02.12.2012 Views

SAYI-11-Kasim

SAYI-11-Kasim

SAYI-11-Kasim

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ELLERİN<br />

Senin ellerin var ya;<br />

Nura ulaşmış ellerin,<br />

Ellerin zaman aşımı.<br />

Ellerin sabah kadar,<br />

Aydınlık biliyorsun.<br />

Senin ellerinde umut,<br />

Senin ellerinde yar,<br />

Ellerin anneciğim;<br />

Ellerinde dünya var.


ÇEVRESİNDEN SORUMLU ŞEHİRLER<br />

Bu ayki Sunuş’a teşekkürle başlamak istiyoruz. Çevre ve Şehir’in logo, tasarım ve muhtevasında<br />

yaptığımız değişikliklere dair sizlerden coşkulu ve olumlu geri dönüşler aldık.<br />

Bu durum bizi ziyadesiyle mutlu etti ve daha da iyi şeyler yapma noktasındaki şevkimizi<br />

katbekat artırdı. Teşekkür bunun için…<br />

Geçtiğimiz sayıda “Çevre Bizim Neyimiz Olur?” diye sormuştuk. Bu ay “Çevresinden Sorumlu<br />

Şehirler Kurmak Mümkün mü?” sorusuna cevap arıyoruz. Geleceğimizi tayin edecek<br />

bu mühim soruyu konunun uzmanlarına, sanatçılara, siyasilere ve tabii ki vatandaşlarımıza<br />

yönelttik. Oldukça çarpıcı cevaplar aldık. Bunları Kapak Konusu bölümümüzde<br />

detaylı bir şekilde bulabilirsiniz.<br />

Kadim Şehirler’de bu ay Karadeniz’in incisi Samsun’a düştü yolumuz. Samsun’u, Ömer<br />

İdris Akdin’in kaleminden temaşa etmek bir başka keyif doğrusu... Geçtiğimiz ay Başbakan<br />

Recep Tayyip Erdoğan’ın bir çocuğun elini öperken gösterildiği kare üstüne yazdığı<br />

“Bütün Seslerin Ötesi”nde yazısıyla büyük beğeni toplayan Akdin’in Samsun izlenimleri,<br />

“İki Irmak Arasından Karadeniz’e Yakılan Türkü: Samsun” başlığını taşıyor. Samsun’a dair<br />

yazılarımız bununla sınırlı değil. Yine Akdin’in kaleme aldığı “Samsun: Bir Kentin Farkına<br />

Varmak” başlıklı okuma parçası ve Mustafa Karaosmanoğlu’nun “Taşralı Bir Çocuğun<br />

Şehir Fetihleri” başlıklı doyumsuz satırları da Samsun’un emsalsiz güzellikleri hakkında<br />

ipuçları veriyor. Şehir Yüzlü İnsanlar dosyamızın konuğu Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil<br />

hocamızı da Samsun üzerinden sizlerle buluşturuyoruz. Ahmet Usta’nın “Şehir Sayıklamaları”<br />

ile Aytekin Aydın’ın “Şehri Dışından Görmek” başlıklı yazıları ise şehrin gizemleri<br />

üstüne enfes çağrışımlara kapı aralıyor.<br />

Şehir Söyleşileri’nde konuk ettiğimiz Prof. Dr. Erol Göka, “Doğayı sömürerek ve köleleştirerek<br />

mi uygarlaşacağız, yoksa doğayı eşimiz gibi mi göreceğiz?” diye soruyor. Başarılı<br />

kariyeri ve isabetli tespitleriyle dikkatleri üzerine çeken Göka, bu can alıcı sorunun tarihteki<br />

karşılığını şöyle özetliyor: “Modern Batı uygarlığına kadar tüm uygarlıklar, özellikle<br />

İslam uygarlığı, doğayı eş olarak görmeyi başarabildi; ama bugün biz modernler, maalesef<br />

doğaya eşimiz gibi davranmıyoruz.”<br />

Ekim sayımızın en dikkat çeken yeniliklerinden biri olan “Şehrin Çocukları” bölümümüz,<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı web sitesi altında açılan “Çevre, Şehir ve Çocuk” web sitesiyle<br />

de uyum sağladı. Bakanlığın çocuklara yönelik bilinçlendirme çabaları bununla<br />

kalmıyor. Şimdilik pilot illerde kurulan Çevreci Çocuk Kulübü’ne üye olanlar önce Mavi,<br />

ardından Yeşil Kart sahibi olarak özel birtakım haklara kavuşacaklar, mağazalardan ucuz<br />

alışveriş yapıp, otobüs biletlerini ekstra indirimli alacaklar. Bunlar Türkiye adına önemli<br />

gelişmeler. Emeği geçenler yürekten bir teşekkürü hak ediyorlar. Bakanlığın çevre bilinçlendirme<br />

gayretlerinin en güzel örneklerinden biri de çevreci gazetecilere yönelik. Çevreye<br />

duyarlı basın kuruluşlarına “Çevre Beratı” takdim eden Bakan Erdoğan Bayraktar’ın,<br />

“Daha iyi çevre, daha iyi şehirleşme için çalışıyoruz.” sözleri, bu alandaki gayretlerin artarak<br />

devam edeceğini gösteriyor.<br />

ÖÇK Bölgeleri dosyamızda bu ay bir masal diyarının, Uzungöl’ün büyüsüne davet ediyoruz<br />

sizleri… Hayranlık uyandıran fotoğraflarla süslü tek dosyamız Uzungöl değil… Aydın<br />

Derin, “Yeryüzü Tanıkları: Simgesel Ağaçlar” dosyasında dünya genelindeki on simgesel<br />

ağacın şaşırtıcı hikâyelerini harikulade fotoğraflar eşliğinde anlatırken, Yılmaz Deniz Aydemir,<br />

“Elektronik Atıklar Çevre İçin Ciddi Tehdit” ve “Dünya Yetmiyor” yazılarında yine<br />

ilginç konulara yelken açıyor. Çevre Testi’nde ise bu ay “Tehlike Altındaki Türler” teması<br />

işleniyor.<br />

Her sayıda daha tatminkâr bir dergiyle huzurlarınıza çıkabilmek için değerli katkı ve önerilerinizin<br />

devamını bekliyoruz.<br />

Saygılarımızla…


YIL: 1 | <strong>SAYI</strong>: <strong>11</strong> | KASIM 2012<br />

DB Yapım Ajans adına<br />

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü<br />

Şenol Selçuk Turan<br />

Yayın Koordinatörü<br />

Ahmet Usta<br />

Yayın Kurulu<br />

Hüseyin Güç<br />

Mustafa Karaosmanoğlu<br />

Yılmaz Deniz Aydemir<br />

Necati Eren<br />

Haber Merkezi<br />

Arif Mehmet İpek<br />

Veli Yıldız<br />

Sevilay Esen<br />

Hazal Çelik<br />

Metin Kakar<br />

Reklam<br />

Yakup Türkmen<br />

Tasarım<br />

DB Yapım<br />

Mehmet S. Fidancı<br />

Fotoğraflar<br />

Selahattin Aydınlı<br />

Mustafa Demirel<br />

Sıtkı İlanbey<br />

Yönetim Yeri<br />

Aşağı Öveçler Mahallesi<br />

1333 Sokak No: 17/12<br />

Çankaya, Ankara<br />

Tel: 0 312 472 47 45<br />

Faks: 0 312 472 47 46<br />

Türü<br />

Yaygın Süreli<br />

Baskı<br />

Fersa Ofset Baskı Tesisleri, Ankara<br />

Tel: 0 312 386 17 00<br />

Basım Tarihi<br />

Kasım 2012 – Ankara<br />

ISSN 2147-1649<br />

(Ücretsizdir)<br />

BAKANLIKTAN KISA HABERLER .................................. 06<br />

DUYARLI MEDYAYA ÇEVRE BERATI ..........................10<br />

VAN’DA AFET KONUTLARININ ANAHTARLARI<br />

TESLİM EDİLDI ..................................................................12<br />

ÇEVRECİ ÇOCUKLAR YAŞADI! ......................................14<br />

ÇEVRESİNDEN SORUMLU ŞEHİRLER KURMAK<br />

(KAPAK KONUSU - SORUŞTURMA) .......................... 16<br />

OSMANLI TAPULARI İÇİN<br />

ULUSLARARASI KONGRE ...........................................23<br />

ELEKTRONİK ATIKLAR ÇEVRE İÇİN<br />

CiDDi TEHDiT! .............................................................. 26<br />

YERYÜZÜ TANIKLARI: SİMGESEL<br />

AĞAÇLAR / Aydın DERİN ......................................... 46<br />

DİLE DÜŞEN RESİMLER .............................................. 54<br />

İÇE DOKUNAN ADAMLAR:<br />

MUHAMMED İKBAL ....................................................... 55<br />

DÜNYA YETMİYOR<br />

Yılmaz Deniz AYDEMİR ........................................... 56<br />

16 32<br />

ÇEVRESİNDEN SORUMLU<br />

ŞEHİRLER KURMAK<br />

Tabir caizse eğer çevre ile şehir; erkek ile kadının<br />

izdivacı gibi bir birliktelik sahibidirler. Birbirlerinden<br />

farklıdırlar ama birbirlerine muhtaçtırlar.<br />

KADİM ŞEHİRLER: SAMSUN<br />

Ömer İdris AKDİN ........................................................... 64<br />

ŞEHİR <strong>SAYI</strong>KLAMALARI / Ahmet USTA ................. 74<br />

ŞEHRİ DIŞINDAN GÖRMEK<br />

Aytekin AYDIN ............................................................. 75<br />

TAŞRALI BİR ÇOCUĞUN ŞEHİR FETİHLERİ<br />

Mustafa KARAOSMANOĞLU ...................................... 76<br />

İNSAN VE ESER: FRANK LLOYD WRIGHT<br />

Osman MİMAROĞLU.................................................. 82<br />

H 2O VE UNUTMANIN SULARI<br />

Hüseyin GÜÇ ................................................................... 84<br />

ŞEHRİN ÇOCUKLARI<br />

Hüseyin GÜÇ...................................................................88<br />

BİLİNÇ TESTİ<br />

TEHLİKE ALTINDAKİ TÜRLER ....................................... 92<br />

KİTAP TANITIM ................................................................ 94<br />

ÖZEL ÇEVRE KORUMA: UZUNGÖL<br />

Türkiye’nin ekoturizm potansiyeli yüksek<br />

bölgelerinden biri olan Uzungöl’de 658 bitki<br />

taksonu, 90 memeli, 250 kuş türü belirlenmiş,<br />

Uzungöl Çuha Çiçeği bilim dünyasının<br />

dikkatine sunulmuştur.


12<br />

VAN’DA AFET<br />

KONUTLARININ<br />

ANAHTARLARI<br />

TESLİM EDİLDI<br />

Van depreminin ardından<br />

TOKİ tarafından<br />

inşa edilen 15 bin 341<br />

adet afet konutunun<br />

anahtar teslim törenini<br />

Başbakan Erdoğan’ın<br />

katılımıyla gerçekleştirildi.sorununu<br />

ortadan<br />

kaldıracaklarını söyledi.<br />

38 64 78<br />

ŞEHİR SÖYLEŞİLERİ<br />

EROL GÖKA<br />

Prof. Dr. Erol Göka: “Modern Batı uygarlığına<br />

kadar tüm uygarlıklar, özellikle İslam<br />

uygarlığı, doğayı eş olarak görmeyi başarabildi;<br />

ama bugün biz modernler, maalesef<br />

doğaya eşimiz gibi davranmıyoruz.”<br />

KADİM ŞEHİRLER: SAMSUN<br />

“Karadeniz kenarında var idi<br />

İki kal’a ki Samsun dirler idi<br />

Birisi kafirindi ol hisarın<br />

Biri mülki idi İsfendiyarın”<br />

ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR<br />

ALİ FUAT BAŞGİL<br />

Hürriyet sevdalısı bir hukukçu olarak her<br />

türlü baskıcı sistemi reddeden ve bu uğurda<br />

hapis yatan, yıldızının bir türlü barışmadığı<br />

darbecilerden tehditler alan Ord. Prof.<br />

Dr. Ali Fuat Başgil, konuştuğu kürsülerden<br />

“Yaşasın millet!” diye haykırarak inerdi.


KISA HABERLER<br />

ALO 181 ÇEVRE VE<br />

ŞEHİRCİLİK HATTI<br />

ÇOK YAKINDA<br />

FAALİYETE GEÇİYOR<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vatandaşla<br />

bire bir iletişim kurabilmek ve<br />

sorunların kaynağına acil müdahalede<br />

bulunmak için hazırladığı “ALO 181<br />

Çevre ve Şehircilik Hattı” çok yakında<br />

faaliyete geçecek. 75 kişinin istihdam<br />

edileceği çağrı merkez, vatandaştan<br />

gelen her türlü bilgi ihtiyacını<br />

karşılayacak. Gelen başvurular kayıt<br />

altına alınacak. Kayıt altına alınan<br />

bilgiler ilgili birimlere aktarılacak.<br />

Alo 181 Çevre ve Şehircilik hattını kurmaktaki<br />

temel gayenin vatandaşların<br />

duyarlılığını arttırmak olduğunu kaydeden<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan<br />

Bayraktar, “24 Saat kesintisiz hizmet<br />

sunacak sistemle birlikte kirliliğin kaynağına<br />

ulaşılacak. Bu noktada vatandaşımıza<br />

çok büyük görevler düşüyor.<br />

Vatandaşı bilgilendirmede SMS yöntemi<br />

kullanılacak.” dedi.<br />

“ALO 181” hattının kentsel dönüşüme<br />

büyük katkı sağlayacağının altını çizen<br />

Bayraktar, “Bu işi vatandaşla birlikte<br />

başaracağız. Vatandaşımızın bilmediği<br />

birçok konu var. Soru işaretlerini ortadan<br />

kaldırmak için bu tip bir çalışma içerisinde<br />

bulunduk. İnanıyorum ki kentsel<br />

dönüşüme vatandaşlarımız da destek<br />

verecek. Hep birlikte bu işin üstesinden<br />

geleceğiz.” diye konuştu.<br />

AKÜLERİN YÜZDE 70’İ<br />

GERİ DÖNÜŞÜYOR<br />

Türkiye her yıl yaklaşık 80 Bin ton civarında<br />

akümülatör piyasaya sürülüyor<br />

Piyasaya sürülen 80 Bin ton akünün<br />

yaklaşık %70’i toplanarak ekonomiye<br />

geri kazandırılıyor. Toplanan ve geri<br />

kazanılan atık akümülatörler, 2005<br />

yılından itibaren Çevre ve Şehircilik<br />

Bakanlığı tarafından kayıt altına alını-<br />

6<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA<br />

yor. 2005 yılında kayıt altına alınan atık<br />

akümülatör miktarı; yaklaşık 10 Bin ton<br />

iken, bu rakam 2010 yılında 55 Bin tona,<br />

20<strong>11</strong> yılında ise 59 Bin tona ulaştı.<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, uygulamanın<br />

başladığı 2005’ten bu yana<br />

geçen 7 yılda 297 bin 715 ton atık akü<br />

topladı. Toplanan ömrünü tamamlamış<br />

akülerden 178 bin 629 ton kurşun elde<br />

edildi. Akülerin dönüşümü sayesinde 41<br />

bin MWH enerji tasarrufu sağlandı. Toplanan<br />

atık akümülatörün geri kazanım<br />

tesislerine maliyeti 565.658.000 TL.<br />

Geri kazanım sonucu elde edilen kurşunun<br />

satışından ise yaklaşık 714.516.000<br />

TL kazanç sağlanıyor.<br />

VATANDAŞIN %80’İ<br />

KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ<br />

DESTEKLİYOR<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığının afet<br />

riski altındaki alanları yenilemek için<br />

başlattığı yenileme çalışmaları devam<br />

ederken Bakanlığa bir destek de<br />

vatandaştan geldi. Türkiye’nin 32 ilinde<br />

18 yaşın üzerindeki 4285 kişi ile yapılan<br />

anketten memnuniyet, güven ve destek<br />

çıktı.<br />

Çıkan sonuçlar, çıkarılan kentsel<br />

dönüşüm yasasının ne kadar gerekli<br />

olduğunu gösterirken, vatandaşın %<br />

80’i kentsel dönüşümü destekliyor.<br />

Dönüşüm için evini boşaltmaya hazır<br />

olan Türk halkının % 70’i hükümete<br />

ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan<br />

Bayraktar’a güveniyor.<br />

Ankette vatandaşın %75’inin zorunlu<br />

deprem sigortasının olmadığı anlaşılırken,<br />

vatandaşın geneli yaşadığı yapının<br />

depreme karşı dayanıklı olup olmadığını<br />

yetkili kuruluşlara inceletmiyor.<br />

HURDA GEMİLERDEN<br />

10 MİLYAR DOLARLIK<br />

KATMA DEĞER<br />

SAĞLANDI<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ömrünü<br />

tamamlamış gemileri ekonomiye<br />

geri kazandırdı. Gemi sacları<br />

haddehanelerde lama, silme, kare ve<br />

köşebent gibi ürünlere dönüştü.<br />

Atıkların dönüşümüyle ilgili olarak<br />

sektörden kazanılan miktarın çok ciddi<br />

boyutlarda olduğunu ve ekonomiye bü-<br />

yük katkı sağlandığını açıklayan Bakan<br />

Bayraktar, “Hurda gemilerden 10 milyar<br />

dolarlık katma değer sağlandı. 22 Ekim


KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA<br />

2012 itibarıyla, gemi söküm tesislerine<br />

gelen 235 adet geminin 5 adedi askeri<br />

gemi, geri kalan 230 adedi ise ticari<br />

gemi olup bu gemilerden toplam 785<br />

bin ton hurda elde edildi. Bu miktarın<br />

yıl sonunda 850 bin ton olacağı beklenmekte.<br />

2003 yılında 47 milyon dolar<br />

olan satış bedeli Ekim 2012 yılı itibarıyla<br />

432 milyon dolardır. Türkiye, gemilerin<br />

dönüşümde yeşil ülke profilindedir.”<br />

dedi.<br />

Öte yandan Avrupa Komisyonu Brüksel<br />

Atık Departmanı Başkanı ve temsilcileri<br />

ile Uluslararası Denizcilik Örgütü<br />

Yetkilisi Aliağa Gemi Geri Dönüşüm<br />

Bölgesini, 18-19 Ekim 2012 tarihlerinde<br />

ziyaret ettiler. Çevre ve Şehircilik<br />

Bakanlığı ve Ulaştırma Denizcilik ve<br />

Haberleşme Bakanlığı ortak olarak<br />

yapılan çalışmalar ve mevzuat hakkında<br />

komisyonu bilgilendirdi. Sahada teknik<br />

gezi de yapan Komisyon temsilcileri<br />

Aliağa’ya tam not verdi.<br />

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE<br />

MÜCADELEDE<br />

HERKESE ÖNEMLİ<br />

GÖREV DÜŞÜYOR<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi<br />

Genel Müdürü Mehmet Baş, iklim<br />

değişikliğinin etkilerin en aza indirmenin<br />

yollarını anlattı. “Küçük önlemlerle<br />

büyük sonuçlar elde edebiliriz.” diyen<br />

Baş, vatandaşa düşen görevleri şöyle<br />

sıraladı:<br />

• Tasarruflu ampuller kullanın.<br />

• Elektrikli cihazlarınızı stand-by (bekleme)<br />

konumunda bırakmayın.<br />

• Şarj cihazlarınızı kullanmadığınız<br />

zaman fişe takılı tutmayın.<br />

• Çamaşır ve bulaşık makinenizi tam<br />

dolduğunda çalıştırın.<br />

• Buzdolabınızın ve dondurucunuzun<br />

yerini değiştirin.<br />

• Eski buzdolaplarınızı düzenli olarak<br />

defrost (buz çözdürme) yapın.<br />

• Daha az sıcak su kullanın.<br />

• Yemek pişirirken, su kaynatırken, tencerenizin<br />

kapağını kapalı tutun.<br />

• Evinizin yalıtımını iyileştirin.<br />

• Yeni beyaz eşya alırken A enerji sınıfını<br />

tercih edin.<br />

• Güneş enerjisi kullanın.<br />

• Evinizdeki atıkları geri dönüşüme verin<br />

ya da yeniden kullanın.<br />

• Alışveriş yaparken büyük ambalajı<br />

tercih edin.<br />

• Küçük ambalaj gerektiren ürünlerde<br />

doldurulabilir olanları tercih edin.<br />

• Donmuş değil, taze gıda tüketin.<br />

• Yürümeyi, bisiklete binmeyi, toplu<br />

taşıma araçlarını tercih edin.<br />

• Aracınızın bakımlarını zamanında<br />

yaptırın.<br />

• Taşıtlarınızın lastiklerinin havasını<br />

haftada bir kontrol edin.<br />

• Az yakıt tüketen araçları tercih edin.<br />

• Bir ağaç dikin.<br />

SERVER EFENDİ<br />

SERGİ SALONU<br />

ZİYARETÇİLERİNİ<br />

BEKLİYOR<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı<br />

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün<br />

açtığı “Server Efendi Sergi Salonu ziyaretçilerini<br />

bekliyor. Tapu ve Kadastro<br />

Genel Müdürlüğü binasında, hafta içi<br />

mesai saatleri içerisinde halkın ziyaret<br />

edebileceği Server Efendi Sergi<br />

Salonu'nda Osmanlı Devleti'nde XIV.<br />

Yüzyılın sonlarından Cumhuriyet'in ilk<br />

yıllarına kadar uzanan geniş bir zaman<br />

diliminde oluşturulmuş arşiv dokümanları<br />

sergileniyor.<br />

Sergi salonunda 64 metre uzunluğunda<br />

ceylan derisi üzerine yazılmış Fatih Sultan<br />

Mehmed'in Ayasofya Vakfiyesi'nden<br />

çeşitli dönemlere ait tapu senedi ve<br />

tahrir defter örneklerine; tezhip ve hat<br />

sanatının en güzel örneklerinin ortaya<br />

konulduğu çeşitli defter ve belgelerden<br />

mühür, harita ve el yazmalarına kadar<br />

çeşitli eserlerin örnekleri yer alıyor.<br />

Ayrıca, Atatürk'e ait tapu örnekleri ile<br />

kendi imzasını taşıyan kayıtlar da burada<br />

görmek mümkün.<br />

FETHİYE’DE 6 FARKLI<br />

BİTKİ TOPLULUĞU<br />

18 FARKLI HABİTAT<br />

SINIFI TESPİT EDİLDİ<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Fethiye-Göcek<br />

Özel Çevre Koruma Bölgesinde<br />

2010 yılında başlattığı proje sonuçlandı.<br />

Fethiye-Göcek ÖÇK bölgesindeki<br />

biyolojik çeşitliliği araştıran bakanlık 6<br />

farklı bitki topluluğu, 18 farklı habitat<br />

sınıfı tespit etti. Ayrıca bölgede 126 kuş<br />

türü, <strong>11</strong>7 böcek türünün olduğu belirlendi.<br />

Bölgede tespit edilen en önemli<br />

memeli türü su samuru olurken, kuşlar<br />

açısından en uygun yerler Kocagöl,<br />

Baldırnaz Gölü ve Küçük Dalyan Gölü<br />

ve çevresindeki sulak alanlar olarak<br />

belirlendi.<br />

Projenin diğer önemli çıktıları ise şöyle:<br />

Keçiler özellikle maki ve frigana<br />

habitatlarına büyük zarar verdikleri<br />

için hayvancılıkla uğraşan çiftçilerin<br />

keçiden ziyade büyükbaş beslemeleri<br />

teşvik edilecek. Ağaçlandırma yapılırken<br />

bölgenin doğal türleri tercih edilecek.<br />

Doğal kızılçam ve günlük ormanlarının<br />

bulunduğu alanlarda turizm faaliyetleri<br />

sınırlandırılacak ve habitatı bozan aktiviteler<br />

azaltılacak. Düz arazide seracılık<br />

teşvik edilecek. Doğal habitatların tah-<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 7


KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA > KISA<br />

rip edilerek sera alanlarına dönüştürülmesine<br />

fırsat verilmeyecek. Anızların ve<br />

sazlıkların yakılmasına engel olunacak,<br />

gerekli müeyyideler uygulanacak. Kaçak<br />

avcılıkla mücadele edilecek.<br />

RİSKLİ BİNA<br />

TESPİTİNDE YENİ<br />

UYGULAMA GELİYOR<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı riskli bina<br />

tespitinde beton numune alınması,<br />

donatı tespitlerini daha asgari düzeyde<br />

tutacak. Bakanlık riskli bina tespitinin<br />

daha hızlı bir şekilde olması için yeni bir<br />

yönetmelik taslağı üzerinde çalışıyor.<br />

ODTÜ ve İTÜ ile ortaklaşa yürütülen<br />

çalışmayla riskli bina tespitinde yeni<br />

yöntem ve kriterler belirlenecek. Bakanlığın<br />

gözetiminde yapılan çalışmayla<br />

binanın bütününün incelenmesi yerine,<br />

depremde en fazla zarar gören zemin<br />

katın kritik kat olarak belirlenip buradan<br />

numune alınması sağlanacak.<br />

KENTSEL DÖNÜŞÜMDE<br />

YETKİLİ LİSANSLI<br />

KURULUŞLAR LİSTESİ<br />

Bakanlığın belirlediği lisanslı kuruluşlarca<br />

yapılan riskli bina tespitleri süratle<br />

devam ediyor. Konuyla ilgili bilgi veren<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı<br />

ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel<br />

Müdürü Vedad Gürgen, vatandaşların<br />

Bakanlık tarafından lisanslandırılmış<br />

kurumlara binalarını tespit ettirmesi<br />

gerektiğinin altını çizdi.<br />

Bakanlığa, son günlerde vatandaşlardan<br />

riskli binalarını kime tespit ettirecekleri<br />

yönünde çok sorular geldiğin ifade<br />

eden Gürgen, riskli yapıların tespiti için<br />

kurum ve kuruluşların tam listesinin<br />

bakanlığın kurumsal web adresinde yer<br />

alan kentsel dönüşüm linki altında yer<br />

8<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

aldığını ifade etti. Gürgen bu linki açan<br />

vatandaşların, sayfaya çıkan Türkiye<br />

haritasını tıklayarak bulundukları ili seçmelerini<br />

burada yer alan listede riskli<br />

bina tespiti için yetki verilen kurum ve<br />

kuruluşlara ulaşabileceklerini söyledi.<br />

DİYARBAKIR KENTSEL<br />

DÖNÜŞÜM<br />

SONRASINDA PARİS<br />

GİBİ OLACAK<br />

Kentsel dönüşüm atağına başlayan<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, şimdi de<br />

Diyarbakır'a el atacak. Kentsel dönüşüm<br />

kapsamına alınan Diyarbakır'ın turizm<br />

potansiyeli ortaya çıkarılarak bölgenin<br />

Paris'i olması sağlanacak. Tarihi Suriçi<br />

bölgesine uygulanacak dönüşümle,<br />

tarihi ve kültürel doku ortaya<br />

çıkarılacak. Gecekondu ve tarihi dokuya<br />

uymayan çok yüksek binalar yıkılarak,<br />

surlar başta olmak üzere, tarihi konak,<br />

kilise ve hanlar restore edilecek.<br />

Bakanlar Kurulu, Diyarbakır'ıın Sur ilçesini<br />

afet dönüşümü kapsamında riskli<br />

alan ilan etti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />

da bölgeye yönelik bir dönüşüm<br />

planı hazırladı. Buna göre, Diyarbakırıın<br />

en eski yerleşim bölgesi olan Suriçi<br />

baştan yaratılacak. Pek çok tarihi ve<br />

korunacak yapı bulunan Suriçiı'nde<br />

zaman çarpık yapılaşma meydana geldi.<br />

Bölgedeki tarihi binaların katları kaçak<br />

olarak artırıldı. Suriçi'nde, 15 mahallede<br />

71 bin kişi yaşıyor. Bunun yanında 141<br />

anıtsal kültür varlığı, 342 sivil mimarlık<br />

örneği yapı ve 97 adet kamu binası<br />

bulunuyor.<br />

51 ÖĞRENCİ YURDU<br />

TESLİM EDİLDİ<br />

66 YURDUN İNŞAATI<br />

İSE SÜRÜYOR<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,<br />

inşaatını tamamladığı 51 adet<br />

öğrenci yurdunu Yurt-Kur Genel<br />

Müdürlüğü’ne devretti. İhalesi yapılan<br />

66 yurdun inşaatına devam eden<br />

Bakanlık, 16 yurdun da inşaat projesini<br />

hazırlamış bulunuyor.<br />

5 yıldızlı otelleri aratmayacak konfora<br />

sahip yurt odalarında karyola<br />

sisteminin yanı sıra her öğrenci için<br />

ayrı giysi dolabı ve çalışma masası<br />

bulunuyor. Odalar, banyo, tuvalet,<br />

televizyon, buzdolabı ve telefon bulunacak<br />

şekilde tasarlanıyor. Katlarda,<br />

tüm öğrencilerin kullanımına açık etüt<br />

salonu, kat ofisi ve çamaşır odaları yer<br />

alıyor. Sosyal tesis bloku; yemekhane,<br />

kafeterya, çamaşırhane, internet odası,<br />

masa tenisi, bilardo ve satranç gibi oyun<br />

salonları ile kuaför, terzi, lostra, market<br />

ve mescit bölümlerinden oluşuyor.<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2012<br />

yatırım programında bakım-onarım kapsamında<br />

dönüşümü yapılan 600 yatak<br />

kapasiteli 2 adet yurt projesiyle birlikte<br />

toplam 74 bin 500 yatak kapasiteli 123<br />

adet yurt projesi bulunuyor.<br />

ISI VE GÜRÜLTÜ<br />

YALITIMINDAN<br />

SONRA SU YALITIMI<br />

ZORUNLU<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Planlı<br />

Alanlar İmar Yönetmeliği'nde yapılacak<br />

değişiklikle su yalıtımını zorunlu hale<br />

getirdi. Zemin suyunun, binanın taşıyıcı<br />

sisteminde tehdit oluşturmaması için<br />

yeni yapılacak binalarda su yalıtımı da<br />

denetlenecek. Binaların altındaki suların<br />

zaman içerisinde yapıların taşıyıcı<br />

sistemini doğrudan etkilediğini belirten<br />

Mesleki Hizmetler Genel Müdürü Bülent<br />

Ercan, bu durumun taşıyıcı sistemde<br />

korozyona yol açtığını ve yapının ekonomik<br />

ömrünü azalttığını söyledi.<br />

Yapı kullanma izni alınması aşamasındaki<br />

teknik kriterler arasında su yalıtımının<br />

da mutlaka belirtileceğini belirten Ercan,<br />

“Su yalıtımının özellikle incelenmesi<br />

için bir genelge hazırlığı sürdürülüyor.<br />

Genelgede, su yalıtımı yapılmamışsa<br />

yapı kullanma izninin verilmemesine yönelik<br />

bir talimat olacak. Isı yalıtımı gibi<br />

su yalıtımı da yapılmamış ise yapıya kullanma<br />

izni verilmeyecek. Ancak gerekli<br />

tedbirler alındıktan sonra yapı kullanım<br />

izin belgesi düzenlenebilecek.'' dedi.


HALKBANK<br />

REKLAM


DUYARLI<br />

MEDYAYA<br />

ÇEVRE<br />

BERATI<br />

Çevre konularına duyarlılık gösteren basın<br />

kuruluşlarına “Çevre Beratı” takdim<br />

töreninde konuşan Çevre ve Şehircilik<br />

Bakanı Erdoğan Bayraktar, küresel ısınma,<br />

su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı,<br />

kirliliğin önlenmesi gibi çevre konularının<br />

tüm dünyayı ciddi şekilde düşündürdüğünü,<br />

bu meselelerin çözümüne<br />

katkıda bulunmayı her şeyden önce<br />

bir insanlık görevi saymak gerektiğini<br />

belirtti.<br />

Nüfus ve tüketimle birlikte insanların<br />

çevre üzerinde oluşturdukları baskının<br />

da artığına işaret eden Bakan Bayraktar,<br />

çevre için yapılabilecek en değerli<br />

konulardan birinin, kamuoyunun bilinçlendirilmesi<br />

ve bilgilendirilmesi olduğunu<br />

dile getirdi.<br />

ÇEVRE BİLİNCİNİN ÖNEMİ<br />

Toplumda bilinç arttıkça çevrenin korunması<br />

konusunda duyarlı olunacağını<br />

vurgulayan Bakan Bayraktar, “Arkadaş-<br />

10<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

larımız çevre konusunda bir araştırma<br />

yaptı. Çevreyi korumak için mevzuatları<br />

çeşitlendirmek, artırmak, katılaştırmak<br />

mı yoksa insanları bilinçlendirmek mi<br />

önemlidir diye. Bilinçlendirme yüzde<br />

85'e varan oranda önde çıktı.” diye<br />

konuştu.<br />

Çevre bilincinin artırılması için basın<br />

yayın organlarına çok büyük görevler<br />

düştüğünü belirten Bakan Bayraktar,<br />

çevreye özel önem vererek bilincin<br />

gelişmesine katkıda bulunan basın kuruluşlarına<br />

teşekkür etti.<br />

KÜLLERİNDEN DOĞAN<br />

ANKA KUŞU<br />

Gerek çevre ve gerekse şehircilik faaliyetlerini<br />

“yaşanabilir çevre” vizyonuyla<br />

yürüttüklerinin altını çizen Bakan Bayraktar,<br />

“daha iyi çevre, daha iyi şehirleşme”<br />

için çalıştıklarını söyledi. Kentsel<br />

dönüşüm çerçevesinde şehirlerdeki<br />

doğal dokuyu korumak, çevreyle dost<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanı<br />

Bayraktar, çevre konularına<br />

duyarlılık gösteren basın<br />

kuruluşlarına “Çevre Beratı”<br />

takdim etti.<br />

Bilinçlenme arttıkça<br />

toplumdaki çevre<br />

koruma hassasiyetinin<br />

artacağını vurgulayan<br />

Bayraktar, “çevreyi<br />

korumak için müeyyide<br />

uygulamanın mı yoksa<br />

insanları bilinçlendirmenin<br />

mi önemli olduğu”<br />

konusundaki araştırmadan<br />

% 85 oranında bilinçlenme<br />

sonucunun çıktığını<br />

söyledi.


ve modern kentler oluşturmak istediklerini<br />

kaydeden Bayraktar, Bakanlık ambleminde<br />

niçin küllerinden doğan Anka<br />

Kuşu figürü kullandıklarını anlattı.<br />

2023'TE ARITILMAYAN ATIK<br />

SU KALMAYACAK<br />

Türkiye'deki nüfusun % 72'sinin atık su<br />

hizmeti aldığını ve atık su tesislerinin<br />

kullandıkları enerjinin yarısının bakanlıkça<br />

ödendiğini hatırlatan Bayraktar,<br />

Bakanlığın 2023 hedeflerinden birinin<br />

de Türkiye'de arıtılmayan atık su kalmaması<br />

olduğunu söyledi.<br />

Lisanslı toplama, ayırma ve geri dönüşüm<br />

tesisi sayısını 28'den 514'e çıkarak<br />

ambalaj atıklarının yüzde 50'sinin geri<br />

kazanımını sağladıklarına işaret eden<br />

Bayraktar, küçük belediyelere son iki<br />

yılda bin 41 çöp toplama aracı hibe<br />

ettiklerini bildirdi. Sanayi tesislerinde<br />

ortaya çıkan tehlikeli atıkların artık çok<br />

büyük ölçüde geri kazanıldığını ifade<br />

eden Bakan Bayraktar, 18 olan tehlikeli<br />

atık geri kazanım tesisi sayısının, 201'e<br />

yükseldiğini söyledi.<br />

Deniz kirliliği ölçüm istasyonu sayısının<br />

208'e ulaştığını dile getiren Bakan Bayraktar,<br />

2003'te 271 olan Mavi Bayraklı<br />

plaj ve marina sayısını 374'e çıkardıklarını<br />

belirtti. Limanlarda 221 tesiste<br />

atık alım hizmeti verilmeye başlandığını<br />

ifade eden Bakan Bayraktar, deniz<br />

kirliliğini önlemek için deniz süpürgeleriyle<br />

kıyılardaki çöplerin büyük oranda<br />

toplandığını kaydetti. Bakan Bayraktar,<br />

gemi atık takip sistemiyle atıkların gerçek<br />

zamanlı izlendiğine de işaret etti.<br />

ÇEVREYE ZARAR VERMEDEN<br />

KALKINMA ANLAYIŞI<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar<br />

Yardımcısı Sedat Kadıoğlu da çevrenin<br />

korunmasında Bakanlık kadar basın<br />

mensuplarının da rolü bulunduğunu<br />

söyledi. Çevreyle ilgili yapılması gereken<br />

çok iş bulunduğuna işaret eden Kadıoğlu,<br />

“Çevre her ne kadar kanunlarla<br />

korunsa da aslında esas korumacılık<br />

çevreyle kalkınmayı bir arada yürütmektir.<br />

Temel hedefimiz, bir taraftan<br />

çevreyi korurken bir taraftan da kalkınmamıza<br />

devam etmektir.” dedi.<br />

Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve<br />

Denetim Genel Müdürü Mustafa Satılmış<br />

da çevrenin uygulama birimi olarak<br />

hizmet verdiklerini belirterek, sürdürülebilir<br />

kalkınma çerçevesinde iş ve<br />

işlemler yürütmeyi, ekonomideki geliş-<br />

Deniz kirliliği ölçüm<br />

istasyonu sayısının 208'e<br />

ulaştığını ve limanlardaki<br />

221 tesiste atık alım<br />

hizmeti verilmeye<br />

başlandığını ifade eden<br />

Bakan Bayraktar, deniz<br />

kirliliğini önlemek<br />

için deniz süpürgeleriyle<br />

kıyılardaki çöplerin<br />

büyük oranda<br />

toplandığını kaydetti.<br />

melere engel olmadan çevre değerlerini<br />

korumayı amaçladıklarını ifade etti.<br />

Çevre Yönetimi Genel Müdürü Mehmet<br />

Baş da çevrenin hem mevzuat hem de<br />

sosyal boyutunu önemsediklerini dile<br />

getirdi.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | <strong>11</strong>


VAN’DA AFET<br />

KONUTLARININ<br />

ANAHTARLARI<br />

TESLİM EDİLDİ<br />

Van depreminin ardından TOKİ<br />

tarafından inşa edilen 15 bin 341<br />

adet afet konutunun anahtar<br />

teslim törenini Başbakan<br />

Erdoğan’ın katılımıyla<br />

gerçekleştirildi.<br />

Van depreminin birinci yıldönümüne<br />

yetiştirilen deprem konutlarının anahtar<br />

teslim törenine katılan Başbakan Recep<br />

Tayyip Erdoğan, törende yaptığı konuşmada,<br />

deprem konutlarını bir yıl gibi kısa<br />

bir sürede tamamlamalarına rağmen<br />

işlerinin henüz bitmediğini belirterek,<br />

“Yapacak çok işimiz var. Eski rakamla<br />

şu ana kadar 3,5 katrilyon harcadık.<br />

Yapılacak olanlarla birlikte bu rakam 5,5<br />

katrilyona ulaşacak, hedef bu.” dedi.<br />

Deprem sonrasında attıkları adımların<br />

dünyaya örnek teşkil ettiğini hatırlatan<br />

Erdoğan, “Gelenler görenler, kısa zamanda<br />

bu işi nasıl bitirdiğimizi konuştular.<br />

Biz depremi haber aldığımız an o<br />

gece buradaydık. Depremden sonraki ilk<br />

6 saatte bölgeye gelen personel sayısı<br />

binleri aştı, sivil toplum kuruluşları yardım<br />

için seferber oldular.<br />

Acil müdahalenin ardından seferberlik<br />

başlattık. Geçen bir sene zarfında kalbimiz<br />

Van'la Erciş'le birlikte attı. Aklımız<br />

Bu bölgedeki kardeşlerimizle oldu. Deprem<br />

bölgesiyle irtibatımızı kesmedik.”<br />

diye konuştu.<br />

Van'da toplam 15 bin 341 konutun<br />

yanı sıra 27 okul ve 24 Cami 10 ticaret<br />

merkezi ve 13 büfeden oluşan tesisler<br />

hizmete açıldı. Tesisler Van genelindeki<br />

dağılımı ise şöyle: Van Merkez Bostaniçi:<br />

bin 88 konut, 2 ilköğretim okulu, 1<br />

lise, 2 cami, 2 ticaret merkezi. Van Merkez<br />

Kalecik: 2 bin 456 konut, 2 ilköğretim<br />

okulu, 1 lise, 3 cami, 6 büfe. Van Merkez<br />

Kevenli: 480 konut, 1 ilköğretim okulu, 1<br />

12<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

cami. Van Merkez Sıhke Gölü: 530 konut,<br />

1 ilköğretim okulu, 1 lise, 1 cami, 1 ticaret<br />

merkezi. Edremit: 5 bin 682 konut, 5<br />

ilköğretim okulu, 3 lise, 9 cami, 7 büfe, 2<br />

ticaret merkezi. Erciş: 4 bin 880 konut, 5<br />

ilköğretim okulu, 3 lise, 5 cami, 5 ticaret<br />

merkezi. Van Köy evleri (Özkaynak, Topaktaş):<br />

225 köy evi, 225 ahır, 2 ilköğretim<br />

okulu, 3 cami.<br />

Törende bir konuşma yapan<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanı<br />

Erdoğan Bayraktar, Erciş ve<br />

Vanıda bir yıl önce çok büyük<br />

acılar yaşandığını hatırlatarak<br />

şunları söyledi:<br />

“Bu acı, aynı zamanda bize<br />

Türkiye'nin kardeşliğini, insanlarımızın<br />

kardeşliğini, birliğimizi,<br />

dirliğimizi gösterdi. Türkiye, Van<br />

oldu, Erciş oldu, Van'a aktı. Bu kardeşliğimizi<br />

Allah'ın izniyle Erciş'ten<br />

devam ettireceğiz. Bir de neyi gördük;<br />

bu devlet, bu millet Türkiye<br />

Cumhuriyeti'nin AK Parti hükümeti,<br />

dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan<br />

başbakanlığındaki hükümet, dünyada<br />

yapılmayanı yaptı. En ileri, en<br />

Depremde hasar gören Van alt yapısını<br />

yenilemek için 44 bin 400 metre içme<br />

suyu hattı, 15 bin metre kanalizasyon, 7<br />

bin metre yağmursuyu hattı 21 bin 500<br />

metre yol ve asfalt, 100 bin kişilik arıtma<br />

tesisi, 31 bin metre küp toplam kapasiteli<br />

<strong>11</strong> adet su deposu yapıldı.<br />

BAYRAKTAR: “BU ACI BİZE KARDEŞLİĞİ,<br />

BİRLİĞİMİZİ VE DİRLİĞİMİZİ GÖSTERDİ”<br />

modern ülkeler, bir yılda kalkınma<br />

meselesini halledemezken biz 10<br />

ayda burada bu güzel eserleri meydana<br />

getirdik. Bundan sonra da<br />

Erciş'te, Van'da kentsel dönüşümü<br />

tamamlayacağız. Köylerde de kalıcı<br />

konutlar hızlı şekilde devam ediyor.<br />

İnşallah tüm Erciş'in ve Van'ın yüzünü<br />

güldüreceğiz.”


ÇEVRECİ ÇOCUKLAR<br />

YAŞADI!<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 4 kategoride<br />

çocuklara çevre bilinci aşılamak<br />

için düğmeye bastı. Türkiye’nin 2009<br />

yılı sonunda AB ile müzakereye açtığı<br />

Çevre Kriterleri’nin yerine getirilmesinde<br />

de önemli katkılar sağlayacak olan<br />

proje kapsamında ilk uygulama Çevre ve<br />

Şehircilik Bakanlığı web sitesinde gerçekleşti.<br />

ÇOCUKLARA YÖNELİK WEB SİTESİ<br />

Bakanlık, çocuklara yaşanabilir çevre<br />

anlayışını kazandırmak ve eğlenceli bir<br />

çevre görüşü sunmak için, “Çevre, Şehir<br />

ve Çocuk” adlı bir web sitesi kurdu.<br />

Sayfada çocukların çevre ile ilgili merak<br />

ettiği terimleri öğrenebilmeleri için<br />

çevre sözlüğü ve çocukların bilgi sahibi<br />

olması için üç seçenekli, on sorudan<br />

oluşan test yer alıyor. Çevre ve Şehircilik<br />

Bakanlığı’nın sitesinden ulaşılan<br />

ve yayımlanmaya başlayan sitede çevre<br />

bilinci ile ilgili oyun ve etkinlikler de yer<br />

alıyor. Çocukların sayfada eğlenceli vakit<br />

14<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Çevreci Çocuk Kulübü üyelerinden özel<br />

etkinliklerde başarı gösterenler önce Mavi,<br />

ardından Yeşil Kart sahibi olacaklar ve özel<br />

bir takım haklardan faydalanacaklar.<br />

geçirmelerinin sağlanması ve eğlenirken<br />

‘çevre bilincinin kazandırılması’ için 4<br />

oyun (Puzzle, labirent, çöp toplama oyunu<br />

ve kelime avı oyunu) bulunuyor. Bu<br />

çabaları dolayısıyla Çevre ve Şehircilik<br />

Bakanlığı, devlet kuruluşları arasında<br />

Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Maliye<br />

Bakanlığı’nın ardından çocuklarla<br />

ilgili siteyi hayata geçiren dördüncü<br />

kamu kuruluşu oldu.<br />

ÜÇ BÜYÜK İLDE ÇEVRE KULÜBÜ<br />

Bakanlığın hayata geçireceği bir diğer<br />

uygulama “Çevre Kulübü”. Bakanlık kulübe<br />

üye olan çocuklara her türlü desteği<br />

sağlayacak. Milli Eğitim Bakanlığı onayı<br />

ve desteği ile seçilen pilot şehirlerdeki<br />

ilköğretim okulları ile temasa geçilecek.<br />

Her okuldan kulübe dâhil olacak 10 isim<br />

istenecek. Çocuk Esirgeme Kurumu<br />

yurtları ile temasa geçilip, her yurttan 10<br />

çocuğun kulüp üyesi olması sağlanacak.<br />

Öğrenciler,<br />

getirdikleri pil, yağ<br />

gibi atık maddeler<br />

karşılığında kartlarına<br />

yüklenecek puanlarla<br />

mağazalardan daha<br />

ucuz alışveriş yapma<br />

imkânı elde ederken,<br />

otobüs biletlerini<br />

de ekstra indirimli<br />

alabilecekler.<br />

Çevreci Çocuk rozetleri yapılacak. Tüm<br />

kulüp üyeleri magnetleri veya rozetleri<br />

çantalarının üzerinde veya yakalarında<br />

görünür bir şekilde taşıyacak. Projenin<br />

hayata geçirileceği pilot iller ise İstanbul,<br />

Ankara ve İzmir.<br />

2013’ÜN TEMASI GERİ DÖNÜŞÜM<br />

Çevre kulübünde çevre ile ilişkili her yıl<br />

farklı bir tema seçilecek. 2013 yılı teması<br />

“geri dönüşüm/geri kazanım” olarak<br />

belirlendi. Seçilen temaya ilişkin her yıl<br />

bir resim yarışması düzenlenecek. Akademisyenler<br />

ve popüler ressamlardan<br />

bir jüri oluşturulacak. Yarışmaya katılan<br />

tüm resimler bir sponsor vasıtasıyla<br />

bastırılıp kitap hâline getirilecek.<br />

Her okuldan 5 metrekarelik bir toprak<br />

alan tahsisi istenecek. Çevreci<br />

çocuk kulübü üyeleri bu alanın<br />

yeşertilmesinden sorumlu olacak.<br />

İhtiyaç duyacakları fidanlar ilgili<br />

birimlerden bedelsiz temin edilecek.


TEKSTİL GERİ DÖNÜŞÜMÜ PROJESİ<br />

Tekstil ürünleri geri dönüşümü projesi<br />

yapılacak. Her çevreci çocuk kendi okulunda<br />

ve mahallesinde tekstil geri dönüşümü<br />

projesinin birer temsilcisi olacak.<br />

Bir tekstil geri dönüşüm firması proje<br />

ortağı olarak seçilecek. (İhale yolu ile)<br />

Toplanan ürünlerin geri dönüştürülmesi<br />

ile elde edilen gelirle bir köy ilkokulu<br />

inşaatı gerçekleştirilecek.<br />

Bir yıllık bir çalışmanın neticesinde toplanan<br />

ürünlerin tonajları, bu ürünlerin<br />

geri dönüştürülmesi ile çevreye sağlanan<br />

faydanın bilimsel sunumu; Çevre ve<br />

Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın<br />

basın toplantısı ile halka açıklanacak.<br />

Çevreci Çocuk Kulübü üyeleri aracılığıyla<br />

artık unutulmakta olan sokak çocuk<br />

oyunları yaygınlaştırılacak. Böylelikle<br />

çocukların hareketliliği sağlanacak.<br />

ÇEVRECİ ÇOCUK KARTI<br />

“Çevreci Çocuk Kartı” verilecek çocuklar,<br />

günlük hayatta birçok imkâna<br />

sahip olacak. Çevreci Çocuk Kulübü’nün<br />

gerçekleştirdiği özel etkinliklerde<br />

başarılı olan çocuklara özel “mavi kart”<br />

verilecek ve kartın sağladığı imkânlar artırılacak.<br />

Üçüncü aşamada, ulusal bazda<br />

uygulanabilirliği olan ve Bakanlık tarafından<br />

kabul gören projeleri ortaya koyan<br />

BAKAN ERDOĞAN BAYRAKTAR:<br />

“MEB, DİYANET VE STK’LAR<br />

İLE İŞBİRLİĞİ İÇİNDE<br />

ÇALIŞIYORUZ”<br />

Çocuklara çevre bilincinin oluşturulması ve geliştirilmesine<br />

dair pek çok proje yürüttüklerini belirten Çevre ve Şehircilik<br />

Bakanı Erdoğan Bayraktar, MEB ile işbirliği içerisinde çeşitli<br />

çocuklara “yeşil kart” verilecek ve bu<br />

kart ile çocuklar özel birtakım haklar kazanacak.<br />

Öğrenciler, getirdikleri pil, yağ<br />

gibi atık maddeler karşılığında kartlarına<br />

yüklenecek puanlarla mağazalardan<br />

daha ucuz alışveriş yapma imkânı elde<br />

ederken, otobüs biletlerini de ekstra<br />

indirimli alabilecekler.<br />

eğitici materyallerin hazırlandığını ifade etti. “İklim Sınıfı -<br />

İklim Değişikliğine Uyum Eğitici El Kitabı”nı örnek gösteren<br />

Bakan Bayraktar, söz konusu kitapta; “İklim Değişikliği ile<br />

İlgili Genel Bilgiler”, “Sera Etkisi ve İklim Değişikliği”, “İklim<br />

Değişikliğinin Gözlenebilir ve Öngörülen Etkileri”, “Küresel<br />

İklim Değişikliği ve Türkiye: İklim Değişikliğinin Türkiye’deki<br />

Olası Etkileri” ve “Çözüm Arayışları” konularının yer aldığını<br />

söyledi.<br />

Bu konuyla ilgili olarak MEB Talim Terbiye Kurulu Başkanlığıyla<br />

görüşmeler yapıldığını hatırlatan Bakan Bayraktar,<br />

“Çocuklukta neyi öğreniyorsanız onunla gidiyorsunuz. Hatta<br />

çevre konusunda biz konuşmamızın başında da ifade ettik<br />

çocuklar ve hanımlar bizim önceliğimiz olacak. MEB ile<br />

beraber bir komisyon oluşturuyoruz. Ayrı bir ders olarak<br />

mı bunu verelim, yoksa mevcut ders kitaplarının içerisinde<br />

çevre ile ilgili bölümler mi oluşturalım diye. Umarım en kısa<br />

zamanda sonuca gideriz.” diye konuştu.<br />

Çevre eğitimi ve çevre bilincinin arttırılması konusunda sadece<br />

Milli Eğitim Bakanlığı ile değil Diyanet İşleri Başkanlığı<br />

ve ilgili sivil toplum kuruluşları ile de iş birliği içinde bulunduklarının<br />

altını çizen Bakan Erdoğan Bayraktar, “Bu iş<br />

birlikleri kapsamında, öğrencilere yönelik olarak afiş, resim,<br />

kompozisyon yarışmaları, tiyatro gösterileri gibi etkinlikler<br />

üzerinde çalışıyoruz. Bu çalışmaları tüm il müdürlüklerimizin<br />

koordinasyonunda yürütüyoruz.” dedi.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 15


KAPAK KONUSU<br />

ÇEVRESİNDEN<br />

SORUMLU<br />

ŞEHİRLER<br />

KURMAK<br />

Tabir caizse eğer çevre ile şehir; erkek<br />

ile kadının izdivacı gibi bir birliktelik<br />

sahibidirler. Birbirlerinden farklıdırlar<br />

ama birbirlerine muhtaçtırlar.<br />

İhtiyaçlar dünyasında yaşıyoruz. Evrende bir şey, diğer bir şeyi<br />

tamamlamak üzere yaratılmıştır. Zaman olmasa mekânın idrakine<br />

varamayız. En, boy ve derinlik olmasa gözlerimiz görme işlevini<br />

kaybeder, yok eğer bütün bu boyutlanmayı kavramaya yarayan<br />

duyularımız olmasa bu sefer en, boy ve derinliğin bir anlamı<br />

kalmaz. İşi uzatırsak belki şöyle bile diyebiliriz; yaşadığımız<br />

dünyada belli bir terkibe ulaşamazsak, hayata bariz bir anlam<br />

katamadığımız gibi yaşadığımız olgular dünyasını kavramakta<br />

zorlanırız.<br />

İhtiyaçlar dünyasında yaşıyoruz. Bu ihtiyacını duyduğumuz<br />

şeyler; genellikle diyalektik bir süreç içinde bize kendilerini<br />

göstermek zorundadır. Bahsi geçen diyalektik sürece içkin<br />

olan yapı ise; kendi bütünselliğinde (en azından elemanter<br />

düzeyde) birbirini karşıdan veya çapraz bir geometriden görmek<br />

zorundadır. Bu karşıtlık pozisyonu, en yumuşak anlatımla<br />

birbirini tamamlayan unsurların yan yana getirilmesi olarak da<br />

okunabilir.<br />

ÇEVREYİ YARATILDIĞI KODLARA DÖNDÜRMEK<br />

Evet, maddenin manaya, bedenin ruha, etin kemiğe muhtaçlığı<br />

gibi şehrin de çevreye mutlak ihtiyacı bulunmaktadır. Çevrenin<br />

bizim için en olumlu ve en güzel yüzü, onu yaratıldığı kodlara<br />

ve forma tekrar geri döndürmekle sağlanabilir. Yani en iyi çevre,<br />

16<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

MUSTAFA KARAOSMANOĞLU<br />

kendisine en az müdahalede bulunulmuş, en az deformasyona<br />

uğramış bir çevredir. Çevre süreç içinde, insanın onu kavraması<br />

ve ona kendisini katmasıyla birlikte ilk hâlinden uzaklaşır. İdeal<br />

Tipleştirme gereği, çevrenin hiç dokunulmamış, hiç el değmemiş<br />

hâli düşünüldüğünde; bu durum onun bir kısır döngü dâhilinde<br />

hareket etmesi demek olur ve hâlihazır durumda ne kendine ve<br />

ne de başka bir varlığa yararlı olamaz.<br />

Çevrenin diğer varlıklara yararlı olabilmesi için kendinden<br />

başka varlıklarla asgari derecede de olsa ilişkiye girmesi<br />

gerekmektedir. Varlık tanım gereği; var kılındığı yerde, diğer<br />

varlıklarla aynı alanı paylaşması ve bir yer sahibi olması<br />

gerektiğinden, onu önceleyen mevcuttaki varlığı, kavramsal<br />

ve hacimsel olarak ötelemek zorunluluğundadır. Bu durumda<br />

kabul edilmelidir ki her müdahalede çevre biraz daha kendi<br />

olmaklığının ötesine taşınır ve başkalaşır.<br />

ÇEVRE-ŞEHİR, ERKEK-KADIN PARADOKSU<br />

Şehir bir vakıa olarak, çevreyi başkalaşmaya doğru götüren en<br />

önemli unsurdur. İşte tam da bu ilişki, çevreyi şehirle birlikte<br />

değerlendirmeye neden olan unsurların başında gelir. Tabir<br />

caizse eğer çevre ile şehir; erkek ile kadının izdivacı gibi bir<br />

birliktelik sahibidirler. Birbirlerinden farklıdırlar ama birbirlerine<br />

muhtaçtırlar.


Şehir olmasa çevrenin ne olduğunu algılamakta zorlanırız;<br />

çünkü bir şeyi adlandırmak için bir başka şeye duyulan ihtiyaç,<br />

burada da bizi oldukça ilgilendirir. İnsana insan adını veren<br />

etrafında diğer varlıkların olmasıdır. Büyük küçüğün yanında<br />

büyüktür, yoksa büyüğün büyük olmaklığını, elde bir küçük<br />

bulundurmadan kavrayamayız. İnsanın kavrayışı ve algı dünyası<br />

böyle şekillenmiştir, başka bir yol ve yöntemin olabilmesi<br />

bugünkü verilerin ışığında mümkün görünmemektedir.<br />

NEFES ALAN ŞEHİRLER KURABİLMEK<br />

Çevreyi açığa çıkaran unsurun şehir olduğu ortadadır.<br />

Yaşadığımız bu modern çağda; eğer şehirlerimizdeki beton<br />

yığınları, bu kadar insana yabancı ve onu ezen bir yapıda<br />

olmasaydı, insanlar şehrin içinde en azından Ortaçağ şehirleri<br />

kadar nefes almayı becerebilselerdi, sabahları uyandıklarında<br />

gözlerini doğru dürüst bir güne açabilselerdi, başka bir açıdan<br />

bakıldığındaysa; apartmanlar eğer bir ağaç kadar estetik ve<br />

insana yakın görünebilseydi, yeşili balkonlarımızın haricinde,<br />

saksılarımızda ulaşabildiğimiz bir imkân değil de, bizi sarıp<br />

sarmalayan bir unsur olarak görebilseydik, şehirlerimizi ortadan<br />

cetvelle kesen ana arter kabiliyetindeki yollar, geometrinin<br />

egemenliğine amade unsurlar olarak tanzim edilmeyip, doğal<br />

arazi eğimini yansıtan bir şekle cevap verseydi eğer, çevreyle bir<br />

ölçüde iç içe olduğumuzdan onu bir ihtiyaç olarak adlandıramayacaktık.<br />

Çevrenin bizim<br />

için en olumlu ve<br />

en güzel yüzü, onu<br />

yaratıldığı kodlara<br />

ve forma tekrar<br />

geri döndürmekle<br />

sağlanabilir.<br />

•<br />

En iyi çevre,<br />

kendisine en az<br />

müdahalede<br />

bulunulmuş, en az<br />

deformasyona<br />

uğramış bir<br />

çevredir.<br />

sorumluluk da onun boynunun borcudur.<br />

ŞEHRİN ÇEVREYE<br />

KARŞI SORUMLULUĞU<br />

Şimdi yukarıda<br />

bahsedilenler ışığında,<br />

meseleyi daha bariz,<br />

daha elle tutulur bir<br />

hâle getirebiliriz. Yani<br />

ortaya konulan bütün<br />

bu olumsuzluklar<br />

çerçevesinde, çevre<br />

ihtiyacını açığa çıkaran<br />

unsur şehirdir ve dolayısıyla<br />

bu soruna cevap verecek<br />

olan da odur. Sorunu icat<br />

eden çözümü de potansiyel<br />

olarak bünyesinde<br />

barındırır. Yoksa içinden<br />

ırmaklar akan, yemyeşil<br />

ormanlarla kaplı, içme suyu<br />

pınarlarından sağlanan,<br />

oksijenini kendisi üreten bir<br />

mekanda, çevreye duyulan<br />

ihtiyaçtan bahsetmek<br />

abesle iştigal etmek olurdu.<br />

Doğal olarak ormanın,<br />

ırmağın, pınarların ve<br />

yemyeşil bir alanın çevreye<br />

ihtiyacı olmadığı gibi ona<br />

karşı duyabileceği bir<br />

sorumluluğu da yoktur.<br />

Çevreye karşı sorumluluk<br />

duyabilecek olan yapı, onu<br />

tehdit etme potansiyeline<br />

sahip olan şehirden başka<br />

bir unsur olamaz. Yani<br />

yok etme gücü kimdeyse<br />

Bu anlayışta kurulacak olan şehrin, yeşile duyarlı olması, ısınırken<br />

kirlenmemesi ve kirletmemesi, insan ölçeğini hesaba katan,<br />

belli bir estetik algıya sahip, çalışırken dinlenme imkânı sağlayan<br />

alanları barındıran, parklarıyla ve bahçeleriyle insana ferahlık<br />

duygusu veren, insan ve taşıt trafiği sorununu çözmüş, üzerinde<br />

yaşattığı insana iş imkanı barındıran ve günün bütün saatlerinde<br />

sokakları doğal (güneş) ışık alan bir yapıya sahip olması gerekmektedir.<br />

ŞEHİR İLE ÇEVRENİN MUTLU İZDİVACI<br />

Kısaca şunu söyleyebiliriz; bir şey kendisi üzerinde tanımlanamaz,<br />

çünkü bir şeyin tanımı için başka bir şeye ihtiyaç vardır.<br />

Örnek vermek gerekirse; orman kendiliğinden, kendi orman<br />

olmaklığını bilemez. Bu yakınlık ilişkisi ile de çözümlenebilecek<br />

bir durum değildir ve illa ki bir karşıtlık gereklidir. Yani ağaca<br />

duyulan ihtiyaç ilk elden ağacın ve ormanın sorunu değildir.<br />

Veyahut orman, orman olmaklığına dair bir bilgi sahibi olmak<br />

istiyorsa, o zaman ormanın dışında ve belli oranda da olsa zıtlık<br />

ilişkisi dâhilinde oluşumlara ihtiyacı var demektir. O zaman sorumluluk<br />

da sorunlu olma potansiyeline sahip olanın hanesine<br />

yazılır. Belki tekrar olacak ama; çevre bir sorumluluksa eğer,<br />

bu sorumlulukta sorunlu olan yegane unsur; şehirdir ve çözüm<br />

yukarıda denildiği gibi, şehir ve çevrenin izdivacından başka bir<br />

yerde bulunamaz.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 17


Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />

SİBEL GÖNÜL<br />

(KOCAELİ MİLLETVEKİLİ)<br />

Sehirlerin yaşanabilirliği, sürdürülebilirliğiyle<br />

bağlantılı<br />

olarak ele alınabilir. Bir şehrin<br />

yaşanabilir/sürdürülebilir olması<br />

çevresinden bağımsız<br />

olarak ele alınamaz, yönetilemez.<br />

Sosyal, ekonomik ve ekonomik<br />

gereksinimler arasında<br />

bir denge oluşturulmalıdır.<br />

Planlama eylemleri hem şehrin<br />

gelişimine katkıda bulunanlar<br />

için gereken güvenlik, altyapı,<br />

etkinlik, teşvik gibi unsurları,<br />

hem de o şehirde yaşayan<br />

vatandaşların beklentilerini,<br />

taleplerini karşılamalıdır.<br />

Kötü planlama ve şehir yönetimi<br />

şehir ekonomileri, çevre ve<br />

toplum için endişe verici sonuçlara<br />

neden olabilir. Bu tür<br />

bir yönetimle kentin gelişmesine<br />

ayak uydurulamayacak,<br />

hizmet götürülemeyen sağlıksız<br />

yerleşim bölgeleri ortaya<br />

çıkacak, sosyal rahatsızlıklar,<br />

ekonomik verimsizlikler ortaya<br />

çıkacaktır.<br />

Şehir yönetimlerinin kentselçevresel<br />

ilişkiler, kentlerin<br />

hinterlanı ile ilişkileri ve küresel<br />

toplum üzerinde önemli etkisi<br />

bulunmaktadır. Etkin şehir<br />

yönetimleri şehirleri daha<br />

rekabetçi, daha etkin ve daha<br />

çekici hale getirebilirler.<br />

Yaşanabilir/sürdürülebilir gelişme<br />

çok boyutludur. Karmaşık<br />

ve çoğunlukla çatışan ilişkilerin<br />

18<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

anlaşılmasını gerektirir. Bu da<br />

ancak bütünleşik bir yaklaşım<br />

ve bütünleşme kültürüyle<br />

mümkün olabilir. Çevresel<br />

konuları şehir planlama konularıyla<br />

bütünleştiren stratejik<br />

yaklaşımlar bulunmaktadır.<br />

Politika araçları, süreçle ve<br />

yönetimle ilgili düzenlemeler<br />

bunlardan bazılarıdır.<br />

SAKİNE ÖZ<br />

(MANİSA MİLLETVEKİLİ -<br />

MİMAR)<br />

"Çevresinden sorumlu şehir",<br />

kentleşme ve çevre yazınında<br />

çok kullanılan bir terim olmamakla<br />

birlikte, kentleşmenin<br />

yarattığı sorunların en aza<br />

indirilmesi açısından yeni bir<br />

planlama modeline kaynaklık<br />

edebilir.<br />

Fazlasıyla insan-merkezli, diğer<br />

deyişle, tümüyle insanın<br />

kentteki yaşam alanına odaklanan,<br />

onun konfor ve düzeni<br />

için doğa unsurlarını tahrip<br />

edebilen bir kent modelinin<br />

yarattığı çevre sorunları, "sorumlu<br />

şehir" kavramı etrafında<br />

yeniden tartışmaya açılabilir.<br />

Kentleşme; nüfus birikimi,<br />

sanayileşme, altyapı, yakıt<br />

tüketimi, atık, yapılaşma<br />

(konut, fabrika vb.) gibi belli<br />

başlı nedenlerle çevreye zarar<br />

vermektedir. Bu zarar, boyutu<br />

değişmekle birlikte, adeta<br />

kentleşme olgusunun doğal<br />

sonucudur.<br />

Önemli olan, bu zararın en aza<br />

indirgenmesi sağlayabilmek,<br />

kentleri çevreyle uyumlu bir<br />

planlamayla yeniden düşünebilmektir.<br />

Kentleşmede doğayla<br />

uyumlu enerji tüketimini<br />

sağlayabilmek, atık yönetimini<br />

sağlıklı ilerletebilmek, geri dönüşüm<br />

sistemlerini oturtmak,<br />

altyapıda doğaya zarar vermeyen<br />

yöntemlere yönelmek,<br />

nüfus yoğunluğunu belli alanlara<br />

dağıtabilmek bu "sorumlu<br />

şehircilik" anlayışının örnekleri<br />

arasında tartışılabilir.<br />

Tüm bu örnekler, öncelikle insan-merkezli<br />

kurgulanan doğa<br />

ve kent yaşamının değiştirilmesinden<br />

geçecektir. Doğanın<br />

diğer bileşenleri de kentleşmenin<br />

yarattığı sonuçlardan<br />

"en az etkilenecek" derecede<br />

planlamaya dahil edilmelidir.<br />

Kentte yaşayan canlıların birbirlerinin<br />

yaşam koşullarına<br />

saygılı, onların beslenme ve<br />

barınma ihtiyaçlarını, sosyal<br />

ve kültürel ihtiyaçlarını rahat<br />

karşılatacak kentlerin planlanması,<br />

o şehirde yaşayanları<br />

daha mutlu edecektir. Kentlerin<br />

iyi planlanmış, “çevresinden<br />

sorumlu” olmalarının<br />

göstergesi; plancıların planladıkları<br />

kentlerin içinde yaşayan<br />

canlıların sağlığı, huzuru ve<br />

mutluluğudur. Konuya insanlar<br />

açısından bakıldığında; yorucu<br />

çalışma temposundan sonra<br />

huzur bulabileceği mekânlara<br />

sorunsuz ulaşabilmesi insanların<br />

en büyük beklentisidir. Bu<br />

beklentiyi karşılamak da şehir<br />

plancılarının görevidir.<br />

Planlama olgusu, piyasa şartlarına<br />

ve belli bürokratik mekanizmaların<br />

merkezden karar<br />

vericiliğine terk edilmemelidir.<br />

Kamusal bir sorumlulukla ve<br />

Türkiye'nin plancı birikiminden<br />

faydalanılarak, yerel halk ve sivil<br />

toplum örgütlerinin, meslek<br />

odalarının sürece aktif katılım<br />

yolları açık tutulmalı, taraflar<br />

düzenli bilgilendirilmelidir.<br />

Büyük/bütün şehirler yaratma<br />

pahasına, daha fazla yatırım<br />

çekmek adına, çevresel sorumluluklarımızdan,<br />

doğanın<br />

dengesinden ve halkın ortak<br />

kullanımına açık alanlardan<br />

vazgeçemeyiz.<br />

Kentin içinde yaşayacak canlıların<br />

birbirleri ile bütünleşip,<br />

yaşam koşullarına saygılı, beslenme<br />

ve barınma ihtiyaçlarını,<br />

sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını<br />

karşılayacak şekilde kentlerin<br />

planlanması o şehirde yaşayanları<br />

daha mutlu edecektir.<br />

Kentlerin iyi planlanmış, çevresinden<br />

sorumlu olmasının<br />

göstergesi; Plancıların planladıkları<br />

kentlerin içinde yaşayan<br />

insanların, mutluluğuyla<br />

ölçülür.


Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />

Yorucu çalışma temposundan<br />

sonra huzur bulabileceği<br />

mekânlara sorunsuz ulaşabilmesi<br />

insanların en büyük<br />

beklentisidir. Bu beklentiyi<br />

karşılamakta şehir plancılarının<br />

görevidir.<br />

DR. LÜTFÜ ŞEHSUVAROĞLU:<br />

ESKİ ŞEHRİN RÜZGÂRI YAŞA-<br />

TILMALIDIR<br />

Çevreye duyarlı şehirler inşa<br />

etmek kabil mi? Günümüzde<br />

Le Corbusier’in hayal ettiği<br />

hijyenik modern irileşebilen<br />

kentleri, yahut Howard’ın<br />

yeşil kuşak üretebilen iyimser<br />

kentleşmeci anlayışı ihya<br />

edilebilir şehir imkânını bize<br />

veriyor mu? Hem çevreyi<br />

koruyarak hem de irileşerek<br />

var olmak mümkün mü?<br />

Bugün artık görüyoruz ki bazı<br />

başkentler bile sıfırdan inşa<br />

edilebiliyor. İşte Kazakistan’ın<br />

yeni başkenti Astana… Tamamen<br />

başkent olmaya planlanmış<br />

yepyeni imar planıyla,<br />

düzgün caddeleri, meydanları,<br />

parkları ve devlet binalarıyla<br />

maket gibi kent. Gürcistan da<br />

böylesi sıfırdan inşa edilmekte<br />

olan bir kent tasavvurunu<br />

hayata geçiriyor.<br />

“Tarih Boyunca Kent” kitabında<br />

Lewis Mumford kültürel,<br />

çevresel, sosyolojik ve iktisadi<br />

her boyutuyla kent kuramlarını<br />

masaya yatırmış, dünyadaki<br />

bütün kentleri ve gelişimlerini<br />

incelemiş; ama İslami şehir<br />

anlayışını, şehir mimarisini,<br />

Osmanlı kentlerini hiç ele almamış.<br />

Campanella’nın “Güneş<br />

Ülkesi”nde anlattığı gibi bir<br />

kent anlayışı kadim çağlardan<br />

beri mabedler etrafında ticaret<br />

ve eğitim ve sonra konutlar biçiminde<br />

dairesel bir yerleşimi<br />

model aldığımız bir şey midir?<br />

Türk İslam şehir mimarisi, nasıl<br />

bir temel anlayışın izlerini taşır?<br />

Şehir nedir, nasıl meydana<br />

çıkar, nasıl gelişir, neyi ifade<br />

eder, neleri taşır? Bir şehir<br />

sadece köyden daha irice olarak<br />

insan kalabalıklarını bünyesinde<br />

barındıran binalar yığını<br />

mıdır? Bir şehir sadece bugünkü<br />

yüzüyle bir şehir midir?<br />

Bazıları yüzlerce, bazıları binlerce<br />

yıllık bir geçmişe sahip<br />

olan şehirlerin tarihsel kimliklerinin<br />

geleceğe dair ipotekleri,<br />

sınırlılıkları ve açılımları yok<br />

mudur? Şehirler, bünyesinde<br />

barındırdıkları veya idaresine<br />

getirdikleri tarafından ihanete<br />

nasıl uğrar? Uğrar mı?<br />

Şehrin kimliğini, dokusunu,<br />

hususiyetini nasıl muhafaza<br />

edebiliriz, şehri geliştirme<br />

derken bundan ne<br />

anlamalıyız? Şehrin hafızası<br />

var mıdır? Yapacağımız<br />

yanlışlardan dolayı bu hafıza<br />

bizi ikaz edebilir ve bize engel<br />

olabilir mi? Şehrin hafızası olan<br />

nedir? Şehrin tarihi mi? Şehrin<br />

güngörmüş yaşlıları mı? Şehrin<br />

sokakları, caddeleri, eski<br />

yapıları; mabetleri, çarşıları,<br />

kaleleri, limanları, hanları,<br />

hamamları, köprüleri, kuleleri,<br />

bacaları, anıt ağaçları mı?<br />

Bir yol açmağa kalktığınızda<br />

orada boynu bükük duran<br />

bir mezar taşı, bir cumbalı<br />

taş yahut ahşap ev, köhne bir<br />

cami, bir kale duvarı, bir eski<br />

pazaryeri kalıntısı size bir şey<br />

anlatmıyorsa; “ehemmi mühime<br />

tercih” noktasında bir<br />

tefrik etme hazinesine sahip<br />

değilseniz, idrakiniz dumura<br />

uğramışsa şehrin hafızası size<br />

ne anlatırsa anlatsın boşuna…<br />

Çevreye duyarlı şehir anlayışı<br />

geliştirebilmek, tarihi dokuyu<br />

muhafaza anlayışı ile bir<br />

olduğu kadar, şehri tıpkı bir<br />

canlı organizma gibi kabul<br />

etmekten geçer. Şehir kendi<br />

sürdürülebilirliği içinde<br />

gelişir. Sokaklar, caddeler,<br />

konutlar, ticarethaneler,<br />

bağlar, bahçeler, yeni ve<br />

modern yapılar… Şehre<br />

tahakküm, şehrin tıpkı bir canlı<br />

organizmaya aşırı yüklenme<br />

gibi metabolizmasını bozacak<br />

işlev görmesine sebebiyet<br />

verir. Transformasyona<br />

uğrayan canlı ne hale gelirse o<br />

haller başına gelir… Tuhaf bir<br />

yaratık haline dönüşür.<br />

Oysa eski şehirleri öylece bırakmalı<br />

hatta mümkünse sonradan<br />

yanlış bir felsefeyle yapılan<br />

yapıları yıkılmalı; yerine<br />

çevre kentler ve yeni kentler<br />

arterlerle bağlanacak şekilde<br />

inşa edilmelidir. Eski şehrin<br />

rüzgârı yaşatılmalıdır.<br />

Soruyu tekrarlayalım: Çevreye<br />

karşı duyarlı şehir mümkün<br />

mü? Şehir emini varsa belki.<br />

YAZAR BÜLENT AKYÜREK’İN<br />

TOKİ KUŞLARI RÜYASI!<br />

İnsanları sosyalleştirmesi<br />

gereken şehirler nedense<br />

yüzyıllardır yalnızlaştırıyor;<br />

çünkü bir yaşam alanı olarak<br />

düzenlenen şehirlerin faturası<br />

çok kabarık. Daha çok, resmi<br />

ilişkilerin, kuralların insanları<br />

düzenlediği, ilmihal bilgisinin<br />

yok sayıldığı şehircilik anlayışını<br />

getiren Batı kendi çukurunda<br />

boğuluyor bence.<br />

Bizim şehirlerimiz konforlu<br />

olmasın demiyorum; sadece<br />

ana kucağı gibi saran; yardım<br />

kuruluşları ve hayır kurumları<br />

bizi düştüğümüz yerden ayağa<br />

kaldırsın yeter.<br />

Bir köy büyüyünce şehir olmaz<br />

fakat bir şehir gökdelenleriyle<br />

birlikte olgunlaşırsa, kemale<br />

ererse işte orası evimiz olur.<br />

Bu minvalde TOKİ'lere çok iş<br />

düşüyor. En azından yapılan<br />

binalara kuş evi monte ederek<br />

mahlûkatla barışsak, orada<br />

karnını doyuran, suyunu içen<br />

her kuşun duası hepimize<br />

yetmez mi?<br />

Bir rüya görüyorsun diyebilirsiniz.<br />

Evet; biz rüyasını görelim<br />

devlet yapsın. Zaten demokrasi<br />

halkın kendi kendine rüya<br />

görmesi değil midir? Demokrasiye<br />

de, rüyalara da inanıyorum,<br />

belli mi olur?<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 19


Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />

BİSİKLET FEDERASYONU<br />

BAŞKANI EMİN MÜFTÜOĞLU:<br />

ALANYA’DAKİ KİRALIK<br />

BİSİKLETUYGULAMASI<br />

YAYGINLAŞMALI<br />

Çevresinden sorumlu<br />

şehirler kurmak elbette<br />

mümkün, hatta gerekli ve<br />

böyle şehirlerin ivedilikle<br />

kurulması gerekiyor. Şayet<br />

kurulmazsa insanlar doktordan<br />

geri gelemeyecekler<br />

Çevreye harcanacak zaman<br />

ve paraların, doktor ve<br />

hastanelerden tasarruf edilmiş<br />

olduğunu düşünüyorum.<br />

Çevresini korumayan<br />

şehirlerde yaşayanlar, sağlıklı<br />

ve kaliteli yaşamdan uzak<br />

kalıyorlar; inanılmaz mutsuz<br />

ve huzursuz bir şekilde ömür<br />

tüketiyorlar. İnsanlara, sağlıklı<br />

bir şekilde yaşayabilecekleri,<br />

spor yapabilecekleri ve sağlık<br />

kontrolüne gittiklerinde<br />

hastanelerden boyunları bükük<br />

olmadan ayrılabilecekleri<br />

yaşam alanları hazırlamak<br />

gerekir.<br />

Alanya Belediyesi’yle birlikte<br />

başlattığımız, sonrasında İstanbul<br />

Büyükşehir Belediyesi<br />

tarafından da uygulanan proje<br />

bu anlamda güzel bir örnek<br />

teşkil etmektedir. Bisiklet Şehri<br />

Alanya sloganıyla yürüttüğümüz<br />

proje kapsamında; özellikle<br />

sahil şeridi ve yayaların<br />

yoğun olduğu 20 noktada bisiklet<br />

istasyonları oluşturuldu.<br />

Buralarda şu anda 250 bisiklet<br />

20<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

hizmet veriyor. Bisikletlerin<br />

1 saatlik sürüşü ücretsiz; ilk 1<br />

saatten sonra her saat ücreti 2<br />

TL, günlük ücret ise 10 TL olarak<br />

belirlendi. Bir terminalden<br />

binen sürücü, bisikleti aldığı<br />

noktaya geri getirmek zorunda<br />

değil; istediği bir terminale<br />

kredi kartını okutarak bisikleti<br />

kilitleyebiliyor. 1 saatlik sürüşten<br />

sonra bisikleti teslim<br />

eden kullanıcı, başka bir terminalden<br />

bir bisiklet daha alıp<br />

onu da hiç ücret ödemeden<br />

1 saat kullanabiliyor. Böylece<br />

şehir merkezinin trafiği hayli<br />

rahatlamaya başladı. Alanya’da<br />

vatandaşlar, turistler, çevreciler<br />

ve öğrenciler tarafından büyük<br />

ilgi gören uygulamanın diğer<br />

şehirlerimizde de başlatılmasının,<br />

çevreci şehirler kurulması<br />

hedefine ulaşmada önemli bir<br />

adım oluşturacağını düşünüyorum.<br />

Öte yandan biliyorsunuz,<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />

güvenli bisiklet yollarının yapılması<br />

için uygun projelere her<br />

türlü desteği veriyor. Bu uygulama<br />

bizi ve çevreye duyarlı<br />

herkesi mutlu ediyor.<br />

TOLGA BUZCU<br />

(PEYZAJ MİMARI-KENTSEL<br />

TASARIMCI)<br />

İnsan yaşadığı mekânla anlam<br />

kazanan bir varlıktır. İlk çağlardan<br />

beri insanoğlu, yaşadığı<br />

çevrede bıraktığı izlerle yaşam<br />

biçimlerini ve kültürel geçmişlerini<br />

tarihi miras olarak ileriki<br />

nesillere aktarmıştır.<br />

Her mekân o çevrede yaşayan<br />

insanların kültürünü ve yaşam<br />

biçimini yansıtmaktadır. Şehirlerde<br />

yapılan her türlü değişiklik,<br />

çevresinde ve kendi gelişim<br />

sürecinde bölgede bulunan<br />

toplumunun yapı taşlarında<br />

önemli değişikliklere yol açacaktır.<br />

Bu rolü üstlenen biz<br />

Mimar, Mühendislerin şehirlerin<br />

yapılanmasındaki rolü önem<br />

arz etmektedir.<br />

• Çevresinden Sorumlu Şehirler<br />

Kurmak Gerçekten Mümkün<br />

müdür?<br />

• Evet Mümkündür!<br />

Çevresinden sorumlu şehir anlayışı,<br />

plan üstünde yaşam savaşı<br />

veren geometrik şekillerle<br />

ifade edilen planlardan ziyade,<br />

yaşayan ve gelişen toplum<br />

sürecinde sürdürülebilir kaynakların<br />

kullanıldığı ürünlerle<br />

zenginleştirilmiş bir çevrede<br />

nefes alan yaşam alanları<br />

kurmakla gerçekleşecektir. Bu<br />

da doğayı korumak amacı ile<br />

kendi çizdiğimiz akslar yerine<br />

Doğa Kanunlarına uyum<br />

sağlamış mekânların gelecek<br />

nesillere aktarılabilmesi ile<br />

gerçekleşecektir.<br />

YRD. DOÇ. DR. EROL İLHAN:<br />

TÜM ŞEHİRLER ÇEVRESEL<br />

ÖZELLİKLERİYLE ANILIR<br />

Şehirler, belli bir çevre<br />

üzerinde kuruldukları için,<br />

aslında çevresinden sorumlu<br />

olmak zorundalar. Günümüzde<br />

ise şehir, doğal çevrenin<br />

dışında bir yapı gibi algılanıyor.<br />

Bilinçli şehirleşen ülkelerde<br />

gördüğümüz üzere şehir<br />

ve çevre iç içedir. Gerekirse<br />

asırlık ağaçları kesmemek<br />

için yolu bile değiştiriyorlar.<br />

Çevre, insanoğlunun yaşadığı,<br />

çoğaldığı, ürettiği yegâne yer<br />

olduğu için insanı çevreden<br />

soyutlayamayız. Şehirlerin<br />

sadece binalardan oluşan<br />

yerler olmadığını anlamamız<br />

gerekiyor. Şehirler çoğu zaman<br />

çevresel özellikleriyle anılıyor,<br />

Ağrı Dağı, Van Gölü gibi,<br />

bunlara özen gösterilmediği<br />

takdirde şehir anlamını<br />

yitirebilir. Bu konu üzerine<br />

konuşuyorsak eğer, demek<br />

ki şehirlerimiz kurulurken<br />

çevre duyarlılığı gözetilmiyor.<br />

Tabiatın kanunlarına uymalıyız.<br />

Yoksa Amerika’daki tayfun<br />

felaketleri gibi felaketlerle,<br />

dere yatağındaki evlerimizin<br />

su altında kalmasıyla karşılaşırız.<br />

Aslında bu konuyu konuşmak<br />

bile abes. Yapmamız<br />

gereken duyarlı davranmak.<br />

NEJLA SAKINMAZ<br />

(ÖĞRENCİ, ANKARA)<br />

Çevresinden sorumlu şehirler<br />

kurulabilmesi belediyelerin<br />

hassasiyeti ve devlet politikasıyla<br />

sağlanabilir. Doğayı<br />

evimizi korur gibi korumamız<br />

gerekiyor. Öncelikle çöplerin<br />

ayrıştırılması gerekiyor. Rüzgâr


Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />

enerjisinden muhakkak faydalanmamız<br />

gerekiyor. Binaların<br />

yüksekliğini de çok abartıyoruz.<br />

Toprak sıkıntımız olmadığı<br />

hâlde katlı binalar yapmak<br />

anlamsız. Ülkemiz için daha erken,<br />

nereden başlasak kârdır.<br />

SEDAT DOĞUALP (GÜVENLİK<br />

GÖREVLİSİ, ANKARA)<br />

Çevresinden sorumlu şehirler<br />

bakanlıkların, belediyelerin<br />

kararlı tutumlarıyla kurulabilir.<br />

Türkiye’nin nüfusu hızlı arttığı<br />

için bu konuya gereken hassasiyet<br />

hemen gösterilmelidir.<br />

Tabii ki insanların da bilinçlenmesi<br />

lazım; bilinçli insan<br />

çevreye zarar vermez. Şehirde<br />

yaşayan insanlar daha asabi<br />

olurlar, temiz hava, toprak<br />

insanı çok etkiler. Bu nedenle<br />

çevresine duyarlı şehirlerde<br />

yaşayanlar daha mutlu bir<br />

yaşam sürerler.<br />

TALHA TAŞ (İŞÇİ, MERSİN)<br />

Şehirler kurulurken verimli bölgeler<br />

yerine verimsiz bölgeler<br />

tercih edilmeli ki, verimli top-<br />

raklarda tarım yapılabilsin. Biz<br />

Akdeniz şehri olan Mersin’de<br />

maalesef denize önem verilmiyor;<br />

temizliği aksıyor, yapılmıyor.<br />

Merkezin sahilinde yüzemezsiniz.<br />

50-60 km gitmeniz<br />

gerekiyor yüzmeniz için. Öte<br />

yandan belediyelerin bilinçsiz<br />

asfalt kullanımı çevreye zarar<br />

veriyor. Oksijen yaşam kaynağımız<br />

olduğu için ağaçlara<br />

öncelik tanımamız gerekiyor.<br />

Ormanlar da çok bilinçsizce<br />

tahrip ediliyor.<br />

METİN ATA (TAKSİCİ,<br />

ANKARA)<br />

Ülkemizde sadece Karadeniz<br />

bölgesi, çevresinden sorumlu<br />

gibi görünüyor. Büyükşehirler<br />

betondan ibaret. Ben<br />

Ankara’nın her hemen her<br />

bölgesine gidiyorum, pek<br />

ağaçlık alan göremiyorum. Bir<br />

de Ankara’da çöpler sokağa<br />

atılıyor. Çevresinden sorumlu<br />

şehir oluşturulacaksa çöplerden<br />

başlanabilir. Bence çevresinden<br />

sorumlu kentleri bakanlıklar<br />

kurabilir. Bakanlıklar hem<br />

vatandaşları eğiterek hem de<br />

düzenli şehirler kurarak bunu<br />

sağlayabilir.<br />

MUSTAFA DEMİR (MEMUR,<br />

SAMSUN)<br />

Çevreye karşı sorumlu<br />

şehirlerin oluşması için birkaç<br />

neslin geçmesi gerekiyor.<br />

Şimdiki nesil öncekilere göre<br />

çevreye karşı daha hassas.<br />

Yetkililerin de karar verirken<br />

stratejik davranması gerekiyor.<br />

Mesela Muğla turizm kenti<br />

olduğu hâlde Yatağan’a termik<br />

santral yaptılar. Yanlış. Dönüştürülebilir<br />

enerji kaynaklarına<br />

yönelmek de kuracağımız<br />

şehirleri doğayla iç içe, daha<br />

yaşanabilir ve daha düzgün<br />

yapacaktır.<br />

DİLAY BAYKAL AKGÜN<br />

(HEMŞİRE, ERZURUM)<br />

Bu sorumluluk belediyelerin<br />

uygulamalarıyla başlar.<br />

Erzurum’un Kayak Yolu bölgesinde<br />

son yıllarda ürkütücü<br />

bir yapılanma var. Çok plansız<br />

projeler uygulandığı için evler<br />

iç içe geçmiş durumda.<br />

Yeşil alan yok denecek kadar<br />

az. Ben bir anneyim ve<br />

çocuklarıma hava aldıracak<br />

alan bulmakta zorlanıyorum.<br />

Apartmanların aralarına küçük<br />

küçük parklar yapmışlar<br />

20-30 çocuk beraber oyun<br />

oynayamıyor. Oyun parklarının<br />

çocuklara ait olduğunu düşünmeden,<br />

hiç güneş almayacak<br />

yerlere yerleştirmişler. Yapıları<br />

dikerken ticaretin dışında önce<br />

insan faktörünü düşünmek<br />

lazım, ağaçları kesinlikle unutmamak<br />

lazım. Hiç yeni dikilmiş<br />

ağaç görmüyorum. Önceden<br />

dikilmiş ağaçlar da olmasa<br />

ağaçsız da kalabilirdik. İlkokuldaki<br />

çocuklara farkındalık<br />

yaratma amaçlı, boş alanlara<br />

ağaç diktirilebilir veyahut ağaç<br />

dikili bölgelerde temizlik yaptırılabilir.<br />

OĞUZHAN TAŞÇI<br />

(REKLAMCI, İSTANBUL)<br />

Ekonomi ve eğitim seviyesi<br />

düştükçe çevreye duyarlılık<br />

azalıyor. Çevreye sorumluluk<br />

ağaçla başlar. Bina yapmak<br />

için alanları nasıl buluyorsak<br />

ağaç dikmek için de alanlar<br />

bulmalıyız. Ağaç dikmek için<br />

de kamulaştırmalar yapmalıyız.<br />

İstanbul’da bir metrelik<br />

boş alandan bile rant elde etmeye<br />

çalışıyorlar. Ne zaman ki<br />

gökdelen yerine önceliği ağaca<br />

verirsek, o zaman çevresine<br />

sorumlu bilince ulaşırız. Sadece<br />

doğayı korumakla da görevimizi<br />

yerine getirmiş olmayız.<br />

Var olanı koruyup nasıl çoğaltabiliriz<br />

diye düşünmemiz<br />

gerekiyor. Enerjimizi doğadan<br />

karşılamak demek, tepeye<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 21


Ç E V R E S İ N D E N S O R U M L U Ş E H İ R L E R K U R M A K • S O R U Ş T U R M A<br />

rüzgâr değirmeni dikmek demek<br />

değildir. Onu da bilinçli<br />

yapmak gerekir; yoksa onun<br />

da zararını görürüz. Eskişehir<br />

bu konuda örnek alınabilecek<br />

bir şehrimiz.<br />

SEDA ÖZDEMİR<br />

(İŞSİZ, ADANA)<br />

Çevresine sorumlu kent, o<br />

kentte yaşayanların bilinç<br />

düzeyleriyle doğru orantılıdır.<br />

Eğer bir şehir kurulurken<br />

düzensiz yapılanıyorsa daha<br />

sonra orayı kurtarmak güçleşir.<br />

Burada görev sadece belediyeye<br />

veya devlete düşmüyor.<br />

Vatandaşla belediye arasında<br />

görev paylaşımı olmalı. Vatandaşların<br />

çevredeki sorunları<br />

yetkililere bildirilmeleri önemli<br />

bir adımdır. Mersin’de de bulunduğum<br />

için biliyorum; Büyükşehir<br />

Belediyesinin yaptığı<br />

çoğu tesisler kullanılamıyor.<br />

Çünkü bölgenin jeolojisine<br />

uygun değil. İstanbul Büyükşehir<br />

Belediyesi ise akıllı bisiklet<br />

kullanımını hayata geçirmiş.<br />

İnsanlar kredi kartlarıyla bisiklet<br />

istasyonların kiralayıp<br />

biniyorlar. Bu tip uygulamalar<br />

yaygınlaşmalı.<br />

ERHAN ŞATUR (GARSON,<br />

ANKARA)<br />

Her şeyden önce sermaye<br />

sahiplerinin daha çok para<br />

kazanabilmek için çevreye zarar<br />

veren davranışlardan uzak<br />

durmaları, orman alanlarını<br />

tahrip etmemeleri gerekiyor.<br />

Akdeniz kıyılarındaki beton<br />

22<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

yığınlarının orman alanlarına<br />

doğru nasıl ilerlediğini hepimiz<br />

görüyoruz. İnsanlar doğanın<br />

bir parçası olduklarını hatırlamalılar.<br />

Toplum ekolojik sistem<br />

üzerine eğitilmeli. Okulda<br />

eğitim yetersizse kurslar açılmalı,<br />

cuma namazı vaazlarında<br />

bunlardan bahsedilmeli, sivil<br />

toplum kuruluşları seminerler<br />

vermeli. Her bölgenin insanının<br />

Karadenizliler gibi çevresine<br />

sahip çıkmalı. Toprak kirlenirse,<br />

su da kirlenir, hava da.<br />

Birini gözden çıkarırsak hepsini<br />

gözden çıkarmış oluruz.<br />

Kanunlar da HES’leri protesto<br />

edenleri suçlu çıkaramayacak<br />

şekilde yazılmalı. Çevresinden<br />

sorumlu kent kurmak için<br />

uygulamaların odağına çevrenin<br />

olması lazım, sermayenin<br />

güdümünden sıyrılmadıkça<br />

çevreyle barışamayız.<br />

GÜLŞEN NALÇACI<br />

(EMEKLİ, İZMİR)<br />

Bu konuda belediyelere büyük<br />

sorumluluk düşüyor. Cadde ve<br />

sokaklar sanki gittikçe daralıyor,<br />

binalar neredeyse nefes<br />

alamayacak kadar sıkışmış<br />

durumdalar. Enerji kullanımında<br />

ihtiyacımızdan fazlasını<br />

tüketmemek gerekiyor. Özellikle<br />

büyük şehirler ışıklandırmalar<br />

yüzünden elektrik boşa<br />

harcanıyor. Egenin incisi İzmir<br />

maalesef beton bakımından<br />

zengin bir şehir haline geldi;<br />

merkezde ağaç yok giyebiliriz.<br />

Ankara’daki ağaçlandırma<br />

ise duyarlılık göstergesi. Bu<br />

duyarlılık yeni nesille birlikte<br />

daha da kuvvetleniyor. Gençler,<br />

çevreyi yaşlılardan daha<br />

çok umursuyor, daha hassas.<br />

Genç yöneticiler çevreye daha<br />

bir önem veriyorlar.<br />

SERHAT BATMACA<br />

(ÖĞRENCİ, ELAZIĞ)<br />

Yenilenebilir enerji kaynaklarını<br />

kullanarak işe başlayabiliriz.<br />

Almanya ihtiyacı olan enerjinin<br />

%65’ini yenilenebilir kaynaklardan<br />

karşılıyor. Hatta üretilen<br />

enerjinin bir kısmını da ihraç<br />

ediyorlar. Türkiye’de iklim<br />

koşulları daha müsait olduğu<br />

hâlde niçin bu başarılamıyor?<br />

Halk tercihini çevreye duyarlı<br />

araçların ürettiklerinden yana<br />

yaparsa, şirketler de talebe<br />

göre davranmak zorunda kalacaktır.<br />

Böylece hem üretim<br />

araçları hem de üretilenler<br />

çevreye uyumlu hale gelecektir.<br />

Mesela önceden nükleer<br />

santral kurup doğayla oynayan<br />

dünyaca ünlü şirketler şimdi,<br />

yenilenebilir enerji kaynaklarının<br />

aletlerini seri üretiyor. Çünkü<br />

gelişmiş ülkeler enerjilerini<br />

yenilenebilir kaynaklardan<br />

üretiyor. Sermaye sahiplerinin<br />

çıkarları doğrultusunda politikalar<br />

uygulanırsa geri dönülemez<br />

yollara gireriz. Bir anda<br />

hem doğal çevremizden oluruz<br />

hem de büyük şirketlerin kölesi<br />

hâline geliriz.


OSMANLI TAPULARI İÇİN<br />

ULUSLARARASI KONGRE<br />

23 farklı ülkeden 32 bilim adamının 36 bildiri sunacağı kongreye, yurt içi ve<br />

yurt dışından çok sayıda tarihçi ve bilim adamı davet edildi.<br />

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve<br />

Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından<br />

organize edilen ve 21-23 Kasım 2012<br />

tarihinde İstanbul'da düzenlenecek olan<br />

'Osmanlı Coğrafyası Kültürel Arşiv Mirasının<br />

Yönetimi ve Tapu Arşivlerinin Rolü<br />

Uluslararası Kongresi'yle ilgili tanıtım<br />

toplantısı yapıldı.<br />

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü<br />

Arşiv Dairesi Başkanlığı binasında düzenlenen<br />

tanıtım toplantısına Çevre ve<br />

Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar,<br />

Tapu Kadastro Genel Müdürü Davut<br />

Güney, Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü<br />

Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Kurt ve<br />

birçok tarihçi ve öğretim üyesi katıldı.<br />

Bakan Bayraktar, toplantı öncesi beraberindeki<br />

heyetle Osmanlı Dönemi Arşiv<br />

Belgeleri'nin sergilendiği salonu gezdi.<br />

GENEL MÜDÜR GÜNEY:<br />

TARİHİ BİR GÖREV<br />

Uluslararası kongrede sahip olunan<br />

kültürel arşiv mirasının tanıtılması ve<br />

paylaşılmasının amaçlandığını belirten<br />

Tapu Kadastro Genel Müdürü Davut<br />

Güney, "Osmanlı arşiv mirasının büyük<br />

bir kısmı ülkemizde bulunuyor. Diğer bir<br />

kısmı da Osmanlı'nın hakimiyet kurduğu<br />

devletlerin arşiv ve kütüphanelerinde<br />

muhafaza edilmekte. Bu kongre ile<br />

Osmanlı'dan intikal eden arşiv hazinelerinin<br />

bulunduğu Kuyudu Kadime Arşivi<br />

tüm detayları ile ortaya konulacak ve<br />

önemli bir tarihi görev yerine getirilmiş<br />

olacak." diye konuştu.<br />

PROF. KURT: GELİŞMELER<br />

MEMNUNİYET VERİCİ<br />

Bilim adamları olarak arşiv malzemelerinin<br />

50-60 yıl sonra bilim insanlarının<br />

hizmetine açılmasını beklediğini belirten<br />

Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü<br />

Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Kurt, "Böyle<br />

yaparsak dünya bilimi daha çok ilerler.<br />

Bu konuda gerekli adımların atılacağına<br />

inanıyorum. Son yapılan düzenlemelerle<br />

bilim adamlarının bu arşivlerden daha<br />

çok yararlandırılması konusunda alınan<br />

çabaları memnuniyetle öğrendik." açıklamasında<br />

bulundu.<br />

BAKAN BAYRAKTAR:<br />

ARŞİVLER MİLLİ HAFIZAMIZ<br />

Bakanlıklarını yaşanabilir çevre, marka<br />

şehirler ve lider ülke misyonuyla<br />

şekillendirdiklerini belirten Bayraktar,<br />

"Geçmişimizin verilerinden büyük ölçüde<br />

faydalanıyoruz. Mirasını devraldığımız<br />

medeniyetimizin büyüklüğünün<br />

farkındayız." dedi. Arşivlerin devlet ve<br />

milletlerin hafızası olduğunu vurgulayan<br />

Bayraktar, şunları söyledi: “Tapu; insan,<br />

devlet ve toprak üçgeninde, insanın<br />

mülkiyet hakkını güvence altına almanın<br />

bir diğer adıdır. Arşiv ise, devletin,<br />

hafızası hükmündedir. Bu doğrultuda<br />

gayemiz, Osmanlı mülkünde var olan,<br />

bu hafızanın, sadece Osmanlı bakiyesi<br />

olarak kalması değil, bir dünya mirası<br />

olarak değerlendirilmesidir.”<br />

OSMANLI’NIN GÜCÜ<br />

ARŞİVİNDE SAKLI…<br />

Bu gibi çalışmaların; dünya yazılı<br />

kültürüne ve gelecek kuşaklara, kayda<br />

değer bir katkı sunmasını umduklarını<br />

kaydeden Bayraktar, açıklamalarını<br />

şöyle sürdürdü:<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 23


“Bir devletin toprakları ne kadar geniş,<br />

ilmi ne kadar engin, geçmişi ne kadar<br />

köklü ise, o devletin hafızası da o kadar<br />

güçlüdür. Osmanlı Devleti; bütün bu<br />

özelliklere sahip, ender devletlerden<br />

biridir. Bu meyanda geride, çok geniş<br />

bir arşiv ve yazılı evrak bırakmıştır.<br />

Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti; 24<br />

milyon kilometre karelik oldukça geniş<br />

bir yüz ölçüme ulaşmış, büyük cihan<br />

imparatorluğudur. Şu an, bu topraklar<br />

üzerinde, irili ufaklı 34 adet devlet bulunmaktadır.”<br />

ÜÇ KITADAKİ 30 DEVLETİN<br />

KAYITLARI BU ARŞİVDE<br />

Osmanlı belgelerinin önemli bir kısmını<br />

Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün<br />

Arşiv Daire Başkanlığında muhafaza<br />

edildiğini, binlerce defter ve belgeden<br />

oluşan arşivin araştırmacıların hizmetine<br />

sunulduğunu ifade eden Bayraktar,<br />

buradaki belgelerin 3 kıtada 30'a yakın<br />

ülkenin ekonomik, sosyo kültürel ve<br />

demografik kayıtlarını içermekte olduğunu<br />

söyledi.<br />

Kongrede Osmanlı'nın sahip olduğu<br />

zengin kültürel mirasın tanıtımının yapı-<br />

TK GENEL MÜDÜRÜ DAVUT GÜNEY:<br />

“Kongrenin Hedefi<br />

Arşivlerimizi Modern Bir Yapıya<br />

Kavuşturmak”<br />

Kongrenin amacına dair açıklamalarda<br />

bulunan Tapu ve Kadastro Genel Müdürü<br />

Davut Güney, “Osmanlı Devleti<br />

altı yüz yılı aşkın bir süre ve geniş bir<br />

coğrafyada devam eden hâkimiyeti<br />

döneminde bu geniş coğrafyanın tümüne<br />

şamil olacak şekilde zengin bir arşiv<br />

mirasının ortaya çıkmasını ve bu mirasın<br />

muhafazasını bugünlere ulaşmasını<br />

sağlamıştır.” dedi.<br />

Bu mirasın büyük bir kısmının Türkiye’deki<br />

arşivlerinde olmakla birlikte<br />

diğer bir kısmının, Osmanlı coğrafyasından<br />

ayrılan ve bugün her biri bağımsız<br />

olan ülkelerin arşivlerinde bulunduğunu<br />

belirten Güney, şöyle devam etti:<br />

“Osmanlı Devleti’nden ayrılarak günümüzde<br />

bağımsız birer devlet olan bu<br />

24<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

farklı unsurların ortak kültür, ortak tarih<br />

ve ortak medeniyet paydasında birleştirilmesi<br />

ancak, Osmanlı’dan intikal eden<br />

arşiv hazinelerinin gün ışığına çıkarılması<br />

ve aynı kültürel ve tarihi temelden<br />

doğan parçaların birleştirilmesiyle<br />

mümkün olacağı düşünülmektedir.”<br />

Yapılacak kongre ile söz konusu devletlerin<br />

bir araya gelmesi ve ortak bir çalışmada<br />

buluşmasının mümkün olacağını<br />

kaydeden Güney, “Kültürel arşiv mirasının<br />

muhafazası ve paylaşımının yanı<br />

sıra, teknolojik gelişmelerin takibi ve<br />

uygulanması noktasında ortak bir politika<br />

oluşturulması, devlet ve kurumlarla<br />

iş birliği yapılması noktasında da önemli<br />

bir adım atılmış olacaktır” dedi.<br />

Uluslararası toplumda aktif olarak rol<br />

alan; siyasi, ekonomik, kültürel ve ben-<br />

zeri alanlarda ağırlığı ve önemi giderek<br />

artan Türkiye’deki ortak kültür mirası<br />

olan arşivlerin araştırmaya açılması ve<br />

değerlendirilmesi hususunda son yıllarda<br />

önemli çalışmalar yapıldığını hatırlatan<br />

Genel Müdür Güney, şunları söyledi:<br />

“Zengin arşiv dokümanlarına sahip<br />

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün<br />

ulusal ve uluslararası camiada layıkıyla<br />

tanıtımının yapılması amacına da hizmet<br />

edecek olan bu kongre, Kurumumuzun<br />

tüm dünyada kabul görmüş, önemli<br />

bir bilgi merkezi (ortak bilinç/ortak hafıza)<br />

olması hedefi doğrultusunda atılmış<br />

kıymetli bir adım olacaktır.”<br />

Kongrede, elektronik arşivler konusunda<br />

dünyada yaşanan son teknolojik<br />

gelişmelerin de ele alınacağına dikkati<br />

çeken Güney, kongreyle sağlanabilecek<br />

iş birlikleri çerçevesinde ortak eğitim,<br />

ortak teknoloji geliştirme ve ortak arşiv<br />

uygulamaları gibi konularda çalışmalar<br />

yapılabileceğini, bunun da Türkiye’deki<br />

arşivlerin uluslararası standartlarda<br />

modern bir yapıya kavuşturulmasına<br />

katkı sağlayacağını ifade etti.


Bir devletin toprakları<br />

ne kadar geniş, ilmi ne<br />

kadar engin, geçmişi<br />

ne kadar köklü ise, o<br />

devletin hafızasının o<br />

kadar güçlü olacağını<br />

belirten Bayraktar,<br />

“Osmanlı Devleti; bütün<br />

bu özelliklere sahip,<br />

ender devletlerden<br />

biridir. Bu meyanda<br />

geride, çok geniş bir<br />

arşiv ve yazılı evrak<br />

bırakmıştır” diye<br />

konuştu.<br />

lacağın anlatan Bayraktar, şöyle devam<br />

etti: "Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüzün<br />

arşivinin bir bilgi merkezi olduğu<br />

ortaya konulacak. Arşiv belgelerinin<br />

uluslararası ve ulusal ölçekte akademik<br />

camiada tanıtımı yapılacak. Osmanlı<br />

Devletinden intikal eden arşiv mirasını<br />

bünyesinde bulunduran ülkeler ve devletler<br />

ile kurumların ortak kültür tarih<br />

ve medeniyet anlayışının bir araya getirilmesi<br />

sağlanacak. Böylece uluslar arası<br />

ilişkilerin geliştirilmesi ve ülke tanıtımı<br />

alanında ciddi kazanımlar sağlanacak."<br />

23 ÜLKEDEN 32 BİLİM ADAMI<br />

GELİYOR<br />

Kongrede 23 farklı ülkeden 32 bilim<br />

adamının bilgi ve görüşlerine yer verileceğini<br />

ifade eden Bayraktar, toplam 76<br />

değişik bildirinin sunulacağını belirtti.<br />

Yurt içi ve yurt dışından çok sayıda<br />

tarihçi ve bilim adamının davet edildiğini<br />

vurgulayan Bayraktar, kongrede<br />

30 ülkeden katılımcının bulunacağını<br />

kaydetti.<br />

YENİ TAPU KADASTRO ARŞİV<br />

BİNASI<br />

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün<br />

bundan sonrada arşivlerin tanıtılması<br />

için yoğun bir çalışma içerisinde olacağını<br />

belirten Bayraktar, "Kongre<br />

bunun apaçık ispatıdır. Ülkemize yakışır<br />

Ankara'da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüz<br />

bünyesinde çok güzel bir Tapu<br />

Osmanlı Devleti’nin 24 milyon<br />

kilometre karelik oldukça<br />

geniş bir yüz ölçüme ulaşmış<br />

büyük cihan imparatorluğu<br />

olduğunun altını çizen ve şu an<br />

bu topraklar üzerinde onlarca<br />

devlet bulunduğuna dikkati<br />

çeken Bayraktar, Tapu<br />

Kadastro Arşivlerindeki<br />

belgelerin 3 kıtadaki 30ıa yakın<br />

ülkenin ekonomik,<br />

sosyo-kültürel ve demografik<br />

kayıtlarını içermekte<br />

olduğunu söyledi.<br />

Kadastro Arşiv binasını önümüzdeki<br />

yıl başlatacağız ve çok kısa sürede bitireceğiz.<br />

Bakanlığımız Yapı İşleri Genel<br />

Müdürlüğü ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüz<br />

projeyi birlikte yürütecek.<br />

Kısa sürede örnek Osmanlı ve Selçuklu<br />

mimarisini yansıtacak binayı ülkemize<br />

kazandırmış olacağız." şeklinde konuştu.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 25


ELEKTRONİK ATIKLAR<br />

ÇEVRE İÇİN<br />

CiDDi TEHDiT!<br />

Baş döndürücü bir hızla yeni modelleri<br />

piyasaya sürülen cep telefonu, bilgisayar,<br />

televizyon gibi elektronik atıkların imhası<br />

dünyanın büyüyen çevre sorunlarından biri<br />

haline geliyor.<br />

Gelişmiş teknolojik özelliklere sahip elektronik eşyalar<br />

kuşkusuz insanların hayatını kolaylaştırıyor. Neredeyse her<br />

hafta ya yeni bir akıllı telefon modeli çıkıyor ya da daha hızlı<br />

işlemciye sahip bilgisayarlar satışa sunuluyor. Ancak bu denli<br />

hızla gelişen teknoloji, hâlihazırda kullanılabilen elektronik<br />

eşyaların son kullanım tarihini hızlandırıyor ve onların kenara<br />

atılmasına neden oluyor. Böylece elektronik atık miktarı<br />

giderek artıyor ve çevreye tonlarca toksin madde salınıyor.<br />

YENİYE ULAŞMAK DAHA KOLAY<br />

Teknolojinin yaygınlaşması elektronik eşya fiyatlarını<br />

da düşürüyor. Bu yüzden en ufak bir arızada tüketiciler,<br />

ellerindeki eşyayı tamir ettirmek yerine yenisini almayı tercih<br />

ediyor. Yedek parça fiyatlarının da neredeyse orijinal ürünün<br />

fiyatı ile aynı olması, tüketicileri yeni ürün almaya itiyor.<br />

Ayrıca tüketim kültürünün getirdiği “kullan–at” felsefesi de<br />

bu süreci hızlandırıyor.<br />

Her ne kadar elektronik atıkları geri dönüştürebilecek<br />

sistemler kullanımda olsa da hem atık miktarının<br />

fazlalığından hem de artan atık miktarına erişimin zor<br />

olmasından dolayı mevcut ihtiyacı karşılamaya yetmiyor.<br />

Ayrıca dünyanın dört bir yanında bu konuda yasal boşlukların<br />

olması da dikkat çekiyor. Örneğin en sıkı yasalara sahip<br />

Avrupa Birliği ülkelerindeki elektronik atıkların sadece % 25’i<br />

kayıt altında tutulabiliyor. Böylece AB ülkelerinin toplamında<br />

her yıl yaratılan 8,7 milyon ton elektronik atığın sadece 6,6<br />

milyon tonu geri dönüştürülemiyor.<br />

26<br />

GERİ DÖNÜŞÜM<br />

YILMAZ DENİZ AYDEMİR<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Teknolojinin<br />

yaygınlaşması<br />

elektronik eşya<br />

fiyatlarını da<br />

düşürüyor. Bu<br />

yüzden en ufak bir<br />

arızada tüketiciler,<br />

ellerindeki eşyayı<br />

tamir ettirmek<br />

yerine yenisini<br />

almayı tercih<br />

ediyor. Tüketim<br />

kültürünün getirdiği<br />

“kullan–at” felsefesi<br />

de bu süreci<br />

hızlandırıyor.<br />

DÜNYA’NIN % 70’İ<br />

CEP TELEFONU İLE<br />

KONUŞUYOR<br />

Cep telefonları kişi<br />

başına dünyanın en hızlı<br />

yaygınlaşan eşyayı olarak<br />

dikkat çekiyor. Dünya<br />

nüfusunun yaklaşık % 70’i<br />

cep telefonu kullanılıyor.<br />

1990 yılında 12,4 milyon<br />

olan cep telefonu sayısı<br />

günümüzde 5,6 milyar gibi<br />

bir sayıya ulaşmış durumda.<br />

Ayrıca bu sayının çoğu<br />

da telefonlarını her yıl<br />

değiştiriyor. Böylece son on<br />

yıl dikkate alındığında, her yıl<br />

ortalama 140 milyon telefon<br />

tekrar kullanılmamak üzere<br />

atılıyor.<br />

Ancak geçtiğimiz yıl<br />

ABD’de sadece 125 milyon<br />

telefonunun atıldığı hesaba<br />

katılırsa, artan telefon sayısı<br />

ile orantılı olarak bu sayının<br />

her yıl katlanarak artacağı varsayılıyor. Yapımında kurşun,<br />

plastik, cıva, krom ve arsenik gibi maddelerin kullanıldığı<br />

cep telefonları her yıl çevreye ortalama 37 ton zehirli toksin<br />

maddeler bırakılmasına neden oluyor.


Özellikle son dönemde piyasaya sürülen ve tüketicilerin<br />

hayatlarında önemli bir yer edinen akıllı telefonlar, gelişen<br />

teknolojiye yenik kısa ömürleri ve yoğun şarj kullanımları ile<br />

ekosistemi negatif ölçüde etkiliyor. Birçok farklı amaç için<br />

kullanılan ve de neredeyse her iş için bir uygulama bulunan<br />

telefonlar bilinçsizce ve yoğun olarak kullanıldığı için çabuk<br />

atılıyor veya tüketiciler tarafından daha yeni bir model ile<br />

değiştiriliyor.<br />

Dünya üzerindeki atık cep telefonu miktarını artıran bir<br />

etkenin ise akıllı telefonların piyasaya sürülmesi olduğu<br />

söylenebilir. Sadece 2012 yılının ilk çeyreğinde yaklaşık<br />

145 milyon akıllı telefon satışının gerçekleşmesi bunun<br />

göstergelerinden birisi.<br />

Ayrıca dünyadaki her cep telefonunun, bir gün şarj edilmesi;<br />

15.875 ton sera gazı emisyonunun atmosfere salınmasına<br />

neden oluyor.<br />

ELEKTRONİK ATIK <strong>SAYI</strong>SI % 500 ARTABİLİR<br />

Dünyadaki en çok elektronik atık ABD’den atılıyor. Ülkede her<br />

yıl yaklaşık 3 milyon ton elektronik eşya çöplüğe gönderiliyor<br />

ve elektronik atıklar, ABD’deki atıkların % 2’sini oluşturuyor.<br />

Ayrıca tahminlere göre çöp sahalarında bulunan ağır<br />

metallerin % 70’i atılan elektronik eşyalardan kaynaklanıyor.<br />

Elektronik atıkların sadece % 15 ila % 20’si geri<br />

dönüştürülüyor. Masaüstü bir bilgisayar ekranda ağırlığının<br />

% 6’sı kadar kurşun bulunması nedeniyle de ülkede her yıl<br />

atılan ise 30 milyon adet bilgisayar, ABD Çevre Koruma<br />

Ajansı tarafından tehlikeli atık<br />

sınıfında yer alıyor.<br />

ABD’yi yılda 2,3 milyon atık ile<br />

Çin izliyor. Ancak uzmanlar,<br />

artan nüfus ve teknolojiye<br />

erişilebilirlik dolayısıyla önümüzdeki yıllarda Çin’in ABD’yi<br />

sollayacağı görüşünde. Çin’de yasal boşluklar atıkların<br />

toplanması konusunda sorun yaratıyor.<br />

Elektronik eşya üretiminde ilk akla gelen Japonya, Güney<br />

Kore ve Tayvan gibi ülkeler de ise durum daha farklı. Üretici<br />

firmalar, yıllık üretimlerinin % 75’ini geri dönüştürme<br />

güvencesi veriyor.<br />

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na göre önümüzdeki on yıl<br />

içinde elektronik atık miktarı % 500 artabilir.<br />

ÇÖZÜM: GERİ DÖNÜŞTÜRME<br />

Her ne kadar<br />

elektronik<br />

atıkları geri<br />

dönüştürebilecek<br />

sistemler<br />

kullanımda olsa da<br />

hem atık miktarının<br />

fazlalığından<br />

hem de artan atık<br />

miktarına erişimin<br />

zor olmasından<br />

dolayı mevcut<br />

ihtiyacı karşılamaya<br />

yetmiyor.<br />

Elektronik atıkların geri dönüştürülmesi hem çevre kirliliğini<br />

önlüyor hem de ticari avantajlar sunuyor. Örneğin 515 adet<br />

cep telefonunun geri dönüştürülmesinden kazanılan enerji<br />

ile bir ev halkının yıl boyunca tükettiği enerji miktarını<br />

karşılayabiliyor. Daha geniş ölçekte ele alınırsa da bir milyon<br />

diz üstü bilgisayarın geri dönüştürülmesi dünya üzerindeki<br />

ortalama 3.500 evin bir yılda tükettiği enerji miktarına eşit<br />

geliyor.<br />

Ayrıca geri dönüştürme, yedek parça üretimine de katkı<br />

sağlıyor ve elektronik eşyaların yapımında kullanılan ağır<br />

metallere tekrar erişimi sağlıyor. Her geri dönüştürülen bir<br />

milyon cep telefonu, 15.875 kilogram bakır, 34 kilogram<br />

altın ve 15 kilogram paladyum açığa çıkmasını sağlıyor.<br />

Tahminlere göre dünyadaki tüm elektronik eşyaların geri<br />

dönüştürülmesi ile yaklaşık 60 milyon değerinde 4,7 ton altın<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 27


ve 49 ton gümüş geri kazanılabilir. Ortalama bir elektronik<br />

eşyanın da ağırlığınca % 90’ının geri dönüştürülebileceği<br />

biliniyor.<br />

YASAL DÜZENLEME ŞART<br />

Dünya üzerindeki bazı firmalar da sağladıkları ticari<br />

kampanyalar ile elektronik eşyaların geri dönüştürülmesini<br />

destekliyor. Eski elektronik eşyasını getiren müşterilere<br />

yenisini indirimle sunan firmalar böylece, eski atıkları geri<br />

Elektrikli ve Elektronik Eşyalar Kategorileri<br />

Yıllara Göre Toplama Hedefi (kg/kişi-yıl)<br />

2013 2014 2015 2016 2018<br />

1. Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazları 0,05 0,09 0,17 0,34 0,68<br />

2. Büyük beyaz eşyalar<br />

0,1 0,15 0,32 0,64 1,3<br />

3. Televizyon ve monitörler 0,06 0,10 0,22 0,44 0,86<br />

4. Bilişim ve telekomünikasyon ve tüketici<br />

ekipmanları (Televizyon ve monitörler hariç)<br />

0,05 0,08 0,16 0,32 0,64<br />

5. Aydınlatma ekipmanları 0,01 0,02 0,02 0,04 0,08<br />

6. Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik aletler,<br />

oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları, izleme ve<br />

kontrol aletleri<br />

28<br />

Cep telefonları kişi<br />

başına dünyanın en<br />

hızlı yaygınlaşan<br />

eşyası olarak dikkat<br />

çekiyor. Dünya<br />

nüfusunun yaklaşık<br />

% 70’i cep telefonu<br />

kullanılıyor. 1990<br />

yılında 12,4 milyon<br />

olan cep telefonu<br />

sayısı günümüzde<br />

5,6 milyar gibi bir<br />

sayıya ulaşmış<br />

durumda.<br />

dönüştürerek yedek parça sanayilerini destekliyor ve yeni<br />

üretecekleri ürünler için hammadde sağlıyor.<br />

Tüm bunlara rağmen ne yazık ki her yıl dünya çapında geri<br />

dönüştürülen elektronik atık oranı ise % 20’den daha az.<br />

Yasal düzenlemeler ile elektronik atıkları geri dönüştürme<br />

oranı kontrol altına alınabilir ve artırılabilir. Ayrıca geri<br />

dönüştürmede en büyük sorun olan atık toplama sistemleri<br />

de geliştirilebilir. Bunun içinde öne sürülen en etkili yöntem<br />

ise dünyanın dört bir yanına elektronik atık toplama stantları<br />

0,03 0,06 0,<strong>11</strong> 0,22 0,44<br />

TOPLAM EVSEL AEEE (kg/kişi-yıl) 0,3 0,5 1 2 4<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012


Geri Dönüşüm Hedefleri<br />

Elektrikli ve Elektronik Eşya Kategorileri<br />

Yıllar<br />

2013 2018<br />

Ağırlıkça (%) olarak<br />

Büyük ev aletleri (%) 65 75<br />

Küçük ev aletleri (%) 40 50<br />

Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları (%) 50 65<br />

Tüketici ekipmanları (%) 50 65<br />

Işıklandırma cihaz ve aletleri (%) 20 50<br />

Gaz deşarj lambaları 55 80<br />

Elektrikli ve elektronik eşyalar (%) 40 50<br />

Oyuncaklar, eğlence, spor aletleri (%) 40 50<br />

İzleme ve kontrol cihaz ve aletleri (%) 40 50<br />

Otomatlar (%) 65 75<br />

Geri Kazanım Hedefleri<br />

Elektrikli ve Elektronik Eşya Kategorileri<br />

Yıllar<br />

2013 2018<br />

Ağırlıkça (%) olarak<br />

Büyük ev aletleri (%) 75 80<br />

Küçük ev aletleri (%) 55 70<br />

Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları (%) 60 75<br />

Tüketici ekipmanları (%) 60 75<br />

Işıklandırma cihaz ve aletleri (%) 50 70<br />

Gaz deşarj lambaları 70 80<br />

Elektrikli ve elektronik aletler (%) 50 70<br />

Oyuncaklar, eğlence, spor aletleri (%) 50 70<br />

Tıbbi cihazlar (%) --- ---<br />

İzleme ve kontrol aletleri (%) 50 70<br />

Otomatlar (%) 70 80<br />

Özellikle son<br />

dönemde<br />

piyasaya sürülen<br />

ve tüketicilerin<br />

hayatlarında önemli<br />

bir yer edinen<br />

akıllı telefonlar,<br />

gelişen teknolojiye<br />

yenik kısa ömürleri<br />

ve yoğun şarj<br />

kullanımları ile<br />

ekosistemi negatif<br />

ölçüde etkiliyor.<br />

Yapımında kurşun,<br />

plastik, cıva,<br />

krom ve arsenik<br />

gibi maddelerin<br />

kullanıldığı cep<br />

telefonları her yıl<br />

çevreye ortalama<br />

37 ton zehirli<br />

toksin maddeler<br />

bırakılmasına<br />

neden oluyor.<br />

Dünyadaki en çok<br />

elektronik atık<br />

ABD’den atılıyor.<br />

Ülkede her yıl<br />

yaklaşık 3 milyon<br />

ton elektronik<br />

eşya çöplüğe<br />

gönderiliyor.<br />

ABD’yi yılda<br />

2,3 milyon atık<br />

ile Çin izliyor.<br />

Ancak uzmanlar,<br />

önümüzdeki<br />

yıllarda Çin’in<br />

ABD’yi sollayacağı<br />

görüşünde.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 29


Ekranında<br />

ağırlığının % 6’sı<br />

kadar kurşun<br />

bulunması<br />

nedeniyle<br />

masaüstü<br />

bilgisayarlar ABD<br />

Çevre Koruma<br />

Ajansı tarafından<br />

tehlikeli atık<br />

sınıfına dâhil<br />

edildi. Bu ülkede<br />

her yıl 30 milyon<br />

adet bilgisayar<br />

atık hale geliyor.<br />

TÜRKİYE’DEKİ ELEKTRONİK ATIK<br />

DÜZENLEMELERİ<br />

Türkiye’de ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />

tarafından 2012 yılında yayımlanan Atık Elektrikli<br />

ve Elektronik Eşyaların (AEEE) Kontrolü<br />

Yönetmeliği’nde elektronik eşyalar ile ilgili geri<br />

dönüştürme hedefleri verilmiştir. Atık hâline<br />

gelen elektronik eşyaların diğer evsel atıklarla<br />

çöp toplama noktalarına bırakılamayacağı ve<br />

yakılamayacağı gibi belediyelerin kuracağı atık<br />

getirme merkezlerine, üreticiler ve lisanslı<br />

işleme tesisleri tarafından kurulacak aktarma<br />

merkezlerine veya elektrik ve elektronik<br />

eşya dağıtıcılarına hiçbir ücret ödemeden<br />

verilebileceği yönetmelikte belirtilmiştir.<br />

Böylece elektronik atıklar, uygun teknoloji<br />

kullanılarak işlenecek ve yıllık 20 ton yağın, 40<br />

ton gazın, 800 kg fosforun, 200 ton kurşunun,<br />

400 ton civanın, 100 ton toner tozunun,<br />

kontrolsüz olarak alıcı ortama verilmesi<br />

engellenerek, lisanslı tesislerde geri kazanımı<br />

ve bertarafı sağlanacaktır.<br />

30<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

kurulması ve vergiden düşme veya ufak ücretler karşılığı bu<br />

eşyaların etkin biçimde toplanması.<br />

TEKRAR KULLANMAK MÜMKÜN<br />

Dünya çapında aktif bazı sivil toplum kuruluşları da eski<br />

teknolojiye sahip elektronik eşyaları toplayarak onları<br />

gelişmemiş ülkelerdeki insanlara ulaştırıyor. Bu aynı<br />

zamanda o ülkelerin kalkınmasına da yardımcı oluyor. Ancak<br />

elektronik eşyaların belirli bir kullanım ömrü olduğu için,<br />

teknolojik işlevini yitiren aygıtlar, o ülkede düzenli depolama<br />

sahaları bulunmadığından tekrardan çevre kirliliğine yol<br />

açıyor.<br />

AYRIŞTIRMA TEKNİKLERİ<br />

Elektronik atıkların geri dönüştürülmesi için belirli yöntemler<br />

mevcut. Bunların başında elektronik atıkların parçalara<br />

ayrılması geliyor. Bu yöntem ya insan gücü kullanılarak<br />

el yordamıyla ya da otomatik makineler vasıtasıyla<br />

gerçekleşiyor. El ile ayrıştırmanın en büyük avantajı<br />

insanların devre kartları, güç üniteleri ve işlemci gibi<br />

parçaları tanıyarak yedek parça sanayisinde kullanılabilecek<br />

parçaları ayırması. Ancak bu yöntem genelde Afrika ve<br />

Eski Sovyet ülkeleri gibi işçiliğin ucuz olduğu yerlerde<br />

uygulandığından çalışanların sağlık ve güvenlik standartları<br />

en düşük seviyede olması, insan hakları kapsamında bir<br />

sorun doğuruyor.<br />

Makineler ise elektronik atıkları metal ve plastik olarak<br />

doğrama yöntemi ile ayırıyor. Bazı plastik ve metal parçalar<br />

dökümcülere veya plastik geri dönüştürme tesislerine<br />

satılırken, bakır, altın ve gümüş gibi değerli metaller<br />

ayrıştırılıyor. Aynı zamanda gelişmiş tesislerde tekrardan<br />

kullanabilecek elektronik parçalar geri kazanılabiliyor.


ÖZEL ÇEVRE<br />

Uzungöl<br />

Özel Çevre Koruma Bölgesi<br />

TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ<br />

Türkiye’nin ekoturizm<br />

potansiyeli yüksek<br />

bölgelerinden biri olan<br />

Uzungöl’de 658 bitki<br />

taksonu, 90 memeli, 250<br />

kuş türü belirlenmiş,<br />

Uzungöl Çuha Çiçeği bilim<br />

dünyasının dikkatine<br />

sunulmuştur.<br />

32<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Uzungöl Özel<br />

Çevre Koruma<br />

Bölgesi’nde<br />

125 alttür,<br />

68 varyete<br />

olmak üzere<br />

3<strong>11</strong> cinse ait<br />

toplam 658<br />

adet bitki<br />

taksonu tespit<br />

edilmiştir.


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />

Tabiat Varlıklarını Koruma Genel<br />

Müdürlüğü’nce yürütülen “Uzungöl<br />

Özel Çevre Koruma Bölgesi<br />

Karasal Biyoçeşitliliğin Tespiti<br />

Projesi” ile ülkemizin önemli turizm<br />

merkezlerinden biri olan Uzungöl’e<br />

dair önemli veriler elde edilmiştir.<br />

Projenin kapsadığı alan 2004 yılında<br />

Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak<br />

ilan edilmiş, bu tarihten önce ve sonra<br />

alanda kimi araştırmalar yapılmış<br />

olmasına karşın, bölgenin biyolojik<br />

çeşitliliğini ortaya koyacak ayrıntılı bir<br />

çalışma gerçekleştirilmemiştir.<br />

Yörenin karasal biyoçeşitlilik altlığını<br />

oluşturacak bu çalışma ile elde edilen<br />

veriler, yörede gerçekleştirilecek<br />

her türlü planlamalar için temel<br />

kaynak teşkil edecektir. Bütünleşik<br />

alan yaklaşımıyla doğal kaynakların<br />

kullanılmasında koruma-kullanma<br />

dengesinin sağlanması için gerekli ilk<br />

adım olan biyolojik çeşitliliğin tespiti<br />

yapılarak biyotoplar ortaya konulması<br />

son derece önemli bir gelişmedir.<br />

KONUMSAL VERİ TABANI<br />

KURULDU<br />

Çalışmalarda Coğrafi Bilgi Sistemleri<br />

(CBS), uzaktan algılama ve Küresel<br />

Yer Belirleme (GPS) gibi güncel bilişim<br />

teknolojileri kullanılarak ilgili tüm<br />

tematik haritalar, sayısal ortamda<br />

oluşturulmuş ve konumsal veri tabanı<br />

kurulmuştur. Çalışmayla hassas olan<br />

bitki, yaban hayvanları, balık ve amfibi<br />

türleri ve alanları tespit edilmiş;<br />

tehditler ve koruma önlemlerine<br />

ilişkin öneriler sunulmuştur. Alanın<br />

turizm potansiyelinin en iyi şekilde<br />

değerlendirilmesini sağlayacak akılcı<br />

planların yapılmasına yönelik peyzaj<br />

ve rekreasyon değeri belirlenmiştir.<br />

Arazi kullanım şekli, ortaya konulmuş<br />

ve olası sorunlara çözüm önerileri<br />

getirilmiştir.<br />

YENİ DOĞAL SINIRLAR<br />

BELİRLENDİ<br />

Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin daha önce<br />

belirlenmiş ve ilan edilmiş sınırları,<br />

alanın belirli tepe noktalarına<br />

göre belirlenen <strong>11</strong> adet koordinata<br />

dayanmaktadır. Pratikte uygulaması<br />

bir hayli zor olan bu sınırlamaya<br />

göre 149,12 km 2 olan alan, doğal<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 33


ve su ayırım hattına göre daha<br />

uygulanabilir olması açısından yeniden<br />

değerlendirilmiştir. Buna göre alanın<br />

yeni doğal sınırlarıyla birlikte 4,915<br />

km 2 bir artışla toplam 154.035 km 2<br />

alana ulaşması önerilmektedir. Proje<br />

sahasındaki tüm çalışmalar, bu yeni<br />

sınırlar esas alınarak yürütülmüştür.<br />

Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin sınırları, doğal<br />

hatlara göre yeniden belirlenmiştir<br />

ve bu hâliyle gerekli yasal sürecin<br />

tamamlanması gerekmektedir.<br />

FARKLI SAHA STATÜLERİ<br />

SORUNU<br />

Bölgenin hâlihazırdaki resmî sınırları<br />

içerisinde; tabiat parkı, belediye imar<br />

planı sahası, ormanlık arazi ve doğal<br />

sit alanı bulunmaktadır. Bu sahaların<br />

hukuki statü farklılığı ve farklı yönetsel<br />

birimlerin görev alanında oluşu,<br />

eşgüdüm ve denetim bakımlarından<br />

önemli bir sorun olmaktadır. Bölgedeki<br />

bu farklı nitelendirmeler tekrardan ele<br />

alınmaya, konu ve sorumlu birimler<br />

açısından değerlendirmeye muhtaçtır.<br />

ALABALIK TÜRLERİ<br />

Çalışmada, Uzungöl ve kaynaklarında<br />

dağılım gösteren Kahverengi<br />

alabalık (Salmo trutta) türünün bazı<br />

popülasyon özellikleri irdelenmiştir.<br />

Çalışmada 478 adet balıkta yaş<br />

tayini ve cinsiyet tayini yapılmıştır.<br />

Balıkların yaşlarının 0-8 yaşları<br />

arasında dağılım gösterdikleri,<br />

boyları 1,70-37,80 cm ve ağırlıkları<br />

ise 0,312-445,000 g arasında<br />

olduğu belirlenmiştir. Havzada bu<br />

türün üç farklı ekotipinin yaşadığı,<br />

üç yaşından itibaren tüm bireylerin<br />

cinsi olgunluğa ulaştıkları, kondisyon<br />

değerleri ortalama 1,007±0,163,<br />

cinsiyet oranı E/D: 1,00-0,88 olduğu<br />

belirlenmiştir.<br />

Uzungöl havzasında üreme dönemi<br />

kaynakta en erken başladığı<br />

Uzungöl çıkışında ise Mayıs ayının<br />

ortalarına kadar devam ettiği tespit<br />

edilmiştir. En az bireysel yumurtanın<br />

Anadolu Alabalığı’nda (Salmo trutta<br />

macrostigma) olduğu, en büyük<br />

yumurtaların ise Karadeniz Alası<br />

ekotipinde olduğu belirlenmiştir.<br />

Balıkların <strong>11</strong> farklı organizmayla<br />

beslendikleri, ana besin<br />

organizmalarının ise Arthropoda<br />

ve Annelidae’lerin olduğu tespit<br />

edilmiştir.<br />

34<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

658 BİTKİ TAKSONU<br />

TESPİT EDİLDİ<br />

Bitkisel biyolojik çeşitliliğin<br />

saptanması amacına yönelik bölgede<br />

yapılan çalışmalarla, alanın flora ve<br />

vejetasyonu ortaya konmuştur. Alanda<br />

125 alttür, 68 varyete olmak üzere 3<strong>11</strong><br />

cinse ait toplam 658 adet bitki taksonu<br />

tespit edilmiştir. Ayrıca Uzungöl<br />

Çuha Çiçeği (Primulax uzungolensis)<br />

alandan ilk kez toplanmış, yeni bir<br />

bitki taksonu olarak bilim dünyasının<br />

dikkatine sunulmuştur. IUCN’e göre<br />

CR kategorisinde yer alan Erodium<br />

hendrikii (iğnelik) bitkisinin bu alanda<br />

yayıldığı saptanmış ve yayıldığı<br />

alan mutlak koruma alanı olarak<br />

önerilmiştir.<br />

ENDEMİK, ENDER VE<br />

TIBBİ BİTKİLER…<br />

Endemik ve ender bitki taksonları<br />

habitatları ile koordinatlandırılmış ve<br />

alanda 471 koordinat okuması yapılarak<br />

veri tabanına aktarılmıştır. Bölgede<br />

yapılan bitki sosyolojisi çalışmaları<br />

ile dört değişik vejetasyon tipinde<br />

toplam dokuz adet bitki birliğinin<br />

alanda varlığı saptanmıştır. Bu<br />

birlikler ve alansal çalışmalara dayalı<br />

olarak yürütülen çalışmalarla EUNIS<br />

habitat sınıflaması yapılmış ve CBS


ortamına aktarılmıştır. Bu çalışmalarla<br />

bölgede 24 adet biyotopun varlığı<br />

tespit edilmiştir. Hedef bitki türlerine<br />

dayalı olarak biyotopların hassasiyet<br />

öncelikleri puanlanarak belirlenmiş<br />

ve bu biyotoplara dayalı alanın turizm<br />

potansiyeli ortaya konmuştur. Ayrıca<br />

tıbbi ve aromatik bitkiler tespit<br />

edilmiştir.<br />

ORMAN EKOSİSTEMİ<br />

YAŞLANIYOR<br />

Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin önemli<br />

bir kısmını kapsayan orman<br />

vejetasyonunda sekonder orman<br />

süksesyonun 1971 yılından 2010<br />

yılına değin değişimi saptanmıştır.<br />

Buna göre, orman ekosistemlerinde<br />

meydana gelen alansal ve biyoçeşitlilik<br />

değişimleri konumsal ya da alansal<br />

istatistik (FRAGSTAT) yardımıyla<br />

hesaplanmıştır. Hesaplamalara<br />

göre ÖÇK Bölgesi’nde orman<br />

vejetasyonunda sekonder süksesyonun<br />

“ileri”ye doğru gerçekleştiği, yani<br />

ormanların klimaksa doğru ilerlediği<br />

belirlenmiştir.<br />

Orman ekosisteminin gençleşen<br />

değil, giderek yaşlanan bir yapıya<br />

kavuşma eğilimi olduğu ortaya<br />

konulmuştur. Alansal istatistikle son<br />

40 yıllık biyolojik çeşitlilik indisleri<br />

hesaplanmıştır. İndis değerlerine<br />

göre ormanda meydana gelen alansal<br />

değişimlerin, bu sürede bölge biyolojik<br />

çeşitliliğini olumsuz etkilendiği<br />

belirlenmiştir.<br />

90 ADET MEMELİ,<br />

250 KUŞ TÜRÜ VAR<br />

Yapılan arazi çalışmaları ve literatür<br />

taraması sonucunda ÖÇK Bölgesi’nde<br />

toplam 90 adet memeli ve 250 adet<br />

kuş türü tespit edilmiştir. Tespit<br />

edilen memeli ve kuş türlerinin,<br />

IUCN, CITES, BERN, AB Kuş Direktifi,<br />

Çevre ve Orman Bakanlığı ve Merkez<br />

Av Komisyonuna göre koruma<br />

durumları belirlenerek listeler hâlinde<br />

sunulmuştur.<br />

YIRTICI KUŞLARIN<br />

GÖÇ YOLUNDA...<br />

Uzungöl ÖÇK Bölgesi, Kartal, Şahin,<br />

Atmaca, Çaylak, Delice, Doğan ve<br />

Akbaba gibi gündüz yırtıcı kuşlarının<br />

Türkiye üzerinden göç ettikleri<br />

iki önemli göç yolundan biri olan<br />

Kuzeydoğu-güney göç yolu üzerinde<br />

bulunmaktadır. Bu çalışmada gündüz<br />

yırtıcı kuşları için Uzungöl ÖÇK<br />

Bölgesi üzerinden yaptıkları ilkbahar<br />

ve sonbahar göçlerinde kullandıkları<br />

ana göç yolları tespit edilerek harita<br />

üzerinde gösterilmiştir.<br />

MEMELİ TÜRLERİNE DAİR<br />

VERİLER...<br />

Benzer şekilde yörenin önemli<br />

memeli yaban hayvanlarından Ayı,<br />

Kurt, Vaşak, Çakal, Tilki, Yaban<br />

Domuzu, Karaca, Çengel Boynuzlu<br />

Dağ Keçisi, Yaban Keçisi’nin yaşam<br />

alanları belirlenmiş; ayrıca bunlardan<br />

Ayı, Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi,<br />

Karaca’nın genel hareket yolları<br />

tespit edilerek haritalar üzerinde<br />

gösterilmiştir.<br />

Ayrıca alanda öne çıkan Dağ Horozu<br />

(Tetrao mlokosiewiczi) ve Urkeklik<br />

gibi kuş türleri ve Ayı, Kurt, Vaşak,<br />

Çakal, Tilki, Yaban Domuzu, Karaca,<br />

Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi ve Yaban<br />

Keçisi gibi memeli türleri için öncelikli<br />

yani önemli alanlar belirlenerek<br />

haritalanmıştır.<br />

Uzungöl’deki<br />

orman<br />

ekosisteminin<br />

giderek<br />

yaşlandığı,<br />

son 40 yıldaki<br />

gelişmelerin<br />

biyolojik<br />

çeşitliliğini<br />

olumsuz<br />

etkilendiği<br />

belirlenmiştir.<br />

AMFİBİ TÜRLERİ VE<br />

SÜRÜNGENLER<br />

Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nde ikisi<br />

kuyruklu kurbağa olmak üzere<br />

toplam sekiz farklı amfibi türünün<br />

yaşadığı saptanmıştır. Bu türler;<br />

Triturus vittatus ophryticus,<br />

Mertensiella caucasica, Rana<br />

macrocnemis, Pelophylax<br />

ridibundus, Bufo bufo, Bufo<br />

viridis, Pelodytes caucasicus, Hyla<br />

arborea’dır.<br />

Uzungöl ÖÇKB’nde tespit edilen<br />

sürüngen türleri ise Natrix<br />

natrix, Natrix tessellata ve<br />

Natrix megalocephala, Typhlops<br />

vermicularis, Vipera kaznakovi,<br />

Darevskia rudis ve Anguis<br />

fragilis’tir.<br />

Bu türlerden uluslararası koruma<br />

statüsüne sahip olanların durumları<br />

ile alandaki yayılışları saptanmıştır.<br />

Koruma öncelikli türlerin yayılış<br />

alanları haritalanmıştır.<br />

Alandaki iki yaşamlı ve sürüngenler<br />

üzerinde baskısı olan tehditler ve<br />

bu tehditleri ortadan kaldıracak<br />

önlemler belirlenmiştir.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 35


BÖLGENİN İMAR VE<br />

ARAZİ DURUMU<br />

Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nde yerleşim,<br />

mülkiyet ve arazi kullanımları tespit<br />

edilmiştir. Bölgede farklı yasalara göre<br />

kadastro çalışmaları ikmal edilmiş<br />

olup, belde imar planı sınırları dışında<br />

kayda değer bir mülkiyet çekişmesi<br />

yoktur. Belde imar sahası içerisinde<br />

gerek yapılaşma ve gerekse de gölün<br />

kıyı-kenar çizgisi ihtilafı nedeniyle kimi<br />

sorunlar yaşanmaktadır. Yerleşim<br />

yerleri mülki sınırları yönünden ise<br />

sadece Uzungöl Beldesi ile Derindere<br />

Köyü arasında ihtilaf bulunmaktadır.<br />

BETONLAŞMANIN<br />

ÖNÜNE GEÇİLMELİ<br />

Bölgeden dışarıya doğru yaşanan<br />

göçler nedeniyle eskiden kullanılmış<br />

arazilerin bir kısmının terk edildiği ve<br />

bu araziler üzerinde de özel mülkiyet<br />

iddiası bulunmadığı saptanmıştır.<br />

Ayrıca toprak işlemeli tarımdan<br />

da büyük ölçüde vazgeçilmiş ve<br />

çayırlık alanlardaki otlatma baskısı<br />

da azalmış olunduğundan erozyon<br />

tehlikesi de zayıflamıştır. Arazi<br />

kullanımındaki bu iyileşmeye karşın,<br />

36<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

geleneksel mimarinin aksine çok katlı<br />

ve betonarme yapılaşmanın yaygın<br />

bir şekil aldığı ve önlemler alınması<br />

gerektiği değerlendirilmiştir.<br />

PEYSAJ DEĞERLERİ<br />

HARİTALANDI<br />

Uzungöl ÖÇK Bölgesi’nin peyzaj<br />

değerinin belirlenmesi için EUNIS<br />

sınıflandırmasına göre biyotopların<br />

tespiti yapılmıştır. Bu biyotopların<br />

doğal, kültürel ve alt yapı özellikleri<br />

saptanmıştır. Alanda yapılan geniş<br />

anket çalışmalarıyla kullanıcı<br />

profilleri ile bu profillere ait öncelikler<br />

belirlenmiştir. Biyotopların sahip<br />

oldukları değerlerle kullanıcı profilleri<br />

ilişkilendirilerek alanın her bir profil<br />

için peyzaj değerleri ayrı ayrı tespit<br />

edilmiş ve haritalanmıştır.<br />

UZMAN EKOTURİSTLER…<br />

Ziyaretçi profiline ilişkin önemli<br />

tespitlerden biri küçük gruplar<br />

hâlinde alana gelen ve daha çok,<br />

ulaşım ağına ve yerleşim alanlarına<br />

uzak yerleri görmeyi tercih eden bir<br />

profilin varlığıdır. Uzman ekoturist<br />

olarak adlandırılan bu profil,<br />

belirtilen özelliklerinden dolayı çok<br />

dikkat çekmemekte ve yapılacak<br />

planlamalarda göz ardı edilme<br />

riski taşımaktadır. Oysa, bu profil<br />

genelleyici ve ortalama ekoturist<br />

profilleriyle kıyaslandığında, hem<br />

ekolojik hassasiyet kaygıları hem de<br />

gelir düzeyi açılarından en yüksek<br />

düzeydedirler. Dolayısıyla alanda<br />

sürdürülebilir rekreasyonel kullanım<br />

ve ekoturizm etkinlikleri için en arzu<br />

edilen profili de göz ardı edilme riski<br />

olan bu kitle oluşturmaktadır.<br />

BÜYÜK ÖLÇEKLİ<br />

TURİZM PLANLAMASI<br />

Bu profil, öncelikle dikkate alındığında,<br />

turizm faaliyetlerinin mevcut dar<br />

alandan tüm alana taşınması mutlak<br />

gerekli hâl almıştır. Bu bağlamda,<br />

alanda yapılan biyoçeşitlilik bulguları<br />

ve fenolojik değer tespiti gibi<br />

çalışmalar, büyük önem taşımaktadır.<br />

Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ulusal<br />

ve uluslararası ölçekte ekoturizm<br />

potansiyeli düşünüldüğünde, Uzungöl<br />

ÖÇK Bölgesi ile benzer özelliklere<br />

sahip alanların tespiti ve daha büyük<br />

ölçekte planlamaların yapılması<br />

gerekmektedir.


Doğaya Eşimiz Gib<br />

Vermeli ve Davran<br />

Doğayı sömürerek ve köleleştirerek mi uygarlaşacağız, yoksa<br />

doğayı eşimiz gibi mi göreceğiz? Prof. Dr. Erol Göka, bu can<br />

alıcı sorunun tarihteki karşılığını şöyle özetliyor: “Modern<br />

Batı uygarlığına kadar tüm uygarlıklar, özellikle İslam<br />

uygarlığı, doğayı eş olarak görmeyi başarabildi; ama bugün<br />

biz modernler, maalesef doğaya eşimiz gibi davranmıyoruz.”<br />

Hocam, çevre ve kent kimliği üzerine<br />

gerçekleştireceğimiz söyleşimize<br />

insanın çevre kimliğinin nasıl<br />

oluştuğuna dair düşüncelerinizi alarak<br />

başlamak istiyoruz…<br />

Erol GÖKA: Çevre psikolojisi alanında,<br />

kimlik olgusunu fiziksel mekânla<br />

ilişkisi içinde kavramsallaştırma<br />

yönündeki çalışmaların büyük bölümü<br />

“kendileme(appropiation)”, “yer<br />

kimliği", “mekân duygusu" ya da<br />

“köklülük”, “yere bağlılık" ve “mekâna<br />

bağlılık" gibi tanımlamalar çevresinde<br />

oluşmuştur.<br />

Bunlar, birbirlerine oldukça yakın<br />

kavramlar gibi görünüyor…<br />

Erol GÖKA: Yer ya da mekân, insanın<br />

yoğun deneyimlerine sahne olan ve<br />

her birey için ayrı, öznel anlamlar<br />

taşıyan, kişinin yaşamını dolaysız<br />

olarak etkileyen ve biçimlendiren,<br />

bu nedenle de sosyal, duygusal ve<br />

davranışsal planda sembolik anlamlar<br />

taşıyan fiziksel birimler anlamına<br />

gelmektedir. Çevre psikolojisi<br />

çalışmaları göstermektedir ki içinde<br />

yaşadığımız mekân ve grup yaşantıları<br />

da duygusal yatırımlardan arî değildir.<br />

38<br />

ŞEHİR SÖYLEŞİLERİ<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Duygusal yatırım, hayli değişik ve<br />

güzel bir ifade… Bunu biraz açar<br />

mısınız?<br />

Erol GÖKA: Doğumumuzdan<br />

başlayarak duygularımızı kendi<br />

bedenimize, sevdiğimiz varlıklara,<br />

insanlara ve eşyaya yatırırız.<br />

Artık hayat şeklimizi, ideallerimizi,<br />

özlemlerimizi, mutluluğumuzu,<br />

kederimizi bu duygusal yatırımlar<br />

şekillendirir.<br />

Yaşam çevremiz, kimlik duygumuzun<br />

sürekliliği ve istikrarına katkıda<br />

bulunarak "benim" dediğimiz;<br />

kişiselleştirilmiş, kendilenmiş, tanıdık<br />

kılınmış olmaları sebebiyle korumaya<br />

çalıştığımız eşyaları ve yerleri ifade<br />

eder.<br />

Bu psikolojik yapının merkezinde “ait<br />

olma” yatmaktadır. Kentlere, sokaklara<br />

ya da bazı genel mekânlara sahip<br />

olamayız, fakat onlara kendimizden<br />

pek çok şey katabiliriz; onlarda kök<br />

salabiliriz; bu aşinalık ilişkisi, onların<br />

kimliğini bizim kimliğimizle birlikte<br />

oluşturur ve kendiliğimizi, kimliğimizi<br />

onlarla tanımlarız. Hayatımızın bir<br />

parçası haline gelmiş olan mekân,<br />

Doğumumuzdan<br />

başlayarak<br />

duygularımızı<br />

kendi bedenimize,<br />

sevdiğimiz varlıklara,<br />

insanlara ve<br />

eşyaya yatırırız.<br />

Hayat şeklimizi,<br />

ideallerimizi,<br />

özlemlerimizi,<br />

mutluluğumuzu,<br />

kederimizi bu<br />

duygusal yatırımlar<br />

şekillendirir.


i Değer<br />

malıyız<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 39


giderek adeta ikinci bedenimiz hâline<br />

dönüşür.<br />

Harika bir tespit… Bu sahiplenme<br />

duygusunun bir sonraki durağı<br />

neresidir?<br />

Erol GÖKA: Duygusal enerji<br />

yatırarak kendi bedenimizle başlayan<br />

sahiplenme yani kendileme süreci,<br />

fiziksel çevremize ve insanlara doğru<br />

genişleyerek devam eder. Sahiplenerek<br />

iç dünyamıza aldığımız, kendimizin<br />

hâline getirdiğimiz her yer, her kişi<br />

artık bizim bir parçamızdır.<br />

Çevre psikolojisinden sağlanan bu<br />

bilimsel bilgi ışığında baktığımızda yüz<br />

yıllardır aynı çevrede yaşayan, kentler<br />

kurmuş, kendini yönetme bilinci elde<br />

etmiş, kentli yurttaşların yaşadığı<br />

Batı uygarlığıyla göçebe bir tarihsel<br />

mirastan gelen insanların yaşadıkları<br />

ortamların birbirlerinden farklı olması<br />

gerektiği sonucuna ulaşabiliriz.<br />

Gerçekten de öyledir ve eğer bunu fark<br />

edemezsek kentlerimizde yaşadığımız<br />

sorunları da anlamamız mümkün<br />

değildir.<br />

İnsanın mekânı ve o mekânı birlikte<br />

paylaştığı sosyal çevreyi kendileme<br />

süreci, uygarlıklar açısından<br />

gerçekten bu kadar belirleyici midir?<br />

Erol GÖKA: On yılı aşkın bir süredir<br />

Türklerin psikolojisini anlamaya<br />

yönelik olarak, onların âlemle,<br />

toplumsal cinsiyetlerle, parayla ve<br />

eşyayla, silahla, kendi budunlarıyla ve<br />

diğer uygarlıklarla ilişkilerinin yanı sıra<br />

mekânla ilişkilerini de çözümlemeye<br />

çalışıyorum. Bu konuda yazdığım son<br />

kitap olan “Türk’ün Göçebe Ruhu”nda<br />

göstermeye çalıştığım gibi, göçebe<br />

geçmişimizin hâlen süren etkisiyle<br />

nedeniyle mekânla ilişkilerimizdeki<br />

“iğretilik”, en temel özellik olarak<br />

karşımıza çıkıyor. Bu öyle basit bir olgu<br />

değil, mekânla iğreti ilişkilerimiz, adeta<br />

tüm psikolojimizi belirliyor, bize özgü<br />

göçebe bir ruh hâli yaratıyor. Abartılı<br />

vatan ve devlet sevgimizden, en<br />

yeniyi, en güçlüyü izleme merakımıza,<br />

güzel kentler kuramamamızdan<br />

damak zevklerimize kadar birçok<br />

davranışımızın kökeninde bu göçebe<br />

ruh hâli bulunuyor.<br />

İbn-i Haldun, ünlü eseri Mukaddime’de<br />

göçebenin gayesinin medenileşmek<br />

olduğunu belirtiyor; göçebelerin hayır<br />

ve iyiliği kabule kentlilerden daha<br />

40<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Hayatımızın bir<br />

parçası haline<br />

gelmiş olan mekân,<br />

giderek adeta<br />

ikinci bedenimiz<br />

olur. Sahiplenerek<br />

iç dünyamıza<br />

aldığımız,<br />

kendimizin hâline<br />

getirdiğimiz<br />

her yer, her kişi<br />

artık bizim bir<br />

parçamızdır.<br />

yakın ve daha şecaatli olduklarını<br />

söylüyor… Siz ne dersiniz?<br />

Erol GÖKA: Göçebeliğin özellikle insan<br />

ilişkilerinde dayanışmacılık nedeniyle<br />

birçok olumlu psikolojik özellik taşıdığı<br />

doğru. Bu yüzden çoğu zaman bu ruh<br />

hâlinin de etkisiyle kent yaşantısından<br />

yakınıp duruyoruz. Kentlerdeki<br />

hırsızlık, cinayet gibi suç oranlarına,<br />

trafikteki sürücülerin sabırsızlıklarına<br />

bakıp, koşuşturma, bencillik, tüketim,<br />

kalabalıklar, reklam panoları, çok katlı<br />

binalar vs. gibi örnekler verip arada bir<br />

köyümüze geri dönmek istiyoruz.<br />

Bir inziva kültürü çıkarabilir miyiz<br />

buradan? Bir köye dönüş projesi…<br />

Erol GÖKA: Bu sadece nostaljik<br />

beyhude bir talep. Gidecek bir yerimiz<br />

yok, kentler ekonominin can damarı.<br />

Ekmek parası burada kazanıldığı gibi,<br />

kültür ve sanat ortamları, zihinlerimizin<br />

uygun bulduğu yaşama mekânları<br />

da burada. Bu yüzden mutlaka kentli<br />

olmayı öğrenmek durumundayız.<br />

Bunu başarabilir miyiz? Türk’ün<br />

şehirleşme süreci ve Türk şehir<br />

kimliği buna elveriyor mu?<br />

Erol GÖKA: Türklerin şehirciliği<br />

konusunda rivayet muhtelif. İslam<br />

öncesi dönemde kentler kurduğumuz<br />

söyleniyor hatta bazı araştırmacılar<br />

bunları çok abartıyorlar, ama ben<br />

şimdiki hâlimizin geçmişimizin<br />

en açık mihenk taşı olduğumuzu<br />

düşünüyorum.<br />

Neden?<br />

Erol GÖKA: Şimdi bu kadar imkâna<br />

rağmen ancak böyle kentler kurabilen<br />

bir topluluğun geçmişlerinde de çok<br />

parlak şehircilik anlayışları ve güzel<br />

şehirleri olduğunu sanmıyorum. Zaten<br />

arkeolojik çalışmalar da henüz İslam<br />

öncesi Türk kentinin önemli kanıtlarını<br />

ortaya koyabilmiş değil.<br />

Bizim karşılaştığımız Çin, İran,<br />

Hint uygarlıklarından sonra en<br />

benimsediğimiz ve bize en çok katkısı


olan uygarlık İslam idi. İslam’la<br />

şereflendikten sonra Türkler birçok<br />

alanda olduğu gibi şehircilikte de<br />

çok ileri adımlar attılar. Ancak bu<br />

gelişmeler de modernliğin meydan<br />

okumaları karşısında sağlıklı bir cevap<br />

üretilemediği için yarım kaldı ve<br />

bugünlere kadar geldik.<br />

Yani, “Türk-İslam şehri” ifadesi bir<br />

şehir efsanesi mi?<br />

Erol GÖKA: Evet, “Türk-İslam şehri”<br />

gerçek ama bunun nostaljik bir ütopya<br />

olduğu, yaşadığımız dünyada Türk-<br />

İslam şehrinin yerinde yeller estiği de<br />

bir gerçek. Modernlikle karşılaşmamız<br />

bizi yeniden galip gelene öykünmeye<br />

zorladı. Eğri oturup doğru konuşalım:<br />

Bizde şimdi şehir mehir yok…<br />

Modern Batı’yı eleştiriyoruz ama<br />

modern şehirlerin alasının Batı’da<br />

olduğunu, çağdaş insan anlayışına<br />

en uygun şehirciliğin oralarda<br />

yapıldığını da kabul etmemiz lazım.<br />

Onlardan öğreneceğimiz çok şey<br />

var. Önce öğreneceğiz, sonra kendi<br />

tarihsel uygarlığımızın mirasıyla yeni<br />

Kentlere, sokaklara<br />

ya da bazı genel<br />

mekânlara sahip<br />

olamayız, fakat<br />

onlara kendimizden<br />

pek çok şey<br />

katabiliriz; onlarda<br />

kök salabiliriz; bu<br />

aşinalık ilişkisi,<br />

onların kimliğini<br />

bizim kimliğimizle<br />

birlikte oluşturur<br />

ve kendiliğimizi,<br />

kimliğimizi onlarla<br />

tanımlarız.<br />

alternatifler geliştireceğiz ve onları<br />

geçeceğiz. Yolumuz çok ama çok<br />

uzun…<br />

O hâlde öncelikle Türk şehir<br />

uygarlığından tevarüs ettiğimiz mirası<br />

analiz etmemiz gerekiyor. Nasıl bir<br />

tablo bekliyor bizi?<br />

Erol GÖKA: Anadolu’da yerleşik<br />

düzene geçen Türk göçebeleri,<br />

eski alışkanlıklarından tümüyle<br />

vazgeçmemişler, kentlerde oturdukları<br />

hâlde, mevsimlik göçlere büyük önem<br />

vererek yaz ve kış aylarında mekân<br />

değiştirmeyi sürdürmüşler. En küçük<br />

kasabadan, en büyük kente kadar<br />

hemen bütün Anadolu yerleşmelerinin<br />

yazlık olarak kullandıkları bir yakın<br />

yerleşme daha bulunuyor. Bugün<br />

birçok ilimizde süren yaylaya çıkma<br />

adetinin ve yayla şenliklerinin<br />

göçebelik zamanlarının bakiyesini<br />

taşıdıklarını görmemek mümkün değil.<br />

Şehir hayatımızdaki sürekli mesken<br />

değiştirmemiz ve bir türlü bir şehir<br />

planında sebat etmememiz göçebelik<br />

mirasımız nedeniyledir. O mahalleden<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 41


Prof. Dr. Erol GÖKA<br />

1959 yılında Denizli'de doğdu. Ortaöğrenimini parasız yatılı olarak Aydın’da tamamladı.<br />

1983’te Tıp Doktoru, 1989 yılında Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı,<br />

İzmir'de tamamladığı askerlik görevinin ardından 1992 yılında Doçent olmaya<br />

hak kazandı. 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri<br />

Kliniği Şefi oldu. 2010 yılı başında Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi<br />

Psikiyatri Anabilimdalı’na Profesör olarak atandı. Prof. Dr. Erol Göka Ağustos<br />

2013›e kadar Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi›nde Psikiyatri<br />

Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu olarak görevlendirildi. Üç oğlu, iki kızı var.<br />

Çok sayıda psikiyatri uzmanı ve doçenti yetiştirmiş; onlarca aile hekimi ve<br />

nöroloji uzmanının yetişmesine katkıda bulunmuş olan Erol Göka, ülkemizde<br />

psikiyatrik hizmetlerin çağdaş biçimlerde örgütlenebilmesi çalışmalarına etkin<br />

olarak katılmakta, iki dönemden beri "Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu<br />

Üyeliği"nde bulunmaktadır.<br />

Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen<br />

ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında<br />

yoğunlaşmıştır. 1991 yılında altı yıl süren bir eğitim faaliyetini tamamlayarak<br />

Uberlingen Moreno Enstitüsü'nün onayladığı Psikodrama Asistanı<br />

belgesini almaya hak kazanmış, Psikodrama Terapisti olmak için gerekli olan<br />

teorik ve uygulamaya dönük çalışmaları yerine getirmiştir.<br />

Türkiye Günlüğü ve Türkiye Klinikleri Psikiyatri dergilerinin yayın; birçok tıp ve<br />

beşeri bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunmaktadır. Çok<br />

sayıda bilimsel çalışmanın içinde yer almış, bilimsel makale üretmiştir.<br />

“Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı<br />

Ödülü”ne layık görülen; 2008 yılında Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla<br />

Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla “Ziya<br />

Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” ile ödüllendirilen Erol Göka’nın<br />

yayımlanmış kitapları şunlardır:<br />

• Psikiyatri ve Düşünce Dünyası arasında Geçişler,<br />

• Varoluşun Psikiyatrisi,<br />

• Bilimlerin Vicdanı Psikiyatri,<br />

• Buradan Böyle: Gündelik Hayatın Psikososyopolitiği,<br />

• Psikiyatriden Psikiyatriye Bakışlar,<br />

• Psikiyatri ve Felsefe,<br />

• Felsefe ile Psikiyatri<br />

• Hayatın İçinde Psikiyatri,<br />

• Hayata ve Aşka,<br />

• Kadınlar, Erkekler, Âşıklar (Sema Göka ile birlikte),<br />

• Ölme: Ölümün ve Geride Kalanların Psikolojisi,<br />

• İnsan Kısım Kısım: Topluluklar, Zihniyetler, Kimlikler,<br />

• Türkiye Vardır,<br />

• Türk Grup Davranışı,<br />

• Türklerin Psikolojisi,<br />

• Türklerde Liderlik ve Fanatizm,<br />

• Türk’ün Göçebe Ruhu,<br />

• Aşk Her Şeyi Affederse,<br />

• Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı (Dr. Murat<br />

Beyazyüz ile birlikte)<br />

42<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Hayatımızın bir<br />

parçası hâline gelmiş<br />

olan mekân, giderek<br />

adeta ikinci bedenimiz<br />

olur. Sahiplenerek iç<br />

dünyamıza aldığımız,<br />

kendimizin hâline<br />

getirdiğimiz her yer,<br />

her kişi artık bizim bir<br />

parçamızdır.<br />

bu mahalleye, şu şehirden bu şehre<br />

taşınıp duruyoruz; yollarımızda,<br />

yerleşimlerimizde kazılar bir türlü<br />

bitmiyor.<br />

Makro ölçekte şehir ve mahalle<br />

yapımızda böylesine önemli<br />

etkiler yapan göçebe psikolojisinin<br />

evlerimizin iç mimarisini belirleyen<br />

birtakım alışkanlıklar ve hatta mutfak<br />

kültürümüze de damgasını vurduğunu<br />

söyleyebilir miyiz?<br />

Erol GÖKA: Elbette. Bugün en gelişmiş<br />

Türk kentlerinde dahi oradan oraya<br />

taşınmayı, yazları yaylaya çıkmayı,<br />

bayramda seyranda hemen soluğu<br />

köyümüzde almayı sürdürmemizde;<br />

bir türlü Batı usulü tatil fikrini<br />

yerleştiremeyişimizde, kentlerde<br />

modern bir yaşam içindeymiş gibi<br />

gözüksek de, ev içi yaşantımızı<br />

adeta çadırda yaşıyormuşçasına<br />

evin bir odasında devam ettirip en<br />

güzel eşyalarla donattığımız salonu<br />

misafirler için ayırmamızda, geceleri<br />

uymak için yer yatağı açıp sabah<br />

onları yüklüklere kaldırmamızda;<br />

çoğumuz ekonomik koşulların<br />

dayatmasıyla yapsa bile, unumuzu<br />

bulgurumuzu, yufkamızı, tarhanamızı,<br />

pastırmamızı, sucuğumuzu<br />

köyümüzden getirmemizde; ağız<br />

tadımızın biçimlenmesinde eski<br />

psikolojimizden izleri belirgin biçimde<br />

görmek mümkündür. Çadır yaşantısıyla<br />

bugünkü yaşantımız arasındaki<br />

benzerlik noktaları ayakkabıların<br />

dışarıda çıkartılması, duvarlara halı


asılması, bahçede, balkonda domates,<br />

biber yetiştirmeye bayılmamız vs. gibi<br />

daha birçok etkinliği kapsayabilir.<br />

Hocam, göçebe psikolojinin<br />

günlük yaşantımıza ve çevremizi<br />

algılamamıza daha ne gibi<br />

etkileri bulunduğu konusundaki<br />

değerlendirmelerinizi de almak<br />

isteriz…<br />

Erol GÖKA: Göçebeliğin bugünkü<br />

davranışlarımıza, psikolojimize etkisini<br />

incelerken bakmamız gereken bir<br />

nokta da kentlileşme, uygarlaşma<br />

sürecinde ortaya çıkması beklenen özdenetim<br />

ve duygu denetimi alanındaki<br />

farklılıklardır.<br />

Norbert Elias, sofra adabından<br />

konuşma biçimlerine, doğal ihtiyaçlarla<br />

ilgili tavırlardan kadın-erkek ilişkilerine<br />

ve saldırganlık duygusundaki<br />

dönüşümlere kadar birçok alanda<br />

“uygar” denilen tutumların altındaki<br />

duygu denetim modellerini ve<br />

standartlarını Batılı insanlar için<br />

gösterebilmiştir. Bugün tüm dünyada<br />

olduğu gibi ülkemizde de Batı tipi<br />

modernleşme süreçleri yaşanıyor.<br />

Bu nedenle Batı tipi modernleşme<br />

sürecinde kat edilen aşamalara bağlı<br />

olarak Türk insanının davranışlarında<br />

da değişiklikler oluyor. Pekâlâ, özdenetim<br />

ve duygu denetimi alanında<br />

henüz Batı tipi modernleşmenin<br />

tam olarak etkisini gösteremediği<br />

davranışlarımız da göçebe ruh<br />

hâlimizin görünümleri şeklinde<br />

değerlendirilebilir.<br />

Ne gibi davranış kalıpları var bunlar<br />

arasında? Örnekler verir misiniz?<br />

Erol GÖKA: Modernliğin en temel<br />

unsurlarından birisi her ne kadar<br />

bireyleşme olarak tanımlansa da<br />

modern kentli birey, başkalarının<br />

haklarına riayet etmeyen, alabildiğine<br />

bencilce davranan bir kimse değildir.<br />

Tam tersine modernlik, kendi<br />

bireyliğini olduğu kadar başkasınınkini<br />

de tanımayı, onun hukukuna da saygı<br />

göstermeyi ve ona göre bir davranış<br />

geliştirmeyi ve bu davranışları<br />

içselleştirilmiş bir otorite ile kendi<br />

kendine düzenleyebilmeyi gerekli kılar.<br />

Beşeri bilimlerde “bireyselleşme” ve<br />

“otoritenin içselleşmesi” kapsamında<br />

ele alınan tüm içeriklere uygun<br />

olmayan, bizi başkalarının hatta<br />

birbirimizin “kaba saba” diye nitelediği,<br />

çağdaş yaşama uymadığını söyleyerek<br />

kınamaya yeltendiğimiz tüm tutum<br />

ve davranışlarımız, aslında göçebe<br />

geçmişimizin bugünle uyuşmayan<br />

miraslarından başka bir şey değillerdir.<br />

Ülkemizdeki trafik keşmekeşinde<br />

de bir türlü modernliğe uyum<br />

sağlayamayan göçebe geçmişimizin<br />

payının bulunduğunu da söyleyebiliriz.<br />

Ülkemizdeki<br />

trafik<br />

keşmekeşinde<br />

modernliğe<br />

bir türlü uyum<br />

sağlayamayan<br />

göçebe<br />

geçmişimizin payı<br />

var. Trafikteki<br />

tutumlarımız en<br />

özet haliyle cirit<br />

oyununu<br />

andırıyor.<br />

Gösteriş ve şatafat merakımızı trafikte<br />

de sürdürmekten, otomobile ata biner<br />

gibi binmekten, yollarda arazideymiş<br />

gibi davranmaktan, modern uygarlık<br />

ürünlerine alışamamaktan, göçebelik<br />

kalıntısı bir aymazlıkla başkasının<br />

haklarına riayet etmemekten<br />

bahsedebiliriz.<br />

Hocam trafikteki tabloyu öyle bir<br />

tasvir ettiniz ki, kafamızda birdenbire<br />

ata sporumuz cirit canlandı…<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 43


Erol GÖKA: Gerçekten de trafikteki<br />

tutumlarımız en özet hâliyle bir cirit<br />

oyununu andırıyor. Kendi modern<br />

taşıtlarını atı gibi kullanan ve adeta<br />

atına daha ileride bir yer bulmak<br />

gailesiyle başkasının haklarını ve trafik<br />

kurallarını ihlal etmekte beis görmeyen<br />

birisi, henüz otoriteyi içselleştirmemiş,<br />

kendisinin ve başkasının bireyliğinin<br />

farkında olmayan, “göçebe<br />

bencilliği”yle hareket eden, modern<br />

dünyada göçebe ruh hâliyle yaşamaya<br />

çalışan bir kimsedir.<br />

Hocam, bizden ve Batı’dan verdiğiniz<br />

tüm örnekler gayet çarpıcı.<br />

Ancak kentler ve kentlilik kültürü<br />

44<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

oluşturmada üstün olan modern<br />

uygarlık çevreyle ilişkisinde çok mu<br />

başarılı?<br />

Erol GÖKA: Elbette hayır.<br />

Uygarlaşırken bunu doğayı<br />

köleleştirerek, doğayı sömürerek mi<br />

yapacağız yoksa doğayı eşimiz gibi mi<br />

göreceğiz? Modern Batı uygarlığına<br />

kadar tüm uygarlıklar, özellikle İslam<br />

uygarlığı doğayı eş olarak görmeyi<br />

başarabildi; ama bugün biz modernler,<br />

maalesef doğaya eşimiz gibi<br />

davranmıyoruz. Bunu da Batılılardan<br />

öğrendik. Modern doğalcı romantizm<br />

de Batı’dan çıkıyor ve bize yanlış şeyler<br />

öğretmeye devam ediyor.<br />

Türk-İslam<br />

şehrinin doğayla<br />

barışık yaşamayı<br />

bildiğini öne<br />

sürüyorsak, boş<br />

böbürlenmeleri<br />

bırakıp<br />

şimdi onları<br />

kanıtlamamız,<br />

onlardan<br />

yararlanmamız;<br />

buna kafa yoran<br />

düşünürlerin,<br />

mimarların ve<br />

sanatçıların<br />

yetişmesi lazım.<br />

Haklısınız hocam… Geleceğini doğal,<br />

insancıl ve modern şehirlerinin<br />

kurulmasında modern Batı’nın İslam<br />

kültür ve medeniyetinden öğreneceği<br />

çok şeyler var aslında… Ancak asıl<br />

problem de burada başlıyor: Örnek<br />

olmayı nasıl başaracağız?<br />

Erol GÖKA: Bizim uygarlığımızın, Türk-<br />

İslam şehrinin, ki şu an coğrafyamızda<br />

ve zihinlerimizde yalnızca kalıntıları<br />

var, doğayla barışık yaşamayı bildiğini<br />

öne sürüyorsak, boş böbürlenmeleri<br />

bırakıp şimdi onları kanıtlamamız,<br />

onlardan yararlanmamız; buna kafa<br />

yoran düşünürlerin, mimarların ve<br />

sanatçıların yetişmesi lazım.


YERYÜZÜ<br />

AYDIN DERİN<br />

YERYÜZÜ TANIKLARI: SİMGESEL<br />

Agaclar<br />

46<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012


Birbirinden ilginç hikâyeleri ile bulundukları<br />

yerlerin sembolü haline gelmiş on simgesel<br />

ağaç şöyle sıralanabilir: Çınar (Türkiye), Baobab<br />

Ağacı (Madagaskar), Bodhi Ağacı (Hindistan),<br />

Tule Ağacı (Meksika), Chandelier Ağacı (ABD),<br />

Hz. İbrahim’in Meşesi (Batı Şeria), Tanzlinde<br />

(Avrupa), Bristlecone Çamı (ABD), Tenere Ağacı<br />

(Nijer), Okaliptüs Ağacı (Avustralya).<br />

ÇINAR AĞACI: TÜRKİYE<br />

Dünyada Çınar ağacı dendiğinde akla hemen üç kıta ile<br />

yedi cihana hükmeden Osmanlı İmparatorluğu ve beylikten<br />

imparatorluğa geçişin merkezi olan Bursa gelir. Çınar ağacı,<br />

Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana Bursa’ya hayat veren,<br />

güzellik katan sembollerin başında yer alır.<br />

Çınarın Türkiye’de yaygınlaşma hikâyesi Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarına dayanır. Osman Gazi,<br />

sonradan kayınpederi olacak Şeyh Edebali’nin sohbetlerine<br />

katılmak üzere gittiği dergâhta uykusunda bir rüyaya<br />

tanıklık eder. Osman Gazi rüyasında; “Hilal şeklinde bir ayın<br />

büyüyerek kendi göğsüne girdiğini, daha sonra karnından,<br />

bütün gökyüzünü kaplayan bir çınar ağacın çıktığını, bu<br />

ağacın yüksek dağ ve pınarlara gölge saldığını, üç kıtadaki<br />

toprakları dallarının altına aldığını ve insanların da bundan<br />

fayda sağladığını…” görür. Rüyayı dinleyen Şeyh Edebali’de<br />

Allah’ın Osman Gazi’ye ve evlatlarına saltanat müjdelediğini<br />

söyler. Böylece Osmanlı, Bursa’nın fethinden sonra sınırlarını<br />

genişletmeye başlar.<br />

Çınar Ağacı<br />

Tarihi Çınar Ağacı, Bursa<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 47


Bursa’da yer alan asırlık çınarlar arasında İnkaya Çınarı,<br />

Kavaklı Çınarı, Oyuk Çınar, Ulufeli Çınar, Eskicibaba Çınarı,<br />

Dua Çınarı, Pirinç Hanı Çınarı, Altıparmak Çınarı, Yaycılar<br />

Pınarı Çınarı, Müşkire Çınarı ve Davud-u Kayseri Çınarı gibi<br />

birçok çınar ağacı bulur. Özellikle adını, Osmanlı Devleti’nin<br />

ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden alan İnkaya Çınarı,<br />

görkemli görüntüsüyle ilgi çeker. 13 ana kola sahip çınarın<br />

boyu 35 metredir. Dallarının kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar<br />

9,2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından<br />

biridir.<br />

Bursa’nın çınarları, zamanında o kadar ustalıkla yerleştirilmiş<br />

ki, yalnız güzellik değil, güneşle mücadele tekniği bakımından<br />

da birer zekâ şaheserleri olarak anılır. Bursa’ya yolu düşen<br />

yerli yabancı turistlerin uğramadan geçmediği Osmanlı’nın<br />

kuruluşundaki en önemli simgelerden çınarlar ayrıca şehre<br />

değer katar.<br />

Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nda topraklarına kattığı her<br />

yerleşim yerine uğur getirsin diye çınar ağacı dikme geleneği<br />

vardır.<br />

BAOBAB AĞACI: MADAGASKAR<br />

Madagaskar adasına özgü büyük Baobab ağacı şişeye<br />

benzeyen geniş gövdesiyle dikkat çekiyor ve dallarının<br />

da aşağı doğru sarkmasıyla tıpkı bir kubbe görüntüsü<br />

veriyor. Uzunluğu 30 metreyi bulabilen ağacın yumuşak ve<br />

süngerimsi gövdesi tıpkı bir su deposu görevi görüyor ve<br />

yaklaşık 300 litre su depolayabiliyor.<br />

48<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Boabab Ağacı<br />

Madagaskarlılar bu ağacı “renala” yani ormanın annesi<br />

olarak adlandırıyor. Bunun nedeni olarak ağacın sağladığı<br />

faydalar gösteriliyor. Kabuğu ve yaprakları ateş düşürücü<br />

olarak kullanılabilen ağacın yumurta biçimde meyvesi de<br />

besleyiciliği ile biliniyor. Portakal büyüklüğünde ve yumurta<br />

biçiminde olan Baobab ağacının meyvesi, portakaldan altı<br />

kat daha fazla C vitamini, bir bardak sütten iki kat daha<br />

fazla kalsiyum ve ayrıca bol miktarda magnezyum, demir,<br />

fosfor, B vitamini ve antioksidan madde içeriyor. Ancak son<br />

dönemlerde bu meyvenin faydalarından dolayı ihracatına<br />

başlanması, 700 – 800 yıl boyunca ayakta durabilen Baobab


ağacını tehlikeye sokuyor. Meyve, reçel ve sos yapımında<br />

olduğu kadar şeker sanayisinde de geniş bir alanda<br />

kullanılıyor.<br />

Görülmemiş şeklinden dolayı Madagaskarlı yerliler, ölülerinin<br />

ruhlarının bu ağacın gövdesinde yaşadığını düşünüyor. Bu<br />

yüzden yerliler ağacı tıpkı bir türbe olarak kullanıyor ve<br />

ağacın çevresine ölülerine sundukları bal, et ve şeker gibi<br />

eşyaları bırakıyor.<br />

BODHİ AĞACI: HİNDİSTAN<br />

Bir çeşit incir ağacı türü olan Bodhi ağacı, Hindistan’ın Bihar<br />

eyaletindeki Mahabodhi Tapınağı’nda bulunmaktadır. Ağaç,<br />

botanik kaynaklarda kutsal “hintinciri” olarak geçmektedir<br />

ve çeşitli türlerine Güneydoğu Asya’da rastlanmaktadır.<br />

Efsaneye göre Budizm felsefesi bu ağaç altında doğmuştur.<br />

Yaklaşık 2600 yıl önce, aslı Sri Lanka’da yer alan ağacın<br />

altında ilk Buda, felsefeyi geliştirmiştir ve inanışa göre<br />

aydınlanmayı yaşamıştır. Bu nedenle Bodhi ağacı olarak<br />

adlandırılan bu incir ağacı o günden beri Budist sanatında bir<br />

sembol olarak kullanılmış ve felsefeyi anlatan edebiyat ile<br />

tablo gibi eserlerde sık sık yer verilmiştir.<br />

Özellikle Nisan ve Mayıs aylarında dolunay sırasında sıkça<br />

ziyaret akınına uğrayan ağaç, Hindistan’a M. Ö. 288 yılında<br />

Sri Lanka’dan getirilmiştir. Ağacın dikkat çeken özelliği ise<br />

yapraklarının kalp şeklinde olmasıdır. Ayrıca Bodhi kelimesi<br />

Sanskritçede “bilgelik” anlamına gelmektedir.<br />

Bodhi Ağacı<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 49


TULE AĞACI: MEKSİKA<br />

Meksika'nın Onaxaca eyaletinde yer alan Tule adlı Meksika<br />

Selvisi, 35 metre çapındaki dev gövdesiyle dünyanın<br />

en büyük gövdeli ağacı olarak anılmaktadır. UNESCO<br />

Dünya Mirası Listesi için aday gösterilen ağaç 30 metre<br />

yüksekliğindedir ve 700 ton ağırlığındadır. Her ne kadar<br />

bu Selvi türü ABD’nin güneybatı bölgesi, Meksika ve<br />

Guatemala da sıkça görünse de, ilk kez bu kadar büyüğüne<br />

rastlanmaktadır.<br />

Ağaç adını bulunduğu kilise, Santa Maria del Tule’den<br />

almaktadır. Ağacın 2000 yıl önce bir Aztekli rahip tarafından<br />

dikildiği düşünülmektedir. Her yıl Ekim ayının ikinci Pazartesi<br />

gününde, ağacın etrafında kutlamalar düzenlenmektedir.<br />

Ağacın gövdesinde ilginç bir şekilde hayvan şekilleri<br />

bulunmaktadır. Bu şekillerin nasıl oluştuğu ise hala merak<br />

konusudur.<br />

Ancak son yıllarda yayınlanan bir rapora göre ağaç yavaş<br />

yavaş ölmektedir. Bunun nedenleri arasında köklerin<br />

temiz suya ulaşamaması ve ağacın yakınlarında bulunan<br />

günde ortalama 8000 araçtan kaynaklanan hava kirliliği<br />

gösterilmektedir.<br />

50<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Tule Ağacı<br />

CHANDELİER AĞACI: ABD<br />

Kuzey Kaliforniya’da yer alan Chandelier ağacı, bölgede<br />

sıkça görülen ve dünyadaki en uzun ağaç türü olan bir<br />

Sekoya örneğidir. 2400 yıllık ağaç dev gövdesiyle yolu<br />

tamamen kapladığı için yetkililer ağacı kesmek yerine<br />

ortasına tünel açmaya karar vermişlerdir. 2 metre<br />

uzunluğundaki tünel 1930 yılında açılmıştır.<br />

96 metre uzunluğunda ve 1,83 metre genişliğindeki ağaç,<br />

adını İngilizce “şamdan” anlamına gelen Chandelier<br />

kelimesinden almıştır. Bunun nedeni ağacın dallarının tıpkı<br />

bir şamdan gibi yana açılmasıdır.<br />

Chandelier ağacı aynı zamanda birçok ABD yapımı yol<br />

filminde kullanılmıştır ve Amerikan geleneği olan “yol<br />

seyahati” anlayışının bir sembolüdür. İlgi çeken yapısından<br />

dolayı ağaç turistler için bir uğrak noktasıdır.<br />

Chandelier Ağacı


HZ. İBRAHİM’İN MEŞESİ: BATI ŞERİA<br />

Kuran-ı Kerim’de Hud suresinde 69. ve 73. ayetlerde<br />

anlatılan Hz. İbrahim ile eşi Hz. Sare’nin melekler tarafından<br />

ziyaret edildiği ve bir oğlunun olacağının müjdelendiği<br />

kısasta, Batı Şeria’nın Mamre vadisinde bir meşe ağacının<br />

altında oturuldukları rivayet edilmektedir. Ancak Kur’an-ı<br />

Kerim’de ağaç ve mekân hakkında tam bir bilgi verilmemiştir.<br />

Olaya ev sahipliği yaptığına inanılan meşe ağacı günümüze<br />

kadar korunmuştur ve 1868 yılında bölgeye göç eden<br />

Rusların denetime aldığı arazi içinde yer almaktadır. Ağacın<br />

5000 yıldan daha uzun bir süredir ayakta olduğu tahmin<br />

edilmektedir.<br />

Yazılı olmayan başka bir inanışa göre de ağacın kıyametten<br />

hemen önce kuruyacağı yönündedir. Ancak 1996 yılında<br />

ağacın ana gövdesi ölmüştür. Buna rağmen 1998 yılında ağaç<br />

tekrardan toprağa kök vermiştir. Ağaç turistler tarafından<br />

sıklıkla ziyaret edilmektedir.<br />

TANZLİNDE: AVRUPA<br />

Hz. İbrahim'in Meşesi<br />

Aslında Tanzlinde, Avrupa’da Ihlamur ağaçlarının dallarının<br />

enlemesine uzatılması ile oluşturulan sığınak tipindeki<br />

yapılara verilen bir isim. Tanzlindeler’in ne kadar eskiye<br />

dayandığı bilinmemektedir ancak genellikle eski çağlarda<br />

Germen ve Slav halklarında görülen bu yapının benzerlerine<br />

günümüzde de hala rastlanmaktadır.<br />

Kelime anlamı “dans eden ıhlamur ağacı” demek olan<br />

Tanzlindeler genelde buluşma noktası olarak kullanılırdı.<br />

Buralarda dans festivallerinin düzenlenmesinin yanı<br />

sıra, köy mahkemeleri de kurulurdu. Ayrıca toplu<br />

haberleşmelerde buralarda yapılırdı. Bazı kaynaklara göre<br />

Avrupalılar arasında ilk toplum bilinci ve yerel sanat anlayışı<br />

Tanzlindeler’den doğmuştur. Kısaca Tanzlindeler için bir<br />

zamanlar Avrupa’nın sosyal etkinlik merkezi denilebilir.<br />

Tanzlinde<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 51


Bristlecone Çamı<br />

52<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

BRİSTLECONE ÇAMI: ABD<br />

Batı Amerika’da bulunan Bristlecone çamı, aynı zamanda<br />

dünyadaki en yaşlı organizması olarak bilinmektedir. Bu<br />

ağacın bazı türlerinin 5000 yaşından fazla olduğu tahmin<br />

edilmektedir. Dünyada bulunan en yaşlı Bristlecone çamının<br />

yeri ise Amerikan Orman Koruma Müdürlüğü tarafından<br />

gizlenmektedir.<br />

Bristlecone çamı 1700 metre ile 3400 metre arasındaki<br />

yüksekliklerde yetişmektedir. Soğuk sıcaklık, kuru<br />

toprak ve şiddetli rüzgâr alan alanlarda yetişen ağaç, bu<br />

nedenlerden dolayı çok yavaş büyümektedir. Ağacın iğne<br />

şekilde yaprakları bile dallarda 40 yıla kadar dökülmeden<br />

durabilmektedir.<br />

Salgıladığı çok yoğun reçineden dolayı Bristlecone<br />

çamı kendini böceklerin ve mantarların işgalinden<br />

koruyabilmektedir, bu özelliği de ağacın ömrünü uzatan<br />

etkenler arasındadır. Ancak iklim değişikliğinin etkileri ile<br />

sıcaklıkların değişmesi, ağacın yeni koşullara uyumunu<br />

azaltmakta ve neslini sürdürülebilirliğini tehlike altına<br />

sokmaktadır.<br />

TENERE AĞACI: NİJER<br />

1973 yılında Libyalı sarhoş bir kamyon sürücüsü çarpana<br />

kadar Tenere Ağacı “dünyanın en yalnız ağacı” olarak<br />

bilinmekteydi. Sahra çölünün Nijer sınırları içinde bulunan<br />

ve bir Akasya türü olan ağaca en yakın ağaç tam dört yüz<br />

kilometre çaplı bir dairenin de dışında kalmaktaydı. Yani 1:<br />

4.000.000 ölçekli bir haritada görülebilen tek ağaçtı.


Tenere Ağacı aynı zamanda çölde dolaşan araçların<br />

rotalarını bulmasına yardımcı olan işaret görevini<br />

görmekteydi. Su ihtiyacını 40 metre derinliğinde bir kuyudan<br />

sağlayan ağaç aynı zamanda kavrulmuş çölde yetişen son<br />

ağaç olarak anılmaktaydı.<br />

Sürücünün çarpmasının hemen ardından ağaç kuruyarak<br />

öldü. Aynı yıl ağacın kalıntıları Nijer Ulusal Müzesine<br />

sergilenmek üzere taşındı.<br />

Tenere ağacını temsilen metal bir heykeli bulunduğu konuma<br />

dikilmiştir.<br />

OKALİPTÜS AĞACI: AVUSTRALYA<br />

Tenere Ağacı<br />

Avustralya bitki örtüsüne egemen olan Okaliptüs ağacı<br />

neredeyse kıtanın her tarafında görülmektedir. Kıtada<br />

bulunan 700’den fazla Okaliptüs türü, aynı zamanda farklı<br />

iklim koşullarına uyum sağlaması ile de bilinmektedir.<br />

Okaliptüsler Sekoyadan sonra görülen en uzun ağaç türüdür<br />

ve bazılarının boyu 100 metrenin üzerindedir. Özellikle<br />

sıcaklıkların arttığı zamanlarda ağaçtan nane aromalı sisler<br />

yükselmektedir.<br />

Okaliptüs ağacı yıllar boyunca insan topluluklarına fayda<br />

sağlamaktadır. Uzun ve iri gövdesinde 200 ila 1000 litre<br />

arasında su bulundurabilen ağaç türü bu özelliğinden dolayı<br />

bataklık alanların kurutulmasında yaygınca kullanılmaktadır.<br />

Ağacın gövdesi de kâğıt sanayisi hammaddesi olup ayrıca<br />

kano ve müzik aleti yapımında yararlanılmaktadır. Okaliptüs<br />

yağından ise virüs ve mantar iltihabına karşı ilaç üretiminde<br />

faydalanılmaktadır. Ağacın başka bir özelliği de bulunduğu<br />

bölgede sıtma riskini azaltmasıdır.<br />

Okaliptüs Ağacı<br />

Avustralya’nın yerel halkı Aborjinler de Okaliptüs<br />

ağacının kutsal olduğuna inanmaktadır. Ağacın yağını<br />

yaraların iyileştirmesinde kullanan Aborjinler ayrıca<br />

kabile törenlerinde bu yağı yakarak havadaki kötü enerjiyi<br />

temizlediklerini düşünmektedirler. Ayrıca Avustralya’nın<br />

simgelerinden biri olan Koalalar için de Okaliptüs yaprakları<br />

ana besin kaynağıdır.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 53


Dile Düşen<br />

Resimler<br />

54<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Binbirgece masalları için, uzakdoğuya sefer yapan gemi<br />

tayfalarının, uzun kış gecelerinde ve karaya olan me-<br />

safenin bilinmezliğinde birbirlerine anlatmış oldukları<br />

hikâyelerden oluştuğunu söylerler. Yani denildiğine göre<br />

masalla gerçeğin biraradalığından meydana gelen gizemli<br />

bir adaymış binbirgece. İnsan kendi zihinsel denizinin<br />

de bu masal çağı denizine uygun olduğunu görünce<br />

ne kadar da çocuk, ne kadar da binbirgece olduğunu<br />

hatırlıyor...


İkbal<br />

Muhammed<br />

"Yonttum Taptım<br />

Kırdım" Diyen<br />

Cesur Adam<br />

Ey şarkın en keskin ve en kederli sesi, ey koca Mevlana’nın dilini<br />

çağımıza çeviren… Sen bize bir umudun yeryüzü haritasını<br />

çizmiştin, kelimelerin vatan olduğu bir dilin sınırlarını senden<br />

öğrendi millet. Mevlana “hamdım piştim ve yandım” diyerek<br />

içimizi dağladı, sen ise “yonttum taptım ve kırdım” dedin,<br />

zihnimizin tunçtan kalelerini, kâğıttan şatolar misali; devirmekler<br />

adına. Lakin sana layık olamadık üstadım. Şairler, senin<br />

özenerek çizdiğin o gökyüzüne sahip çıkacak bir dize olsun<br />

kanatlandırmıyor. Aklın zirvesine tırmanmak için olsun kimsecikler<br />

yorulmak bile istemiyorlar. Üstadım senin dünyan yok<br />

artık. Gökyüzü ortası delinmiş mavi bir çukurdur bütün yeni<br />

yetmeler için.<br />

Bak bütün Şark ne hâlde,<br />

Külü göğe savrulmuş..<br />

Boğulmuş bir inilti,<br />

Susuyor… Eseri yok..<br />

Bu kaybolmuş bir feryat.<br />

Bu toprakta her zerre bir muzdarip nazardır.<br />

Hindistan’dan isyan et;<br />

Semerkand’dan, Iraktan,<br />

Hemedan’dan tuğyan et;<br />

Bir hayat göster, canlan..<br />

Uyan derin uykudan,<br />

Derin uykudan uyan!<br />

Derin uykudan uyan!<br />

Kadeh olmadan şarap içilmez, amma bil ki<br />

İnsanı sarhoş eden şaraptır kadeh değil<br />

İÇE DOKUNAN ADAMLAR<br />

Muhammed İKBAL, iki kuşak öncesinde dedeleri<br />

Hindu olan bir ailenin evladı olarak dünyaya gözlerini<br />

açar. İkbal 1873 yılında Hindistan'ın Pencap eyaletine<br />

bağlı Siyalkut kentinde doğmuştur. M. İkbal, ilk<br />

öğrenimini Kur'an üzerine yapmış olmakla birlikte<br />

erken dönemde İslam Edebiyatı ile ilgilenmeye başladı.<br />

Daha sonra Lahor'da başladığı lise öğreniminde<br />

öğretmeninin de yüreklendirmesiyle şiire başladı<br />

ve şiirleriyle tanınır bir hale geldi. Diğer taraftan ise<br />

felsefe ve İngilizce bölümlerinden diploma alan İkbal,<br />

Doğu dilleri fakültesinde hoca olarak göreve başladı.<br />

1905 de Londra'da bulunan Cambridge Üniversitesine<br />

girerek, burada felsefe ve iktisat bölümlerinden mezun<br />

oldu. Bu arada konferanslar vermeye de başlayan<br />

İkbal artık epeyce bir tanınır olmuştu. İngiltere'de<br />

misyonunu tamamladığına hükmeden şairimiz, buradan<br />

Almanya'nın Münih kentine geçerek Münih Üniversitesinde<br />

felsefe bölümünde doktora çalışmalarına<br />

başladı. Nietzsche'nin Üst insanı ve Benlik konusuna<br />

oldukça duyarlı olan ikbal, Louis Massignon'la yaptığı<br />

bir görüşmede Massignon'a Hallacı Mansur'un<br />

Nietzsche'ci bir yorumunu yapmıştır. İkbal, 1908'de<br />

Hindistan'a döndüğünde coşku ile karşılanan büyük<br />

bir şair ve düşünürdü. İkbal'e ünlü bir şair ve düşünür<br />

olmak yetmiyordu artık , o başkalarının ve Hindistan<br />

Kıtasında Hindularla başı sıkıntıda olan Müslüman<br />

Halkın derdini kendine dert edinmişti. Bu sorunlar<br />

üzerine; Muhammed Ali Cinnah ile beraber Müslümanların<br />

bağımsız bir devlete ihtiyaç duyacağını<br />

dillendirmeye başladılar. Onlar zihinlerinde kurmuş<br />

oldukları bu devletin adını Pakistan olarak çoktan<br />

vermişlerdi bile. İki halkın da kendi kaderlerini ayrı<br />

ayrı belirlemelerinin kendi hakları olduğu temelindeki<br />

bu görüş, Muhammed İkbal'in 21 Nisan 1938 tarihinde<br />

Lahor'da vefat etmesinin ardından 15 Ağustos 1947'de<br />

Pakistan'ın kurulmasıyla 9 yıl sonra hayat buldu.<br />

Muhammad İkbal Hint Kıtası'nın Rabindranath Tagore<br />

ile beraber iki kudretli şairinden biriydi. Rabindranath<br />

Tagore Hinduların şairiydi, İkbal de Müslümanların;<br />

bu yüzden her ikisinin arasında bir rekabet vardı. Rabindranath<br />

Tagore'un İngilizlerden sir ünvanı alması<br />

İkbal'in bu unvana hiç de sıcak bakmamasına rağmen<br />

bahsi geçen ünvanı almasına sebep teşkil ediyordu.<br />

Mehmet Akif Ersoy'un onun şiirini okuduğumda<br />

duyduğum coşkuyla nara atıyorum dediği büyük şair<br />

İkbal'i rahmetle anıyoruz. Ruhu şad olsun.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 55


Dünyadaki herkes Amerikalı<br />

gibi yaşasa, dünyanın doğal<br />

kaynakları bir yılda tükenir.<br />

DÜNYA YETMiYOR<br />

Ekolojik Ayak İzi, insanlar tarafından<br />

sürekli tüketilmekte olan doğal<br />

kaynakların yeniden üretimi ve tüketim<br />

sonrası ortaya çıkan atıkların geri<br />

kazanımı için ihtiyaç duyulan kara ve<br />

su alanını ortaya koyan bir ölçüt olarak<br />

geçiyor.<br />

Bu ölçüt, insanların hayatlarını<br />

sürdürülebilmesi için gereken kaynak<br />

tüketimini ile gezegenin kendini<br />

yenileme kapasitesinin yani biyolojik<br />

kapasitesinin karışlaştırılması ile<br />

hesaplanıyor.<br />

Ekolojik Ayak İzi hesabı ile bir<br />

insanın beslenme, barınma, ulaşım,<br />

günlük faaliyetlerinden salgıladığı<br />

karbondioksit miktarı ile doğanın<br />

bunları karşılama kapasitesi arasındaki<br />

bağ bulunmuş oluyor. Doğanın<br />

kapasitesi; gıda, lif ve biyoyakıt üreten<br />

tarım alanları, et, süt, deri ve yün gibi<br />

hayvansal ürünler üreten otlakları, kıyı<br />

ve iş su balıkçılık sahaları ve hem odun<br />

sağlayan hem de karbondioksit tutan<br />

ormanlardan oluşuyor.<br />

Ekolojik Ayak İzi, küresel hektar adı<br />

verilen birimle ifade ediliyor. 1 küresel<br />

56<br />

YILMAZ DENİZ AYDEMİR<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

hektar ise dünyanın ortalama verimliliği<br />

üzerinden 1 hektar arazinin üretim<br />

kapasitesini temsil ediyor.<br />

BİYOÇEŞİTLİLİK % 60 ORANINDA<br />

AZALDI<br />

Rapora göre; dünyanın Ekolojik Ayak<br />

İzi’nin 1961 ile 2008 yılları arasında<br />

iki katına çıktığı görülüyor. Dünyanın<br />

Ekolojik Ayak İzi 18 milyar, kişi başına<br />

ise 2,7 küresel hektar ölçülürken,<br />

dünyanın biyolojik kapasitesi sadece<br />

<strong>11</strong>,9 milyar, kişi başına ise 1,8 küresel<br />

hektar olarak ölçülüyor.<br />

1970 yılından günümüze kadar<br />

biyoçeşitlilik dünya genelinde % 30,<br />

tropik alanlarda % 60 oranında azalmış<br />

durumda.<br />

YILDA 1,5 GEZEGENLİK KAYNAK<br />

KULLANILIYOR<br />

Günümüzde insanlar yıllık olarak<br />

hayatlarını sürdürmek için 1,5<br />

gezegenlik doğal kaynak kullanıyor.<br />

Gelişmiş ülkelerin Ekolojik Ayak İzi,<br />

gelişmemiş ülkelere kıyasla beş kat<br />

daha fazla. Dünya üzerinde sadece<br />

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)<br />

tarafından yayınlanan Yaşayan<br />

Gezegen Raporu’na göre; dünyadaki<br />

tüketim mevcut hâliyle devam ederse<br />

2030 yılında 2; 2050 yılında ise 2,8<br />

gezegene ihtiyacımız olacak.<br />

133.000 korunan alan bulunuyor.<br />

Dünya üzerinde ulaşılabilecek<br />

tatlı suyun miktarı, toplam tatlı su<br />

miktarının % 1’inden az.<br />

2100 YILINDA EN KALABALIK<br />

KITA AFRİKA OLACAK<br />

Dünyadaki ülkelerin yaklaşık %<br />

80’inin Ekolojik Ayak İzinin, biyolojik<br />

kapasitesinden daha yüksek olduğuna<br />

dikkat çekilen raporda, yıllık %<br />

2,3’lük nüfus artışı ile 2100 yılında<br />

dünyanın çok kalabalık kıtasının<br />

Afrika olması bekliyor. Nüfus artışının<br />

metropollerden 1 milyon nüfuslu küçük<br />

şehirlere kayacağı tahmin ediliyor.<br />

3 KİŞİDEN 2’Sİ ŞEHİRLERDE<br />

YAŞAYACAK<br />

2050 yılında dünya üzerindeki her üç<br />

kişiden ikisinin kırsal yerine şehirlerde<br />

yaşayacağına dikkat çekilen rapora<br />

göre, nesli en tehlikeye giren canlıların<br />

başında kaplanlar geliyor. Dünya<br />

üzerindeki mevcut kaplan sayısı 3200 –<br />

3500 arasına düşmüş durumda.


Ekolojik Ayak İzi<br />

hesabı ile bir insanın<br />

beslenme, barınma,<br />

ulaşım, günlük<br />

faaliyetlerinden<br />

salgıladığı<br />

karbondioksit<br />

miktarı ile doğanın<br />

bunları karşılama<br />

kapasitesi arasındaki<br />

bağ bulunuyor.<br />

EKOLOJİK AYAK İZİ EN YÜKSEK<br />

ÜLKELER<br />

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)<br />

tarafından yayınlanan Yaşayan<br />

Gezegen Raporuna göre; Ekolojik Ayak<br />

İzi en yüksek on ülke şöyle sıralanıyor:<br />

Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri,<br />

Danimarka, ABD, Belçika, Avustralya,<br />

Kanada, Hollanda ve İrlanda.<br />

KATAR<br />

Dünyada en çok kişi başına<br />

karbondioksit emisyonu Katar’da<br />

salınıyor. Bu oran o kadar yüksek ki<br />

ABD ile kıyaslandığında üç kat daha<br />

fazlaya eşdeğer geliyor.<br />

Yaşayan Gezegen Raporu’na göre eğer<br />

dünya üzerindeki her insan ortalama<br />

bir Katarlı düzeyinde karbondioksit<br />

emisyon salınımı gerçekleştirseydi,<br />

yaşamın devam etmesi için dünyada şu<br />

andakinden beş kat daha fazla doğal<br />

kaynak bulunması gerekecekti.<br />

Katar’ın liste başında yer almasındaki<br />

ana sebep ise ülkede elektriğin ve<br />

suyun bedava dağıtılması. Özellikle<br />

deniz suyunun arıtılması için yoğun<br />

enerji tüketimi gerekmesi ve yoğun<br />

klima kullanımı ülkenin enerji ihtiyacını<br />

her yıl % 7 oranında artıyor. Ayrıca<br />

ülkeden çıkarılan petrol, Katar’ın enerji<br />

tüketimi hesaplanırken göz önünde<br />

tutulmuyor.<br />

KUVEYT<br />

Kuveyt, dünyadaki en düşük petrol<br />

fiyatına sahip olan ancak kişi başına<br />

gelirin en yüksek olduğu ülkelerden<br />

biri. Ülkede toplu taşıma ağının fazla<br />

gelişmemesi, ucuz petrol ile birleşince<br />

hem endüstriyel hem bireysel anlamda<br />

araç kullanımını yaygınlaştırıyor,<br />

böylece tüketilen enerji ve atmosfere<br />

salınan karbondioksit miktarı da<br />

artıyor. Yaşayan Gezegen Raporu’na<br />

göre ortalama bir Kuveytli ülkede<br />

bulunan mevcut kaynaklardan 22 kat<br />

daha fazla tüketim sağlıyor.<br />

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ<br />

2010 yılının Ekolojik Ayak İzi en yüksek<br />

ülkesi olan Birleşik Arap Emirlikleri, her<br />

ne kadar son dönemde yenilenebilir<br />

enerji yatırımları gerçekleştirse de<br />

Ekolojik Ayak İzi<br />

küresel hektar adı<br />

verilen birimle ifade<br />

ediliyor. 1 küresel<br />

hektar ise dünyanın<br />

ortalama verimliliği<br />

üzerinden 1 hektar<br />

arazinin üretim<br />

kapasitesini temsil<br />

ediyor.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 57


Kişi başına düşen<br />

küresel hektar<br />

< 1<br />

1 - 2<br />

2 - 3<br />

3 - 5<br />

5 - 8<br />

dünyanın en büyük dördüncü petrol<br />

ihracatçısı olarak yüksek oranda doğal<br />

kaynağı tüketmeye devam ediyor.<br />

Ülkede kişi başına düşen Ekolojik Ayak<br />

İzi, 8,4 küresel hektarken, biyolojik<br />

kapasite ise sadece 0,6 küresel hektar.<br />

Özellikle yaklaşık 1,5 milyon kişinin<br />

yaşadığı Dubai şehri giderek artan lüks<br />

yaşam sonucu gerçekleşen enerji israfı<br />

ile dikkat çekiyor.<br />

DANİMARKA<br />

Her ne kadar Danimarka’nın<br />

karbondioksit salınımı diğer ülkelere<br />

kıyasla düşük olsa da ülkedeki otlak ve<br />

tarım alanı ihtiyacı da o kadar fazla.<br />

Dünyada kişi başına en çok et tüketen<br />

ülkelerden biri olan Danimarka’nın bu<br />

ihtiyacını karşılamak için kişi başına<br />

yaklaşık 2 hektar alan gerekiyor, bu<br />

da toplam nüfusa yansıtıldığında,<br />

ülkede 2,5 kat daha fazla alanın olması<br />

gerektiği anlamına geliyor.<br />

ABD<br />

Eğer dünyadaki herkes ortalama bir<br />

Amerikalı gibi yaşasaydı, dünyadaki<br />

doğal kaynaklar bir yıl içinde<br />

tükenirdi. Ülkenin sürekli tüketmeye<br />

58<br />

Yetersiz bilgi<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Ülkelerin Ekolojik Ayak İzi


Ülkeler<br />

Nüfus*<br />

(milyon kişi)<br />

Tarım<br />

Ekolojik Ayak İzi<br />

(kişi başına küresel hektar)<br />

Otlak<br />

Orman<br />

Balıkçılık<br />

Karbon<br />

Tutma<br />

Yapılaşmış<br />

Alan<br />

Toplam<br />

Ekolojik<br />

Ayak İzi<br />

Tarım<br />

Biyolojik Kapasite<br />

(kişi başına küresel hektar)<br />

Otlak<br />

Orman<br />

Balıkçılık<br />

Yapılaşmış<br />

Alan<br />

Toplam<br />

Biyolojik<br />

Kapasite<br />

Dünya 6.739,6 0,59 0,21 0,26 0,10 1,47 0,06 2,70 0,57 0,23 0,76 0,16 0,06 1,78<br />

Gelişmiş<br />

ülkeler<br />

1.037 1,03 0,31 0,58 0,19 3,38 0,<strong>11</strong> 5,60 0,98 0,28 1,17 0,51 0,<strong>11</strong> 3,05<br />

Gelişmekte<br />

olan ülkeler<br />

4.394,1 0,53 0,17 0,19 0,10 0,85 0,07 1,92 0,49 0,21 0,78 0,16 0,07 1,72<br />

Gelişmemiş<br />

ülkeler<br />

1.297,5 0,47 0,12 0,23 0,06 0,18 0,07 1,14 0,46 0,21 0,31 0,09 0,07 1,14<br />

Katar 1,4 0,91 1,12 0,17 0,46 8,91 0,<strong>11</strong> <strong>11</strong>,68 0,03 0 0 1,91 0,<strong>11</strong> 2,05<br />

Kuveyt 2,5 0,80 0,64 0,23 0,29 7,70 0,07 9,72 0,01 0,01 0 0,32 0,07 0,43<br />

Birleşik Arap<br />

Emirlikleri<br />

8,1 0,77 1,06 0,37 0,25 5,97 0,03 8,44 0,05 0 0,07 0,49 0,03 0,64<br />

Danimarka 5,5 2,77 0,7 1,21 0,78 2,54 0,26 8,25 2,4 0,03 0,27 1,85 0,26 4,81<br />

ABD 305 1,09 0,19 0,86 0,09 4,87 0,07 7,19 1,53 0,26 1,56 0,44 0,07 3,86<br />

Belçika 10,6 1,82 0,95 0,47 0,17 3,26 0,45 7,<strong>11</strong> 0,46 0,<strong>11</strong> 0,28 0,05 0,45 1,33<br />

Avustralya 21,5 1,61 1,<strong>11</strong> 1,16 0,1 2,68 0,03 6,68 2,14 6,16 2,55 3,69 0,03 14,57<br />

Kanada 33,3 1,49 0,42 0,74 0,1 3,63 0,05 6,43 2,81 0,23 8,27 3,55 0,05 14,92<br />

Hollanda 16,5 1,3 1,09 0,54 0,1 3,14 0,16 6,34 0,3 0,06 0,08 0,44 0,16 1,03<br />

İrlanda 4,4 1,26 0,47 0,53 0,04 3,75 0,16 6,22 0,59 0,79 0,24 1,64 0,16 3,41<br />

Nüfus<br />

(milyon kişi)<br />

Tarım<br />

Ekolojik Ayak İzi<br />

(kişi başına küresel hektar)<br />

Otlak<br />

Orman<br />

Balıkçılık<br />

Karbon<br />

Tutma<br />

Yapılaşmış<br />

Alan<br />

*Hesaplamaya nüfusu 1 milyonun üzerinde olan ülkeler katılmıştır.<br />

Toplam<br />

Ekolojik<br />

Ayak İzi<br />

Tarım<br />

Biyolojik Kapasite<br />

(kişi başına küresel hektar)<br />

Otlak<br />

Orman<br />

Balıkçılık<br />

Yapılaşmış<br />

Alan<br />

Toplam<br />

Biyolojik<br />

Kapasite<br />

Türkiye 74,7 0,92 0,08 0,28 0,03 1,17 0,07 2,55 0,74 0,13 0,32 0,05 0,07 1,31<br />

Dünyanın Ekolojik<br />

Ayak İzi’nin 1961 ile<br />

2008 yılları arasında<br />

iki katına çıktığı<br />

görülüyor. 1970<br />

yılından günümüze<br />

kadar biyoçeşitlilik<br />

dünya genelinde %<br />

30, tropik alanlarda<br />

% 60 oranında<br />

azaldı.<br />

ve kalkınmaya odaklı politikaları<br />

dünyadaki enerji ve gıda kaynaklarını<br />

giderek azaltıyor.<br />

BELÇİKA<br />

Belçika’daki tarım ve otlak alanlarının<br />

biyolojik kapasitesi o kadar düşük<br />

ki ülkede bulunan çoğu gıda başka<br />

ülkelerden ithalat ediliyor.<br />

AVUSTRALYA<br />

Avustralya kişi başına yılda 28,1 ton<br />

karbondioksit salınımı ile küresel<br />

ısınmaya en çok katkıda bulunan<br />

ülkelerden biri. Ayrıca ülkenin kereste,<br />

gıda ve çayır ihtiyacı kişi başına 7<br />

hektar alan gerekiyor bu da dünyadaki<br />

mevcut kaynakların kişi başına<br />

ortalamasının yaklaşık dört katına eş<br />

değer geliyor.<br />

KANADA<br />

Her ne kadar Kanada’nın biyolojik<br />

kapasitesi dünya ortalamasının kat ve<br />

kat üstünde olsa da ülke kişi başına<br />

sürekli artmakta olan karbondioksit<br />

emisyonu bu durumu tehlikeye<br />

sokuyor. 1990 yılından beri ülkedeki<br />

toplam sera gazı emisyonları % 24<br />

oranında artmış.<br />

HOLLANDA<br />

Çoğu İskandinav ülkesi gibi Hollanda’da<br />

tarım ve otlak alan azlığı çekiyor.<br />

Yoğun nüfusa sahip ufak ülke, sahip<br />

olduğu kaynaklara kıyasla altı kat daha<br />

fazla tüketiyor. Ayrıca kişi başına olan<br />

tüketim, dünya ortalamasının üç katına<br />

eşit.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 59


Günümüzde<br />

insanlar yıllık<br />

olarak hayatlarını<br />

sürdürmek için<br />

1,5 gezegenlik<br />

doğal kaynak<br />

kullanıyor.<br />

Gelişmiş ülkelerin<br />

Ekolojik Ayak<br />

İzi, gelişmemiş<br />

ülkelere kıyasla<br />

beş kat daha<br />

fazla.<br />

60<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Tablo hakkında:<br />

Eğer doğal kaynakların tüketimi bu<br />

hızla devam ederse 2030 yılında 2,<br />

2050 yılında ise 2,8 gezegene<br />

ihtiyacımız olacak.<br />

Dünyanın Ekolojik Ayak İzi (ihtiyaç duyulan gezegen sayısı)<br />

EKOLOJİK<br />

AYAK İZİ<br />

BİLEŞENLERİ<br />

Tarım Arazisi<br />

Gerekli gıda ve lif, hayvan<br />

yemi, yağ bitkileri ve<br />

kauçuk üretimi için<br />

kullanılan tarım alanı<br />

Orman<br />

Kağıt hamuru, kereste<br />

ürünleri ve yakacak odun<br />

miktarı için gerekli olan<br />

orman alanı<br />

Yapılaşmış<br />

Alan<br />

Ulaşım, konut,<br />

sanayi tesisleri ve<br />

enerji santralleri<br />

gibi insan altyapısı<br />

ile kaplı alan<br />

Karbon Tutma<br />

Fosil yakıt tüketimi ve<br />

kimyasal süreçlerden kaynaklanan<br />

karbondioksit emisyon<br />

giderimi sağlayacak orman<br />

ve okyanus alanı<br />

Otlak<br />

Et, süt, deri ve yün ürünleri<br />

için hayvancılık yapılan otlak<br />

alan<br />

Balıkçılık Sahası<br />

Besin ihtiyacı için gerekli olan<br />

deniz ve tatlı su canlıların<br />

yaşadığı alan


BELİRLEYİCİ ETMENLER<br />

DOLAYLI ETMENLER<br />

BİYOÇEŞİTLİLİK VE<br />

EKOSİSTEM ÜZERİNDEKİ<br />

BASKILAR<br />

KÜRESEL BİYOÇEŞİTLİLİĞİN<br />

DURUMU<br />

ETKİ ALTINDAKİ HİZMETLER<br />

İRLANDA<br />

İrlanda’daki kişi başına salgılanan sera<br />

gazı emisyonları AB sıralamasında<br />

ikinci sırada yer alıyor. Aynı zamanda<br />

mevcut sanayinin eski teknoloji<br />

ile çalıştırılması ve tarım ile otlak<br />

alanlarının verimsizliği de ülkenin<br />

Ekolojik Ayak İzi’ni artırıyor.<br />

Tarım ve Ormancılık<br />

Nüfus<br />

Doğal Alan Kaybı ve<br />

Tahribatlar<br />

Balıkçılık ve Avcılık<br />

Karasal<br />

Tedarik Hizmetler<br />

-Gıda<br />

-İlaç<br />

-Yapı hammaddeleri<br />

-Kumaş<br />

-Biyoenerji<br />

Doğal Alan Kaybı ve<br />

Tahribatlar<br />

Düzenleyici Hizmetler<br />

-Atık ayrıştırma<br />

-Su arıtımı<br />

-İklim düzenleme<br />

-Ekin tozlaştırma<br />

-Bazı hastalıkların engellenmesi<br />

TÜRKİYE, DÜNYA<br />

ORTALAMASININ ALTINDA<br />

TÜKETİYOR<br />

Rapora göre Türkiye’nin Ekolojik Ayak<br />

izi; 2,55 küresel hektar olarak dünya<br />

ortalamasının altında yer alıyor.<br />

Ancak buna rağmen ülkenin biyolojik<br />

Ormanların yok olması,<br />

iklim değişikliğini<br />

artırıyor, artan iklim<br />

değişikliği ile oluşan<br />

sıcaklık ve kuraklıklar<br />

orman yangınlarına ve<br />

ormanların yok olmasına<br />

sebep oluyor.<br />

Tüketim Kaynak Verimliliği<br />

Şehirleşme ve Sanayileşme Su Kullanımı Enerji ve Ulaştırma<br />

İstilacı Türler<br />

Kirlilik<br />

Tatlı Su Denizler<br />

İnsanların ekosistemlerden sağladığı faydalar<br />

Destek Hizmetleri<br />

-Besin döngüsü<br />

-Fotosentez<br />

-Toprak oluşumu<br />

İklim<br />

Değişikliği<br />

Kültürel Hizmetler<br />

-Estetik<br />

-Dinlendirici<br />

-Turizm<br />

-Zenginleştirme<br />

kapasitesi ile karşılaştırıldığında<br />

tüketim, mevcut kapasitesinden daha<br />

fazla. Bunun sebebi olarak da ülkenin<br />

genç nüfusundaki artışın talepleri<br />

gösterilebilir. 1961 yılında 29 milyon<br />

olan Türkiye nüfusunun günümüzde<br />

74 milyona ulaşması da bunun bir<br />

göstergesi.<br />

Türkiye’de en çok artış gösteren<br />

ayak izi bileşeni ise karbon kaynaklı<br />

olarak görülüyor. Ülkenin karbon ayak<br />

izinin artmasındaki en büyük pay ise<br />

elektrik sektörüne ait. Ayrıca ülkedeki<br />

bireysel tüketim de giderek artıyor.<br />

Yatırım amaçlı ayak izi ise devletin<br />

(sosyal altyapı), şirketlerin (yeni<br />

fabrika ve makine) ve bireylerin (yeni<br />

ev) yatırımlarını içeriyor ve toplam<br />

ayak izinin % 13'ünü oluşturuyor.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 61


62 | ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012


Sams<br />

İki Irmak Arasından<br />

Karadenize<br />

Yakılan Türkü<br />

“Karadeniz kenarında var idi<br />

İki kal’a ki Samsun dirler idi<br />

Birisi kafirindi ol hisarın<br />

Biri mülki idi İsfendiyarın”<br />

Hadid-i Miladî (Alî Osman Tarihi)<br />

Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu ele geçiren ve<br />

Gürcistan’a yönelen Timur’a, İspanyol Kralı 3. Henri’nin elçisi<br />

olarak giden Ruy Gonzales de Clovijo, tuttuğu kayıtlarda<br />

Samsun’da biri Cenevizlilere, diğeri bir Türk beyliği olan<br />

İsfendiyaroğulları’na ait iki kaleden söz eder. Bugün bile<br />

yaşayanlarının belleğine ‘Kara Samsun’ olarak kazınmış yer,<br />

aslında Ceneviz Samsun’udur ve bu denizci kavim bölgeden<br />

çekilirken kalesini, yerleşkesiyle birlikte yaktığı için kara olarak<br />

tanımlanır. Müslüman Samsun’una gelince; tarihin, coğrafyanın<br />

ve zamanın ruhu iki küçük köyden birinin elinden tutar ve<br />

Samsun’un kentleşme serüveni böyle başlar. Önemli tasavvuf<br />

liderlerinden biri olan Abdulkadir Geylani’nin torunlarından<br />

Seyyid Kutbittin, derviş-gazi geleneğinin önemli simalarından<br />

biri olarak bölgeye yerleşir ve kalplerde inkişaf edecek<br />

fütuhatın kapılarını açar. Bu öyle bir ruh oluşturur ki Samsun,<br />

Osmanlı zamanlarında yalnızca büyük merkezlerde kurulan<br />

Mevlevihanelerden birine ocaklık yapacaktır.<br />

ANADOLU’NUN KÜÇÜK LABORATUVARI<br />

Anadolu bir göç ülkesi. Tarihin bu topraklara biçtiği rol,<br />

birçok kavmi, inanışı, düşünüşü ve refleksi uyumlu ve anlayışlı<br />

şekilde bir arada tutma becerisidir. Türklerin bu bölgeye<br />

gelişlerinden ve burayı yurt tutuşlarından önce de sonra da<br />

64<br />

KADİM ŞEHİRLER<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

ÖMER İDRİS AKDİN<br />

Önemli tasavvuf<br />

liderlerinden biri olan<br />

Abdulkadir Geylani’nin<br />

torunlarından Seyyid<br />

Kutbittin, derviş-gazi<br />

geleneğinin önemli<br />

simalarından biri olarak<br />

Samsun bölgesine<br />

yerleşir ve kalplerde<br />

inkişaf edecek fütuhatın<br />

kapılarını açar.


un<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 65


u değişmemiştir. Kitlelerin hareketi<br />

zamanın coşkusunu ve devingenliğini<br />

beraberinde getirmektedir. Birbirlerine<br />

eklemlenen ve birbirlerini tamamlayan<br />

medeniyetlerin bu coşkulu yürüyüşü,<br />

bu toprakların üzerinde yaşayan insana<br />

derin bir bakış açısı kazandırmaktadır.<br />

Bu bakış açısı bu topraklarda hiçbir<br />

zaman derin krizlerin oluşmasına<br />

müsaade etmemiştir. Bu bağlamda<br />

Samsun'u Anadolu'nun küçük bir<br />

laboratuvarı olarak görebiliriz.<br />

KARADENİZ BÖLGESİ'NİN<br />

TİCARET ŞEHRİ<br />

Doğusundan batısına dünya için bu<br />

coğrafya nasıl bir çekim alanı ise<br />

Samsun da Karadeniz'in doğusu için her<br />

zaman cazibe merkezi olageldi. Coğrafi<br />

açıdan tarımsal üretim kanalları oldukça<br />

dar olan bir bölge olarak Karadeniz,<br />

iki büyük ovayı koynunda saklayan<br />

Samsun'u bir çıkış yeri olarak görmüş,<br />

yıllar süren göçler sonucu bu şehir, bir<br />

kültür harmanı hâline dönüştürmüştür.<br />

Kızılırmak ve Yeşilırmak gibi iki büyük<br />

ırmağın suladığı bereketli toprakları,<br />

Karadeniz Bölgesi'nin en büyük ticaret<br />

şehri olarak Samsun, Karadeniz'i<br />

Ankara ve İstanbul'a bağlaması ve her<br />

türlü ulaşım için müsait bulunması da<br />

bu önemine önem katar.<br />

66<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012


BATIYA YÜRÜYÜŞÜN TAM<br />

ORTASINDA…<br />

Karadeniz insanı için Samsun,<br />

genlerindeki Batıya yürüyüşün tam<br />

da ortasındaki geniş bir vahadır.<br />

Yeteri kadar değerlendirilemese de<br />

yeni kurulan devletin kurtuluş miti,<br />

bu kenti herhangi bir şehirden öte ilgi<br />

alanı hâline getirmektedir. Samsun<br />

dendiğinde yurdum insanının belleğinde<br />

bir özgürlük ve var oluş hareketi<br />

kendini gösterir. Bu anlam da ya sahip<br />

olunması ya da sahip çıkılması bir<br />

coğrafyadır aynı zamanda. Sıradan<br />

bir Doğu Karadeniz insanı açısından<br />

bir ufka işaret eder. Bu kentin içinde<br />

yaşayan insanlar sürekli hareket hâlinde<br />

olan topluluklardan oluşmuşlardır.<br />

Yüreklerinde geldikleri yerin hasreti,<br />

akıllarında bu kente kendilerini<br />

dönüştürmenin coşkusu barınmaktadır.<br />

Samsun'dan ayrıldıklarında ise farkında<br />

Anadolu bir göç<br />

ülkesi. Tarihin bu<br />

topraklara biçtiği<br />

rol, birçok kavmi,<br />

inanışı, düşünüşü<br />

ve refleksi uyumlu<br />

ve anlayışlı<br />

şekilde bir arada<br />

tutma becerisidir.<br />

Bu bağlamda<br />

Samsun'u<br />

Anadolu'nun küçük<br />

bir laboratuvarı<br />

olarak görebiliriz.<br />

olmasalar da kendileri kalarak ama bu<br />

şehirden iyi şeyleri genlerine katarak<br />

gidebilirler.<br />

YENİ VE ORİJİNAL<br />

BAŞLANIÇLAR ŞEHRİ<br />

Burayı ebedi yurt edinenler ise hiçbir<br />

zaman kendilerini getto mantığı<br />

içinde dışarıya kapatmazlar. Bu,<br />

büyümekte olan şehir, büyük şehirlerin<br />

ötekileştirme yöntemlerini aklının<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 67


ucundan bile geçirmez. Tek bir<br />

Samsun algılamasının ötesinde onlarca<br />

Samsun algılamasının, bu kenti daha<br />

verimli kılmak, daha derinlikli hâe<br />

getirmek bağlamında yapacağı önemli<br />

işlevleri vardır. Göçlerle gelen birikim,<br />

konakladığı topraklarda her zaman<br />

yeni ve orijinal başlangıçlar oluşturur.<br />

Durağan toplumların içine çekilerek<br />

68<br />

Coğrafi açıdan<br />

tarımsal üretim<br />

kanalları oldukça<br />

dar olan bir bölge<br />

olarak Karadeniz,<br />

iki büyük ovayı<br />

koynunda saklayan<br />

Samsun'u bir çıkış<br />

yeri olarak görmüş,<br />

yıllar süren<br />

göçler sonucu bu<br />

şehir bir kültür<br />

harmanı hâline<br />

dönüştürmüştür.<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

çürümesi gibi bir hâl, bu kentte yaşayan<br />

insanlar için asla mümkün değil. Bu<br />

kentin tarihi bunun ipuçlarıyla doludur.<br />

ANTİK ÇAĞIN GÖZDE<br />

ŞEHİRLERİNDEN<br />

Antik Çağda Amisos adı ile anılan<br />

kent, Miletosluların M.Ö. VII. yüzyılda<br />

Karadeniz kıyılarında kurdukları ticaret<br />

kolonilerinden biridir. M.Ö. V. yüzyılda<br />

Atinalıların ele geçirdiği şehir, bir<br />

süre Priraierus adı ile anılır. Bizans<br />

döneminde bir piskoposluk merkezi<br />

olan Amisos'u alamayan Danişmendliler<br />

hemen yakınında yeni bir kale<br />

yaptırırlar. Yüzyıllarca zengin bir ticaret<br />

merkezi olan eski yerleşim “Hıristiyan<br />

Samsun” ya da “Gavur Samsun” adı ile<br />

anılır. XI. yüzyılda Cenevizlilerin eline<br />

geçen Eski Amisos ve Yeni Amisos<br />

arasında ticari bir ilişki devam eder.<br />

Sonraları Simisso ve Samissun olarak<br />

isimlendirilen bu yerleşmenin adı<br />

Samsun'a dönüşür. 1800’lü yıllarda<br />

karaya doğru kavis çizen kıyılarında, biri<br />

Türklerin diğeri de Rumların yaşadığı<br />

iki köyden oluşan, toplam nüfusu 5 bin<br />

civarında küçük bir yerleşim yeri. Orta


zamanların kadim denizcilerinden<br />

Cenevizlilerin gittikçe artan Osmanlı<br />

baskısından korkarak kendilerine<br />

ait bölgeleri ataşe verip denize<br />

açılmalarının üzerinden dört yüz yıl<br />

geçmiştir. Çelebi Sultan Mehmet eliyle<br />

1413’te Osmanlı yönetimine katılır<br />

ve 1427 yılında da adı Canik olarak<br />

haritalarda görünür.<br />

OSMANLI DÖNEMİNDE<br />

SAMSUN…<br />

Osmanlı Devleti 1854'te başlayan dış<br />

borçlanma sürecinde, Avrupa'dan<br />

aktarılan kaynakları geri ödeyebilmek<br />

için, çeşitli çözüm arayışlarına<br />

girer. "Muharrem Kararnamesi" ile<br />

ödenemeyen borçların tasviyesi için,<br />

1881'de oluşturulan Düyunu Umumiye<br />

-Okuma Parçası<br />

SAMSUN<br />

BİR KENTİN<br />

FARKINA<br />

VARMAK<br />

Şehir insanla kaimdir her şeyden önce. İçinden insanı/insanlığı<br />

çekip aldığında hem ruhsal hem fiziksel harabeden başka bir şey<br />

kalmaz geriye. Bir şehri sevmek bir insanı sevmekle özdeştir;<br />

çünkü tıpkı insan gibi şehri de her şeyiyle sevmek zorundasınız.<br />

Sevmek, kapınıza sorumluluklarla gelir. Yani sevmenin getirmiş<br />

olduğu sorumluluklar vardır. Şehir “bir yaşam alanı” ise hele ki<br />

toplu paylaşım mekanı ise sizden birtakım fedakârlıklar ister.<br />

Kendinizden bir şeyler adadığınızda şehirle ülfet bağı kurmuş<br />

olursunuz. Artık ortak kaygılarınız, heyecanlarınız, sevinçleriniz<br />

ve kederleriniz oluşmaya başlamıştır. “Sen burayı seversen<br />

burası dünyanın en güzel yeridir; ama sen dünyanın en güzel<br />

yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir.’ diyor ya<br />

Vizontele filmindeki belediye başkanı. Doğrudur güzellikler koşulsuz<br />

adanmışlıklarla kendini gösterir. Şehir, insanı tarafından<br />

fark edilmek ve merak edilmek ister. Çünkü kentin ayrıntılarına<br />

doğru yola çıktığınızda ruh dünyanızdaki boşluklarla karşılaşırsınız.<br />

Bu boşlukları dolduracak ecza, mahallesinden sokağına,<br />

kaldırımından çeşmesine, parkına bahçesine sizi dingin bir duruşa<br />

sevk eder.<br />

“Bir insanı sevmekle başlar her şey” der Sait Faik. Siz de yeniden<br />

başlayın insanından yola çıkarak bu şehri sevmeye. Bir hafta<br />

sonunuzu ayırın kentinize. Eşinizin, çocuğunuzun elinden tutun<br />

ve rutin dışına çıkarak kentin damarlarında gezinin. Eski mahallelere<br />

düşsün gölgeniz. Bahçeli konaklarıyla Kadıköy’e mesela.<br />

Metruk ve harap bırakılmış bir köşke içten bir gülümseme fırlatın.<br />

Ezilmiş ruhu depreşsin, kımıldasın bir zamanların cüsseli<br />

binaların. Yıllarca eteklerinde oyun oynayan çocukların seslerini<br />

hatırlasınlar. Ya da üstüne eski yazı kitabesi olan bir çeşmenin<br />

duvarına yaslanın bir müddet. Suyu akmasa da içinden akan sıcak<br />

gözyaşının sırtınızı ısıttığını hissedeceksiniz. Ne denir; söz<br />

uçtu yazı kaldı. Siz de ekleyin söz uçtu, oluklara dokunan taze<br />

soluklar kesildi lakin belki de size derdini anlatmak ister gibi<br />

bir kitabe asılı kaldı öylece taş duvarın gölgesinde. Veya çocuklarınızı<br />

bırakın Arnavut kaldırımlı bir sokağı yokuş aşağı seyrine.<br />

Hep asfaltta betonda yürümeye alışmış çocuklarınız taşın<br />

kudretini hissetsinler, toprağa yakınlığı keşfetsinler. Bilin ki ne<br />

zaman topraktan uzaklaşmaya başladık, kendimizi kopardık<br />

mayamızdan\savrulduk. Eski bir mezarlığa ne dersiniz. Seyyit<br />

Kutbiddin Hazretleri’ne güzel bir Allah selamı verin. Minik elleriyle<br />

masum bakışlarıyla çocuklarınız bir kente dokunan nazenin<br />

rahmeti hissetinler. Sezai Karakoç’un şiirini biliyorsanız<br />

birkaç mısra mırıldanabilirsiniz; “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar…<br />

‘Dergahınıza güzellikle geldik, güzellik bulduk, güzellik alıp<br />

yola koyulduk.” Aşağıda deniz kenarında eskiden devasa deniz<br />

fenerinin bulunduğu yere yakın eski stat! Şimdilerde atletizm<br />

parkı olarak hizmette. Bir dönemin gençlerinin kıpır kıpır etrafında<br />

döndüğü, bu kentin takımının afili afili salındığı bir futbol<br />

arenası burası… Nice hatıraları o toprak zemine gömmüş bir<br />

yer. Biraz dikkat ederseniz, ter ve hırs kokusunu alabilirsiniz.<br />

Sonra bir dolmuşluk mesafe. Canik Meşe Tesisleri… Masanızda<br />

semaver. İçinizde naif bir tat ile şehre dokunur gibi kalakalmak.<br />

Tekrar edelim öyleyse “Şehir insanla kaimdir.” Vesselam.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 69


İdaresi, tütün gelirlerine de el koyar.<br />

Batılı devletlerin Osmanlı'nın cazip<br />

tütün pazarını ele geçirmek için sanayi<br />

kurma girişimini, ülkemizde ilk kez<br />

Fransızlar gerçekleştirir ve 1884'te<br />

Fransız sermayesi ile bir Reji İdaresi<br />

(Memalik-i Mahruse-i Şahane Duhanları<br />

Müşterek'ül-Menfaa [kâr ortaklığı])<br />

kurulur. Osmanlı Devleti’nin tütün<br />

tekelini 42 yıl boyunca elinde tutan<br />

Tütün Rejisi ya da 'Regie co-interessée<br />

des Tabacs de I'Empire Ottoman' isimli<br />

şirketin en önemli merkezlerinden biri<br />

de Samsun’dur. Bu durum birçok ticari<br />

elçiliğin bu kentte kurulmasına yol açar<br />

ve böylelikle ticaret hayli canlanır.<br />

70<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

FABRİKADA TÜTÜN SARAR<br />

SANKİ KENDİ İÇER GİBİ…<br />

Ancak Reji İdaresi bölgelerinde yer alan<br />

tütün fabrikalarından çalışanlar için<br />

durum çok trajiktir. Rejinin adamları,<br />

mahallelerden yoksul ailelerin kızlarını<br />

toplar. Kimin parmakları ince ve zarif<br />

ise sigaralar da ince ve muntazam<br />

sarılabilsin diye. Çünkü sigara sarma<br />

makineleri henüz icat edilmemiştir o<br />

yıllarda. İncecik sigaraların üretilmesi<br />

için, elleri küçücük, parmakları incecik<br />

çocuklara gereksinim vardır. Küçücük<br />

bedenleri tütün fabrikasında büyüyen<br />

bu kızların hemen hepsi de akciğer<br />

rahatsızlıklarından, kanserden vefat<br />

Rejinin adamları,<br />

mahallelerden<br />

yoksul ailelerin<br />

kızlarını toplar.<br />

Kimin parmakları<br />

ince ve zarif ise<br />

sigaralar da ince<br />

ve muntazam<br />

sarılabilsin diye.<br />

Küçücük bedenleri<br />

tütün fabrikasında<br />

büyüyen bu<br />

kızların hemen<br />

hepsi de akciğer<br />

rahatsızlıklarından,<br />

kanserden<br />

vefat ederler<br />

genç sayılacak<br />

yaşlarda...<br />

ederler genç sayılacak yaşlarda...<br />

Alpay'ın ünlü şarkısı 'Fabrika Kızı'nda<br />

dendiği gibi; "Fabrikada tütün sarar,<br />

sanki kendi içer gibi / Sararken de hayal<br />

kurar, bütün insanlar gibi."<br />

19. YÜZYILIN TİCARİ KESİŞME<br />

NOKTASI<br />

Buruk, kendi içinde dalgalı insanların<br />

kenti Samsun, 1869 yılında büyük bir<br />

yangın geçirir ve hemen hemen tamamı<br />

yanarak kül olur. Fransa’dan getirilen<br />

bir mimarın planına göre sokak ve<br />

caddeler denize dikey halde olmak<br />

üzere yeniden inşa edilir. 19. yüzyıl<br />

ortalarından itibaren Karadeniz'de<br />

buharlı gemi işletmesinin başlaması<br />

ve Kafkasya, Trabzon ve Ege'den,<br />

pek çok insanın göç ederek şehre<br />

yerleşmesi üzerine Samsun'un hızla<br />

büyür. Bu yıllarda kentin ticari ve<br />

ekonomik potansiyeli gelişmiş, şehir<br />

birçok Avrupalı ve yerli (çoğu azınlık)<br />

yatırımcıyı kendisine çekmiştir.<br />

Dönemin en önemli ticaret yollarından<br />

biri Samsun'dan başlayarak Amasya,<br />

Tokat, Sivas, Malatya, Harput ve


Ve elbette<br />

denizden gelen<br />

adamlar. Karaya<br />

adımlarını attıkları<br />

bu kente hayat da<br />

getirdiler. Tarih,<br />

19 Mayıs 1919.<br />

Gerçek Samsun,<br />

günümüz şehri o<br />

zaman karşımıza<br />

çıkar.<br />

Diyarbakır üzerinden Bağdat'a uzanır.<br />

Samsun, bu yolun Karadeniz ağzındaki<br />

limandır. Tütün ekimi ve ihracatı sonrası<br />

yurt edinenleri 40 bini bulan ahalisiyle<br />

emekleyen bir şehir hâline gelir.<br />

İmparatorluğun önemli liman şehirlerine<br />

yerleşerek geniş çaplı ticaretle uğraşan<br />

Levantenlerin de Samsun limanına<br />

demir atmaları da bu döneme rastlar.<br />

RUS VE YUNAN SAVAŞ<br />

GEMİLERİNİN HEDEFİ<br />

1915 yılı Haziran ayı şehir için bir<br />

başka yıkımın kapısını çaldığı tarihtir.<br />

Rus savaş gemileri Samsun kent<br />

merkezindeki çeşitli noktalara, limana<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 71


72<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

ve açıklarda seyir halinde olan küçük<br />

ve orta büyüklükteki ticaret gemilerini<br />

hedef alarak bombalarlar. Rus savaş<br />

gemileri bir ay sonra yani Temmuz<br />

1915'te daha kapsamlı bir saldırıda<br />

daha bulunur. Bu saldırıda Belediye'ye<br />

ait iskeleler, Hançerli Mahallesi, Rum<br />

Mahallesi, Ermeni Mahallesi, Buğday<br />

Pazarı ve Liman Civarında demirli yük<br />

gemileri seçilir. Ruslar 1916 yılında<br />

da bir kez daha Samsun'a saldırıda<br />

bulunarak Samsun Limanını topa tutup<br />

buradaki tekneleri tahrip ederler. Bir<br />

başka saldırı yine denizden, bu kez<br />

Yunan zırhlıları tarafından 7 Haziran<br />

1922 yılında yapılacaktır. Samsun<br />

doğumlu şair Vüs'at O Bener’in<br />

kaleme aldığı ‘Babam’ adlı şiirine de<br />

konu olan Yunan zırhlıları Averoff ve<br />

Kılkış’ın saldırılarıyla sahildeki ticari<br />

depolar tahrip edilir. Şair bu olayı<br />

şöyle betimler; "Averoff Samsun'da /<br />

Bombardıman / Gazhane yanıyor / Bin<br />

Merkezinde<br />

insan olan bir<br />

medeniyetin<br />

çocukları,<br />

Karadeniz’den<br />

Samsun’a ayak<br />

bastıklarında,<br />

yalnız bu kentin<br />

değil tüm ülkenin<br />

hikâyesini<br />

yeniden yazmaya<br />

başladılar.<br />

üç yüz otuz sekiz / Tarih düşürmüştüm/<br />

Kırkın çıkmamıştı daha"<br />

DENİZDEN GELEN ADAMLAR…<br />

Ve elbette denizden gelen adamlar…<br />

Karaya adımlarını attıkları bu kente<br />

hayat da getirdiler. Tarih, 19 Mayıs<br />

1919. Gerçek Samsun, günümüz şehri<br />

o zaman karşımıza çıkar. Çünkü<br />

merkezinde insan olan bir medeniyetin<br />

çocukları, Karadeniz’den Samsun’a<br />

ayak bastıklarında, yalnız bu kentin<br />

değil tüm ülkenin hikâyesini yeniden<br />

yazmaya başladılar. O öncülerden biri,<br />

Gazi Mustafa Kemal’in İstiklal Numune<br />

Mektebi’nde söylediği şu meşhur sözle<br />

tarihe not düşüldü: "Dünyada her şey<br />

için, medeniyet için, hayat için, başarı<br />

için en hakiki rehber ilimdir, fendir.<br />

İlim ve fenin dışında rehber aramak<br />

gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan<br />

sapmaktır."


Bayım!...<br />

Yalınayak dolaşmışsam, yatmışsam parklarda, üşümesin diye<br />

kışı içeri almışsam, çiçekleri, bir de odun ekmeğinin buğusunu<br />

sevmişsem; hasreti yanık gönlüme taşımamdandır. Siz bunu<br />

anlayamazsınız!<br />

Acıyı bana sorma<br />

/kör bir testere ile yaptığım tahta arabam kırıldığında yaşadım<br />

onu/ yine de dedemi sevdim...<br />

/Su alınırsa dere kurur, kuşlar nerde yıkanacak/ diyen de dedemdi...<br />

Sürpriz hayatımızda yoktu. Anamız; anaydı hani. Düşer kalkar<br />

babamızı baba gibi severdik. Ne bir fazla, ne bir eksik... "Jelatin<br />

dostluklarımız olmamıştır hiç!" En yeşiline el atmıştık yaşamın.<br />

Severdik... Dargınlıklarımız da olurdu ama hep içimize kanardık.<br />

Aşık olurduk! Denizi avuç avuç cebimize doldurur gezdirirdik,<br />

unutmazdık...<br />

Var-git çiçeklerini bilir misin? Bayım… Sözün namus olduğunu?<br />

Delikanlı duruşumuz veremli bir soytarıya sermaye oluyorsa,<br />

zayi ilanlarındadır, hayatımız, şimdi. Yalan geçmezdi aklımızdan…<br />

74<br />

Şehir Sayıklamaları<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

AHMET USTA<br />

Oysa/Şimdi; Sevgiler hükümsüz, aşk yalandır. Riyanın gizli yüzünü<br />

giyinmiş bu kentte sevdalarımız çarmıha gerilmiştir! Müsveddeyiz...<br />

İçli olmak ne anlam taşır, kim anlar? Gözlerimizde<br />

yürüyen şehrin dehlizleridir sadece. Sefillik deme ağlarım...<br />

Sonra şehir... Acılar kuşatacak sizi diyen olmadı... Martıların<br />

kaldırımlarda öldüğünü...<br />

Dostluğun, hainliğin sularında yıkandığını geç anladık.<br />

Gün buruşur bu kentte, çocuklar güneşi görmeden...<br />

/Ve güneşi görmeden akşam eden insanların, yontulmuş gülücüklerinden<br />

bıktım!/<br />

Kent morgdur! Gece üstümüze gelir, rüyalarımı ürkek çakallar<br />

böler. Anılarım yağmalanır, bir torba kemik kalır insanlık...<br />

Dostluklar soğuk, ruhum harap. Tanıklara yalan söyleten sır nedir,<br />

bilemedim... El değmemiş baharlarıma sıkıca tutunup doğruldum,<br />

tükürdüm fiyakasına…<br />

Bayım!...<br />

/Acılarımı paylaşamayacağın yarama gölge etme.../<br />

Ve Bayım; hayatın kılcal damarlarından geceyi, yıldızı, güneşi,<br />

toprağı ve şafak vaktini öğrendiğimizi unutma.<br />

Ve… Ateş; İbrahim’e güldür. Unutma.


ŞEHRİ DIŞINDAN GÖRMEK<br />

Bir şehri anlamanın yolu, onu içinden ve dışından görüp tanımak<br />

olmalı. Öyleyken hep içindeyiz şehrin. Hayatın ve şehrin<br />

akışı içinde kaybolup gitmişiz. İçindeliğimiz, şehri tanımak anlamına<br />

gelmez. Hücrelerin, organizmanın bütününü kavrayamaması<br />

gibi bir şey bu... Şehrin dışındalığımız, şehri tanımak<br />

için bir fırsat olabilir belki. Fakat şehirden de ayrılmıyoruz. Kısa<br />

süreli çıkışlarımızda mecburen. İş icabı. Bu mecburi çıkışlarımız<br />

bir an önce tekrar şehre dönmek için. Özellikle hafta sonlarına<br />

denk düşen kimi çıkışlarımız da bir âlem. Şehri de götürüyoruz,<br />

beraberimizde: Kola şişeleri, naylon poşetler, plastik kaplar,<br />

hazır yiyecekler. Hafta sonları, şehrin dışında yüzüyle ve ruhuyla<br />

şehrin misyoneri gibiyiz. Kendimizi kaybetmişiz şehirde.<br />

İçinden anlamadığımız şehri dışından anlamak için elimizden<br />

geleni yapıyoruz ve kaybediyoruz. Aslında, bir an için “şehri<br />

dışından görmek” şehri anlamanın fırsatıdır. Bu nasıl bir şeydir?<br />

Kum tepelerinin ardından seherde veya akşam vaktinde<br />

bir şehri görmektir. Şehrin siluetini bir tepeden ya da tepedeki<br />

bir şehrin siluetini ovadan seçmenin verdiği o garip duygudur.<br />

Zamanın çarmıhında gerili olarak, kadim medeniyetlerin yıkımını<br />

izlemek gibi bir şeydir. Uzaktan piramitleri ya da Newyork<br />

gökdelenlerini seyretmek, Bin Bir Gece diyarını görmek gibidir.<br />

Dün ve bugünün o karışık tadı. Bu havayla şehir, en iyi dışından<br />

anlaşılır aslında. Çünkü bilincin uyandırılışıdır bu ve Mekke ve<br />

Hira’dan görünüşü.<br />

Doğuştan şehrin dışında olanlar veya şehri terk edenler şehri<br />

dışından görebiliyor mu? İçindekilerden pek farkları yok onların<br />

da. Bir hatanın iki yüzü gibiler. Şehrin dışındakilerin kimisi kaç-<br />

AYTEKİN AYDIN<br />

mış şehirden. Yani kendilerinden. İnkâr etmişler, toplumsallıklarını.<br />

Ruhlarının meylini kırmışlar. Ruhunun meylini kırandan<br />

şehri anlaması beklenir mi? Şehrin dışında doğup yaşayanlar<br />

ise zaten şehir dışı olanlar. Onlarsa şehrin sempatizanları, şehrin<br />

potansiyel insan depoları. Bir biçimde de şehri besleyen damarların<br />

kanları. Dağdan şehre dökülen insan nehirleri. Onlar,<br />

çok geçmeden erozyonla topraklarından kopup şehre gelmek<br />

zorunda kalanlar. Bilinçsiz gelişleriyle, şehri şehir olmaktan<br />

çıkaranlar. Geldiklerinde şehri anlamak gibi bir lüksleri hiç olmayacak,<br />

çünkü onlar şehrin kenar konukları. Onların, şehri<br />

içten de ve dıştan da anlamaları çok zor. Kendilerini şehre taşıyan<br />

erozyona direnmeye çalışacaklar hep, şehre duydukları<br />

sempatiye lanetler ederek.<br />

Kim anlayacak şehri? Şehri dışarıdan gören. Yoksa şehir mekanikliği<br />

içinde basit bir parça durumuna düşürmüştür insanı.<br />

İnorganik bir madde. İnsan dediklerimiz şehrin kaldırımlarından,<br />

parke taşından farksız bir varlıklar çoğu zaman. Kendini<br />

anlayamayanın şehri anlaması mümkün mü? Organikliğin<br />

ispatı, canlılığın şuuruyla olabilir ancak. Şehri tanımayanın<br />

kendisini bilmesi, özünü ve kendini bulması, şehrin ruhunu arayıp<br />

bulmakla koşuttur. Bu keşiften sonra ancak, şehre tekrar<br />

katılıp şehri dönüştürmek mümkündür.<br />

İnsanın şehri, dışından görmesi, kendini dışarıdan görmesi kadar<br />

zor. Ancak, kendini aramaya başlayan, anlamını sezip kavrayan<br />

insan; şehri, dışından görebilir. Bir de şehri, epey dışından<br />

çok uzaktan, mesela aydan görmek de var.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 75


Taşralı Bir Çocuğun<br />

Sevginin ziyadesiyle baba üzerinden tedavülde olduğu<br />

yıllardı o yıllar. Daha çok büyükbabalar, babaanneler severdi<br />

torunlarını. Ataerkildik. Sevgi annelerin inhisarına alınıp, kendi<br />

ebeveynlerinin hanesine yazılmamıştı henüz. Elbette onlarda<br />

‘kız tarafından’ deyip öyle severlerdi torunlarını. Her çocuk<br />

bilirdi sevginin nerde ikamet ettiğini. Lakin sevgi denen o kadim<br />

ilgi biçiminin ikamet ettiği coğrafya hiçbir çocuktan kaçmazdı.<br />

Babaannemdi, ilk işaretlerim hep onu gösteriyordu. Onda<br />

ebelenmiştim bir kere. Beni ilk sevişleri elbette babam<br />

üzerindendi. Lakin bu aracılık işi pek de uzun sürmedi. Yaptığım<br />

ufak tefek yaramazlıklardan dolayı, babamın benim üzerimdeki<br />

cenk hazırlıklarını bastırmasındaki söylemsel şiddet, sevgide<br />

artık bir aracı kullanmadığını açıktan haykırıyordu.<br />

Babaannem göstergebilim bilmezdi. Kıvırmadan söylerdi<br />

söyleyeceğini. Kinayeye, dolaylı anlatıma başvurmazdı öyle.<br />

Annemin, süpürgenin ucundan tutup sapını bana göstermesiyle<br />

‘domuzun kızı, bırak çocuğu’ ihtarına toslaması bir olurdu.<br />

Sevgi çocuklarda alışkanlıkla elde edilen bir şeydi daha çok. Ve<br />

babaannem de delice bir alışkanlıktı benim için. Sevginin nirengi<br />

noktası olan alışkanlık... Çünkü sevgi çocukların ilk miladıdır.<br />

Çünkü çocuklar ondan sonra başlar yaşamaya.<br />

Yaşadım ve yol tuttum büyümeye doğru. Büyüme aralıklarında<br />

okumayı öğrendim sonra. Kankalesi okudum mesela, Hayber<br />

Kalesi, Hikâyeyi Geyik, Hikâyeyi Kesikbaş. Okurken birlikte<br />

ağlardık onunla. Kavga etmemi istemediğinden olacak ki, ben<br />

ondan gizli her gece, uyku alıştırmalarımda, Hz Ali’yle birlikte<br />

kılıç kuşanıp cenge giderdim salına salına. Küffar üstüne hey,<br />

küffar üstüne!<br />

O yıllardı. Bafra henüz, kasabalıktan çıkmak için emekliyordu.<br />

Bir Bafra’yı bilirdim ben de, bir de ismi Ormanos’tan devşirilmiş<br />

76<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

MUSTAFA KARAOSMANOĞLU<br />

olan Ormancık Köyü’nü. Doğumum köyde ikamet ediyordu.<br />

Hayatımın sürdüğü yer de kasabada.<br />

Ve Samsun bir hayaldi daha. Şehrin bile ne olduğunu bilmeyen<br />

bir çocuk için, keşfe çıkılacak Babil’in Asma Bahçeleri’nden<br />

farkı yoktu Samsun’un. Öyle bir zamanda işittim Samsun’a<br />

gideceğimizi. Babaannem bir hayal haritasını zihnimden çıkarıp<br />

atlas halı gibi ayaklarımın önüne seriyordu. Samsun bir hırsız<br />

feneri gibi içimde yanıp sönmeye başlamıştı bile. Gerçi daha<br />

eskilere ait uzun Samsun yolculukları vardı Babaannemin<br />

anlattıkları arasında. Ormancık Köyü’nde sabahın altısında<br />

güne merhaba deyip dere boyunca yarı balçık patikada başlayan,<br />

öğle sularında Engiz mevkiinde bir yemek molası verip, sonra<br />

tekrar sahil boyunca bir kamyonun bile görünmediği yol<br />

doğrultusunda zamanı ufalayarak Muşta’yı geçip ondan sonraki<br />

güzergâh boyunca sadece Kurupelit Jandarma Karakolu’nun<br />

bir yapı olarak karşılandığı, Kurupelit’ten bakınca görülen<br />

Baruthane sırtlarının düz bir hat boyunca arz-ı endam eden o<br />

durağan manzarasının yola tahvil edilmiş sıkıcılığında oldukça<br />

boyutlanan bir yaya yolculuğuydu bu…<br />

Sabah altıda evden çıkıp ikindide varılırdı Samsun’a. O vakitler<br />

Samsun zorunlu bir meşakkatti Babaannem için. Ben o vakitlere<br />

erişemedim. Benim zamanımda mesafeyi kısaltan motorlu<br />

taşıtlar icat edilmişti.<br />

Benim için halamla hayalimin kesiştiği bir kurmacaydı<br />

Samsun. Ya Babaannem için, şu anda düşünüyorum da<br />

Babaannem adına, sıkıntıdan özleme, uzaklıktan temaşaya<br />

ve yokluktan muhabbete kadar değişen anlamları olmalıydı<br />

Samsun’un. Kuvvetle muhtemeldi ki Babaannem süreç içinde<br />

bütün bu duyguların hepsini dönüşümlü olarak yaşamıştı.<br />

Varlığın değişken tezahürleridir bunlar. Bir bakarsınız acının


Şehir Fetihleri<br />

dayanılmaz ağırlığında çıkar ortaya, bir bakarsınız sevinçten bir<br />

kuş olup yüreğinizin ağzından size doğru nağmeler terennüm<br />

ediyordur. Varlık böyle bir şey işte… İki çocuğunu küçük<br />

yaşlarda yetim bırakan kızının karşı konulmaz ıstırabı olarak<br />

mekân tutmuştu Babaannemin örselenmiş kalbinde. Kızı 940’lı<br />

yıllarda ölmüştü. Kaç Samsun seferinde onun cenazesini içinde<br />

taşımıştı bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey vardı ki bu Samsun<br />

yolculuğumuzda yüreğinin bir köşesinde acıların arasında<br />

bile olsa direngen bir umut taşıyordu diğer kızı adına. Onu da<br />

Samsun’da evlendirmiş, Samsun seferlerinin içindeki o kanayan<br />

anlamını bir ölçüde acıdan kavuşmaya doğru tahvil etmişti.<br />

Hem şimdi yolculuğun zahmeti de kalmamıştı eskisi gibi. Ücret<br />

mukabilinde Bafra’dan Samsun’a gitmek topu topu bir kırk beş<br />

dakikasını alıyordu insanın.<br />

Ben ise Babaannemin besmelesiyle başladığım bu yolculukta<br />

tahta kılıcımı yanıma almamıştım. Buna cesaretim yoktu. Ama<br />

cenklere çıkmaktaki ataklığım, pantolonumun cebine gizlice<br />

indirdiğim o en çok sevdiğim cam bilye ile birlikte yanımdaydı.<br />

Umudum, sevincim, adrenalinim yanımdaydı.<br />

Yer yer yamalı asfaltların üzerinden sekerek tek parça yolun<br />

bizi yayıktaki ayran gibi çalkaladığı bu yolculuğu, şimdi atıl bir<br />

yol olan Baruthane yamaçlarından aşınarak gümrük mevkiinde,<br />

yine adını buradan alan Gümrük Fırını’nın karşılarına düşen<br />

üstü kapalı bir geçitten girip Arnavut kaldırımı döşeli olan Bafra<br />

garajına vararak bitirmiştik.<br />

Bundan sonra yürüme faslı başlıyordu. Dolmuştan inmiştik ama<br />

benim gözüm Bafra yolcularını, biraz sonra hareket edecek olan<br />

dolmuşa balık istifi gibi yığan simsarın üzerindeydi. Babaannem<br />

elimden tutup beni gerçeğin yoluna doğru sürükledi. Gerçek,<br />

hayalin hangi şubesi olurdu o yaşlardaki çocuk için bilmiyorum.<br />

Bu yaşta geri dönüp onu hecelemek, benim için bile oldukça zor<br />

bir şey.<br />

Evet yürüyorduk ama Babaannemin adımlarında mütereddit bir<br />

eda vardı. Yolun ilk metrelerinde durduk.<br />

Sıkıntılı bir duruşla havaya doğru bakan Babaannem zamanı<br />

kokluyormuş gibi bir hâle büründü.<br />

Cebir hesaplarındaydı, belli ki bir şeylerin muhasebesini tutuyordu.<br />

Perdeleri sıkıca kapatılmış, parapet yüksekliği elli santim<br />

civarlarında, denizliklerinin derinliği yarım kulaç kadar olan<br />

ve çerçeveleri yaklaşık bir buçuk insan boyu mesafesindeki iki<br />

kattan müteşekkil, her katında üç pencere tanzim edilmiş eski<br />

bir binanın önündeydik. Babaannem kararlı ve kararlı olduğu<br />

kadar müşfik bir bakışla, yolun araç ve insan trafiğine aldırış<br />

etmeden yüzüme baktı ve beden diliyle kalabalıkla kendi arasına<br />

duvardan bir çizgi çekiyormuş gibi yapıp, üzerinde bulunduğumuz<br />

kaldırımdaki yerimi işaret ederek, ‘burada dur’ dedi. Seksen<br />

yaşının yorgunluğuna aldırmadan önünde bulunduğumuz<br />

binanın şimdi sırasını hatırlamadığım pencerelerinden birinin<br />

üzerine çıktı. Sonra şalını başından ve uzun yıllar tarlalarda<br />

çalışmış olmanın kendisine hediye etmiş olduğu kamburundan<br />

usulca sıyırarak pencere denizliğinin üzerine serdi ve ellerini<br />

göğüs hizasına doğru kaldırarak namaza doğru boyutlandı.<br />

Zamanın kıbleyi gösterdiği bir andı. Gök başka bir renge doğru<br />

yelken açmıştı sanki.<br />

Ben Samsun’a adımımı attığım bu ilk seferimde, acemi<br />

bakışlarla Babaanneme bakan kalabalığa karşı küçücük<br />

yumruklarımı sıkarak içime doğru yeni bir cenk hazırlığına<br />

çoktan başlamıştım bile.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 77


ŞEHiR YÜZLÜ iNSANLAR<br />

Ali Fuat BAŞGiL<br />

78<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

MUSTAFA ALTINGÖZ<br />

Hürriyet<br />

sevdalısı bir<br />

hukukçu olarak<br />

her türlü baskıcı<br />

sistemi reddeden<br />

ve bu uğurda<br />

hapis yatan,<br />

yıldızının bir<br />

türlü barışmadığı<br />

darbecilerden<br />

tehditler alan<br />

Ord. Prof. Dr.<br />

Ali Fuat Başgil,<br />

konuştuğu<br />

kürsülerden<br />

“Yaşasın Millet!”<br />

diye haykırarak<br />

inerdi.


Bir imparatorluğun çöküşüne<br />

şahitlik eden bir bellek, vicdan<br />

sahibi bir aydın olan Ali Fuat Başgil,<br />

Bölükbaşıoğulları'ndan Hafız İbrahim<br />

Efendi'nin torunu, Mehmed Şükrü<br />

Efendi'nin oğlu olarak 1893 yılında<br />

Çarşamba'da dünyaya gelir. İlkokulu<br />

Çarşamba’da okuyan Ali Fuat, orta<br />

öğrenimini İstanbul’da devam ettirirken<br />

1914 yılında öğrenimini yarıda bırakıp<br />

Birinci Dünya Savaşı’na katılır.<br />

Yedek subay olarak dört yıl Kafkasya<br />

Cephesinde savaşan Ali Fuat Başgil,<br />

Hatıraları’nda şöyle özetler durumu:<br />

“1914 Ağustos sonlarında, Çarşamba<br />

ve Samsun’dan ilk kafile on beş genç<br />

idik. Güle söyleye yola çıktık. Erzincan<br />

talimgâhına gittik. 1919 başlarında, o<br />

şen kafileden yalnız üç kişi döndük.<br />

Arkadaşların kimi cephede şehit düştü,<br />

kimi hastalık ve sefaletten öldü.”<br />

YÜKSEK ÖĞRENİM HAYATI<br />

PARİS’TE GEÇTİ<br />

Bu dönüş aynı zamanda bir<br />

medeniyetin de çöküşünü özetler.<br />

Orta öğreniminin geri kalan kısmını<br />

Paris Buffone Lisesi'nde tamamlar<br />

(1921). Yüksek öğrenimine Grenoble<br />

Hukuk Fakültesi'nde devam eden ve<br />

Paris Hukuk Fakültesi'nde "Boğazlar<br />

Meselesi" konulu teziyle doktor olan Ali<br />

Fuat Başgil; sadece hukuk ilmiyle değil,<br />

ülke meseleleriyle de yakından ilgilenir<br />

bu dönemde. Daha sonra Paris Siyasî<br />

İlimler Okulu ile Edebiyat Fakültesi'nden<br />

diploma alır ve Lahey Devletler Hukuku<br />

Akademisi'nin kurlarına devam eder.<br />

Ve sonra doğduğu kadim topraklara<br />

-Osmanlı vatandaşı olarak ayrıldığı<br />

topraklara, Türkiye Cumhuriyeti<br />

vatandaşı olarak- döner. Bu durum<br />

O’nun için-o dönemdeki birçok aydının<br />

yaptığı gibi- geçmişin reddi anlamına<br />

gelmeyecektir.<br />

DİL DEVRİMİNİ SUİKAST OLARAK<br />

GÖRDÜ<br />

1924 Anayasası’ndaki insan hak ve<br />

özgürlükleri ve Türkçe ile ilgili hükümleri<br />

şiddetle eleştiren Ali Fuat, Türkçenin<br />

sadeleştirilmesi ile ilgili yapılan<br />

çalışmaları anlamsız ve köklerden<br />

uzaklaşma olarak değerlendirir. O, bu<br />

çalışmaları geçmişle aramıza mesafe<br />

koyması açısından eleştirir ve Dil<br />

Devrimi’nin devamında gelen uydurca<br />

kelimeleri dilimize yapılan bir “suikast”<br />

olarak nitelendirir hatıralarında. “Sessiz<br />

ve mukaddes dilimiz Türkçemiz, her<br />

kelimesinde asil bir milletin en az bin<br />

yıllık bir tarihin biriktirdiği mana ve<br />

1961 yılının Ocak<br />

ayında tutuklanır ve Mart<br />

ayının 29’una kadar<br />

hapis yatar.<br />

Tutuklanmasına<br />

gerekçe olarak Kurucu<br />

Meclis aleyhine<br />

yaptığı eleştiriler<br />

gösterilir. 10 Nisan<br />

1961'de emekliliğini<br />

isteyerek politikaya<br />

girer.<br />

hatıralar saklı bulunan lisan şekline<br />

girmiş milli ruhumuzdur.” Bu ifadeler<br />

Müslüman Türk aydının irfanının hangi<br />

kelimeler etrafında gelişmesi gerektiğini<br />

de ifade eder cinstendir.<br />

ANADOLUNUN VİCDANLI VE GÜR SESİ<br />

Ülkesinde ilk görevi Maarif Vekâleti<br />

Yüksek Tedrisat Umum Müdür<br />

Muavinliği’dir. 1930 yılında Ankara<br />

Hukuk Fakültesi'nde açılan imtihana<br />

“Hukukta Mesuliyet” teziyle katılarak<br />

kazanır ve doçent olur Ali Fuat Başgil.<br />

Bir yıl sonra aynı fakültenin Roma<br />

hukuku profesörlüğüne tayin edilecektir.<br />

1933 yılı sonuna kadar bu görevde<br />

kalacak olan Ali Fuat Başgil, Gazi Terbiye<br />

Enstitüsü’nde de Medeniyet Tarihi<br />

dersleri vermiştir. Bu dersleri sadece<br />

teorik fikri sabitleri şeklinde anlatmaz;<br />

Müslüman Türk’ün düşünce temellerini<br />

saf imanlı bir kalbin oluşturabileceğini<br />

telkin eder. Doğu ile Batı’nın bir<br />

coğrafyadaki temsilcisidir Ali Fuat. Doğu<br />

irfanının ve bu toprakların vicdanlı sesi<br />

olacaktır ileriki yıllarda.<br />

HATAY CUMHURİYETİ’NİN<br />

ANAYASASINI HAZIRLADI<br />

1933 yılında İstanbul Üniversitesi<br />

Hukuk Fakültesi’nde Esasiye Hukuku<br />

Profesörlüğü’ne getirilen Ali Fuat<br />

Başgil, 1936 yılında İstanbul Yüksek<br />

İktisat ve Ticaret Mektebi müdürlüğünde<br />

de bulunur. 1937 yılında Hatay<br />

Cumhuriyeti’nin anayasasını hazırlar ve<br />

bundan iki yıl sonra 1939’da Ordinaryüs<br />

Profesör olur. 1938-1942 yılları arasında<br />

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi<br />

Dekanlığı yapan Ali Fuat Başgil, 1947<br />

yılında Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'ni<br />

kurar.<br />

ÖZGÜRLÜKÇÜYDÜ, ASKERİ<br />

DARBELERE KARŞI ÇIKTI<br />

1949 yılında askerlerin İnönü iktidarını<br />

alaşağı etme düşünceleri ve darbe<br />

girişimlerine destek vermeyi reddeder.<br />

Bu reddediş ilk olmayacaktır Ali<br />

Fuat için. Özgürlükçü bir aydın<br />

olarak fikirlerini beyan etmekten<br />

çekinmeyecektir. Bu dönemde<br />

din ve laiklik konulu konferanslar<br />

düzenlemektedir üniversitelerde. O<br />

dönem için oldukça özgürlükçü ve cesur<br />

olan görüşlerini üniversite gençliğine<br />

anlatmayı bir sorumluluk olarak görür.<br />

1952'de Pakistan'da, 1959'da Ürdün'de<br />

toplanan İslâm Kongreleri'nde ve<br />

1959'da Almanya'da toplanan Hukuk<br />

Kongresi'nde Türkiye'yi temsil eder.<br />

27 MAYIS’TA ÜNİVERSİTEDEN ATILDI,<br />

HAPİS YATTI<br />

27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra,<br />

Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından,<br />

üniversiteden atılan 147’ler listesine<br />

alınır Ali Fuat Başgil. Daha sonra<br />

147'lerin özel bir kanunla üniversiteye<br />

dönmelerine imkân sağlanmasına<br />

rağmen Başgil, konuyu bir haysiyet<br />

meselesi olarak kabul edecek ve<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 79


1949 yılında askerlerin<br />

İnönü iktidarını alaşağı<br />

etme düşünceleri ve<br />

darbe girişimlerine<br />

destek vermeyi<br />

reddeder. Bu reddediş<br />

ilk olmayacaktır Ali Fuat<br />

için. Özgürlükçü bir<br />

aydın olarak fikirlerini<br />

beyan etmekten<br />

çekinmeyecektir.<br />

dönüş hakkını kullanmayacaktır. 27<br />

Mayısçılar tarafından “mürteci, yobaz”<br />

olarak yaftalanır Ali Fuat Başgil. 27<br />

Mayısçılara kesinlikle karşı çıkmış ve<br />

darbeyi şiddetle eleştirmiştir. Çünkü Ali<br />

Fuat, sadece vicdan sahibi biri değil; aynı<br />

zamanda vicdanın ne olması gerektiğinin<br />

de resmidir.<br />

DARBECİLERLE YILDIZI HİÇ<br />

BARIŞMADI<br />

1960 yılının aralık ayında gördüğü bir<br />

rüyadan -rüyayı Ali Fuat, ilahi evrenin<br />

en harikulade tecellilerinden biri olarak<br />

değerlendirir- on gün sonra 1961 yılının<br />

Ocak ayında tutuklanacak ve Mart<br />

ayının 29’una kadar hapis yatacaktır.<br />

Tutuklanmasına gerekçe olarak Kurucu<br />

80<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Meclis aleyhine yaptığı eleştiriler<br />

gösterilir. 10 Nisan 1961'de emekliliğini<br />

isteyecek ve politikaya girecektir.<br />

Kürsülerden “Yaşasın Millet!” diye<br />

haykırarak inen Ali Fuat Başgil, 1961<br />

yılında Adalet Partisi Samsun listesinden<br />

bağımsız aday olarak Cumhuriyet<br />

Senatosu üyesi seçilir. Türkiye Büyük<br />

Millet Meclisi'nin açılmasından sonra<br />

Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koyar.<br />

Fakat 27 Mayısçıların baskılarından<br />

dolayı adaylıktan çekilir. (Darbeciler<br />

sadece Ali Fuat Başgil’i tehdit<br />

etmemişler, onunla birlikte bütün<br />

memleketi ateşe atabileceklerini de<br />

ifade etmişlerdir.) Daha sonra da<br />

senatörlükten de istifa eder ve 1962<br />

yılında İsviçre’ye gider.<br />

MİLLETİNİN YÜREĞİNE DEFNEDİLDİ<br />

Cenevre Üniversitesi’nde Türk Tarihi<br />

ve Dili Kürsüsü’nde görev yapar. 1965<br />

yılında tekrar Ev’e dönen Ali Fuat Başgil<br />

o yılki seçimlerde Adalet Partisi’nden<br />

milletvekili seçilir. Yaşadığı dönem<br />

içinde “Liberal Devlet, Liberal Laiklik”<br />

anlayışını savunan, her türlü otoriterbaskıcı<br />

sistemi reddeden ve ayaklı bir<br />

hukuk okulu olan Ali Fuat Başgil 17<br />

Nisan 1967 yılında vefat eder. Cenazesi<br />

büyük ve vicdanlı bir kalabalık tarafından<br />

Karacaahmet Mezarlığı’na götürülür.<br />

ESERLERİ<br />

• La Vie Juridique des Peuples (Belçika<br />

1939)<br />

• Klasik Ferdî Hak ve Hürriyetler<br />

Nazariyesi ve Muasır Devletçilik Sistemi<br />

(1938)<br />

• Esas Teşkilat Hukuku Dersleri (3 cilt,<br />

1940)<br />

• Türkiye İş Hukuku (1940)<br />

• Vatandaşın Türkiye Büyük Millet<br />

Meclisi'ne Müracaat Hakkı (1944)<br />

• Hukukun Ana Müessese ve Meseleleri<br />

(1947)<br />

• Cihan Sulhu ve İnsan Hakları (1948)<br />

• Türkçe Meselesi (1948)<br />

• Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı<br />

(1948)<br />

• Demokrasi ve Hürriyet (1949)<br />

• Gençlerle Başbaşa (1949)<br />

• Vatandaş Hak ve Hürriyetlerinin<br />

Korunması ve Anayasamızın Eksiklikleri<br />

(2 cilt, 1960)<br />

• 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri (1963)


İnsani Zaafiyetten Mimari Zirveye<br />

Adı hep büyüklükle anıldı. Bunu hakeden biri olduğunu<br />

kendisini her tanıyan ve ne zaman neyi yaptığını bilen herkes<br />

tekdir etti. Kısa zamanda 20. yüzyılda yaşayan en önemli<br />

mimarlar arasında yer aldı. Frank Lloyd Wright 1867 yılının<br />

8 Haziran'ında dünyaya teşrif etti. Mimarımız yine dünyaca<br />

ümlü Amerikalı mimar olan Louis Sullivan'ın öğrencisi<br />

olarak ondan mimarlık ve dünyaya bakış açısından çeşitli<br />

perspektifler öğrendi. Wright, Amerika'nı en entelektüel<br />

başkanlarından olan Thomas Jefferson ve Sivil İtaatsızlığın<br />

fikri mimarı olmakla kalmayıp aynı zamanda en büyük tabiat<br />

yazarlarından olan Henri David Thoreau'dan etkilendi. Frank<br />

Lloyd Wright'ın 300'e yakın yaptığı bina bulunmaktadır.<br />

Wright'ın tarzı "Organik Mimari" olarak bilinmektedir. doğal<br />

malzemeden yola çıkarak bu doğallığı belli bir çerçevede<br />

genişletip yeni bir mimarlığın temellerini ortaya koymuştur.<br />

Frank Lloyd Wright, mimari perpektif açısından bakılınca<br />

dünyayı en iyi okuyan mimarların başında gelir. Çağının<br />

teknolojik ve fikri gelişmelerini belli bir tarz altında mimari<br />

dile akmarmasını kolayca gerçekleştirmiştir. Yer yer doğanın<br />

82<br />

İNSAN VE ESER<br />

Çağdaş Bir Mimarlık<br />

Güzellemesi<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

OSMAN MİMAROĞLU<br />

(1867-1959)<br />

çıplak diline yaklaşan bir uslübü doğayı taklit ederek ve ona<br />

bir iki cümle ekleyerek başarıyordu. Frank Lloyd Wright<br />

gerçek hayatta da çok çılgınca yaşayan birisiydi. Amerikan<br />

yapı endüstrisini yeni gelişen teknolojiye göre şekillendirme<br />

çabasına girişiken bir taraftan da yeni standartlar elde<br />

etmeye çalıştı. Wright iyi bir mimar olmasının yanı sıra birçok<br />

çılgınlığı da kendi hayatına dahil eden bir tarafa da sahipti.<br />

Bir gün kafasında kovboy şapkası ve takım elbisesiyle girmiş<br />

olduğu banka şubesinde ayaklarında ayakkabının lmadığı<br />

görülmüştür. Hayatını uzun bir kısmını popüler bir mimar<br />

olarak yaşadı, bununla birlikte uzun ömrünün son yıllarında<br />

aynı ününü koruyamadı.<br />

Bakın çocuklar, ben şimdi size harika bir dünya anlatacağım.<br />

İçinden sevdalar geçen, denizleri karalarıyla kucaklaşan,<br />

insanlarının dışı ile içi aynı olan bir dünya. Buna<br />

hayalin diliyle utopya umudun diliyle mutluluk diyenler<br />

bulunmakla birlikte, sizler de kolaylıkla şehir diyebilirsiniz.<br />

Anlıyorsunuz değil mi? şehirle mimariyi gökle yer gibi<br />

paçalarından tutup bir araya getirmeye çalışıyorum?<br />

Bu hayat dersinde.


Sanatçıda Dünyanın Bina Görüntüsü<br />

Şelale Evi<br />

Şelale Evi, Frank Lloyd Wright'ın 1935 yılında inşa ettiği<br />

en önemli binalarından biridir. Wright'ın yaptığı bu bina,<br />

tabiatın dilinin yalınlığı çerçevesinde yapılan ve malzemenin<br />

oluşturduğu uygunluk gereği doğaya tekrar dönmesini işaret<br />

eden bir binadır. Tabiatın ucuna takılmış bir parça edasında<br />

görünen şelale evinin altından bir ırmak geçmektedir.<br />

Bu ev ırmağı hiç de ürkütmeden onun yatay ve düşey hareketliliğine<br />

mütevazi bir tarzda eşlik eder. Bahsi geçen<br />

ev, yatay etkiyi en baskın şekilde vurgulayan pencereleriyle<br />

dünya ve aydınlıkla temas kurar. Şelale Evi, taş blokların<br />

üzerine yapılmış olmasına rağmen tabiatın bu binadan<br />

hiçbir rahatsızlık hissetmemesi, yapımda kullanılan taş ve<br />

diğer yapı malzemelernin tabiata renk, çizgi ve nitelik olarak<br />

uygunluğundan kaynaklnmaktadır. Şelale Evi düşşel bir bina<br />

olmasına rağmen 20. yüzyıl boyunca en fazla tartışılan ve en<br />

fazla beğenilen binalardan biridir.<br />

Guggenheim Müzesi<br />

Guggenheim Müzesi New York'ta bulunan bina 1956 ile 1959<br />

yılları arasında 3 yılda yapılmış bir binadır. Wright bu binada<br />

bulunan düşey sirkülasyon elemanı olan merdiveni rampa<br />

olarak düzenlemiştir. Bu durum ise müze olarak yapılan<br />

binaya kesintisiz sergileme imkanlarını bahşetmiş oluyordu.<br />

Wright bu binanın düşey sirkülasyon elemanı olan rampayı<br />

yapının dışından algılanacak biçimde tasarladı. Bu şekilde<br />

ise rampanın kenarına duvarları getirerek bir anlamda düşey<br />

sirkülasyon alanındaki bir yeniliği sergiler için oluşturulacak<br />

olan teşhi alanlarının sürekliliği şeklinde de tasarlamış<br />

oluyordu. Bu binanın iç avlusu bulunmakla brlikte bu iç avlu<br />

oldukça net ve temiz bir alan olarak tanzim edilmişti. 20.<br />

yüzyıl mimarlığının en önemli eserlerinden biri olarak yapılan<br />

Guggenheim Müzesi, ilk defa bir müzelik eserlerle birlikte<br />

kendisi de görücüye çıkmış eser unvanını elde ediyordu.<br />

Robie Evi<br />

Robie Evi Chicago'da yapılan ve inşaatı iki yıl süren bir<br />

binadır. Bu evin geniş avluları bulunmakla birlikte bu aluları<br />

çatı katında yapılmış olan konsollar örtmektedirler. Robie<br />

Evi her yönden manzara ile ilişkilendirilmiştir. Oldukça<br />

güneş alan aydınlık mekanlara sahiptir. Robie evi, içine girene<br />

bir taraftan oldukça güçlü bir şekilde korunma hissi<br />

oluştururken diğer taraftan ise aynı insanda sanki hemen<br />

özgürlüğe uzanan ellere sahipmiş düşüncesini ilk etapta<br />

oluşturur. Ev alçak tavanlı iç mekanlara sahiptir. Caddeye<br />

paralel olarak oluşturulmuş duvarlarında malzeme olarak<br />

kullanılan yapı malzemesi tuğladır ve bu tuğla duvarlar<br />

caddeye yakın olan kısımlarda oldukça alçak olmakla beraber<br />

iç taraflara doğru giderek yükselir ve bir ölçüde<br />

mahremiyetini ev kompleksinin orta kısmında kurar. Evin<br />

plan şemasına göre orta kısmında bir merdiven ve şömine<br />

bulunmaktadır.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 83


KİTAP TANITIM<br />

H 2 O ve<br />

UNUTMANIN<br />

SULARI<br />

Çevremizdekileri düşünmeye ve değerlendirmeye başlayınca,<br />

bize en çok gereken şeyleri ne olduğunun da adını koyarız.<br />

Aslında bunları biliriz; ama zaten elimizin altında olduğu<br />

için değerini takdir etmeyiz. Onları kaybedene kadar da bu<br />

tavrımız devam eder. Balıkların suda yaşayıp da suyun ne<br />

olduğunu birbirine sormalarındaki gafillik değil kastımız.<br />

Suda yaşamayı ve suyun kıymetini bilmek ve nimetin hakkını<br />

vermektir kastettiğimiz. Nimet ne mi? En başta üç şey: Hava,<br />

su, ekmek…<br />

Su üzerine düşünmek nedense pek aklımıza gelmez. Su<br />

üzerine düşünceler içeren kitap, bu noktada ilginç ve oldukça<br />

cazip. Hele ismi, suyun kodları kimyasal kodları olan H O adını<br />

2<br />

taşıyorsa tam anlamıyla kışkırtıcı. Bu nedenle, H O’yu elinize<br />

2<br />

aldığınızda kitabı inanılmaz bulup evirip çeviriyorsunuz.<br />

84<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

HÜSEYİN GÜÇ<br />

Su işte… Hem çok basit hem çok yalın hem de çok önemli ve<br />

derin… “Evet” diyorsunuz “su işte” ama sonra ekliyorsunuz:<br />

“Bu konu düşünülmeye konuşulmaya yazılmaya ve okunmaya<br />

değer bir konu. Çünkü konu: su…” Arka kapak yazısını<br />

okuyunca da kitabın cazibesi bir mecburiyete dönüyor: “Kenti<br />

çevreleyen su borularında dolaşan, kimyasal yapısı H 2 O olan,<br />

işlevsel olarak suya benzeyen o sıvının; insanın tarih boyunca<br />

su olarak bildiği, yaratılışın ikinci gününde ikiye ayrılan, vaftiz<br />

eder ve abdest alırken ruhu arıtan, antik felsefede tözlerden<br />

biri olan, pınarlardan çağlayan, ırmaklardan akan; yani<br />

temizleyen ve arıtan o şey ile aynı olduğundan emin misiniz?”<br />

Bu noktadan sonra dönüş yok, bu kitabı okuyacaksınız.<br />

Okunmadan geçilemez bu kitap; artık gerçeği anlıyor ve<br />

kabul ediyorsunuz. Kaderinize razı olup Ivan Illich’in kitabını<br />

okumaya başlıyorsunuz.


Ivan Illıch Kimdir?<br />

Ivan Illıch, yirminci yüzyılın en çok tartışma yaratan<br />

düşünürlerinden biriydi. Modern hayatın kökenlerine ve temel<br />

dayanaklarına yönelik radikal eleştiriler getiren Ivan Illıch,<br />

çevreci hareketleri ve yeşilleri de derinden etkilemiştir. Illıch,<br />

Endüstriyalizmi, tüketim toplumunu, hızı, enerji kullanım<br />

biçimlerini kurumsallaşmanın yıkıcı sonuçlarını, kısaca<br />

modern Batı uygarlığının tartışılmayan kabullerini kıyasıya<br />

eleştirmiştir.<br />

Eserleri ve Faaliyetleri<br />

Illıch, 1970’lerin ilk yarısında birbiri ardınca yayımlanan<br />

kitaplarıyla modern toplumu kuşatan endüstriyel kurumların<br />

radikal eleştirilerini yapmıştır. Okulsuz Toplum, Şenlikli<br />

Toplum, Enerji ve Eşitlik, Sağlığın Gaspı gibi kitaplarında<br />

modern toplumlardaki okul, motorlu taşıtlar, enerji kullanımı<br />

ve tıbbi bakım kurumları üzerine eleştirilerini geliştirmiştir.<br />

CIDOC (Kültürler Arası Dokümantasyon Merkezi)<br />

Ivan Illıch, “İnsanların sahip oldukları cevapları tamamlamak<br />

için değil, kafalarındaki soruları yeniden kurmak için<br />

devam ettikleri özgür bir kulüp” olarak tanımladığı<br />

Kültürler Arası Dokümantasyon Merkezi (CIDOC)’ni<br />

Meksika’nın Cuernavaca şehrinde açmıştı. CIDOC,<br />

faaliyette bulunduğu yıllarda kilisenin mevcut<br />

politikalarına karşı itirazların yükseldiği yerlerden<br />

biri olmanın yanı sıra, hem Latin Amerika’daki<br />

diktatörlüklere ve ABD politikalarına karşı<br />

muhalefetin merkezlerinden, hem de dünyanın<br />

alternatif entelektüel çevrelerinin ilgi odaklarından<br />

biriydi. CİDOC, çalışanları tarafından resmî açılışının<br />

onuncu yılı olan 1976’da, kuruluş amacının büyük<br />

ölçüde ortadan kalkması ve “fazla prestijli bir yer<br />

hâline gelerek” kurumsallaşma tehlikesi taşıması<br />

üzerine büyük şenlik yapılarak kapatıldı.<br />

Illich’in Düşünceleri<br />

Bir sosyolog, filozof veya tarihçi olmayan Illıch,<br />

tamamlanmış bir düşünce sistematiği kurmamıştır.<br />

Genelde kısa risaleler yazmış, ortaya radikal<br />

sorular atmış, önemli bir kesimin ve belli bir<br />

kuşağın düşünme biçimin derinden etkilemiştir.<br />

Illıch, cevaplardan çok sorulara odaklanmıştır. Bir<br />

söyleşisinde son soru olarak kendisine “Başka sorum<br />

yok, sizin vermek istediğiniz başka cevap var mı?”<br />

denilince Illıch, “Teşekkür ederim, umarım kimse<br />

söylediklerimi cevap olarak almaz.” demiştir.<br />

Illıch’e göre modern dünya ve endüstriyel kurumların<br />

yarattığı insan yozlaşmanın görüntüsüdür. Bu<br />

anlamda Illıch, kaybolan bir dünyanın, artık olmayan<br />

bir insan neslinin gecikmiş sözcüsü gibidir. 90’lı<br />

yıllarda yakalandığı ve herhangi bir tıbbi tedaviyi<br />

kabul etmediği kanser hastalığı nedeniyle 2 Aralık<br />

2002’de Bremen’de ölmüştür.<br />

H O’nun Ön Sözü<br />

2<br />

Suya mühendislik mantığıyla yaklaşılan ve bu<br />

mantığın, içme suyu sağlanan göllerin yüzeyini<br />

buharlaşmayı önleyecek ince film tabakalarıyla kaplamayı<br />

düşünecek kadar uç noktalara vardırıldığı; ekosistemde<br />

süregelen su döngüsünün en önemli olgusu olan<br />

buharlaşmanın bile uygarlığın hasımlarından biri hâline<br />

getirildiği bir zamanda H O ve Unutmanın Suları, ilginç bir<br />

2<br />

okuma deneyimi.<br />

Günümüzde su; tümüyle ticari bir meta haline gelmiş<br />

durumdadır. Şişelenip satıldığında da kaynakları özel<br />

şirketlere tahsis edildiğinde de görebiliriz bunu. “Hava<br />

bedava, su bedava” dönemi, çok ama çok gerilerde kaldı.<br />

Bundan daha kötüsü su; doğal ritmini yitirip yağmadığı için<br />

barajlarımızın rezervini yok eden, topraklarımızı kurutan ya<br />

da aşırı miktarda yağdığı için sellerle kasırgalarla insanları<br />

öldüren bir düşmana, muhtaç olduğumuz için de modern<br />

insanı öfkelendiren bir kimyasal formüle dönüştü.<br />

Ivan Illıch, Türkçe baskı için yazdığı ön sözde sözlerinin bir<br />

gün Türkçe okunacağını aklının ucundan bile geçirmediğini,<br />

H O ve Unutmanın Suları’nı Dallas’ta bir eğlence<br />

2<br />

gölünün yapımı üzerine bir şeyler söylemesi istendiğinde<br />

oluşturduğunu anlatıyor: “Su, yalnızca görüşümü belirlemede<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 85


ir araçtı.” diyen Illıch, asıl amacını şöyle açıklıyor:<br />

“Okurlarımın, maddeyle ya da bedensel sıvılarla ilgili olsun,<br />

etle veya ateşle ilgili olsun, en temel duyusal algıların bile<br />

zaman içinde değişime uğradıklarını ve farklı geleneklerde<br />

farklı şekillere büründüklerini bizzat okuyarak yaşamalarını<br />

istedim.”<br />

Türkiye’deki yayımcının, kendisinden bir ön söz yazmasını<br />

istemesinin ona suyla ilgili bin bir rüyanın kapısını açtığını<br />

söylüyor Illıch. Ayrıca, istenen bu yazıyı yazmak için<br />

kütüphaneye gidip orada birkaç gün “İstanbul’un suları”na<br />

daldığını belirtiyor: “Sadece yüzeysel olarak inceleyebildiğim<br />

hâlde 9 ciltlik Lane Poole’daki “ma” birleşimlerinin zenginliği<br />

kısa sürede beni sarhoş etti. Hanefilik mezhebindeki suyla<br />

ilgili yasaların inanılmaz yalınlığından çok etkilendim. Osmanlı<br />

(tatlı-sert) siyasetindeki bilgelik ve İstanbul’un su tesisatının<br />

kurulmasında gösterilen üstün başarı, beni derinden etkiledi…<br />

İslam’ın suları ve Osmanlı kaynaklarının ihtişamı karşısında<br />

hayretler içinde kalıp bir çocuk gibi dilim tutuldu.”<br />

H 2 O ve Unutmanın Suları<br />

Ivan Illıch, H O ve Unutmanın Suları’nı Dallas Kent Gölü<br />

2<br />

konusunda kendisinden bir şeyler istenince yazmaya<br />

başlamış. Kitabın başında “Suyun doğal bir güzelliğe sahip<br />

olduğu ve bu güzelliğin kamu ahlakını etkilediği, her ne kadar<br />

bilinen bir gerçekse de her zaman dile getirilmez.” diyerek<br />

konuya giriyor. Ardından doğanın dişi elementi olarak<br />

algılanan suyun, Viktorya döneminin hijyenik kadın imajıyla<br />

bağdaştırıldığını söylüyor: “Kültürel bir simge olarak kadının<br />

çıplaklığının banyo odasının musluğuyla birleştirilmesi ise 19.<br />

yüzyılın sonlarına rastlar. Banyoda sabunlu suyla dişi çıplak<br />

arasında kurulan yakın bağ, hem suyu hem de teni evcilleştirdi.<br />

Su, evin içindeki borularda dolaşan bir maddeye, dişi çıplak<br />

da doğmakta olan bu evcil çevrenin tanımladığı yeni cinsel<br />

mahremiyet fantezilerinin bir simgesine dönüştü.”<br />

“Su”yun ev ve şehir içinde dolaşımına bu şekilde atıfta<br />

bulunan Illıch’e göre dolaşım fikri çok yenidir: “Dolaşım fikri,<br />

yerçekimi, enerji koruması, evrim ya da cinsellik fikri kadar<br />

yeni ve temeldir.Dolaşımın atfedildiği ilk sıvı, kan olmuştur ve<br />

kanın dolaştığını ilk telkin edenin İbnün Nefis olduğu varsayılır.<br />

On sekizinci yüzyılın başında -fikirlerin dolaşmaya başladığı<br />

Fransa haricinde- dolaşım terimi tıpta botanikçilerin özsuyun<br />

yükselişinden söz ederken kullandıkları anlamda kullanılırdı.<br />

Sonra birden 1750’lere doğru, servetler ve para dolaşmaya<br />

başlar, bunlardan sıvıymış gibi söz edilir. Toplum kanal<br />

sistemi şeklinde tasarlanır durur. Fransız Devrimi’nden sonra<br />

sıvılık baskın çıkan bir eğretilemedir artık: Fikirler, haberler,<br />

söylentiler dolaşır durur. 1880’den sonra da sıra taşıtlara,<br />

havaya ve elektriğe gelecektir. On dokuncu yüzyılda İngiliz<br />

mimarlar, kent içinden söz ederken aynı imaja başvurmaya<br />

başlarlar…. İnsan bedeniyle toplumsal yapı örneği kent de artık<br />

borulardan oluşan bir ağ olarak betimleniyordu.”<br />

“Tarih boyunca kentlerin pis kokan mekanlar olduğu apaçık<br />

ortadır.” diyen Illıch, kokusuz kent ütopyasının dolaşım fikri<br />

sonrası ortaya çıktığını söylüyor. Hatta hem temizlenme hem<br />

de arınma aracı olan suyla Batılı insanın ilişkisi noktasında<br />

ilginç bilgiler veriyor: “1930’lu yıllara kadar, Fransa ve<br />

86<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

İngiltere’nin birçok bölgesinde küçükler asla yıkanmazlardı;<br />

anneleri onları tükürükle ıslatılmış bezle silerdi. Birçok<br />

yerde, insanların yarısından çoğu; yaşamları boyunca banyo<br />

yapmamışlardı; doğduklarında ve ölümlerinden sonra<br />

yıkarlardı onları.”<br />

Başka kültürlerde, en azından haftada bir yıkanma ayini<br />

olduğunu da belirten Illıch, Batılıların su ile yakın temasının<br />

ancak, su tesisatı sisteminin Amerikan evlerini bol suya<br />

kavuşturması ile ortaya çıktığını da söylüyor. Aynı şekilde,<br />

kitabında; koku ve koklama üzerine de ilginç bilgiler veriyor.<br />

WC’nin, helanın, yüz numaranın gelişimine dikkat çekiyor.<br />

“Yaşamak”la “oturmak” arasında bütün kültürlerde ilginç<br />

bir şekilde birbirine yakınlık olduğunu söyleyen Illıch;<br />

birinin varlığın zamansal diğerinin ise mekânsal niteliğini<br />

belirttiğini anlatıyor. Eskiden aynı şey olan bu iki kavramın<br />

arasında, artık uçurum olduğundan bahsediyor ve özelde<br />

Dallas şehrindekiler genelde ise tüm modern kentliler için<br />

“Oturma’nın ne olduğunu hiç bilmeden doğar, büyür ve<br />

ölürler.” diyor. Kitap boyunca; Dallas’ta yapılacak eğlence<br />

göletinin kendisine çağrıştırdıklarının bunlar olduğunu, önce<br />

bunları düşünmek gerektiğini ifade ediyor. H O hakkında özet<br />

2<br />

ve sonuç olarak diyor ki: “Çoğu insan bu suyu çocuklarına<br />

içirmez. H O’yu temizleyici bir sıvıya dönüştürme işlemi<br />

2<br />

tamamlanmıştır. Yirminci yüzyılın imgeleminde su, içinde<br />

barındırdığı o yüce arılığını verme yeteneğini, manevi kirden<br />

arındırmaya yarayan o mistik gücünü yitirir. Artık, teknik ve<br />

sınai bir temizlik maddesi, zehirli bir içecek ve deriyi yıpratan<br />

bir sıvıdır…H O ve su birbirine zıt şeyler olmuştur.”<br />

2<br />

Modern insanın su ile ilişkisi üzerine eleştirel bir kitap olan<br />

H 2 O ve Unutmanın Suları, hayret ve soru kazandırmak için<br />

okuyucusunu bekliyor. Anlaşılan odur ki Ivan Illıch’i okudukça<br />

ve araştırdıkça heyecanımız kadar sorularımız da artıyor.


88<br />

Sevgili Çocuklar,<br />

Merhaba,<br />

Küresel ısınmanın sonuçlarını, değişen iklim koşullarında,<br />

çevremizde ve izlediğimiz, haberlerde<br />

görüyoruz.<br />

Küresel ısınmayı kavrayamazsak onu giderme<br />

çabamız da oluşmaz. Biz “Şehrin Çocukları”<br />

bölümümüzü; küresel ısınmanın sebeplerini ve<br />

sonuçlarını göstermek için hazırladık. Küresel<br />

ısınma sorununun çözümü için yapılabilecekleri<br />

sizlere anlatmak istedik.<br />

Küresel ısınmayı öğrenmek geleceğimiz açısından<br />

büyük önem taşıyor. Küresel ısınmanın etkilerini<br />

gidermek ve bu ısınmayı engellemek için<br />

genç yaşlı herkese düşen görevler var.<br />

Bu sayımızda, kendi evimizden başlayarak<br />

neler yapabileceğimiz üzerinde<br />

duruyoruz. Siz bu önerileri ge-<br />

liştirip daha güzel ve daha<br />

etkili şeyler yapabilirsiniz.<br />

Mesela okul ödevlerinizde<br />

konu olarak küresel ısınmayı<br />

ele alabilir ve daha<br />

ayrıntılı bilgilere ve çözümlere<br />

ulaşabilirsiniz.<br />

Çevre dostluğunuzun<br />

bir ömür boyu sürmesi,<br />

daha iyi çevre ve daha iyi<br />

şehirlerde yaşamak dileğiyle...<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

Şehrin Çocukları<br />

ÖNCE KENDİ EVİMİZDEN,<br />

KENDİ ODAMIZDAN BAŞLAYALIM<br />

Küresel ısınmaya karşı herkes gibi siz çocukların da<br />

yapabilecekleriniz vardır. Bunların neler olduğunu düşündüğümüzde<br />

karşımıza çıkan yelpazenin genişliği<br />

hepimizi şaşırtacak boyuttadır.<br />

Küresel ısınmaya karşı çözüm üretmeye, kendi evinizden<br />

hatta kendi odanızdan başlayın. Gelin işe evimizi<br />

odamızı derli toplu tutmaktan başlayalım. Böylece en<br />

yakın çevremize, bir düzen ve güzellik vermiş olalım.<br />

1- Odamızın tertip ve düzenini sağladıktan sonra odamızdaki<br />

ampulü değiştirelim.<br />

Çünkü enerji tasarruflu<br />

ampuller normal ampullerle<br />

aynı işlevi<br />

yerine getirirler<br />

ama daha az<br />

enerji tüketirler.<br />

Enerji tasarruflu<br />

bir ampul<br />

normal<br />

bir ampulden<br />

yüzde 75<br />

daha az enerji<br />

tüketir.<br />

Tüm ampuller<br />

elektrik tüketiyor,<br />

dolayısıyla fosil<br />

Büyüklerinizin<br />

sıkça söylediği bir söz<br />

vardır: “Herkes kendi kapısının<br />

önünü süpürse tertemiz sokağımız<br />

olur.” Bu söz gerçekten de<br />

doğrudur. Eğer herkes, çevre konusunda<br />

üzerine düşeni yapsa tertemiz<br />

bir sokağımız, mahallemiz ve<br />

şehrimiz olur. Daha güzel<br />

bir çevrede yaşama<br />

imkânımız oluşur.<br />

HÜSEYİN GÜÇ<br />

yakıt kullanıyorlar;<br />

bu yolla da atmosfere<br />

sera gazı yayarak küresel ısınmaya<br />

yol açıyor. Durum böyleyken biz neden<br />

daha az elektrik tüketen ve böylece<br />

daha az karbondioksit üreten bir ampul<br />

kullanmayalım ki?<br />

Sıradan ampuller enerji tasarruflu<br />

ampullerden dört kat daha fazla<br />

enerji tüketirler.<br />

Enerji tasarruflu ampuller akkor ampullerden<br />

daha pahalı olsa da uzun ömürlü<br />

olmaları nedeniyle aile bütçenizde tasarruf<br />

sağlar.


Küresel ısınmanın önüne geçmeye yardımcı olacak çok<br />

etkili ve heyecan verici bir yöntem: Hemen odamızın<br />

ampulünü değiştirelim. Evdeki diğer ampulleri de…<br />

2- Ampulümüzü değiştirdik, daha çevreci ve daha<br />

yeşile dost odamıza daha güzel bir ışık sağladık. Haydi,<br />

şimdi de televizyonu, bilgisayarı, cep telefonu şarj<br />

cihazlarını bir inceleyelim. Bu aletleri kullanmıyorsak<br />

onların fişlerini çekelim. Çünkü bunlar kapalıyken de<br />

fişe takılıysalar enerji harcarlar.<br />

Evimize gelen elektrik faturalarının yüzde 10’a varan<br />

bölümü; çalışmadığı halde fişte takılı duran cihazlarla<br />

ilgilidir.<br />

Sadece şarj aletlerinin değil, televizyon, bilgisayar, yazıcı,<br />

TV, DVD oynatıcı, saç kurutma makinesi, elektrikli diş<br />

fırçası veya uydu alıcısı ne varsa evinizde hepsinin fişini<br />

-kullanmadığınız zamanlarda- çekin.<br />

Bilgisayarda ekran koruyucu kullanmak onu uyku modunda<br />

tutmaktan daha fazla enerji harcar.<br />

Sıradan bir evin küresel ısınmaya etkisi sıradan bir arabadan<br />

iki kat fazladır.<br />

ÇEVRE SÖZLÜĞÜ<br />

1- KÜRESEL ISINMA: Dünyanın<br />

ortalama sıcaklığının<br />

dolayısıyla iklim şartlarının<br />

değişmesine yol açan ısınma.<br />

2- FOSİL YAKIT: Fosil yakıtlar,<br />

mineral yakıtlar olarak<br />

da bilinir, hidrokarbon içeren<br />

kömür, petrol ve doğal gaz<br />

gibi doğal enerji kaynaklarıdır.<br />

Tarih öncesi bitkilerin ve<br />

hayvanların kalıntılarıdır.<br />

3- DENGE: Herhangi bir değişim<br />

oluşmaması amacıyla<br />

karşıt güçler ve elemanlar<br />

arasında sürekli bir dengenin<br />

sağlanması.<br />

4- ÇÖKELTİ: Rüzgârın, suyun<br />

veya buzulların taşıdığı, suyun<br />

dibine çöken maddeler.<br />

5- KARBON AYAK İZİ: Birim<br />

karbondioksit cinsinden ölçülen,<br />

üretilen sera gazı miktarı<br />

açısından insan faaliyetlerinin<br />

çevreye verdiği zararın ölçüsüdür.<br />

Fosil yakıt kullanan bir<br />

bireyin, evin veya iş yerinin<br />

yaydığı karbondioksit miktarıdır.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 89


90<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

6-YEŞİL: Karbon ayak izlerimizi<br />

azaltmaya ve bizden<br />

sonrakilere daha iyi bir dünya<br />

bırakmamıza yarayan,<br />

çevreye saygılı, sürdürülebilir<br />

bir hayat şekli. “Yeşerme”<br />

olarak bilinir.<br />

7- ORGANİZMA: Canlı bir<br />

varlığı oluşturan organların<br />

tümü, herhangi bir canlı varlık.<br />

8- KUTUP ÇEVRESİ: Dünyanın<br />

her iki kutbunun çevresinde<br />

dönen rüzgârlar,<br />

okyanus akıntıları, yıldızlar,<br />

hayvanlar ve insanlar.<br />

9- KUTUPLARDAKI BUZ<br />

TABAKASI: Kuzey Kutbu'nda<br />

çıkıntılı bir daire oluşturan ve<br />

Kuzey Buz Denizi'nin yaklaşık<br />

yüzde yetmişini kaplayan<br />

kalıcı buz tabakası.<br />

10-TASARRUF LAMBALARI:<br />

Tasarruflu ampuller, elektrik<br />

tüketiminin %80'ini ışığa<br />

çeviren ampullerdir. Oldukça<br />

yüksek kabul edilecek bir<br />

verimliliğe sahiptirler.<br />

SAMSUN BÖL<br />

ÇEMBERBAZ<br />

Geniş, düz zeminli bir alanda erkekler tarafından oynanan<br />

Çemberbaz, adını oynandığı oyuncaktan alır.<br />

Oyuncağın malzemeleri; tahta bir zemin, uzunluğu bir<br />

karıştan az olmamak üzere bir sopa veya sazlık, beş<br />

adet uzunlukları farklı tel, Tellerin tutuşunu<br />

kolaylaştırmak için tellerin<br />

içinden geçeceği<br />

beş adet hortum<br />

parçası. Tellerin<br />

uzunluklarının<br />

farklı olma nedeni,<br />

oyunun kuralı<br />

olarak çember<br />

hâline getirilecek<br />

tellerin çaplarının<br />

daraltılarak atıştaki<br />

isabet oranının ölçülmesidir.<br />

Oyuncağın hazırlanışı şöyledir: Tahta zeminin ortasına<br />

bir delik açılır. Bu deliğe bir tahta çubuk ya da bir saz<br />

dikilir. Daha sonra bakırdan veya kalın tellerden büyükten<br />

küçüğe doğru olmak üzere çemberler yapılır ve<br />

isteğe göre oyuncağın ve oyuncunun zarar görmemesi<br />

için çember olmuş tellere hortum geçirilir ve hortumlar<br />

ateşle birbirine bağlanır.<br />

En az 6 kişi sayışma yöntemiyle üçerli gruplara ayrılır.<br />

Kibritle belirli bir mesafe belirlenir. Bu işlemin sonrasında<br />

da atışlar yapılmaya başlanır. Amaç, çemberi<br />

deliğe sokmak olduğundan oyuna şu tekerleme ile başlanır:<br />

“Çemberi attım girer mi bilmem / Gir çember, gir<br />

çember / Tutar mı bilmem”<br />

En fazla çemberi deliğe sokanın kazandığı oyunun sonunda,<br />

kaybedenlerin kazananları sırtında taşımaları<br />

ya da evden meyve getirmeleri gibi cezalar verilir.<br />

KESTANE KEBAP (BAFRA)<br />

Geniş ve düz bir alanda hem kızlar, hem de erkekler<br />

arasında oynanan Kestane Kebap oyununun oyuncağı<br />

mendildir. Hazır mendil kullanılmadığı takdirde kare<br />

şeklinde bir kumaş kesilir ve dört tarafı dikilir. Tekerleme<br />

üzerine kurulmuş bir oyun olan Kestane Kebap, en<br />

az 6 kişi ile oynanır.


GESi ÇOCUK OYUNLARI<br />

Öncelikle bu oyun için ikişerli<br />

gruplar oluşturulur.<br />

Bu gruplar peş<br />

peşe belli aralıklarla<br />

sıralanır. Her<br />

bir grubun elinde<br />

birer mendil vardır.<br />

Peş peşe sıralı olan<br />

ikişerli gruplar, seke<br />

seke koşarak; “Kestane<br />

kebap / Yemesi<br />

sevap / Acele cevap<br />

/ Rap rap rap” tekerlemesini<br />

söyleyerek<br />

oyuna başlarlar. Tekerleme<br />

bitişinde hangi grup önündeki gruba mendil ile<br />

vurursa, vurulan grup oyundan elenir. Oyun bu şekilde<br />

tek grup kalana kadar devam eder ve sona kalan grup<br />

oyunu kazanmış olur.<br />

MENDİL KAPMACA (BAFRA)<br />

En az 7 kişinin katılımıyla geniş ve düz bir alanda hem<br />

kızlar, hem de erkeklerin beraber oynayabildikleri<br />

Mendil Kapmaca’nın<br />

oyuncağı<br />

adından<br />

da anlaşılacağı<br />

üzere<br />

mendildir.<br />

Üçer<br />

kişilik<br />

iki<br />

grup<br />

oluşturulduktan<br />

sonra, bu iki grubun tam<br />

ortasında bir kişi mendil tutar. Mendili tutan oyuncunun<br />

komutuyla gruplardan birer kişi mendili önce<br />

kapabilmek için koşmaya başlar. Kim hızlı davranıp<br />

mendili kaparsa, o, kendi grubuna doğru koşar. Mendili<br />

kapamayan oyuncu da mendili kapanın peşinden koşar.<br />

Mendili kapamayan kişi, mendili kapan oyuncuya grup<br />

çizgisine gelene kadar dokunabilirse, mendili kapan<br />

oyuncunun oyundan çıkarılmasına neden olur. Eğer<br />

dokunamazsa, kendisi oyundan çıkar. Hangi<br />

grupta daha önce bir kişi kalırsa, o grup yenilmiş<br />

olur.<br />

TİK TAK OYUNU<br />

Erkekler arasında evde sadece iki kişiyle<br />

oynanan Tik Tak oyununun oyuncağı,<br />

35x50 cm. ebatlarında bir suntanın üzerine<br />

çivilerin simetrik olmayan şekilde<br />

çakılmasıyla oluşturulur. Oyuncağın<br />

malzemeleri; dikdörtgen biçimde kesilmiş<br />

düzgün tahta, bolca çivi ve bir adet madeni paradır.<br />

Oyuncağın hazırlanışı şöyledir: Düzgün kesilmiş tahtanın<br />

üzerine kalem ve cetvel vasıtasıyla gerçek futbol<br />

sahasının çizgileri çizilir. Bu çizgilerin içine, kaleyi ve<br />

futbolcuları belli edecek şekilde<br />

göz kararı,<br />

çiviler<br />

çakılır. Madeni<br />

para<br />

ise futbol<br />

topu<br />

vazifesi<br />

görür.<br />

Böylelikleoyuncakhazır<br />

hale<br />

gelmiştir.<br />

Oyuna başlanırken, öncelikle madeni para belli bir<br />

yüksellikten sahanın içine bırakılır. Madeni para kimin<br />

sahasına düşerse oyuna başlama önceliğini o oyuncu<br />

kullanır.<br />

Her oyuncunun paraya birer defa vurma hakkı vardır<br />

ve vurma işlemi oyuncuların parmaklarıyla gerçekleşir.<br />

Tik Tak oyununda amaç, madeni parayı karşı tarafın<br />

kalesine ulaştırıp kaleden içeri sokabilmektir.<br />

Oyun sırasında para tahtadan aşağı düşerse, diğer<br />

oyuncu parayı düştüğü yerin hizasından alır ve sahanın<br />

kenarından oyuna tekrar sokar. Gol olduğunda para,<br />

golü yiyen oyuncu tarafından oyuna orta sahadan yeniden<br />

sokulur.<br />

Oyunun sonucunu önceden kararlaştırılan gol sayısı ya<br />

da oyuncuların sıkılmaları belirler.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 91


01<br />

Dünyadaki mevcut türlerin yüzde kaçı yok olma<br />

tehlikesi altındadır?<br />

A) % 8 B) % 16<br />

C) % 32 D) % 48<br />

CEVAP: Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN)<br />

2012 yılında Rio+20 Dünya Zirvesi’nde yayınladığı ‘Kırmızı<br />

Liste’ye göre dünya üzerinde yer alan toplam 63.837 türün<br />

19.817 tanesi yani % 32’si tehlike altındadır. Listede tehlike<br />

altındaki türlerin 3.947 tanesi ‘yoğun tehlike altında’, 5.766<br />

tanesi ‘tehlike altında’ ve 10.104 tanesi ise ‘hassas’ sınıfında<br />

verilmiştir.<br />

02<br />

Aşağıdaki gruplardan hangisi dünya üzerinde en<br />

hızlı yok olmaktadır?<br />

A) Kara canlıları<br />

B) Deniz canlıları<br />

C) Tatlı su canlıları<br />

D) Hepsi aynı hızda yok olmaktadır<br />

CEVAP: Tatlı su canlıları, kara ve denizde yaşayan canlılara<br />

göre 4 – 6 kat daha yüksek hızda yok olmaktadır. Göller, nehirler<br />

ve yer altı suları gibi alanlarda yaşayan 126.000 farklı<br />

kurbağa, kaplumbağa ve timsah gibi canlılar, artan kirlilik<br />

nedeniyle tehlike altındadır.<br />

03<br />

BİLİNÇ TESTİ<br />

Tehlike Altındaki Türler<br />

Türkiye’de bulunan kuş türlerinden hangisi nesli<br />

tükenme tehlikesi ile karşı karşıya değildir?<br />

A) Ulu doğan B) Kelaynak<br />

C) Sibirya kazı D) Kır kırlangıcı<br />

CEVAP: Türkiye’de 8 kuş türü son 50 yıldır gözlenmezken,<br />

bunlardan 4 türün soyunun tükendiği kabul edilmiştir. Biyologlara<br />

göre, ulu doğan, kelaynak ve Sibirya kazı türleri ise<br />

büyük tehlike altında bulunmaktadırlar. Mevcut durumda<br />

ülkemizde sadece 96 kelaynak bulunurken, ulu doğan ve<br />

Sibirya kazı türlerinin de sayısı 100’den azdır. Kuş türlerinin<br />

azalmasındaki en büyük etken doğal yaşam alanlarının tahribatı<br />

ve tarımda kullanılan böcek ilaçlarıdır.<br />

92<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

04<br />

Çeşitli canlıların bir yaşam alanından insan<br />

faaliyetleri sonucunda başka bir yaşam alanına<br />

geçmesi genelde yeni yerleştikleri yaşam<br />

alanlarındaki türlerin tehlike altına girmesine<br />

neden olur. Karadeniz Ekosistemini İyileştirme<br />

Projesi’nden çıkan sonuçlara göre Karadeniz’de<br />

yaşayan hangi canlı türü, Kuzey Amerika denizanasının<br />

istilası yüzünden tehdit altına girmiştir?<br />

A) Kalkan balığı B) Kolyoz<br />

C) Hamsi D) Çaça balığı<br />

CEVAP: İnsanoğlunun bir yerden başka bir yere hareket<br />

etme becerisinin artması özellikle başka türlerin de<br />

taşınmasına neden oluyor. Karadeniz Bölgesi’nde de<br />

ticari açıdan büyük önem taşıyan hamsi türü, 1980 yılında<br />

gemilerle bölgeye taşınan Kuzey Amerika denizanasının<br />

hızla üremesi sonucunda hamsilerin besin kaynaklarını<br />

tüketmesinden dolayı tehlike altına girdi. Karadeniz<br />

Ekosistemini İyileştirme Projesi’nin sonuçlarına göre 1986 yılında<br />

534 bin ton olan hamsi, günümüzde sadece 88 bin tona<br />

düştü. Ayrıca tüm Karadenizıde 1985’te 850 bin ton olan<br />

balık miktarının 250 bin tona düştüğü projede vurgulanıyor,<br />

bunun da 150 bin kişinin iş kaybına yol açtığı tahmin ediliyor.<br />

Rize’de bulunan Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde gerçekleşen<br />

bir araştırmaya göre de 161 balık türünün yaşadığı<br />

Karadeniz’de son yapılan çalışmalar sonucunda 102 balık<br />

türü tespit edildi.<br />

05<br />

Dünyada nesli en hızlı tükenmekte olan hayvanlardan<br />

biri Çin’in ulusal sembolü olan pandalardır.<br />

Çin’de hangi bitki türünün azalması pandaların<br />

neslinin tükenmesindeki ana etmenlerden biridir?<br />

A) Okaliptüs B) Bambu<br />

C) Yosun D) Tohumlu bitkiler<br />

CEVAP: Pandalar bambu filizleri ve yapraklarından başka<br />

neredeyse hiçbir şey yemezler. Bu yüzden iklim değişikliğinin<br />

etkileri ve doğal alanlarının bozulması yüzünden ülkedeki<br />

bambu filizlerinin azalması pandaların neslini tüketen etmenlerin<br />

başında gelir. Bir panda günde ortalama 12-38 kilogram<br />

bambu filizi tüketir ve pek besleyici sayılmayan bambular,


pandaların sindirim sistemini dolu tutmaları için son derece<br />

önemlidir. Dünya üzerinde yaklaşık 1000 adet panda<br />

kalmıştır.<br />

06<br />

Dünya üzerindeki en tehlike altındaki tür olarak<br />

bilinen ve amfibyumlar olarak adlandırılan iki yaşamlı<br />

canlıların % 41’inin nesli tükenmek üzeredir.<br />

Aşağıdakilerden hangisi son on yılda semender ve<br />

kurbağa gibi hem suda hem karada yaşayan dört<br />

bacaklı soğukkanlı omurgalılardan binlercesinin<br />

hayatın kaybına neden olmuştur?<br />

A) Yarasalar B) Eriyen buzullar<br />

C) Fırtınalar D) Mantarlar<br />

CEVAP: İklim değişikliğinin etkileri ile hızlı ve kontrolsüz<br />

olarak yayılan mantarlar, amfibyum türlerini zehirleyerek<br />

yaşamlarına mal olmaktadır. Dünyanın her tarafında yetişen<br />

mantarlar yaklaşık 200 amfibyum türünün neslinin<br />

tükenmesine neden olmuştur. Özellikle kurbağalar başta<br />

olmak üzere amfibyum türleri, ilaç yapım sanayisinde kilit bir<br />

rol oynamaktadır.<br />

07<br />

Aşağıdakilerden hangisi iklim değişikliği nedeniyle<br />

tehlike altındaki türler listesine giren ilk hayvandır?<br />

A) Penguen B) Kutup ayısı<br />

C) Tilki D) Yılan<br />

CEVAP: Kutup ayıları, 2006 yılında "Vahşi yaşamda soyu<br />

tükenme tehlikesi büyük olan türler" başlığı ile iklim değişikliği<br />

etkileri yüzünden tehdit altındaki türler kategorisinde ilk<br />

yerini alan canlıdır. İklim değişikliği nedeniyle deniz buzulları<br />

nın giderek azalması, kutup ayıları için ortam kaybına neden<br />

oluyor. Ayrıca bir buzuldan başka bir buzula yüzmek için<br />

daha fazla mesafe yüzmek zorunda kalan ayılar yorgun düşerek<br />

ölüyor. Kutup ayılarının neslini tüketen diğer tehditler<br />

arasında, kirlenme, gemicilik dolayısıyla oluşan rahatsızlık,<br />

eğlence amaçlı izleme, gaz ve petrol araştırmaları ile yasal<br />

ve yasadışı avlanma bulunuyor.<br />

08<br />

Afrika kıtasındaki hangi etmen, orada yaşayan<br />

türlerin devamlılığını tehdit etmektedir?<br />

A) Doğal alanların kaybı B) Ebola virüsü<br />

C) Aşırı avlanma D) Yukarıdakilerin hepsi<br />

CEVAP: Dünya üzerinde biyolojik çeşitliliğin en yoğun görüldüğü<br />

Afrika kıtası aynı zamanda ‘doğal bir hayvanat bahçesi’<br />

olarak anılmaktadır. Ancak kıtada görülen, doğal yaşam alanların<br />

tahribatı, bulaşıcı Ebola virüsü ve kontrolsüz avlanma<br />

kıtadaki tüm hayvan türleri üzerinde tehdit oluşturmaktadır.<br />

Aynı zamanda çoğu ülkenin tehlikeli atıklarını kıtaya gömmesi<br />

de yer altı su kaynaklarını kirletmektedir. Kıtada yer alan<br />

tatlı su canlılarının % 27’si bu yüzden tehlike altındadır.<br />

09<br />

Tehlike altında olan türlerden bazıları yaşamlarını<br />

sürdürecek yeni alanlar bulmak için farklı<br />

bölgelere göç ederler. Acaba bu türler göç<br />

ederken yönlerini nasıl bulur?<br />

A) Yeryüzünün manyetik alanına göre<br />

B) Güneşin hareketlerine göre<br />

C) İçgüdüleri ile<br />

D) Yukarıdakilerden hepsi<br />

CEVAP: İklim değişikliğinin etkileri ve doğal yaşam<br />

alanlarının tahribatı sonucu türler, hayatta kalmak için<br />

kendilerine yeni alanlar arar. Bu alanları ararken yeryüzünün<br />

manyetik alanını ve güneşi tıpkı bir pusula gibi kullanırlarken<br />

bazıları da içgüdüleri ile hareket ederek bu alanları bulur.<br />

Kuş türleri en sık göç eden türlerdir.<br />

10<br />

Akdeniz, % 60’ı sadece o bölgede bulunan yaklaşık<br />

15.000 ile 25.000 türe ev sahipliği yapmaktadır.<br />

Akdeniz’de yaşayan canlıların kaç tanesi<br />

tehlike altındadır?<br />

A) 850 B) 1.397<br />

C) 1.912 D) 2.481<br />

CEVAP: Akdeniz’de yaşayan 1.912 farklı tür tehlike altındadır.<br />

Tehdit sırasına göre bu türler, deniz memelileri, yerel tatlı su<br />

balıkları, kıkırdaklı balıklar, kurbağalar, kabuklu su canlıları,<br />

yusufçuk, memeliler, kertenkeleler ve kuşlar olarak sıralanabilir.<br />

Bu türlerin tehlikeye girmesindeki etkenler ise doğal<br />

yaşam alanı kaybı, kirlilik, aşırı avlanma, doğal felaketler ve<br />

yabancı türlerin istilası olarak örnek gösterilebilir.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 93


KİTAP TANITIM<br />

MİMARLIK<br />

BAŞVURU KİTAPLARI<br />

Bu kitapta tarih öncesinden günümüze<br />

dünya mimarisinin yapı taşlarını bulacaksınız.<br />

İlkçağ'dan Ortaçağ'a, Rönesans'tan 20.<br />

yüzyıla belli başlı akımlar (Neoklasisizm,<br />

Modernizm vb.), tanınmış mimarlar<br />

ve önemli yapıtlar ortaya konuyor.<br />

Her bölümün başındaki zaman çizelgeleri,<br />

o dönemdeki siyasi, toplumsal ve<br />

bilimsel gelişmelere dair kısa bir giriş,<br />

dönemin ünlü mimarlarına derinlemesine<br />

bakış ve önemli eserlerin resimleri<br />

kitabın akıcılığını ve anlaşılırlığını<br />

artırıyor.<br />

Sadece mimarlara değil herkese yönelik<br />

temel bir başvuru kaynağı.<br />

Tarihin başlangıcından günümüze mimarlıkta<br />

dönemler, akımlar, teknikler<br />

vb. konuların oldukça akıcı bir şekilde<br />

anlatıldığı bir başvuru kitabı. Taşımaya<br />

uygun boyutuyla da oldukça dikkat<br />

çekici.<br />

94<br />

| ÇEVRE ve ŞEHİR | KASIM 2012<br />

OSMANLI ŞEHRİ<br />

TURGUT CANSEVER<br />

Turgut Cansever'e göre, "İnsanın,<br />

hayatını düzenlemek üzere meydana<br />

getirdiği en önemli, en büyük fizikî<br />

ürün ve insan hayatını çerçeveleyen<br />

yapı"olan şehrin imajı "İslam kültürlerinde<br />

cennet tasavvurunun bir yansımasıdır."<br />

ve şehir dünyayı güzelleştirmek<br />

için vücuda getirilmiştir. İnanç<br />

sahibi her insanın ulaşmayı ümit ettiği<br />

cennet kavramı İslam toplumlarının<br />

hayatlarına dair çerçeveleri belirler. Bu<br />

nedenle Bilge Mimar'ın başta mimarlık<br />

olmak üzere tümü sanatla ilgili olan<br />

yazıları; "Osmanlı Şehri", diğer bir deyişle<br />

"Osmanlı Cenneti" başlığı altında<br />

derlendi.<br />

Turgut Cansever düşüncesi tüm<br />

kâinatın Allah tarafından insanoğluna<br />

emanet edildiği, onun hüsnü muhafazasında<br />

ve güzel hâle getirilmesinde<br />

toplumların, dolayısıyla bireylerin ortak<br />

sorumluluğu bulunduğu şeklinde özetlenebilecek<br />

bir temel kabule dayanır.<br />

Yani Cansever için 'korumak' ve 'güzelleştirmek'<br />

anahtar kavramlardır.<br />

Cansever, "Osmanlı Şehri"nde yer alan<br />

makalelerinde insana, dünyaya ve varlığa<br />

dair bütüncül telakkinin mimariye<br />

ve hayatın her alanına nasıl uygulanabileceğini<br />

anlatıyor. Osmanlı evinden<br />

ve şehrinden yola çıkarak immateryal,<br />

sonsuzluğu, sınırsız mekânı temsil<br />

eden bir mimarî anlayışı ortaya koyuyor.<br />

"Osmanlı Şehri" Bilge Mimar’dan<br />

kalan kıymetli mirastan bir kesit.<br />

YAKLAŞAN KÜRESEL<br />

İKLİM KRİZİ<br />

H. MURAT FİLİNTE<br />

Son on bin yılın iklim sorusu; küresel<br />

ısınma nerede duracak?<br />

Bu sorunun üzerinde sadece iklimbilimciler<br />

değil aynı zamanda süper bilgisayarlar<br />

da çalışıyor.<br />

2009'da yükselmeye başlayacak sıcaklıklar,<br />

2012'ye kadar giderek artacak ve<br />

büyük olasılıkla son on bin yılın (Holocen<br />

dönem) sıcaklık rekoru kırılacak.<br />

Bunun doğal sonucu, Batı Akdeniz'de<br />

ilk defa görülecek güçlü fırtınalar Orta<br />

Avrupa'nın kuzeyi ve Karadeniz'de şiddetli<br />

yağış ve sellere dönüşecek.<br />

Geçmişte de yaşanan küresel ısınmaların<br />

bugünkü ısınmadan farkı nedir?<br />

Grönland Buzul Araştırmaları GISP2'de<br />

(Greenland Ice Sheet Project 2) çalışan<br />

ilk Türk araştırmacı H.Murat Filinte son<br />

yirmi yılda yapılan üç binden fazla saygın<br />

iklimbilim araştırma özetini bir araya<br />

getirerek küresel ısınmanın ana nedenlerini<br />

ve muhtemel sonuçlarını, Türkçe<br />

tek kaynak olan bu kitapta, sade bir dil<br />

ve basit bir terminolojiyle okuyucularıyla<br />

paylaşıyor.<br />

"Evet sıcak, kesinlikle daha sıcak, koyun<br />

larım ilk defa bu kış ölmedi. Sürülerimi<br />

bahar ayında soğuktan donmadan Tibet<br />

platosuna çıkarabildim. Hayatımda ilk<br />

defa platoya kar yağmadı."<br />

65 yaşındaki Tibetli çoban Lung


ÇEVRE ETİĞİ<br />

SELİM KILIÇ<br />

İnsanın doğa karşısında nasıl davranması<br />

gerektiğini sorgulayan çevre etiği;<br />

felsefenin bir alt dalı olarak ortaya çıkmıştır.<br />

Bu anlamda çevre etiği, insanın<br />

canlı ve cansız varlıklara karşı davranışlarında<br />

ideal olanın ne olduğunu bulmaya<br />

çalışan bir yaklaşımı ifade etmektedir.<br />

İnsanın doğaya karşı davranışlarını<br />

sorgulayan etik öğretiler, insan merkezli,<br />

canlı merkezli ve çevre merkezli<br />

yaklaşımlar şeklinde üç grup altında<br />

toplanmaktadır. Ancak insan yaşamında<br />

insan merkezli yaklaşımların tartışılmaz<br />

bir üstünlüğü bulunmaktadır. Bu yaklaşımların<br />

etkisinde kalan insan, kendisini<br />

canlı ve cansız varlıkların üstünde ve<br />

onların efendisi olarak görmüştür.<br />

Çevre etiği konusunda yapılan tartışmalara<br />

önemli bir katkı sağlayacağını<br />

düşündüğümüz, Selim KILIÇ'ın “Çevre<br />

Etiği: Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Sonuçlan”<br />

adlı çalışması, salt bir insan merkezciliğin<br />

yanlışlığını ortaya koymakta ve<br />

diğer canlıların da yaşama hakkına saygı<br />

gösterilmesi gerektiğini savunmaktadır.<br />

Her şeyden önce de, dünyanın canlı<br />

ve cansız varlıklarla birlikte bir sistem<br />

olduğuna ve cansız varlıklar olmadan<br />

canlıların da yaralanmayacağına dikkat<br />

çekmektedir. Çevreyle, doğayla, hayvan<br />

haklarıyla ve insanın geleceği ile ilgilenenlerin<br />

beğenisine sunuyoruz.<br />

İZMLER<br />

MİMARLIĞI ANLAMAK<br />

JEREMY MELVIN<br />

Bir el kitabı olarak hazırlanan bu kitap,<br />

Klasik dönemlerden günümüze<br />

dek mimarlık tarihini biçimlendiren<br />

akımları ya da "izm"leri tanıtan oldukça<br />

faydalı bir rehberdir. Ön Klasikçilik,<br />

Hümanizm ve Emperyalizm'den, Postmodernizm,<br />

Brütalizm ve Çevreselcilik<br />

gibi günümüz izm'lerine dek, bütün<br />

önemli akımları tanımak için ideal<br />

bir başlangıç niteliğindedir. Akımlar,<br />

kendilerine ayrılan iki sayfada; ortaya<br />

çıkış tarihleri, geçirdikleri tarihsel süreçler,<br />

ilkeleri ve dönemlerine katkıları<br />

konusundaki görüşlerin yer aldığı kısa<br />

yazılarla tanıtılmışlardır.<br />

Bunun yanı sıra, akımların en önemli<br />

sanatçıları, dönemlerini en iyi temsil<br />

eden özgün örnekler fotoğraflarıyla<br />

birlikte yer almıştır. Kitap, mimarlık<br />

tarihine ilgi duyan ve özgün yapıtları<br />

görmek isteyenler için hazırlanmış bir<br />

rehberdir. Bu kitapta yazar Hakkında-<br />

Jeremy Melvin, South Bank Üniversitesi<br />

Mimarlık Tarihi Bölümü'nde öğretim<br />

üyesi; Cambridge Üniversitesi ve Architectural<br />

Association'da konuk öğretim<br />

üyesidir. Melvin'in, mimari içerikli pek<br />

çok kitabı ve The Times, the Guardian,<br />

Architectural Review, Country Life vb.<br />

dergi ve gazetelerde yayımlanmış yazıları<br />

bulunmaktadır.<br />

MODERN MİMARLIK<br />

VE ŞEHİRCİLİK TARİHİ<br />

MICHEL RAGON<br />

On üç yıllık bir çalışmanın ürünü olan<br />

Modem Mimarlık ve Şehircilik Tarihi<br />

tarih, teknoloji, sosyoloji ve estetik gibi<br />

alanların iç içe girdiği çetrefil bir konuda,<br />

yaklaşık iki asırlık bir zaman dilimini<br />

kuşatan başarılı bir sentez sunuyor. Yazar<br />

Michel Ragon, sanayi devrimi öncesinde<br />

bir düzenleme sanatı olan şehirciliğin<br />

geçirdiği dönüşümleri, şehirli işçi<br />

sınıfının doğuşuna ve konut sorunlarını<br />

ele alıyor; modern şehirciliğin, sanayi<br />

uygarlığıyla birlikte gelen büyüme krizine<br />

bir çözüm üretme çabası içerisinde<br />

nasıl şekillendiğini anlatıyor.<br />

Mimarlık ile şehirciliğin birbirinden<br />

ayrılamayacağı kanısıyla kaleme alınan<br />

kitapta, metal, betonarme gibi yeni yapı<br />

malzemelerinin kullanımıyla ortaya<br />

çıkan yeni estetik ve mimari yöntemler;<br />

Walter Gropius, Mies van der Rohe,<br />

Le Corbusier gibi kuramcı mimarlar;<br />

Bauhaus, işlevselcilik ve uluslararası<br />

üslup gibi akımlar proje ve icraatlarıyla<br />

birlikte bu kitapta ele alınmaktadır.<br />

Kronolojik tablolarla, fotoğraflarla ve<br />

çizimlerle zenginleştirilmiş eserde Barcelona,<br />

Moskova, Viyana, Chicago, Paris<br />

ve Brasilia gibi şehirlerdeki mimarlık<br />

ve şehircilik serüvenleri; başarıları ve<br />

başarısızlıklarıyla birlikte gözler önüne<br />

seriliyor.<br />

KASIM 2012 | ÇEVRE ve ŞEHİR | 95

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!