13.07.2015 Views

1980'den Sonra Türkiye Maliye Disiplininde Kuramsal Gerilimler

1980'den Sonra Türkiye Maliye Disiplininde Kuramsal Gerilimler

1980'den Sonra Türkiye Maliye Disiplininde Kuramsal Gerilimler

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

toplumun diğer kurumları gibi cemaatler eliyle kendini yeniden üretir. En genelanlamıyla üniversiteleri de birer cemaat kabul edebiliriz. Cemaatler, bugünlerde iddiaedildiği gibi, modern projeyi, modern yaşam tarzını aşındırmazlar, aksine modern toplumsomut olarak bizzat cemaatler aracılığıyla yeniden üretilir. Üniversiteyi İzzettin Önder’inkendi deneyimi üzerinden görünür kıldığı üzere şizofrenik bir kurum kılan onuncemaatler şebekesinin içinde bir cemaat olmasıdır. Örneğin genç bir bilim insanınınvazifesinde yükselmesi için gerekli eserin hakemli dergilerde yayınlanması zorunluluğu,araştırma programlarının bu dergilerce belirlenmesine neden olmaktadır. Ayrıcaüniversitenin önemli vasıflarından biri olan meslek edindirmenin, işverenlerin tercihettiği donanımı sağlamayı mecbur etmesi bir diğer önemli cemaatleşme nedenidir.Siyasal nüfuzun olanaklı olduğu her alanda (her türlü özgerçekleştirimde) farklıbiçimlerde dışa vuran etkinlikle gerçekleşen modern toplumun şizofrenik karakteri, onusürekli etkinlik arzulayan bir öğütücüye, bir israf mekanizmasına dönüştürür. Binlerceöğretim elemanının, araştırmacının istihdam edildiği üniversitelerde, araştırmamerkezlerinde, enstitülerde gerçekleştirilen hummalı çalışma en azından toplumunbütünü için pek az semerelidir. İzzettin Önder ve daha birçoklarını gerçek dışı, işlevsizkabul ettikleri kuramları öğretmek zorunda bırakan üniversite cemaatinin kurallarına göredevindiği toplumsal oyunun açığa çıkarmadan ziyade üstünü örtme ile güdülenmesininnedeni, yaratılan toplumsal artığın yoğaltımının köleleştirici bir karaktere sahipolmasıdır. Bu nedenle özellikle de sosyal bilimciler, toplumun kendini yeniden üretmedeihtiyaç duyduğu büyük yalanların toplumsal olarak üretilmesinde kilit bir pozisyonasahiptirler. 1 Dolayısıyla bilimcilerin içine düştükleri ikiyüzlülük (çift-gerçekle yaşamazorunluluğu) sıradan insanlarınkine göre onları daha şiddetli kavrar.İktisat/maliye ve hukuk modern devletin topluma eşitlenecek derecede yayılıpderinleşmesi ile kurulan burjuva iktidarının kendini yeniden üretmesinde elzem önemihaiz iki alan olarak belirmiştir. Doğal olarak bu toplumsal formasyonun şizofrenikkarakterinin son derece alenileştiği iki belirgin alandır iktisat/maliye ve hukuk. Budisiplinler dâhilinde güç odaklarının, cemaatlerin çıkarlarının yurttaş-bireyin çıkarlarınıtemsil ettiği iddiasına yol açan kavramsal ve kuramsal çerçeveler bütün toplum adına vebütün toplum için bu işe yetkili yegâne kurumlar olan üniversitelerde üretilir. 2İktisat/maliye ve hukuk alanlarına mensup bilimciler, bir cemaatler şebekesi olarakörgütlenmiş modern toplumun (devlet(ler)in) kurumlarının işleyişine dâhil edilirler kitoplumun yansız bilgisinin birey için üretildiği iddiası meşruluk kazanabilsin. Böyleceolanaklı en iyi iktisadi ve siyasalın formel biçimi olarak hukuki kompleks olarak moderndevlet (toplum), milyonlarca insanın açlığı ve yoksulluğu, yaygın şiddet vehukuksuzlukla sürüp gider. Oysa özellikle de iktisat/maliye ve hukuk alanlarında şiddetlikuramsal tartışmalar vukuu bulmakta, bu alanlarda cepheleşmeler yaşanmaktadır.Kişioğlu bir anlayışın değilse diğerinin söz konusu “mükemmel” kompleksin çözemediğisorunlara çareler önermesini bekliyor. Şimdiye kadar tanıklık edilen her derde deva1 Kimi kez bu yalanlar o kadar alenidir ki sistemin doğası alelade olaylarla dışa vurulur. 2009 yılının büyükkısmında dünya kamuoyu “domuz gribi” tabir edilen virüsün insanlık için ne büyük felaketlere nedenolacağı iddiası ile meşgul edildi. Otoriteler üretilen ilaçların kullanılması konusunda kavgalara tutuştu,hükümetler önemli meblağlara ulaşan ilaç alımları yaptı. Nihayetinde küresel salgını ilan eden BirleşmişMilletler Dünya Sağlık Örgütü’nden bir yetkili yaşananları ilaç şirketlerinin kârları ile ilişkilendirerek birkorku kampanyası yürütüldüğünü iddia etti ve virüs tehlikesi birdenbire kamuoyunun gündeminden düştü.2 Pratik olarak dönüştürücülük vasfına sahip olmadıkça bu kurumlar içinden yükselen aykırı seslerintoplumun bilgisini üretme şansları yoktur.2


önerilerin işaret ettiği, bu yöndeki beklentilerin nafile olduğudur. Yine de kişilerin iyiniyetlerinden ve yeteneklerinden şüphe edilemez; iktisat ve hukukçuların yekûnu artniyetli ve beceriksiz olamaz ya… Aksine kanaatimizce pek çoğu iyi niyetli ve yetenekliinsanlardır. Onları çareler üretmek yerine cümle âlemi çare olduklarına ikna etmeyeçalıştıkları çaresizlikleri savunmaya iten yapısallıklardan şüphe etmek kalıyor geriyedoğal olarak. Dolayısıyla İzzettin Önder’i bir meslek rahatsızlığından şikâyete yönelten,bu rahatsızlığın kaynaklandığı toplumsal yapı ve iktisat/maliye ve hukukun bu yapıiçindeki özgün yeridir.Bir sorun ve çözümüne giden patikanın biçimsel olarak belirlenmesi oldu şimdiyekadar yürüttüğümüz tartışma. Nereye dönülse bir sıkıntıyla karşılaşılan vahşet veyoksunlukla dolu dünyamızda bir derde çare olarak önerilmeyecekse neden konuşulur (?)Boş konuşmamak gerek… Bir sorunu ve çözümüne giden patikayı biçimsel olarakbelirlemiş olsak da boş konuşmuş olmamak için söz konusu sorunu içeriklendirmekgerekmektedir. Aslında bu içeriklendirme, bu denli genel olarak soyutladığımız sorununkaynağından okuyucuyu haberdar etmek de olacaktır. Böyle dertlenmemizin sebebi,Türkiye’de bir cemaat olarak maliye disiplininin, 3 farklı kuramsal pozisyon alışlarıbarındırmasına rağmen politika önerilerinin işlevsiz ve benzer olduğu, çoğunlukla“gerçek dışı” bilgi üretmek ve yaymak zorunda kaldığı doğrultusundaki şiddetlişüphelerimizdir. Modern toplumun şizofrenik karakteri ve cemaatler sayesinde yenidenüretildiği, üniversitenin de bir cemaatler şebekesi olduğu tespitlerimiz sıkıntımızıbiçimsel olarak gidermektedir. Ancak gerek biçimsel çözümlerin her zaman yaratabildiğihaksızlıklara asgari düzeyde düşme isteğimiz, gerek Türkiye maliye disiplininin kuramsalkatkıya dönüşebilecek özgünlüklerini göz ardı etmeme isteğimiz, gerekse disiplininkendini gerçekleştirme sorununa somut çözümler önerme isteğimiz, bizi sorunu, Türkiyemaliye disiplininin bir cemaat olarak 1980 sonrasında nasıl devindiği sorusu etrafındayeniden biçimlendirmeye itti. Böylelikle İzzettin Önder’in şikâyet ettiği meslekrahatsızlığında dışa vurulan şizofrenimizi somut olarak sağaltmanın bir ön çalışmasıbabından bu rahatsızlığın kaynağını oluşturduğunu düşündüğümüz maliye disiplinininyapay gerilimlerini ortaya koymaya çabalayacağız bu çalışmada.Türk dilinin hazmı ve idraki zor olmuş edebiyatçısı Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlarbaşlıklı eserinde Türkiyeli aydını temsil etmesi için Mütercim Arif karakteriniyaratmıştır. Hakikaten de Türkiyeli aydın yahut arif, bundan son derece rahatsız olsa da,mütercim kalmıştır. Mütercimlik, üniversite kurumunda daha da derindir. İlginç birbiçimde sosyal bilimlerde katmerli bir mütercimliğe tanıklık edilmektedir. Dolayısıylabilimcinin baştan beri söz konusu edilen gerçek dışılık çıkmazı ülkesine ve dünyayamütercim kalmış olmak nedeniyle Türkiyeli bilimci için daha da şiddetlidir. Türkiyemaliye disiplini, özellikle de son otuz yılı dikkate alındığında, hem gerçek-gerçek dışılıkgeriliminin hem de tercümenin yoğun olarak deneyimlendiği bir cemaattir.Kelimenin bildik manasında bir maliye disiplini cemaatinin 4 tecessüm ettiği kurumbaşlangıçta maliye eğitiminin sorunlarını tartışmak üzere gerçekleştirilen, daha sonramevcut haline dönüşen Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu’dur. İlki 1985’te gerçekleştirilmiş3 Okuyucu iddiaları rahatlıkla iktisat disiplinine de yorabilir.4 Her ne kadar Thomas Khun tarafından önerilen paradigma kavramı bir disiplin içindeki yüz yüze ilişkilerikapsasa da hem yüzyüzeliğe ve ilişkilerin sürekliliğine hem de bu tür ilişkilerin modern kurumlar olanüniversite ve bilim için daha belirgin bir biçimde ayırt edilmesine olanak tanıdığı için cemaat kavramınıtercih ettik.3


olan sempozyumun 2011 senesinde yirmi beşincisinin gerçekleştirilecek olması,etkinliğin üniversitelerin maliye bölümleri tarafından gerçekleştiriliyor olması ve bireşinin daha olmaması sempozyuma sunulan tebliğleri Türkiye maliye disiplinin son otuzyıllık deviniminin bir göstergesi kabul etmemizi olanaklı kılmaktadır. Bu kabulden sonraüzerinde karar kılınması gereken bir başka husus maliye disiplini cemaatinin devinimikavramından ne anlaşılması gerektiği ya da bu cemaatin mensuplarının hareketlerineneyin gösterge kılınacağıdır. <strong>Maliye</strong> disiplini mensuplarının bizi ilgilendiren eylemleriaçık bir biçimde yazıp söyledikleridir. Sorun bunların nasıl kavranacağıdır. Bu soruya yolgösterecek bir sorunsalımız var. Derdimizin genel olarak modern toplumun özeldeüniversite cemaatinin bilimciyi içine düşürdüğü gerçek-gerçek dışılık çıkmazınca temsiledilen hegemonya kurucu ikilikler ve bilimsel faaliyetin, bir şeye gerçekte taşımadığı birvasfın atfedilmesi anlamında, fetişistik bir karakter arz etmesi nedeniyle bilimcinin içinedüştüğü anlamsızlaşma (aslında pek çoğu kendisine arzuladığı bir yaşam bağışlanmasınınkarşılığı olarak anlamsızlaşmayı umursamamaktadır) olduğu hatırlanırsa, cemaatin birkuramlar şebekesi olarak temayüz edecek disiplini kavramsallaştırma biçimi (gerçeklikalgısı) ve politika önerilerinin nüfuz gücünde somutlaşan işlevi sorunsalımızınçerçevesini oluşturmaktadır. Bununla birlikte burada ancak söz konusu kuramlarşebekesini olanaklı kılan ve faillerinin dünya görüşlerince belirlenen gerilimleri,disiplinin dayandığı gerçek-gerçek dışılık ikiliği ve işlevsizliğe temel teşkil ettiklerigerekçesiyle tespit etmeye çalışacağız. Mali olguların toplum tarafından koşullananvaroluşsal gerilimlerinin yarattığı pozisyon alışlar anlamsızlaşmanın görünür olduğupolitika önerilerinde somut olarak dışa vurulur. Dolayısıyla son otuz yıl için Türkiye<strong>Maliye</strong> Sempozyumu tebliğlerini, maliye disiplini cemaatinin mali olguların varoluşsalgerilimlerinde açığa çıkan devinimine referans kabul edip disiplinin gerçek-gerçek dışılıkaçmazının yapısal nedenlerini somut olarak keşfe çalıştık. Sempozyumun basılı tümtebliğ kitaplarında yer alan, cemaatin önde gelen isimlerinin çalışmalarını kuramsalgerilimlere temel teşkil eden ideolojik pozisyon alış ölçütüne göre taradık. Türkiyemaliye cemaatinin devinimini ele verecek gerilimlerin tespitinin gerektirdiği öntartışmadan sonra, disiplinin geleneksel bölünmesine uyarak yazının kamu maliyesi vemaliye politikası alanlarını üzerinde yükselttiği gerilimlerin tespitine çalıştık. Sonuçkısmında tespit ettiğimiz gerilimlere ilişkin değerlendirmelerin yanı sıra, bir iş ve nasılyapıldığı arasındaki ilişkinin önemine binaen gerilimlerin tespiti boyunca tanıklıkettiğimiz yöntemsel tercihlere giriş mahiyetinde değindik.1. Türkiye <strong>Maliye</strong> Disiplininin <strong>Kuramsal</strong> <strong>Gerilimler</strong>inin Açığa Çıkarılması için ÖnTartışmaGerçeğin birçok görünümü vardır. Ontolojiler, gerçeğin, farklı insan ve dünyaanlayışlarından yola çıkılarak görünümlerinden yeniden türetilme denemeleridir. Onsekizinci asrın sonlarından başlatılan iktisat disiplininin yöntemleri kuşkusuz bu tarihtenönceki iktisadi olaylara uygulanabilirdirler. Dikkatlerimizi disiplinin başlangıcındansonraki iktisadi olaylara yöneltmemiz de iktisatçıların bizzat deneyimledikleri iktisadiolayları çoğu kez farklı kavramsallaştırdıklarını göstermektedir. Şaşırtıcı olan iktisadigörünümlerden iktisadi ontolojilere pek az gidilmesidir. 5 Bunun temel nedeni disiplinin5 Bunun iki örneğini Marksist İktisat ve Kurumsalcı İktisat teşkil etmektedir.4


değişiklikleriyle kendi alanlarına kaydırmaları nedeniyle yarattığı tematik bir belirsizlikde söz konusudur ([8]: 141-142 ve [74]: 2). Dikkat edilirse her iki durumda da maliyedisiplini edilgendir, başka disiplinler maliyeye yöntem ve temalar aktarıp onun temalarınıkendi çalışma alanlarına dâhil etmektedirler. Bunun nedeni maliyenin söz konusubelirsizliklerden ve inceleme nesnesinin doğasından kaynaklı olarak kendi özgünkavramsal çerçevesini oluşturamamış olmasıdır.Disiplinin en geniş anlamda inceleme nesnesi olan kamu kesiminin iktisadi faaliyetlerigenelde gönüllülük esasına göre değil de kamu hukukuna göre hukuki zor altındayürütülmekte olduğu için ([72]: 42) mali olaylar genel olarak iradi değildirler, zoradayanırlar, öngörülecek sonuçları yoktur ve kuramsallaştırılmaları gerekmemektedir.Oysa iktisadın kuramsallaştırdığı hemen her olay, aşkınlığını mensuplarının dilediklerigibi hareket eden bireyler olmasından alan bir toplumsal çerçevede (serbest piyasa)gerçekleşir. İktisat modellediği birey davranışının toplamda yol açtığı sonuçları açığaçıkaracak kuramsallaştırmalara gider bu nedenle. Yani maliye disiplininin bütüncül birkavramsal çerçeveye sahip olması inceleme nesnesini yeterince aşkın (denetlenemezbilinemez)kılmasına bağlıdır. Temaları düşünüldüğünde disipline ihtiyaç duyduğumetafizik katı çekirdeği bahşedecek olan, yanıt türetmeye çalıştığı temel soruları kendineözgü devlet/kamu kavramsallaştırmaları ekseninde yeniden formüle etmesidir. 6 Ancakdaha önce de belirttiğimiz üzere maliye disiplininde devlet biçimsel bir kabul olduğundanen iyi öneri maliye biliminin iktisadi, hukuki, sosyal, siyasi, idari ve diğer yönleriyle birsentez çerçevesinde düşünülmesi, bu alanlarla ilişkisinin çok yönlü kılınmasıdır ([8]:142).Bunca belirsizliğin kuşattığı bir disiplinin tanımı, kapsamı ve özerk bir bilim sayılıpsayılamayacağı konusunda kesin bir sonuca varılamaması ([80]: 311) onun ya ötekidisiplinlerin kesişme alanı olarak ya da devlet yönetimine öneriler getirmek üzere çalışanbir alan olarak görülmesine neden olmuştur ([110]: 81-82). Bununla birlikte, disiplini safbilim anlayışına uygun olarak tanımlamak hevesiyle, amacının mali olayların bütünüyleteorik ve objektif açıdan incelenmesi, bunlar arasındaki illî bağların kurulması, varsa anaeğilimlerin, ilkelerin, kanuniyetlerin ortaya koyulması olarak belirlendiği de vakıadır;ayrıca bu inceleme ve belirlemelerin eleştirici bir gözle yapılması gerekliliği tespit edilir([110]: 82). Biçimsel bir bilim tanımının maliye disiplinine uygulanması olarak bu tarif,daha önce de belirttiğimiz üzere denetlenemeyen/bilinemeyen bir inceleme nesnesini esasalamadığından içeriksiz kalacaktır. İnceleme nesnesini bu doğrultuda yeniden kuramayandisiplin kaçınılmaz bir biçimde kamusal olanı devlet müdahalesi olarak kodlayanneoklasik iktisadın kuramsal ve yöntemsel gölgesine sığınmak zorunda kalmıştır:6 <strong>Maliye</strong> disiplinine egemen olan yaklaşımların benimsedikleri devlet anlayışlarına göre sınıflandırılmalarıbu iddiamızı doğrular niteliktedir. Buna göre, devleti özgül bir ekonomik ajan olarak gören Kameralistyaklaşıma göre kamu maliyesi bu özgül ekonomik ajanın gelir ve giderlerinin incelenmesini konu edinir.Devletin bu şekli tanımının arkasında çıkar çatışmalarından arî, genel çıkara adanmış, mistik bir devletinolduğu iddia edilmektedir. Devletin piyasaya göre özgün karakterini vurgulayan organik devlet anlayışınıbenimseyen hukuksal addedilebilecek ikinci yaklaşıma göre kamu maliyesi, piyasaya karşı zorlamaekonomisini mümkün kılan, herkesin ortak çıkarını temsil eden ve kapitalist rejimde giderek gelişendevletin ekonomik faaliyetlerini konu edinir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra etkili hale gelen Anglo-Amerikan yaklaşım ise, devlet faaliyetlerinin rasyonelini gene piyasa merkezli bir bakış açısından kalkarakaçıklamaya çalışacaktır. Devlet piyasaya göre bir istisnayı temsil etmektedir. Bu yaklaşım kamu maliyesiteorisini refah teorisine eklemlemiştir ([80]: 317-319). Dikkat edilirse yalnızca Kameralist yaklaşım içintespit edilen mistik devlet öteki yaklaşımlar için daha genel olarak içeriksizlik niteliği ile temayüzetmektedir.6


Devletin artan müdahaleciliğini, kapitalist sistemin kendini yeniden üretebilmekoşullarının gerçekleştirilmesi meselesiyle ilişkilendirmeyen, devlet aygıtınınsosyal, politik ve tarihsel olarak nasıl belirlediğini ve nasıl değiştiğini gözardı edenneoklasik kamu maliyesi anlayışı, iktisat bilimine hâkim olan ideolojinin yayıldığıyeni bir alan olmuştur (…) ([80]: 321).Bu eşitsiz ilişkinin bedeli, neoklasik iktisadın saf bilim olma iddiasının neden olduğufizikalizmin maliye disiplinine dayatılması olmuştur. Bu anlayış uyarınca kullanılanmatematiksel ve istatistiksel araçlarla toplumsal farklılıklar, zaman ve mekân farklılıklarıgöz ardı edilerek toplumun doğal, kültürel, ahlaki, idari, vb. tüm özelliklerinin toplumunmensuplarının iktisadi ve mali de dâhil tüm davranışlarını etkilediği göz ardı edilmektedir([82]: 100). Fizikalizm, neoklasik iktisadı inceleme nesnesinin (bireyin iktisadidavranışları, toplumsal iktisadi davranışlar) içerdiği iradiliği pozitif-normatif ayrımı ileaşmaya itmiştir. İnceleme nesnesini pozitif kılabilmek için ise insanı homoeconomicus ileçerçevelemek zorunda kalmıştır. Aslında en geniş anlamıyla insan topluluklarınınhareketleri bütünüyle iradilik-gayriiradîlik gerilimi ile koşullanmaktadır. Pozitivist bilimanlayışını benimseyen neoklasik iktisadın pozitif inceleme nesnesini iradi olanıdışlayarak elde etme çabası baskın olarak gayriiradî karakter arz eden birçok iktisadifenomeni normatif alana hapsedip bunları kişisel tercihler ve ideolojilerleilişkilendirmesine neden olmuştur. Bu durum, neoklasik iktisadın yeniden bölüşüm gibimühim yapısallıklar içeren bir alanı normatif alanın konusu kabul etmesine nedenolmuştur ([80]: 319).Burjuva iktidarının toplumun devlete eşitlenmesiyle hayata geçirildiği tespit edilmişti.Bu nedenle toplumsal düzeyde bölüşüm iradesine sahip en güçlü aktör devlet kabuledilmek gerekir. Bu eşitlenmenin daha da önemli yanı herhangi bir iktisadi fenomeninbölüşüm ve yeniden bölüşüme temas edilmeden ele alınmasının mümkün olmamasıdır.Bilim olmayı tehlikeye sokacak bu “küçük” sorunun üstesinden biçimsel bir gayriiradîliğigaranti eden kaynak tahsisi kavramının öne çıkarılması ile gelinmiştir. Zira kaynak tahsisiya doğal olarak verilidir ya da içinde devinen bireyler için gayriiradîliği garanti altınaalan serbest piyasa tarafından sağlanır; böylelikle de kaynak tahsisi çerçevesindegerçekleşen her iktisadi olay pozitif kabul edilmek gerekir. Silme bir içeriksizlik, tarihdışılık: modern toplumun olmazsa olmazı olarak tespit ettiğimiz cemaatleri, daha daönemlisi devleti yok sayıyor görünmek. Çelişik bir yok sayma; zira maliye disiplinindeekonomik yaklaşımın neoklasik iktisadın yükselişine koşut bir biçimde baskın halegeldiği son otuz yılda iktisadi teorinin klasik maliye konularına başarı ile uygulandığı,böylece devlet bütçesinin gelir, harcama ve borçlanma araçlarının gelir dağılımı, etkinkaynak tahsisi ve iktisadi istikrar üzerindeki etkilerinin incelendiği tespit edilmektedir([101]: 5). Çelişik, çünkü iradi iktisadi fenomeni çalışma alanından dışlayan iktisadınyöntemleri sayesinde maliyenin dağılım ve tahsis sorunlarını bilimsel olarak ele almasısöz konusudur. Yapılanın keyfi bir biçimde yapılmadığına muhatapların ikna edilebilmesiiçin iktisadın yöntemlerinin kullanılması gerekir ki bu sayede maliye disiplinine bilimpayesi verilmiş olsun: bir bakıma iktisadın “pis işlerinin” usulünce maliyeyegördürülmesi. Öte yanda neoklasik iktisadın bölüşüm sorununu tümüyle “unutarak”ulusal bir ekonominin en büyük aktörü olarak göz ardı edemediği devlete, serbestpiyasanın görünmez elinin dönmez olduğu aksaklıklar, arızilikler nedeniyle ihtiyaçduyulduğunu iddia etmesi ([80]: 312), anlaşmaya mecbur olanın maliye disiplini7


sağlanamamasının nedeni olarak gösterilmektedir ([99]: 380 ve 407); piyasaların kendikendilerini düzenleyebilmeleri için sürekli olarak yeniden kurulmalarının gerektirdiğimasraflara katlanılamamasının yarattığı sorunlar yani. Bu küçülmenin doğal sınırıdevletin siyasal iktisadi egemenliğidir. Türkiye’de partizanca ve afakî bir biçimdebenimsenmiş bu küçülme anlayışı doğal sınırlarına 1990’da ulaşmış ve bu tarihten sonrakamu kesimi giderek büyümüş, gelişmiş ülkelerde 1960’lı yıllarda deneyimlenen kamukesimi büyüklüğüne erişmiştir. ([99]: 384). Hattı zatında devletin küçültülmesi arzusukaynağını, bir talep yönetimi rejimi olan eski dünya düzeninin sermayenin değersizleşmesorununu kamu harcamaları ile aşmasının –birikim rejimi değiştiğindengereksizleşmesindebulur. Demek oluyor ki devlet, sosyal refah harcamaları olarakkodlanan talep harcamalarının (bu müdahalelerin de devletin koordinasyon işlevine dâhilolduğuna dikkat edilsin) ortadan kaldırılması oranında küçültülecektir. Sosyal refahdevleti uygulamalarının son bulmasından en fazla muzdarip olanın orta ve alt sınıflarolması bu fikrimizin temel dayanaklarındandır. Aslında bu tartışmalarla, toplumunvaroluşsal gerilimi yapay piyasa-devlet antagonizmasının üzerinde temellendirilerekdevlet-piyasa kompleksi sürekli kılınmaya çalışılmaktadır.Hem kamu maliyesi hem de maliye politikası alanlarına ait olguların olanca açıklığıile ortaya koyulması, çoğu, zorbalığın gizlenmiş hali olan kurumsal uygulamalarınsonucu olan yapay gerilimlerin açığa çıkarılmasına ve somut kurum ve gruplarıneylemlerinde gerçekleşen somut gerilimlerin ortaya koyulmasına bağlıdır. İnsanözgürleşmesi ile doğrudan ilişkili bu elzem görev, (burada Türkiye maliye disiplinicemaatinin devinimi çerçevesinde) kamu maliyesi ve maliye politikası alanlarında buyapay gerilimlerin ne ölçüde istihdam edildiğini açığa çıkarmaya dönük bir ön tartışmayıgerektirmektedir. Bu tartışma, kuşkusuz, söz konusu yapay gerilimleri kendileriyletartmamızı olanaklı kılacak, onları bütün içindeki işlevleriyle kavramımızı olanaklıkılacak ilişkiselliklerin esas alınmasıyla mümkündür: bölüşüm ve birikim. Her ne kadarkamu maliyesi alanı için bölüşümü, maliye politikası alanı için ise birikimi yapaygerilimlerin açığa çıkarılmasını olanaklı kılacak kavramlar olarak tespit etmiş olsak da bukavramların, disiplinin inceleme nesnesi olan devletin mali faaliyetlerindeki özgünbirliktelikleri nedeniyle, iki alan için de belirleyici oldukları düşüncesindeyiz.2.1. Kamu <strong>Maliye</strong>sinin <strong>Kuramsal</strong> <strong>Gerilimler</strong>i: Bir Çıkış Yolu Olarak BölüşümKamu maliyesi, devleti mali olarak belirleyen, onun bu çerçevede bir yapı olaraktemayüz etmesini sağlayan eylemler bütünüdür. Bu eylemlerin genellenebileceği ikikategori, gelir ve harcamadır. Türkiye’de devletin fonksiyonlarındaki tıkanmanın nedeniolarak tespit edilen mali krizin kamu harcamalarını finanse edecek gelirintoplanamamasına bağlanması ([53]: 18-21), genel olarak krizin bir yapının (burada kamumaliyesi) özünü ele verdiği düşünüldüğünde, devletin gelir ve harcamalarının kamumaliyesini çerçevelediğinin kanıtı olarak düşünülebilir. Bununla birlikte, devletin gelir veharcamaları alelade gelir ve harcamalar olarak görülmemelidir. Devlet gelir veharcamalarını nihai siyasi egemen olarak yapar, bunun bir gereği ve sonucu olarak enbüyük mülk sahibidir. Bu nedenle devletin gelir ve harcamaları, egemen olduğucoğrafyadaki iktisadi kaynaklar üzerinde hak iddiası anlamına gelen kaynak tahsisinemüdahale sayılmaktadır. Bu çerçevede piyasanın kendiliğindenliğine müdahale olarak14


görülebilecek her çeşit tekele şiddetle karşı çıkılmasında siyasal egemenlik, iktisadietkinlik saikını nihai olarak bastıracaktır.Devlet herhangi bir iktisadi tekel değildir, toplumu kuran ahlakın normlaştığı siyasalegemenlik ilişkilerinin gerçekleştiği kurumsal yapıdır. Bu ahlak kendinden menkulolmayıp tarihin bahsedegeldiğimiz gerçek kişi ve gruplarının genellikle çatışma halinialan ilişkilerinin sonucudur. Sürekli dönüşüm halinde olan kurucu ahlak sayesindegerçekleşen toplumla, rıza-zor skalasının farklı noktalarında yer alan insan ilişkilerigerçekleşme imkânı bulur, yani siyasal olan olanaklı hale gelir. Devlet siyasal olanıninsanlık tarihindeki bir momentidir ve toplumu kuran ahlakla koşullanır. Kurucu ahlakıbiçimlendiren güç ilişkilerinin, tarafları güçleri oranında egemen kılabilmesi taraflarıngüçlerince dayatılan bir dengenin kurulabilmesine bağlıdır ve bu denge söz konusuahlakın bir momentinin sabitlenmesini, normlaştırılmasını sağlar. Böylelikle devletkurucu güç dengesi ile hayat bulan siyasal egemenlik ilişkilerinin gerçekleştiği kurumsalyapı olmuş olur ve toplumu kurucu niteliği haiz olur. Bu nedenlerle devlet kaynaktahsisine müdahil herhangi bir mülk sahibi kurum olarak düşünülemez. Kaynak tahsisisomut olarak siyasal egemenlikle ilişkisi içinde toplumu kuran ahlaka dâhildir. Doğalolarak devletin mali eylemleri olarak gelir toplama ve harcama yapma, toplumsal güçdengesi dâhilinde gerçekleşir.Modern devletin, toplumu bütünüyle saran, karmaşık ve dev bir aygıta dönüşmeeğilimi, onun nihai egemen niteliğinin, siyasal olanla birlikte modern toplumu belirleyenöteki önemli veçhe olan iktisadi olan üzerinden gerçekleştirilmesini zorunlu kılmıştır:Son kertede siyasal karakteri haiz devlet modern dönemde bu vasfını iktisadi süreçleriyoğun bir biçimde kullanarak gerçekleştirmektedir. Burjuva devletin toplumlaözdeşleşme, toplumu sarma ihtiyacı, siyasal olanın iktisadi süreçler içine sızmasınızorunlu kılmıştır. Bu nedenle ve kamu kavramının muğlâklığı sayesinde siyasal tercihlerpiyasa anonimliğinin içinde görünmez kılınmaktadır. Böylece hemen her zamanburjuvazinin bir talebi olan devletin küçültülmesi talebi çok daha anlaşılır olmaktadır.Piyasa anonimliğince tüketilemeyen devletin iktisadi faaliyetlerinin kamu kavramı ileilişkilendirilmesi hukuk sayesinde olur. Devletin kamu yararı gözetilerek gerçekleştirilengelir ve harcamalarının bütçe kanunu ile yasalaştırılması toplumdan devralınanegemenliğin toplum yararına kullanılması ile gerçekleştirildiği için gelir ve harcamalarkelimenin dar manasında siyasal olandan arındırılmış olur. Karar alma süreçleri teknik(normatif) bir karakter arz eden hukuksal süreçlere indirgendikçe siyasaldan arındırılmışolur. Modern devlette hem karar alma süreçlerinin hem de toplumsal düzeni kuran güçilişkilerince belirlenen gelir ve harcamalarla gerçekleşen kaynak tahsisinin kamusallıkkazandığı süreç bütçedir. Bu bakış açısıyla hayli meşguliyet yaratan plan-piyasatartışmasının nafile olduğu anlaşılmaktadır. Kaynak tahsisinin kendisine içsel olduğuiradi (siyasal) bir yapı olarak devlet bu işlevini ne ölçüde piyasaya bırakacağını daplanlar. Bu ölçü, kurucu güç dengesini sürekli kılmak üzere belirlenir. Örneğingelişmekte olan ülkelerde ekonominin genel dengesinin sağlanması ve kalkınma içinsürekli teşvike yönlendirici bir planlamanın olduğu, bununla birlikte kaynak dağılımınınpiyasa mekanizmasıyla sağlandığı tespit edilmektedir. Bu çerçevede duyarlı bir fiyatmekanizması için fiyat kontrollerinin kaldırıldığı, emeğin marjinal verimliliğine göreücretlendirilmesinin, faiz hadlerinin para ve sermaye piyasalarında gerçekçi bir biçimdebelirlenmesinin, KİT’lerin piyasa kurallarına göre çalışmalarının sağlandığı ve devletinküçültülmesi amacıyla özelleştirmelere gidildiği, ayrıca yatırım politikası değiştirilerek15


devletin daha çok altyapı yatırımları yapması yolunun benimsendiği ifade edilmektedir([65]: 191-192). İronik bir biçimde kaynak tahsisinin piyasaya ne ölçüde bırakılacağınınplanlanmış olduğu ifade edilmiş oluyor.Kamu maliyesini belirleyen gerilimler, kamunun mali eylemlerinin ifadesi olarakbütçeyi, bütçe araçlarını ve karar alıcıları belirleyen gerilimler tarafından karakterizeedilirler. Örneğin Türkiye için önerilen bir kamu maliyesi reformunun bütçe birliğininsağlanmasını, karar alma süreçlerini etkin kılacak ne aşırı merkeziyetçi ne de dağınık birkamu mali yönetiminin hayata geçirilmesini, iç borçlanma gereğini düşürecek politikalaruygulanmasını, KİT’lere negatif ya da pozitif transferin ortadan kaldırılmasını içermesisalık verilmektedir ([79]: 20-21). Görüldüğü üzere bütçe, karar alıcılar ve bütçearaçlarında değişiklikler önerilmektedir. Toplumu kuran kavganın birer göstergesi olanbu kavramlar, kamu maliyesinin yapay gerilimlerinin gerçekleştiği eksenler olur. Kamukesimi genel dengesi-merkezi hükümet bütçesi ayrılığı, bütçe dışı kalemler, yerelyönetim-merkezi yönetim gerilimi, açık bütçe-denk bütçe gerilimi bu gerilimlerdenbazılarıdır.Devletin gelir ve harcamalarının herkes için kılındığı bütçe sürecinden gelir veharcamalara doğru gidildiğinde ulaşılan ilişkisellik yansız kaynak tahsisi kavramındaifadesini bulur. Bu kavramın bölüşüm kavramındaki iradiliğin üstünün örtülmesi içinkullanıldığını daha önce tespit etmiştik. Kamu maliyesi düğümünün gelir veharcamalarda ve bunları ilişkilendiren kaynak tahsisinde çözüldüğünü, söz konusu yapaygerilimleri esas alarak somut durumu tespit etmeye çabalayan çalışmalardan daçıkarsamaktayız: Türkiye’de enflasyon, bütçe açıkları ve bedavacıların mükellef sayısınıaşmasından kaynaklı mali disiplinsizliğin kamu sektörüne fiyat mekanizmasınınyerleştirilerek çözülmesi önerisi ([4]: 180) ya da 12 Eylül askeri yönetimi sırasında kamuharcamalarının daraltıldığı, vergilerin yükseltildiği, ücretlerin bastırıldığı, sonrasındakiAnavatan Partisi iktidarı sırasında ise yüksek gelir grupları, iş âlemi ve rantiyeler içinvergi indirimlerine gidildiği tespiti ([113]: 65). Türkiye maliye cemaatinin kamumaliyesini belirleyen bu çerçeveyi nasıl kullandığına daha ayrıntılı bir bakışın, üzerindedurduğumuz yapay gerilimlerin belli başlılarının tespiti ve bunların temel gerilim olanbölüşümle ilişkisini ortaya koymak için gerekli olduğunu düşünüyoruz.Genel olarak kamu hizmetlerinin karşılanması için zorla ve karşılıksız olarak alınanekonomik değer olarak tarif edilen verginin, Türkçe’de vermek fiilinden türetilen birkelime ile ifade edilmesi, en genel biçimiyle topluma denk kabul edilen kamu kavramınındevleti karşılamak üzere kullanılması nedeniyledir. Devleti toplumun (kamunun) herbireyinin eşit bir biçimde oluşturduğu bütün olarak tasarlayan burjuva düşüncesininçözmek zorunda olduğu temsil sorunu devlete temas eden her meselede derindenhissedilir. Görünen o ki burjuvazi temsil sorununu parlamenter demokrasiyle çözmüştür:hukuksal (formel) olarak eşit bireylerden oluşan toplumun her bireyinin eşit olarak temsiledilmesi. Tarih bu biçimsel kabullerin ötesindedir elbette. Somut kişi, grup ve kurumlarıngerilimli ilişkilerinin kimileri için kabul edilebilir (egemenler), kimileri için de kabuledilmek zorunda kalınan (tabi olanlar) bir dengeye oturtulması ile gerçekleşen toplumiçin dengenin sürdürülmesi, siyasal egemenliğin koşulladığı temsil mekanizmasınıneşitlikçi, kamusal olduğuna herkesin ikna edilmesiyle mümkündür. Genel oy hakkı,devinim halindeki toplumların barındırdığı eşitsizliklerin gizlenmesini olanaklı kılan bumekanizmanın odağındadır. Burjuva demokrasilerinde genel oy hakkı ile siyasal olarakkendi kaderlerini tayin ettiklerine inandırılan yurttaşlar topluluğu, devletin kamu16


olduğuna da inanmış olurlar, kamu hizmetleri görülsün diye gönüllü olarak vergi öderler.Yani devlet vergi almaz, yurttaş verir. Bununla birlikte devlet vergi koyar ve yurttaş vergikaçırır, vergiden kaçınır, bedavacılık yapar. Vergi kaçırma, vergiden kaçınma,bedavacılık kimselerin vergiye gönüllü olmadığının göstergeleridir. Öyle ki burjuvademokrasilerinin en sorunsuz işlediğine inanılan ülkelerde vergi kaçırma ağır bir biçimdecezalandırılmaktadır. Bu durum, burada ele aldığımız biçimiyle kamunun aslında bir inşaolduğunu göstermektedir. Siyasal egemenlik mekanizmasının kamuya biçimsel olarakdâhil ettiği seçmen, kamuya esasen mükellef olarak dâhil olur. Bunu devletlerin örnekyurttaşlar olarak en çok vergi ödeyen yurttaşları göstermesinden de anlıyoruz. Yurttaş isedevletten hesap sormayı hemen her zaman vergi ödemekle temellendirir. Yani, moderndevletin kurucu unsuru yurttaş değil, mükelleftir.Gerçekte siyasal egemenlik mekanizmasının temel unsuru olarak devletin (politikayapıcı olarak hükümetin) dikkate aldığı yurttaş, seçmen ya da potansiyel seçmendir. Birsonraki adım her seçmenin mükellef olması gerektiği düşüncesidir. Mükellef sayısınıaşan seçmen sayısının toplumun bedavacılarını teşkil ettiği ileri sürülür. ÖrneğinTürkiye’de gelir vergisi mükelleflerinin seçmenlere oranının yaklaşık 1/4 civarındaolduğu, buna göre Türkiye’de seçmenlerin 3/4’ünün bedavacı olduğu tespit edilmektedir([4]: 172). Yurttaşın seçmene eşitlenmesi, bahsedilegelen güç ilişkilerinin yarattığıkendiliğinden eşitsizliklere rıza gösterilmesini olanaklı kılar. Fakat kişiyi maddi düzeydekavrayan rıza, seçmenin mükellefe eşitlenmesi ile mümkündür. Ancak bu düşünceninsavunucularının biçimsel toplum algıları modern devletin yurttaşı siyasal egemenlikrejimine razı etmede eşitsizlikleri varsaydığını görmelerini engelliyor. Biçimselliktercihinin meşrulaştırıcılık işlevinden kaynaklı olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz.Ayrıca seçmenin mükellefe eşitlenmesi gayreti, toplumsal güç dengesinin maliyetlerinindengenin mimarı toplumsal unsurlar dışındaki yığınlara yıkılması amacıyla herkesi eşitbiçimde kavrayan bir vergi sisteminin geçerli kılınması içindir: bedavacılığı ortadankaldırmak namına sistemik bir bedavacılığın hayata geçirilmesi. Dolayısıyla vergikaçırma, vergiden kaçınma, bedavacılık istisnai olmayıp kuraldırlar. Nitekim Türkiye’deCumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde seçmen çoğunluğunun vergi mükellefi olmadığıteslim edilir; ne de genel vasıtasız bir vergi sistemi oluşturulabilmiştir ([4]: 171). Sonuçolarak burjuva siyasal örgütlenişinin özgün temsil mekanizmasının yeniden üretilmesininhizmetinde bir bedavacılık tartışması yürütülmektedir. Bedavacılık sorunun üzerinekurulu olduğu yapay gerilim ise seçmen-mükellef örtüşmesidir.Kamu hizmetlerinin karşılanması için karşılıksız ve zorla alınan vergilerin (sürekliborçlanamayacağına göre yahut mutlak tekel olmak zorunda kalacağı piyasanın bir aktörüolamayacağına göre başka çaresi de yoktur devletin) gelir (kaynak) dağılımını –aktörlerinin rızasıyla gerçekleştiği için adil kabul edilen- piyasa çözümünü bozucu yöndeetkilemesi bir başka meşruiyet sorununu doğurur: Gelir (kaynak) dağılımını bozmayacakvergi var mıdır? Vergiler genelleştiği ölçüde gelir (kaynak) dağılımını bozucu etkilerininönüne geçilemez olur. Öte yandan spesifik vergiler salmanın da bir sınırı vardır, herkeseayrı vergi uygulanamaz. Dolayısıyla belirli kısıtlar altındaki aktörlerinin açıklanmıştercihlerini maksimum etkinlikle yerine getiren serbest piyasa mekanizmasıylagerçekleşen gelir (kaynak) dağılımını bozmayacak vergi yoktur. Bu analizin çözümsüzlüküretmesinin nedeni herkesin halinden memnun olduğunu varsaymasıdır. Mevcut güçilişkilerinin içerdiği eşitsizlikler serbest piyasa düzeniyle muhafaza edileceğinden,halinden memnun olanlar mevcut gelir (kaynak) dağılımının güçlerine güç kattığı17


kesimlerdir. Sorunun piyasa gibi kör bir karar alıcı tarafından çözülmek istenmesi ise birkez daha toplumun sahip olduğu kaynakların adil dağıldığına yurttaşların ikna edilmesiamacıyladır. Böylece yurttaş sonuca bakıp “Bu kimin hukukudur?” diye sorduğundaalacağı yanıt hazırdır: herkesin ya da hiç kimsenin. Bu kurgu burjuva siyasalegemenliğinin üzerinde yükseldiği ikinci körlüktür. Diğeri Roma mitolojisinin adalettanrıçası Justitia’nın yansız davranması için gözlerinin bağlanmasıyla ortaya çıkar.Ancak yurttaşı hakkını aldığına ikna eden yansız (kör) piyasa mekanizmasının kör olmasıarzulanır şey değildir, zira piyasada herkes önünü görmek ister. Bu nedenle her zaman eniyi sonucu veren piyasanın görünmez eli metaforu, onun adilliğini ve etkinliğini ifadeetmek üzere kullanılır. Bütün mesele kişiyi ikbalini gerçekleştirecek araçlardan ayrıkoymamak, hareketlerinde serbest bırakmaktır. Bu serbesti ile açığa çıkacak rekabet,herkesi yaptığı işten memnun edecek tanrısal görünmez elin tecessüm etmesidir. Bunedenle piyasanın işleyişine karışılmamalıdır. Ne var ki serbest piyasa aktörleri içinrekabet kaçınılmaz bir biçimde hayat memat meselesi halini alır, toplumu kurucu güçdengesini tehlikeye sokacak denli. Devlet bu tablonun muarız unsuru değil, mimarıdır.Rekabetin dengeyi bozduğu her durumda dengeyi yeniden kurar.Rekabetin kurucu dengeyi aşındırması tehlikesi bir başka yapay gerilimigerektirmiştir: serbest piyasa ve düzenlenen piyasa arasındaki gerilim. Genel olarakpiyasanın devlet tarafından düzenlendiği savunulduğundan ilginç, belki de stratejik, birbiçimde gerilim piyasa-devlet gerilimine tahvil edilmiştir: doğal eşitsizliklerin muhafazamekanizması olarak piyasaya karşı herkes için bir yapı olarak devlet. Hâlbuki devlet dekurucu güç dengesiyle yapısallaşan eşitsizliklerin muhafazası için vardır. Gerçektemesele gelirin nasıl bölüşüldüğü noktasında düğümlenmektedir ve ne devletin ne depiyasanın mevcut güç ilişkilerini egemenler aleyhine değiştirmesi vakıa değildir. Bununlabirlikte kimlerin kazançlarının vergilendirileceği, götürü vergiler alınıp alınmayacağıbenzeri konularda piyasa ekonomisi yanlısı ve karşıtı kurumlar arasında tartışmalaryürütülür, ayrılıklar baş gösterir; tıpkı 1960-1970 döneminde Vergi Reform Komisyonuile DPT arasında gerçekleştiği üzere ([68]: 22).Gerilimin unutulduğu da olur. Kamu müdahalesinin piyasanın etkinlik ve adalet aracıolan rekabeti bozmadığı durumlar genel olarak kaynak dağılımının kurucu unsurlar lehinedeğiştiği durumlardır. Örneğin Türkiye’de rekabetçi bir piyasa ekonomisinin militancahayata geçirilmeye çalışıldığı 1980 sonrasında vergileme gelir dağılımını bozucu yöndeetkili olmuştur ([94]: 11-12). Dönemin başında gelişmiş ekonomilere benzer biçimdevergi dilimlerinin sayısı ve bu dilimlere uygulanan vergi oranları arttırılmış, ancak dönemboyunca dilim sayısı sabit tutulup vergi oranları düşürülmüştür. Ayrıca 1985’te çoğukişinin gerçek bir reform olarak gördüğü katma değer vergisinin uygulanmaya başlamasıile ([112]: 11) yurttaş, vergi gelirlerini garantilemek üzere, hakikaten mükellefeeşitlenmiş oluyordu. Bütün kamu müdahaleleri piyasa güçlerinin geliştirilmesi, gelişmesiiçindir; her şey daha rekabetçi, dolayısıyla daha etkin bir ekonomi içindir. Örneğin dışticaretten alınan gümrük vergileri ve ticaret kotalarının önemli ölçüde düşürülmüş olmasıTürk ekonomisini daha rekabetçi bir yapıya kavuşturarak etkinliğini artıracaktı ([65]:192). Demek ki piyasa-devlet gerilimi eğilim değil, bir inşadır. Piyasa iddia edildiği üzerekendini düzenleyememektedir, devletin sağlıklı işleyebilmesi için hazırladığı tertibatiçinde var olur.Piyasa güçlerinin ikbali ve vergi salma zorunluluğu arasına sıkışmış kamu maliyesitali gerilimlerle karşı karşıya kalır. Bunların tümü, yurttaşları, teslim oldukları siyasal18


egemenlik mekanizmasını sürekli onaylamaları için icat edilmiş piyasa-devlet gerilimininsaygın bir tarafı olmak şerefine nail kılan tartışmalardır ve şu sorudan türerler: Sağlıklıbir piyasa mekanizması için devletin gelir düzeyi ne olmalıdır? Doğal olarak devletingelir düzeyi, bu düzeyin tutturulması için uygulanan vergiler, vergi sistemi, vergi yükü,vb. birer tartışma başlığı olarak belirir, pek tabii devlet-piyasa gerilimi dâhilinde.Türkiye’de çok partili siyasal yaşama geçişle Cumhuriyet döneminin en büyük vergireformunun aynı döneme denk gelmesi, mükellefin burjuva toplumunun siyasalegemenlik mekanizmasının odağında olduğu düşüncemizi doğrular niteliktedir. Zira1949’da kabul edilip 1950’de yürürlüğe sokulan reformla bütün sınıfları kapsayan birgelir vergisi uygulamasına geçilmiştir ([68]: 15); dolaysız ve herkesi kapsamaya dönükbir vergi. Fakat reformla ne optimal hasıla sağlanabilmiş ne vergi yükü adil dağıtılmış nede iktisadi kalkınmaya dönük bir vergi sistemi oluşturulabilmiştir ([68]: 18). Busonuncusu öteki iki sorunu açıklayıcı olması açısından özellikle önemlidir. Türkiyeburjuvazisinin tarihten devraldığına inandığımız talanla birikim karakterinin, en yalınhaliyle daha geniş ölçekte birikim olan kalkınmayı göz ardı etmesinde etkili olduğunudüşünüyoruz. Kanaatimizce kalkınma için gerekli kurumsal çerçevenin oluşturulmasınayetmeyen devlet geliri ve daha çok ücretler üzerine binen vergi yükü Türkiyeburjuvazisinin savurganlığı nedeniyledir. Bu nedenle hükümetlerce bir türlüyükseltilemeyen vergi gelirleri kronik kamu açıkları sorununa neden olmakta ([111]: 23)ve azgelişmişlik yeniden üretilmektedir. Gelir vergisi ile sağlanamayan gelir, kişileringelirlerine bakılıp ne kadarının devlete verildiğinin tespit edilmesi nahoşluğunu ortadankaldıracak katma değer vergisi ile sağlanmaya çalışılmıştır. Nitekim gelişmekte olanülkelerin vergi gelirleri ağırlıklı olarak dolaylı vergilerden oluşur ([90]: 56). Alabildiğinegenel 14 ve biçimsel bir eşitlik kabulünden hareketle uygulanan dolaylı vergiler güçeşitsizliklerini sürekli kılıcı ve gizleyici niteliktedir. Kılıf hazırdır: büyüme ve etkinlik([90]: 57). Piyasaya daha eşitlikçi bir müdahale olduğu için daha az bozucu nitelikteolduğu düşünülerek tercih edilen dolaylı vergilerin düşük gelirliler aleyhine gelirdağılımını bozduğu açıktır. Büyümenin ve bu yolda kullanılacak kaynakların hebaedilmemesi anlamında etkinliğin, gelir dağılımını birikimli olarak düzelteceğine olaninanç durumu görmezden gelmeyi olanaklı kılıyor olsa gerek.Dolaylı vergiler yoluyla kamu gelirlerini arttırmadan sonraki seçenek borçlanmadır.Hem özerkleşme potansiyeli taşıyan merkezkaç güçlerin denetimi hem kendini besleyenbüyüme süreci hem de temelde uluslararası güç dengesinin gerektirdiği kalkınma moderndevletin egemenlik sorununu derinleştirir ve devlet büyür. Uluslararası arenadaburjuvazileri ile temsil edilen devletler vergiye ilişkin tercihlerini gelir dağılımını bu sınıflehine gerçekleşecek biçimde şekillendirip toplumsal alanda ciddi tahribatlar pahasınaçoğu kez vergili finansmanı tercih etmemektedirler ([109]: 550). Bununla birlikteborçlanmanın da sınırı yok değildir. Bu kez kamu harcamaları maniple edilecektir.Devletin, ülkesindeki nihai siyasi egemen olması onu, kendisinin de dayandığı kurucugüç dengesinin, nihai sınırını oluşturduğu bir tasarruf yetkisi ile donatır. Bu yetki devletiherhangi bir aktörden çok daha fazla elinde olmayanı harcama kapasitesine kavuşturur.Dolayısıyla kamu harcamaları, gelir (kaynak) dağılımını kamu gelirlerinden daha büyük14 Belirli gelir gruplarına özel dolaylı vergiler uygulanmasına şiddetle karşı çıkılır. Örneğin yakın geçmişteTürkiye’de daha çok yüksek gelir grubundan yurttaşların satın alabileceği yüksek motor gücüne sahipotomobillere yüksek oranlı trafik vergisi uygulanması düşünülmüş, bu grupların şiddetli itirazlarıuygulamanın düşüncede kalmasına neden olmuştur.19


çapta belirleme potansiyeline sahiptir ve bu potansiyel genellikle de açığa çıkar.Harcamaların temel saikı devlet-toplum kompleksini mevcut dengeleri muhafaza edereksürekli kılmaktır. Devlet-toplum kompleksinin sürekli kılınması bir beden olarak devletinmuhafazasını sağlayacak harcamaların, birikimin daha geniş ölçekte yapılmasınısağlayacak yatırım harcamalarının ve güç dengesini sarsacak çalkantıları engelleyecektransfer harcamalarının yapılmasına bağlıdır.Gelirin nasıl dağılacağı karar alıcıların kamu harcamaları tercihlerine bağlıdır; pektabii kurucu güç dengesi bu tercihlerin mutlak kısıtıdır ve harcama kompozisyonunbelirlediği kaynak dağılımı ekseriyetle güç dengesinin varsaydığı eşitsizliklercebelirlenir. Birikimin sürekli genişleyen bir ölçekte gerçekleştiriliyor olması, toplumsalyeniden üretim temelinde elbette bu yönde yapılacak müdahalenin birikim olmadanyapamayacaklar lehinde olmasını gerektirir: Burjuvasız olamayacak burjuva toplumundabütün öncelikler burjuvalar hizmetine koşulacaktır. Vergi alınmayacaksa korporatist birzihniyetle işveren olarak kodlanan burjuvadan alınmaz, burjuvaya yapılacakharcamalardan feragat edilemez, vs. Nitekim kronik kamu açıkları, vergilerin tüketimtabanlı genelleştirilmesi ve toplam talep yönetiminin gerektirdiği talep harcamalarındakesintilere gidilmesi gibi uygulamalarla çözülmekte ve ayrıca vergilendirilemeyenrezervlerin vergilendirilmesi yerine borçlanmaya gidilmektedir. Bu çerçevede borçlanmavergilendirilemeyen kesimlere kaynak transferi halini alır.Bütçenin yıllık bir kanun olması nedeniyle Türkiye’de kaynak transferininyoğunlaştığı 1980 sonrasında harcamacı kapasitenin arttırılması için bütçe dışı fonlarihdas edilmiştir. Piyasanın genişletilip derinleştirilmeye, kamu kesiminin küçültülmeyeçalışıldığı bu dönemde bilakis kamu harcamaları arttırılmıştır. Devletlerin,ekonomilerinin en büyük iktisadi aktörleri olmaları büyük oranda en büyük talep ediciolmalarından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan genişleyen ve derinleşen bir piyasasavunusu, bu nispette genişleyen ve derinleşen bir devlet de gerektirir. 24 Ocak 1980’deilan edilen kararlarla dışa vurulan politika tercihleri kamu kesiminin küçültülmesi vepiyasalara müdahalenin azaltılması yönünde olsa da verimsiz kamu işletmeleri ve sosyalamaçlı harcamaların büyümesi nedeniyle artan kamu harcamaları ([67]:238), genişlemeve derinleşme namına semirtilen piyasa unsurlarının büyük bir talep ediciye ihtiyaçduymaları nedeniyledir. Derinleşen ve genişleyen piyasalar olarak kodlanan Türkiyeburjuvazisini ihya etme çabalarına kamu müdahalesi olarak itiraz edildiği vakıa değildir.Bu bağlamda 1984’ten sonra vergi almak yerine borç almak kolaycılığına sapılmasının vepiyasanın ihtiyaç duyduğu dinamik, büyük talep edicinin devlet tüzel kişiliğininparçalanmasına neden olarak kamu maliyesini yönetilemez kılan bütçe dışı fonlarlasağlanmasının ([62]: 174) kamu müdahalesinden sayılmaması anlaşılırdır.Bütçede transfer harcamaları kalemi altında yer alan ve dolaylı olarak faktör gelirikabul edilebilecek faiz ödemeleri, devletle borç verenin ilişkiye geçtiği düzeyde üretkenolmayan bir iktisadi ilişki olarak gerçekleştiği için asalaklık telakki edilip hoşgörülmemek gerektir. Ancak 1980’den sonra sürekli ve önemli oranlarda artan faizödemelerine kaynak (gelir) dağılımını bozduğu ([94]: 11-12) gerekçesiyle bile karşıçıkılmamıştır. Devlet borçlanmasını ve finansal kurtarmaları kamu müdahalesisaymamak gerek, zira kimse devlete zorla borç vermemektedir ve devlet müdahaleetmemekte kurtarmaktadır (!) Finansal iflasların maliyetleri “sosyalize edilmektedir”;“Toplum tarafından ödenmektedir” gibi ifadeler yakışıksızdır. Zira herkesin kararlarınıözgürce verip sonuçlarına katlandığı özgür bir dünyada yaşıyoruz (?!) Aslında bu tür20


çöküş maliyetlerini sosyal harcamalara sayabiliriz, lakin kurtarılanlar sosyal harcamalarıözgür dünyaya tehdit sayacak kadar bu tür harcamalara karşıdırlar. 15 Gerçekte bu tür birdünyada arzulanan, teşvik edilen tek özgürlük biriktirmek ve daha fazla biriktirmeközgürlüğüdür. Neredeyse tek başına sınırsız birikim özgürlüğü ile harekete geçirilenmodern toplum bu ediminde biriktirmenin en kestirme yolları ile koşullanır. Dolayısıylaborçlanmanın pratikte kamu müdahalesi olarak görülmemesi, bir birikim mekanizmasıolarak yatırımlara tercih edilmesi de keyfi değildir. Tıpkı 1987’den sonra Türkiye’dekamu tasarruflarının arttırılması için kamu yatırımlarından vazgeçilmesinde olduğu gibi([21]: 63). Kişi tüketmeyip yatırım yapmayacaksa neden tasarruf eder: borç ödemek için.Gerek devletler gerekse toplumların egemenleri, mobilize edecek kitleler olmadan varolamazlar. Bu zorunluluk hukuksal ifadesini sosyal devlet ilkesinin anayasalarda yeralmasında bulmuştur; pek tabii hukukun burjuva toplumlarındaki formel anlamıdâhilinde. Nitekim Türkiye’de de sosyal devlet ilkesinin anayasalarla desteklenmesinerağmen, uygulamada toplumsal gelişmeyi sağlayacak eğitim, sağlık, konut, beslenme,spor ve kültür, vb. beşeri sermaye harcamalarının düşük seviyede kaldığı bir sosyalsistem hâkim olmuştur ([27]: 60). Bu çok temel harcamaların seviyesi o denli düşüktür kiçoğu kez burjuva ideallerinin gerçekleştirilmesini olanaklı kılacak hizmet kalitesitutturulamaz. Mühim olan toplumsal güç dengesini muhafaza edecek sınırsız birikimmotifidir. Mutlak önceliğe sahip bu motifle burjuva toplumun bütün biçimselgereklilikleri ihlal edilebilir. Kamu maliyesinde söz konusu biçimselliklerin hemenötesinde toplumsal güç dengesinin görünür hale geldiği bölüşüm belirir. Bu nedenlepiyasa kaynak dağılımının, ironik bir biçimde, burjuva ideallerini ihlal ettiğişikâyetlerinin sonu gelmez. Türkiye’de de kamu finansman açıklarına rağmen KİT’lerinarpalık olarak kullanılmasından, seçim ekonomisi ve yatırımlarının bütün hızıyla devamettirilmesinden, başarısız şirketlerin devlet kaynaklarıyla kurtarılmasından, desteklemefiyat politikalarının uygulanmasından ve kaynak kullanımında savurganlıklardan,yolsuzluklardan ve rüşvetten ([99]: 387) ve konjonktürün belirleyeceği daha başkaihlallerden şikâyetler sürecektir, tasarruf sahiplerinin en büyüğünün bölüştürmezorunluluğu devam ettikçe.Kaynak dağılımı mekanizması devletin gelir-harcama etkinliği tarafından teşkiledilmekle beraber bir yandan onu önceler, bir yandan da kişi ve kurumların iktisadidavranışlarına getirdiği kısıtlamalarla onu aşar. Onun devletin gelir-harcama etkinliğiniaşan bu karakteri iki temel nedenledir. İlk olarak devletin gelir-harcama etkinliğindenalelade mübadeleyi, mülk devrini anlamamak gerektir, devlet nihai siyasi egemendir vebu onun her türlü etkinliğinde belirleyicidir. Bağlantılı olarak söz konusu mekanizmatoplumsal varoluşu koşullayan güç dengesine tabidir. Örneğin asgari ücreti belirlemekledevlet iktisadi etkinlik alanının dışına taşar ve bunu mutlak egemen olması sayesindeyapar. Bu durum ne yönde olursa olsun tüm kamu müdahalelerinin kaynak dağılımını, enazından gerçekleşeceği çerçeveyi, belirleyeceği anlamına gelir ki bu, müdahale karşıtıgörüşleri boşa çıkarmaktadır, zira devlet sadece yönetmek amacıyla iktidar boşluklarıbırakır. Nitekim 1980’ler sonrasının yoğun müdahale karşıtlığının ifadesi olan liberalmuhafazakâr iktisat politikaları, geliri yeniden dağıtıcı müdahalelerin azaltılması amacını15 ABD’nin karizmasıyla dünya halklarını dünyada iyilik namına yaşanan zilleti ortadan kaldıracağıhususunda umutlandırmış başkanı Barack Obama’nın yurttaşların tümünü kapsayacak bir genel sağlıksigortasını yasalaştırması sürecinde komünist ilan edilmesi hatırlansın: Karizmanın sınırlarına kısazamanda varılmıştır.21


güderken ironik bir biçimde üst gelir gruplarının vergi yükünün düşürülmesi, gelir veservet dağılımındaki eşitsizliklerin artırılmasına yönelik olmuştur ([97]: 149). Müdahalekarşıtlığının bu denli ele yüze bulaşmış olması, kaynak dağılımı sorununun daha iknaedici, “güçlü” bir gerilime dayandırılmasını zorunlu kılmıştır. Toplumun ikna edilmesigereken husus, herkesin toplum kaynaklarından hak ettiğini aldığıdır. Kimin ne hakettiğine toplumun bölüşüm hukuku ile karar verilecektir. Sorun bu hukukun nasıloluştuğudur. Bize göre bu hukuk toplumu kurucu güç dengesi temelinde oluşur. Bununlabirlikte bu dengenin görünüşleri olan siyasal egemenlikler kendilerini sürekli kılmak içindayandıkları dengeyi gizlemek zorundadırlar. Kapitalist toplumlarda siyasal egemenlikaygıtının en önemli parçalarından olan kaynak dağılımı mekanizması, bu tür birgizlemeye de en çok gerek duyanlardandır. Kapitalist toplumsal yeniden üretimin varedici motifi olan sınırsız birikimin maddi olarak belirlediği ilerleme ideolojisi söz konusugizlemenin de başat aracı olmuştur.Toplumlar ilerlerler ve toplum kesimleri bu ilerlemeden toplumların doğalvaroluşlarının serbest piyasa mekanizmasında ifade bulan kendiliğinden adaletiylebelirlenen ölçüde faydalanırlar. İlerlemeden beklenen, doğal adaletin (eşitsizliklerin)toplumsal refahı arttıracak yönde iyileştirilmesidir; bu şartla hakiki bir ilerlemedenbahsedilebilir. Ancak başlangıç koşullarının yarattığı yapısallıklar fayda maksimize edenbireylerin etkinlik ilkesi çerçevesinde davranmasını gerektirir ki müdahale olmaksızınyahut etkinlik amacından feragat edilmeksizin ilerlemenin vaat ettiği iyileşmeninsağlanması mümkün olamamaktadır. Dolayısıyla kapitalist sınırsız birikimin mecburettiği ilerleme ideolojisi yine bir meşrulaştırıcı olarak iş görecek olan etkinlik-eşitlikgerilimini gerektirmiş olur. Bu yolla toplum, varoluşunun dayattığı kendiliğinden adaleterazı edilir. 16 Pek tabii toplumların gelişme düzeyleri bu gerilimi karakterize eder.Demokratik süreçlerin ve sosyal hukuk devleti anlayışının egemen olduğunun iddiaedildiği gelişmiş ülkeler, rekabetçi yapılara ve ileri teknolojilere de sahip olduklarından,sosyal refah taleplerini karşılamak üzere etkinlikten bir ölçüde fedakârlık ederek eşitlikilkesi çerçevesinde hareket edebilmektedirler örneğin. Öte yandan, azgelişmiş ülkelerbüyüme ve istihdam hedefleri doğrultusunda, maliye politikalarında eşitlikten ziyadeetkinlik ilkesi ile hareket etmek zorundadırlar ([90]: 58). İlerlemenin ne olduğu bir yana,ilerlemenin başka yolu yok mudur düşüncesine sevk eden argümanlar…Analiz çerçevesine birikim ve bölüşümün hem tekil ekonomiler hem de ekonomilerarası ilişkiler açısından dâhil edilmemesi, ilerlemenin etkinlik-eşitlik gerilimini nedençözemediği sorusuna dikkate değer yanıtlar verilmesini engeller. Bu kavramların ifadeettiği etkinliklerin esaslı bir gerilim oluşturmaları toplumu kurucu güç dengesinikavramaları ölçüsündedir: çoğunlukla sınıf kavgası marifetiyle. Mevcut dengeninsürdürülmesi, birikim (etkinlik) amacının bölüşüm (eşitlik) kaygısının önüne geçmesinigerektirir. Türkiye’de dört başı mamur bir piyasa toplumu kurmanın prelüdü olan 1980’liyılların öncesinde de sonrasında da sosyal gelişmenin ve buna yönelik sosyalharcamaların, ekonomik gelişme ve istikrar amaçlarının gerisinde kaldığı tespiti buçerçevede değerlendirilebilir ([27]: 66 ve 68); 1980’den sonra Türkiye’de yatırımlarınhızlandırılması, sermayenin tabana yaygınlaştırılması, döviz girişi sağlanması,işletmelerin mali bünyelerinin güçlendirilmesi, bölgeler arası kalkınmışlık farklarınıngiderilmesi gibi ekonomik nedenler ve dar ve sabit gelirlilerin korunması gibi sosyal16 Piyasa toplumları olarak kodlanan kapitalist toplumların hemen her zaman sosyal hukuk devletianlayışını benimsemeleri bu çerçevede anlaşılır olmaktadır.22


nedenlerle vergi gelirlerinden vazgeçilmesi ([95]: 45) de öyle. Ekonomik amaçların(birikim-etkinlik) sosyal amaçlara (bölüşüm-eşitlik) tercih edildiği, dillere dolanan gemimetaforundan da anlaşılırdır: Aman gemi batmasın! Kriz dönemlerinde gemi masalıradikalleştirilir; safra atılması gerektiği söylenir, ama doğrudan da söylenemez bu. İşte bunoktada devlet kullanışlı ideolojik bir araca dönüşür. Devletin küçültülmesi gerektiğiiddiası, ilerleme yahut birikim ideolojisi çerçevesinde etkinlik amacının eşitlik amacınınönüne geçmesi gerektiği iddiasının ikna edici bir biçimde formüle edilmesidir. 1970’lerinsistemik krizinin neden ve çözümleri, fikrimizi doğrular niteliktedir: Devletin aşırıbüyümesi kaynak dağılımının etkin işlemesini engeller niteliktedir, devlet harcamalarınınfrenlenmesi ile bütçe açıkları önlenmeli, faiz hadleri yükseltilerek özel yatırımlarınartmasını engelleyen devlet borçları düşürülmeli, kaynak dağılımını etkinsiz kıldığındandevlet ekonomik hayata müdahaleyi bırakmalıdır ([97]: 148).Türkiye’de de başka ülkelerde de güç dengesinin belirlediği bölüşüm hukuku ileetkileşimli bir ilişki içinde olan birikim rejiminin gerektirdiği dağılım mekanizmasıetkinlik-eşitlik denkliğinin asıl belirleyicisidir. Türkiye’de dağılımın peyderpey piyasanınkendiliğinden adaletine teslim edildiği 1980 sonrasında uygulanan maliye politikalarınıngenellikle gelir dağılımının ihracata yönelik üretim yapan firmalarla ihracatçı şirketlerlehine değişmesine yol açmış olması, gerek ihracata gerekse yatırımlara verilen teşviklernedeniyle kurumlar vergisinin vergi gelirleri içindeki payının sürekli gerilemiş olması,1985’te KDV’nin yürürlüğe girmesiyle dolaylı vergilerin vergi gelirleri içindeki payınınve gelir vergisinin büyük bir kısmını ödeyen ücretliler üzerindeki vergi yükünün daha daartmış olması ve siyasal iktidarların kamu gelirlerini arttırmada çok becerikli olamamalarınedeniyle iç ve dış borçlanmanın hızla artmış olmasından ([112]: 18) da anlaşılacağıüzere aslolan birikim (etkinlik) amacıdır. Örneğin yine 1980’den sonra önemli bir maliyepolitikası (harcama) aracı olan kamu çalışanlarının ücretleri hem iç talebi belirleyiciliğihem de özel sektör ücretlerine gösterge oluşturması nedeniyle birikim rejimi gereğibaskılanmış ([112]: 10), sosyal gelişmeyi sağlamaktan uzak istihdam politikaları deseni([27]: 64) muhafaza edilmiştir. Önce birikim! Dinamik birikim sürecinin gerektirdiğihukuksal düzenlemeler ve ihlaller hızla hayata geçirilmiş, kamu maliyesi birikim amacınakoşulmuş bir rant transferi aracı halini almıştır. Türkiye’de bu durumu 1980 sonrasıbirçok düzenlemenin kanun hükmünde kararnamelerle uygulanmasından çıkarsamakmümkündür ([103]: 49).<strong>Maliye</strong> disiplinin kamu maliyesi çalışma alanının sınırları kaynak dağılımı (gerçektebölüşüm) sorunu çerçevesinde belirlenir. Onun toplumu kurucu güç dengesinimeşrulaştırma ödevi, baskın olarak iradi (siyasi) olan inceleme nesnesini kendiliğinden(doğal) süreçler olarak takdim edecek yapay gerilimlere başvurmasını zorunlu kılmıştır.Bu gerilimlerin inşası doğal olarak daha detaylı bir belirlenme sorununa kapı aralamıştır.Devletin mali açıdan temsil ettiği kamunun kim olduğu (yurttaş-mükellef gerilimi vedevlet-toplum (kamu) gerilimi) ve nasıl hareket ettiği (piyasa-devlet gerilimi ve etkinlikeşitlikgerilimi) kamu maliyesi alanını belirleyen yapay gerilimleri olanaklı kılan sorularolmuştur.23


2.2. <strong>Maliye</strong> Politikasının <strong>Kuramsal</strong> <strong>Gerilimler</strong>i: Birikim ya da Sürdürülebilir MaliKriz Eksenli Toplumsal Yeniden Üretimİktisat disiplininden devşirildiği izlenimi verse de maliye disiplinindeki kamu maliyesimaliyepolitikası ayrışmasının işlevselliği nedeniyle özgünlüğüne daha önce dikkatçekmiştik. Bununla birlikte disiplin içinde baskın hale gelen Anglo-Amerikan yaklaşımla,bu ayrışmada iktisattaki mikro-makro işbölümünün taklit edildiğine tanıklık edilmektedir.Buna göre mikroiktisat temelde bilim adına belirli bir dünya görüşünün analitik birçerçeveye kavuşturulması, böylelikle elde edilen kavramsal çerçevenin toplumsalyeniden üretimi belirleyen politika kararlarının alındığı düzey olan makroiktisadınhizmetine sunulması vazifesini ifa eder. Toplumsal yeniden üretim düzeyinde alınanpolitika kararlarının analitik çerçevesini oluştursa da mikroiktisat iddialarınıgerçekleştirmek (göreli fiyatların belirlenmesi sorununun çözümü) açısından işlevseldeğildir. Aynı durum kamu maliyesi-maliye politikası ilişkisi için de geçerlidir. <strong>Maliye</strong>politikasının ihtiyaç duyduğu analitik çerçevenin üretilmesi dışında somut bir sorunuçözüme kavuşturmak babından kamu maliyesinin tözsel bir anlamının olduğusöylenemez, yani toplumsal yeniden üretim dâhilindeki sorunları çözmek iddiasındadeğildir; bunun yerine göreli olarak iradi olan devleti kavramsal düzeyde belirler. <strong>Maliye</strong>politikası ise devletin toplumsal yeniden üretim çerçevesindeki iktisadi belirleniminikonu edinir: kurmaca bir serbestlik içinde devinen iktisadi aktörlerden biri olan devletindenetlenemez iktisadi davranışlar bütünündeki eylem ve ilişkilerinin idrak edilmesi.İçinde bulunduğu dünyaya bir amaçla yönelmek zorunda olan her eyleyici gibi devletde bir amaca sahiptir. Siyasal egemenliğin bir gereği olarak kamusal olanın devletle birtutulması, devletin iktisadi faaliyetlerinin salt iktisadi amaçları aşmasına neden olur,devlet iktisadi faaliyetleri ile ne olduğu net bir biçimde bilinemeyen sosyal amaçlara dayönelir. Yani devlet iktisadi ve sosyal amaçlarla vergileme ve harcama kararlarındadeğişikliklere gittiğinde maliye politikası kararları almış olur ([72]: 39; [94]: 3). Bubelirlemelerin netleştiremediği, büyük ihtimalle de netleştirmek istemediği husus sosyalolanın ne olduğudur. Eksik kalan husus ise devletin eylemlerinin gelir toplama veharcama yapma ile sınırlandırılmasıdır. Öncelikle devletin umursadığı sosyal, birbirlerinigerektiren toplumsal yeniden üretimi ve toplumsal güç dengesini sürekli kılacak herşeydir. Dolayısıyla yurttaşın kendini yeniden üretebilmesini mümkün kılacak gelire sahipolmasını sağlayacak bir iş sosyal olanca çerçevelenmeyebilir, ancak kitlesel ücretin asgaridüzeyde tutulabilmesi için gerekli olan yedek işçi ordusunun devlet yardımları ileasgarinin altında geçindirilmesi pekâlâ sosyale dâhil edilebilir. Sosyal kavramınınmuğlâklığı toplumu güç dengesini muhafaza ederek idare etmenin gerektirdiği boşlukları(tanımlanmamış alanları) temin eder. İkincisi, devletin temel eylemlerinden biri detoplumun siyasal devinme şartlarını belirlemesi, kanun yapmasıdır. Devlet, maliyepolitikası alanında gelir toplama ve harcama yapmanın ötesine istisnai kanun yapmavasfıyla geçer. Öteki aktörlerle birlikte içinde devindikleri (kanun tarafından kurulan)oyun sahnesini yeniden düzenleme kapasitesine sahip yegâne aktördür devlet. Bir adımötede “Kanunlar hangi saiklarla yapılır?” sorusu hâsıl olur: toplumu kurucu güçdengesinin selameti ve bir beden olarak devletin içinde devindiği dünyanın karakterinintayin edilmesi.Kapitalizm dünya çapında etkin bir siyasal iktisadi rejimdir. Bu açıdan moderndönemde burjuvazi genel olarak hem tekil devletlerin hem de uluslararası sistemin kanun24


koyucusu olmuştur. Toplumların oyun sahnesi de genel olarak onun menfaatlerine göredekore edilmiştir. Buradan burjuvazi sahnede rahat hareket etsin diye icat edilen serbestpiyasa dizaynı türemiştir. Sözüm ona devlet ve piyasa arasında bir egemenlik kavgasıvardır. Bunun hakiki bir kavga olmadığını, oyunu hayat memat meselesi haline getiripsahneyi tahrip eden burjuvaların, böylelikle ortaya çıkan krizlerde kimi kez kuyruklarınıbacaklarının arasına sıkıştırıp kimi kez de tehditkâr hırlamalarla tiyatro müdüründen yenibir dekor istemelerinden anlayabiliyoruz. Yeni dekor genellikle bu yaramazlarınbirbirlerine ve başkalarına zarar vermemeleri için serbest hareket edemeyecekleri birbiçimde inşa edilir. Bu arada kavgalar yaşanır, eski güzel günlere özlemle sınırlamaların,müdahalelerin yanlış olduğu iddia edilir, devletin müdahil olmaması istenir. Bu tür biryeniden düzenleme dönemi olan II. Dünya Savaşı’ndan sonraki iki önemli tartışmakonusunu, maliye politikasının gerekli olup olmadığı ve maliye politikasının etkinliğisorunlarını, bu çerçevede düşünmek gerekir ([94]: 6-7): Dekorun yenidendüzenlenmesinin, iktisadi oyunun yeni kurallarının kendilerini sermaye birikimiylegerçekleştiren burjuvaları nasıl etkileyeceği sorunu. Zira maliye politikasının amaçlarısahnenin iyiden iyiye yeniden düzenlenmesine imkân vermektedir: tam istihdamı, fiyatistikrarını, üretim artışını ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamak, ödemeler dengesini,faktör ve gelir dağılımını iyileştirmek, kamusal gereksinimleri karşılamak, sektörel vebölgesel öncelikleri belirlemek, tüketim alışkanlıklarını değiştirmek, temel mallar arzınıgüvence altına almak, nüfus artışını ve yapısını kontrol altına almak ([112]: 7). <strong>Maliye</strong>politikasının devletin nüfuz ettiği her alanda bir dengeye kavuşturma görevi olduğugörülmektedir: devletin toplumu sürekli kılmak için kararlı kılması zorunluluğu. Sorunalınan istikrar önlemlerinin kimin ikbaline hizmet ettiğidir.<strong>Maliye</strong> politikasının amaçlarından esas motifin sermaye birikim sürecinin süreklikılınması olduğu anlaşılmaktadır, sermayeyi ise burjuvalar biriktirir. Toplumun sermayebirikim amacına koşulmuş bir araca dönüştürüldüğünü, toplumsal varoluş için zorunlukabul edilen iktisadi istikrarın fiyatlar genel seviyesinin nispi kararlılığı (sürekli düşükenflasyon), dış ödemeler dengesinin kronik açık ya da fazla vermemesi ve işsizlik venüfus artışını emebilecek bir iktisadi büyüme oranının tutturulması olarakkavranmasından ([51]: 11) çıkarsamak mümkündür. Bu çerçevedeki bütün istikrartedbirleri sermayenin değersizleşme sorunu ile karşılaşmamasını temin etmek üzeredir.Böylece istikrar-büyüme gerilimini maliye politikası alanının başat yapay gerilimi olaraktespit ediyoruz.Bir serbest rekabet rejiminde sermaye birikimi merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimigösterir; sermaye gittikçe daha az elde ve daha büyük boyutlarda birikir. Bu durum ironikbir biçimde serbest rekabeti ve bu yolla gerçekleşen iktisadi etkinliği ortadan kaldırır.Yani serbest rekabet, rakiplerin güçlerini dengede tutacak kadir-i mutlak bir üçüncü güçolmazsa istisnai bir durumdur. Böylelikle toplumsal yeniden üretimi sürekli kılacaksermaye birikimini sağlamak amacının son kerteyi teşkil ettiği bir istikrar-büyümegerilimi vukuu bulur. Öte yandan devletin ekonominin en büyük iktisadi aktörü olmasısermaye birikiminin başat belirleyicisi olmasına neden olur, bu çoğu kez iktisadiistikrarsızlık anlamına gelen kamu açıkları marifetiyle olur. Bu nedenlerle sermayebirikiminin hız kazanmasıyla iktisadi istikrar arasında bir ödünleşme vardır. ÖrneğinTürkiye ekonomisinde GSYİH’deki gelişmeler büyük ölçüde kamu harcamalarındanetkilenmektedir. Bu nedenle büyüme ve istikrar arasında seçim yapmak zorunda kalan25


iktidarların tercihi, genellikle büyüme (birikim) yönünde olmaktadır ([113]: 167).Büyüme yansız bir kavram değildir; büyüyen nihai olarak sermayedir.Büyüme, gelişme yahut kalkınma kavramlarının kendisi yerine kullanılmasını zorunlukılacak kadar yanlı bir kavramdır. Büyüyen gelirdir, gelir yatırım yapmak suretiylebüyütülür, yatırılan ise sermayedir. Yani büyümeden sermayenin genişleyen yenidenüretimini anlamak gerekmektedir; kendilerini her seferinde daha geniş bir ölçekteyeniden üretenler burjuvalardır. Gelirin büyümesine koşut bir biçimde büyüyen şiddet,suç, mülksüzleştirmeyi de büyümeden saymak lazım gelir; ancak sınırsız sermayebirikimine gerekçe kılınan ilerleme ideolojisi bu olumsuzlukların görmezden gelinmesinigerektirir. Gelirin büyümesini kalkınma için başat gösterge kabul etmek bir “hayli”iyimser bir anlayışın eseridir. Buna göre her bir faktör sahibi üretime yaptığı marjinalkatkı oranında artan gelirden pay alacaktır ve gelir arttıkça toplumsal refah artacaktır. Buanlayış burjuvazinin suyun başını tuttuğunu ve sermaye birikim sürecinin yıkıcı ve güçtemerküzüne dayanan doğasını görmezden gelir. Sınırsız sermaye birikimi eşitsizlikleryaratma ve eşitsizlikleri derinleştirme eğilimine sahiptir; her sermaye büyümek, doğalolarak ötekilere baskın gelmek zorundadır. Yani her seferinde genişleyen bir ölçekteyeniden üretilen sadece sermaye değil onun yarattığı eşitsizlikler, hiyerarşiler,tabiyetlerdir.Sermayelerin dünya tarihi içindeki tecessümü iki biçimde mümkün olabilmiştir. İçindebüyüyüp, yeniden üretimini belirler hale geldikleri toplumların siyasal özlerindebelirleyici olmaları ulusu siyasal belirlenme biçimi kılmalarıyla olmuştur. Doğal olarakkapitalizmin yükselişi ulusların ve uluslararası sistemin yükselişi olmuştur: ulusal veulusaşırı sermayelerin yükselişi. Küreselleşme addedilen dönemlerde sermayeler çokdaha ulusaşırı bir karakter kazanmışlarsa da genel olarak ulus içinde tekil sermayelerolarak, uluslararası sistemde ulusal sermayeler olarak birbirlerine rakip olmuşlardır.Sınırsız sermaye birikimi pek tabii uluslararası düzeyde de eşitsizlikler, hiyerarşiler,tabiyetler yaratmıştır. Kalkınma bu çerçevede sermaye birikiminin dayandığı mutlakeşitsizliğin uluslararası düzeyde yapısallaşmasının üzerini örtmek için kullanılan kavramolmuştur. Uluslar büyümekte, ancak hiyerarşiler, tabiyetler ortadan kalkmamaktadır;belki de gelirler yeterince artmamıştır(!) Öyle de olsa hiyerarşiler hep olacaktır:gelişmişler, azgelişmişler, gelişmekte olanlar, 17 Kuzey, Güney, sanayileşmiş,geleneksel…Uluslararası hiyerarşinin blokları arasındaki ilişkiler de sermayenin kendini genişleyenölçeklerde sürekli olarak yeniden üretmesi amacı çerçevesinde belirlenir. Doğal adaletesayılmak gereken başlangıç koşullarının fenalığı azgelişmişliğin yeniden üretilmesininhesabının uluslararası sisteme sorulamayacağını garanti eder. Hatta sistem,azgelişmişlikten kaynaklı tasarruf, dolayısıyla yatırım yetersizliğini ([71]: 31-32)giderecek ve kalkınmanın önünü açacak dış kaynak ihtiyacını karşılama niteliğine,azgelişmişlikten sorumlu olmadığı gibi onu ortadan kaldırma erdemine sahiptir. Gerçektevukuu bulan ise, kısa zamanda ulusal ölçekte sermaye birikiminin sınırlarına varılmasıylasınırsız sermaye birikiminin uluslararası ölçeğe taşması ve sermaye birikim sürecinindoğal gerekleri olan eşitsizlik, hiyerarşi ve tabiyetlerin uluslararası ölçekte üretilmeyebaşlamasıdır: kapitalizmin dünyayı istilası. Azgelişmiş ülkeler için pek fazla seçenekyoktur, başlarına geleni çekeceklerdir. Bunu, sanayileşmiş ülkelerle aralarındaki17 Trajikomik bir adlandırma, zira sanki gelişmiş olanlara gelişme yasak edilmiştir; bir gün bunların dagelişeceği umudunu diri tutmak üzere icat edilmiş bir kavram.26


gelişmişlik farkını kapatmak, ekonomilerine dinamizm kazandırmak ve kapital birikimidarboğazından çıkmak için dış yardım ve krediler kullanmak zorunda kalmalarından daanlamak mümkündür. Bununla birlikte, ya bu kaynakların akılcı bir biçimdekullanılmaması ya da dünya iktisadi konjonktürü ([71]: 31) kendilerini azgelişmişliktenkurtarmaya yetecek sermayeyi biriktirememelerine neden olmuştur. Burada asıl sorunuluslararası sistemin hiyerarşiyi siyasal olarak da yeniden üretmesidir. Yoksa, azgelişmişülkelerin kendileri için hayat memat meselesi olan bir sorunun çözümünde akıl dışıdavranmalarını istisna kabul etmek gerektir. Bu yapısal kısıtlarla, azgelişmiş ülkeler kimikez şiddetlenmekle birlikte hemen her zaman bölüşüm göstergelerinin sürdürülemezliği,bütünleşen bir dünya piyasasının gerektirdiği birikimin sağlanamaması, fiyatlardaki vebüyümedeki istikrarsızlığın giderilmesi sorunlarıyla karşı karşıya olmuşlardır ([79]: 20).Sorunların yapısal olması, yapısal çözümler gerektirmiştir: uluslararası sistemin yenidenüretimini temin edecek kurumsal düzenlemeler.Sermayenin dünya ölçeğinde kendini yeniden üretmesinin sınırsız faydalarınaazgelişmiş ülkelerin ikna edilmesi için içeriklendirilen kalkınma kavramı UluslararasıPara Fonu (IMF 18 ) ve Dünya Bankası (DB) tarafından sürekli kılınmıştır. Bu kurumlardoğal olarak sağlıklı işleyen bir uluslararası sistemden çoğu zaman sorunsuz sermayebirikimini anlamıştır. Azgelişmişlik kendilerini sermaye birikimi süreçlerine zarar verdiğiölçüde ilgilendirmiştir. Sorun bu düzeyde de kalkınma kavramı ardına gizlenmiş bölüşümsorunudur: Hem IMF hem de Dünya Bankası içersinde oyların yarısından fazlasına sahipolan ABD ve Batı Avrupalı müttefikleri Üçüncü Dünya Ülkeleri’ne çok taraflı resmi fonakımlarını sistemli bir şekilde azaltma politikası izlemiş ve zengin Kuzey ile fakir Güneyarasındaki gelişmişlik farkının çözümünü piyasa güçlerine bırakmayı tercih etmişlerdir([71]: 37). Piyasalar ya da piyasa güçleri, sermaye birikim sürecinin aktörlerinin ardınagizlendikleri kalkan kavramlardır. IMF ve DB daha çok dış kredi ve yardımmekanizmasıyla azgelişmiş ülkeleri uluslararası piyasaların/piyasa güçlerinin hizmetinekoşmak için onları omuzlayamayacakları yüklerin altına sokacak anlaşmaları hayatageçirme vazifesini ifa etmişlerdir. IMF’ye borçların artması, kurumun ekonomik yapılarıbelirleme ve yönlendirmesi yönündeki denetimlerini hem sıklaştırmasına hem de bunlarındaha köşeli hale gelmesine neden olmaktadır. Diğer yandan IMF ile anlaşma yapan vekredi kullanan ülkelerin tümü birden dış borç sarmalına düşmüşlerdir; bunun nedenikurumun bunlara hareketli faizler ve yükümlülüklerini yerine getiremeyen ülkelere özelşartlar uygulamasıdır ([102]: 169 ve 171). Yani IMF reçeteleriyle hem ekonomikkalkınmayı gerçekleştirmek hem de dış borçlardan kurtulmak mümkün olmamıştır ([71]:51). Zaten dert ne kalkınma ne de dış borçların tasfiyesidir. Sermayenin değersizleşmesisorununun bir çözümü de finansal sektörün genişletilmesidir. IMF ve DB, 1970’lerkrizinin bir çözümü olarak ortaya çıkan finansal genişlemeyi Üçüncü Dünya’ya teşmiletme görevini de ifa etmiştir. IMF 1980’lerde kimi azgelişmiş ülkede sermaye birikimininihtiyaçları doğrultusunda serbestleştirmeler gerçekleştirilmesini sağlamış; böyleliklefinansal fonların hareket alanı genişletilmiş ve bunların yüksek rantabiliteye ulaşmalarıkolaylaştırılmıştır ([93]: 91-92). <strong>Maliye</strong> politikaları tüm bu sistemik çerçevede hayatbulmuş; buna uygun kalkınma stratejileri ve entegrasyon politikaları izlenmiştir.Toplumsal bir varlık olarak insanın kendini gerçekleştirmesine giden ana yol olarakinsan özgürleşmesini amaçlamasını beklemediğimiz kalkınma, açıkça sermaye birikimi18 Türkçe’deki kısaltması UPF iken yaygın olarak İngilizce kısaltmasının (IMF) kullanılması bizleriİngilizce kısaltmayı kullanmaya sevk etmiştir.27


amacına yöneliktir. Bunu, etkin bir kalkınma stratejisinin koşulunun bağımsız para vemaliye politikası olarak tespit edilmesinden çıkarsamak da mümkündür: Merkezbankaları bağımsız para politikaları izlemeli, devlet bütçeleri ise borç yönetimi bütçeleriolmaktan kurtarılarak yatırım bütçelerine dönüştürülmelidir; böylelikle devlet birikim vebölüşüm süreçlerini düzenleyebilecektir ([47]: 486). Sonuca götürecek bir kalkınmastratejisinin sınırının bağımsızlık olarak tespit edilmesi, kalkınmanın uluslararasıbağımlılık ilişkileri içinde olanaklı olduğunun delilidir. Doğal olarak uluslararasıbağımlılık ilişkilerinin gerektirdiği politika kararları alınmakta, ekonomiler birbirini takipeden düzenleme ve serbestleştirme devreleri deneyimlemektedir. Serbestleştirilen yahutdüzenlenen malların, üretim faktörlerinin ve paranın hareketleridir ve bütün bunlarsermayenin genişleyen üretimine koşuldukları sürece en gelişkin formlarını sermayedebulurlar. Dolayısıyla serbestleştirilen yahut düzenlenen sermayenin hareketleridiresasında.Maddi sınırlılıklar nedeniyle sürekli büyüme eğiliminin üretkenliğinden aşındırdığıüretken sermaye bir ödeme sorunuyla karşılaşılmadıkça içinde devinebileceği yapıntı(dizayn edilmiş) dünyalara (borsalar, türev piyasalar) aktarılmak suretiyle finansalsermayeye dönüşür. Üretken sermayenin son büyük krizi hem serbestleştirme hem definansallaşma ile çözülmeye çalışılmıştır. İlk uluslararasılaşan gelişmiş ülkesermayesidir; ihraç malı olarak yahut doğrudan yatırım olarak. Azgelişmiş ülkelerinkalkınmasının uluslararası sistemi ilgilendiren bir sorun haline gelmesi, gelişmiş ülkelerindünyayı istilasının bir karşılığının olması zorunluluğu nedeniyledir: Sermayelerininyayıldığı coğrafyaların sermayelerini değerli kılacak kadar değer üretmesi zorunludur; budeğer üretilemiyorsa gelişmiş ülkelerden borç alınabilirdi. Kaldı ki borçlanmanıngerçekte kalkınma amacına yönelik olması pek rastlanan bir durum da değildir.1970’lerde görünürde azgelişmiş ülkelerin büyüme hızlarını sürdürmeleri amacıyla buülkelere özellikle çokuluslu özel bankalar aracılığıyla sağlanan düşük faizli ödünçler,gerçekte bu ülkelerin gelişmiş ülke mallarına yönelik taleplerini korumalarını sağlamakamacıyladır örneğin ([107]: 53).Mühim olan büyümedir, yani birikim. Bu açıdan 1980 dönüşümü pek çoğunun iddiaettiği üzere yapısal bir dönüşüme tekabül etmemektedir. Bu dönemde uygulanan istikrarpolitikaları kelimenin bilindik manasında kalkınmayı değil, ekonomik büyümeyi(sermaye birikimini) sürekli kılmak içindir ([46]: 197). Kanaatimizce bu tür yapısal birdeğişim, toplumu kurucu ahlakta bir değişimle, yeni bir anlaşmayla söz konusu olabilirdi.Bunun yerine her türlü amacın üzerinde olan uluslararası kapitalist sistemin selameti içinbirikim, çoğu azgelişmiş ülke için çelişkiler içeren kalkınma stratejilerine nedenolmuştur. Uluslararası birikim rejiminin doğurduğu sanayileşme ihtiyacının petrol krizlerinedeniyle yarattığı finansman sorunu, azgelişmiş ülkeleri düşük reel faiz oranlarıyüzünden dış borçlanmaya sevk etmiştir. Azgelişmiş ülkelere borçlanma kanalı, ABD veAvrupa mali piyasaları arasında gelişen bağlarla temayüz eden Euro-dolar piyasalarınınortaya çıkması, ABD ve Avrupa mali piyasaları arasındaki arbitraj farkının ortadankalkması, petrol üreticisi ülkelerin artan gelirlerinin mali piyasalara dâhil olması (ancaklikidite patlamasında bu unsurun etkisi sınırlıdır) ve çokuluslu bankaların uluslararasıfaaliyetlerini genişletmeleriyle açılmıştır ([107]: 54-55). Sonuçta azgelişmiş ülkelerin dışfazla vermeleri suretiyle borçlarını ödemelerini olanaklı kılacak dışa dönük kalkınmastratejisi yaygınlık kazanmıştır. Örneğin Türkiye’de bu çerçevede sabit sermayeyatırımları arttırılıp iç talep daraltılarak dış fazla verilmeye çalışılmıştır ([17]: 225).28


Bununla birlikte gelişmiş ülke sermayelerinin yaşadıkları değersizleşme sorunu ithalat vesermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ile çözülmeye çalışılmıştır. Bu politikalarazgelişmişlerin dış açık ve birikim sıkıntılarını derinleştirmiştir. Örneğin Türkiye’deithalat serbestîsi ile hammadde ve ara malı ithalatı artmış, ihracat teşvikleri ile kaynaksıkıntısı hâsıl olmuştur ([21]: 59). Böylece borç ekonomisi derinleştirilmiştir. Devletinideolojik tercihlerle sanayi yatırımlarından çekilmesi özel sektörün de bu alanda yatırımyapmayarak kaynaklarını devlete borç vermesi bir sanayisizleşme süreci başlatmıştır([46]: 196). Hareket serbestîsine sahip sermayelerin mali sermaye formunda olması kamuborcunu sürekli kılmıştır. Kamu borcunun ötelenmiş vergi olması, vergi gelirlerininbüyük kısmının ise ücretlilerden tahsil edilmesi dışa dönük kalkınmayı açık bir servettransferine dönüştürmüştür: çevrenin emekçilerinden metropollerin sermayemerkezlerine. Transfer, uluslararası sermayedeki hareketliliğin azgelişmiş ülkelerdesermaye üzerindeki vergi yükünün düşürülmesi yönünde, uygulanan istikrarprogramlarının ise ücretler üzerindeki vergi yükünün arttırılması yönünde baskıyaratmasıyla mümkün olmaktadır ([90]: 56). Ayrıca hareketli sermayelere kazançgarantisi olacak düşük kur ve yüksek faiz, üretken yatırımları önlemek ve ithalatıartırmak suretiyle azgelişmiş ülkeleri yeniden yeniden kalkınma amaçlarının uzağınadüşürmektedir ([17]: 227). Baştan beri ifade ettiğimiz üzere amaç kalkınma kavramıardına gizlenmiş sınırsız sermaye birikiminin sürekliliğidir. Azgelişmiş ülkeleri sürekliolarak ve açık bir biçimde zarara uğratan dışa dönük kalkınma stratejisinin hasbelkaderbaşarıya ulaşması tehlikesine (Güney Kore örneğinde olduğu gibi 19 ) karşı serbest piyasa(güçleri) kullanılacaktır.Siyasal İktisat’ın bir disiplin olarak boy göstermesi ile sürekli olarak genişleyen vederinleşen dünya pazarının yükselişindeki koşutluk bir milletin servetini arttırmanın enetkili aracı olarak görülen serbest piyasanın uluslararası iktisadi işbölümü için de en etkinmekanizma olarak tespit edilmesini olanaklı kılmıştır. Serbest bir dünya piyasası, serbestpiyasanın temel karakteristiğini görünür kılmıştır: dünyanın egemen uluslarınınçıkarlarının gerektirdiği ölçüde serbestleştirilen bir dünya piyasası. Son serbestleştirmedalgası da temelde egemen ulusların menfaatine olan sermaye birikiminde yaşanantıkanıklıkların aşılması için hayata geçirilmiştir.Her kalkınma stratejisi uluslararası bölüşüm ve sermaye birikim rejiminin yarattığıfırsatlardan yararlanmak üzere oluşturulur. Esasen dışa dönük kalkınma stratejisi ileulusal piyasaların serbestleştirilmesinin çelişkili olduğu tespiti, sorunun uluslararasıdüzeyde de bölüşüm yerine bir kaynak dağılımı sorunu olduğu iddiasından hareketedilmesi nedeniyledir. Buna göre daha etkin ekonomiler ancak uluslararası düzeyde defaal kılınan serbest rekabet mekanizmasıyla mümkündür. Ancak meşhur başlangıçkoşullarının yarattığı yapısallıklar etkinlik amacını bölüşüme, dolayısıyla birikime araçkılarak azgelişmişliği yeniden üretir. Birikimin bölüşüme ilişkin kararlarla belirlendiği birsiyasal iktisadi çerçevede kelimenin bilindik manasında kalkınma düzenlemelerlemümkünken, etkinlik motifi ile dışa dönük kalkınma stratejisine serbest rekabet veserbestleştirmelerin dâhil edilmesi sermaye birikiminde yaşanan tıkanıklıklaryüzündendir. Bu nedenle dayatılan serbestleştirmelerin azgelişmiş ülkeler için iki önemlisonucu olmuştur: sanayileşme için kaynak yetersizliği sorununun devlet mülklerinintasfiyesi ile çözülmeye çalışılması ve sermayenin değerlenme sorununa çözüm olarak19 Bu örnekte Güney Kore’nin stratejik önemini dikkate almak gerek. Siyasal gerekçelerle bölgesindegüçlü bir Güney Kore’ye ihtiyaç vardır.29


eliren finansallaşmanın bu ekonomileri sürekli açık (iç ve dış), dolayısıyla borçekonomilerine dönüştürmesi. 20 Türkiye’de de dışa açılmayla dış rekabete açık ve ihracatadönük bir sanayileşme politikasıyla esas olarak ekonomide devletin ağırlığını azaltmayıamaçlayan bir ekonomik program benimsenmiştir. 1989’daki serbestleştirme ile birlikteise finans piyasalarının dünya finans piyasaları ile bütünleşmesinin sağlanmıştır ([65]:191-192). Türkiye ekonomisi de dışa dönük kalkınma ve serbest piyasa projesi arasındakiçelişkiyi deneyimlemiştir: “[1980’den sonra Türkiye’de d]evlet desteğiyle dışa açılma yada ihracata dönük gelişme modeli, rekabetçi serbest piyasa ekonomisini egemen kılmaanlayışı ile çelişmektedir. Bu çelişki, sorunların birikimli olarak derinleşmesine yol açtığıgibi ekonominin gelişimini de engellemektedir” ([46]: 197). Oysa bu kalkınma stratejisidevletin ekonomideki rolünün küçültülmesi yerine yoğunlaştırılmasını gerektirmektedir([46]: 198). Finansal serbestleştirmelerin başat sonucu ise finansal piyasalardaki alıcısatıcıdengesinin bozulup fiyat dengesizlikleri yaratmak suretiyle servet kayıplarına yolaçması olarak tanımlanan finansal krizler olmuştur. Bilhassa 1990’lardan sonra giderekartan sermaye fazlası, üretken alanlardaki tıkanıklıklar nedeniyle spekülatif alanlarakaymış; aşırı birikim ve sermayenin değerlenme ihtiyacı krizlere neden olmuştur ([93]:83-85 ve 90). Finansal serbestleştirmelerle ülke ekonomilerinin kısa vadeli uluslararasısermayeye açılması merkez bankalarını döviz rezervlerini yöneten, bağımsız para, faiz vekur politikaları izlemekten uzak kuruluşlara dönüştürmüştür. Böylelikle birikim süreçleriönemli ölçüde dış sermaye hareketlerinin seyrine bağlanmıştır ([47]: 476). Bununlabirlikte –Türkiye ekonomisi için olduğu gibi- dışa açılmaların bölgesel ekonomikbütünleşmeler içinde yer almaya imkân sağladığı, böylelikle özel kesimlerin hızlagelişmesini ve dış ekonomik ilişkilerin ve yatırımların artmasını olanaklı kıldığı da iddiaedilmektedir ([65]: 193). Sürecin devlet tarafından idare edilememesi iddiasında daekonomik bütünleşmelerin avantajları iddiasında da dikkat çekilmeyen hususbölüşümdür; her ne kadar ilkinde zımnen ima edilse de nihai olarak mühim olanbirikimin sürekliliğidir. Bu gözü kara birikim sürecinin bir diğer önemli özelliği emekmaliyeti avantajları olmadığı için gelişmiş ülke sermayeleri tarafından yatırım yapmaküzere tercih edilmeyen ülkelerin dışa açılmak zorunda bırakılmaları nedeniyle düşükdeğerli kur politikası izleyerek ihracat gelirlerini arttırma yoluna başvurmalarıdır.Türkiye’de olduğu gibi bu politikadan vazgeçildiğinde ihracattan kaynak eldeedilmesinde tıkanıklıklar yaşanmıştır ([79]: 19-20).Dışa dönük kalkınma stratejisi sermaye birikim sürecinin ulusal ekonomilereaşkınlaşmasının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Süreç siyasal iktisadi olarakülkelerin iç dinamiklerinden ziyade dış dinamikler tarafından belirlenmiştir. İşler, iç vedış siyasal iktisadi birimler arasında çatışmalara davet çıkarmak bir yana çatışmalarıistisna kılacak yönde vukuu bulmuştur. Nitekim dışa açılma bilhassa sermaye hareketleriserbestîsinden yarar uman iç burjuvaziler tarafından talep edilmiştir. Dışa açılmanındevletler için en önemli bedeli denetlenemez yahut sınırlı olarak denetlenebilen birsiyasal iktisadi çerçeveye dâhil olunmasıdır. Bu bağlamda toplumsal yeniden üretiminbelirlenme araçlarından olan maliye politikasıyla ekonomiye müdahale olanağınınsınırlanması kamu bütçesinin birikim ve bölüşüm süreçleri üzerindeki etkin rolününsınırlanmasına yol açmıştır ([47]: 485). Dışa açılmayla dâhil olunan birikim ve bölüşümçerçevesinin dayattığı sınırlılıkların aşıldığı alanlar, hemen her zaman zayıf toplumsal20 Diğer yandan değerlenme sorununu Asya’nın ucuz emek cennetlerine doğrudan yatırımlarla çözengelişmiş ülke sermayeleri bir başka transfer mekanizması yaratmışlardır.30


tepkilere sahne olan ve egemenler tarafından “toplumsal” olarak kodlanan, alt sınıflarıntoplumsal üründen aldıkları payın düzenlendiği alanlar olmuştur. Bu nedenle, Türkiyeekonomisi için 1980-1995 arasında iki istisna dışında belli toplumsal amaçlara ulaşmayıhedefleyen maliye politikalarının izlenmediği tespit edilmektedir. Bu istisnalar ise dövizkazandırıcı teşvikler ve bütçe açıkları ve artan emisyonla artan enflasyona karşı alınananti-enflasyonist tedbirler olarak belirlenmektedir ([94]: 3-4). Dikkat edilirse bu teşvik vetedbirler de birikim amacına hizmet etmektedirler. Yani “toplumsal” amaçları gözetenmaliye politikaları sistemin bekasını ifade eden toplumsal asgarinin gerektirdiği düzeydeolmuştur. Hem artık daha yoğun bir biçimde uluslararası bir karakter arz eden sermayebirikim sürecinin maliyetlerini yüklenen hem de iç burjuvazilerini semirtmek zorundakalan devletler, iç ve dış açıklar verip sürecin yarattığı iktisadi sorunları güçsüz toplumsalsınıflar aleyhine çözmüşlerdir. Dışa açılma, özel kesimin birikim amaçları doğrultusundadevletin iktisadi varlığının tasfiyesi, birikim amaçlı desteklemelerin temel girdilerinioluşturduğu birikim rejimi ve finansallaşma, kamu açıklarını, borçlanmayı, bütçe dışıfonları, yüksek enflasyonu, dolayısıyla iktisadi istikrarsızlığı müzmin sorunlar halinegetirmiştir.Türkiye ekonomisi için 1980’den sonra gelir dağılımının hızla bozulmuş, kişi başımilli gelirin reel olarak artmamış ve enflasyon oranının yüksek düzeylerde kalıcılaşmışolmasının yanlış kamu finansmanı politikalarına bağlanması ([100]: 66), birikim vebölüşümün devlette kurumsallaşmış siyasal karakterini dışa vurmaktadır. Bu bakımdandışa açılma temelde toplumsal olarak belirlenmiş bir bedenin başka bir beden üzerindekitasarrufu manasında siyasal bir birikim rejimi tercihidir ve toplumu bölüşüm aracılığıylakavrar.Gelişmiş ülke sermayelerinin dünyayı istila biçimleri iki türlü olmuştur: Ucuz emekcennetlerinde yoğunlaşan doğrudan değer sömürüsü (birincil bölüşüm) ve üretilmişdeğerin değersizleşmesi sorununun bir çözümü olarak azgelişmiş ülke emekçileriningelir 21 ve servetlerine el koyulmasını sağlayan finansal araçlar yoluyla sömürü (ikincilbölüşüm). Bir grup azgelişmiş ülkenin ucuz emek deposu olma “avantajlarını” gelişmişKuzey için ticaret fazlaları verip bu fazlaları bu ülkelerin dış açıklarını finanse etmeleriiçin onlara borç vermede kullanmaları, yapıda bir değişiklik olmadıkça, bir çeşit Sisyphustuzağına düşmelerine neden olmuştur. Zira birikim sürecinde meydana gelecek bir kesintikendi devasa rezervlerinin değersizleşmesiyle sonuçlanabilir. Diğer grup emekmaliyetlerinin görece yüksek olduğu, siyasal olarak kapitalist blokta yer tutan, bunedenlerle birikim krizinin maliyetlerini finansallaşma süreci ile yüklenen Türkiye’nin deiçinde bulunduğu ülkelerden oluşur. 22 Hem kalkınacak hem de krizin maliyetleriniyüklenecek bu ülkelerin açık vermekten başka çareleri yoktur. Yüksek katma değerüretecek sanayilerin kurulması uzak ihtimali, uluslararası siyasal iktisadi işbölümününkaldıramayacağı radikalliktedir. Bir önceki kalkınma stratejisinden devralınan veyenisinin ivme kattığı kamu açıkları serbestleştirmelerle borca dayalı birikim sürecineneden olmuştur. Örneğin Türkiye’de finansal serbestleştirmeler çerçevesinde yükselen21 2007’den sonra gelişmiş ülkelerde tanıklık edilen bir dizi kriz, ikincil bölüşüm araçlarının fazlasermayenin değersizleşme sorunu için yoğun bir biçimde bu ülkelerde de kullanıldığını göstermiştir.22 Daha çok Soğuk Savaş döneminin Bağlantısızlar Hareketi’ne dâhil olan, yeni yüzyılda ise Amerikanhegemonyası karşıtlığıyla motive olan, başını Brezilya, İran, Rusya, Hindistan ve Çin’in çektiği bağımsızbirikim süreçleri izlemeye çalışan bir gruptan da bahsedilebilirse de bu grubun uluslararası karakteri ağırbasan sermaye birikim sürecini yapısal bir değişime uğratmak yönünde hareket ettiği söylenemez.31


finansal araçların çoğunun kamu açığının finansmanı için geliştirilen menkul değerlerdenoluşması, yerli paranın yabancı paralarla ikamesi (dolarizasyon) ve spekülatif kısa vadelisermaye hareketlerinin reel ekonomiyi etkiler duruma gelmesi ([103]: 59-60) söz konusubirikim sürecinin yapısal unsurlarıdır.Dışa açılma yapısal kısıtıyla karşı karşıya olan ikinci grup azgelişmiş ülke,ekonomilerinin yapısal sınırlarını borçlanma kolaycılığına bulaşarak aşmaya çalışmıştır;pek tabii kamu açıklarının sürdürülebilirliği ve iktisadi istikrar gerilimine kapıaralanmıştır. Borçlanma bölüşümün baskın aracı haline gelmiştir. Düşük tasarrufhadleriyle bu ülkeler, üretken yatırımlara dönüşebilecek kaynakların borca dönüştüğücoğrafyalara dönüşmüşlerdir; bu ülkelerde dış borçlanma daha çok borçlanmanın yabancısermayeler için rant getirir bir nitelik kazanmasıyla mümkün olmuştur ve gelir ve servettransferinin bir aracı olmuştur. 1980’den sonra bölüşüm mekanizmasının yapısalunsurlarından olan iç borçlanma düşük tasarruf hadleri, borçlanmanın rant motifiylegerçekleştiriliyor olması ve ekonomilerin yapısal sınırlılıkları 23 nedeniyle iktisadibüyüme bir yana üretim kapasitesinin ve verimliliğin artmasının önünde engel oluşturmuşve gelir dağılımı eşitsizliklerini derinleştirmiştir ([47]: 485). Türkiye’de dışa açılmayıtakip eden on senede iç ve dış borcun her birinin yüzde seksen arttığı, bununla birlikteborçlanmayla elde edilen kaynağın büyümeye tahvil edilmediği tespit edilmektedir([112]: 12). Düşük emek maliyeti üstünlüğü olmayan azgelişmiş ülkelerin bir talihsizliğide zaman içinde reel karşılığını emekçi kitlelerin servet ve gelirlerine el koyulmasındabulan ve yüksek oranlı kronik enflasyonla sonuçlanan kamu açıklarının para basılmasıyoluyla ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır. Kamu açıklarının parasallaştırılmasının doğalsınırı ekonominin zamana yayılan üretici kapasitesi ve ortaya çıkan enflasyonun bukapasiteyi aşındırma derecesidir. Türkiye’de bu sınıra çok geçmeden varılmış, içborçlanma yoluna başvurulmuştur ([35]: 179). Ancak hangi yolla finanse ediliyorolurlarsa olsunlar yüksek maliyetli kamu açıklarının sürekliliği kronik enflasyona nedenolur. 24 Öte taraftan reel giderlerini asgari kılmak isteyen devlet için yüksek enflasyontercih edilir bir iktisadi fenomendir. Zira enflasyon kurucu güç dengesinin belirlediğibölüşüm mekanizmasının etkili işleyen araçlarından biridir, bir bölüşüm aracı olaraktercih edilmesi sermaye birikiminin gereklerince belirlenir.Dışa dönük birikim rejiminin azgelişmiş ülkelerce benimsenmeyip uluslararası siyasaliktisadi sistem tarafından kendilerine dayatıldığı, iktisadi istikrar amacının kısa zamandakalkınma amacının önüne geçmesiyle sabittir ([47]: 475). Bu ülke ekonomilerininetkinlik bahanesiyle kendilerini bağımlılık ilişkilerinde görece özerkleştirecek büyümepatikalarından uzağa düşürecek devlet müdahalelerinden yoksun bırakılması veuluslararası rekabete açık hale getirilmesi, kamu açıklarını ve dış açıkları bu birikimrejiminin temel unsurları kılmıştır. Sermaye birikim krizini uluslararası düzeyde çözmeküzere hayata geçirilen sermaye hareketleri serbestîsi istikrar amacının çok daha baskınhale gelmesine neden olmuştur. Azgelişmiş ülkelere altından kalkamayacaklarımaliyetlerin yüklenmesini gerektiren uluslararası siyasal iktisadi düzen, bu ülkeleringeniş toplum kesimlerini varoluşlarının sınırına sürüklemiştir. Sonuç bizzat azgelişmiş23 Üretken yatırımlarda kullanılıp iktisadi büyümeye tahvil edilecek borcun iktisadi yapıda değişiklikyaratmasını olanaklı kılacak iktisadi, demografik ve sosyal yapının olmaması.24 Türkiye ekonomisinde 2001 Krizi sonrasında yaşanan nominal iyileşmeler, siyasal istikrar, çöküştensonraki büyüme eğilimi faizleri görece düşük seviyelerde yapısallaştırdığı için düşük enflasyon oranlarınatanıklık edildiği iddiasındayız.32


ülke devletlerinin desteklediği kayıtdışılığın derinleştirilmesi olmuştur. Uluslararasıdüzeyde vergi cennetleri ve suç ekonomileri, ulusal düzeyde suç ekonomileri ve enformelekonomiler olarak temayüz edip azgelişmişliğin yapısallaştırdığı kayıtdışılığahükümetlerin yerleşmiş bölüşüm yapılarını bozacak transferler yapmak üzere ülkelerininyasalarını kararnamelerle, geçici mevzuatla delmelerini de dâhil etmek gerekir.Türkiye’de bu, bütçe disiplini dışında bir gelir kapısı yaratmak için uygulanan ve devasameblağların idare edildiği fon sistemiyle gerçekleştirilmiştir ([112]: 12). Acil kalkınmasorunlarının çözülmesi için hükümete hareket kolaylığı sağlaması gerekçesiyle hayatageçirilen fon sisteminin pratikte bir gelir transferi aracı vazifesi ifa etmesi kısa zamandasert eleştiriler almasına neden olmuştur. Buna rağmen fon sisteminin tasfiyesine açığadayalı birikim rejiminin konjonktürel sınırlarında başlanmıştır. Bu iddiadan bütçeaçıklarının da sonlandırıldığı anlaşılmamalıdır; yalnızca geç de olsa amiyane tabirle yasalhırsızlığın bu denli aleni olanına sınırlamalar getirilmiştir. Zira bütçe açıkları ve iktisadibüyüme birbirlerini karşılıklı belirlerler ([72]: 37) ve ekserisi kamu gelir ve giderlerininmaniple edilmesinden oluşan kamu müdahaleleri kalkınmaya içkindir.Her ne kadar piyasa-devlet gerilimi tartışmasının bir altşubesini oluştursa da kamumüdahalelerinin iktisadi etkinliği bozucu nitelikte olup olmadığı tartışması maliye veiktisat disiplinlerinin yersiz tartışmalarındandır. Bunun nedeni daha önce de ifadeettiğimiz üzere modern devlet gibi toplumla özdeşleşme eğilimindeki bir aktörün budisiplinlerin kavramsal-kuramsal çerçevelerindeki emanet ve zorunlu pozisyonudur. Bunedenle bu disiplinlerin devlet anlayışı perdeleyici kamu müdahalesi kavramında vücutbulmuştur; kamu müdahalesi kavramından ise belirli iktisadi hedeflerin gerçekleştirilmesiiçin hayata geçirilen devrevî uygulamaları anlamak gerekir. Ancak belirli iktisadihedefleri gerçekleştirmek için kullanılan uygulamaların (1980’den sonra Türkiye’debütçe açıkları) süreklilik kazanması bunların birer maliye politikası aracı olarakgörülmesini olanaksız kılmaktadır ([94]: 5-6).Birikimin gerektirdiği biçimde eğilip bükülebilen bir devleti mümkün kılmak üzereiçeriklendiren kamu müdahalesi kavramı, devletin bekasının iktisadi dışavurumu olarakbeliren kalkınmaya mündemiç olmak zorundadır. Bu nedenle dışa dönük birikimrejiminin gerektirdiği maliye politikası tedbirlerini toplumu kurucu güç dengesinin dayalıolduğu birikimin hizmetinde kamu müdahalelerine saymak gerekir. Birikimin yapısalkısıtı, iktisadi alanda bölüşümle temsil edilen siyasal güç dengesidir. Bu nedenlekalkınma adı altında iktisadi büyüme hedefi ile gerçekleştirilen kamu müdahalelerindenmurat yatırımların arttırılması yoluyla istihdamın arttırılması değildir; bu, ancak tali birhedef olabilir, mühim olan kurucu güç dengesini sürekli kılacak bölüşüm çerçevesininsürekliliğidir. Nitekim dışa açılarak kalkınacak olan Türkiye ekonomisinde uygulananmaliye politikaları ne yatırımları arttırabilmiştir ne de istihdamı; dönem boyunca yüksekve kronik bir işsizlik oranı gerçekleşmiştir ([94]: 9).1970’lerin birikim krizi ilk olarak üretken sermayenin üretim maliyetlerinindüşürülmesi yoluyla çözülmeye çalışılmıştır: vergi indirimleri, yatırım teşvikleri,muafiyetler, vb. ([90]: 51). Tedbirlerin birikimin asıl unsuru olarak görülensermayedarların menfaatlerinin gözetilerek alınması anlaşılırdır. Sermayenin, nihaimaliyet unsuru olan emeğin en ucuz olduğu coğrafyalara kaydırılmasıyla üretkensermayenin krizi sonlandırılmışsa da sermaye birikmeye ve kapitalist metropollerdesıkışmaya devam etmiştir: Üretken faaliyetlere yönelemeyecek kadar bol olansermayenin finansallaşma eğilimi mukadderdir. Azgelişmiş ülkeler uluslararası rekabet33


ve serbest dünya piyasasının kendilerine sunduğu fırsatlardan yararlanmak için ticaretteve sermaye hareketlerinde serbestliği benimsemek zorunda kalmışlardır (!)Serbestleştirmelerin bedeli kamu açıkları olmuş, kamu açıkları serbestleştirmelerlemümkün olan kısa vadeli sermaye hareketleri (dış borç) ve iç birikim mekanizmasınındönüşümü anlamına da gelen iç borçlarla finanse edilir olmuştur.Dışa dönük birikim rejiminin neden olduğu krizler, yarattığı yapısal sorunlarazgelişmiş ülkeler için sürdürülebilir kalkınma tartışmalarına alan açmıştır. Bu birikimrejiminin gerçekte büyüme anlamında dahi kalkınmayı amaçlamadığını daha önce tespitetmiştik. Zira sermaye birikimi krizi, nominal değişkenlerin istikrarlandırılması yoluylaoluşturulacak güvenilir göstergelerden medet uman parasalcı istikrar politikalarıylaçözülememiştir ([46]: 191-192). Sürdürülebilir kalkınma tartışmalarının ürettiğiçözümlerin daha az nominal olduğu iddia edilemez. Gerçekte ise umutlar kapitalizminbaşarısına bağlanmış durumdadır: Birikim krizi, bölüşüm oyununun kurallarının yenidenbelirlenmesini gerektirecek denli belirsizlikler yaratmış durumda. Yönetişim kodununardına gizlenen kapitalizmin dünya çapındaki yönetim aygıtının oyunun kurallarınıyeniden belirleme çabaları için yine de büyük çaplı krizler gerekmiştir. Rekabetleyönetilen bir sürecin krizle sonlanacağı daha baştan bellidir ve krizler kişi ve gruplarınsiyasal iktisadi manada birbirlerine kast etmesinin bir bütün olarak sonlarına nedenolacağı tehlikesinin ortaya çıkışını imler. Krizden çıkış, oyunun kurallarının yenidenbelirlenip bazı aktörlerin tasfiye edilmesiyle mümkün olur. Yani dışa açılma ile oyununyeniden düzenlendiği andan itibaren sonucun kriz olacağı bilinir. Ancak bir kısım (ikincigrup azgelişmiş ülke) azgelişmiş ülkenin oyuna dâhil edilme biçimi göz göre göre ateşeatılmaları şeklinde olmuştur. 25 Bu ülkelere dayatılan ve çoğu kez siyasal gerekçelerle rızagösterdikleri birikim rejiminin zorladığı kamu açıkları ve dış açıklar, yine birikimrejiminin gerektirdiği serbestleştirmeleri dışlar; zira açıklar ancak vergi gelirlerininarttırılmasıyla kapatılabilir ([90]: 55). Ancak çaresi vardır: Kabaran faiz ödemelerifaturası, ücret ödemeleri faturasından mahsup edilerek devletin ücretliler ve geliriolmayan yurttaşlar için asgari geçim standartlarını sağlamak üzere yaptığı harcamalarsisteme zarar vermeyecek tarzda tasfiye edilir. 26 Gerçekten de Türkiye’de 1980’den sonrakamu borcunun, dolayısıyla faiz harcamalarının sürekli olarak artması kamuborçlanmasını başat maliye politikası aracı haline getirmiş ([112]: 17), buna mukabilücret düzeyleri reel olarak gerilemiştir ([79]: 19). Bu birikim rejimine kurban edilen birbaşka kesim de serbestleştirmeler ve koruyucu olmayan fiyat politikaları ile zayıfdüşürülen tarım kesimidir. Sanayileşmeleri mümkün olmayan, tarım kesimleri tasfiyeedilen bu ülkelerin yükselen iktisadi kesimi hizmet kesimi olmuştur. Nitekim25 Türkiye ekonomisinin dışa dönük birikim rejimi ile kat ettiği merhaleler, kaçınılmaz olarak krizlesonlanacak olan yeni düzenlemenin başından beri kriz halinde olan ülkeler grubunun ahvaliniörneklemektedir: Türkiye’de seksenli yılların sonlarında kamu tasarrufları ciddi bir biçimde erimiş,doksanlı yıllarda ise kamu harcanabilir geliriyle salt tüketim harcamaları finanse edilmiştir. Seksenliyılların sonlarında beliren bu tıkanıklığın aşılabilmesi doğrultusunda “sıcak para”, yani kısa vadeli dışborçlanma mekanizması çalıştırılmıştır. Ancak bu uygulama Türkiye’nin dışarıya net kaynak transferiniartırmış, söz konusu mekanizmanın işletilebilmesi doğrultusundaki yüksek faiz politikası enflasyonuntırmanmasında etkili olmuştur ([105]: 179). Böylece yükselen faiz oranlarının yarattığı dışlama etkisi ilebüyüme amacından uzağa düşülmüştür ([94]: 8).26 Bu nedenlerle bu dönem yoksulluğun kapitalist hegemonyanın yeniden üretilmesi için kullanılmak üzereyeniden biçimlendirilmesi söz konusu olmuştur: Yoksulluğun yeniden üretilmesi için kullanılan kamuharcamaları neredeyse bütünüyle sosyal yardımlara dönüştürülürken pasif siyasal aktörler olarakyoksulluğa razı yeni bir yurttaş kesimi oluşturulmuştur.34


ekonomilerin büyük birer borçluluk şebekesine dönüşmesi, ikincil bölüşüm ilişkilerininodağında yer aldığı iktisadi faaliyeti koşullayarak hizmet sektörünün yükselmesine nedenolmuştur. Kapitalist siyasal iktisadi hegemonyanın tesis edilmesi için gerekli borcuntoplumu sarması gerekmektedir. 70’ler krizinden sonra bu süreç bütün dünyadaderinleştirilmiştir. Azgelişmiş ekonomilerin bu tarihten sonraki yoğun dışborçlanmalarını bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.Serbest dış ticaretin doğal işbölümüne dayalı faydaları iktisat disiplinin kabuledilegelen başlangıcından beri tartışılmaktadır. <strong>Kuramsal</strong> olarak bir hayli cezp edici olanbu iddia, pratikte uluslararası hegemonyanın cevaz verdiği ölçüde benimsenmiştir, doğalolarak birikim ve bölüşümün belirleyiciliğinde. Dışa açılmanın yapısal çerçevesiniuluslararası güç dengesinin kurucu iradesi olarak sistemin hegemonu belirlediğinden,azgelişmiş ülkeler için dışa açılma ekseriyetle uluslararası sistem içinde olmanın vergisikabilindendir. Bir çeşit vergi olarak algılandığında uluslararası güç ilişkilerini olancaçıplaklığı ile açığa çıkaran hegemonik krizin çözümü için katlanılan maliyet olarak dışaaçılma kalkınma kavramıyla yaratılan perdenin ardına gizlenmiştir. Bilhassa Türkiye gibikatma değer yaratmada karşılaştırmalı üstünlüklere sahip olunmasını engelleyen“başlangıç koşullarına” sahip azgelişmiş ülkelerde krizin çözümüne katkı sunulmasıyolunun ülke ekonomisinin bir borç ekonomisine dönüştürülmesi olduğu daha baştanbellidir. 27 Bu ülkeler bir yandan da tutuklu kaldıkları kalkınma kıskacından ancak yüksekkatma değerli ekonomik faaliyetle kurtulabilecekleri düşüncesiyle olabildiğincesanayileşme gayretinde olmuşlardır. Bu zorunluluk onları dışa açılma sürecinde birer aramalı ithalatçısına dönüştürmüştür. Ne çare ki bu yolla arttırılan ihracat, dışa açılma iledüşen dış ticaret hadleri ile dış açığı kapatma kapasitesinden uzaktır ([64]: 61). Diğeryandan dışa dönük kalkınma uluslararası siyasal iktisadi sistemin zorladığı bir politikadeğişikliği olduğu için vergi iadesi gibi ihracat teşvikleri ile yürütülmeye çalışılmış,dolayısıyla ihracat mevcut kapasitenin kullanılmasıyla sağlandığı için yapısal birdeğişmeye neden olmamıştır ([94]: 10). Bu nedenle dış açıkların kapatılmasında yapısalüstünlükler ve geleneksel yöntemler kullanılmıştır; örneğin Türkiye kronik hale gelen dışticaret açıklarını turizm gelirleri, işçi dövizi girdileri ve borçlanma gibi kaynaklarlakapatma çabasında olmuştur ([25]: 139). Bu yöntemler ya dış açıkları kapatamayacakkadar kaynağın bulunmasını olanaklı kılamayacak niteliktedir ya da zaten üretkenkapasiteye katkı sunmayacak biçimlerde kullanıldığı için süreci fasit bir daireye çevirerekdış açıkları daha da büyütecek niteliktedir.IMF adeta sistemik itaatsizlikleri önlemek için hegemonyanın yönetim aygıtının birparçası olarak azgelişmiş ülke ekonomilerinden krizin çözümünde azami düzeydefaydalanılmasını olanaklı kılmıştır. IMF’nin borç krizi yaşayan ülkelere sunduğu önerilerenflasyonu hızlandırıcı, yatırımları azaltıcı, geniş kitlelerin hayat standartlarını düşürücübir nitelik taşımış, borç servisi kapasitesiyle ekonomik kalkınma amacı arasındakigerilimi görünür kılmıştır ([71]: 46), zira önerdiği istikrar programlarında sermayebirikiminin hassasiyetlerini gözetmiştir; kaçınılmaz olan gerçekleşmiş, istikrar vekalkınma amaçlarına ulaşmada başarısız olunmuştur. Gerçekte amaçlanan ise kârlılıkdürtüsü ile sınırlar boyunca serbestçe hareket eden sermayeyi genişleyen ölçeklerde27 Azgelişmiş ülkelerin bir kısmında dış finansman sorunlarının çokuluslu şirketlerin doğrudan yatırımlarıile çözüldüğünü daha önce tartışmıştık. Ancak bu şirketler istikrarsız gördükleri ülkelerde yatırımyapmamakta, yatırım yaptıkları yerlerde de iktisadi rasyonelliğe göre davranıp kârlarına büyük boyutlarkazandırmak için üretim faktörlerini yoğun bir biçimde sömürmektedirler ([71]: 39).35


yeniden üretecek transferleri olanaklı kılacak serbestleştirmeler ve kamu mallarınıntasfiyesidir. Söz konusu transfer mekanizması dış açıkların ve dış borcun kronikleşmesiniolanaklı kılacaktır; öyle ki yurtiçi tasarrufların dış borç faizlerine tahsis edilmesikaçınılmazlaşır ([102]: 165).Çok geçmemiş sermayenin mekânlar boyunca serbest hareket etme ihtiyacını veSoğuk Savaş sonrası siyasi ilişkilerin gerektirdiği yeni imgeleri kucaklayan hegemonikbir kılıf icat edilmiş, yoğunlaşan uluslararası siyasal, iktisadi ve toplumsal ilişkilerin yenibir döneme işaret ettiği iddia edilmiştir. Küreselleşme, ulusal menfaatleribelirsizleştirmek suretiyle uluslarüstü genel çıkarlar vadeden bir kavram olarak kullanımasokuluyordu. 1970’lerin sermaye birikim krizine yanıt olarak önerilen neoliberaldüzenlemelerin küreselleşmeye içkin olmasına rağmen, küreselleşme kavramının deyimyerindeyse Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra parlatılması kavramın hegemonikihtiyaçlar gereği istihdam edildiğine işaret etmektedir.Bir bakıma sermaye birikim sürecinin dünya çapındaki idaresinin yenidendüzenlenmesi olarak düşünülebilecek küreselleşmenin hegemonik karakteri, uluslarüstüalandaki düzenlemelerle sınırlı kalmayıp asıl olarak “yerelleşme” vurgusu ile hegemonyatesisini ulus devletler düzeyinde gerçekleştirmesinde ifade bulur. Kanaatimizce aksi haldeküreselleşme kavramı üzerinden gerçekleştirilen hegemonya tesisi başarısız olurdu.Hegemonik bir idare zihniyeti olarak küreselleşmenin başarısında, küreselleşmekarşıtlığının ulusal egemenliğin muhafazasında ifade bulmasının azami derecede etkiliolduğu düşüncesindeyiz. Küreselleşme, sık sık sermayedarların da ifade ettiği üzeredoğası itibarı ile daimi herhangi bir kimliğe sahip olamayacak sermayenin ikbali içinulusların siyasal, iktisadi ve toplumsal açılardan ilişkilenme biçimlerinde yapılandüzenlemeler iken, onun uluslar arasındaki ilişkilerin biçim değiştirmesi olarakalgılanması, küreselleşme sürecine istekli ulus devletlerin de sürekli sınandığı ötekidevletlere karşı belirlenme sorununu diri tutmak vazifesini ifa eder. Tabiatıylaküreselleşmenin hayata geçirilmesinde ihtiyaç duyulan meşrulaştırıcı kamu çıkarıgerilimi ulusal egemenliğin muhafazası için küreselleşme karşıtlığıyla yenidenüretilmektedir.Ne yazık ki küreselleşme karşıtlığı kendilerini ülkelerinin emekçi sınıflarınıntemsilcisi gibi gören küçük burjuva siyasi hareketlerce yürütülen anti-emperyalist siyasalmücadelede ifade bulmuştur. Bu hareketlerin görmezden geldiği husus anti-kapitalizm veanti-emperyalizmin aynı şey olmadığıdır. Dolayısıyla örneğin Türkiye’de siyasal veteknik karar alıcılar ülkeyi uluslararası sermayenin talepleri doğrultusundayönlendirmede ulusal çıkarlar açısından bir zafiyet ve aykırılık görmemekle ([62]: 173)suçlanırken, bu zatların, iradelerini aşan dünya çapında gerçekleşip ulus devletlerdederinleşen sermaye birikiminin yeni tarzına, bu nedenle de ulusal çıkarlara uygundavrandıkları görmezden gelinmektedir. Aksi halde Türkiyeli politikacı ve teknokratlarıson raddede toplumlarına ihanet etmekle suçlamak gerekir ki bu onların kendilerine aslayakıştıramayacağı bir iştir. Nitekim neoliberal politikaların ve küreselleşmenin hayatageçirilmesinde Türkiyeli seçmenlerin siyasi pozisyonlarını temsil eden merkez sağ vemerkez sol partilerin kavgası süreci kimin yöneteceği mevzuundadır; azgın bir nehirdeyol almakta olan bir sal düşünülsün, Türkiye için mesele salı kimin idare edeceğidir.Somut bir küreselleşme karşıtlığı, küreselleşmenin asıl mağdurlarının hangi kimliğe dâhilolurlarsa olsunlar dünya emekçileri olduğunu görmekten geçer; dünya emekçilerininbelki de çoğu kez canlarına mal olan bu azgın nehre mahkûm olmadıkları, saldan inme36


ihtimalinin de olduğu görülerek. Yoksa Türkiyeli burjuvaların küreselleşmeden dertyandığı istisnadır. Mesele bu çerçevede kavranmadığı vakit, küreselleşme yanlılarını,bilhassa da azgelişmiş ülkelerin küreselleşme savunucularını akılsız kabul etmek gerek.Örneğin Türkiye’de 1989’da sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının bir çeşitdüşük yoğunluklu Ponzi Oyunu’na neden olacak kamu açıklarının kısa vadeli sermaye ilefinansmanına neden olacağını, yine bunun benimsenmiş olan ihracata dayalı kalkınmamodelinin sonu olacağını ([112]: 13-14) Türkiyeli politikacı ve teknokratlarıngörmediğini düşünmek en amiyane tabirle safdillik olurdu. Türkiyeli politikacı veteknokratlar safdillik etmemişler, Türkiyeli emekçilerin sermayedarlara esaretini yenidenüretecek tedbirler almışlardır.Küreselleşme kapitalizmin dünya çapında idare edilmesinin biçimlerinden biridir,neoliberalizmle hayat bulmuştur, her düzeydeki siyasal karar alma birimini piyasanınkaynak dağılımı mekanizması ile yarattığına benzer bir anonimliği (yansızlığı(!)) taklitetmek üzere teknokratikleştirir. Devletlerin idare aygıtlarının görünürde toplumsalişlevlerine bakılmaksızın fayda-maliyet analizine göre idare edilmesini öngörenküreselleşmenin hayata geçirilmesi, kendisine eşlik ettiği neoliberalizme aykırı birbiçimde müdahil hükümetler gerektirmiştir; tıpkı 1980 sonrasında Türkiye’de etkili olanliberal anlayışın kamu mali yönetiminde yürütmeyi gittikçe etkin kılması örneğindeolduğu gibi ([27]: 55). Oysa 1980 sonrası iktisat politikalarını biçimlendiren 24 OcakKararları’nın ilanından sonra aynı yılın Haziran ayında IMF’ye üç yıllık stand-byanlaşması için verilen niyet mektubunda iktisat politikası yeniden düzenlenmiş veüretime doğrudan hükümet müdahaleleri yerine rekabet, serbest girişim, serbest piyasa vedolaylı hükümet teşviklerine öncelik verilmesi, içe dönük kalkınma modelinden tedriciserbestleşmelerle dışa dönük kalkınma modeline geçilmesi, doğrudan yabancı sermayeyatırımları için koyulmuş engellerin kaldırılması ([112]: 7-8) benzeri liberaluygulamaların benimsendiği ifade edilmiştir. Öte taraftan liberal anlayışın hayatageçirilmesi doğrultusunda çok hızlı değiştirilen veya tamamlanmamış yasalar ve çok sıkdeğiştirilen mevzuat ciddi mali disiplinsizliklere neden olmuştur ([27]: 59). Böyleceetkinlik (disiplin) ve şeffaflık adına pratikte bilhassa azgelişmiş ülke sermayelerininihtiyaç duyduğu matlık yaratılmış oluyordu: devletin toplumsal artığı bölüştürmeayrıcalığının sermayedarlar lehine kullanılmasını olanaklı kılacak yasal boşluklar. Ötetarafta çalışma yaşamında karşılığını esnekleştirme olarak bulan neoliberalküreselleşmenin ekseriyetle finansallaşma (borçluluk) ile yarattığı siyasal iktisaditahakküm mekanizmaları, yine etkin sermaye birikimini garanti etmek üzeredir.İkinci Dünya Savaşı sonrası uygar dünyada yahut kapitalist dünya sistemindekendisine de yer verilen Türkiye Cumhuriyeti için bu uluslararası cemaate siyasal iktisadiolarak eklemlenme iki biçimde olmuştur: Yeni uluslararası düzenin hegemonu AmerikaBirleşik Devletleri’nin (ABD) sadık müttefiki ve Avrupa Birliği’nin sabırlı üyelik adayıolarak. Savaş sonrası uluslararası hegemon Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) dahasonra kendisinden görece özerkleşerek sistemik krize neden olacak olan Avrupa veJaponya’nın yeniden inşası ile kurduğu hegemonyasının Türkiye (ve Yunanistan) içinuygun gördüğü ve Marshall Yardımı’nda ifadesini bulan muhtemel bir Avrupa ligineyamanma, zamanla onun bir parçası olma patikası, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB)macerasının nedeni kabul edilmelidir. Bir yerde Avrupalı kapitalistlerin birbirlerinedüşmemesi için hayata geçirilmiş bir proje olarak AB, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuideolojisi için uygarlık kulvarında yürüme idealinin simgesidir, bu nedenle ulusal37


egemenlik pahasına birliğe üyeliğin gerekleri yerine getirilmelidir ([83]: 242). Bu kabullebir kez daha ülkenin angaje olduğu uluslararası siyasal iktisadi bir mesele yapay birgerilim aracılığıyla toplumu kurucu güç dengesinin gerekleri doğrultusunda bir tasarımakavuşturulmuş oluyordu.Gerçekte Türkiye’nin AB içinde yer alma talebi İkinci Savaş sonrası uluslararasısiyasal iktisadi düzenin bir gereğidir. Ne kültürel açıdan ne de siyasal iktisadi gelişmişlikdüzeyi açısından AB içinde yer alamayacak 28 Türkiye’nin baştan beri durumun farkındaolduğu açıktır. Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinde somut sıkıntısının birliğekatılmaktan ziyade AB kredilerinden ve mali yardımlarından faydalanmak olmasıbeklenir. Nitekim Türkiye’nin önemli kısmını kredi olarak aldığı AB mali yardımlarındanhak ettiği payı alamadığından yakınılmaktadır ([25]: 143-144). Gerçekte bir sermayelerbirliği olan AB’nin Türkiye’de bir uygarlık ideali olarak görülmesi, meseleninburjuvazinin ulusal hegemonyasına araç kılındığına işaret etmektedir. Bu durum GümrükBirliği (GB) tartışmaları ile iyiden iyiye açıklık kazanmaktadır. Bu konuda yürütülenkısır tartışmalar adeta yapılması gerektiği için yapılmış izlenimi uyandırmaktadır. Butartışmalarda GB yanlıları bile GB’nin sakıncalarını ifade etmeden yapamamışlardır. Dışrekabete açık, ortak yatırımların ve turizm gelirlerinin artacağı bir ekonomi tahayyülününyanı sıra gümrük vergisi ve fon kayıplarından, tüketim ithalatının artışından da sözedilmiştir ([25]: 140-141 ve [65]: 197). GB’den zarar görülmemesi için geleneksel sanayidallarının korunması gerektiği, bunun için ülkenin modern ve yaygın altyapı tesislerinesahip olması, üretimde modern teknolojilerin kullanılmasına çalışılması, ücretlilerinmarjinal verimliliğe bağlanması, ucuz girdi sağlanması, seçici yatırım ve ihracatteşvikleri verilmesi, para ve maliye politikalarının istikrarlandırıcı doğrultuda etkin birbiçimde kullanılmasının gerektiği ifade edilmiştir ([65]: 199-200); yani daha rekabetçi birekonomi için kısa sürede hayata geçirilemeyecek yapısal tedbirler öneriliyor. GB’ninülke ekonomisi için zararları apaçık ortadayken GB’ye girilmesini siyasi olarakgerekçelendirmenin dışında bir seçenek yoktur. Böyle iken bu tartışmaların işlevi ancak,tartışmacılarını ve onların dâhil olduğu sözde partileri söylemsel olarak yeniden üreterektoplumu kurucu güç dengesinin hegemonik olarak yeniden tesisi olabilir. AB’ye üyeliktartışmaları küreselleşme-ulusal egemenlik, piyasa-devlet yapay gerilimlerinde olduğugibi dünyada kol gezen kapitalizm hayaletinin korku ve yanılsamalarla idare marifetininürünlerinden yalnızca biridir.Bilhassa yüzyıl başından beri genel olarak kamu yönetiminin, özelde ise kamu maliyönetiminin işleyişlerinde olduğu kadar olmasa da dayandıkları kavramsal çerçevelerinbelirlenmesinde etkili olan neoliberalizm, aktörlerinin iktisadi seçimlerinin siyasikarakterini gizleme kapasitesine sahip piyasa mekanizmasının bu vasfını tüm toplumsalilişkilere zerk ederek kişileri gerçekte sorumlu olmadıkları ve arzulamadıkları sonuçlararazı etme motifine dayanır. 1970’ler krizini, gerçekte krizi erteleyerek derinleştirecek vealtta kalanın canının umursanmaması esasına göre çözecek olan neoliberalizm, bunusağlayacak serbest rekabete can vermek için serbestleştirmelerle Keynesgil devletmüdahalelerini tasfiye ederken ([13]: 24-25), devlet-piyasa-toplum ilişkilerindehiyerarşik bir biçimde örgütlenmiş Keynesgil bürokratik korporatizmin yerine neoliberalteknokratik çoğulculuğu ikame edecektir ([6]: 170). Her düzeyde yayılan ve28 Siyasal iktisadi gelişmişlik düzeyi açısından Türkiye’den zayıf göstergelere sahip ülkelerin birliğe dâhiledilmelerini tarihsel-kültürel kodlara yormak mümkündür; daha da önemlisi AB’nin genişlemepolitikasıdır.38


derinleştirilen rekabet, toplumları topyekûn varoluşlarının sınırlarında hareket etmeyezorlayarak etkin birer makineye dönüştürmüştür; makinenin yükünü elbette zayıfunsurları çekecektir. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere uluslararası rekabetten genelolarak daha az olumsuz etkilenen azgelişmiş ülkeler gelişmiş ülke sermayelerinin emekmaliyetleri nedeniyle yatırım yaptığı ülkelerdir. Buna rağmen, uluslararası düzeyde,kapitalist hiyerarşinin alt basamaklarındaki her ülkeden gelir ve servet transferi içinülkelerin ekonomilerini ticaret ve doğrudan yabancı yatırımlara açmaları ve siyasaliktisadi sistemlerini liberal değerlere uydurmaları halinde merkez ülkeler karşısındarekabetçi olma şanslarını arttıracakları iddia edilmektedir ([90]: 47). Ancak gelişmiş veazgelişmiş ülkelerin iktisadi ve sosyal olarak yakınsayacakları neoliberal tezinin aksine,uluslararası sermayenin daha çok gelişmiş ülkelerde yoğunlaştığı, gelişmiş ülkelerdebeklenen refah artışının sağlanmadığı görülmüştür ([27]: 49).Soğuk Savaş’ın sonlanmasıyla uluslararası hegemonyanın neoliberalizm ile başlatılanyeniden tesisi yeni bir aşamaya girmiştir. Bununla birlikte küreselleşme uluslararasısiyasi ilişkilerin hegemonya tesisi yönünde yeniden şekillendirilmesinin neoliberalizmeeklemlenmesi olarak düşünülmemelidir. Yaygın bir biçimde iddia edildiğinin aksine,siyasi entegrasyonlar uluslararası siyasal iktisadi güç dengesinde yapısal bir değişiklik arzedecek boyutta değildir; bu alanda gerçekleştirilen düzenlemeler daha ziyade anonim,teknokratik, dolayısıyla etkin olmamasının teknik yetersizliklerine dayandırılabileceği biryönetim zihniyetinin tesisi yönünde olmuştur: devletin küresel kapitalizmin ihtiyaçlarınauygun roller üstlenerek, siyasal iktisadi entegrasyon sürecinin bir aktörü olarak yenidenörgütlenmesi ([44]: 69). Tabiatıyla küreselleşme sermaye birikiminin selameti içinpolitikayı engelleyen bir yönetim zihniyetinin her düzeyde hayata geçirilmesi projesiolarak telakki edilmelidir; bu açıdan başat olarak kamu yönetimine egemen kılınmasıylapiyasa anonimliğinin, devletin temas ettiği her alanda derinleştirilmesi projesidir. Ancakküreselleşme döneminin asli hegemonunun piyasa olduğu ([109]: 544) yanılsamasına dadüşmemek gerekir; asıl hegemon kapitalist Kuzey’dir: ABD öncülüğünde uluslararasısistemin başlıca yönetici kurumları olan IMF, DB, OECD, BM, vb. tarafından hayatageçirilen, dayatılan bir proje, yeni bir çeşit müdahaleciliktir küreselleşme ([44]: 69); yinede, daha önce ayırt ettiğimiz üzere, dayatılmış olmakla birlikte, azgelişmiş ülkedevletlerinin ve burjuvazilerinin haklarına razı bir biçimde, 29 iç sömürümekanizmalarının ve bir çeşit ilkel birikim aracına dönüştürülen kamu transferlerininsunduğu fırsatlardan yararlanarak destekçileri olduğu bir proje.Ulusal ve uluslararası düzeyde mutlak egemen olan ulus devletlerin arzuları hilafınadavranmaya sevk edilmeleri, uluslararası güç dengesinin gerekleri ölçüsündedir. Budurum yine de ulus devletin nihai egemen olması ile mümkündür. Dolayısıylauluslararası siyasi ve ekonomik kuruluşların ulus devletlerin ulusal sınırlar içindekiegemenlik gücüne neredeyse ortak olmaları ([27]: 43), ulus devletlerin egemenliksüreçlerinin dışında değerlendirilmemelidir; 30 uzun dönem için bile küreselleşmenin29 Azgelişmiş ülkeler, küreselleşmenin gerektirdiği serbestleşmeyi benimseyip uygulamaları, ekonomikperformanslarının düşüklüğü ve kamu mali yönetimlerinin bozukluğu nedeniyle, olumsuz sonuçlara yolaçıp ekonomik ve sosyal gelişmelerini zorlaştırsa da ([27]: 47-48) iradelerini kuşatan sistemik eğilimlerin(uluslararası güç dengesinin) münasip gördüğü paya razıdırlar.30 Nitekim devletin egemenlik alanının dışında birtakım egemenlik haklarından vazgeçmesinin doğalolduğunun iddia edilmesi ve dünyayla ilişkilerin ekonomiko-demokratik bir düzlemde ahenkleştirilmesigerektiği düşüncesi ([85]: 150 ve 156), küreselleşme ile hem ulusal egemenliğin hem de sermayebirikiminin merkeziliğinin aşınmadığına gösterge kabul edilebilir.39


temelde uluslararası rekabete intibak için atılmış zorunlu adımlar ([90]: 46) toplamıolduğu düşünülebilir. 31 Kanımızca baskın iktisadi ve siyasi veçheleri nedeniyle sözkonusu intibak en somut haliyle maliye alanında tecrübe edilmiştir. Ulus devletleri kamumali yönetimindeki sorumluluk ve yetkilerini uluslararası kurum ve kuruluşlarla“paylaşmak zorunda bırakan” küreselleşme ile birlikte yeniden tanımlanan devletinfonksiyonlarının, kamu mali yönetiminin birimlerinin boyut ve niteliklerinde değişiklergerektirmesi ([27]: 45, vurgu bize aittir), yönetim bilimi ve kamu maliyesi disiplinlerininkuramsal olmasa da kavramsal çerçevelerinin değiştirilmesi ihtiyacını doğurmuştur.Neoliberalizmin rekabeti, her düzeyde, toplumu harekete geçirici espri kılmagayretinin asıl gerekçesi birikim krizi olsa da görünürdeki gerekçe, aktörlerin serbestseçimleri ve piyasanın görünmez elinin söz konusu seçimleri etkisiz kılması gerilimidâhilinde toplumsal refahı, aynı anlama gelmek üzere bireysel refahları arttırmaktır.Ancak toplumsal alanın rekabet motifi ile yeniden örgütlenmesi hiç de kendiliğinden vemaliyetsiz değildir. Bu durum daha önce de dikkat çektiğimiz minimal bir devlet ve budevleti uygulamaya koyacak derecede güçlü ve merkezi bir devletin gerekliliğigeriliminde somutlaşmaktadır ([6]: 179). Amacın zevahiri olduğu, 1980’den sonra kamukesiminin daraltılmasına ve etkinliğinin azaltılmasına yönelik çabaların başarısızlığındananlaşılırdır ([44]: 74). Neyse ki küreselleşme çıkıp gelmiştir de devlet-burjuvaziilişkisinin mahiyetini gizleyecek, sonuçsuz yeni bir gerilim ve yeni tartışmalar piyasayasürülebilmiştir. Aslında değişen pek bir şey yoktur, rekabet ve etkinlik oldukları yerdedurmaktadırlar, ölçek büyümüştür. Küreselleşme ile ulus devletler uluslararası rekabetinbaskısına bağlı olarak hareketli üretim faktörlerinin ülkeyi terk etme tehdidi karşısındaücret maliyetlerini düşürecek ve sermaye girişini teşvik edecek vergi ayrıcalıkları yaratır;bu durum, siyasi otoritenin yeniden dağıtıcı kamusal mal ve hizmet üretme olanaklarınısınırlar. Öte yandan küreselleşme ile artan eşitsizlikler ve rekabetten dolayı kamuhizmetlerine olan talep artar, devlet ortaya çıkan refah kaybını telafi etmek için kamuharcamalarını arttırmak zorunda kalır ([90]: 49-50): daha az faal olabilmek için daha çokfaal olmak zorunda kalan devlet; yani her durumda daha faal bir devlet. Kamuyönetiminin daha az “hantal” bir görünüme sahip olması için yeniden düzenlenmesidoğrultusunda vaziyet görünümle kurtarılmaya çalışılacaktır.Yeni düzenlemelerin en somut saikı sermaye hareketlerini sınırlayıcı yönetim tarzınındönüştürülmesidir ([31]: 51). Bunun için bürokratik hiyerarşinin özerk kurullarla“bertaraf edilmesi” gerekir. Böylece ortaya çıkan özerk kurullar şebekesine yönetişimdenmiştir. Bununla birlikte yönetişimle idari ve mali denetimin siyasal karar alma vedenetim süreçlerinden koparılıp teknik bir sürece dönüştürülmesi ([6]: 183) bir kez dahazevahiridir. Yine yönetişimin neoliberalizmin sosyo-politik dönüşümcü çoğulcu algıbiçimince şekillendirilen bir karar alma(ma) yöntemi olduğu ([6]: 177) düşüncesine deşüpheli bakmak gerekiyor. Zira yönetişimi somut olarak oluşturan üst kurullar şebekesimarifetiyle kararlar hızla alınmaktadır; ayrıca yönetişimin nihai olarak siyasi ve malidenetim süreçlerine tabi olmayacağı düşüncesi devletin mutlak egemen olma niteliğiyleçelişmektedir. Nitekim yönetişimle ulus devletin egemenliğinin aşındırıldığı iddiasınınsahipleri bürokrasi savunuculuğuna savrulmaktadırlar. Zira sorunun biçimsel olduğukabulüyle, devlette işlerin nasıl yapılması gerektiği sorusuyla hareket edilmektedir. Oysaasıl soru yahut daha başta sorulması gereken soru yapılanların kimin için olduğu31 Niyetlenilmemiş sonuçlar her zaman mümkündür elbette.40


sorusudur. Yoksa hangi aktör, menfaat icabı değilse, herhangi bir konuda karar almasürecini muğlâklaştırmak ister, hele ki sermayedarlar.Yaygınlaşan, yoğunlaşan uluslararası iktisadi faaliyetler, iktisadi bütünleşmeler veişbirlikleri, ulus devletlerin egemen oldukları alanların dışına taşan sorunlara nedenolmuştur. Bu sorunlar elbette uluslararası güç dengesinin koşulladığı karar almamekanizmaları dâhilinde, değilse başına buyrukluk yahut zorbalıkla çözülür. Söz konususorunlar derhal maliye disipline tercüme edilmiştir: Ulus devletlerin egemenlikalanlarının dışına taştığı yahut mevcut toplumsal dengelerin sürdürülmesinde elzemoldukları için tüketimlerinden dışlamanın olmadığı, bu nedenlerle uluslararasışebekelerce finanse edilen mallara küresel kamusal mallar denmiştir ([7]: 119).Öncelikle, bir malın kamusal olup olmadığına karar veren iradenin yokluğu, ulusdevletlerden oluşan uluslararası şebekeler, bizzat ulus devletler ve ulusüstü örgüt ve siviltoplum kuruluşları tarafından oluşturulan karar alma süreçlerini gerektirir; bu nedenleküresel kamusal mallar daha ziyade uluslararası kurum ve kuruluşlarca üretilir ([7]: 117ve 121) denmektedir.Küresel kamusal malların üretilmesinde belirleyici olan daha çok sistemikgereksinimlerdir. Bu nedenle küresel kamusal malların belirlenmesinde siyasal tercihlerve güç önemlidir ([7]: 121). Siyasal olarak tercih edilen ve güç dengelerinin gerektirdiğisistemik ihtiyaçlar genel olarak küresel düzeyde kamusallık arz eden malların çevre vekalkınma sorunlarına ilişkin olanlar olarak belirlenmesine neden olmuştur. Sınırsızsermaye birikiminin koşulladığı yoğun uluslararası etkileşimin gerektirdiği sürekli sınırtayini, ulus devletlerin kendilerini hem ulusal hem uluslararası düzeyde nihai egemenolarak yeniden üretmelerini olanaklı kılar; öte taraftan arzuları dâhilinde ortaya çıkanfırsatlardan yararlanma istekleri bu fırsatları olanaklı kılan belirsizlikleri tercih etmelerinede neden olur. Örneğin küreselleşmenin ülkelerin vergi rejimlerini birbirine yaklaştırdığıiddiasının aksine, kurumlar vergisi hariç diğer vergilerde ulusal tercihlerin etkili olduğugözlemlenirken ([90]: 52-53), 1980’lerden sonra küreselleşmeyle birlikte vergicennetlerinin sayısında hızlı bir artış gözlemlenmiştir ([24]: 602). Bu çerçevede küreseldüzeyde dışsallıkları, dolayısıyla kamusallıkları, bu belirleme-belirsizlik ekseninde hemulusal hem de uluslararası güç dengelerinin gerektirdiği siyasal tercihler tayin etmektedir.Küreselleşme ile Türkiye’de de daha çok yönetişimin uluslararası kurumları tarafındansavunulan ve mevcut şartlarda eşitlikçi ve demokratik oldukları su götürür olan yerelörgütlerin ve sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerinde etkin kılınmayaçabalanması ([9]: 118), ulusüstü bir hal alan ekonomik entegrasyonların ulusalegemenliği tehdit ettiği iddiaları ([85]: 149), özel kesimde nihai olarak finansal bağımlılıkve kriz sözcükleri ile anılan serbestleştirmeler, kamu kesiminde yönetişim ve saydamlıkkavramlarının kullanıma sokulması ([93]: 83) mevzubahis olmuştur. Pek tabii süreçkimilerinin projenin başarısızlığına kılıf uydurmak için gerçekte iktisadi değil de devletinekonomiye müdahalesinde tezahür eden siyasi serbestleştirmelerin yaşandığını ([94]: 2)iddia ettiği serbestleştirmelerle başlatılmıştır. Oysa serbestleştirmeler daha baştankalkınma amacına uygun değildir; bilhassa finansal serbestleştirmelerle iç ve dış sermayekaynakları üretken alandan spekülatif alana kaymış ([47]: 486), geniş çaplı özelleştirmeve taşeronlaştırmalarla kamusal olan adeta yeniden belirlenmiş, malların ve sermayeninserbest dolaşımıyla kamu birikimleri küreselleşen dev sermayeye aktarılmış, bu aradadevletin yatırıma, üretime, paylaşıma ilişkin karar mekanizmalarından çekildiği ([44]: 73-74) izlenimi yaratılmıştır. Bu yanılsama kullanıma sokulan yeni kavram seti ve yasal41


düzenlemelerle genel olarak kamu yönetiminde özelde kamu mali yönetiminde deyaratılmıştır: Neoliberal eklemlenme sürecinde önem arz eden 5018 sayılı Kamu MaliYönetimi ve Kontrol Kanunu ile kullanıma sokulan ilke ve kavramlar (stratejik plan,stratejik amaç, sosyal verimlilik, maliyet-fayda ve maliyet-etkinlik analizleri, özel gelir,sürdürülebilir kalkınma) ([6]: 184-186) esaslı bir hesap sormayı mümkün kılacak siyasikarakterli “Kim?” sorusunun yerine teknik “Nasıl?” sorusunun geçirilmesini olanaklıkılacaklardır. Küreselleşmenin siyasal olanın teknikleştirilmesinin aracı olarak kullanımasoktuğu söz konusu kavramlar daha yakından bir bakışı hak etmektedirler.Hegemonik bir proje olarak küreselleşme ile kamu yönetiminde ve kamu maliyönetiminde gerçekleştirilmeye çalışılan dönüşümlerle kamu hizmetlerinin kalitesininiyileştirilmesi, çalışanlarının motivasyon ve memnuniyetlerinin arttırılarak ülkekaynaklarının daha etkin yönetimine katkıda bulunulmasının amaçlanması ([88]: 238), buçerçevedeki reformlarda yeni olanın ne olduğu sorusunu söz konusu etmektedir; zira heryönetim rejimi söz konusu amaçların gerçekleştirilmesine çalışır. Küreselleşme ile hayatageçirilmeye çalışılan stratejik yönetim anlayışı, bu amaçları yeni yollarlagerçekleştirmeye çalıştığı iddiasıyla yenidir.Stratejik yönetim anlayışının odağında performans kavramı yer alır. Bu çerçevedestratejik plan öteki plan anlayışlarından farklı olarak etkinliği performansın nihaigöstergesi kabul ederek girdi, çıktı, kalite, verimlilik, sonuç benzeri performansgöstergelerini esas alır ([88]: 238). İşbu etkinlik serbest rekabetin kamu yönetimininişleyiş motifi kılınmasını öngördüğünden ilk bakışta kişisel gayretleri azamileştiriyorizlenimi yaratsa da tıpkı serbest piyasada olduğu gibi her düzeyde fırsat ekonomilerininyaygınlaşmasına neden olur. Bu nedenle stratejik yönetim anlayışının hâkim kılmayaçalıştığı performansa dayalı kamu yönetimi performans denetimi olmaksızıngerçekleştirilemez: kamu yönetiminde rekabetin geçerli kılınabilmesi için rekabetdenetiminin yapılması zorunluluğu.Ne olmuştur da hizmet kalitesi, çalışanların motivasyonu ve ülke kaynaklarının etkinkullanımına katkı amaçları için yeni bir yol tutulmuştur? Neoliberalizmle başlatılıpküreselleşme ile sürdürülen ve rekabet motifine göre işleyen bir toplumsal düzen inşasınıamaçlayan uluslararası hegemonyanın yeniden düzenlenmesi çerçevesinde kamuyönetiminin de yeniden düzenlenmesi, kamu kesimi tarafından gerçekleştirilenhizmetlerin özel kesime devredilmesi, esnek üretim faktörleri piyasalarının (özellikleemek) tesis edilmesi için rekabete dayalı bir kamu yönetiminin hayata geçirilmesi veçoğu kez sermayedarlara yapılan transferlerin bürokratik engellerini ortadan kaldıranmerkezi yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi bu yeni yolun önemli nedenleridir.Dolayısıyla yeni yönetim anlayışının sermaye birikim rejimi tarafından koşullandığırahatlıkla iddia edilebilir.Yeni sermaye birikim rejiminin bilhassa azgelişmiş ülkelerde ortaya çıkardığı yapısalkayıt dışılık performansa dayalı kamu yönetiminin gerektirdiği performans denetiminecevaz vermez. Bunun yolu her zaman olduğu gibi kavramların matlaştırılmasıdır.Performans yönetimi ve denetimi konusunda da kavramsal netlik, teknik ve bilgiselyeterlilik söz konusu değildir ([38]: 382). Örneğin Türkiye’nin mevcut bütçe sistemininkapsadığı dar faaliyet alanlarında dahi performans yönetimine yönelik hiçbir işleminyapılmadığı tespit edilmektedir ([62]: 195). Performansa dayalı yönetim anlayışı dahaçok esnek bir emek piyasasının oluşturulması ve kamu hizmetlerinin taşeronlar eliyleyürütülmesinin yaygınlaştırılması sürecinde işçiler üzerinde bir tehdit unsuru olarak,42


kalite yönetimi söylemiyle ise toplumun taşeronlaştırmalara ikna edilmesinin bir aracıolarak işlev görmüştür.Rekabet odaklı kamu yönetimi anlayışının performansla etkileşim halindeki ötekiönemli unsuru hesap verme motifine dayalı saydamlıktır; zaten performans ölçütleri dehesap vermeyi mümkün kılmak içindir ([59]: 319). Bununla birlikte hesap verme kavramıözgünlüğünü küreselleşme bağlamında kavrar. Hesap vermenin karakterize ettiğisaydamlıktan temelde mali saydamlık anlaşılmalıdır. Ancak mali saydamlıkla demokratikekonomilerin veya ekonomi yönetimlerinin amaçlanması söz konusu değildir, malisaydamlık uluslararası büyük sermayenin yatırımlarının “selameti” açısından gerekligörülmektedir ([93]: 92]. Toplumsal yeniden üretimin kilit unsurlarından biri haline gelenborçlanmanın sürdürülebilmesi için talep edilmektedir saydamlık. Mali saydamlıklatemel olarak amaçlanan güvenirliğin arttırılarak borçlanma maliyetlerini mümkün olan endüşük seviyeye çekmektir ([48]: 19 ve [93]: 79). Böylece etkinlik amacının sınırları datayin edilmiş olmaktadır: finans sermayesinin üretken değeri somurma olanakları. Kamuhesaplarında saydamlıkla piyasa aktörlerine doğru ve yeterli bilginin iletiliyor olmasınınkoordinasyon sorunundan doğabilecek krizleri önlediği tespit edilerek ([93]: 88) asılamaç da ortaya koyulmuş olmaktadır. Zira kamu mali yönetiminde saydamlıklaamaçlanan demokratik katılımın teşvik edilmesinin ([93]: 77) gerçekçi olmadığı, buyönde hiçbir somut gelişmenin olmamasından apaçık anlaşılırdır. Saydamlığın temelilkelerinden biri olarak kabul edilen bağımsız dış denetimin çeşitli usulsüzlüklere açıkolması 32 saydamlıktan gerçekte murat edilenin finansal sermaye için saydamlık olduğunadelil kabul edilebilir.Küreselleşmenin yerelliklerin öne çıkarılmasıyla 33 derinleştirilmesi, hegemonyanınyeniden tesisinde stratejik öneme sahiptir. Sermaye hareketlerinin ve temelde bu yollasınırlar aşan kültürlerin karşılaşmalarının yerli-yabancı çatışmasına dönüşmesiniönlemesi, yerele duyarlı bir sermaye birikiminin üstünlüğü ve daha genel olarak liberaladem-i merkeziyetçiliğin iktisadi etkinliği sağlamadaki üstünlüğüne olan inanç,küreselleşme için yerelliklerin tanınmasını, öne çıkarılmasını gerekli kılmıştır. Buçerçevede sorun kamu yönetimi olunca yerelliklerin öne çıkarılmasıyla birlikte adem-imerkeziyetçilik temelinde özerklik küreselleşmenin olmazsa olmaz bir talebi olarak boygöstermiştir. Özerkliğin teşvik edilmesinde Soğuk Savaş sonrası hegemonya tesisi deetkilidir. Yönetimler arasında harcama sorumluluklarının ve gelir kaynaklarınınbölüşümü ile harcama ve gelirlerin belirlenmesinde sahip olunan serbesti olaraktanımlanan mali özerkliğin, daha fazla hesap verebilirliğe yol açtığı, seçilmişleri ödenenvergiler dolayısıyla daha duyarlı hale getirdiği, bireyleri ise sunulan hizmetlere karşı dahaduyarlı kıldığı iddia edilmektedir ([40]: 220 ve 221). Keşke gelir ve harcamasorumluluklarındaki serbestinin bir yönetim birimini nasıl daha fazla hesap verebilirkıldığı da açıklanmış olsaydı; hukuk devleti zihniyetinin gerektirdiği hukuksal bir temeliolmadıktan sonra hesap vermenin gerçekleşmeyeceği açıktır. Mali özerkliğin hesapverilebilirliği arttırdığına çoğunlukla tanıklık edilmemektedir, mali özerklik gerçektedevletin bölüşümdeki rolünü daha etkin ifa etmesi amacına hizmet etmektedir. Öteyandan yine sermayedarlar sınıfının arzuladığı esnek bölüşüm mekanizmasının32 Yazılı basında, Yunanistan’ın 2010 yılında yaşadığı borçlanma krizinde, ülkenin ölçüsüz bir biçimdeborçlanmasını olanaklı kılan saptırıcı göstergelerine göz yuman uluslararası finansal derecelendirmekuruluşlarının etkili olduğu iddia edilmiştir.33 Yerelliklerin öne çıkarılmasının doğal sınırı siyasal egemenliktir pek tabii.43


gerçekleştirilmesi için, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, aktif bir yürütme organı biçimindeyapılanmış merkeziyetçilik ile “formel yeraltı ekonomilerini” faal kılacak parçalı bir maliyönetimin çelişkili birlikteliği gerekmektedir ([62]: 180). Bu bağlamda hizmeti yereldüzeyde sunan birimin hizmete ilişkin girdilere, bunların bileşimine ve tutumlu ve etkinbir şekilde kullanımına dair yetkiye sahip olmaması temelinde hizmet sunumunun aşırımerkezileşmesine itirazlar ([59]: 338), söz konusu esnek bölüşüm mekanizmasınıngerektirdiği kimi kez ceberut merkeziyetçiliğe itirazlar olarak değerlendirilmemelidir:“Sermaye grupları bir yandan merkezi yönetim düzeyinde kararların verilmesini, öteyandan da yerel yönetimlerin varlık nedenlerinin sürmesini ve yerel mal ve hizmetlerinkendi istekleri doğrultusunda aksatılmadan üretilmesini ister (…)” ([39]: 206).Mali özerklik ve adem-i merkeziyetçi yönetim anlayışının tecessüm ettiği kurumlaryerel yönetimler olmuşlardır. Bu çerçevede yerel yönetimler siyasal açıdan özgürlükçüdemokrasilerin temel unsurlarından kabul edilmiş, iktisadi açıdan ise kıt kaynaklarınoptimum etkinlikle kullanılabilmesinin koşullarından biri olan arzın tüketici tercihlerineuydurulmasının bir gereği olarak kabul edilmişlerdir ([70]: 49). Ancak Türkiye’de1980’den sonra tekelci sermaye lehine belediyelerin işgücüne yönelik sosyal hizmetlerigeriletilmiş, kamu mülkiyetinde bulunan varlıklar ve değerler özellikle belediyeleraracığıyla azaltılmış, rant yaratma, ihale sistemi ve yerel hizmetlerin belediyelertarafından özel kesime ihalesi yoluyla işverenlere kaynak transferi gerçekleştirilmiştir([39]: 210, 211 ve 212). Yani neoliberal küreselleşmenin derinleştirilmesi yerelyönetimlere muğlak mali özerklikler tanınmasıyla mümkün olmuştur. Bu durum, maliyedisiplininde yapay bir merkeziyetçilik-yerelleşme gerilimine neden olmuştur. Tartışmabir kez daha etkinlik sorunu ekseninde yürütülecektir; yerel yönetimlere tanınanözerkliklerin demokratik katılım süreçlerini geliştirmediği gerçeği bir yana.Disiplinin somut (pratik) sorun çözmeye dönük alanı olarak maliye politikasınıntemaları uluslararası birikim rejiminin (siyasal iktisadi düzenin) dönüşmesi ileçeşitlenmiştir. Ancak alanı karakterize eden birikim sorununun üstü yapay büyümeistikrargerilimi ile örtülmeye çalışılmaya devam etmiştir. Bu çerçevede kalkınmakavramı ile azgelişmişliğin sürekli kılınmasına çalışılmış, bunda dışa dönük kalkınma veserbestleştirmeler arasındaki çelişkiden faydalanılmıştır. Uluslararası hegemonyanınyeniden düzenlenmesi çerçevesinde birikim amacına koşulmuş bir biçimde yönetişim veözerklikle derinleştirilen küreselleşme öne çıkarılmıştır; bu kez küreselleşme-ulusalegemenlik gerilimi üstünü örtmenin aracı kılınmıştır. Bütün bu gerilimler istikrarlıbirikimin bilgisini üreten maliye politikasının birikim-bölüşüm bütününden uzak birkavramsallaştırmasını olanaklı kılmak içindir. Bununla birlikte, maliye cemaatinintartışmalarını üzerine kurduğu yapay gerilimler, yalnızca cemaatin birikim ve bölüşümü –arzuları dâhilinde olsun olmasın- disiplini kurucu gerilimler olarak görmemesindenkaynaklı değildir. Çünkü birikim ve bölüşümün kurucu birer gerilim olarak kavranması,kamu ve/ya devletin kavramsallaştırılmalarının niteliğine, çoğu kez açık bir biçimdekavramsallaştırılıp kavramsallaştırılmadıklarına bağlıdır.3. Disiplin Kurucu Bir Tartışma: Kamunun ve Devletin YenidenKavramsallaştırılması İhtiyacı44


Bütün yollar neden Roma’ya çıkar? Çünkü o yolları yaptıran Roma’dır. <strong>Maliye</strong>disiplininde alt araştırma alanlarını birer yol misali teşkil eden tartışmaların çıktığı yerdevlettir; devlet maliye medeniyetinin merkezidir yahut daha doğru bir ifade ile merkeziolmalıdır. Platon’un meşhur mağarasında kendileri için söz söylediği velinimetlerininkendisine bahşettiği dünyada gölgeler içinde yaşayıp gölgelerin bilgisini üreten/üretmekzorunda olan maliye cemaati, disiplinin Roma’sına ilişkin tasarımında da gölgeninbilgisiyle yetinmek zorundadır. Gölgelerinden asıllarını türetmeye çalıştığımız vedisiplinin kurucu tartışması olduğunu düşündüğümüz devlet tartışmasına giden ana yollarolan birikim ve bölüşüme ilişkin tespitlerimiz bu halleriyle belirli bir varoluş tertibatıiçinde yer almayan kendinde kavramsallaştırmalar olarak kalacaklardır. Birikim vebölüşümün gerçekliğin açığa çıkarılmasında etkin birer araç olarak kullanılabilmeleri içiniçinde var oldukları dünya ile birlikte kavranmaları gerekmektedir; yani Roma’ya gidilipyolların ne tür bir plan uyarınca inşa edildiğini görmek gerekmektedir. Daha açık birifadeyle toplumların siyasal iktisadi varoluşunu belirleyen başat aktör, toplum işlerinintek yürütücüsü olan ([9]: 118) devletin doğasına ilişkin tasarımlar, maliye disiplininin aslisorunsal eksenlerini belirlediklerini kabul ettiğimiz birikim ve bölüşümkavramsallaştırmalarının doğalarını da belirlerler. Öyle ki disiplinin nasıl tanımlandığıdevlet teorisi alanındaki farklı anlayışlara göre şekillenmiştir, devlet disiplinin kuramsalçekirdeğidir ([80]: 317). Buna rağmen maliye disiplini cemaatinin, devleti disiplini inşaedici bir biçimde sorunsallaştırması söz konusu değildir; devlet daha çok belirli bir devletanlayışının varsayılmak zorunda kalındığı disiplinin sıradan sorunlarının –devletiniktisadi faaliyetleri dâhilinde ortaya çıkmış somut sorunlar- gerekli kıldığı kadarıylabiçimsel olarak sorunsallaştırılmıştır. Bu bağlamda devlet olduğu gibi kabul edilmişolunuyordu yahut devletin de dayandığı toplumu kurucu güç dengesinin gerektirdiğiontoloji maliye disiplininin devlet kavramsallaştırmasını zımnen belirliyordu. Böylecedevletin ne olduğuna ilişkin soru gün gibi ortada olduğu için yanıtlanamayan sorularadâhil edilmiş oluyordu. Kendiliğindenlik ve işlevleri ile tanımlamak, çoğu kez kurucugüç dengesi için bile arzulanmayan belirsizliğin önünü alacak niteliktedir: Devletinkendiliğinden oluşmasının haklı gerekçesi onun bireyin kendi çabasıyla gideremediğikamusal ihtiyaçtır. Devleti açıklamak için birtakım puslu ve anlaşılmaz sanal kuramlarınkullanılmasındansa, çağdaş ve tutarlı bir yaklaşım olan kamusal ihtiyaç nedenininkullanılmasının rasyonel olduğu iddia edilmektedir ([84]: 61): yağmurdan kaçarkendoluya tutulmak.<strong>Maliye</strong> cemaati büyük oranda güvenli mağarasını terk etmeden ihtiyaç duydukçasorunsallardan (yollardan) kaynağa (Roma’ya) doğru hareket etmiştir. Bu nedenledevletin doğasına ilişkin soruya verilen yanıtlar genellikle tarih dışı ve yanıtları öncedenbelirlenmiş sorulara kaynaklık eden sorunsalların inşasında kullanılacak cinstendir:Devlet, bireylerin bölünemeyen, pazarlanamayan, dışsallığı olan, faydası sonra görülen,bedava karşılanan ve ortak tüketilen malları üretme ihtiyacına yönelik olarak fiilenoluşmuş bir tüzel kişiliktir. Bu bağlamda devletin işlevleri toplumsal gönenci arttırmak,istikrar ve güveni sağlamak, gelir ve servet dağılımını adil kılmak ve bunlar için gereklikaynağı yaratmak ve tahsis etmek şeklinde özetlenir ([84]: 61). Böylelikle devletin başatbelirleyicisi siyasal ve siyasalın doğası ıskalanmış olur. Devletin bu önemli vasfı ancaksiyasal egemenlik bağlamında genel olarak öteki devletler ve ülke içi güç odakları ileolan ilişkileri bağlamında hatıra getirilir. Buna rağmen parçalanmış bir tüzel kişilik vemali yönetimle devletin etken egemen iç ve dış sermaye gruplarının yörüngesine girerek45


edilgenleşeceği iddia edilirken de ([62]: 190) tartışmanın odağında siyasal bir devletkavramsallaştırmasının olduğu söylenemez. Lakin siyasal olanın inkârı olanaksızdır;mağara duvarlarına yansıyan gölgelerden okunan işlevsel ve kendiliğinden devlette bilesiyasalın açığa çıkması disiplinin gölgelerle çözemediği somut sorunların halli için birzorunluluktur. Bununla birlikte yansızlık olarak kodlanmış bilimin, taraflar gerektirensiyasalı dışlaması devlet gibi özü gereği siyasal olan bir kavramın kamu gibi tarafsızlıkçağrıştıran bir kavramla ikame edilmesini gerektirmiştir. Böylelikle arzu edilen yansızlıksözde hiç de arzulanmayan muğlâklıkla sağlanmış olacaktır. Bu muğlâklık kalabalıklarındevletçe alınan her kararda kamu yararının gözetildiğine ikna edilmesinde işlevsel olsa dadisiplinin çözmeye çalıştığını iddia ettiği somut sorunların çözümünü olanaklı kılacakkamu/devlet kavramsallaştırmasını engellemektedir; sonunda da devletin kamusalihtiyaçların eseri olduğu iddia edilmektedir.Kamu kavramının da siyasal egemenliğin esas alınarak kavramsallaştırılmasızorunluluğu, bir kez daha işlevselci kavramsallaştırmalara neden olmuştur. Örneğin kamukesimi mali politikaların oluşturulmasında ve geliştirilmesinde rol üstlenen birey vekuruluşların bütünü olarak tanımlanmaktadır ([48]: 19). Bu tanım kabaca kamuyutopluma eşitlemektedir. Buna göre bilinen kamu/özel ayrımı ortadan kalkar. Karar almasüreçlerinden yola çıkılarak yapılan bu gerçekçi, ancak üstünü örtmeye dönük, bunedenle de işlevselci kavramsallaştırmanın yanı sıra harcama ve gelirlerden hareket edenkamu kavramsallaştırmaları da mevzubahistir. Örneğin bir hizmet vergi ile finanseediliyorsa kamu hizmeti kabul edilmelidir ([49]: 83). Bu durumda Türkiye’degerçekleştirilen son Dünya Basketbol Şampiyonası’nda ikinci olan Türk basketbol millitakımına yapılan hibeyi vergilerle finanse edildiği için kamu hizmeti saymakgerekmektedir. Harcamalar esas alınarak yapılan kavramsallaştırmalarda kamu yararıveya kamusal ihtiyaç kavramları dayanak vazifesi görürler. Harcamalardan doğru yapılankamu kavramsallaştırmaları tartışmaya en açık olanlarıdır. Harcamanın kimin içinyapıldığı sorusu kamu/kamusallık tartışmasında sorulması sakıncalı soruyu açığa çıkarır:Kamu kimdir?Kamunun kamu kavramından murat edilenin herkes olduğuna ikna edilmesi içinörtüleyici kavramlar icat edilmiştir: dışsallık, kamusal ihtiyaç, faydanın bölünemezliği,tüketimde dışlamanın olanaksızlığı… Eğitim devletin emek üretkenliğini arttırma, fırsateşitliği sağlama, optimal kaynak kullanımını olanaklı kılma gibi dışsallıkları nedeniylesunduğu bir kamu hizmeti oluverir böylelikle ([101]: 5-6 ve [33]: 117). Devletlerinfaydalı buldukları işleri teşvik etmeleri, zararlı bulduklarını engellemeye çalışmalarıdoğaldır. Mesele herkesin kamuyu tarif etmesine son vermek üzere, bu işlerin kimler içinfaydalı yahut zararlı olduklarına karar verilemesidir. Dışsallık, bu kararın verilmesiniöteleyecek anonimliği kamusal ihtiyaç (sosyal fayda) kavramı üzerinden olanaklı kılar.Tıpkı firmaların sadece kâra dönüştürebilecekleri girişimleri için araştırma ve geliştirmeyapması karşısında kamu yararı için kamunun araştırma ve geliştirme yapması gerektiği([67]: 249) düşüncesiyle belirlenen kamu kavramında gizlenen eşitsizliklerde olduğu gibi.Araştırma ve geliştirmelerin, barındırdığı eşitsizlikleri gizleyerek toplumu karşılamaküzere kullanılan kamu için, kamu yararı için gerçekleştirildiğinin iddia edilmesi, bilhassada ileri teknoloji alanında yürütülen bu faaliyetlerin doğrudan geniş toplum kesimlerininfaydasını hangi cihetle gözettiği sorusunu boşa çıkarmak üzeredir. İlave olarak, eğitim vesağlık hizmetlerinin sadece kişisel refah düzeyi için değil iktisadi kalkınma için de önemarz ettiği ([89]: 214) haklı iddiasının benzeri karakterde olduğu söylenebilir. Zira iş46


eğitim ve sağlık hizmetlerini kamu hizmeti olarak görmemizi sağlayacak iktisadikalkınmanın kimin için olduğu sorusunu sormaya kadar vardırılmıyor. Nitekim 1980’densonra bu perspektiften kamusal hizmet kabul edilen eğitim ve sağlık hizmetlerinedevletçe ayrılan kaynaklar önemsiz düzeylerde kalmıştır ([44]: 76). <strong>Maliye</strong> disiplinitoplumu kuran güç dengesi ile sürekli kılınan eşitsizlikleri gizleyen bir kavram olarakkamuyu muğlak herkesi/toplumu ifade etmek üzere kullanmakla aynı kavramı gerçektetoplumdan farklı bir varlığa tekabül eden devleti ifade etmek üzere kullanmak ikiliğininbedelini kendisini bilim kılacak kuramsal ve kavramsal çerçeveyi elde edememekleöderken, kamu tartışması nelerin kamu malı (hizmeti) olup olmadığı sorusu üzerindensürdürülmüştür: Zararsız bir tartışma.Kamu malı tartışması, disiplinin meşrulaştırıcılık işlevinin bir gereği olarak kamununtartışma konusu edilmesini engellemek işlevine sahiptir. Bu nedenle kamunun ne ya dakim olduğu sorulmadan kamu malı, malın talebini dikkate alan bakış açısından, kamuhizmetine, kullanımına ayrılmış ya da sağladığı gelir ile kamu hizmetlerine dolaylı olarakkatkıda bulunan mal olarak tespit edilmektedir ([54]: 305). Malın arzını dikkate alanbakış açısından piyasa aktörleri tarafından fiyatlandırılamayan mallar kamu malı kabuledilmelidir. Kimi malların piyasada fiyatlandırılamaması tüketimlerinin kamusalolmasından, fertlere ayrı ayrı sunulamamalarından kaynaklıdır ([72]: 33). Bu arada piyasaaktörlerinin kimi malların kullanımından tüketicileri dışlayamadığı dikkatlerden kaçar;devletin temsil ettiği kamunun siyasal karakteri de çözümleme dışı bırakılmış olur.Nitekim piyasa aktörlerinin bir yerde siyasi kabul edilebilecek ve tekel olarak temayüzeden dışlama kapasitelerinin engellenmesi ülkelerinin yahut faal oldukları coğrafyalarınsiyasi hegemonları tarafından engellenir yahut buna izin verilir. Tüketimden dışlamanınolanaklı olmasına rağmen kimi hizmetlerin devlet tarafından sunulması zorunluluğu ileişlevsizleşen malın arzını esas alan bakış açısının imdadına dışsallık kavramsallaştırmasıyetişir. Böylelikle kim ya da ne olduğunu soramadığımız kamuya faydası nedeniylekamu/devlet tarafından arz edilen mal kamu malı olmuş olur. Bu anlayış işlevseldir de;zira yaydıkları dışsallıkların azalması durumunda söz konusu mallar serbestleştirmelersayesinde kamu malı olmaktan çıkarlar ([99]: 394-395); dışsallıklarının kapsayıcılığıoranında kamu malı olurlar. Kamu mallarının sürekliliği ve kimi kamu hizmetlerinindevredilemezliği sorunu ise ekonomik gelişmenin sürdürülebilirliği kavramsallaştırmasıile çözülmeye çalışılmaktadır ([7]: 118). Kamu mallarının doğaları gereği satılamaz vedevredilmez olduğu ([9]: 116) iddia edilir, ancak kamunun doğasına ilişkin sorgulamagerektiren kamu mallarının doğalarından ne kast edildiği açıklığa kavuşturulamaz.Siyasala bulaşmamak için kamuya ilişkin tözsel sorgulamayı ötelemek zorunda olanmaliye disiplini çoğu kez sorun çözmekten uzak biçimsel tasnifler alanına sıkışmakzorunda kalmıştır, bir malın kamu malı olup olmadığının ölçütünün sağladığı faydanınözel ya da kamusal oluşu olarak belirlenmesi örneğinde olduğu gibi ([9]: 116). Bununlabirlikte maliye disiplinini hemen her zaman kamunun doğasına ilişkin metazorisorgulamalara sevk eden istisnai durumlar söz konusudur. Belirgin iki istisnai durumulusal düzeyde ulusal güvenlik, uluslararası düzeyde ise küresel kamusal mallardır.Toplumsal varoluşu olanaklı kılan siyasal çerçevenin belirleyicisi (siyasal egemen) olarakdevletin sağlamak zorunda olduğu can güvenliği kamusal malın siyasal karakterini açığaçıkarıcı niteliktedir. Devletin kamusal malın siyasal karakterini gizleyici nitelikte olanekonomik faaliyetlerin olanaklı olduğu ortamın oluşturulması işlevini gördüğü iddiası([14]: 33) toplumun varlığı için gerekli toplumsal ve siyasi istikrarı sağlamanın aracı47


olduğu ([42]: 280) iddiasını zımnen barındırmaktadır. Küreselleşme ile birlikte birçokyoksulluk ve kalkınma sorunu küresel kamusal mal olarak yeniden tanımlanmıştır ([60]:169). Geçmişin yoksulluk ve kalkınma sorunlarının nasıl olup da kamusal mal olaraktanımlandığını bu sorunların küreselleşme ile birlikte siyasal egemenlik meselesine dâhilolmaları ile açıklayabiliriz. Nitekim küresel kamusal malların arzı ile ilgili en önemlisorun, bu malların faydalarını veya zararlarını tespit edecek, malların arzına katkılarıkoordine edecek ve bedavacılığı önleyecek küresel bir örgütün olmayışıdır; küreselkamusal mallar esasen ulus devletler tarafından sağlanmaktadır ([60]: 174 ve 176).Uluslararası siyasal iktisadi düzenin yarattığı dışsallıkların giderilmesi için yapılanyardımlar olarak ele alınan küresel kamusal mallar, daha açık bir ifadeyle, uluslararasıdüzeyde ortaya çıkan birikim ve bölüşüm sorunlarının çözülebilmeleri için gerekli siyasiiradenin tesisi amacıyla kamusal addedilmişlerdir. Temelde sorun sermayenin dünyaölçeğinde yeniden üretilmesi olunca küresel kamusal malların üretim ve finansmankararları da dünya sermayesinin idare edildiği merkezlerde gelişmiş ülkeler tarafındanveya karar organlarında ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerin yer aldığı uluslararasıkuruluşlar tarafından alınmaktadır ([60]: 171). Küresel kamusal malların ve güvenlikhizmetlerinin işaret ettiği kamu kavramı, maliye disiplininin toplum ve devletkavramlarının birbirleri yerine kullanıldığı üstünü örtmeye dönük metazori kamukavramsallaştırmasının aşılması için bir nirengi noktası kabul edilebilir. Lakin maliyedisiplini kamuyu, kamu ekonomisinin bilgisini üretmek üzere iktisat disiplininin piyasakavramsallaştırmasının belirlediği kamu/özel ayrımının ve neoliberal sermaye birikimrejiminin gerektirdiği biçimde kavramsallaştırmıştır.<strong>Maliye</strong> disiplininde Anglo-Amerikan anlayışın egemen hale gelmesinin temel nedeni,uluslararası siyasal iktisadi düzenin egemeni olan kapitalist Kuzey’in, neoliberalizmle,siyasal iktisadi düzeni görece kararcı (decisive) bir mekanizma dizaynı yerine görecekendiliğinden (?) bir mekanizma dizaynına göre işler hale getiren burjuva taktiğişiddetlendirmesidir. Kapitalistler bunu serbest rekabeti etkili kılarak birikimi kimseningözünün yaşına bakmayacak bir etkinlikle gerçekleştirmek üzere yapmışlardır. Doğalolarak uluslararası siyasal iktisadi düzeni mümkün kılan mekanizma serbest piyasakendiliğindenliğinde ifade bulan iktisadın baskın kılınmasıyla görünürde daha az siyasalkılınmıştır. Ancak gerçekte iktisadi faaliyet mekanizma dizayncılarının katı bir biçimdeçizdiği siyasal çerçevede yürütüldüğünden siyasal olandan feragat edilmemiş, tersineiktisadi olana içsel kılınan siyasal, “kendiliğinden hegemonya kurucu” bir uluslararasıdüzen temin etmiştir. Dolayısıyla iktisadi olanla siyasal olan kati bir biçimde birbirindenayrılmış oluyordu: piyasa ve devlet. Bununla birlikte toplumsal antagonizmalarışekillendiren kurum olarak piyasa, çözümlerini devlet eliyle empoze etmesiyle siyasalolanın da başat belirleyicisidir. Öyle ki devlete piyasanın işleyiş biçimleri, piyasazihniyeti de empoze edilmiştir. <strong>Maliye</strong> disiplini toplumu kurucu güç dengesininontolojisini esas aldığından bir yandan piyasanın kuşattığı toplumu kamu kabul ederek,diğer yandan piyasanın koşulladığı bir devlet tasarımını kamu kabul ederek iki ayrıgerçekliğe tekabül eden bu kamu kavramlarını bir kabul etmenin yarattığı gerilimleralanında devinmiştir; daha ziyade bir egemenlik aracı olarak vazife ifa eden kamu/özelayrımını aşmaya yok denecek kadar az teşebbüs etmiştir: “(…) Kamu finansmanı, hemkamusal hem özel üretim ve tüketim harcamalarının finansmanının birliği ve tekliğianlamında bir bütündür. (…)” ([80]: 324).48


Siyasal olan burjuvazinin serbest rekabet gereksinimi nedeniyle daha yoğun birbiçimde iktisadi alanda gerçekleşince devlet de iktisadi olanın gerçekleşmesi için gereklibir araç, adeta onun bir eklentisi olarak algılanır olmuştur. Zira o, piyasanın aksadığıdurumlarda (kamu malları, doğal tekeller, dışsallıklar, bilgi eksikliği, aksak piyasalar)boy gösterir ([53]: 18). Devletin toplumsal yeniden üretimin mekanizması olarak serbestpiyasayı öncelediği düşünülecek olursa, devleti iktisadi veçheleriyle bile piyasaaksaklıklarına dayandırmak makul değildir. Ancak maliye disiplini kamu kesiminin,hizmetin/malın tüketiminden dışlama ve arzda rekabet ölçütlerine göre belirlendiğiniiddia etmektedir ([59]: 315). Buna göre devletin, tüketimden dışlamanın mümkün olduğuve arzda rekabetin olduğu iktisadi faaliyetler alanı olan piyasada (örneğin kamubankacılığı) ne sebeplerle faaliyet gösterdiği açıklama ister bir durumdur. Bu türkuramsal sorunların çözüme kavuşturulması toplumda gerçekleşen ve onu belirleyenpiyasa ve devlet kurumlarının özgün varoluş biçimlerinin ilişkisellikleri dâhilindekavranmasıyla mümkündür. Bu bağlamda maliye disiplini devletin iktisadi faaliyetlerininçözümlemeleri olarak düşünülemez, maliye disiplini ancak bir beden olarak devletiodağına alarak toplumun toplumsal yeniden üretim dâhilindeki iktisadi faaliyetininçözümlemeleriyle gerçekleşebilir. Bu açıdan kapitalist bir toplumda kamu maliyesikuramı, devletin ve onun denetimindeki kurumların, ekonominin her alanında, sermayebirikiminin vazgeçilmez bir üst kurumu olarak giriştiği iktisadi faaliyetlerin nedeniniaraştırır ([80]: 324). Ancak kamunun (devletin) kendisi adına faaliyet gösterdikleri(burjuvazi, çıkar grupları), elden geldiğince her seferinde topluma eşit kabul edilir vetoplumsal yeniden üretimin unsurları alabildiğine anonimleştirilir. Örneğin kamumaliyesinin amacı toplumsal refahın maksimizasyonu olarak tespit edilip bu amacaulaşmak için kaynak dağılımında etkinliğin, gelir dağılımında adaletin, iktisadi istikrar vekalkınmanın gerçekleştirilmesi gerektiği iddia edilir ([67]: 237). Toplumun kuruluşundankaynaklı eşitsizlikler yok sayılıp kuramsal düzeyde toplumsal refahı maksimize etmeamacının araçları arasında tesis edilen gerilimlerle yaratılan popülizm karşıtlığı ile sözkonusu anonimlik körüklenir ([53]: 19). Bu yolla devlet ve piyasanın yalınkat ayrılığı,çoğu kez de antagonistik birlikteliği garanti altına alınır. Bu yapay antagonizmadır ki 34geçmişin sermaye birikim rejiminin tasfiyesi için devletin küçültülmesi söylemindenyararlanılmasını olanaklı kılmıştır. Devletin küçültülmesi kaçınılmazdır, çünkü özelkesime göre verimsizdir, yapısı gereği israfçıdır, hem toplarken hem de harcarken ülkekaynaklarının israf edilmesine neden olur ([55]: 102). Mesele de zaten savunma, adaletve güvenlik gibi kamu hizmetlerinin arzı değildir, yarı kamusal malların devlet tarafındanmı yoksa piyasa tarafından mı arz edeceğidir ([67]: 241)? Ancak devletin bu iktisadikavramsallaştırması tam yahut yarım tüm kamusal malların iyi belirlenmiş hukukiçerçevelerde piyasa tarafından arz edilebileceği olgusu ile (paralı askerlik, güvenlikşirketleri düşünülsün) boşa çıkarılarak devlet-piyasa ayrımını mesnetsiz kılacakniteliktedir, buna rağmen neoliberal birikim rejiminde toplumsal yeniden üretimin güçdengesine göre muhafazası için zorunlu olarak kullanılmaya devam edecektir. <strong>Maliye</strong>disiplinin neoliberal hegemonya tesisinin bir parçası olarak benimsediği bu tür yapaygerilimlere can veren kamu kavramsallaştırması iktisat disiplininden mülhem olduğu içineklektik ve sorun çözmekten uzak bir kavramsal ve kuramsal çerçeveye nedenolmaktadır. Özgün, sorun çözmeyi dert edinmiş bir maliye disiplini kamu ve devlet34 Hakikisi toplumsal artığı paylaşan taraflar arasında olandır.49


kavramlarının daha baştan kendindelikleri çerçevesinde içeriklendirilmeleriylemümkündür.Sonuç YerineRivayet odur ki büyük Alman düşünür Johann Wolfgang von Goethe’nin son sözleri“Işık… Biraz daha ışık” olmuştur. Varoluşunun somut ufku kapkara ölüm olaninsanoğlunun ışığı arzulaması, ışık üzerine düşünmesi, ışığa tapması doğaldır. İnsanındünyasını karartan sadece mukadder ölümü değildir bununla birlikte. İnsana aitkaranlığın iki ana kaynağı doğa ve insanın kendisidir. Gücü nispetince doğadan ve kendidoğasından (ölümden) kaynaklı karanlıkla “topyekûn” kavga eden insan, iş kendisiyle,kendine ait yapılardan kaynaklı karanlıkla kavgaya geldiğinde akıl almaz bir çaresizliğedüşer. Gerçekte insanın ışık arzusunun kaynağını, karanlık nereden yahut kimdenkaynaklı olursa olsun, onun ele geçirme, egemen olma arzusu teşkil etmektedir. Bunedenle doğa ile ilişkisinde de anlamaya dönük bir üzerini açma, aydınlatma güdüsüolduğu söylenemez. Bu durumu insanın doğanın öteki unsurlarına karşı zayıflığınabağlamak mümkünse de hayli uzun zamandır en azından gezegenin kaderini belirleyecekkadar güçlü olması bu zayıflık iddiasını boşa çıkarmaktadır. Kanaatimizce insanın aitolduğu dünyaya egemenliğini öteki insanlara egemen olma biçimleri karakterizeetmektedir. Bu açıdan, her görme ediminin aynı zamanda görmeme olacak olmasızorunluluğu bir yana, toplumsal egemenlikle koşullanan açığa çıkarmalar, kasti birerüstünü örtmedir aynı zamanda. Mesele insanların birbirleri üzerinde kurduklarıtahakkümün gelişmiş mekanizmaları olunca, ışık arzusu basitçe bilme arzusunaindirgenemez. Karanlık bu bapta silah şirketlerinin kâr oranları düşmesin diye azgelişmişülkelerin yoksul insanlarının birer hayvan gibi birbirlerini boğazlamaları, dünyanüfusunun büyük kısmının yoksunluklar içinde yaşam endişesiyle sürekliborçlandırılmaları, düş kırıklıkları, haysiyetsizlikler, adalet ve özgürlüğün para ilemümkün olması olarak tezahür eder. Ne kadar bağırırlarsa bağırsınlar birer özgürlükdüşmanı olarak görüldükleri için sesleri asla duyulmayacak olan az sayıda insan dışındaışığı, daha fazla ışığı, bize göre tam da Goethe gibi, arzulayan kimseler yoktur. Biliyoruzki eskilerin faziletle farkına vardıkları gibi insanları bu denli cahil kılan egemenlerinkorku ve ümit kılıçlarının başlarında sallanıyor olmasıdır. Doğrusu bu şartlarda kimsedencesur olması beklenemez. Karanlığı bir nebze olsun fark etmemizi olanaklı kılacak olanışığın utanmak olduğunu düşünüyoruz. İnsanlık utanmayı hatırlamalıdır; başta da burjuvakötülüklerinin hem tesisini hem sürekliliğini sağlayan iktisat, maliye ve hukukdisiplinlerinin icracıları.Türkiyeli insanların 1980’den önce de 1980 sonrasında da huzur içinde yaşadıklarıvakıa değildir. Oysa sürekli olarak toplumlarının refahı ve huzuru için çalışanpolitikacıları, bürokratları, memurları, bilimcileri de olmuştur bu ülkenin. <strong>Sonra</strong> bu zevatarasında doğal olarak refah ve huzura hangi yolla gidileceği konusunda sürtüşmeler deyaşanmıştır. Sürtüşmelerin tarafları iktidar da olmuşlardır. Ancak sürtüşme, genel olarakzevahiri olup, yolu yordamı belli olan yapılacak işin kim tarafından yapılacağıhususundadır. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda elzem önemde olanvulgar pragmatizmin muhafazası sağlanmış olmaktadır. Bu pragmatizmin kurucu unsuru,50


ülkenin, ele geçirmenin ve üstünü örtmenin en gelişmiş aygıtları ile kendisine bir tarihtensonra nüfuz eden kapitalizmle ilişkisi olmuştur. Dolayısıyla tarafların sürtüşmelerineneden olan işler ekseriyetle uluslararası siyasal iktisadi sistemin gerektirdiği işlerolmuştur. 1980 sonrasında da uluslararası sistemde yaşanan dönüşümün gerektirdiğidüzenlemelere gidilmiştir. Ancak bu düzenlemeler insanın insana tutsaklığını,hiyerarşileri, eşitsizlikleri, yoksunlukları, karanlığı derinleştiren cinsten düzenlemelerolmuştur. İronik bir biçimde siyasal iktisadi egemenlik süreçlerinin kurulmasında vesürdürülmesinde önemli vazifeler ifa eden kilit önemde sosyal bilimler olan iktisat vemaliye disiplinlerinin bu gelişmelere tepkisi devekuşu misali başlarını kuma gömmekolmuştur; bunu olanaklı kılan, iktisadi faaliyette bulunan birimlerin irade sahibi bireraktöre dönüşmelerini engelleyecek yapay gerilimleri tartışmalarının odağınayerleştirmeleridir. Egemenlerin çerçevelediği bu gerilimlerin öngördüğü çözümleriktisadi aktörlerin iradelerini (politik karakterini) dışlayabilmektedir böylelikle.Türkiye maliye disiplinindeki ideolojik pozisyon alışları tespit etmek üzerebaşladığımız bu çalışma disiplininin mahiyetine ilişkin bir soruşturmaya dönüştü. Her nekadar maliye cemaati mensuplarının bakış açılarında, ideolojik pozisyon alışlarındafarklılıklar tespit etmek mümkün olsa da zevatın maliye politikası önerilerindekibenzerlikler, örtüşmeler ve genellikle sorun çözmekten uzak önerileri, ürettikleri veyaydıkları bilgiden şüpheye sevk etti bizleri. Bu şüphe çalışmamızın olgunlaşmış nedenioldu.İktisat ve maliye disiplinlerinin meşrulaştırıcılık vasıfları ürettikleri bilginin spekülatifolma derecesini arttırmış, insanın insana tutsaklığını onaylamayan icracılarında üretilenbilginin gerçek dışılığı kaygısına neden olmuştur. Spekülatif, dolayısıyla gerçeğe temasısınırlı olan maliye külliyatının bundan kaynaklı işlevsizliği onu bir meşrulaştırıcı olarakmuazzam derecede işlevli kılmıştır. Çalışma ile bu biçimsel tespiti içeriklendirmeyidenedik. Çabamız kaçınılmaz olarak bizleri disiplinin varlığına ilişkin temel sorularsormaya sevk etti. Bu soruşturmamız disiplinin formel açıdan varla yok arasındasalındığını görmemizi sağladı. İnceleme nesnesi olan devleti iradi olması nedeniyleaşkınlaştıramadığı için onun biçimsel tasarımlarıyla yetinen disiplinin bilim olma iddiasıkadük kalmıştır. Bu durum onu hem disiplinlerarasılıkla hem de iktisatla eşitsiz birilişkiye girmekle karşı karşıya bırakmıştır. İktisat aşkınlaştıramadığı iktisadi fenomenlerimaliyeye devrederken, maliye meşrulaştırıcılık vasfını işlevsel kılacak yansızlığıkendisine bahşedecek bilim olma aşkıyla iktisadın yöntemlerini devşirme gayretindeolmuştur. <strong>Maliye</strong> disiplininin iktisattan devraldığı en önemli yöntembilimsel tercih iktisatdisiplini için sentetik bir ayrım olan mikroiktisat-makroiktisat ayrımıdır. Bu ayrım işleviaçısından maliye disiplinindeki kamu maliyesi-maliye politikası ayrımına ilham kaynağıkabul edilebilirse de içerik açısından berikine benzeyen bir ilişkiye işaret etmez. Zirakamu maliyesi, mikroiktisadın toplumsal yeniden üretim alanını kavrayan makroiktisadaihtiyaç duyduğu kavramsal ve kuramsal araçları sağlamasında olduğu gibi maliyepolitikasına kavramsal ve kuramsal araçlar temin etmektedir. Diğer yandan iktisatderneşik değişkenlerle analizde de aşkınlığı muhafaza ederken, maliye politikası alanınınfaili iradi bir aktör olup toplulaştırılamayan devlettir. Disiplinin kuramsal gerilimlerinitespitle anlamaya çalıştığımız mahiyetini ortaya koymada bu ayrımı dikkate aldık.İlerledikçe disiplinin üzerine kurulu olduğu gerilimlerin birikim ve bölüşümsorunsallarına dayandığını gördük. Kamu maliyesinin baskın olarak bölüşümsorunsalından kaynaklı sorunlarla, maliye politikasının ise birikim sorunsalından51


kaynaklı sorunlarla iştigal ettiğini tespit ettik. Bununla birlikte disiplinin kavranışlarınıbirikim ve bölüşümün içinde gerçekleştiği terkibi belirleme kapasitesine sahip devletintasarımları belirlemektedir kanaatimizce. <strong>Maliye</strong> disiplinini varla yok arasında olmayamecbur eden devletin kendinde bir kategori olarak tasarımlarına sahip olmamasıdır; bunudevletin maliye disiplininde işlev ve uzuvlarıyla bilinmesinden de anlayabiliyoruz.Böylelikle disiplin için kurucu önemde olan tözsel kamu/devlet tartışması ıskalanmışolmakta, bu tartışma biçimsel kamu malı tartışmasının gerektirdiği ölçüdeyürütülmektedir. Bu çerçevede yapılması gerekenin her paradigmanın esaslı birkamu/devlet tartışması yürütüp disiplini özgün birer kavramsal ve kuramsal çerçeve ileyeniden belirlemeleri olduğunu düşünüyoruz.Çalışma ile disiplinin mahiyetini kavramak üzere bir ön tartışma yürütmüş olduk. Buçerçevede kamu maliyesi alanı için bölüşümü gayriiradi kılmaya dönük bir hamle olarakkaynak tahsisinin bu alanının merkezi kavramsallaştırması olduğunu tespit ettik. <strong>Maliye</strong>disiplinini kavrayan yapay piyasa-devlet gerilimi çerçevesinde kamu maliyesi alanıoptimum kaynak dağılımını olanaklı kılacak yapay etkinlik-eşitlik geriliminehapsedilmiştir. <strong>Maliye</strong> politikası alanı için ise bilhassa azgelişmiş ülkeler için kalkınmasorunu olarak kodlanan birikim sorunu, birikim-iktisadi istikrar gerilimine, sorununyoğun bir biçimde uluslararası bir karakter arz etmeye başladığı neoliberal küreselleşmedönemiyle birlikte buna eklemlenen küreselleşme-ulusal egemenlik gerilimi eksenindeanlamlandırılmaya çalışılmıştır.Türkiye maliye disiplininin 1980 sonrası devinimine gösterge kabul ettiğimiz Türkiye<strong>Maliye</strong> Sempozyumu tebliğlerini tarayarak –bu nedenle çalışmamızın ampirik olduğunudüşünüyoruz- vardığımız bu sonuçlar, disiplininin ülkeye özgü tartışmalar yürütmediğini,ülkenin tercüme kurumsal yapısına uygun bir biçimde tercüme ürünler verdiğini degöstermektedir. Gah mütercimlikten gah disiplinin inceleme nesnesininkuramsallaştırmaya uygun olmayan tasarımlarından dolayı betimsel, rapora benzeyen,belirli bir bakış tarafından öncelenmediği için son derece ampirik, bu nedenle analitikolmaktan uzak, kuramsal tartışmalar içermek bir yana genel olarak fikirlerinçarpışmadığı, tartışmanın olmadığı, ders kitabı kıvamında betimsellikler içeren, kimi kezodaklanılan temanın belirsiz olduğu, sistematik yazılmadığı için dağınık önerilerlesonlandırılan, yöntembilimin neredeyse hiç sorunsallaştırılmadığı, en önemlisi eleştirelolunsa bile anaakım maliye disiplininden sapmanın neredeyse hiç olmadığı, bu nedenlede kimi yasaklı kavramların (kapitalizm, sınıf, vb.) kullanılmadığı, farklı terminolojilerinpek az kullanıldığı çalışmalara tanıklık ettik. Bir de son yıllarda bilimsellik iddiasınıgüçlendirdiği için, daha çok da iktisada öykünerek gerçekleştirilen ekonometrikçalışmaların yaygınlaştığı gözlenmektedir. Kendi başına bir bilim dalı olma payesikazanmak için bu denli çaba harcayıp bizzat bu çabanın eseri olarak bu amacın uzağınadüşmek, bir adım önce sıraladığımız yöntembilimsel tekdüzeliğin de kaynağı olabilecekvulgar pragmatizmden kaynaklanmaktadır kanaatimizce; cemaatin her cenahtanmensubunu aynı anda kesen nihai olarak güç dengesini gözetecek bir pragmatizm…Sınırları belirsizleştirip, farklı ideolojik pozisyon alışlarına rağmen, maliye cemaatimensuplarının önerilerini (bizce tam da muhtaç oldukları üzere) benzer ve çoğu kezişlevsiz kılan vulgar pragmatizmin berhava edilmesine giden yolun hemen başına şusözlerin yazılması gerektiğini düşünüyoruz: Utanç… Biraz daha utanç!52


Bibliyografya [1] Akalın, Güneri (1997) “7. Beş Yıllık Kalkınma Planında Vergi Politikası-Özel Kesimİlişkisi”, XI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Ekonomisi ve Mali Kriz,4-8 Mayıs 1995 Gazi Magosa, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s.93-104.[2] Akalın, Güneri (1996) “Kamu Kesimi Finansman Açıkları ve Ekonomik DengelerÜzerine Etkileri”, X. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu Kesimi Finansman Açıkları,14-18 Mayıs 1994 Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong>Araştırma Merkezi, s. 17-31.[3] Akalın, Güneri (1994) “Türkiye’de Bütçe Harcamalarının Genel BirDeğerlendirmesi”, IX. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Bütçe Harcamaları, 6-8 Mayıs 1993, Antalya, Adana: Çukurova Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 209-222.[4] Akalın, Güneri (1990) “Türkiye’de Gelir ve Vergi Yükü Dağılımı”, VI. Türkiye<strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu –Çeşitli Açılardan Vergileme Sorunları, 21-23 Mayıs1990 Antalya, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong>Bölümü, Ankara, s. 169-180.[5] Akalın, Güneri (1987) “Bir Kamusal Finansman Kaynağı Olarak Kit KârlarınınDeğerlendirilmesi”, Türkiye II. Eğitimi <strong>Maliye</strong> Sempozyumu (Kamu FinansmanıSorunları), Eskişehir 1986, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, s. 83-92.[6] Akbey, Ferhat (2000) “Neo-liberal Dönüşüm Çerçvesinde 5018 sayılı Kanun’unDeğerlendirilmesi”, 20. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Yeniden MaliYapılanma, 23-27 Mayıs Pamukkale, Denizli: Pamukkale Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 168-195.[7] Akdemir, Ali ve Mehmet Şahin (2007) “Küresel Kamusal Malların Üretim veYönetim Dinamikleri Bağlamında Tasnif Edilmesi”, 21. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu <strong>Maliye</strong>sinde Güncel Gelişmeler, 10-14 Mayıs Antalya, Çanakkale: ÇanakkaleOnsekiz Mart Üniversitesi Biga İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 117-141.[8] Anıl, Haluk (1988) “<strong>Maliye</strong> Lisans ve Yüksek Lisans Eğitimi Sorunları –BazıDüşünceler”, III. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 23-26 Nisan 1987 Gebze,İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 141-144.[9] Arın, Tülay (2000) “Kamu Taşınmaz Malları: Koruma ve En İyi Yararlanma İlkeleriÜzerine Bir Yorum”, XIV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Kamu Kesimi FinansmanındaVergi Dışı Normal Gelirler ile Özel Gelirler ve Fonlar, Eskişehir 1999, Eskişehir:Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 111-131.[10] Arın, Tülay (1996) “Türkiye’de Sosyal Güvenlik Fonlarının Açıkları: Liberal SosyalGüvenlik Rejiminin Çelişkileri ve İflası”, X. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –KamuKesimi Finansman Açıkları, 14-18 Mayıs 1994 Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesiİktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 277-293.[11] Arın, Tülay (1994) “Refah Devleti: Bir Analiz Çerçevesi”, IX. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türkiye’de Bütçe Harcamaları, 6-8 Mayıs 1993, Antalya, Adana:Çukurova Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 55-74. Bibliyografya çalışma için taradığımız tüm makaleleri içermektedir; bir kısmına göndermedebulunulmuştur.53


[12] Arın, Tülay (1989) “Sovyetler Birliği’nde İktisadi Reformlar ve PlanlamaYönteminde Değişme”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir,İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 125-138.[13] Arın, Tülay (1988) “<strong>Maliye</strong> Politikası Kendi Başına Yeterli mi?” III. Türkiye <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu, 23-26 Nisan 1987 Gebze, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisatFakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 23-32.[14] Ataç, Beyhan ve Engin Ataç (1994) “Türkiye’de 1963-1991 Döneminde Personel,Eğitim, Sağlık ve Savunma Harcamalarının Analizi”, IX. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu–Türkiye’de Bütçe Harcamaları, 6-8 Mayıs 1993, Antalya, Adana: ÇukurovaÜniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 15-53.[15] Ataç, Engin (1987) “Kamu Sektöründe Etkinlik Açısından FonlarınDeğerlendirilmesi”, Türkiye II. <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu (Kamu FinansmanıSorunları), Eskişehir 1986, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, s. 65-81.[16] Ataç, Engin, Beyhan Ataç ve Tayfun Moğol (2002) “Ülkemizde KamuHarcamalarının Siyasi Niteliği Üzerine Bir İnceleme”, XVI. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türkiye’de 1980 <strong>Sonra</strong>sı Mali Politikalar, Manisa 2001, Manisa: CelalBayar Üniversitesi İİBF, s. 41-68.[17] Bakkal, Ufuk ve Nagihan Oktayer (2003) “Dış Borçlanma ve Ödemeler Dengesiİlişkisi”, XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Borçlanması, 12-16Mayıs Girne, İstanbul: Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong> Araştırma ve Uygulama Merkezi,s. 217-229.[18] Berksoy, Taner (2000) “Türkiye’de Konsolide Bütçe İçinde Yer Alan Özel Gelirlerve Fonlar”, XIV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Kamu Kesimi Finansmanında Vergi DışıNormal Gelirler ile Özel Gelirler ve Fonlar, Eskişehir 1999, Eskişehir: AnadoluÜniversitesi Yayınları, s. 241-44.[19] Berksoy, Turgay (1996) “Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Açıkları ve BuAçıkların Finansmanı”, X. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu Kesimi FinansmanAçıkları, 14-18 Mayıs 1994 Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi<strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 229-252.[20] Berksoy, Turgay (1994) “Türkiye’de Bütçe Açıkları ve Bu Açıkların Finansmanı”,IX. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Bütçe Harcamaları, 6-8 Mayıs 1993,Antalya, Adana: Çukurova Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 141-155.[21] Berksoy, Turgay (1989) “Türkiye’nin Dış Borçlanması”, V. Türkiye <strong>Maliye</strong> EğitimiSempozyumu, 22-24 Mayıs 1989 Aydın, Ankara: Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdariBilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 55-73.[22] Berksoy, Turgay ve İbrahim Demir (2004) “Politik Vergi Çevrimleri: Türkiye’deVergi Yükü Üzerinde Politik Etkiler”, 19. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’deVergi Kayıp ve Kaçakları, Önlenmesi Yolları, 10-14 Mayıs Antalya, Bursa: UludağÜniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 513-532.[23] Bilici, Nurettin (2008) “Özel Tüketim Vergisine Tabi Ürünler Üzerindeki VergiYükü (Türkiye, Avrupa Birliği Üyesi Ülkeler Karşılaştırması)”, 23. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu, Antalya 2008, Ankara: Hacattepe Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, 233-243.[24] Bilici, Nurettin (2004) “Vergi Cennetleri ile Mücadele”, 19. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türkiye’de Vergi Kayıp ve Kaçakları, Önlenmesi Yolları, 10-14 MayısAntalya, Bursa: Uludağ Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümleri, s. 601-620.54


[25] Bilici, Nurettin (1997) “Türkiye-Avrupa Birliği Gümrük Birliği, Ödemeler Dengesive Mali Yardımlar”, XI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Ekonomisi veMali Kriz, 4-8 Mayıs 1995 Gazi Magosa, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 137-146.[26] Çağan, Nami (1990) “Avrupa Topluluğunda Vergi Politikası ve Türk VergiSistemi”, VI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu- Çeşitli Açılardan Vergileme veSorunları, Ankara: Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 87-95.[27] Devrim, Fevzi ve Asuman Altay (2000) “Küreselleşme Sürecinde Sosyal DevletAnlayışındaki Değişmelerin Kamu Mali Yönetiminin Yeniden YapılandırılmasıAçısından Değerlendirilmesi”, 15. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türk MaliYönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Bu Yapılanmada Performans Yönetimi veDenetiminin Yeri, 15-17 Mayıs Antalya, Antalya: Akdeniz Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 27-76.[28] Devrim, Fevzi ve Mehmet Tosuner (1988) “Türkiye’de Eğitim HizmetlerininFinansmanında Son Gelişmeler” III. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 23-26 Nisan1987 Gebze, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi,s. 86-109.[29] Devrim, Fevzi ve Timur Turgay (2004) “Türkiye’de Vergi Kayıp ve KaçaklarınınÖnlenmesinde İdare-Mükellef Etkileşimi ve Bağlı Etkileşenlerinin Rolü”, 19. Türkiye<strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Vergi Kayıp ve Kaçakları, Önlenmesi Yolları, 10-14Mayıs Antalya, Bursa: Uludağ Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 751-775.[30] Dikeç, Üstün (1992) “Vergi Yönetiminin Reorganizasyonu”, VIII. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türkiye’de Vergileme Sorunları ve Ekonomik İstikrar, 12-15 Mayıs 1992Uludağ, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, Bursa,s. 83-89.[31] Dikeç, Üstün (1989) “Dış Devlet Borçları ve Dünyadaki Son Gelişmeler”, V.Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 22-24 Mayıs 1989 Aydın, Ankara: GaziÜniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 43-52.[32] Dikeç, Üstün (1989) “Gelişmiş Ülkeler ve Finansman Sorunları”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 14-21.[33] Duran, Mahmut (1988) “Yüksek Öğretim Harcamalarının Finansmanı ve Etkinliği”III. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 23-26 Nisan 1987 Gebze, İstanbul: İstanbulÜniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 110-140.[34] Eker, Aytaç ve Mustafa Sakal (1989) “Türkiye’de İç Borçlar ve Gelişimi”, V.Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 22-24 Mayıs 1989 Aydın, Ankara: GaziÜniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 17-39.[35] Erol, Ümit (1998) “Kamu Açıkları ile Enflasyon Arasındaki Nedensellik İkilişkisi”,XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997, Antalya, İstanbul: İstanbulÜniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 173-179.[36] Ertaş, Sacit ve Turan Yay (1997) “Türkiye’de Liberalizasyon Döneminde <strong>Maliye</strong>Politikasının Reel Kesim Üzerinde Etkileri”, XI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Ekonomisi ve Mali Kriz, 4-8 Mayıs 1995 Gazi Magosa, İzmir: DokuzEylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 15-40.55


[37] Falay, Nihat (2002) “Avrupa Birliği’nde Yerel Yönetimlerin Mali Yapısı”, 17.Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Avrupa Birliğine Geçiş Süreci ve Türk Kamu<strong>Maliye</strong>sinin Uyumu, 22-25 Mayıs Fethiye, Ankara: TÜRMOB Yayınları, s. 278-284.[38] Falay, Nihat (2000) “Yerel Yönetimlerde Performans Ölçümü: Bir Ön Çalışma”, 15.Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türk Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve BuYapılanmada Performans Yönetimi ve Denetiminin Yeri, 15-17 Mayıs Antalya,Antalya: Akdeniz Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 377-410.[39] Falay, Nihat (1996) “Yerel Yönetimlerin Finansman Açıkları”, X. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Kamu Kesimi Finansman Açıkları, 14-18 Mayıs 1994 Antalya, İstanbul:İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 205-228.[40] Güner, Ayşe (2000) “Mali Özerklik Çerçevesinde Yerel Yönetimlerin GelirleriÜzerine Bir Değerlendirme”, 20. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de YenidenMali Yapılanma, 23-27 Mayıs Pamukkale, Denizli: Pamukkale Üniversitesi İİBF<strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 220-229.[41] Günlük Şenesen, Gülay (2000) “Bütçe Ödeneklerinin Değerlendirilmesinde NicelYaklaşımlar”, 15. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türk Mali Yönetiminin YenidenYapılandırılması ve Bu Yapılanmada Performans Yönetimi ve Denetiminin Yeri, 15-17Mayıs Antalya, Antalya: Akdeniz Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 345-376.[42] Günlük Şenesen, Gülay (1998) “Kamu Harcamalarının Ölçülmesi Üzerine BirDeneme: Savunma Harcamaları”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997,Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 277-295.[43] Heper, Fethi ve Ahmet Ak (2008) “Kayıt Dışı Ekonomi ve Vergi SosyolojisininKayıt Dışılığı Belirlemedeki Önemi (Kanada ve Türkiye’den Sosyolojik ÇalışmaÖrnekleri)”, 23. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, Antalya 2008, Ankara: HacettepeÜniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, 271-288.[44] İyidiker, Hikmet (2002) “Küreselleşme Sürecinin Ekonomi Üzerindeki Etkileri veKamu Harcamaları (Türkiye 1980-2000)”, XVI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de 1980 <strong>Sonra</strong>sı Mali Politikalar, Manisa 2001, Manisa: Celal BayarÜniversitesi İİBF, s. 69-82.[45] İyidiker, Hikmet (1989) “Kamu İktisadi Teşebbüslerinde Özelleştirme: Türkiye’dekiDurum”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir, İzmir: DokuzEylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 176-190.[46] İyidiker, Hikmet ve Metin Altıok (1998) “1980 <strong>Sonra</strong>sı İstikrar Politikası AracıOlarak Türkiye’de <strong>Maliye</strong> Politikası”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs1997, Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 181-205.[47] İyidiker, Hikmet ve Yasemin Özuğurlu (2003) “Türkiye’de Kamu İç BorçlanmasınınReel Kesim Üzerindeki Etkileri”, XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’deKamu Borçlanması, 12-16 Mayıs Girne, İstanbul: Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong>Araştırma ve Uygulama Merkezi, s. 475-487.[48] Karakaş, Eser (2000) “Dünyada Kamu Mali Yönetimi ve Şeffaflık”, 15. Türkiye<strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türk Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve BuYapılanmada Performans Yönetimi ve Denetiminin Yeri, 15-17 Mayıs Antalya,Antalya: Akdeniz Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 19-25.[49] Karakaş, Eser (2000) “Kamu Açıklarının Finansmanında Kamu Taşınmaz Malları”,XIV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Kamu Kesimi Finansmanında Vergi Dışı Normal56


Gelirler ile Özel Gelirler ve Fonlar, Eskişehir 1999, Eskişehir: Anadolu ÜniversitesiİİBF, s. 83-86.[50] Karakaş, Eser (1996) “AB Üyesi Ülkelerde Kamu Kesimi Finansman Açıkları”, X.Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu Kesimi Finansman Açıkları, 14-18 Mayıs 1994Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s.91-104.[51] Karakaş, Eser (1992) “Dolaylı Vergilerin İstikrar Etkileri”, VIII. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türkiye’de Vergileme Sorunları ve Ekonomik İstikrar, 12-15 Mayıs 1992Uludağ, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, Bursa,s. 11-18.[52] Karakaş, Eser (1989) “Ricardocu Denklik Teoremi Üzerine”, V. Türkiye <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu, 22-24 Mayıs 1989 Aydın, Ankara: Gazi Üniversitesi İktisadi veİdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 9-14.[53] Karakaş, Eser ve Pınar Akkoyunlu (1998) “Mali Kriz Göstergeleri-Uluslararası BirKarşılaştırma”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997, Antalya, İstanbul:İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 17-34.[54] Karakoç, Yusuf (2008) “Vergi (Hukuku) Alanının Düzenleme, Uygulama veYargılama Sorunları”, 23. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, Antalya 2008, Ankara:Hacattepe Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, 301-313.[55] Karakoç, Yusuf (2004) “Hukuki Nedenlerden Kaynaklanan Vergi Kayıp veKaçakları”, 19. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Türkiye’de Vergi Kayıp ve Kaçakları,Önlenmesi Yolları, 10-14 Mayıs 2004, Antalya, Ankara: Yaklaşım Yayıncılık, s. 90-114.[56] Karakoç, Yusuf (2003) “Kamu Kesimi İç Borçlanma İşlemlerinin Hukuki Niteliği”,XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Borçlanması, 12-16 MayısGirne, İstanbul: Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong> Araştırma ve Uygulama Merkezi, s. 55-88.[57] Kirmanoğlu, Hülya (1998) “Türkiye’de Gelir Bölüşümünün Yapısı ve GelirBölüşümü Politikaları”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997, Antalya,İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 77-100.[58] Kirmanoğlu, Hülya ve Aysel Arıkboğa (2003) “Türkiye’de Kamu Borç ServisininBütçe İçi Etkileri: 1950-2001”, XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de KamuBorçlanması, 12-16 Mayıs Girne, İstanbul: Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong> Araştırma veUygulama Merkezi, s. 463-472.[59] Kirmanoğlu, Hülya ve Murat Çak (2000) “Kamu Kesiminde Performans Ölçümü”,15. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türk Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması veBu Yapılanmada Performans Yönetimi ve Denetiminin Yeri, 15-17 Mayıs Antalya,Antalya: Akdeniz Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 315-344.[60] Kirmanoğlu, Hülya ve Binhan Elif Yılmaz (2007) “<strong>Maliye</strong> Teorisi’nin Çıkmazı:Küresel Kamusal Mallar (Kalkınma Yardımları İçinde Küresel Kamusal MallarınFinansmanı)”, 21. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu <strong>Maliye</strong>sinde GüncelGelişmeler, 10-14 Mayıs Antalya, Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart ÜniversitesiBiga İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 169-193.[61] Kızılot, Şükrü ve Şafak Ertan Çomaklı (2004) “Vergi Kayıp ve Kaçakları veKayıtdışı Ekonomi İlişkisi ve Boyutlarının Mevzuat Açısından Değerlendirilmesi”, 19.57


Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Türkiye’de Vergi Kayıp ve Kaçakları, Önlenmesi Yolları,10-14 Mayıs 2004, Antalya, Ankara: Yaklaşım Yayıncılık, s. 115-158.[62] Konukman, Aziz, Ali Rıza Aydın ve Oğuz Oyan (2000) “Türk Kamu MaliYönetiminin Yeniden Yapılandırılması: Tespit ve Öneriler”, 15. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türk Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Bu YapılanmadaPerformans Yönetimi ve Denetiminin Yeri, 15-17 Mayıs Antalya, Antalya: AkdenizÜniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 169-204.[63] Korkmaz, Esfender (1989) “DÇM Uygulaması ve Sonuçları”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 79-86.[64] Korkmaz, Esfender (1987) “Vergi Dışı Kaynaklar”, Türkiye II. <strong>Maliye</strong> EğitimiSempozyumu (Kamu Finansmanı Sorunları), Eskişehir 1986, Anadolu ÜniversitesiYayınları, Eskişehir, s. 51-63.[65] Morgil, Orhan (1997) “Türk Ekonomisinde Liberalleşme ve Ekonomik BütünleşmeHareketleri”, XI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Liberalizasyon Sürecinde<strong>Maliye</strong> Politikaları Açısından Kamu Ekonomisinin Özel Ekonomi Üzerindeki Etkileri,4-8 Mayıs 1995, Gazi Magosa, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü,s. 191-201.[66] Mutlu, Ayşe (2007) “Küresel Kamusal Mallar Bağlamında Salık Hizmetleri veÇevre Kirlenmesi: Üretim, Finansman ve Yönetim Sorunları”, 21. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Kamu <strong>Maliye</strong>sinde Güncel Gelişmeler, 10-14 Mayıs Antalya,Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biga İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 195-216.[67] Mutlu, Ayşe (1998) “Türkiye’de Konsolide Bütçe Kamu HarcamalarınınDeğerlendirilmesi 1981-19[9]5”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997,Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 237-258.[68] Nadaroğlu, Halil (1986) “Vergi Sisteminin Etkinliği”, Türkiye II. <strong>Maliye</strong> EğitimiSempozyumu (Kamusal Finansman Sorunları), Eskişehir 1986, Anadolu ÜniversitesiYayınları, Eskişehir, s. 1-33.[69] Nadaroğlu, Halil (1986) “Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarında Bugüne Kadarİzlenen <strong>Maliye</strong> Eğitimi ve Politikası”, Türkiye I. <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 22-24Nisan 1985 Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, s. 49-69.[70] Nadaroğlu, Halil ve Ruşen Keleş (1991) “Merkezi İdare ile Mahalli İdarelerArasındaki mali İlişkilerin Dünü ve Bugünü (Türkiye Örneği)”, VII. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu, 23-25 Mayıs Marmaris, İstanbul: Marmara Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü ve Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong> Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, s.25-52.[71] Nemli, Arif (1989) “Gelişmekte Olan Ülkelerin Dış Finansman Sorunları”, IV.Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir, İzmir: Dokuz EylülÜniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 31-51.[72] Nemli, Arif (1986) “<strong>Maliye</strong> Eğitiminde Ekonomik Yaklaşım”, Türkiye I. <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu, 22-24 Nisan 1985 Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları,Eskişehir, s. 31-43.[73] Ocakçıoğlu, Bora (1992) “Vergi Kayıp ve Kaçakları”, VIII. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türkiye’de Vergileme Sorunları ve Ekonomik İstikrar, 12-15 Mayıs 199258


Uludağ, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, Bursa,s. 41-44.[74] Öncel Mualla ve Ahmet Kumrulu (1986) “<strong>Maliye</strong> Eğitiminde Hukuki Yaklaşım”,Türkiye I. <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 22-24 Nisan 1985 Eskişehir, AnadoluÜniversitesi Yayınları, Eskişehir, s. 1-16.[75] Öncel, Türkan (1986) “Vergi Dışı Kamusal Finansmanın Kaynağı Olarak ParafiskalGelirler”, Türkiye II. <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu (Kamusal Finansman Sorunları),Eskişehir 1986, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, s. 35-50.[76] Önder, İzzettin (1990) “Vergilerin Gelir Dağılımı Üzerindeki EtkilerininAraştırılması”, VI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu- Çeşitli Açılardan Vergilemeve Sorunları, Ankara: Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 159-168.[77] Önder, İzzettin ve Hülya Kirmanoğlu (1996) “Kamu Açıklarının Tanımlanması,Ölçümü ve Etkileri”, X. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu Kesimi FinansmanAçıkları, 14-18 Mayıs 1994 Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi<strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 33-59.[78] Oyan, Oğuz (2000) “Kamu Özel Fonları ve Güncelliğini Yitirmeyen Bir TasfiyeProjesi”, XIV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Kamu Kesimi Finansmanında Vergi DışıNormal Gelirler ile Özel Gelirler ve Fonlar, Eskişehir 1999, Eskişehir: AnadoluÜniversitesi Yayınları, s. 213-240.[79] Oyan, Oğuz (1992) “İstikrar Aracı Olarak Vergi”, VIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu–Türkiye’de Vergileme Sorunları ve Ekonomik İstikrar, 12-15 Mayıs 1992 Uludağ,Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, Bursa, s. 19-21.[80] Oyan, Oğuz (1989) “Kamu <strong>Maliye</strong>si ve Türkiye’de <strong>Maliye</strong> Eğitimi”, Dışa Açılma veMali Politikalar Türkiye: 1980-1989, Ankara: Verso Yayınları, s. 311-330.[81] Oyan, Oğuz (1989) “Özelleştirmenin Özellikleri ve Türkiye”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 165-175.[82] Özel, M. Hakkı (1989) “Toplumun Devlet Anlayışının Siyasi İktisadi ve MaliSistemlere Etkileri Üzerine Bir Deneme”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 100-108.[83] Palamut, Mehmet (2002) “Ulusal Egemenlik Bağlamında Vergileme Yetkisi veTürkiye’nin AB Karşısındaki Konumu”, 17. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu-AvrupaBirliğine Geçiş Süreci ve Türk Kamu <strong>Maliye</strong>sinin Uyumu, 22-25 Mayıs Fethiye,Ankara: TÜRMOB Yayınları, s. 219-245.[84] Palamut, Mehmet (2000) “Kamu Ekonomisinde Devlet Taşınmazları ve TabiOldukları Hukuksal Rejim Hakkında Bir Değerlendirme”, XIV. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu-Kamu Kesimi Finansmanında Vergi Dışı Normal Gelirler ile ÖzelGelirler ve Fonlar, Eskişehir 1999, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi İİBF, s. 61-73.[85] Palamut, Mehmet (1997) “Entegrasyon Andlaşmalarının Yarattığı Hukuksal Sorularve Norm Çatışması”, XI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Ekonomisi veMali Kriz, 4-8 Mayıs 1995 Gazi Magosa, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 149-156.[86] Palamut, Mehmet ve Mehmet E. Altundemir (2003) “Kamu Borç YönetimindeEnflasyonun Oynadığı Rol ve Türkiye Gerçeği”, XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –59


Türkiye’de Kamu Borçlanması, 12-16 Mayıs Girne, İstanbul: Marmara Üniversitesi<strong>Maliye</strong> Araştırma ve Uygulama Merkezi, s. 363-382.[87] Palamut, Mehmet ve Mehmet Yüce (2002) “Türkiye’de 1980-2000 DönemindeGerçekleşen Gelir Dağılımının İstenen Vergi ile Eğitim ve Sağlık Harcamaları İlişkisi”,XVI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de 1980 <strong>Sonra</strong>sı Mali Politikalar, Manisa2001, Manisa: Celal Bayar Üniversitesi İİBF, s. 379-399.[88] Pınar, Abuzer (2008) “Kamu Sektöründe Yeniden Yapılanma Sürecinde İstihdam veÜcret”, 22. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Mali Yapılanma Sürecinde Stratejik Yönetimve Sosyal Güvenlik Sisteminin Kamu <strong>Maliye</strong>sine Etkileri, Antalya 2007, İstanbul:Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 237-250.[89] Pınar, Abuzer (2000) “Türkiye’de Net Mali Yansıma: DİE Hanehalkı Verileri ile BirTahmin Denemesi”, 20. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Yeniden MaliYapılanma, 23-27 Mayıs Pamukkale, Denizli: Pamukkale Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong>Bölümü, s. 206-218.[90] Pınar, Abuzer ve Yasemin Özuğurlu (2008) “Küreselleşme Sürecinde VergiYapılarındaki Dönüşüm: Türkiye Küresel Yapının Neresinde?”, 23. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu, Antalya 2008, Ankara: Hacettepe Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, 45-69.[91] Pınar, Abuzer ve Güven Sak (2002) “Avrupa Birliği Kapsamında Devlet Yardımlarıve Türkiye’de Kamu Bankacılığı Deneyimi Üzerine Gözlemler”, 17. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu-Avrupa Birliğine Geçiş Süreci ve Türk Kamu <strong>Maliye</strong>sinin Uyumu, 22-25Mayıs Fethiye, Ankara: TÜRMOB Yayınları, s. 318-349.[92] Sak, Güven (1998) “Türkiye’de Sosyal Güvenlik Sisteminin Sorunları ve ÇözümÖnerileri”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997, Antalya, İstanbul:İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 109-131.[93] Sak, Güven ve Sinan Sönmez (2000) “Kamu Hesaplarında Saydamlık ve BorçYönetimi”, 15. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türk Mali Yönetiminin YenidenYapılandırılması ve Bu Yapılanmada Performans Yönetimi ve Denetiminin Yeri, 15-17Mayıs Antalya, Antalya: Akdeniz Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 77-109.[94] Savaş, Vural (1997) “Türkiye’de Liberalizasyon Sürecinde <strong>Maliye</strong> PolitikalarınınÖzel Ekonomi Üzerindeki Göre Etkinliği”, XI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Ekonomisi ve Mali Kriz, 4-8 Mayıs 1995 Gazi Magosa, İzmir: DokuzEylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 1-14.[95] Saygılıoğlu, Nevzat (1992) “Vergi Kayıp ve Kaçakları”, VIII. Türkiye <strong>Maliye</strong>Sempozyumu –Türkiye’de Vergileme Sorunları ve Ekonomik İstikrar, 12-15 Mayıs 1992Uludağ, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, Bursa,s. 45-48.[96] Şenatalar, Burhan (1990) “Enflasyon ve Vergileme (Yorum)”, VI. Türkiye <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu- Çeşitli Açılardan Vergileme ve Sorunları, Ankara: HacettepeÜniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 34-40.[97] Şenatalar, Burhan (1989) “1980’lerde Gelişmiş Kapitalist Ülkelerde Kamu <strong>Maliye</strong>siAlanında Gelişmeler”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir,İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 147-164.[98] Şener, Orhan (1998) “Türkiye’de Optimal Kaynak Ayrımından Sapmalar (SosyalHizmetler Örneği)”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997, Antalya,İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 221-235.60


[99] Şener Orhan (1996) “Türkiye’de Kamu Sektörünün Optimal Büyüklüğü”, X. Türkiye<strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu Kesimi Finansman Açıkları, 14-18 Mayıs 1994 Antalya,İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 379-410.[100] Şener, Orhan (1990) “AET ve OECD Reform Eğilimleri Yönünden Türk VergiSisteminin Ekonomik Analizi”, VI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu- ÇeşitliAçılardan Vergileme ve Sorunları, Ankara: Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdariBilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 66-86.[101] Şener, Orhan (1988) “Eğitim Ekonomisinin Temel İlkeleri” III. Türkiye <strong>Maliye</strong>Eğitimi Sempozyumu, 23-26 Nisan 1987 Gebze, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisatFakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 5-22.[102] Seviğ, Veysi (2003) “International Monetary Fund (IMF) ile Yapılan Borçlanma<strong>Maliye</strong>ti Hesaplamaları”, XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de KamuBorçlanması, 12-16 Mayıs Girne, İstanbul: Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong> Araştırma veUygulama Merkezi, s. 163-171.[103] Seviğ, Veysi (1998) “Mali Kriz Ortamında Uygulanan Politikaların HukuksalBoyutları ve Yeterliliği”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997, Antalya,İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 47-62.[104] Seviğ, Veysi (1996) “Kayıtdışı Ekonominin Kamu Kesimi Finansman AçıklarınınOluşumu ve <strong>Maliye</strong> Politikaları Üzerine Etkisi: Türkiye Modeli Üzerine Bir Çalışma”,X. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Kamu Kesimi Finansman Açıkları, 14-18 Mayıs 1994Antalya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s.105-113.[105] Sönmez, Sinan (1994) “Bütçe Açıklarının Finansmanı ve Enflasyon”, IX. Türkiye<strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Bütçe Harcamaları, 6-8 Mayıs 1993, Antalya, Adana:Çukurova Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 209-222.[106] Sönmez, Sinan (1988) “Sağlık Hizmetleri Finansmanının Boyutları ve BunalımınEtkileri” III. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 23-26 Nisan 1987 Gebze, İstanbul:İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 33-55.[107] Sönmez, Sinan ve Erkut Gömülü (1989) “Azgelişmiş Ülkelerin Dış BorçlanmaSüreci Üzerinde Bunalımın Etkileri (Özet)”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu,26-28 Mayıs İzmir, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 53-66.[108] Tekin, Fazıl (1988) “Türkiye’de Sağlık Hizmetleri ve Finansmanı Sorunu” III.Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 23-26 Nisan 1987 Gebze, İstanbul: İstanbulÜniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Araştırma Merkezi, s. 56-85.[109] Temelli, Sezai (2003) “Türkiye’de Borçlanma-Yoksulluk Dinamikleri: 1990-2002(Kamusal Yoksulluk Endeksi Denemesi)”, XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de Kamu Borçlanması, 12-16 Mayıs Girne, İstanbul: Marmara Üniversitesi<strong>Maliye</strong> Araştırma ve Uygulama Merkezi, s. 543-556.[110] Tuncer, Selahattin (1986) “Türkiye’de <strong>Maliye</strong> Eğitimine Kamu ve Özel KesimdenYönelen Talep”, Türkiye I. <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 22-24 Nisan 1985 Eskişehir,Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, s. 79-89.[111] Uluatam, Özhan (1990) “Enflasyon ve Vergileme”, VI. Türkiye <strong>Maliye</strong> EğitimiSempozyumu- Çeşitli Açılardan Vergileme ve Sorunları, Ankara: HacettepeÜniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 17-33.[112] Yıldırım, Erhan ve Refia Yıldırım (2002) “1980 <strong>Sonra</strong>sı Uygulanan <strong>Maliye</strong>Politikaları ve Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri”, XVI. Türkiye <strong>Maliye</strong>61


Sempozyumu –Türkiye’de 1980 <strong>Sonra</strong>sı Mali Politikalar, Manisa 2001, Manisa: CelalBayar Üniversitesi İİBF, s. 7-24.[113] Yıldırım, Erhan ve Refia Yıldırım (1998) “Türkiye’de İktisadi Dalgalanmalar ve<strong>Maliye</strong> Politikası”, XII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu, 15-17 Mayıs 1997, Antalya,İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 143-171.[114] Yıldırım, Refia (2002) “Türkiye’de 1980 <strong>Sonra</strong>sı Vergi Politikalarının OptimumVergi Kuramına Göre Değerlendirilmesi”, XVI. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de 1980 <strong>Sonra</strong>sı Mali Politikalar, Manisa 2001, Manisa: Celal BayarÜniversitesi İİBF, s. 161-171.[115] Yıldırım, Refia (1989) “Kamu Mallarının Özelleştirilmesinde KullanılanYöntemler”, IV. Türkiye <strong>Maliye</strong> Eğitimi Sempozyumu, 26-28 Mayıs İzmir, İzmir:Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF <strong>Maliye</strong> Bölümü, s. 191-203.[116] Yılmazcan, Dilek (2003) “Türkiye’de Dış Borç Yönetiminin Koordinasyonu veYabancı Ülke Uygulamaları”, XVIII. Türkiye <strong>Maliye</strong> Sempozyumu –Türkiye’de KamuBorçlanması, 12-16 Mayıs Girne, İstanbul: Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong> Araştırma veUygulama Merkezi, s. 231-249.[117] Yılmazcan, Dilek (2000) “Bütçe Hakkı ve Bütçe Uygulamaları”, XIII. Türkiye<strong>Maliye</strong> Sempozyumu-Anayasal Mali Düzen 14-16 Mayıs 1998 Bodrum, İstanbul:Marmara Üniversitesi <strong>Maliye</strong> Araştırmaları Merkezi, s. 163-172.62

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!