesajdır. Her asır, onun muhkem esaslarınıolduu gibi kabul etmekle beraber, tamamlayıcı kabilinden öteki hakikatlerindende payını alır, bakasının saklı hissesine ilimez. Mutlak hakikat,sınırlı nazarlarla kuatılamaz. Dolayısıyla hiçbir ilim dalı, evrenin bütün hudut<strong>ve</strong> sırlarına muttali olma iddiasında bulunamayacaı gibi, hiç kimse Kur’ân’ınihtiva ettii bütün anlamları ihata iddiasında da bulunmamıtır. Kur’ân, cennetmey<strong>ve</strong>leri gibi anlamları devirildikçe yenisi gelir <strong>ve</strong> bu daima böyle devam eder.“Eer Allah’ın kelimelerini yazmak üzere, dünyadaki bütün aaçlar, kalem olsaydı<strong>ve</strong> denizlere de yedi deniz daha katılıp bütün onlar da mürekkep olsaydı, bunlartükenir yine de Allah’ın sözleri tükenmezdi. Allah, öyle azîz, öyle hakîmdir."(Lokman sûresi, 27)Dini kitaba müracaatetmek isteyen okuyucunungörevlerindenbiri o kitabın müellifinitanımasıdır. Zira dinilimleri; ancak ilmi ileâmil, dininde gü<strong>ve</strong>nilir,marifet <strong>ve</strong> malumatısa¤lam, faziletliâlimlerden alınabilir.”51


Allah’ın Kitabı’nı anlamanın <strong>ve</strong> ondan istifade etmeninbazı artlarının olacaı tabiidir. Son asrın iz bırakanDinler Tarihçisi M. Eliade, Din Aratırmaları hakkındabir noktanın altını u ekilde çizer: Roma hukuku ancakRoma deerleri ile anlaılabilecei gibi dini davranı, fikir<strong>ve</strong> kurumlar da ancak dindar bakı ııında <strong>ve</strong> onlara mahiyetkazandıran kutsal bakı açısıyla kavranabilir.Genel anlamda "din aratırmaları" hakkındaki bu realiteninslâm aratırmalarıyla ilgisine ise Muhammed .Sukker öyle deinir: “Dini kitaba müracaat etmek isteyenokuyucunun görevlerinden biri o kitabın müellifini tanıması;onun dinini, ahlakını <strong>ve</strong> ilmi derecesini bilmesidir.Zira din ilimleri; ancak ilmi ile âmil, dininde gü<strong>ve</strong>nilir,marifet <strong>ve</strong> malumatı salam, faziletli, müsbet hareket edipyapıcılardan olduu tasdik <strong>ve</strong> teslim olunmu âlimden alınabilir.”Tefsirin en mühim ahsiyetlerinden olan Suyûtî,ilk dönem müfessirlerden olup kendinden sonraki hemenbütün müfessirlere kaynaklık yapan Taberî'den yaptıınakilde aynı hususun altını çizmektedirler: "Müfessirinen önemli artı itikadının sahih olmasıdır." 1 Ciddi, hür <strong>ve</strong>menfaatsiz bir ekilde hak <strong>ve</strong> hakikati aratıran insanların,farklı zaman <strong>ve</strong> mekanlarda olmalarına ramen benzer <strong>ve</strong>hatta aynı neticelere ulatıklarını müahede etmek hakikatadına haz <strong>ve</strong>ricidir.Bediüzzaman Hazretleri’nin u ifadeleri yukarıdakitesbitleri teyit etmektedir: “Cumhûru, burhandan ziyade,kaynaktaki kudsiyet balılıa sevk eder” 2 “slâm âlemiiçinde mühim <strong>ve</strong> köklü bir i görmek, slâmiyetin ilkelerinebalılıkla olabilir, baka olmaz. Hem olmamı, olmusada çabuk sönüp gitmitir.” 3 “Akaid <strong>ve</strong> iman hükümlerinikuv<strong>ve</strong>tli <strong>ve</strong> sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir.E<strong>ve</strong>t, Allah'ın emirlerini yapmaktan <strong>ve</strong> nehiylerindensakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani <strong>ve</strong> akli olaniman hükümleri terbiye <strong>ve</strong> takviye edilmezse, eserleri <strong>ve</strong>tesirleri zayıf kalır.” 4Dinin tabiatında inanç <strong>ve</strong> kutsallık vardır. Bu, birnevi dinin ruhudur. Bu ruh olmadıında dinin ııklarıgizlenir, ortalık kapkaranlık kesilir. "(..) man etmeyenlerinkulaklarında aırlıklar vardır. Kur’ân onlara kapalı<strong>ve</strong> karanlık gelir. Onların, çok uzak bir yerden sesleniliyorda söyleneni hiç anlamıyorlar gibi bir halleri vardır."(Fussilet sûresi, 44)Ayrıca, Kur’ân’a, Sünnet’e <strong>ve</strong> dinin meselelerine <strong>ve</strong>metinlere pozitivist <strong>ve</strong> rasyonalist yaklaımlar bunlardanistifadeyi perdeler <strong>ve</strong> iin tabiatına aykırıdır. Bu, sekülerlemeyegötürür. Kur’ân’dan tam teslim olup inananlar,takva dairesinde yaayanlar olabildiine istifade ederler.Zira Kur’ân muttakiler için hidayet kaynaıdır; önyargısız,artlanmamı, Allah’a <strong>ve</strong> Kur’ân’a inananlar için. Dinimeseleler de kutsal bir yaklaım <strong>ve</strong> dindar bakı açısıyla incelenmekdurumundadır. Bu itibarla, Kur’ân'ı yaamı <strong>ve</strong>dikkatle incelemeye çalımı Müslüman âlimlerin tespitleribüyük önemi haizdir.Derin Kulluk uuruM. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bazı sohbetlerindenderlenen Kur’ân’dan drake Yansıyanlar (Kur’ân’dan drakeYansıyanlar, Nil Yayınları, zmir-2007, 480 sayfa) kitabının,“derin bir kulluk uuru”nu yansıttıı hemen fark edilmektir.Muhterem Hocamız adı geçen eserinin Önsöz’ündeKur’ân hakkında öyle der: “Salam bilgi <strong>ve</strong> salam düünceninbaı Kur’ân, doru ifadenin, mantıki beyanın esasıda yine Kur’ân’dır. O’nun ilk muhatab-ı zîânı, bütün PeygamberlerinEfendisi, o Furkân-ı zîân da bütün semavî,gayr-i semavî kitapların sultanıdır.. öncekiler, O’nun gelipgeçecei yollara iaretler koymak ya da bayraklar dikmekiçin gelmilerdir; sonrakiler de -biraz da kendi ruhlarınındesenine göre- O’na erh, haiye <strong>ve</strong> dipnot dümek için..eskiler, misalî fotoraflarında, yeniler de, O’nun vücûdî resimlerinde,meydana getirdii büyük tesir <strong>ve</strong> inkılâplardaO’nu görmü, O’nu tanımı <strong>ve</strong> O’na ‘Söz Sultanı’ diyereksaygıyla dillerini yutmu <strong>ve</strong> karısında el pençe divan durmulardır.”(s. 24)Bu çerçe<strong>ve</strong>de sahabe ile ilgili deerlendirmesini dekaydetmemiz gerekiyor. “Her biri birer kalb <strong>ve</strong> ruh kahramanıolan sahabî topluluu, Kur’ân’ın feyyaz <strong>ve</strong> bereketliikliminde neet etmi akın bir cemaattir. (..) Kur’ân’a gönül<strong>ve</strong>ren, O’nun semavî disiplinleriyle yorulup ekillenen;daha dorusu, ruhta, manâda Kur’ânlaan bu insanlar,o furkanla olmazları oldurmu; ölü ruhlara ebedî varolmanın yollarını açmı; arzın eklini deitirmi; temasettikleri toplumlara ötelerin zevkini duyurmu; düüncelerüzerindeki zincirleri kırmı; aızlardaki fermuarlarıçözmü; hilkatteki müstesna yeri açısından insanolunuyeniden Allah’ın oturttuu tahta oturtmu; ona yitirdi-i itibarını iade etmi; kâinat, eya <strong>ve</strong> insanı yeni batanyorumlamı; tekvînî emirlerle teriî kurallar arasındaki oderin <strong>ve</strong> sırlı münasebeti bir kere daha vurgulamı; kalb,irade, his <strong>ve</strong> uurun nihaî gayelerini belirleyip ortaya koyarak,insan rûhundaki izafî, nisbî <strong>ve</strong> potansiyel deerlerininkiaf ettirilme usûl <strong>ve</strong> esaslarını harekete geçirip düz insanı,insan-ı kâmil olmaya yönlendirmi <strong>ve</strong> böylece ona,gözünün ilitii, duygularının ulatıı, kalbinin hissettiiher eyde Kudret <strong>ve</strong> radesi Sonsuz’un mevcudiyetini duyurmu<strong>ve</strong> her eyi götürüp, gerçek sahibine balamıtır.”(s. 30-31).52


Kur’ân, imân amel birlikteliine daima vurgu yapmaktadır.Müellifimiz, bu hususa, kavramları açıklamasındada deinirken, Allah’a balılık meselesinden dininpratiklerine bir yol bularak okuyucuyu, sıklıkla vurguladııgibi “kâlden hâle” yönlendirir. “Ribat; Allah ileirtibat demektir. Gözlerini açıp kapayıp her an O’nuduyma, O’nu görme, O’nu hissetme, O’nun gücü <strong>ve</strong>kudretini sezme <strong>ve</strong> daima O’nu arama, O’nu kollama...te bu mânâya iaret eden bir hadis-i erifte Allah Resulü(s.a.s.); zor artlar altında abdest alma, uzak mescidleritercihle namaza giderken çok adım atma <strong>ve</strong> namazıkıldıktan sonra dier namaz vaktini beklemeyi zikreder<strong>ve</strong> ardından da üç defa: ‘ ’ der.” (s. 238). Atıftabulunulan ayetlerin açıklamasından sonra, konuylaahenk içinde olan me’sûr bir duanın zikredilmesi kullukuurunun bir baka yansımasıdır.Allah’ın dinine hüsn-i hizmette bulunma nimeti nasip<strong>ve</strong> müyesser olmu zatların Kur’ân okumaları elbetteönem arz etmektedir. Bu nevi tesbitler, mücerret bilgilerdeil, müahhas deerler <strong>ve</strong> ölçüler kabilindendir. Kur’ânaçıkça öyle ifade etmektedir: “… Ben sapık <strong>ve</strong> saptırankimseleri hiçbir zaman yanıma yaklatırmam, yardımcıedinmem.” (Kehf sûresi, 51).Realiteye uygunlukMüellifimizin aksiyon yönünün ön planda oluu, <strong>ve</strong>rdi-i bilgileri nazari olmaktan çıkartıp, ameli (pratik) hüviyetebüründürmektedir. Nitekim eserde, fert <strong>ve</strong> toplum hayatınayönelik âyetlerden hareketle, daha çok pratik neticelereulaılması hedeflenmitir. Âyetlerin beli <strong>ve</strong> etkili iratlarıylazaman <strong>ve</strong> zeminin gereine göre, bazı slâmi meseleler hakkındadeerlendirmeler yapılarak sosyal dokuyu iyiletirmeçareleri, gerçekçi bir yaklaımla sunulmutur.Eser, mü’minin hayatını deerli faaliyetlerle dolduracakyönlendirmeler ihtiva etmektedir. Meselâ, “yoldakilereyol erkânını beyân” (s. 40) ifadeleri bunu göstermektedir.Haddizatında Kur’ân, hitaplarına teorik <strong>ve</strong> pratik cevapisteyen, hayatı ekillendiren <strong>ve</strong> ona kendi ruhundan katanbir kitaptır.nsan-ı Kâmil Olmaya YönlendirmeKur’ân’ın tarifinde, “tila<strong>ve</strong>tiyle taabbüd olunan” yani“okunup gereince amel olunan bir kitap” olduunun altıçizilmektedir. Bahis konusu eserdeki yorumların bu tarifleuyum halinde olduu görülür. Ayrıca, kitapta sadece konununuzmanları deil, daha büyük bir muhatap kitlesinazara alınmak suretiyle inanç <strong>ve</strong> ibadet esasları ile ahlakimeziyetler üzerinde durulmaktadır. Dolayısıyla eser için,"Allah’ın kelâmının dinamik özelliinden, mü’minlerinpratik hayatı için belirlenmi iaretler manzumesi" nitelemesiyapılsa sezadır. Müellifimizin, Kur’ân hakkında “düzinsanı, insan-ı kâmil olmaya yönlendirmi” (s. 31) ifadesiadeta okuyucuya zir<strong>ve</strong>leri göstermektedir. Bundan dolayı,Hocamız, kaide <strong>ve</strong> bilgi naklinden ziyade, dorudan doruyaKur'ân'dan anladıını, duyduunu, ayetlerin ilhamettiini kaydetmitir ki, esas tefsir de budur. Zira bu yollamücerret meseleler üzerinde deil, pratik neticeler üzerindeimâl-i fikr edilmekte, Kur'ân'dan damıtılan kâidelereulaılmaktadır.Dinamik yorum, bütüncül yaklaımÂyetlere dinamik yorum getirmek, esasında TefsirUsûlü’nün bir kâidesi icabıdır. Müellifimiz bu hususuöyle ifade eder: “Ayet-i kerimenin mânâsını sebeb-inüzuldeki meseleye hamlederek anlamak yani bunlarinsanların Beyt-i Makdis'e ulamasına mani olan Hıristiyanlardırdeyip bundan hususi bir hüküm çıkarmakmeseleyi daraltmak sayılır. Zira, çok yerde olduu gibi,burada da, sebeb-i nüzul hususi, hüküm umumidir.” (s.66). Vâkıa sebeplilik, âyetin nüzulüyle ezamanlı meydanagelen olay olmasaydı o âyet nazil olmazdı anlamındaillet demek deildir.Müellifimiz, âyetlerin dinamik bir hususiyeti haiz olduunuöyle ifade etmektedir: “Kur’ân ayetlerinin enönemli özelliklerinden biri, bu ayetlerin hedef olarak elealdıı kimselerle, bil<strong>ve</strong>sile hitap ettii kimselerin ayrı olması<strong>ve</strong> her iki kesimin de ayetten alacakları derslerin farklıbulunmasıdır.” (s. 306). Meselâ, “Nereye yönelirseniz yönelin,Allah’a yönelmi olursunuz” (Bakara sûresi, 115) ayetinikıbleye dair hükme hasr etmenin doru olmadıını,bunun yanında u iareti ihtiva ettiini kaydeder: “nsanyerken, içerken, yatarken, gezerken ailesi ile birlikte olurken,hasılı yirmi dört saatlik günlük hayatı içinde, hemenher zaman O’nu gözetmesi, O’nu araması <strong>ve</strong> O’na yönelmesigerekir..” (s. 304). Görüldüü gibi bu tesbitler, muhataplardaderin bir kulluk uuru uyandırmaya <strong>ve</strong> o uurucanlı tutmaya yöneliktir.Tefsirin en önemli unsuru, bir meseleye yaklaırken bütünügözden kaçırmamaktır. Kur’ân’a parçacı deil bütüncülyaklaımla sahih bilgilere varılabileceine öyle anlatılır:“slâm’ı <strong>ve</strong> Kur’ân’ı iyi anlamak için, Kur’ân’a <strong>ve</strong> Sünnet’e birbütün olarak bakabilmek, parçaları bu bütünün içinde mütalaaedip, her birini yerli yerine oturtmak arttır.” (s. 122).Müellifimiz, meselelere hâzık bir doktor edasıyla yaklamakta,"mesajı, batılı tasvire gitmeden aktarmak" gibi53


oldukça mühim bir pedagojik ilkeyi gözeterek sunmaktadır.Muhatap kitlenin daha çok toplumun genç <strong>ve</strong> dinamikkısmı olduu göz önünde bulundurulursa bu ilkeye riayetinne kadar önemli olduu daha iyi anlaılır. Meselâtevhid inancına aykırı iddialar bu hekimâne üslupla çürütülür.Panteizmin (vahdet-i vücud deil) geçersizliiniöyle ifade eder: “E<strong>ve</strong>t, yer <strong>ve</strong> gökler o büyüleyici güzellikleri,muhtevası, perde arkası esrarıyla Hz. Hallâktarafından “ol” deyi<strong>ve</strong>rmekle olu<strong>ve</strong>rmi; hem de, eksiksiz,kusursuz mükemmeliyet üstü bir mükemmeliyetleolu<strong>ve</strong>rmitir. Olanlar, O’ndan ayrılıp gelen cüzler deil,O’nun zuhuru da deil; varlıkla Hz. Mübdi’ arasındakimünasebet Hâlik-mahluk münasebetidir. Ne te<strong>ve</strong>llüd, nesudûr ne de gayr-i iradi bir zuhurdur.” (s. 74). “Varlıklarmabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi,mahlukiyet nisbetinde de birdirler.” (s. 259). Bu ifadeler,irki çürüttüü gibi, insanların birbirlerine üstünlüktaslamalarının anlamsızlıını ortaya koyması açısındanırkçılıı da çürütmektedir.Bazen bir kelimeden mühim bir kaideye ulaır. Meselâ,Fatiha sûresindeki “na’budu” kelimesinden u iareti alır:“Ayrıca, bu engin mülahazada tek baına olmadıını vurgulayarak‘Benimle bu recada müttefiktir cümle ihvanım’der ki, herkesin de böyle deyip, böyle düünecei mülahazasıylaengin bir hüsnüzan sergiler.” (s. 38).Tasavvufi Bakı, ârî YaklaımMüellifimiz, tefsirin bir gerçei olan makbul tasavvufibakı açılarını ihmal etmez. Âyetin sarih manasınınyanında iârîsini de <strong>ve</strong>rir. Bakara, 144 hakkında unlarıkaydeder: “Ayette ilk göze çarpan husus, kıbleninKâbe’ye tahvilinin rıza ile beraber zikredilmi olmasıdır.Bazılarının aklına gelebilir ki, tahvil-i kıble ile rızaarasında acaba ne gibi bir münasebet var da böyle birüslup seçiliyor. (..) tasavvufi bir yaklaımla ifade edecekolursak, hakikat-ı Ahmediye ile hakikat-ı Kâbe arasındaçok sıkı bir münasebet vardır. Bunun en kestirmedenizahı ise, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Kabe hakikatinin,adeta ikiz olarak, imkanın döl yataında beraberyaratılmı olma esprisinde yatmaktadır.. <strong>ve</strong> tabiî acıdır;imdilerde bu ikizler birbirlerinden ayrı dümülerdir.”(s. <strong>78</strong>). Keza, “(..) nefislerinizi öldürünüz” (Bakara sûresi,54) hakkında tespitleri de bu kabildendir: “(..) tasavvufimânâda “içinizdeki kuv<strong>ve</strong>-i eheviyye, gadabiyye.. vs.gibi kötü duyguları öldürerek nefis <strong>ve</strong> enaniyet cihetiylefena bulunuz ki, kalbî <strong>ve</strong> ruhî hayatınız itibariyle bir'ba’s ü ba’de’l-mevt'e mazhar olabilesiniz...” (s. 59). Birkısım srailoullarını alâkadar eden Bakara, 54 âyetininMüslümanlara iârî olarak u tembihte bulunduunukaydeder: “Burada asıl anlatılmak istenen ey de hâl ilekâl birliinin gerçekletirilmesidir.” (s. 56). Bu ifadelerle,Hocamız, ısrarla üzerinde durup, her <strong>ve</strong>sile ile vurguladıı'ihlas' <strong>ve</strong> 'samimiyet' deerlerine bir göndermeyapmı olmaktadır. Nitekim, "Din samimiyettir" hadisimehurdur.Psikolojik TesbitlerMuhterem Hocamız, Tefsir ilmi ölçüleri dâhilindeKur’ân’daki insan psikolojiyle ilgili ayetler münasebetiyleenfes tesbitlerde bulunmutur. u tesbit bunlardan biridir:“Efendimiz (s.a.s.)’in balangıçta kıble olarak Mescid-iAksa’ya dönmesi Medine Yahudileri için, O’nun peygamberliinikabule bir ihzariye tesiri icra etmiti. Yani onlarda,“bu peygamber olabilir” düüncesini uyarmıtı. Dahasonra da mihrabın Ka’be’ye çevrilmesi, Mekke’de Hz.brahim’in dinine balı gibi görünen <strong>ve</strong> karı millet olarakalaka duyan müriklerin kalblerini yumuatmı <strong>ve</strong> Hz.Muhammed (s.a.s.)’in peygamberliini müzakere edilirbir konu haline getirmiti. Yani hem Yahudilerin, hem demüriklerin kudsiyet izafe ettikleri mekanlar, slâm dinincekabullenilmi oluyor <strong>ve</strong> bu durum onların slâm’a bakıaçılarını etkiliyordu." (s. 80).Aynı mesele ile ilgili u mühim psikolojik tespitlerinide kaydetmek gerekir. Buna göre, kıblenin yenidenKâbe’ye tahvili ile insanların Müslümanlar aleyhine kullanabilecekleridelilleri kalmamıtır. “Yani, mürikler, siziçi putlarla dolu Kabe’ye yöneliyorsunuz, Yahudiler de,‘siz bizim kıblemize dönüyorsunuz; demek ki asıl din,bizim dinimiz’ diyemeyeceklerdi.” (s. 84). Bu tahlil, konuile ilgili istifhamları gideren, iknâ edici orijinal bir tesbittir.Bu arada Kur’ân ayetlerinin psikolojik yorum alanınınbakir olduunu hatırlatıp, bu alanda çalımalar yapmayıtevik etmektedir. "Zaten, bu ayette (Bakara, 144) olduugibi, Kur’ân ayetlerinin, insanın ruh hâletini, onun psikolojikcephesini nazara <strong>ve</strong>ren iç içe ayrı bir derinlii vardırki, tefsir tarihi boyunca belki de en az üzerinde durulan birkonu olmutur.” (s. 81).“Kur’ân’dan drake Yansıyanlar” kitabında, Kur’ânilimlerine <strong>ve</strong> Kur’ân’a dair bilinmesi gereken bazı hususlarada iaret edilmektedir. Bu meselelerin, alıılmı tarzda<strong>ve</strong> alanın mütehassıslarına yönelik ekilde deil, dahageni bir muhatap kitlesi göz önünde bulundurularak elealındıı fark edilmektedir. Konunun mütehassısları ihmaledilmeksizin olabildiince sade bir anlatımla <strong>ve</strong> kubakı-ı bir yaklaımla meselelerin can alıcı noktaları dikkatleresunulur. Böylece, geni kesimlere Kur’ân hidayetini ula-54


tırma imkânı elde edilir. Bu kısa <strong>ve</strong> özlü eserde ele alınanöteki bazı temel konular unlardır:a. Kur’ân’ın ’cazıKur’ân, nazil olan ilk sûrelerinde Allah kelâmı oldu-unu açıkça ilan etmitir. Bu hususu ifade eden anahtarkavram Kur’ân’ın icâzı <strong>ve</strong>ya mucizeliidir. Bu, aynızamanda, Kur’ân karısında tarafsız kalınamayacaınıda bildirir. Müellifimiz, eserinin Giri kısmında bu gerçeedeinmektedir. “Kur’ân, topyekun beeri <strong>ve</strong> cinlerimuhatap olarak ele alır; onlara emirler <strong>ve</strong>rir, bazıyasaklar ortaya koyar; onların <strong>ve</strong> eytanların sözlerinialır nakleder. Bunların hepsinde O her zaman mucizevidir.Ancak bu mucizevilik, Kur’ân’ın bunları nakletmesideil, nakledi keyfiyeti, kullandıı malzeme <strong>ve</strong>seçtii motifler itibariyledir. Ayrıca, <strong>ve</strong>rdii haberleringaybî olması yönüyle de dier bir mucizevî durumunmevcudiyeti söz konusudur.” Konuya baka yerde dedeinir: “O, bütün zamanları, mekânları aan <strong>ve</strong> itikaddanen küçük âdâbına kadar, bütün insanlıın ihtiyaçlarınıcevaplayan engin <strong>ve</strong> zengin bir mûcizedir <strong>ve</strong> O,bu derinliiyle bugün dahi herkese <strong>ve</strong> her eye meydanokuyabilecek güçtedir.” (S. 26).b. Kur’ân’ın EvrenselliiKur’ân’ın hususiyetlerinden biri evrenselliidir. Müellifimizkonuya geni perspektiften yaklaarak, meseleyiO’nun mucizelii ile de alakalandırır. “Kur’ân’ın yeryüzünüereflendirecei güne kadar, gelmi-geçmi hernebî, kendi çaını aydınlatacak çeraı O’nun ıık kaynaındantututurmu <strong>ve</strong> çevresindeki amansız çölleriO’ndan birkaç damla ile cennetlere çevirmitir. Hattâ,O’nun gölgesinin gezindii en karanlık devirler bile, bireraltın ça haline gelmitir. Aslını duyup yaayanlarındönemleri ise Cennet sabahlarından farksızdır. O’nuneiine ba koymu olanlar meleklere e, O’nun aydınlıkikliminde canlı-cansız her varlık da kardetir.” (S.26). Kur’ân’dan istifadenin artı O’nun evrenselliininfarkında olmak <strong>ve</strong> bu nazarla okumaktır: “Kur’ân’danistifadenin en önemli artı, onun evrensel olduu nazaraalınarak, her ahsın kendini Ona muhatap kabul ederekokumasıdır. Böyle yapıldıı takdirde, Kur’ân kendini ifadeedecek, biz de Ondan istifade edebileceiz.” (s. 308).Bu meseleye Peygamber kıssalarını tahlil ettiinde de de-inir: “Allah (c.c.) bu vak’aları bize anlatmakla, kıyametekadar devam edecek olan küllî bir kısım kanunların ucunugöstermektedir. Yani böylesi hadiseler, Hz. Âdem ilebalamı <strong>ve</strong> dünyada insanolu adına tek bir fert kalıncayakadar devam edecektir. Zaten Kur’ân’ın kullanmıolduu malzemeye bakarsak, bunların hiçbir zaman <strong>ve</strong>mekana tahsis edilmediini görürüz. Zaten evrensel birkitaptan beklenen de budur.” (s. 353-354).c. KıssaKur’ân, bir dini dâ<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong> tebli kitâbıdır. Kıssa bu tebli<strong>ve</strong> dâ<strong>ve</strong>tin -tabir caizse- bir nevi ambalajı gibidir. Kıssadanmaksat hissedir. Kur’ân’dan drake Yansıyanlar kitabında,hisse için kıssanın her bir unsurunun deerlendirildiini görüyoruz.Buna Ashab-ı Kehf kıssasını örnek <strong>ve</strong>rebiliriz.“Ashab-ı Kehf kıyamete kadar bütün dirilileri temsileden bir cemaattir. Çünkü, bütün dirili hareketlerininmutlaka bir tazyik <strong>ve</strong> bir de maara dönemleri olmutur<strong>ve</strong> olacaktır.” (s. 236).“Onlar Rabbilerine gönülden inanmı bir fütüv<strong>ve</strong>t topluluudur.Yürekleri ile yiit, düünceleriyle yiit, davranılarıylayiit, vicdanlarıyla yiit <strong>ve</strong> batıla karı bakaldırmaküzere metafizik gerilimleri tam bir yiitler topluluu.. itebunlar çok az olmalarına ramen, dinlerine sahip çıkmaadına böyle hidayetten kaynaklı bir hareketi balatıp niyetleriniengin tutunca Allah da onların hidayetlerine hidayetkatar; cehd <strong>ve</strong> gayretlerine terettüp eden kesbi hidayetlerine,rahmetinin enginlii ile daha derin bir hidayet ila<strong>ve</strong> ederek,onları tam anlamıyla bir fütüv<strong>ve</strong>t topluluu haline getirir..”(s. 237). Bu çerçe<strong>ve</strong>de, “dünya zaafı”nı “gaddar-ı bîinsaf ”diye nitelemelerinin (s. 247) oldukça etkili <strong>ve</strong> ilgililere mesajyüklü bir tespit olarak altının çizilmesi gerekir.Ashab-ı Kehf'in kıtmirinden bile hisseler çıkartılması(s. 242), dinamik <strong>ve</strong> pratik tefsir çalımasına örnek tekileder. Müellifimizin, “Bence Zülkarneyn kıssasında küllihükümler aramalı” (s. 257) ifadesi, kıssalardan hisse eldeetmeye yönelik bakıını yansıtmaktadır. Tâhâ Sûresi 43-44 âyetlerinden hareketle u hisseyi ifade eder:“Ayrıca burada Cenab-ı Hak, ısrarla Fira’vun’a iki kiigidilmesini tavsiye etmektedir ki, bu bazı ilerin kolektifyapılmasının daha müessir <strong>ve</strong> yararlı olacaına bir iarettir.”(s. 276).Kitapta daima sünni çizgi gözetilir. Bu çerçe<strong>ve</strong>de,kıssa hakkındaki en mühim noktaya deinilir: “Bazı modernyorumcular, Kur’ân’da hikaye edilen bu <strong>ve</strong> benzeriayetleri, mecaz <strong>ve</strong> istiareye hamlederek bu türlü ifadelerinhakikat olmadıını iddia etmilerdir. Bence, Kur’ân’ın anlattııbu kabil bütün olaylar, aynen cereyan etmitir <strong>ve</strong>hakikatleri muraddır.” (s. 349-350). Cumhurun görüü debu yöndedir.d. MeselBakara, 17 âyeti münafıkların durumunu temsili anlatımlabildirir. Emsâlü'l-Kur'ân'da dikkat edilmesi gereken55


hususu, Kur'ân'ın dediinin ötesine geçip <strong>ve</strong>rmek istediimesaja ulamaktır. Müellifimiz bu âyetteki espriyi öyleifade eder. “Münafıklar, Müslümanlarla içli-dılı bir hayatsürdürdükleri için, ara sıra da olsa iman nurunu göz ucuylagörebiliyorlardı. Ancak, kalb <strong>ve</strong> kafalarındaki o nifak,iman nurundan tam anlamıyla istifade etmelerine manioluyordu.” (s. 43).e. Sureler Arasındaki AhenkKur’ân sureleri arasındaki ahenk batan beri dikkatlericelbetmitir. Müellifimiz bundan hareketle mühimsonuçlara ulaır. Bakara sûresinin ilk âyetindeki “hüden”kelimesi ile Fatiha sûresindeki “ihdinâ” arasındakiahenge (tenasüb) öyle deinir: “Özetle denebilir ki,ilk “hüden” kelimesi bir sebep, ikincisi de lütuf dalgaboylu bir netice <strong>ve</strong> ikisi birden Fatiha’daki “ihdina”duasına hem bir cevap hem de yoldakilere yol erkânınıbeyan gibidir.” (s. 40).Anlayabildiimiz kadarıyla, Kur’ân’dan drake Yansıyanlarkitabına hâkim olan bakı açısı “müsbet hareket”<strong>ve</strong> “insaf düsturu”dur. Fikirler bu iki Kur’ânî ilkeçerçe<strong>ve</strong>sinde örülmektedir. Meselâ, “Hem siz birilerinekarı içinizde ibirar duysanız dahi, bunu sıfatlara incirarettirmeli..” (s. 276) ifadesindeki hakikat hem ikiliilikiler, hem de toplumsal hayat için hayati önemihaizdir. Yâsin, 20’de Elçilerin imdadına gelen “adam”anlatılırken yine bu iki esasa deinilmitir: ”O, kavmihakkında hep yüksek temennilerde bulunmu <strong>ve</strong> hiçbirzaman kavmine karı kin <strong>ve</strong> intikam duygusu da beslememi;aksine dümanlarına bile merhamet edebilenbir yaatma insanı olarak, erdii mutluluu onlar içinde dilemi <strong>ve</strong> peygamberane bir efkatle kendini sonbir kez daha onlara anlatmak istemiti.” (s. 352-353).Birbirini tamamlayan bu iki kaide, yeryüzündeki huzursuzluk<strong>ve</strong> adaletsizliin en mühim reçetesidir.Eserde altı çizilmesi gereken hususlardan biri de Allah’ahüsnüzan beslemek gerektiinin vurgulanmasıdır. Zorluktabile bu yaklaım esas olmalıdır: “Ey Rabbim, kâinat <strong>ve</strong>hadiselerde tesadüf yoktur. htimal bu benim gafletime,isyanıma karılık <strong>ve</strong>rilen bir cezadır. Günahlarımı affet”demeli, bakalarını tecrim etmemeliyiz.” (s. 374). Böylece,kulluk uurunun mühim göstergesi olan Allah’a hüsn-izan besleme <strong>ve</strong> bunu korumaya tevikle okuyucuya ümitaılanmaktadır.Eserin kaynakların tesbitinde kullanılan eserler zikrediliyor.Bunlar, çounlukla Sünnet <strong>ve</strong> Tefsir olmak üzerebirinci el kaynaklardır. Metin içinde Râzî, Gazzâlî <strong>ve</strong>Bediüzzaman’a sıklıkla atıfta bulunur. Eserin ismi Hicrisekizinci asır müfessirlerinden Nesefî’nin, Medâriku’t-Tenzil isimli eserinden mülhem olduu anlaılmaktadır.Bunlar, Müellifimizin gelenee vukûfiyetini gösterir. Buoldukça önemlidir. Zira, din eski <strong>ve</strong> köklüdür. Dindeasıl olan, semaviliin <strong>ve</strong> buna muvafık yorumların muhafazaedilerek nakledilmesidir. Zamana dayanan eserler<strong>ve</strong>rmek için, güncel tesirlerden soyutlanıp mâzinin derinliklerinegitmek arttır. Geçmile ilgileri kopartılmı,köksüz, hafıza kaybı üzerine ina edilmi görüler, geleceeköprü olamayacaı gibi bugünün ihtiyacını karılamaktanda uzaktır. Her alanda olduu gibi, Tefsirde detemâdî esastır.Gelenee sırt dönmek deil, onu alıp ileriye götürmekTefsir’e ciddi hizmet olacaktır. Bu, eskinin sırrını,ruhunu bulmakla mümkün olur. Çünkü o eski, “taze <strong>ve</strong>yeni kalma” hususiyetini kazanmıtır. Asırlar önce yazılmıeserlerin bugün hâlâ aranır oluu, bu sırra ermelerisayesindedir. Bu itibarla, fikirlerin yararlı olabilmesi için,düüncelerimizi harekete geçirip, deien artlarda kendideerlerimizi oluturmamıza <strong>ve</strong> uygun çözümler üretmemizekatkı salaması gerekir. Müstakil fikir adamları,öncekilerin düüncelerini dondurmamı, deien zaman<strong>ve</strong> zeminde o düünceleri yeniden okumu <strong>ve</strong> kendiidraklerine göre yeni yaklaımlar ortaya koymulardır.Dolayısıyla nitelikli <strong>ve</strong> önem arz eden fikirler daima birdüünce geleneinden beslenerek olumakla birlikte orijinaldir<strong>ve</strong> bunlar, asla taklit <strong>ve</strong>ya gelenekçi diye nitelenemez.Bu nevi fikirler <strong>ve</strong> onlardan beslenen aksiyon,kültürel mirası <strong>ve</strong> medeniyeti bir adım ileriye götürmeyenamzettir.Netice itibarıyla F. Gülen Hocaefendi’nin Kur’ân’dandrake Yansıyanlar” eseri üzerinde bir tahlil denemesindebulunduk. Kitaptaki orijinal yaklaımlardan bir kısmınadikkat çekmeye çalıtık. nsanların Kur’ân’ın engin hazinelerindenolabildiince istifade edebilmeleri adına önemlipencereler açan bu kitap hakkında tefsir sahasının uzmanlarınınsöyleyecei daha çok ey vardır.*Aratırmacı Yazaraerdemgil@yeniumit.com.trDipnotlar1. el-tkân fi Ulûmi'l-Kurân, IV, 200.2. B. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyâtı, II, 2048 (Sünuhât).3. B. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyâtı, II, 1317 (Mesnevi-iNuriye).4. B. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyâtı, II, 5 (ârâtü'l-'câz - Bakarasûresi, Âyet: 21,22 hk.).56


YENi ÜMiTProf. Dr. Muhammed ÇELK *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>Cenab-ı Hak bütün azamet <strong>ve</strong> izzetiyle beraber “biz” ifadesinikullanarak bize bir edep öretmektedir. Hiç ihtiyacı yokken,<strong>ve</strong>sile <strong>ve</strong> sebeplere de söz hakkı <strong>ve</strong>rdiini beyan buyurmakta,“ben, ben” deyip duran egoist nefislere benlii bırakıp “biz”demenin gereini talim etmektedir.Allah'ın, "Ben" Yerine "Biz" TercihiKur’ân, nüzulünden itibaren ilgi odaı haline gelmi,bahse konu alanı çok engin, kaynak bakımındanbereketi bitip tükenmeyen bir kitaptır.Bir nesil, onda en son sınıra ulatıını düündüü anda,karısında geni bir alanın <strong>ve</strong> yepyeni bir ufkun belirdiini,ardından yenilerinin sökün ettiini görür. Kur'ân'ın ufukaçıcı, yol gösterici hüküm <strong>ve</strong> hikmetleri hiç tükenmez.Daima "taze <strong>ve</strong> yeni olma" vasfının icabı olarak kitaplaraana referans olmayı sürdürür: "O'nun sahifelerinde doru,deerli Kitaplar vardır" (Beyyine sûresi, 3). Bunun bir tezahürüolarak yeni aratırmalara kaynak olma hakkı daimasaklıdır. O’nun anlam pınarlarının çalaması Kıyamet'e kadarsürecek, bakir yönleri her dem bulunacak, mevzularınıincelemeye olan ihtiyaç hiç eksilmeyecektir. Bu, Kur'ân'ıni'câzının bir tezahürü, "Her gün, her ân yeni bir tecelli ileyeni bir ite olan Allah'ın" kelâmı olmasının bir icabı <strong>ve</strong>delilidir.Azâmet cemi zamiri meselesi, Kur'ân'ın ana konularınınbaında gelen <strong>ve</strong> nüzulünden beri incelenen Ulûhiyet’lealakalıdır. Ancak meselenin, bu açıdan yeterince incelenmediini,hatta bunun bakir bir alan olduunu söyleyebiliriz.Zira bin yüzü akın ayette Allah'ın bazı fiillerinin anlatımındabirinci çoul ahıs zamiri "Biz" gelmesine ramenbu konuda müstakil çalıma pek yapılmamıtır.57


Kur'ân'ı okuduumuzda, Allah'ın, kendi fiillerini anlatırkenbazen “Ben”, bazen “Biz” dediini görürüz. “Ben”demesi kolaylıkla anlaılır. Zira O'nun zatı vardır; “Ben”O'nun zatına iaret eder. Ancak, kendi ifadesi ile <strong>ve</strong>ya bazıhususi kullarının dili ile “Biz” demesinden ne gibi anlamlar<strong>ve</strong> iaretler sezilebilir?Bu meseleyi incelemek, bir makalenin sınırlarını aar.Bu hususta kitap telif etmeye ihtiyaç var. Ama "tamamenelde edilemeyen, büsbütün terk edilmez" kaidesince, böylebir çalımanın faydadan hali olmayacaı açıktır. "Biz"zamirinin geldii ayetleri incelediimizde öne çıkan meselelerunlardır:A. Yaratma <strong>ve</strong> <strong>Yeni</strong>den DiriltmeKur’ân’ın yeryüzüne geli gayesi, tevhid inancını fert<strong>ve</strong> toplum planında hâkim kılmaktır. Hemen bütün ayetlerdetevhidin bir yönü anlatılmaktadır. Âyetler ya tevhid-iulûhiyeti ya tevhid-i rubûbiyeti <strong>ve</strong>ya tevhid-i ubûdiyetigöstermektedir. Kâinatın yaratılıını anlatan âyetlerde,Allah'a râci olmak üzere özne olarak bazen “Ben” <strong>ve</strong>ya O,bazen de "Biz" denilmektedir. Arapçada fiil siygalarındakiçoul (cem’) mana ifade eden “nun” harfine “azametnûnu” da denilir; çünkü bu harf, çokluk ifade etmeninyanı sıra azamet <strong>ve</strong> yücelik bildirir. O tür ifadelerdeki“biz” ifadesinden maksat, adet bakımından çokluu deil,güç <strong>ve</strong> kudretin büyüklüünü belirtmektir. Bu muhtevadakiâyetleri öyle tasnif edebiliriz:1. Dı dünyanın (Afâk) yaratılıı:Bu muhtevadaki bir kısım ayetlerde, yaratma fiilininfaili olan zamir Cenab-ı Hakk'ı iaretle müfrettir: "O, gökleri<strong>ve</strong> yeri hikmetle <strong>ve</strong> ciddi bir maksatla yarattı. (..)" (Zümersûresi, 5). "O her eyi yarattı" (En’âm sûresi, 101) gibi.Yaratılıa dair Allah'a râci tekil zamirin geldii ayetler dahafazla bir yekûn tutmaktadır.Kâinatın yaratılıı ile ilgili bir kısım ayetlerde iseAllah'a râci olarak "Biz" zamiri gelmektedir <strong>ve</strong> bu zamir,duruma göre fail <strong>ve</strong>ya mef ’ul olabilmektedir. "Biz gökleri,yeri, ikisinin arasındaki bütün varlıkları altı günde yarattık;Bize en ufak bir yorgunluk dokunmadı" (Kâf sûresi, 38).Bundan, Allah'ın kâinatı yaratırken birtakım vasıtalar, unsurlaristihdam ettiini anlıyoruz.2. nsan (enfüs)ın yaratılıı:Kâinatın en mühim unsuru "küçük kâinat", "câmi nüsha"olan insanın yaratılıına dair ayetlerin bir kısmında,yaratma fiilinin faili olan zamir Cenab-ı Hakk'a yönelikolarak müfret <strong>ve</strong>ya azâmet cemidir (Ben, O, <strong>ve</strong>ya Biz)."Ben cinleri <strong>ve</strong> insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadetetsinler diye yarattım" (Zâriyât sûresi, 56). "Rahman,Kur’ân’ı öretti. nsanı yarattı" (Rahmân sûresi, 1-3). "Bizinsanı en güzel bir kıvamda yarattık" (Tîn sûresi, 4) gibi. Evreninyaratılıında olduu gibi, zamirin müfret/tekil (O)geldii ayetler daha fazla bir yekûn tutmaktadır. Buradadikkat çeken husus udur: Göklerin <strong>ve</strong> yerin yaratılıı anlatılırkenAllah'a râci olarak "O" <strong>ve</strong>ya "Biz" denirken, insanınyaratılıı ile ilgili olarak "Ben", "O" <strong>ve</strong>ya "Biz" denir.Allah, kâinatın yaratılıında birçok unsuru istihdam ettiigibi, insanın yaratılıında da anne-babayı vasıta kılmı,onları kudretinin görünen yüzü eylemitir. Ayrıca, ilgiliâyetlerden, bir fihrist durumunda olan insanda, Cenâb-ıHakk’ın pek çok yüce isminin tecellî ettiini anlayabiliriz.3. <strong>Yeni</strong>den Diriltme"Biz" zamirinin geldii âyetlerden bir kısmı yenidendirilii anlatmaktadır. Tespit edebildiimiz kadarıyla "Biz"zamirinin en youn görüldüü ayet udur: "Elbette dirilten Biziz Biz. Hayatı geri alıp öldüren deBiz, hepsine vârisler de Biziz" (Hicr sûresi, 23). Bu altı kelimelikayetin her kelimesindeki "Biz" <strong>ve</strong> "vârisler" kelimeleriAllah'a yönelik olup, ilk <strong>ve</strong> yeniden dirilii iaret eder.Allah, bazı fiilleri, kendi zatına nispet ederken, aynıfiilleri kimi zaman meleklere nispet etmektedir. Meselâ,kulların <strong>ve</strong>fat ettirilmesini Zümer sûresi, 42'de kendisine,Secde sûresi, 11'de "ölüm melei"ne nispet etmekte, bazen"Biz"e melekleri de katmaktadır"Âlemler", insanın görüp idrak ettiklerinden ibaretdeildir. Allah'ın, diledii anda <strong>ve</strong> yerde istihdam ettiivarlıklar <strong>ve</strong> güçler vardır. "(..) Göklerin <strong>ve</strong> yerin ordularıAllah’ındır. (..)" (Feth, 4, 7). "(..) Rabbinin ordularını ancakkendisi bilir. (..)" (Müddessir, 31). "Allah, (..) sizin göremediinizordular göndermiti. (..)" (Tevbe, 26). "Biz" ifadesioldukça ümullüdür.Bu nispetlerin, elbette tevhide aykırılıından söz edilemez.Allah'ın zatı vardır; O vâhittir. Samet'tir, hiç kimseyeihtiyacı yoktur. Allah, "Bir eyi dilediinde O’nun buyru-u, sadece 'Ol!' demektir, hemen olu<strong>ve</strong>rir" (Yâsîn, 82). AmaO, bazı varlıkları (melekler, resuller, mü’min insanlar <strong>ve</strong>cinler gibi) istihdam edip, "Biz"in ümulüne almak suretiyleonlara bir mertebe <strong>ve</strong>rmitir.B. Nübüv<strong>ve</strong>tKur'ân'ın ana konularından biri olan nübüv<strong>ve</strong>t,“Hak’tan halka bir elçinin gönderilmesidir.” Kur'ân, birçokâyette insana, yaratılıın birliini gösterip makro âlemdenmikro âleme külli bir tablo çizdii gibi, Hz. Nuh'tan Hz.58


Muhammed'e (s.a.s.), resulleri birbirlerine balamak suretiylenübüv<strong>ve</strong>tin birliine iaret etmektedir.Peygamberlerle ilgili meselelerde "Biz" zamirinin sıklıklageldiini görürüz. Onlara Allah'a yakınlık (zülfâ), Kitap,Furkan, mucizeler, hikmet, rüt, hasene/iyilik, güzelbir gelecek (meâb) lütfedilmesi, sıklıkla "Biz" zamiri ilebildirilir: "Biz ona dünyada iyilik <strong>ve</strong>rdik." (Nahl, 122). BuradaHz. brahim’den bahsedilmektedir. Ona mucizeler(Enâm, 83), hidayet <strong>ve</strong> akl-ı selim <strong>ve</strong>rilmesi yine bu kalıp ilebildirilir (Enbiyâ, 51). Hz. Musa’ya <strong>ve</strong> Hz. Harun'a Kitap,Furkan <strong>ve</strong> mucizeler <strong>ve</strong>rilmesi "Biz" ile ifade edilmektedir(Bakara, 87; srâ, 2; Enbiyâ, 48). kökü de "Biz" ile gelir (kulumuz: ). Buterkip Hz. Nuh (Kamer, 9), Hz. Davud (Sâd, 17), Hz. Eyyüb(Sâd, 41) <strong>ve</strong> Hz. Muhammed'i (Bakara, 23) (asm) iaretetmektedir. Ayrıca on iki ayette, çoul olarak "kullarımız"terkibi gelmektedir. Bu ayetlerde Hz. Yusuf (Yûsuf,24); Hz. Musa <strong>ve</strong> Hz. Harun (Sâffât, 122), Kitap <strong>ve</strong>rilenPeygamberler (Fâtır, 32), Hızır (Kehf, 65) <strong>ve</strong> mü’minler(Meryem, 63) iaret olunur: "Kuv<strong>ve</strong>tli <strong>ve</strong> basiretli olan ozatları; kullarımız brahim, shak <strong>ve</strong> Yakup'u da an! Bizonları özellikle âhiret yurdunu düünen ihlâslı kiiler eyledik"(Sâd, 45–46).Bu âyetlerin bir teması da ibadettir. Hz. brahim <strong>ve</strong>oulları öyle nitelendirilir: "Onlar yalnız Biz'e ibadetederlerdi" (Enbiyâ, 73). badet sadece Allah Teâlâ'ya mahsusolduuna göre bu âyetten, tevhidin yanı sıra Allah'ınazâmetini, kudret <strong>ve</strong> yüceliini anlayabiliriz. Nübüv<strong>ve</strong>tedair "Biz" ifadesinin kullanılmasının hikmetiyle alakalıunlar söylenebilir:1. Peygamberleri Teyit <strong>ve</strong> TeselliMuarızların Peygamberleri tekzipleri karısında Allah,azâmet cemi zamiri ile Resullerini kendisine nispet etmeksuretiyle onlara sahip çıkar. "Kendilerinden önce Nûh kavmide kulumuzu yalancı saydı <strong>ve</strong>: 'Bu delinin teki!' dediler.Onu incittiler, tebliini engellediler. O da: 'Ya Rabbi benmalubum, artık Sen bana yardım et!' dedi. Biz de derhal,boalan bir su ile göün kapılarını açtık. Yeri pınar pınarfıkırttık. Öyle ki her iki su kütlesi, takdir edilen o iinolması için birleti. Biz Nuh’u, levha halindeki tahtalar <strong>ve</strong>çivilerle yapılmı gemiye bindirdik. O kadri bilinmemideerli insana, bir mükâfat olarak gemi, Bizim inayetimizleakıp gidiyordu. Biz ibret olsun diye, o gemiyi geriyebıraktık. Haydi, var mı ibret alan?" (Kamer, 9-16). Burada,dünya tarihinin en büyük hadiselerinden biri olan Nuh tufanındanbahsedilmektedir. Allah'a nispetle gelen fiillerin"Biz" ile ifadesi, olayın heybetini daha da artırmaktadır.Allah, Hz. Nûh'a "kulumuz" demekte <strong>ve</strong> onu zatına nispetetmektedir. Bu, Resulullah <strong>ve</strong> mü’minler için büyük birteyit <strong>ve</strong> tesellidir. Öte yanda "açtık", "fıkırttık", "bindirdik"fiillerinden, bu ilerde Mikail, Azrail <strong>ve</strong> maiyetlerindekimeleklerin istihdam edildii, dolayısıyla "Biz" ifadesininbu varlıkları da içine aldıı anlaılmaktadır. Nitekim Allah,melekleri cemi zamiri ile zatına nispet eder. "Elçi meleklerimizbütün o hilelerinizi kaydetmektedirler” (Yûnus, 21).Peygamber Efendimize yönelik u âyette aynı durumgörülmektedir: "Rabbinin hükmü yerine gelinceye kadar sabret. Çünküsen Bizim himayemiz altındasın" (Tûr, 48).Hz. Eyüp <strong>ve</strong> ailesine ilahi ikram <strong>ve</strong> ihsan <strong>ve</strong>riliinin"Biz" zamiri ile bildirilmesini de bu çerçe<strong>ve</strong>de deerlendirebiliriz(Sâd, 41-44).2. Peygamberleri Terif <strong>ve</strong> Tekrimbrahim'e shak <strong>ve</strong> Yakub'un ihsan edilip (En'âm, 84;Meryem, 49) her birine Peygamberlik <strong>ve</strong>rilmesi, kendilerinedillerde <strong>ve</strong> dinlerde yüksek <strong>ve</strong> güzel bir nam bırakılması(Meryem, 49), Davud'a Süleyman'ın <strong>ve</strong>rilmesi (Sâd, 30),Allah'ın rahmet <strong>ve</strong> kereminden Musa'ya, kardei Harun’unnebi olarak ihsanı (Meryem, 53), Zekeriya’nın duasının kabulbuyrulup ona Yahya'nın hediye edilmesi (Enbiyâ, 90).Bütün bu ihsan, ikram <strong>ve</strong> lütuflar "Biz" zamiri ile ifadeolunmaktadır. "Cenab-ı Hak, Resûlü’ne ait olabilecek bazıhalleri, O’nu tekrim <strong>ve</strong> terif noktasında bazen kendineisnat eder. te burada da (Zâriyât, 57) 'Resûlüm risalet vazifesi<strong>ve</strong> ubûdiyet teblii hizmetine mukabil sizden bir ecir,ücret <strong>ve</strong> mükafat, bir it’âm istemez' manasında, 'Ben siziibadet için halk etmiim; bana rızk <strong>ve</strong>rmek <strong>ve</strong> yedirmekiçin deil" meâlindeki âyet Resûl-i Ekrem'e ait yedirme <strong>ve</strong>rızıklandırmanın murat olması gerektir." (28. Lemâ). Belagatilminde bilinen bir kuraldır: Bir kelâmın manası malum<strong>ve</strong> bedihi ise, o mana murat deil, onun bir lâzımı,bir tâbii murattır.3. Muarızları nzar <strong>ve</strong> TehditAllah, Peygamberlerini, muarızlarının tekzipleri karısında"Biz" zamiri ile kendisine nispet etmektedir. Bundanötürü <strong>ve</strong>rilen ceza da bu üslupla ifade edilir. Bunun,Peygamberimiz'i, sahabeyi <strong>ve</strong> sonraki nesil mü’minleri teyit<strong>ve</strong> teselli etmesi <strong>ve</strong> sadırlarına ifa olmasının yanında,öbürlerini tehdit edip sarstıı, zaafa urattıı, rahatlarınıkaçırttıı açıktır. Batan beri Hak ehlinin karılatıkları sıkıntılar,etraflarının mücadele etmek durumunda kaldıklarızorbalarla çevrili oluu göz önüne alındıında, böylebir atmosferde "Biz" ifadesinin ne denli hayati önemi haiz59


Kur'ân-ı Kerim'de bir Allah'ın bazı icraatlarını anlatırken "Biz" ifadesini kullanması aynızamanda egoist nefislere benli¤i bırakıp kolektif þuurla hareket etme ufkunu dagöstermektedir.olduu daha iyi anlaılır. Bu üslubun daha çok Mekkî surelerdegörülmesine bu açıdan bakabiliriz.Kamer sûresinde, kevni ayetlerin yanında, Peygamberleringelii <strong>ve</strong> ilgili kavimlerin karı tavır takınmaları neticesindecezalandırılmaları "Biz" üslubuyla anlatılmaktadır.Bu, Peygamberleri <strong>ve</strong> mü’minleri teselli, karıtlarını inzaretmektedir. "Firavun hanedanına da uyaran peygamberlergeldi. Onlar âyet <strong>ve</strong> delillerimizin hepsini yalan saydılar.Biz de onları mutlak galip, tam muktedir olan Allah’ınanına yaraır tarzda cezalandırdık" (Kamer, 41-42). "Bizimemrimiz sadece bir kere, hem de göz açıp kapama gibipek hızlıdır. Gerçekten Biz sizin nice benzerlerinizi imhaettik!" (Kamer, 50-51).4. Kur'ân'ın KorunmasıPeygamber Efendimize Kitap <strong>ve</strong>rilmesi müfret zamirin(Kehf, 1) yanı sıra, azâmet cemi zamiri ile de bildirilir. "Bizseni sırf Kur’ân’la müjdelemen <strong>ve</strong> uyarman için gerçeinta kendisi olarak gönderdik. (..)" (Bakara, 1<strong>19</strong>). "nsanlararasında Allah’ın sana bildirdii ekilde hükmetmen içinBiz sana kitabı gerçein, hakkın ta kendisi olarak indirdik.(..)" (Nisâ, 105). Bu âyet-i kerimedeki azâmete delaleteden cemi zamiri vahiyde vasıtanın bulunduuna iaretettii gibi, “ -Allah’ın sana bildirdii ekilde”damüfret hükmünde olan lafz-ı celâle, mânâları ilham etmektevasıtanın bulunmadıına iarettir. 1 "Biz seni bütünâlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya, 107) âyetindeki“Biz", Rahmet Peygamberi’nin nübüv<strong>ve</strong>tinin umûmiliiniiaret etmektedir.Meselenin burasında "Kurân'ı Biz indirdik, onun koruyucusuda Biziz" (Hicr, 9) âyetine deinmemiz gerekir:Kur'ân'ın korunmasının birinci safhası: Allah Teâlâ,vahyin iletilmesinde melek görevlendirmitir. Kur'ân'ınLevh-i Mahfuz’dan alınması, dünya semasına getirilmesi<strong>ve</strong> buradan Allah Resûlü'ne iletilmesi (vahiy) iindeCebrail'in <strong>ve</strong> onun yardımcı meleklerinin görev aldıklarıanlaılmaktadır.kinci safha: Bu safhadaki koruma iinde Efendimiz,sahabe, tabiun <strong>ve</strong> sonraki nesil Müslümanlar pay sahibidir.öyle: Peygamberimiz, kendisine nasıl iletildiyse Kur’ân’ıöyle tebli etti <strong>ve</strong> vahiy kâtiplerine yazdırdı. Kur’ân’ınanlaılması <strong>ve</strong> yaanması konusunda Sünnet <strong>ve</strong> Siret’iylebize yol gösterdi; bir model ortaya koydu. Sahabe okudu,yazdı, ezberledi, yaadı, Sünnet’i takip etti. Kur’ân Hz.Ebû Bekir döneminde iki kapak arasına getirildi (mushaf),Hz. Osman zamanında çoaltıldı. Müslümanlar Kur’ân’ınüzulünden itibaren korumaya aldı. Koruma olayının birboyutu daha vardır: Kur'ân'ın nüzûlünden günümüze de-in her bir kelimesi, harekeleri sükûnlarıyla nasıl mahfuzkalmı ise, O'nun kelimelerinin, cümlelerinin mânâları daöyle korunmutur. slâm kalemiyle telif olunmu slamiilimler kitaplarının her birinin gayesi, Kur'ân kelimelerinin,cümlelerinin anlamlarını koruma altına almaktır.Lügat kitapları, Tefsir <strong>ve</strong> Tefsir Usûlü kitapları <strong>ve</strong> ötekislâmî ilimler kitapları Kur'ân kelimelerinin, cümlelerininmânâlarını deiiklie maruz kalmasına fırsat <strong>ve</strong>rmeksizinmuhafaza etmek için kaleme alınmıtır. Binaenaleyh,Allah'ın Kur'ân'ı okumak, yazmak, açıklamak, meâlini hazırlamak,ezberlemek, anlamak, yaamak, bakalarına öretmek,yayılmasına <strong>ve</strong>sile olmak vb. giriimlerle O'nunkorunmasına katkıda bulunanları kendisine nispet ettii<strong>ve</strong> "Biz"in ümulüne dâhil ettii anlaılmaktadır. Bu kutsidairede yer alan beeri unsurlar “Zikri koruma”da paysahibidir; herkes kendi samimiyeti, cehdi <strong>ve</strong> katkısıyla bu“Biz”e dâhil olabilir.Kur'ân'ı korumada arzın da görevli olduunu öreniyoruz.Nitekim, onun bir kelimesini deitirmeye te<strong>ve</strong>ssüledenin ölüsünü arz kabul etmemi, kusup dıarıfırlatmıtır. 2Allah'ın Kitabını koruma iinde görev alma, öncekiPeygamberlerden beri devam eden kudsi bir gelenektir. 35. FetihAllah'a râci olan "Biz" zamiri, "fetih-i mübin"i anlatanâyette de gelir. “Biz sana aikâr bir fetih <strong>ve</strong> zafer ihsan ettik.”(Fetih, 1). Bu âyette "Biz" gelirken, sonraki âyette “Buda Allah’ın, senin geçmi-gelecek bütün kusurlarını baılamasıiçindir.” (Fetih, 2) sm-i Celâl gelir. Âlûsi buradakiincelie öyle dikkat çeker: “Allah Teâlâ, fetih <strong>ve</strong> zaferi pekçok vasıta ile mümkün kılarsa da 'mafiret' dorudan doruyaAllah Teâla'ya aittir, Gafûr u Rahîm bizzat baılar.”Cenâb-ı Hak, kudretinin icraatını ilan etmek <strong>ve</strong> azametinibildirmek için sebepleri istihdam etmektedir.Bu nevi ayetler, aracı <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>silelerin istihdam edildiineiaretin yanı sıra, O’nun emre mutî <strong>ve</strong> vazifeye dü-60


kün kullarına ne derece müfik <strong>ve</strong> merhametli olduunu<strong>ve</strong> onların vazifelerinden honut bulunduunu da imaetmektedir.6. MensubiyetYaratıcı ile kulları arasında bir mensubiyet söz konusudur.Bunun <strong>ve</strong>silelerinden biri yardımlamadır. Mü’minlerAllah'tan yardım diler. "(..) Yâ Rabbi, kafir toplulua karıbizi muzaffer eyle!” (Bakara, 250)."Ey iman edenler! Eer siz Allah’ın dinine destek olursanız,O da size yardım eder <strong>ve</strong> savata ayaklarınızı kaydırmaz"(Muhammed, 7). "Ey iman edenler! Allah’ın dinininyardımcıları olunuz. (..)" (Saf, 14).Allah, Resuller <strong>ve</strong> mü’minler arasındaki sevgi baı, "Biz"ifadesini anlamamızı kolaylatıran bir baka husustur. "(..)Mü’minlerin Allah’a olan sevgileri her eyden daha ileri <strong>ve</strong>daha kuv<strong>ve</strong>tlidir. (..)" (Bakara, 165). Allah mü’minleri se<strong>ve</strong>r,mü’minler de Allah'ı se<strong>ve</strong>r (Mâide, 54). zzet konusundada bir ilgi kurulmaktadır. "(..) Kesinlikle izzet Allah’ın,Resulü’nün <strong>ve</strong> mü’minlerindir. (..)" (Munafikûn, 8). Bu <strong>ve</strong>öteki âyetler, kudsi bir tarafın varlıını <strong>ve</strong> orada yer almakgerektiini iaret etmektedir: Allah'ın yanı sıra Melekler,Peygamberler, mü’min insanlar <strong>ve</strong> mü’min cinler. "Biz" ifadesi,bazen onları da kapsamaktadır.Kehf suresindeki Musa <strong>ve</strong> Hızır'ın arkadalıkları esnasındagelien olaylar, onların ayrılmalarına sebep olur. Buyolculuktaki gelimelerin arka planı açıklanırken, Hızır'ındilinden gelen "Biz" zamirinin hem kendisine hem deCenab-ı Hakk'a yönelik olduunu görüyoruz. Sûrenin<strong>78</strong>-82 âyetlerinde konumuzla ilgili dört fiil görüyoruz:"istedim, korktuk, diledik, diledi." Bu ifadeler Hızır'ın diliüzere gelmektedir. "istedim" fiilinin faili (Ben) kendisidir."korktuk", "diledik" fiillerinde ise fail "Biz" takdirinde oluphem Allah Teâlâ'ya hem de Hızır'a râcidir. Zira Hızır, Allahadına bu ileri yapmaktadır. Dolayısıyla buradaki cemizamir, Allah ile birlikte Hızır <strong>ve</strong> öteki kutsi varlıklara yöneliktir."diledi" fiilinde ise fail Allah'tır. Hızır, aynı zaman <strong>ve</strong>zeminde cereyan eden üç olayın birincisini kendisine nispetetmek suretiyle "ben" derken, ikincisinde "Biz" diyerek,beraberinde Allah'ı da iaret eder. Son olayla ilgili olarak"Rabbin diledi" demek suretiyle, bütün bunlarda hakikifailin Allah olduunu, kendiliinden bir ey yapmadıını,sadece aldıı ilahi emri yerine getirdiini ifade etmektedir.Görünürdeki faili aynı olan üç olayda sırasıyla "Ben, Biz,O" zamirlerinin gelii "Biz"in, Allah ile beraber Hızır'a daamil olduuna iarettir: Her eyin gerçek faili Allah'tır.E<strong>ve</strong>t ama O, görünen <strong>ve</strong> görünmeyen mahlûklarını istihdamedip onları kendisine nispet etmitir.SonuçKâinatın yaratılıının yanı sıra, insanın var edilmesini<strong>ve</strong> yeniden dirilii anlatan bir kısmın ayetlerde fail, Allah'arâci olan "Biz" zamiridir. "Âlemler", insanın görüp idrakettiklerinden ibaret deildir. Allah'ın, diledii anda <strong>ve</strong> yerdeistihdam ettii varlıklar <strong>ve</strong> güçler vardır. "Biz" ifadesionlara da amil olabilmektedir.Allah ile kulları arasında bir alaka <strong>ve</strong> mensubiyet söz konusudur.Nitekim, Resûlullah'ın <strong>ve</strong> mü’minlerin din hizmetleri,Allah'ın eliyle yapılmı olarak nitelenir (Enfâl, 17). Cenab-ı Hak,diledii kullarını zâtına nispet etmek suretiyle kendi mensuplarınıbelirler. Bu, "Biz"in katmanları olduunu gösterir.Peygamberlere kitap, vahiy, hikmet <strong>ve</strong>rilmesi gibi meselelerianlatan âyetlerin "Biz" üslubuyla gelii, vahiydevasıtanın olduunu gösterir. Dolayısıyla Biz'in katmanlarınaCebrail, öteki melekler, Peygamberler, mü’min cinler<strong>ve</strong> mü’min insanlar da dâhil olabilmektedir. Allah'ın görevlendirdiikullarına âli bir mertebe ihsan etmek üzereonları "Biz"in ümulüne aldıını; bu azâmetten onları danasiplendirdiini söyleyebiliriz. Peygamber Efendimiz'in,"Bir aylık mesafeden dümana korku salma hususiyetiile yardım olundum." 4 hadisini <strong>ve</strong> bu üslubun, daha çokMekkî sûrelerde geldiini hatırlayalım."Biz" zamirinin Peygamberlerle ilgili geliinde psikolojikbir yön de vardır: O da birçok ayette görülecei üzere,oldukça sert muhalefetle karılaan Resulleri <strong>ve</strong> Nebileriteselli, karıtlarını da inzar <strong>ve</strong> tehdittir. Allahu a'lem.Ebette Allah'ın, bir eyi dilediinde ona sadece 'Ol!' demesikâfidir. Ama bazı varlıkları istihdam etmek suretiyle, "Biz"inümulüne almaktadır. Bu, onlar için bir ereftir. Bu nispetlerin,elbette tevhide aykırılıından söz edilemez. Allah'ın zatı vardır;O Vâhit'tir, Samet'tir, hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Bilinenbir üslup olduundan, muarızlar buna itiraz edememilerdir.Ayrıca "Biz" ifadesi, egoist nefislere benlii bırakıp kolektifuurla hareket etme ufkunu da göstermektedir.“Seni tesbih <strong>ve</strong> tenzih ederiz yâ Rabbi! Senin bizeörettiinden baka bir bilgimiz yoktur. Her eyi hakkıylabilen, her eyi hikmetle yapan Sensin Sen” (Bakara, 32).*Dicle Üniv. lahiyat Fak. Ört. Üyesimcelik@yeniumit.com.trDipnotlar1. B. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyâtı, II, 1267 (ârâtü’l-’câz).2. Bkz.: Buharî, menakıb 25; bn Ebî Dâvûd, Kitabu'l-Mesâhif 3.3. Bu görevi âlimler <strong>ve</strong> müridlerin de yaptıına dair bkz.: Mâidesûresi, 444. Buhârî, teyemmüm 1, salât 56; Ebû Dâvûd, siyer 28.61


YENi ÜMiTDr. M. Selim ARIK *Ekim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>slam’ın çizdii motif içinde içi <strong>ve</strong> i<strong>ve</strong>ren, aynı cesedin uzuvları gibidir.Aralarında nefret, ada<strong>ve</strong>t, kin <strong>ve</strong> ekâ<strong>ve</strong>t yoktur. Çünkü, içi de, i<strong>ve</strong>rende meslek ahlâkına riâyet eder <strong>ve</strong> birbirinin hukukunu gözetirler.‹ÞÇ‹ VE ‹ÞVEREN‹NHUKUKÎ <strong>ve</strong> AHLAKÎ SORUMLULUKLARIKur'ân-ı Kerîm’in üzerinde durduu konulardan biri ahlâkî kâidelerden olan hak <strong>ve</strong> adalettir.Ahlâk ise, insanın fiziki yapısını içine alan “halk” (yaratılı) ile manevi yapısını içinealan “hulk” (iyi <strong>ve</strong> kötü, fazilet <strong>ve</strong> rezilet) kelimesinden türemektedir. Böylece ahlâkikonu içinde yer alan hak <strong>ve</strong> adâlet, kiinin vazife <strong>ve</strong> sorumluluunu belirler. Bu da içi <strong>ve</strong> i<strong>ve</strong>renaçısından hak <strong>ve</strong> ihsan kavramlarını ortaya çıkarır. Bu kavramlar da emekte kalite <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rimliliin,toplumda da huzur <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nin artmasına <strong>ve</strong>siledir. Günümüzde içi <strong>ve</strong> i<strong>ve</strong>renin hak <strong>ve</strong> sorumluluklarınınhakkaniyet <strong>ve</strong> adalet çizgisinde belirlenmesi, içi salıı <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nliinin salanması,içilerin de ehil olması <strong>ve</strong> mesuliyet duygusu içinde çalıması toplumun ilerlemesi <strong>ve</strong> yapılan iinkalitesinde en büyük etkendir. in mahiyeti sebebiyle âlimler içiyi ecîr-i hâs <strong>ve</strong> ecîr-i müterekdiye iki gruba ayırmılardır. Yapılan i sözlemesi içinin belli bir zaman biriminde hâsıl edeceiemeini i<strong>ve</strong>renin emrine tahsis etmesini gerekiyorsa, bu duruma “ecîr-i hâs” denilir. Günümüzdekidevlet memurları, sanayi <strong>ve</strong> tarım kesimi içileri ile günlük içiler bu kapsama girmektedir.62


Buna karılık sözleme içinin belli bir i görmesini konualıyorsa o takdirde bu içiye de “ecîr-i müterek” denir.Bu kapsamda da ücret karılıı bir ii takip eden avukatlarile doktorlar <strong>ve</strong> sanatkârlar sayılmaktadır. 1Hak, sözlükte <strong>ve</strong> fıkıh literatüründe “gerektii ekilde,gerekli ölçüde <strong>ve</strong> gereken zamanda meydana gelen i,olması gereken yetki <strong>ve</strong> imtiyaz” 2 anlamındadır. Haklar,“Hukukullah” (Allah hakları) <strong>ve</strong> “Hukuku’l-ibâd” (Kulhakları) eklinde iki kısma ayrılır. üphesiz en büyük hakAllah hakkıdır. Allah kendi hakkını gerektiinde affedebilirken,kul hakkının kullar kendi aralarında helallemediimüddetçe affedilemeyeceini haber <strong>ve</strong>rmektedir. 3 slâmnazarında her insan mükerremdir, kıymetlidir. Hepsi aynıhaklara sahiptir. Bütün insanlar bir ailenin fertleri gibidirler.Hangi ırka, hangi sınıfa, hangi meslee, hangi rütbeyemensup olursa olsun her insan eit haklara sahiptir. Hiçbirfert, mensup olduu sınıf, meslek, ırk <strong>ve</strong>ya cinsiyet dolayısıylatabii haklarının hiç birinden mahrum edilemez.Adalet ise, “davranı <strong>ve</strong> hükümde doru olmak, dengelidavranmak <strong>ve</strong> eit kılmak” manalarına gelmektedir. 4Müfessirler Kur'ân-ı Kerîm’deki “Muhakkak ki Allah adaleti<strong>ve</strong> ihsanı emreder” (Nahl sûresi, 90) ayetindeki adaletiüç kısımda mütalaa etmilerdir: 1. Kulun Allah’a karıadaleti: Allah’ın emirlerini eksiksiz yerine getirmektir. 2.Kulun nefsi ile cismi arasındaki (kendisine karı) adaleti:Kendini mah<strong>ve</strong>decek maddi <strong>ve</strong> manevi felaketlerden uzakdurmasıdır. 3. Kullar (insanlar) arasında adalet: Mahlukatainsaflı davranma, bakasının hakkına riayet ederekhıyaneti terk ile sözlü <strong>ve</strong> fiili olarak hiç kimseye kötü birharekette bulunmamadır. 5hsân, “bakasına iyilik etmek” <strong>ve</strong> “yaptıı ii güzelyapmak” anlamına gelen bir isimdir. 6 Bu açıdan bazıâlimler ihsanı adaletin üstünde bir derece daha fazla olarakgörmülerdir. Çünkü adalet borcunu <strong>ve</strong>rmek, alaca-ını almak iken, ihsan ise üstüne düenden daha fazlasını<strong>ve</strong>rmek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundandolayı adaleti gözetmek vâcip, ihsanı gözetmek mendup<strong>ve</strong> müstehap kabul edilmitir. Cibril hadisi diye bilinen rivayetteHz. Peygamber man, slâm <strong>ve</strong> ihsanı tarif etmi<strong>ve</strong> burada ihsanı, “Allah’ı görür gibi ibadet <strong>ve</strong> kulluk vazifesini(<strong>ve</strong>rilen ileri) yerine getirme” 7 olarak belirtmitir.Kur'ân-ı Kerîm insan hak <strong>ve</strong> vazifeleriyle ilgili konularımücmel (kısa) olarak anlatırken, Peygamber Efendimiz(s.a.s.) de uygulamalarıyla bu konuları açıklamı <strong>ve</strong>bunların aynı zamanda Allah hakkı olduunu belirterekdikkat edilmesi mevzûnda ümmetini uyarmıtır. MeselâAllah Resûlü (s.a.s.) bir defasında; “Bir kimse, yemin ederekbir Müslüman’ın hakkını gasbederse, Allah o kimseyecehennemi vacip kılar <strong>ve</strong> Cennet’i haram eder buyurunca,bunun üzerine bir kii ey Allah’ın Resûlü: “Eer o hak,deersiz bir ey ise ne dersiniz?” demi <strong>ve</strong> Peygamberimiz(s.a.s.) de: “sterse misvak aacından bir dal parçasıolsun.” 8 buyurarak konunun önemine dikkat çekmitir.<strong>ve</strong>renin Hak <strong>ve</strong> Sorumluluklarıslâm’da içinin hak <strong>ve</strong> vazifeleri olduu gibi, i<strong>ve</strong>reninde hak <strong>ve</strong> sorumlulukları vardır. Öncelikle i<strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> içininuyması gerekli ilk art; doruluk, <strong>ve</strong>rdii sözde durma<strong>ve</strong> her iin hakkını <strong>ve</strong>rmek olmalıdır. Sahabîden Sufyanb. Abdullah es-Sekafî bir defasında Hz. Peygamber’e,“slâm’ın kısa <strong>ve</strong> özlü bir tavsiyesi olsa ne olur?” diye sormu,O da: “Allah’a iman ettim dedikten sonra da bütünilerinde dosdoru ol” 9 buyurmulardır. Kur'ân-ı Kerîm’dehaber <strong>ve</strong>rilen “Yeryüzüne ancak sâlih kullarım mirasçıolur.” (Enbiya sûresi, 105) ayetindeki varislik, dürüst olmaprensibine dayanır. Çünkü ayetteki “salâh=dürüstlük”dünyevî ileri en güzel yapma bilimde, sanatta <strong>ve</strong> teknikteen mükemmeli uygulama olabilecei gibi, ahirete yönelikibadetleri de zamanında eda etme anlamında anlaılabilmektedir.Buna riayet edildii zaman “Hak üstündür.” 1063


‹slâm’ın hayata <strong>ve</strong> insan iliþkilerine yön <strong>ve</strong> anlam <strong>ve</strong>ren ilkelerinin özümsenip dininbir bütün halinde ferdin vicdanının, kiþisel <strong>ve</strong> toplumsal hayatını kuþatması, iþçiiþ<strong>ve</strong>ren,âmir-memur iliþkisinin karþılıklı saygı, sevgi <strong>ve</strong> hakkaniyete dayalı sa¤lambir yapıya kavuþması gerekmektedir.düstûru ortaya çıkacaktır. Bu da “her iin hakkını <strong>ve</strong>rmek”prensibini meydana getirir. Genel olarak i<strong>ve</strong>renin hak <strong>ve</strong>sorumluluklarını öyle sıralayabiliriz:Helâl Kazanç:çinin çalıtırılmasıyla ilgili olarak en önemli art yapılacakiin ifâsının dinen haram <strong>ve</strong> hukuken yasak olmamasıdır.Meselâ zina, kumar, cinayet, hırsızlık gibi dinen günahsayılan ilerin yapılmasını konu alan bir sözleme <strong>ve</strong> bundanelde edilen ücret caiz deildir. Hatta mâsiyetin örenimi<strong>ve</strong>ya mâsiyetin ilenmesine yol açan akitler de aynıdır.Fakihlerin çounluu yapılan i dolaylı da olsa haram birfiili içeriyorsa zaruret yoksa Müslüman bu tür ilerden uzakdurmalıdır demilerdir. Meselâ bunun için bir Müslüman’ın,domuz çiftliinde çalımasını doru bulmamılardır. 11Ücreti Belirleme:<strong>ve</strong>renin <strong>ve</strong>rebilecei ücreti önceden belirtmesi sonradanolabilecek anlamazlık <strong>ve</strong> kırgınlıkları ortadan kaldıracaktır.Bazı i<strong>ve</strong>renlerin “ie bala da sonradan düünürüz”<strong>ve</strong>ya “kolay ederiz” gibi sözleri doru deildir. NitekimHz. Peygamber bu konuya açıklık getirmi <strong>ve</strong> “Kim biriçi çalıtırırsa ona ücretini bildirsin” 12 buyurmulardır.Ücreti Zamanında Ödeme:<strong>ve</strong>renin en önemli sorumluluklarından biri de akiddekararlatırılan ekilde içiye ücretini zamanında ödemesidir.Çünkü Allah Resûlü (s.a.s.)’in “çiye ücretini,teri kurumadan önce <strong>ve</strong>riniz” 13 tavsiyesi bir nevi emirhükmündedir. Kudsî bir hadiste de Hz. Peygamber, AllahTeâla’dan rivayetle öyle buyurmaktadır: “Üç sınıf insanvardır ki kıyamet günü ben onların hasmıyım: 1. Benimismimle yemin edip, sonra ahdini bozan. 2. Hür bir kimseyiköle olarak satan <strong>ve</strong> parasını yiyen. 3. Bir içi tutupçalıtırdıktan sonra ücretini <strong>ve</strong>rmeyenler.” 14 Bu hadistende anlaılıyor ki i<strong>ve</strong>renin, içisinin ücretini zamanında<strong>ve</strong> eksiksiz ödemesi gerekmektedir. Zira bu rivayet aynızamanda haksız kazanç salayanlara <strong>ve</strong> kul hakkını ihlaledenlere en büyük tehdittir!.i Ehil Olana Verme:“ler, ehil kiilere <strong>ve</strong>rilmedii zaman kıyametibekleyiniz.” 15 rivayeti yalnız büyük kıyamet deil, küçükkıyamet denilen “dünyevî belalar” anlamında da anla-ılmalıdır. Zira ehil olmayan bir insanın yapacaı bina,kullanacaı vasıta kendisine mezar olabilecek <strong>ve</strong>ya o kiiömür boyu sakat kalabilecektir. Bunun için PeygamberEfendimiz (s.a.s.) “Daha ehil <strong>ve</strong> liyakatlisi varken yakınlıksebebiyle bir ie, bir bakasını tercih <strong>ve</strong> istihdam eden kiiAllah’a, Resûlü’ne <strong>ve</strong> bütün Müslümanlara karı hâinliketmi olur.” 16 buyurarak bu konuya iaret etmitir. EbuMusa el-Eari de öyle bir olay anlatır: Bir gün Earî kabilesindeniki kiiyle beraber Efendimiz (s.a.s.)’in huzurunavardık. Bunlar Resulullah’tan i <strong>ve</strong> vazife istediler. Ben sıkılarak“Ya Resulallah, ben bunları gönüllerinde memuriyettalebi bulunduunu bilmiyordum” dedim. Bununüzerine Allah Resûlü de: “ dileyen kimseyi biz iimizüzerinde kullanmayız” buyurmulardır. 17 Özellikle devletilerine ehil olunmadıı müddetçe personel alınmamasıgerei bu rivayetten çok net anlaılmaktadır.nsan Haklarına Riâyet:nsan hakları <strong>ve</strong> özgürlükleriyle ilgili konulara riayetetmek, içisine yaanabilir bir hayat ortamı hazırlama <strong>ve</strong>dinî yükümlülüklerini yerine getirmede (meselâ farz namaz<strong>ve</strong> Cuma namazları gibi) imkân hazırlama da i<strong>ve</strong>reningörevleri arasındadır. Allah Resûlu (s.a.s.) “Kimbize âmil (içi, memur) olursa ücretiyle hanım alsın (evlenebilsin).Eer hizmetçisi yoksa hizmetçi tutsun. Eerevi yoksa ev kazansın.” Hz. Ebubekir bundan sonra Hz.Peygamber’den öyle iittiini nakleder: “Bundan bakaser<strong>ve</strong>t edinenler ya hıyanet edicidir <strong>ve</strong>ya hırsızdır.” 18 Buda bize gösteriyor ki, bir ite çalıan kiilerin bu insânî eksikliklerigiderilirse vazifelerini daha rahat <strong>ve</strong> düzgün yaparlar.Bu sorumlulukları yerine getiren i<strong>ve</strong>renin, bundansonra kaliteli i istemeye de hakkı olur.hsânkâr Davranmak:hsan, Allah’ın murakabe ettiini unutmama bundandolayı O’nun rızası istikametinde bulunma, aynı zamandayaptıını güzel <strong>ve</strong> salam ileme anlamına gelmektedir.Nitekim Kur'ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ “Allah sana ihsanettii gibi, sen de (insanlara) ihsanda (iyilikte) bulun.”(Kasas sûresi, 77) buyurmaktadır. Dolayısıyla Allah insanınasıl mükemmel <strong>ve</strong> karılıksız yaratmısa, insan da tüm64


mahlûkata karı aynı ekilde ihsankâr davranmak mecburiyetindedir.Hatta hadiste, köle <strong>ve</strong>ya içi olarak çalıankimseler için bu, “Onlar sizin kardeleriniz olup Allah onlarısizin sorumluluunuz altında kılmıtır. Böyle bir dinkardei eli altında bulunan kimse ona yediinden yedirsin,giydiinden giydirsin onlara gücü yetmedii eyleriyüklemesin. ayet yüklerse onlara yardımcı olsun.” <strong>19</strong> eklindebelirtilmitir. Abdullah b. Ömer de Hz. Efendimiz(s.a.s.)’den öyle bir haber nakleder:Sizden önceki milletlerde üç kiilik cemaat seferegitmiler <strong>ve</strong> dada bir maaraya sıınmılardı. Maarayagirdikleri zaman dadan bir kaya parçası aaı düüpbunların üzerine maarayı kapadı. Bunlar kendi aralarındabizi buradan ancak salih amelimiz kurtarır diyerek herkesyapmı oldukları ameli zikrederek Allah’a Salih amellerini<strong>ve</strong>sile ederek dua etmeye baladılar. ki kii dualarınıbitirdikten sonra kaya biraz açılır, fakat çıkamazlar. Bunlardanüçüncüsü de öyle devam eder: “Allah’ım Sen debiliyorsun ki, ben bir seferinde birtakım içiler tutmutum.çilerden biri müstesna hepsinin ücretlerini <strong>ve</strong>rdim.Fakat dier içi ücretini alamadan gitti. Bunun ücretiniticaretle nemalandırdım. Hatta bunun bu ücretinden hayliser<strong>ve</strong>t meydana geldi. Bir zaman sonra bu içi bana geldi“Ey Allah’ın kulu, benim ücretimi <strong>ve</strong>r.” dedi. Ben de ona“u gördüün de<strong>ve</strong>, sıır <strong>ve</strong> koyunlar hep senin ücretindenmeydana gelmi bir ser<strong>ve</strong>ttir. Götür bunları.” dedim.O da, “Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme” dedi. Bende ona: “Hayır, bu hakikattir, malını al götür!” dedim. Oda bunların hepsini sürüp götürdü. “Rabbim! Bu hayır<strong>ve</strong> sadâkatimi senin rıza <strong>ve</strong> muhabbbetin için yapmısamu kaya parçasını buradan kaldır.” dedi <strong>ve</strong> kaya tamamenaçıldı, bunlar da maaradan çıkıp gittiler. 20 Bu hadisten deiçinin hakkını <strong>ve</strong>rmek, hatta ihsankâr davranarak onungönlünü almak i<strong>ve</strong>ren için dünyevi <strong>ve</strong> uhrevi mükâfatanailiyet olacaı anlaılmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm’de de,Allah “ihsankâr davrananları - muhsinleri çok sevdiini”çeitli ayetlerde beyan eder.çinin Vazifesi, Hak <strong>ve</strong> Sorumluluu<strong>ve</strong>renin hakkı, ihsanı <strong>ve</strong> sorumlulukları olduugibi, içinin de vazifesi, ihsanı, hakkı <strong>ve</strong> sorumluluuvardır. çinin ilk görevi salam <strong>ve</strong> kaliteli i üretmesidir.hsanı ise, isteyerek <strong>ve</strong> karılıksız olarak fazla mesai yapmasıdır.Bununla birlikte ayrıca vazife <strong>ve</strong> sorumluluklarıunlardır:Gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> Ehil Olma:Yapılacak i, i<strong>ve</strong>ren tarafından içiye emanet edileceiiçin içi açısından en önemli sorumluluk önce emniyet <strong>ve</strong>liyakattir. Hz. Musa Mısır’da bir Kıbti’yi kazaen öldürmesindensonra Mısır’ı terk etmi, Medyen’e doru gitmiti.O esnada kuyu baında bir grup insan bulmutu ki,bunlar hayvanlarını suluyorlardı. Bunların gerisinde de ikikız vardı. Bunlar da izdihamdan sakınıp duruyorlardı. Hz.Musa bunlara:-Siz niye kenarda bekliyorsunuz diye sorunca? Bunlar da:Bu çobanlar çekilip gitmedikçe bunların arasına sokulupda biz hayvanlarımızı sulayamayız. Biz zayıf kimseleriz.Babamız da koca bir ihtiyardır (uayb), dediler.Bunun üzerine Hz. Musa bu kızcaızların koyunlarını sulayı<strong>ve</strong>rdi.Sonra gölgeye çekildi. stirahat ettii sırada buiki kızdan birisi utanarak Musa’ya geldi. Babam seni da<strong>ve</strong>tediyor. Bizim hayvanlarımızı sulamanın ücretini sanaödemek istiyor, dedi. Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.) Hz.uayb’a (a.s.) geldi. Bu kızlardan birisi (Safûrâ) babasına,“Babacıım bu adamı ücretli içi tut. Bu tutabilece-in içilerin en hayırlısıdır; kuv<strong>ve</strong>tli, emin bir kimsedir”dedi. uayb (a.s) da “Bana sekiz yıl çalımana karılık uiki kızımdan birini (Safûrâ) sana nikahlamak istiyorum.Eer hizmetini on yıla tamamlarsan artık o da kendinden(ihsân) olur. Ben seni zahmete sokmak istemem.” dedi.(Kasas sûresi, 23-28)Bu âyet-i kerimeden anlaılan husus; kendisine itevdi edilecek içinin ifasına memur edilecei ii baarabilecekkudret <strong>ve</strong> kabiliyeti haiz bulunması <strong>ve</strong> emin olmasıdır.Peygamberimiz, içinin gü<strong>ve</strong>ncesini kaybetmesi<strong>ve</strong> emanete riayet etmemesini bir nevi hırsızlık olacaınıöyle haber <strong>ve</strong>rmilerdir. “Biz kimi bir vazifeye tayineder <strong>ve</strong> ona geçimi için maa balarsak maaından sonraonun aldıı ey, ganimet malından çalmak gibidir.” 21 buyurmulardır.Bir baka rivayette de öyle nakledilir: Hz.Peygamber devrinde el emei ile geçinen “Kerkire” adlıbir adam vardı. Bu adam öldü. Hz. Peygamber “O adamcehennemdedir.” dedi. Bunun üzerine gidip eyasını karıtırdılar;gördüler ki ganimetten bir aba çalmı. 22 Ganimetamme hukukudur. Böylece tüm insanların hakkınatecavüz olmutur. Bundan dolayı cezası da elbette aırolacaktır. Özellikle devlet ihalesine girenlerin bu konudaçok dikkatli olmaları gereklidir. Çünkü sözlemeye riayetedilmedii takdirde tüm milletin hakkı kendi üzerinegeçmi olur.ini Sevme <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rene Saygı:ini sevme hatta iine âık olma <strong>ve</strong>rimliliin artmasındaen önemli etkenlerden biridir. Zira hayatın her alanındayanlı, eksik, çürük, hileli <strong>ve</strong> kalitesiz mal üretimibilgisiz <strong>ve</strong> ilgisiz kiilerden kaynaklanmaktadır. Bu konuda65


da Peygamberimiz: “Muhakkak ki Allah, sizden birinizinyaptıı ii salam <strong>ve</strong> güzel yapmasından honutolur.” 23 buyurmulardır. Zira iini se<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> sahip çıkankiiler kendilerini kaliteli i yapmak mecburiyetindehissederler. <strong>ve</strong>rene saygılı olmak ise, onu görünce selamadurmak deildir. Onun yokluunda haklarını gözetmek,malına sahip çıkmak, zarar <strong>ve</strong>rmemek, tahripetmemek <strong>ve</strong> buna izin <strong>ve</strong>rmemektir. Dolayısıyla içi,i sahibine gıyabında saygılı olsun ki, i<strong>ve</strong>ren de içiyekarı efkatli davranabilsin. Zira “nsan kendisi içinistediini bakaları için de istemedikçe kâmil mü’minolamaz.” 24 hadisi, kiinin tüm ilerinde devamlı rehberiolmalıdır. çi de, i<strong>ve</strong>ren gibi bu konuda hakkaniyetesaslarına uygun olarak <strong>ve</strong> karılıklı rıza ile düzenlenmisözleme esaslarına <strong>ve</strong> artlarına uymalıdır.Hz. Peygamber “Müslümanlar, kabul ettikleri artlarauymak zorundadırlar.” 25 buyurmu <strong>ve</strong> sözleme yaptııhalde buna uymamayı münafıklık alameti olaraknitelemitir. 26 çinin taahhütlerine uyarak iini belirtildiiekilde yapması yalnız kendi ahlakı, ahsiyetine<strong>ve</strong> i<strong>ve</strong>rene karı bir görev deil, aynı zamanda topluma<strong>ve</strong> devletine karı da bir borcudur. Örnek olarakbir inaat sektörünü ele alırsak, buradaki bir içi,kalfa <strong>ve</strong>ya mühendisin projeye uymadan ucuz <strong>ve</strong> dahakısa zamanda yaptıı iin bedelini, telafisi mümkün olmayanacılarla ödeyebilmektedir. Nitekim 17 Austos<strong>19</strong>99 Marmara depreminde 20 bin kiiyi kaybetmemizbunun en acı faturasıdır. Peygamberimiz “Bizi aldatanbizden deildir.” 27 buyurmulardır. Bu da “Bizimyolumuz <strong>ve</strong> sünnetimiz üzere deildir.” demektir. Hz.Peygamber’in yolunda olmama ise bir mü’min için enbüyük bedbahtlıktır.Sonuççi-i<strong>ve</strong>ren ilikileri, insan ilikilerini, insan ilikileride insan haklarını oluturur. slâm’ın hedefi, bellibir kesimin refah <strong>ve</strong>ya sıkıntı içinde olmasını deil,toplumsal gelir <strong>ve</strong> sıkıntının birlikte <strong>ve</strong> adil bir ekildepaylaılmasıdır. Böyle olunca hem objektif <strong>ve</strong> adil ölçülerinhâkim olduu hukuki düzenlemelere hem deyetikin, inançlı, eitilmi, sorumluluk duyan, fedakârinsanların çoalmasına ihtiyaç vardır. Bu sebeple deslâm’ın hayata <strong>ve</strong> insan ilikilerine yön <strong>ve</strong> anlam <strong>ve</strong>renilkelerinin özümsenip dinin bir bütün halinde ferdinvicdanının, kiisel <strong>ve</strong> toplumsal hayatını kuatması,içi-i<strong>ve</strong>ren, âmir-memur ilikisinin karılıklı saygı,sevgi <strong>ve</strong> hakkaniyete dayalı salam bir yapıya kavumasıgerekmektedir. Bu konudaki ölçü ise Kur'ân-ı Kerîm<strong>ve</strong> Peygamber Efendimiz'in yaadıı <strong>ve</strong> miras bıraktıısünnettir. Böyle bir mirasa sahip çıkan toplumda üretim,kalite <strong>ve</strong> i ahlâkı kiisel menfaate deil, toplumyararına dönüecektir. Dinimiz sadece içiyi korumayayönelik deil, akdin iki tarafını da korumayı hedefleyentedbirler almıtır. Bu yüzden slâm, içi sınıfının haksızolarak örgütlenip güç birlii ederek grev tehdidi ilei<strong>ve</strong>reni baskı altına alarak hak etmedikleri bir ücretizorla elde etmelerini doru bulmadıı gibi, i<strong>ve</strong>reninde içiye haksızlık yapmasını ho karılamaz. Neticeolarak hak, adalet <strong>ve</strong> ihsana riayet sadece Allah’ın <strong>ve</strong>lîkullarına, sahâbîlere has olan bir hal deildir. Hakka <strong>ve</strong>adalete riayet her yerde kolayca yaanabilir, insanî birhaslet, Kur'ânî bir terbiye, Peygamberî bir yoldur. Dolayısıylahakka <strong>ve</strong> ihsana uymak, iini salam yapmakkiiyi dünya <strong>ve</strong> ahiret saadetine ulatırır. Bunun zıddıolan haksızlık, hırsızlık <strong>ve</strong> zulüm ise, Allah’ın lütfundanmahrumiyet <strong>ve</strong> insanların sevgisinden uzak kalmak iledünyada yaptıının karılıını ceza olarak bulmaktır.*Aratırmacı Yazarsarik@yeniumit.com.trDipnotlar1. bnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VII, 61.2. Ragıb el-sfehani, el-Müfredât, “hak” md; Bardakolu, Ali, “hak”D..A. XV, 139.3. Buhârî, Mezâlim, 10.4. Ragıb el-sfehânî, el-Müfredât, “adl” md; Çarıcı, Mustafa, “adalet”D..A. I, 341.5. bnü'l-‘Arabî, Ahkâmü’l-Kur’an, III, 1172.6. Çarıcı, Mustafa, “ihsan” D..A. XXI, 544.7. Buhârî, man, 37.8. Müslim, man, 218.9. Müslim, man, 62.10. Buhârî, Cenâiz, 80.11. Vehbe Zühayli, slam Fıkhı Ansiklopedisi, (Ter. Heyet),VI, 33.12. Beyhakî, Sünen, IV, 120.13. bn Mâce, Ruhûn, 4.14. Buhârî, cârat, 10.15. Buhârî, lim, 2.16. bn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 233.17. Buhârî, cârat, 1.18. Ebu Davud, Harâc, 10.<strong>19</strong>. Buhârî, Itk, 16.20. Buhârî, Enbiyâ, 52.21. Ebu Davud, Harac, 10.22. Buhârî, Cihad, <strong>19</strong>0.23. Suyûtî, Fethu’l-Kebîr, I, 354.24. Müslim, man, 71.25. Buhârî, cârat, 14.26. Bkz. Buhârî, man, 24.27. Müslim, man, 164.66


YEN ÜMTEkim - Kasım - Aralık -2007 / <strong>78</strong>iÇiNDEKiLERCopyright © Iık Yayınları Ltd. ti. 2007Bu eserin tüm yayın hakları Iık Yayınları Ltd. ti.’ne aittir. Eserdeyer alan metin <strong>ve</strong> resimlerin Iık Yayınları Ltd. ti.’nin önceden yazılıizni olmaksızın, elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi birkayıt sistemi ile çoaltılması, yayımlanması <strong>ve</strong> depolanması yasaktır. Bayazı2Ankara: 312 232 42 74Antalya: 242 244 90 60Bursa: 224 223 00 31Diyarbakır: 412 228 80 09Erzurum: 442 234 39 14Gaziantep: 342 215 10 24stanbul Anadolu: 216 492 85 41IIK ET. TC. LTD. T. ADINA SAHBFehmi ÇALIKANGENEL KOORDNATÖRDr. Ergün ÇAPANSORUMLU YAZI LER MÜDÜRÜOsman KARYADIDAR MERKEZstanbulYAYIN TÜRÜYaygın SüreliGÖRSEL YÖNETMENEngin ÇFTÇGRAFK - TASARIMSinan ÖZDEMRYAYIN VE LETM ADRESEmniyet Mah. Huzur Sk. No: 5 Üsküdar / STANBULTel: 0 ( 216 ) 318 10 00 - Faks: 0 ( 216 ) 422 41 40MÜTER HZMETLER444 0 361Tüm GSM operatörlerinden dakikası 1 SMS/kontörSabit telefondan 0216 alan kodu eklenerek aranabilir.BÖLGE TEMSLCLKLERstanbul Avrupa: 212 639 92 21stanbul Boaziçi: 212 272 01 11stanbul Suriçi: 212 272 01 11zmir: 232 483 90 38Kayseri: 352 222 20 31TEMSLCLKLERKonya: 332 353 39 63Samsun: 362 432 71 <strong>78</strong>Bir yıllık yurtiçi abone bedeli KDV dahil 20 YTL’dir.Yurtdıı abone bedeli,1. Grup Ülkeler (Avrupa, Orta Asya, Orta Dou <strong>ve</strong> Kuzey Afrika ülkeleri) 12 €2. Grup Ülkeler (Uzak Dou, Amerika, Güney Afrika <strong>ve</strong> Pasifik ülkeleri) 18 $3. Grup Ülkeler (Avusturalya <strong>ve</strong> <strong>Yeni</strong> Zelenda) ise 20 $’dır.Abone olmak isteyenlerin abone bedelini;Sürat Kargo Lojistik <strong>ve</strong> Daıtım Hizmetleri A.. adına, her PTT ubesinden;527 5370 nolu Posta çeki hesabına <strong>ve</strong>ya Bank Asya Merkez ubesi’nin;YTL olarak, 304 539-43 numaralı, $ olarak, 304 539-48 numaralı, € olarak304 539-49 numaralı hesabına yatırıp, dekontun fotokopisini, açık isim,adres <strong>ve</strong> telefon bilgileri ile hangi sayıdan itibaren abone olacaklarını belirtenbir yazı ile abone merkezimize posta <strong>ve</strong>ya faks ile bildirmeleri yeterlidir.ABONE VE DAITIM MÜDÜRLÜÜEmniyet Mah. Huzur Sok. No: 5 Üsküdar / STANBULP.K. 34692 Üsküdar / STANBUL Tel: (0 216 ) 318 60 11Faks: (0 216 ) 318 20 34BASILDII YERÇalayan A.. Gaziemir/ZMRTel: 0 232 252 20 97 Faks: 0 232 252 21 00BAY DAITIMDPP A..BASIM TARHEylül 2007E-MAIL - WEBwww.yeniumit.com.tr • info@yeniumit.com.trFiyatı: KDV Dahil 5,00 YTLElmalılı M. Hamdi Yazır’ınMüteabih Ayetleri Anlamaya KatkısıProf. Dr. Suat <strong>YIL</strong>DIRIMNamazda Tadîl-i ErkânDr. Kadir PAKSOYEfendimiz (s.a.s.)'i SevmekYrd. Doç. Dr. Cüneyt ERENKader nancının ÖnemiDoç. Dr. Yener ÖZTÜRKPeygamberimiz'in (s.a.s.) Ehl-i Kitapla MünasebetleriYrd. Doç. Dr. Yusuf ÇELKAlvarlı Efe HazretleriDoç. Dr. Veysel GÜLLÜCEBir Cennet Hazinesi: La Hevla...Prof. Dr. Abdülhakim YÜCEAltın NefeslerAlvarlı Efe Hazretleri / N. Fazıl KISAKÜREKBediüzzaman'ın Bakııyla HayvanlarProf. Dr. Davut AYDÜZHüsün <strong>ve</strong> KubuhMusa Kâzım GÜLÇÜREvdeki TehlikeDoç. Dr. smail KÖKSAL"Kur'ân'dan drake Yansıyanlar" ÜzerineAhmet ERDEMGLAllah'ın, "Ben" Yerine "Biz" TercihiProf. Dr. Muhammed ÇELKYAYIN LKELER•Gönderilen yazıların yayınlanmasına Yayın Kurulu karar <strong>ve</strong>rir.•Yayınlanan yazıların her türlü sorumluluu yazarlarına aittir.çi <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>renin Hukiki <strong>ve</strong> Ahlaki Sorumluluu•Yazılar 2500 kelimeyi geçmemelidir.62Dr. M. Selim ARIK•Türkçeyi kullanmada itina gösterilmelidir.•Faydalanılan kaynaklar, metin içerisinde.. meselâ, (Yazır <strong>19</strong>83, 2: 560)gibi, yazarın soy ismi, kitabın yayın tarihi, varsa cilt <strong>ve</strong> sayfa numarasıile kısaca <strong>ve</strong>rilmeli, daha sonra, yazının sonunda liste hâlinde açık olarakbelirtilmelidir. Kitap isimleri italik yazılmalıdır.•Yazılar yayınlansın <strong>ve</strong>ya yayınlanmasın iade edilmez.•Dergimizdeki 67 yazılar, baka yerlerde kaynak gösterilerek yayınlanabilir.67•Yayınlanan yazılar için te’lif ücreti ödenir.Dini limler <strong>ve</strong> Kültür <strong>Dergisi</strong>591318222630343641465157


YENi ÜMiTEkim / Kasım / Aralık - 2007 / <strong>78</strong>68

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!