SAYI-11-Kasim
SAYI-11-Kasim
SAYI-11-Kasim
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ELLERİN<br />
Senin ellerin var ya;<br />
Nura ulaşmış ellerin,<br />
Ellerin zaman aşımı.<br />
Ellerin sabah kadar,<br />
Aydınlık biliyorsun.<br />
Senin ellerinde umut,<br />
Senin ellerinde yar,<br />
Ellerin anneciğim;<br />
Ellerinde dünya var.
ÇEVRESİNDEN SORUMLU ŞEHİRLER<br />
Bu ayki Sunuş’a teşekkürle başlamak istiyoruz. Çevre ve Şehir’in logo, tasarım ve muhtevasında<br />
yaptığımız değişikliklere dair sizlerden coşkulu ve olumlu geri dönüşler aldık.<br />
Bu durum bizi ziyadesiyle mutlu etti ve daha da iyi şeyler yapma noktasındaki şevkimizi<br />
katbekat artırdı. Teşekkür bunun için…<br />
Geçtiğimiz sayıda “Çevre Bizim Neyimiz Olur?” diye sormuştuk. Bu ay “Çevresinden Sorumlu<br />
Şehirler Kurmak Mümkün mü?” sorusuna cevap arıyoruz. Geleceğimizi tayin edecek<br />
bu mühim soruyu konunun uzmanlarına, sanatçılara, siyasilere ve tabii ki vatandaşlarımıza<br />
yönelttik. Oldukça çarpıcı cevaplar aldık. Bunları Kapak Konusu bölümümüzde<br />
detaylı bir şekilde bulabilirsiniz.<br />
Kadim Şehirler’de bu ay Karadeniz’in incisi Samsun’a düştü yolumuz. Samsun’u, Ömer<br />
İdris Akdin’in kaleminden temaşa etmek bir başka keyif doğrusu... Geçtiğimiz ay Başbakan<br />
Recep Tayyip Erdoğan’ın bir çocuğun elini öperken gösterildiği kare üstüne yazdığı<br />
“Bütün Seslerin Ötesi”nde yazısıyla büyük beğeni toplayan Akdin’in Samsun izlenimleri,<br />
“İki Irmak Arasından Karadeniz’e Yakılan Türkü: Samsun” başlığını taşıyor. Samsun’a dair<br />
yazılarımız bununla sınırlı değil. Yine Akdin’in kaleme aldığı “Samsun: Bir Kentin Farkına<br />
Varmak” başlıklı okuma parçası ve Mustafa Karaosmanoğlu’nun “Taşralı Bir Çocuğun<br />
Şehir Fetihleri” başlıklı doyumsuz satırları da Samsun’un emsalsiz güzellikleri hakkında<br />
ipuçları veriyor. Şehir Yüzlü İnsanlar dosyamızın konuğu Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil<br />
hocamızı da Samsun üzerinden sizlerle buluşturuyoruz. Ahmet Usta’nın “Şehir Sayıklamaları”<br />
ile Aytekin Aydın’ın “Şehri Dışından Görmek” başlıklı yazıları ise şehrin gizemleri<br />
üstüne enfes çağrışımlara kapı aralıyor.<br />
Şehir Söyleşileri’nde konuk ettiğimiz Prof. Dr. Erol Göka, “Doğayı sömürerek ve köleleştirerek<br />
mi uygarlaşacağız, yoksa doğayı eşimiz gibi mi göreceğiz?” diye soruyor. Başarılı<br />
kariyeri ve isabetli tespitleriyle dikkatleri üzerine çeken Göka, bu can alıcı sorunun tarihteki<br />
karşılığını şöyle özetliyor: “Modern Batı uygarlığına kadar tüm uygarlıklar, özellikle<br />
İslam uygarlığı, doğayı eş olarak görmeyi başarabildi; ama bugün biz modernler, maalesef<br />
doğaya eşimiz gibi davranmıyoruz.”<br />
Ekim sayımızın en dikkat çeken yeniliklerinden biri olan “Şehrin Çocukları” bölümümüz,<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı web sitesi altında açılan “Çevre, Şehir ve Çocuk” web sitesiyle<br />
de uyum sağladı. Bakanlığın çocuklara yönelik bilinçlendirme çabaları bununla<br />
kalmıyor. Şimdilik pilot illerde kurulan Çevreci Çocuk Kulübü’ne üye olanlar önce Mavi,<br />
ardından Yeşil Kart sahibi olarak özel birtakım haklara kavuşacaklar, mağazalardan ucuz<br />
alışveriş yapıp, otobüs biletlerini ekstra indirimli alacaklar. Bunlar Türkiye adına önemli<br />
gelişmeler. Emeği geçenler yürekten bir teşekkürü hak ediyorlar. Bakanlığın çevre bilinçlendirme<br />
gayretlerinin en güzel örneklerinden biri de çevreci gazetecilere yönelik. Çevreye<br />
duyarlı basın kuruluşlarına “Çevre Beratı” takdim eden Bakan Erdoğan Bayraktar’ın,<br />
“Daha iyi çevre, daha iyi şehirleşme için çalışıyoruz.” sözleri, bu alandaki gayretlerin artarak<br />
devam edeceğini gösteriyor.<br />
ÖÇK Bölgeleri dosyamızda bu ay bir masal diyarının, Uzungöl’ün büyüsüne davet ediyoruz<br />
sizleri… Hayranlık uyandıran fotoğraflarla süslü tek dosyamız Uzungöl değil… Aydın<br />
Derin, “Yeryüzü Tanıkları: Simgesel Ağaçlar” dosyasında dünya genelindeki on simgesel<br />
ağacın şaşırtıcı hikâyelerini harikulade fotoğraflar eşliğinde anlatırken, Yılmaz Deniz Aydemir,<br />
“Elektronik Atıklar Çevre İçin Ciddi Tehdit” ve “Dünya Yetmiyor” yazılarında yine<br />
ilginç konulara yelken açıyor. Çevre Testi’nde ise bu ay “Tehlike Altındaki Türler” teması<br />
işleniyor.<br />
Her sayıda daha tatminkâr bir dergiyle huzurlarınıza çıkabilmek için değerli katkı ve önerilerinizin<br />
devamını bekliyoruz.<br />
Saygılarımızla…
YIL: 1 | <strong>SAYI</strong>: <strong>11</strong> | KASIM 2012<br />
DB Yapım Ajans adına<br />
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü<br />
Şenol Selçuk Turan<br />
Yayın Koordinatörü<br />
Ahmet Usta<br />
Yayın Kurulu<br />
Hüseyin Güç<br />
Mustafa Karaosmanoğlu<br />
Yılmaz Deniz Aydemir<br />
Necati Eren<br />
Haber Merkezi<br />
Arif Mehmet İpek<br />
Veli Yıldız<br />
Sevilay Esen<br />
Hazal Çelik<br />
Metin Kakar<br />
Reklam<br />
Yakup Türkmen<br />
Tasarım<br />
DB Yapım<br />
Mehmet S. Fidancı<br />
Fotoğraflar<br />
Selahattin Aydınlı<br />
Mustafa Demirel<br />
Sıtkı İlanbey<br />
Yönetim Yeri<br />
Aşağı Öveçler Mahallesi<br />
1333 Sokak No: 17/12<br />
Çankaya, Ankara<br />
Tel: 0 312 472 47 45<br />
Faks: 0 312 472 47 46<br />
Türü<br />
Yaygın Süreli<br />
Baskı<br />
Fersa Ofset Baskı Tesisleri, Ankara<br />
Tel: 0 312 386 17 00<br />
Basım Tarihi<br />
Kasım 2012 – Ankara<br />
ISSN 2147-1649<br />
(Ücretsizdir)<br />
BAKANLIKTAN KISA HABERLER .................................. 06<br />
DUYARLI MEDYAYA ÇEVRE BERATI ..........................10<br />
VAN’DA AFET KONUTLARININ ANAHTARLARI<br />
TESLİM EDİLDI ..................................................................12<br />
ÇEVRECİ ÇOCUKLAR YAŞADI! ......................................14<br />
ÇEVRESİNDEN SORUMLU ŞEHİRLER KURMAK<br />
(KAPAK KONUSU - SORUŞTURMA) .......................... 16<br />
OSMANLI TAPULARI İÇİN<br />
ULUSLARARASI KONGRE ...........................................23<br />
ELEKTRONİK ATIKLAR ÇEVRE İÇİN<br />
CiDDi TEHDiT! .............................................................. 26<br />
YERYÜZÜ TANIKLARI: SİMGESEL<br />
AĞAÇLAR / Aydın DERİN ......................................... 46<br />
DİLE DÜŞEN RESİMLER .............................................. 54<br />
İÇE DOKUNAN ADAMLAR:<br />
MUHAMMED İKBAL ....................................................... 55<br />
DÜNYA YETMİYOR<br />
Yılmaz Deniz AYDEMİR ........................................... 56<br />
16 32<br />
ÇEVRESİNDEN SORUMLU<br />
ŞEHİRLER KURMAK<br />
Tabir caizse eğer çevre ile şehir; erkek ile kadının<br />
izdivacı gibi bir birliktelik sahibidirler. Birbirlerinden<br />
farklıdırlar ama birbirlerine muhtaçtırlar.<br />
KADİM ŞEHİRLER: SAMSUN<br />
Ömer İdris AKDİN ........................................................... 64<br />
ŞEHİR <strong>SAYI</strong>KLAMALARI / Ahmet USTA ................. 74<br />
ŞEHRİ DIŞINDAN GÖRMEK<br />
Aytekin AYDIN ............................................................. 75<br />
TAŞRALI BİR ÇOCUĞUN ŞEHİR FETİHLERİ<br />
Mustafa KARAOSMANOĞLU ...................................... 76<br />
İNSAN VE ESER: FRANK LLOYD WRIGHT<br />
Osman MİMAROĞLU.................................................. 82<br />
H 2O VE UNUTMANIN SULARI<br />
Hüseyin GÜÇ ................................................................... 84<br />
ŞEHRİN ÇOCUKLARI<br />
Hüseyin GÜÇ...................................................................88<br />
BİLİNÇ TESTİ<br />
TEHLİKE ALTINDAKİ TÜRLER ....................................... 92<br />
KİTAP TANITIM ................................................................ 94<br />
ÖZEL ÇEVRE KORUMA: UZUNGÖL<br />
Türkiye’nin ekoturizm potansiyeli yüksek<br />
bölgelerinden biri olan Uzungöl’de 658 bitki<br />
taksonu, 90 memeli, 250 kuş türü belirlenmiş,<br />
Uzungöl Çuha Çiçeği bilim dünyasının<br />
dikkatine sunulmuştur.
12<br />
VAN’DA AFET<br />
KONUTLARININ<br />
ANAHTARLARI<br />
TESLİM EDİLDI<br />
Van depreminin ardından<br />
TOKİ tarafından<br />
inşa edilen 15 bin 341<br />
adet afet konutunun<br />
anahtar teslim törenini<br />
Başbakan Erdoğan’ın<br />
katılımıyla gerçekleştirildi.sorununu<br />
ortadan<br />
kaldıracaklarını söyledi.<br />
38 64 78<br />
ŞEHİR SÖYLEŞİLERİ<br />
EROL GÖKA<br />
Prof. Dr. Erol Göka: “Modern Batı uygarlığına<br />
kadar tüm uygarlıklar, özellikle İslam<br />
uygarlığı, doğayı eş olarak görmeyi başarabildi;<br />
ama bugün biz modernler, maalesef<br />
doğaya eşimiz gibi davranmıyoruz.”<br />
KADİM ŞEHİRLER: SAMSUN<br />
“Karadeniz kenarında var idi<br />
İki kal’a ki Samsun dirler idi<br />
Birisi kafirindi ol hisarın<br />
Biri mülki idi İsfendiyarın”<br />
ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR<br />
ALİ FUAT BAŞGİL<br />
Hürriyet sevdalısı bir hukukçu olarak her<br />
türlü baskıcı sistemi reddeden ve bu uğurda<br />
hapis yatan, yıldızının bir türlü barışmadığı<br />
darbecilerden tehditler alan Ord. Prof.<br />
Dr. Ali Fuat Başgil, konuştuğu kürsülerden<br />
“Yaşasın millet!” diye haykırarak inerdi.
KISA HABERLER<br />
ALO 181 ÇEVRE VE<br />
ŞEHİRCİLİK HATTI<br />
ÇOK YAKINDA<br />
FAALİYETE GEÇİYOR<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vatandaşla<br />
bire bir iletişim kurabilmek ve<br />
sorunların kaynağına acil müdahalede<br />
bulunmak için hazırladığı “ALO 181<br />
Çevre ve Şehircilik Hattı” çok yakında<br />
faaliyete geçecek. 75 kişinin istihdam<br />
edileceği çağrı merkez, vatandaştan<br />
gelen her türlü bilgi ihtiyacını<br />
karşılayacak. Gelen başvurular kayıt<br />
altına alınacak. Kayıt altına alınan<br />
bilgiler ilgili birimlere aktarılacak.<br />
Alo 181 Çevre ve Şehircilik hattını kurmaktaki<br />
temel gayenin vatandaşların<br />
duyarlılığını arttırmak olduğunu kaydeden<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan<br />
Bayraktar, “24 Saat kesintisiz hizmet<br />
sunacak sistemle birlikte kirliliğin kaynağına<br />
ulaşılacak. Bu noktada vatandaşımıza<br />
çok büyük görevler düşüyor.<br />
Vatandaşı bilgilendirmede SMS yöntemi<br />
kullanılacak.” dedi.<br />
“ALO 181” hattının kentsel dönüşüme<br />
büyük katkı sağlayacağının altını çizen<br />
Bayraktar, “Bu işi vatandaşla birlikte<br />
başaracağız. Vatandaşımızın bilmediği<br />
birçok konu var. Soru işaretlerini ortadan<br />
kaldırmak için bu tip bir çalışma içerisinde<br />
bulunduk. İnanıyorum ki kentsel<br />
dönüşüme vatandaşlarımız da destek<br />
verecek. Hep birlikte bu işin üstesinden<br />
geleceğiz.” diye konuştu.<br />
AKÜLERİN YÜZDE 70’İ<br />
GERİ DÖNÜŞÜYOR<br />
Türkiye her yıl yaklaşık 80 Bin ton civarında<br />
akümülatör piyasaya sürülüyor<br />
Piyasaya sürülen 80 Bin ton akünün<br />
yaklaşık %70’i toplanarak ekonomiye<br />
geri kazandırılıyor. Toplanan ve geri<br />
kazanılan atık akümülatörler, 2005<br />
yılından itibaren Çevre ve Şehircilik<br />
Bakanlığı tarafından kayıt altına alını-<br />
6<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA<br />
yor. 2005 yılında kayıt altına alınan atık<br />
akümülatör miktarı; yaklaşık 10 Bin ton<br />
iken, bu rakam 2010 yılında 55 Bin tona,<br />
20<strong>11</strong> yılında ise 59 Bin tona ulaştı.<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, uygulamanın<br />
başladığı 2005’ten bu yana<br />
geçen 7 yılda 297 bin 715 ton atık akü<br />
topladı. Toplanan ömrünü tamamlamış<br />
akülerden 178 bin 629 ton kurşun elde<br />
edildi. Akülerin dönüşümü sayesinde 41<br />
bin MWH enerji tasarrufu sağlandı. Toplanan<br />
atık akümülatörün geri kazanım<br />
tesislerine maliyeti 565.658.000 TL.<br />
Geri kazanım sonucu elde edilen kurşunun<br />
satışından ise yaklaşık 714.516.000<br />
TL kazanç sağlanıyor.<br />
VATANDAŞIN %80’İ<br />
KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ<br />
DESTEKLİYOR<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının afet<br />
riski altındaki alanları yenilemek için<br />
başlattığı yenileme çalışmaları devam<br />
ederken Bakanlığa bir destek de<br />
vatandaştan geldi. Türkiye’nin 32 ilinde<br />
18 yaşın üzerindeki 4285 kişi ile yapılan<br />
anketten memnuniyet, güven ve destek<br />
çıktı.<br />
Çıkan sonuçlar, çıkarılan kentsel<br />
dönüşüm yasasının ne kadar gerekli<br />
olduğunu gösterirken, vatandaşın %<br />
80’i kentsel dönüşümü destekliyor.<br />
Dönüşüm için evini boşaltmaya hazır<br />
olan Türk halkının % 70’i hükümete<br />
ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan<br />
Bayraktar’a güveniyor.<br />
Ankette vatandaşın %75’inin zorunlu<br />
deprem sigortasının olmadığı anlaşılırken,<br />
vatandaşın geneli yaşadığı yapının<br />
depreme karşı dayanıklı olup olmadığını<br />
yetkili kuruluşlara inceletmiyor.<br />
HURDA GEMİLERDEN<br />
10 MİLYAR DOLARLIK<br />
KATMA DEĞER<br />
SAĞLANDI<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ömrünü<br />
tamamlamış gemileri ekonomiye<br />
geri kazandırdı. Gemi sacları<br />
haddehanelerde lama, silme, kare ve<br />
köşebent gibi ürünlere dönüştü.<br />
Atıkların dönüşümüyle ilgili olarak<br />
sektörden kazanılan miktarın çok ciddi<br />
boyutlarda olduğunu ve ekonomiye bü-<br />
yük katkı sağlandığını açıklayan Bakan<br />
Bayraktar, “Hurda gemilerden 10 milyar<br />
dolarlık katma değer sağlandı. 22 Ekim
KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA<br />
2012 itibarıyla, gemi söküm tesislerine<br />
gelen 235 adet geminin 5 adedi askeri<br />
gemi, geri kalan 230 adedi ise ticari<br />
gemi olup bu gemilerden toplam 785<br />
bin ton hurda elde edildi. Bu miktarın<br />
yıl sonunda 850 bin ton olacağı beklenmekte.<br />
2003 yılında 47 milyon dolar<br />
olan satış bedeli Ekim 2012 yılı itibarıyla<br />
432 milyon dolardır. Türkiye, gemilerin<br />
dönüşümde yeşil ülke profilindedir.”<br />
dedi.<br />
Öte yandan Avrupa Komisyonu Brüksel<br />
Atık Departmanı Başkanı ve temsilcileri<br />
ile Uluslararası Denizcilik Örgütü<br />
Yetkilisi Aliağa Gemi Geri Dönüşüm<br />
Bölgesini, 18-19 Ekim 2012 tarihlerinde<br />
ziyaret ettiler. Çevre ve Şehircilik<br />
Bakanlığı ve Ulaştırma Denizcilik ve<br />
Haberleşme Bakanlığı ortak olarak<br />
yapılan çalışmalar ve mevzuat hakkında<br />
komisyonu bilgilendirdi. Sahada teknik<br />
gezi de yapan Komisyon temsilcileri<br />
Aliağa’ya tam not verdi.<br />
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE<br />
MÜCADELEDE<br />
HERKESE ÖNEMLİ<br />
GÖREV DÜŞÜYOR<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi<br />
Genel Müdürü Mehmet Baş, iklim<br />
değişikliğinin etkilerin en aza indirmenin<br />
yollarını anlattı. “Küçük önlemlerle<br />
büyük sonuçlar elde edebiliriz.” diyen<br />
Baş, vatandaşa düşen görevleri şöyle<br />
sıraladı:<br />
• Tasarruflu ampuller kullanın.<br />
• Elektrikli cihazlarınızı stand-by (bekleme)<br />
konumunda bırakmayın.<br />
• Şarj cihazlarınızı kullanmadığınız<br />
zaman fişe takılı tutmayın.<br />
• Çamaşır ve bulaşık makinenizi tam<br />
dolduğunda çalıştırın.<br />
• Buzdolabınızın ve dondurucunuzun<br />
yerini değiştirin.<br />
• Eski buzdolaplarınızı düzenli olarak<br />
defrost (buz çözdürme) yapın.<br />
• Daha az sıcak su kullanın.<br />
• Yemek pişirirken, su kaynatırken, tencerenizin<br />
kapağını kapalı tutun.<br />
• Evinizin yalıtımını iyileştirin.<br />
• Yeni beyaz eşya alırken A enerji sınıfını<br />
tercih edin.<br />
• Güneş enerjisi kullanın.<br />
• Evinizdeki atıkları geri dönüşüme verin<br />
ya da yeniden kullanın.<br />
• Alışveriş yaparken büyük ambalajı<br />
tercih edin.<br />
• Küçük ambalaj gerektiren ürünlerde<br />
doldurulabilir olanları tercih edin.<br />
• Donmuş değil, taze gıda tüketin.<br />
• Yürümeyi, bisiklete binmeyi, toplu<br />
taşıma araçlarını tercih edin.<br />
• Aracınızın bakımlarını zamanında<br />
yaptırın.<br />
• Taşıtlarınızın lastiklerinin havasını<br />
haftada bir kontrol edin.<br />
• Az yakıt tüketen araçları tercih edin.<br />
• Bir ağaç dikin.<br />
SERVER EFENDİ<br />
SERGİ SALONU<br />
ZİYARETÇİLERİNİ<br />
BEKLİYOR<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı<br />
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün<br />
açtığı “Server Efendi Sergi Salonu ziyaretçilerini<br />
bekliyor. Tapu ve Kadastro<br />
Genel Müdürlüğü binasında, hafta içi<br />
mesai saatleri içerisinde halkın ziyaret<br />
edebileceği Server Efendi Sergi<br />
Salonu'nda Osmanlı Devleti'nde XIV.<br />
Yüzyılın sonlarından Cumhuriyet'in ilk<br />
yıllarına kadar uzanan geniş bir zaman<br />
diliminde oluşturulmuş arşiv dokümanları<br />
sergileniyor.<br />
Sergi salonunda 64 metre uzunluğunda<br />
ceylan derisi üzerine yazılmış Fatih Sultan<br />
Mehmed'in Ayasofya Vakfiyesi'nden<br />
çeşitli dönemlere ait tapu senedi ve<br />
tahrir defter örneklerine; tezhip ve hat<br />
sanatının en güzel örneklerinin ortaya<br />
konulduğu çeşitli defter ve belgelerden<br />
mühür, harita ve el yazmalarına kadar<br />
çeşitli eserlerin örnekleri yer alıyor.<br />
Ayrıca, Atatürk'e ait tapu örnekleri ile<br />
kendi imzasını taşıyan kayıtlar da burada<br />
görmek mümkün.<br />
FETHİYE’DE 6 FARKLI<br />
BİTKİ TOPLULUĞU<br />
18 FARKLI HABİTAT<br />
SINIFI TESPİT EDİLDİ<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Fethiye-Göcek<br />
Özel Çevre Koruma Bölgesinde<br />
2010 yılında başlattığı proje sonuçlandı.<br />
Fethiye-Göcek ÖÇK bölgesindeki<br />
biyolojik çeşitliliği araştıran bakanlık 6<br />
farklı bitki topluluğu, 18 farklı habitat<br />
sınıfı tespit etti. Ayrıca bölgede 126 kuş<br />
türü, <strong>11</strong>7 böcek türünün olduğu belirlendi.<br />
Bölgede tespit edilen en önemli<br />
memeli türü su samuru olurken, kuşlar<br />
açısından en uygun yerler Kocagöl,<br />
Baldırnaz Gölü ve Küçük Dalyan Gölü<br />
ve çevresindeki sulak alanlar olarak<br />
belirlendi.<br />
Projenin diğer önemli çıktıları ise şöyle:<br />
Keçiler özellikle maki ve frigana<br />
habitatlarına büyük zarar verdikleri<br />
için hayvancılıkla uğraşan çiftçilerin<br />
keçiden ziyade büyükbaş beslemeleri<br />
teşvik edilecek. Ağaçlandırma yapılırken<br />
bölgenin doğal türleri tercih edilecek.<br />
Doğal kızılçam ve günlük ormanlarının<br />
bulunduğu alanlarda turizm faaliyetleri<br />
sınırlandırılacak ve habitatı bozan aktiviteler<br />
azaltılacak. Düz arazide seracılık<br />
teşvik edilecek. Doğal habitatların tah-<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 7
KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA<br />
rip edilerek sera alanlarına dönüştürülmesine<br />
fırsat verilmeyecek. Anızların ve<br />
sazlıkların yakılmasına engel olunacak,<br />
gerekli müeyyideler uygulanacak. Kaçak<br />
avcılıkla mücadele edilecek.<br />
RİSKLİ BİNA<br />
TESPİTİNDE YENİ<br />
UYGULAMA GELİYOR<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı riskli bina<br />
tespitinde beton numune alınması,<br />
donatı tespitlerini daha asgari düzeyde<br />
tutacak. Bakanlık riskli bina tespitinin<br />
daha hızlı bir şekilde olması için yeni bir<br />
yönetmelik taslağı üzerinde çalışıyor.<br />
ODTÜ ve İTÜ ile ortaklaşa yürütülen<br />
çalışmayla riskli bina tespitinde yeni<br />
yöntem ve kriterler belirlenecek. Bakanlığın<br />
gözetiminde yapılan çalışmayla<br />
binanın bütününün incelenmesi yerine,<br />
depremde en fazla zarar gören zemin<br />
katın kritik kat olarak belirlenip buradan<br />
numune alınması sağlanacak.<br />
KENTSEL DÖNÜŞÜMDE<br />
YETKİLİ LİSANSLI<br />
KURULUŞLAR LİSTESİ<br />
Bakanlığın belirlediği lisanslı kuruluşlarca<br />
yapılan riskli bina tespitleri süratle<br />
devam ediyor. Konuyla ilgili bilgi veren<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı<br />
ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel<br />
Müdürü Vedad Gürgen, vatandaşların<br />
Bakanlık tarafından lisanslandırılmış<br />
kurumlara binalarını tespit ettirmesi<br />
gerektiğinin altını çizdi.<br />
Bakanlığa, son günlerde vatandaşlardan<br />
riskli binalarını kime tespit ettirecekleri<br />
yönünde çok sorular geldiğin ifade<br />
eden Gürgen, riskli yapıların tespiti için<br />
kurum ve kuruluşların tam listesinin<br />
bakanlığın kurumsal web adresinde yer<br />
alan kentsel dönüşüm linki altında yer<br />
8<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
aldığını ifade etti. Gürgen bu linki açan<br />
vatandaşların, sayfaya çıkan Türkiye<br />
haritasını tıklayarak bulundukları ili seçmelerini<br />
burada yer alan listede riskli<br />
bina tespiti için yetki verilen kurum ve<br />
kuruluşlara ulaşabileceklerini söyledi.<br />
DİYARBAKIR KENTSEL<br />
DÖNÜŞÜM<br />
SONRASINDA PARİS<br />
GİBİ OLACAK<br />
Kentsel dönüşüm atağına başlayan<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, şimdi de<br />
Diyarbakır'a el atacak. Kentsel dönüşüm<br />
kapsamına alınan Diyarbakır'ın turizm<br />
potansiyeli ortaya çıkarılarak bölgenin<br />
Paris'i olması sağlanacak. Tarihi Suriçi<br />
bölgesine uygulanacak dönüşümle,<br />
tarihi ve kültürel doku ortaya<br />
çıkarılacak. Gecekondu ve tarihi dokuya<br />
uymayan çok yüksek binalar yıkılarak,<br />
surlar başta olmak üzere, tarihi konak,<br />
kilise ve hanlar restore edilecek.<br />
Bakanlar Kurulu, Diyarbakır'ıın Sur ilçesini<br />
afet dönüşümü kapsamında riskli<br />
alan ilan etti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />
da bölgeye yönelik bir dönüşüm<br />
planı hazırladı. Buna göre, Diyarbakırıın<br />
en eski yerleşim bölgesi olan Suriçi<br />
baştan yaratılacak. Pek çok tarihi ve<br />
korunacak yapı bulunan Suriçiı'nde<br />
zaman çarpık yapılaşma meydana geldi.<br />
Bölgedeki tarihi binaların katları kaçak<br />
olarak artırıldı. Suriçi'nde, 15 mahallede<br />
71 bin kişi yaşıyor. Bunun yanında 141<br />
anıtsal kültür varlığı, 342 sivil mimarlık<br />
örneği yapı ve 97 adet kamu binası<br />
bulunuyor.<br />
51 ÖĞRENCİ YURDU<br />
TESLİM EDİLDİ<br />
66 YURDUN İNŞAATI<br />
İSE SÜRÜYOR<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,<br />
inşaatını tamamladığı 51 adet<br />
öğrenci yurdunu Yurt-Kur Genel<br />
Müdürlüğü’ne devretti. İhalesi yapılan<br />
66 yurdun inşaatına devam eden<br />
Bakanlık, 16 yurdun da inşaat projesini<br />
hazırlamış bulunuyor.<br />
5 yıldızlı otelleri aratmayacak konfora<br />
sahip yurt odalarında karyola<br />
sisteminin yanı sıra her öğrenci için<br />
ayrı giysi dolabı ve çalışma masası<br />
bulunuyor. Odalar, banyo, tuvalet,<br />
televizyon, buzdolabı ve telefon bulunacak<br />
şekilde tasarlanıyor. Katlarda,<br />
tüm öğrencilerin kullanımına açık etüt<br />
salonu, kat ofisi ve çamaşır odaları yer<br />
alıyor. Sosyal tesis bloku; yemekhane,<br />
kafeterya, çamaşırhane, internet odası,<br />
masa tenisi, bilardo ve satranç gibi oyun<br />
salonları ile kuaför, terzi, lostra, market<br />
ve mescit bölümlerinden oluşuyor.<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2012<br />
yatırım programında bakım-onarım kapsamında<br />
dönüşümü yapılan 600 yatak<br />
kapasiteli 2 adet yurt projesiyle birlikte<br />
toplam 74 bin 500 yatak kapasiteli 123<br />
adet yurt projesi bulunuyor.<br />
ISI VE GÜRÜLTÜ<br />
YALITIMINDAN<br />
SONRA SU YALITIMI<br />
ZORUNLU<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Planlı<br />
Alanlar İmar Yönetmeliği'nde yapılacak<br />
değişiklikle su yalıtımını zorunlu hale<br />
getirdi. Zemin suyunun, binanın taşıyıcı<br />
sisteminde tehdit oluşturmaması için<br />
yeni yapılacak binalarda su yalıtımı da<br />
denetlenecek. Binaların altındaki suların<br />
zaman içerisinde yapıların taşıyıcı<br />
sistemini doğrudan etkilediğini belirten<br />
Mesleki Hizmetler Genel Müdürü Bülent<br />
Ercan, bu durumun taşıyıcı sistemde<br />
korozyona yol açtığını ve yapının ekonomik<br />
ömrünü azalttığını söyledi.<br />
Yapı kullanma izni alınması aşamasındaki<br />
teknik kriterler arasında su yalıtımının<br />
da mutlaka belirtileceğini belirten Ercan,<br />
“Su yalıtımının özellikle incelenmesi<br />
için bir genelge hazırlığı sürdürülüyor.<br />
Genelgede, su yalıtımı yapılmamışsa<br />
yapı kullanma izninin verilmemesine yönelik<br />
bir talimat olacak. Isı yalıtımı gibi<br />
su yalıtımı da yapılmamış ise yapıya kullanma<br />
izni verilmeyecek. Ancak gerekli<br />
tedbirler alındıktan sonra yapı kullanım<br />
izin belgesi düzenlenebilecek.'' dedi.
HALKBANK<br />
REKLAM
DUYARLI<br />
MEDYAYA<br />
ÇEVRE<br />
BERATI<br />
Çevre konularına duyarlılık gösteren basın<br />
kuruluşlarına “Çevre Beratı” takdim<br />
töreninde konuşan Çevre ve Şehircilik<br />
Bakanı Erdoğan Bayraktar, küresel ısınma,<br />
su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı,<br />
kirliliğin önlenmesi gibi çevre konularının<br />
tüm dünyayı ciddi şekilde düşündürdüğünü,<br />
bu meselelerin çözümüne<br />
katkıda bulunmayı her şeyden önce<br />
bir insanlık görevi saymak gerektiğini<br />
belirtti.<br />
Nüfus ve tüketimle birlikte insanların<br />
çevre üzerinde oluşturdukları baskının<br />
da artığına işaret eden Bakan Bayraktar,<br />
çevre için yapılabilecek en değerli<br />
konulardan birinin, kamuoyunun bilinçlendirilmesi<br />
ve bilgilendirilmesi olduğunu<br />
dile getirdi.<br />
ÇEVRE BİLİNCİNİN ÖNEMİ<br />
Toplumda bilinç arttıkça çevrenin korunması<br />
konusunda duyarlı olunacağını<br />
vurgulayan Bakan Bayraktar, “Arkadaş-<br />
10<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
larımız çevre konusunda bir araştırma<br />
yaptı. Çevreyi korumak için mevzuatları<br />
çeşitlendirmek, artırmak, katılaştırmak<br />
mı yoksa insanları bilinçlendirmek mi<br />
önemlidir diye. Bilinçlendirme yüzde<br />
85'e varan oranda önde çıktı.” diye<br />
konuştu.<br />
Çevre bilincinin artırılması için basın<br />
yayın organlarına çok büyük görevler<br />
düştüğünü belirten Bakan Bayraktar,<br />
çevreye özel önem vererek bilincin<br />
gelişmesine katkıda bulunan basın kuruluşlarına<br />
teşekkür etti.<br />
KÜLLERİNDEN DOĞAN<br />
ANKA KUŞU<br />
Gerek çevre ve gerekse şehircilik faaliyetlerini<br />
“yaşanabilir çevre” vizyonuyla<br />
yürüttüklerinin altını çizen Bakan Bayraktar,<br />
“daha iyi çevre, daha iyi şehirleşme”<br />
için çalıştıklarını söyledi. Kentsel<br />
dönüşüm çerçevesinde şehirlerdeki<br />
doğal dokuyu korumak, çevreyle dost<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanı<br />
Bayraktar, çevre konularına<br />
duyarlılık gösteren basın<br />
kuruluşlarına “Çevre Beratı”<br />
takdim etti.<br />
Bilinçlenme arttıkça<br />
toplumdaki çevre<br />
koruma hassasiyetinin<br />
artacağını vurgulayan<br />
Bayraktar, “çevreyi<br />
korumak için müeyyide<br />
uygulamanın mı yoksa<br />
insanları bilinçlendirmenin<br />
mi önemli olduğu”<br />
konusundaki araştırmadan<br />
% 85 oranında bilinçlenme<br />
sonucunun çıktığını<br />
söyledi.
ve modern kentler oluşturmak istediklerini<br />
kaydeden Bayraktar, Bakanlık ambleminde<br />
niçin küllerinden doğan Anka<br />
Kuşu figürü kullandıklarını anlattı.<br />
2023'TE ARITILMAYAN ATIK<br />
SU KALMAYACAK<br />
Türkiye'deki nüfusun % 72'sinin atık su<br />
hizmeti aldığını ve atık su tesislerinin<br />
kullandıkları enerjinin yarısının bakanlıkça<br />
ödendiğini hatırlatan Bayraktar,<br />
Bakanlığın 2023 hedeflerinden birinin<br />
de Türkiye'de arıtılmayan atık su kalmaması<br />
olduğunu söyledi.<br />
Lisanslı toplama, ayırma ve geri dönüşüm<br />
tesisi sayısını 28'den 514'e çıkarak<br />
ambalaj atıklarının yüzde 50'sinin geri<br />
kazanımını sağladıklarına işaret eden<br />
Bayraktar, küçük belediyelere son iki<br />
yılda bin 41 çöp toplama aracı hibe<br />
ettiklerini bildirdi. Sanayi tesislerinde<br />
ortaya çıkan tehlikeli atıkların artık çok<br />
büyük ölçüde geri kazanıldığını ifade<br />
eden Bakan Bayraktar, 18 olan tehlikeli<br />
atık geri kazanım tesisi sayısının, 201'e<br />
yükseldiğini söyledi.<br />
Deniz kirliliği ölçüm istasyonu sayısının<br />
208'e ulaştığını dile getiren Bakan Bayraktar,<br />
2003'te 271 olan Mavi Bayraklı<br />
plaj ve marina sayısını 374'e çıkardıklarını<br />
belirtti. Limanlarda 221 tesiste<br />
atık alım hizmeti verilmeye başlandığını<br />
ifade eden Bakan Bayraktar, deniz<br />
kirliliğini önlemek için deniz süpürgeleriyle<br />
kıyılardaki çöplerin büyük oranda<br />
toplandığını kaydetti. Bakan Bayraktar,<br />
gemi atık takip sistemiyle atıkların gerçek<br />
zamanlı izlendiğine de işaret etti.<br />
ÇEVREYE ZARAR VERMEDEN<br />
KALKINMA ANLAYIŞI<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar<br />
Yardımcısı Sedat Kadıoğlu da çevrenin<br />
korunmasında Bakanlık kadar basın<br />
mensuplarının da rolü bulunduğunu<br />
söyledi. Çevreyle ilgili yapılması gereken<br />
çok iş bulunduğuna işaret eden Kadıoğlu,<br />
“Çevre her ne kadar kanunlarla<br />
korunsa da aslında esas korumacılık<br />
çevreyle kalkınmayı bir arada yürütmektir.<br />
Temel hedefimiz, bir taraftan<br />
çevreyi korurken bir taraftan da kalkınmamıza<br />
devam etmektir.” dedi.<br />
Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve<br />
Denetim Genel Müdürü Mustafa Satılmış<br />
da çevrenin uygulama birimi olarak<br />
hizmet verdiklerini belirterek, sürdürülebilir<br />
kalkınma çerçevesinde iş ve<br />
işlemler yürütmeyi, ekonomideki geliş-<br />
Deniz kirliliği ölçüm<br />
istasyonu sayısının 208'e<br />
ulaştığını ve limanlardaki<br />
221 tesiste atık alım<br />
hizmeti verilmeye<br />
başlandığını ifade eden<br />
Bakan Bayraktar, deniz<br />
kirliliğini önlemek<br />
için deniz süpürgeleriyle<br />
kıyılardaki çöplerin<br />
büyük oranda<br />
toplandığını kaydetti.<br />
melere engel olmadan çevre değerlerini<br />
korumayı amaçladıklarını ifade etti.<br />
Çevre Yönetimi Genel Müdürü Mehmet<br />
Baş da çevrenin hem mevzuat hem de<br />
sosyal boyutunu önemsediklerini dile<br />
getirdi.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | <strong>11</strong>
VAN’DA AFET<br />
KONUTLARININ<br />
ANAHTARLARI<br />
TESLİM EDİLDİ<br />
Van depreminin ardından TOKİ<br />
tarafından inşa edilen 15 bin 341<br />
adet afet konutunun anahtar<br />
teslim törenini Başbakan<br />
Erdoğan’ın katılımıyla<br />
gerçekleştirildi.<br />
Van depreminin birinci yıldönümüne<br />
yetiştirilen deprem konutlarının anahtar<br />
teslim törenine katılan Başbakan Recep<br />
Tayyip Erdoğan, törende yaptığı konuşmada,<br />
deprem konutlarını bir yıl gibi kısa<br />
bir sürede tamamlamalarına rağmen<br />
işlerinin henüz bitmediğini belirterek,<br />
“Yapacak çok işimiz var. Eski rakamla<br />
şu ana kadar 3,5 katrilyon harcadık.<br />
Yapılacak olanlarla birlikte bu rakam 5,5<br />
katrilyona ulaşacak, hedef bu.” dedi.<br />
Deprem sonrasında attıkları adımların<br />
dünyaya örnek teşkil ettiğini hatırlatan<br />
Erdoğan, “Gelenler görenler, kısa zamanda<br />
bu işi nasıl bitirdiğimizi konuştular.<br />
Biz depremi haber aldığımız an o<br />
gece buradaydık. Depremden sonraki ilk<br />
6 saatte bölgeye gelen personel sayısı<br />
binleri aştı, sivil toplum kuruluşları yardım<br />
için seferber oldular.<br />
Acil müdahalenin ardından seferberlik<br />
başlattık. Geçen bir sene zarfında kalbimiz<br />
Van'la Erciş'le birlikte attı. Aklımız<br />
Bu bölgedeki kardeşlerimizle oldu. Deprem<br />
bölgesiyle irtibatımızı kesmedik.”<br />
diye konuştu.<br />
Van'da toplam 15 bin 341 konutun<br />
yanı sıra 27 okul ve 24 Cami 10 ticaret<br />
merkezi ve 13 büfeden oluşan tesisler<br />
hizmete açıldı. Tesisler Van genelindeki<br />
dağılımı ise şöyle: Van Merkez Bostaniçi:<br />
bin 88 konut, 2 ilköğretim okulu, 1<br />
lise, 2 cami, 2 ticaret merkezi. Van Merkez<br />
Kalecik: 2 bin 456 konut, 2 ilköğretim<br />
okulu, 1 lise, 3 cami, 6 büfe. Van Merkez<br />
Kevenli: 480 konut, 1 ilköğretim okulu, 1<br />
12<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
cami. Van Merkez Sıhke Gölü: 530 konut,<br />
1 ilköğretim okulu, 1 lise, 1 cami, 1 ticaret<br />
merkezi. Edremit: 5 bin 682 konut, 5<br />
ilköğretim okulu, 3 lise, 9 cami, 7 büfe, 2<br />
ticaret merkezi. Erciş: 4 bin 880 konut, 5<br />
ilköğretim okulu, 3 lise, 5 cami, 5 ticaret<br />
merkezi. Van Köy evleri (Özkaynak, Topaktaş):<br />
225 köy evi, 225 ahır, 2 ilköğretim<br />
okulu, 3 cami.<br />
Törende bir konuşma yapan<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanı<br />
Erdoğan Bayraktar, Erciş ve<br />
Vanıda bir yıl önce çok büyük<br />
acılar yaşandığını hatırlatarak<br />
şunları söyledi:<br />
“Bu acı, aynı zamanda bize<br />
Türkiye'nin kardeşliğini, insanlarımızın<br />
kardeşliğini, birliğimizi,<br />
dirliğimizi gösterdi. Türkiye, Van<br />
oldu, Erciş oldu, Van'a aktı. Bu kardeşliğimizi<br />
Allah'ın izniyle Erciş'ten<br />
devam ettireceğiz. Bir de neyi gördük;<br />
bu devlet, bu millet Türkiye<br />
Cumhuriyeti'nin AK Parti hükümeti,<br />
dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan<br />
başbakanlığındaki hükümet, dünyada<br />
yapılmayanı yaptı. En ileri, en<br />
Depremde hasar gören Van alt yapısını<br />
yenilemek için 44 bin 400 metre içme<br />
suyu hattı, 15 bin metre kanalizasyon, 7<br />
bin metre yağmursuyu hattı 21 bin 500<br />
metre yol ve asfalt, 100 bin kişilik arıtma<br />
tesisi, 31 bin metre küp toplam kapasiteli<br />
<strong>11</strong> adet su deposu yapıldı.<br />
BAYRAKTAR: “BU ACI BİZE KARDEŞLİĞİ,<br />
BİRLİĞİMİZİ VE DİRLİĞİMİZİ GÖSTERDİ”<br />
modern ülkeler, bir yılda kalkınma<br />
meselesini halledemezken biz 10<br />
ayda burada bu güzel eserleri meydana<br />
getirdik. Bundan sonra da<br />
Erciş'te, Van'da kentsel dönüşümü<br />
tamamlayacağız. Köylerde de kalıcı<br />
konutlar hızlı şekilde devam ediyor.<br />
İnşallah tüm Erciş'in ve Van'ın yüzünü<br />
güldüreceğiz.”
ÇEVRECİ ÇOCUKLAR<br />
YAŞADI!<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 4 kategoride<br />
çocuklara çevre bilinci aşılamak<br />
için düğmeye bastı. Türkiye’nin 2009<br />
yılı sonunda AB ile müzakereye açtığı<br />
Çevre Kriterleri’nin yerine getirilmesinde<br />
de önemli katkılar sağlayacak olan<br />
proje kapsamında ilk uygulama Çevre ve<br />
Şehircilik Bakanlığı web sitesinde gerçekleşti.<br />
ÇOCUKLARA YÖNELİK WEB SİTESİ<br />
Bakanlık, çocuklara yaşanabilir çevre<br />
anlayışını kazandırmak ve eğlenceli bir<br />
çevre görüşü sunmak için, “Çevre, Şehir<br />
ve Çocuk” adlı bir web sitesi kurdu.<br />
Sayfada çocukların çevre ile ilgili merak<br />
ettiği terimleri öğrenebilmeleri için<br />
çevre sözlüğü ve çocukların bilgi sahibi<br />
olması için üç seçenekli, on sorudan<br />
oluşan test yer alıyor. Çevre ve Şehircilik<br />
Bakanlığı’nın sitesinden ulaşılan<br />
ve yayımlanmaya başlayan sitede çevre<br />
bilinci ile ilgili oyun ve etkinlikler de yer<br />
alıyor. Çocukların sayfada eğlenceli vakit<br />
14<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Çevreci Çocuk Kulübü üyelerinden özel<br />
etkinliklerde başarı gösterenler önce Mavi,<br />
ardından Yeşil Kart sahibi olacaklar ve özel<br />
bir takım haklardan faydalanacaklar.<br />
geçirmelerinin sağlanması ve eğlenirken<br />
‘çevre bilincinin kazandırılması’ için 4<br />
oyun (Puzzle, labirent, çöp toplama oyunu<br />
ve kelime avı oyunu) bulunuyor. Bu<br />
çabaları dolayısıyla Çevre ve Şehircilik<br />
Bakanlığı, devlet kuruluşları arasında<br />
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Maliye<br />
Bakanlığı’nın ardından çocuklarla<br />
ilgili siteyi hayata geçiren dördüncü<br />
kamu kuruluşu oldu.<br />
ÜÇ BÜYÜK İLDE ÇEVRE KULÜBÜ<br />
Bakanlığın hayata geçireceği bir diğer<br />
uygulama “Çevre Kulübü”. Bakanlık kulübe<br />
üye olan çocuklara her türlü desteği<br />
sağlayacak. Milli Eğitim Bakanlığı onayı<br />
ve desteği ile seçilen pilot şehirlerdeki<br />
ilköğretim okulları ile temasa geçilecek.<br />
Her okuldan kulübe dâhil olacak 10 isim<br />
istenecek. Çocuk Esirgeme Kurumu<br />
yurtları ile temasa geçilip, her yurttan 10<br />
çocuğun kulüp üyesi olması sağlanacak.<br />
Öğrenciler,<br />
getirdikleri pil, yağ<br />
gibi atık maddeler<br />
karşılığında kartlarına<br />
yüklenecek puanlarla<br />
mağazalardan daha<br />
ucuz alışveriş yapma<br />
imkânı elde ederken,<br />
otobüs biletlerini<br />
de ekstra indirimli<br />
alabilecekler.<br />
Çevreci Çocuk rozetleri yapılacak. Tüm<br />
kulüp üyeleri magnetleri veya rozetleri<br />
çantalarının üzerinde veya yakalarında<br />
görünür bir şekilde taşıyacak. Projenin<br />
hayata geçirileceği pilot iller ise İstanbul,<br />
Ankara ve İzmir.<br />
2013’ÜN TEMASI GERİ DÖNÜŞÜM<br />
Çevre kulübünde çevre ile ilişkili her yıl<br />
farklı bir tema seçilecek. 2013 yılı teması<br />
“geri dönüşüm/geri kazanım” olarak<br />
belirlendi. Seçilen temaya ilişkin her yıl<br />
bir resim yarışması düzenlenecek. Akademisyenler<br />
ve popüler ressamlardan<br />
bir jüri oluşturulacak. Yarışmaya katılan<br />
tüm resimler bir sponsor vasıtasıyla<br />
bastırılıp kitap hâline getirilecek.<br />
Her okuldan 5 metrekarelik bir toprak<br />
alan tahsisi istenecek. Çevreci<br />
çocuk kulübü üyeleri bu alanın<br />
yeşertilmesinden sorumlu olacak.<br />
İhtiyaç duyacakları fidanlar ilgili<br />
birimlerden bedelsiz temin edilecek.
TEKSTİL GERİ DÖNÜŞÜMÜ PROJESİ<br />
Tekstil ürünleri geri dönüşümü projesi<br />
yapılacak. Her çevreci çocuk kendi okulunda<br />
ve mahallesinde tekstil geri dönüşümü<br />
projesinin birer temsilcisi olacak.<br />
Bir tekstil geri dönüşüm firması proje<br />
ortağı olarak seçilecek. (İhale yolu ile)<br />
Toplanan ürünlerin geri dönüştürülmesi<br />
ile elde edilen gelirle bir köy ilkokulu<br />
inşaatı gerçekleştirilecek.<br />
Bir yıllık bir çalışmanın neticesinde toplanan<br />
ürünlerin tonajları, bu ürünlerin<br />
geri dönüştürülmesi ile çevreye sağlanan<br />
faydanın bilimsel sunumu; Çevre ve<br />
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın<br />
basın toplantısı ile halka açıklanacak.<br />
Çevreci Çocuk Kulübü üyeleri aracılığıyla<br />
artık unutulmakta olan sokak çocuk<br />
oyunları yaygınlaştırılacak. Böylelikle<br />
çocukların hareketliliği sağlanacak.<br />
ÇEVRECİ ÇOCUK KARTI<br />
“Çevreci Çocuk Kartı” verilecek çocuklar,<br />
günlük hayatta birçok imkâna<br />
sahip olacak. Çevreci Çocuk Kulübü’nün<br />
gerçekleştirdiği özel etkinliklerde<br />
başarılı olan çocuklara özel “mavi kart”<br />
verilecek ve kartın sağladığı imkânlar artırılacak.<br />
Üçüncü aşamada, ulusal bazda<br />
uygulanabilirliği olan ve Bakanlık tarafından<br />
kabul gören projeleri ortaya koyan<br />
BAKAN ERDOĞAN BAYRAKTAR:<br />
“MEB, DİYANET VE STK’LAR<br />
İLE İŞBİRLİĞİ İÇİNDE<br />
ÇALIŞIYORUZ”<br />
Çocuklara çevre bilincinin oluşturulması ve geliştirilmesine<br />
dair pek çok proje yürüttüklerini belirten Çevre ve Şehircilik<br />
Bakanı Erdoğan Bayraktar, MEB ile işbirliği içerisinde çeşitli<br />
çocuklara “yeşil kart” verilecek ve bu<br />
kart ile çocuklar özel birtakım haklar kazanacak.<br />
Öğrenciler, getirdikleri pil, yağ<br />
gibi atık maddeler karşılığında kartlarına<br />
yüklenecek puanlarla mağazalardan<br />
daha ucuz alışveriş yapma imkânı elde<br />
ederken, otobüs biletlerini de ekstra<br />
indirimli alabilecekler.<br />
eğitici materyallerin hazırlandığını ifade etti. “İklim Sınıfı -<br />
İklim Değişikliğine Uyum Eğitici El Kitabı”nı örnek gösteren<br />
Bakan Bayraktar, söz konusu kitapta; “İklim Değişikliği ile<br />
İlgili Genel Bilgiler”, “Sera Etkisi ve İklim Değişikliği”, “İklim<br />
Değişikliğinin Gözlenebilir ve Öngörülen Etkileri”, “Küresel<br />
İklim Değişikliği ve Türkiye: İklim Değişikliğinin Türkiye’deki<br />
Olası Etkileri” ve “Çözüm Arayışları” konularının yer aldığını<br />
söyledi.<br />
Bu konuyla ilgili olarak MEB Talim Terbiye Kurulu Başkanlığıyla<br />
görüşmeler yapıldığını hatırlatan Bakan Bayraktar,<br />
“Çocuklukta neyi öğreniyorsanız onunla gidiyorsunuz. Hatta<br />
çevre konusunda biz konuşmamızın başında da ifade ettik<br />
çocuklar ve hanımlar bizim önceliğimiz olacak. MEB ile<br />
beraber bir komisyon oluşturuyoruz. Ayrı bir ders olarak<br />
mı bunu verelim, yoksa mevcut ders kitaplarının içerisinde<br />
çevre ile ilgili bölümler mi oluşturalım diye. Umarım en kısa<br />
zamanda sonuca gideriz.” diye konuştu.<br />
Çevre eğitimi ve çevre bilincinin arttırılması konusunda sadece<br />
Milli Eğitim Bakanlığı ile değil Diyanet İşleri Başkanlığı<br />
ve ilgili sivil toplum kuruluşları ile de iş birliği içinde bulunduklarının<br />
altını çizen Bakan Erdoğan Bayraktar, “Bu iş<br />
birlikleri kapsamında, öğrencilere yönelik olarak afiş, resim,<br />
kompozisyon yarışmaları, tiyatro gösterileri gibi etkinlikler<br />
üzerinde çalışıyoruz. Bu çalışmaları tüm il müdürlüklerimizin<br />
koordinasyonunda yürütüyoruz.” dedi.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 15
KAPAK KONUSU<br />
ÇEVRESİNDEN<br />
SORUMLU<br />
ŞEHİRLER<br />
KURMAK<br />
Tabir caizse eğer çevre ile şehir; erkek<br />
ile kadının izdivacı gibi bir birliktelik<br />
sahibidirler. Birbirlerinden farklıdırlar<br />
ama birbirlerine muhtaçtırlar.<br />
İhtiyaçlar dünyasında yaşıyoruz. Evrende bir şey, diğer bir şeyi<br />
tamamlamak üzere yaratılmıştır. Zaman olmasa mekânın idrakine<br />
varamayız. En, boy ve derinlik olmasa gözlerimiz görme işlevini<br />
kaybeder, yok eğer bütün bu boyutlanmayı kavramaya yarayan<br />
duyularımız olmasa bu sefer en, boy ve derinliğin bir anlamı<br />
kalmaz. İşi uzatırsak belki şöyle bile diyebiliriz; yaşadığımız<br />
dünyada belli bir terkibe ulaşamazsak, hayata bariz bir anlam<br />
katamadığımız gibi yaşadığımız olgular dünyasını kavramakta<br />
zorlanırız.<br />
İhtiyaçlar dünyasında yaşıyoruz. Bu ihtiyacını duyduğumuz<br />
şeyler; genellikle diyalektik bir süreç içinde bize kendilerini<br />
göstermek zorundadır. Bahsi geçen diyalektik sürece içkin<br />
olan yapı ise; kendi bütünselliğinde (en azından elemanter<br />
düzeyde) birbirini karşıdan veya çapraz bir geometriden görmek<br />
zorundadır. Bu karşıtlık pozisyonu, en yumuşak anlatımla<br />
birbirini tamamlayan unsurların yan yana getirilmesi olarak da<br />
okunabilir.<br />
ÇEVREYİ YARATILDIĞI KODLARA DÖNDÜRMEK<br />
Evet, maddenin manaya, bedenin ruha, etin kemiğe muhtaçlığı<br />
gibi şehrin de çevreye mutlak ihtiyacı bulunmaktadır. Çevrenin<br />
bizim için en olumlu ve en güzel yüzü, onu yaratıldığı kodlara<br />
ve forma tekrar geri döndürmekle sağlanabilir. Yani en iyi çevre,<br />
16<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
MUSTAFA KARAOSMANOĞLU<br />
kendisine en az müdahalede bulunulmuş, en az deformasyona<br />
uğramış bir çevredir. Çevre süreç içinde, insanın onu kavraması<br />
ve ona kendisini katmasıyla birlikte ilk hâlinden uzaklaşır. İdeal<br />
Tipleştirme gereği, çevrenin hiç dokunulmamış, hiç el değmemiş<br />
hâli düşünüldüğünde; bu durum onun bir kısır döngü dâhilinde<br />
hareket etmesi demek olur ve hâlihazır durumda ne kendine ve<br />
ne de başka bir varlığa yararlı olamaz.<br />
Çevrenin diğer varlıklara yararlı olabilmesi için kendinden<br />
başka varlıklarla asgari derecede de olsa ilişkiye girmesi<br />
gerekmektedir. Varlık tanım gereği; var kılındığı yerde, diğer<br />
varlıklarla aynı alanı paylaşması ve bir yer sahibi olması<br />
gerektiğinden, onu önceleyen mevcuttaki varlığı, kavramsal<br />
ve hacimsel olarak ötelemek zorunluluğundadır. Bu durumda<br />
kabul edilmelidir ki her müdahalede çevre biraz daha kendi<br />
olmaklığının ötesine taşınır ve başkalaşır.<br />
ÇEVRE-ŞEHİR, ERKEK-KADIN PARADOKSU<br />
Şehir bir vakıa olarak, çevreyi başkalaşmaya doğru götüren en<br />
önemli unsurdur. İşte tam da bu ilişki, çevreyi şehirle birlikte<br />
değerlendirmeye neden olan unsurların başında gelir. Tabir<br />
caizse eğer çevre ile şehir; erkek ile kadının izdivacı gibi bir<br />
birliktelik sahibidirler. Birbirlerinden farklıdırlar ama birbirlerine<br />
muhtaçtırlar.
Şehir olmasa çevrenin ne olduğunu algılamakta zorlanırız;<br />
çünkü bir şeyi adlandırmak için bir başka şeye duyulan ihtiyaç,<br />
burada da bizi oldukça ilgilendirir. İnsana insan adını veren<br />
etrafında diğer varlıkların olmasıdır. Büyük küçüğün yanında<br />
büyüktür, yoksa büyüğün büyük olmaklığını, elde bir küçük<br />
bulundurmadan kavrayamayız. İnsanın kavrayışı ve algı dünyası<br />
böyle şekillenmiştir, başka bir yol ve yöntemin olabilmesi<br />
bugünkü verilerin ışığında mümkün görünmemektedir.<br />
NEFES ALAN ŞEHİRLER KURABİLMEK<br />
Çevreyi açığa çıkaran unsurun şehir olduğu ortadadır.<br />
Yaşadığımız bu modern çağda; eğer şehirlerimizdeki beton<br />
yığınları, bu kadar insana yabancı ve onu ezen bir yapıda<br />
olmasaydı, insanlar şehrin içinde en azından Ortaçağ şehirleri<br />
kadar nefes almayı becerebilselerdi, sabahları uyandıklarında<br />
gözlerini doğru dürüst bir güne açabilselerdi, başka bir açıdan<br />
bakıldığındaysa; apartmanlar eğer bir ağaç kadar estetik ve<br />
insana yakın görünebilseydi, yeşili balkonlarımızın haricinde,<br />
saksılarımızda ulaşabildiğimiz bir imkân değil de, bizi sarıp<br />
sarmalayan bir unsur olarak görebilseydik, şehirlerimizi ortadan<br />
cetvelle kesen ana arter kabiliyetindeki yollar, geometrinin<br />
egemenliğine amade unsurlar olarak tanzim edilmeyip, doğal<br />
arazi eğimini yansıtan bir şekle cevap verseydi eğer, çevreyle bir<br />
ölçüde iç içe olduğumuzdan onu bir ihtiyaç olarak adlandıramayacaktık.<br />
Çevrenin bizim<br />
için en olumlu ve<br />
en güzel yüzü, onu<br />
yaratıldığı kodlara<br />
ve forma tekrar<br />
geri döndürmekle<br />
sağlanabilir.<br />
•<br />
En iyi çevre,<br />
kendisine en az<br />
müdahalede<br />
bulunulmuş, en az<br />
deformasyona<br />
uğramış bir<br />
çevredir.<br />
sorumluluk da onun boynunun borcudur.<br />
ŞEHRİN ÇEVREYE<br />
KARŞI SORUMLULUĞU<br />
Şimdi yukarıda<br />
bahsedilenler ışığında,<br />
meseleyi daha bariz,<br />
daha elle tutulur bir<br />
hâle getirebiliriz. Yani<br />
ortaya konulan bütün<br />
bu olumsuzluklar<br />
çerçevesinde, çevre<br />
ihtiyacını açığa çıkaran<br />
unsur şehirdir ve dolayısıyla<br />
bu soruna cevap verecek<br />
olan da odur. Sorunu icat<br />
eden çözümü de potansiyel<br />
olarak bünyesinde<br />
barındırır. Yoksa içinden<br />
ırmaklar akan, yemyeşil<br />
ormanlarla kaplı, içme suyu<br />
pınarlarından sağlanan,<br />
oksijenini kendisi üreten bir<br />
mekanda, çevreye duyulan<br />
ihtiyaçtan bahsetmek<br />
abesle iştigal etmek olurdu.<br />
Doğal olarak ormanın,<br />
ırmağın, pınarların ve<br />
yemyeşil bir alanın çevreye<br />
ihtiyacı olmadığı gibi ona<br />
karşı duyabileceği bir<br />
sorumluluğu da yoktur.<br />
Çevreye karşı sorumluluk<br />
duyabilecek olan yapı, onu<br />
tehdit etme potansiyeline<br />
sahip olan şehirden başka<br />
bir unsur olamaz. Yani<br />
yok etme gücü kimdeyse<br />
Bu anlayışta kurulacak olan şehrin, yeşile duyarlı olması, ısınırken<br />
kirlenmemesi ve kirletmemesi, insan ölçeğini hesaba katan,<br />
belli bir estetik algıya sahip, çalışırken dinlenme imkânı sağlayan<br />
alanları barındıran, parklarıyla ve bahçeleriyle insana ferahlık<br />
duygusu veren, insan ve taşıt trafiği sorununu çözmüş, üzerinde<br />
yaşattığı insana iş imkanı barındıran ve günün bütün saatlerinde<br />
sokakları doğal (güneş) ışık alan bir yapıya sahip olması gerekmektedir.<br />
ŞEHİR İLE ÇEVRENİN MUTLU İZDİVACI<br />
Kısaca şunu söyleyebiliriz; bir şey kendisi üzerinde tanımlanamaz,<br />
çünkü bir şeyin tanımı için başka bir şeye ihtiyaç vardır.<br />
Örnek vermek gerekirse; orman kendiliğinden, kendi orman<br />
olmaklığını bilemez. Bu yakınlık ilişkisi ile de çözümlenebilecek<br />
bir durum değildir ve illa ki bir karşıtlık gereklidir. Yani ağaca<br />
duyulan ihtiyaç ilk elden ağacın ve ormanın sorunu değildir.<br />
Veyahut orman, orman olmaklığına dair bir bilgi sahibi olmak<br />
istiyorsa, o zaman ormanın dışında ve belli oranda da olsa zıtlık<br />
ilişkisi dâhilinde oluşumlara ihtiyacı var demektir. O zaman sorumluluk<br />
da sorunlu olma potansiyeline sahip olanın hanesine<br />
yazılır. Belki tekrar olacak ama; çevre bir sorumluluksa eğer,<br />
bu sorumlulukta sorunlu olan yegane unsur; şehirdir ve çözüm<br />
yukarıda denildiği gibi, şehir ve çevrenin izdivacından başka bir<br />
yerde bulunamaz.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 17
Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />
SİBEL GÖNÜL<br />
(KOCAELİ MİLLETVEKİLİ)<br />
Sehirlerin yaşanabilirliği, sürdürülebilirliğiyle<br />
bağlantılı<br />
olarak ele alınabilir. Bir şehrin<br />
yaşanabilir/sürdürülebilir olması<br />
çevresinden bağımsız<br />
olarak ele alınamaz, yönetilemez.<br />
Sosyal, ekonomik ve ekonomik<br />
gereksinimler arasında<br />
bir denge oluşturulmalıdır.<br />
Planlama eylemleri hem şehrin<br />
gelişimine katkıda bulunanlar<br />
için gereken güvenlik, altyapı,<br />
etkinlik, teşvik gibi unsurları,<br />
hem de o şehirde yaşayan<br />
vatandaşların beklentilerini,<br />
taleplerini karşılamalıdır.<br />
Kötü planlama ve şehir yönetimi<br />
şehir ekonomileri, çevre ve<br />
toplum için endişe verici sonuçlara<br />
neden olabilir. Bu tür<br />
bir yönetimle kentin gelişmesine<br />
ayak uydurulamayacak,<br />
hizmet götürülemeyen sağlıksız<br />
yerleşim bölgeleri ortaya<br />
çıkacak, sosyal rahatsızlıklar,<br />
ekonomik verimsizlikler ortaya<br />
çıkacaktır.<br />
Şehir yönetimlerinin kentselçevresel<br />
ilişkiler, kentlerin<br />
hinterlanı ile ilişkileri ve küresel<br />
toplum üzerinde önemli etkisi<br />
bulunmaktadır. Etkin şehir<br />
yönetimleri şehirleri daha<br />
rekabetçi, daha etkin ve daha<br />
çekici hale getirebilirler.<br />
Yaşanabilir/sürdürülebilir gelişme<br />
çok boyutludur. Karmaşık<br />
ve çoğunlukla çatışan ilişkilerin<br />
18<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
anlaşılmasını gerektirir. Bu da<br />
ancak bütünleşik bir yaklaşım<br />
ve bütünleşme kültürüyle<br />
mümkün olabilir. Çevresel<br />
konuları şehir planlama konularıyla<br />
bütünleştiren stratejik<br />
yaklaşımlar bulunmaktadır.<br />
Politika araçları, süreçle ve<br />
yönetimle ilgili düzenlemeler<br />
bunlardan bazılarıdır.<br />
SAKİNE ÖZ<br />
(MANİSA MİLLETVEKİLİ -<br />
MİMAR)<br />
"Çevresinden sorumlu şehir",<br />
kentleşme ve çevre yazınında<br />
çok kullanılan bir terim olmamakla<br />
birlikte, kentleşmenin<br />
yarattığı sorunların en aza<br />
indirilmesi açısından yeni bir<br />
planlama modeline kaynaklık<br />
edebilir.<br />
Fazlasıyla insan-merkezli, diğer<br />
deyişle, tümüyle insanın<br />
kentteki yaşam alanına odaklanan,<br />
onun konfor ve düzeni<br />
için doğa unsurlarını tahrip<br />
edebilen bir kent modelinin<br />
yarattığı çevre sorunları, "sorumlu<br />
şehir" kavramı etrafında<br />
yeniden tartışmaya açılabilir.<br />
Kentleşme; nüfus birikimi,<br />
sanayileşme, altyapı, yakıt<br />
tüketimi, atık, yapılaşma<br />
(konut, fabrika vb.) gibi belli<br />
başlı nedenlerle çevreye zarar<br />
vermektedir. Bu zarar, boyutu<br />
değişmekle birlikte, adeta<br />
kentleşme olgusunun doğal<br />
sonucudur.<br />
Önemli olan, bu zararın en aza<br />
indirgenmesi sağlayabilmek,<br />
kentleri çevreyle uyumlu bir<br />
planlamayla yeniden düşünebilmektir.<br />
Kentleşmede doğayla<br />
uyumlu enerji tüketimini<br />
sağlayabilmek, atık yönetimini<br />
sağlıklı ilerletebilmek, geri dönüşüm<br />
sistemlerini oturtmak,<br />
altyapıda doğaya zarar vermeyen<br />
yöntemlere yönelmek,<br />
nüfus yoğunluğunu belli alanlara<br />
dağıtabilmek bu "sorumlu<br />
şehircilik" anlayışının örnekleri<br />
arasında tartışılabilir.<br />
Tüm bu örnekler, öncelikle insan-merkezli<br />
kurgulanan doğa<br />
ve kent yaşamının değiştirilmesinden<br />
geçecektir. Doğanın<br />
diğer bileşenleri de kentleşmenin<br />
yarattığı sonuçlardan<br />
"en az etkilenecek" derecede<br />
planlamaya dahil edilmelidir.<br />
Kentte yaşayan canlıların birbirlerinin<br />
yaşam koşullarına<br />
saygılı, onların beslenme ve<br />
barınma ihtiyaçlarını, sosyal<br />
ve kültürel ihtiyaçlarını rahat<br />
karşılatacak kentlerin planlanması,<br />
o şehirde yaşayanları<br />
daha mutlu edecektir. Kentlerin<br />
iyi planlanmış, “çevresinden<br />
sorumlu” olmalarının<br />
göstergesi; plancıların planladıkları<br />
kentlerin içinde yaşayan<br />
canlıların sağlığı, huzuru ve<br />
mutluluğudur. Konuya insanlar<br />
açısından bakıldığında; yorucu<br />
çalışma temposundan sonra<br />
huzur bulabileceği mekânlara<br />
sorunsuz ulaşabilmesi insanların<br />
en büyük beklentisidir. Bu<br />
beklentiyi karşılamak da şehir<br />
plancılarının görevidir.<br />
Planlama olgusu, piyasa şartlarına<br />
ve belli bürokratik mekanizmaların<br />
merkezden karar<br />
vericiliğine terk edilmemelidir.<br />
Kamusal bir sorumlulukla ve<br />
Türkiye'nin plancı birikiminden<br />
faydalanılarak, yerel halk ve sivil<br />
toplum örgütlerinin, meslek<br />
odalarının sürece aktif katılım<br />
yolları açık tutulmalı, taraflar<br />
düzenli bilgilendirilmelidir.<br />
Büyük/bütün şehirler yaratma<br />
pahasına, daha fazla yatırım<br />
çekmek adına, çevresel sorumluluklarımızdan,<br />
doğanın<br />
dengesinden ve halkın ortak<br />
kullanımına açık alanlardan<br />
vazgeçemeyiz.<br />
Kentin içinde yaşayacak canlıların<br />
birbirleri ile bütünleşip,<br />
yaşam koşullarına saygılı, beslenme<br />
ve barınma ihtiyaçlarını,<br />
sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını<br />
karşılayacak şekilde kentlerin<br />
planlanması o şehirde yaşayanları<br />
daha mutlu edecektir.<br />
Kentlerin iyi planlanmış, çevresinden<br />
sorumlu olmasının<br />
göstergesi; Plancıların planladıkları<br />
kentlerin içinde yaşayan<br />
insanların, mutluluğuyla<br />
ölçülür.
Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />
Yorucu çalışma temposundan<br />
sonra huzur bulabileceği<br />
mekânlara sorunsuz ulaşabilmesi<br />
insanların en büyük<br />
beklentisidir. Bu beklentiyi<br />
karşılamakta şehir plancılarının<br />
görevidir.<br />
DR. LÜTFÜ ŞEHSUVAROĞLU:<br />
ESKİ ŞEHRİN RÜZGÂRI YAŞA-<br />
TILMALIDIR<br />
Çevreye duyarlı şehirler inşa<br />
etmek kabil mi? Günümüzde<br />
Le Corbusier’in hayal ettiği<br />
hijyenik modern irileşebilen<br />
kentleri, yahut Howard’ın<br />
yeşil kuşak üretebilen iyimser<br />
kentleşmeci anlayışı ihya<br />
edilebilir şehir imkânını bize<br />
veriyor mu? Hem çevreyi<br />
koruyarak hem de irileşerek<br />
var olmak mümkün mü?<br />
Bugün artık görüyoruz ki bazı<br />
başkentler bile sıfırdan inşa<br />
edilebiliyor. İşte Kazakistan’ın<br />
yeni başkenti Astana… Tamamen<br />
başkent olmaya planlanmış<br />
yepyeni imar planıyla,<br />
düzgün caddeleri, meydanları,<br />
parkları ve devlet binalarıyla<br />
maket gibi kent. Gürcistan da<br />
böylesi sıfırdan inşa edilmekte<br />
olan bir kent tasavvurunu<br />
hayata geçiriyor.<br />
“Tarih Boyunca Kent” kitabında<br />
Lewis Mumford kültürel,<br />
çevresel, sosyolojik ve iktisadi<br />
her boyutuyla kent kuramlarını<br />
masaya yatırmış, dünyadaki<br />
bütün kentleri ve gelişimlerini<br />
incelemiş; ama İslami şehir<br />
anlayışını, şehir mimarisini,<br />
Osmanlı kentlerini hiç ele almamış.<br />
Campanella’nın “Güneş<br />
Ülkesi”nde anlattığı gibi bir<br />
kent anlayışı kadim çağlardan<br />
beri mabedler etrafında ticaret<br />
ve eğitim ve sonra konutlar biçiminde<br />
dairesel bir yerleşimi<br />
model aldığımız bir şey midir?<br />
Türk İslam şehir mimarisi, nasıl<br />
bir temel anlayışın izlerini taşır?<br />
Şehir nedir, nasıl meydana<br />
çıkar, nasıl gelişir, neyi ifade<br />
eder, neleri taşır? Bir şehir<br />
sadece köyden daha irice olarak<br />
insan kalabalıklarını bünyesinde<br />
barındıran binalar yığını<br />
mıdır? Bir şehir sadece bugünkü<br />
yüzüyle bir şehir midir?<br />
Bazıları yüzlerce, bazıları binlerce<br />
yıllık bir geçmişe sahip<br />
olan şehirlerin tarihsel kimliklerinin<br />
geleceğe dair ipotekleri,<br />
sınırlılıkları ve açılımları yok<br />
mudur? Şehirler, bünyesinde<br />
barındırdıkları veya idaresine<br />
getirdikleri tarafından ihanete<br />
nasıl uğrar? Uğrar mı?<br />
Şehrin kimliğini, dokusunu,<br />
hususiyetini nasıl muhafaza<br />
edebiliriz, şehri geliştirme<br />
derken bundan ne<br />
anlamalıyız? Şehrin hafızası<br />
var mıdır? Yapacağımız<br />
yanlışlardan dolayı bu hafıza<br />
bizi ikaz edebilir ve bize engel<br />
olabilir mi? Şehrin hafızası olan<br />
nedir? Şehrin tarihi mi? Şehrin<br />
güngörmüş yaşlıları mı? Şehrin<br />
sokakları, caddeleri, eski<br />
yapıları; mabetleri, çarşıları,<br />
kaleleri, limanları, hanları,<br />
hamamları, köprüleri, kuleleri,<br />
bacaları, anıt ağaçları mı?<br />
Bir yol açmağa kalktığınızda<br />
orada boynu bükük duran<br />
bir mezar taşı, bir cumbalı<br />
taş yahut ahşap ev, köhne bir<br />
cami, bir kale duvarı, bir eski<br />
pazaryeri kalıntısı size bir şey<br />
anlatmıyorsa; “ehemmi mühime<br />
tercih” noktasında bir<br />
tefrik etme hazinesine sahip<br />
değilseniz, idrakiniz dumura<br />
uğramışsa şehrin hafızası size<br />
ne anlatırsa anlatsın boşuna…<br />
Çevreye duyarlı şehir anlayışı<br />
geliştirebilmek, tarihi dokuyu<br />
muhafaza anlayışı ile bir<br />
olduğu kadar, şehri tıpkı bir<br />
canlı organizma gibi kabul<br />
etmekten geçer. Şehir kendi<br />
sürdürülebilirliği içinde<br />
gelişir. Sokaklar, caddeler,<br />
konutlar, ticarethaneler,<br />
bağlar, bahçeler, yeni ve<br />
modern yapılar… Şehre<br />
tahakküm, şehrin tıpkı bir canlı<br />
organizmaya aşırı yüklenme<br />
gibi metabolizmasını bozacak<br />
işlev görmesine sebebiyet<br />
verir. Transformasyona<br />
uğrayan canlı ne hale gelirse o<br />
haller başına gelir… Tuhaf bir<br />
yaratık haline dönüşür.<br />
Oysa eski şehirleri öylece bırakmalı<br />
hatta mümkünse sonradan<br />
yanlış bir felsefeyle yapılan<br />
yapıları yıkılmalı; yerine<br />
çevre kentler ve yeni kentler<br />
arterlerle bağlanacak şekilde<br />
inşa edilmelidir. Eski şehrin<br />
rüzgârı yaşatılmalıdır.<br />
Soruyu tekrarlayalım: Çevreye<br />
karşı duyarlı şehir mümkün<br />
mü? Şehir emini varsa belki.<br />
YAZAR BÜLENT AKYÜREK’İN<br />
TOKİ KUŞLARI RÜYASI!<br />
İnsanları sosyalleştirmesi<br />
gereken şehirler nedense<br />
yüzyıllardır yalnızlaştırıyor;<br />
çünkü bir yaşam alanı olarak<br />
düzenlenen şehirlerin faturası<br />
çok kabarık. Daha çok, resmi<br />
ilişkilerin, kuralların insanları<br />
düzenlediği, ilmihal bilgisinin<br />
yok sayıldığı şehircilik anlayışını<br />
getiren Batı kendi çukurunda<br />
boğuluyor bence.<br />
Bizim şehirlerimiz konforlu<br />
olmasın demiyorum; sadece<br />
ana kucağı gibi saran; yardım<br />
kuruluşları ve hayır kurumları<br />
bizi düştüğümüz yerden ayağa<br />
kaldırsın yeter.<br />
Bir köy büyüyünce şehir olmaz<br />
fakat bir şehir gökdelenleriyle<br />
birlikte olgunlaşırsa, kemale<br />
ererse işte orası evimiz olur.<br />
Bu minvalde TOKİ'lere çok iş<br />
düşüyor. En azından yapılan<br />
binalara kuş evi monte ederek<br />
mahlûkatla barışsak, orada<br />
karnını doyuran, suyunu içen<br />
her kuşun duası hepimize<br />
yetmez mi?<br />
Bir rüya görüyorsun diyebilirsiniz.<br />
Evet; biz rüyasını görelim<br />
devlet yapsın. Zaten demokrasi<br />
halkın kendi kendine rüya<br />
görmesi değil midir? Demokrasiye<br />
de, rüyalara da inanıyorum,<br />
belli mi olur?<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 19
Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />
BİSİKLET FEDERASYONU<br />
BAŞKANI EMİN MÜFTÜOĞLU:<br />
ALANYA’DAKİ KİRALIK<br />
BİSİKLETUYGULAMASI<br />
YAYGINLAŞMALI<br />
Çevresinden sorumlu<br />
şehirler kurmak elbette<br />
mümkün, hatta gerekli ve<br />
böyle şehirlerin ivedilikle<br />
kurulması gerekiyor. Şayet<br />
kurulmazsa insanlar doktordan<br />
geri gelemeyecekler<br />
Çevreye harcanacak zaman<br />
ve paraların, doktor ve<br />
hastanelerden tasarruf edilmiş<br />
olduğunu düşünüyorum.<br />
Çevresini korumayan<br />
şehirlerde yaşayanlar, sağlıklı<br />
ve kaliteli yaşamdan uzak<br />
kalıyorlar; inanılmaz mutsuz<br />
ve huzursuz bir şekilde ömür<br />
tüketiyorlar. İnsanlara, sağlıklı<br />
bir şekilde yaşayabilecekleri,<br />
spor yapabilecekleri ve sağlık<br />
kontrolüne gittiklerinde<br />
hastanelerden boyunları bükük<br />
olmadan ayrılabilecekleri<br />
yaşam alanları hazırlamak<br />
gerekir.<br />
Alanya Belediyesi’yle birlikte<br />
başlattığımız, sonrasında İstanbul<br />
Büyükşehir Belediyesi<br />
tarafından da uygulanan proje<br />
bu anlamda güzel bir örnek<br />
teşkil etmektedir. Bisiklet Şehri<br />
Alanya sloganıyla yürüttüğümüz<br />
proje kapsamında; özellikle<br />
sahil şeridi ve yayaların<br />
yoğun olduğu 20 noktada bisiklet<br />
istasyonları oluşturuldu.<br />
Buralarda şu anda 250 bisiklet<br />
20<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
hizmet veriyor. Bisikletlerin<br />
1 saatlik sürüşü ücretsiz; ilk 1<br />
saatten sonra her saat ücreti 2<br />
TL, günlük ücret ise 10 TL olarak<br />
belirlendi. Bir terminalden<br />
binen sürücü, bisikleti aldığı<br />
noktaya geri getirmek zorunda<br />
değil; istediği bir terminale<br />
kredi kartını okutarak bisikleti<br />
kilitleyebiliyor. 1 saatlik sürüşten<br />
sonra bisikleti teslim<br />
eden kullanıcı, başka bir terminalden<br />
bir bisiklet daha alıp<br />
onu da hiç ücret ödemeden<br />
1 saat kullanabiliyor. Böylece<br />
şehir merkezinin trafiği hayli<br />
rahatlamaya başladı. Alanya’da<br />
vatandaşlar, turistler, çevreciler<br />
ve öğrenciler tarafından büyük<br />
ilgi gören uygulamanın diğer<br />
şehirlerimizde de başlatılmasının,<br />
çevreci şehirler kurulması<br />
hedefine ulaşmada önemli bir<br />
adım oluşturacağını düşünüyorum.<br />
Öte yandan biliyorsunuz,<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />
güvenli bisiklet yollarının yapılması<br />
için uygun projelere her<br />
türlü desteği veriyor. Bu uygulama<br />
bizi ve çevreye duyarlı<br />
herkesi mutlu ediyor.<br />
TOLGA BUZCU<br />
(PEYZAJ MİMARI-KENTSEL<br />
TASARIMCI)<br />
İnsan yaşadığı mekânla anlam<br />
kazanan bir varlıktır. İlk çağlardan<br />
beri insanoğlu, yaşadığı<br />
çevrede bıraktığı izlerle yaşam<br />
biçimlerini ve kültürel geçmişlerini<br />
tarihi miras olarak ileriki<br />
nesillere aktarmıştır.<br />
Her mekân o çevrede yaşayan<br />
insanların kültürünü ve yaşam<br />
biçimini yansıtmaktadır. Şehirlerde<br />
yapılan her türlü değişiklik,<br />
çevresinde ve kendi gelişim<br />
sürecinde bölgede bulunan<br />
toplumunun yapı taşlarında<br />
önemli değişikliklere yol açacaktır.<br />
Bu rolü üstlenen biz<br />
Mimar, Mühendislerin şehirlerin<br />
yapılanmasındaki rolü önem<br />
arz etmektedir.<br />
• Çevresinden Sorumlu Şehirler<br />
Kurmak Gerçekten Mümkün<br />
müdür?<br />
• Evet Mümkündür!<br />
Çevresinden sorumlu şehir anlayışı,<br />
plan üstünde yaşam savaşı<br />
veren geometrik şekillerle<br />
ifade edilen planlardan ziyade,<br />
yaşayan ve gelişen toplum<br />
sürecinde sürdürülebilir kaynakların<br />
kullanıldığı ürünlerle<br />
zenginleştirilmiş bir çevrede<br />
nefes alan yaşam alanları<br />
kurmakla gerçekleşecektir. Bu<br />
da doğayı korumak amacı ile<br />
kendi çizdiğimiz akslar yerine<br />
Doğa Kanunlarına uyum<br />
sağlamış mekânların gelecek<br />
nesillere aktarılabilmesi ile<br />
gerçekleşecektir.<br />
YRD. DOÇ. DR. EROL İLHAN:<br />
TÜM ŞEHİRLER ÇEVRESEL<br />
ÖZELLİKLERİYLE ANILIR<br />
Şehirler, belli bir çevre<br />
üzerinde kuruldukları için,<br />
aslında çevresinden sorumlu<br />
olmak zorundalar. Günümüzde<br />
ise şehir, doğal çevrenin<br />
dışında bir yapı gibi algılanıyor.<br />
Bilinçli şehirleşen ülkelerde<br />
gördüğümüz üzere şehir<br />
ve çevre iç içedir. Gerekirse<br />
asırlık ağaçları kesmemek<br />
için yolu bile değiştiriyorlar.<br />
Çevre, insanoğlunun yaşadığı,<br />
çoğaldığı, ürettiği yegâne yer<br />
olduğu için insanı çevreden<br />
soyutlayamayız. Şehirlerin<br />
sadece binalardan oluşan<br />
yerler olmadığını anlamamız<br />
gerekiyor. Şehirler çoğu zaman<br />
çevresel özellikleriyle anılıyor,<br />
Ağrı Dağı, Van Gölü gibi,<br />
bunlara özen gösterilmediği<br />
takdirde şehir anlamını<br />
yitirebilir. Bu konu üzerine<br />
konuşuyorsak eğer, demek<br />
ki şehirlerimiz kurulurken<br />
çevre duyarlılığı gözetilmiyor.<br />
Tabiatın kanunlarına uymalıyız.<br />
Yoksa Amerika’daki tayfun<br />
felaketleri gibi felaketlerle,<br />
dere yatağındaki evlerimizin<br />
su altında kalmasıyla karşılaşırız.<br />
Aslında bu konuyu konuşmak<br />
bile abes. Yapmamız<br />
gereken duyarlı davranmak.<br />
NEJLA SAKINMAZ<br />
(ÖĞRENCİ, ANKARA)<br />
Çevresinden sorumlu şehirler<br />
kurulabilmesi belediyelerin<br />
hassasiyeti ve devlet politikasıyla<br />
sağlanabilir. Doğayı<br />
evimizi korur gibi korumamız<br />
gerekiyor. Öncelikle çöplerin<br />
ayrıştırılması gerekiyor. Rüzgâr
Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />
enerjisinden muhakkak faydalanmamız<br />
gerekiyor. Binaların<br />
yüksekliğini de çok abartıyoruz.<br />
Toprak sıkıntımız olmadığı<br />
hâlde katlı binalar yapmak<br />
anlamsız. Ülkemiz için daha erken,<br />
nereden başlasak kârdır.<br />
SEDAT DOĞUALP (GÜVENLİK<br />
GÖREVLİSİ, ANKARA)<br />
Çevresinden sorumlu şehirler<br />
bakanlıkların, belediyelerin<br />
kararlı tutumlarıyla kurulabilir.<br />
Türkiye’nin nüfusu hızlı arttığı<br />
için bu konuya gereken hassasiyet<br />
hemen gösterilmelidir.<br />
Tabii ki insanların da bilinçlenmesi<br />
lazım; bilinçli insan<br />
çevreye zarar vermez. Şehirde<br />
yaşayan insanlar daha asabi<br />
olurlar, temiz hava, toprak<br />
insanı çok etkiler. Bu nedenle<br />
çevresine duyarlı şehirlerde<br />
yaşayanlar daha mutlu bir<br />
yaşam sürerler.<br />
TALHA TAŞ (İŞÇİ, MERSİN)<br />
Şehirler kurulurken verimli bölgeler<br />
yerine verimsiz bölgeler<br />
tercih edilmeli ki, verimli top-<br />
raklarda tarım yapılabilsin. Biz<br />
Akdeniz şehri olan Mersin’de<br />
maalesef denize önem verilmiyor;<br />
temizliği aksıyor, yapılmıyor.<br />
Merkezin sahilinde yüzemezsiniz.<br />
50-60 km gitmeniz<br />
gerekiyor yüzmeniz için. Öte<br />
yandan belediyelerin bilinçsiz<br />
asfalt kullanımı çevreye zarar<br />
veriyor. Oksijen yaşam kaynağımız<br />
olduğu için ağaçlara<br />
öncelik tanımamız gerekiyor.<br />
Ormanlar da çok bilinçsizce<br />
tahrip ediliyor.<br />
METİN ATA (TAKSİCİ,<br />
ANKARA)<br />
Ülkemizde sadece Karadeniz<br />
bölgesi, çevresinden sorumlu<br />
gibi görünüyor. Büyükşehirler<br />
betondan ibaret. Ben<br />
Ankara’nın her hemen her<br />
bölgesine gidiyorum, pek<br />
ağaçlık alan göremiyorum. Bir<br />
de Ankara’da çöpler sokağa<br />
atılıyor. Çevresinden sorumlu<br />
şehir oluşturulacaksa çöplerden<br />
başlanabilir. Bence çevresinden<br />
sorumlu kentleri bakanlıklar<br />
kurabilir. Bakanlıklar hem<br />
vatandaşları eğiterek hem de<br />
düzenli şehirler kurarak bunu<br />
sağlayabilir.<br />
MUSTAFA DEMİR (MEMUR,<br />
SAMSUN)<br />
Çevreye karşı sorumlu<br />
şehirlerin oluşması için birkaç<br />
neslin geçmesi gerekiyor.<br />
Şimdiki nesil öncekilere göre<br />
çevreye karşı daha hassas.<br />
Yetkililerin de karar verirken<br />
stratejik davranması gerekiyor.<br />
Mesela Muğla turizm kenti<br />
olduğu hâlde Yatağan’a termik<br />
santral yaptılar. Yanlış. Dönüştürülebilir<br />
enerji kaynaklarına<br />
yönelmek de kuracağımız<br />
şehirleri doğayla iç içe, daha<br />
yaşanabilir ve daha düzgün<br />
yapacaktır.<br />
DİLAY BAYKAL AKGÜN<br />
(HEMŞİRE, ERZURUM)<br />
Bu sorumluluk belediyelerin<br />
uygulamalarıyla başlar.<br />
Erzurum’un Kayak Yolu bölgesinde<br />
son yıllarda ürkütücü<br />
bir yapılanma var. Çok plansız<br />
projeler uygulandığı için evler<br />
iç içe geçmiş durumda.<br />
Yeşil alan yok denecek kadar<br />
az. Ben bir anneyim ve<br />
çocuklarıma hava aldıracak<br />
alan bulmakta zorlanıyorum.<br />
Apartmanların aralarına küçük<br />
küçük parklar yapmışlar<br />
20-30 çocuk beraber oyun<br />
oynayamıyor. Oyun parklarının<br />
çocuklara ait olduğunu düşünmeden,<br />
hiç güneş almayacak<br />
yerlere yerleştirmişler. Yapıları<br />
dikerken ticaretin dışında önce<br />
insan faktörünü düşünmek<br />
lazım, ağaçları kesinlikle unutmamak<br />
lazım. Hiç yeni dikilmiş<br />
ağaç görmüyorum. Önceden<br />
dikilmiş ağaçlar da olmasa<br />
ağaçsız da kalabilirdik. İlkokuldaki<br />
çocuklara farkındalık<br />
yaratma amaçlı, boş alanlara<br />
ağaç diktirilebilir veyahut ağaç<br />
dikili bölgelerde temizlik yaptırılabilir.<br />
OĞUZHAN TAŞÇI<br />
(REKLAMCI, İSTANBUL)<br />
Ekonomi ve eğitim seviyesi<br />
düştükçe çevreye duyarlılık<br />
azalıyor. Çevreye sorumluluk<br />
ağaçla başlar. Bina yapmak<br />
için alanları nasıl buluyorsak<br />
ağaç dikmek için de alanlar<br />
bulmalıyız. Ağaç dikmek için<br />
de kamulaştırmalar yapmalıyız.<br />
İstanbul’da bir metrelik<br />
boş alandan bile rant elde etmeye<br />
çalışıyorlar. Ne zaman ki<br />
gökdelen yerine önceliği ağaca<br />
verirsek, o zaman çevresine<br />
sorumlu bilince ulaşırız. Sadece<br />
doğayı korumakla da görevimizi<br />
yerine getirmiş olmayız.<br />
Var olanı koruyup nasıl çoğaltabiliriz<br />
diye düşünmemiz<br />
gerekiyor. Enerjimizi doğadan<br />
karşılamak demek, tepeye<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 21
Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />
rüzgâr değirmeni dikmek demek<br />
değildir. Onu da bilinçli<br />
yapmak gerekir; yoksa onun<br />
da zararını görürüz. Eskişehir<br />
bu konuda örnek alınabilecek<br />
bir şehrimiz.<br />
SEDA ÖZDEMİR<br />
(İŞSİZ, ADANA)<br />
Çevresine sorumlu kent, o<br />
kentte yaşayanların bilinç<br />
düzeyleriyle doğru orantılıdır.<br />
Eğer bir şehir kurulurken<br />
düzensiz yapılanıyorsa daha<br />
sonra orayı kurtarmak güçleşir.<br />
Burada görev sadece belediyeye<br />
veya devlete düşmüyor.<br />
Vatandaşla belediye arasında<br />
görev paylaşımı olmalı. Vatandaşların<br />
çevredeki sorunları<br />
yetkililere bildirilmeleri önemli<br />
bir adımdır. Mersin’de de bulunduğum<br />
için biliyorum; Büyükşehir<br />
Belediyesinin yaptığı<br />
çoğu tesisler kullanılamıyor.<br />
Çünkü bölgenin jeolojisine<br />
uygun değil. İstanbul Büyükşehir<br />
Belediyesi ise akıllı bisiklet<br />
kullanımını hayata geçirmiş.<br />
İnsanlar kredi kartlarıyla bisiklet<br />
istasyonların kiralayıp<br />
biniyorlar. Bu tip uygulamalar<br />
yaygınlaşmalı.<br />
ERHAN ŞATUR (GARSON,<br />
ANKARA)<br />
Her şeyden önce sermaye<br />
sahiplerinin daha çok para<br />
kazanabilmek için çevreye zarar<br />
veren davranışlardan uzak<br />
durmaları, orman alanlarını<br />
tahrip etmemeleri gerekiyor.<br />
Akdeniz kıyılarındaki beton<br />
22<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
yığınlarının orman alanlarına<br />
doğru nasıl ilerlediğini hepimiz<br />
görüyoruz. İnsanlar doğanın<br />
bir parçası olduklarını hatırlamalılar.<br />
Toplum ekolojik sistem<br />
üzerine eğitilmeli. Okulda<br />
eğitim yetersizse kurslar açılmalı,<br />
cuma namazı vaazlarında<br />
bunlardan bahsedilmeli, sivil<br />
toplum kuruluşları seminerler<br />
vermeli. Her bölgenin insanının<br />
Karadenizliler gibi çevresine<br />
sahip çıkmalı. Toprak kirlenirse,<br />
su da kirlenir, hava da.<br />
Birini gözden çıkarırsak hepsini<br />
gözden çıkarmış oluruz.<br />
Kanunlar da HES’leri protesto<br />
edenleri suçlu çıkaramayacak<br />
şekilde yazılmalı. Çevresinden<br />
sorumlu kent kurmak için<br />
uygulamaların odağına çevrenin<br />
olması lazım, sermayenin<br />
güdümünden sıyrılmadıkça<br />
çevreyle barışamayız.<br />
GÜLŞEN NALÇACI<br />
(EMEKLİ, İZMİR)<br />
Bu konuda belediyelere büyük<br />
sorumluluk düşüyor. Cadde ve<br />
sokaklar sanki gittikçe daralıyor,<br />
binalar neredeyse nefes<br />
alamayacak kadar sıkışmış<br />
durumdalar. Enerji kullanımında<br />
ihtiyacımızdan fazlasını<br />
tüketmemek gerekiyor. Özellikle<br />
büyük şehirler ışıklandırmalar<br />
yüzünden elektrik boşa<br />
harcanıyor. Egenin incisi İzmir<br />
maalesef beton bakımından<br />
zengin bir şehir haline geldi;<br />
merkezde ağaç yok giyebiliriz.<br />
Ankara’daki ağaçlandırma<br />
ise duyarlılık göstergesi. Bu<br />
duyarlılık yeni nesille birlikte<br />
daha da kuvvetleniyor. Gençler,<br />
çevreyi yaşlılardan daha<br />
çok umursuyor, daha hassas.<br />
Genç yöneticiler çevreye daha<br />
bir önem veriyorlar.<br />
SERHAT BATMACA<br />
(ÖĞRENCİ, ELAZIĞ)<br />
Yenilenebilir enerji kaynaklarını<br />
kullanarak işe başlayabiliriz.<br />
Almanya ihtiyacı olan enerjinin<br />
%65’ini yenilenebilir kaynaklardan<br />
karşılıyor. Hatta üretilen<br />
enerjinin bir kısmını da ihraç<br />
ediyorlar. Türkiye’de iklim<br />
koşulları daha müsait olduğu<br />
hâlde niçin bu başarılamıyor?<br />
Halk tercihini çevreye duyarlı<br />
araçların ürettiklerinden yana<br />
yaparsa, şirketler de talebe<br />
göre davranmak zorunda kalacaktır.<br />
Böylece hem üretim<br />
araçları hem de üretilenler<br />
çevreye uyumlu hale gelecektir.<br />
Mesela önceden nükleer<br />
santral kurup doğayla oynayan<br />
dünyaca ünlü şirketler şimdi,<br />
yenilenebilir enerji kaynaklarının<br />
aletlerini seri üretiyor. Çünkü<br />
gelişmiş ülkeler enerjilerini<br />
yenilenebilir kaynaklardan<br />
üretiyor. Sermaye sahiplerinin<br />
çıkarları doğrultusunda politikalar<br />
uygulanırsa geri dönülemez<br />
yollara gireriz. Bir anda<br />
hem doğal çevremizden oluruz<br />
hem de büyük şirketlerin kölesi<br />
hâline geliriz.
OSMANLI TAPULARI İÇİN<br />
ULUSLARARASI KONGRE<br />
23 farklı ülkeden 32 bilim adamının 36 bildiri sunacağı kongreye, yurt içi ve<br />
yurt dışından çok sayıda tarihçi ve bilim adamı davet edildi.<br />
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve<br />
Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından<br />
organize edilen ve 21-23 Kasım 2012<br />
tarihinde İstanbul'da düzenlenecek olan<br />
'Osmanlı Coğrafyası Kültürel Arşiv Mirasının<br />
Yönetimi ve Tapu Arşivlerinin Rolü<br />
Uluslararası Kongresi'yle ilgili tanıtım<br />
toplantısı yapıldı.<br />
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü<br />
Arşiv Dairesi Başkanlığı binasında düzenlenen<br />
tanıtım toplantısına Çevre ve<br />
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar,<br />
Tapu Kadastro Genel Müdürü Davut<br />
Güney, Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü<br />
Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Kurt ve<br />
birçok tarihçi ve öğretim üyesi katıldı.<br />
Bakan Bayraktar, toplantı öncesi beraberindeki<br />
heyetle Osmanlı Dönemi Arşiv<br />
Belgeleri'nin sergilendiği salonu gezdi.<br />
GENEL MÜDÜR GÜNEY:<br />
TARİHİ BİR GÖREV<br />
Uluslararası kongrede sahip olunan<br />
kültürel arşiv mirasının tanıtılması ve<br />
paylaşılmasının amaçlandığını belirten<br />
Tapu Kadastro Genel Müdürü Davut<br />
Güney, "Osmanlı arşiv mirasının büyük<br />
bir kısmı ülkemizde bulunuyor. Diğer bir<br />
kısmı da Osmanlı'nın hakimiyet kurduğu<br />
devletlerin arşiv ve kütüphanelerinde<br />
muhafaza edilmekte. Bu kongre ile<br />
Osmanlı'dan intikal eden arşiv hazinelerinin<br />
bulunduğu Kuyudu Kadime Arşivi<br />
tüm detayları ile ortaya konulacak ve<br />
önemli bir tarihi görev yerine getirilmiş<br />
olacak." diye konuştu.<br />
PROF. KURT: GELİŞMELER<br />
MEMNUNİYET VERİCİ<br />
Bilim adamları olarak arşiv malzemelerinin<br />
50-60 yıl sonra bilim insanlarının<br />
hizmetine açılmasını beklediğini belirten<br />
Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü<br />
Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Kurt, "Böyle<br />
yaparsak dünya bilimi daha çok ilerler.<br />
Bu konuda gerekli adımların atılacağına<br />
inanıyorum. Son yapılan düzenlemelerle<br />
bilim adamlarının bu arşivlerden daha<br />
çok yararlandırılması konusunda alınan<br />
çabaları memnuniyetle öğrendik." açıklamasında<br />
bulundu.<br />
BAKAN BAYRAKTAR:<br />
ARŞİVLER MİLLİ HAFIZAMIZ<br />
Bakanlıklarını yaşanabilir çevre, marka<br />
şehirler ve lider ülke misyonuyla<br />
şekillendirdiklerini belirten Bayraktar,<br />
"Geçmişimizin verilerinden büyük ölçüde<br />
faydalanıyoruz. Mirasını devraldığımız<br />
medeniyetimizin büyüklüğünün<br />
farkındayız." dedi. Arşivlerin devlet ve<br />
milletlerin hafızası olduğunu vurgulayan<br />
Bayraktar, şunları söyledi: “Tapu; insan,<br />
devlet ve toprak üçgeninde, insanın<br />
mülkiyet hakkını güvence altına almanın<br />
bir diğer adıdır. Arşiv ise, devletin,<br />
hafızası hükmündedir. Bu doğrultuda<br />
gayemiz, Osmanlı mülkünde var olan,<br />
bu hafızanın, sadece Osmanlı bakiyesi<br />
olarak kalması değil, bir dünya mirası<br />
olarak değerlendirilmesidir.”<br />
OSMANLI’NIN GÜCÜ<br />
ARŞİVİNDE SAKLI…<br />
Bu gibi çalışmaların; dünya yazılı<br />
kültürüne ve gelecek kuşaklara, kayda<br />
değer bir katkı sunmasını umduklarını<br />
kaydeden Bayraktar, açıklamalarını<br />
şöyle sürdürdü:<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 23
“Bir devletin toprakları ne kadar geniş,<br />
ilmi ne kadar engin, geçmişi ne kadar<br />
köklü ise, o devletin hafızası da o kadar<br />
güçlüdür. Osmanlı Devleti; bütün bu<br />
özelliklere sahip, ender devletlerden<br />
biridir. Bu meyanda geride, çok geniş<br />
bir arşiv ve yazılı evrak bırakmıştır.<br />
Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti; 24<br />
milyon kilometre karelik oldukça geniş<br />
bir yüz ölçüme ulaşmış, büyük cihan<br />
imparatorluğudur. Şu an, bu topraklar<br />
üzerinde, irili ufaklı 34 adet devlet bulunmaktadır.”<br />
ÜÇ KITADAKİ 30 DEVLETİN<br />
KAYITLARI BU ARŞİVDE<br />
Osmanlı belgelerinin önemli bir kısmını<br />
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün<br />
Arşiv Daire Başkanlığında muhafaza<br />
edildiğini, binlerce defter ve belgeden<br />
oluşan arşivin araştırmacıların hizmetine<br />
sunulduğunu ifade eden Bayraktar,<br />
buradaki belgelerin 3 kıtada 30'a yakın<br />
ülkenin ekonomik, sosyo kültürel ve<br />
demografik kayıtlarını içermekte olduğunu<br />
söyledi.<br />
Kongrede Osmanlı'nın sahip olduğu<br />
zengin kültürel mirasın tanıtımının yapı-<br />
TK GENEL MÜDÜRÜ DAVUT GÜNEY:<br />
“Kongrenin Hedefi<br />
Arşivlerimizi Modern Bir Yapıya<br />
Kavuşturmak”<br />
Kongrenin amacına dair açıklamalarda<br />
bulunan Tapu ve Kadastro Genel Müdürü<br />
Davut Güney, “Osmanlı Devleti<br />
altı yüz yılı aşkın bir süre ve geniş bir<br />
coğrafyada devam eden hâkimiyeti<br />
döneminde bu geniş coğrafyanın tümüne<br />
şamil olacak şekilde zengin bir arşiv<br />
mirasının ortaya çıkmasını ve bu mirasın<br />
muhafazasını bugünlere ulaşmasını<br />
sağlamıştır.” dedi.<br />
Bu mirasın büyük bir kısmının Türkiye’deki<br />
arşivlerinde olmakla birlikte<br />
diğer bir kısmının, Osmanlı coğrafyasından<br />
ayrılan ve bugün her biri bağımsız<br />
olan ülkelerin arşivlerinde bulunduğunu<br />
belirten Güney, şöyle devam etti:<br />
“Osmanlı Devleti’nden ayrılarak günümüzde<br />
bağımsız birer devlet olan bu<br />
24<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
farklı unsurların ortak kültür, ortak tarih<br />
ve ortak medeniyet paydasında birleştirilmesi<br />
ancak, Osmanlı’dan intikal eden<br />
arşiv hazinelerinin gün ışığına çıkarılması<br />
ve aynı kültürel ve tarihi temelden<br />
doğan parçaların birleştirilmesiyle<br />
mümkün olacağı düşünülmektedir.”<br />
Yapılacak kongre ile söz konusu devletlerin<br />
bir araya gelmesi ve ortak bir çalışmada<br />
buluşmasının mümkün olacağını<br />
kaydeden Güney, “Kültürel arşiv mirasının<br />
muhafazası ve paylaşımının yanı<br />
sıra, teknolojik gelişmelerin takibi ve<br />
uygulanması noktasında ortak bir politika<br />
oluşturulması, devlet ve kurumlarla<br />
iş birliği yapılması noktasında da önemli<br />
bir adım atılmış olacaktır” dedi.<br />
Uluslararası toplumda aktif olarak rol<br />
alan; siyasi, ekonomik, kültürel ve ben-<br />
zeri alanlarda ağırlığı ve önemi giderek<br />
artan Türkiye’deki ortak kültür mirası<br />
olan arşivlerin araştırmaya açılması ve<br />
değerlendirilmesi hususunda son yıllarda<br />
önemli çalışmalar yapıldığını hatırlatan<br />
Genel Müdür Güney, şunları söyledi:<br />
“Zengin arşiv dokümanlarına sahip<br />
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün<br />
ulusal ve uluslararası camiada layıkıyla<br />
tanıtımının yapılması amacına da hizmet<br />
edecek olan bu kongre, Kurumumuzun<br />
tüm dünyada kabul görmüş, önemli<br />
bir bilgi merkezi (ortak bilinç/ortak hafıza)<br />
olması hedefi doğrultusunda atılmış<br />
kıymetli bir adım olacaktır.”<br />
Kongrede, elektronik arşivler konusunda<br />
dünyada yaşanan son teknolojik<br />
gelişmelerin de ele alınacağına dikkati<br />
çeken Güney, kongreyle sağlanabilecek<br />
iş birlikleri çerçevesinde ortak eğitim,<br />
ortak teknoloji geliştirme ve ortak arşiv<br />
uygulamaları gibi konularda çalışmalar<br />
yapılabileceğini, bunun da Türkiye’deki<br />
arşivlerin uluslararası standartlarda<br />
modern bir yapıya kavuşturulmasına<br />
katkı sağlayacağını ifade etti.
Bir devletin toprakları<br />
ne kadar geniş, ilmi ne<br />
kadar engin, geçmişi<br />
ne kadar köklü ise, o<br />
devletin hafızasının o<br />
kadar güçlü olacağını<br />
belirten Bayraktar,<br />
“Osmanlı Devleti; bütün<br />
bu özelliklere sahip,<br />
ender devletlerden<br />
biridir. Bu meyanda<br />
geride, çok geniş bir<br />
arşiv ve yazılı evrak<br />
bırakmıştır” diye<br />
konuştu.<br />
lacağın anlatan Bayraktar, şöyle devam<br />
etti: "Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüzün<br />
arşivinin bir bilgi merkezi olduğu<br />
ortaya konulacak. Arşiv belgelerinin<br />
uluslararası ve ulusal ölçekte akademik<br />
camiada tanıtımı yapılacak. Osmanlı<br />
Devletinden intikal eden arşiv mirasını<br />
bünyesinde bulunduran ülkeler ve devletler<br />
ile kurumların ortak kültür tarih<br />
ve medeniyet anlayışının bir araya getirilmesi<br />
sağlanacak. Böylece uluslar arası<br />
ilişkilerin geliştirilmesi ve ülke tanıtımı<br />
alanında ciddi kazanımlar sağlanacak."<br />
23 ÜLKEDEN 32 BİLİM ADAMI<br />
GELİYOR<br />
Kongrede 23 farklı ülkeden 32 bilim<br />
adamının bilgi ve görüşlerine yer verileceğini<br />
ifade eden Bayraktar, toplam 76<br />
değişik bildirinin sunulacağını belirtti.<br />
Yurt içi ve yurt dışından çok sayıda<br />
tarihçi ve bilim adamının davet edildiğini<br />
vurgulayan Bayraktar, kongrede<br />
30 ülkeden katılımcının bulunacağını<br />
kaydetti.<br />
YENİ TAPU KADASTRO ARŞİV<br />
BİNASI<br />
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün<br />
bundan sonrada arşivlerin tanıtılması<br />
için yoğun bir çalışma içerisinde olacağını<br />
belirten Bayraktar, "Kongre<br />
bunun apaçık ispatıdır. Ülkemize yakışır<br />
Ankara'da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüz<br />
bünyesinde çok güzel bir Tapu<br />
Osmanlı Devleti’nin 24 milyon<br />
kilometre karelik oldukça<br />
geniş bir yüz ölçüme ulaşmış<br />
büyük cihan imparatorluğu<br />
olduğunun altını çizen ve şu an<br />
bu topraklar üzerinde onlarca<br />
devlet bulunduğuna dikkati<br />
çeken Bayraktar, Tapu<br />
Kadastro Arşivlerindeki<br />
belgelerin 3 kıtadaki 30ıa yakın<br />
ülkenin ekonomik,<br />
sosyo-kültürel ve demografik<br />
kayıtlarını içermekte<br />
olduğunu söyledi.<br />
Kadastro Arşiv binasını önümüzdeki<br />
yıl başlatacağız ve çok kısa sürede bitireceğiz.<br />
Bakanlığımız Yapı İşleri Genel<br />
Müdürlüğü ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüz<br />
projeyi birlikte yürütecek.<br />
Kısa sürede örnek Osmanlı ve Selçuklu<br />
mimarisini yansıtacak binayı ülkemize<br />
kazandırmış olacağız." şeklinde konuştu.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 25
ELEKTRONİK ATIKLAR<br />
ÇEVRE İÇİN<br />
CiDDi TEHDiT!<br />
Baş döndürücü bir hızla yeni modelleri<br />
piyasaya sürülen cep telefonu, bilgisayar,<br />
televizyon gibi elektronik atıkların imhası<br />
dünyanın büyüyen çevre sorunlarından biri<br />
haline geliyor.<br />
Gelişmiş teknolojik özelliklere sahip elektronik eşyalar<br />
kuşkusuz insanların hayatını kolaylaştırıyor. Neredeyse her<br />
hafta ya yeni bir akıllı telefon modeli çıkıyor ya da daha hızlı<br />
işlemciye sahip bilgisayarlar satışa sunuluyor. Ancak bu denli<br />
hızla gelişen teknoloji, hâlihazırda kullanılabilen elektronik<br />
eşyaların son kullanım tarihini hızlandırıyor ve onların kenara<br />
atılmasına neden oluyor. Böylece elektronik atık miktarı<br />
giderek artıyor ve çevreye tonlarca toksin madde salınıyor.<br />
YENİYE ULAŞMAK DAHA KOLAY<br />
Teknolojinin yaygınlaşması elektronik eşya fiyatlarını<br />
da düşürüyor. Bu yüzden en ufak bir arızada tüketiciler,<br />
ellerindeki eşyayı tamir ettirmek yerine yenisini almayı tercih<br />
ediyor. Yedek parça fiyatlarının da neredeyse orijinal ürünün<br />
fiyatı ile aynı olması, tüketicileri yeni ürün almaya itiyor.<br />
Ayrıca tüketim kültürünün getirdiği “kullan–at” felsefesi de<br />
bu süreci hızlandırıyor.<br />
Her ne kadar elektronik atıkları geri dönüştürebilecek<br />
sistemler kullanımda olsa da hem atık miktarının<br />
fazlalığından hem de artan atık miktarına erişimin zor<br />
olmasından dolayı mevcut ihtiyacı karşılamaya yetmiyor.<br />
Ayrıca dünyanın dört bir yanında bu konuda yasal boşlukların<br />
olması da dikkat çekiyor. Örneğin en sıkı yasalara sahip<br />
Avrupa Birliği ülkelerindeki elektronik atıkların sadece % 25’i<br />
kayıt altında tutulabiliyor. Böylece AB ülkelerinin toplamında<br />
her yıl yaratılan 8,7 milyon ton elektronik atığın sadece 6,6<br />
milyon tonu geri dönüştürülemiyor.<br />
26<br />
GERİ DÖNÜŞÜM<br />
YILMAZ DENİZ AYDEMİR<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Teknolojinin<br />
yaygınlaşması<br />
elektronik eşya<br />
fiyatlarını da<br />
düşürüyor. Bu<br />
yüzden en ufak bir<br />
arızada tüketiciler,<br />
ellerindeki eşyayı<br />
tamir ettirmek<br />
yerine yenisini<br />
almayı tercih<br />
ediyor. Tüketim<br />
kültürünün getirdiği<br />
“kullan–at” felsefesi<br />
de bu süreci<br />
hızlandırıyor.<br />
DÜNYA’NIN % 70’İ<br />
CEP TELEFONU İLE<br />
KONUŞUYOR<br />
Cep telefonları kişi<br />
başına dünyanın en hızlı<br />
yaygınlaşan eşyayı olarak<br />
dikkat çekiyor. Dünya<br />
nüfusunun yaklaşık % 70’i<br />
cep telefonu kullanılıyor.<br />
1990 yılında 12,4 milyon<br />
olan cep telefonu sayısı<br />
günümüzde 5,6 milyar gibi<br />
bir sayıya ulaşmış durumda.<br />
Ayrıca bu sayının çoğu<br />
da telefonlarını her yıl<br />
değiştiriyor. Böylece son on<br />
yıl dikkate alındığında, her yıl<br />
ortalama 140 milyon telefon<br />
tekrar kullanılmamak üzere<br />
atılıyor.<br />
Ancak geçtiğimiz yıl<br />
ABD’de sadece 125 milyon<br />
telefonunun atıldığı hesaba<br />
katılırsa, artan telefon sayısı<br />
ile orantılı olarak bu sayının<br />
her yıl katlanarak artacağı varsayılıyor. Yapımında kurşun,<br />
plastik, cıva, krom ve arsenik gibi maddelerin kullanıldığı<br />
cep telefonları her yıl çevreye ortalama 37 ton zehirli toksin<br />
maddeler bırakılmasına neden oluyor.
Özellikle son dönemde piyasaya sürülen ve tüketicilerin<br />
hayatlarında önemli bir yer edinen akıllı telefonlar, gelişen<br />
teknolojiye yenik kısa ömürleri ve yoğun şarj kullanımları ile<br />
ekosistemi negatif ölçüde etkiliyor. Birçok farklı amaç için<br />
kullanılan ve de neredeyse her iş için bir uygulama bulunan<br />
telefonlar bilinçsizce ve yoğun olarak kullanıldığı için çabuk<br />
atılıyor veya tüketiciler tarafından daha yeni bir model ile<br />
değiştiriliyor.<br />
Dünya üzerindeki atık cep telefonu miktarını artıran bir<br />
etkenin ise akıllı telefonların piyasaya sürülmesi olduğu<br />
söylenebilir. Sadece 2012 yılının ilk çeyreğinde yaklaşık<br />
145 milyon akıllı telefon satışının gerçekleşmesi bunun<br />
göstergelerinden birisi.<br />
Ayrıca dünyadaki her cep telefonunun, bir gün şarj edilmesi;<br />
15.875 ton sera gazı emisyonunun atmosfere salınmasına<br />
neden oluyor.<br />
ELEKTRONİK ATIK <strong>SAYI</strong>SI % 500 ARTABİLİR<br />
Dünyadaki en çok elektronik atık ABD’den atılıyor. Ülkede her<br />
yıl yaklaşık 3 milyon ton elektronik eşya çöplüğe gönderiliyor<br />
ve elektronik atıklar, ABD’deki atıkların % 2’sini oluşturuyor.<br />
Ayrıca tahminlere göre çöp sahalarında bulunan ağır<br />
metallerin % 70’i atılan elektronik eşyalardan kaynaklanıyor.<br />
Elektronik atıkların sadece % 15 ila % 20’si geri<br />
dönüştürülüyor. Masaüstü bir bilgisayar ekranda ağırlığının<br />
% 6’sı kadar kurşun bulunması nedeniyle de ülkede her yıl<br />
atılan ise 30 milyon adet bilgisayar, ABD Çevre Koruma<br />
Ajansı tarafından tehlikeli atık<br />
sınıfında yer alıyor.<br />
ABD’yi yılda 2,3 milyon atık ile<br />
Çin izliyor. Ancak uzmanlar,<br />
artan nüfus ve teknolojiye<br />
erişilebilirlik dolayısıyla önümüzdeki yıllarda Çin’in ABD’yi<br />
sollayacağı görüşünde. Çin’de yasal boşluklar atıkların<br />
toplanması konusunda sorun yaratıyor.<br />
Elektronik eşya üretiminde ilk akla gelen Japonya, Güney<br />
Kore ve Tayvan gibi ülkeler de ise durum daha farklı. Üretici<br />
firmalar, yıllık üretimlerinin % 75’ini geri dönüştürme<br />
güvencesi veriyor.<br />
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na göre önümüzdeki on yıl<br />
içinde elektronik atık miktarı % 500 artabilir.<br />
ÇÖZÜM: GERİ DÖNÜŞTÜRME<br />
Her ne kadar<br />
elektronik<br />
atıkları geri<br />
dönüştürebilecek<br />
sistemler<br />
kullanımda olsa da<br />
hem atık miktarının<br />
fazlalığından<br />
hem de artan atık<br />
miktarına erişimin<br />
zor olmasından<br />
dolayı mevcut<br />
ihtiyacı karşılamaya<br />
yetmiyor.<br />
Elektronik atıkların geri dönüştürülmesi hem çevre kirliliğini<br />
önlüyor hem de ticari avantajlar sunuyor. Örneğin 515 adet<br />
cep telefonunun geri dönüştürülmesinden kazanılan enerji<br />
ile bir ev halkının yıl boyunca tükettiği enerji miktarını<br />
karşılayabiliyor. Daha geniş ölçekte ele alınırsa da bir milyon<br />
diz üstü bilgisayarın geri dönüştürülmesi dünya üzerindeki<br />
ortalama 3.500 evin bir yılda tükettiği enerji miktarına eşit<br />
geliyor.<br />
Ayrıca geri dönüştürme, yedek parça üretimine de katkı<br />
sağlıyor ve elektronik eşyaların yapımında kullanılan ağır<br />
metallere tekrar erişimi sağlıyor. Her geri dönüştürülen bir<br />
milyon cep telefonu, 15.875 kilogram bakır, 34 kilogram<br />
altın ve 15 kilogram paladyum açığa çıkmasını sağlıyor.<br />
Tahminlere göre dünyadaki tüm elektronik eşyaların geri<br />
dönüştürülmesi ile yaklaşık 60 milyon değerinde 4,7 ton altın<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 27
ve 49 ton gümüş geri kazanılabilir. Ortalama bir elektronik<br />
eşyanın da ağırlığınca % 90’ının geri dönüştürülebileceği<br />
biliniyor.<br />
YASAL DÜZENLEME ŞART<br />
Dünya üzerindeki bazı firmalar da sağladıkları ticari<br />
kampanyalar ile elektronik eşyaların geri dönüştürülmesini<br />
destekliyor. Eski elektronik eşyasını getiren müşterilere<br />
yenisini indirimle sunan firmalar böylece, eski atıkları geri<br />
Elektrikli ve Elektronik Eşyalar Kategorileri<br />
Yıllara Göre Toplama Hedefi (kg/kişi-yıl)<br />
2013 2014 2015 2016 2018<br />
1. Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazları 0,05 0,09 0,17 0,34 0,68<br />
2. Büyük beyaz eşyalar<br />
0,1 0,15 0,32 0,64 1,3<br />
3. Televizyon ve monitörler 0,06 0,10 0,22 0,44 0,86<br />
4. Bilişim ve telekomünikasyon ve tüketici<br />
ekipmanları (Televizyon ve monitörler hariç)<br />
0,05 0,08 0,16 0,32 0,64<br />
5. Aydınlatma ekipmanları 0,01 0,02 0,02 0,04 0,08<br />
6. Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik aletler,<br />
oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları, izleme ve<br />
kontrol aletleri<br />
28<br />
Cep telefonları kişi<br />
başına dünyanın en<br />
hızlı yaygınlaşan<br />
eşyası olarak dikkat<br />
çekiyor. Dünya<br />
nüfusunun yaklaşık<br />
% 70’i cep telefonu<br />
kullanılıyor. 1990<br />
yılında 12,4 milyon<br />
olan cep telefonu<br />
sayısı günümüzde<br />
5,6 milyar gibi bir<br />
sayıya ulaşmış<br />
durumda.<br />
dönüştürerek yedek parça sanayilerini destekliyor ve yeni<br />
üretecekleri ürünler için hammadde sağlıyor.<br />
Tüm bunlara rağmen ne yazık ki her yıl dünya çapında geri<br />
dönüştürülen elektronik atık oranı ise % 20’den daha az.<br />
Yasal düzenlemeler ile elektronik atıkları geri dönüştürme<br />
oranı kontrol altına alınabilir ve artırılabilir. Ayrıca geri<br />
dönüştürmede en büyük sorun olan atık toplama sistemleri<br />
de geliştirilebilir. Bunun içinde öne sürülen en etkili yöntem<br />
ise dünyanın dört bir yanına elektronik atık toplama stantları<br />
0,03 0,06 0,<strong>11</strong> 0,22 0,44<br />
TOPLAM EVSEL AEEE (kg/kişi-yıl) 0,3 0,5 1 2 4<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012
Geri Dönüşüm Hedefleri<br />
Elektrikli ve Elektronik Eşya Kategorileri<br />
Yıllar<br />
2013 2018<br />
Ağırlıkça (%) olarak<br />
Büyük ev aletleri (%) 65 75<br />
Küçük ev aletleri (%) 40 50<br />
Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları (%) 50 65<br />
Tüketici ekipmanları (%) 50 65<br />
Işıklandırma cihaz ve aletleri (%) 20 50<br />
Gaz deşarj lambaları 55 80<br />
Elektrikli ve elektronik eşyalar (%) 40 50<br />
Oyuncaklar, eğlence, spor aletleri (%) 40 50<br />
İzleme ve kontrol cihaz ve aletleri (%) 40 50<br />
Otomatlar (%) 65 75<br />
Geri Kazanım Hedefleri<br />
Elektrikli ve Elektronik Eşya Kategorileri<br />
Yıllar<br />
2013 2018<br />
Ağırlıkça (%) olarak<br />
Büyük ev aletleri (%) 75 80<br />
Küçük ev aletleri (%) 55 70<br />
Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları (%) 60 75<br />
Tüketici ekipmanları (%) 60 75<br />
Işıklandırma cihaz ve aletleri (%) 50 70<br />
Gaz deşarj lambaları 70 80<br />
Elektrikli ve elektronik aletler (%) 50 70<br />
Oyuncaklar, eğlence, spor aletleri (%) 50 70<br />
Tıbbi cihazlar (%) --- ---<br />
İzleme ve kontrol aletleri (%) 50 70<br />
Otomatlar (%) 70 80<br />
Özellikle son<br />
dönemde<br />
piyasaya sürülen<br />
ve tüketicilerin<br />
hayatlarında önemli<br />
bir yer edinen<br />
akıllı telefonlar,<br />
gelişen teknolojiye<br />
yenik kısa ömürleri<br />
ve yoğun şarj<br />
kullanımları ile<br />
ekosistemi negatif<br />
ölçüde etkiliyor.<br />
Yapımında kurşun,<br />
plastik, cıva,<br />
krom ve arsenik<br />
gibi maddelerin<br />
kullanıldığı cep<br />
telefonları her yıl<br />
çevreye ortalama<br />
37 ton zehirli<br />
toksin maddeler<br />
bırakılmasına<br />
neden oluyor.<br />
Dünyadaki en çok<br />
elektronik atık<br />
ABD’den atılıyor.<br />
Ülkede her yıl<br />
yaklaşık 3 milyon<br />
ton elektronik<br />
eşya çöplüğe<br />
gönderiliyor.<br />
ABD’yi yılda<br />
2,3 milyon atık<br />
ile Çin izliyor.<br />
Ancak uzmanlar,<br />
önümüzdeki<br />
yıllarda Çin’in<br />
ABD’yi sollayacağı<br />
görüşünde.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 29
Ekranında<br />
ağırlığının % 6’sı<br />
kadar kurşun<br />
bulunması<br />
nedeniyle<br />
masaüstü<br />
bilgisayarlar ABD<br />
Çevre Koruma<br />
Ajansı tarafından<br />
tehlikeli atık<br />
sınıfına dâhil<br />
edildi. Bu ülkede<br />
her yıl 30 milyon<br />
adet bilgisayar<br />
atık hale geliyor.<br />
TÜRKİYE’DEKİ ELEKTRONİK ATIK<br />
DÜZENLEMELERİ<br />
Türkiye’de ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />
tarafından 2012 yılında yayımlanan Atık Elektrikli<br />
ve Elektronik Eşyaların (AEEE) Kontrolü<br />
Yönetmeliği’nde elektronik eşyalar ile ilgili geri<br />
dönüştürme hedefleri verilmiştir. Atık hâline<br />
gelen elektronik eşyaların diğer evsel atıklarla<br />
çöp toplama noktalarına bırakılamayacağı ve<br />
yakılamayacağı gibi belediyelerin kuracağı atık<br />
getirme merkezlerine, üreticiler ve lisanslı<br />
işleme tesisleri tarafından kurulacak aktarma<br />
merkezlerine veya elektrik ve elektronik<br />
eşya dağıtıcılarına hiçbir ücret ödemeden<br />
verilebileceği yönetmelikte belirtilmiştir.<br />
Böylece elektronik atıklar, uygun teknoloji<br />
kullanılarak işlenecek ve yıllık 20 ton yağın, 40<br />
ton gazın, 800 kg fosforun, 200 ton kurşunun,<br />
400 ton civanın, 100 ton toner tozunun,<br />
kontrolsüz olarak alıcı ortama verilmesi<br />
engellenerek, lisanslı tesislerde geri kazanımı<br />
ve bertarafı sağlanacaktır.<br />
30<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
kurulması ve vergiden düşme veya ufak ücretler karşılığı bu<br />
eşyaların etkin biçimde toplanması.<br />
TEKRAR KULLANMAK MÜMKÜN<br />
Dünya çapında aktif bazı sivil toplum kuruluşları da eski<br />
teknolojiye sahip elektronik eşyaları toplayarak onları<br />
gelişmemiş ülkelerdeki insanlara ulaştırıyor. Bu aynı<br />
zamanda o ülkelerin kalkınmasına da yardımcı oluyor. Ancak<br />
elektronik eşyaların belirli bir kullanım ömrü olduğu için,<br />
teknolojik işlevini yitiren aygıtlar, o ülkede düzenli depolama<br />
sahaları bulunmadığından tekrardan çevre kirliliğine yol<br />
açıyor.<br />
AYRIŞTIRMA TEKNİKLERİ<br />
Elektronik atıkların geri dönüştürülmesi için belirli yöntemler<br />
mevcut. Bunların başında elektronik atıkların parçalara<br />
ayrılması geliyor. Bu yöntem ya insan gücü kullanılarak<br />
el yordamıyla ya da otomatik makineler vasıtasıyla<br />
gerçekleşiyor. El ile ayrıştırmanın en büyük avantajı<br />
insanların devre kartları, güç üniteleri ve işlemci gibi<br />
parçaları tanıyarak yedek parça sanayisinde kullanılabilecek<br />
parçaları ayırması. Ancak bu yöntem genelde Afrika ve<br />
Eski Sovyet ülkeleri gibi işçiliğin ucuz olduğu yerlerde<br />
uygulandığından çalışanların sağlık ve güvenlik standartları<br />
en düşük seviyede olması, insan hakları kapsamında bir<br />
sorun doğuruyor.<br />
Makineler ise elektronik atıkları metal ve plastik olarak<br />
doğrama yöntemi ile ayırıyor. Bazı plastik ve metal parçalar<br />
dökümcülere veya plastik geri dönüştürme tesislerine<br />
satılırken, bakır, altın ve gümüş gibi değerli metaller<br />
ayrıştırılıyor. Aynı zamanda gelişmiş tesislerde tekrardan<br />
kullanabilecek elektronik parçalar geri kazanılabiliyor.
ÖZEL ÇEVRE<br />
Uzungöl<br />
Özel Çevre Koruma Bölgesi<br />
TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ<br />
Türkiye’nin ekoturizm<br />
potansiyeli yüksek<br />
bölgelerinden biri olan<br />
Uzungöl’de 658 bitki<br />
taksonu, 90 memeli, 250<br />
kuş türü belirlenmiş,<br />
Uzungöl Çuha Çiçeği bilim<br />
dünyasının dikkatine<br />
sunulmuştur.<br />
32<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Uzungöl Özel<br />
Çevre Koruma<br />
Bölgesi’nde<br />
125 alttür,<br />
68 varyete<br />
olmak üzere<br />
3<strong>11</strong> cinse ait<br />
toplam 658<br />
adet bitki<br />
taksonu tespit<br />
edilmiştir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel<br />
Müdürlüğü’nce yürütülen “Uzungöl<br />
Özel Çevre Koruma Bölgesi<br />
Karasal Biyoçeşitliliğin Tespiti<br />
Projesi” ile ülkemizin önemli turizm<br />
merkezlerinden biri olan Uzungöl’e<br />
dair önemli veriler elde edilmiştir.<br />
Projenin kapsadığı alan 2004 yılında<br />
Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak<br />
ilan edilmiş, bu tarihten önce ve sonra<br />
alanda kimi araştırmalar yapılmış<br />
olmasına karşın, bölgenin biyolojik<br />
çeşitliliğini ortaya koyacak ayrıntılı bir<br />
çalışma gerçekleştirilmemiştir.<br />
Yörenin karasal biyoçeşitlilik altlığını<br />
oluşturacak bu çalışma ile elde edilen<br />
veriler, yörede gerçekleştirilecek<br />
her türlü planlamalar için temel<br />
kaynak teşkil edecektir. Bütünleşik<br />
alan yaklaşımıyla doğal kaynakların<br />
kullanılmasında koruma-kullanma<br />
dengesinin sağlanması için gerekli ilk<br />
adım olan biyolojik çeşitliliğin tespiti<br />
yapılarak biyotoplar ortaya konulması<br />
son derece önemli bir gelişmedir.<br />
KONUMSAL VERİ TABANI<br />
KURULDU<br />
Çalışmalarda Coğrafi Bilgi Sistemleri<br />
(CBS), uzaktan algılama ve Küresel<br />
Yer Belirleme (GPS) gibi güncel bilişim<br />
teknolojileri kullanılarak ilgili tüm<br />
tematik haritalar, sayısal ortamda<br />
oluşturulmuş ve konumsal veri tabanı<br />
kurulmuştur. Çalışmayla hassas olan<br />
bitki, yaban hayvanları, balık ve amfibi<br />
türleri ve alanları tespit edilmiş;<br />
tehditler ve koruma önlemlerine<br />
ilişkin öneriler sunulmuştur. Alanın<br />
turizm potansiyelinin en iyi şekilde<br />
değerlendirilmesini sağlayacak akılcı<br />
planların yapılmasına yönelik peyzaj<br />
ve rekreasyon değeri belirlenmiştir.<br />
Arazi kullanım şekli, ortaya konulmuş<br />
ve olası sorunlara çözüm önerileri<br />
getirilmiştir.<br />
YENİ DOĞAL SINIRLAR<br />
BELİRLENDİ<br />
Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin daha önce<br />
belirlenmiş ve ilan edilmiş sınırları,<br />
alanın belirli tepe noktalarına<br />
göre belirlenen <strong>11</strong> adet koordinata<br />
dayanmaktadır. Pratikte uygulaması<br />
bir hayli zor olan bu sınırlamaya<br />
göre 149,12 km 2 olan alan, doğal<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 33
ve su ayırım hattına göre daha<br />
uygulanabilir olması açısından yeniden<br />
değerlendirilmiştir. Buna göre alanın<br />
yeni doğal sınırlarıyla birlikte 4,915<br />
km 2 bir artışla toplam 154.035 km 2<br />
alana ulaşması önerilmektedir. Proje<br />
sahasındaki tüm çalışmalar, bu yeni<br />
sınırlar esas alınarak yürütülmüştür.<br />
Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin sınırları, doğal<br />
hatlara göre yeniden belirlenmiştir<br />
ve bu hâliyle gerekli yasal sürecin<br />
tamamlanması gerekmektedir.<br />
FARKLI SAHA STATÜLERİ<br />
SORUNU<br />
Bölgenin hâlihazırdaki resmî sınırları<br />
içerisinde; tabiat parkı, belediye imar<br />
planı sahası, ormanlık arazi ve doğal<br />
sit alanı bulunmaktadır. Bu sahaların<br />
hukuki statü farklılığı ve farklı yönetsel<br />
birimlerin görev alanında oluşu,<br />
eşgüdüm ve denetim bakımlarından<br />
önemli bir sorun olmaktadır. Bölgedeki<br />
bu farklı nitelendirmeler tekrardan ele<br />
alınmaya, konu ve sorumlu birimler<br />
açısından değerlendirmeye muhtaçtır.<br />
ALABALIK TÜRLERİ<br />
Çalışmada, Uzungöl ve kaynaklarında<br />
dağılım gösteren Kahverengi<br />
alabalık (Salmo trutta) türünün bazı<br />
popülasyon özellikleri irdelenmiştir.<br />
Çalışmada 478 adet balıkta yaş<br />
tayini ve cinsiyet tayini yapılmıştır.<br />
Balıkların yaşlarının 0-8 yaşları<br />
arasında dağılım gösterdikleri,<br />
boyları 1,70-37,80 cm ve ağırlıkları<br />
ise 0,312-445,000 g arasında<br />
olduğu belirlenmiştir. Havzada bu<br />
türün üç farklı ekotipinin yaşadığı,<br />
üç yaşından itibaren tüm bireylerin<br />
cinsi olgunluğa ulaştıkları, kondisyon<br />
değerleri ortalama 1,007±0,163,<br />
cinsiyet oranı E/D: 1,00-0,88 olduğu<br />
belirlenmiştir.<br />
Uzungöl havzasında üreme dönemi<br />
kaynakta en erken başladığı<br />
Uzungöl çıkışında ise Mayıs ayının<br />
ortalarına kadar devam ettiği tespit<br />
edilmiştir. En az bireysel yumurtanın<br />
Anadolu Alabalığı’nda (Salmo trutta<br />
macrostigma) olduğu, en büyük<br />
yumurtaların ise Karadeniz Alası<br />
ekotipinde olduğu belirlenmiştir.<br />
Balıkların <strong>11</strong> farklı organizmayla<br />
beslendikleri, ana besin<br />
organizmalarının ise Arthropoda<br />
ve Annelidae’lerin olduğu tespit<br />
edilmiştir.<br />
34<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
658 BİTKİ TAKSONU<br />
TESPİT EDİLDİ<br />
Bitkisel biyolojik çeşitliliğin<br />
saptanması amacına yönelik bölgede<br />
yapılan çalışmalarla, alanın flora ve<br />
vejetasyonu ortaya konmuştur. Alanda<br />
125 alttür, 68 varyete olmak üzere 3<strong>11</strong><br />
cinse ait toplam 658 adet bitki taksonu<br />
tespit edilmiştir. Ayrıca Uzungöl<br />
Çuha Çiçeği (Primulax uzungolensis)<br />
alandan ilk kez toplanmış, yeni bir<br />
bitki taksonu olarak bilim dünyasının<br />
dikkatine sunulmuştur. IUCN’e göre<br />
CR kategorisinde yer alan Erodium<br />
hendrikii (iğnelik) bitkisinin bu alanda<br />
yayıldığı saptanmış ve yayıldığı<br />
alan mutlak koruma alanı olarak<br />
önerilmiştir.<br />
ENDEMİK, ENDER VE<br />
TIBBİ BİTKİLER…<br />
Endemik ve ender bitki taksonları<br />
habitatları ile koordinatlandırılmış ve<br />
alanda 471 koordinat okuması yapılarak<br />
veri tabanına aktarılmıştır. Bölgede<br />
yapılan bitki sosyolojisi çalışmaları<br />
ile dört değişik vejetasyon tipinde<br />
toplam dokuz adet bitki birliğinin<br />
alanda varlığı saptanmıştır. Bu<br />
birlikler ve alansal çalışmalara dayalı<br />
olarak yürütülen çalışmalarla EUNIS<br />
habitat sınıflaması yapılmış ve CBS
ortamına aktarılmıştır. Bu çalışmalarla<br />
bölgede 24 adet biyotopun varlığı<br />
tespit edilmiştir. Hedef bitki türlerine<br />
dayalı olarak biyotopların hassasiyet<br />
öncelikleri puanlanarak belirlenmiş<br />
ve bu biyotoplara dayalı alanın turizm<br />
potansiyeli ortaya konmuştur. Ayrıca<br />
tıbbi ve aromatik bitkiler tespit<br />
edilmiştir.<br />
ORMAN EKOSİSTEMİ<br />
YAŞLANIYOR<br />
Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin önemli<br />
bir kısmını kapsayan orman<br />
vejetasyonunda sekonder orman<br />
süksesyonun 1971 yılından 2010<br />
yılına değin değişimi saptanmıştır.<br />
Buna göre, orman ekosistemlerinde<br />
meydana gelen alansal ve biyoçeşitlilik<br />
değişimleri konumsal ya da alansal<br />
istatistik (FRAGSTAT) yardımıyla<br />
hesaplanmıştır. Hesaplamalara<br />
göre ÖÇK Bölgesi’nde orman<br />
vejetasyonunda sekonder süksesyonun<br />
“ileri”ye doğru gerçekleştiği, yani<br />
ormanların klimaksa doğru ilerlediği<br />
belirlenmiştir.<br />
Orman ekosisteminin gençleşen<br />
değil, giderek yaşlanan bir yapıya<br />
kavuşma eğilimi olduğu ortaya<br />
konulmuştur. Alansal istatistikle son<br />
40 yıllık biyolojik çeşitlilik indisleri<br />
hesaplanmıştır. İndis değerlerine<br />
göre ormanda meydana gelen alansal<br />
değişimlerin, bu sürede bölge biyolojik<br />
çeşitliliğini olumsuz etkilendiği<br />
belirlenmiştir.<br />
90 ADET MEMELİ,<br />
250 KUŞ TÜRÜ VAR<br />
Yapılan arazi çalışmaları ve literatür<br />
taraması sonucunda ÖÇK Bölgesi’nde<br />
toplam 90 adet memeli ve 250 adet<br />
kuş türü tespit edilmiştir. Tespit<br />
edilen memeli ve kuş türlerinin,<br />
IUCN, CITES, BERN, AB Kuş Direktifi,<br />
Çevre ve Orman Bakanlığı ve Merkez<br />
Av Komisyonuna göre koruma<br />
durumları belirlenerek listeler hâlinde<br />
sunulmuştur.<br />
YIRTICI KUŞLARIN<br />
GÖÇ YOLUNDA...<br />
Uzungöl ÖÇK Bölgesi, Kartal, Şahin,<br />
Atmaca, Çaylak, Delice, Doğan ve<br />
Akbaba gibi gündüz yırtıcı kuşlarının<br />
Türkiye üzerinden göç ettikleri<br />
iki önemli göç yolundan biri olan<br />
Kuzeydoğu-güney göç yolu üzerinde<br />
bulunmaktadır. Bu çalışmada gündüz<br />
yırtıcı kuşları için Uzungöl ÖÇK<br />
Bölgesi üzerinden yaptıkları ilkbahar<br />
ve sonbahar göçlerinde kullandıkları<br />
ana göç yolları tespit edilerek harita<br />
üzerinde gösterilmiştir.<br />
MEMELİ TÜRLERİNE DAİR<br />
VERİLER...<br />
Benzer şekilde yörenin önemli<br />
memeli yaban hayvanlarından Ayı,<br />
Kurt, Vaşak, Çakal, Tilki, Yaban<br />
Domuzu, Karaca, Çengel Boynuzlu<br />
Dağ Keçisi, Yaban Keçisi’nin yaşam<br />
alanları belirlenmiş; ayrıca bunlardan<br />
Ayı, Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi,<br />
Karaca’nın genel hareket yolları<br />
tespit edilerek haritalar üzerinde<br />
gösterilmiştir.<br />
Ayrıca alanda öne çıkan Dağ Horozu<br />
(Tetrao mlokosiewiczi) ve Urkeklik<br />
gibi kuş türleri ve Ayı, Kurt, Vaşak,<br />
Çakal, Tilki, Yaban Domuzu, Karaca,<br />
Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi ve Yaban<br />
Keçisi gibi memeli türleri için öncelikli<br />
yani önemli alanlar belirlenerek<br />
haritalanmıştır.<br />
Uzungöl’deki<br />
orman<br />
ekosisteminin<br />
giderek<br />
yaşlandığı,<br />
son 40 yıldaki<br />
gelişmelerin<br />
biyolojik<br />
çeşitliliğini<br />
olumsuz<br />
etkilendiği<br />
belirlenmiştir.<br />
AMFİBİ TÜRLERİ VE<br />
SÜRÜNGENLER<br />
Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nde ikisi<br />
kuyruklu kurbağa olmak üzere<br />
toplam sekiz farklı amfibi türünün<br />
yaşadığı saptanmıştır. Bu türler;<br />
Triturus vittatus ophryticus,<br />
Mertensiella caucasica, Rana<br />
macrocnemis, Pelophylax<br />
ridibundus, Bufo bufo, Bufo<br />
viridis, Pelodytes caucasicus, Hyla<br />
arborea’dır.<br />
Uzungöl ÖÇKB’nde tespit edilen<br />
sürüngen türleri ise Natrix<br />
natrix, Natrix tessellata ve<br />
Natrix megalocephala, Typhlops<br />
vermicularis, Vipera kaznakovi,<br />
Darevskia rudis ve Anguis<br />
fragilis’tir.<br />
Bu türlerden uluslararası koruma<br />
statüsüne sahip olanların durumları<br />
ile alandaki yayılışları saptanmıştır.<br />
Koruma öncelikli türlerin yayılış<br />
alanları haritalanmıştır.<br />
Alandaki iki yaşamlı ve sürüngenler<br />
üzerinde baskısı olan tehditler ve<br />
bu tehditleri ortadan kaldıracak<br />
önlemler belirlenmiştir.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 35
BÖLGENİN İMAR VE<br />
ARAZİ DURUMU<br />
Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nde yerleşim,<br />
mülkiyet ve arazi kullanımları tespit<br />
edilmiştir. Bölgede farklı yasalara göre<br />
kadastro çalışmaları ikmal edilmiş<br />
olup, belde imar planı sınırları dışında<br />
kayda değer bir mülkiyet çekişmesi<br />
yoktur. Belde imar sahası içerisinde<br />
gerek yapılaşma ve gerekse de gölün<br />
kıyı-kenar çizgisi ihtilafı nedeniyle kimi<br />
sorunlar yaşanmaktadır. Yerleşim<br />
yerleri mülki sınırları yönünden ise<br />
sadece Uzungöl Beldesi ile Derindere<br />
Köyü arasında ihtilaf bulunmaktadır.<br />
BETONLAŞMANIN<br />
ÖNÜNE GEÇİLMELİ<br />
Bölgeden dışarıya doğru yaşanan<br />
göçler nedeniyle eskiden kullanılmış<br />
arazilerin bir kısmının terk edildiği ve<br />
bu araziler üzerinde de özel mülkiyet<br />
iddiası bulunmadığı saptanmıştır.<br />
Ayrıca toprak işlemeli tarımdan<br />
da büyük ölçüde vazgeçilmiş ve<br />
çayırlık alanlardaki otlatma baskısı<br />
da azalmış olunduğundan erozyon<br />
tehlikesi de zayıflamıştır. Arazi<br />
kullanımındaki bu iyileşmeye karşın,<br />
36<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
geleneksel mimarinin aksine çok katlı<br />
ve betonarme yapılaşmanın yaygın<br />
bir şekil aldığı ve önlemler alınması<br />
gerektiği değerlendirilmiştir.<br />
PEYSAJ DEĞERLERİ<br />
HARİTALANDI<br />
Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin peyzaj<br />
değerinin belirlenmesi için EUNIS<br />
sınıflandırmasına göre biyotopların<br />
tespiti yapılmıştır. Bu biyotopların<br />
doğal, kültürel ve alt yapı özellikleri<br />
saptanmıştır. Alanda yapılan geniş<br />
anket çalışmalarıyla kullanıcı<br />
profilleri ile bu profillere ait öncelikler<br />
belirlenmiştir. Biyotopların sahip<br />
oldukları değerlerle kullanıcı profilleri<br />
ilişkilendirilerek alanın her bir profil<br />
için peyzaj değerleri ayrı ayrı tespit<br />
edilmiş ve haritalanmıştır.<br />
UZMAN EKOTURİSTLER…<br />
Ziyaretçi profiline ilişkin önemli<br />
tespitlerden biri küçük gruplar<br />
hâlinde alana gelen ve daha çok,<br />
ulaşım ağına ve yerleşim alanlarına<br />
uzak yerleri görmeyi tercih eden bir<br />
profilin varlığıdır. Uzman ekoturist<br />
olarak adlandırılan bu profil,<br />
belirtilen özelliklerinden dolayı çok<br />
dikkat çekmemekte ve yapılacak<br />
planlamalarda göz ardı edilme<br />
riski taşımaktadır. Oysa, bu profil<br />
genelleyici ve ortalama ekoturist<br />
profilleriyle kıyaslandığında, hem<br />
ekolojik hassasiyet kaygıları hem de<br />
gelir düzeyi açılarından en yüksek<br />
düzeydedirler. Dolayısıyla alanda<br />
sürdürülebilir rekreasyonel kullanım<br />
ve ekoturizm etkinlikleri için en arzu<br />
edilen profili de göz ardı edilme riski<br />
olan bu kitle oluşturmaktadır.<br />
BÜYÜK ÖLÇEKLİ<br />
TURİZM PLANLAMASI<br />
Bu profil, öncelikle dikkate alındığında,<br />
turizm faaliyetlerinin mevcut dar<br />
alandan tüm alana taşınması mutlak<br />
gerekli hâl almıştır. Bu bağlamda,<br />
alanda yapılan biyoçeşitlilik bulguları<br />
ve fenolojik değer tespiti gibi<br />
çalışmalar, büyük önem taşımaktadır.<br />
Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ulusal<br />
ve uluslararası ölçekte ekoturizm<br />
potansiyeli düşünüldüğünde, Uzungöl<br />
ÖÇK Bölgesi ile benzer özelliklere<br />
sahip alanların tespiti ve daha büyük<br />
ölçekte planlamaların yapılması<br />
gerekmektedir.
Doğaya Eşimiz Gib<br />
Vermeli ve Davran<br />
Doğayı sömürerek ve köleleştirerek mi uygarlaşacağız, yoksa<br />
doğayı eşimiz gibi mi göreceğiz? Prof. Dr. Erol Göka, bu can<br />
alıcı sorunun tarihteki karşılığını şöyle özetliyor: “Modern<br />
Batı uygarlığına kadar tüm uygarlıklar, özellikle İslam<br />
uygarlığı, doğayı eş olarak görmeyi başarabildi; ama bugün<br />
biz modernler, maalesef doğaya eşimiz gibi davranmıyoruz.”<br />
Hocam, çevre ve kent kimliği üzerine<br />
gerçekleştireceğimiz söyleşimize<br />
insanın çevre kimliğinin nasıl<br />
oluştuğuna dair düşüncelerinizi alarak<br />
başlamak istiyoruz…<br />
Erol GÖKA: Çevre psikolojisi alanında,<br />
kimlik olgusunu fiziksel mekânla<br />
ilişkisi içinde kavramsallaştırma<br />
yönündeki çalışmaların büyük bölümü<br />
“kendileme(appropiation)”, “yer<br />
kimliği", “mekân duygusu" ya da<br />
“köklülük”, “yere bağlılık" ve “mekâna<br />
bağlılık" gibi tanımlamalar çevresinde<br />
oluşmuştur.<br />
Bunlar, birbirlerine oldukça yakın<br />
kavramlar gibi görünüyor…<br />
Erol GÖKA: Yer ya da mekân, insanın<br />
yoğun deneyimlerine sahne olan ve<br />
her birey için ayrı, öznel anlamlar<br />
taşıyan, kişinin yaşamını dolaysız<br />
olarak etkileyen ve biçimlendiren,<br />
bu nedenle de sosyal, duygusal ve<br />
davranışsal planda sembolik anlamlar<br />
taşıyan fiziksel birimler anlamına<br />
gelmektedir. Çevre psikolojisi<br />
çalışmaları göstermektedir ki içinde<br />
yaşadığımız mekân ve grup yaşantıları<br />
da duygusal yatırımlardan arî değildir.<br />
38<br />
ŞEHİR SÖYLEŞİLERİ<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Duygusal yatırım, hayli değişik ve<br />
güzel bir ifade… Bunu biraz açar<br />
mısınız?<br />
Erol GÖKA: Doğumumuzdan<br />
başlayarak duygularımızı kendi<br />
bedenimize, sevdiğimiz varlıklara,<br />
insanlara ve eşyaya yatırırız.<br />
Artık hayat şeklimizi, ideallerimizi,<br />
özlemlerimizi, mutluluğumuzu,<br />
kederimizi bu duygusal yatırımlar<br />
şekillendirir.<br />
Yaşam çevremiz, kimlik duygumuzun<br />
sürekliliği ve istikrarına katkıda<br />
bulunarak "benim" dediğimiz;<br />
kişiselleştirilmiş, kendilenmiş, tanıdık<br />
kılınmış olmaları sebebiyle korumaya<br />
çalıştığımız eşyaları ve yerleri ifade<br />
eder.<br />
Bu psikolojik yapının merkezinde “ait<br />
olma” yatmaktadır. Kentlere, sokaklara<br />
ya da bazı genel mekânlara sahip<br />
olamayız, fakat onlara kendimizden<br />
pek çok şey katabiliriz; onlarda kök<br />
salabiliriz; bu aşinalık ilişkisi, onların<br />
kimliğini bizim kimliğimizle birlikte<br />
oluşturur ve kendiliğimizi, kimliğimizi<br />
onlarla tanımlarız. Hayatımızın bir<br />
parçası haline gelmiş olan mekân,<br />
Doğumumuzdan<br />
başlayarak<br />
duygularımızı<br />
kendi bedenimize,<br />
sevdiğimiz varlıklara,<br />
insanlara ve<br />
eşyaya yatırırız.<br />
Hayat şeklimizi,<br />
ideallerimizi,<br />
özlemlerimizi,<br />
mutluluğumuzu,<br />
kederimizi bu<br />
duygusal yatırımlar<br />
şekillendirir.
i Değer<br />
malıyız<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 39
giderek adeta ikinci bedenimiz hâline<br />
dönüşür.<br />
Harika bir tespit… Bu sahiplenme<br />
duygusunun bir sonraki durağı<br />
neresidir?<br />
Erol GÖKA: Duygusal enerji<br />
yatırarak kendi bedenimizle başlayan<br />
sahiplenme yani kendileme süreci,<br />
fiziksel çevremize ve insanlara doğru<br />
genişleyerek devam eder. Sahiplenerek<br />
iç dünyamıza aldığımız, kendimizin<br />
hâline getirdiğimiz her yer, her kişi<br />
artık bizim bir parçamızdır.<br />
Çevre psikolojisinden sağlanan bu<br />
bilimsel bilgi ışığında baktığımızda yüz<br />
yıllardır aynı çevrede yaşayan, kentler<br />
kurmuş, kendini yönetme bilinci elde<br />
etmiş, kentli yurttaşların yaşadığı<br />
Batı uygarlığıyla göçebe bir tarihsel<br />
mirastan gelen insanların yaşadıkları<br />
ortamların birbirlerinden farklı olması<br />
gerektiği sonucuna ulaşabiliriz.<br />
Gerçekten de öyledir ve eğer bunu fark<br />
edemezsek kentlerimizde yaşadığımız<br />
sorunları da anlamamız mümkün<br />
değildir.<br />
İnsanın mekânı ve o mekânı birlikte<br />
paylaştığı sosyal çevreyi kendileme<br />
süreci, uygarlıklar açısından<br />
gerçekten bu kadar belirleyici midir?<br />
Erol GÖKA: On yılı aşkın bir süredir<br />
Türklerin psikolojisini anlamaya<br />
yönelik olarak, onların âlemle,<br />
toplumsal cinsiyetlerle, parayla ve<br />
eşyayla, silahla, kendi budunlarıyla ve<br />
diğer uygarlıklarla ilişkilerinin yanı sıra<br />
mekânla ilişkilerini de çözümlemeye<br />
çalışıyorum. Bu konuda yazdığım son<br />
kitap olan “Türk’ün Göçebe Ruhu”nda<br />
göstermeye çalıştığım gibi, göçebe<br />
geçmişimizin hâlen süren etkisiyle<br />
nedeniyle mekânla ilişkilerimizdeki<br />
“iğretilik”, en temel özellik olarak<br />
karşımıza çıkıyor. Bu öyle basit bir olgu<br />
değil, mekânla iğreti ilişkilerimiz, adeta<br />
tüm psikolojimizi belirliyor, bize özgü<br />
göçebe bir ruh hâli yaratıyor. Abartılı<br />
vatan ve devlet sevgimizden, en<br />
yeniyi, en güçlüyü izleme merakımıza,<br />
güzel kentler kuramamamızdan<br />
damak zevklerimize kadar birçok<br />
davranışımızın kökeninde bu göçebe<br />
ruh hâli bulunuyor.<br />
İbn-i Haldun, ünlü eseri Mukaddime’de<br />
göçebenin gayesinin medenileşmek<br />
olduğunu belirtiyor; göçebelerin hayır<br />
ve iyiliği kabule kentlilerden daha<br />
40<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Hayatımızın bir<br />
parçası haline<br />
gelmiş olan mekân,<br />
giderek adeta<br />
ikinci bedenimiz<br />
olur. Sahiplenerek<br />
iç dünyamıza<br />
aldığımız,<br />
kendimizin hâline<br />
getirdiğimiz<br />
her yer, her kişi<br />
artık bizim bir<br />
parçamızdır.<br />
yakın ve daha şecaatli olduklarını<br />
söylüyor… Siz ne dersiniz?<br />
Erol GÖKA: Göçebeliğin özellikle insan<br />
ilişkilerinde dayanışmacılık nedeniyle<br />
birçok olumlu psikolojik özellik taşıdığı<br />
doğru. Bu yüzden çoğu zaman bu ruh<br />
hâlinin de etkisiyle kent yaşantısından<br />
yakınıp duruyoruz. Kentlerdeki<br />
hırsızlık, cinayet gibi suç oranlarına,<br />
trafikteki sürücülerin sabırsızlıklarına<br />
bakıp, koşuşturma, bencillik, tüketim,<br />
kalabalıklar, reklam panoları, çok katlı<br />
binalar vs. gibi örnekler verip arada bir<br />
köyümüze geri dönmek istiyoruz.<br />
Bir inziva kültürü çıkarabilir miyiz<br />
buradan? Bir köye dönüş projesi…<br />
Erol GÖKA: Bu sadece nostaljik<br />
beyhude bir talep. Gidecek bir yerimiz<br />
yok, kentler ekonominin can damarı.<br />
Ekmek parası burada kazanıldığı gibi,<br />
kültür ve sanat ortamları, zihinlerimizin<br />
uygun bulduğu yaşama mekânları<br />
da burada. Bu yüzden mutlaka kentli<br />
olmayı öğrenmek durumundayız.<br />
Bunu başarabilir miyiz? Türk’ün<br />
şehirleşme süreci ve Türk şehir<br />
kimliği buna elveriyor mu?<br />
Erol GÖKA: Türklerin şehirciliği<br />
konusunda rivayet muhtelif. İslam<br />
öncesi dönemde kentler kurduğumuz<br />
söyleniyor hatta bazı araştırmacılar<br />
bunları çok abartıyorlar, ama ben<br />
şimdiki hâlimizin geçmişimizin<br />
en açık mihenk taşı olduğumuzu<br />
düşünüyorum.<br />
Neden?<br />
Erol GÖKA: Şimdi bu kadar imkâna<br />
rağmen ancak böyle kentler kurabilen<br />
bir topluluğun geçmişlerinde de çok<br />
parlak şehircilik anlayışları ve güzel<br />
şehirleri olduğunu sanmıyorum. Zaten<br />
arkeolojik çalışmalar da henüz İslam<br />
öncesi Türk kentinin önemli kanıtlarını<br />
ortaya koyabilmiş değil.<br />
Bizim karşılaştığımız Çin, İran,<br />
Hint uygarlıklarından sonra en<br />
benimsediğimiz ve bize en çok katkısı
olan uygarlık İslam idi. İslam’la<br />
şereflendikten sonra Türkler birçok<br />
alanda olduğu gibi şehircilikte de<br />
çok ileri adımlar attılar. Ancak bu<br />
gelişmeler de modernliğin meydan<br />
okumaları karşısında sağlıklı bir cevap<br />
üretilemediği için yarım kaldı ve<br />
bugünlere kadar geldik.<br />
Yani, “Türk-İslam şehri” ifadesi bir<br />
şehir efsanesi mi?<br />
Erol GÖKA: Evet, “Türk-İslam şehri”<br />
gerçek ama bunun nostaljik bir ütopya<br />
olduğu, yaşadığımız dünyada Türk-<br />
İslam şehrinin yerinde yeller estiği de<br />
bir gerçek. Modernlikle karşılaşmamız<br />
bizi yeniden galip gelene öykünmeye<br />
zorladı. Eğri oturup doğru konuşalım:<br />
Bizde şimdi şehir mehir yok…<br />
Modern Batı’yı eleştiriyoruz ama<br />
modern şehirlerin alasının Batı’da<br />
olduğunu, çağdaş insan anlayışına<br />
en uygun şehirciliğin oralarda<br />
yapıldığını da kabul etmemiz lazım.<br />
Onlardan öğreneceğimiz çok şey<br />
var. Önce öğreneceğiz, sonra kendi<br />
tarihsel uygarlığımızın mirasıyla yeni<br />
Kentlere, sokaklara<br />
ya da bazı genel<br />
mekânlara sahip<br />
olamayız, fakat<br />
onlara kendimizden<br />
pek çok şey<br />
katabiliriz; onlarda<br />
kök salabiliriz; bu<br />
aşinalık ilişkisi,<br />
onların kimliğini<br />
bizim kimliğimizle<br />
birlikte oluşturur<br />
ve kendiliğimizi,<br />
kimliğimizi onlarla<br />
tanımlarız.<br />
alternatifler geliştireceğiz ve onları<br />
geçeceğiz. Yolumuz çok ama çok<br />
uzun…<br />
O hâlde öncelikle Türk şehir<br />
uygarlığından tevarüs ettiğimiz mirası<br />
analiz etmemiz gerekiyor. Nasıl bir<br />
tablo bekliyor bizi?<br />
Erol GÖKA: Anadolu’da yerleşik<br />
düzene geçen Türk göçebeleri,<br />
eski alışkanlıklarından tümüyle<br />
vazgeçmemişler, kentlerde oturdukları<br />
hâlde, mevsimlik göçlere büyük önem<br />
vererek yaz ve kış aylarında mekân<br />
değiştirmeyi sürdürmüşler. En küçük<br />
kasabadan, en büyük kente kadar<br />
hemen bütün Anadolu yerleşmelerinin<br />
yazlık olarak kullandıkları bir yakın<br />
yerleşme daha bulunuyor. Bugün<br />
birçok ilimizde süren yaylaya çıkma<br />
adetinin ve yayla şenliklerinin<br />
göçebelik zamanlarının bakiyesini<br />
taşıdıklarını görmemek mümkün değil.<br />
Şehir hayatımızdaki sürekli mesken<br />
değiştirmemiz ve bir türlü bir şehir<br />
planında sebat etmememiz göçebelik<br />
mirasımız nedeniyledir. O mahalleden<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 41
Prof. Dr. Erol GÖKA<br />
1959 yılında Denizli'de doğdu. Ortaöğrenimini parasız yatılı olarak Aydın’da tamamladı.<br />
1983’te Tıp Doktoru, 1989 yılında Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı,<br />
İzmir'de tamamladığı askerlik görevinin ardından 1992 yılında Doçent olmaya<br />
hak kazandı. 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri<br />
Kliniği Şefi oldu. 2010 yılı başında Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi<br />
Psikiyatri Anabilimdalı’na Profesör olarak atandı. Prof. Dr. Erol Göka Ağustos<br />
2013›e kadar Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi›nde Psikiyatri<br />
Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu olarak görevlendirildi. Üç oğlu, iki kızı var.<br />
Çok sayıda psikiyatri uzmanı ve doçenti yetiştirmiş; onlarca aile hekimi ve<br />
nöroloji uzmanının yetişmesine katkıda bulunmuş olan Erol Göka, ülkemizde<br />
psikiyatrik hizmetlerin çağdaş biçimlerde örgütlenebilmesi çalışmalarına etkin<br />
olarak katılmakta, iki dönemden beri "Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu<br />
Üyeliği"nde bulunmaktadır.<br />
Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen<br />
ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında<br />
yoğunlaşmıştır. 1991 yılında altı yıl süren bir eğitim faaliyetini tamamlayarak<br />
Uberlingen Moreno Enstitüsü'nün onayladığı Psikodrama Asistanı<br />
belgesini almaya hak kazanmış, Psikodrama Terapisti olmak için gerekli olan<br />
teorik ve uygulamaya dönük çalışmaları yerine getirmiştir.<br />
Türkiye Günlüğü ve Türkiye Klinikleri Psikiyatri dergilerinin yayın; birçok tıp ve<br />
beşeri bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunmaktadır. Çok<br />
sayıda bilimsel çalışmanın içinde yer almış, bilimsel makale üretmiştir.<br />
“Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı<br />
Ödülü”ne layık görülen; 2008 yılında Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla<br />
Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla “Ziya<br />
Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” ile ödüllendirilen Erol Göka’nın<br />
yayımlanmış kitapları şunlardır:<br />
• Psikiyatri ve Düşünce Dünyası arasında Geçişler,<br />
• Varoluşun Psikiyatrisi,<br />
• Bilimlerin Vicdanı Psikiyatri,<br />
• Buradan Böyle: Gündelik Hayatın Psikososyopolitiği,<br />
• Psikiyatriden Psikiyatriye Bakışlar,<br />
• Psikiyatri ve Felsefe,<br />
• Felsefe ile Psikiyatri<br />
• Hayatın İçinde Psikiyatri,<br />
• Hayata ve Aşka,<br />
• Kadınlar, Erkekler, Âşıklar (Sema Göka ile birlikte),<br />
• Ölme: Ölümün ve Geride Kalanların Psikolojisi,<br />
• İnsan Kısım Kısım: Topluluklar, Zihniyetler, Kimlikler,<br />
• Türkiye Vardır,<br />
• Türk Grup Davranışı,<br />
• Türklerin Psikolojisi,<br />
• Türklerde Liderlik ve Fanatizm,<br />
• Türk’ün Göçebe Ruhu,<br />
• Aşk Her Şeyi Affederse,<br />
• Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı (Dr. Murat<br />
Beyazyüz ile birlikte)<br />
42<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Hayatımızın bir<br />
parçası hâline gelmiş<br />
olan mekân, giderek<br />
adeta ikinci bedenimiz<br />
olur. Sahiplenerek iç<br />
dünyamıza aldığımız,<br />
kendimizin hâline<br />
getirdiğimiz her yer,<br />
her kişi artık bizim bir<br />
parçamızdır.<br />
bu mahalleye, şu şehirden bu şehre<br />
taşınıp duruyoruz; yollarımızda,<br />
yerleşimlerimizde kazılar bir türlü<br />
bitmiyor.<br />
Makro ölçekte şehir ve mahalle<br />
yapımızda böylesine önemli<br />
etkiler yapan göçebe psikolojisinin<br />
evlerimizin iç mimarisini belirleyen<br />
birtakım alışkanlıklar ve hatta mutfak<br />
kültürümüze de damgasını vurduğunu<br />
söyleyebilir miyiz?<br />
Erol GÖKA: Elbette. Bugün en gelişmiş<br />
Türk kentlerinde dahi oradan oraya<br />
taşınmayı, yazları yaylaya çıkmayı,<br />
bayramda seyranda hemen soluğu<br />
köyümüzde almayı sürdürmemizde;<br />
bir türlü Batı usulü tatil fikrini<br />
yerleştiremeyişimizde, kentlerde<br />
modern bir yaşam içindeymiş gibi<br />
gözüksek de, ev içi yaşantımızı<br />
adeta çadırda yaşıyormuşçasına<br />
evin bir odasında devam ettirip en<br />
güzel eşyalarla donattığımız salonu<br />
misafirler için ayırmamızda, geceleri<br />
uymak için yer yatağı açıp sabah<br />
onları yüklüklere kaldırmamızda;<br />
çoğumuz ekonomik koşulların<br />
dayatmasıyla yapsa bile, unumuzu<br />
bulgurumuzu, yufkamızı, tarhanamızı,<br />
pastırmamızı, sucuğumuzu<br />
köyümüzden getirmemizde; ağız<br />
tadımızın biçimlenmesinde eski<br />
psikolojimizden izleri belirgin biçimde<br />
görmek mümkündür. Çadır yaşantısıyla<br />
bugünkü yaşantımız arasındaki<br />
benzerlik noktaları ayakkabıların<br />
dışarıda çıkartılması, duvarlara halı
asılması, bahçede, balkonda domates,<br />
biber yetiştirmeye bayılmamız vs. gibi<br />
daha birçok etkinliği kapsayabilir.<br />
Hocam, göçebe psikolojinin<br />
günlük yaşantımıza ve çevremizi<br />
algılamamıza daha ne gibi<br />
etkileri bulunduğu konusundaki<br />
değerlendirmelerinizi de almak<br />
isteriz…<br />
Erol GÖKA: Göçebeliğin bugünkü<br />
davranışlarımıza, psikolojimize etkisini<br />
incelerken bakmamız gereken bir<br />
nokta da kentlileşme, uygarlaşma<br />
sürecinde ortaya çıkması beklenen özdenetim<br />
ve duygu denetimi alanındaki<br />
farklılıklardır.<br />
Norbert Elias, sofra adabından<br />
konuşma biçimlerine, doğal ihtiyaçlarla<br />
ilgili tavırlardan kadın-erkek ilişkilerine<br />
ve saldırganlık duygusundaki<br />
dönüşümlere kadar birçok alanda<br />
“uygar” denilen tutumların altındaki<br />
duygu denetim modellerini ve<br />
standartlarını Batılı insanlar için<br />
gösterebilmiştir. Bugün tüm dünyada<br />
olduğu gibi ülkemizde de Batı tipi<br />
modernleşme süreçleri yaşanıyor.<br />
Bu nedenle Batı tipi modernleşme<br />
sürecinde kat edilen aşamalara bağlı<br />
olarak Türk insanının davranışlarında<br />
da değişiklikler oluyor. Pekâlâ, özdenetim<br />
ve duygu denetimi alanında<br />
henüz Batı tipi modernleşmenin<br />
tam olarak etkisini gösteremediği<br />
davranışlarımız da göçebe ruh<br />
hâlimizin görünümleri şeklinde<br />
değerlendirilebilir.<br />
Ne gibi davranış kalıpları var bunlar<br />
arasında? Örnekler verir misiniz?<br />
Erol GÖKA: Modernliğin en temel<br />
unsurlarından birisi her ne kadar<br />
bireyleşme olarak tanımlansa da<br />
modern kentli birey, başkalarının<br />
haklarına riayet etmeyen, alabildiğine<br />
bencilce davranan bir kimse değildir.<br />
Tam tersine modernlik, kendi<br />
bireyliğini olduğu kadar başkasınınkini<br />
de tanımayı, onun hukukuna da saygı<br />
göstermeyi ve ona göre bir davranış<br />
geliştirmeyi ve bu davranışları<br />
içselleştirilmiş bir otorite ile kendi<br />
kendine düzenleyebilmeyi gerekli kılar.<br />
Beşeri bilimlerde “bireyselleşme” ve<br />
“otoritenin içselleşmesi” kapsamında<br />
ele alınan tüm içeriklere uygun<br />
olmayan, bizi başkalarının hatta<br />
birbirimizin “kaba saba” diye nitelediği,<br />
çağdaş yaşama uymadığını söyleyerek<br />
kınamaya yeltendiğimiz tüm tutum<br />
ve davranışlarımız, aslında göçebe<br />
geçmişimizin bugünle uyuşmayan<br />
miraslarından başka bir şey değillerdir.<br />
Ülkemizdeki trafik keşmekeşinde<br />
de bir türlü modernliğe uyum<br />
sağlayamayan göçebe geçmişimizin<br />
payının bulunduğunu da söyleyebiliriz.<br />
Ülkemizdeki<br />
trafik<br />
keşmekeşinde<br />
modernliğe<br />
bir türlü uyum<br />
sağlayamayan<br />
göçebe<br />
geçmişimizin payı<br />
var. Trafikteki<br />
tutumlarımız en<br />
özet haliyle cirit<br />
oyununu<br />
andırıyor.<br />
Gösteriş ve şatafat merakımızı trafikte<br />
de sürdürmekten, otomobile ata biner<br />
gibi binmekten, yollarda arazideymiş<br />
gibi davranmaktan, modern uygarlık<br />
ürünlerine alışamamaktan, göçebelik<br />
kalıntısı bir aymazlıkla başkasının<br />
haklarına riayet etmemekten<br />
bahsedebiliriz.<br />
Hocam trafikteki tabloyu öyle bir<br />
tasvir ettiniz ki, kafamızda birdenbire<br />
ata sporumuz cirit canlandı…<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 43
Erol GÖKA: Gerçekten de trafikteki<br />
tutumlarımız en özet hâliyle bir cirit<br />
oyununu andırıyor. Kendi modern<br />
taşıtlarını atı gibi kullanan ve adeta<br />
atına daha ileride bir yer bulmak<br />
gailesiyle başkasının haklarını ve trafik<br />
kurallarını ihlal etmekte beis görmeyen<br />
birisi, henüz otoriteyi içselleştirmemiş,<br />
kendisinin ve başkasının bireyliğinin<br />
farkında olmayan, “göçebe<br />
bencilliği”yle hareket eden, modern<br />
dünyada göçebe ruh hâliyle yaşamaya<br />
çalışan bir kimsedir.<br />
Hocam, bizden ve Batı’dan verdiğiniz<br />
tüm örnekler gayet çarpıcı.<br />
Ancak kentler ve kentlilik kültürü<br />
44<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
oluşturmada üstün olan modern<br />
uygarlık çevreyle ilişkisinde çok mu<br />
başarılı?<br />
Erol GÖKA: Elbette hayır.<br />
Uygarlaşırken bunu doğayı<br />
köleleştirerek, doğayı sömürerek mi<br />
yapacağız yoksa doğayı eşimiz gibi mi<br />
göreceğiz? Modern Batı uygarlığına<br />
kadar tüm uygarlıklar, özellikle İslam<br />
uygarlığı doğayı eş olarak görmeyi<br />
başarabildi; ama bugün biz modernler,<br />
maalesef doğaya eşimiz gibi<br />
davranmıyoruz. Bunu da Batılılardan<br />
öğrendik. Modern doğalcı romantizm<br />
de Batı’dan çıkıyor ve bize yanlış şeyler<br />
öğretmeye devam ediyor.<br />
Türk-İslam<br />
şehrinin doğayla<br />
barışık yaşamayı<br />
bildiğini öne<br />
sürüyorsak, boş<br />
böbürlenmeleri<br />
bırakıp<br />
şimdi onları<br />
kanıtlamamız,<br />
onlardan<br />
yararlanmamız;<br />
buna kafa yoran<br />
düşünürlerin,<br />
mimarların ve<br />
sanatçıların<br />
yetişmesi lazım.<br />
Haklısınız hocam… Geleceğini doğal,<br />
insancıl ve modern şehirlerinin<br />
kurulmasında modern Batı’nın İslam<br />
kültür ve medeniyetinden öğreneceği<br />
çok şeyler var aslında… Ancak asıl<br />
problem de burada başlıyor: Örnek<br />
olmayı nasıl başaracağız?<br />
Erol GÖKA: Bizim uygarlığımızın, Türk-<br />
İslam şehrinin, ki şu an coğrafyamızda<br />
ve zihinlerimizde yalnızca kalıntıları<br />
var, doğayla barışık yaşamayı bildiğini<br />
öne sürüyorsak, boş böbürlenmeleri<br />
bırakıp şimdi onları kanıtlamamız,<br />
onlardan yararlanmamız; buna kafa<br />
yoran düşünürlerin, mimarların ve<br />
sanatçıların yetişmesi lazım.
YERYÜZÜ<br />
AYDIN DERİN<br />
YERYÜZÜ TANIKLARI: SİMGESEL<br />
Agaclar<br />
46<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012
Birbirinden ilginç hikâyeleri ile bulundukları<br />
yerlerin sembolü haline gelmiş on simgesel<br />
ağaç şöyle sıralanabilir: Çınar (Türkiye), Baobab<br />
Ağacı (Madagaskar), Bodhi Ağacı (Hindistan),<br />
Tule Ağacı (Meksika), Chandelier Ağacı (ABD),<br />
Hz. İbrahim’in Meşesi (Batı Şeria), Tanzlinde<br />
(Avrupa), Bristlecone Çamı (ABD), Tenere Ağacı<br />
(Nijer), Okaliptüs Ağacı (Avustralya).<br />
ÇINAR AĞACI: TÜRKİYE<br />
Dünyada Çınar ağacı dendiğinde akla hemen üç kıta ile<br />
yedi cihana hükmeden Osmanlı İmparatorluğu ve beylikten<br />
imparatorluğa geçişin merkezi olan Bursa gelir. Çınar ağacı,<br />
Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana Bursa’ya hayat veren,<br />
güzellik katan sembollerin başında yer alır.<br />
Çınarın Türkiye’de yaygınlaşma hikâyesi Osmanlı<br />
İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarına dayanır. Osman Gazi,<br />
sonradan kayınpederi olacak Şeyh Edebali’nin sohbetlerine<br />
katılmak üzere gittiği dergâhta uykusunda bir rüyaya<br />
tanıklık eder. Osman Gazi rüyasında; “Hilal şeklinde bir ayın<br />
büyüyerek kendi göğsüne girdiğini, daha sonra karnından,<br />
bütün gökyüzünü kaplayan bir çınar ağacın çıktığını, bu<br />
ağacın yüksek dağ ve pınarlara gölge saldığını, üç kıtadaki<br />
toprakları dallarının altına aldığını ve insanların da bundan<br />
fayda sağladığını…” görür. Rüyayı dinleyen Şeyh Edebali’de<br />
Allah’ın Osman Gazi’ye ve evlatlarına saltanat müjdelediğini<br />
söyler. Böylece Osmanlı, Bursa’nın fethinden sonra sınırlarını<br />
genişletmeye başlar.<br />
Çınar Ağacı<br />
Tarihi Çınar Ağacı, Bursa<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 47
Bursa’da yer alan asırlık çınarlar arasında İnkaya Çınarı,<br />
Kavaklı Çınarı, Oyuk Çınar, Ulufeli Çınar, Eskicibaba Çınarı,<br />
Dua Çınarı, Pirinç Hanı Çınarı, Altıparmak Çınarı, Yaycılar<br />
Pınarı Çınarı, Müşkire Çınarı ve Davud-u Kayseri Çınarı gibi<br />
birçok çınar ağacı bulur. Özellikle adını, Osmanlı Devleti’nin<br />
ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden alan İnkaya Çınarı,<br />
görkemli görüntüsüyle ilgi çeker. 13 ana kola sahip çınarın<br />
boyu 35 metredir. Dallarının kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar<br />
9,2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından<br />
biridir.<br />
Bursa’nın çınarları, zamanında o kadar ustalıkla yerleştirilmiş<br />
ki, yalnız güzellik değil, güneşle mücadele tekniği bakımından<br />
da birer zekâ şaheserleri olarak anılır. Bursa’ya yolu düşen<br />
yerli yabancı turistlerin uğramadan geçmediği Osmanlı’nın<br />
kuruluşundaki en önemli simgelerden çınarlar ayrıca şehre<br />
değer katar.<br />
Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nda topraklarına kattığı her<br />
yerleşim yerine uğur getirsin diye çınar ağacı dikme geleneği<br />
vardır.<br />
BAOBAB AĞACI: MADAGASKAR<br />
Madagaskar adasına özgü büyük Baobab ağacı şişeye<br />
benzeyen geniş gövdesiyle dikkat çekiyor ve dallarının<br />
da aşağı doğru sarkmasıyla tıpkı bir kubbe görüntüsü<br />
veriyor. Uzunluğu 30 metreyi bulabilen ağacın yumuşak ve<br />
süngerimsi gövdesi tıpkı bir su deposu görevi görüyor ve<br />
yaklaşık 300 litre su depolayabiliyor.<br />
48<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Boabab Ağacı<br />
Madagaskarlılar bu ağacı “renala” yani ormanın annesi<br />
olarak adlandırıyor. Bunun nedeni olarak ağacın sağladığı<br />
faydalar gösteriliyor. Kabuğu ve yaprakları ateş düşürücü<br />
olarak kullanılabilen ağacın yumurta biçimde meyvesi de<br />
besleyiciliği ile biliniyor. Portakal büyüklüğünde ve yumurta<br />
biçiminde olan Baobab ağacının meyvesi, portakaldan altı<br />
kat daha fazla C vitamini, bir bardak sütten iki kat daha<br />
fazla kalsiyum ve ayrıca bol miktarda magnezyum, demir,<br />
fosfor, B vitamini ve antioksidan madde içeriyor. Ancak son<br />
dönemlerde bu meyvenin faydalarından dolayı ihracatına<br />
başlanması, 700 – 800 yıl boyunca ayakta durabilen Baobab
ağacını tehlikeye sokuyor. Meyve, reçel ve sos yapımında<br />
olduğu kadar şeker sanayisinde de geniş bir alanda<br />
kullanılıyor.<br />
Görülmemiş şeklinden dolayı Madagaskarlı yerliler, ölülerinin<br />
ruhlarının bu ağacın gövdesinde yaşadığını düşünüyor. Bu<br />
yüzden yerliler ağacı tıpkı bir türbe olarak kullanıyor ve<br />
ağacın çevresine ölülerine sundukları bal, et ve şeker gibi<br />
eşyaları bırakıyor.<br />
BODHİ AĞACI: HİNDİSTAN<br />
Bir çeşit incir ağacı türü olan Bodhi ağacı, Hindistan’ın Bihar<br />
eyaletindeki Mahabodhi Tapınağı’nda bulunmaktadır. Ağaç,<br />
botanik kaynaklarda kutsal “hintinciri” olarak geçmektedir<br />
ve çeşitli türlerine Güneydoğu Asya’da rastlanmaktadır.<br />
Efsaneye göre Budizm felsefesi bu ağaç altında doğmuştur.<br />
Yaklaşık 2600 yıl önce, aslı Sri Lanka’da yer alan ağacın<br />
altında ilk Buda, felsefeyi geliştirmiştir ve inanışa göre<br />
aydınlanmayı yaşamıştır. Bu nedenle Bodhi ağacı olarak<br />
adlandırılan bu incir ağacı o günden beri Budist sanatında bir<br />
sembol olarak kullanılmış ve felsefeyi anlatan edebiyat ile<br />
tablo gibi eserlerde sık sık yer verilmiştir.<br />
Özellikle Nisan ve Mayıs aylarında dolunay sırasında sıkça<br />
ziyaret akınına uğrayan ağaç, Hindistan’a M. Ö. 288 yılında<br />
Sri Lanka’dan getirilmiştir. Ağacın dikkat çeken özelliği ise<br />
yapraklarının kalp şeklinde olmasıdır. Ayrıca Bodhi kelimesi<br />
Sanskritçede “bilgelik” anlamına gelmektedir.<br />
Bodhi Ağacı<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 49
TULE AĞACI: MEKSİKA<br />
Meksika'nın Onaxaca eyaletinde yer alan Tule adlı Meksika<br />
Selvisi, 35 metre çapındaki dev gövdesiyle dünyanın<br />
en büyük gövdeli ağacı olarak anılmaktadır. UNESCO<br />
Dünya Mirası Listesi için aday gösterilen ağaç 30 metre<br />
yüksekliğindedir ve 700 ton ağırlığındadır. Her ne kadar<br />
bu Selvi türü ABD’nin güneybatı bölgesi, Meksika ve<br />
Guatemala da sıkça görünse de, ilk kez bu kadar büyüğüne<br />
rastlanmaktadır.<br />
Ağaç adını bulunduğu kilise, Santa Maria del Tule’den<br />
almaktadır. Ağacın 2000 yıl önce bir Aztekli rahip tarafından<br />
dikildiği düşünülmektedir. Her yıl Ekim ayının ikinci Pazartesi<br />
gününde, ağacın etrafında kutlamalar düzenlenmektedir.<br />
Ağacın gövdesinde ilginç bir şekilde hayvan şekilleri<br />
bulunmaktadır. Bu şekillerin nasıl oluştuğu ise hala merak<br />
konusudur.<br />
Ancak son yıllarda yayınlanan bir rapora göre ağaç yavaş<br />
yavaş ölmektedir. Bunun nedenleri arasında köklerin<br />
temiz suya ulaşamaması ve ağacın yakınlarında bulunan<br />
günde ortalama 8000 araçtan kaynaklanan hava kirliliği<br />
gösterilmektedir.<br />
50<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Tule Ağacı<br />
CHANDELİER AĞACI: ABD<br />
Kuzey Kaliforniya’da yer alan Chandelier ağacı, bölgede<br />
sıkça görülen ve dünyadaki en uzun ağaç türü olan bir<br />
Sekoya örneğidir. 2400 yıllık ağaç dev gövdesiyle yolu<br />
tamamen kapladığı için yetkililer ağacı kesmek yerine<br />
ortasına tünel açmaya karar vermişlerdir. 2 metre<br />
uzunluğundaki tünel 1930 yılında açılmıştır.<br />
96 metre uzunluğunda ve 1,83 metre genişliğindeki ağaç,<br />
adını İngilizce “şamdan” anlamına gelen Chandelier<br />
kelimesinden almıştır. Bunun nedeni ağacın dallarının tıpkı<br />
bir şamdan gibi yana açılmasıdır.<br />
Chandelier ağacı aynı zamanda birçok ABD yapımı yol<br />
filminde kullanılmıştır ve Amerikan geleneği olan “yol<br />
seyahati” anlayışının bir sembolüdür. İlgi çeken yapısından<br />
dolayı ağaç turistler için bir uğrak noktasıdır.<br />
Chandelier Ağacı
HZ. İBRAHİM’İN MEŞESİ: BATI ŞERİA<br />
Kuran-ı Kerim’de Hud suresinde 69. ve 73. ayetlerde<br />
anlatılan Hz. İbrahim ile eşi Hz. Sare’nin melekler tarafından<br />
ziyaret edildiği ve bir oğlunun olacağının müjdelendiği<br />
kısasta, Batı Şeria’nın Mamre vadisinde bir meşe ağacının<br />
altında oturuldukları rivayet edilmektedir. Ancak Kur’an-ı<br />
Kerim’de ağaç ve mekân hakkında tam bir bilgi verilmemiştir.<br />
Olaya ev sahipliği yaptığına inanılan meşe ağacı günümüze<br />
kadar korunmuştur ve 1868 yılında bölgeye göç eden<br />
Rusların denetime aldığı arazi içinde yer almaktadır. Ağacın<br />
5000 yıldan daha uzun bir süredir ayakta olduğu tahmin<br />
edilmektedir.<br />
Yazılı olmayan başka bir inanışa göre de ağacın kıyametten<br />
hemen önce kuruyacağı yönündedir. Ancak 1996 yılında<br />
ağacın ana gövdesi ölmüştür. Buna rağmen 1998 yılında ağaç<br />
tekrardan toprağa kök vermiştir. Ağaç turistler tarafından<br />
sıklıkla ziyaret edilmektedir.<br />
TANZLİNDE: AVRUPA<br />
Hz. İbrahim'in Meşesi<br />
Aslında Tanzlinde, Avrupa’da Ihlamur ağaçlarının dallarının<br />
enlemesine uzatılması ile oluşturulan sığınak tipindeki<br />
yapılara verilen bir isim. Tanzlindeler’in ne kadar eskiye<br />
dayandığı bilinmemektedir ancak genellikle eski çağlarda<br />
Germen ve Slav halklarında görülen bu yapının benzerlerine<br />
günümüzde de hala rastlanmaktadır.<br />
Kelime anlamı “dans eden ıhlamur ağacı” demek olan<br />
Tanzlindeler genelde buluşma noktası olarak kullanılırdı.<br />
Buralarda dans festivallerinin düzenlenmesinin yanı<br />
sıra, köy mahkemeleri de kurulurdu. Ayrıca toplu<br />
haberleşmelerde buralarda yapılırdı. Bazı kaynaklara göre<br />
Avrupalılar arasında ilk toplum bilinci ve yerel sanat anlayışı<br />
Tanzlindeler’den doğmuştur. Kısaca Tanzlindeler için bir<br />
zamanlar Avrupa’nın sosyal etkinlik merkezi denilebilir.<br />
Tanzlinde<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 51
Bristlecone Çamı<br />
52<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
BRİSTLECONE ÇAMI: ABD<br />
Batı Amerika’da bulunan Bristlecone çamı, aynı zamanda<br />
dünyadaki en yaşlı organizması olarak bilinmektedir. Bu<br />
ağacın bazı türlerinin 5000 yaşından fazla olduğu tahmin<br />
edilmektedir. Dünyada bulunan en yaşlı Bristlecone çamının<br />
yeri ise Amerikan Orman Koruma Müdürlüğü tarafından<br />
gizlenmektedir.<br />
Bristlecone çamı 1700 metre ile 3400 metre arasındaki<br />
yüksekliklerde yetişmektedir. Soğuk sıcaklık, kuru<br />
toprak ve şiddetli rüzgâr alan alanlarda yetişen ağaç, bu<br />
nedenlerden dolayı çok yavaş büyümektedir. Ağacın iğne<br />
şekilde yaprakları bile dallarda 40 yıla kadar dökülmeden<br />
durabilmektedir.<br />
Salgıladığı çok yoğun reçineden dolayı Bristlecone<br />
çamı kendini böceklerin ve mantarların işgalinden<br />
koruyabilmektedir, bu özelliği de ağacın ömrünü uzatan<br />
etkenler arasındadır. Ancak iklim değişikliğinin etkileri ile<br />
sıcaklıkların değişmesi, ağacın yeni koşullara uyumunu<br />
azaltmakta ve neslini sürdürülebilirliğini tehlike altına<br />
sokmaktadır.<br />
TENERE AĞACI: NİJER<br />
1973 yılında Libyalı sarhoş bir kamyon sürücüsü çarpana<br />
kadar Tenere Ağacı “dünyanın en yalnız ağacı” olarak<br />
bilinmekteydi. Sahra çölünün Nijer sınırları içinde bulunan<br />
ve bir Akasya türü olan ağaca en yakın ağaç tam dört yüz<br />
kilometre çaplı bir dairenin de dışında kalmaktaydı. Yani 1:<br />
4.000.000 ölçekli bir haritada görülebilen tek ağaçtı.
Tenere Ağacı aynı zamanda çölde dolaşan araçların<br />
rotalarını bulmasına yardımcı olan işaret görevini<br />
görmekteydi. Su ihtiyacını 40 metre derinliğinde bir kuyudan<br />
sağlayan ağaç aynı zamanda kavrulmuş çölde yetişen son<br />
ağaç olarak anılmaktaydı.<br />
Sürücünün çarpmasının hemen ardından ağaç kuruyarak<br />
öldü. Aynı yıl ağacın kalıntıları Nijer Ulusal Müzesine<br />
sergilenmek üzere taşındı.<br />
Tenere ağacını temsilen metal bir heykeli bulunduğu konuma<br />
dikilmiştir.<br />
OKALİPTÜS AĞACI: AVUSTRALYA<br />
Tenere Ağacı<br />
Avustralya bitki örtüsüne egemen olan Okaliptüs ağacı<br />
neredeyse kıtanın her tarafında görülmektedir. Kıtada<br />
bulunan 700’den fazla Okaliptüs türü, aynı zamanda farklı<br />
iklim koşullarına uyum sağlaması ile de bilinmektedir.<br />
Okaliptüsler Sekoyadan sonra görülen en uzun ağaç türüdür<br />
ve bazılarının boyu 100 metrenin üzerindedir. Özellikle<br />
sıcaklıkların arttığı zamanlarda ağaçtan nane aromalı sisler<br />
yükselmektedir.<br />
Okaliptüs ağacı yıllar boyunca insan topluluklarına fayda<br />
sağlamaktadır. Uzun ve iri gövdesinde 200 ila 1000 litre<br />
arasında su bulundurabilen ağaç türü bu özelliğinden dolayı<br />
bataklık alanların kurutulmasında yaygınca kullanılmaktadır.<br />
Ağacın gövdesi de kâğıt sanayisi hammaddesi olup ayrıca<br />
kano ve müzik aleti yapımında yararlanılmaktadır. Okaliptüs<br />
yağından ise virüs ve mantar iltihabına karşı ilaç üretiminde<br />
faydalanılmaktadır. Ağacın başka bir özelliği de bulunduğu<br />
bölgede sıtma riskini azaltmasıdır.<br />
Okaliptüs Ağacı<br />
Avustralya’nın yerel halkı Aborjinler de Okaliptüs<br />
ağacının kutsal olduğuna inanmaktadır. Ağacın yağını<br />
yaraların iyileştirmesinde kullanan Aborjinler ayrıca<br />
kabile törenlerinde bu yağı yakarak havadaki kötü enerjiyi<br />
temizlediklerini düşünmektedirler. Ayrıca Avustralya’nın<br />
simgelerinden biri olan Koalalar için de Okaliptüs yaprakları<br />
ana besin kaynağıdır.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 53
Dile Düşen<br />
Resimler<br />
54<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Binbirgece masalları için, uzakdoğuya sefer yapan gemi<br />
tayfalarının, uzun kış gecelerinde ve karaya olan me-<br />
safenin bilinmezliğinde birbirlerine anlatmış oldukları<br />
hikâyelerden oluştuğunu söylerler. Yani denildiğine göre<br />
masalla gerçeğin biraradalığından meydana gelen gizemli<br />
bir adaymış binbirgece. İnsan kendi zihinsel denizinin<br />
de bu masal çağı denizine uygun olduğunu görünce<br />
ne kadar da çocuk, ne kadar da binbirgece olduğunu<br />
hatırlıyor...
İkbal<br />
Muhammed<br />
"Yonttum Taptım<br />
Kırdım" Diyen<br />
Cesur Adam<br />
Ey şarkın en keskin ve en kederli sesi, ey koca Mevlana’nın dilini<br />
çağımıza çeviren… Sen bize bir umudun yeryüzü haritasını<br />
çizmiştin, kelimelerin vatan olduğu bir dilin sınırlarını senden<br />
öğrendi millet. Mevlana “hamdım piştim ve yandım” diyerek<br />
içimizi dağladı, sen ise “yonttum taptım ve kırdım” dedin,<br />
zihnimizin tunçtan kalelerini, kâğıttan şatolar misali; devirmekler<br />
adına. Lakin sana layık olamadık üstadım. Şairler, senin<br />
özenerek çizdiğin o gökyüzüne sahip çıkacak bir dize olsun<br />
kanatlandırmıyor. Aklın zirvesine tırmanmak için olsun kimsecikler<br />
yorulmak bile istemiyorlar. Üstadım senin dünyan yok<br />
artık. Gökyüzü ortası delinmiş mavi bir çukurdur bütün yeni<br />
yetmeler için.<br />
Bak bütün Şark ne hâlde,<br />
Külü göğe savrulmuş..<br />
Boğulmuş bir inilti,<br />
Susuyor… Eseri yok..<br />
Bu kaybolmuş bir feryat.<br />
Bu toprakta her zerre bir muzdarip nazardır.<br />
Hindistan’dan isyan et;<br />
Semerkand’dan, Iraktan,<br />
Hemedan’dan tuğyan et;<br />
Bir hayat göster, canlan..<br />
Uyan derin uykudan,<br />
Derin uykudan uyan!<br />
Derin uykudan uyan!<br />
Kadeh olmadan şarap içilmez, amma bil ki<br />
İnsanı sarhoş eden şaraptır kadeh değil<br />
İÇE DOKUNAN ADAMLAR<br />
Muhammed İKBAL, iki kuşak öncesinde dedeleri<br />
Hindu olan bir ailenin evladı olarak dünyaya gözlerini<br />
açar. İkbal 1873 yılında Hindistan'ın Pencap eyaletine<br />
bağlı Siyalkut kentinde doğmuştur. M. İkbal, ilk<br />
öğrenimini Kur'an üzerine yapmış olmakla birlikte<br />
erken dönemde İslam Edebiyatı ile ilgilenmeye başladı.<br />
Daha sonra Lahor'da başladığı lise öğreniminde<br />
öğretmeninin de yüreklendirmesiyle şiire başladı<br />
ve şiirleriyle tanınır bir hale geldi. Diğer taraftan ise<br />
felsefe ve İngilizce bölümlerinden diploma alan İkbal,<br />
Doğu dilleri fakültesinde hoca olarak göreve başladı.<br />
1905 de Londra'da bulunan Cambridge Üniversitesine<br />
girerek, burada felsefe ve iktisat bölümlerinden mezun<br />
oldu. Bu arada konferanslar vermeye de başlayan<br />
İkbal artık epeyce bir tanınır olmuştu. İngiltere'de<br />
misyonunu tamamladığına hükmeden şairimiz, buradan<br />
Almanya'nın Münih kentine geçerek Münih Üniversitesinde<br />
felsefe bölümünde doktora çalışmalarına<br />
başladı. Nietzsche'nin Üst insanı ve Benlik konusuna<br />
oldukça duyarlı olan ikbal, Louis Massignon'la yaptığı<br />
bir görüşmede Massignon'a Hallacı Mansur'un<br />
Nietzsche'ci bir yorumunu yapmıştır. İkbal, 1908'de<br />
Hindistan'a döndüğünde coşku ile karşılanan büyük<br />
bir şair ve düşünürdü. İkbal'e ünlü bir şair ve düşünür<br />
olmak yetmiyordu artık , o başkalarının ve Hindistan<br />
Kıtasında Hindularla başı sıkıntıda olan Müslüman<br />
Halkın derdini kendine dert edinmişti. Bu sorunlar<br />
üzerine; Muhammed Ali Cinnah ile beraber Müslümanların<br />
bağımsız bir devlete ihtiyaç duyacağını<br />
dillendirmeye başladılar. Onlar zihinlerinde kurmuş<br />
oldukları bu devletin adını Pakistan olarak çoktan<br />
vermişlerdi bile. İki halkın da kendi kaderlerini ayrı<br />
ayrı belirlemelerinin kendi hakları olduğu temelindeki<br />
bu görüş, Muhammed İkbal'in 21 Nisan 1938 tarihinde<br />
Lahor'da vefat etmesinin ardından 15 Ağustos 1947'de<br />
Pakistan'ın kurulmasıyla 9 yıl sonra hayat buldu.<br />
Muhammad İkbal Hint Kıtası'nın Rabindranath Tagore<br />
ile beraber iki kudretli şairinden biriydi. Rabindranath<br />
Tagore Hinduların şairiydi, İkbal de Müslümanların;<br />
bu yüzden her ikisinin arasında bir rekabet vardı. Rabindranath<br />
Tagore'un İngilizlerden sir ünvanı alması<br />
İkbal'in bu unvana hiç de sıcak bakmamasına rağmen<br />
bahsi geçen ünvanı almasına sebep teşkil ediyordu.<br />
Mehmet Akif Ersoy'un onun şiirini okuduğumda<br />
duyduğum coşkuyla nara atıyorum dediği büyük şair<br />
İkbal'i rahmetle anıyoruz. Ruhu şad olsun.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 55
Dünyadaki herkes Amerikalı<br />
gibi yaşasa, dünyanın doğal<br />
kaynakları bir yılda tükenir.<br />
DÜNYA YETMiYOR<br />
Ekolojik Ayak İzi, insanlar tarafından<br />
sürekli tüketilmekte olan doğal<br />
kaynakların yeniden üretimi ve tüketim<br />
sonrası ortaya çıkan atıkların geri<br />
kazanımı için ihtiyaç duyulan kara ve<br />
su alanını ortaya koyan bir ölçüt olarak<br />
geçiyor.<br />
Bu ölçüt, insanların hayatlarını<br />
sürdürülebilmesi için gereken kaynak<br />
tüketimini ile gezegenin kendini<br />
yenileme kapasitesinin yani biyolojik<br />
kapasitesinin karışlaştırılması ile<br />
hesaplanıyor.<br />
Ekolojik Ayak İzi hesabı ile bir<br />
insanın beslenme, barınma, ulaşım,<br />
günlük faaliyetlerinden salgıladığı<br />
karbondioksit miktarı ile doğanın<br />
bunları karşılama kapasitesi arasındaki<br />
bağ bulunmuş oluyor. Doğanın<br />
kapasitesi; gıda, lif ve biyoyakıt üreten<br />
tarım alanları, et, süt, deri ve yün gibi<br />
hayvansal ürünler üreten otlakları, kıyı<br />
ve iş su balıkçılık sahaları ve hem odun<br />
sağlayan hem de karbondioksit tutan<br />
ormanlardan oluşuyor.<br />
Ekolojik Ayak İzi, küresel hektar adı<br />
verilen birimle ifade ediliyor. 1 küresel<br />
56<br />
YILMAZ DENİZ AYDEMİR<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
hektar ise dünyanın ortalama verimliliği<br />
üzerinden 1 hektar arazinin üretim<br />
kapasitesini temsil ediyor.<br />
BİYOÇEŞİTLİLİK % 60 ORANINDA<br />
AZALDI<br />
Rapora göre; dünyanın Ekolojik Ayak<br />
İzi’nin 1961 ile 2008 yılları arasında<br />
iki katına çıktığı görülüyor. Dünyanın<br />
Ekolojik Ayak İzi 18 milyar, kişi başına<br />
ise 2,7 küresel hektar ölçülürken,<br />
dünyanın biyolojik kapasitesi sadece<br />
<strong>11</strong>,9 milyar, kişi başına ise 1,8 küresel<br />
hektar olarak ölçülüyor.<br />
1970 yılından günümüze kadar<br />
biyoçeşitlilik dünya genelinde % 30,<br />
tropik alanlarda % 60 oranında azalmış<br />
durumda.<br />
YILDA 1,5 GEZEGENLİK KAYNAK<br />
KULLANILIYOR<br />
Günümüzde insanlar yıllık olarak<br />
hayatlarını sürdürmek için 1,5<br />
gezegenlik doğal kaynak kullanıyor.<br />
Gelişmiş ülkelerin Ekolojik Ayak İzi,<br />
gelişmemiş ülkelere kıyasla beş kat<br />
daha fazla. Dünya üzerinde sadece<br />
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)<br />
tarafından yayınlanan Yaşayan<br />
Gezegen Raporu’na göre; dünyadaki<br />
tüketim mevcut hâliyle devam ederse<br />
2030 yılında 2; 2050 yılında ise 2,8<br />
gezegene ihtiyacımız olacak.<br />
133.000 korunan alan bulunuyor.<br />
Dünya üzerinde ulaşılabilecek<br />
tatlı suyun miktarı, toplam tatlı su<br />
miktarının % 1’inden az.<br />
2100 YILINDA EN KALABALIK<br />
KITA AFRİKA OLACAK<br />
Dünyadaki ülkelerin yaklaşık %<br />
80’inin Ekolojik Ayak İzinin, biyolojik<br />
kapasitesinden daha yüksek olduğuna<br />
dikkat çekilen raporda, yıllık %<br />
2,3’lük nüfus artışı ile 2100 yılında<br />
dünyanın çok kalabalık kıtasının<br />
Afrika olması bekliyor. Nüfus artışının<br />
metropollerden 1 milyon nüfuslu küçük<br />
şehirlere kayacağı tahmin ediliyor.<br />
3 KİŞİDEN 2’Sİ ŞEHİRLERDE<br />
YAŞAYACAK<br />
2050 yılında dünya üzerindeki her üç<br />
kişiden ikisinin kırsal yerine şehirlerde<br />
yaşayacağına dikkat çekilen rapora<br />
göre, nesli en tehlikeye giren canlıların<br />
başında kaplanlar geliyor. Dünya<br />
üzerindeki mevcut kaplan sayısı 3200 –<br />
3500 arasına düşmüş durumda.
Ekolojik Ayak İzi<br />
hesabı ile bir insanın<br />
beslenme, barınma,<br />
ulaşım, günlük<br />
faaliyetlerinden<br />
salgıladığı<br />
karbondioksit<br />
miktarı ile doğanın<br />
bunları karşılama<br />
kapasitesi arasındaki<br />
bağ bulunuyor.<br />
EKOLOJİK AYAK İZİ EN YÜKSEK<br />
ÜLKELER<br />
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)<br />
tarafından yayınlanan Yaşayan<br />
Gezegen Raporuna göre; Ekolojik Ayak<br />
İzi en yüksek on ülke şöyle sıralanıyor:<br />
Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri,<br />
Danimarka, ABD, Belçika, Avustralya,<br />
Kanada, Hollanda ve İrlanda.<br />
KATAR<br />
Dünyada en çok kişi başına<br />
karbondioksit emisyonu Katar’da<br />
salınıyor. Bu oran o kadar yüksek ki<br />
ABD ile kıyaslandığında üç kat daha<br />
fazlaya eşdeğer geliyor.<br />
Yaşayan Gezegen Raporu’na göre eğer<br />
dünya üzerindeki her insan ortalama<br />
bir Katarlı düzeyinde karbondioksit<br />
emisyon salınımı gerçekleştirseydi,<br />
yaşamın devam etmesi için dünyada şu<br />
andakinden beş kat daha fazla doğal<br />
kaynak bulunması gerekecekti.<br />
Katar’ın liste başında yer almasındaki<br />
ana sebep ise ülkede elektriğin ve<br />
suyun bedava dağıtılması. Özellikle<br />
deniz suyunun arıtılması için yoğun<br />
enerji tüketimi gerekmesi ve yoğun<br />
klima kullanımı ülkenin enerji ihtiyacını<br />
her yıl % 7 oranında artıyor. Ayrıca<br />
ülkeden çıkarılan petrol, Katar’ın enerji<br />
tüketimi hesaplanırken göz önünde<br />
tutulmuyor.<br />
KUVEYT<br />
Kuveyt, dünyadaki en düşük petrol<br />
fiyatına sahip olan ancak kişi başına<br />
gelirin en yüksek olduğu ülkelerden<br />
biri. Ülkede toplu taşıma ağının fazla<br />
gelişmemesi, ucuz petrol ile birleşince<br />
hem endüstriyel hem bireysel anlamda<br />
araç kullanımını yaygınlaştırıyor,<br />
böylece tüketilen enerji ve atmosfere<br />
salınan karbondioksit miktarı da<br />
artıyor. Yaşayan Gezegen Raporu’na<br />
göre ortalama bir Kuveytli ülkede<br />
bulunan mevcut kaynaklardan 22 kat<br />
daha fazla tüketim sağlıyor.<br />
BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ<br />
2010 yılının Ekolojik Ayak İzi en yüksek<br />
ülkesi olan Birleşik Arap Emirlikleri, her<br />
ne kadar son dönemde yenilenebilir<br />
enerji yatırımları gerçekleştirse de<br />
Ekolojik Ayak İzi<br />
küresel hektar adı<br />
verilen birimle ifade<br />
ediliyor. 1 küresel<br />
hektar ise dünyanın<br />
ortalama verimliliği<br />
üzerinden 1 hektar<br />
arazinin üretim<br />
kapasitesini temsil<br />
ediyor.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 57
Kişi başına düşen<br />
küresel hektar<br />
< 1<br />
1 - 2<br />
2 - 3<br />
3 - 5<br />
5 - 8<br />
dünyanın en büyük dördüncü petrol<br />
ihracatçısı olarak yüksek oranda doğal<br />
kaynağı tüketmeye devam ediyor.<br />
Ülkede kişi başına düşen Ekolojik Ayak<br />
İzi, 8,4 küresel hektarken, biyolojik<br />
kapasite ise sadece 0,6 küresel hektar.<br />
Özellikle yaklaşık 1,5 milyon kişinin<br />
yaşadığı Dubai şehri giderek artan lüks<br />
yaşam sonucu gerçekleşen enerji israfı<br />
ile dikkat çekiyor.<br />
DANİMARKA<br />
Her ne kadar Danimarka’nın<br />
karbondioksit salınımı diğer ülkelere<br />
kıyasla düşük olsa da ülkedeki otlak ve<br />
tarım alanı ihtiyacı da o kadar fazla.<br />
Dünyada kişi başına en çok et tüketen<br />
ülkelerden biri olan Danimarka’nın bu<br />
ihtiyacını karşılamak için kişi başına<br />
yaklaşık 2 hektar alan gerekiyor, bu<br />
da toplam nüfusa yansıtıldığında,<br />
ülkede 2,5 kat daha fazla alanın olması<br />
gerektiği anlamına geliyor.<br />
ABD<br />
Eğer dünyadaki herkes ortalama bir<br />
Amerikalı gibi yaşasaydı, dünyadaki<br />
doğal kaynaklar bir yıl içinde<br />
tükenirdi. Ülkenin sürekli tüketmeye<br />
58<br />
Yetersiz bilgi<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Ülkelerin Ekolojik Ayak İzi
Ülkeler<br />
Nüfus*<br />
(milyon kişi)<br />
Tarım<br />
Ekolojik Ayak İzi<br />
(kişi başına küresel hektar)<br />
Otlak<br />
Orman<br />
Balıkçılık<br />
Karbon<br />
Tutma<br />
Yapılaşmış<br />
Alan<br />
Toplam<br />
Ekolojik<br />
Ayak İzi<br />
Tarım<br />
Biyolojik Kapasite<br />
(kişi başına küresel hektar)<br />
Otlak<br />
Orman<br />
Balıkçılık<br />
Yapılaşmış<br />
Alan<br />
Toplam<br />
Biyolojik<br />
Kapasite<br />
Dünya 6.739,6 0,59 0,21 0,26 0,10 1,47 0,06 2,70 0,57 0,23 0,76 0,16 0,06 1,78<br />
Gelişmiş<br />
ülkeler<br />
1.037 1,03 0,31 0,58 0,19 3,38 0,<strong>11</strong> 5,60 0,98 0,28 1,17 0,51 0,<strong>11</strong> 3,05<br />
Gelişmekte<br />
olan ülkeler<br />
4.394,1 0,53 0,17 0,19 0,10 0,85 0,07 1,92 0,49 0,21 0,78 0,16 0,07 1,72<br />
Gelişmemiş<br />
ülkeler<br />
1.297,5 0,47 0,12 0,23 0,06 0,18 0,07 1,14 0,46 0,21 0,31 0,09 0,07 1,14<br />
Katar 1,4 0,91 1,12 0,17 0,46 8,91 0,<strong>11</strong> <strong>11</strong>,68 0,03 0 0 1,91 0,<strong>11</strong> 2,05<br />
Kuveyt 2,5 0,80 0,64 0,23 0,29 7,70 0,07 9,72 0,01 0,01 0 0,32 0,07 0,43<br />
Birleşik Arap<br />
Emirlikleri<br />
8,1 0,77 1,06 0,37 0,25 5,97 0,03 8,44 0,05 0 0,07 0,49 0,03 0,64<br />
Danimarka 5,5 2,77 0,7 1,21 0,78 2,54 0,26 8,25 2,4 0,03 0,27 1,85 0,26 4,81<br />
ABD 305 1,09 0,19 0,86 0,09 4,87 0,07 7,19 1,53 0,26 1,56 0,44 0,07 3,86<br />
Belçika 10,6 1,82 0,95 0,47 0,17 3,26 0,45 7,<strong>11</strong> 0,46 0,<strong>11</strong> 0,28 0,05 0,45 1,33<br />
Avustralya 21,5 1,61 1,<strong>11</strong> 1,16 0,1 2,68 0,03 6,68 2,14 6,16 2,55 3,69 0,03 14,57<br />
Kanada 33,3 1,49 0,42 0,74 0,1 3,63 0,05 6,43 2,81 0,23 8,27 3,55 0,05 14,92<br />
Hollanda 16,5 1,3 1,09 0,54 0,1 3,14 0,16 6,34 0,3 0,06 0,08 0,44 0,16 1,03<br />
İrlanda 4,4 1,26 0,47 0,53 0,04 3,75 0,16 6,22 0,59 0,79 0,24 1,64 0,16 3,41<br />
Nüfus<br />
(milyon kişi)<br />
Tarım<br />
Ekolojik Ayak İzi<br />
(kişi başına küresel hektar)<br />
Otlak<br />
Orman<br />
Balıkçılık<br />
Karbon<br />
Tutma<br />
Yapılaşmış<br />
Alan<br />
*Hesaplamaya nüfusu 1 milyonun üzerinde olan ülkeler katılmıştır.<br />
Toplam<br />
Ekolojik<br />
Ayak İzi<br />
Tarım<br />
Biyolojik Kapasite<br />
(kişi başına küresel hektar)<br />
Otlak<br />
Orman<br />
Balıkçılık<br />
Yapılaşmış<br />
Alan<br />
Toplam<br />
Biyolojik<br />
Kapasite<br />
Türkiye 74,7 0,92 0,08 0,28 0,03 1,17 0,07 2,55 0,74 0,13 0,32 0,05 0,07 1,31<br />
Dünyanın Ekolojik<br />
Ayak İzi’nin 1961 ile<br />
2008 yılları arasında<br />
iki katına çıktığı<br />
görülüyor. 1970<br />
yılından günümüze<br />
kadar biyoçeşitlilik<br />
dünya genelinde %<br />
30, tropik alanlarda<br />
% 60 oranında<br />
azaldı.<br />
ve kalkınmaya odaklı politikaları<br />
dünyadaki enerji ve gıda kaynaklarını<br />
giderek azaltıyor.<br />
BELÇİKA<br />
Belçika’daki tarım ve otlak alanlarının<br />
biyolojik kapasitesi o kadar düşük<br />
ki ülkede bulunan çoğu gıda başka<br />
ülkelerden ithalat ediliyor.<br />
AVUSTRALYA<br />
Avustralya kişi başına yılda 28,1 ton<br />
karbondioksit salınımı ile küresel<br />
ısınmaya en çok katkıda bulunan<br />
ülkelerden biri. Ayrıca ülkenin kereste,<br />
gıda ve çayır ihtiyacı kişi başına 7<br />
hektar alan gerekiyor bu da dünyadaki<br />
mevcut kaynakların kişi başına<br />
ortalamasının yaklaşık dört katına eş<br />
değer geliyor.<br />
KANADA<br />
Her ne kadar Kanada’nın biyolojik<br />
kapasitesi dünya ortalamasının kat ve<br />
kat üstünde olsa da ülke kişi başına<br />
sürekli artmakta olan karbondioksit<br />
emisyonu bu durumu tehlikeye<br />
sokuyor. 1990 yılından beri ülkedeki<br />
toplam sera gazı emisyonları % 24<br />
oranında artmış.<br />
HOLLANDA<br />
Çoğu İskandinav ülkesi gibi Hollanda’da<br />
tarım ve otlak alan azlığı çekiyor.<br />
Yoğun nüfusa sahip ufak ülke, sahip<br />
olduğu kaynaklara kıyasla altı kat daha<br />
fazla tüketiyor. Ayrıca kişi başına olan<br />
tüketim, dünya ortalamasının üç katına<br />
eşit.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 59
Günümüzde<br />
insanlar yıllık<br />
olarak hayatlarını<br />
sürdürmek için<br />
1,5 gezegenlik<br />
doğal kaynak<br />
kullanıyor.<br />
Gelişmiş ülkelerin<br />
Ekolojik Ayak<br />
İzi, gelişmemiş<br />
ülkelere kıyasla<br />
beş kat daha<br />
fazla.<br />
60<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Tablo hakkında:<br />
Eğer doğal kaynakların tüketimi bu<br />
hızla devam ederse 2030 yılında 2,<br />
2050 yılında ise 2,8 gezegene<br />
ihtiyacımız olacak.<br />
Dünyanın Ekolojik Ayak İzi (ihtiyaç duyulan gezegen sayısı)<br />
EKOLOJİK<br />
AYAK İZİ<br />
BİLEŞENLERİ<br />
Tarım Arazisi<br />
Gerekli gıda ve lif, hayvan<br />
yemi, yağ bitkileri ve<br />
kauçuk üretimi için<br />
kullanılan tarım alanı<br />
Orman<br />
Kağıt hamuru, kereste<br />
ürünleri ve yakacak odun<br />
miktarı için gerekli olan<br />
orman alanı<br />
Yapılaşmış<br />
Alan<br />
Ulaşım, konut,<br />
sanayi tesisleri ve<br />
enerji santralleri<br />
gibi insan altyapısı<br />
ile kaplı alan<br />
Karbon Tutma<br />
Fosil yakıt tüketimi ve<br />
kimyasal süreçlerden kaynaklanan<br />
karbondioksit emisyon<br />
giderimi sağlayacak orman<br />
ve okyanus alanı<br />
Otlak<br />
Et, süt, deri ve yün ürünleri<br />
için hayvancılık yapılan otlak<br />
alan<br />
Balıkçılık Sahası<br />
Besin ihtiyacı için gerekli olan<br />
deniz ve tatlı su canlıların<br />
yaşadığı alan
BELİRLEYİCİ ETMENLER<br />
DOLAYLI ETMENLER<br />
BİYOÇEŞİTLİLİK VE<br />
EKOSİSTEM ÜZERİNDEKİ<br />
BASKILAR<br />
KÜRESEL BİYOÇEŞİTLİLİĞİN<br />
DURUMU<br />
ETKİ ALTINDAKİ HİZMETLER<br />
İRLANDA<br />
İrlanda’daki kişi başına salgılanan sera<br />
gazı emisyonları AB sıralamasında<br />
ikinci sırada yer alıyor. Aynı zamanda<br />
mevcut sanayinin eski teknoloji<br />
ile çalıştırılması ve tarım ile otlak<br />
alanlarının verimsizliği de ülkenin<br />
Ekolojik Ayak İzi’ni artırıyor.<br />
Tarım ve Ormancılık<br />
Nüfus<br />
Doğal Alan Kaybı ve<br />
Tahribatlar<br />
Balıkçılık ve Avcılık<br />
Karasal<br />
Tedarik Hizmetler<br />
-Gıda<br />
-İlaç<br />
-Yapı hammaddeleri<br />
-Kumaş<br />
-Biyoenerji<br />
Doğal Alan Kaybı ve<br />
Tahribatlar<br />
Düzenleyici Hizmetler<br />
-Atık ayrıştırma<br />
-Su arıtımı<br />
-İklim düzenleme<br />
-Ekin tozlaştırma<br />
-Bazı hastalıkların engellenmesi<br />
TÜRKİYE, DÜNYA<br />
ORTALAMASININ ALTINDA<br />
TÜKETİYOR<br />
Rapora göre Türkiye’nin Ekolojik Ayak<br />
izi; 2,55 küresel hektar olarak dünya<br />
ortalamasının altında yer alıyor.<br />
Ancak buna rağmen ülkenin biyolojik<br />
Ormanların yok olması,<br />
iklim değişikliğini<br />
artırıyor, artan iklim<br />
değişikliği ile oluşan<br />
sıcaklık ve kuraklıklar<br />
orman yangınlarına ve<br />
ormanların yok olmasına<br />
sebep oluyor.<br />
Tüketim Kaynak Verimliliği<br />
Şehirleşme ve Sanayileşme Su Kullanımı Enerji ve Ulaştırma<br />
İstilacı Türler<br />
Kirlilik<br />
Tatlı Su Denizler<br />
İnsanların ekosistemlerden sağladığı faydalar<br />
Destek Hizmetleri<br />
-Besin döngüsü<br />
-Fotosentez<br />
-Toprak oluşumu<br />
İklim<br />
Değişikliği<br />
Kültürel Hizmetler<br />
-Estetik<br />
-Dinlendirici<br />
-Turizm<br />
-Zenginleştirme<br />
kapasitesi ile karşılaştırıldığında<br />
tüketim, mevcut kapasitesinden daha<br />
fazla. Bunun sebebi olarak da ülkenin<br />
genç nüfusundaki artışın talepleri<br />
gösterilebilir. 1961 yılında 29 milyon<br />
olan Türkiye nüfusunun günümüzde<br />
74 milyona ulaşması da bunun bir<br />
göstergesi.<br />
Türkiye’de en çok artış gösteren<br />
ayak izi bileşeni ise karbon kaynaklı<br />
olarak görülüyor. Ülkenin karbon ayak<br />
izinin artmasındaki en büyük pay ise<br />
elektrik sektörüne ait. Ayrıca ülkedeki<br />
bireysel tüketim de giderek artıyor.<br />
Yatırım amaçlı ayak izi ise devletin<br />
(sosyal altyapı), şirketlerin (yeni<br />
fabrika ve makine) ve bireylerin (yeni<br />
ev) yatırımlarını içeriyor ve toplam<br />
ayak izinin % 13'ünü oluşturuyor.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 61
62 | ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012
Sams<br />
İki Irmak Arasından<br />
Karadenize<br />
Yakılan Türkü<br />
“Karadeniz kenarında var idi<br />
İki kal’a ki Samsun dirler idi<br />
Birisi kafirindi ol hisarın<br />
Biri mülki idi İsfendiyarın”<br />
Hadid-i Miladî (Alî Osman Tarihi)<br />
Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu ele geçiren ve<br />
Gürcistan’a yönelen Timur’a, İspanyol Kralı 3. Henri’nin elçisi<br />
olarak giden Ruy Gonzales de Clovijo, tuttuğu kayıtlarda<br />
Samsun’da biri Cenevizlilere, diğeri bir Türk beyliği olan<br />
İsfendiyaroğulları’na ait iki kaleden söz eder. Bugün bile<br />
yaşayanlarının belleğine ‘Kara Samsun’ olarak kazınmış yer,<br />
aslında Ceneviz Samsun’udur ve bu denizci kavim bölgeden<br />
çekilirken kalesini, yerleşkesiyle birlikte yaktığı için kara olarak<br />
tanımlanır. Müslüman Samsun’una gelince; tarihin, coğrafyanın<br />
ve zamanın ruhu iki küçük köyden birinin elinden tutar ve<br />
Samsun’un kentleşme serüveni böyle başlar. Önemli tasavvuf<br />
liderlerinden biri olan Abdulkadir Geylani’nin torunlarından<br />
Seyyid Kutbittin, derviş-gazi geleneğinin önemli simalarından<br />
biri olarak bölgeye yerleşir ve kalplerde inkişaf edecek<br />
fütuhatın kapılarını açar. Bu öyle bir ruh oluşturur ki Samsun,<br />
Osmanlı zamanlarında yalnızca büyük merkezlerde kurulan<br />
Mevlevihanelerden birine ocaklık yapacaktır.<br />
ANADOLU’NUN KÜÇÜK LABORATUVARI<br />
Anadolu bir göç ülkesi. Tarihin bu topraklara biçtiği rol,<br />
birçok kavmi, inanışı, düşünüşü ve refleksi uyumlu ve anlayışlı<br />
şekilde bir arada tutma becerisidir. Türklerin bu bölgeye<br />
gelişlerinden ve burayı yurt tutuşlarından önce de sonra da<br />
64<br />
KADİM ŞEHİRLER<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
ÖMER İDRİS AKDİN<br />
Önemli tasavvuf<br />
liderlerinden biri olan<br />
Abdulkadir Geylani’nin<br />
torunlarından Seyyid<br />
Kutbittin, derviş-gazi<br />
geleneğinin önemli<br />
simalarından biri olarak<br />
Samsun bölgesine<br />
yerleşir ve kalplerde<br />
inkişaf edecek fütuhatın<br />
kapılarını açar.
un<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 65
u değişmemiştir. Kitlelerin hareketi<br />
zamanın coşkusunu ve devingenliğini<br />
beraberinde getirmektedir. Birbirlerine<br />
eklemlenen ve birbirlerini tamamlayan<br />
medeniyetlerin bu coşkulu yürüyüşü,<br />
bu toprakların üzerinde yaşayan insana<br />
derin bir bakış açısı kazandırmaktadır.<br />
Bu bakış açısı bu topraklarda hiçbir<br />
zaman derin krizlerin oluşmasına<br />
müsaade etmemiştir. Bu bağlamda<br />
Samsun'u Anadolu'nun küçük bir<br />
laboratuvarı olarak görebiliriz.<br />
KARADENİZ BÖLGESİ'NİN<br />
TİCARET ŞEHRİ<br />
Doğusundan batısına dünya için bu<br />
coğrafya nasıl bir çekim alanı ise<br />
Samsun da Karadeniz'in doğusu için her<br />
zaman cazibe merkezi olageldi. Coğrafi<br />
açıdan tarımsal üretim kanalları oldukça<br />
dar olan bir bölge olarak Karadeniz,<br />
iki büyük ovayı koynunda saklayan<br />
Samsun'u bir çıkış yeri olarak görmüş,<br />
yıllar süren göçler sonucu bu şehir, bir<br />
kültür harmanı hâline dönüştürmüştür.<br />
Kızılırmak ve Yeşilırmak gibi iki büyük<br />
ırmağın suladığı bereketli toprakları,<br />
Karadeniz Bölgesi'nin en büyük ticaret<br />
şehri olarak Samsun, Karadeniz'i<br />
Ankara ve İstanbul'a bağlaması ve her<br />
türlü ulaşım için müsait bulunması da<br />
bu önemine önem katar.<br />
66<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012
BATIYA YÜRÜYÜŞÜN TAM<br />
ORTASINDA…<br />
Karadeniz insanı için Samsun,<br />
genlerindeki Batıya yürüyüşün tam<br />
da ortasındaki geniş bir vahadır.<br />
Yeteri kadar değerlendirilemese de<br />
yeni kurulan devletin kurtuluş miti,<br />
bu kenti herhangi bir şehirden öte ilgi<br />
alanı hâline getirmektedir. Samsun<br />
dendiğinde yurdum insanının belleğinde<br />
bir özgürlük ve var oluş hareketi<br />
kendini gösterir. Bu anlam da ya sahip<br />
olunması ya da sahip çıkılması bir<br />
coğrafyadır aynı zamanda. Sıradan<br />
bir Doğu Karadeniz insanı açısından<br />
bir ufka işaret eder. Bu kentin içinde<br />
yaşayan insanlar sürekli hareket hâlinde<br />
olan topluluklardan oluşmuşlardır.<br />
Yüreklerinde geldikleri yerin hasreti,<br />
akıllarında bu kente kendilerini<br />
dönüştürmenin coşkusu barınmaktadır.<br />
Samsun'dan ayrıldıklarında ise farkında<br />
Anadolu bir göç<br />
ülkesi. Tarihin bu<br />
topraklara biçtiği<br />
rol, birçok kavmi,<br />
inanışı, düşünüşü<br />
ve refleksi uyumlu<br />
ve anlayışlı<br />
şekilde bir arada<br />
tutma becerisidir.<br />
Bu bağlamda<br />
Samsun'u<br />
Anadolu'nun küçük<br />
bir laboratuvarı<br />
olarak görebiliriz.<br />
olmasalar da kendileri kalarak ama bu<br />
şehirden iyi şeyleri genlerine katarak<br />
gidebilirler.<br />
YENİ VE ORİJİNAL<br />
BAŞLANIÇLAR ŞEHRİ<br />
Burayı ebedi yurt edinenler ise hiçbir<br />
zaman kendilerini getto mantığı<br />
içinde dışarıya kapatmazlar. Bu,<br />
büyümekte olan şehir, büyük şehirlerin<br />
ötekileştirme yöntemlerini aklının<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 67
ucundan bile geçirmez. Tek bir<br />
Samsun algılamasının ötesinde onlarca<br />
Samsun algılamasının, bu kenti daha<br />
verimli kılmak, daha derinlikli hâe<br />
getirmek bağlamında yapacağı önemli<br />
işlevleri vardır. Göçlerle gelen birikim,<br />
konakladığı topraklarda her zaman<br />
yeni ve orijinal başlangıçlar oluşturur.<br />
Durağan toplumların içine çekilerek<br />
68<br />
Coğrafi açıdan<br />
tarımsal üretim<br />
kanalları oldukça<br />
dar olan bir bölge<br />
olarak Karadeniz,<br />
iki büyük ovayı<br />
koynunda saklayan<br />
Samsun'u bir çıkış<br />
yeri olarak görmüş,<br />
yıllar süren<br />
göçler sonucu bu<br />
şehir bir kültür<br />
harmanı hâline<br />
dönüştürmüştür.<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
çürümesi gibi bir hâl, bu kentte yaşayan<br />
insanlar için asla mümkün değil. Bu<br />
kentin tarihi bunun ipuçlarıyla doludur.<br />
ANTİK ÇAĞIN GÖZDE<br />
ŞEHİRLERİNDEN<br />
Antik Çağda Amisos adı ile anılan<br />
kent, Miletosluların M.Ö. VII. yüzyılda<br />
Karadeniz kıyılarında kurdukları ticaret<br />
kolonilerinden biridir. M.Ö. V. yüzyılda<br />
Atinalıların ele geçirdiği şehir, bir<br />
süre Priraierus adı ile anılır. Bizans<br />
döneminde bir piskoposluk merkezi<br />
olan Amisos'u alamayan Danişmendliler<br />
hemen yakınında yeni bir kale<br />
yaptırırlar. Yüzyıllarca zengin bir ticaret<br />
merkezi olan eski yerleşim “Hıristiyan<br />
Samsun” ya da “Gavur Samsun” adı ile<br />
anılır. XI. yüzyılda Cenevizlilerin eline<br />
geçen Eski Amisos ve Yeni Amisos<br />
arasında ticari bir ilişki devam eder.<br />
Sonraları Simisso ve Samissun olarak<br />
isimlendirilen bu yerleşmenin adı<br />
Samsun'a dönüşür. 1800’lü yıllarda<br />
karaya doğru kavis çizen kıyılarında, biri<br />
Türklerin diğeri de Rumların yaşadığı<br />
iki köyden oluşan, toplam nüfusu 5 bin<br />
civarında küçük bir yerleşim yeri. Orta
zamanların kadim denizcilerinden<br />
Cenevizlilerin gittikçe artan Osmanlı<br />
baskısından korkarak kendilerine<br />
ait bölgeleri ataşe verip denize<br />
açılmalarının üzerinden dört yüz yıl<br />
geçmiştir. Çelebi Sultan Mehmet eliyle<br />
1413’te Osmanlı yönetimine katılır<br />
ve 1427 yılında da adı Canik olarak<br />
haritalarda görünür.<br />
OSMANLI DÖNEMİNDE<br />
SAMSUN…<br />
Osmanlı Devleti 1854'te başlayan dış<br />
borçlanma sürecinde, Avrupa'dan<br />
aktarılan kaynakları geri ödeyebilmek<br />
için, çeşitli çözüm arayışlarına<br />
girer. "Muharrem Kararnamesi" ile<br />
ödenemeyen borçların tasviyesi için,<br />
1881'de oluşturulan Düyunu Umumiye<br />
-Okuma Parçası<br />
SAMSUN<br />
BİR KENTİN<br />
FARKINA<br />
VARMAK<br />
Şehir insanla kaimdir her şeyden önce. İçinden insanı/insanlığı<br />
çekip aldığında hem ruhsal hem fiziksel harabeden başka bir şey<br />
kalmaz geriye. Bir şehri sevmek bir insanı sevmekle özdeştir;<br />
çünkü tıpkı insan gibi şehri de her şeyiyle sevmek zorundasınız.<br />
Sevmek, kapınıza sorumluluklarla gelir. Yani sevmenin getirmiş<br />
olduğu sorumluluklar vardır. Şehir “bir yaşam alanı” ise hele ki<br />
toplu paylaşım mekanı ise sizden birtakım fedakârlıklar ister.<br />
Kendinizden bir şeyler adadığınızda şehirle ülfet bağı kurmuş<br />
olursunuz. Artık ortak kaygılarınız, heyecanlarınız, sevinçleriniz<br />
ve kederleriniz oluşmaya başlamıştır. “Sen burayı seversen<br />
burası dünyanın en güzel yeridir; ama sen dünyanın en güzel<br />
yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir.’ diyor ya<br />
Vizontele filmindeki belediye başkanı. Doğrudur güzellikler koşulsuz<br />
adanmışlıklarla kendini gösterir. Şehir, insanı tarafından<br />
fark edilmek ve merak edilmek ister. Çünkü kentin ayrıntılarına<br />
doğru yola çıktığınızda ruh dünyanızdaki boşluklarla karşılaşırsınız.<br />
Bu boşlukları dolduracak ecza, mahallesinden sokağına,<br />
kaldırımından çeşmesine, parkına bahçesine sizi dingin bir duruşa<br />
sevk eder.<br />
“Bir insanı sevmekle başlar her şey” der Sait Faik. Siz de yeniden<br />
başlayın insanından yola çıkarak bu şehri sevmeye. Bir hafta<br />
sonunuzu ayırın kentinize. Eşinizin, çocuğunuzun elinden tutun<br />
ve rutin dışına çıkarak kentin damarlarında gezinin. Eski mahallelere<br />
düşsün gölgeniz. Bahçeli konaklarıyla Kadıköy’e mesela.<br />
Metruk ve harap bırakılmış bir köşke içten bir gülümseme fırlatın.<br />
Ezilmiş ruhu depreşsin, kımıldasın bir zamanların cüsseli<br />
binaların. Yıllarca eteklerinde oyun oynayan çocukların seslerini<br />
hatırlasınlar. Ya da üstüne eski yazı kitabesi olan bir çeşmenin<br />
duvarına yaslanın bir müddet. Suyu akmasa da içinden akan sıcak<br />
gözyaşının sırtınızı ısıttığını hissedeceksiniz. Ne denir; söz<br />
uçtu yazı kaldı. Siz de ekleyin söz uçtu, oluklara dokunan taze<br />
soluklar kesildi lakin belki de size derdini anlatmak ister gibi<br />
bir kitabe asılı kaldı öylece taş duvarın gölgesinde. Veya çocuklarınızı<br />
bırakın Arnavut kaldırımlı bir sokağı yokuş aşağı seyrine.<br />
Hep asfaltta betonda yürümeye alışmış çocuklarınız taşın<br />
kudretini hissetsinler, toprağa yakınlığı keşfetsinler. Bilin ki ne<br />
zaman topraktan uzaklaşmaya başladık, kendimizi kopardık<br />
mayamızdan\savrulduk. Eski bir mezarlığa ne dersiniz. Seyyit<br />
Kutbiddin Hazretleri’ne güzel bir Allah selamı verin. Minik elleriyle<br />
masum bakışlarıyla çocuklarınız bir kente dokunan nazenin<br />
rahmeti hissetinler. Sezai Karakoç’un şiirini biliyorsanız<br />
birkaç mısra mırıldanabilirsiniz; “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar…<br />
‘Dergahınıza güzellikle geldik, güzellik bulduk, güzellik alıp<br />
yola koyulduk.” Aşağıda deniz kenarında eskiden devasa deniz<br />
fenerinin bulunduğu yere yakın eski stat! Şimdilerde atletizm<br />
parkı olarak hizmette. Bir dönemin gençlerinin kıpır kıpır etrafında<br />
döndüğü, bu kentin takımının afili afili salındığı bir futbol<br />
arenası burası… Nice hatıraları o toprak zemine gömmüş bir<br />
yer. Biraz dikkat ederseniz, ter ve hırs kokusunu alabilirsiniz.<br />
Sonra bir dolmuşluk mesafe. Canik Meşe Tesisleri… Masanızda<br />
semaver. İçinizde naif bir tat ile şehre dokunur gibi kalakalmak.<br />
Tekrar edelim öyleyse “Şehir insanla kaimdir.” Vesselam.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 69
İdaresi, tütün gelirlerine de el koyar.<br />
Batılı devletlerin Osmanlı'nın cazip<br />
tütün pazarını ele geçirmek için sanayi<br />
kurma girişimini, ülkemizde ilk kez<br />
Fransızlar gerçekleştirir ve 1884'te<br />
Fransız sermayesi ile bir Reji İdaresi<br />
(Memalik-i Mahruse-i Şahane Duhanları<br />
Müşterek'ül-Menfaa [kâr ortaklığı])<br />
kurulur. Osmanlı Devleti’nin tütün<br />
tekelini 42 yıl boyunca elinde tutan<br />
Tütün Rejisi ya da 'Regie co-interessée<br />
des Tabacs de I'Empire Ottoman' isimli<br />
şirketin en önemli merkezlerinden biri<br />
de Samsun’dur. Bu durum birçok ticari<br />
elçiliğin bu kentte kurulmasına yol açar<br />
ve böylelikle ticaret hayli canlanır.<br />
70<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
FABRİKADA TÜTÜN SARAR<br />
SANKİ KENDİ İÇER GİBİ…<br />
Ancak Reji İdaresi bölgelerinde yer alan<br />
tütün fabrikalarından çalışanlar için<br />
durum çok trajiktir. Rejinin adamları,<br />
mahallelerden yoksul ailelerin kızlarını<br />
toplar. Kimin parmakları ince ve zarif<br />
ise sigaralar da ince ve muntazam<br />
sarılabilsin diye. Çünkü sigara sarma<br />
makineleri henüz icat edilmemiştir o<br />
yıllarda. İncecik sigaraların üretilmesi<br />
için, elleri küçücük, parmakları incecik<br />
çocuklara gereksinim vardır. Küçücük<br />
bedenleri tütün fabrikasında büyüyen<br />
bu kızların hemen hepsi de akciğer<br />
rahatsızlıklarından, kanserden vefat<br />
Rejinin adamları,<br />
mahallelerden<br />
yoksul ailelerin<br />
kızlarını toplar.<br />
Kimin parmakları<br />
ince ve zarif ise<br />
sigaralar da ince<br />
ve muntazam<br />
sarılabilsin diye.<br />
Küçücük bedenleri<br />
tütün fabrikasında<br />
büyüyen bu<br />
kızların hemen<br />
hepsi de akciğer<br />
rahatsızlıklarından,<br />
kanserden<br />
vefat ederler<br />
genç sayılacak<br />
yaşlarda...<br />
ederler genç sayılacak yaşlarda...<br />
Alpay'ın ünlü şarkısı 'Fabrika Kızı'nda<br />
dendiği gibi; "Fabrikada tütün sarar,<br />
sanki kendi içer gibi / Sararken de hayal<br />
kurar, bütün insanlar gibi."<br />
19. YÜZYILIN TİCARİ KESİŞME<br />
NOKTASI<br />
Buruk, kendi içinde dalgalı insanların<br />
kenti Samsun, 1869 yılında büyük bir<br />
yangın geçirir ve hemen hemen tamamı<br />
yanarak kül olur. Fransa’dan getirilen<br />
bir mimarın planına göre sokak ve<br />
caddeler denize dikey halde olmak<br />
üzere yeniden inşa edilir. 19. yüzyıl<br />
ortalarından itibaren Karadeniz'de<br />
buharlı gemi işletmesinin başlaması<br />
ve Kafkasya, Trabzon ve Ege'den,<br />
pek çok insanın göç ederek şehre<br />
yerleşmesi üzerine Samsun'un hızla<br />
büyür. Bu yıllarda kentin ticari ve<br />
ekonomik potansiyeli gelişmiş, şehir<br />
birçok Avrupalı ve yerli (çoğu azınlık)<br />
yatırımcıyı kendisine çekmiştir.<br />
Dönemin en önemli ticaret yollarından<br />
biri Samsun'dan başlayarak Amasya,<br />
Tokat, Sivas, Malatya, Harput ve
Ve elbette<br />
denizden gelen<br />
adamlar. Karaya<br />
adımlarını attıkları<br />
bu kente hayat da<br />
getirdiler. Tarih,<br />
19 Mayıs 1919.<br />
Gerçek Samsun,<br />
günümüz şehri o<br />
zaman karşımıza<br />
çıkar.<br />
Diyarbakır üzerinden Bağdat'a uzanır.<br />
Samsun, bu yolun Karadeniz ağzındaki<br />
limandır. Tütün ekimi ve ihracatı sonrası<br />
yurt edinenleri 40 bini bulan ahalisiyle<br />
emekleyen bir şehir hâline gelir.<br />
İmparatorluğun önemli liman şehirlerine<br />
yerleşerek geniş çaplı ticaretle uğraşan<br />
Levantenlerin de Samsun limanına<br />
demir atmaları da bu döneme rastlar.<br />
RUS VE YUNAN SAVAŞ<br />
GEMİLERİNİN HEDEFİ<br />
1915 yılı Haziran ayı şehir için bir<br />
başka yıkımın kapısını çaldığı tarihtir.<br />
Rus savaş gemileri Samsun kent<br />
merkezindeki çeşitli noktalara, limana<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 71
72<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
ve açıklarda seyir halinde olan küçük<br />
ve orta büyüklükteki ticaret gemilerini<br />
hedef alarak bombalarlar. Rus savaş<br />
gemileri bir ay sonra yani Temmuz<br />
1915'te daha kapsamlı bir saldırıda<br />
daha bulunur. Bu saldırıda Belediye'ye<br />
ait iskeleler, Hançerli Mahallesi, Rum<br />
Mahallesi, Ermeni Mahallesi, Buğday<br />
Pazarı ve Liman Civarında demirli yük<br />
gemileri seçilir. Ruslar 1916 yılında<br />
da bir kez daha Samsun'a saldırıda<br />
bulunarak Samsun Limanını topa tutup<br />
buradaki tekneleri tahrip ederler. Bir<br />
başka saldırı yine denizden, bu kez<br />
Yunan zırhlıları tarafından 7 Haziran<br />
1922 yılında yapılacaktır. Samsun<br />
doğumlu şair Vüs'at O Bener’in<br />
kaleme aldığı ‘Babam’ adlı şiirine de<br />
konu olan Yunan zırhlıları Averoff ve<br />
Kılkış’ın saldırılarıyla sahildeki ticari<br />
depolar tahrip edilir. Şair bu olayı<br />
şöyle betimler; "Averoff Samsun'da /<br />
Bombardıman / Gazhane yanıyor / Bin<br />
Merkezinde<br />
insan olan bir<br />
medeniyetin<br />
çocukları,<br />
Karadeniz’den<br />
Samsun’a ayak<br />
bastıklarında,<br />
yalnız bu kentin<br />
değil tüm ülkenin<br />
hikâyesini<br />
yeniden yazmaya<br />
başladılar.<br />
üç yüz otuz sekiz / Tarih düşürmüştüm/<br />
Kırkın çıkmamıştı daha"<br />
DENİZDEN GELEN ADAMLAR…<br />
Ve elbette denizden gelen adamlar…<br />
Karaya adımlarını attıkları bu kente<br />
hayat da getirdiler. Tarih, 19 Mayıs<br />
1919. Gerçek Samsun, günümüz şehri<br />
o zaman karşımıza çıkar. Çünkü<br />
merkezinde insan olan bir medeniyetin<br />
çocukları, Karadeniz’den Samsun’a<br />
ayak bastıklarında, yalnız bu kentin<br />
değil tüm ülkenin hikâyesini yeniden<br />
yazmaya başladılar. O öncülerden biri,<br />
Gazi Mustafa Kemal’in İstiklal Numune<br />
Mektebi’nde söylediği şu meşhur sözle<br />
tarihe not düşüldü: "Dünyada her şey<br />
için, medeniyet için, hayat için, başarı<br />
için en hakiki rehber ilimdir, fendir.<br />
İlim ve fenin dışında rehber aramak<br />
gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan<br />
sapmaktır."
Bayım!...<br />
Yalınayak dolaşmışsam, yatmışsam parklarda, üşümesin diye<br />
kışı içeri almışsam, çiçekleri, bir de odun ekmeğinin buğusunu<br />
sevmişsem; hasreti yanık gönlüme taşımamdandır. Siz bunu<br />
anlayamazsınız!<br />
Acıyı bana sorma<br />
/kör bir testere ile yaptığım tahta arabam kırıldığında yaşadım<br />
onu/ yine de dedemi sevdim...<br />
/Su alınırsa dere kurur, kuşlar nerde yıkanacak/ diyen de dedemdi...<br />
Sürpriz hayatımızda yoktu. Anamız; anaydı hani. Düşer kalkar<br />
babamızı baba gibi severdik. Ne bir fazla, ne bir eksik... "Jelatin<br />
dostluklarımız olmamıştır hiç!" En yeşiline el atmıştık yaşamın.<br />
Severdik... Dargınlıklarımız da olurdu ama hep içimize kanardık.<br />
Aşık olurduk! Denizi avuç avuç cebimize doldurur gezdirirdik,<br />
unutmazdık...<br />
Var-git çiçeklerini bilir misin? Bayım… Sözün namus olduğunu?<br />
Delikanlı duruşumuz veremli bir soytarıya sermaye oluyorsa,<br />
zayi ilanlarındadır, hayatımız, şimdi. Yalan geçmezdi aklımızdan…<br />
74<br />
Şehir Sayıklamaları<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
AHMET USTA<br />
Oysa/Şimdi; Sevgiler hükümsüz, aşk yalandır. Riyanın gizli yüzünü<br />
giyinmiş bu kentte sevdalarımız çarmıha gerilmiştir! Müsveddeyiz...<br />
İçli olmak ne anlam taşır, kim anlar? Gözlerimizde<br />
yürüyen şehrin dehlizleridir sadece. Sefillik deme ağlarım...<br />
Sonra şehir... Acılar kuşatacak sizi diyen olmadı... Martıların<br />
kaldırımlarda öldüğünü...<br />
Dostluğun, hainliğin sularında yıkandığını geç anladık.<br />
Gün buruşur bu kentte, çocuklar güneşi görmeden...<br />
/Ve güneşi görmeden akşam eden insanların, yontulmuş gülücüklerinden<br />
bıktım!/<br />
Kent morgdur! Gece üstümüze gelir, rüyalarımı ürkek çakallar<br />
böler. Anılarım yağmalanır, bir torba kemik kalır insanlık...<br />
Dostluklar soğuk, ruhum harap. Tanıklara yalan söyleten sır nedir,<br />
bilemedim... El değmemiş baharlarıma sıkıca tutunup doğruldum,<br />
tükürdüm fiyakasına…<br />
Bayım!...<br />
/Acılarımı paylaşamayacağın yarama gölge etme.../<br />
Ve Bayım; hayatın kılcal damarlarından geceyi, yıldızı, güneşi,<br />
toprağı ve şafak vaktini öğrendiğimizi unutma.<br />
Ve… Ateş; İbrahim’e güldür. Unutma.
ŞEHRİ DIŞINDAN GÖRMEK<br />
Bir şehri anlamanın yolu, onu içinden ve dışından görüp tanımak<br />
olmalı. Öyleyken hep içindeyiz şehrin. Hayatın ve şehrin<br />
akışı içinde kaybolup gitmişiz. İçindeliğimiz, şehri tanımak anlamına<br />
gelmez. Hücrelerin, organizmanın bütününü kavrayamaması<br />
gibi bir şey bu... Şehrin dışındalığımız, şehri tanımak<br />
için bir fırsat olabilir belki. Fakat şehirden de ayrılmıyoruz. Kısa<br />
süreli çıkışlarımızda mecburen. İş icabı. Bu mecburi çıkışlarımız<br />
bir an önce tekrar şehre dönmek için. Özellikle hafta sonlarına<br />
denk düşen kimi çıkışlarımız da bir âlem. Şehri de götürüyoruz,<br />
beraberimizde: Kola şişeleri, naylon poşetler, plastik kaplar,<br />
hazır yiyecekler. Hafta sonları, şehrin dışında yüzüyle ve ruhuyla<br />
şehrin misyoneri gibiyiz. Kendimizi kaybetmişiz şehirde.<br />
İçinden anlamadığımız şehri dışından anlamak için elimizden<br />
geleni yapıyoruz ve kaybediyoruz. Aslında, bir an için “şehri<br />
dışından görmek” şehri anlamanın fırsatıdır. Bu nasıl bir şeydir?<br />
Kum tepelerinin ardından seherde veya akşam vaktinde<br />
bir şehri görmektir. Şehrin siluetini bir tepeden ya da tepedeki<br />
bir şehrin siluetini ovadan seçmenin verdiği o garip duygudur.<br />
Zamanın çarmıhında gerili olarak, kadim medeniyetlerin yıkımını<br />
izlemek gibi bir şeydir. Uzaktan piramitleri ya da Newyork<br />
gökdelenlerini seyretmek, Bin Bir Gece diyarını görmek gibidir.<br />
Dün ve bugünün o karışık tadı. Bu havayla şehir, en iyi dışından<br />
anlaşılır aslında. Çünkü bilincin uyandırılışıdır bu ve Mekke ve<br />
Hira’dan görünüşü.<br />
Doğuştan şehrin dışında olanlar veya şehri terk edenler şehri<br />
dışından görebiliyor mu? İçindekilerden pek farkları yok onların<br />
da. Bir hatanın iki yüzü gibiler. Şehrin dışındakilerin kimisi kaç-<br />
AYTEKİN AYDIN<br />
mış şehirden. Yani kendilerinden. İnkâr etmişler, toplumsallıklarını.<br />
Ruhlarının meylini kırmışlar. Ruhunun meylini kırandan<br />
şehri anlaması beklenir mi? Şehrin dışında doğup yaşayanlar<br />
ise zaten şehir dışı olanlar. Onlarsa şehrin sempatizanları, şehrin<br />
potansiyel insan depoları. Bir biçimde de şehri besleyen damarların<br />
kanları. Dağdan şehre dökülen insan nehirleri. Onlar,<br />
çok geçmeden erozyonla topraklarından kopup şehre gelmek<br />
zorunda kalanlar. Bilinçsiz gelişleriyle, şehri şehir olmaktan<br />
çıkaranlar. Geldiklerinde şehri anlamak gibi bir lüksleri hiç olmayacak,<br />
çünkü onlar şehrin kenar konukları. Onların, şehri<br />
içten de ve dıştan da anlamaları çok zor. Kendilerini şehre taşıyan<br />
erozyona direnmeye çalışacaklar hep, şehre duydukları<br />
sempatiye lanetler ederek.<br />
Kim anlayacak şehri? Şehri dışarıdan gören. Yoksa şehir mekanikliği<br />
içinde basit bir parça durumuna düşürmüştür insanı.<br />
İnorganik bir madde. İnsan dediklerimiz şehrin kaldırımlarından,<br />
parke taşından farksız bir varlıklar çoğu zaman. Kendini<br />
anlayamayanın şehri anlaması mümkün mü? Organikliğin<br />
ispatı, canlılığın şuuruyla olabilir ancak. Şehri tanımayanın<br />
kendisini bilmesi, özünü ve kendini bulması, şehrin ruhunu arayıp<br />
bulmakla koşuttur. Bu keşiften sonra ancak, şehre tekrar<br />
katılıp şehri dönüştürmek mümkündür.<br />
İnsanın şehri, dışından görmesi, kendini dışarıdan görmesi kadar<br />
zor. Ancak, kendini aramaya başlayan, anlamını sezip kavrayan<br />
insan; şehri, dışından görebilir. Bir de şehri, epey dışından<br />
çok uzaktan, mesela aydan görmek de var.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 75
Taşralı Bir Çocuğun<br />
Sevginin ziyadesiyle baba üzerinden tedavülde olduğu<br />
yıllardı o yıllar. Daha çok büyükbabalar, babaanneler severdi<br />
torunlarını. Ataerkildik. Sevgi annelerin inhisarına alınıp, kendi<br />
ebeveynlerinin hanesine yazılmamıştı henüz. Elbette onlarda<br />
‘kız tarafından’ deyip öyle severlerdi torunlarını. Her çocuk<br />
bilirdi sevginin nerde ikamet ettiğini. Lakin sevgi denen o kadim<br />
ilgi biçiminin ikamet ettiği coğrafya hiçbir çocuktan kaçmazdı.<br />
Babaannemdi, ilk işaretlerim hep onu gösteriyordu. Onda<br />
ebelenmiştim bir kere. Beni ilk sevişleri elbette babam<br />
üzerindendi. Lakin bu aracılık işi pek de uzun sürmedi. Yaptığım<br />
ufak tefek yaramazlıklardan dolayı, babamın benim üzerimdeki<br />
cenk hazırlıklarını bastırmasındaki söylemsel şiddet, sevgide<br />
artık bir aracı kullanmadığını açıktan haykırıyordu.<br />
Babaannem göstergebilim bilmezdi. Kıvırmadan söylerdi<br />
söyleyeceğini. Kinayeye, dolaylı anlatıma başvurmazdı öyle.<br />
Annemin, süpürgenin ucundan tutup sapını bana göstermesiyle<br />
‘domuzun kızı, bırak çocuğu’ ihtarına toslaması bir olurdu.<br />
Sevgi çocuklarda alışkanlıkla elde edilen bir şeydi daha çok. Ve<br />
babaannem de delice bir alışkanlıktı benim için. Sevginin nirengi<br />
noktası olan alışkanlık... Çünkü sevgi çocukların ilk miladıdır.<br />
Çünkü çocuklar ondan sonra başlar yaşamaya.<br />
Yaşadım ve yol tuttum büyümeye doğru. Büyüme aralıklarında<br />
okumayı öğrendim sonra. Kankalesi okudum mesela, Hayber<br />
Kalesi, Hikâyeyi Geyik, Hikâyeyi Kesikbaş. Okurken birlikte<br />
ağlardık onunla. Kavga etmemi istemediğinden olacak ki, ben<br />
ondan gizli her gece, uyku alıştırmalarımda, Hz Ali’yle birlikte<br />
kılıç kuşanıp cenge giderdim salına salına. Küffar üstüne hey,<br />
küffar üstüne!<br />
O yıllardı. Bafra henüz, kasabalıktan çıkmak için emekliyordu.<br />
Bir Bafra’yı bilirdim ben de, bir de ismi Ormanos’tan devşirilmiş<br />
76<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
MUSTAFA KARAOSMANOĞLU<br />
olan Ormancık Köyü’nü. Doğumum köyde ikamet ediyordu.<br />
Hayatımın sürdüğü yer de kasabada.<br />
Ve Samsun bir hayaldi daha. Şehrin bile ne olduğunu bilmeyen<br />
bir çocuk için, keşfe çıkılacak Babil’in Asma Bahçeleri’nden<br />
farkı yoktu Samsun’un. Öyle bir zamanda işittim Samsun’a<br />
gideceğimizi. Babaannem bir hayal haritasını zihnimden çıkarıp<br />
atlas halı gibi ayaklarımın önüne seriyordu. Samsun bir hırsız<br />
feneri gibi içimde yanıp sönmeye başlamıştı bile. Gerçi daha<br />
eskilere ait uzun Samsun yolculukları vardı Babaannemin<br />
anlattıkları arasında. Ormancık Köyü’nde sabahın altısında<br />
güne merhaba deyip dere boyunca yarı balçık patikada başlayan,<br />
öğle sularında Engiz mevkiinde bir yemek molası verip, sonra<br />
tekrar sahil boyunca bir kamyonun bile görünmediği yol<br />
doğrultusunda zamanı ufalayarak Muşta’yı geçip ondan sonraki<br />
güzergâh boyunca sadece Kurupelit Jandarma Karakolu’nun<br />
bir yapı olarak karşılandığı, Kurupelit’ten bakınca görülen<br />
Baruthane sırtlarının düz bir hat boyunca arz-ı endam eden o<br />
durağan manzarasının yola tahvil edilmiş sıkıcılığında oldukça<br />
boyutlanan bir yaya yolculuğuydu bu…<br />
Sabah altıda evden çıkıp ikindide varılırdı Samsun’a. O vakitler<br />
Samsun zorunlu bir meşakkatti Babaannem için. Ben o vakitlere<br />
erişemedim. Benim zamanımda mesafeyi kısaltan motorlu<br />
taşıtlar icat edilmişti.<br />
Benim için halamla hayalimin kesiştiği bir kurmacaydı<br />
Samsun. Ya Babaannem için, şu anda düşünüyorum da<br />
Babaannem adına, sıkıntıdan özleme, uzaklıktan temaşaya<br />
ve yokluktan muhabbete kadar değişen anlamları olmalıydı<br />
Samsun’un. Kuvvetle muhtemeldi ki Babaannem süreç içinde<br />
bütün bu duyguların hepsini dönüşümlü olarak yaşamıştı.<br />
Varlığın değişken tezahürleridir bunlar. Bir bakarsınız acının
Şehir Fetihleri<br />
dayanılmaz ağırlığında çıkar ortaya, bir bakarsınız sevinçten bir<br />
kuş olup yüreğinizin ağzından size doğru nağmeler terennüm<br />
ediyordur. Varlık böyle bir şey işte… İki çocuğunu küçük<br />
yaşlarda yetim bırakan kızının karşı konulmaz ıstırabı olarak<br />
mekân tutmuştu Babaannemin örselenmiş kalbinde. Kızı 940’lı<br />
yıllarda ölmüştü. Kaç Samsun seferinde onun cenazesini içinde<br />
taşımıştı bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey vardı ki bu Samsun<br />
yolculuğumuzda yüreğinin bir köşesinde acıların arasında<br />
bile olsa direngen bir umut taşıyordu diğer kızı adına. Onu da<br />
Samsun’da evlendirmiş, Samsun seferlerinin içindeki o kanayan<br />
anlamını bir ölçüde acıdan kavuşmaya doğru tahvil etmişti.<br />
Hem şimdi yolculuğun zahmeti de kalmamıştı eskisi gibi. Ücret<br />
mukabilinde Bafra’dan Samsun’a gitmek topu topu bir kırk beş<br />
dakikasını alıyordu insanın.<br />
Ben ise Babaannemin besmelesiyle başladığım bu yolculukta<br />
tahta kılıcımı yanıma almamıştım. Buna cesaretim yoktu. Ama<br />
cenklere çıkmaktaki ataklığım, pantolonumun cebine gizlice<br />
indirdiğim o en çok sevdiğim cam bilye ile birlikte yanımdaydı.<br />
Umudum, sevincim, adrenalinim yanımdaydı.<br />
Yer yer yamalı asfaltların üzerinden sekerek tek parça yolun<br />
bizi yayıktaki ayran gibi çalkaladığı bu yolculuğu, şimdi atıl bir<br />
yol olan Baruthane yamaçlarından aşınarak gümrük mevkiinde,<br />
yine adını buradan alan Gümrük Fırını’nın karşılarına düşen<br />
üstü kapalı bir geçitten girip Arnavut kaldırımı döşeli olan Bafra<br />
garajına vararak bitirmiştik.<br />
Bundan sonra yürüme faslı başlıyordu. Dolmuştan inmiştik ama<br />
benim gözüm Bafra yolcularını, biraz sonra hareket edecek olan<br />
dolmuşa balık istifi gibi yığan simsarın üzerindeydi. Babaannem<br />
elimden tutup beni gerçeğin yoluna doğru sürükledi. Gerçek,<br />
hayalin hangi şubesi olurdu o yaşlardaki çocuk için bilmiyorum.<br />
Bu yaşta geri dönüp onu hecelemek, benim için bile oldukça zor<br />
bir şey.<br />
Evet yürüyorduk ama Babaannemin adımlarında mütereddit bir<br />
eda vardı. Yolun ilk metrelerinde durduk.<br />
Sıkıntılı bir duruşla havaya doğru bakan Babaannem zamanı<br />
kokluyormuş gibi bir hâle büründü.<br />
Cebir hesaplarındaydı, belli ki bir şeylerin muhasebesini tutuyordu.<br />
Perdeleri sıkıca kapatılmış, parapet yüksekliği elli santim<br />
civarlarında, denizliklerinin derinliği yarım kulaç kadar olan<br />
ve çerçeveleri yaklaşık bir buçuk insan boyu mesafesindeki iki<br />
kattan müteşekkil, her katında üç pencere tanzim edilmiş eski<br />
bir binanın önündeydik. Babaannem kararlı ve kararlı olduğu<br />
kadar müşfik bir bakışla, yolun araç ve insan trafiğine aldırış<br />
etmeden yüzüme baktı ve beden diliyle kalabalıkla kendi arasına<br />
duvardan bir çizgi çekiyormuş gibi yapıp, üzerinde bulunduğumuz<br />
kaldırımdaki yerimi işaret ederek, ‘burada dur’ dedi. Seksen<br />
yaşının yorgunluğuna aldırmadan önünde bulunduğumuz<br />
binanın şimdi sırasını hatırlamadığım pencerelerinden birinin<br />
üzerine çıktı. Sonra şalını başından ve uzun yıllar tarlalarda<br />
çalışmış olmanın kendisine hediye etmiş olduğu kamburundan<br />
usulca sıyırarak pencere denizliğinin üzerine serdi ve ellerini<br />
göğüs hizasına doğru kaldırarak namaza doğru boyutlandı.<br />
Zamanın kıbleyi gösterdiği bir andı. Gök başka bir renge doğru<br />
yelken açmıştı sanki.<br />
Ben Samsun’a adımımı attığım bu ilk seferimde, acemi<br />
bakışlarla Babaanneme bakan kalabalığa karşı küçücük<br />
yumruklarımı sıkarak içime doğru yeni bir cenk hazırlığına<br />
çoktan başlamıştım bile.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 77
ŞEHiR YÜZLÜ iNSANLAR<br />
Ali Fuat BAŞGiL<br />
78<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
MUSTAFA ALTINGÖZ<br />
Hürriyet<br />
sevdalısı bir<br />
hukukçu olarak<br />
her türlü baskıcı<br />
sistemi reddeden<br />
ve bu uğurda<br />
hapis yatan,<br />
yıldızının bir<br />
türlü barışmadığı<br />
darbecilerden<br />
tehditler alan<br />
Ord. Prof. Dr.<br />
Ali Fuat Başgil,<br />
konuştuğu<br />
kürsülerden<br />
“Yaşasın Millet!”<br />
diye haykırarak<br />
inerdi.
Bir imparatorluğun çöküşüne<br />
şahitlik eden bir bellek, vicdan<br />
sahibi bir aydın olan Ali Fuat Başgil,<br />
Bölükbaşıoğulları'ndan Hafız İbrahim<br />
Efendi'nin torunu, Mehmed Şükrü<br />
Efendi'nin oğlu olarak 1893 yılında<br />
Çarşamba'da dünyaya gelir. İlkokulu<br />
Çarşamba’da okuyan Ali Fuat, orta<br />
öğrenimini İstanbul’da devam ettirirken<br />
1914 yılında öğrenimini yarıda bırakıp<br />
Birinci Dünya Savaşı’na katılır.<br />
Yedek subay olarak dört yıl Kafkasya<br />
Cephesinde savaşan Ali Fuat Başgil,<br />
Hatıraları’nda şöyle özetler durumu:<br />
“1914 Ağustos sonlarında, Çarşamba<br />
ve Samsun’dan ilk kafile on beş genç<br />
idik. Güle söyleye yola çıktık. Erzincan<br />
talimgâhına gittik. 1919 başlarında, o<br />
şen kafileden yalnız üç kişi döndük.<br />
Arkadaşların kimi cephede şehit düştü,<br />
kimi hastalık ve sefaletten öldü.”<br />
YÜKSEK ÖĞRENİM HAYATI<br />
PARİS’TE GEÇTİ<br />
Bu dönüş aynı zamanda bir<br />
medeniyetin de çöküşünü özetler.<br />
Orta öğreniminin geri kalan kısmını<br />
Paris Buffone Lisesi'nde tamamlar<br />
(1921). Yüksek öğrenimine Grenoble<br />
Hukuk Fakültesi'nde devam eden ve<br />
Paris Hukuk Fakültesi'nde "Boğazlar<br />
Meselesi" konulu teziyle doktor olan Ali<br />
Fuat Başgil; sadece hukuk ilmiyle değil,<br />
ülke meseleleriyle de yakından ilgilenir<br />
bu dönemde. Daha sonra Paris Siyasî<br />
İlimler Okulu ile Edebiyat Fakültesi'nden<br />
diploma alır ve Lahey Devletler Hukuku<br />
Akademisi'nin kurlarına devam eder.<br />
Ve sonra doğduğu kadim topraklara<br />
-Osmanlı vatandaşı olarak ayrıldığı<br />
topraklara, Türkiye Cumhuriyeti<br />
vatandaşı olarak- döner. Bu durum<br />
O’nun için-o dönemdeki birçok aydının<br />
yaptığı gibi- geçmişin reddi anlamına<br />
gelmeyecektir.<br />
DİL DEVRİMİNİ SUİKAST OLARAK<br />
GÖRDÜ<br />
1924 Anayasası’ndaki insan hak ve<br />
özgürlükleri ve Türkçe ile ilgili hükümleri<br />
şiddetle eleştiren Ali Fuat, Türkçenin<br />
sadeleştirilmesi ile ilgili yapılan<br />
çalışmaları anlamsız ve köklerden<br />
uzaklaşma olarak değerlendirir. O, bu<br />
çalışmaları geçmişle aramıza mesafe<br />
koyması açısından eleştirir ve Dil<br />
Devrimi’nin devamında gelen uydurca<br />
kelimeleri dilimize yapılan bir “suikast”<br />
olarak nitelendirir hatıralarında. “Sessiz<br />
ve mukaddes dilimiz Türkçemiz, her<br />
kelimesinde asil bir milletin en az bin<br />
yıllık bir tarihin biriktirdiği mana ve<br />
1961 yılının Ocak<br />
ayında tutuklanır ve Mart<br />
ayının 29’una kadar<br />
hapis yatar.<br />
Tutuklanmasına<br />
gerekçe olarak Kurucu<br />
Meclis aleyhine<br />
yaptığı eleştiriler<br />
gösterilir. 10 Nisan<br />
1961'de emekliliğini<br />
isteyerek politikaya<br />
girer.<br />
hatıralar saklı bulunan lisan şekline<br />
girmiş milli ruhumuzdur.” Bu ifadeler<br />
Müslüman Türk aydının irfanının hangi<br />
kelimeler etrafında gelişmesi gerektiğini<br />
de ifade eder cinstendir.<br />
ANADOLUNUN VİCDANLI VE GÜR SESİ<br />
Ülkesinde ilk görevi Maarif Vekâleti<br />
Yüksek Tedrisat Umum Müdür<br />
Muavinliği’dir. 1930 yılında Ankara<br />
Hukuk Fakültesi'nde açılan imtihana<br />
“Hukukta Mesuliyet” teziyle katılarak<br />
kazanır ve doçent olur Ali Fuat Başgil.<br />
Bir yıl sonra aynı fakültenin Roma<br />
hukuku profesörlüğüne tayin edilecektir.<br />
1933 yılı sonuna kadar bu görevde<br />
kalacak olan Ali Fuat Başgil, Gazi Terbiye<br />
Enstitüsü’nde de Medeniyet Tarihi<br />
dersleri vermiştir. Bu dersleri sadece<br />
teorik fikri sabitleri şeklinde anlatmaz;<br />
Müslüman Türk’ün düşünce temellerini<br />
saf imanlı bir kalbin oluşturabileceğini<br />
telkin eder. Doğu ile Batı’nın bir<br />
coğrafyadaki temsilcisidir Ali Fuat. Doğu<br />
irfanının ve bu toprakların vicdanlı sesi<br />
olacaktır ileriki yıllarda.<br />
HATAY CUMHURİYETİ’NİN<br />
ANAYASASINI HAZIRLADI<br />
1933 yılında İstanbul Üniversitesi<br />
Hukuk Fakültesi’nde Esasiye Hukuku<br />
Profesörlüğü’ne getirilen Ali Fuat<br />
Başgil, 1936 yılında İstanbul Yüksek<br />
İktisat ve Ticaret Mektebi müdürlüğünde<br />
de bulunur. 1937 yılında Hatay<br />
Cumhuriyeti’nin anayasasını hazırlar ve<br />
bundan iki yıl sonra 1939’da Ordinaryüs<br />
Profesör olur. 1938-1942 yılları arasında<br />
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi<br />
Dekanlığı yapan Ali Fuat Başgil, 1947<br />
yılında Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'ni<br />
kurar.<br />
ÖZGÜRLÜKÇÜYDÜ, ASKERİ<br />
DARBELERE KARŞI ÇIKTI<br />
1949 yılında askerlerin İnönü iktidarını<br />
alaşağı etme düşünceleri ve darbe<br />
girişimlerine destek vermeyi reddeder.<br />
Bu reddediş ilk olmayacaktır Ali<br />
Fuat için. Özgürlükçü bir aydın<br />
olarak fikirlerini beyan etmekten<br />
çekinmeyecektir. Bu dönemde<br />
din ve laiklik konulu konferanslar<br />
düzenlemektedir üniversitelerde. O<br />
dönem için oldukça özgürlükçü ve cesur<br />
olan görüşlerini üniversite gençliğine<br />
anlatmayı bir sorumluluk olarak görür.<br />
1952'de Pakistan'da, 1959'da Ürdün'de<br />
toplanan İslâm Kongreleri'nde ve<br />
1959'da Almanya'da toplanan Hukuk<br />
Kongresi'nde Türkiye'yi temsil eder.<br />
27 MAYIS’TA ÜNİVERSİTEDEN ATILDI,<br />
HAPİS YATTI<br />
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra,<br />
Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından,<br />
üniversiteden atılan 147’ler listesine<br />
alınır Ali Fuat Başgil. Daha sonra<br />
147'lerin özel bir kanunla üniversiteye<br />
dönmelerine imkân sağlanmasına<br />
rağmen Başgil, konuyu bir haysiyet<br />
meselesi olarak kabul edecek ve<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 79
1949 yılında askerlerin<br />
İnönü iktidarını alaşağı<br />
etme düşünceleri ve<br />
darbe girişimlerine<br />
destek vermeyi<br />
reddeder. Bu reddediş<br />
ilk olmayacaktır Ali Fuat<br />
için. Özgürlükçü bir<br />
aydın olarak fikirlerini<br />
beyan etmekten<br />
çekinmeyecektir.<br />
dönüş hakkını kullanmayacaktır. 27<br />
Mayısçılar tarafından “mürteci, yobaz”<br />
olarak yaftalanır Ali Fuat Başgil. 27<br />
Mayısçılara kesinlikle karşı çıkmış ve<br />
darbeyi şiddetle eleştirmiştir. Çünkü Ali<br />
Fuat, sadece vicdan sahibi biri değil; aynı<br />
zamanda vicdanın ne olması gerektiğinin<br />
de resmidir.<br />
DARBECİLERLE YILDIZI HİÇ<br />
BARIŞMADI<br />
1960 yılının aralık ayında gördüğü bir<br />
rüyadan -rüyayı Ali Fuat, ilahi evrenin<br />
en harikulade tecellilerinden biri olarak<br />
değerlendirir- on gün sonra 1961 yılının<br />
Ocak ayında tutuklanacak ve Mart<br />
ayının 29’una kadar hapis yatacaktır.<br />
Tutuklanmasına gerekçe olarak Kurucu<br />
80<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Meclis aleyhine yaptığı eleştiriler<br />
gösterilir. 10 Nisan 1961'de emekliliğini<br />
isteyecek ve politikaya girecektir.<br />
Kürsülerden “Yaşasın Millet!” diye<br />
haykırarak inen Ali Fuat Başgil, 1961<br />
yılında Adalet Partisi Samsun listesinden<br />
bağımsız aday olarak Cumhuriyet<br />
Senatosu üyesi seçilir. Türkiye Büyük<br />
Millet Meclisi'nin açılmasından sonra<br />
Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koyar.<br />
Fakat 27 Mayısçıların baskılarından<br />
dolayı adaylıktan çekilir. (Darbeciler<br />
sadece Ali Fuat Başgil’i tehdit<br />
etmemişler, onunla birlikte bütün<br />
memleketi ateşe atabileceklerini de<br />
ifade etmişlerdir.) Daha sonra da<br />
senatörlükten de istifa eder ve 1962<br />
yılında İsviçre’ye gider.<br />
MİLLETİNİN YÜREĞİNE DEFNEDİLDİ<br />
Cenevre Üniversitesi’nde Türk Tarihi<br />
ve Dili Kürsüsü’nde görev yapar. 1965<br />
yılında tekrar Ev’e dönen Ali Fuat Başgil<br />
o yılki seçimlerde Adalet Partisi’nden<br />
milletvekili seçilir. Yaşadığı dönem<br />
içinde “Liberal Devlet, Liberal Laiklik”<br />
anlayışını savunan, her türlü otoriterbaskıcı<br />
sistemi reddeden ve ayaklı bir<br />
hukuk okulu olan Ali Fuat Başgil 17<br />
Nisan 1967 yılında vefat eder. Cenazesi<br />
büyük ve vicdanlı bir kalabalık tarafından<br />
Karacaahmet Mezarlığı’na götürülür.<br />
ESERLERİ<br />
• La Vie Juridique des Peuples (Belçika<br />
1939)<br />
• Klasik Ferdî Hak ve Hürriyetler<br />
Nazariyesi ve Muasır Devletçilik Sistemi<br />
(1938)<br />
• Esas Teşkilat Hukuku Dersleri (3 cilt,<br />
1940)<br />
• Türkiye İş Hukuku (1940)<br />
• Vatandaşın Türkiye Büyük Millet<br />
Meclisi'ne Müracaat Hakkı (1944)<br />
• Hukukun Ana Müessese ve Meseleleri<br />
(1947)<br />
• Cihan Sulhu ve İnsan Hakları (1948)<br />
• Türkçe Meselesi (1948)<br />
• Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı<br />
(1948)<br />
• Demokrasi ve Hürriyet (1949)<br />
• Gençlerle Başbaşa (1949)<br />
• Vatandaş Hak ve Hürriyetlerinin<br />
Korunması ve Anayasamızın Eksiklikleri<br />
(2 cilt, 1960)<br />
• 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri (1963)
İnsani Zaafiyetten Mimari Zirveye<br />
Adı hep büyüklükle anıldı. Bunu hakeden biri olduğunu<br />
kendisini her tanıyan ve ne zaman neyi yaptığını bilen herkes<br />
tekdir etti. Kısa zamanda 20. yüzyılda yaşayan en önemli<br />
mimarlar arasında yer aldı. Frank Lloyd Wright 1867 yılının<br />
8 Haziran'ında dünyaya teşrif etti. Mimarımız yine dünyaca<br />
ümlü Amerikalı mimar olan Louis Sullivan'ın öğrencisi<br />
olarak ondan mimarlık ve dünyaya bakış açısından çeşitli<br />
perspektifler öğrendi. Wright, Amerika'nı en entelektüel<br />
başkanlarından olan Thomas Jefferson ve Sivil İtaatsızlığın<br />
fikri mimarı olmakla kalmayıp aynı zamanda en büyük tabiat<br />
yazarlarından olan Henri David Thoreau'dan etkilendi. Frank<br />
Lloyd Wright'ın 300'e yakın yaptığı bina bulunmaktadır.<br />
Wright'ın tarzı "Organik Mimari" olarak bilinmektedir. doğal<br />
malzemeden yola çıkarak bu doğallığı belli bir çerçevede<br />
genişletip yeni bir mimarlığın temellerini ortaya koymuştur.<br />
Frank Lloyd Wright, mimari perpektif açısından bakılınca<br />
dünyayı en iyi okuyan mimarların başında gelir. Çağının<br />
teknolojik ve fikri gelişmelerini belli bir tarz altında mimari<br />
dile akmarmasını kolayca gerçekleştirmiştir. Yer yer doğanın<br />
82<br />
İNSAN VE ESER<br />
Çağdaş Bir Mimarlık<br />
Güzellemesi<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
OSMAN MİMAROĞLU<br />
(1867-1959)<br />
çıplak diline yaklaşan bir uslübü doğayı taklit ederek ve ona<br />
bir iki cümle ekleyerek başarıyordu. Frank Lloyd Wright<br />
gerçek hayatta da çok çılgınca yaşayan birisiydi. Amerikan<br />
yapı endüstrisini yeni gelişen teknolojiye göre şekillendirme<br />
çabasına girişiken bir taraftan da yeni standartlar elde<br />
etmeye çalıştı. Wright iyi bir mimar olmasının yanı sıra birçok<br />
çılgınlığı da kendi hayatına dahil eden bir tarafa da sahipti.<br />
Bir gün kafasında kovboy şapkası ve takım elbisesiyle girmiş<br />
olduğu banka şubesinde ayaklarında ayakkabının lmadığı<br />
görülmüştür. Hayatını uzun bir kısmını popüler bir mimar<br />
olarak yaşadı, bununla birlikte uzun ömrünün son yıllarında<br />
aynı ününü koruyamadı.<br />
Bakın çocuklar, ben şimdi size harika bir dünya anlatacağım.<br />
İçinden sevdalar geçen, denizleri karalarıyla kucaklaşan,<br />
insanlarının dışı ile içi aynı olan bir dünya. Buna<br />
hayalin diliyle utopya umudun diliyle mutluluk diyenler<br />
bulunmakla birlikte, sizler de kolaylıkla şehir diyebilirsiniz.<br />
Anlıyorsunuz değil mi? şehirle mimariyi gökle yer gibi<br />
paçalarından tutup bir araya getirmeye çalışıyorum?<br />
Bu hayat dersinde.
Sanatçıda Dünyanın Bina Görüntüsü<br />
Şelale Evi<br />
Şelale Evi, Frank Lloyd Wright'ın 1935 yılında inşa ettiği<br />
en önemli binalarından biridir. Wright'ın yaptığı bu bina,<br />
tabiatın dilinin yalınlığı çerçevesinde yapılan ve malzemenin<br />
oluşturduğu uygunluk gereği doğaya tekrar dönmesini işaret<br />
eden bir binadır. Tabiatın ucuna takılmış bir parça edasında<br />
görünen şelale evinin altından bir ırmak geçmektedir.<br />
Bu ev ırmağı hiç de ürkütmeden onun yatay ve düşey hareketliliğine<br />
mütevazi bir tarzda eşlik eder. Bahsi geçen<br />
ev, yatay etkiyi en baskın şekilde vurgulayan pencereleriyle<br />
dünya ve aydınlıkla temas kurar. Şelale Evi, taş blokların<br />
üzerine yapılmış olmasına rağmen tabiatın bu binadan<br />
hiçbir rahatsızlık hissetmemesi, yapımda kullanılan taş ve<br />
diğer yapı malzemelernin tabiata renk, çizgi ve nitelik olarak<br />
uygunluğundan kaynaklnmaktadır. Şelale Evi düşşel bir bina<br />
olmasına rağmen 20. yüzyıl boyunca en fazla tartışılan ve en<br />
fazla beğenilen binalardan biridir.<br />
Guggenheim Müzesi<br />
Guggenheim Müzesi New York'ta bulunan bina 1956 ile 1959<br />
yılları arasında 3 yılda yapılmış bir binadır. Wright bu binada<br />
bulunan düşey sirkülasyon elemanı olan merdiveni rampa<br />
olarak düzenlemiştir. Bu durum ise müze olarak yapılan<br />
binaya kesintisiz sergileme imkanlarını bahşetmiş oluyordu.<br />
Wright bu binanın düşey sirkülasyon elemanı olan rampayı<br />
yapının dışından algılanacak biçimde tasarladı. Bu şekilde<br />
ise rampanın kenarına duvarları getirerek bir anlamda düşey<br />
sirkülasyon alanındaki bir yeniliği sergiler için oluşturulacak<br />
olan teşhi alanlarının sürekliliği şeklinde de tasarlamış<br />
oluyordu. Bu binanın iç avlusu bulunmakla brlikte bu iç avlu<br />
oldukça net ve temiz bir alan olarak tanzim edilmişti. 20.<br />
yüzyıl mimarlığının en önemli eserlerinden biri olarak yapılan<br />
Guggenheim Müzesi, ilk defa bir müzelik eserlerle birlikte<br />
kendisi de görücüye çıkmış eser unvanını elde ediyordu.<br />
Robie Evi<br />
Robie Evi Chicago'da yapılan ve inşaatı iki yıl süren bir<br />
binadır. Bu evin geniş avluları bulunmakla birlikte bu aluları<br />
çatı katında yapılmış olan konsollar örtmektedirler. Robie<br />
Evi her yönden manzara ile ilişkilendirilmiştir. Oldukça<br />
güneş alan aydınlık mekanlara sahiptir. Robie evi, içine girene<br />
bir taraftan oldukça güçlü bir şekilde korunma hissi<br />
oluştururken diğer taraftan ise aynı insanda sanki hemen<br />
özgürlüğe uzanan ellere sahipmiş düşüncesini ilk etapta<br />
oluşturur. Ev alçak tavanlı iç mekanlara sahiptir. Caddeye<br />
paralel olarak oluşturulmuş duvarlarında malzeme olarak<br />
kullanılan yapı malzemesi tuğladır ve bu tuğla duvarlar<br />
caddeye yakın olan kısımlarda oldukça alçak olmakla beraber<br />
iç taraflara doğru giderek yükselir ve bir ölçüde<br />
mahremiyetini ev kompleksinin orta kısmında kurar. Evin<br />
plan şemasına göre orta kısmında bir merdiven ve şömine<br />
bulunmaktadır.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 83
KİTAP TANITIM<br />
H 2 O ve<br />
UNUTMANIN<br />
SULARI<br />
Çevremizdekileri düşünmeye ve değerlendirmeye başlayınca,<br />
bize en çok gereken şeyleri ne olduğunun da adını koyarız.<br />
Aslında bunları biliriz; ama zaten elimizin altında olduğu<br />
için değerini takdir etmeyiz. Onları kaybedene kadar da bu<br />
tavrımız devam eder. Balıkların suda yaşayıp da suyun ne<br />
olduğunu birbirine sormalarındaki gafillik değil kastımız.<br />
Suda yaşamayı ve suyun kıymetini bilmek ve nimetin hakkını<br />
vermektir kastettiğimiz. Nimet ne mi? En başta üç şey: Hava,<br />
su, ekmek…<br />
Su üzerine düşünmek nedense pek aklımıza gelmez. Su<br />
üzerine düşünceler içeren kitap, bu noktada ilginç ve oldukça<br />
cazip. Hele ismi, suyun kodları kimyasal kodları olan H O adını<br />
2<br />
taşıyorsa tam anlamıyla kışkırtıcı. Bu nedenle, H O’yu elinize<br />
2<br />
aldığınızda kitabı inanılmaz bulup evirip çeviriyorsunuz.<br />
84<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
HÜSEYİN GÜÇ<br />
Su işte… Hem çok basit hem çok yalın hem de çok önemli ve<br />
derin… “Evet” diyorsunuz “su işte” ama sonra ekliyorsunuz:<br />
“Bu konu düşünülmeye konuşulmaya yazılmaya ve okunmaya<br />
değer bir konu. Çünkü konu: su…” Arka kapak yazısını<br />
okuyunca da kitabın cazibesi bir mecburiyete dönüyor: “Kenti<br />
çevreleyen su borularında dolaşan, kimyasal yapısı H 2 O olan,<br />
işlevsel olarak suya benzeyen o sıvının; insanın tarih boyunca<br />
su olarak bildiği, yaratılışın ikinci gününde ikiye ayrılan, vaftiz<br />
eder ve abdest alırken ruhu arıtan, antik felsefede tözlerden<br />
biri olan, pınarlardan çağlayan, ırmaklardan akan; yani<br />
temizleyen ve arıtan o şey ile aynı olduğundan emin misiniz?”<br />
Bu noktadan sonra dönüş yok, bu kitabı okuyacaksınız.<br />
Okunmadan geçilemez bu kitap; artık gerçeği anlıyor ve<br />
kabul ediyorsunuz. Kaderinize razı olup Ivan Illich’in kitabını<br />
okumaya başlıyorsunuz.
Ivan Illıch Kimdir?<br />
Ivan Illıch, yirminci yüzyılın en çok tartışma yaratan<br />
düşünürlerinden biriydi. Modern hayatın kökenlerine ve temel<br />
dayanaklarına yönelik radikal eleştiriler getiren Ivan Illıch,<br />
çevreci hareketleri ve yeşilleri de derinden etkilemiştir. Illıch,<br />
Endüstriyalizmi, tüketim toplumunu, hızı, enerji kullanım<br />
biçimlerini kurumsallaşmanın yıkıcı sonuçlarını, kısaca<br />
modern Batı uygarlığının tartışılmayan kabullerini kıyasıya<br />
eleştirmiştir.<br />
Eserleri ve Faaliyetleri<br />
Illıch, 1970’lerin ilk yarısında birbiri ardınca yayımlanan<br />
kitaplarıyla modern toplumu kuşatan endüstriyel kurumların<br />
radikal eleştirilerini yapmıştır. Okulsuz Toplum, Şenlikli<br />
Toplum, Enerji ve Eşitlik, Sağlığın Gaspı gibi kitaplarında<br />
modern toplumlardaki okul, motorlu taşıtlar, enerji kullanımı<br />
ve tıbbi bakım kurumları üzerine eleştirilerini geliştirmiştir.<br />
CIDOC (Kültürler Arası Dokümantasyon Merkezi)<br />
Ivan Illıch, “İnsanların sahip oldukları cevapları tamamlamak<br />
için değil, kafalarındaki soruları yeniden kurmak için<br />
devam ettikleri özgür bir kulüp” olarak tanımladığı<br />
Kültürler Arası Dokümantasyon Merkezi (CIDOC)’ni<br />
Meksika’nın Cuernavaca şehrinde açmıştı. CIDOC,<br />
faaliyette bulunduğu yıllarda kilisenin mevcut<br />
politikalarına karşı itirazların yükseldiği yerlerden<br />
biri olmanın yanı sıra, hem Latin Amerika’daki<br />
diktatörlüklere ve ABD politikalarına karşı<br />
muhalefetin merkezlerinden, hem de dünyanın<br />
alternatif entelektüel çevrelerinin ilgi odaklarından<br />
biriydi. CİDOC, çalışanları tarafından resmî açılışının<br />
onuncu yılı olan 1976’da, kuruluş amacının büyük<br />
ölçüde ortadan kalkması ve “fazla prestijli bir yer<br />
hâline gelerek” kurumsallaşma tehlikesi taşıması<br />
üzerine büyük şenlik yapılarak kapatıldı.<br />
Illich’in Düşünceleri<br />
Bir sosyolog, filozof veya tarihçi olmayan Illıch,<br />
tamamlanmış bir düşünce sistematiği kurmamıştır.<br />
Genelde kısa risaleler yazmış, ortaya radikal<br />
sorular atmış, önemli bir kesimin ve belli bir<br />
kuşağın düşünme biçimin derinden etkilemiştir.<br />
Illıch, cevaplardan çok sorulara odaklanmıştır. Bir<br />
söyleşisinde son soru olarak kendisine “Başka sorum<br />
yok, sizin vermek istediğiniz başka cevap var mı?”<br />
denilince Illıch, “Teşekkür ederim, umarım kimse<br />
söylediklerimi cevap olarak almaz.” demiştir.<br />
Illıch’e göre modern dünya ve endüstriyel kurumların<br />
yarattığı insan yozlaşmanın görüntüsüdür. Bu<br />
anlamda Illıch, kaybolan bir dünyanın, artık olmayan<br />
bir insan neslinin gecikmiş sözcüsü gibidir. 90’lı<br />
yıllarda yakalandığı ve herhangi bir tıbbi tedaviyi<br />
kabul etmediği kanser hastalığı nedeniyle 2 Aralık<br />
2002’de Bremen’de ölmüştür.<br />
H O’nun Ön Sözü<br />
2<br />
Suya mühendislik mantığıyla yaklaşılan ve bu<br />
mantığın, içme suyu sağlanan göllerin yüzeyini<br />
buharlaşmayı önleyecek ince film tabakalarıyla kaplamayı<br />
düşünecek kadar uç noktalara vardırıldığı; ekosistemde<br />
süregelen su döngüsünün en önemli olgusu olan<br />
buharlaşmanın bile uygarlığın hasımlarından biri hâline<br />
getirildiği bir zamanda H O ve Unutmanın Suları, ilginç bir<br />
2<br />
okuma deneyimi.<br />
Günümüzde su; tümüyle ticari bir meta haline gelmiş<br />
durumdadır. Şişelenip satıldığında da kaynakları özel<br />
şirketlere tahsis edildiğinde de görebiliriz bunu. “Hava<br />
bedava, su bedava” dönemi, çok ama çok gerilerde kaldı.<br />
Bundan daha kötüsü su; doğal ritmini yitirip yağmadığı için<br />
barajlarımızın rezervini yok eden, topraklarımızı kurutan ya<br />
da aşırı miktarda yağdığı için sellerle kasırgalarla insanları<br />
öldüren bir düşmana, muhtaç olduğumuz için de modern<br />
insanı öfkelendiren bir kimyasal formüle dönüştü.<br />
Ivan Illıch, Türkçe baskı için yazdığı ön sözde sözlerinin bir<br />
gün Türkçe okunacağını aklının ucundan bile geçirmediğini,<br />
H O ve Unutmanın Suları’nı Dallas’ta bir eğlence<br />
2<br />
gölünün yapımı üzerine bir şeyler söylemesi istendiğinde<br />
oluşturduğunu anlatıyor: “Su, yalnızca görüşümü belirlemede<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 85
ir araçtı.” diyen Illıch, asıl amacını şöyle açıklıyor:<br />
“Okurlarımın, maddeyle ya da bedensel sıvılarla ilgili olsun,<br />
etle veya ateşle ilgili olsun, en temel duyusal algıların bile<br />
zaman içinde değişime uğradıklarını ve farklı geleneklerde<br />
farklı şekillere büründüklerini bizzat okuyarak yaşamalarını<br />
istedim.”<br />
Türkiye’deki yayımcının, kendisinden bir ön söz yazmasını<br />
istemesinin ona suyla ilgili bin bir rüyanın kapısını açtığını<br />
söylüyor Illıch. Ayrıca, istenen bu yazıyı yazmak için<br />
kütüphaneye gidip orada birkaç gün “İstanbul’un suları”na<br />
daldığını belirtiyor: “Sadece yüzeysel olarak inceleyebildiğim<br />
hâlde 9 ciltlik Lane Poole’daki “ma” birleşimlerinin zenginliği<br />
kısa sürede beni sarhoş etti. Hanefilik mezhebindeki suyla<br />
ilgili yasaların inanılmaz yalınlığından çok etkilendim. Osmanlı<br />
(tatlı-sert) siyasetindeki bilgelik ve İstanbul’un su tesisatının<br />
kurulmasında gösterilen üstün başarı, beni derinden etkiledi…<br />
İslam’ın suları ve Osmanlı kaynaklarının ihtişamı karşısında<br />
hayretler içinde kalıp bir çocuk gibi dilim tutuldu.”<br />
H 2 O ve Unutmanın Suları<br />
Ivan Illıch, H O ve Unutmanın Suları’nı Dallas Kent Gölü<br />
2<br />
konusunda kendisinden bir şeyler istenince yazmaya<br />
başlamış. Kitabın başında “Suyun doğal bir güzelliğe sahip<br />
olduğu ve bu güzelliğin kamu ahlakını etkilediği, her ne kadar<br />
bilinen bir gerçekse de her zaman dile getirilmez.” diyerek<br />
konuya giriyor. Ardından doğanın dişi elementi olarak<br />
algılanan suyun, Viktorya döneminin hijyenik kadın imajıyla<br />
bağdaştırıldığını söylüyor: “Kültürel bir simge olarak kadının<br />
çıplaklığının banyo odasının musluğuyla birleştirilmesi ise 19.<br />
yüzyılın sonlarına rastlar. Banyoda sabunlu suyla dişi çıplak<br />
arasında kurulan yakın bağ, hem suyu hem de teni evcilleştirdi.<br />
Su, evin içindeki borularda dolaşan bir maddeye, dişi çıplak<br />
da doğmakta olan bu evcil çevrenin tanımladığı yeni cinsel<br />
mahremiyet fantezilerinin bir simgesine dönüştü.”<br />
“Su”yun ev ve şehir içinde dolaşımına bu şekilde atıfta<br />
bulunan Illıch’e göre dolaşım fikri çok yenidir: “Dolaşım fikri,<br />
yerçekimi, enerji koruması, evrim ya da cinsellik fikri kadar<br />
yeni ve temeldir.Dolaşımın atfedildiği ilk sıvı, kan olmuştur ve<br />
kanın dolaştığını ilk telkin edenin İbnün Nefis olduğu varsayılır.<br />
On sekizinci yüzyılın başında -fikirlerin dolaşmaya başladığı<br />
Fransa haricinde- dolaşım terimi tıpta botanikçilerin özsuyun<br />
yükselişinden söz ederken kullandıkları anlamda kullanılırdı.<br />
Sonra birden 1750’lere doğru, servetler ve para dolaşmaya<br />
başlar, bunlardan sıvıymış gibi söz edilir. Toplum kanal<br />
sistemi şeklinde tasarlanır durur. Fransız Devrimi’nden sonra<br />
sıvılık baskın çıkan bir eğretilemedir artık: Fikirler, haberler,<br />
söylentiler dolaşır durur. 1880’den sonra da sıra taşıtlara,<br />
havaya ve elektriğe gelecektir. On dokuncu yüzyılda İngiliz<br />
mimarlar, kent içinden söz ederken aynı imaja başvurmaya<br />
başlarlar…. İnsan bedeniyle toplumsal yapı örneği kent de artık<br />
borulardan oluşan bir ağ olarak betimleniyordu.”<br />
“Tarih boyunca kentlerin pis kokan mekanlar olduğu apaçık<br />
ortadır.” diyen Illıch, kokusuz kent ütopyasının dolaşım fikri<br />
sonrası ortaya çıktığını söylüyor. Hatta hem temizlenme hem<br />
de arınma aracı olan suyla Batılı insanın ilişkisi noktasında<br />
ilginç bilgiler veriyor: “1930’lu yıllara kadar, Fransa ve<br />
86<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
İngiltere’nin birçok bölgesinde küçükler asla yıkanmazlardı;<br />
anneleri onları tükürükle ıslatılmış bezle silerdi. Birçok<br />
yerde, insanların yarısından çoğu; yaşamları boyunca banyo<br />
yapmamışlardı; doğduklarında ve ölümlerinden sonra<br />
yıkarlardı onları.”<br />
Başka kültürlerde, en azından haftada bir yıkanma ayini<br />
olduğunu da belirten Illıch, Batılıların su ile yakın temasının<br />
ancak, su tesisatı sisteminin Amerikan evlerini bol suya<br />
kavuşturması ile ortaya çıktığını da söylüyor. Aynı şekilde,<br />
kitabında; koku ve koklama üzerine de ilginç bilgiler veriyor.<br />
WC’nin, helanın, yüz numaranın gelişimine dikkat çekiyor.<br />
“Yaşamak”la “oturmak” arasında bütün kültürlerde ilginç<br />
bir şekilde birbirine yakınlık olduğunu söyleyen Illıch;<br />
birinin varlığın zamansal diğerinin ise mekânsal niteliğini<br />
belirttiğini anlatıyor. Eskiden aynı şey olan bu iki kavramın<br />
arasında, artık uçurum olduğundan bahsediyor ve özelde<br />
Dallas şehrindekiler genelde ise tüm modern kentliler için<br />
“Oturma’nın ne olduğunu hiç bilmeden doğar, büyür ve<br />
ölürler.” diyor. Kitap boyunca; Dallas’ta yapılacak eğlence<br />
göletinin kendisine çağrıştırdıklarının bunlar olduğunu, önce<br />
bunları düşünmek gerektiğini ifade ediyor. H O hakkında özet<br />
2<br />
ve sonuç olarak diyor ki: “Çoğu insan bu suyu çocuklarına<br />
içirmez. H O’yu temizleyici bir sıvıya dönüştürme işlemi<br />
2<br />
tamamlanmıştır. Yirminci yüzyılın imgeleminde su, içinde<br />
barındırdığı o yüce arılığını verme yeteneğini, manevi kirden<br />
arındırmaya yarayan o mistik gücünü yitirir. Artık, teknik ve<br />
sınai bir temizlik maddesi, zehirli bir içecek ve deriyi yıpratan<br />
bir sıvıdır…H O ve su birbirine zıt şeyler olmuştur.”<br />
2<br />
Modern insanın su ile ilişkisi üzerine eleştirel bir kitap olan<br />
H 2 O ve Unutmanın Suları, hayret ve soru kazandırmak için<br />
okuyucusunu bekliyor. Anlaşılan odur ki Ivan Illıch’i okudukça<br />
ve araştırdıkça heyecanımız kadar sorularımız da artıyor.
88<br />
Sevgili Çocuklar,<br />
Merhaba,<br />
Küresel ısınmanın sonuçlarını, değişen iklim koşullarında,<br />
çevremizde ve izlediğimiz, haberlerde<br />
görüyoruz.<br />
Küresel ısınmayı kavrayamazsak onu giderme<br />
çabamız da oluşmaz. Biz “Şehrin Çocukları”<br />
bölümümüzü; küresel ısınmanın sebeplerini ve<br />
sonuçlarını göstermek için hazırladık. Küresel<br />
ısınma sorununun çözümü için yapılabilecekleri<br />
sizlere anlatmak istedik.<br />
Küresel ısınmayı öğrenmek geleceğimiz açısından<br />
büyük önem taşıyor. Küresel ısınmanın etkilerini<br />
gidermek ve bu ısınmayı engellemek için<br />
genç yaşlı herkese düşen görevler var.<br />
Bu sayımızda, kendi evimizden başlayarak<br />
neler yapabileceğimiz üzerinde<br />
duruyoruz. Siz bu önerileri ge-<br />
liştirip daha güzel ve daha<br />
etkili şeyler yapabilirsiniz.<br />
Mesela okul ödevlerinizde<br />
konu olarak küresel ısınmayı<br />
ele alabilir ve daha<br />
ayrıntılı bilgilere ve çözümlere<br />
ulaşabilirsiniz.<br />
Çevre dostluğunuzun<br />
bir ömür boyu sürmesi,<br />
daha iyi çevre ve daha iyi<br />
şehirlerde yaşamak dileğiyle...<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
Şehrin Çocukları<br />
ÖNCE KENDİ EVİMİZDEN,<br />
KENDİ ODAMIZDAN BAŞLAYALIM<br />
Küresel ısınmaya karşı herkes gibi siz çocukların da<br />
yapabilecekleriniz vardır. Bunların neler olduğunu düşündüğümüzde<br />
karşımıza çıkan yelpazenin genişliği<br />
hepimizi şaşırtacak boyuttadır.<br />
Küresel ısınmaya karşı çözüm üretmeye, kendi evinizden<br />
hatta kendi odanızdan başlayın. Gelin işe evimizi<br />
odamızı derli toplu tutmaktan başlayalım. Böylece en<br />
yakın çevremize, bir düzen ve güzellik vermiş olalım.<br />
1- Odamızın tertip ve düzenini sağladıktan sonra odamızdaki<br />
ampulü değiştirelim.<br />
Çünkü enerji tasarruflu<br />
ampuller normal ampullerle<br />
aynı işlevi<br />
yerine getirirler<br />
ama daha az<br />
enerji tüketirler.<br />
Enerji tasarruflu<br />
bir ampul<br />
normal<br />
bir ampulden<br />
yüzde 75<br />
daha az enerji<br />
tüketir.<br />
Tüm ampuller<br />
elektrik tüketiyor,<br />
dolayısıyla fosil<br />
Büyüklerinizin<br />
sıkça söylediği bir söz<br />
vardır: “Herkes kendi kapısının<br />
önünü süpürse tertemiz sokağımız<br />
olur.” Bu söz gerçekten de<br />
doğrudur. Eğer herkes, çevre konusunda<br />
üzerine düşeni yapsa tertemiz<br />
bir sokağımız, mahallemiz ve<br />
şehrimiz olur. Daha güzel<br />
bir çevrede yaşama<br />
imkânımız oluşur.<br />
HÜSEYİN GÜÇ<br />
yakıt kullanıyorlar;<br />
bu yolla da atmosfere<br />
sera gazı yayarak küresel ısınmaya<br />
yol açıyor. Durum böyleyken biz neden<br />
daha az elektrik tüketen ve böylece<br />
daha az karbondioksit üreten bir ampul<br />
kullanmayalım ki?<br />
Sıradan ampuller enerji tasarruflu<br />
ampullerden dört kat daha fazla<br />
enerji tüketirler.<br />
Enerji tasarruflu ampuller akkor ampullerden<br />
daha pahalı olsa da uzun ömürlü<br />
olmaları nedeniyle aile bütçenizde tasarruf<br />
sağlar.
Küresel ısınmanın önüne geçmeye yardımcı olacak çok<br />
etkili ve heyecan verici bir yöntem: Hemen odamızın<br />
ampulünü değiştirelim. Evdeki diğer ampulleri de…<br />
2- Ampulümüzü değiştirdik, daha çevreci ve daha<br />
yeşile dost odamıza daha güzel bir ışık sağladık. Haydi,<br />
şimdi de televizyonu, bilgisayarı, cep telefonu şarj<br />
cihazlarını bir inceleyelim. Bu aletleri kullanmıyorsak<br />
onların fişlerini çekelim. Çünkü bunlar kapalıyken de<br />
fişe takılıysalar enerji harcarlar.<br />
Evimize gelen elektrik faturalarının yüzde 10’a varan<br />
bölümü; çalışmadığı halde fişte takılı duran cihazlarla<br />
ilgilidir.<br />
Sadece şarj aletlerinin değil, televizyon, bilgisayar, yazıcı,<br />
TV, DVD oynatıcı, saç kurutma makinesi, elektrikli diş<br />
fırçası veya uydu alıcısı ne varsa evinizde hepsinin fişini<br />
-kullanmadığınız zamanlarda- çekin.<br />
Bilgisayarda ekran koruyucu kullanmak onu uyku modunda<br />
tutmaktan daha fazla enerji harcar.<br />
Sıradan bir evin küresel ısınmaya etkisi sıradan bir arabadan<br />
iki kat fazladır.<br />
ÇEVRE SÖZLÜĞÜ<br />
1- KÜRESEL ISINMA: Dünyanın<br />
ortalama sıcaklığının<br />
dolayısıyla iklim şartlarının<br />
değişmesine yol açan ısınma.<br />
2- FOSİL YAKIT: Fosil yakıtlar,<br />
mineral yakıtlar olarak<br />
da bilinir, hidrokarbon içeren<br />
kömür, petrol ve doğal gaz<br />
gibi doğal enerji kaynaklarıdır.<br />
Tarih öncesi bitkilerin ve<br />
hayvanların kalıntılarıdır.<br />
3- DENGE: Herhangi bir değişim<br />
oluşmaması amacıyla<br />
karşıt güçler ve elemanlar<br />
arasında sürekli bir dengenin<br />
sağlanması.<br />
4- ÇÖKELTİ: Rüzgârın, suyun<br />
veya buzulların taşıdığı, suyun<br />
dibine çöken maddeler.<br />
5- KARBON AYAK İZİ: Birim<br />
karbondioksit cinsinden ölçülen,<br />
üretilen sera gazı miktarı<br />
açısından insan faaliyetlerinin<br />
çevreye verdiği zararın ölçüsüdür.<br />
Fosil yakıt kullanan bir<br />
bireyin, evin veya iş yerinin<br />
yaydığı karbondioksit miktarıdır.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 89
90<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
6-YEŞİL: Karbon ayak izlerimizi<br />
azaltmaya ve bizden<br />
sonrakilere daha iyi bir dünya<br />
bırakmamıza yarayan,<br />
çevreye saygılı, sürdürülebilir<br />
bir hayat şekli. “Yeşerme”<br />
olarak bilinir.<br />
7- ORGANİZMA: Canlı bir<br />
varlığı oluşturan organların<br />
tümü, herhangi bir canlı varlık.<br />
8- KUTUP ÇEVRESİ: Dünyanın<br />
her iki kutbunun çevresinde<br />
dönen rüzgârlar,<br />
okyanus akıntıları, yıldızlar,<br />
hayvanlar ve insanlar.<br />
9- KUTUPLARDAKI BUZ<br />
TABAKASI: Kuzey Kutbu'nda<br />
çıkıntılı bir daire oluşturan ve<br />
Kuzey Buz Denizi'nin yaklaşık<br />
yüzde yetmişini kaplayan<br />
kalıcı buz tabakası.<br />
10-TASARRUF LAMBALARI:<br />
Tasarruflu ampuller, elektrik<br />
tüketiminin %80'ini ışığa<br />
çeviren ampullerdir. Oldukça<br />
yüksek kabul edilecek bir<br />
verimliliğe sahiptirler.<br />
SAMSUN BÖL<br />
ÇEMBERBAZ<br />
Geniş, düz zeminli bir alanda erkekler tarafından oynanan<br />
Çemberbaz, adını oynandığı oyuncaktan alır.<br />
Oyuncağın malzemeleri; tahta bir zemin, uzunluğu bir<br />
karıştan az olmamak üzere bir sopa veya sazlık, beş<br />
adet uzunlukları farklı tel, Tellerin tutuşunu<br />
kolaylaştırmak için tellerin<br />
içinden geçeceği<br />
beş adet hortum<br />
parçası. Tellerin<br />
uzunluklarının<br />
farklı olma nedeni,<br />
oyunun kuralı<br />
olarak çember<br />
hâline getirilecek<br />
tellerin çaplarının<br />
daraltılarak atıştaki<br />
isabet oranının ölçülmesidir.<br />
Oyuncağın hazırlanışı şöyledir: Tahta zeminin ortasına<br />
bir delik açılır. Bu deliğe bir tahta çubuk ya da bir saz<br />
dikilir. Daha sonra bakırdan veya kalın tellerden büyükten<br />
küçüğe doğru olmak üzere çemberler yapılır ve<br />
isteğe göre oyuncağın ve oyuncunun zarar görmemesi<br />
için çember olmuş tellere hortum geçirilir ve hortumlar<br />
ateşle birbirine bağlanır.<br />
En az 6 kişi sayışma yöntemiyle üçerli gruplara ayrılır.<br />
Kibritle belirli bir mesafe belirlenir. Bu işlemin sonrasında<br />
da atışlar yapılmaya başlanır. Amaç, çemberi<br />
deliğe sokmak olduğundan oyuna şu tekerleme ile başlanır:<br />
“Çemberi attım girer mi bilmem / Gir çember, gir<br />
çember / Tutar mı bilmem”<br />
En fazla çemberi deliğe sokanın kazandığı oyunun sonunda,<br />
kaybedenlerin kazananları sırtında taşımaları<br />
ya da evden meyve getirmeleri gibi cezalar verilir.<br />
KESTANE KEBAP (BAFRA)<br />
Geniş ve düz bir alanda hem kızlar, hem de erkekler<br />
arasında oynanan Kestane Kebap oyununun oyuncağı<br />
mendildir. Hazır mendil kullanılmadığı takdirde kare<br />
şeklinde bir kumaş kesilir ve dört tarafı dikilir. Tekerleme<br />
üzerine kurulmuş bir oyun olan Kestane Kebap, en<br />
az 6 kişi ile oynanır.
GESi ÇOCUK OYUNLARI<br />
Öncelikle bu oyun için ikişerli<br />
gruplar oluşturulur.<br />
Bu gruplar peş<br />
peşe belli aralıklarla<br />
sıralanır. Her<br />
bir grubun elinde<br />
birer mendil vardır.<br />
Peş peşe sıralı olan<br />
ikişerli gruplar, seke<br />
seke koşarak; “Kestane<br />
kebap / Yemesi<br />
sevap / Acele cevap<br />
/ Rap rap rap” tekerlemesini<br />
söyleyerek<br />
oyuna başlarlar. Tekerleme<br />
bitişinde hangi grup önündeki gruba mendil ile<br />
vurursa, vurulan grup oyundan elenir. Oyun bu şekilde<br />
tek grup kalana kadar devam eder ve sona kalan grup<br />
oyunu kazanmış olur.<br />
MENDİL KAPMACA (BAFRA)<br />
En az 7 kişinin katılımıyla geniş ve düz bir alanda hem<br />
kızlar, hem de erkeklerin beraber oynayabildikleri<br />
Mendil Kapmaca’nın<br />
oyuncağı<br />
adından<br />
da anlaşılacağı<br />
üzere<br />
mendildir.<br />
Üçer<br />
kişilik<br />
iki<br />
grup<br />
oluşturulduktan<br />
sonra, bu iki grubun tam<br />
ortasında bir kişi mendil tutar. Mendili tutan oyuncunun<br />
komutuyla gruplardan birer kişi mendili önce<br />
kapabilmek için koşmaya başlar. Kim hızlı davranıp<br />
mendili kaparsa, o, kendi grubuna doğru koşar. Mendili<br />
kapamayan oyuncu da mendili kapanın peşinden koşar.<br />
Mendili kapamayan kişi, mendili kapan oyuncuya grup<br />
çizgisine gelene kadar dokunabilirse, mendili kapan<br />
oyuncunun oyundan çıkarılmasına neden olur. Eğer<br />
dokunamazsa, kendisi oyundan çıkar. Hangi<br />
grupta daha önce bir kişi kalırsa, o grup yenilmiş<br />
olur.<br />
TİK TAK OYUNU<br />
Erkekler arasında evde sadece iki kişiyle<br />
oynanan Tik Tak oyununun oyuncağı,<br />
35x50 cm. ebatlarında bir suntanın üzerine<br />
çivilerin simetrik olmayan şekilde<br />
çakılmasıyla oluşturulur. Oyuncağın<br />
malzemeleri; dikdörtgen biçimde kesilmiş<br />
düzgün tahta, bolca çivi ve bir adet madeni paradır.<br />
Oyuncağın hazırlanışı şöyledir: Düzgün kesilmiş tahtanın<br />
üzerine kalem ve cetvel vasıtasıyla gerçek futbol<br />
sahasının çizgileri çizilir. Bu çizgilerin içine, kaleyi ve<br />
futbolcuları belli edecek şekilde<br />
göz kararı,<br />
çiviler<br />
çakılır. Madeni<br />
para<br />
ise futbol<br />
topu<br />
vazifesi<br />
görür.<br />
Böylelikleoyuncakhazır<br />
hale<br />
gelmiştir.<br />
Oyuna başlanırken, öncelikle madeni para belli bir<br />
yüksellikten sahanın içine bırakılır. Madeni para kimin<br />
sahasına düşerse oyuna başlama önceliğini o oyuncu<br />
kullanır.<br />
Her oyuncunun paraya birer defa vurma hakkı vardır<br />
ve vurma işlemi oyuncuların parmaklarıyla gerçekleşir.<br />
Tik Tak oyununda amaç, madeni parayı karşı tarafın<br />
kalesine ulaştırıp kaleden içeri sokabilmektir.<br />
Oyun sırasında para tahtadan aşağı düşerse, diğer<br />
oyuncu parayı düştüğü yerin hizasından alır ve sahanın<br />
kenarından oyuna tekrar sokar. Gol olduğunda para,<br />
golü yiyen oyuncu tarafından oyuna orta sahadan yeniden<br />
sokulur.<br />
Oyunun sonucunu önceden kararlaştırılan gol sayısı ya<br />
da oyuncuların sıkılmaları belirler.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 91
01<br />
Dünyadaki mevcut türlerin yüzde kaçı yok olma<br />
tehlikesi altındadır?<br />
A) % 8 B) % 16<br />
C) % 32 D) % 48<br />
CEVAP: Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN)<br />
2012 yılında Rio+20 Dünya Zirvesi’nde yayınladığı ‘Kırmızı<br />
Liste’ye göre dünya üzerinde yer alan toplam 63.837 türün<br />
19.817 tanesi yani % 32’si tehlike altındadır. Listede tehlike<br />
altındaki türlerin 3.947 tanesi ‘yoğun tehlike altında’, 5.766<br />
tanesi ‘tehlike altında’ ve 10.104 tanesi ise ‘hassas’ sınıfında<br />
verilmiştir.<br />
02<br />
Aşağıdaki gruplardan hangisi dünya üzerinde en<br />
hızlı yok olmaktadır?<br />
A) Kara canlıları<br />
B) Deniz canlıları<br />
C) Tatlı su canlıları<br />
D) Hepsi aynı hızda yok olmaktadır<br />
CEVAP: Tatlı su canlıları, kara ve denizde yaşayan canlılara<br />
göre 4 – 6 kat daha yüksek hızda yok olmaktadır. Göller, nehirler<br />
ve yer altı suları gibi alanlarda yaşayan 126.000 farklı<br />
kurbağa, kaplumbağa ve timsah gibi canlılar, artan kirlilik<br />
nedeniyle tehlike altındadır.<br />
03<br />
BİLİNÇ TESTİ<br />
Tehlike Altındaki Türler<br />
Türkiye’de bulunan kuş türlerinden hangisi nesli<br />
tükenme tehlikesi ile karşı karşıya değildir?<br />
A) Ulu doğan B) Kelaynak<br />
C) Sibirya kazı D) Kır kırlangıcı<br />
CEVAP: Türkiye’de 8 kuş türü son 50 yıldır gözlenmezken,<br />
bunlardan 4 türün soyunun tükendiği kabul edilmiştir. Biyologlara<br />
göre, ulu doğan, kelaynak ve Sibirya kazı türleri ise<br />
büyük tehlike altında bulunmaktadırlar. Mevcut durumda<br />
ülkemizde sadece 96 kelaynak bulunurken, ulu doğan ve<br />
Sibirya kazı türlerinin de sayısı 100’den azdır. Kuş türlerinin<br />
azalmasındaki en büyük etken doğal yaşam alanlarının tahribatı<br />
ve tarımda kullanılan böcek ilaçlarıdır.<br />
92<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
04<br />
Çeşitli canlıların bir yaşam alanından insan<br />
faaliyetleri sonucunda başka bir yaşam alanına<br />
geçmesi genelde yeni yerleştikleri yaşam<br />
alanlarındaki türlerin tehlike altına girmesine<br />
neden olur. Karadeniz Ekosistemini İyileştirme<br />
Projesi’nden çıkan sonuçlara göre Karadeniz’de<br />
yaşayan hangi canlı türü, Kuzey Amerika denizanasının<br />
istilası yüzünden tehdit altına girmiştir?<br />
A) Kalkan balığı B) Kolyoz<br />
C) Hamsi D) Çaça balığı<br />
CEVAP: İnsanoğlunun bir yerden başka bir yere hareket<br />
etme becerisinin artması özellikle başka türlerin de<br />
taşınmasına neden oluyor. Karadeniz Bölgesi’nde de<br />
ticari açıdan büyük önem taşıyan hamsi türü, 1980 yılında<br />
gemilerle bölgeye taşınan Kuzey Amerika denizanasının<br />
hızla üremesi sonucunda hamsilerin besin kaynaklarını<br />
tüketmesinden dolayı tehlike altına girdi. Karadeniz<br />
Ekosistemini İyileştirme Projesi’nin sonuçlarına göre 1986 yılında<br />
534 bin ton olan hamsi, günümüzde sadece 88 bin tona<br />
düştü. Ayrıca tüm Karadenizıde 1985’te 850 bin ton olan<br />
balık miktarının 250 bin tona düştüğü projede vurgulanıyor,<br />
bunun da 150 bin kişinin iş kaybına yol açtığı tahmin ediliyor.<br />
Rize’de bulunan Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde gerçekleşen<br />
bir araştırmaya göre de 161 balık türünün yaşadığı<br />
Karadeniz’de son yapılan çalışmalar sonucunda 102 balık<br />
türü tespit edildi.<br />
05<br />
Dünyada nesli en hızlı tükenmekte olan hayvanlardan<br />
biri Çin’in ulusal sembolü olan pandalardır.<br />
Çin’de hangi bitki türünün azalması pandaların<br />
neslinin tükenmesindeki ana etmenlerden biridir?<br />
A) Okaliptüs B) Bambu<br />
C) Yosun D) Tohumlu bitkiler<br />
CEVAP: Pandalar bambu filizleri ve yapraklarından başka<br />
neredeyse hiçbir şey yemezler. Bu yüzden iklim değişikliğinin<br />
etkileri ve doğal alanlarının bozulması yüzünden ülkedeki<br />
bambu filizlerinin azalması pandaların neslini tüketen etmenlerin<br />
başında gelir. Bir panda günde ortalama 12-38 kilogram<br />
bambu filizi tüketir ve pek besleyici sayılmayan bambular,
pandaların sindirim sistemini dolu tutmaları için son derece<br />
önemlidir. Dünya üzerinde yaklaşık 1000 adet panda<br />
kalmıştır.<br />
06<br />
Dünya üzerindeki en tehlike altındaki tür olarak<br />
bilinen ve amfibyumlar olarak adlandırılan iki yaşamlı<br />
canlıların % 41’inin nesli tükenmek üzeredir.<br />
Aşağıdakilerden hangisi son on yılda semender ve<br />
kurbağa gibi hem suda hem karada yaşayan dört<br />
bacaklı soğukkanlı omurgalılardan binlercesinin<br />
hayatın kaybına neden olmuştur?<br />
A) Yarasalar B) Eriyen buzullar<br />
C) Fırtınalar D) Mantarlar<br />
CEVAP: İklim değişikliğinin etkileri ile hızlı ve kontrolsüz<br />
olarak yayılan mantarlar, amfibyum türlerini zehirleyerek<br />
yaşamlarına mal olmaktadır. Dünyanın her tarafında yetişen<br />
mantarlar yaklaşık 200 amfibyum türünün neslinin<br />
tükenmesine neden olmuştur. Özellikle kurbağalar başta<br />
olmak üzere amfibyum türleri, ilaç yapım sanayisinde kilit bir<br />
rol oynamaktadır.<br />
07<br />
Aşağıdakilerden hangisi iklim değişikliği nedeniyle<br />
tehlike altındaki türler listesine giren ilk hayvandır?<br />
A) Penguen B) Kutup ayısı<br />
C) Tilki D) Yılan<br />
CEVAP: Kutup ayıları, 2006 yılında "Vahşi yaşamda soyu<br />
tükenme tehlikesi büyük olan türler" başlığı ile iklim değişikliği<br />
etkileri yüzünden tehdit altındaki türler kategorisinde ilk<br />
yerini alan canlıdır. İklim değişikliği nedeniyle deniz buzulları<br />
nın giderek azalması, kutup ayıları için ortam kaybına neden<br />
oluyor. Ayrıca bir buzuldan başka bir buzula yüzmek için<br />
daha fazla mesafe yüzmek zorunda kalan ayılar yorgun düşerek<br />
ölüyor. Kutup ayılarının neslini tüketen diğer tehditler<br />
arasında, kirlenme, gemicilik dolayısıyla oluşan rahatsızlık,<br />
eğlence amaçlı izleme, gaz ve petrol araştırmaları ile yasal<br />
ve yasadışı avlanma bulunuyor.<br />
08<br />
Afrika kıtasındaki hangi etmen, orada yaşayan<br />
türlerin devamlılığını tehdit etmektedir?<br />
A) Doğal alanların kaybı B) Ebola virüsü<br />
C) Aşırı avlanma D) Yukarıdakilerin hepsi<br />
CEVAP: Dünya üzerinde biyolojik çeşitliliğin en yoğun görüldüğü<br />
Afrika kıtası aynı zamanda ‘doğal bir hayvanat bahçesi’<br />
olarak anılmaktadır. Ancak kıtada görülen, doğal yaşam alanların<br />
tahribatı, bulaşıcı Ebola virüsü ve kontrolsüz avlanma<br />
kıtadaki tüm hayvan türleri üzerinde tehdit oluşturmaktadır.<br />
Aynı zamanda çoğu ülkenin tehlikeli atıklarını kıtaya gömmesi<br />
de yer altı su kaynaklarını kirletmektedir. Kıtada yer alan<br />
tatlı su canlılarının % 27’si bu yüzden tehlike altındadır.<br />
09<br />
Tehlike altında olan türlerden bazıları yaşamlarını<br />
sürdürecek yeni alanlar bulmak için farklı<br />
bölgelere göç ederler. Acaba bu türler göç<br />
ederken yönlerini nasıl bulur?<br />
A) Yeryüzünün manyetik alanına göre<br />
B) Güneşin hareketlerine göre<br />
C) İçgüdüleri ile<br />
D) Yukarıdakilerden hepsi<br />
CEVAP: İklim değişikliğinin etkileri ve doğal yaşam<br />
alanlarının tahribatı sonucu türler, hayatta kalmak için<br />
kendilerine yeni alanlar arar. Bu alanları ararken yeryüzünün<br />
manyetik alanını ve güneşi tıpkı bir pusula gibi kullanırlarken<br />
bazıları da içgüdüleri ile hareket ederek bu alanları bulur.<br />
Kuş türleri en sık göç eden türlerdir.<br />
10<br />
Akdeniz, % 60’ı sadece o bölgede bulunan yaklaşık<br />
15.000 ile 25.000 türe ev sahipliği yapmaktadır.<br />
Akdeniz’de yaşayan canlıların kaç tanesi<br />
tehlike altındadır?<br />
A) 850 B) 1.397<br />
C) 1.912 D) 2.481<br />
CEVAP: Akdeniz’de yaşayan 1.912 farklı tür tehlike altındadır.<br />
Tehdit sırasına göre bu türler, deniz memelileri, yerel tatlı su<br />
balıkları, kıkırdaklı balıklar, kurbağalar, kabuklu su canlıları,<br />
yusufçuk, memeliler, kertenkeleler ve kuşlar olarak sıralanabilir.<br />
Bu türlerin tehlikeye girmesindeki etkenler ise doğal<br />
yaşam alanı kaybı, kirlilik, aşırı avlanma, doğal felaketler ve<br />
yabancı türlerin istilası olarak örnek gösterilebilir.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 93
KİTAP TANITIM<br />
MİMARLIK<br />
BAŞVURU KİTAPLARI<br />
Bu kitapta tarih öncesinden günümüze<br />
dünya mimarisinin yapı taşlarını bulacaksınız.<br />
İlkçağ'dan Ortaçağ'a, Rönesans'tan 20.<br />
yüzyıla belli başlı akımlar (Neoklasisizm,<br />
Modernizm vb.), tanınmış mimarlar<br />
ve önemli yapıtlar ortaya konuyor.<br />
Her bölümün başındaki zaman çizelgeleri,<br />
o dönemdeki siyasi, toplumsal ve<br />
bilimsel gelişmelere dair kısa bir giriş,<br />
dönemin ünlü mimarlarına derinlemesine<br />
bakış ve önemli eserlerin resimleri<br />
kitabın akıcılığını ve anlaşılırlığını<br />
artırıyor.<br />
Sadece mimarlara değil herkese yönelik<br />
temel bir başvuru kaynağı.<br />
Tarihin başlangıcından günümüze mimarlıkta<br />
dönemler, akımlar, teknikler<br />
vb. konuların oldukça akıcı bir şekilde<br />
anlatıldığı bir başvuru kitabı. Taşımaya<br />
uygun boyutuyla da oldukça dikkat<br />
çekici.<br />
94<br />
| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />
OSMANLI ŞEHRİ<br />
TURGUT CANSEVER<br />
Turgut Cansever'e göre, "İnsanın,<br />
hayatını düzenlemek üzere meydana<br />
getirdiği en önemli, en büyük fizikî<br />
ürün ve insan hayatını çerçeveleyen<br />
yapı"olan şehrin imajı "İslam kültürlerinde<br />
cennet tasavvurunun bir yansımasıdır."<br />
ve şehir dünyayı güzelleştirmek<br />
için vücuda getirilmiştir. İnanç<br />
sahibi her insanın ulaşmayı ümit ettiği<br />
cennet kavramı İslam toplumlarının<br />
hayatlarına dair çerçeveleri belirler. Bu<br />
nedenle Bilge Mimar'ın başta mimarlık<br />
olmak üzere tümü sanatla ilgili olan<br />
yazıları; "Osmanlı Şehri", diğer bir deyişle<br />
"Osmanlı Cenneti" başlığı altında<br />
derlendi.<br />
Turgut Cansever düşüncesi tüm<br />
kâinatın Allah tarafından insanoğluna<br />
emanet edildiği, onun hüsnü muhafazasında<br />
ve güzel hâle getirilmesinde<br />
toplumların, dolayısıyla bireylerin ortak<br />
sorumluluğu bulunduğu şeklinde özetlenebilecek<br />
bir temel kabule dayanır.<br />
Yani Cansever için 'korumak' ve 'güzelleştirmek'<br />
anahtar kavramlardır.<br />
Cansever, "Osmanlı Şehri"nde yer alan<br />
makalelerinde insana, dünyaya ve varlığa<br />
dair bütüncül telakkinin mimariye<br />
ve hayatın her alanına nasıl uygulanabileceğini<br />
anlatıyor. Osmanlı evinden<br />
ve şehrinden yola çıkarak immateryal,<br />
sonsuzluğu, sınırsız mekânı temsil<br />
eden bir mimarî anlayışı ortaya koyuyor.<br />
"Osmanlı Şehri" Bilge Mimar’dan<br />
kalan kıymetli mirastan bir kesit.<br />
YAKLAŞAN KÜRESEL<br />
İKLİM KRİZİ<br />
H. MURAT FİLİNTE<br />
Son on bin yılın iklim sorusu; küresel<br />
ısınma nerede duracak?<br />
Bu sorunun üzerinde sadece iklimbilimciler<br />
değil aynı zamanda süper bilgisayarlar<br />
da çalışıyor.<br />
2009'da yükselmeye başlayacak sıcaklıklar,<br />
2012'ye kadar giderek artacak ve<br />
büyük olasılıkla son on bin yılın (Holocen<br />
dönem) sıcaklık rekoru kırılacak.<br />
Bunun doğal sonucu, Batı Akdeniz'de<br />
ilk defa görülecek güçlü fırtınalar Orta<br />
Avrupa'nın kuzeyi ve Karadeniz'de şiddetli<br />
yağış ve sellere dönüşecek.<br />
Geçmişte de yaşanan küresel ısınmaların<br />
bugünkü ısınmadan farkı nedir?<br />
Grönland Buzul Araştırmaları GISP2'de<br />
(Greenland Ice Sheet Project 2) çalışan<br />
ilk Türk araştırmacı H.Murat Filinte son<br />
yirmi yılda yapılan üç binden fazla saygın<br />
iklimbilim araştırma özetini bir araya<br />
getirerek küresel ısınmanın ana nedenlerini<br />
ve muhtemel sonuçlarını, Türkçe<br />
tek kaynak olan bu kitapta, sade bir dil<br />
ve basit bir terminolojiyle okuyucularıyla<br />
paylaşıyor.<br />
"Evet sıcak, kesinlikle daha sıcak, koyun<br />
larım ilk defa bu kış ölmedi. Sürülerimi<br />
bahar ayında soğuktan donmadan Tibet<br />
platosuna çıkarabildim. Hayatımda ilk<br />
defa platoya kar yağmadı."<br />
65 yaşındaki Tibetli çoban Lung
ÇEVRE ETİĞİ<br />
SELİM KILIÇ<br />
İnsanın doğa karşısında nasıl davranması<br />
gerektiğini sorgulayan çevre etiği;<br />
felsefenin bir alt dalı olarak ortaya çıkmıştır.<br />
Bu anlamda çevre etiği, insanın<br />
canlı ve cansız varlıklara karşı davranışlarında<br />
ideal olanın ne olduğunu bulmaya<br />
çalışan bir yaklaşımı ifade etmektedir.<br />
İnsanın doğaya karşı davranışlarını<br />
sorgulayan etik öğretiler, insan merkezli,<br />
canlı merkezli ve çevre merkezli<br />
yaklaşımlar şeklinde üç grup altında<br />
toplanmaktadır. Ancak insan yaşamında<br />
insan merkezli yaklaşımların tartışılmaz<br />
bir üstünlüğü bulunmaktadır. Bu yaklaşımların<br />
etkisinde kalan insan, kendisini<br />
canlı ve cansız varlıkların üstünde ve<br />
onların efendisi olarak görmüştür.<br />
Çevre etiği konusunda yapılan tartışmalara<br />
önemli bir katkı sağlayacağını<br />
düşündüğümüz, Selim KILIÇ'ın “Çevre<br />
Etiği: Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Sonuçlan”<br />
adlı çalışması, salt bir insan merkezciliğin<br />
yanlışlığını ortaya koymakta ve<br />
diğer canlıların da yaşama hakkına saygı<br />
gösterilmesi gerektiğini savunmaktadır.<br />
Her şeyden önce de, dünyanın canlı<br />
ve cansız varlıklarla birlikte bir sistem<br />
olduğuna ve cansız varlıklar olmadan<br />
canlıların da yaralanmayacağına dikkat<br />
çekmektedir. Çevreyle, doğayla, hayvan<br />
haklarıyla ve insanın geleceği ile ilgilenenlerin<br />
beğenisine sunuyoruz.<br />
İZMLER<br />
MİMARLIĞI ANLAMAK<br />
JEREMY MELVIN<br />
Bir el kitabı olarak hazırlanan bu kitap,<br />
Klasik dönemlerden günümüze<br />
dek mimarlık tarihini biçimlendiren<br />
akımları ya da "izm"leri tanıtan oldukça<br />
faydalı bir rehberdir. Ön Klasikçilik,<br />
Hümanizm ve Emperyalizm'den, Postmodernizm,<br />
Brütalizm ve Çevreselcilik<br />
gibi günümüz izm'lerine dek, bütün<br />
önemli akımları tanımak için ideal<br />
bir başlangıç niteliğindedir. Akımlar,<br />
kendilerine ayrılan iki sayfada; ortaya<br />
çıkış tarihleri, geçirdikleri tarihsel süreçler,<br />
ilkeleri ve dönemlerine katkıları<br />
konusundaki görüşlerin yer aldığı kısa<br />
yazılarla tanıtılmışlardır.<br />
Bunun yanı sıra, akımların en önemli<br />
sanatçıları, dönemlerini en iyi temsil<br />
eden özgün örnekler fotoğraflarıyla<br />
birlikte yer almıştır. Kitap, mimarlık<br />
tarihine ilgi duyan ve özgün yapıtları<br />
görmek isteyenler için hazırlanmış bir<br />
rehberdir. Bu kitapta yazar Hakkında-<br />
Jeremy Melvin, South Bank Üniversitesi<br />
Mimarlık Tarihi Bölümü'nde öğretim<br />
üyesi; Cambridge Üniversitesi ve Architectural<br />
Association'da konuk öğretim<br />
üyesidir. Melvin'in, mimari içerikli pek<br />
çok kitabı ve The Times, the Guardian,<br />
Architectural Review, Country Life vb.<br />
dergi ve gazetelerde yayımlanmış yazıları<br />
bulunmaktadır.<br />
MODERN MİMARLIK<br />
VE ŞEHİRCİLİK TARİHİ<br />
MICHEL RAGON<br />
On üç yıllık bir çalışmanın ürünü olan<br />
Modem Mimarlık ve Şehircilik Tarihi<br />
tarih, teknoloji, sosyoloji ve estetik gibi<br />
alanların iç içe girdiği çetrefil bir konuda,<br />
yaklaşık iki asırlık bir zaman dilimini<br />
kuşatan başarılı bir sentez sunuyor. Yazar<br />
Michel Ragon, sanayi devrimi öncesinde<br />
bir düzenleme sanatı olan şehirciliğin<br />
geçirdiği dönüşümleri, şehirli işçi<br />
sınıfının doğuşuna ve konut sorunlarını<br />
ele alıyor; modern şehirciliğin, sanayi<br />
uygarlığıyla birlikte gelen büyüme krizine<br />
bir çözüm üretme çabası içerisinde<br />
nasıl şekillendiğini anlatıyor.<br />
Mimarlık ile şehirciliğin birbirinden<br />
ayrılamayacağı kanısıyla kaleme alınan<br />
kitapta, metal, betonarme gibi yeni yapı<br />
malzemelerinin kullanımıyla ortaya<br />
çıkan yeni estetik ve mimari yöntemler;<br />
Walter Gropius, Mies van der Rohe,<br />
Le Corbusier gibi kuramcı mimarlar;<br />
Bauhaus, işlevselcilik ve uluslararası<br />
üslup gibi akımlar proje ve icraatlarıyla<br />
birlikte bu kitapta ele alınmaktadır.<br />
Kronolojik tablolarla, fotoğraflarla ve<br />
çizimlerle zenginleştirilmiş eserde Barcelona,<br />
Moskova, Viyana, Chicago, Paris<br />
ve Brasilia gibi şehirlerdeki mimarlık<br />
ve şehircilik serüvenleri; başarıları ve<br />
başarısızlıklarıyla birlikte gözler önüne<br />
seriliyor.<br />
KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 95