12.07.2015 Views

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ANKARA UNIVERS/TES/ ILIR/YAT FAKÜLTES İYAYINLARICIİSLAM TARIHIDERSLERİProf. Dr. HÜSEY İ N G. YURDAYDIN


ANKARA ÜN İ VERS İ TES İ IL/ili/YAT FAKÜLTESIYAYINLARICIİSLAM TARIHIDERSLERIProf. Dr. HÜSEYIN G. YURDAYDIN


ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEVI . 1971- ANKARA


IÇINDEKILERÖNSÖZIXANAKAYNAKLAR HAKKINDA KISA B İLGİLERVakidi 2İbn Sa`d 2Belazuri 2Dineveri 3Ibn Kuteybe 3Taberi 3Mes'udi 4Gazneliler Devri (963 - 1186) 5Büyük Selçuklular Devri (1040 - 1157) 5Anadolu Selçuklular ı Devri (1077 - 1308) 6Osmanlı Devri Tarihçileri 6II, Murat Devri 6Fatih Devri Tarihçileri 7II, Bayezid Devri TarihçileriYavuz Devri Tarihçileri 9Kanuni Devri Tarihçileri 10Diğer Osmanlı Tarihçileri 12GIRI Ş 14EMEVİLER DEVRI HAKKINDA GENEL B İLGİLER 19Islâm'da ilk siyasi fırkalar 23islâm'da ilk teolojik fırkalar (Islam'da ilk dini-felsefi fikir hareketleri) 26Islam dünyasmda zühd ve takvan ın başlaması 27Sisıfi kelimesinin kaynağı 29Edebi hayat 31ABBASILERIN IKTIDARA GELI ŞI 34Bağdad'ın yap ılması 39Idare görülen yenilikler 39Abbasilerin iki devresi ve belli ba şlı halifeler 40Başka kültürlere duyulan ilgi ve ilk çeviriler 42III


Islam kültürünün do ğu şıı 42Hint tesiri 43Iran tesiri 43Türk tesiri 44Yunan tesiri 45Tiirklerden kurulan bir hassa ordusu 47Mahalli hükümdarl ık sülâleleri 47Islâm medeniyetinin bat ıya tesiri 48TÜRK ISLAM TARIHINE GIRI Ş 51Hunlar, Bat ı Hunları 51Göktürkler 51Orhun kitabeleri 52Uygurlar 54Türklerin islâmiyet ile ilk temaslar ı 55Türk soyundan gelen ilk müslüman valiler 56ILK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERI 56Karahanl ılar (960-1212) 56Gazneliler (963-1187) 58BÜYÜK SELÇUKLULAR 60Siyasi durum 60Devlet idaresi 61Bat ınilik ve Hasan Sabbah 62Medre,selerin Aç ılmasından Önceki Öğretim ve Eğitim 631 — Küttab 642 — Kur'an ve dini konuların öğretildiği küttab 653 — Saraylarda ö ğretim 664 — Kitapçı dükkâılları 675 — Bilginlerin evleri 676 — Edebi salonlar 687 — Bilim ve eğitim arac ı olarak çöl 708 — Camiler 71Medreselerin aç ılmas ını zorunlu kılan sebepler 72Islâm dünyasında medreselerin kurulu şu 73Türkmenlerin dini anlayışları 75ANADOLU SELÇUKLULARI 79Devir hakk ında genel bilgiler 79Anadolu Selçuklular ı devrinde medreseler 80Anadolunun türkle şmesi ve islâmla şması meselesi 82BEYLIK LER DEVR İ 86OSMANLI DEVRİ 91Kurulu ş s ıras ındaki sosyal ve ekonomik şartlar 91Ailenin kaynağı ve etnik durumu ile ilgili bilgiler 92IV


Osmanlı ailesi ve Kayılar 94Genel hatlariyle Osmanl ı devri kültürü 96Osmanli devrinde zamanla siyasi mahiyet alan bir dini cereyan 104XVI. yüzyıl sonlarına kadar düşünce hayat ımı= genel karakteri 105Yeni bir gelişme: Ehl-i sünnet anlayışının kuvvetlenmesi 106Şeyhülislam fetvaları ile öldürülen baz ı tarikat ileri gelenleri 108Hz.-i Isa'n ın Muhammed'den daha üstün oldu ğunu iddia eden bir molla 111Şeyhülislâm Çivi-zade'nin i şine son verilmesi 114Lütfi Pa şa ve halifelik 115Küçük Nişancı'nın ehl-i sünnet anlay ışı ve rafiziler 116Devrin adalet anlay ışı hakkmda XVI. yüzy ıldan bir örnek 117Istanbul'da ilk kahvehane 119OSMANLI DEVLETININ GERILEME SEBEPLERI HAKKINDA BAZI GENELGÖRÜŞLER VE ISLAHAT LAYIHALARI 120XVII. YÜZYILIN DINI TARTI ŞMALARI 125Kadı-zade ile SivasTnin tartışmaları 125Kadı-zadenin yolundan gidenler 127tYstüvani Mehmet Efendi 128XVII. YUZYILIN IKI ÖNEMLI BILGIN VE DÜ Ş/SÜRÜ 130Kâtip Çelebi 130Hezarfen Hüseyin Efendi 134OSMANLI TARIHINDE YEN İLİK HAREKETLER/ 140Lale devri 140İbrahim Müteferrika 141I. Mahmut, III. Mustafa, I. Abdülhamid devirlerinde askerlik alan ında yenilikler 143III. Selim devri (1789 - 1807) 145II. Mahmud devri 1808 - 1839) 149Meclisler 150TANZIMAT DEVRİ (1839 - 1856) 152Abdülmecit'in ki şiliği 152Tanzimat ferman ı 154Hattın iki özelliği 158Tanzimatın uygulanması ve baz ı tepkileri 159Islahat Ferman ı (28 Şubat 1856) 162Islahat Fermammn Gülhane Hatt ı ile karşılaştırılması 164ABDÜLAZIZ DEVRİ (1861-1876) 165Genel tablo 165İki ayr ı görü ş 166Muhafazakar Cevdet Pa şa 16Yeni Osmanl ılar • Nam ık Kemal ve Ziya Pa şa 169II. MEŞRUTIYET VE DÜŞÜNCE HAYATIMIZ 170Batıcılık 171V


İslamcılık 171Türkçülük 173OSMANLILARIN ARAP EYALETLER İNDE YEN İLİK AKIMLARI 175Giriş 1751VIuhammd b. Abdulvahhab (1703-1787) 182MISIRDA YEN İLİK HAREKETLERININ BA ŞLAMASI 187Napolyon'un Mısır'ı işgali ve tarihçi el-Ceberti (1756-1825) 187Mehmet Ali Paşa 188AVRUPA'YA GÖNDERILEN İLK ÖĞRENCILER VE TAHTAVİ (1801-1873) 190Mütercim olarak Tahtavi ve frans ızcadan çevrilen eserler 192Tahtavrnin eserleri 193Tahtavrnin görü şleri 193Tahtavi ve ayr ı bir Mısır fikri 197TUNUSLU HAYRETTIN PAŞA (1810-1899) 201Tahsil, yetişmesi 201Siyasi hayatı 201Hayrettin IstanbnPda 203Eseri 204İslam devletleri için gerekli reformlar 204Avrupa'dan dü şünce ve kurumlar almak 204Sorumlu naz ırlar ve parlamento 206Hayrettin'e göre Tanzimat'a kar şı olanlar 206Avrupa'dan al ınan kurumlar, Islâm'a ayk ırı değildir 207Hayrettin'e göre şeriat 207Sıhhatli bir reformun şartları 208Yeknesak bir Islam hukukuna olan ihtiyaç 208HRİSTİYAN ARAPLAR 210Şeyh Nasıf el-Yaz ıcı (1800-1871) 211Faris el-Şidyak (1801-1887) 212Butrus el-Bustani (1818-1883) 213CEMALEDD İN AFGANI (1838-1897) 216Devrimci Pan- ıslamizm 219Afganrnin düşünce sistemi 223Bir uygarlık olarak Islam 224Müslümanların birliği 225Afganr ılin hükümet ideali 226Birliğin esaslar ı 227Islami gerçek 229MUHAMMED ABDUH (1848-1905) 236Abduh'un ailesi 237Tahsili 237Meslek hayatı 238Siyasete giri şi, tutuklanmas ı, sürgüne gönderilmesi 239Mısır'a dönüşü ve kendisini Mısır ba ş-müftülügüne götüren yol 240VI


Dü şünceleri 241İki ayr ı tip okul ve ruhlardaki bölünme 243İslâm modern ve ilerici bir toplumun ahlüki esaslar ı olabilir 246İslâm modern dü şünce ile uyu şabilir 247Genel olarak din anlayışı 247Abduh'un peyganıberlik anlayışı 248Abduh ve ictihad 249İslâm, akıl, felsefe ve ilim 250Ideal toplum 251Gerileme sebepleri 252Abduh'a göre ideal idare şekli 253Gerçek bir milli e ğitime olan ihtiyaç 254Abduh'un Mehmet Ali Pa şa ile diğer mısırlı siyasiler hakk ındaki düşünceleri 255MUHAMMED ABDUH'UN MISIRLI ÖĞRENCILERI 255Muhammed Ferid Vecdi 256Mustafa Abd el-Raz ık (öl. 1947) 257Kasım Emin (1865-1908) 257HİND YARIMADASINDA TÜRK-İSLAM TARIH VE KÜLTÜRÜ 264Giriş 264GAZNELİLER DEVRİ 265GURLULAR DEVRİ 273BIRINCI DELH İ TÜRK SULTANLIKLARI (1206-1451) 275Muizzi hanedanı (1206-1211) 276İltutmu ş ( İletmiş) ve Şemsiye hanedanı (1211-1266) 277Balaban hanedan ı (1266-1290) 280Kalaç (Hak» hanedan ı (1290-1320) 280Tuğluklar (1320-1413) 280Seyyid hanedan ı (1413-1451) 280Delhi Afgan Sultanlığı (Ludiler) (1451-1526) 280DELH İ TÜRK SULTANLIKLARI ZAMANLARINDA İDARI TEŞKILAT VEKÜLTÜR HAYATI 281Idari teşkilât 281Toprakların idaresi 281Ordu 283Delhi Türk sultanlarmın dini siyaseti 283Kültür ve san'at hayat ı 285BABÜRLO IMPARATORLU ĞU (1526-1856) 287BABÜR DEVRİ (1526-1530) 287HÜMAYÜN DEVRİ (1530-1540, 2. defa 1555-1556) 289Osmanh-Babürlü ili şkileri 290EKBER DEVR İ (1556-1605) 291Ekber'in dini dü şünceleri 292Ekber'in kendini Hind müslümanlarmm dini önderi ilân ettirmesi 296Ekber ve hristiyan ınisyonerleri 297VII


ÖNSÖZ<strong>Ankara</strong> <strong>Üniversitesi</strong> ilâhiyat Fakültesi'nin bu gün ancak ilk ikisınıfında zorunlu olarak okutulmakta olan İslâm Tarihi dersleri, ilkSami kavim ve devletlerin tarihlerinden, Osmanl ı tarihinin sonuna kadargeniş bir ara ştırma alanını içine almaktad ır. Yap ılan pro ğrama göre,Fakültenin birinci s ınıfında bu derslerin konular ını, ilk Sami kavim vedevletlerin tarihleri ve Cahiliye devri ile ilgili bir giri şten sonra, İslâmtarihinin, türklerin islâm' ı kabul ettikleri, M. S. X. yüzy ıla kadarolan bölümü te şkil etmektedir. İkinci s ınıfta ise, M. S. X. yüzyıldan itibarengenel olarak İslâm tarihi ile birlikte, esas itibariyle Türk- İslâmtarihi üzerinde durmak gerekmektedir. Bizim dersimiz, ikinci s ınıftaolduğu için öğrencilerimize, İslâm tarihinin M. S. X. yüzy ıldan sonrakibelli ba şlı konuları ile ilgili bir giri şten sonra esas itibariyle Türk- İslâmtarihinin türlü meseleleri hakk ında ana-hatlariyle bilgi vermemizgerekmektedir. Ancak bu genel tasnif, ikinci s ınıfa gelen ö ğrencilerimizindurumuna göre de ğişmektedir. Bu sebeple biz, derslerimizde ikincis ınıfa gelen ö ğrencilerimizin durumunu dikkate al ıyor ve onlar ın, İslâmtarihinin, özellikle kültür tarihi yönünden, önemli sayd ığımız bazı meseleleriüzerine e ğilmelerini sağlamak için, konuya genel olarak Emevilerdevriyle giriyoruz. Anlat ılan bu plâna göre verdi ğimiz derslerin notlar ı,Fakültemiz Ö ğrenci Derne ği tarafından bir kaç defa teksir edilerek,öğrencilerimizin istifadesine sunulmu ştur. Biz, bu notlar ı gözden geçirerekbir el kitab ı haline getirmi ş bulunuyoruz. Bu notlar ı haz ırlamakiçin ba şvurduğumuz ça ğda ş kaynak ve belgelerin adlar ı, yeri geldikçe,metin içinde verildiği gibi; ayr ıca, kitab ın sonuna, k ısmen, ya dageniş ölçüde yararland ığımız diğer eserlerin bir listesi de eklenmi ştir.Bunlar aras ında özellikle F. K öprülü, M. H. Yin anç , R. A.Nicholson, Z.V. Togan, İ .H. Uzunçar şı l ı , Ö.L. Barkan,H.Z. Ülken, E.Z. Karal, Y.H. Bayur, A. Hourani,Aziz Ahmad, A. Shalaby, L. Rasony, A. İ nan,M.A. Köymen, O. Turan, M. Akda ğ , H. İ nalc ı k, İ .IX


K afes o ğ lu ve F. Süm er 'in eserlerinden ilgili bahislerde geni şölçüde yararlanmış bulunuyoruz. Kitab ın incelenmesinden de anla şılacağı üzere, derslerimizde, k ısaca çizilen siyasi tablo'dan sonra anahatlariyle, islâm tarih ve kültürünün önemli sayd ığımız kurum vemeseleleri, her alanda yeti şmiş belli başlı kişileri, onların düşünceleriüzerinde durulmu ştur. Bu i ş yap ılırken, bu dersler için bize ayr ılanzaman içinde, her konuda, ö ğrencilerimize yararl ı olaca ğına inandığı-= asgari bilginin, anla şılır bir şekilde verilmesine dikkat edilmi ştir.Bu vesile ile düzeltmelere yard ım eden asistan arkada şlarım Dr.İ sme= Kayao ğ lu ve Mustafa Fayda'ya, indeksi haz ırl ıyanKitapl ık Müdürü Say ın İ hsan Ina da ve ba şta Say ın ik d e mB ayk an olmak üzere, dizgi ve bask ı işinde gerekli titizli ği göstermi şbulunan Üniversite Bas ımevi ilgililerine te şekkür ederim.<strong>Ankara</strong> 27.4.1971H. G. Yurdayd ınX


ANAKAYNAKLAR HAKKINDA KISA BILGILERİslam dünyas ında ilk tarihi eserler, H. II. /M. VIII. yüzy ıl ba şlarındagörülür. Bundan evvelki devirlerde Arap dili ile mensur olarak yazılmışbaz ı eserlerden bahsedilir Ancak bu eserler zamamm ıza intikaletmi ş değildir. Bu mensur eserler aras ında tarihi baz ı kayıtlarm bulunmasıda mümkündür. Zira merkezi Şam olan Emevi hükümdarlar ı ,tarih konusundaki çal ışmalar ı te şvik etmi şlerdir. Bu devirde Yemenliibid (Ubey d) b. Ş er y e, efsaneleri biraraya toplayarak halk ın okuyabileceği bir hale getirmi ştir. Diğer taraftan bu s ıralarda İslâm'ın ilksava şlarının ö ğrenilmesi hususunda da büyük bir arzu duyuldu ğu görülmektedir.Bu devreye ait ve daha ziyade milli bir karakter ta şıyanbu efsanevi tarihlerden de bugüne intikal eden bir eser yoktur. H. II. /M.VIII. yüzyılda art ık dini tesirlerin hakim olduğu görülmektedir. Bu tarihlerdenitibaren Arap milliyetçili ği ile ilgili bir edebiyat yerine ba şkatürlü bir edebiyat ın yani dini bir edebiyat ın gelişmeye ba şladığı görülmektedir.Bu s ıralarda ilk defa olarak hadislerin toplanarak, muhaddislerintoplad ıkları hadisleri yaz ıp bir tertibe sokma ğa çalıştıkları müşahadeedilmektedir.Bu hadis kitaplar ından Esed b. Musa (H. 132 /M. 749)'mn Kitabel-Zühd adli eseri bugüne ula şabilmiştir. Bu hadislerden tarihin ilk unsurları ve aynı zamanda İslam öncesine ait gelenekler hakk ında birfikir edinmek mümkündür.Fakat araplar aras ında büyük ölçüde tarihi terkip fikrinin do ğmasmdaPehlevi diliyle yaz ılmış Hüda-name adlı bir eserin tesiri oldu ğusöylenir. Zira H.140 /M. 757-58 y ıllarında bu farsça eser, İ b n el-Muk affatarafmdan Siyer Mültik el-Acem ad ı ile arapçaya tercüme edilmi ştir.Diğer taraftan M. VIII, yüzy ıl başlarından itibaren Hazret-i Peygamberinhayat ı ile ilgili bilgi ve geleneklerin de toplanma ğa başlandığıgörülmektedir. Hazret-i Muhammed'in ilk biyo ğrafisi, Siretu Resulillahadli eser, Abbâsi halifesi Mansur zaman ında H. 151 /M. 768 yılında1


ölmüş olan İ bn İ shak tarafından yaz ılmıştır. Bu ilk biyo ğrafi bizeancak tarihçi İ bn Hi ş am (ölm. 219 /834) vas ıtasiyle intikal etmi ştir.İbn Hi ş am' ın eserinin adı el-Sire olup, 1858-59 yıllarında Wüstenfeldtarafından iki kısım halinde yayınlanmıştır.Vaki&Bundan sonra üzerinde durulmas ı gereken önemli bir İslam tarihçisiEl-Vakidi (ölm. H. 208 /M. 823)'dir. Vakidi, H. 130 /M.747 tarihindeMedine'de do ğmuş, hayata bir tüccar olarak ba şlamış fakatkısa zamanda iflas etmi ştir. Bunun üzerine Ba ğdat'a gelmi ş, Ba ğdat'tao s ırada Yahya el-Bermeki taraf ından himaye edilerek kendisine birkad ılık vazifesi verilmi ştir. Eserinin ad ı Futuh el- Şam olup zamammızaintikal etmi ştir. Futuh el-Şam'da müslümanlar ın Suriye, Irak, Mısırve Afrika fetihleri heyecanl ı bir dille anlat ılmıştır. Aynı zamanda bueserin daha sonraki İslam mücahidleri için bir heyecan kayna ğı olmas ıdüşünülerek, eser, bir tak ım menkıbelerle süslenmi ştir. V âkidrnin bueserinden ba şka Kitab el-Ridde adlı bir eseri daha vard ır. Peygamberdevri sava şları üzerinde duran Kitab el-Megazi adlı eseri ise M a r s-den Jones tarafından 3 cilt halinde (London 1966) yay ınlanmıştır.İbn SaedBundan sonra Hazret-i Peygamberin ashab ından ve tabrindenbahseden bir eser görülmektedir. Bu eserin ad ı Kitab el-Tabakat el-Kebirolup müellifi İ bn S a`d (öl. H. 230 /M. 845)'d ır. Kitab el-Tabakat el-Kebtr, ya da Kitab el-Tabakat el-Kübra'nın müste şrikler tarafındanbir kaç bas ımı yap ılmıştır. En mühim baskısı, S ac h au tarafından 1904yılında Hollanda'da yap ılamdır. Eser sekiz cilt esas ve üç cilt indeksolmak üzere onbir cilt halinde bas ılmıştır. Bu eserin en son bask ıs ı daBeyrut'ta yap ılmıştır.BelazuriÜzerinde durulacak diğer bir kaynak El- B ela z uri (öl. H. 284 /M. 892)'nin Fütuh el-Büldan adlı eseridir. Fütuh el-Büldan'ın yazarı,aslen İranhdır. Bu eseri yazmadan önce daha evvel yaz ılanlar ı tetkiketmi ş, kendi duyduklarm ı ve i şittiklerini mevcut bilgilerle mukayeseetmiş ve böylece eserinin k ıymetini art ırmıştır. Bu eserden ba şkaKitab el-Ensab el-Eşraf adlı bir eser daha yazm ıştır. Ancak bu eseriniki cildi zaman ımıza intikal etmi ştir. Fütuh el-Büldan, T C Milli E ğitimBakanlığının yayınlamakta oldu ğu klâsikler serisi aras ında Z a kir K adiriU gan tarafından iki cild halinde türkçeye tercüme edilmi ştir.2


DîneveriB ela zuri'nin ça ğdaşı diğer bir tarihçi de el-Dinever'i (öl. 282 /895)'dir. Eserinin ad ı Kitab el-Ahbar el-T ıval'dır. Din.e v eri, ayn ızamanda zaman ının önemli bir matematik, tabiat ilimleri bilginidir.Kendisi, İslam dünyas ının en ünlü botanikçilerinden birisi olarak kabuledilir DineverVnin eseri, esas itibariyle eski İran milli destanlar ı üzerindeduran ve hadiseleri daha çok han milli görü şü açısından açıklayanbir kitapt ır. Dîneverî, Sasanilere, İskendere ve daha sonra da müslümanlarınIrak fetihlerine ait bilgi vermi ştir. Diğer taraftan bu eserdeHazret-i Ali ve Muaviye anla şmazlık ve mücadelesi; Hariciler, Emevilerhakkında bilgi verilmi ştir. Bu eserin di ğer bir özelliği de, miladiVI-IX. yüzyıllar Türk tarihi hakkında bilgi vermesidir. Bu devrin. Türktarihi hakkında en eski ve en do ğru bilgi veren kaynaklardan biri sayılır.Gerek Sasanilerden bahsedilirken ve gerekse di ğer vesilelerleGöktürkler, Maveraünnehir ve Harezm havalisindeki Türkler hakk ındabilgi verilmi ştir. Sonuç olarak bu eserde İran ile ilgili olaylar ın kuvvetlibir milliyetçilik tesiriyle kaleme al ındığı görülmekle beraber yazar ıntarafs ız kalmak hususunda da gayret sarfetti ği anlaşılmaktadır.nın KuteybeDiğer önemli bir İslam tarihçisi de ibn Kuteybe (198 /813-267 /889)'dir. İbn Kuteybe tarih ilminde oldu ğu kadar lûgat, hadisve tefsir ilimlerinde de kendini tan ıtmıştır. Tarihe ait eseri Kitab el-Maarif olup T ab eri ve Mes'udi gibi büyük İslam tarihçilerine kaynakolmu ştur. Bu eser daha önce üzerinde durulan el-Ahbar el-T ıval adlıeserle mukayese edilebilir. Birinci eserde İranla ilgili olaylara fazla önemverilmi ş olmas ına kar şılık Kitab el-Maarif'de daha çok araplarla ilgiliolaylar üzerinde durulmu ştur. Bu eserde islamdan önceki Arap tarihineait tafsilât bulunmaktad ır. Ayrıca bu eser, Hazret-i Peygamberin hayat ıve H. III. yüzy ıl ortalarına kadarki olaylar bakımından da de ğerli birkaynakt ır. Bu eserin diğer bir özelli ği de muhaddisler, lisanc ılar, şairlerhakk ında da bilgi vermesidir.Taberiİslam dünyas ının en büyük tarihçilerinden birisi de T ab eri. (224 /838-309 /923)'dir. T aberrnin. eserinin ad ı Tarih el- İİ mem ve'ldur. Bu eser k ısaca Taberi Tarihi veya Tarih-i Ca`feri diye de tanımr.Tab eri, tarihçiler aras ında umumiyetle İslam dünyas ının Here d ot'ukabul edilir Bu eser hilkatten H. 302 /M. 915 y ılına kadar gelir. TaberiTarihi, Samano ğulları zamanında farsçaya, Sâmano ğlu vezirlerinden3


13er ami tarafından kısaltılarak çevrilmi ştir. Daha sonra Osmanl ılardevrinde de muhtelif defalar türkçeye tercüme edilmi ştir. Bu kitap,Islam tarihinin ba şlıca kaynaklar ından biridir. Kitab ın ba şlıca özelliği,herhangi bir olay hakk ında mevcut bütün rivayetleri de ğiştirmeksizintoplam ış ve nakletmi ş olmas ıdır. T ab eri, bu muhtelif rivayetleri kendidüşüncesine göre de ğiştirmeyi, adeta tarihi tahrif olarak kabul etmi ştir.Eserin bir özelli ği de edebiyattan, kelime oyunlar ından, süslü cümlelerdenkaç ınmış olmas ıdır. Bu eseri esas itibariyle iki k ısma ayırmak mümkündür:Birinci k ısım, hilkatten islâm' ın doğuşuna kadar olan olaylarüzerinde durmaktad ır. Bu kısımda tarihi tenkide tahammülü olmayanbaz ı hurafeler de yer alm ıştır. Bu kısım, daha çok İsrail O ğulları veZerdü ştilerin geleneklerine dayan ır Eserin önemli k ısmı, islâm' ın.doğu şundan, M. 915 y ılına kadar gelen bölümüdür. Bu k ıs ım Islam tarihininbaşlıca kaynaklar ından birini te şkil etmektedir. Eserin hem eskiliğive hem de verdi ği bilgilerin do ğrulu ğu, onun de ğerini art ırmaktadın Ayrıca bu eser, islâmiyet'in Maveraünnehir ve Kafkasya yolu ileTürk illerine nas ıl girdi ğini anlatt ığı için, milli tarihimiz yönünden deönemlidir. Bu eser, Osmanl ılar devrinde bir kaç defa türkçeye çevrilmiştir. Farsça B el` a mi çevirisinden olan ilk tercüme H. 710 /M.1310-11 yılında Hüsamettin Çelebi taraf ından yap ılmış tır. Bu tercümeIstanbul'da ve M ıs ır'da olmak üzere be ş defa bas ılmıştır. İkinci çeviri,H. 881 /M. 1476-77 y ılında gene farsça tercümeden Hüseyin b. SultanAhmet tarafından yap ılmıştır. Bu çeviri, yazma halindedir. Üçüncü tercümeise arapça'dan XVI. yüzy ılda Mat r ak ç ı Na sil lı tarafından Mecma'el-Tevarih ad ı ile yapılmışt ır. Taberi Tarihi, son olarak Z akir K a-diri U g an taraf ından tercüme edilerek bir k ısmı, T.C. Milli EğitimBakanlığı klasikleri aras ında. alt ı cilt halinde bas ılmıştır.MescudiIslam tarihinin T ab e ri'den sonra en önemli say ılan kaynaklar ındanbirisi de Mes (öl. 349 /956)'nin Mürûc el-Zeheb adlı eseridir. Bueserin müellifi Mes'udi, ö ğrenimini Ba ğdat'ta tamamlad ıktan sonragenç ya şında görmek ve ö ğrenmek arzusuyla geziye ç ıkmış, Hindistan,Seylan, Madagaskar, M ıs ır yoluyla Endülüs'e kadar gitmi ş vegörmüş olduğu bütün bu yerlerin tarih ve co ğrafyas ını incelemiştir.Bu gezinin bir sebebi olarak, o s ıralarda Islam dünyas ının muhtelifyerlerinde yeniden geli şme ğe ba şlayan ilim merkezlerinin cazibesigösterilir. Bilindi ği üzere VIII. yüzy ılda başlayan tercüme faaliyetiile gelişme ğe ba şlayan Islam kültür ve medeniyeti, bu yüzy ıhn sonlar ınado ğru eski ha şmetini kaybetmi ş ve esasen siyasi bakımdan parçalanma-4


ğa ba şlayan İslam dünyas ında ortaya ç ıkan yeni siyasi merkezler etrafındayeni ilim çevreleri meydana gelmeye ba şlamıştı . Mürfıc el-Zeheb,esas itibariyle iki k ısımdır. Birinci k ısımda daha çok co ğrafi bilgiler verilmiştir.İkinci kısım ise İslam tarihidir. İslam tarihi, Hazret-i Peygamberdevrinden IX. yüzy ıl sonuna kadar devam eder. Bu eser tasnif bak ımındanbiraz kar ışıktır. Ancak özelli ği, eserde geleneklerden daha çok ilmitecessüse yer verilmi ş olmas ıdır. Mes'udrnin bu gezisi esnas ındabir takım hristiyan papaslariyle tart ışmalar ı, eserinde Yunan, Hindfelsefelerine ait bilgi vermesi hep onun bu ilmi tecessüsünün sonucudur.Gazneliler Devri (963 -1186)Çok geni ş topraklar üzerinde, büyük bir devlet kuran Gaznelilerzamanında hakim zümreyi Kalaç türkleri te şkil etmekteydi. Gaznelilerinanç bakımından sünni idiler. Gazneli sultanlar ı da diğer Türk hükümdarlarıgibi ilim ve edebiyat ı, bilginleri ve şairleri korumu ştu. Gaznelilerdevrine ait kaynak mahiyetinde bir kaç eser vard ır. Bunların içindeen önemlileri şunlardır:Utbrnin Sultan Mahmud ad ına yazdığı Tarih-i Yemini veyaKitab el-Yemini adıyla ünlü arapça eseri. Bu eser, Mahmud devri içinönemli bir kaynakt ır. Bu eser, ayn ı zamanda, Samano ğulları ve Karahanlılarhakkında da bilgi verir.Bu devre ait di ğer bir eser B eyhakrnin Tarih-i Beyhaki adlıkitab ıdır. Bu eser farsça yaz ılmıştır. Aslında otuz cild kadar oldu ğusöylenirse de zaman ımıza bunlardan ancak alt ıncı cildin son yarısı ileonuncu cilde kadar olan k ısımları kalmış bulunmaktadır. Eser, GazneliMescud devri için ba şlıca kaynakt ır. Bu eser Tarih-i Yeminrninadeta bir zeyli gibidir.Bu devre ait bilgi veren bir de daha geç devreye ait bir eser vard ır.O da İ bn el-E s ir'in el-Kâmil fi't-Tarih adlı eseridir. Arapça olan bu eser,hilkatten 628 /1230 y ılına kadar olan tarihi olaylar ı anlat ır. Ifadeedildiği üzere İ bn el-Esir, Gazneliler devrinin ça ğda şı değildir. Ancakeseri gerek Gazneliler devri ve gerekse Selçuklular devri için önemlikaynaklardan biri say ılır. Zaten İ bn el-Esir, H. 302 /M. 915 y ılınakadar olan devrin tarihini ünlü İslam tarihçisi T a b errden özetliyerekalmışt ır. Bu eser 14 cilt halinde T o rnb er g taraf ından yayınlanmıştır.Büyük Selçuklular Devri (1040 -1157)Selçuklular devri tarihine ait yaz ılan eserlere genel olarak Selçuknameadı verilir. Bu devre ait B eyhakrnin Tarih-i Beyhaki adlı eseri5


ile İ b n. el- E sir'in el-Kümil fi't-Tarih adlı eserinden ba şka İ m a de dd inel-isfahani (81. 597 /120O)'nin Nusret el-Fıtre ve Usret el-Katre adlıeseri önemli bir kaynakt ır. Isfahani, Kü ş âni 'nin farsça eserini579 /1183 y ılında arapça'ya çevirdi ve baz ı ilâvelerde bulundu.Bu eseri 623 /1226'da Bundari, tarihi olaylara halel gelmiyecek şekildeZubdet el-Nusre adı ile hülâsa etmi ştir. Bu eser, K ı v am e ddinB ur sl an tarafından Irak ve Horasan Selçukluları adıyle türkçeyetercüme edilerek Istanbul'da 1943 'de bast ırılmıştır. Büyük Selçuklulardevrine ait di ğer bir kaynak Ahbar el-Devlet el-Selçukiye adlı eserdir.Bu eser, Selçuklularm ba şlangıcından 622 /1225 yılına kadar gelir.Eser S a drüddi ııı el - Hüs eyni'ye atfedilmi şse de, as ıl yazarın kimolduğunu tesbit etmek mü şkül görünmektedir. Merhum Profesör NecatiLiigal tarafından türkçeye tercüme edilerek 1943'de <strong>Ankara</strong>'da T.T.K.yayınları aras ında bas ılmıştır. Bundan ba şka bilhassa Irak Selçuklularıtarihi için önemli bir kaynak olarak R av endi'nin Rahat el-Sudürve Ayet el-Surür adli farsca eseri vard ır. Bu eseri merhum Prof. AhmetAte ş "Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti" (I, 1957; II, 1960) adiyletürkçeye tercüme etmi ştir.Anadolu Selçuklular Devri (1077-1308)Bu devreye ait en önemli tarihi eser, ibn Bibrnin El-Evamirel-Alâiye fi'l- Umur el-Alâiye adlı Selçuknamesidir. Farsça olan bu eser,XIII. yüzyıl ortalarına kadar bilgi vermektedir. Bilhassa Anadolu Selçukludevletinin büyük hükümdarlar ından olan Alâeddin K eykub addevri için önemli bir kaynakt ır. Ayasofya nüshas ının tıpkı-bas ımı Prof.Dr. A. S. Erzi tarafından (<strong>Ankara</strong> 1956) yap ılmış; merhum Prof.N. Lügal ile Prof. Dr. A. S. Er zi.' nin haz ırladığı tenkidli bas ımının1. cildi, ilühiyat Fakültesi yay ınları aras ında (<strong>Ankara</strong> 1957) ç ıkmıştır.Bu devre ait di ğer bir kaynak da, K e rimü d d in Mahmut Ak s a r a-y Pnin Müsameret el-Ahbar adli eseridir. Bu eser de, farsça yaz ılmıştır.Bu eserin metni Prof. Osman Turan taraf ından 1944'de yay ınlanmıştır.II. Murat DevriOsmanh Devri TarihçileriBugün bildiğimiz en eski Osmanlı tarihçisi olarak şair Ahmedikabul edilmektedir. Ahm e di (öl. 1412)'nin eserinin ad ı İskender-name'-dir. Bu eserin sonunda bulunan bir k ısım Dasıtan-ı Tevârih-i al-iOsman adını ta şır. Bu eser Osmanl ıların kurulu şundan kendi zaman ına6


4- Tevkii Mehmed Pa ş a, Tevarih el-Selatin el-Osmaniye :Eser, arapçad ır. Osmanlı devletinin kurulu şundan 1480 tarihine kadargelir. Bu eser iki risale halindedir. Birinci risale , Osman'dan Fatih'ekadar, ikinci risale de Fatih devrine aittir. (1451-1481). Bu eseri deProf. Mükrimin Halil Yinanç incelemi ştir. Bu incelemeye göre, bueserde II. Bayezid devri tarihçilerini cerheden baz ı bilgiler vard ır. Bubilgiler şunlardır:a) Bu eserde Osman' ın babas ı Gündüzalp gösterilmi ştir.b) Osmanlı ailesinin, Anadolu'ya Selçuklular ile birlikte geldi ğiifade edilmi ştir. II. Bayezid devri tarihçilerinden Kemal P a ş a-z ade,ünlü Osmanlı tarihini yazarken bu eserden faydalanm ıştır.II. Bayezid Devri Tarihçileri1- Dursun Bey, Tarih-i Ebu'l-Feth Sultan Mehemmed Han : Bueser, 1497-1500 y ılları aras ında telif edilmi ştir. Türkçedir. Eser 1451-1487 yılları tarihini anlat ır. Bu eser, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası(TOEM) ilâvesi olarak yayınlanmıştır.2- K ıvâmi, Fetihname-i Sultan Mehmed : Bu eserin büyük birtarihi de ğeri yoktur. Yazar ın şairlik tarafı daha üstündür. Son zamanlardaProf. B abinger taraf ından Türkiye'de yay ınlanmıştır.3- Oruç Bey, Tevarih-i Osman : Kısa, kronolojik mahiyettebir eserdir. Istanbul'un al ınışında ordunun mevcudu ve Otlukbelisava şında ordu nizam ı hakkında önemli kay ıtları vardır.4- A şı k P a ş a- zade, Tevarih-i al-i Osman : Bu eserde Ahmedrninsade üslübunun devam etti ği görülür. A şık Pa ş a- zade'de I. Bayeziddevrine kadar olan olaylar, bugün mevcut olm ıyan ve Sultan Orhan' ınimamı, İshak Fakih o ğlu Yah şi Fakih'in "Menak ıb- ı Osman ta Y ıldırımHan'a gelince" adlı eserinden rivayet edilir A şı k P a ş a-zade,bundan sonraki olaylar ı, bu olaylara i ştirak edenlerden nakletmi ştir.5- Ne şri Mehmed, Cihan-nüma : 1492 yılında telif edilmiştir.Eser alt ı kısımdan ibaret bir umumi tarih olup, alt ıncı bölümü Osmanlitarihine aittir. Eser daha ziyade Nesil Tarihi diye me şhurdur. Prof.Mehmet Altay Köymen ile merhum Faik Re şit Unat tarafındanbir k ısmı, iki cilt olarak ne şredilmi ştir. Tamam ını iki cilt halindeF. Taeschn er yay ınlamıştır.6- İ dris-i Bitlisi, Heşt-i Behi şt (Sekiz Cennet): Eser Osman'-dan II. B aye zid'e kadar sekiz padi şah' ın devirlerini anlat ır. Farsçad ır.Yazar, Akkoyunlu saray ından Osmanlı sarayına intikal etmi ştir. Bu eser8


ile Osmanlı tarih yaz ıcıh ğına, Iran tarih yaz ıcılığına mahsus a ğdalıüship girmi ştir.7- Kemal Pa ş a-zade, Tevarih-i ül-i Osman : Bu eserin yaz ılmasınıda Bitlisli İdris'in eserine müvazi olarak II. Bayezid emretmi ş-tir. Türkçedir. II. Bayezid devrinde sekiz defter halinde, sekiz padi şahdevrini anlatan bu esere daha sonra K anunrnin emri ile iki defter dahayani Yavuz devri ile 1527'ye kadar Kanuni devri eklenmi ştir. Fatihdevrine ait olan VII. defteri, Prof. Dr. Ş. Turan yay ınlamıştır.Yavuz Devri TarihçileriBu zamandan itibaren, umumi eserler yan ında, daha çok yaln ızbir hükümdar devrini konu alan eserler de yaz ılmağa ba şlamıştır. Butürlü eserler Yavuz ve Kanuni devirlerinde çok artm ıştır. Selim devrineait olmak üzere yaz ılanlara Selim-name, Kanuni devrine ait olarakyaz ılanlara da Süleyman-name denir. Yavuz devri hakk ında yaz ılmışolan Selim-namelerin ba şlıcalar ı şunlardır:1- Bitlis'li Ş ükrü'nün Selim-name'si: Bu eser Yavuz'un şehzadeliğinden ölümüne kadar olan devri içine ahr. Özelli ği bu esereünlü ş ehsuv ar o ğlu Ali B e y'in kaynak olu şudur. Daha sonra Kanunidevrinde bu Dülkadirli ailesi Ferhat Pa ş a eliyle topyekön ortadan kaldırılmışve o bölge, o zamana kadar bu ailenin elinde iken, bu tarihtenitibaren bir kaç sanca ğa bölünerek idare edilmi ştir. İşte bu s ıradabu bölgede sancak beyi olan Koçu Bey, bu defa kendisine intisabedenŞ ükrü'nün eserini görmü ş, fakat Ş e hs uv ar o ğlu Ali B e y'den naklenverilen baz ı bilgilerde Ali Bey'in hissine ma ğlöp olduğunu iddia ederek,eserin yeni ba ştan telifini rica etmi ştir. Esas itibariyle Ş ükrü'nünbu eseri ile di ğer bir iki kaynaktan faydalanarak XVII. yüzy ıl ba şlarındaMısır'da Çerkezler K âtibi Yusuf isimli bir zat, bu konuyuyeniden i şlemiştir. Ş ükrü'nün ilk eseri manzumdur. Daha sonrakilermensurdur.2- İ shak b. İ brahim (Üsküplü), Selim-name: Bu eser, bilhassaSelim'in şehzadelik devrine ait olaylar üzerinde durur. Yazmalar ıbir hayli çoktur. Bu eser İ smet Parmaks ı zo ğlu tarafından İstanbul<strong>Üniversitesi</strong> Edebiyat Fakültesi, Tarih Dergisi, c. III, sayı : 5-6'daincelenmi ştir.3- Sücüdi (Kalkandelenli), Selim-name : Bu eser, Selim'in Iranve Mıs ır seferlerini anlat ır. Topkap ı Saray ı Revan Kütüphanesinde,Viyana Nat. Bibrinde yazmalar ı vard ır.9


4- Ke ş fi Mehmet, Selim-name: Bu eser de esas itibariyle Iranve Mısır seferleri üzerinde durur. Öyle anla şılıyor ki bu eser, SücildrninSelim-name'sinin a şa ğı yukarı bir tekrarmdan ibarettir. Esasen Ke ş fide, bu eserini K anunrnin ilk devirlerinde yazm ıştır.5- Celâl-zade Mustafa, Selim-name: Bu eser de, Selim devriniiçine alır. Bilindiği üzere Celâl-zade, Kanuni devrinde ya şayarak,önemli mevkilerde bulunmu ş bilgin bir zatt ır.6- Hoca Sadettin, Selim-name: Hoca Sadettin, III. Muraddevrinde ya şamıştır. III. Mur a d' ın da hocas ıdır. Tac el-Tevdrih adlıeserin yazar ıdır. Tac Kanuni devrine kadar gelir. HocaSadettin, Se/imname'sinde, Selim'in yak ınlarından olan babas ıHasan Can'dan naklen bilhassa Selim'in özel hayat ına ait olaylarınakleder.Kanuni Devri Tarihçileri1- Celâl-zade Mustafa, Tabakat el-Memalik ve Derecat el-Mesalik: Bu eser, K anunrnin cülûsundan 965 /1557 y ılına kadargelir. Celâl-zade, içinde ya şadığı olayları anlatmıştır. Eseri, Kanunidevrinin en önemli kaynaklar ından birisidir. Nüshalar ı muhtelif kütüphanelerdemevcuttur. O ğlunun hatt ı ile yaz ılmış güzel bir nüshas ı,Ayasofya Kütüphanesinde 3296 numarada kay ıtlıdır.2- Bostan Çelebi, Süleyman-name: Bu eser, Kanunrnin cü-Msundan 949 /1542 yılına kadar olan Kanuni devri olaylar ını anlatır.Ünlü tarihçi H amm er'in ba şlıca kaynaklarından birisidir. Ancak,H ammer bu eserin yazar ını Ferdi olarak gösterir. Daha sonra müteveffaAlman müste şriki Joseph von K arab acek, bu eserin Viyana'-da bulunan tam nüshas ının sonundaki kayda istinaden eserin yazar ının,bu nüshan ın sonunda ad ı geçen "Mustafa ûl-i Osman" oldu ğunu, bununda K a n un rnin öldürttü ğü o ğlu Ş eh z a de Mustafa olabilece ğini ilerisürmü ştür. Bu eserin bilinen dört nüshas ı ile yeni tesbit etti ği di ğeriki yazma nüshas ım inceleyen Hüseyin Yurdayd ı n, bu eserin, Ferdrninveya Şehzade Mustafa'n ın telifi olmadığını, onun, Kanuni devrikazaskerlerinden Bostan Çelebi taraf ından yaz ılmış bulunduğunuortaya koymu ştur. (Bak. Bostan' ın Süleyman-namesi, Belleten, 74,1955).3- Matrakç ı Nasûh, Süleyman-name: Matrakç ı Nasûh, Kanunidevrinin tanınmış bir hattat, silâh şör ve matematikcisidir. Matrakoyununun da mucidi olarak tan ınmaktad ır. Ayrıca tarihe ait Fetihname-iKaraboğdan adlı bir eserin yazar ı olarak bilinmekte idi. Bursal ı10


M. Tahir ve ondan naklen B abinger, onun Fetihname-i Karaboğdan'dan ba şka K anunrnin cüliisundan 954 /1547 y ılına kadar gelen birtarih yazdığını, ancak bu eserin nerede oldu ğunun bilinmediğini ifadeetmi şlerdi. Daha sonra Y ıldız Saray ından İstanbul <strong>Üniversitesi</strong> Kütüphanesinenakledilen kitaplar aras ında Nasûh'un yeni bir eseri tesbitedilmi ştir. Bu eserin ad ı, Beyan- ı Menazil-i Sefer-i Irakayn-i SultanSüleyman Han veya kısaca Mecmu-i Menazil'dir. K anunrnin 1533-1535 Iran seferi üzerinde duran ve minyatürlü olan bu eser üzerindeProf. A. Gabriel, Prof. Hamid Sadi Selen ve Prof. F. Taeschnerçal ışmışlard ır. Nasûh'un nerede oldu ğu bilinmeyen Süleymanname'sininbirbirini tamamlar mahiyette olan iki yazma nüshas ını,Hüseyin Yurd ayd ın tesbit e.tmi ştir. Bu iki nüshadan biri, Topkap ıSaray ında (Revan 1286), di ğeri de Istanbul'da Arkeoloji Müzesi Kütüphanesindebulunmaktad ır. Bu iki yazma 926-958 /1520-1551 y ıllarıaras ındaki Kanuni devri ofaylar ım anlatmaktad ır. Böylece K âtipÇelebi'nin Nas ös h'un 940 /1533 y ılında ölmüş olduğunu söylemesininde do ğru olmadığı anla şılmaktad ır. Ayrıca N as âh, Mecma el-Tevarihadı ile ünlü Taberi tarihini arapça asl ından türkçeye çevirmi ştir. (Bukonuda teferruat için bak. Hüseyin Yur d ayd ı n, Matrakçı Nasfilt,<strong>Ankara</strong> 1963).Kanuni devrinde ad ı geçen bu Süleyman-name'lerden başka ayrıcaherhangi bir sefere veya herhangi önemli bir şahsiyetin biyo ğrafisinetahsis edilmi ş tarihi eserler de yaz ılmıştır. Bunlara bir misâlolmak üzere, Tabib R amaz an' ın arapça olarak kaleme ald ığı 1521'deBelgrad' ın, 1522'de Rodos'un fethine dair eserleri, Muradrnin 1542-1544 Macaristan seferi hakk ındaki Tarih-i Feth-i Şiklo ş adli eseri,Kanunrnin son seferi olan Sigetvar seferine ait Feridûn Ahmet'inNüzhet el-Ahbar; Agehi Mansur Çelebi'nin Fetihname-i Kara-i Sigetvaradlı eserleri ve nihayet ad ı geçen Muradrnin büyük Türk denizcisiBarbaros'un gazalarma tahsis edilmi ş olan Gazavat- ı Hayrettin Paşaadlı eserini zikredebiliriz. Bu hususlarda Hüseyin Yur dayd ı n.'m"Sigetvar-nameler" ( İ.F. Dergisi, 1952) ve "Muradi ve Eserleri (Belleten,sayı 107) adlı makalelerinde bilgi verilmi ştir.Bu devirde ayn ı zamanda bir tak ım manzum Süleyman-name'lerde yazılmışt ır. Bunlar aras ında şunlar zikre de ğer: a) M ahre mrrlinSüleyman-name'si b) S enayrnin Süleyman-name'si e) Niğde Kad ısıHa k ruhi Süleymanname'si.Bu manzum eserler bilindi ği üzere tarihikaynak olmaktan çok medhiye mahiyetindedir.Bu vesile ile üzerinde durulacak önemli bir konu da Şehnameciliktir.Umumiyetle ilk defa olarak F atih'in Ş ehdi isimli bir zatı1 1


Şehnameci olarak tayin etti ği kabul edilir Ancak Şehnameciliğin tambir memuriyet haline gelmesi K anunrnin hemen son devirlerinde ba şlamıştır.Bu devirde Fethullah Arif ve Eflâtun Ş irvanrnin " Şehnameci"olarak tayin edildikleri bilinmektedir. Fakat daha sonra ihdasedilmiş olan "Vak`a-nüvislik" mahiyetindeki Şehnamecili ğin, 977 /1569tarihinde bu makama Seyyid L o km an' ın getirilmesiyle ba şladığısöylenebilir. Seyyid L okm an' ın zamanımıza intikal etmi ş eserleriaras ında 1. cildi, Osmanl ı devletinin ba şlagıcından Yavuz devrininsonuna kadar gelen, ikinci cildi de K an uni devri üzerinde duran Hünernameile Âdem'den III. Murad devrine kadar olan uzun devrin, k ısa kronolojikbir tarihi mahiyetinde olan Zübdet el-TevCırih ve nihayet Kanunidevri hakk ındaki iki ciltlik manzum farsça Süleyman-name'si, II. Selimdevri hakkında Selim şah-name ve III. Murad devri hakk ında da Şehinşeıh-nameadlı eserleri zikre de ğer. Bu eserler umumiyetle minyatürlüdür.Bu bakımdan bunlar, ayn ı zamanda Osmanl ı minyatür sanat ınında güzel örnekleri durumundad ırlar.Diğer Osmanlı TarihçileriXVI. yüzyılın sonlarında yeti şen önemli tarihçilerden birisi de, HocaS adet tin'dir. Eserinin ad ı, Tac el-Tev ılrih olup, Osmanlı devletininba şlangıcından Yavuz'un ölümüne kadar gelir. İki cilt halinde bas ılmıştır.Diğer önemli bir tarihçi, Gelibolulu Mustafa Ali'dir. Eseri,Künh el-Ahbar, XVI. yüzy ılın sonlar ında yaz ılmış en önemli tarihlerdenbiridir. Eser dört rükün halinde kaleme al ınmış olup, dördüncü rüknüOsmanlı hanedan ına hasredilmi ştir. Osmanl ı tarihine ait bir k ısmınıda ihtiva eden eserin büyük bir parças ı, dört cilt halinde bas ılmıştır. Bas ılmıyankumlar ın yazma nüshalar ı, kütüphanelerimizde bulunmaktad ır.'Ali'nin bizi ilgilendiren ba şka eserleri de vard ır. Bunlar aras ında Osmanlıhattat ve sanatkârlarmdan bahseden Menak ıb- ı Hünerveran, ib nu'l-Emin Mahmud Kemal İ nal tarafından ne şredilmiştir. Bir neviâdâb- ı mua şeret kitab ı olan Mevaid el-Nefais ve Kavaid el-Mecalisve nihayet islam dünyas ında âdet oldu ğu üzere umumiyet itibariyleislâmda siyasetten bahseden, ideal hükümdar ve vezirlerin nas ıl olmas ıgerektiği hususunda bir takım tavsiyeleri ihtiva eden Nasihat el-Sekitinadli eserleri de zikredilebilir. Bundan ba şka 971 /1563 ile 1008 /1599yılları olayları üzerinde duran S el âniki Mustafa Efendi ile 1520-1629 yılları olaylarını anlatan İ brahim Peçevrnin tarihleri de zikrede ğer. Diğer taraftan 1000 /1591'den 1070 /1659 y ılına kadar olan devrinvekayiini ihtiva eden bir eser b ırakmış olan N aima ad ını da anmam ızgerekir. N a i m a, bugün tarihçiler aras ında ilk Osmanlı vak`anüvisi12


olarak kabul edilmektedir. Bundan sonra saray taraf ından vazifelendirilmiş,resmi tarihçilerin, devletin vukuat ını yıl yıl kaydettikleri görülür.XVII. yüzy ılda yeti şmiş ve tarihi eserler vermi ş olan K âtip Çelebiile Karaçelebi-zade Abdülaziz Efendi'nin eserlerini de zikretmekgerekir. K araçelebi-z ade'nin Ravzat el -Ebrar ve Kanuni devrindenbahseden Süleyman -name adlı iki eseri an ılmağa de ğer.XVIII. yüzyılda vak`anüvis olarak Vas ıf, As ım, ve izzi'nin adlarınıanabiliriz. XIX. yüzy ılda bu s ıraya kronolojik bir şekilde Ş ânizade, Cevdet Pa ş a ve Lütfi Efendi'nin adlar ı girer. Bilindiği üzereson Osmanl ı vak`anüvisi de Abdurrahman Ş eref Bey'dir. Bu aradaXIX. yüzy ılda yaşamış Mustafa Nuri Pa ş a'nın Netayic el - Vukuatadlı dört ciltlik muhtasar ve iyi yaz ılmış tarihini de zikretmek laz ımdır.Bu eser, bilhassa Osmanl ı eyalet te şkilatı ve idaresi hakk ında do ğruve derli toplu bilgi veren bir kitapt ır.13


GIRIŞ"Bir ulus, kendi kendini de ğiştirmedikçe,Allah, onların durumunu değiştirmez".Kur'an, XIII, 11.Islam tarihinde Hz.-i Peygamberden sonra gelen devre, umumiyetleHalifeler devri ad ı verilir. Bu devir, Hz.-i Peygamberden sonra, Halifeolmu ş olan Hz.-i Ebu Bekir devrinden, 1258 y ılında AbbasilerinMoğolların bir kolu olan İlhanlılar tarafından yıkılmas ına kadar devameder. Bu, 600 seneden fazla bir zaman demektir. Ancak bu devreyi, gerekuzunlu ğu ve gerekse karakteri itibariyle üç bölüme ay ırmak mümkündür.Birinci devir, ilk Dört Halife veya Hulefa-i Ra şidin devri ad ınıtaşır. 632 yılında Hz.-i Ebu Bekir'in halife seçilmesi ile ba şlar ve 661de Hz.-i Peygamberin damad ı ve dördüncü halifesi Hz.-i Ali 'nin öldürülmesiyleson bulur. Bu devreye Hulefa-i Ra şidin ad ı verilmesinin sebebi,bu halifelerin Hz.-i Peygamberin yolunu sadakatle takip etmeleri veHz.-i Peygamberin yak ın arkada şlarının daima yard ımına mazhar olmuşbulunmalarıdır.Bilindiği üzere Hz.-i Peygamber'in ölümü üzerine, Hz.-i Muhammedhasta iken imamet vazifesinde bulunmu ş olan Ebu Bekir, 8 Haziran632 yılında halife seçilmi şti Bu seçim, islâmiyetin, Hz.-i Peygamberinölümü ile ortaya ç ıkan kritik bir zaman ına rastlar. Bildi ğimiz gibi busırada bir tak ım yalanc ı peygamberler ortaya ç ıkmış, irtidat hareketleribaşgöstermi ştir. Ancak bu gibi hareketler k ısa zamanda bast ırılmışve bütün Arabistan tekrar müslüman idaresi alt ına alınmıştır. Hz.-i EbuBekir'in vasiyeti üzerine seçilen ve 634-644 y ılları aras ında halifelikyapmış olan Hz.-i Ömer devri, islâm' ın Arabistan d ışında olan ülkelereyayılması devridir. Bu s ırada M ısır, Suriye, Iran, birer müslümaneyaleti haline getirilmi ştir. Bu yeni eyaletler halklar ından bir çok kimseler,kendi arzular ı ile müslüman olduklar ı gibi kitabi dinler men-14


supları olmak şartiyle, eski dinlerini muhafaza etmek isteyenler decizye ad ı verilen bir vergi ödemek suretiyle İslam cemiyetinin itibarl ıtebaalar ı olarak ya şamak inıkamna kavu şmuşlardır. Diğer taraftan fatihdurumda olan müslüman araplar, bu yeni ülkelerde askeri bir s ınıfmeydana getirmi şlerdir. Buralarda kurduklar ı büyük askeri kamplardayaşamışlardır. Geçimlerini de bu yeni fethedilen ülkelerin halklarmdanalınan vergilerle sa ğlamışlardır. Zamanla bu askeri kamp (ordugah)-lardan, islam dü şünce tarihinde önemli bir yer i şgal eden iki şehir ortayaçıkmıştır. Bunlardan birisi Basra, di ğeri de Ktife'dir. Islam' ın Arabistandışında bulunan ülkelere süratle yay ılmas ında önemli bir rol oynamışolan halife Hz.-i Ö m e r'in karakteri, bütün müslümanlarca örnekalınabilecek bir insan hüviyeti göstermektedir. Mütevazi, sade bir hayatı vardı. Vazifelerini yaparken hiç bir şeyden korkmazd ı. Gerek kendisi,gerekse ba şkaları hakkında daima do ğru ve sert bir yarg ıç durumundaidi. Buna kar şılık fakirlere ve zay ıflara kar şı son derece hay ırseverve yumu şaktı. Bu vesile ile üzerinde durulmas ı gereken önemli bir meselede Mekke'nin baz ı ileri gelenlerinin islâmiyet'i kabul hususundakidurumlarıdır. Bunlardan baz ıları, islamiyeti adeta yapacak ba şkabir imkanları olmadığı için kabul etmi şlerdi. Hz.-i Ö m e r'in iranh biresir tarafından öldürülmesinden sonra, bunlar kendilerini ortaya ç ıkarmaküzere zaman ın müsait oldu ğunu dü şünmüşlerdir. Hz. -i Ö ın e r'inyerine bildiğimiz gibi, Osman b. Affan halife seçilmi ştir. Hz.-i Osman,Mekke'nin ileri gelen ailelerinden Emevi (V ıneyye) ailesine mensuptur.Bu aile, Hz.-i Muh amm e d'e muhalefet edenlerin ba şında geliyordu.Ancak şunu belirtmek laz ımdır ki, O s m an' ın kendisi, Hz.-i Peygamberinashab ı aras ında idi. Dindar, iyi bir insand ı. O s ırada ya şlannu ştı. Onunbu özellikleri baz ı hırsh akrabalar ı için Osman' ın iyi bir alet olabilece ğifikrini düşündürüyordu. Zaman, bu akrabalar ın kısa zamanda bir çokönemli mevkilere yerle ştirilmi ş olduğunu gösterdi. Bunlar ın baz ı davramşları, onların hala müslüman olup olmad ıkları münaka şasını ortayaçıkarmıştı. Bundan ba şka eski ve yeni şehirlerde görülen a şırı lüks vegayri ahlaki baz ı hareketler, samimi müslümanlar aras ında ıstırapkayna ğı oluyordu, memnuniyetsizli ği artırıyordu. Bu gayri memnunlar ınbaşında, Ali, T alha ve Z üb e yr bulunmakta idi. Emevi ailesi mensuplarınına şırı kareketleri, bir kar şı hareketi zaruri k ılıyordu. Nihayet beklenenhareket oldu. Halife Hz.-i O s m an' ın evi bas ılarak kendisi öldürüldü.Bu olay, İslam tarihinde dönüm noktas ı sayılabilecek birkarakter ta şımaktadır. Bundan sonra görülen iç kavgalar, islâm' ınbirliğini bozmu ş ve bu kavgaların açtığı yaralar, tedavi edilememi ş -tir. Bilindiği üzere bundan sonra halife Hz.-i Ali'dir. Hz.-i Ali'yi15


tutanlar, onun Peygamberin me şru halefi oldu ğunu fakat di ğerlerininhile ile onu me şru yerinden uzakla ştırmış bulunduklar ını iddia ettiler.Ali'ye kar şı olanlar, onu, Hz.-i Osman' ın katilleri ile ilgili görmü şler,hiç de ğilse bu olaya mani olarak O sman' ı ölümden kurtarmamaklaitham etmi şlerdir. Bu vesile ile biraz da Ali'nin şahsiyeti üzerinde durabiliriz.Hz.-i Ali, umumiyetle iyi sava şçı, akıllı bir mü şavir, sadık ve vefakarbir dost, faziletli ve alicenap bir dü şman olarak tan ınmaktad ır.Bir görü şe göre Ali, her türlü fazilete sahip fakat karar vermek ve ileriyigörmek gibi siyasi liderlik vas ıflar ı olmıyan bir insand ı. Ali, devletidaresi ile ilgili bir tak ım çirkin ve ac ı gerçekleri benimsiyecek yarat ılıştabir insan de ğildi. Belki de bu yüzden sava şmayı bir hile sayan rakipleritarafından ma ğlüp edilmi ş ve halife olarak, otoritesi bütün müslümanlarcakabul edilmemi ştir. Ancak Ali'nin müslüman dünyas ında görülentesiri, o, öldükten sonra olmu ştur. Bu tesir, o kadar fazla olmu ştur ki,islam dünyas ında Hz.-i Peygamberden sonra en çok sevilen ve say ılanbir insan haline gelmi ştir. Ölümünden sonra da Ali'nin, peygamberinilahi bir şekilde halefi oldu ğu fikri ortaya at ılmışt ır. Şiiler'e göre o,tarihi bir sima olmaktan ç ıkarılmış ve adeta bir efsane kahraman ı halinegetirilmiştir.Hz.-i Ali, halife olur olmaz kendi hilafetini tan ımayan, Hicaz veIrak'ta taraftarlar ı olan Züb e yr ve Talha ile u ğra şmak zorundakald ı. Bu s ırada Hz.-i Peygamberin han ımı Ay ş e de, Basra'da Ali'yekarşı olanlara kat ıldı. Ali, 9 Arahk 656'da Cemel vakas ı ile kendisialeyhine birle şmiş olanları yendi. Ay ş e'ye de çok iyi muamele ederekMedine'ye gönderdi. Bundan sonra Ali'nin, art ık yeni merkeziK ılfe'den, devleti idare etmeye ba şladığını görüyoruz. Orada selefiOsman tarafından tayin edilen eyalet valilerinin ço ğunu azletti ve biatlarıkabule ba şladı . İşte bu s ırada Suriye valisi olan Hz.-i Osman' ınakrabas ı Muaviye b. Ebu Süfyan, Ali'yi tan ımadı. Muaviye,katledilmiş olan Osman' ın intikam ının alıcısı olarak ortaya ç ıkıyordu.Muaviye, Şam camiinde Osman' ın kanlı gömle ğini, kocas ını müdafaaetmek isteyen kar ıs ının kesilmiş parmaklar ını halka te şhir suretiylei şe ba şladı. Zaman ımız tarihçilerinden Philip Hit ti, History of Arabsadlı eserinde Mu aviye'nin bu hareketini, vaktile me şhur Roma imparatoruS e z ar öldürüldü ğü zaman bir konu şma yapan Antuvan' ın taktiğinebenzetmektedir.Muaviye'ye göre Ali, Hz.-i Peygamberin halifesi olan Osman' ınkatillerini meydana ç ıkarmal ı, ya da onlar ın orta ğı olduğunu kabul16


etmelidir. Bu suçu kabul etti ği takdirde ise, halifelik için gerekli vas ıflanhaiz de ğil demektir. Tarihçilere göre Ali-Muaviye mücadelesinin gerçekyüzü, İslam dünyas ına Şam' ın mı (Suriye), yoksa K


zeh bulunduğunu ifade etmi şler, hatta baz ı müfrit şiiler, ona ulühiyyetinintikal etmi ş olduğu fikrini ileri sürmü şlerdir. Diğer taraftan Hz.-iAli'nin ölümü ile Islam tarihinde, cumhuri hilafet anlay ışı sona ermi ş,ondan sonra halife olan ve Emevi soyundan gelen Mu a viy e,kendisine halef olarak o ğlu Ye zid'i göstermek suretiyle Islam tarihindeilk defa olarak bir hükümdarl ık sülâlesinin kurucusu olmu ştur. Bu hareketHilafet kurumuna irsilik vasf ımn kazand ırılması demektir ki bundansonra hilafete gelen sülâleler de ği şmi ş olmas ına rağmen bu özellik devametmi ştir.18


EMEVİLER DEVRI HAKKINDAGENEL BILGILERBir çok tarihçilere göre Emeviler, her şeyden önce bir Arap devletikurmu şlardır. Diğer bir görü şe göre bu devlet, tamamiyle dünyevi,laik bir hüviyet ta şımaktadır. Hatta Emeviler, din aleyhtar ı olmakla daitham edilmi şlerdir. Bununla beraber bu görü şleri mübala ğalı bulanlarda vard ır. Ancak şu söylenebilir ki islâmiyet, Emeviler devrinde geni şülkelere yay ılmıştır. Islam, bunlar zaman ında geni şlemiştir. Emevileremuhalefet edenlerin görü şlerini ise şu iki noktada hülâsa etmek mümkündür:1- Emeviler dinden uzakla şmışlardır.2- Hilafet kurumunun gas ıbı durumundad ırlar.Bilindiği üzere bir k ısım müslümanlar, hilâfetin me şrû bir hak olarakAli'ye ait olduğu hususunda israr etmi şlerdir. Bu bakımdan Emeviler,iktidara geçer geçmez Ali taraftarlar= muhalefetiyle kar şılaşmış -lard ır. Bu s ırada Ali taraftarlar ımn ikiye ayrılmas ı ise, Emevilerinlehine olmuştur. Bilindiği üzere Ali taraftarlar ı Harici ve Şii adiyleikiye ayrılmışlardır. Haficiler, dinin bütün icaplann ın yerine getirilmesitaraftar ıdırlar. Şiiler ise, hilafetin me şrû bir hak olarak Ali'nin elindebulunmas ı laz ım geldiği görüşünü savunmu şlardır.Bu türlü ihtilaflan halletmek ve saltanat ını emniyete almak içinMu aviye, kendisine "zalim" dedirtecek kadar sert davranm ıştır. Bunarağmen Muaviye'nin iyi taraflar ı olduğu da söylenir. Kendisi,hususiyle okumağa karşı ilgisi olan bir kimse idi. Tarihçi M es `udi,Muaviye'nin her gece zaman ının bir kısmını tarihe, bilhassa Araptarihine hasretti ğini nakletmektedir. Öte yandan Muaviye'nin birhususiyeti de, kuvvetli bir diplomat olu şudur. O'nu, bat ı tarihindeme şhur R ichelieu ile mukayese etmek mümkündür. Muaviye'nininsan tabiat ına geni ş bir vukufu olduğu anla şılıyor. Bu vukufu sayesin-19


dedir ki kendisine kar şı muhalefet hareketlerine ra ğmen orta seviyedekiinsanlar ı idare etmesini bilmi ştir.Yerine geçen o ğlu Yezid, 680-683 y ılları aras ında iktidarda bulunmuştur. Ye zi d'in anas ı bedevi olup, bedevi hayat ına mecltıbiyeti dolayısiylekendi arzusu üzerine Muaviy e taraf ından ailesinin yan ınagönderilmi ş, Yezid de t ıpkı bir bedevi gibi yeti şmi şti. Bu sebeple, hayattarz ı ve zevkleri bir bedevinin hayat tarz ı ve zevklerinden farks ızdı.Dindar olmaktan ve dini kaidelere riayetten ziyade zevkine dü ş-kün olarak yeti şmişti. Yezid devri bütün müslümanlar ın daha sonralar ıüzüntüyle hat ırladıkları bir olayla ba şladı. 680 y ılı sonbahar ında Ali'nino ğlu Hüseyin, Peygamber soyundan geldi ği ve bu bakımdan gerçekhalifeliğin kendisine ait oldu ğu iddiasiyle Mekke'den taraftarlar ı ve ailesiyleberaber Kfife'ye gidiyordu. Böyle hareket etmemesi yolunda ikazedildiği halde dinlememi şti. Fakat bu yolculu ğun. sonunda H. 10 Muharrem61 /M. 10 Ekim 680 tarihinde adamları ile birlikte öldürüldü. BöyleceEmevi halifesi Yezid, peygamberin torununun katili olmu ştu.Gerek bu olay, gerekse Emevilerin islami kaidelerden ve ideallerdenumumiyetle uzakla şarak dünyevi bir saltanat kurmu ş olmalar ıkendi aleyhlerine olan hareketleri körükledi. Gerçekten Yezid, islamibakımdan tenkit edilecek durumda olmas ına ra ğmen, kendisinin,bedevi annesinden intikal etme bir şairlik özelliği vardı. Kendisinin,daha çok şarap, müzik ve spora dü şkünlüğünü, bu hususiyetleriyleizah edenler vard ır. Ayrıca, Hüseyin'in ailesi ve çocuklar ına hürmetlemuamele edi şi de lehine kaydedilecek bir l ıususiyettir. Hüseyin'inöldürülmesiyle Emeviler aleyhine olan çal ışmalar sona ermi ş değildir.Mesela bundan sonra da Mekke'de, Abdullah b. Z übe yr ayaklanmıştır. Mekke sarılarak bu ayaklanma da bast ırılmışt ır. Fakat 683 y ı-lında Yezid öldü ğü zaman, Emevi halifeli ği her bakımdan sağlam birbünyeye sahip bulunmamaktad ır. Devlet adeta parçalanma tehlikesigöstermektedir. Bunun ba şlıca sebebi, Kuzey ve Güney Araplar ı aras ındakidü şmanl ık idi. Bu parçalanman ın önüne, Ye zi d'den sonra yerinegeçen Abdülmelik b. Mervan. geçebilmi ştir.Abdülmelik, her bak ımdan kudret ve kabiliyet sahibi bir insanolarak tan ınmaktad ır. Yedi y ıla yakın süren bir sava ş ve mücadeledevresinden sonra devletin, hakimiyetini yeniden kurmu ştur. Her taraftakiasileri tam manasiyle yat ıştırmıştır. Bundan sonra bu devrin İslamkültürü ve medeniyeti bak ımından oldukça ilerlemeler kaydetti ği görülür.Ab d ülmelikle beraber, İslam tarihinde parlak bir devir aç ıldıdiyebiliriz. O, her şeyden önce, kuvvetli bir idareci olarak görülmektedir.Kendisi mükemmel bir posta te şkilatı kurmu ştur. Vergi i şlerini20


Ab d ül m elik devrinde ba şlayan iyi idare, baz ı de ği şikliklerlebu halifeler zaman ında da devam etmi ş ve bu s ıralarda Islam dünyas ımüreffeh sayılabilecek bir hayata kavu şmu ştur. Bu halifelerden meselaVe li d zaman ında Islam dünyas ında sanat ın gelişmeye ba şladığı görülmektedir.Bu zamanda üzerinde en çok konu şulan konu mimaridir.Halife Veli d'in mimariye olan dü şkünlüğü yüzünden bu gün Şam'dagüzel bir esere sahip bulunmaktay ız: Bu, Sen Con (Saint John) katedraliyerine yap ılmış olan Ümeyye camiidir. Fakat V eli d'in arapçay ı usulüneuygun bir şekilde konu şamadığı da bir gerçektir. Hatta babas ının,araplar ı iyi idare edebilmesi için arapçay ı iyi bilmesi gerekti ğine dairnasihatlarda bulunduğu da bilinmektedir.Bununla beraber islam ordular ı fetihlere devam etmi şlerdir. Buzamanda, islam ordular ı, do ğuda Maveraünnehri istila ile Buhara veSemerkand' ı almışlar, Çin hudutlar ına kadar dayanm ışlardır. Diğerbir islam ordusu, in.dus'u geçerek Pencab'ta bulunan Multan'a kadarilerlemiş ; Multan müslümanlar ın eline geçmi ştir. Bu zamanda fetih bak ı-mından sonuçları çok daha önemli bir hadise, islam imparatorlu ğununbatısında cereyan etmi ştir. Müslümanlar, Ispanya'ya geçerek Fransaiçerlerine kadar devam edecek olan müslüman ilerlemesinin ilk ad ımlarınıatmışlardır. Bildiğimiz gibi müslümanlar, bu tarihlerden otuzyıl kadar önce kuzey Afrikaya ayak basm ış bulunuyorlard ı. Fakat ancakM. 707 y ılında Musa b. Nus ayr, Berberileri tam manasiyle itaataltına alabilmi ş, islamiyetin Atlantik k ıyılarına kadar yay ılmas ını sağlamıştı.711'de me şhur Tar ık b. Z iy ad, bu gün kendi adıyla anılanCebel-i Tar ık bo ğaz ını geçerek Bat ı Gotları K ıralı Rodrik'i yenmi ş,Islâmiyetin Ispanya'da yay ılmas ını temin etmi ştir. Bu yay ılma kısazamanda Prenelere dayanm ış, Fransa içlerine ilerliyerek 732 tarihinekadar devam etmi ştir. Böylece büyük bir islam imparatorlu ğu kurulmuştur.Bu halifeler içinde üzerinde durulmas ı gereken önemli bir şahsiyet,717-720 yılları aras ında hüküm sürmü ş olan Ömer b. Ab düla ziz'-dir. Onun kısa süren halifelik devri, bir çok müslümanlarca Emevilerin enparlak devri olarak kabul edilmektedir. Bildi ğimiz gibi Eflatun, herlıükünıdarın filozof olmas ını istemi ştir. Islami inanca göre, bir hükümdar,yer yüzünde Allah' ın gölgesi olarak, zühd ve takva sahibi, adilve dinin emretti ği diğer bir takım hususiyetleri şahs ında toplayan birinsand ır. Halife Ömer b. Ab düla z iz, umumiyetle bu ölçülere uyan birkimse olarak tan ınır. Iktidara geldi ği s ıralarda kendisine yak ınlarındanbirisi, bundan halk hesab ına memnun oldu ğunu fakat Ömer b.Abdül a z i z'in şahsi hesab ına müteessir oldu ğunu söylemi şti. Ömer, ona:22


"Böylece korkuyorum ki ruhumu helak ettim" cevab ını vermi şti. Ömerb.Abdülaziz'in saray ında şairlerden, edebiyatla ilgili şahsiyetlerdenziyade, dini konularda bilgisi olan insanlar itibar görmü ştür. Kendisivalilerini adil olmalar ı için daima ikaz etmi ştir. Buna ra ğmen iyi bir idareciolup olmadığı münaka şa edilebilir. Hatta mali meselelere fazlaönem vermedi ği söylenir. Kendisine ihtidalar ın cizye vergisini azalttığım,dolay ısiyle hazineye giren paran ın azalmakta oldu ğunu yazanbir valiye şöyle cevap vermi ştir:"Allah, Hz.-i Muhammed' dini yaymak için gönderdi, yoksa vergitahsili için de ğil".Fert olarak Ömer b. Abdülaziz, bir çok iyi hareketleriyle dahasonra gelenlere örnek olmu ş, onlar üzerinde iyi bir tesir b ırakmıştır.Siyasi yönden onun lehine kaydedilecek husus şudur: Kendinden öncegelen Emevi halifelerinin Emevi sülâlesi ile halk aras ında açt ığı mesafeyikapatmıştır. Bu hususta o zamana kadar görülen camilerde Hz.-ilânetlenmesini kald ırmas ı zikredilebilir. Hatta Emevi hanedan ı yıkıldığızaman, yeni iktidara gelenler, yaln ız Ömer b. Abdülaziz'in mezarmadokunmamışlar; di ğerlerinin mezarlar ın tahrip etmi şlerdir. TarihçiMes'udi (ölm. M. 956) kendi zamanında Ömer b. Abdülaziz'in kabrininhac ılar tarafından ziyaret edildi ğini yazmaktad ır.Bundan sonra üzerinde durulabilecek önemli bir Emevi halifesiolarak Hi ş am'dan bahsedebiliriz. Hi ş a m' ı Abbasi halifelerindenM ansur'un da be ğendiği ve devlet idaresinde kendisine örnek edindi ğisöylenir. Ba şlangıçta muhtelif tesirler alt ında kalmış olan islamiidare tarz ına bu zamandan itibaren eski Iran (Sasani) sisteminin tesirleria ğır basmaya ba şlıyacak ve Abbasiler devrinde bu husus, dahaçok geli şecektir. Emevi hükümdarlar ının şahsiyetleriyle ilgili bu k ı-sa aç ıklamada!" sonra bu devrin siyasi ve dini fırkaları üzerinde durabiliriz.İslfım'da ilk siyasi fırkalarEmevilere kar şı yap ılmış olan muhalefet, ba şlangıçta siyasi birkarakter ta şımakta idi. Muaviye'nin ba şarısı bir bakıma Suriye'ninIrtık üzerinde hakim olmas ı demekti. Böylece Kafe yerine Şam, imparatorluğunmerkezi olmu ştu. Bu sebeple Emevilere kar şı olan ayaklanmaIrak'ta ba şlamış, fakat bu muhalefet, muayyen bir f ırkadan de ğil oradayerle şmiş bütün halktan gelmi ştir. Zira Irak' ın hakimiyet meselesindeüstünlüğü kaybetmesi, Emevilere kar şı bütün Irakl ıları birle ştirmiştir.Zamanla bu muhalefet dini bir renk alm ıştır. Emeviler devletin23


dini karakterini bozmakta itham edilmi ş ; Emevilere kar şı olanlar,dini hüviyetini kaybetmi ş olan bu iktidara kar şı bütün halis müslümanlarınbirle şmesi laz ım geldiğini telkin etmi şlerdir. Bu s ırada cemiyetite şkil eden fertleri şu gruplar alt ında toplamak mümkündür.1- Ehl-i sünnet yolundan gidenler: Bunlar ın iki görü şe sahip olduklarıgörülür.a) Halife müslüman cemaat ınca seçilmelidir.b) Halife Hz.-i Peygamberin kabilesi Kurey ş'ten olmal ıdır.2- Hariciler: Bunlar, müfrit teokrasi taraftar ı olanlard ır. Hz.-iAli, Sıffin'de halifelik i şini hakeme havale edince, ordusunun büyükbir kısmı, kendisini, onlar ın itimad ına ihanet etmekle itham etmi ştir.Tahminen 120 bin kadar ı ayrılarak Kide yak ınında bir köyde yerle ştiler.Onlar, Hz.-i Ali'yi şu şekilde itham ediyorlard ı. "Sen Allah' ın işineinsanlar ı ortak ettin. Halbuki hüküm vermek yaln ız Allah'a mahsustur."Hz.-i Ali, bunlar ı yeniden kazanma ğa çalıştı, fakat muvaffakolamadı. Neticede iki taraf aras ında mücadeleler olmu ş, bu mücadelesonunda Haricilerin bir ço ğu, inançları uğruna öldü ğü gibi, bir ço ğu dada ğılmıştı .Haricilerin görü şlerini kısaca şu şekilde hülâsa edebiliriz: Adaletlehükmeden ve z ıllümden kaçan her insan, imam olabilir. İmam' ın mutlakaKurey ş'e mensubiyeti şart de ğildir. Di ğer taraftan Ali, Allah' ın işinekulları karıştırmak suretiyle hata etmi ştir. Din bak ımından bu zümre,Kur'an- ı Kerim'in bütün 'hükümlerini tam manasiyle yerine getirmekisteyen kimseler olarak kabul edilmektedir. Ş e hr i s t ani, bunlar ı namazYe oruç ehli olarak göstermektedir.3- Şiiler:Hz.-i Osman' ın öldürüldü ğü zamandan itibaren islam cemaati, ikifırkaya ayr ılmış bulunuyordu. Mu aviy e, halife olduğu zaman ona karşıolan gurup, kendisini me şrû bir halifeden ziyade gas ıp telâkki etmi ş veme şrû halifeli ğin Hz.-i Peygamberin damad ı Ali soyundan gelenlere aitolduğunu ileri sürmü ştür. Zamanla Hz.-i Ali soyundan gelenlerin ilahibir hakla halife olmalar ı gerektiği fikri geli şti. Bu düşüncelerin geli şmesindegenellikle eski Sasani İran ına mahsus Tanrı-Kral fikrinin tesiriolduğu söylenir. Di ğer bir görü ş ise, Iran men şeli fikirlerin tesirinikabul etmekle beraber, bu meselenin Arabistanda geli ştiğini ve AbdullahI bn S eb e'nin şahsiyeti ile ilgili bulundu ğunu ileri sürer. Oldukçataraftar bulan bu görü şe göre, ba şlangıçta yahudi oldu ğu söyle-24


nilen İbn Sebe, Hz.-i Osman zaman ında müslüman olmu ş,Hicaz, Basra ve Kiife'de dola şmış, daha sonra Mısır'da yerle şmi ştir.Ona göre her peygamberin bir vasisi vard ır. Hz.-i Peygamberin vasisiise, Hz.-i Ali'dir. E b ub ekir, Ömer, Osman da, birer gas ıptırlar.ehris t ani'ye göre, İ bn Sebe, Ali'nin Allah oldu ğunu dahi söylemiştir.Müfrit şiilerin, her peygamberde ilahi bir nur bulundu ğu, bununbirinden ötekine intikal etti ği ve Hz.-i Peygamberin ölümü üzerine ise bununHz.-i Ali'ye geçti ği şeklindeki görü şlerinin men şeini burada aramaklazımdır. Aynı şekilde bu ruh, Ali'den sonra da onun soyundan gelenleregeçecektir. Gene bu görü şe göre, İmam, muvakkaten gözden kaybolabilir.Bir gün gelecek ve yeryüzünü adaletiyle dolduracakt ır. İngilizmüste şriki Nichols on'a göre, üzerinde durdu ğumuz bu mehdilik fikri,şiilere mahsus de ğildir. Bu fikir, müslümanlara islamiyeti kabul etmi şolan yahudi ve h ıristiyanlardan geçmi ştir. Ancak, men şei ne olursaolsun, bu fikir, şiîlik tarihinde çok önemli bir yer i şgal etmektedir.4- Arap ırkından olmayan müslümanlar (Mevâli):Bu s ıralarda Kiife halk ı aras ında daha çok el sanatlar ı ve ticaretleme şgul bir zümre vard ı. Bunlar arap ırkından de ğillerdi. Umumiyetlefarsça konu şuyorlardı. Kûfe'ye harb esiri olarak getirilmi şler, müslümanolmuşlar fakat arap müslümanlar yan ında daima ikinci planda kalm ış -lardır. Hatta bunlara alaka duyan arap şahsiyetleri di ğer müslümanaraplar tarafından sevilmemekte idi. Bu hareket tarz ı, şiilik tarihi bakımındanönemli bir dönüm noktas ı olmuştur. Zira kendilerine fena muameleedilen bu insanlar, İ bn S e be'nin görü şlerini benimseyerek şiilikhareke lerine kat ılmışlardır. Bundan sonra ba şlangıçta siyasi karakteriolan şiilik hareketi, dini bir karakter alm ış, ehl-i sünnet yolundan uzaklaşmış,Emevi aleyhtarı bütün zümreler, bu görü şler etrafında toplanmışlardır. Bu vesileyle şuna da i şaret edelim• anlay ışı içinde de ayrılıklarolmu ştur. Bir fikir vermek üzere önemli bir şii kolu olan Haşimiye'ninşu görü şlerini nakledebiliriz."Zahir olan her şeyin bir bat ılı tarafı vard ır. Her şeklin bir ruhu,her vahyin bir gizli manas ı vardır. Ali, kendi şahsiyetinde bütün bilgileritoplamıştır. Bu hal, o ğlu Muhammed b. Hane fi'ye, ondan sonrada onun o ğlu Ha ş im'e geçmi ştir. Ancak, bu cihan şümul bilgiye sahipolan, gerçek imam'd ır".Böylece görülüyor ki şiiler, ehli beytin otoritesi esas olmak üzereislâmiyetin tasavvufi bir izah ını yapmıya çalışmışlar ve ba şlangıçtagörülen siyasi fırka yerine geni ş bir dini te şkilat kurmu şlardır. Bu te ş-kilat içinde kanaatlar ı ayrı da olsa Emevi'leri y ıkmak fikrinde birle şen25


ir çok insan, bir araya gelmi ştir. Bu çalışmalar, nihayet Ebu Mü s-li m'in önderlik etti ği büyük harekette meyvalarm ı verecektir.Islam'da İlk Teolojik Fırkalar(Islam'da ilk dini-felsefi fikir hareketleri)İslam tarihinde dini-felsefi fikir hareketlerinin ba şlangıcı ile ilgilendiğimizzaman bu hususta bize kesin ve aç ık bilgi veren çağdaş kaynaklarasahip bulunmadığımız' görürüz. Bu meselelerin ortaya ç ıkışlariylebilgiler, daha sonraki devirlerde yaz ılmış eserlerden edinilmektedir.İslam dünyasmda geli şmiş olan önemli fikir hareketlerinin ba şlangıç-Emeviler devrinde buluruz. Bu devirde esas itibariyle iki fikirhareketinin ba şladığı görülmektedir. Bunlardan birisi Mürcie, di ğeriMutezile hareketidir. Bu fikir hareketlerinin ortaya ç ıkış sebeplerihakkında da baz ı değişik görüşler ileri sürülmü ştür. Mesela özellikleMutezile hareketinin ortaya ç ıkışmda Yunan düşüncesinin tesiri olduğuileri sürülür. Doğunun Kültür Tarihi adlı almanca bir eseri olan Von K r e-m er, Mutezile'nin ortaya ç ıkışında Şamlı Yohanna (Joannes Damascenes)ve ö ğrencisi Ebu Kurra (Theodore Abukara)'mn tesirleri oldu ğunuileri sürmektedir. Bu yazara göre, Emevi saraylar' müslümanlara oldu ğukadar hıristiyanlara da aç ık bulunmuş ve her iki dine mensup dü şünürler,serbestçe münaka şa etmek fırsatını bulmu şlardır. Buna kar şılık Mürcie'-nin ortaya çıkışını islamın kendi bünyesinde olan baz ı olaylara bağlamakmümkündür. Bilindi ği üzere Mürcie'nin görü şüne göre Allah'ainandığını ifade eden bir kimse, ne derece günahkâr olursa olsun, kafiraddedilemez. Onun hakkındaki hükmü, ancak Allah verir. Bu bak ımdanMürcie mensuplar ı, Haricilerin aksine olarak, gerek Ali'yi ve gerekseMu a v iy e'yi kötülemeyi reddetmi şlerdir. Onlar, bu iki şahsiyetin Allah'-in kulu olduklar ını ve bunlar hakk ında ancak Allah' ın hüküm verebileceğini kabul etmişlerdir. Onlardan birisinin küfrüne hükmetmek, bizimişimiz de ğildir. Bu görüşün sonucu olarak Mürcie mensuplar ı, birtaraftan şiilerin Ali namma, di ğer taraftan Emevilerin Mu av iy e veondan sonra gelenler namma ileri sürdükleri bir tak ım iddiaları reddetmişlerdir.Bunların umumiyetle Emevi idaresine kar şı tarafs ız birdurumda oldukları söylenebilir. Bununla beraber, bu müsamahal ı davranışıhazan. terkederek, Horasan'da te şkilâtlanmaya ba şlayan mevâlibirle şenler de olmu ştur. Zaten, Mürcie'nin, arap olmayanmüslümanlar hakkındaki görüşü, Emevilerin görü şünden farklıdır.Bu insanlar, müslüman olmak suretiyle kafirlikten kurtulmu şlarve arap men şeli müslümanlarla bu bak ımdan e şit olmu şlardır. Mürcie'-nin bu müsamahal ı görü şünün, dini bakımdan sonuçları şöyledir:26


Onlara göre, imanı her şeyin üstünde tutmak lâz ımdır. İman, öylebir iç duygu ve ya şayıştır ki, insan, kalbi Allah'a ba ğlı olduktan sonrasureta hristiyan veya yahudi oldu ğunu dahi söylese, yine de iyi bir müslümansayılır.Bu zamanda, üzerinde durulmas ı gereken di ğer önemli bir fırkamnMutezile oldu ğunu söylemi ştik. Emeviler devrinde, Basra, islâm ın birfikir merkezi durumunda idi. İşte bu şehirde bu s ıralarda gerçe ğibulmak için, düşüncenin serbest olmas ı gerektiğine inanan bir fırkanınilk izlerini buluyoruz. Mutezile ad ı verilen bu fırkan ın başlangıc ı hakkındabir fikir edinebilmek için me şhur Hasan el- B asri (81. 728)'nin şahsiyetiüzerinde durmak lâz ımdır.Bir gün, Has an el-B asrrye, Mürcie ve Haricrlerin kar şıt bulunduklarıbir mesele sorulmu ştu. Sorulan soru şu idi:"Büyük bir günah i şleyen kimse, mü'min olarak kalır mı, yoksakâfir mi olur ?"Has an el-B asri bu mesele üzerinde dü şünürken, talebelerindenVas ı l b. Ata (öl. H. 131 /M. 748) şöyle cevap verdi:"Bunlar ne mü'min, ne de kâfirdirler, bu ikisi aras ı bir durumdadırlar."Bu cevaptan biraz sonra, Vas ıl, camiin bir ba şka kö şesinde etrafımçeviren gruba bu fikirlerinin delillerini anlatmaya ba şlamıştı .Bu hali gören Has an e 1- Basri, "Vas ıl, bizden ayr ıldı" dedi.Bundan sonra da Vas ıl'ın taraftarlar ına Mutezili ad ı verildi. Şu anlat ı-lanlar, ister do ğru, isterse yanh ş olsun, gerçek şudur: Mutezili ad ı verilenfikir hareketi, bu s ıralarda Basra'da dini ve fikri her türlü hareketlerinadeta bir ruhu olan Has an el-B asrrnin talebeleri aras ında çıkmıştır.Hareketin, gerçek kurucusu olarak da Vas ıl b. Ata (öl. 748)gösterilir. Vas ıl' ın Mutezile anlay ışına getirdi ği diğer bir esas, irade-icüz'iyye anlay ışıdır. Va s ıl, ayrıca ilâhi s ıfatlar ı da kabul etmemektedir.Ona göre, e ğer bu s ıfatlar ebedi olarak kabul edilirse, bu durum, Allah' ınbirliği prensibini bozar. Bu bak ımdan Mutezile mensupları, kendilerine"tevkid ve adl ehli" demektedirler. ' Mutezile'nin bu ak ılc ı fikirleri,ilerde görece ğimiz üzere Abbasiler devrinde geli şecektir.İslam Dünyasmda Zühd ve Takva'nmBaşlamasıBilindiği üzere islâmiyet, akli bir din olarak kabul edilir Bu bak ımdaniçinde ak ıl dışı unsurların hakim bulundu ğu tasavvufi dü şüncelerinislâm'a dışardan geldi ğine dair genel bir kan ı vardır. Diğer taraftan27


Islam dünyas ında geli şen tasavvufu, do ğrudan do ğruya Islam' ın ilk devirlerindegörülen zahitlik hayat ına bağlıyanlar da bulunmaktad ır. Gerçektenoruç, şarap içme yasa ğı, hac gibi baz ı özellikler, islamın ilk devirlerindenitibaren bir zahitlik hayat ının ba şlamas ına vesile olmu şlardır.Baz ı müste şrikler, Islam ın mücerredli ği red ile, Islam'da rahbaniyyet'inyeri bulunmamas ından hareket ederek Islam'da görülen zahitlik hareketlerinive onu takip eden tasavvufi geli şmeyi, do ğrudan do ğruyaIslam' ın Allah telakkisine ba ğlamışlardır. Bu müste şriklere göre, Kur'-an-ı Kerim'de Allah' ın sevgi ve lütâf s ıfatlarmdan ziyade ha şmet, korkuve öç s ıfatları üzerinde önemle durulmu ştur. Bu s ıfatlar, Kur'an-1Kerf,m'de o kadar tesirli bir şekilde anlat ılmi ştır ki bunlar ın yanındaAllah' ın sevgi, lütûf ve şefkat s ıfatı, sönük kalm ıştır. Söz geli şi kıyametgünü, Kur'an-I Kerf ıdde bir insan için, tahayyülü imkans ız bir şekildeanlat ılmıştır. Ünlü müste şrik I gn a c e Goldziher'e göre, i şlenmişolan günahların Allah tarafından şiddetle cezaland ırılmas ı korkusu,Islam'da zahitlik hayat ının ba şlıca sebebidir. Hz.-i Peygamberin ashabından birisi, Kur'an-ı Kerinı'in yalnız bir ayetini bütün bir gecesabaha kadar tekrar etmi ştir. Böylece dünyadan alakas ım tamamiylekeserek yaln ız Allah için ya şamak şeklinde hülâsa edilebilecek olanbu anlayış, islam tarihinde görülen siyasi huzursuzluklar dolay ısiylede geli şme imkanı bulmu ştur. İslamda zahitlik hayat ı incelenirken bu hareketinilk önemli ve ayn ı zamanda ehl-i sünnet yolundan ayr ılmamış birşahsiyeti olarak Hasan el- B asr ryi görüyoruz. Allah korkusu, Hasanel-B asrryi o derece sarm ışt ır ki onun hayat ı hakkında bilgi veren birmüslüman yazar, "sanki cehennem ate şi, yalnız onun için yarat ılmışgibiydi" demektedir. Ku ş eyri Risale'sinde Hasan el-Basri için"onun yüzünü görenler, kendisinin büyük bir k ıtlıktan kurtulmu ş olduğunuzannederlerdi" demektedir. Bir gün bir arkada şı, onu a ğlarkengörmü ş ve sebebini sormu ştu. O da, ona şöyle cevap verdi: "A ğhyorum,zira bilmiyerek, ya da istemiyerek baz ı şeyler yapt ım; ya bir hata i ş-ledim, ya da Allah' ın ho şlanm ıyaca ğı bir tarzda konu ştum. İşte beniağlatan bu korkudur. Allah bana belki de şöyle diyecektir: Git art ıkburadan, senin, benim yan ımda yerin yoktur."Böylece daha sonra islam dünyas ında geli şmi ş olan tasavvuf(sâfilik) hareketinin ba şlangıc ına temas etmi ş oluyoruz. Silfiler, umumiyetleHas an el-B asrryi kendilerinden sayarlar. Gerçekten o,sadece zahirle yetinmemi ş, manevi hayata da büyük önem vermi ş, hattaKu ş e yrrnin ifadesine göre, gerçek zühd ve takva'n ın, oruç ve namazdandaha efdal oldu ğunu söylemi ştir. Fakat, i şaret etti ğimiz gibi, onunhakkında yaz ılanlar, kendi devrine ait de ğildir. Ancak kendisinin28


ılımlı bir tasavvuf anlay ışı olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Ondahiç bir zaman, daha sonra görece ğimiz mutasavv ıfa Rabia el- Ad avi y-y e'nin şevk ve heyecan ını bulamay ız. Bu vesile ile burada k ısaca sufikelimesinin men şei üzerinde de durmak laz ımdır.S ılıfi Kelimesinin Kayna ğıBu kelimenin kayna ğı hakkında umumiyetle üç görü ş ileri sürülmüştür:Kelimenin yunanca sophos = hikmet kelimesinin arapça yanl ışıolduğunu söyleyenler vard ır. Bunu daha çok müste şrikler ileri sürmü ş -lerdir.Sufl kelimesinin saffet'ten geldi ğini ileri sürenler vard ır. Bu görü şüde, daha çok, islam yazarlar ı ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre sufi, kalbini,yalnız Allah sevgisiyle dolu tutan kimsedir. Safilik, bir istifa (temizleme)yoludur.Diğer yaygın bir görü ş de, safi kelimesinin, yün manasma gelensartan gelmekte oldu ğudur. Böyle olunca safi, sof giyen, yün giyençok basit elbise giyen, lüksten kaçan man as ın a gelmektedir. Islam ınilk devirlerinde zahitlik yolunu seçenlerin, yün elbiseler giymi ş bulunmaları da, bu görü şü desteklemektedir. Ünlü islam dü şünürü İ bnH al dan bu görü ştedir; bu gün do ğu ve bat ıda da umumiyetle bu görü şkabul edilmektedir.Ku ş ey rrye göre safi tabirinin kullan ılmağa ba şlanmas ı H. IIM. VIII. yüzyıl sona ermeden görülmektedir. Öyle anla şılıyor kiSûfîlik Emeviler devri sona ermeden ba şlamış, Abbasilerin ilk devirlerinde,o devirde görülen di ğer baz ı tesirlerle süratle geli şmi ş tir. Bu geli ş-mede Yunan dü şüncesinin tesiri oldu ğu da umumiyetle kabul edilmektedir.Safilik, mesela, Mutezile gibi bir fikir hareketi, bir münaka şasistemi de ğildir. Sufilik, daha ziyade bir hayat telâkkisi, bir ya şamatarzı, adetâ dini bir pratiktir. Mesela me şhur sufi Cüneyd-i B a ğ d adi(al. 909), "biz safili ği, dünyadan kaçmak, iyi olan şeyleri benimsemeksuretiyle meydana getirdik" demi ştir.S ühr ev er drye göre ise safilik, ne fakr, ne de zühd'tür. Fakatbu iki mefhumun her ikisiyle ilgili ve fazla olarak daha ba şka baz ı hususiyetleride içine alan bir tabirdir. Bütün bu özelliklerin hepsini birarada bulunduram ıyan bir kimseye safi denemez. Bu konuda genelolarak şunu söyleyebiliriz: Safilik, tam manasiyle bir hasr- ı nefstir.Sonsuz bir sevgi yani ilahi bir a şktır. İlk safiler, ehl-i sünnet yolundanayrılmamışlardır. Bir kaç örnek vermi ş olmak için bu ilk süfilerden29


İbrahim b. Ethem (162 /779), Ebu Ali Ş akik ve Rabia el-Adaviye(185 /801) hakk ında kısaca bilgi verece ğiz.İbrahim b. Ethem, Türkistan' ı bir hükümdar ailesine mensuptu.Bir gün ormanda avlan ırken. "sen bunun için mi yarat ıldın" diyebir ses duymu ş, bu olayın etkisi alt ında kalm ış, daha sonra muhte şemelbiselerini b ırakarak bir çoban gibi giyinmi ş ve dokUz yıl Ni şabur yakınındakibir ma ğarada ya şamıştır. Bir prens iken duydu ğu bir ses üzerine herşeyden vazgeçerek bu yolu seçmi ş olmas ı hâdisesini, Buda'n ın hayatınabenzetenler olmu ştur. Islam sûfîli ğinin men şeinin, Budizm'e dayand ığıiddiası da, bu ve buna benzer baz ı hadiseler dolay ısiyle ortaya ç ıkmıştır.Ancak yeni tetkikler, bu iddiada fazla mübalâga edilmemesi gerekti ğiniortaya koymaktad ır. Bu yeni ara ştırmalar, süfilikte görülen "fena" fikriyleBudizm'in Nirvana's ı aras ında tam bir benzerlik bulunmad ığınıgöstermektedir. Tam bir sûfi olmaktan çok bir zahid olan İ brahim b.E them'in daima şöyle dua etti ği söylenir: "Allahım, beni, Sana teslimiyetinzaferine eri ştir, itaatsizlik utanc ından koru. Sen biliyorsun ki,cennet, Senin bana verdiklerin, senin bana verdi ğin huzurun, senin sevgininyanında çok küçük kal ır."Hakkında kısaca bilgi verece ğimiz diğer önemli bir stıfi de, Ebu AliŞ akik'dir. Ş akik de İ brahim b. Ethem gibi Belh'lidir. Zaten bu ilksüffierin daha çok Horasan. ve Maveraünnehr bölgelerinden ç ıkmış olmaları,bunların, bu bölgelere çok yak ın olan Budizm fikirleriyle temas etmi şbulunmaları ihtimalini akla getirmi ş ve siifili ğin ba şlangıc ında Budizmtesirinin de oldu ğu düşünülmüstür. Ş akîk, daha çok tevekkül üzerindedurmu ştur. Ona göre mütevekkil olan kimse, yaln ız Allah ile me şgulolur. İnsanın kendisini Allah'a hasretmesinin onda dokuzu insanlardankaçmak, onuncusu ise tam bir sükünettir.Bu devirde üzerinde durulmas ı gereken di ğer önemli bir ki şi de,Rabia el - A d a v iy y e'dir. Rabia, Basrah'd ır, Kudüs'te ölmü ştür.Orta ça ğlar boyunca mezar ının daima bir ziyaretgâh oldu ğu söylenir.Ona atfedilen bir çok sözlerin do ğruluk derecesi münaka şa edilebilir.Bu sözler, onun tasavvuf anlay ışım, kendini Allah'a hasredi şinigösterir. Ona Allah' ı sevip sevmedi ği sorulmuştu. "Evet" cevab ı-nı verdi. " Şeytan'dan nefret ediyormusun" sorusuna: "Benim Allahsevgim, Şeytandan nefret için bana bo ş bir zaman b ırakmamaktad ır.""Bir gün rüyamda Hz.-i Peygamberi gördüm; bana, beni seviyormusun ?diye sordu. O'na : Ey Allah' ın elçisi, seni kim sevmez ? Fakat Allah sevgisi,beni öylesine sarmış bulunuyor ki kalbimde onun d ışında ba şkabir şeye kar şı sevgi veya nefret için bir yer b ırakmamaktad ır".30


Edebli hayatBu bahsi sona erdirirken, bu devreye ait edebi hayata da k ısacatemas etmekte fayda vard ır. Bu konuya dokunurken, son zamanlarakadar bat ılı ara ştırıcılar aras ında hakim olan bir yanl ış görü şe de temasedelim.Bu görü şe göre, Hz.-i Muhammed, Kur'an-ı Kerim'i ortaya koymak,putperest araplarm edebi" eserlerinin kötülenmesine, yerilmesineyol açmak suretiyle araplarm şiir zevkini bozmu ştur. Bu görü ş, art ıkara ştırıcılar aras ında itibar görmemektedir. Mesela Nic h ols o n'a görebir defa Kur'an-t Kerim tam manasiyle şiir formunda olmad ığı içinbu hususta bir örneklik vazifesi göremez. Di ğer taraftan, müslümaninancma göre Kur'an, Allah'ın kitab ıdır ve taklit edilmesi imkan ıyoktur. Hz.-i Muhammed'in Islam öncesi şiirlerini kötülediği iddias ıda doğru sayılamaz. Hz.-i Muhammed, baz ı kişileri de şair olduklarıiçin de ğil, bat ıl fikirleri müdafaa ettikleri için yermi ştir. Buna kar şılıkşiir kabiliyetini hak istikametinde gösterenleri mükâfatland ırmaktanda geri kalmamıştır. Hz.-i Peygamberin halefleri zaman ında yap ılanfetihler Mekke ve Medine'ye büyük miktarda servet toplanmas ını sağlamış; zamanla lüks bir hayat ba şlamış, lükse olan dü şkünlük şiir sanatınıngelişmesine sebep olmu ştur.Putperest araplar, müzi ğe de itibar göstermi şlerdi. Fakat o zamandaha çok rum ve iranl ı şarkıcılar görülüyordu. H.I. / M.VII. yüzy ıldanitibaren Mekkeli ve Medineli şarkıcılarm çoğalmaya ba şladığını görüyoruz.Bunlar ı musikinin öncüleri saymak mümkündür. Bu devirle ilgiliolarak sadece Ömer b. Ebi R eb ia (öl. M. 719)'n ın adını anabiliriz.Bu zamandaki musiki eserlerinde söz ve melodi birbirinden tamamiyleayrı mütalaa edilmektedir. Ad ı geçen Ömer b. Ebi R ebia'n ın şiirleri,zamanında insanı o derece ba ştan ç ıkarıcı kabul edilmi ştir ki bunlar,müslümanlarca, Allah'a kar şı işlenmiş en büyük cürüm say ılmıştır.Buna ra ğmen, Hz.-i Peygamberin amcas ının oğlu Abdullah b. Abbas,-ki kendisi Kur'an ve hadis üzerinde otorite say ılırdı- Ömer b. E b iR e bi a'nın söylediği bir çok şiirleri ezberlemekten kendini alamam ıştı .Ömer, Kurey ş'e mensuptu. Araplar, Kurey şin şiir müstesna, her sahadatemayüz etti ğini kabul ederler. Ömer ise, bu kaidenin istisnas ı olarakkabul edilmi ştir.Bu devrin bilhassa a şk şiirlerinin menşeini büyük ölçüde halkaras ında aramak laz ımdır. Bundan sonra islam dünyas ında çok i şlenmişbir konu olan mesela Cemil ile Buseyne, Leyla ile Mecnun hakkında yazılmışolan şiirler, aslında birer halk türküsünden ibarettir. Emeviler31


zamanında gerçek manada şair olarak birkaç isim üzerinde durabiliriz.Bunlardan birisi Ahtal'd ır. Aht al, din itibariyle h ıristiyand ı .Buna rağmen kendisi halife Abdülmelik taraf ından himaye edilmi ştir.Zaten onun h ıristiyanlığa olan ba ğlılığı da, bu dinin şairin çok sevdi ğişarabm içilmesine müsaade etmi ş olmas ındandı . Şiirlerinde hiciv daimaa ğır basmaktad ır.Bu vesile ile şu noktaya i şaret etmek gerekir ki bu zamandaşairler, kamu oyunun mevcut idare hakk ındaki görü şlerini aksettirenbirer tercüman ı durumunda idiler. Onlar ın herhangi bir hükûmetlehinde ya da aleyhinde yazd ıkları, adeta siyasi risalelerin yerini tutmaktaidi. Ahtal'dan sonra önemli bir şair olarak Ferezdek (ölm. 732)üzerinde durulabilir. Kendisi Temim kabilesindendir. Hz.-i Ömer'inhilâfetinin sonlarında Basra'da do ğmuştur. Küfürbaz ve bozuk a ğızlıolduğu söylenir. Dini bak ımdan ehl-i beyt'e ba ğhdır. Halife H i ş am' ınhuzurunda Hz.-i Ali soyundan Zeynel Abidin'i öven bir şiir okuduğuiçin hapse at ılmıştır. Diğer taraftan, Basral ı asil bir aileyi hicvetti ği içinuzun yıllar Medine'de oturmak zorunda kalm ıştır. Şiirlerinde kendisiyleevlenmiye mecbur b ırakıldığı kuzeni hakkında bir çok at ıflarbulunmaktad ır. Kuzen'i bir ba şkasiyle evlenmek üzere iken F ere zdekile evlenme ğe mecbur edilmi ş, fakat geçinememi şler, me şhur Hasanel-B asrrnin. şahitliğiyle ayrılmışlard ır. Daha sonra Ferezdek, bu ayrılmadanpişman olmu ş ve bu hadiseden sonra İslam dünyas ında ac ıbir teessüf veya hayal k ırıklığını anlatmak için "Ferezdek'in pi şmanligi"sözü adeta bir darb ımesel haline gelmi ştir.Diğer bir önemli şair, yine Temim kabilesinden C e rir b. Atiyy e(ölm. 728)'dir. C e rir, ünlü zalim H ac c a c' ın saray şairi idi. Bir defas ındaHacc ac' ı öyle mübalâğah bir şekilde övmü ştü ki bu hal, halifeAbdülmelik'in dikkatini çekmi ş ve onu yan ına almıştı. C erir'in birmethiyesi üzerine halife Abdülmelik, taht ından aya ğa kalkmış ve"ya böyle methedelim, ya da susal ım" demiştir. Celil-, aynı zamandabir hicviyeci (heccav) olarak da şöhret kazanm ıştır. Hatta öyle ki zamanındaC erir tarafından zemmedilmek bile bir mazhariyet say ılmıştır.şairler hakk ındaki bu kısa aç ıklamalardan sonra biraz da nesir yazarlarındanbahsedelim:Bu zamana ait mensur eserler maalesef harab olmu şlard ır. Bubakımdan mensur eser yazanlar hakk ında ancak baz ı genel görü şlerileri sürülebilir. Bu devir mensur edebiyat ının ba şlıca özelliği, devrinumumi karakterine uygun olarak daha ziyade dünyeviliktir. Bu zamandatarihe ait çal ışmaların te şvik edildi ği bilinmektedir. Eski efsaneler32


toplanmış, Ubeyd b. Ş erye, onlara herkes taraf ından okunabilecekbir şekil vermiştir. Ayrıca, İslam tarihinin ilk devirlerine ait gazalar ınhikayeleri de büyük alâka çekmi ştir. Bu bakımdan Musa b. Ukbe'ninMegazi ve İ bn İ shak' ın Siret'inden bahsedilebilir. Bu zamanda hadislerintoplanm ıya başlandığını da görüyoruz. Bu vesile ile Emevilerdevrinin ünlü bir muhaddisi olarak İ bn Şihab el-Zuhri (ölm.742)'nin adını anmak laz ımdır.33


ABBASILER'İN IKTIDARA GELI ŞIBaz ı tarihçilere göre araplar ı!' Suriye, Irak ve Iran' ı, daha ba şkayerleri istilâlar ı Islam dinini yaymak gayretinden ziyade fetilderdenfaydalanmak amac ı ile olmu ştur. Bu tarihçilere göre, araplar, fethedilentopraklar ın ve üzerinde ya şayan insanlar ın istismarından, kendifaydalar ına kullanılmas ından adeta zevk duymu şlardır. Asker ve idareci,efendi millet s ıfatlariyle yerli halklara a şa ğı bir gözle bakmışlardır.Mağlûp edilmiş olan yerli halklar, fatihlerin dinini kabul etmek suretiylebu durumdan kurtulacaklar ını sanmışlar fakat k ısa zamanda aldand ıkların]anlamışlardır. Bunlar, müslüman olmalar ına ra ğmen fatih araplarnazar ında köle (mevali) olmaktan ileri geçememi şlerdir. Halbukimüslüman olarak onlar ın da aynı haklara sahip olmalar ı gerekirdi.Burada işaret edilmesi gerekli olan bir husus da şudur: Bu yenimüslümanlar, kültür itibariyle araplardan üstündüler. Bu husus, ayr ıcabir huzursuzluk konusu olmakta idi. Emeviler, kendilerine kar şı ayaklanmışolan Siiler ve Hariciler aleyhine harekete geçerken bir kanunve nizam fikrini müdafaa ettiklerini söyleyerek kendilerini hakl ı göstermekteidiler. Ancak bu yeni müslümanlara kar şı yukardan bak ıponları hakir görmelerine makûl bir sebep bulunmamaktad ır. Bu davranışlarınneticesi olarak Emeviler aleyhine olan cereyanlar kuvvetlendi.Emevilerin yeni müslümanlara kar şı tatbik ettikleri arap milliyetçili ğisiyaseti, bu yeni müslümanlar ın Emevi aleyhtarı cereyanlara kat ılmasını sağladı. Diğer taraftan bu s ırada müslümanlar aras ında bir kurtarıc ı= gelerek zaman ın muzdarip insanlar ını kurtaraca ğı fikri uyanmayaba şlamıştı. Onlar, ayrıca, bunun H. I. yüzy ılın sonunda gerçekleşeceğine inanıyorlard ı. Zaten Emevilerin iktidara geçi şinden beri şiidaileri harekete geçmi şler ve Ali soyu lehinde propagandaya ba şlamış -lard ı. Onlar, Peygamber'in halefinin bu soydan gelmesi lâz ım geldiğinisöylüyorlard ı . İşte bu s ıralarda Hz.-i Muhammed'in amcas ı Abb as'ınsoyundan gelenler, Ali taraftarlar ının bu propagandalar ından faydalanmaarzusu ile ortaya ç ıkmış bulunuyorlard ı. Abbas' ın oğlu Abdullah,34


Lût gölüne yakın bir yere çekilmi ş, buradan maharetle propagandayaba şlamıştı. Propaganda için en elveri şli bölge olarak da Horasan?' seçmişti.Zira bu bölge halkı müslüman oldu ğu halde Emeviler tarafındanmevali muamelesi görmü şler ve bu durumdan kurtulmak için gayretsarfetmi şlerdi. Bu bakımdan Emeviler aleyhine olacak bir hareketei ştirak etmek için haz ır durumda idiler. Bu mücadelede önemli bir yeralmak isteyen Abbaso ğulları, ba şarıları için, kuvvetli bir propagandate şkilâtı halindeki şiilerin deste ğine muhtaç olduklar ını biliyorlardı .Bu s ırada şiilerin iki kolu vard ı. Bunlardan birisi Ha şimiyye olup, bunlarMuhammed b. el-Hanefiye'nin taraftar ı idiler. Diğer şii kolu,İmamiyye adını ta şımaktayd ı. Peygamber sülâlesinin Peygamberinkız ı F at ı m a ile devam etti ğine inanıyorlard ı. Birinciler, Hz.-i Ali'ninikinci hanımı El-Hanefiye'den olan Muhammed b. Hanefiye'nino ğlu imam Ebu Ha ş im'e bağlı idiler ve aynı zamanda Abbaso ğullanylaişbirliği halindeydiler.Ebu Ha ş im (ölm. H. 98 / M. 716) ölmeden bütün irsi haklar ınıo s ırada Abbaso ğullarının lideri durumunda bulunan Muhammedb. Ali b. Abdullah b. Abbas'a devretmi şti. Zira Ebu Ha ş i ırl'e göreimamet, kendisinin uygun gördü ğü bir kimseye devredilebilirdi. Peygamberinme şrû halefi olarak, F at ı m a soyundan gelenleri kabul eden di ğerşii kolu İmamiyye bu görü şü kabul etmemi ş, fakat siyasi durum icab ı,bu görü şlerini de mesele yapmam ışlardı.Bir ara Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz'in iyi idaresisayesine zulüm ve kötü idarenin ortadan kalkaca ğına inanılmış, ancakbu da bir netice vermemi ştir. Ömer b. Abdülaziz'in ölümü üzerineİmamiyye kolundan bir şii heyeti, art ık Haşimiye kolunun lideri durumunagelmi ş olan Muhammed b. Ali'ye gelerek, Allah' ın adaletininçabukla ştırılmas ı ve baskı idaresinin ortadan kalkmas ı için kendisinidestekliyecekleri hususunda yemin etmi şlerdir. Muhammed b. Ali'ninbu heyete cevab ı, "bu zaman, bizim ümitlendi ğimiz ve yıllardır beklediğimizzamand ır. Çünkü takvimin yüzüncü senesi tamamlanm ıştır"olmu ş, böylece müfrit şiiler, Ha şimiyye'nin fikrinde olmamakla beraberMüşterek dü şmana karşı birle şmekte bir sakınca görmemi şlerdir. Bundansonra propagandalar h ızlandırılmış ; dailer tüccar k ılığıııda İslam dünyasınındört bir tarafına da ğılmışlar, hususi dersler, dostluklar, gayri resmimünasebetler halinde propagandalarma devam ile bilhassa Horasan bölgesindebüyük ba şarılar elde etmi şlerdir. Horasan bölgesinde yap ılan propagandalar,zaman ın Horasan Emevi valisi taraf ından halife M e rv an'ayazılmış, hatta iki bin civar ında insanın, Abbaso ğullarmın çok güvendiğiEbu Mü sli m'e ba ğlılık yemini ettiği bildirilmiş ve takviye istenmi ştir.35


Bu ikazlar ın halife üzerinde fazla bir tesiri oldu ğu görülmemektedir.Nihayet 9 Haziran 747 tarihinde Ebu Müslim, Merv yak ınlarındaEmevilere kar şı bir isyan alâmeti olmak üzere siyah bayra ğını açıpharekete geçmi ştir.Bu s ırada Abbas o ğullarının lideri olan Muhammed b. Ali'ninüç oğlu vardı : İbrahim, Ebu'l-Abbas ve Ebu Cafer. Ebu Müslim'in Horasan'da isyan bayra ğını açmas ı üzerine Emevi Halifesi Mervan,bu üç karde şten ancak İ brahim'i yakalatabilmi ş ve öldürtmü ştür.Diğer iki karde ş, kaçarak Küfe'ye s ığmmışlar ve orada saklanm ışlardır.Bir ay gibi k ısa bir zamanda Ebu Müslim, Merv'i i şgal etmi ş,Merv'in i şgalini Irak' ın önemli bir şehri olan Küfe'nin dü şüşü takipetmiştir. 749'da, Küfe'de bulunan iki karde şten, Ebu'l-Abbas, Küfe'-nin büyük camiinde halife ilan edilerek kendisine biat edilmi ştir.Böylece ilk Abbas! halifesi iktidara getirilmi ş oluyordu. Tabnin nakline göre son Emevi halifesi Mervan, 12.000 ki şilik bir kuvvetleilerliyerek 750 y ılı Oca ğında Zap suyunun sol sahiline gelmi ş bulunuyordu.Mervan, burada yeni Halifenin amcas ı Abdullah b. Ali'nin idareetti ği ordu tarafından büyük bir yenilgiye u ğrat ıldı. Böylece Suriyeyolu Abbasilere aç ılmış bulunuyordu. Şehirler zaten kap ılarını birbiriarkas ından Abdullah'a ve onun Horasanl ı askerlerine aç ıyorlard ı .Nihayet Şam ku şatılmış, bir kaç günlük muhasaradan sonra 26 Nisan750'de oras ı da ahnmıştır. Kaçmış olan Emevi. halifesi Mervan,Mıs ır'da, s ığınmak istediği bir kilisenin avlusunda yakalanarak5 Ağustos 750'de öldürülmü ştür. Ba şı, tarihçi Mes'udi'ye göre, halifelikalâmetleri ile birlikte E b u'l- A b b a s'a gönderilmi ştir. Abbasilerinbundan sonra tam manasiyle bir temizleme hareketine giri ştiklerigörülür. Abdullah b. Ali, Yafa yak ınlarında Emevi ailesindenolanları bir ziyafete ça ğırmış, bu ziyafet s ıras ında hepsini katlettirmiştir. Di ğer yandan, ülkenin her taraf ına casuslar gönderilerek Emeviailesi mensuplar ı aranm ışt ır. Bu temizleme s ıras ında Emevî ailesindenyaln ız bir ki şi, Abdurrahman b. Muaviye b. Hi ş am, maceralıbir yolculuktan sonra Kuzey Afrika yoluyla Ispanya'ya geçebilmi ş ;orada Islam tarihinin parlak bir devri olarak daha sonra üzerinde duracağımız İspanya yahut Endülüs Emevileri Devleti'ni kurmu ştur.Abbasiler, Ömer b. Abdülaziz müstesna, ölmü ş olan Emevihalifelerinin mezarlar ını açarak yakm ışlar ve küllerini savurmu şlardır.Emevilerin ortadan kald ırılmaları suretiyle islam tarihinde gerçekmanada arap devleti son bulmu ş, Abbasiler ad ı alt ında daha çokarap olm ıyan müslümanlar ın hakim bulunduğu yeni bir devir ba şla-36


mışt ır. Ayrıca İraklılar Suriyenin hakimiyetinden kurtulmu şlar, şiilerinintikamı alınmış, mevali halk hürriyete kavu şmu ş, Kfıfe şehri merkezhaline getirilmi ştir. Bu ba şarılarda önemli rolleri olan Horasanl ılar, yenihalifenin muhafız alayını te şkil etmi şlerdir. Bilhassa İranl ılara, devletidaresinde önemli mevkiler verilmi ştir. Bundan sonra arap aristokrasisininyerini Abbasi halifeli ği idaresinde, ba şka ırklara mensup birsubaylar hiyerar şisi almıştır.Diğer önemli bir netice, Emeviler devrinde görülen, arap olm ıyanmüslümanlara kar şı güdülen ırkçılık siyasetinin sona ermesidir."History of the Arabs" adlı eserin yazar ı P hilip Hit ti'nin ifadesiyle"İslam tarihinin büyük siyasi dram ının üçüncü sahnesi, böylece, ba ş-rolde halife E b u'l- Abbas olmak üzere ba şlamıştı. Ancak bu defa sahne,Suriye de ğil Irak't ı".Kûfe camiinde yapt ığı bir konu şmada kendisinden el- S eff a h(Kan dökücü) olarak bahseden Ebu'l-Abbas (750-754) ile 750 tarihinden1258'de olan İlhanh (Mo ğol) istilâsma kadar devam eden bir devirba şlamış oldu. Bu devrin ba şlıca özelliği, Emevilerin aksine olarak dinibir karakter ta şımas ı idi. Yeni halifelerin merasimlere, cuma namazlarmaHz.-i Peygamberin h ırkasiyle gitmeleri, bu dini karakterin bir i şaretiolarak kabul edilmi ştir. Buna ra ğmen, gerçekte Abbasi halifeleri de,selefleri Emevi halifeleri kadar dünye vi idiler. Bunlar aras ındaki ba şlıcafark, Emevilerin arap imparatorlu ğu yerine, Abbasiler ile birliktedaha çok İslâmiyete sonradan girmi ş olan ırklara dayanan bir imparatorluğunkurulmu ş olmas ıdır. Abbasilerin ba şlangıçta görülen şiddeti,sükûneti tamamiyle temin edememi ştir. Bu zamandan itibaren meselâEndüliis gibi yeni halifeyi tanımıyan müslüman bir ülke görülmektedir.Mısır' ın yeni halifeyi tanımas ı ise, daha ziyade nazaridir. Suriye,devaml ı bir huzursuzluk içindedir. Asl ında Al i taraftarlar ı ile Abbasoğulları ve taraftarlar ı= birlikte çal ışmaları, sadece mü şterek birdüşmana kar şı duyulan bir nefretin neticesi idi. Bu mü şterek dü şman ortadankalkt ıktan sonra bu iki grup aras ında mevcut anla şmazlıklarında ortaya ç ıkma ğa ba şladığı görülüyordu. Bu durum kar şısında, kendisiniKûfe'de emniyette hissetmiyen E b Abbas, Irak' ın kuzeyindeFırat nehrinin sol sahili üzerinde, bu gün de mevcut olan el-An.bar'-da Ha şimiyye adıyla yeni bir merkez yapt ırd ı. Ebu'l-Abbas yapt ırdığıbu yeni merkezde 754'de öldü.E bul-Abb as' ın yerine, 754-775 y ılları aras ında halifelik yapanEbu C a' fe r, el-M an s ur unvan ı ile halife oldu. Abbasi hanedan ın ıngerçek kurucusu olarak umumiyetle M an s ur kabul edilmektedir.37


M ansur'un, iktidar ının ilk yıllarında, iki mühim mesele ile me şgul olduğugörülmektedir. Bunlardan birisi, Emevilerin ortadan kald ırılmas ındave Abbasilerin iktidara geli şinde önemli bir rolü olan, Zap sava şı kahramanıve E bu'l-Abb as zaman ının Suriye valisi Abdullah b. Aliile uğra şmak olmu ştur. Mansur, Abdullah' ı Ebu Müslim'in yardımiyleNizip'te ortadan kald ırmıştır. Fakat Mansur, Ebu Müslim'inşahsiyetinde kendisi için de bir tehlike görmü ş, bu sebeple ikinci önemlibir mesele olarak onu da ortadan kald ırmak hususunda planlar kurmu ş-tur. Kas ım 754'de Nizip'de Abdullah' ı yenen Ebu Müslim, Horasan'agitmek üzere bulundu ğu bir s ırada kendisine halifeyi ziyaretetmesi gerekti ği söylenmi şti. Ebu Müslim, halifenin yanına gelincederhal öldürülmü ştür. Böylece Abbasileri iktidara getiren fakat halifeninhanedan için tehlikeli addetti ği iki önemli kişi ortadan kald ırılmışoldu. Bu şiddet hareketlerine ra ğmen sükânetin yerle şmediği görülüyordu.Bu defa da Abbasilerin iktidara gelmesinde büyük hizmetlergördükleri halde kendilerinin saf d ışı bırak ıldığını gören şiiler, Hz.-iAli'nin oğlu Hasan' ın torunu İ brahim ve karde şi Muhammedidaresinde ayakland ılar. Bu isyan da şiddetle bast ırıldı. Muhammedöldürüldü ve cesedi 6 Aral ık 762'de Medine'de te şhir edildi. 14 Şubat763'de de İ brahim'in ba şı kesilerek halifeye gönderildi. Art ık bundansonra Ali taraftarlar ı için, Abbaso ğulları da t ıpkı Emeviler gibi birergas ıp idiler. Onlara göre faziletli halifeler, gerçek imamlar, ancak Alive F at ı m a'mn soyundan gelebilirlerdi. Bu görü ş, islamın siyasi tarihiüzerinde önemli bir şekilde tesir etmi ştir. Bunlar, halifeli ğin, Peygambersoyunun irsi ve ilahi hakk ı olduğu hususunda tarih boyunca israretmi şlerdir.O s ırada Horasan'da Ebu Müslim'in intikam ını almak üzerebir isyan daha ç ıkmış fakat o da şiddetle bast ırılmıştır. Bu şiddetlihareketlerden sonra, İspanya ve Kayrevan'dan itibaren Kuzey Afrikamemleketleri d ışında Islam aleminde bir süldin devri ba şlamıştı. Bu içsükânete muvazi olarak d ışa kar şı da baz ı tedbirler al ınmıştır. Bu s ırada,Abbasi-Bizans hududunda, Malatya (Melitene)ve Misis hatt ı üzerinde,Sugur adı verilen hudud kaleleri yeniden yap ılmıştır. Bu vesile ile şunuhat ırlatmak yerinde olur. Müslümanlar ın kuzeye do ğru ilerlemesi dahaEmeviler zaman ında ba şlamış ve bu ilerleme Adana, Misis ve Mara ş'ıiçine almak üzere Malatya-Tarsus hatt ına kadar uzanm ıştır. Bu hattaAvas ı m deniyordu. Avas ım, dar manâda iç ve güney demektir. Sugurise, dış ve kuzey manas ına gelir. Bu hatt ın da ayr ıca ikiye ayr ıldığıgörülmektedir. Kuzey do ğuya kar şı Mezopotamyay ı koruyan hattael-Sugur el-Cezeriyye, Suriye'yi koruyan hatta ise el-Sugur el- Şamiye38


adı verilmekte idi. Bu hat üzerinde Tarsus önemli bir yer i şgal eder.Zira Tarsus, Toroslar ı geçen geçidin güneyine hakim bir durumdad ır.Bu sebeple Bizans'a kar şı yap ılan faaliyetlerde umumiyetle üs vazifesigörmüştür.Bağdad'm yap ılmasıDiğer taraftan İslam imparatorlu ğunun doğusunda Hint hududundaKandahar fethedilmi ş, Ke şmir'e kadar gidilmi ştir. Ayrıca M. 770tarihinde Basra'dan kalkan bir donanma, İndus deltas ına kadar ilerlemiştir. Görülen bu iç ve d ış faaliyetlerden sonra Mansur'un yenibir çalışmaya daha giri ştiğini görüyoruz. 762 y ılına kadar Haşimiye'deoturan Mansur, bu tarihte kendisi için yeni bir merkez yapt ırmak üzerefaaliyete geçmi ştir. Mansur'un yapt ırdığı bu yeni şehir, Kafe veHire aras ında bulunmaktad ır. Bu yeni merkez, Ba ğdad, ayn ı adı ta şıyanbir Sasani köyünün yerinde kurulmu ştur. Önce Mansur bu yeri,askeri bir kamp olarak be ğenmi ş, buranın Dicle ve F ırat nehirleri vebunların kolları ile temin etti ği ula ştırma imkanlarım takdir etmi ştir.Bilindiği üzere daha sonraki "Binbir Gece Masalları"mn efsanevi şehrihaline gelen bu yeni merkez, oldukça fazla miktarda bir para harcanmaksuretiyle ve imparatorlu ğun muhtelif yerlerinden getirilen i şçi ve ustalarladört y ılda tamamlanm ıştır Mansur, şehre "Medinetu's-Selâm" ad ınıvermi ştir. Bu şehir, şekil itibariyle yuvarlak olup etraf ını derin bir hendekçevirmekte idi. Duvarlar ı müsavi aral ıklarla kesen ve dairenin merkezindenitibaren bir araba tekerle ğinin parmaklar ı gibi imparatorluğundört tarafına giden yollar bulunmaktayd ı. Tekerle ğin tam göbe ğindeHalife saray ı, onun yanında büyük bir cami bulunmaktayd ı. Söylendiğinegöre saray ın kabul salonunun kubbesi çok yüksek idi. Bu kubbeninüzerinde her hangi bir tehlike an ında tehlikenin istikametinigösterdi ği söylenen atl ı, m ızraklı bir figür bulunmaktayd ı. Ünlü yazarY a ku t'a göre, bu figür, daima baz ı istikametleri göstermekte idi. Bu da,şehri devamlı bir şekilde tehdit eden bir tehlike oldu ğuna işaretti.Bağdad şehri kısa zamanda geli şerek, hem ticaret, hem de dünya siyasetibak ımından zaman ın önemli bir merkezi haline geldi. Bu özellikleriyleo, zaman ın Bizans ııun merkezi Kostantinopolis ( İstanbul) ilemukayese edilebilirdi.İdarede görülen yeniliklerAbbasi imparatorlu ğunun gerçek kurucusu Mansur devrinde,idari te şkilat bakımından da yenilikler yap ıldığı görülmektedir. Buzamanda ilk defa olarak vezirlik müessesesini görüyoruz. Abbasi idaresi,39


kendine örnek olarak Sasani idare tarz ını almıştı. Ayrıca yeni halifeler,Horasanl ılardan kurulu bir hassa ordusuna dayan ıyorlard ı. Sarayda,Iran modas ını takipten zevk duyuluyordu. Abbasilerde ilk vezir olarakda Halit b. Bermek görülmektedir. İlk vezir olarak Halit b. Bermekgibi iran men şeli bir kişinin görülmesi de, bu müessesenin eski İran'ahas idare usüllerinin tesiriyle kuruldu ğu görü şünü kuvvetlendirmiştir.Bilindiğine göre Halit, Belh'de, baz ı kayıtlara göre bir Budistmanast ırında, baz ı kayıtlara göre ise daha ziyade ate şperestlikle ilgilibir manast ırda Bermek yani rahip olan bir kimsenin o ğlu idi. Halit,daha ba şlangıçtan itibaren Abbasi hanedan ının kurucusu el- S effahile dost olmu ştu. Abbasiler idareyi ele al ınca, Halid de, maliye i şlerininyani Divan el-Haracın başına getirilmi şti. Bundan sonra Halid'inbir çok meselelerde halife'nin mü şaviri olarak ortaya ç ıktığını görüyoruz.Halid'den sonra o ğlu Yahya ve daha sonra Yahya'n ın iki o ğluFaz ıl ve Cafer, Abbasiler devrinde önemli roller oynam ışlardır.Abbasilerin iki devresi ve belli ba şh halifelerAbbasiler devrini esas itibariyle iki bölüm halinde incelemek mümkündür.Bu ayırma hadiselerin mahiyetine uygun oldu ğu gibi, meseleyiele almayı da kolayla şt ırmaktad ır. Birinci devir, 750'den 847 tarihinekadar devam eder. Mansur, Mehdi, Harun el-Re ş id, Me'mun,Mu` t as ı m ve Vas ı k gibi halifeler devrini içine alan bu bölüm gerekAbbasi tarihinin ve gerekse umumiyetle Islam tarihinin alt ın devrisayıhr. 847'den sonra ba şhyan. ve Abbasilerin 1258'de y ıkılışına kadardevam eden ikinci bölüm ise, k ısmen eski kültürün muhafazas ı ve esasitibariyle de merkezi otoritenin gittikçe zay ıflamas ı ve islam imparatorluğunun,merkezden uzak bir çok kö şelerinde, yeni bir tak ım hükümdarlıksülâlelerinin ortaya ç ıkmış olmas ıyla karakterlendirilebilir.Birinci devrin önemli bir halifesi ve Abbasi sülâlesinin gerçek kurucusuolarak daha önce üzerinde durdu ğumuz Mansur, 7 Ekim 775'de60 ya şını a şkın bir halde iken öldü. Mansur'un yerine o ğlu Mehdigeçti. Hilafeti 775-785 y ılları aras ında olan Mehdi, o ğlu Harun el- R e-ş i d'in e ğitim ve ö ğretimini yukarda ad ı geçen Yahya b. Halid'ebırakmıştı. Harun el- R e ş id karde şi Hadrnin k ısa süren hilafetinimüteakip iktidara gelmi ş ve 786-813 y ılları aras ında devam eden hilafetis ıras ında Abbasi tarihinin en önemli bir devri ba şlamıştır. Harun,ilk önemli i ş olarak hocas ı Yahya'yı tam bir selahiyetle kendisinevezir tayin etmi ş ve ona daima hürmetkar davranm ıştır. öyle ki Yahya'-nın oğlu Cafer, 803'de öldürülünceye kadar, bu aile mensuplar ı, Abbasi,imparatorlu ğunun fiili idarecileri haline gelmi şlerdir.40


Bunlar zaman ında hususiyle kanallar, camiler ve halk yarar ınabaz ı tesisler kurulmu ştur. Hatta Ramazan aylar ında camilerde lambakullanılmasına F az ı l' ın ön ayak oldu ğu söylenir. Ayrıca bu zevat ın,cömertlik örnekleri gösterdikleri bilinmektedir. Bu zamanda "Caferkadar cömert" sözü darb ımesel haline gelmi ştir. C af e r'in di ğer bir özelliği,edebi kabiliyeti ve "ehl-i kalem" olarak kazand ığı şöhrettir. Bu ailemensuplar ı, Harun el - R e ş i d zamamnda bu kadar itibarl ı iken, Cafer,37 ya şlarında Harun tarafından aniden öldürülmü ştür. Tarihçilerbu hadiseye sebep olarak umumiyetle Cafer ile H arun'un k ız karde şiel - Ab base aras ındaki a şkı göstermi şlerdir. Bu hadise 803'de dahaYahya ölmeden olmu ştur. Cafe r'in öldürülmesinden sonra babas ı ihtiyarYahya ve di ğer oğlu Faz ıl hapse atılmışlar, 805'de Yahya hapisteölmü ştür. Faz ıl da bu arada vefat etmi ş, ailenin bütün mallar ı müsadereolunmu ştur.Harun el -Re ş i d, Bermeki ailesine kar şı bu şiddetli davraşınarağmen, İslam tarihinde büyük şöhreti olan bir halifedir. Hilafetiboyunca daima ilim ve sanat adamlar ını korumu ş, dış siyasette ça ğda şıBizans imparatoru Nic ep horus'a kar şı zaferler kazanm ış, Frank K ıral'Ş arlm an (Charlemagne) ile dostluk münasebetleri kurmu ştur. Bu dostluğunbir tezahürü olarak kar şıhkh gönderilen hediyeler, o devrin medeniyetibak ımından aç ık bir fikir verebilecek mahiyettedir. Ayr ıca buzamanda, İslam tarihinde görülen, bilgin ve fikir adamlarm ı, şairleri saraylardatoplamak ve böylece edebi mahfeller kurmak adeti, tam manasiylegeli şmiştir. Gerek Harun el - R e ş id'in sarayında ve gereksevezirlerin saraylar ında devrin ileri gelen fikir adamlar ı, şairler, muhaddisler,tarihçiler toplan ır ve kar şılıklı münaka şalarda bulunurlard ı .Bu gelene ğin men şeini ilk dört halife devrine kadar ç ıkaranlar vard ır.Yalnız, ilk halifelerin mütevazi toplant ılariyle, bu devirde görülen vemuayyen merasime tabi olan toplant ılar aras ında büyük farklar görülmektedir.Mesela dört halife devrinde her hangi bir kimse istedi ği zamantoplantıya kat ılmak ve istediği zaman toplant ıyı terketmek gibi birdurumda iken, bu zamanda art ık tam bir edebi mahfel halinde geli şenbu toplant ılar, herkese aç ık bir vaziyette de ğildir. Ancak davet edilenlerkat ılabilir ve halife söze ba şlamadan kimse konu şmazd ı. Bu husustabir fikir vermek üzere Harun el - R e ş id'in etrafında bulunan meselaşair Ebu Nuv as, musiki şinas Musullu İ brahim ve o ğlu İ shak,filolog Ebu Ubeyde, tarihçi el-Vak ı di gibi me şhur isimleri saymakkâfidir. Bunlar, Harun el -Re ş id gibi ünlü bir halifenin etrafındazaman zaman toplan ıp münaka şalar yapan ünlü ki şilerden sadecebir kaç ı idi.41


Harun el -Re şid'in Emin ve Me'mun adlı iki o ğlu vardı .Emin, akrabas ı olan kar ıs ı Zübeyde'den, Me'mun ise iranl ı birköleden do ğma idi. Bu Zübeyde umumiyetle Harun el - R e ş id'intürlü ba şarılı işlerinde bir orta ğı durumunda idi. Ayrıca Zübeyde,İslam dünyas ında her yapt ığı ve kullandığı moda olan bir insand ı. Birrivayete göre ilk defa ayakkab ısına kıymetli ta şlar koydurmu ş ve bu,moda haline gelmi şti Zübeyde ayn ı zamanda cömert bir insand ı .Pek çok hayır i şleri yapt ırmış, Mekke'ye 25 mil uzaktaki bir yerden sugetirtmi ştir. İşte bu Zübeyde, H arun'un yerine o ğlu Emin'ingeçmesini istiyordu. M e' m un, ancak E min'den sonra iktidara geçebilecekidi. Bu olmazsa imparatorluk Irak ve Suriye k ısmı Emin'e, doğueyaletleri de Me'mun'a verilmek üzere parçalanmahyd ı .Fakat Harun, ölür ölmez iktidar mücadelesi ba şlamış ve bu mücadeledeMe'mun, ba şarıya ula şmıştır. Me'mun, Mutezile cereyamn ıbenimsemiş bir kimse idi. Onun zaman ında, daha Mehdi ve Harun el-Re ş i d devrinde ba şlıyan dü şünce alan ındaki uyanmalar h ızlandı.Başka kültürlere duyulan ilgi ve ilk çevrilerBu bakımdan, bu devrin, gerek İslam ve gerekse dünya dü şüncetarihi yönünden büyük bir önemi vard ır. Dü şünce alan ındaki bu uyanmarkınçe şitli sebepleri vard ır. Umumiyetle bu, İran, Hind ve Helenistiktesirlerle izah edilmi ştir. Bu fikri uyan ışın ba şlangıcında farsçadan,sanskrit'ten, süryancadan ve yunancadan tercümeler yap ıldığı görülmektedir.Bu s ırada müslümanlar ın büyük bir tecessüsle ba şka milletlerinilim, felsefe ve edebiyatlar ına alâka duyduklar ı görülmektedir.Bu merak ve alakan ın sonucu olarak, arap diliyle konu şan ve yazandünya, 75 y ıl kadar bir zaman içinde bir taraftan İran ve Hindistan' ınilmi ve edebi eserlerinin, di ğer taraftan Galen. (Calinus)'in t ıbbi, Aristo'nun felsefi eserlerinin ve bundan ba şka Yeni-Eflâtuncu şarihlerineserlerinin arapça tercümelerine sahip olmu şlardır.İslam kültürünün do ğuşuBu tercümeler yoluyla k ısa bir zamanda islam dünyas ında yenibir kültür hayat ının geliştiği görülmektedir. Genel olarak bu kültürünmen şeinin eski Mezopotamya ve M ısır kültürüne dayand ığı, bu kültürüngelişerek Eski Yunan'da zirvesine ula ştığı, daha sonra İskenderistilasmın neticesi olarak Hellenizm ad ıyla yeni bir safhaya eri ştiği,işte İslam dünyas ında geli şen kültürün de bu eski kültürlerin bir devam ıolduğu ve yeni bir geli şme merhalesi te şkil etti ği, daha sonra da müslümanlareliyle Güney Avrupa ve Ispanya'ya sokularak Avrupa'daRönesans' ın doğmas ında rol oynadığı kabul edilmektedir.42


Hint tesiriHint kültürünün İslam kültürüne olan tesiri, bilhassa matematikve astronomi için bahis konusudur. Bilindi ğine göre H. 154 / M. 771yılında Hintli bir gezgin elinde bir astronomi risalesi oldu ğu haldeBağdad'a gelmi ş bulunmakta idi. Arapçaya Sindhind şeklinde geçen veaslı Sinddhanta olan bu risale, halife M ans ur'un emriyle, daha sonraİslam dünyas ının ilk astronomu sayılan Muhammed b. İ brahim el-Fe z ani tarafından arapçaya tercüme edilmi ştir.-Ünlü islam astronomu el- H ar e z mi (ölm. 850) İslam dünyas ındaşöhret kazanm ış olan astronomi tablolar ını el- F e z arrnin tercümesinedayanarak yapm ıştır. Ayrıca müslümanlar, Hint ve Yunan astronomisistemlerini birbirleriyle ba ğda ştırmış, bu konuda kendileri de bir tak ımyenilikler ilave etmi şlerdir. Harun el- R e ş id zamanında saraydakütüphaneci olarak bulunan Faz ıl b. Ne vb aht da farsçadan arapçayabaşka bir astronomi kitab ı tercüme etmi ştir.Yukarıda ad ı geçen Hintli seyyah beraberinde bir de matematikkitab ı getirmi şti. Bu kitap ile İslam dünyas ına, araplar ın Hindi, dahasonra Osmanl ıların Erkam- ı Hindiye ve Avrupalıların Arap rakam ıdedikleri rakamlar da girmi ştir. Hindin İslam matematik ilmine di ğerbir katk ısı, M. IX. yüzyılda İslam dünyas ına girmi ş olan onlu (decimale)sistemdir.İran tesiriİslam dünyas ında, güzel sanat ve edebiyatta İran' ın önemli birrolü olduğu ileri sürülmü ş, hatta bu iki saha d ışında İran' ın İslamkültürüne orjinal bir tesiri bulunmad ığı belirtilmi ştir.Bilindiğine görepehlevi dilinden arapçaya kazand ırılan ilk eser, B idp ay'm Kelile veDimne adlı masallarıdır ki bu eser pehlevi'ye de sanskrit'ten tercümeedilmiş bulunuyordu. Eserin asl ı Hindistan'dan İran'a daha ünlü Sasanihükümdarı Nu şirevan ( saltanat ı : M. 531-578 ) zaman ında satranç oyunuylabirlikte getirilmi şti İlkin farsçaya çevrilmi ş, sonra da arapçayatercüme edilmi ştir. Arapça tercümesi, bu gün çok önem ta şımaktadır.Çünkü eserin sanskrit asl ı ve pehlevi diline yap ılan ilk tercümesi kaybolmuş tur. Bu sebeple bu eser, sadece arapça tercümesinden ö ğrenilebilmişve bu gün kırka yakın yabanc ı dile tercümesini!' esas ını bu arapçametin te şkil etmi ştir. Bu eserde anlat ılan bir tak ım hayvan hikayelerivas ıtasiyle prenslerin, şehzadelerin e ğitimi gayesi güdülmektedir. Eserinmütercimi İ bn el-Muk affa, müslüman olmu ş bir zerdü şti idi. M.757 yıllarında zındıklığından şüphe edilerek öldürülmü ş tür.43


İslam kültüründe İran' ın tesiri meselesinde şu konular üzerinde dedurmakta fayda vard ır. Bat ılı ara ştırıc ılar aras ında, arap diliyle yaz ılmışbütün islami eserleri yaln ız araplara, sanat eserlerini de iran'hlaramaletmek gibi bir görü ş vardı. Bu görü ş, bu gün artık oldukça de ğişmi şbulunmas ına ra ğmen, hala benimsenen bir anlay ış olarak zaman zamankar şımıza çıkmaktadır. Bu görü şe göre, İslam sanat ı, esas itibariyleeski Sasani sanat ının bir eanlam şından ibarettir. Bu fikir geni şletilerek,İslam medeniyetinin, eski bir gelene ği olan Sasani medeniyetinin, islamirenk alt ında bir devamı olduğu ileri sürülmü ştür. Di ğer taraftanM. S. X. yüzy ıla kadar müslümanlar ın yazm ış bulundukları bütüneserler arap diliyle yaz ıldığı için İslam kültür ve medeniyetini, bir arapkültürü ve medeniyeti kabul etme temayülü de vard ır. Halbuki meselame şhur filozof El-Kindi istisna edilecek olursa islam filozof ve dü şünürleriaras ında arap ırkından gelen insanlar pek azd ır. Bu bakımdanbaz ı bat ılı ara ştırıcılarm son yıllarda yayınlanan eserlerinde "arapkültür ve medeniyeti" ifadesi yerine "arap diliyle yaz ılı edebiyat veyakültür" tabirlerini kullanmalar ı gerçe ği ifade bakımmdan bir merhalesayılmalıdır. İslam kültür ve medeniyeti tabiri, bu kültür ve medeniyetiçine giren de ğişik milletlerin hizmetlerini ifade etme bak ımından dahado ğru kabül edilmek laz ımdır.Türk tesiriSanat meselesinde ise, bu sanat ı iranlılara maletmek suretiyle,türklere büyük haks ızlık edildiği görülmektedir. Gerçekten Sasanilerdevrinden kalm ış olan me şhur Tak- ı Kisra, İslam dünyas ında mimariningelişmesinde tesir etmi ş olabilir. Fakat M. X. yüzy ıldan itibarenyapılan türlü mimari eserlerde ve bilhassa resim sanat ının gelişmesindeeski Türk sanat ının büyük tesirleri de küçümsenmemelidir. Gerekmimari şekil ve gerekse iç tezyinat bak ımından islam mimari eserlerindeTürk tesiri aç ıkça görülmektedir. İslamda resim sanat ının men şeiincelenirken bu sanata Mani sanat ının büyük tesiri oldu ğu ileri sürülür.Bildiğimiz gibi Mani, İranlıdır ve Man iheizm dininin kurucusu,ayn ı zamanda büyük bir nakka ştır. Bu dine göre, dinin esaslar ı,yap ılan resimler vas ıtasiyle aç ıklanmış ve resim sanat ı te şvik edilmi ştir.Yalnız gerek İslam sanat ına tesir eden ve gerekse zamamm ıza kadarörnekleri kalm ış olan maniheist eserler, bu dini kabul etmi ş olan. Uygurtürklerine aittirler. İslam sanat ına tesirinden bahsedilen Mani sanat ıörnekleri, i şte bu maniheist Uygur türklerinin eserleridir.Maniheizm dininin kurucusu Mani iranh olduğu ve Uygurlardanbaşka Mani dini mensubu herhangi bir milletin eseri bu güne intikal44


etmemi ş bulundu ğu için, maniheist Uygurlar ın sanat ı, İran sanatınınörnekleri olarak kabul edilmi ştir. Şayet bu dine mensup ba şka bir milletinsanat eserleri zaman ımıza intikal etmi ş olsayd ı, Uygur eserleriyle bunlararas ındaki fark görülecek ve Uygurlar ın eserlerini İran'a mal etmek gibibir te şebbüs belki de yap ılmıyacakt ı . İslam resim sanat ının başlangıcındagörülen bu Uygur tesiri, daha sonraki yüzy ıllarda mesela İran'da İlhanlılarzaman ında daha aç ık bir şekilde kendisini göstermi ştir. Mo ğollar umumiyetlekendilerinden daha medeni olan Uygur katiplerini türlü i şlerdekullanmışlar ve bu Uygurlar vas ıtasiyle eski Uygur kültür ve medeniyeti,Moğollar'm yeti şmesinde birinci derecede rol oynam ıştır. Bu vesileile şu hususun da belirtilmesinde fayda vard ır. İran, müslümanlarıneline geçtikten sonra, XVI. yüzy ıla kadar iranl ılıkla ilgili bir siyasihakimiyete sahip olmam ışt ır. Bu devrede İran'da Samano ğulları, Saffariler,Büveyhiler gibi birkaç küçük sülâlenin devlet kurmas ı istisnaedilecek olursa, bu müddet zarfında, İran'da kurulan devletlerin hemenhemen hepsi de Türk ve Mo ğol men şeli idiler. İran'da XVI. yüzy ıl ba şındaşiiliği bir devlet dini haline getirerek Safevilerin milli bir Iran devletikurduğu umumiyetle kabul edilir. Ancak bu devleti kuranlar ve hanedanetrafında toplananlar da Türk idiler. Böylece denilebilir ki siyasihakimiyet unıumiyetle Türklerin elinde kalmıştır. Ancak Iran'dakurulmu ş olan bu Türk devletleri resmi dil olarak farsçay ı benimsemişlerdir. İçinde minyatürler bulunan, farsça bir eserin muhakkak suretteİran sanat ının bir örne ği kabul edilemiyece ği, bu gün art ık bilinenbir gerçektir. Bütün bu sebeplerle bu gün art ık sanat tarihçileri aras ında,islam resim sanat ı bahis konusu edildiği zaman, mesela bir Selçukluveya bir Türkmen üshibundan bahsedilebilmektedir.Yunan tesiriBilindiği üzere müslümanlar k ısa zamanda eski Yunan kültürününmirasçıs ı durumunda bulunan baz ı şehirleri idareleri alt ına almışlardır.Bu şehirler aras ında Edessa (Ruha= Urfa), Harran, Antakya ve nihayetdo ğu ve bat ı felsefelerinin devaml ı bir şekilde irtibat halinde bulunduğuIskenderiye bulunmaktad ır. Yunan kültürüyle temas, muhtelifaskeri seferler vas ıtasiyle de olmu ştur. Mesela Harun el - Re ş idzaman ında Bizans'a yap ılan seferler sonunda bir tak ım yazma eserlerintoplandığı görülmektedir. Halife Me'mun da, Bizans imparatoruna yunancakitaplar istemek üzere elçiler göndermi ştir. Halife M an s r'un buşekilde taleplerde bulundu ğu ve ona gönderilen kitaplar aras ında me şhurmatematikçi Öklid (Euclides)'in bir kitab ının da bulunduğu bilinmektedir.Bütün bu temaslar neticesinde, islam tarihinde tercümeler devri45


a şlamıştır. Ancak yap ılan ilk tercümeler, do ğrudan do ğruya yunancadande ğil, süryanca'dan olmu ştur. Eski Yunan eserleri daha öncedensüryani diline çevrilmi ş bulunuyordu. Tarihte, orijinal kültür yaratanuluslar oldu ğu gibi, böyle bir kültür yaratmadan, belli bir kültürü e ğitimve ö ğretim yoluyla, daha sonraki nesillere intikal ettiren milletlerde vard ır. Süryaniler bu ikinci gruba giren bir millettir. Yunan kültürününislâm dünyas ına intikali konusunda önemli bir rol oynam ışlardır.Yunan kültürünün Islam kültürü üzerine tesiri, Halife Me'munzamanında en yüksek derecesine ula şmış bulunuyordu. Bildiğimizüzere, bu halifenin ak ılc ı (rasyonalist) temayülleri vard ı ve kendisi birMütezili idi. Bu bak ımdan dini metinlerin akılla uygunluk halinde bulunması gerekti ğine inan ıyordu. Bu görü şü, onun bu dü şüncelerinin,Yunan felsefi eserleri kar şıs ındaki durumunu ara şt ırmaya sevk etmi şti.Bu maksatla Me'mun, Ba ğdad'da bir kütüphane, akademi ve tercümebürosundan müte şekkil, Beytü'l-Hikme ad ı verilen bir kurum kurmu ş -tu. Bu kurum, M.O. III. yüzy ılın ilk yarısında kurulmu ş olan ünlüIskenderiye müzesinden sonra kültür tarihinin en önemli bir kurumukabul edilir Bu şekilde ba şlamış olan tercüme faaliyeti, yüz y ıl kadarsürmü ştür. Tercüme yap ılırken, içinden ç ıkılması mü şkül olan güçcümlelerin, kelime kelime yap ıldığı, arapça tam bir kar şılık bulunamadığızaman da yunanca kelime arap harfleriyle yaz ılmak suretiyle adaptasyonyoluna gidildi ği görülmektedir. Aritmetik, aritmetiki ; geometri,cumetriya ; coğrafya, curafiyya şeklinde yaz ılmak suretiyle arap dilinekazandırılıyordu. Bu vesileyle üzerinde durulmas ı gereken bir hususda, bu zamanda, yunan edebi eserlerine alâka duyulmam ış olmas ıdır.Böylece müslüman yazarlar, yunan tiyatro eserleri, yunan şiiri ve edebiyatiyleyakın bir ilgi kuramam ışlard ır. Islâm dünyas ına edebi tesirin,daha önce de söylendi ği gibi, İran'dan geldi ği görülmektedir. Yaln ızme şhur Homer o s'un İliada adlı eserinin sadece bir k ısmının halifeMehdi'nin bir astrolo ğu tarafından arapçaya tercüme edildi ği bilinmektedir.Bu tercüme bu güne intikal etmemi ştir. Yunancadan arapçayatercüme edilen eserler, t ıp konusuna, matemati ğe ve ba şta Eflâtun veAristo olmak üzere felsefeye ait bulunmaktad ır. Yeni-Eflâtunculu ğaait eserler de çevrilmi ştir. Islâm tarihinde görülen ve dü şünce tarihininparlak bir safhas ı olan bu devir, siyasi bak ımdan bir çökü şün i şaretlerinide göstermektedir. Daha 822 y ılında, halife Me'mun'un Horasanvalisi Tahir, hutbede halifenin ad ının zikredilmesine mani olarakTahiriler sülâlesini kurmu ş bulunuyordu. Halifeye ba ğlı olduğunu iddiaetmesine ra ğmen, gerçekte ba ğımsız bir durumda idi. Bu sülâleilin kurucusuolan Tahir, Islam tarihinde bundan sonra kurulacak ve devaml ı46


da 872 tarihinde Saffariler bir hükümdarhk sülâlesi kurmu şlardır.30 yıl kadar devam eden bu sülâleden sonra kurulan ve islam tarihindeönemli rolleri olan di ğer hükümdarl ık sülâleleri ise şunlard ır:1 - İranda Samano ğulları (874 - 999), Iran as ıllı .2 - Mıs ır'da Fatimiler (909 - 1171), arap as ıllı .3 - Musul ve civar ında Hemdaniler (929 - 1003), arap as ıllı .4 - Ba ğdat'ta, Büveyho ğulları (945 - 1055), Iran as ıllı .5 - Do ğu Iran, Çin Türkistan, Tar ım Havzas ı'nda, Karahanl ılar(960 - 1212), Türk.6 - Do ğu Iran'da, Gazneliler (962 - 1186), Türk.7 - Horasan ve do ğu Iran'da, türlü şubeleriyle Selçuklular (1040- 1308), Türk.Bu muhtelif sülâleler zaman ında halifelerin otoriteleri azalm ıştır.Fakat yeni hükümdar sülâleleri kendi ba şkentlerini birer ilim ve kültürmerkezi haline getirmek için çal ışmışlar, bu bakımdan Islam kültür vemedeniyetinin devam ına hizmet etmi şlerdir. Bunlar aras ında bulunanve Ba ğdat halifelerini tan ımayan Fatimiler devrinde bile, islâmkültürünün geli ştirilerek devam ettirildi ği görülmektedir. Bu sülâlelerhakkında yeri gelince ayr ıca bilgi verece ğiz. Şimdilik sadece şunu söyleyebilirizki ünlü Türk-islâm filozofu F ar a ryi himaye eden ve kendisine,az da olsa maa ş bağlıyan Hemdani hükümdar ı S e yfü'd- D e vle'dir.İran' ın ünlü şairi F ir devs î, bütün Islam dünyas ını tesiri alt ındab ırakmış olan eseri şehname'yi, Gazneli hükümdan M ahmu d'atakdim etmi ştir. -Ünlü bilgin Ebu Reyhan el- B irunryi himaye edenve beraberinde Hindistana götürerek, B irunrnin Hint tarih, kültürve dinlerini incelemesine imkân veren de yine Gazneli M ahmud'dur.B iriinrnin Hint dinleri hakk ında yazd ıklar ı bu gün bir ilmi ara ştırmaörne ği olarak kabul edilmekte ve onun kendi dininin d ışındaki dinleriincelerken kulland ığı tarafs ız metod takdir edilmektedir.Ikram Medeniyetinin Bat ıya TesiriBatılıların, müslümanların ilmi ve felsefi eserleri ile ilk temaslar ıIspanya'da olmu ştur. Bu zamanlarda yani Ortaça ğlarda lâtince, kilisede,ö ğretim alan ında oldu ğu kadar aydın zümrenin anla şma arac ı olarakda kullan ılmakta idi. Arapça eserlerin lâtinceye çevrilmesi i şine daha1130-1150 y ıllarında Ispanya'da Tuleytule'de ba şlanmış bulunuluyordu.O sırada İspanya ba şpiskoposu olan Tuleytule ba şpiskoposu R ay m ond,Islam felsefesinin Hristiyanlar ın kullanabilece ği bir hale getirilmesini arzu48


ediyordu. R a ym on d, Tuleytule'de bir mütercimler akademisi kurarakbu akademiye felsefe ve ilim alan ında yaz ılmış en önemli arapça eserlerinlâtinceye tercüme edilmesi görevini verdi. Böylece Farabi ve İ bn S i-n a 'nın eserleri ile birlikte Aristo'nun arapçaya çevrilmi ş olan eserlerininve onların şerhlerinin lâtinceye tercümeleri yap ıldı. Ancak bu yolda görülenen verimli çal ışmalar, 1215 yılında imparator olan Sicilya k ıralı II. Fre d-rich tarafından yap ılmıştır. II. Fredrich, Sicilya'da ve do ğuya yaptığıHaçlı seferleri s ıras ında müslümanlarla çok yak ın temaslarda bulunmu şve onlara hayran olmu ştu. Kendisi,doğu kıyafetini, müslüman âdetlerinibenimsemişti. Fakat bütün bunlar ın üstünde, o, arapça ö ğrenmişti veİslam filozoflar ını orijinallerinden okumak iktidar ına sahipti. Bu hal,onda İslam filozoflar ına kar şı büyük bir hayranl ık uyand ırmıştı. Çağda ştarihçiler, onu, bütün dinlere kar şı e şit davranm ış olan liberal bir dü şünürolarak anlatmaktad ırlar. Onun bu türlü dü şüncelerinde, son derecesempati besledi ği İslam filozoflar ının büyük tesiri oldu ğu umumiyetlekabul edilmektedir. İşte bu zihniyet ve anlay ışta olan II. Fredrich,1224 yılında Napoli'de bir Üniversite kurdu ve onu İslam düşüncesinibat ı dünyas ına tan ıtmak için bir akademi haline getirdi. Bu müesseseninönemli bir i şi arapçadan lâtinceye tercümeler yapmakt ı. Öyleanla şılıyor ki XIII. yüzy ıl ortalar ında, bir ikisi istisna edilecek olursaİ bn Rü ş d'ün bütün eserleri lâtinceye çevrilmi ş bulunuyordu. İbnRü şdcülüğün gerçek merkezi ise Bolonya ve Padua üniversiteleri olmuştur. Bu iki merkezden yay ılan İbn Rüşd'cü tesir, Venedig ve Ferraradahil bütün Kuzey do ğu İtalya'yı kaplam ış ve XVII. yüzyıla kadardevam etmi ştir. Bu İbn Rü şd'cü tesir, bat ıda ak ılc ılığın ve Rönesansdevrinin kilise dü şmanı hissiyatının öncülü ğünü yapmıştır. Diğer taraftanBolonya'da t ıp alanında ise, tamamiyle İslam tesiri hâkimbulunmakta idi. Zaten XIII. yüzy ılın sonlarından itibaren t ıp derslerikonular ını İ bn S in a'n ın Kanun adlı eseri ile İ bn Rü ş d'ün tıbbi risaleleriüzerine teksif etmi ş bulunuyordu. Diğer taraftan XIII. ve XIV. yüzyıllardat ıbbi ara ştırmaların merkezi haline gelmi ş olan Montpelier<strong>Üniversitesi</strong>nde ise t ıp tahsilinde akademik ünvan almak isteyen adaylaraait 1340 tarihli bir programda İ bn Sina'n ın Kanun adlı eserinin1. ve IV. kısımlarının yer ald ığı görülmektedir. Bu tarihten itibarenburada İslam tabibleri hakk ında bir dersin de okutulmaya ba şlandığınıgörüyoruz. 1567 tarihlerinde İslam tıp eserleri, okullardaki ders kitaplarıaras ından ç ıkarılmış, ancak ara s ıra da olsa İbn. Sina'nın Kanunadlı ünlü eseri hakkındaki dersler 1607 y ıhna kadar devam etmi ştir.49


Do ğudan bat ıya olan bu kültürel geçi ş, Rönesans devrinde İslamfilozoflarm ın tesiri alt ında do ğu İtalya'da ve Kiliseye sempati beslemeyenbir anlayış sayesinde mümkün olmu ştur. Rönesans devrinde güneyAvrapada ba şlayan hareketin geli şmesinde, diğer tesirler yan ında,üzerinde durdu ğumuz bu İslam dü şüncesine ait tesirlerin önemli birrolü oldu ğu bugün bat ılı ara şt ırıcılar tarafından da tarihi bir gerçekolarak kabul edilmektedir.50


TÜRK - ISLAM TARIHINE G İRİŞHunlar, Bat ı HunlarıTarihte ilk defa ad ı geçen Türk kavmi olarak Hunlar ı kabul ediyoruz.Bunlar hakkındaki kesin kayıtlar, M.O. VIII. yüzyıldan ba şlamaktadır.Çin kaynaklarının Hiung-nu şeklinde kaydettikleri Hunlarile birlikte atl ı göçebe kültürü, tarih sahnesine ç ıkmıştır. Bunlar ok,yay, mızrak ve kılıç gibi silahları kullanıyorlar, deri elbiseler ve kürklüceketler giyiyorlard ı. Ucunda toka bulunan deri kemerleri ve çizmelerivardı. Zamanla bat ıya kaymış olan Hunlar, devamh haz ırlık, hayretverici bir hareket kabiliyeti ve geli şmiş bir süvari tabiyesiyle, kendilerigibi göçebe olan Cermen kavimleri ve yüksek kültürlü Romal ılar üzerindeüstünlük sa ğlamışlardı. Hunların bu süvari stratejisi ve yaylar ı,daha sonra Roma ordularmca da benimsenmi ştir. M.S.V. yüzyıl ba şındaAttila idaresinde büyük bir imparatorluk kuran Bat ı Hunları, DoğuRoma İmparatorlu ğunu kendilerine vergi verme ğe mecbur b ırakmışlardır.Attila, bundan sonra Roma üzerine yürümü ştür. Fakat ba ştaPapa olmak üzere, yüksek rütbeli kardinaller adeta tâbi bir devletinelçileri gibi huzuruna girmi şler, Attila, onlara ve Roma şehrine dokunmıyacağnusöylemi ştir. Attilâ'mn bu davran ışı, Roma'yı harabedenGotlar ve Vandallar' ın yapt ıkları ile kar şılaştırılınca daha da de ğerkazanmakta, böylece Attilâ'run, itidali ve kültür sevgisi ortaya ç ıkmaktadır.GöktürklerHunların fütuhat kabiliyetlerinin, hatta Çin kaynaklar ının açıkolarak yazd ıkları üzere kanlar ının varisleri, Göktürklerdir. Türklük,adını bunlardan alm ıştır. Göktürkler, M.S. VI. yüzy ıhn ilk yarısındaAvarlara tabi idiler. 546 y ıhnda Bumin K a ğ an ayaklandı ve 552'deba şarıya ulaşarak büyük bir imparatorluk kurdu. Mançuryadan K ırım'akadar uzanan imparatorlu ğun batı kısmının idaresini karde şi İ stemiH a n'a b ırakt ı. Göktürklerin geni ş ölçüde diplomatik faaliyetlerde bulun-51


dukları görülmektedir. 566 y ılında, Eftalitlere kar şı Sasanilerle anla ş -mışlardı. Fakat daha sonra Sasani hükümdar ı Hüsrev Nu ş irevan' ın,Çin'den ipek ta şıyan Göktürk egemenli ğindeki So ğd kervanlarm ınbatıya ilerlemesine müsaade etmemesi üzerine, Bat ı Göktürklerihakan ı İ stemi Han, Sasanilere kar şı bir ittifak yapmak üzere Bizans'aelçiler gönderdi.Öte yandan Bizans Imparatorlu ğunun, 566 tarihinde, Ze mar c-h o s adlı bir elçiyi Göktürkler diyar ına gönderdi ğini görüyoruz. Bizans'-la olan bu münasebetler, askeri bir ittifakla sonuçlanmam ış fakatGöktürkler, Sasanilere kar şı olan sava şlarına devam ederek onlar ınkuvvetlerini k ırmışlard ır. VI. yüzyıl sonlarında Göktürk Imparatorluğuçökmeye ba şlamış, 630'da önce Do ğu, daha sonra 659'da da Bat ıbölümü Çin'e tabi olmak mecburiyetinde kalm ışlardır. Göktürk tarihindeÇin esareti diye geçen bu devir, bu yüzy ılın sonlar ına doğru, 682tarihinde, ilk hakan Tümen'in soyundan gelen Kutlu ğ (Kutluk)adl ı bir kahraman sayesinde sona erdirilmi ş, Göktürk devletininDo ğu bölümü ba ğıms ız bir hale gelmi ştir. Kutlu ğ'a, da ğmık kabileleritoplıyan manas ına İlteri ş (Elteri ş) ad ı verilmiştir. Daha sonra Bat ıbölümü de ba ğımsızlığına kavu şmuş ; ayrıca, Türke ş, Karluk ve Uygurgibi diğer Türk zümreleri de Göktürk egemenli ği alt ına girmi ştir. 716yılında tahta ç ıkan İlteri ş'in o ğlu Bilge K a ğ an, onun karde şi K ült e-gin (Gültekin) ve babalar ının ya şlı veziri Tonyukuk sayesindebarış içinde geçen bir devre ba şlamışt ır.Ancak bu devre 745 yılına kadar devam etmi ş, bu tarihte Göktürklerdevletine gene kendi soyda şları Uygurlar son vermi şlerdir. BöyleceGöktürkler ad ı altında toplanm ış olan türlü Türk zümreleri, Uygurlarve diğer Türk kavimleri aras ında da ğılmışlard ır.Göktürkler hakk ındaki bilgilerimiz bir taraftan Çin kaynaklar ına,diğer tarafdan da bu Türklerin b ırakmış oldukları Göktürk kitabelerinedayanmaktad ır.Orhun kitabeleriBu kitabelerin en önemlisi olan Orhun kitabelerinin yaz ıs ını WilhelmThoms en adli bir bilgin çözmü ştür. -Ünlü bilgin A. V on leC o q'a göre, bu yaz ı sisteminin, Türk dillerinin foneti ği bakımındanbüyük bir önemi vard ır. Bu yaz ı, ancak ilmi bir zihniyetle dü şünebileninsanlar tarafından meydana getirilmi ştir. Bu husus bile eski Türklerinilerlemi ş bir kültüre sahip olduklar ının güzel bir delilidir. Bukitabeler, devletin kurucular ından Tonyukuk (ölm. 720), K ülte gin52


(ölm. 731) ve Bilge Ka ğ an (ölm. 734)' ın mezar kitabeleridir. Oyma yazıile yaz ılı bulunan bir sütun olan K ült e ğ in'in kitabesinden 40 m. uzaklıktabüyük granit mihrap, ikisi aras ında an ıtkabir harabesi, insan ve hayvanheykeller' bakiyesi ve dört buçuk kilometreye kadar da, her 10-12metrede bir balbal vard ır. Bu balbal'lar, yenilmi ş olan ve öbür dünyadakendilerini yenenlere hizmet borçlu bulunan dü şmanlar ın heykelleridir.Bu kitabelerde eski kahramanl ıklardan ba şka devletin çökü şü ve yenidenkurulu şu anlatılmaktadır. Kitabelerin sat ırlar ı aras ında kuvvetlibir milli duygu sezilmekte, ayr ıca te şkilâtç ılığa ve idarecili ğe verilenönem, dikkati çekmektedir. Bilge H an' ın mezar kitabesinde aynenşöyle denilmektedir:"Ben, Tanrı'ya benzer, Gökten do ğmu ş Türk Bilge Ka ğ an,taht ıma oturdum ... Gün do ğusundan gün bat ıs ına kadar bütün kavimlerbana itaat ediyorlar ... Karde şlerim, beylerim, bütün milletim, ileri gelenlerimve kavmim, beni dinleyin ... Bu ta şı ben yazdırdım ve söyleyeceklerimi,kalbimdekileri oraya kazd ırdım ... Tanrı, üstte mavi Gök'ü,altta ya ğız yeri yaratt ığında ikisinin aras ında insano ğullarını yaratmış .İnsan cinsinin ba şına büyük cetlerim, Bumin Ka ğan ve İ stemiKa ğ an hükümdar olmu şlar ve Türk ülkesini ve nizam ını kurmu şlar".Bu kitabelerden, ayn ı zamanda, Türklerin Saman dini, kad ınlarve sosyal s ınıfların birbirleriyle olan ili şkileri hakkında da bilgiedinmekteyiz. Bilindi ği üzere Türkler, tarihleri boyunca, bir tak ımsebeplerle bir kaç defa din ve dolay ısiyle de medeniyet de ğiştirmi şler;hazan da ayn ı ça ğda ayr ı din ve medeniyetler çerçevesinde ya şamışlardır.Ancak denebilir ki islâmiyetin Türkler aras ında yayılmas ından önce,Mo ğolistan ve Tuna boylar ı aras ında genellikle göçebe olarak ya şıyanve siyasi bak ımdan Hunlar ve Göktürkler idaresinde bir birlik kurmu şolan Türk kavimleri, Samanl ık dini ve kültürü çerçevesi içinde bulunuyorlardı. Sadece Do ğu Türkistan, Maveraünnehir ve Hazarlarülkesinde ya şayan ve yerle şik hayata geçmi ş olan Türk kavimleri,yabanc ı din ve kültürlerin tesirlerine maruz kalm ışlardır. Bu bak ımdandenebilir ki, göçebeler, eski din ve kültürlerini koruyabildikleri halde, yerleşik hayata geçmi ş olanlar, yabanc ı tesirlerle bunlar ı unutmu şlard ır. Bilindiğinegöre, Samanl ık, ba şlangıçta basit bir tak ım inançlar ve bu inançlarüzerine kurulu baz ı merasimlerden ibaret idi. Ancak gerek Göktürkkitabelerinden ve gerekse İslam kaynaklar ından, Şamanlığın, islâmiyetinyayılmaya ba şladığı sıralarda tek bir Tanr ı fikrine, monoteist bir anlay ışseviyesine ula şmış bulundu ğunu anlamaktay ız. Gök, yer ve yarat ıklar'yaratan bu tek Tanr ı, Türkleri diğer kavimlerden üstün tutmaktad ır. Orhunkitabelerinde belirtildi ği üzere, bu Tanr ı, güç zamanlarda Türklerin53


imdadına yeti şir, semavi menşeli bir kahraman göndererek, onlar ı yokolmaktan kurtar ır ve kendisinin bu seçkin kavmine, dünyan ın diğerinsanların idare etmek hakk ını ba ğışlar. Tanr ı fikri bu şekilde olanşamanlığm, ne peygamberi, ne kutsal kitab ı, ne de tap ınağı vardır.Sadece her türlü dua ve merasimleri idare eden Kam'lar bulunmaktad ır.Halkm her türlü derdini haneden bu Kam'lar ın, Tanrı ile münasebettebulunduklarnıa inanılır. Insan ölünce, iyi ruhlar, bir ku ş gibi uçarak(Uça bard ı), Gök'ün üst kat ındaki cennete giderler ve tanr ı nezdindedünyadaki yak ınları için şefaatte bulunurlar. Bilindi ği üzere uçmakkelimesi, islami cennet kar şılığı olarak kullan ılmıştır.Burada i şaret etmek istedi ğimiz diğer önemli bir inanç da şudur:Bir kimse, öldürdü ğü düşmanlardan dolay ı, öbür dünyada ceza de ğilaksine öldürdü ğü düşmanlarm sayısına ve önemine göre mükâfat al ır.Bilindiği üzere bir kimse öldü ğü zaman, mezar ı etrafında öldürdü ğüdüşman sayısınca balbal adı verilen ta ş heykeller dikilirdi. Diğer taraftanöyle anla şılıyorki Göktürklerde umumiyetle aristokrasiye dayananbir nizam mevcuttu. Cemiyetin beyler ve halk olmak üzere iki büyüktabakas ı bulunmakta idi. Ka ğan'ın etrafını beylerden müte şekkil biraristokrasi çevirmesine ra ğmen, ka ğanlar ın halka büyük bir ilgi gösterdikleri,onu devletin devam ı için zaruri ve temel unsur sayd ıkları anlaşılmaktadır.Nitekim kitabelerde, yoksul, zay ıf, gıda ve yiyecektenmahrum halk ın refah ve saadeti için uyku ve istirahat dü şünülmedençalışıldığı gururla belirtilmektedir.UygurlarGöktürk hakimiyetine Uygurlar ın son vermi ş olduğuna işaretetmiştik. Ba şlangıçta Hunlar'a tabi olan Uygurlar, Göktürk devletininkurulu şundan sonra, onlar ın idaresine girmi şlerdi. Kuzey Mo ğolistandaya şıyorlardı. Doğu Göktürklerinin ilk yıkılışmdan sonra onlar da Çineğemenliğini kabul etmi şler, daha sonra Göktürklere kar şı savaşlaryaparak onlar ı yıkmağa ve bir çok Türk kavimlerini idareleri alt ındatoplamaya muvaffak olmu şlardır. Uygur hakimiyeti, Mo ğolistan'da100 yıl kadar sürmü ş, fakat 840 yılında diğer bir Türk kavmi olan K ırgızlarayenilerek güneye çekilmek zorunda kalm ışlardır. Onlar bundansonra hakimiyetlerini Tar ım havzas ında devam ettirdiler. Kuvvetleriazalmıştı, fakat ileri medeniyetleri sayesinde Karluklar ı ve X-XI. yüzyıllarda4 tane Bu ğra Han isimli hükümdar yeti ştiren Karahan -Man(Ilikhanları) kendilerine yakla ştırdılar. Bunlar, böylece Tar ım havzas ı-na Türkistan denmesini temin ettiler. Büyük bir medeniyete sahipuluslar siyasi üstünlüklerini kaybettikten sonra da kültürleri vas ıtasiyle54


etraflar ına tesir etmekte devam ederler. Uygurlar, 1229'da kendi hakimiyetlerinenihayet veren Mo ğollarm da hocas ı olmu şlardı .Co ğrafyac ı Sven Hedin, ingiliz bilgini Aurel Stein, frans ız PaulPellio t, alman Grünwedel, Vur" Le Coq ve japon bilgini Qt ani gibiara ştınc ılar, bu bölgeden freskler, yazmalar ve heykeller getirdiler. Bunlarsayesinde Uygur medeniyetini ö ğrenmek mümkün oldu.Uygurlar ın muhtelif men şeli bir medeniyeti vardı. Doğu, bat ı vegüney medeniyetleri hiç bir yerde buradaki kadar kar ışmamıştı.Uygurbölgesine tesir eden di ğer kültür merkezleri, do ğuda Çin, güneyde Ilindisdanve bat ıda İran'dar. Çinden maddi medeniyet, hukuk ve idareunsurların, Hind'den Budizm ile Helenizm sanat ı tesirlerini alm ışlar,diğer taraftan İran'dan gelen Maniheizm de bunlar aras ında yay ılmıştı .Bu de ğişik tesirler yan ında Uygurlar üzerinde Suriyeli rahipler vas ıtasiyleNesturi hristiyanl ığı ve Hellenistik edebiyat ın etkileri de görülmektedir.Tarım havzas ında bulunan İdikut şehri bu bölgenin Pompei'si sayılmaktadır.Bu şehrin surları içinde Hristiyan, Budist, Maniheist mabetve manast ırlarmin yan yana bulundu ğu görülmektedir. Bu vaziyetUygurlarda geni ş bir dini müsamahamn mevcut oldu ğunu göstermektedir.Uygurların, bu dini ho şgörüyü komşu ülkelere de yayd ıklarıanla şılmaktadır.Daha sonra üzerinde duraca ğımız gibi, M.S. X. yüzyılda Ka şgarHanı S atuk Bu ğra Han sayesinde islâmiyet, Do ğu Türkistanagirmiş, Uygur türklerinin müsamahal ı anlayışı sayesinde Çin'e kadar yayılmıştır.Çinde ilk müslümanlara Uygur ad ının verilmesi, bu sebeptendir.VIII. ve IX. yüzy ıllarda Uygur hükümdar ve ileri gelenleriMani dini mensubu bulunuyorlard ı. Bilindiği üzere bu dinin yay ılmas ıiçin bilhassa resim sanat ından geni ş ölçüde faydalan ılmıştır. ManiheistUygurlar ın kültür ve medeniyetinde bugüne kadar kalm ış olanresimlerin önemli bir rolü vard ır. Denebilir ki Türk, Hind, Iran ve Arapdiğer bir deyimle islâm minyatür sanat ının esas ı, bu Uygur resimlerinedayanmaktad ır.Türklerin İslândyetle ilk temaslar ıM. S. VIII. yüzyıl ba şlarından itibaren türklerle müslümanlarıntemas etmeye ba şladığını görüyoruz. Bu temaslar sonucundamünferit ihtidalar olmu ştur. Ancak, Emeviler zaman ında takip edilensiyaset yüzünden münasebetler dostça olmam ıştır. Bu yüzden Islamülkelerinde Emeviler aleyhinde çal ışan Şucubiye fırkas ı, Maveraünnehirve Do ğu İrandaki Türkler aras ında itibar görmü ş ve Abbasilerin iktidarageli şinde iranhlarla birlikte müslüman türklerin de rolü büyük ol-55


muştur. Abbasiler idaresinde bir çok Türk'ün görev almas ı, Ceyhunötesi türklerinde İslam alemine kar şı geniş bir ilgi uyanmas ına sebepolmu ş, Halife M u` tas ı m' ın türklerden müte şekkil bir hassa ordusukurmas ı (835), bu ilgiyi daha da art ırmıştır. islamiyetin Orta Asya bozkırlarındayayılmasında ticari ili şkilerin de önemli bir rolü bulunduğunaişaret etmek gerekir. Ticaret kervanlar ına kat ılan mutasavv ıf dervi şler,Türk halkları aras ında islamiyetin yay ılmas ında önayak olmu şlardır.Nihayet M.S. X. yüzy ılda büyük Türk gruplar ı müslüman olmu şlar,islamiyet, bu müslüman türkler aras ında mü şterek siyasi bir bünyemeydana gelmesine imkân vermi ş ve böylece ilk müslüman Türk devletikurulmu ştur. Bu devlet hakk ında bilgi vermeden önce Abbasileridaresinde yüksek mevkilere, mesela baz ı vilayetlerin valiliklerine tayinedilmiş olan, fakat aradan bir müddet zaman geçince merkezi idareyeisyan ederek mahalli hükümetler kurmu ş olan Türk men şeli valilerdende k ısaca bahsetmek gerekmektedir.Türk soyundan gelen ilk müslüman valilerMısır valisi iken ba ğımsızhğım kabul ettiren Dokuzo ğuzlardanbir Türk kölenin o ğlu olan Tulun o ğlu Ahmet (875-905) ve gene M ısır'daİhşıdlar (935-969) devletini kural ı Ferganal ı bir Türk prensin soyundangelen Ebubekir Mehmet gibi isimler, bu vesile ile an ılabilir. Ancak, bumahalli hükiimdarl ıklar, yabanc ı bir ülkede, milli bir kuvvete dayanm ı-yan, daha çok kurucular ın şahsiyetleri ile varl ıklarını devam ettirendevletlerdir. Bunların özellikleri, ilk müslüman Türk hükümdar sülâlelerioluşlarıdır. Buna ra ğmen, bunlar zaman ında mesela Mısırda yap ılmışolan mimari eserlerde Türk sanat ına has özelliklerin kendisini göstermeğe ba şladığı hususu da gözden kaçmamaktad ır. Bu kısa bilgilerdensonra, şimdi ilk müslüman Türk devleti Karahanl ılardan bahsedebiliriz.İLK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERIKarahanhlar (960-1212)Tarihçi İ b n el-E sir'e göre, H. 349 /M. 960 y ılında, Karluk türkleri,ba şlarında hükümdarlar ı olmak üzere Islamiyeti kabul etmi şlerdir.Karluklar, Göktürk imparatorlu ğuna dahil bir Türk zümresidir. İlkmüslüman Türk devleti olan Karahanl ıların as ıl unsurunu bu türklerte şkil etmi ştir. Böylece, bu devletin yaln ız hükümdar sülâlesi de ğil,aynı zamanda onun dayand ığı halk kitlesi de Türktür. Karahanl ılar380 /990-609 /1212 y ılları aras ında Türkistan ve Maveraünnehirde56


hüküm sürmü şler, buralardaki Samano ğulları egemenliğine son vermiş -ler, aynı zamanda henüz müslüman olmam ış bulunan türklerle sava ş -mışlard ır. Devletin kurucusu S a t uk Bu ğra Han ve ondan sonragelenlerin faaliyetleri Tezkire-i Bu ğra Han adli menakıpta anlat ılmıştır.Devletin parlak devri, yirmi y ıl kadar sürmü ş, bir müddet sonradevlet, do ğu ve bat ı bölümleri halinde ikiye ayr ılmış; doğu bölümü,Karah ıtaylar tarafından yıkılmış ; bat ı bölümü ise Selçuklulara, Karahıtay'lllarave hatta sonunda Harezm şahlılar'a vergi vermek suretiyleMoğollar zaman ına kadar ya şamakta devam etmi ştir.Karahanhlar' ın devlet telâkkileri de t ıpkı Göktürklerde oldu ğugibi idi. Devlet, saltanat ailesinin mü şterek malı sayılır; ba şta aileninbüyüğü demek olan Hakan bulunmakla beraber, hanedan üyeleri,bulundukları yerlerde adeta ba ğıms ız olarak egemenlik sürerlerdi. Muntazambir ordu te şkilatı kurulmu ştu. Dü şmanın gelişini haber vermeküzere minare şeklinde ate ş kuleleri yaparlard ı. Hakan' ın bayra ğı, "al"denilen turuncu ipek kuma ştan yap ılır ve dokuz tane olurdu. Ba şındadaima ayn ı kumaştan yap ılmış "çetr" denilen bir çad ır tutulur, kar şısındaeski Türk devletlerinde oldu ğu gibi kös, davul çal ınırdı. Bu adeteSelçuklularda, Mo ğol ve Timur o ğullarında da rastlan ır. Bu devrelereait münyatürlerde hükümdarlar, mutlaka ba şında şemsiyeye benziyenbir çetr'le gösterilmi ştir. Bu hale, Emevi ve Abbasilerde rastlanmaz.Bunun Fatimilerde görülmesi, M ısırda onlardan önce hüküm sürmü şolan Türk men şeli Tuluno ğullarının tesiriyle olsa gerektir.Karahanl ılar devri, Türk kültür ve sanat tarihi bak ımından özelbir önem ta şımaktad ır. Bu devirde, şehirlerde camiler, medreseler,köprü ve kervansaraylar yap ılmış, Buhara ve Semerkand şehirleri,islami ilimlerin ö ğreniminin yap ıldığı önemli iki merkez haline gelmi ş-lerdir. Bu zamanda Türk dili de geli şmiş imkanı bulmu ş, Islam-Türk devrineait ilk edebi ürünler, bu zamanda ortaya konmu ştur. Zaten Ka şgarhakanlar ı zaman ında devletin resmi dili Türkçe idi. Yarl ık (ferman)larda, defterlerde kullan ılan yaz ı da, arap yaz ısmın bilinmesine ra ğmenUygur yaz ısı idi. O devirde yaz ılmış Türkçe eserlerden, B u ğr a H an' ınhas hacibi Yusuf'un 462 /1069-70 y ılında yazdığı Kutadgu Bilik (Saadetveren bilgi) adlı manzum siyasetnamesi kalm ıştır. Yazar, bu eserindebe şeri melekeleri, adalet, iktidar, idrak ve kanaat olarak kabul etmi ş,bunları kişi şeklinde tasvir eserek konu şturmu ştur. Bu vesile ile K a ş-g arl ı M ahmud'un 464 /1071-72'de yani Selçuklular' ın Bağdad halifeliğininsavunmas ına ba şladıkları sıralarda yazm ış olduğu Divan Lügâtel-Türk adlı eserinin ad ını da anmak gerekir.57


Gazneliler (963-1187)Bundan sonra hakk ında bilgi verilmesi gereken müslüman Türkdevleti, Gazneliler'dir. Bundan önce 874 y ılında kurulmu ş olan Samanoğullarıidaresinde Türk kölelerinin de kullan ıldığı bilinmektedir. Samanoğullarıhükümdarlarından Abdülmelik b. Nuh, kölelerinden Türkmenşeli Alp t e kin'i Herat valili ğine tayin etmi şti (955). Bir müddetsonra Ab dülmelik'in yerine Mansur b. Nuh geçince, yeni hükümdardaniyi muamele görmiyece ğini anhyan Alptekin., maiyetinde bulunan4.000 kadar Türk ile do ğuya çekilerek Gazne şehrini ald ı. Alptekin963 yılında ölünce, yerine o ğlu geçti ise de kudret, Bilge Tekin veSevük Tekin adh iki kumandan ın elinde idi. Bir müddet sonra, BilgeTekin ölünce, S e vüktekin, Gazne'ye hakim oldu. 977 y ılında öldüğüzaman o ğlu Mahmud'a güneyde Bülücistan'a kadar uzanan bir devletb ırakmıştı. Iktidarı ele ald ıktan sonra halifeden "Yemin el-Devle"ünvanını da almış olan Mahmut, Samanoğullarmın rkılmasmdansonra Horasan'a yerle şmiş, Karahanl ılar ve Gurlularla sava şmış venihayet Hint seferlerine ba şlamışt ır. Hindistana 17 sefer yaparakzaferler kazanm ış ve ilk defa olarak Islâmiyetin oralarda yay ılmasınasebep olmu ştur. Mahmut, hayat ının sonlarma do ğru, Ceyhunugeçerek Toharistan' ı istilâ eden Selçuklular ı da yenmişti Bağdad'ahakim olan şii Büveyh o ğullarmın hakimiyetine son vererek sünnili ğekuvvet kazand ırmıştı. 421 /1030 yılında öldüğü zaman o ğlu Mes'ud'aToharistan ile Maveraünnehir'den Pencap, Multan, ve Sind'in bir k ısımbölgelerine kadar uzanan bir devlet b ırakmışt ı. Mes'ud zaman ında,1040'da bu devlete Selçuklu devletinin kurucusu Tu ğrul Bey sonvermiştir.Gazneliler devleti, i şaret edildi ği üzere türlü kavimlerle meskün,geniş bir saha üzerinde kurulmu ştu. Bunlar ı idare eden türkler, esasitibariyle, Kalaç'lardand ı. Bu sebeple sarayda konu şulan dil, türkçeidi. Ancak mutaass ıp bir müslüman olan ve ehl-i sünnet akidesinin yay ılması için çok gayret sarfetmi ş bulunan Mahmut, resmi dil olarakarapçayı kabul etmi şti. Bu zamanda ilmi eserler genel olarak arapçayazılmıştır. Mahmut devri olaylar ım anlatan tarihçi U tb rnin Tarihel-Yemini adli eseri, arapça yaz ıldığı gibi, Mahmud'un sarayma Harezm'dengetirdi ği ünlü bilgin Ebu Reyhan el-Birüni de, eserleriniarapça yazm ıştı. Gazne saray ında son derece itibar görmü ş olan B irâniMahmud'un Hind seferlerinden faydalanarak, Hint dil ve dinlerihakkında bilgi edinmek suretiyle de ğerli eserlerini yazm ıştır. Birüni'niniki eseri me şhurdur: el-Bakiyye, 2- Kitab el-Hind. Onun eserleriüzerinde E. S achau adli bir müste şrik çalışmıştır. Diğer taraftan,58


ugün Bir -C.1. '14 mukayeseli dinler tarihçilerince, kendi inand ığı dindenba şka dinleri ilmi bir şekilde ele alan ilk önemli bilgin olarak kabuledilmektedir. Arthur J e ffery, Biriinrnin dinleri incelemek için kullandığımetodu hakkında, hatıras ına Hindistanda yay ınlanmış bir eserdeuzunca bir makale yazm ıştır.Samano ğulları zaman ında geli şmeye ba şlayan Iran edebiyat ı,Gazneliler zaman ında bu geli şmesine devam etmi ştir. Ünlü şair Fir de vsilkin 999 yılında bir emir'e sundu ğu şehname adlı eserini baz ı de ği şikliklerle1009 yılında Mahmud'a takdim etmi ştir. Bütün bunlar, Gaznelilerinilim ve sanat ı himaye etmekte ne kadar hassas davranm ış olduklarınınaç ık delilleridir. Eserlerini arapça ya da farsça yazm ış olanlarınhimayesi, saltanat ın gerekleri aras ında say ılmıştır. Bu vesile ile M ahmud'un kendisinin de yüksek bir kültüre sahip bulundu ğunu, zaman ınileri gelen fakillerinden birisi oldu ğunu da hat ırlatmamız gerekir.Son yıllarda Le şker-i Bazar'da Gazneliler zaman ına ait sarayharabeleri bulunmu ş, hatta bunlar ın duvarlarında resimler oldu ğu tesbitedilmi ştir. Bu eserlerin incelenmesi Gazneliler sanat ı hakkında açıkbir fikir vermektedir.59


BÜYÜK SELÇUKLULARSiyasi durum:Sultan M ahmud'un ölümünden sonra, Gazneliler devleti kuzeyHindistanda 1186 yılına kadar devam etmi ş fakat Türkistan ve Iransür'atle diğer bir türk kavminin, O ğuz (Arap. Guz) lar ın hakimiyetinegeçmiştir. Asyan ın çok geni ş bir kısmında ba şkanlar ı S el ç uk'un ad ınaizafetle Selçuklu imparatorlu ğunu kurarak Islam ve Türk âlemininkaderi üzerinde önemli bir rol oyn ıyan ve nihayet Azerbaycan ile Anadoluyutürkle ştirenler, bu O ğuzlard ır. Daha M.S. VI. yüzyılda Göktürkimparatorlu ğunu kuranlar da bu türklerdir. Orhun kitabelerinde bunlar"Dokuz O ğuz" adı ile anılmaktad ırlar ki, bu kay ıttan onlar ın, o s ıradadokuz boya ayrılmış oldukları anla şılmaktadır. H. IV /M. X. yüzyıldansonra Islam memleketlerine do ğru olan O ğuz göçleri artm ış, bunlararas ında islâmiyet yay ılmaya ba şlamış ; müslüman olan O ğuzlarasonralar ı Türkmen ad ı verilmiştir. İşte Büyük Selçuklu devleti, esas ını ,bu Oğuz kitlelerinden alan tamamiyle milli bir devlet olmu ştur. Selçukluhükümdarları, Seyhun havalisinden devaml ı olarak gelen göçebe O ğuzlarıdaima devletin bat ı hudutlarına sevketmek siyasetini gütmü şler, böylecekısa zamanda Kuzey Iran, Azerbeycan, Güney Kafkasya, Irak ve Halephavalisi, bütün Anadolu, türkle şmiştir. Daha sonralar ı Moğol istilâs ıda, do ğuda bulunan göçebe O ğuzlar' bat ıya sürmü ş, M.S. XIII. yüzyıldaTürkistan'dan kalkarak F ırat ve Diclenin yukar ı vadilerine hicreteden iki büyük Türkmen a şireti yani Akkoyunlu ve Karakoyunlularda, do ğu Anadoludaki O ğuz kesafetini art ırmışlardır.Selçuklu hanedan ına ad ını veren Selçuk, O ğuzlar!'" Üçok kolunamensup Kınıklar'dan Duk a k' ın o ğludur. Uygur devleti tebaas ı olanD uk ak, Hakan'a yakla şmağa muvaffak olmu ş, bu sayede o ğlu Selçukda ordu kumandanlığı (Suba şılık)'na kadar yükselmi ştir. Selçuk, bazısebeplerle hakandan şüphelendi ği için, adamları ve sürüleri ile birlikteSeyhun nehri kenar ındaki Cend şehri civar ına gelmi ş ve o s ırada Islami-60


yeti de kabul etmi ştir. S elçuk'un torunlar ı olan Tu ğrul ve Ça ğ r ı(veya Çak ı r) Beyler, Amuderya'y ı geçmi şler, kendilerine kat ılan veSelçuklu sülâlesinirt kurulu şundan sonra dünya tarihinde Selçukluad ı ile tan ınan O ğuzlarla birlikte, Horasan tamamiyle egemenliklerialtına almışlardır.1040 yıhnda Dandanakan sava şında Gazneli hükümdarıMes'ud'u yenmi şler ve böylece Selçuklu devletinin temeli at ılarakbatıya doğru zafer yollar ı açılmışt ı. O sıralarda şii Büveyhiler ile Fat ı -miler, halifeyi büyük bir bask ı altında bulunduruyorlard ı Samimi birsünni müslüman olan Tu ğrul Bey'in, büyük bir kudretle ortaya ç ıkışısünniliğin diğer mezhep cereyanlar ı üzerinde zafer kazanmas ına yardımetmiş ve bu hal, Abbasi halifeli ğinin 200 yıl daha ya şamas ınıtemin etmi ştir. 447 /1055 yılında Selçuklu Sultan Tu ğrul Bey'inBağdad'a girmesi ile halife ve sultan aras ındaki münasebetler tanzimedilmiş, halife, bütün dünyevi selâhiyetlerini sultana devrederek,kendisi sadece dini bir önder durumunda kalm ıştır. Tu ğrul Bey'inhalefleri Alp arslan (1063-1072) ve Melik ş ah (1072- 1092) zamanlar ındaBizans'a kar şı Malazgirt (1071) zaferi kazan ılarak, Anadolu müslümantürklere aç ılmış ; Mekke ve Medine de Fatimilerin elinden kurtar ılmıştır.1071 y ılı umumiyetle Anadolunun birbirleriyle atba şı giden,türkle şmesi ve müslümanla şmas ı olayının ba şlangıç tarihi olarak kabuledilir.Devlet idaresiKarahanl ılar'da oldu ğu gibi Selçuklularda da, devlet, hanedanmensuplarının müşterek mal ı sayıhrd ı. Bu sebeple devlet arazisi, k ıs ımlarabölünmü ş ve her k ısım, saltanat ailesinden birine verilmi şti TıpkıKarahanl ı'larda oldu ğu gibi hükümdarın yoksul halk ı beslemesi, şölenlertertip etmesi, de ğişmiyen bir âdetti. Tu ğrul Bey'in sofras ı, hersabah umuma aç ık bulundurulurdu.Devletin siyasi bünyesine bak ılırsa, idareleri alt ına ald ıkları başkadevletlerin hanedanlar ına da dokunulmadığı ve bunlar ın Büyük Selçuklusultanlar ına tabi (yasal) devletler haline getirildikleri görülür.Bu bakımdan şöyle bir =flama yapmak mümkündür:a- Büyük Selçukluların idaresinde bulunan devletlerden baz ıları,Selçuklu hanedan ına mensup kimseler taraf ından idare edilir. AnadoluSelçuklular ında olduğu gibi.b- Büyük Selçuklu Sultanl ığına bağlı bazı devletler de, Türk soyundanolan hanedanlar tarafından idare edilmektedir. Karahanl ılar,buna bir örnek olarak gösterilebilir.61


c- Selçuklulara ba ğlı diğer yasal devletlerin baz ıları da, Türkolmıyan hanedanlar taraf ından idare edilmektedirler.Büyük Selçuklularda devlet te şkilâtı, tamamiyle askeri mahiyetteidi. Saraylardaki hassa askerlerine maa ş verilirdi. Di ğer taraftan Selçuklular,islâmiyette de cari olan mukataa usulünce araziyi mukata'-alar halinde bölmü şler ve askerlere taksim etmi şlerdir ki, buna İktasistemi denilmektedir. Timar sahipleri, çiftçilerin emMkine asla dokunamazdı. Büyük Selçuklulardan sonra Anadolu Selçuklular ı ve Osmanlılar'dada ayn ı yol takip edilmi ştir.Selçuklu devleti, bir imparatorluk haline gelince, sultanlar ın debdebeside artm ıştır. Hükümdarlar, davul, boru ve sancaklarla ç ıkarlar,başları üzerinde çetr ta şıtırlardı. Bir mızrak üzerinde havada küçük birkubbe şeklindeki bu saltanat şemsiyesini, hükümdar ın yanında yürüyenbir adam ta şırdı. Büyük sultan ın sarayında günde be ş defa, ona tabiyarı ba ğımsız diğer Selçuklu sultanlar ının ordular ında ise üç defa nöbetçahnırdı Türk ordularında askeri mızıka bulunmas ı ve nöbet çal ınmas ı,Türklerin islâm'dan önceki devirlerinden kalma eski bir gelenektir.Batunlik ve Hasan SabbahSelçuklular devrinde sosyal birlik ve dayan ışmanın temini için dinivazifelerin yerine getirilmesine de önem verilmi ş ; her türlü e ğitim işleriniyürütmek üzere medreseler kurulmu ştur. Medreselerin kurulu şsebeplerinden birisi de, bu s ıralarda propagandas ını art ırmış bulunanBatmiliğe kar şı düşünce alan ında mücadele yapmak üzere insanlaryeti ştirmektir. Medreselerin nas ıl kuruldu ğu ve geli ştiği meselesinegeçmeden önce k ısaca, Batmilik esas ına müstenit bir İsmaili devletikurmu ş olan Has an S abb ah'a temas etmek gerekir. Daha önce gördüğümüzüzere ehl-i sünnet akidesi Selçuklular zaman ında ba şarıkazanmas ına rağmen, Has an S a b b a h' ın Batmili ğe müstenit bir devletkuracak kadar ileri gitmesi, Fat ımiliğin bir ba şarıs ı sayılmaktadır.Hasan S ab ah' ın men şei hakkında türlü rivayetler vard ır. Kendisibir taraftan Yemen hükümdarlar ı= mensup bulundu ğu Himyer kabilesinenisbet edilmi ş, diğer taraftan bu iddia reddedilerek, Horasanholduğu ileri sürülmü ştür.Rey'li olmas ı en kuvvetli ihtimaldir. Ba şlangıçtaoniki imam mezhebinde idi. Daha sonra Fahmi propagandas ına kap ılarakMusa Kaz ı m ve evlâtlarm ın imametini red ile, C a` fe r S acl ık'm oğluİ s m ail'i imam tan ıdı. Sonra 471 /1079 tarihinde M ısır'a gitti ve kendisiniiyi kar şılayan Fahmi halifesi M ust ans ı r nezdinde çal ışmaya ba şladı.Fakat bir müddet sonra veliahtlik yani Mu s t ans ır' ın iki ()Onudan hangisininyerine geçece ği meselesinde, Hasan Sabb a h' ın tuttu ğu taraf,62


daha zayıf olduğu için. 473 /1081 tarihinde M ısırdan kaçt ı. Bir müddetsaklandıktan sonra Iran' ın Taberistan, Kuhistan, Cürcan ve Toharistanbölgesinin da ğlık mıntıkalan halklar ı aras ında taraftarlar toplad ı. Bundansonra kesif bir propaganda faaliyetine giri şerek Kazvin civarındakiRadbar vadisinde yalçın kayalar üzerindeki Mamut kalesini de elegeçirdi. Buradan yeni bir davete giri şti. Bu davet hareketinin esas ınıte şkil eden fikirlere umumiyetle Batmilik ad ı verilmektedir. HasanS ab b ah'm taraftarlar ı ise buna "Davet-i Cedide" diyorlard ı. Onlaragöre, Kur'an ayetlerinin manalann ı tevil ve hadislerin manalanndanbamba şka sonuçlar ç ıkarmak imkan ı vardı. Inançlar ına göre, hertenzil'in bir tevili ve her zahirin bir hatun vard ır. Allah' ı tanımak vehakikata yani bat ına nüfuz etmek ak ıl ile mümkün değildir. Bu ancak,İmam-ı Masfun'un talimi ile kabildir. Bu duruma göre inanç saliklerinin,Has an S abb ah'a körü körüne ba ğlanması gerekiyordu. Bu şekildeMamut kalesinde Ismaililik temeline dayanan bir devlet kurmu ş olanHas an S ab b ah, etrafa sald ığı daileri yoluyla bir taraftan taraftarlar ınıartırmak istemi ş, diğer taraftan da dü şmanlar ına büyük bir korku salmıştır.Selçuklu hükümdan Melik ş ah zamanında ortadan kald ırılmasıiçin iki defa harekete geçilmi ş, yap ılan ilk mücadelede harekat ı idareeden Selçuklu komutanının eceliyle ölmesi, ikinci seferde de SelçukluSultan Melikşah' ın vefat etmesi, buna mani olmu ştur. Bu sebeplerleismaili devleti, Moğollardan Ilhanhlann kurucusu Hülâgü Han' ın zamamnakadar yaşayabilmiştir. Hülâgü tarafından 654 /1256'da Mamutkalesi ele geçirildiği zaman İlhanlılar, orada zengin bir kütüphane ileiçinde çok kıymetli astronomi aletleri olan bir rasathane bulmu şlardır.İlhanlı istilas ı ile ortadan kald ırılmış olmalarına ra ğmen, bunlarınSuriye kolu, mütevazi bir şekilde varh ğım devam ettirmi ştir. Bu günOrta Asya, Iran ve Hindistan'da bunlar ın kahnt ılarma raslanmaktad ır.Zamammızın ünlü A ğ a H an' ı, son Alamut şeyhi olan RüknettinHür ş ah' ın neslinden gelmektedir.Medreselerin aç ılmasından önceki öğretim ve eğitimMedreselerin aç ılmasmda bu Bat ıni propaganlanna kuvvet yerine,düşünce ile kar şı koyma arzusunun büyük etkisi olmu ştur. Medreselerinaç ılması ile ilgili olarak üzerinde durulmas ı gereken di ğer bir husus da,medreseler aç ılmadart önce Islam dünyas ında öğretim ve e ğitimin nedurumda olduğu meselesidir. Bilindi ği gibi, Selçuklular zamanındakurulmuş olan medreseler, daha sonra gelen müslüman devletleri tarafındanda kurulup geli ştirilmişlerdir. Osmanlı devletinin ba şlarındanitibaren de kurulmu ş, Fatih ve Kanuni zamanlar ında en parlak de- ,şamışlardır. Bu s ıralarda medreselerin ilk, orta, lise ve Üni- virlerini ya63


versite ö ğretimini kar şılamak üzere 12 dereceye ayr ıldığı görülür. İştebu konularda gerekli bilgileri vermeden önce Islam dünyas ında medreselerinkurulmas ından önceki ö ğretim ve e ğitim kurumlar ı üzerinde k ısacadurmayı faydal ı buluyoruz:Islam tarihçileri daha çok siyasi ve askeri olaylar üzerinde durmuşlar,fakat toplumsal konulara ve e ğitimle ilgili meselelere fazlaönem vermemi şlerdir. Öyle ki, Selçuklu veziri Niz a m ü '1- Mülk'ünyaptığı diğer i şler hakkında ayr ıntılı bilgi verdikleri halde, onun medreseleriaçm ış olmas ını sadece bir kaç sözle geçi ştirmişlerdir. Ayn ı sözüünlü S el âha d din Eyyubî için de söyleyebiliriz. Do ğrudan do ğruyae ğitimle ilgili risalelerde bile esas itibariyle ö ğretmen ve ö ğrencilerinkarakter ve görevleri üzerinde duran muayyen bir bilgi tekrarlan ıpdurmu ştur. 459 /1066-67 y ılı Islam e ğitimi tarihinde önemli bir dönümnoktas ıdır. Bu tarihten itibaren islâm dünyas ında medreseler geli şmeyeba şlamıştır. Ancak bu, bundan önce e ğitim ve ö ğretim yap ılmamışdemek de ğildir. Bu zamanlarda sadece e ğitimin belli bir yere hasredilmediğigörülmektedir. Medreselerin aç ılmas ından önce e ğitimin kitapç ıdükkanlarından saraylara kadar s ıralanabilecek de ğişik yerlerde yap ıldığıgörülür. Bu de ği şik kurumlar ı şöylece s ıralayabiliriz.1- KüttabKüttab, bir nevi s ıbyan okulu olup, islâmdan önce de var idi.Bildiğimize göre Süfyan b. Umeyye ve Ebu Kays b. Abdumenaf,okuma ve yazma sanat ını ö ğrenen ilk mekkelilerdir. Onlar ın ö ğretmeni,bu sanat ı Hire'de ö ğrenmiş olan hristiyan B i ş r b. Abdülmelik idi.Arabistan'da okuma ve yazma ö ğretimini bir meslek olarak kabul edenilk adam, Vadi el-Kura'da ya şıyan ve hem şehrilerinin baz ılarına okumave yazma ö ğreten oralı bir şahıstır. Böylece bu sanat ı ö ğrenen halk ınsayısı artt ı. Fakat bu çok yava ş oluyordu. Islâmiyet ortaya ç ıktığında,Kurey ş'den okur yazar 17 ki şi vardı. Islâmiyet okuma ve yazmay ı te ş -vik etmi şti. Bununla birlikte okuyup yazabilen ilk müslümanlar ın ço ğuHz.-i Peygamberin vahy kâtipleri olarak çal ışmışlardı. Bu sebeple uzunbir zaman için, okuma ve yazma ö ğretme i şini, müslüman olmayanlarüzerlerine alm ış görünmektedirler. Di ğer taraftan Bedr sava şındansonra baz ı esirler, müslümanlardan belli bir k ısmına okuma ve yazmaö ğretmek şartiyle serbest b ırakılmışlar ve bu, onların bir kurtulu ş paras ı(fidye-i necat) say ılmıştır.Okuma ve yazma için kullan ılan Küttab şeklindeki ilk örnek, ço ğuzaman ö ğretmenlerin evlerinde görülmektedir. Küttab ın diğer bir çe şidindeKur'an ve ilk dini bilgiler öğretilmekte idi. Baz ı yazarlar Küttab' ın64


u iki şeklini birbirine kar ıştırmışlardır. Mesela, P hilip p Hitti, bu konudaşöyle demektedir: " İlkokul demek olan Küttab' ın pro ğram ı okumametni olarak Kur'an üzerinde toplanm ıştır. Okumayla birlikte yaz ı daö ğretilmi ştir. Okuma ve yazma ile birlikte talebelere Arap dil bilgisi,Peygambere ait hikayeler ve hadisler de ö ğretilmekte idi". Buna benzerbir görü ş, Mısırlı Ahmet Emin tarafından da ileri sürülmü ştür. O daşöyle demektedir: "Baz ı Küttab'lar okuma ve yazma, Kur'an ö ğretmekiçin idi. Baz ılarında da lisan ö ğretiliyordu". Kaynaklardan anla şılıyorki,ilk devirlerde görülen Küttab' ın öğretmenleri hristiyanlar ve Bedrsava şı esirleri idi. Bu bak ımdan bu ö ğretmenlerin gerek Kur'an ile gereksedini konularla bir ilgileri olamazd ı ve müslüman olmayan bu ki şilerinbu dini konular ı ö ğretmeleri dü şünülemezdi. Daha sonraki devirlerde yaşamışüç önemli yazar, bize bu konularda ışık tutmaktad ır. Bunlardanbiri alan İ bn. Cüb e yr (öl. 614 /1217) 'e göre, bir çok yerlerde Kur'anö ğretmeni, okuma ve yazma ö ğretmenlerinden farkl ıdır. Ö ğrenci,Kur'an tilavetinden ayr ı olarak yaz ı dersi al ır ve böylece iyi bir el yaz ısıö ğrenirdi. Çünkü, yaz ı ö ğretmeni yalnız yaz ı ö ğretirdi". İ bn B at ut a(ölm. 779 /1377) da a şağı yukarı İ bn Cüb e yr'in görü şlerini tekraretmektedir. Bu konuda güvenebilece ğimiz üçüncü yazar, İbn Hald an(ölm. 808 /1405)'dur. O şöyle demektedir: "Yaz ı, Kur'an ve din ilebirlikte ö ğretilmez, ö ğretilen bütün sanatlar gibi okuma ve yazma ö ğ-retmek için de özel bir usal ve özel ö ğretmenler gerekir".2- Kur'an ve dini konular ın öğretildiği KüttabBatılı yazarlar, bu arada G old zih er, bu cins Küttab' ı islamın ilkdevirlerine kadar götürmek ister. Fakat o, üzerinde durdu ğumuz bu ikiKüttab aras ında bir ayırma yapmaz ve Kur'an ile dini bilgilerin ö ğretildiğiKüttab'dan söz ederken ilk Küttab'dan söz etti ğinin farkında de ğildir.Daha önce de söyledi ğimiz üzere ilk Küttab' ın sadece okuma veyazma ö ğrenme ğe ait bir yer oldu ğuna dair aç ık deliller vard ır. Sonuçolarak şunu söyleyebiliriz: İlk zamanlarda Kur'an ve dini bilgilerinö ğretildi ği bir Küttab yoktu. Çocuklara bu dini bilgiler, mesela Ali b.Ebi T alib'in ve Abdullah b. Abb as' ın yaptıkları gibi halkalarakat ılmaları suretiyle veriliyordu. Bu bilgileri de daha çok özel ö ğretmenlerveya çocuklar ın ebeveyni veriyordu. Denebilir ki, ba şlangıçtaçocukların bu bakımdan e ğitim ve ö ğretimi, ilk okul ü ğretmenlerinede ğil, velilere ve baz ı özel hamilere b ırakılmış durumdayd ı. Başlangıçtaçocuklar camilerin sükanet ve temizliğini bozar dü şüncesiyle onlaracamilerde ders verilmemesi uygun görülüyordu. Buna ra ğmen Küttab' ınözel yerlerde oldu ğu kadar camilerde, ya da camilere biti şik yerlerde65


çalıştığım görüyoruz. Ayr ıca tamamiyle ba ğımsız durumda Küttablarda bulunmaktayd ı. Küttablar ın en dikkate de ğer örneklerindenbirisi, Kûfe'de Ebu Kas ı m el-B elhi (ölm. H. 105/ M. 723) taraf ındankurulmuş olanıdır. Bellırnin 300 talebesi bulunmakta idi ve o talebelerikontrol için onların aras ında e şek ile dola şırdı. Bu vesileyle Küttabile cami aras ındaki münasebet bak ımından ünlü ŞafiVnin şu sözlerinibelirtmekte de fayda vard ır: "Annem beni önce Küttab'a gönderdi.Kur'an ö ğrenmeyi bitirdikten sonra da Cami'ye girdim".Bundan sonra İslam dünyas ında Küttab ve ö ğretmenlerin sayısıbirdenbire artt ı. Her köyün hazan birden fazla kendi Küttab' ı vardı .İslam yazarlar ından İ bn H a v k al, Sicilyayı ziyaret etti ği zamanPalermo'da 300 ilkokul ö ğretmeni saym ışt ı. O, aynı zamanda, bir Küttab'dabe ş ö ğretmen gördü ğünü de söylemektedir. Bu vesile ile birazda bu okulların programları hakk ında bilgi vermek faydah olacakt ır.Hz.-i Ömer zamamnda haziırlanan ve muhtelif müslüman memleket-lerine gönderilen bir programa göre, çocuklara, yüzme, ata binme,darb- ı meseller ve şiir ö ğretmek gerekmekte idi. Bilinen di ğer bir programagöre, çocuklara yaz ı, aritmetik ve yüzme ile birlikte babalar ınave kendi çocuklar ına olan vazifeleri ö ğretilmekte idi. Kur'an'ın ö ğrenmişolanlar, çocukların e ğitimi işini üzerlerine ald ıkları zaman Kur'anöğretimi, bu ilk bilgilerin mihveri oldu. Daha sonralar ı Kur'an öğretimiher şeyin önüne geçti. Kur'an'dan sonra biraz dil bilgisi, aritmetik vebiraz da şiir öğretmek suretiyle ilkokul dersleri kapamyordu. Bu anlattıklarımızprogramların genel karakterini gösterir. Muhtelif yerlerdebunlar aras ında bazı farklar olmas ı gerekti ği tabiidir. Nitekim İbnH al dûn, ünlü eseri Mukadelime'sinde "çocuklar ın ö ğretiminde türlüyollar" ba şlığı altında şu bilgileri vermektedir: "Çocuklar ın eğitimve ö ğretimine Kur'an ile başlamak dini' bir sembol haline gelmi şidi ve bütün müslüman memleketlerinde bu hususta bir anlay ışa varilmıştı.Fakat, mesela Mağrib'te Kur'an başlı ba şına bir konu halinde idi.Doğuda ve hatta Endülüste şiir, dil bilgisi ve yaz ı da bu ya şlarda ö ğretiliyordu.Bundan ba şka Endülüs'te yaz ı yazmaya en önemli bir konuolarak bakılıyordu. Afrikanın diğer yerlerinde de Kur'an'a çok önemveriliyordu. Han ım ö ğrencilere daha çok "Nur suresi" tavsiye ediliyordu".3- Saraylarda ÖğretimSaraylarda iki türlü e ğitim vardı . İlk şekli üzerinde şimdi duracağız.Bunun diğer şekli olan edebi salonlardan daha sonra söz edece ğiz.İslam dünyas ında ö ğretimin, ö ğrencinin gelecekteki mesle ğine göre66


de ğişik olmas ı gerekti ği tamamiyle anla şılmış durumda idi. Bu bak ımdanhalifelik veya hükümdarl ık saraylar ında ve Islam cemiyetinin ilerigelenlerinin saraylar ında bir cins e ğitim ve öğretim yürütülmekte idi.Bu e ğitim ve ö ğretimin diğerlerinden fark ı program ında idi. Zira saraye ğitiminin pro ğram ını baba çiziyordu. İlk ö ğretim ça ğından sonra dasarayda e ğitim devam etmekte idi. Buradaki ö ğretmenlere Müeddibdeniyordu. Saraydaki e ğitimin esas konular ı, genellikle biribirlerinebenzemesine ra ğmen, aile reisinin talimat ına göre pro ğramdan baz ıkonuların çıkarılmas ı veya baz ılarının eklenmesi mümkün oluyordu.Saray e ğitimi konusunda Fat ımiler daha ileri gittiler. Onlar zaman ındasarayda yüksek tabaka= erkek çocuklar ı için bir okul bulunmakta idi.Burada okuyan çocuklar, ilerde halifeye hizmet için yeti ştiriliyorlard ı .Bu yüzden müeddiblik vazifesi de itibar kazand ı. Bununla beraberkendilerini bir zühd hayat ına kapt ırmış olan bilginler, bu mevkie aslaitibar göstermediler. Bundan ba şka baz ı bilginler de, prenslere özel dersvermeyi do ğrudan do ğruya reddetmi şlerdir. Mesela halife Harun e 1-Re ş i d, Abdullah b. Idris'e, Me'mun'a özel olarak hadis dersi vermesinirica etmi ş, o da "e ğer M e'mun, di ğer talebeler aras ına kat ılırsabenim dersimi pekala dinleyebilir", cevab ını vermişti.4- Kitapçı Dükkanlar ıİslam kültür ve medeniyeti geli ştikten sonra önemli merkezlerdekitapç ı dükkanlar ı görülür. Bu dükkanlar ın sahipleri yalnız ticaret yapaninsanlar de ğil, aynı zamanda yüksek kültürlü ayd ınlardır. Bu bakımdandükkanları öğrenci ve bilginlerin topland ığı yerler olmu ştur. Ayrıca birçok kitaplardan halk ın yararlanmas ı için bu kitapçılar, istinsah etme,ço ğaltma i şini de yapm ışlardır. Bunlar ayn ı zamanda ö ğrenci ve bilginlereistedikleri kitaplardan faydalanma imkan ı haz ırlamışlardır. Meselaünlü yazar C ahi z'in böyle kitapç ı dükkaularında icab ında sabahakadar kapal ı kalmak suretiyle istedi ği kitaplar ı okumak ve istediklerindennot almak müsaadesine sahip oldu ğu söylenir. Bu kitapç ılar hakk ındabir misal vermek üzere, eserleri zaman ımıza intikal etmiş olan Fihristyazar ı İ bn el-Nedim (ölm. 385 /955) ve Yakut (ölm. 626 /1229)'unisimlerini anmak kâfidir.5- Bilginlerin EvleriEvlerde e ğitim ve ö ğretimin güç olaca ğına dair Kur'an'da birayetten bahsedilmesine ra ğmen belli şartlar alt ında da olsa evlerdeeğitim yap ıldığı da görülmektedir. Camilerin yap ılmas ından önce islamiöğretimin ba şlıca yeri evler idi. T ab e ri'nin nakline göre sahabedenel-Erk am' ın evi, Islam' ın başlangıc ında yeni dinin yardmas ı için bir67


merkez olarak seçilmi şti. Hz.-i Peygamber islâmm esaslar ını oradaaç ıklıyor ve bir çok kimse orada müslüman oluyordu. Bu türlü e ğitimve ö ğretim daha sonralar ı Hz.-i Peygamberin kendi evine ta şınmış ,sonraları camilerin yap ılmas ına ra ğmen bir çok müslüman evi, e ğitimmerkezi olmakta devam etmi ştir. Bu hususta bir örnek olmak üzere,gündüzleri idari vazifesiyle me şgul olan İ bn S in a'n ın ak şamlar ı evindebüyük bir toplulu ğa eseri Şifa ve Kanun'u okumay ı adet haline getirdiğini söyleyebiliriz.6- Edebi Salonlarİslam dünyas ında daha ilk dört halife devrinden itibaren bu türlütoplantılar görülür. Ancak onlar ın geli şerek İslam dünyas ına yay ılması,Abbasiler devrinden itibaren ba şlar. Bilindiği üzere halife, e l-Ma v er di'-nin de aç ıkladığı gibi, yalnız dünyevi bir lider de ğil, aynı zamanda manevibir rehber durumunda idi. Bu özellikleriyle halifenin, her konuda geni şbilgisi olması gerekirdi. İlk dört halifeye gerek özel, gerekse genel toplantılarda, ba şta dini konular olmak üzere her şey sorulmaktayd ı. Ayrıcabu halifeler, gerekti ğinde, Peygamberin di ğer ashabm ın görü ş ve tavsiyelerinemüracaat ederlerdi. Bu ilk toplant ılara herhangi bir kimse arzusunagöre kat ılabilir, isterse toplant ıyı terkedebilirdi. Bu toplant ılardahalifeye de ya sadece ad ı ile, ya da Emir el-Mü'minin diye hitap edilirdi.Toplant ıya kat ılanlar miitevazi bir sergi veya bazan da aç ıkta kuruyerde otururlard ı. Daha sonra görülen edebi salonlar, daha çok yabanc ıadet ve kültürlerin tesiri alt ında gelişmişlerdir. Bir defa bu salonlar,geli şmiş halleriyle mükemmel şekilde haz ırlanır ve buraya belli s ınıftankimseler al ınırd ı. Ayrıca bu toplant ılara kat ılan üyeler, belli zamanlardagelirler ve halifeler taraf ından kabul edilmi ş belli usüle göre yerlerinialırlard ı. Toplantıların kendine özgü bir adab ı vardı. Tartışmayı daancak halife açabilirdi. Fakat bir husus dikkati çekmektedir. Bu toplantılardakonu şulan konular daha çe şitlidir. M e s' drnin görü şünegöre edebi mahfeller, saraylar ın ortaya ç ıkışıyle ba şlamıştır. MeselaMu a viy e kendi saray ına zaman ın bilginlerini toplar, onlarla araptarihi, araplar ın türlü sava şları ve bu arada yabanc ı kırallar ve onlar ınidareleri hakk ında konu şur, tart ışmalarda bulunurdu. Bu gelenek, di ğerEmevi halifeleri tarafından devam ettirilmi ştir. Halife Ab d ülmelik'inde özellikle şairleri davet ederek bu türlü toplant ılar yaptığı bilinmektedir.Bu adet, Abbasilerden Ebu C atfer el-M an sur taraf ından dataklit edilerek devam ettirilmi ştir. Edebi mahfellerin en geli şmi ş bulunduğudevir, Abbasiler zaman ıdır. Abbasiler devrinde yaln ız halifelerinsaraylarmda de ğil, vezirlerin saraylar ında da bu türlü toplant ılar yap ıldığıgörülmektedir. Toplant ılar, devrin refah ve kültür seviyesini ak-68


settirecek bir mahiyet göstermektedir. Ünlü halife Harun el- R e ş i ddevri, bu bakımdan cidden dikkate de ğer. İyi yeti ştirilmiş bir kimseolan halife Harun el-Re ş id'in huzurunda şiir yarışmalar ı, dini tartış -malar, edebi konu şmalar yap ılırd ı. Harun el - R e ş id'in meclisinde bulunanlarhakk ında bir fikir vermek üzere mesela şair Ebu Nuv as, Müslimb. Velid, Abbas b. Ahnaf, müzisyen Musullu İ brahim veoğlu İ shak, dilci Ebu Ubeyde, ünlü vaiz İ bn el-Semmak ve tarihçiel- V akidî gibi adlar ı saymak yetecektir. Harun el-Re ş id'in huzurundaenteresan tart ışmalar olmu ştur. Bir örnek olmak üzere gramerci el-Kis arnin ilahiyatç ı Ebu Yusuf ile olan tart ışmalar ı söylenebilir.Bu tart ışma esnas ında gramerci el-Kis ai, gramer kaidelerini kullanmaksuretiyle baz ı teolojik meseleleri halletmi ş ve bir çok hukuki sorulan dacevapland ırmıştır.Bu zamanda ayr ıca ünlü Yahya b. H alid'irı feylesof ve ilahiyatçılariçin serbest konu şmalar düzenlemekte oldu ğu da bilinmektedir.Halife Me'mun zaman ı da, bu bak ımdan üzerinde durulma ğa de ğer birdevirdir. Çünkü Halifenin kendisi de, bir bilgindi. B't ı bakımdan meclisinetoplad ığı arkada şlarının, zaman ın en ünlü bilginleri olmas ınadikkat ediyordu. Onun saray ında bilginler, müfessirler ve bilhassamütercimler itibar görüyorlard ı. Sarayı, o zaman ın medeni say ılandünyas ının her tarafından, her dinden ve her milletten bilim ve edebiyatadamlariyle, şairlerle dolmaktayd ı. Bu zaman ın ba şlıca tart ışmakonusu bilindi ği üzere Kur'an 'ın mahlak olup olmamas ı meselesi idi.Bu mesele Mutezili doktrini mümessilleri taraf ından ortaya at ılmıştı .Zamanın bütün ünlü ki şilerinin Me'mun'un saray ında bu meseledeortaya ç ıkan ba şlıca iki görü şten bir tarafı tutmak suretiyle tart ıştışmalarakat ılmış oldukları bilinmektedir.İslam dünyas ında ba ğımsız, ya da yar ı ba ğımsız küçük hükümdarlıklarortaya ç ıkınca bu yeni hükümdarlar da, bilim ve sanat ın koruyuculuğunuyapmak hususunda mevcut gelene ği devam ettirdiler ve busuretle bundan sonra kurulan saraylar da zaman ın birer kültür merkezihaline geldiler. Bu saraylar adeta bugünkü üniversitelerin yaptığınıyap ıyordu denebilir. Bu hususta da bir çok örnekler verilebilir.Bu bakımdan Hemdanilerden ünlü S e yfü' d-D evle'nin Halep'tekisaray ından ve kısa bir zamanda burada Arap edebi gelene ğinin nas ılgelişme imkan ı bulduğundan söz edilebilir. S eyfü' d-D e vle'nin. bilimve edebiyat adamlar ına gösterdiği yakın ilgi ve cömertlik zaman ınbir çok ileri gelen bilginlerinin onun saray ında toplanmalarına sebepolmu ştur. Ünlü filozof F ar abrnin eserlerini S eyfü ' d-D e vle'nin sarayındayazd ığı bilinmektedir. Bu yeni merkezler hakk ında di ğer69


önemli bir örnek de Gazneli Mahmud'un saray ıdır. Mahmut da etrafındazaman ının bilginlerini toplard ı. Onun saray ında bulunanlarhakkında bir fikir vermek üzere tarihçi Utbi ve tan ınmış bilgin Bir aniile ünlü şair F ir de vs i'nin isimlerini anmak yetecektir. Selçuklulardevrinde Gaz al ı'nin de Selçuklu veziri Niz amü'l-Mülk'ün huzurundayap ılan bir tart ışmada ba şarı gösterdikten sonra Ba ğdad'dakiNizamiye medresesine müderris tayin edildi ği bilinmektedir.Büyük Selçuklu devleti zaman ında görülen bu türlü toplant ılar,Selçukluların tali dereceden kollar ı olan devletlerde de görülmektedir.Mesela Selçuklu Atabeylerinden Nurettin Z en gi'nin saray ında da bilginler,fikir adamlar ı toplan ıyorlard ı. Bu bilginler, yaln ız o memleketdeolanlar de ğildi. Ba şka memleketlerde ya şıyanlar da davet ediliyorlar vehimayeye alm ıyorlard ı. Bu durum Anadolu Selçukluları devletinde de görülmektedir.Daha önce M ıs ır'da Tuluno ğulları, Ihşıtlar (Ah şitler) zamanındada görülen bu gelenek, Fat ımiler ve Eyyubiler devirlerinde de devametmi ştir. Ih şıtlar devrinde edebi salonlar ın seçkin bir simas ı olarakünlü şair Mütenebb ı'yi zikredebiliriz. Bu konuda Fat ımi halifelerinindaha ileri gitti ği görülmektedir. Bu zamanda e ğitim ve ö ğretim içinmuntazam kurumlar kurulmu ş, bu kurumlarda görevli mant ık, fıkıh,matematik ve fizik bilginlerinin kendilerine özgü cübbe (hil'at) lerinigiyerek yapt ıkları tart ışmalar ı, halifeler bizzat yönetmi şlerdir. Bu arada(403 /M. 1012-13) tarihlerinde yap ılmış bir tart ışma sonunda görüldü ğüüzere tart ışmaya kat ılanlara muhtelif mükafatlar ve hil'atler da ğıtılmıştır. Eyyub ıler devrinden sonra Meml'ûkler devrinde de edeb ı salonlar,faal bir durumdayd ılar. Bu salonlarda yap ılmış olan tart ışmalar, Dr.Abd el - Vahhab tarafından Mecalis el -Sultan el-Guri (Gayri) adıalt ında yayınlanmışt ır.7- Bilim ve eğitim aracı olarak çölArapça, islâm'dan önceki araplar ın bilim ve kültür arac ı idi. Arapçayaverilen önem, Islam devrinde de devam etti Çünkü Hz.-i Peygambersaf bir arap ailesindendi ve Kur'an- ı Kerim de arapça idi. Islâmiyetir ıBizans ve Iran istikametinde ilerlemesini arap dili de takip etti. Islam ınzaferi, adeta arapçan ın bir zaferi oldu. Arap dilinin bu şekilde geni ştopraklara yay ılmas ı, lisamn bozulmas ı gibi bir sonuç verdi. DahaHz.-i Ömer devrinden itibaren araplar ve yabanc ılar aras ındaki münasebetlerçok s ıkla şmıştı. Islam imparatorlu ğunun merkezleri olan Medine,Şam ve Ba ğdad şehirleri kozmopolit şehirler haline gelmi şlerdi. AyrıcaKfıfe ve Basra gibi şehirlerde islamiyeti kabul etmi ş Iranlı harp esirlerininya şadığı görülüyordu.70


Şehir, kasaba ve köylerdeki bu kar ışmalar yan ında her yıl muhtelifırklara mensup hac ılar, kutsal yerleri ziyaret ediyorlard ı. Bütün buyabanc ıların, arap dilinin karışık kaidelerini anlamalanna imkân yoktu.Bunun sonucu olarak yeni ve k ırık (melez) bir arapça ortaya ç ıktı. Bilhassamuhtelif ırklardan tüccarlar yanl ış bir arapça konu şuyorlardı .İ bn K ut e y b e'nin Uyun el-Ahbar adlı eserinde bildirdi ğine göre,bir gün bir bedevi, do ğru dürüst arapça konu şamıyan bir takım tüccarıgörünce kendini tutam ıyarak, "aman Allah ım bu adamlar, bu kadarhatalı konuşmalarına rağmen geçimlerini sa ğlayacak paray ı kazanabiliyorlar"demi şti. Yanlış konu şmanın ve konu şurken yap ılan hatalar ın,yüzdeki çiçek bozuklu ğundan daha çirkin say ıldığı da olmu ştur. Bütünbu olayların sonucu olarak do ğru dilin vatan ı olarak yabanc ıların ilgisiniçekmiyen çöller kalmıştır. Çöldeki bedeviler, hem saf arapl ıklarını,hem de dillerini korumu şlardır. Bedeviler, bu bak ımdan olan üstünlüklerinianlamışlar, şehir ve kasabalara giderek dil ö ğretmenleri olmu ş-lardır. Ünlü İ bn e 1-Nedim, bu mesle ği benimsemiş bedevilerin tambir listesini vermektedir. Halife el- Velid, zalim Hacca c, EbuHanife, arapça konu şurken hata yapanlar aras ındadırlar. Do ğruarapça ö ğrenmek istiyenler, ya şehre inmi ş olan bir bedevinin etraf ınatoplanmak, ya da varl ıklı iseler, çöle gitmek suretiyle bu konudakieksiklerini tamamlıyorlardı. Halife V elid, bir bedeviden ders almadığıve çöle de gitmedi ği için yanlış konuşmasını düzeltememi ştir.Abbasilerden Mu` t as ı m, ünlü İ mam Ş afii, düzgün konu şmayı ö ğ-renmek için çöle gitmi şlerdir.8- Camilerİslam ö ğretim ve e ğitiminin ba şlıca yeri camilerdir. islâm ın ilkdevirlerinden itibaren camilerde halkalar meydana gelmeye ba şlamışve bu bugüne de ğin sürmü ştür. Camiler, asl ında ibadet için yap ılmışlardır.Ancak ilk günlerden itibaren büyük ölçüde dini bilgilerin ö ğretimi için dekullanılmışlard ır. Camilerin kurulmas ı hakkında ba şlıca iki görü ş vardır:Bunlardan birine göre, camilerin yap ılmas ında komşu kavimlerin manastırveya kiliselerinin etkisi olmu ştur. Daha çok kabule de ğer olan ikincibir görüşe göre ise, camilerin yap ılmasuı.da, arapların eski dini kutsalyap ılarının etkisi olmu ştur. Beyt el-Haram, genellikle Allah' ın evi sayılıyor,bütün dini ayinler orada yap ılıyordu. Oras ı, ister putperest olsun,ister muvahhid bulunsun, bütün araplar için kutsal bir yerdi. islâmiyet,bu durumu de ğiştirmemi ş, korumu ştur. İ bn Hi ş a m' ın kaydına göre,Hz.-i Peygamber, hicret ederken, buraya bakm ış, "Allah adına söylerimki, sen, benim dünyada en çok sevdi ğim, aynı zamanda Allah' ın da budünyada en çok sevdi ği bir yersin" demi ştir.71


ibn Hi ş am ve T a b er rnin bildirdiklerine göre, Hz.-i Peygamber,Medine yolunda ilk mescidin yap ılması için emir vermi ştir. Bu, Kubamescididir. Ancak B ela z ur I, ilk mescidin "muhacirin" taraf ındanyap ılmış olduğunu söylemektedir. Konumuz, ilk mescidin nas ıl ve nezaman yap ıld ığını incelemek de ğildir. Bizi burada ilgilendiren, Medine'deyap ılmış olan ilk mescidde Hz.-i Peygamberin, dini ve dürlyevi konulardacemaat ı aydınlatmış olmas ıdır. Daha ilk günlerden itibaren cami,bir nevi siyasi toplant ı merkezi, adalet saray ı, e ğitim ve ö ğretim kurumuolarak görünmektedir. Tabii bütün bunlar ın üstünde olarak bir ibadetyeridir. Bu sebeplerle Islam' ın yayıldığı her yerde bir cami yap ılmas ızorunlu olmu ştur. Ayrıca Halife m e r'in, Basra, Suriye ve M ısırvalilerine cuma namaz ı için birer cami yapt ırılmas ını emretti ği bilinmektedirCumalar için yap ılan camilerden ba şka her toplulu ğun, hattaher kabilenin kendilerine birer cami yapt ırmaları tavsiyesinde bulunulduğuda görülür. Böylece camiler ço ğalmıştır. Yakubî , H. III. / M. IX.yüzyılda Ba ğdad'ta 30.000 cami sayd ığını iddia etmektedir. Bildi ğimizgibi gerek cami içinde ve gerekse cami d ışında Hz.-i Peygambere birtakım sorular sorulurdu. Ölünce, ayn ı şekilde ashaba da sorular sorulduğugörülmektedir. Gerek Hz-i Peygamber, gerekse di ğerleri camideotururlar, etraflar ında halka olan halk ı aydınlatırlardı. Hz-i Peygamberidinliyenler, i şittikleri hadisleri üç defa tekrar ederek ezberlerlerdi.Bu toplant ılarda bilimin gerekliliği üzerinde de durulurdu. Buna "talebu'l-ilm"denilmekte ve bilhassa tavsiye edilmekte idi. Bu konulardayeti şmiş hocalara da "Rabbaniyun" denilmekte idi. Zaten ilk nazaribilim araştırmaları, hadislerin bir araya getirilip s ıraya konulmas ısuretiyle ba şlamış bulunuyordu. Zamanla mevcut bilimlere yenilerieklendi; cami de ba şlıca öğretim yeri olmakta devam etti. İlk günlerdenitibaren dikkati çeken bir husus da, camilerde daha çok halk ı iyiliğete şvik eden konu şmalar ın yer almas ıydı .Medreselerin aç ılmasını zorunlu kılan sebeplerMedreselerin aç ılmas ı hakkında bilgi vermeden önce şu hususlaradokunmak gerekir. Üzerinde durulacak ilk konu e ğitim ve ö ğretiminneden camilerden okullara geçti ğidir. Islamın ortaya ç ıkışında"' beriöğrencilerin sayısı gittikçe artt ı. Bunların te şkil ettiği topluluklar daçoğaldı. Bu hal camilerde muntazam ibadete mani oluyordu. MeselaFat ımiler tarafından kurulmu ş olan el-Ezher gibi bir cami, cuma namazlarıdışında tamamiyle bilimsel çah şmalar için kullamlıyordu. Camiler,esas itibariyle ibadet için kurulmu şlardı. Ayrıca konular üzerindetartışmalar ç ıkıyor ve sessizlik içinde bulunulmas ı gereken camide, bu72


yerine getirilemiyordu. Bu şartlar alt ında camiden medreseye geçi ş zorunluve tabii idi. Bu konuda Von K r e m er şöyle demektedir: "Biliminilerlemesi ve yeni bilgilerin kazan ılmas ı, bir tak ım insanlar ın soyut bilgiyoluyla geçim sa ğlamas ını zorla ştırmıştı. Bu şekilde bilgi kazanmak isteyeninsanlara, daha geni ş imkanlar sa ğlamak ve bilimsel çah şmalarınısürdürebilmek için burslar temin etmek üzere medreselerin kurulmas ızorunluydu."Üzerinde durulacak ikinci konu, cami ve medrese aras ındakifarkt ır. Bu fark, biraz müphem gibi görünür fakat medreselerin dersleritakip bak ımından camilere göre daha elveri şli bulunduğu açıktır.Medreselerde bu günkü s ınıflara kar şılık olan eyvanlar bulundu ğu gibi,bunun yanında ikamet edilecek k ısımları da vard ı. I b nu'l- Acemişöyle demektedir: "Nurettin Z en gi, Haleb'i ald ığı zaman, oradabulunan el-Sarracin camiini bir medrese haline getirdi ve hemen bireyvanla ikamet edilecek yerler ekletti". Üzerinde durulacak üçüncünokta, medreselerin neden daha çok dini çal ışmalara yöneldi ğidir.Gerçekten bu okullarda dünyevi konulara ait muhtelif bilim dallar ıyerine, daha çok dini ara ştırma ve çal ışmalar te şvik edilmiştir. Sonuçolarak da bu medreselerin büyük ço ğunluğunun Ş afii, Hanefi, M alikive H anb eli adlar ı ve bunlar ın fıkıhlariyle s ıkı bir ilgisi vardır. Bu s ıkıilginin nedenleri, zaman ın ortaya ç ıkardığı baz ı ihtiyaçlard ır. Bilindiğigibi bu s ırada Irak, Suriye ve M ısır, Büveyhi ve Fat ımi idaresi altındaydı.Bu iki hükümdarlık sülâlesi, şii idi. Bunlar yapt ıkları propagandalarlaşiîliğin yayılmas ına çalışmışlardır. Bu iki sülâlenin ortadan kalkmas ındansonra gelen sünni Selçuklular ve Eyyûbiler, halka gerçek iman ı ö ğretmekdüşüncesiyle medreseleri kurdular. Bu bak ımdan medreselerde dahaçok dini konulara önem verilmesi tabii idi. Bununla birlikte sünniakidenin zaferiyle laik (1a-dini) ara ştırmaların da tekrar eski öneminikazandığını görüyoruz. Mesela e 1- Mu s t an s ı r (ölm. 640 /1242), kendimedresesi "El-Mustansiriyye" de t ıp üzerinde dersler vermesi için mahirbir hekimi tayin etmi ştir. O, ayn ı zamanda, bu hekime ve ondan dersalan öğrencilerine t ıpkı fakihlere ve onlar ın ö ğrencilerine verildi ğimiktarda, ücretler ve burslar verilmesini emretmi ştir.islâm dünyas ında medreselerin kurulu şu25 Muharrem 447 / 26. IV. 1055 tarihinde Ba ğdad' ın Selçuklulartarafından alınmas ı, şiiliğe kar şı yap ılan mücadelede bir dönüm noktas ıidi. Büveyhilerin savundu ğu şii inanç, bundan sonra Ba ğdad'ta geli şmeimkanı bulamadı. Selçuklular ın sünni dü şünüş sistemiyle şiiliğe kar şıyaptıkları mücadelede izlenen yol, bir kar şı propaganda mahiyetinde idi.73


Selçuklulara göre halk, gerçek dini ö ğrenmeli idi. Bunun için de, heryerde okullar aç ılmalıydı. Bu fikir, sülâlenin iktidara geli şinden kısabir müddet sonra 458 /1092 tarihinde, önce Alp arslan' ın. sonra daMelik ş ah' ın veziri olan Ni z amü'l-Mülk taraf ından uygulama alanınaç ıkarıldı. Ni z amü'l-Mülk, Ba ğdad'da, Ni şabur'da ve di ğer birçok şehirlerde, daha sonra kendi ad ıyla anılan medreseleri kurdu.Aynı maksatla daha sonralar ı da yeni medreseler kurulmakta devametti. Fakat Ni z amül-Mülk'ten sonra, bu konuda, üzerinde durulmas ıgereken önemli bir isim olarak Şam'da ilk defa medreseler kurmu ş olanNureddin Z en gi'nin ad ını anmak gerekir. Nureddin, 541 /1146'daiktidara gelmi ş ve 569 /1173-74 de ölümüne kadar idaresindeki bir çokşehirlerde medreseler kurmu ştur. Medreselerin M ısır'a geçi şi Eyyubilerdevrinde olmu ştur. Nureddin'in çal ışmalar ı, ba şka hükümdarlara,prens ve hatta i ş adamlar ına da örnek olmu ş ve onlar da, gerek medreselerkurmak ve gerekse e ğitim faaliyetlerini himayelerine almak suretiylebu çal ışmalara kat ılmışlardır.Bir müslüman yazar ı, Ni z amü'l-Mülk tarafından kurulan medreselerino zaman bütün dünyaca me şhur oldu ğunu ve bu faaliyetlerinköylere kadar götürülerek böyle bir okulu olm ıyan hiç bir köyün kalmadığınıyazmaktad ır. Diğer taraftan tarihçi İ mad el-Din e l- Isfah ani,"N i z amü'l-Mülk, herhangi bir kasabada bilgin birini bulursa onunö ğretimde bulunmas ı için hemen bir medrese kurar ve bunun için gerekliher türlü malzeme ile birlikte kitaplar ı da temin ederdi" demektedir.Bu türlü ifadelere bir çok kaynaklarda rastlamak mümkündür. Meselâünlü el- S u b ki, N iz amü'l-Mülk'ün tam te şkilâth bir şekilde medresekurmu ş olduğu şehirlerin listesini vermektedir. Bu şehirlerin ba şındaBağdad, Belh, Ni şabur, Herat, Isfahan, Basra, Merv, Musul (Mavs ıl) gelmektedir.el-Subkî , Nizamü'l-Mülk'ün Irak ve Horasan' ın hemenher kasabas ında bir okul in şa ettirdi ğini de sözlerine eklemektedir. M ıs ırlıAhmet Sh al a b y'nin "History of Muslim Education" adlı eserinde gerekNureddin tarafından Suriye'de ve gerekse daha sonra Eyyâbiler zamanındaMısır, Kudüs ve Şam'da kurulmu ş olan medreselerin listeleri bulunmaktadır.Bu listelerde medreseleri kuranlarm ad ve mevkileri ve bunlar ınmedreseleri kurduklar ından söz eden kitaplar ın adlarını da bulmak mümkündür.Bu medreseler aras ında en önemlisi Şam'da, Nureddin taraf ındankurulmuş olan, El-Nuriye el-Kübra ad ını ta şıyandır. Bu medreseNureddin tarafından 563 /1168 tarihinde kurulmu ş tur. Fakat medreseninNureddin de ğil de, daha sonra İ smail b. Nureddin tarafındankuruldu ğunu ileri süren yazarlar da vard ır. Bu konuda ileri sürülen deliller,pek inand ırıc ı görünmemektedir. Gerçekte ise sadece Nureddin'in74


mezarının medreseye ilâvesi, İ smail zaman ında olmu ştur. Bu medrese,Şam'da Ümeyye camiinin yakla şık olarak yarım mil güneyindedir.Yukardan beri hakk ında bilgi verdiğimiz Selçuklu medreselerindehem dini, hem de be şeri (humaniter) ilimler tedris edilmi ş, öğretimüyeleri ve ö ğrencilerin her türlü maddi ve manevi konforu temin edilmiştir.Böylece Selçuklular zaman ında Pamir'den M ıs ır'a kadar gerekmanevi birlik, gerekse arazi bütünlü ğü gerçekle ştirilmek suretiyle islâmiyetebüyük hizmette bulunulmu ştur. İman el-Haremeyn. E b u'l-Me` ali Cüveyni (ölm. 487 /1094) ve me şhur Gazali (450 /1058-505 /1111) gibi büyük bilginlerin yetişmesi de, Selçuklular devrine rastlamaktadır.Selçuklu hükümdarlar ı bunlara hürmet göstermi şler, kendilerine genişimkanlar sağlamışlard ır. Bunlardan Sultan S en c e r'in çok iyi muameleetmi ş olduğu Gazali, o zamana kadar cari olan, felsefenin her dediğinikabule yahut da redde mütemayil olan iki z ıd görüşten, ikisinin deyanlışlığın ortaya koymu ş, onunla, dini akidelere ayk ırı felsefi bahislerinreddi meselesi, İlm-i Keletm'a girmi ştir. Ancak, zamanla kel:amda, felsefeden farks ız bir hale gelmi ştir.Türkmenlerin dini anlay ışlarıSelçuklu sultanlar ı, islâmi siyaset bakımından sünnili ği savunmalarınara ğmen, göçebe Türkmenler, zahiren İslâmiyeti kabul etmekleberaber, eski milli geleneklerin tesiri alt ında idiler. Onlar, İslam fakih-'erinin, kendilerine çok kar ışık ve s ıkıntılı gelen vaazlar ından ziyadekendi Kam ve Ozanlarm ın telkinlerine tabi idiler. Maveraünnehir veİran'a gelmezden önce, H ıristiyanl ık, Budizm, Mazdeizm, Maniheizm gibimuhtelif itikad sistemleri ile temas etmi ş olan Türkmenler, daha islamiyetinilk as ırlarında bile, kendi geleneklerine uyan bir tak ım batınicereyanlara da kar ışmışlard ı. islamiyet de dahil bu yabanc ı ve muğlakitikad sistemlerinin göçebe Türkmenlerin eski geleneklerinin yerinitutamıyaca ğı tabii idi. Islam fakih ve mütekellimlerinin mant ıki vefelsefi görü şlerini anlıyamıyan göçebe Türkmenler, ıslandyetin kendianladıkları ve geleneklerine uydurduklar ı bir şeklini kabul ettiler.Bunların, Türkmen geleneklerine şeriat hiikümlerinden çok daha uygungelmesi, bat ıya gelen Türkmenler aras ında bu inançlar ın yayılmasınayard ım etti. Göçebe Türkmen hayat ında büyük bir yeri olan kad ınların,fakihler tarafından bu mü şterek hayat ın dışına ç ıkarılmak istenmesi,eskiden beri kad ınlarla birlikte tertip edilen sazl ı, sözlü şölenlerinyasaklanmas ı ; oruç, namaz, hac gibi göçebe hayat ı ile telifi pek az kabilolan bir takım sıkı hükümlerin varlığı, Türkmenlerin ilgisini çekmektenuzakt ı. Tam bu s ıralarda islânı aleminde tasavvuf cereyan, etkili75


olma ğa ve her tarafta sûfi zümreleri te şekküle ba şlamıştı. Bunlar, ayn ızamanda faal bir misyonerlik i şine de girişmi ş bulunuyorlardı . İşteTürkmenler aras ında bu zamandan itibaren görülme ğe ba şlıyan "baba","ata" lakabh sûfiler, eski Kam'lardan kalma bir kutsall ık havas ıiçinde faaliyet göstermekte idiler. Garip k ıyafetleri, a ğızlarda dola şankerametleri, meczubane ya şayışları ile eski Kam'lar ın hat ıras ını islamibir renk ve şekil alt ında ya şatan bu babalar, Türkmenlere, onlar ınanlıyaca ğı bir dil ile, islamiyetin, onlar ın eski geleneklerine uyan, sade,süfiyane bir şeklini telkin ediyorlard ı. Daha sonra Anadolu'da da görülecekbir çok dini-siyasi olaylarda ve bu günkü Anadolu alevilerinin dinianlayışlarında bu noktalar ı teyit edecek bir çok hususlar bulunmaktad ır.Eski Türk dini hakk ında da ara ştırmalarda bulunan Ziya Gökalp'egöre, eski Türklerin zahiri ve akli bir din sisteminin yan ında, bir debatıni ve s ırri, diğer bir din sistemleri daha vard ı ki, bu, gizli bir tak ımte şkilata malikti. İlk sistemin mümessilleri "Toyun"lar, ikincinin ise"Şaman = Kam" lar idi. Daha sonralar ı fakiller ile baba'lar aras ındagörülen z ıddiyetler gibi bunlar aras ında da z ıddiyetler vard ı. GerekZiya Gökalp, gerekse Fuat Köp rülü, Türkmenler aras ındakis ırri bir tak ım tarikatlar ın varlığını bu eski gelene ğe ba ğlamaktadırlar.Ancak i şaret etmek gerektir ki, Gö k alp' ın, "Toyunizm" ad ınıverdi ği din, Budizm'den ba şka bir şey de ğildi. Diğer taraftan Uygurlararas ında eski Totemizm ve Maniheizm kal ıntılarının, şii inançlarla kar ışması bahis konusu oldu ğu gibi, H. IV. / M. X. yüzy ıl ba şlarından itibarenbir kıs ım Türkler de Fuat K öprülü'nün belirtti ği üzere Hz.-i Ali'yi"mabud" tanımışlard ı. Bunun eski Türk paganizminin müfrit şii inançlar ıiçinde devam etmi ş olmasiyle açıklanmas ı mümkündür. K öpr ülü'yegöre, burada eski "Gök-Tanr ı" yerine "Hz.-i Ali" ikame edilmi ştir.R a dl off'un ayr ınt ılariyle tasvir etti ği eski Türk Kam'lar ının davranışları,kiyafetleri, ve vecidli rakslariyle "Kalenderiye" tarikine mensup birtakım Türkmen babalar ının hareketleri aras ında aç ık bir benzerlik görülmektedir.Yesevilik ve daha sonraki Bekta şilik ve Mevlevilik gibi Türk-Islam tarikatlerinde görülen zikir ve sema` , Türklere has bir özellik olup,eski Türk Kam'lar ının rakslar ından. kalmad ır. Bilindiği üzere ilk as ırlardaehl-i sünnet ülemas ı tarafından iyi kar şılanmıyan stifiler, E b u'l-Kas ı m Ku ş e yri (ölm. 465 /1072-73)'nin sufîli ğin , ehl-i sünnet akidesineaykırı olmadığını göstermek için yapt ığı çalışmalardan ve bilhassaGazali (505 /1111)'nin eserlerinden sonra Islam kamu oyunda hürmetkazanmaya ba şladı. Glemadan baz ılarının şeyhlere intisab ı, hükümdarlarmtekkeler yapt ırarak bu ceryana kap ılmaları, bu hareketi te şviketti. H. IV /M. X. yüzy ıldan ba şlayarak yava ş yava ş H. VI. / M. XII.76


yüzyıla kadar te şekküle ba şlıyan tarikatlar, daha sonraki yüzy ıllardaçoğal ıp kuvvetlendiler. Bu zamanlar ise, Türklerin, Islam tarihi içindeen faal olduklar ı devirler idi.Horasan, sûfilik ceryan ının ba şlıca merkezlerinden biri olmu ştu.Bu ceryan ın buradan Türkistan'a geçti ğini görüyoruz. H. IV /M. X.yüzyıldan itibaren Buhara ve Fergana'da şeyhler ço ğalmaya ba şlamış -tı. Böylece sûfîlik , Türkler aras ında yay ılmaya ba şlamıştı Buhara veSemerkand'dan bir çok fedakâr dervi şin göçebe Türkler aras ında bufikirleri yayd ıkları görülüyordu. Kendilerine ilahiler, şiirler okuyan,Allah r ızas ı için iyilik yapan bu dervi şleri, Türkler, eskiden dini birkudsiyet verdikleri Ozanlara benzetiyorlar ve onlar ın dediklerine inanıyorlardı.Böylece eski Ozanlar ın yerini "ata" veya "baba" ad ı verilendervi şler alıyordu. Ashab'dan olarak gösterilen "Arslan baba" ile menkibeyegöre islamiyeti anlamak maksadiyle Arap yar ımadas ına gelerekEbubekir ile görü şen ve islamiyeti kabul eden "Ozanlar piri" ünlüKorkut At a, i şte bunlardan kalma bir hat ırayı ya şatmaktad ır. Fakatbu ilk sûfilerin en ünlüsü, kendi ad ına izafetle Yeseviye (Yesevilik)tarikat ım kurarak hat ıras ı Orta Asya, Azerbeycan ve Anadoluda yüzyıllarboyunca ya şıyan Hoca Ahmed Yes e vi'dir. Gerçekten Islamiyetinyeni bir anlay ışı demek olan bu harekette Türkistan'da Sayram'da1050 s ıralarında do ğan Yes e vi'nin rolü büyük olmu ştur. Yesevi,büyük bir mutasavv ıf ve Bekta şilik, Mevlevilik, Nak şbendilik vb.gibi baz ı Türk tarikatlerinin mübe şsiri idi.Yesevi, Buhara medreselerinde okuduktan sonra Şeyh YusufHem ed ani (440 /1048-535 /1140-41)'ye intisap etmi ş, onun üçüncühalifesi olmu ştu. Yesi'ye dönerek Yesevilik tarikat ım kurmu ştur. Osıralarda Selçuklu Sultan S e n c e r ölmü ş, Harezm şahlar kuvvetlenmeyeba şlamıştı. Yes evi'nin etrafında toplananlar, daha çok islamiyeteyeni girmiş kimselerdi. Arapça ve farsça bilmesine ra ğmen, türkçeahlaki ve tasavvufi Divan- ı Hikmet'i yazdı. Zikir tarz ı ve diğer bir çokhususlarda eski Türk paganizminin izleri görülen Yesevilik, 562 /1167'deHoca Ahmet Yesevi 'nin ölümünden sonra yar ım yüzyıl geçmedenHarezm, K ıpçak havalisi, Maveraünnehir, Horasan, Azerbeycan veAnadolu'da yay ıldı .Bu vesile ile belirtilmesi faydal ı olan bir husus da şudur: Türklermüslümanlığı kendilerinden önce kabul etmi ş olan İranlılar aras ındagelişmi ş bazı fikirlerin tesiri alt ında da kalm ışlard ır. Bilindiği üzereünlü şair Fir d evsi'den itibaren Iran edebiyat ında destani bir deviraç ılmış, bunu mistik - filozofik diyebilece ğimiz tasavvidi-felsefi bir77


devir takibetmi ştir. Medreselerin faaliyetlerine paralel olarak bu tasavvufi-felsefigörü ş tarz ı, te şkilâtlanmış ve geli şmi ştir. Üzerinde durulanbu tasavvufi-felsefi dü şünce sisteminin mahiyetini, ideal bir panteizmolarak vas ıflandırmak mümkündür. Safilerin, umumiyetle Hak dedikleriAllah, mutlak varl ık, bütün tezahür etmi ş varlıkları içine alan mutlakiyi ve mutlak güzeldir. Güzellik, iyili ğin bir yanı, ya da bir görünü şüdür.Mutlak güzelliğin içten gelen arzusu, kendi kendisini tezahür ettirmektir.Görünen âlem, bu mutlak güzelli ğin kendi kendisini tezahür ettirmearzusunun bir ifadesidir. İnsan, kendini içinde buldu ğu ve onun özü,zübdesi olduğu tezahür alemi gibi çift tabiatl ıdır. Ancak mutlak varl ıktangelen, gerçek ve ebedi olan tarafı ile esas itibariyle Allah ile birdir.Insanda mevcut olan bu ilahi zerre, şuurlu olarak veya olm ıyarak as ılkayna ğı ile tekrar birle şmek ister. Bu ise insan ın nefsinin yenilmesiylemümkün olur. Nefis veya benlik, bütün kötülüklerin sebebi olan birhayaldir, gerçekli ği yoktur. Nefsi yenmenin ba şlıca yolu ise, ilahi a şktır.Yokluğun karanl ık gölgesini üstümüzde!' ancak bu ilahi a şk ile uzaklaştırabiliriz. Ruhun ilahi kayna ğına ula şmas ı ve hakikat ile birle şmesi,yalnız ve yaln ız bu ilahi a şk ile mümkündür. Tasavvufun ve onun ilhamettiği edebiyat!'" anahtar ı olan bu aşkın ilk derslerini, be şeri ve insanibir heyecanla ö ğrenebiliriz. Ancak bu be şeri heyecan, gaye de ğil sadecegayeye götüren bir yoldur. Hakikat yolcusunun, geçmesi laz ım gelenbir köprüdür. Bu köprü geçildikten sonrad ır ki insan ın gözleri aç ılmış vekalbi, ilahi a şk yoluyla gaibi görür hale gelmi ştir. İşte bu hale geleninsan, bak ışını ne tarafa çevirirse çevirsin, daima Allah ile kar şı kar şıyadır.Öyleki Allah, ona gökyüzündeki y ıldızlardan, yeryüzünde açm ışolan çiçeklerden bakmaktad ır. Böyle bir insan, duydu ğu her tatl ı seste,O'nunla, Allah ile konu şmaktad ır. Bu insan, böylece her taraf ındanAllah ile ku şat ılmış gibidir. E ğer bir defa da gözlerini kendi içine çevirirve kendi kalbine bakarsa, orada da, harf harf Allah ın varlığını duyar.Çünkü art ık Allah ile bir olmu ştur. İşte ancak bu durumda H allac- ıMansur gibi, ene'l-Hak "ben Hakkım" veya Bayezid-i Bistamigibi "harmaniye'min içinde Allah'tan ba şka birşey mevcut de ğildir"diyebilir. İşte bu dü şünce ve görü şler, müslüman Türklerin hayat ınada tesir etmi ş ve daha Selçuklu devrinden itibaren gördü ğümüz türlümüslüman Türk tarikatlerinde bu fikirleri benimseyen ve dile getirenönemli kişiler yeti şmiştir.78


ANADOLU SELÇUKLULARIDevir hakkında genel bilgiler1071 Malazgirt sava şından sonraki 5-10 y ıl içinde Anadolu'nun hemenhemen her taraf ı Türkler tarafından fethedildi. Anadolu Selçuklularıdevletinin kurucusu Süleyman Ş ah (ölm. 1086) İznik'i ba şkentyaptı. Fakat yüzy ılın sonlarında olan 1. Haçl ı seferleri, Selçuklular ınAnadolunun orta yaylalar ına çekilmelerine sebep oldu. Konya, bir dahade ğişmemek üzere hükamet merkezi yap ıldı. Haçlılar sayesinde Bat ıAnadolu ile Marmara havzas ını ve diğer baz ı kıyı bölgelerini geri alanBizanshlar, büyük bir ümide kap ıldılar. 1. Haçlı seferi yüzünden zay ıflamışolan Türkleri hiç olmazsa F ırat' ın ötesine atmanın zaman ı gelmişti.Hukuken Selçuklu sultanlar ının idaresinde olan Dani şmendo ğullarınınSelçuklulara kar şı rakip bir duruma yükselmeleri de, Bizanshlar ınümidini artırmakta idi. Bizans imparatorlar ı, bu maksatla Selçuklular ınüzerine bir çok seferler yapt ılar. Fakat II. K ılı ç Arslan (1153-1192),ilk önce Dani şmendo ğullarım ortadan kald ırdı. Daha sonra kendi üzerineyürüyen Bizans imparatoru Manuel K omnedi 1176'da Kumdanlı(Myriokephelon)'da a ğır bir bozguna u ğrattı. K ıl ı ç Arslan,kazandığı bu parlak zafer ile yaln ız Bizans' ın Anadolu'yu geri almakümidini kırmakla kalmam ış, ayni zamanda ona a ğır bir darbe de vurmuştu.Art ık bu olay ile Selçuklu ve Bizans tarihlerinin gelece ği belliolmu ştu. K ılı ç Arsladm Dani şmendlileri ortadan kald ırmas ı veBizanslıları yenmesi, Türkiye'nin kültür tarihi bak ımından da önemliidi. Çünkü, K ıl ı ç Ar slan.' ın bu zaferleri, Anadolu'yu siyasi istikrarakavu şturmuş, bu da, kültür ve uygarl ık ile ilgili çalışmalar ın yap ılmasıiçin gerekli imkanları sağlamıştır.K ılı ç Arslan.'dan sonra gelen hükümdarlar, Selçuklu ülkesineher istikamette yeni topraklar kazand ırdılar. Bunlardan bilhassa Al â-e d din K e yk ub ad (1220-1237) zamam, önemli bir devirdir. . Al âedd inKeykubad' ın yerine geçen II. G ıyaseddin. Keyhüsrev (1237-1246),zayıf bir şahsiyet olmas ına ra ğmen, Selçuklu devleti haiz oldu ğu kudret79


sebebiyle bu hükümdarm zaman ında en geni ş hudutlarına ulaştı. BatıdaDenizli ve Kütahya, do ğuda Erzurum ve Diyarbak ır, Selçuklular ınsınır şehirleri olmu ş, Çukurova'daki Ermeni k ırallığı, Halep Eyyubileri,Trabzon Komnenleri, Artuklu beyleri ve hattâ Iznik Rum devleti, Selçuklularavergi verir hale gelmi şlerdi.Böylece denebilir ki, Anadolu Selçukluları,bu tarihte Yak ın-Do ğu'nun en kuvvetli bir devleti olarak görünüyordu.Ancak bu görünü ş, zahiri idi ve devlet, çökme yoluna girmi şti.Bu sebeple, Selçuklu ordusu, 1243 yılında Sivas' ın doğusunda bulunanKösedağ'da, kendisinden say ıca az olan Mo ğol ordusuna karşı koyamıyarakyenildi. Bu önemli olaydan sonra Selçuklu devleti Mo ğollarabağlı bir hale geldi. Böylece çöküntü ve çözülme devri ba şlamıştı .Anadolu Selçuklularm ın, kendilerinden her bakımdan geri olan Ilhan-Marin egemenli ğine girmesi, bundan sonraki olaylar üzerinde derinizler bıraktı. Açılan yaralar ın tedavisi ve devlete eski kudretinin kazandırılmasıiçin ciddi bir şey yap ılmıyordu. Bununla beraber Selçuklutoplumunun az çok sa ğlamhğı ve evvelce alm ış olduğu olumlu istikametyüzünden, iktisadi ve kültürel alandaki geli şmeler tamamiyle durmam ışidi. Ancak ehliyetsiz sultanlar ve tam bir manevi çöküntünün içindebulunan ço ğunluğu Iranl ı ve onların oğulları olan idareciler yüzündendevlet, günden güne zay ıflıyordu. Nihayet İlhanhlar, idareyi 1277'defiilen ellerine aldılar. Bu ise memlekekette, siyasi ve içtimai buhranlar ınartmas ına sebep oldu. Bu durum uzun bir müddet devam etti ği takdirde,Selçuklu Türkiyesi'nin, Iran gibi, her istilâya kap ısı açık bir durumdayüzyıllarca ızdırap çekmesi mukadderdi. Ancak Selçuklu Türkiyesi,İlhanlılar ile mücadele edebilecek, kalabal ık sayıda ve ayn ı zamandaiç kuvvetleri sars ılmamış önemli bir unsura sahip bulunuyordu. Buunsur, Beylikler devrinin yarat ıcıları olan göcebe Türkler yani Türkmenleridi. Gerçekten, İlhanh istilâs ımn Türk toplumu içinde açt ığı yaraları,bu Türkmenler sarm ışlar ve bu toplumun her alanda önemli ham-'der yapmas ını sağhyacak şartlar ı haz ırlamışlardır. XIV. yüzyılınbaşmda Selçuklu devleti, o kadar önemsiz bir duruma dü şmüştü ki,son Selçuklu hükümdar ı II. G ıyas e ddin Mescud 1307 y ılında öldüğüzaman, bu, bizzat hükümet merkezinde bile en küçük bir heyecan husulegetirmemi şti. Türkmenler, Anadolu'nun her taraf ının İlhanh hâkimiyetialtında kalmas ını önlemişler, bu arada Bat ı Anadolu ve Marmarahavzas ını da ellerine geçirerek oralarda devletler kurmu şlardır.Anadolu Selçuklular devrinde medreselerMedreselerin kurulu şuna yukarıda temas etmi ştik. Öyle anla şıhyorki, II. K ılı ç A r slan'dan sonra gelen Anadolu Selçuklu hükümdarlarmınhemen hepsi de tahsilli idiler. Memleketin şartları dolayısiyle80


II. K ılıç Arslan, tahsil görmemi ş olmas ına ra ğmen ilim adamlarınason derece itibar gösterir ve onlara huzurunda münazaralar yapt ırırdı .Oğlu K eyhüsrev (öl. 1211)'in, en yak ın dostu devrin ünlü bilginlerindenNecmeddin İ shak idi. Bu bilgine, Keyhüsrev'in o ğlu İ zzeddinKeykâvus da, büyük bir sayg ı göstermi ştir. K eyk avus'dan sonragelen Keykubad ise, üstün yetenekli, kültürlü bir hükümdard ı. Bilgin,şair ve sanatkârlara kar şı çok cömert davramr, bilginler için medreseleryaptırırd ı. Ça ğda şı ve aynı zamanda kendisine tâbi olan Erzincan hükümdarıMengücük oğlu II. Davud, tabiat, mant ık, ilahiyat, matematikve nücum ilmine vak ıf bir insand ı. Ünlü hekim ve tarihçi AbdullatifB a ğdadi, birkaç yıl Davud'un saray ında ya şamış ve eserlerindenbaz ılarım ona sunmu ştur. II. K ı l ı ç Arslan'dan itibaren bütün Selçukluhükümdar ve ileri gelenlerinin medrese yapt ırmaları, bu devirde ilmeverilen önemi göstermektedir. San'at tarihi uzmanlar ı, bu medreseleri,ba şlıca eyvanl ı ve kubbeli olmak üzere iki bölüme ay ırmak suretiyleincelemektedirler.Selçuklularda ilk medreseler, ifade edildi ği üzere, siyasi istikrar ınsağlanarak kültür çal ışmalar ının ba şladığı II. K ı l ı ç Arslan devrindekurulmuştur. Daha önce Dani şmend hükümdarı Ya ğı B as an' ınNiksar'da bir medrese yapt ırmış olduğunu biliyoruz. K ı l ı ç Arslan,biri Konya, di ğeri de Aksaray'da olmak üzere iki, emirlerinden AltunAba da, yine Konya'da bir medrese yapt ırmıştır. Aksaray medresesindeyeti şen bilginler, XIV. yüzy ılda Suriye ve Mısır'da bile büyük bir itibargörmüşlerdir. Bundan sonra, her tarafta medreseler yap ıldığı görülmektedir.Bunların ba şhcaları şunlardır: Konya'da II. K ılıç Arslan' ınyaptırdığı Sultaniye medresesi; Altun-Aba medresesi, (1202 ?), S ırçalımedrese (1242-1243), İnce minareli medrese (1252-1253), Karatay medresesi(1251), Atabekiyye medresesi (1251'den sonra); Kayseri'de Hunat(Hond) Hatun medresesi (1237-1238), Sahibiye medresesi (1267-1268);Sivas'da Gök medrese (1271), Buruciye (1271-1272), Çifte Minare medresesi(1271); K ırşehir'de Cacao ğlu medresesi (1272); Tokat'da Gökmedrese (1275); <strong>Ankara</strong>'da I. İzzeddin Keykâvus (1211-1220); Antalya'daErtoku ş medresesi. Bu medreselerde de pro ğramlarm esas ını ,diğer yerlerde oldu ğu gibi, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri te şkil ediyordu.Selçuklular t ıbba da çok önem vermi şler ve hemen her şehirdeDardş-şifa, Daru'l-Cıfiye ve Daru's-sıhha gibi adlar verilen hastahanelervücuda getirmi şlerdi. Bunlar ın ba şlıcaları, Kayserideki Gevher Nesibe(1205), Sivas'daki I. İzzeddin Keykâvus (1217), Konya'daki AlâeddinKeykubad, Çankırı'daki Atabey Ferruh (1235), Divri ği'deki Merıgücüklerden.Fahreddin Behram Şah' ın kız ı Turan Melek (1228), Amasya'-81


daki Torumtay (1266), Tokat'taki Muiniddin Pervane (1275) ve Kastamonu'dakiPervane o ğlu Ali (1272) hastahaneleridir. Bu hastahanelerinbir çoklar ında birden fazla hekim bulundu ğu anla şılıyor. SelçukluTürkiye'sinde t ıb tahsili hastahanelerde yap ılmakta idi. Ayr ıca şehirlerdeserbest olarak çal ışan hekimler de vard ı. Yine şehirlerde eczahanelermevcut olup, bunlarda Hindistan'dan gelmi ş tıbbi nebatlar bilebulunuyordu.Türkiye'de bu devirde baz ı medreselerde heyet ilminin okutuldu ğuve rasat incelemelerinin yap ıldığı da san ılmaktadır.Bu medreselerdenbirisi, 1272 yılında K ırşehir'de yap ılmış olan Cacao ğlu medresesi idi.Selçuklu hükümdarlar ı, yıldızlar ilmine büyük bir ilgi göstermi şlerdir.II. K ılı ç-Arslan, Alâeddin Keykubat ve bu sonuncunun ça ğdaşıolan Mengücük hükümdar ı II. D avut, astrolojiye olan ilgileri ile tan ınmışlardı.Anadolunun türkle şmesi ve islâmlasmas ı meselesiBu vesile ile üzerinde durulacak önemli bir mesele de, Anadolu'nuntürkle şmesi ve islâmla şması olayıdır. Bu konu üzerinde gerek memleketimizde,gerekse bat ı dünyasında bir tak ım ara ştırmalar yap ılmıştır.Konuya girerken bunlar hakk ında da bilgi vermek faydal ı olacaktır.Anadolu'da islâmiyetin yerle şmesi ve geli şmesi meselesini bir bütünolarak Alman tarihçisi F. B abin ger ele alm ış; bu ara ştırmanıntürkçesi Anadoluda İsleımiyet ad ı ile Darulfünun Edebiyat FakültesiMecmuası (cilt II, say ı 3)'nda yay ınlanmıştır. Aynı konuya Ord. Prof.B ab inger'e cevaplar da vermek suretiyle merhum Ord. Prof. FuatK öprülü e ğilmiştir. Onun, Anadoluda İsleımiyet (Darulfünun EdebiyatFakültesi Mecmuas ı, C. II, sayı 4, 5, 6), Türk Edebiyat ında ilk Mutasavvıflar ve son yıllarda türkçesi de yay ınlanmış olan Osmanlı DevletininKuruluşu adlı eserlerinde bu konu üzerinde durulmu ştur. Bilindiğiüzere bu son eser, daha önce Les Origines de l'Empire Ottomane adı ileyayınlanmıştı. Nihayet bu vesile ile Önasyada İsleaniyet adiyle bir makaleyazmış olan Hollandah J. H. K r am er s'in ad ını da anmak lâz ımdır.Müteveffa Kramer s'in Türkoloji ve Islam ara ştırmaları ile ilgili yazıları,1954 yıhnda Analecta Orientalia adı ile iki cilt halinde yay ınlanmıştır.Anadolunun islâmla şması, türkle şmesiyle elele gider. E ğer bumesele için bir ba şlangıç tarihi almak icap ederse, bildi ğimiz gibi, bu,1071 yılıdır. Bu tarihte Büyük Selçuklu hükümdar ı Alparslan,Bizans Imparatoru Romanos Diogenes'i büyük bir yenilgiye u ğ-ratmış, bu tarihten itibaren Selçuklu ordular ı Türkmen kabilelerinin82


üyük göçü ile birlikte Anadolu içlerine do ğru ilerlemeye ba şlamıştır.Bu göç, bilindiği üzere, Selçuklu sultanlar ı tarafından daima te şvikedilmiştir. Bu vesile ile şunu da hat ırlatal ım ki, Anadoluya yerle şenve yerle şmekte devam eden Türk kabileleri, sadece bu tarihten sonragelen Türkmen kabilelerinden de ibaret de ğildir. Daha erken zamanlarda,Bizans imparatorlar ı, bilhassa Karadenizin kuzeyi yoluyla Balkanlarainen ve H ıristiyanlığı kabul etmi ş olan O ğuz ve Peçenek kabilelerinide zaman zaman Anadolu'ya yerle ştirmişlerdir. Bildi ğimiz gibi,Al parsl an' ııı ba şarısında, Bizans ordusunda bulunan bu h ıristiyanTürklerin, müslüman ırkda şlarına kar şı sava şmıyarak, onlar tarafınageçmiş olmalarının da rolü olmu ştur. Bundan ba şka kuzeyden Kafkaslaryoluyla baz ı Türk unsurlar ının da, Anadoluya geldikleri bilinmektedir.Di ğer taraftan Anadolu Selçuklular ı zamanında sosyal ve dinişartlar incelenecek olursa, şöyle bir tablo elde edilmektedir. MüslümanTürk göçmenleri yan ında, hâlâ bir bak ıma helenistik kültürü temsiletmekte olduklar ını ifade edebilece ğimiz hıristiyan halk da ya şamaktadır.Bu vesile ile şu noktay ı da belirtelim ki, genel olarak yerli hristiyanunsurun, fatih müslüman kitlesi içinde eridi ği söylenir ve hattâSelçukluların son ve Osmanl ıların ilk devirlerinde fazla din de ğiştirmelerolduğu, hele Osmanl ı devletinin kurulu şunda islâmiyeti kabul etmi şhristiyan unsurlar ın, diğer bir deyi şle , Rumların önemli bir rol oynadığıileri sürülür. Bu dü şüncelerin öncülüğünü, Osmanlı imparatorluğununKuruluşu adlı eserin yazar ı H. A. Gib bons yapmıştır. Müslümantürkler, Anadoluya gelip Anadolu Selçuklu devletini kurduktan sonradaha önce büyük iktisadi bir kriz geçirmi ş ve nüfusu oldukça azalm ışbulunan, Anadolu'nun yerli halklarmdan müslümanl ığı kabul ederek,müslüman türkler aras ında erimi ş unsurlar olmu ştur. Nitekim Haçl ıseferleri dolay ısiyle, Anadoluya gelen yaral ı ve peri şan vaziyette Antalyacivar ına sığınan bir gurup hristiyan ın da, dini hislerine kap ılmadankendilerine iyi muamele eden, yiyecek ve giyecek verenmüslüman türklerin bu iyiliklerinden dolay ı, islâmiyeti benimsemi şoldukları bilinmektedir. Ayrıca XIII. yüzyıl Türkiyesinirı düşüncehayat ında önemli bir yeri olan M e vl ân.a'n ın, gerek telkinleri ve gereksebütün dinlere ve mensuplar ına kar şı a şırı ho şgörürlii ğiinün sonucuolarak, baz ı hristiyan papazlar ının bile, müslümanlığı kabul ettikleribir gerçektir. Ancak bu türlü din de ğiştirmeler, zannedildiği kadarfazla de ğildi ve Anadoluda as ıl unsur, Türk ırkından gelen müslümanlardanibaret bulunmakta idi.Diğer taraftan Anadolu'ya müslüman olarak gelmi ş bulunan Türkler,bu tarihlerden k ısa bir zaman önce bu dine girmi ş bulunuyorlard ı .83


Türkler belirtildi ği üzere, daha önce hristiyan olmu şlar, bu arada birkısmı da Mani dinine ve Budizm'e inanm ışlardı. Bundan ba şka Islamiyetindörtyüz y ıla yak ın bir zaman içinde İran'da ald ığı baz ı şekillerlede temas etmi şlerdi. Bildiğimiz gibi bu yüzyıllar boyunca İran'da sünniinanc yan ında şii, batıni bir anlayış da hakim olmuştu. Bunlar yan ındatam anlannyle henüz bir nizama kavu şmamış olmasına rağmen, tasavvufcereyanlar ının da geli şmeye ba şladığı görülüyordu. İranda geli şenislâmiyet anlayışının Türkler üzerindeki tesirleri de de ğişik karakterdeidi. Mesela, Selçuklu hükümdarlar ı umumiyetle sünni inanç yolunubenimsiyen kimseler olmu şlardı . Şii Büveyhilere kar şı olan davran ışlarıda, bunu göstermektedir. Anadolu Selçuklularm ın da aynı yoldaolduklar ını söylemek mümkündür. Ancak Anadolu'da Hz.-i Ali ile ilgiliinançlara ve tam anlamiyle sünni inanç yolunda olm ıyan bir takımdüşünce tarzlar ına daha fazla sempati beslendi ği müşahade edilmektedir.Bununla beraber, Anadolu Selçuklu hükümdarlar ı, hiç bir zaman şiiolduklarını söylememi şlerdir. Zaten kendileri, k ısa zamanda İran kültürününetkisi alt ında kalmışlar, F ir devsrnin Şehname'sinde ad ı geçeneski İran hükümdarlar ı= isimlerini ta şımaktan adeta zevk duymu ş-lardı. Ancak saray ve çevresine inhisar eden bu zihniyet, Anadoluda bulunanbütün Türkmen zümrelerine te şmil edilemez. Ço ğunluğu göçebeolan Türkmenler aras ında Islam öncesi eski Türk inançlar ı, kuvvetlibir şekilde yaşamakta devam etmi ştir. Bunlar aras ında hala babalar ınitibarh bulundu ğu görülmektedir. Bu babalar, eski Kam, Ozan ve şamaniarmislami bir renk ve anlay ışa bürünmüş takipçileri durumundaidiler. Genel kan ı şudur ki, bu Türkmenler, islamiyet içinde sünnilik,şiilik şeklinde ortaya ç ıkan ilâhiyatla ilgili tart ışmaların, anlaşmazlıklarınuza ğında idiler. Onlar için, Türkmen babalar ının söyledikleri veyaptıkları, çok daha önemli idi. Bu durum, XIII. yüzy ıldan itibarendaha aç ık bir şekilde kendisini göstermektedir. Bu yüzy ılda medresenintemsil etti ği sünni anlayış yan ında tasavvuf ile ilgili dü şünceler etrafındabir tak ım zümrelerin toplandığı görülür. Di ğer taraftan XIII. yüzy ıl ortasmdaAnadolu Selçuklu devleti için önemli bir olay olarak ortaya ç ıkan,Baba Ishak isyan ından itibaren daha çok şii, batıni tesirler alt ında kaldığıgörülen ve göçebe Türkmenler aras ında yayılan bir dini anlayış, kendisinigösterir. Genel olarak denilebilir ki, özellikle Mevlana gibi büyük mutasavvıflar,kendileriyle birlikte yaln ız dini tesirler de ğil, aynı zamandao zaman geçerli olan İran kültürünü de beraber getirmi şlerdir. Bu kültürbüyük şehirlerde yüksek tabaka aras ında itibar görmü ştür. Bildiğimizgibi M e vl an a'nın farsça yazd ığı eserleri aras ında özellikle ikisiüzerinde durulabilir: a) Mesnevi, didaktik, ö ğretici bir karakterdedir.84


) Divan- ı Kebir, daha çok M e vl an.a'nra kendi co şkun iç ya şayışı iletasavvufun anlat ılışından ibarettir.Zaten bilindi ği üzere Türkiye Selçuklular ının resmi dili de arapçave farsça idi. Bu devrin son zamanlar ında dahi türkçenin resmi dilolarak, arapça ve farsçan ın yanında yer ald ığına dair herhangi bir vesikaelimize geçmemi ştir. 1277 yılında Konya'ya giren Karamano ğluMehmet Bey'in önderli ği alt ında verilen karar, san ıldığı gibi, türkçeninresmi yaz ı dili olmas ı ile de ğil, türkçederı ba şka dil konuşulmamas ıile ilgili idi. Konu şulması yasak edilen dilin farsça oldu ğu şüphesizdir.Bu karar, yaln ız Mehmed Bey'in de ğil, o zaman sayıs ı epeyce artm ışbulunan aydın Türklerin de duygular ını belirtmi ş olmalıdır. Her nesuretle olursa olsun şuras ı kesindir ki, bu karar, Türk dilinin farsçayakarşı bir tepkisidir. Asl ında, bu s ıralarda klasik Türk edebiyat ı da ilkürünlerini vermeye ba şlamıştı .Fars dilinin, daha genel bir ifadeyle Fars kültürünün Türkiye'de,kuvvetli bir hakimiyet tesis etmesi, ayd ınlar, idareciler, sanatkârlarve tüccarlar aras ında İran'dan gelmiş kimselerin pek çok bulunmalar ıile de ilgilidir. Moğol istilas ı, bunların sayısını daha da art ırmış bulunuyordu.Islâmiyetin daha çok Türkmen kabileleri aras ında yayılan diğerbir anlayışı, daha önce de söyledi ğimiz gibi, kayna ğı, türklerin, isla ın'-dan önceki devirlerine kadar giden, babalar ın temsil ettiği anlayışt ır.Bilhassa İlhanlı istilasm ın önünden Anadolu'ya çok say ıda gelmiş olanbu yarı müslüman, yarı şaman dervi şler, içinde oldukça kar ışık fikirlerinbulundu ğu anlayışlarını yaymakta devam etmi şlerdir. ZatenAnadolunun müslüman türklere aç ılmas ında oldu ğundan da fazla,islamiyetin yeni ülkelere yay ılmasında ve hattâ Osmanl ı devletininkurulmas ında bu gezici dervi şlerin (alpler, alperenler, abdallar) büyükrolü olmu ştur. İşte ad ı geçen Baba İ shak da, bu s ırada gelenler aras ındabulunmakta idi. Baba Ish ak, 1240 y ılında etrafına topladığıTürkmenlerle Anadolu Selçuklu devletine kar şı isyan etmi ş ve buisyan, kısa zamanda bast ırılmıştır. Bu isyan, Selçuklu devletinin temsiletti ği zihniyete kar şı olmak üzere, milli bir ayaklan ış olarak da de ğerlendirilmiştir. Böylece Baba İ sha k' ın etrafına toplanan Türkmenkabilelerinin temsil ettikleri dü şünce ve dini anlayışlar aras ında islamöncesi hayat ı ile ilgili bazı özelliklerin devam etmekte oldu ğu anlat ılmakistenmi ştir. Bundan sonra bu gelene ğin, Baba isha k' ın halifelerindenoldu ğu da söylenen Hac ı B ek t a ş - ı Veli tarafından devam ettirildiğigörülür. Onun da, Horasan'dan geldi ği, hatta kendi hayat ı85


hakkındaki esere yani Velayetname-i Hac ı Bekta ş-ı Veli'ye göre, HorasandanAnadolu'daki Suluca Karahöyük'e ku ş kılığına girerek geldi ğisöylenir. Gerçek olan Haci B ek t a ş' ın, İslam dininin esaslar ını bilenve usûlünce yeti şmiş bilgin bir ki şi olduğudur. Kendisinin Makalâtadı ile o zamana kadarki ünlü süfilerin eserlerine dayanarak arapça bireser yazd ığı bilinmektedir. Bu eserde şüphesiz kendi dü şünceleri de bulunmaktadır.Bu eserin türkçeye yap ılmış iki çevirisi bilinmektedir: a) HaciB ekt a ş' ın müridlerinden Sadettin'in düzyaz ı halinde yapt ığı çevirib) XIV. yüzyıl sonunda Hatipo ğlu tarafından yap ılmış olan manzumçeviri. Hac ı B ekt a ş'ın temsil etti ği düşünceler, oldukça çok diyebileceğimiz kaynaklara dayanmaktad ır. Kendisi, esas itibariyle islami birşekil almış olan eski türk inançlar ının devam ettiricisi gibi görünmektedir.Bu arada dü şüncelerine ba şka görü şler de karışmıştır. Bu konudasöyleyebilece ğimiz bir husus da, Haci B ekt a ş' ın taraftarlar ınm Türkdiline vermi ş oldukları önemdir. Tasavvuf yolundaki Türk halk edebiyatı, Bekta şi tekkelerinde geli şme imkanı bulmuştur. Bildiğimiz gibiBekta şiler, halk şiirini kendi fikirlerini yaymak için bir propagandaaracı olarak kullanm ışlard ır. Eski Türk kültürünü temel alarak kurulmuş, islam ın dünyevi amaçlar ına da ba ğlı kalmış olan Bekta şilik,toplumun çe şitli tabakalar ında geni ş bir taraftar kitlesi bulmu ş, XIV.yüzyılda Osmanlı ordusu Yeniçerilerin de resmi tarikat]. olmu ştur.Bekta şilik gelene ğine göre Yunus Emre, Sar ı Saltuk, Barak Bababu yolun ba şarılı temsilcileridir. San Saltuk, Rumeliye geçmi ş, Dobrucayakınlarında islâmiyetin yay ılmas ı için çalışmıştır. Sar ı Saltuk,söylendiğine göre, kendisi için yedi tabut yap ılmas ını, öldüğü zamanher birisinin, müslüman ülkesi olmayan yedi ayr ı yere gömülmesiniistemiştir. Baz ı yazarlar, bu yedi tabutun, yedi ayr ı yere gömülmesidü şüncesi ile, onun, bu yerlerin, kendisinden sonra gelenlerce Islamülkesi haline getirilmesi arzusunu belirtti ğini söylemi şlerdir.BEYL İKLER DEVRIBeylikler devri, XIV. yüzy ıhn başlarından, XVI. yüzyılın ba şlarınakadar olan zaman ı içine al ır. "Beylikler devri" tabirinin de belirtti ğiüzere, bu devirde Türkiyenin, siyasi birli ği bozulmu ştu ve memleketinher bir bölgesi bir beyli ğin, yani küçük bir devletin idaresine geçmi şti.Bu devirde Anadolunun de ğişik yerlerinde sayıca on'dan fazla beylikbulunmakta idi. Beyliklerin ba şında bulunan aileler, genel olarak birbirininhak ve hukukuna sayg ı göstermi şler ve sadece kendi yönetimlerialt ındaki yerler ile yetinmi şlerdir. Hemen hemen bütün beyliklerin86


hayat ına, bunlardan birisi olan Osmanl ı beyliğinin son vermesi, bu düşünceiçin güzel bir örnek olmaktad ır.Başlıca beylikler şunlardır: Konya bölgesinde Karamano ğulları(yıkılışı : 1433), Bey şehir'de E şrefo ğulları (yıkılışı: 1328), Isparta-Antalya bölgesinde Hamido ğulları (yıkılışı : 1391), Denizli'de İnançoğulları kyıkılışı : 1368), Mu ğla bölgesinde Mente şeo ğulları (yıkılışı : 1425),Aydın- İzmir bölgesinde Ayd ınoğulları ( yıkılışı : 1405), Manisa bölgesindeSaruhanoğulları (yıkılışı: 1410), Bal ıkesir-Bergama bölgesindeKaresio ğulları (yıkılışı: 1336), Eski şehir-Bursa bölgesinde Osmanl ı,Kütahya bölgesinde Germiyan (y ıkılışı : 1428), Kastamonu bölgesindeCandarlı (y ıkılışı : 1461), Mara ş bölgesinde Dulkad ırl ılar (1521). Bunlardanbaşka ba şkenti Adana olmak üzere Çukurova bölgesinde Ramazanoğulları(yıkıhşı : 1608) beyli ği vard ı. Bu beyliklerin bir ço ğu Selçuklularıns ınır bölgesinde, ya da yeni al ınmış olan topraklarda kurulmu ştu.Bunların kurucuları ise çoğunlukla Türk göçebe unsuru olan Türkmenleridi. Orta Anadolunun <strong>Ankara</strong>-Aksaray hatt ının do ğusundan Erzurum'akadar olan yerler 1336 y ılına kadar, ilhanhlann genel valilerinin idaresialt ında kalmıştı 1338 yıhnda Ebu Said Bahad ır H an' ın ölümü ileMoğollar aras ında sonu gelmez bir iç mücadelenin ba şlamas ı, Anadolu'dakibeylikleri tamamen ba ğımsız bir duruma getirdi ği gibi, Türkiye'ninmoğollann işgali altında bulunan yerlerinde de, yeni Türkbeyliklerinin kurulmas ına yol açm ıştır. Bunlardan birisi, Kayseri-Sivas bölgesinde Uygur türklerinden Eretna taraf ından kurulmuşolan Eretna devletidir.Ayn ı yerde yüzy ılın ikinci yarısının ortalar ındanaz sonra, Türkmen Kad ı Burhaneddin devleti kurulmu ş, do ğu Anadolu'dada Karakoyunlular ile Akkoyunlular siyasi faaliyete geçmi şlerdi.Böylece XIV. yüzy ılda, Bat ı Türklerini meydana getiren, Türkmenler is-Mm dünyas ındaki eski siyasi egemenliklerini yeniden kurmak yolunu tutmuşlardı.Timur'un istilâs ı, Beylikler devrinin uzamas ını sağlamış isede, Türklüğün siyasi ilerleyi şini önliyememiştir. Avrupa'da Osmanl ı fetihleridevam ederken, Do ğu Anadolu ucunda bulunan Karakoyunlular,tıpkı Osmanlılar gibi, uçta, s ınır bölgesinde bulunman ın verdi ği imtiyazile XV. yüzy ılın ba şlarından itibaren harekete geçerek, İran' ın önemlibir kısmı ile Irak' ı içine alan büyük bir devlet kurmu ş, bunu, aym yüzyılınikinci yarısında Akkoyunlulann kurdu ğu devlet takip etmi ştir.Ancak belirtmek gerekir ki, Beylikler devri, yurdun her taraf ında,kültür çal ışmalarının hızla gelişmesine sebep olmu ştur.Bu zamanda Türkiye, her bak ımdan büyük bir gelişme göstermi ş-tir. Türk toplumunu, şehirli, köylü ve göçebeler te şkil ediyordu. Budevirde Türkiye şehirleri, art ık tamamiyle Türk karakterini alm ışlardı .87


Tam bir az ınlığa dü şmüş olan hristiyanların ayrı mahallelerde oturduklarıgörülmekte idi. Daha XIV. yüzy ılın başlarında bütün Türkiyeşehirlerinde ahi ad ını verdi ğimiz kalabalık zümreler vard ı . Şehirlerinbütün türk sanatkâr ve esnaf ı, bu zümreye dahildi. Ahiler, tamamenTürk olup, türkçeden ba şka bir dil bilmiyorlardı. Her şehirde her biribir mesle ği temsil etmek üzere ayr ı kollara ayr ılmışlard ı. Her kolunayrı bir başı vard ı . İ bn B at ut a'n ın ahi ad ın ın yalnız bunlara verildi ğinisöylemesi, doğru olsa gerektir. Onlar, gündüz çal ışırlar, gece de zaviyedenilen yerlerde toplanarak yemek yerler, türküler söyliyerek raksederlerdi.Ahiler, ayn ı zamanda, silahl ı idiler. Bunlar, beylerin siyasi kuvvetlerikar şıs ında bele& kuvveti temsil ediyorlard ı. Bu bak ımdan beylerinonlara önem vermesi olagand ı. Ahilerin göze çarpan geleneklerindenbirisi de, son derece konuk sever olmalar ıyd ı. Ahiler, genel olarakesnaflık yapmakta iseler de bu s ıfat ı ta şıyan okumu ş kimseler, hattâemirler de vard ı. Ahiler, yeni al ınan ülkelerin medenile şmesinde,oralarda şehir hayat ının geliştirilmesinde daima yard ımcı olmu şlardır.Köylüler, çiftçilik yapmakta ve hayvan yeti ştirmekte idiler. Selçuklulardevrinde oldu ğu gibi, bu devirde de onlar ın işledikleri topraklarınmülkiyeti, devlete ait idi. XV. yüzy ılın birinci yar ıs ının ortalarındaTürkiye'den geçmi ş olan bat ılı bir gezgin, Türk köylüsünün çal ışkan,dürüst, konuk sever oldu ğunu yazmaktad ır. Beylikler devrinin yarat ı-c ısı olan ve yüksek yaylalarda boy ve oymaklar halinde ya şıyan göçebeunsur, her zaman oldu ğu gibi Türk halk ının yarat ıc ı gücünü vecanlılığını temsil ediyordu.Beylikler devrinde ekonomik durum, oldukça iyi idi. Ba şlıca sanayimaddeleri, memlekette yap ılıyordu. Ticaret faaliyetleri, canl ı idi. Selçuklulardevrinde oldu ğu üzere bu devirde de, yurdumuz, uluslararas ıticarette mübadele merkezi rolünü oynamakta devam etti ği gibi, bir çokmemleketlere do ğrudan do ğruya mal da gönderiyordu. Türkiye'ninbu s ırada ticaret ili şkilerinde bulundu ğu ülkeler, Iran, Suriye, M ısırile Ceneviz, Venedik ve Floransa gibi Italyan devletleri idi.Ayrıca XIII. yüzy ılda yurdumuzun hah ve kilimleri de çok ünlüidi. Türkmenlerin dokudu ğu bu hali ve kilimler, M ısır, Suriye, Irak gibiİslam memleketlerine sat ılıyordu. XIV. yüzyılda Mısır'da de ğer verilenbir kuma şa "Türk kuma şı" adı verilmekte idi.Beylikler devrinde, Türkiye türklerinin giysileri, genel olarakTürkistan türklerinin giysilerine benziyordu. Halk k ızıl renkte börkgiymekte idi. Akbörk giymek modas ı, XIII. yüzy ılda uçlarda ba şladı .Ancak hükümdarlar, ba şlarına k ıvrımlı sarık sarmakta idiler. Ayakkab ı88


olarak sokman ve edik denilen Türkmen çizmeleri giyiliyordu. Ço ğunluklasarı ve kırmızı olan bu çizmeleri giymek, köylü ve göçebe kad ınlar arasında bile yaygındı. XVII. yüzyılın ikinci yar ıs ında bile Anadolu'dakiTürk kadınları aras ında çizme giyiliyordu.Beylikler devrinde de medreseler kurulmu ş, bilim alanında ileriderecede çal ışmalar yap ılmıştır. Bu arada t ıp alanında birçok eserleryaz ılmıştır. Bu devrin en büyük hekimlerinden Konyal ı Hac ı P a ş a(öl. 1417) bu konuda türkçe ve arapça olmak üzere birçok eserler yazmıştır.Beylikler devrinde, türkçe, ilim ve edebiyat dili oldu ğu gibi aynızamanda resmi dil durumuna da geldi. Osmanl ı beyliğinde daha OrhanB e y'den itibaren, türkçenin resmi dil olarak kullan ıldığını görüyoruz.Bu devirde bir taraftan arapça ve farsçadan türkçeye çeviriler yap ılıyor,diğer taraftan da türkçe eserler yaz ılıyordu. Eserlerin türkçe yaz ılmasındaçevrenin, özellikle hükümdarlar ın ve diğer devlet ileri gelenlerininte şviklerinin etkisi oluyordu. XIV. yüzyıl Türk dilinin büyük şairleri,Gül ş ehri (XIV. yüzy ılın birinci yarısı), Nesimi (öl. 1404) ve Ahmedi(1335-1412) idiler.Beylikler devri, aym zamanda milli duygular ın canlı bir şekildeya şat ıldığı bir devirdir. Kökü O ğuzlara dayanan Selçuklutürkleri, Anadolu'ya gelirken Dede Korkut destan ını da beraberlerindegetirmi şlerdi. Fakat bu destan o zaman yaz ılmamıştır.Moğol istilâs ı yüzünden Türkiye'ye gelen O ğuzlar ise eski yurdarındaolmu ş bir takım olaylarla ilgili anıları da birlikte getirmi ş-lerdi. Bu an ılar, XIII. yüzy ılın son, ya da XIV. yüzy ılın ba şlarındayaz ıldı; bunların yaz ıldığı yer kesin olarak bilinmiyorsa da, buyerin, Do ğu Anadolu olmas ı muhtemeldir. Dede Korkut destanlar ıadın ı verdi ğimiz bu destanlar, kahramanl ık destanlar ıdır. Kahramanlar!,Türkistandaki O ğuz-elinin beyleridir. Dede Korkut destanlar ı, Türkiyetürklerinin kendi dillerinde yaz ılmış milli destanlar ıdır. Bunlar, daha ilkzamanlardan itibaren her yerde büyük ilgi görmü ştür. Bu destanlar ı,kopuz denilen sazlar ı e şliğinde ozanlar anlat ırlard ı. Ozanlık, bilhassabu destanları anlatmak için yayg ın bir meslek haline gelmi şti. Ozanlar,yalnız Türkiye'de de ğil, Mıs ır Türk Memlükleri ve İlhanlılar kat ında dabüyük bir de ğer kazanm ışlardı. Ozanlar, bir müddet sonra Bursa veEdirne saraylar ında göründüler. XV. yüzy ılda bat ılı bir gezgin, güneyAnadolu'da oldu ğu gibi, II. Mur a t' ın Edirne'deki saray ında da budestanlar ı okuyan ozanlar görmü ştü. XV. yüzyılda, ba şlıca Türkmendevletlerinde atalar ı olan Oğuzlara ait an ılara büyük bir de ğer verili-89


yordu. Bu hususta Osmanl ılar, Do ğu Anadolu ve Iran'a hakim olanKarakoyunlulardan geri kalmam ış, belki onlardan da ileri gitmi şlerdi.II. Murad, ilk defa olarak paralara ve silâhlara O ğuz Kayı boyu damgasını vurdurdu ğu gibi, O ğuz Han ile O ğuzlar ı konu edinen önemli bireseri de türkçeye çevirtmi şti. F a t ih'in ise torunlar ından birisine O ğuzHan, öbürüne Korkut adlar ı verilmişti Tarihçiler aras ında da, Osmanlıtarihinden önce O ğuz Han ile o ğullarını, onların soylar ından gelenleri veSelçuklular ı içine alan milli bir tarih görü şü uyanmıştı. XV. yüzyılda,milli duygular o kadar kuvvetli idi ki, bunlar ın akisleri, dini eserlerdebile görünmekte idi.Beylikler devrinde yurdumuzda pek çok eser ve sosyal kurummeydana getirilmi ştir. Bu devirde yap ılmış olan cami, medrese, saray,kervansaray, imaret, zaviye, han, hamam, köprü, su yolu ve çe şmeninsayıs ının binden fazla oldu ğu san ılmaktadır.90


OSMANLI DEVRIKuruluş sırasındaki sosyal ve ekonomik şartlarOsmanlı beyliği, Türk-Bizans s ınırında ya şıyan bir Türkmen boyutarafından kurulmuştu. Ülkesinin co ğrafi durumu, Bizans' ın pek zayıfbir halde bulunmas ı ve ilk Osmanl ı beylerinin kabiliyetli kimseler olmaları,bu beyliği, XIV. yüzyılın sonlarında İslam dünyas ının en güçlüdevletlerinden birisi haline getirmi şti.Osmanlı Beyli ği'nin kısa zamanda bütün Anadolu'nun siyasibirliğini sağlamas ının ve kudretli bir devlet haline gelmesinin baz ı sebeplerivard ır.Daha 1071 yılından itibaren Türklerin Anadoluya girmeye ba şlaması ile beraber Anadoluda sosyal bir geli şme ve ekonomik bir canl ılıkkendisini göstermektedir. Bu canl ılık sayesinde art ık çökmeye yüztutmuş eski Bizans' ın harabeleri üzerinde yeni ve ileri bir uygarl ığınortaya ç ıkmas ı mümkün olmu ştur. Anadolu'da Selçuklu Türkiyesizamanında ula şılan refah ve istikrarh hayat, XIII. yüzy ıl ortalarınakadar devam etmi ş, ancak bu s ırada olan İlhanlı istilas ı ile birliktesiyasi bir kar ışıklık devri ba şlamıştı. Bu s ırada düzen o kadar bozulmu ş-tu ki, şehirlerin bile s ık s ık efendi de ğiştirdi ği görülüyordu. Bu geçiciefendilerin bütün dü şüncesi ise, kendi amaçlar ı için gerekli olan paralar ıher türlü usüllere ba şvurarak halktan toplamaktan ibaret idi. İşte hakve adalet temeline dayal ı Osmanlı idaresinin halk kitleleri tarafındankısa zamanda benimsenmesinde bu türlü olaylar ın büyük etkisi olmu ştur.XIII. yüzy ıl boyunca bir taraftan İlhanh egemenli ği, diğer taraftangüneyden. de Mısır Memlük1erinin ayn ı şekilde egemen olma gayretleri,memlekette ayn ı zamanda bir yabanc ı aleyhtarlığı da uyand ırmıştı .İlhanhlara kar şı ayaklanan baz ı Uç beylerinin, kendileriyle i şbirliğiyapmak isteyen M ısır Sultan B ay b ar s' ın bu teklifini reddetmeleri,bu konuda aç ık bir fikir vermektedir. Siyasi egemenli ğin Osmanhlarageçmesini mümkün kılan bir olay da, İlhanlıların elinde bir kukla duru-91


muna indirilmi ş olan Selçuklu ailesi mensuplar ının, halkın gözündeeski de ğerlerini yitirmi ş olmalarıdır.Bu olaylara Bizans ın o s ırada içinde bulundu ğu siyasal kar ışıklıkve zayıflığı da eklemek gerekir. Bizans' ın bu durumu, yeni, kudretli birhanedanın ortaya ç ıkmas ını çabukla ştırmıştır. Belirtilmesi gereken di ğerbir husus da, uc'lar ın durumu idi. İlhanh egemenli ğindeki Selçukluyönetimi, bu s ıralarda uclara söz geçiremez bir durumda idi. İşte bütünbu sebeplerle Osmanl ı Beyliğinin kuruldu ğu uc bölgesi, yurdumuzukarışıklıktan kurtaracak siyasal bir gücün do ğmas ına son derece elveri şlibulunuyordu. Eski şehir, Bilecik ve Bursa yöresini içine alan bu bölgedeözellikle Eski şehir, Konya ve <strong>Ankara</strong> yönünden gelen yollar ın bir kav şaknoktas ı durumunda idi.Ailenin kaynağı ve etnik durumu ile ilgili bilgilerOsmanlı Beyliğinin kurulu şu ve büyümesi incelenirken Osmanl ıailesinin kayna ğına da dokunmak gerekir. Selçuklu yönetimi çöktüktensonra onun yerine geçen, ülkenin sosyal ve ekonomik yap ıs ını ba ştanba şade ğiştiren, devlet s ınırlarını, Türk tarihinde daha önce görmedi ğimiz birşekilde geni şleten Osmanl ı ailesinin kökü, eski Osmanl ı tarihçileri tarafındanHz.-i Nuh'un o ğlu Hz.-i Y afe s'in soyundan geldi ği ileri sürülenO ğuz H an'a kadar ç ıkarılır. Bu iddian ın doğruluğunu, tarihi bir gerçekolup olmad ığını isbat etmek, mümkün de ğildir. Ancak belirtmekgerekir ki bu aile, Anadolu'da siyasi bir rol oynama ğa ba şladıktansonra tan ınmıştır. De ğil bu ba ğı kurmak, bu ailenin, bilinen ilk y ıllarıhakkındaki bilgilerimiz dahi çok s ınırhdır. Bu gün aç ık olarakbilindiğine göre ailenin en eski şahsiyeti, Ertu ğrul Ga zi'dir. Onunbabas ının adını, Osmanlı tarihçilerinin büyük bir ço ğunluğu, SüleymanŞ ah olarak kaydetmi şlerdir. Bu kay ıtlara göre, Mo ğollar, sald ırı hareketlerinegiri ştikleri s ırada Süleyman Ş ah, kabilesi ile birlikte bat ıyagöçetmi ş, maceral ı bir hayattan sonra F ırat nehrinde, bo ğulmuş, dörto ğlundan ikisi yani Ertu ğrul ve Dündar kabilelerinden kendilerineuyanlarla birlikte Anadolu'ya gelerek Selçuklu hizmetine girmi şlerdir.Osmanlı tarihçilerinin büyük bir ço ğunluğu tarafından anlat ılanbu olayı, bugünün tarihçileri do ğru olarak kabul etmemektedirler. Ayr ıcabirkaç Osmanl ı tarihçisinin de E rt u ğrul'un babas ının adını GündüzAlp olarak kaydetmeleri, zaman ımız tarihçilerini büsbütün tereddüdedüşürmüştür. Gerçekten elde bulunan baz ı kayıtlar incelenince E r tu ğ-rul'un babas ının Gündüz Alp olduğu ortaya ç ıkmaktadır. Bu konudaeski bir kaynak olan şair Ahmedrnin İskender-name adlı eserinde Bizansüzerine sefer açan Selçuklu Sultan ı Alâeddin'in davet etti ği, baz ı Uc92


eyleri arasmda Gündüz Alp ile o ğlu Ertu ğrul'un ad ı geçmektedir.Gündüz Alp adı, Fatih devrinde yazan T evkii Mehmet Pa şa'nıneserinde de geçmektedir. Bu devir kaynaklar ında ayrıca Sultan Al âe d -din'in Bizans'a sefer açt ığından, Karacahisar ve Iznik kalelerini kuşattığmdansözedilmektedir. Bu Sultan Aile ddin'in kimli ği bügüntartışılmaktadır. Baz ı tarihçiler, bunun, III. Alâeddin Ferâmurz,baz ıları da Alâeddin Keykubat oldu ğunu ileri sürmü şlerdir. Busefer s ıras ında bu Sultan Alâeddinge bar ış içinde bulunan Ilhanhlarsözlerinde durm ıyarak Selçuklu topraklar ına girmişler ve yağmalarabaşlamışlardır. Bu durum kar şısında adı geçen Sultan Alâ e d din, kuşatılanBizans kalelerinin al ınması işini Ertu ğrul'a b ırakmış, kendiside, İlhanhlar'a kar şı harekete geçmi ştir. İşte bu s ırada Ertu ğrulKaracahisar' ı almış, o zaman yürürlükte olan kanunlar gere ğincehükümdar da, burayı Ertu ğrul'a mülk olarak vermi ştir. Ayrıca biriltifat eseri olarak Ertu ğrul'un oğlu Osman Bey'e de tabi ve alemyani davul ve bayrak yollamıştır. Olaylar, yakından incelenince Fatihdevrinde yaz ılmış eserlerde Alâeddin Keykubat zaman ı olayları ileIII. Alâeddin devri olaylar ının birbirine kar ıştırıldıgı anla şılmaktadır.Gerçekten Ahmedrnin ve ondan sonra da Yaz ı c ı- zade Ali'ninbu olayı daha do ğru olarak anlatt ıkları görülmektedir. Bunlar ın verdikleribilgilere göre, Ilhanhlann bar ışı bozmaları üzerine do ğuya seferaçan Selçuklu hükümdar ı Alâeddin K eykub at'd ır. Böylece Karacahisarınalınmasını Ertu ğrul'a bırakan hükümdarm da, bu Alâeddinolduğu anlaşılmaktadır. Bu iki kayna ğı, diğer bir kaynak daha desteklemektedir.Bu da, Diistur-name'nin yazar ı, Enverrdir. Enveri,bu eserinde, Osmanl ı soyunu, O ğuz Han'a bağlamakla beraber,Selçuklu hükümdarı Alâeddin K eykub at' ın ça ğdaşı olarak gösterdi ğiŞ ah Melik Bey'in iki o ğlu, Gündüz Alp ve Gök Alp'ten bahsetmekte,bunlardan Gündüz Alp'in, Ertu ğrul'un babas ı, diğer birdeyişle Osmanlı ailesinin ceddi oldu ğunu ileri sürmektedir. Bütünbunların sonucunda Osmanl ı ailesinin kökü, I. Alâeddin Keykubatdevri emirlerinden Gündüz Alp'e dayanmaktad ır ve Ş ah Melikadında bir kişinin de, bu aileden oldu ğu bir ihtimal olarak belirmektedir.Ş ah Melik ile o ğulları Gündüz Alp ve Gök Alp'in Enverrnindestani bir tarzda anlatt ığı üzere, bu hükümdar zaman ında do ğudan mıgeldikleri, yoksa Yaz ı c ı- z ade'nin ifade etti ği gibi Gündüz Alp' ındaha önce Tokat tarafından mı geldiği hususu, bugün için meçhul kalmaktadır.Fakat bu iki rivayetten hangisi do ğru olursa olsun, bildiğimizbir husus vard ır ki, o da şudur: Gündüz Alp, Alâeddin Keykubatzamanında <strong>Ankara</strong> çevresinde bir ikta sahibi bulunuyordu. O s ırada93


üzerinde Selçuklu emirlerinden Hüs amedd in Çoban B ey o ğullarınınidaresinde bulunan sa ğ kol Uc beylerbeyli ğinin sol kanadındaBizans'a kar şı sınır koruyuculu ğu görevi bulunmakta idi. Gündüz Alp,XIII. yüzy ıl ortalarında ölmü ş ve Uclarda hüküm süren kural gere ğinceyerine o ğlu Ertu ğ rul geçmi ştir. Bu olayın tarihini, tesbit mümkünde ğildir. Ertu ğ rul B ey zaman ında Eskişehir ve Afyon Karahisar' ındanbaşlamak üzere Antalya'ya kadar bütün sol-kol Uc bölgesi ile İçel'denKaraman'a kadar da ğlık bölgenin Türkmen halkı , İlhanh-Selçukluidaresine kar şı ayaklanmışlardı. Bu s ırada sa ğ-kol Uc halkı ve beyleriise, Selçuklu hükümetine ba ğli gibi görünmektedir.İlhanh-Selçuklu yönetimi, asilere kar şı, itaatlı gibi görünen sağ-kolemirlerinden faydalanmak için onlara mültefit davranm ış olmalıdırlar.Bu ilişkiden gerek Ertu ğrul ve gerekse 1280 tarihinde onun yerinegeçen o ğlu Osman B ey, oldukça faydalanm ışlardır. Baz ı kayıtlaragöre Osman B ey, babas ı ad ına Uc'da gaza görevini üzerine ald ığızaman Ertu ğrul B ey, <strong>Ankara</strong> civar ında yurtlarımn bulunduğuKaracada ğ'a gitmi ştir. Şu olay, Osmanl ı beylerinin Uc'da sadece görevlerigere ği bulunduklarını, devaml ı' olarak as ıl yurtlarm ın bulunduğuKaracada ğ'da oturmakta olduklar ını göstermektedir.Osmanlı ailesi ve KayılarBilindiği üzere Osmanl ı ailesi, O ğuz boylarından Kayı kabilesinemensup olarak gösterilegelmi ştir. Genel kan ıya göre Ertu ğrul ve o ğluOsman, bu kabilenin önderi durumundad ırlar. Bu küçük topluluk,bütün âdet ve gelenekleriyle Uc bölgesinde ya şamaktadır. Böyle yar ıgöçebe küçük bir a şiretin, yerle şik, ileri, uygar bir devleti nas ıl kurabilmişolduğu türlü görü şlerin ileri sürülmesine sebep olmu ştur. Tarihteküçük baz ı a şiretlerin büyük imparatorluklar kurduklar ı çok görülmü ş -tür. Attilâ, Cengiz, Timur'un kurdu ğu imparatorluklar böyledir.Bu türlü imparatorluklarda sürekli olarak a şiret gelenekleri egemenolmuş ve bu türlü imparatorluklar, kendilerini kuran büyük ki şilerinhayatlariyle varolmu şlardır. A şiret hayat ve geleneklerine dayananAt t il â, Cengiz ve Timur imparatorluklar ı böyle idiler. Bu imparatorluklar,en parlak devirlerinde bile kendilerine hayat veren bozk ır geleneklerinibünyelerinde ya şatmışlardır. Diğer bir ifade ile, bu siyasalkurulu şlar, yerle şik ve uygar topluluklar üzerinde zora dayanan biregemenlik kurmu şlar, ancak kurucu yetenekli ki şinin ortadan kalkmasıile kendileri de da ğılmışlardır. Halbuki Osmanlı devletini kuranaile, aşiret hayat ve geleneklerini geride b ırakmış, göçebelik ile alükas ı ,Uclarda bulunan askeri örgüte eleman sa ğlamak için Türkmen boylar ı94


ile ilgi kurmas ından ibaret olmu ştur. Osmanlı devletini kuranlar, dahabaşlangıçtan itibaren Anadolu Selçuklular ı devrinde görülerılerden dahaileri kurumlar kurmu şlar; köy, kasaba ve şehir hayat ını daha ileri birşekilde tanzim etmi şlerdir. Anadolu Selçuklu yönetiminin yerine geçenOsmanlı yönetimi, her türlü kurumlariyle ileri bir şehir kültürününifadesi oldu ğuna göre, bu sonuç, Osmanl ı ailesinin, yarı göçebe bir a şirethayat ı ya şadığı yolundaki bilgilerle tam bir ayk ırılık içinde bulunmaktadır.Üzerinde durdu ğumuz bu konular ı, ciddi olarak ilk defa ele alantarihçi Gibb ons'dur. Gibb o ns'dan itibaren yerli ve yabanc ı birçok ilimadamı, Osmanlıların başlangıçtaki a şiret beyli ği durumu ile kurduklar ı büyükve ileri devletin, yüksek bir şehir kültüründen do ğmuş olması hali arasındakiaykırıhğı açıklamaya çal ışmışlard ır. Gibb on s'un esas dü şüncesinin,yeni kurulan devlette, ihtida etmi ş hristiyan unsurlar ın görev kabuletmi ş bulunmas ı şeklinde oldu ğunu daha önce de belirtmi ştik. Bu konuüzerinde duran Fuat K öprülü ve Paul Wittek'in görü şlerine deyeri geldikçe i şaret edilmi ş idi. Burada bu vesile ile şunu belirtmekgerekir ki Osmanl ı beyliğinin ilk kurucuları olan Ertu ğrul ve OsmanB eyler, birer a şiret reisi de ğil, bütün yönetim ve siyaset usüllerinevakıf, birer Selçuklu devlet adam ı idiler. Şimdiye kadar bunlar ın, bireraşiret beyi imi ş gibi kabul olunmalar ı, Osmanh devletinin do ğuşuna vekurulu şuna temel olan, tarihi şartlar ın yanlış tasavvuruna sebep olmuştur.Halbuki kurulu şu, yüzyıllarca geriye götürülebilecek olanmüslüman Türk Uc gelene ği, adetâ bir okul gibi kurallara ba ğlanmış, bukurallar ı ile devlet yap ısı ve örgütü içinde yerini alm ış ve böylece bütünUc beyleri, belli kanunlara ve nizamlara göre yeti ştirilir hale gelmi şti.Bu duruma göre bir Uc beyli ği, tesadüfen Uc'a gelmi ş ve Uc'daki Türk-Rum ekonomik ili şkilerinin yaratt ığı refandan faydalanmak isteyenalelâde a şiret reislerine de ğil, yukarda aç ıklanan Uc gelene ğine göreyeti şmiş ve uzun zaman ad ını duyurmu ş bir takım aristokrat ailelereverilmekte idi. Bu ailelerin, ba şlangıçta asaletlerini kabile reisli ğindenalmış olmalar ı mümkündür. Fakat bunlar, aileleri için irsi olan Ucbeyliğini yaptıkları sırada, art ık şehirde oturmakta idiler. Uc bölgesindesadece malikâne şeklinde arazileri vard ı. Bu arazi içinde oturan istermüslüman, ister hristiyan olsun bütün halktan toplanan vergiler, kendilerineait bulunuyordu. Selçuklular zamamndan beri devletin ilerigelenleri, bölgelerinin ekonomik faaliyetlerine kat ılmakta idiler. İçlelerindeticaret yapanlar bile vard ı . İkta üzerine geni ş köy topluluklarınasahip olan beyler, buralarda sürülen halinde koyunlar da besletiyorlard ı .Bu şekilde, Uc beyleri de, elveri şli yerlerde çok say ıda hayvan beslemek-95


te idiler. Bu gelenek, Osmanhlar zaman ında Fatih devrine kadar sürmüş; Bursa civar ında hassa koyun sürüleri beslenmesi âdeti, o zamanakadar görülmü ştü. Türkiye'nin iktisadi ve içtimai tarihi adh eserinyazar ı Prof. Mustafa Ak d a ğ'a göre, ilk Osmanl ı tarihlerinde bulunanOsmanlıların başlangıçta a şiret hayat ı ya şadıkları şeklindeki bilgi, busebepten ortaya ç ıkmış olsa gerektir. Osmanh padi şahlarının yazındinlenmek için yaylalara ç ıkmaları ve bu esnada sürek aylar ı yapmaları,bu rivayetleri kuvvetlendirmi ş olabilir. Bütün bu bilgilerden sonra şunuifade edelim ki, e ğer Osmanh ailesi, Kay ı kabilesinden ise, bu ba ğ,çok eski bir devre ait olmal ıdır. Gerçek olan, bu beyli ğin kuruluşu sırasındabu ailenin, bir Selçuklu emiri oldu ğu ve bunlar için, bir a şiret,ya da yarı göçebe hayat ın söz konusu bulunmad ığıdır. Tarihi deliller,Osmanlı ailesinin yerle şik bir hayatın içinde bulunduklar ı ve yüksekbir şehir kültürüne sahip olduklar ı yönündedir. Küçük Osmanl ı beyliğini,kısa zamanda, büyük bir devlet haline getiren de, onlar ın, temsil etti ğibu ileri ve yüksek kültürdür.Genel hatlariyle Osmanlı devri kültürüOsmanlı tarihinde dikkate de ğer olan hususlardan birisi de şudur: Osmanlılar,dışa kar şı ba şarılar kazand ıkça Anadolu'da yeni topluluklar veTürk kitleleri elde ediyorlar; bunlar da d ışa kar şı olan başarılarının devamınıve artmas ını sağlıyordu. Timu r'un hücumu, Osmanlı devletini yıkmadı ise de, onun için, a ğır bir darbe oldu. Timur taraf ından diriltilen beyilklerintekrar ortadan kald ırılmaları işi, ancak 1485'de tamamlanabildi.Osmanlı devleti, XV. yüzyılm ikinci yarısında F a tih'in ba şarıları ileyeniden İslam aleminin en kuvvetli devletlerinden birisi haline geldi.Osmanlı ordusunun teknik üstünlü ğü, bu devirde İslam devletleriııcede hissedilmeye ba şlanmıştı. Yavuz Selim, bu ordu ile, zaferdenzafere ko şan Safevi hükümdar ı Ş ah İ sma il'i a ğır bir şekildeyenerek önce Osmanlı Türkiye'sini endi şelendiren şiilik tehlikesini,daha sonra da İslam dünyas ının en kuvvetli devleti say ılan Memhikleriortadan kald ırmıştı. Yavuz Selim'in bu zaferleri, Osmanl ıdevletine Do ğu Anadolu'nun önemli bir k ısmı ile Suriye ve M ıs ır' ıkazand ırmış, Medine ve Mekke gibi kutsal yerler de Türk egemenliğialtına girmişti. Kanuni Süleyman devri (1520-1566), Osmanl ıimparatorluğunun en parlak devridir. Bu devirde imparatorluk, yeni eldeettiği topraklar ile Viyana önlerinden Basra körfezin, K ırım'dan Habeşistan'akadar yayılmış ve Kuzey Afrika memleketleri de Türk topraklarınakatılmıştı Bu devirde geni ş imparatorlu ğun mükemmel bir şekildekanunları yap ılmış olduğundan Türkler, bu büyük hükümdarlarma96


K an uni lakab ını vermi şler ve devrini, hakl ı olarak, tarihlerinin enha şmetli zaman ı olarak kabul etmi şlerdir. Avrupal ılar ise bu Türkhükümdarına "Muhte şem Süleyman" demi şlerdir.Kanuni S ül e ym an'dan sonra imparatorluk yüz y ıldan fazla birmüddet bu hükümdar zaman ında ula ştığı sınırları korumuş ve hattabazı ufak tefek toprak kazançlar ı olmuş ise de eski kudret ve ha şmetinizamanla kaybetmeye ba şlamıştır.Özellikle ekonomik nedenlerle Anadolu'daçıkan sonu gelmez ayaklanmalar, devletin bünyesine anz olanzaafları açıkça meydana koymu ştu. Imparatorlu ğun, Avrupa'da askerlikalanında kaydedilen geli şmeleri bile takip edememesi, 1683 y ılındakiViyana ku şatmas ı yüzünden Avusturya ve müttefikleri ile yapt ığısava şlarda yenilmesine ve ilk defa olarak önemli arazi kay ıplarına sebepolmu ştur.Osmanlı devleti, haklı olarak büyüklü ğü, ihti şamı ve medeniyetiile eskiden beri Roma imparatorlu ğu ile mukayese edilmi ştir. Bu imparatorluk,ayn ı zamanda, ikisi Araplar ve ikisi de Türkler tarafından kurulmuşolan dört islam imparatorlu ğunun en uzun ömürlüsü olmu ştur.Bu devletin askeri ve idari te şkilat ı, sosyal ve kültürel kurumlar ı Selçuklularve k ısmen de İlhanl ılardan gelmekte idi. Bizans' ın Osmanlıkurumları üzerindeki etkisi meselesini Fuat K öp rülü ele alarak bu etkiüzerinde israrla duranlara gerekli cevaplar ı vermi ştir. Kar şılıklı ilişkilerinortaya koyduğu normal, tabii etkiler d ışında Osmanlılar, zengin,Selçuklu medeniyetinin varisleri olarak Bizans'dan herhangi birşey almak ihtiyac ını pek duymam ışlardı. Fazla olarak, Bizans, ayr ı birdini alemin mümessili, Türklerin daima mücadele etti ği bir devlet olup,kültürü de, Selçuklular ınkinden yüksek de ğildi.Osmanlı devleti mükemmel bir askeri ve idari te şkilâta sahip bulunuyordu.Bu te şkilat, XVI. yüzyılda, modern devletlerin te şkilatlarıderecesinde muntazam ve mürekkeb bir manzara arzetmektedir. Bunuiyice anlamak için, binlerce defter ve yüzbinlerce belgenin bulundu ğuOsmanlı arşivini görmek yetecektir. Bu devlet, geni ş imparatorluğununen uzak kö şesindeki küçük bir hisarda bulunan askerinin ve ona aitmalzemenin miktar ını bildiği gibi, en küçük bir köyde ya şıyan kimselerinne i şle me şgul olduklarından da haberdar bulunuyordu. Bunu zamanzaman yapt ığı vergi ve arazi nüfus tahrirleri ile daimi bir surette kontrolaltında tutuyordu. Bu gün XV. ve XVI. yüzyıllara ait olmak üzere,bu vergi ve arazi nüfusu tahrir defterlerinden 1000'den fazlas ı mevcuttur.Anla şıldığına göre XVI. yüzy ılın birinci yar ısında Anadolunun nüfusutakriben 4, 5 - 5 milyon olup, bunun ezici ço ğunluğunu Türkler te şkilediyordu. Yüzyılın sonlarında bu nüfusun artm ış olduğu görülüyor.97


Ate şli silahlar ile techiz edilmi ş olan Osmanlı ordusu, İslam alemineyeni bir sava ş tarz ı getirmişti. -Ünlü Babür, Hat ırat' ında Hindistan' ınalınmas ında kazand ığı zaferleri, Osmanl ı muharebe tarz ı ile kazandığınısöylemektedir. Safeviler, kendi ordular ını Osmanlı ordular ına göreyeniden tanzim etmi şlerdi.Osmanlı idaresinde bulunan bölgelerin özelliklerine göre bu bölgelerinher biri için, özel kanunnâmeler yap ılmıştıOsmanlı devletinin ilk devirlerinde ilim adamlar ı ile idare adamlar ı,şair, edip, ve sanatkârlar, daha çok Karaman'h ve Germiyan'l ı idiler.Daha Osman Bey zaman ında Ş eyh Edebâli, Dursun Fakih veMolla Rüstem ile ba şlayan Karaman etkisi, XVI. yüzy ıla kadarsürmü ştür. Bu devirde ilk medrese, Orhan Bey taraf ından 1331yılında İznik'te kurulmu ştur. Bundan sonra Bursa, Edirne ve di ğerşehirlerde de medreseler kurulmu ştur. Istanbul'un Osmanl ı devleti'ninba şkenti olmas ı üzerine, bu şehirde de büyük medreseler in şa edilmiştir.Bu medreseler aras ında Fatih Sultan Mehmed (1450-1481) veKanuni Sultan Süleyman (1520-1566) taraf ından yapt ırılan medreselerönemlidir.Osmanlı tarihçilerine göre devletin ba şlıca iki vazifesi vard ır:Biri halk ı adilce idare etmek, di ğeri vatan ı yabanc ı saldırılarına kar şıkorumakt ır. Adalet, şeriat hükümlerinin yerine getirilmesiyle teminedilir Şeriat ise Allah' ın kulları için koymuş olduğu din ve dünyaile ilgili hükümlere denir. Peygamber ve onun halefleri, bu ilahikanunun adeta bir icra kuvveti durumundad ırlar.Müslüman bir devlet olarak Osmanl ı devleti de, bu hukuk anlayışınınetkisi alt ında kalmışt ır. Bu tesir, daha çok özel hukuk alan ındaolmu ştur. Zira genellikle İslam hukuku, mahiyeti itibariyle ferdi bir hukuktur.Amme hukukuna mahsus esaslar ihtiva etmemektedir. Bu sebeplemüslüman Türkler, bu konularla ilgili dini tesir alt ında kalmayan mahallive milli nizamlar kurabilmi şlerdir. Fakat bu nizamlar ın şeriata uyupuymadığı meselesinin tesbiti gerekmi ştir. Bunun içindir ki şeriata vak ıfbir s ınıfa ihtiyaç duyulmu ştur. Bu s ınıf ilmiye s ınıfıdır. İlmiye s ınıfı,müderrisler, kad ılar ve müftülerden meydana gelmekteydi. Bunlarınkayna ğı medresedir. Bilindi ği üzere medreseler, İslam dünyas ındaSelçuklular zaman ında kurulmu şlardır. Daha sonra gelen müslümandevletleri de, bunlar ı kurmakta ve geli ştirmekte devam etmi şlerdir.Selçuklular devrinde kurularak tam bir geli şme durumunda olanmedreseler, daha imparatorlu ğun ba şından itibaren Osmanl ılarda dagörülmektedir. Osmanl ılar devrinde medreseler Fatih ve Kanuni98


zamanlarında tam bir geli şme göstermi şler ve te şkilat itibariyle degenişlemişlerdir. Medreselerin vazifeleri bak ımından on iki dereceyeayrıldığı görülür ki, bu dereceler şunlardır: Genel olarak ibtida-i dahilve ibtida-i hariç ad ı verilen kısım, bu günkü ilk öğretimi; hareket-i hariçve hareket-i dahil ad ı verilen kısım, bu günkü orta ö ğretimi; Mus ıla-ıSahn ad ı verilen kısım liseyi ve Sahn- ı Sem'an ad ı verilen kıs ım ise,Üniversiteyi karşılamakta idi. Medresenin Üniversite k ısmı, Edebiyat,Ilahiyat ve Hukuk bölümlerini içine al ıyordu. Ö ğretim üyelerine müderrisad ı verilmekteydi ki, bu günkü profesör kar şılığıdır.Öğrencilere ise, "suhte" denmekte idi. K ıdemli Sahn.-1 Sem'an talebesindeneserleriyle kendisini tan ıtmış olanlara "dani şmend" ad ı yenikmekteydi. Dani şmendler aras ında kıdem ve ehliyet itibariyle sivrilenleremuid deniyordu. Muid ve danişmendler, müderris olmamakla beraber.alim sayılırlardı. Muidler, ayrıca müzakereci vazifesi görürlerdi Sahn- ıSem'an' ı bitiren yani icazet alan bir kimse "mülâzim" ad ını ahrdı. E ğerbir mülâzim, müderris olmak isterse, ilkin 20 akçe yevmiye ile ibtida-ihariç (ilkokul) müderrisli ğine tayin edilirdi. Ilkokul müderrisli ğindensonra da Üniversite (Sahn- ı Seman) müderrisli ğine kadar yükselme imkanıvard ı. Üniversitede müderris olma niyetinde olan bir ibtida-i haricmüderrisi, İbtida-i Altmışlı, Hareket-i Altm ışlı ad ı verilen yüksekmedreselere geçer; ayr ıca Mus ıle-i Süleymaniye'de tahsil görürdü.Burada tahsil görenler Süleymaniye müderrisli ğine geçebilirlerdi. Süleymaniyemüderrisli ğinin üzerinde yaln ız Daru'l-Hadis müderrisli ği vardı .Mus ıla-i Süleymaniye ve Darü'l-Hadis müderrislerine Kibar- ı Müderrisindenirdi. Osmanlı devri boyunca müderrislik ilmiye s ınıfının en şereflibir derecesi olmu ştur.Bu vesile ile üzerinde duraca ğım ız diğer bir konu da Osmanl ılardakad ılık kurumudur. Osmanl ı imparatorlu ğunda kadılar, bir taraftanyargı yetkisine sahip, diğer taraftan da idari ve askeri yetkileri ellerindebulunduruyorlard ı . Şer'i mes'eleler hakk ında verdikleri hükümler, birilanı mahiyetinde idi. Diğer hususlardaki kararlar ı, daha çok bir arzhüviyetini ta şımakta idi. Osmanl ı devrinde kad ıların, bir takım sınıflaraayrıldıkları görülmektedir. En ba şta birinci s ınıf kadılar görülür kibunlar, Anadolu ve Rumeli kad ılariyle İstanbul kad ıs ıdır. Anadolu veRumeli Kazaskerleri, Sadrazam ve Şeyhülislâmdan sonra Divan' ın enyüksek şahsiyetleri durumunda idiler. Rumeli (tarifi-cihad oldu ğundanRumeli kazaskeri te şrifatta önde gelirdi. Bunlar, şeyhülislam'm teklifive sadrazam ın inhas ı üzerine padi şah tarafından tayin edilirlerdi. İstanbulkadısı, yarg ı yetkisi yanında bütün di ğer kad ılar gibi bugünküBelediye Reisi'nin görev ve yetkilerine sahip idi. Birinci s ınıf kadılara99


"Haremeyn" ad ı verilen Mekke ve Medine kad ıların" da ilave edebiliriz.Bundan sonra ikinci, üçüncü, dördüncü ve be şinci olarak s ımflanıankadılar görülür. Üçüncü s ınıf kadılar, müfetti ş kad ılardır. Dördüncüs ınıf, daha çok küçük şehir ve kasaba kad ılarıdır. Be şinci s ınıfı da,"naibler" te şkil ederlerdi ki bunlar, görevi ba şına gitmeyen kad ılaravekillik ederlerdi.İznik'te ilk Osmanl ı medresesinin yap ılmas ı bitince müderrisli ğineKayserili Davud (öl. 1335) getirilmi şti. Kayserili Davud, M ısır'datahsil etmi ş, hem nakli, hem de akli filmlerde tam bir uzmanl ığa sahipolmu ştu. Muhyiddin İ bn el-A rabrnin Fusus el-Hikem adlı eserineyazdığı bir şerh, tasavvufun. Osmanl ı ülkelerinde yay ılmas ına sebepolmu ştur. İznik bir ilim merkezi olarak önemini XV. yüzy ılda da korumuşve bu yüzden. şehre "âlimler yuvas ı" s ıfat ı verilmi ştir. İznik medresesininyeti ştirdiği ünlü bilginlerden birisi de, Şemseddin MehmetMolla Fenari (1350-1431) idi.Karamanl ı olan Molla Fenari, de ğerli bir ilim adamı olarakMısır'da ve Suriyede de büyük bir ün kazanm ışt ı. Molla Fen arryegelinceye kadar, Türk ilim adamlar ı ö ğrenimlerini ilerletmet için M ısır,Suriye ve İran'a gidiyorlard ı. Fakat, bu bilginin yeti ştirdiği kimselere,diğer İslam memleketlerinde de de ğer verilmi ştir. Hepsi Türk as ıllıolan bu bilginlerin en tan ınmışları, H ı z ır Bey (öl. 1459), Hocazâde(öl. 1488), Molla Hüsrev (öl. 1489), H ı z ır Bey'in o ğlu SinanPa ş a (öl. 1486), Molla Lütfi (öl. 1495), Zenbilli Ali Efendi (öl. 1525)ve Kemal Pa ş a- z de (öl. 1534)'dir. Bunlardan H ı z ı r Bey, bir çokilim adamı yeti ştirmiştir. Hoca-zâde'nin Gazali'nin Tehafüt'ü hakkındayazdığı eseri tan ınmıştır. Molla Hüsrev, fıkıhda büyük bir otoritesayılıyordu. Eserleri Türk dili için de önemli olan Sinan Pa ş a babası gibi pek çok öğrenci yeti ştirmişti. Bunlardan birisi olan Molla Lütfi,mantık ve kelâm üzerinde k ıymetli şerhler yazm ış, matematik ve heyetüzerinde de çal ışmıştır. Molla Lütfi, ele ştirici bir mizaca sahip ve hürdüşünceli idi. Arkada şlarının kıskançlık ve düşmanlığın üzerine çekmi şti.Onların tertiplerini!' sonucu olarak 1495 y ılında öldürüldü. Ö ğrencisiKemal P a ş a-z ade, Osmanh bilginlerinin hal tercümeleri ve ilimlerintasnif ve konular ına dair yazd ığı eserleriyle tan ınmış Ta ş köprüz âde(öl. 1560), türkçede ilk ahlâk kitab ını kaleme almış olan K ınal ı-zade(öl. 1581) ve nihayet büyük bir bilgin olan E b us s uu d Efendi (öl. 1574)'-nin adlar ı anılmağa de ğer. Bu vesile ile k ısaca Bab- ı Me şihat (Şeyhülislamlık) makam ının durumuna da dokunmak istiyoruz. Bu makama ilmiyes ınıfından belli dereceleri geçmi ş kimseler getirilebilirdi. Bu zata Müftiveya Şeyhülislâm denir. Şeyhülislam ilmiye s ınıfının başıdır. Te şrifatta100


Sadrazamdan sonra gelir. şeyhülislâm ı Padi şah tayin eder. Genelliklehalife kabul edilen padi şah, hilâfeti kendi zat ı ile temsil etti ğindenşeyhülislâm'm ruhani bir s ıfat ve selâhiyeti bulunmamaktad ır. Ba şlıcagörevi, devletin siyasi hukukunun ve idari icraat ının şeriat hükümlerineuygun bir şekilde yürütülebilmesi için padi şah ve sadrazam'a yard ımetmektir. Bu maksatla sadrazam ba şkanlığındaki toplantılara kat ılır.Diğer taraftan padi şahın iradesi mahsulü olan emir ve nehiyleri verece ğibir fetva ile teyid eder. Bundan ba şka şeyhülislam' ın elinde bugünküAdalet ve Milli E ğitim bakanl ıklarının yetkileri içine giren yetkiler debulunmakta idi. Makam ının garantisi yoktur. Kendisine kar şı mes'ulbulundu ğu Padi şah tarafından sebep gösterilmeksizin her an azledilebilir.Bu duruma göre şeyhülislâm yüksek bir devlet memurudur. FakatYeniçeri oca ğının kaldırılmasına kadar baz ı Seyhülislümlar bu oca ğm tesiriyleve bazan onlarla anla şmak suretiyle sadrazam ve hattâ padi şahlarakafa tutmu şlar ve onlar ı mevkilerinden att ırabilmi şlerdir. II. Mahmutdevrine kadar bir daireleri bulunmamaktayd ı. Kendi konaklar ında vazifegörürlerdi. 1826'da Yeniceri oca ğı kald ırıldıktan sonra Yeniceri oca ğınamahsus olan "A ğa kap ıs ı" şeyhülislümlık makam ı haline getirildi.Türkiye'de türkçe, tarih'e dair ilk eser, daha önce de ifade edildi ğiüzere, XIV. yüzy ılın ortalarında yaz ılmıştır. Osmanlı tarihi hakk ındaen eski türkçe eser ise, XV. yüzy ılın başlarında şair Ahm e di tarafındanmeydana getirilen manzum bir tarihtir. Ayn ı yüzy ılın ikinci yarısındaOsmanlı tarihçili ği mühim bir gelişme göstermi ş ve bu devirde Osmanlıtarihi ile ilgili bir çok eser yaz ılmışt ır. Bunlar aras ında A şık Pa ş a- zadeve Ne ş ri tarihleri an ılabilir. XVI. yüzyılda bu alanda da ilerlemelerkaydedilerek pek çok eserler yaz ılmıştır. Bunlardan K e mal Pa ş a- z a d e'-nin henüz bir cildi bas ılmış bulunan Osmanl ı tarihi (Tevarih-i Osman)önemlidir. Kanuni devrinde Celül-zade Mustafa, Bostan Çelebive M atr ak ç ı N as üh yaşadıkları devrin tarihine ait dikkate de ğereserler b ırakmışlard ır. Yüzy ılın sonlarında yaz ılmış olan Ali'nin tarihiise, özellikle ilim ve kültür tarihi bak ımından önemlidir. Osmanlıtarihçileri aras ında büyük şöhretleri olan iki tarihçi de, XVII. yüzy ılınsonlarında ya şamışlardır. Bunlardan birisi, Münec cimb a şı AhmetEfendi (öl. 1702)'dir. Müne ceimb a şı, orijinal kaynaklara dayanarakbir genel tarih yazm ıştır. Bu kitap, İslam tarihi bak ımından de ğerlibir eserdir. Di ğer tarihçi ise, Mustafa Naima Efendi (ölm. 1716)olup,tarihi, Osmanl ı tarih edebiyat ının en güzel eseri say ılmaktadır.Osmanlılar'da orijinal co ğrafya eserleri ancak XVI. yüzy ılda yaz ılmıştır. Bunların en kıymetlisi P iri Reis (ölm. 1555)'in Mur adi ile101


irlikte yazd ıkları deniz co ğrafyas ına ait Kitab- ı Bahriyye adli eseridir.Bu eserdeki bilgilerin önemli bir kısmı, P i ri Reis'in gözlemlerine dayanmaktadır. Eserde ayr ıca bir çok haritalar vard ır. Ayrıca Piri Reis'inAmerika'ya dair bir haritas ı vardır. Deniz co ğrafyac ıhğına ait ikincieser, diğer ünlü bir Türk amirali olan S eydi Ali Reis taraf ından yazılmıştır.Bu eser, yazar ın gayet iyi bildi ği Hind okyanusu ile K ızıldenizhakkında önemli bilgiler vermektedir. K âtip Çelebi'nin Cihan-nüma'sıkıymetli bir eserdir. Bu eserde, Anadolu, Suriye, Irak, M ısır veRumeli hakkında hiç bir yerde olm ıyan pek çok bilgiler bulunmaktadir.Diğer taraftan Osmanl ı devrinde ilk hastahane Y ıld ı r ı m Bayezidtarafından Bursa'da yapt ırılmıştır. Fatih Sultan Mehmed, Istanbul'damedresesini yapt ırd ıktan sonra bir de hastahane vücuda getirmişti.1470 yılında açılan bu hastahanede, iki tabib, yard ımcıları, bircerrah, bir göz hekimi ve bir de eczac ı bulunuyordu. İkinci önemlihastahaneyi II. Bayezid, Edirne'de yapt ırmıştı. Bu hastahaneninyanında bir de t ıp medresesi vard ı. Bu hastahanede üç tabib, iki gözhekimi ve iki cerrah çal ışıyordu. Ünlü gezgin Evliya Çelebi, bu hastahanedebaz ı hastalar ın musiki ile tedavi edildiklerini söylemektedir.XVI. yüzyılda Istanbul'da üç hastahane yapt ırılmıştı. Bunlardan birisiK anuni'nin zevcesi Hürrem Sultan (yap ılışı : 1539), diğeri K anunrninannesi Ay ş e Sultan (yap ıh şı : 1554), üçüncüsü de bizzat Kanunitarafından yapt ırılmıştır. (Yap ılışı : 1555). K anuni'nin hastahanesindede üç hekim, iki göz hekimi, iki cerrah ve bir eczac ı ile iki eczac ı kalfas ıbulunuyordu. Bu hastahanede her gün sabahtan ö ğleye kadar hastalarmuayene ve tedavi edilirdi Bu hükümdar ayr ıca bir de t ıp medresesivücuda getirmi şti.Türkiye'de XIV. yüzy ılda do ğrudan do ğruya tıb ile i ştigal eden vebu saha üzerinde bir çok eserler yazm ış olan Karamanl ı Hac ı Pa ş a(ölm. 1417)'d ır. Mısırda tahsil etmi ş ve buradaki Kalavun hastahanesininba ş-tabibli ğini yapmış olan Hac ı Pa ş a, sonra Türkiye'ye dönüp,Aydıno ğlu İ sa B ey'e intisap ederek Ayasulu ğ ve Birgi'de çal ışmıştır.Onun eserlerindeki bilgilerin bir k ısm ı, eski yazarlar ın eserlerine, birkısmı da kendi gözlemlerine dayanmaktad ır.Fatih devrinin tan ınmış hekimleri Sabuncuo ğ lu Ş er efe ddinile Altuni- a de idiler. Bu sonuncu hekimin idrar tutulmas ını sondaile tedavi usûlünü Türkiye'de ilk defa tatbik etmi ş olduğu sanılmaktadır.İslam âleminde XI. yüzy ıldan itibaren müsbet ilimlere kar şı ilgiazalmaya ba şlamış, bir müddet sonra da M ısır, Suriye ve Irak gibi Arap102


ülkelerinde bu ilimler ile u ğraşan kimse kalmam ıştı. Adı geçen ülkelerdenakli ilimler denen, hadis, tefsir, fıkıh, belâgat ve tarih ile u ğra şanlarvard ı. Yalnız Iran ve Türkistan'da, kelâm ve mant ık ilimlerinin yanındahey'et ve matematik'e, özellikle Mo ğol devrinden itibaren yer verildi ğigörülüyordu. Ancak, XVI. yüzy ıldan itibaren, Türkiye, Iran, ve Türkistan'damüsbet ilim çal ışmalar ı, tamamiyle durmağa ba şlamıştı .Osmanlı medreselerinde matematik ve kozmo ğrafya okutuluyordu.F atih'in ve K anunrnin kurmu ş olduğu medreselerde de matematiktedris edildi ğini biliyoruz. İlk Osmanlı matematikcisi ve hey'etcisiK ad ı - z ad e (1337-1412)'dir. Türkistan'a giderek orada tahsilini ilerletenK ad ı-z âde, Ulu ğ Bey tarafından takdir edilerek Semerkand rasathanesimüdürlüğüne tayin edildiği gibi, Semerkand medresesi müderrisliğinede getirilmi şti Kendisi her ne kadar Türkiye'ye dönmemi ş ise deyeti ştirdiği öğrencilerinden Ali Ku ş c u, bu ülkeye gelerek matematikve hey'et ilmini yaymıştır. Fatih zaman ında Istanbul'a gelen AliKu ş cu (öl. 1474), burada ilk matematik okulunu açm ıştır. Bu okuldanyeti şenler aras ında Mirim Çelebi (ölm. 1525)'nin ad ı anılmağa de ğer.XVI. yüzyılın ikinci yarısında Istanbul'da ilk Osmanl ı rasathanesikurulmu ş (1575) ve ba şına bir Memlûk ailesine mensup olan T akiy e ddinMehmed getirilmi ştir. Fakat bu rasathane, uzun ömürlü olmam ış ve dinadamlarının taassubu yüzünden 1580 yılı ba şında yıkılmıştır. T ak iy e d-din Mehmed, hey'et ve matematik'e dair eserler b ırakmıştır.XVI. yüzyılda imparatorluk Divan' ında tek bir dil, türkçe kullanılıyordu.Art ık bu yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerine oldu ğu gibiIran şahlarma, Hindistan hükümdarlarma, Mekke şeriflerine ve Türkistanhakanlarma da yaln ız türkçe mektuplar gönderiliyordu. Buarada F at i h'in Divan' ında uygurca bilen kâtipler bulunmakta idi.Osmanhlar ın ilk devirlerinde görülen, Ş eyh o ğlu, A hm e di, AhmedDal' ve Ş e yhi gibi şairler, Germiyanl ı idiler. Süleyman Çelebi, biristisna te şkil eder. Onun 1409 y ılında yazdığı Mevlid, dilinin güzelli ği,duygular ının içtenli ği yüzünden Türk edebiyat ının bir şaheseri halinegelmiş ve yüzyıllar boyunca Türklerin dini hayat ı üzerinde birinci derecedebir etki yapm ış, bu etki, zamamm ıza kadar gelmi ştir. Mevlid, türklerinislam dini ya şantısma yapt ıkları önemli bir katkı sayılabilir.XV. yüzyıhn ikinci yarısı, ilim alanında olduğu gibi, edebiyat vesanat alan ında da parlak bir devirdir. Bu devirde Istanbul'da yeti şenşairler aras ında Ahmed Pa ş a (ölm. 1497) ve Necati (ölm. 1508),klasik türk şiirinin en eski üstadlar ı olarak kayda de ğer. Klasik Türk103


nesrinin en güzel eserini de ayn ı devrin ünlü bilginlerin den Sinan Pa ş a(öl. 1486) vermi ştir.XVI. yüzyıl ise, divan edebiyat ının en yüksek noktas ına eri ştiğibir devirdir. Türk edebiyat ının en büyük şairi sayılan Fuzuli (ölm.1556),Osmanlı şiirinin gelişmesinde derin ve devaml ı etkileri bulunan B ki(ölm. 1600), bu zamanda ya şamışlardır. XVII. yüzyılda N eri, XVIII.yüzyılda iso Nedim, devirleri klâsik türk şiirinin usta temsilcileri olmuşlard ır.Osmanh devrinde zamanla siyasi mahiyet alan bir dini ceryanOsmanlılar devrinde zamanla siyasi bir hüviyet kazanan ilk dinidüşünce akımı, bilindiği üzere, XV. yüzy ıl ba şlarında Simavna Kadısıoğlu Bedreddin'in temsil etti ği ceryand ır. Bedreddin, önce Edirne'de,sonra s ırasiyle Bursa, Konya ve Kahire'de kelâm, mant ık, astronomive hadis tahsili yapmış, fıkıh konusunda kendisini yeti ştirerekeserler yazm ış bir bilgindi. Zamanla bat ıni tesirler alt ında kalarakAhlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin'e ba ğlandı. Bedreddin, bu şeyhiMısır'da tan ımıştı. Mısırda iken hastalanmas ı üzerine şeyhinin tavsiyesiile seyahate ç ıkmış ve Tebriz'e gelmi şti O s ırada Timur da, Tebriz'debulunmakta idi. Osmanl ılardan Timur tarafına geçmi ş olan baz ı kimseler,B e dr e ddin.'i tan ımışlar ve onu Timur'un ota ğına götürmü şlerdi.Bedreddin, bu s ırada di ğer bilginlerin halletmekte güçlük çektikleribaz ı meseleleri çözmek suretiyle ve Tevhid s ırrı üzerine yapt ığı konuş -malarla herkesin hayranl ığını kazand ı. Timur, onu beraberindegötürmek istiyordu. Halbuki Bedreddin, şeyhinin hizmetinde bulunmakarzusunda idi. Bu sebeple Tebriz'den kaçarak M ıs ır'a geldi. Bundan sonraonu Ahlath Seyyid Hüseyin'in ilkin halifesi, o öldükten sonra daonun makamın almış olarak görüyoruz. Bundan sonra Şam ve Halepyolu ile Anadoluya gelmi ş, bir müddet Konya'da kald ıktan sonra Germiyaniline, oradan Ayd ın ve Tire'ye geçmi ştir. Buradan da Izmir'eve H ıristiyan Sakızhların daveti üzerine Sak ız adas ına geçerek kendisinidinleyenler üzerinde ikinci bir Mesih etkisi yapm ıştır. Bedreddin, bundansonra Kütahya, Bursa yolu ile Edirne'ye gelmi ştir. Edirne'de kar ısınınölümü üzerine halktan kendisini çekerek yedi y ıl süren münzevi birhayat ya şamışt ır. İşte bu s ıralarda Timur yenilgisinin sonucu olarakY ıld ı r ı m Bayezid'in o ğulları aras ında saltanat kavgalar ı sürüp gitmekteidi. Edirne ve havalisinde idareyi Süleyman Çelebi'nin elindenalmış olan Musa Çelebi, Bedreddin'in kendisine kazasker olmas ınıisrarla istemi ş, o da bu görevi kabul etmi şti. Ancak bilindi ği üzere,Musa Çelebi'nin saltanat ı uzun sürmemi ş, Y ıld ı r ı m' ın diğer bir oğlu104


Çelebi Mehmet, bütün karde şlerini yenerek devletin birli ğini teminetmi ştir. Çelebi Mehmet, Bedreddin'e hürmet göstermi ş fakat onuİznik'te oturmaya mecbur etmi ştir. Bu s ırada Mısır'a davet edilenB e d re d din, hükümdardan hacca ve M ısır'a gitmek üzere izin istedifakat bu iste ği kabul edilmedi. Bunun üzerine B edre ddin, İsfendiyaroğlu Beyliğine kaçt ı . İ sfendiyaro ğlu, Çelebi Mehmed'den çekindiğiiçin ona K ırım'a gitmesi tavsiyesinde bulundu. Ancak bundan sonraB e dre ddin'in K ırım'a gitmediğini, buna kar şılık Rumeliye geçtiğini,Silistre, Dobruca ve Deli Orman bölgelerinde siyasi faaliyetlerde bulunduğunugörüyoruz İlkin ünlü müridlerinden Börklüce Mustafa,Batı Anadoluda ayakland ı. Üzerine Bayezid Pa ş a komutas ında birkuvvet gönderilmi şti. Bu s ırada B edre d din'in de etrafa adamlar ı-nı göndererek "... şimdiden geru bana gelin, muti olun. Padi şahhk banaverildi. Yeryüzünde ben Halife olsam gerek, her kime-kim sancak vesuba şılık gerek, gelsin benim yanıma. Her kimin ne maksudu varsa,gelsin ki şimden geru sahib-i hurücum. Ve Börklüce Mustafa dahi Ayd ınilinde huruç itdi; ol dahi benim müridimdir" dedi ği görülüyordu. Ayr ıcaOsmanlı ülkelerinde ya şıyan insanlar aras ında din fark ını ortadan kaldırarak, haram say ılan baz ı şeyleri helal k ılacakt ı. Saz ve şaraba izinveriyor, insanlar aras ında her şeyin müşterek olmas ı gerektiğini söylüyordu.İlkin B örklüc e'nin hareketi bast ırıldı ; daha sonra da B e dr e d dinyakalanarak o s ırada Selanik'e gitmek niyeti ile Serez'de bulunan ÇelebiMehmed'in huzuruna getirildi. Çelebi Mehmed, Bedreddin'in"as ılda bir dani şmend kişi" olduğunu düşünerek durumunun bir ilimheyetince ineelenmesinin uygun olaca ğını düşündü. Müzakere sonundaMevlana Haydar Acemi'nin verdi ği fetvaya göre, Bedreddin'in"şer'an katli helal, amma mal ı haram" idi. Bu fetvaya uyularak Be d-re ddin 823 /1420 tarihinde Serez'de idam edildi. Gene bu fetvaya uygunolarak mallar ı, varislerine verildi. Böylece zamanla siyasi bir mahiyetebürünmüş olan bu hareketin lideri, ortadan kald ırılmış oluyordu.Fakat Osmanlı devri boyunca zaman zaman onun temsil etti ği düşüncelerinya şamakta devam etti ğini gösteren olaylar eksik olmuyordu.XVI. yüzyıl sonlarına kadar düşünce hayatımızm genel karakteriOsmanlı tarihinin ilk devirlerinde hükümdarlarm genel olarak tasavvufakar şı bir meyil duyduklar ı görülür. Bildi ğimiz üzere XV. yüzy ılba şlarından itibaren tedrisi tasavvuf cereyanlar ı, kuvvetli bir şekildeyayılmağa ba şlamış; bunlar, Osmanlı devletinin çe şitli bölgelerindekendi tarikatlarm ın inanç ve ayinlerini yaymak fırsat ını bulmuşlardır.Bekta şi, Mevlevi, Kadirî , Halveti, Bayrami ve daha ba şka tarikatlar,XV. yüzyılın ikinci yarısından XVI. yüzyılın ortalar ına kadar geçen105


zaman zarfında memlekette mevcut olan ho şgörünün bir sonucu olarakyayılmak fırsat ını bulmuşlardır. Zaten daha önce de i şaret etti ğimizüzere, Mevlâna'dan itibaren, Selçuklu ve Osmanl ı Türkiyesinde Mevlevilerve Yeniçerili ğin kurulu şu ile ilgili baz ı rivayetlerden de anla şılacağı üzere, Hac ı B ekta ş -1 Veli'nin yolunda gidenlerin, oldukça faaldurumda bulunduklar ı bilinmektedir. Bu dü şünce ho şgörürlü ğününtürlü örneklerini bu devirde yeti şen bir çok Osmanlı hükümdar ı, kendişahsiyetleri ile de ortaya koymu şlard ır. Her alanda yeti şmiş olan bilginlerehürmet gösterdikleri gibi, de ği şik düşüncelere kar şı da daima canl ıbir ilgi duymu şlardır. Bu hususta en güzel örnek, Fatih Sultan Mehmed'indurumudur. Fatih, daha Istanbul'u al ır almaz Rum-Ortodokskilisesinin ba şı olan, Patrik Gennadios'u huzuruna ça ğırmış, hertürlü dini çalışmalar ında serbest olduklar ın ı, istedikleri şekilde ibadetedebileceklerini söylemi ş ; ayr ıca kendisinden, Hristiyanl ığın esaslar ınıaçıklayan bir eser yazmas ım ve kendisine getirmesini emretmi ştir.Patrik'in Fatih'e takdim etmi ş bulunduğu bu eserin Türkçe nüshas ı,Aurel D e cei'nin "Patrik Gennadios'un İtikatnamesi" adlı etüdündeincelenmi ştir. Bu etüd, İstanbul Enstitüsü Dergisi'nin ikinci say ısındaç ıkmıştır. Osmanlı hükümdar ve devlet adamlar ı, bilginlereolduğu kadar tarikat erbab ının ulularma da sayg ı göstermi şler; bunlarad ına tekkeler açt ırıp, bu tekkelere vakıflar ba ğlamışlard ır. Aynızamanda sefere giderken baz ı tarikat erbab ından kıhç ku şanan padi şahlar,baz ı büyük şeyhleri, ya da müridlerini teberrüken sefere götürenhükümdarlar görülmü ştür. Meselâ Sultan II. Murad, bir sefere ç ıkarken,Emir Şemseddin Buhari'den k ılıç ku şandığı gibi, baz ı tarikat erbab ınada sefere götürmü ştür. Fatih, İstanbul fethinde Hac ı Bayramhalifelerinden. Ak ş ems e ddin ile Akb ı y ık'ı beraberinde bulundurmuştur. S ırf siyasi bir tedbir olarak, şiilik'e kar şı çok sert davrand ığınıbildiğimiz Yavuz Selim, matasavv ıf ve ârif bir hükümdard ı. Mıs ırseferinde Muhyiddin Ar abi'ye olan büyük hürmetinin bir ifadesiolarak Şam'da onun türbesini yapt ırmış, yanına cami ve imaret binaettirmi ştir. Kanuni de, seferlerinde şeyhler bulundurmu ştur. Son seferiolan Sigetvar seferinde ünlü Nureddin-iade Ş eyh Muslihiddin de,bulunmu ş ve cenazesini Istanbul'a o, getirmi ştir. Ayn ı şekilde 1004/1596'da E ğri seferine ç ıkan Sultan III. Mehmet, bu s ıralarda, ilim,irfan ve fazileti ile ün kazanm ış olan zaman ın mutasavv ıflarmdanŞ ems ettin Ahmed Sivas V -57i de beraberinde götürmü ştür.Yeni bir gelişme: Ehli - sünnet anlay ışının kuvvetlenmesiAncak söylemek lâz ımd ır ki ilk Osmanl ı sultanlarımn bu tasavvufmeyli, zamanla baz ı siyasi olaylar yüzünden azalm ıştır. I. Selim106


zamanında sünni Osmanlı ve şii Iran aras ında ç ıkan siyasi anla şmazlıklar,Osmanl ıların şiilik'e ve bat ıni cereyanlara kar şı sert bir tav ır tamalarınıgerektirmi ş, 1517'de Mısır'ın fethinden sonra ortaya ç ıkanhalifelik meselesi de, Osmanl ı ülkesinde şii-bat ıni tasavvuf cereyanlarınınaleyhine olarak ehl-i sünnet yolunun kuvvetlenmesine sebepolmu ştur. Meselenin böyle bir seyir takibetmesinde bildi ğimiz gibiİranda şillik'e müstenit milli bir devlet kurmu ş olan Ş ah İ sm ail'inakidesini, türkçe manzum bir şekilde yazmak suretiyle, Anadolu'dabulunan Türkmen kabileleri aras ında yaymak istemesi ve bunda daoldukça ba şarı kazanm ış olması rol oynamıştır. Zaten Ş ah İ smailde türktür ve Azerbeycan bölgesinde kendisini destekliyenler debildiğimiz gibi O ğuz kabileleridir. Hatayî mahlasiyle şiiliği propagandaetmek için ar ı bir türkçe ile yazd ığı samimi manzumeler, busebeple Türkmen kabileleri aras ında, süratle yay ılmıştır. Osmanlıdevleti için durumun iyi olmadığını daha şehzadeliği zamanında Trabzonvalisi iken görmü ş olan Yavuz Selim, durumu babas ına anlatmayaçalışmış, fakat fazla hareket kabiliyeti olm ıyan bir kimse olarak bilinenII. Bayezid, bu hususta kesin bir şey yapmam ıştır. Selim, ilkinbabas ına, daha sonra da karde şleri, Ahmet ve K o rkut'a kar şı ba şarılıbir iktidar mücadelesi yapt ıktan sonra ilk i ş olarak, Ş ah Ismail'infaaliyetlerini durdurmak istemi ştir. 1514 Çald ıran sava şı, bu maksatlaaçılmıştır. Bu sava şa giderken Anadolu'da 40. 000 kadar şirnin öldürülmesi,bu gaye istikametinde yap ılan ilk icraat durumundad ır. Selim'egöre Şah İsmail, dini bakımdan do ğru bir yolda de ğildir. Sü cudrninSelimname'sinde, Selim'in Ş ah İ smail hakkındaki kanaati şöyleifade edilmiştir: "Ol pi şivay-i melâ'in ve serle şker-i cünud- ı şeyatinIsmail-i bi-din-i bed-ayin tebdil-i ta ğyir-i din ve tahkir-i şer-imübin etti ği ecilden ihya- ı şerayi-i Muhammedi ve ilkay-i n ıerasim-iAhmedi ve salah-1 hal-i müslimin ecli-çün sahife-i âlemden kal u kameyliyem ..."Selim'in bu zihniyeti, 1517'de M ısır' ın fethi ile ortaya ç ıkan meselelerlebirlikte kuvvetle devam etmi ş ve Osmanlı devleti, genel olarak kuruluşyıllarına hakim olan tasavvuf meyli istikametinden ayr ılarak ehl-isünnet yolunda süratle ilerlemi ştir. Buna ra ğmen XVI. yüzyılda genelolarak fazla taassup gösterilmedi ği, de ği şik dini kanaatlar ın oldukça ho ş-görü ile kar şılandığı görülmektedir. Bu yüzy ılın genel havas ına göre,bu türlü tart ışmalar, daha çok meslek ve me şrep farkına dayanan düşünceayr ılıklar]. durumundad ır. Mesela bu yüzy ılda yetişen ve hertürlü yeniliği bid'at kabul eden, Bir givi Mehmet Efendi, gerekyazdığı eserlerde ve gerekse vaazlar ında kendi fikirlerini yayma ğa107


çalışmıştır. Önemli olarak iki eseri, Vasiyetname'si ile el-Tarikat el-Muhammediye adlı arapça eseri vard ır. İleri sürdü ğü fikirler arasmdabaz ıları, parayla dua edilmemesi veya Kur'an okunmamas ı, ŞeyhülislâmE bus suud Efendi'nin dikkatini çekmi ş ve o, bu fikirler yay ıldığıtakdirde vak ıflara da tesir edebilece ğini düşünerek, Bir givrnin fikirleriniçürüten bir risale yazm ıştır. Zaten zaman ın ünlü . kadılarındanBilâl- z ad e de, daha önce Bir givrye kar şı cephe almış bulunuyordu.Bu arada gerek Kemal Pa ş a-zade'nin ve gerekce E bus suud'nn birçok tarikatlerin ayinleri aras ında bulunan devir ve raks ın haram olduğunadair verdikleri fetvalar ı da zikredebiliriz.Kanuni" devrinin ünlü şeyhülislâmı K e m al P a ş a- zade (ölm. 940 /1534)'nin bu konu ile ilgili muhtelif fetvalar ı oldu ğu bilinmektedir. Onagöre, raks ve devran suretiyle zikrullah' ın helâl olduğuna inananlar,ehl-i sünnetten say ılmazlar. İdarecikrin bu silfileri menetmeleri lân ındır.Menetmiyenler günahkâr olurlar. Zeyd, ".. vücud vahiddür dese,muradım yerin ve gö ğün, anun gayrunun her ne-kim var ise AllahuTaalâ'nun vücududur, Allah'dur, zira Allah'dan gayri mevcut şey yokturdese şer`an Zeyd'e tecdid-i iman gerekür"; bir kimse sûfilere siz "farzolan ilimleri terk ediyorsunuz" dese, onlar da kar şılık olarak "anda ilim,hicabdır, ilm-i balina me şgul olucak sonra ilm-i zahir ke şfolur deseler,bunlar, şeriat ilimlerini "hicab" sayd ıkları için "mülhid" olurlar. Bubatıl itikaddan dönmiyenler, şer`an katl olunurlar. Baz ı kimselerinkollarını birbirlerinin boyun ve bellerine dol ıyarak döne döne zikretmelerirakst ır. Raks ın haram oldu ğuna zaman ın müftisi fetva verdiktensonra bir silfi ileri geleninin camide kürsüye ç ıkıp "ben bu raks ıidegeldim, şimdiden geru dahi iderüm, zira helâldür, me şayih-i selefdensad ır olmuştur" dese, camiden ç ıkarılmas ı, idarecilerce şehir dışınasürülınesi lâzımdır. Zeyd, cemaatle namaz k ıldıktan sonra imam ın,devran ile zikrullah eden sûfilerden oldu ğunu ö ğrense, imam da, şayetraks helâldir diyenlerden ise, namaz ın iade edilmesi lâz ımdır. Bu fetvalarakar şı zaman ın ileri gelen mutasavv ıflar ı, bir takım risaleleryazarak devran suretiyle zikrullah ın me şru olduğunu ileri sürmü şler,bazı Mevlevi: ileri gelenleri de, sema' ın haram olmadığına dair risaleleryazmışlar ve böylece kar şı tarafa cevaplar vermi şlerdir.Şeyhülislâm fetvalar ı ile öldürülen baz ı tarikat ileri gelenleriOsmanlıların ilk devirkrinde görülen müsamahal ı anlayış, zamanlaazalmış ve daha çok ehl-i sünnet akidesi istikametinde yeni geli şmelerolmuştur. Bu yeni geli şmelerden XVI. yüzy ıl başlarında Iran'da Ş ahIsmail'in şüliğe müstenit yeni bir devlet kurmas ı ve Anadolu türkmen-108


lerini de kendi tarafına çekmekte sür'atli bir ba şarı göstermesinin büyüketkileri olmu ştur. Biraz önce de belirtildi ği üzere Hatayî mahlasiyleve ar ı bir türkçe ile yazm ış olduğu içten ve ço şkun manzumelerleŞ ah İ smail, Anadolu Türkmenleri aras ında büyük bir ilgi uyand ırmıştı.Böylece Osmanl ı devletinin içten y ıkılmas ı gibi bir mesele ile kar şıkar şıya bulunduğunu anl ıyan Yavuz S elim, iktidara gelir gelmezilk önemli mesele olarak bu konu üzerinde durmak gerekti ğine kaniolmu ş ve İran'a bilinen seferini açm ıştır. Selim'in bir taraftan 1514 y ı-lında şiiliğin temsilcilerine kar şı zaferler kazanmas ı, diğer taraftan bundanbir müddet sonra da 1517'de M ısır' ı fethederek bir görü şe göre "Halife"ünvanını almas ı, bundan sonra devletin takip etmesi gereken siyasetin anahatlar ını kesin olarak çizmi ş ve böylece Osmanh hükümdarlar ı, kurulu şyıllarına hakim olan musamahal ı anlayışı terk ederek ehl-i sünnet anlayışınınbaşlıca savunucusu olmu şlardır. Bunun sonucu olarak gerekhükümdar veya baz ı devlet ileri gelenlerinin ve gerek baz ı ehl-i sünnetulemasmın önayak olmalariyle baz ı de ğişik görü şlü kimselerin, buarada baz ı tarikat ileri gelenlerinin öldürülmeleri gibi ac ı olaylar görülmektedir.Buna ra ğmen Osmanlı İmparatorlu ğunda XVI. yüzy ıl sonlarınakadar genel olarak müsamahal ı sayılabilecek bir dü şünce hayat ınınvarlığından bahsedilebilmesi mümkündür. Ancak, itiraf etmek gerekir ki,tarihimiz bu bakımdan tam man asiyle incelenmi ş de ğildir.Bu türlüara ştırmalar, bir taraftan tarihimizin bir tak ım iç meselelerinin ayd ınlı&kavu şmas ına yard ım edecek, di ğer taraftan dü şünce hayatımızıngelişme seyrini tan ıma ve takip etmemize imkan verecektir.Bu bakımdan üzerinde önemle durulmas ı gereken bir devir de,Kanuni Sultan Süleyman zaman ıdır. Bu zamanda ehl-i sünnetanlayışı Bir givi Mehmed Efendi'nin şahs ında müfrit bir temsilcisinibulurken, türlü tarikatlar ad ı altında te şkilatlanmış olan tasavvufanlayışı da de ğerli temsilciler yeti ştirmiştir. Devletin ve sorumlulukta şıyan ulemanın, bu iki dü şünce akımı karşıs ında umumiyetle naz ımbir rol oynadığı, fakat bazan da ehl-i sünnet temsilcilerinin yan ındayer aldığı görülmektedir. Böyle bir hava içerisinde mesela E b ussuudEfendi'nin bir taraftan Bir givrnin kar şıs ına çıkarak onun fikirleriniçürütmeye çal ışan bir risale yazd ığı görülürken, di ğer taraftan E b us s uu dEfendi'den önce Şeyhülislam olan Kemal Pa ş a- z a d e'nin bir fetvasiylez ındıklıkla itham edilmek suretiyle Bayramiye tarikat ının birkolunun şeyhi olan O ğlan Ş eyh adıyla tanınmış Ş eyh İ s mail'in935 /1529 yılında; daha sonra gene z ındıklıkla itham edilmek suretiyleaynı E b us s uu d Efendi'nin bir fetvas ı ile de Melâmi-Bayrami tarikatındanŞ eyh Hüsameddin <strong>Ankara</strong>vrnin halifesi Bosnal ı109


Ş eyh Hamza B Mrnin 969 /1561 yılında; bu olaydan bir müddetönce 3 Şaban 957 /17 A ğustos 1550'de de Ş eyh K ar am ani'nin İstanbul'daöldürülmüş oldukları bilinmektedir. Ş eyh Ismail M a şöldürülmesine sebep, İstanbul camilerinde vaazlarda bulundu ğu sıradaşeriat hükümleri ile ilgili olarak söyledi ği baz ı laiibali ve müstehzisözleri gösterilmektedir. Ayr ıca onun inancına göre belli bir dereceyevaran insanlar için, her türlü şer`i yükümlülükler ortadan kalkar; adetahelal ve haram e şit olur. Bu ve buna benzer sözleri, ayr ıca vandet-i viicudhakkındaki konu şmaları, etrafında birçok kimselerin toplanmas ına,müridlerinin artmas ına sebep olmu ştu. Müridleri aras ında askerlerin,özellikle sipahilerin bulunmas ı da dikkati çekmekte idi. Ayr ıca devlet,bu s ırada Anadolu'da Yozgat yöresinde temelinde sebep olarak dinianlayış farklarının da bulundu ğu baz ı ayaklanmalar ı yeni bastırmıştı .Bu durumda her şeyden önce nizamm korunmas ı söz konusu idi. Bubakımdan Ş eyh İ smail M a ş telkin etme ğe çalıştığı fikirler,duymazl ıktan gelinemezdi. Bu arada onun zikir s ıras ında "Allah, Allah"yerine "Allah ım, Allah ım" dediği ileri sürülüyordu. Kanuni, kendisinememleketine dönmesi ihtar ında bulunmu ş fakat o, "akibetimiz bizcemalffindur" diyerek Istanbul'u terketmemi şti. Telkin ettiği fikirlerinhalkın dini inançlarını bozucu, sars ıcı olduğu ileri sürülerek zaman ınŞeyhülislâm ı ünlü Kemal Pa ş a- z â d e'nin fetvas ı ile 12 mürldi ilebirlikte At meydan ı (Sultanahmet)'nda idam edildi. (H. 935 /M. 1529).Bosnal ı Ş eyh Hamza Bali, Kemal Pa ş a-zade'nin ö ğrencisiKanuni devrinin ünlü şeyhülislâmı Ebussuud Efendi'nin fetvasiyleidam edilmiştir. Ş eyh Hamza B ali, Bosnada ir şad görevi ile bulunduğus ırada, Bosna'h bilginler, kendisini " şer-i şerife namülâyim ahvali zuhuretmi ştir; ümmi bir adamd ır, ir şada kadir de ğildir ..." diyerek şikayetetmişler, Bosna Kad ısı da, bu şikayetleri Istanbul'a yazm ıştır. Buşikayet üzerine Hamza B an., Istanbul'a getirilmi ş, zaman ın Şeyhülislâmıdurumunu tetkik ettirmi ş, Ebussuud Efendi'nin fetvasiyleo da öldürülmü ştür. E b us suu d Efendi, bu fetvay ı verirken kendisineörnek olarak daha önce üstad ı Kemal Pa ş a- z â de'nin 1529 y ılındaöldürülmü ş olan Ş eyh İ smail M a ş


müslümanlara a ğzına ne gelirse, söyledi ği için, kendisinin katli, tarihçiMatrakç ı Nasiı h'un deyimi ile "farz- ı lâz ımu'l-eda" haline gelmi ş-tir.Adı geçen son iki şeyhin öldürülmesi için fetva verdi ği anlaşılanEbussuud Efendi, H. 952 /M. 1545 tarihinde Fenari-zade MuhyiddinEfendi'nin yerine şeyhülislâm olmu ştu. Bu görevde H. 982 /M.1574 yılında ölünceye kadar kald ı. Tarihci Ali, onu övmekte, tek eksi ğiolarak sfifi mesle ğine intisab etmemi ş olmasın ı göstermektedir. İ brahimPeçevi, bu iddiay ı do ğru bulmamaktad ır. Evliya Çelebi ise, onunba şlangıçta tasavvuf'un aleyhinde oldu ğunu, daha sonra K anuni'ninhuzurunda ünlü Ş eyh İbrahim Gül ş eni tarafından ir şad edildi ğinisöylemektedir.Gerçekten Ebussuud Efendi, ünlü bir şeyhülislâm olduğu kadar,aynı zamanda tan ınmış bir müfessir idi. Ayr ıca Sultan S üleym an'a,Kanuni denmesini mümkün k ılan Kanun-nameler'in yap ılmas ındaönemli bir rol oynam ıştı.Tasavvuf konusunda zikrullah' ı ve sema`ıuygun gördüğü, ancak kelime-i tevhidin teganni ile tilâvetine raz ıolmadığı sanılmaktadır.Hazret-i İsa'nın Hazret-i Muhammed'den daha üstünolduğunu iddia eden bir mollaBu devrin ba şlarında 934 /1527 y ılmda görülen ilgi verici bir olayda, Molla Kaab ı z adlı ulemadan bir zat ın öldürülmesidir. Bir taraftanMolla K aab ı z' ın iddialarının böyle bir cemiyet için sivrili ği,diğer taraftan sorumlu ki şilerin Molla K aab ı z' ın iddiaları kar şısındakitutumlar ı, devrin umumi havas ını aksettirir bir nitelik ta şımaktadır.Bu bakımdan bu olayı, bilinen bütün ayr ıntıları ile açıklamaktafayda görüyoruz.Çağdaşı tarihçi ve devlet adam ı Celâl-zade Mustafa'n ın "erbab-ı ilimden" olduğunu söyledi ği Molla Kaab ı z, Kanuni devrininilk yıllarında bir z ındıklık yoluna sapmış görünmektedir. C elM- z a-de'nin ifadesine göre, Molla K aab ı z'm itikad ına fesad gelmi ş,dalâlet yoluna saparak "harabati" bir hayat ya şamaya ba şlamıştır.Meyhanelerde söyledi ği bir takım abes sözler, ün kazanmas ına sebepolmuştur. Molla K aab ı z' ın bu konu şmaları s ıras ında Hazret- iİ sa'nın Hazret-i Muhammed'den daha üstün oldu ğunu ileri sürdü ğüanlaşılmaktadır. Zira ulemadan baz ı gayretli kimseler, onun " şer veedep dairesinden" ç ıkmış olmas ına tahammül edemiyerek 8 Safer 934 /3111


Kas ım 1527 tarihinde "bilfiil sürûr- ı kâinat üzerine Hazret-i is a'y ıtafdil idüp ayat- ı ilhadi tafsil ider, görün ..." diye divan huzuruna getirmişlerdir.Divan'da bulunan pa şalar, bu meselenin bir " şer-i Şerif" i şiolduğunu dü şünerek, bu şikayeti, Divan üyesi olarak orada haz ır bulunmaktaolan Kazaskerler'e havale etmi şlerdir. Bu s ırada F en ari- z a deMuhyiddin Çelebi, Rumeli; K aadiri Çelebi de, Anadolu kazaskeribulunmakta idiler. Davas ını açıklamas ı istenilen Molla K aab ı z,inandığı şeyleri oldu ğu gibi anlatınca, Kazaskerlerin her ikisi de gazabagelerek K aab ı z'm katlini emrettiler. Molla K aab ı z' ın ve kazaskerlerinbu vesile ile beliren davran ışları, cidden ilgi verici idi. K aab ı z,ilkin iddiasını ortaya koyuyor, daha sonra da, bu iddias ını destekliyenbir takım âyet ve hadisleri naklediyor, bunlar ın açıklamalarını yaparakelde etti ği delilleri s ıralamak suretiyle sözlerini ispatlamak yolunutercih ediyor; sonuç olarak da davas ında, inançlar ının doğru oldu ğuhususunda israr ediyordu. Halbuki Molla Kaab ı z' ın aç ıklamalarıile ilgili baz ı şer`i meselelerin Kazaskerlerin hat ırında bulunmadığıanlaşılıyor ve her ikisinin de şer`i icaplara göre cevap vermekten acizbulundukları görülüyordu. Bu sebeple itidal yolunu terketmi şler, gururve gafletin istilasma u ğram ışlard ı. Böylece bu iki kazaskerin, i şgaletmekte olduklar ı mevkilerin tam manasiyle ehli olmad ıkları meydanaçıkmıştı. Nitekim, C eni- z ad e'nin eserinde, bu hususu destekliyenbilgiler de bulunmaktad ır. Onun aç ık bir şekilde belirtti ğine göre, bu ikikazaskerden biri, sadece, "hasep ve nesebi" yüzünden yükselme imkan ıbulmuştu. Di ğeri ise, kabiliyetli fakat din ve diyanet ile ilgisi olm ıyanbir kimse idi. Her ikisi de Molla Kaab ı z' ın ileri sürdü ğü fikirleriçürütebilecek bir ehliyette de ğillerdi. Onun bu iddialar ını ilim yolu ileçürütemedikleri için, k ızmışlar ve "örfi hükümler" vermi şlerdi. Budurumu gören Vezir-i Azam İbrahim Pa ş a, bir kaç defa kazaskerlerehitap etmek suretiyle "... bu şahs ın müddeas ı , şer-i şerife muhalif oluphata ise, ol hatay ı gösterüb ..." bu konudaki şüpheleri gidermek gerekir,"ser" ile cevab ını verin ..." kızmak ve gazaba gelmek suretiyle edebhudutlarını aşan bir durum yaratmak, ilim ve ak ıl erbab ına lay ık de ğildirşeklinde konu ştu ğu halde, onlar, Molla K aab ı z' ı inandığı fikirlerdendöndürecek bir şey söyleyememi şlerdi. Böylece Molla Kaab ı z' ınKazaskerler kar şısındaki ilmi üstünlü ğünü dikkate alan pa şalar, Divan' ıtatil etmi şler, Molla K aab ı z' ı da serbest b ırakmışlardır.Ancak bu durumu, pa şaların oturdu ğu "ta şra divan-hane üzerinde"kafes arkas ından takip etmekte olan devrin hükümdar ı Sultan KanuniSüleyman, vezirler huzuruna girer girmez, onlara hitap ile " ... birmülhid, Divanımıza gelüp peygamberimiz iki cihan fahrma tafdil-i112


Hazret-i İsa eyleyüp, müddeas ı isbatında ekavil-i bat ılı tezyil eyliye; şüphesizail olmayup ve cevab ı verilmeyüp, niçin hakk ından gelinmedi? ..."demiştir. Böylece Molla K aab ı z'm Hazret-i İ s a'nın Hazret-i Muhammed'dendaha üstün oldu ğunu iddia ederken bu iddias ını desteklermahiyette ve iddias ının isbat ı yolunda söylediği sözlerin bat ıl olduğunu,bu batıl sözlere müstenit bat ıl inanc ının, şüphelerinin izale edilmesive nihayet "hakk ından" gelinmesi gerekti ği şeklindeki kanaat ım açıklamışolan hükümdara Vezir-i Azam İbrahim Pa ş a, K anunnıin buaçıklamalarına ve bu aç ıklamalarının sonundaki sorusuna, C eni- z a de'-nin naklettiğine göre, aynen şöyle cevap vermi ştir: "... Kazaskerlerimizinser' ile def'e kudretleri olmayup h ışm u gazeb ile cevap verirler.Nice idelüm, def-i meclis itdük ...". Bu cevaba ra ğmen Kanuni, i şinpe şini bırakmamış ve İbrahim P a ş a'ya şu direktifi vermi ştir: "... Erbab-ı alanı, kazaskerlere mahsus de ğil, fetva hizmetinde olan Müftiel-Müslimin ile İstanbul Kadıs ını Divan'a davet idün, yar ın ser' ilegörülsün ...".Hükümdarın huzurundan bu direktifle ayr ılan paşalar, bir taraftançavu şlar göndermek suretiyle Molla K aab ı z' ı buldurup hapsetmişler,diğer taraftan da Müftü ile İstanbul kadısmın Divan'a davetedilmesi i şi ile me şgul olmu şlardır.O zaman Müftü yani Şeyhülislam, Kemal Pa ş ao ğlu MevlanaŞemseddin Ahmet idi. Kemal Pa ş a-zade veya İbn Kemaladı ile ünlü olan bu zât, umumiyetle kabul edildi ği üzere büyük Osmanlışeyhülislamlarındandır Kendisini her konuda yeti ştirmiş bir bilgin,devrin mümtaz bir simas ı idi. İstanbul kad ısı ise, Mevlana Sadettinidi. Celal- z ade'nin verdi ği bilgilere göre, Mevlâna Sadettin de, gerekehliyet ve gerekse ahlak bak ımından ünü olan bir ki şi idi. Yapılmışolan davete uyarak her ikisi de ertesi günü Divan'a geldiler. AncakDivan toplamnca yeni bir hadise oldu. Kendisine müftünün solundayer verilmesini do ğru bulmayan Rumeli kazaskeri, Divan' ı terketti.Celal- z ade'ye göre bu, bir "firar" idi, ve bu şekilde davran ışın gerçeksebebi, Rumeli kazaskerinin ilmi seviyesinin mali ım olaca ğı korkusu idi.Zira toplanan bir ilim meclisi idi, burada bir şeyler söylemek gerekirdi.Onun durumunu bilmiyenler, kazaskerin bu davran ışını, ilim yolundaki"kemal-i gayretine hamleylediler". Halbuki onun ilme intisab ı, C e-1 al- z ad e'nin deyimi ile sadece "nam ı" idi.Bu olaydan sonra Müftü, Vezir-i Azam' ın soluna, İstanbul kad ısıda, onun önüne oturmak suretiyle Divan'daki yerlerini ald ılar. Birazsonra Molla Kaab ı z, Divan'a getirildi. Kemal Pa ş a-zade, büyük113


ir "hilm" ve "edeb" ile Kaab ı z' ın iddias ını sordu. Kaab ı z, okuduğubaz ı ayet ve hadislere dayanarak gene aç ık bir şekilde Hazret-i İ sa'nınHazret-i Muhammed'den daha üstün oldu ğunu ileri sürdü. Bununüzerine Müftü, bu ayet ve hadislerin manalarm ı aç ıklad ı, gerçe ği ortayakoydu. Molla Kaab ı z sustu, adeta dili tutulmu ştu. K ısaca bu bilgileriveren kayna ğımız, daha önce Kaab ı z' ın fikirlerine esas olan ayetve hadisleri zikretmedi ği gibi, bu defa da Müftünün sözlerinin nelerolduğunu maalesef bildirmemektedir. Kaab ı z susunca, Müftü, ayn ıyumu şaklıkla ona gene hitap ederek "... i şte hak ne idü ği zahir olup,malûm oldu, dahi sözün var mıdır ...", bat ıl inanc ından vazgeçerek"...hakkı kabul idermisin?" dedi. Molla K aab ı z, iddiasnada israrederek bu teklifi kabul etmedi. Bundan sonra Müftü, İstanbul kadısınadönerek "... fetva emri tamam oldu. Şer` ile laz ım geleni siz hükmidün ..." teklifinde bulundu. İstanbul Kad ısı da, K a ab ı z'a hitapile ehl-i sünnet mezhebi üzerine temiz inanç yoluna dönüp dönmedi ğinitekrar sordu. Fakat K aab ı z, inanc ında israr etmekte idi. Katlinehüküm verilerek kafas ı kılıçla kesildi.Şeyhülislam Çivi-zade'nin i şine son verilmesiAsıl mesle ği müderrislik olan Çivi- z ade Muhiddin MehmetEfendi, H. 945 /M.1539 yılında şeyhülislâm olmu ştu. H. 948/M. 1542yıhnda da i şine son verildi. Bunun sebebi, Çivi-zade'nin, ulema ıııııo zamana kadar oy birli ğiyle verdikleri rey'e aykırı olarak mest üzerinemesh yap ılamıyaca ğına dair bir fetva vermesi idi. Çivi-zade,mesh hakkında Hanefiye imamlar ının eserlerinde aç ık bir delil bulunmadığıkanıs ında olduğu için, fetvas ım Şafii imamlar ına göre vermi ş-ti. O s ırada Rumeli kazaskeri bulunan Ebussuud Efendi, bu fetvayıdoğru bulmıyarak Divan'da reddetti. Rüstem Pa ş a, bu tart ışmayıpadişaha bildirmişti. Kanuni, bu gibi meselelerde genel olarakyaptığı üzere ulemay ı topladı ve "Çivi-o ğlu'nun mesh hususundaverdi ği fetva görülsün. Tarik-i hakta m ıdır, tarik-i bat ılda mıdır?"emrini verdi. Ulema, bu fetvamn, eski müftülerin verdikleri fetvalaraayk ırı olduğuna karar verdi. Bunun üzerine de Ç i v i z a d eşeyhülislâmhktan uzakla ştırıldı. Ancak bu uzakla ştırmanın sebebininsadece bu olay olmad ığı anla şılmaktadır. Ç iyi- z a de, ayn ı zamandaMuhyiddin İbn el-Arabi ve Celâleddin-i Rumi gibi büyükmutasavv ıflar aleyhinde de bulunmu ş, onlar ı tenkit etmi şti. Hattaonların kafir oldukları kanısında idi. Ifade edildi ğine göre, Çivi-zade,Mevlana Celâleddin-i Rumi'nin "Ey kafirler, sizin fiillerinizi benyarat ırım, zira mutlak hakimim, ister mümin, ister kafir yapar ım"114


eytinin manas ını anlıyamamış, bunu kendi anlay ışına göre tefsirederek bu konudaki bir fetvas ını zamanın padişah ı K anuni'ye göndermişti.Kanuni, bu fetvay ı okuyunca şeyhülislam' ına manzum olaraka şa ğıdaki cevab ı vermi ştir:"A şığa tacan eylemezdi müfti-i bisyar- ı fenS ırr-ı fünun- ı aşktan bilseydi bir miktar fenşeyhülislâm ım diyen bir t ıfl, ebcedhân olur,Mekteb-i a şk ında ol yar, idicek izhar-ı fen"Genel olarak kabul edildi ğine göre Ç i v z a d e'nin azlinin sebebiolarak gösterilen mesh meselesi, daha çok görünü ştedir. Gerçekte Çivizade'nin İ bn el- Ar abi, Mevlana gibi büyük mutasavv ıflara kar şıolmas ı, bu uzakla ştırmada rol oynam ıştır.Lütfi Pa şa ve halifelikXVI. yüzyılın düşünce tarihimizde önemli bir yeri oldu ğuna işaretetmi ştik. Gerçekten bu devirde baz ı olaylar istisna edilecek olursatürlü dü şünce mensuplar ının karşılıklı saygıya dayanan tart ışmalaryaptıkları görülür. Bununla beraber Yavuz'un M ısır' ı almas ından itibarenehl-i sünnet yolunda ilerlemeler görülmü ş, ehl-i sünnet kar şısındabulunan cereyanlara kar şı gösterilen ho şgörü gittikçe azalm ıştır. Öyleanla şılıyor ki Kanuni devrinin ilk yıllarında Osmanlı sultanlannınhalife olup olamıyacakları meselesi de ortaya ç ıkmıştır. Böyle bir meseleninortaya ç ıkışını, Kanuni devrinde sadrazaml ık yapmış, aynı zamandabir ilim ve dü şünce adam ı olarak bir Osmanlı Tarihi ile Asaf-namegibi eserler b ırakmış olan Lütfi P a ş a'nın Halas el-ümme tl marifetel-eimme adlı eserinden anlamaktay ız. Gerçekten Lütfi P a ş a, bu eserindeklasik anlamda halife meselesini ele alm ış, bu arada halife'nin mutlakaKurey ş'den olmas ı gerektiği fikrini ileri süren yazarlar ın bu dü şünceleriüzerinde durmu ş, sonuç olarak bir müslüman emirinin halifeolabilmesi için gerekli şartları ortaya koymu ştur. Ona göre, halife,islamın emrettiği cihad fikrini benimsemeli ve adil olmal ıdır. Bu şartlarıhakkiyle yerine getiren Osmanl ı sultanlar ı kendi idareleri alt ındakimüslümanlar ın halifesi olabilir. İşte bu olaylar ve bunun yan ındaİranda şiîliğe müstenid rakip bir devletin ortaya ç ıkmas ı, Osmanhcemiyetinde ehl-i sünnet anlayışına daha s ıkı bir şekilde bağlanmayıgerektirmi ştir. Fakat şunu da belirtmek yerinde olur ki Osmanl ı idaresindebulunan Türkmenler aras ında ehl-i sünnet'e ayk ırı sayılabilecekbir çok fikirler ya şamakta devam etmi ştir.115


Küçük Ni şancı'nm ehl-i sünnet anlay ışı ve rafızilerKanuni devrinde ehl-i sünnet anlay ışının kuvvetlenmesi ve böylecemüslümanlarm türlü belâlardan korunmas ı yolunda neler yap ıldığını,bu devrin sonlarında ya şayan ve Küçük Ni ş an c ı lakabiyle ün kazanmışolan Mehmet Pa ş a, Tevarih-i Cıl-i Osman adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: " Şarap kadehi ta şa çalındı, ne alınd ı, ne de satıld ı. Sazendelerinizzeti nefisleri k ırıldı. Herbirisi, gam kö şesinde boyunlar ını büktüler;ümitsizlik tırna ğı ile gö ğüslerini tırmalayarak bir buca ğa sindiler.Sürahilerin boyunlar ı kırıldı, kopuzların kulakları buruldu. Tamburlarmtelleri kırıldı. Santurlar ın devri dürüldü. Neylerin nefesleri tutulup,kahırlarından göğüsleri delindi. Şe ştarlar ın ıstıraptan belleri iki büklümoldu. Kemençelerin oku at ıldı ve yayları kırıldı. Velhas ıl bilcümle harabatilerinhalleri harap oldu, a ğızlarına ot tıkandı . Şimdi artık hiç bir fert,çalgının ahengini kale almaz oldu." Küçük N i ş an el Mehmet Pa ş a'-nın, bundan sonraki temennisi şöyledir: "Hemen bunlar ın sazlarımalas ın, sevaba girmek için ba şlarına çalas ın."Küçük Ni ş an c ı, sözlerine daha sonra şöyle devam etmektedir:"Allaha şükür dünyada içki kadehi ve meyhane semtinin şöhreti kalmayıp,elbise paras ı olmayan sarho ş, fisk ü fücurdan al ıkonuldu. Dünyayıislah için namaz kıhnmas ı ve dualarm devam ettirilmesi istenerekcümle halk, Hakka tabi, şeriata ba ğlı oldu. Her birisi, gönlü ho ş ve içirahat olarak kötü şeyleri terkettiler. Şeriata döndüler, farz ve vacipleriyerine getirdiler, haram şeyleri terkettiler. Allah ın emir ve nehiylerineboyun e ğdiler. Hz.-i Peygamberin sünnetine uydular. Böyleceiman ehlinin meclislerinde ve büyüklerin, ileri gelenlerin toplant ılarındae ğlence ve şarkı yerine Allaha hamd, peygambere salâvat sesleri, tekbirve tesbih na ğmeleri duyuldu. Müslümanlar ın yüzleri nurland ı. Onlar,bütün bunlar ı temin eden padi şah ın, ömrünün ve devletinin devam ı,şevket ve saadeti için dua ettiler."Böylece ehl-i sünnet anlay ışını kuvvetlendirme i şinin nerelere vardırıldığıhakkında ilgi çekici bilgiler veren Küçük N i ş an c ı, halafaaliyette bulunduklar ı anla şılan Rafızi'ler hakkında da bilgi vermektedir.Bu konudaki sözleri şöyledir: "Bu s ırada memlekette Rafıziler debulunmakta idi. Onlar, dünyay ı derbeder bir şekilde gezerler, saçlar ınıadeta fitil gibi, makbul olmayacak bir şekilde uzat ırlar. Bunların kimisitiryaki, kimisi bengi (esrarke ş) dir. Bunlar, bu s ırada bu adetlerini terkettiler." Şeyhim gelsin, beni t ıra ş etsin; e şiğine layık görürse, hizmetineals ın" diyerek Kalenderilerin âdeti ve Haydarilerin usalü üzere, kirpikve ka şlarını tra ş ettiler. Bir dost ve bir posttan gayrisine önem116


vermediler. Aç, ç ıplak, yalı ayak, ba şı kabak, sahra ve çöllerde gezerekgönüllerini k ınp, kalenderlik hizmetine bel ba ğlad ılar. Bir lanet halkas ıgibi ahmaklık küpesini kulaklar ına, çanlar ı da gö ğüslerine ve omuzlar ınatakarak çan sesleri ile raksa ve dönmeye ba şlarlard ı. Bu akılsız taife,kula ğı küpeli köle oldu. "Dervi şleriz belazedeleriz ve müptelâ olanlarız.Dünyada yaln ız muhabbet için ya şayan gedalar ız," diyerek manasızbir dava tutturdular. Bunlar, görünü şte muvahhid, siretlerinde isemülhiddirler. Rafızîliklerini, ibahiliklerini ve yanlış yolda olduklar ınıortaya koymu şlard ır. İtikadları gevşek, inançlar ı zayıft ır. Bu bak ımdanşeriata itaat etmektense havaili ği tercih etmektedirler. Onlar, bir tak ımuydurma kalenderlerin sohbetinde bulunup, " şarap iç ve gönlünü ho ştut, dünyayı aksettiren kadehe bak fakat iki dünyan ın sırrını açığavurma" şeklinde uygunsuz sözler söylerler. Bundan ba şka namazkılmazlar, oruç tutmazlar, şeriat ı ve peygamberin sünnetlerini nazaraalmad ıkları gibi büyük sahabeler hakk ında uygunsuz sözler sarfederler.Bu gibi uygunsuz sözlerin küfür oldu ğunu ulema aç ıkça beyan etmi ştir.Bu sebeple bunlar gibi şeytana uymu şların baskı altında tutulmas ıbüyük sevap oldu ğundan bunlar ın Osmanlı ülkesinden ç ıkarılmas ı içinemirler verilmi ştir. Zaviye ve hangâhlarda bu türlü ne kadar mülhidvarsa sürüp ç ıkarılmış ve bunlar ın herbirisi bir tarafa, çekip Bitmi ş-tir. Çok şükür dini koruyan padi şahı saltanat ı zaman ında ehl-i sünnetemuhalif bir cemaat kalmam ış ve bu z ındıklar fırkas ı tamamiyle gazabauğrıyarak peri şan edilmi şlerdir. Bu i şler insana büyük sevap kazand ırır.Bunları yapanlar, dünyada iyilikle m ıdır, ayr ıca ahiretde de mükafat ımgörürler".Devrin adalet anlayışı hakkında XVI. yüzyddan bir örnekBu münasebetle üzerinde duraca ğımız diğer önemli bir olay,sözlü ve yaz ılı olarak yap ılan baz ı şikayetler üzerine ba şta Rumelikazaskeri Bostan Çelebi olmak üzere Anadolu kazaskeri SinanÇelebi ile İstanbul kad ısım K anunnain emri ile görevlerinden ahnmaları ve ayrıca muhakeme edilmeleridir. Özellikle Bostan Ç el e b i'yihedef tutan bu şikayetleri, devrin ünlü sadrazam ı Rüstem Pa ş a ileVezir Haydar P a ş a'rıın te şvik ettikleri anla şılmaktadır. Buna ra ğmenkanun ve adalet anlay ışı ile kazandığı şöhretin ne kadar hakli oldu ğunubu olaydaki tutumu ile de ortaya koymu ş olan K anuni, adaletle hükümverilebilmesi için ilkin şikayet edilenleri azletmi ş, daha sonra da görevlerindenalınmış olan bu yüksek memurları muhakeme etmek üzerekurulacak heyete "hak" ve "bat ıl"ı keskin bir k ılıç gibi birbirindenayırabilecek ehliyette kad ıların girmesi için gerekli emirleri vermi ştir.117


Yap ılan uzun soru şturmalardan sonra şikayetlerin asl ı olmadığı anlaşılmışve adı geçen kazaskerler ile İstanbul kad ıs ımn beraetine kararverilmiştir. Devrin adalet anlay ışı hakkında oldukça aç ık bir fikir verdiğigibi zihniyetini de ortaya koyan bu olay şöyle olmu ştur:958 /1551 yıhnda halktan baz ı kimseler, "hakk ı sariha mani vegaraz- ı nisbete tâbi olup, hakk ı müstehakkine icra itmezler" diyerekRumeli kazaskeri Bostan Ç elebi, Anadolu kazaskeri Sinan Çelebive İstanbul kad ısını, bir çok defalar Kanuni Sultan Süleyman'aşikayet etmi şlerdir. Bu şikayetlerin sözlü olarak oldu ğu gibi hükümdara"ka ğıtlar" sunmak suretiyle yaz ılı olarak da yap ıldığı görülmektedir.Bunun üzerine Kanuni, ilkin, adaletle hüküm verilebilmesi gerekçesiile şikayet edilenleri azletmi ş ; daha sonra da onlar ın durumunu tetkikve tefti ş etmek üzere "hak" ve "bat ıl"r keskin bir kılıç gibi birbirindenayırabilecek ehliyette kad ılardan müte şekkil bir heyet kurulmas ınıemretmi ştir. Bundan sonra bu kad ıların tayin edildikleri ve bunlar ın,camilerde toplanmak suretiyle tefti şlerine ba şladıkları görülmektedir.Sanık durumunda olanlar, ilkin, konu şmamayı tercih etmi şlerdir. Ancakbir müddet sonra şikayette bulunanlardan, iddialar ı ile ilgili olarakşahid göstermelerini istemi şlerdir. Fakat "... bir kimesne gelüp şehadet..." eylememi ş ; "... hayır ve şer'den dahi bir nükte dermeyan idüp ..."söylememi ştir. Bu durum kar şısında kad ılar, san ık Kazaskerler'e dönerekşu konu şmayı yapmışlardır:Bunların hali, sizlerin "istikamet" üzere oldu ğunuzu göstermektedir.Ancak onlar ın hepsi de "batmen" şehadet etmek hususunda müttefiktirler.Şimdi size dü şen iş, iddia edilen hususlar ı ikrar ve itiraf iletövbe edip, "nefsinizi" ahiret cezas ından kurtarmakt ır.Kad ıların bu sözlerine kar şılık olarak san ık durumundaki Kazaslerlerile İstanbul kad ısmın verdikleri cevap ise şöyle olmu ştur:Şeriat mihrab ının kadıları olanlar, zan ile hareket etmezler. Kur'an-ıKerim'de "zaııııın baz ıs ı günaht ır" (bak. sure XLIX, ayet 12) şeklindeifadesini bulmu ş bir fikirden gafil olarak, aç ık bir hüccet ve isabetlibir delil bulunmaks ızın müessir bir hüküm vermezler. Sizlerin dedi ğinizüzere do ğruyu yalandan; isabetli olan ı yanl ıştan, gerçe ği, batıl olandanayırdetmek dü şünülebilseydi, insanlar, gerçe ği meydana ç ıkarabilmekiçin şahide ve deliye muhtaç bulunmazlard ı. Onların bu sözlerimizecevap vermeleri, iddialar ına delil göstermeleri gerekir. Zira delilsiz"kelâm" manas ızdır; mücerred iddialar ın çoğu yalandır.Kazaskerler ile İstanbul kad ıs ının bu sözleri, cevaps ız kalm ış,şikayet edenlerden hiç birisi, bir delil ortaya koyamam ış, bu konuda118


her hangi bir söz söyleyememi ştir. Sonuç olarak da bu tefti ş ve muha.kemelerden bir şey elde edilememi ş ve her iki kazaskerle İstanbulkadısmın temiz olduklar ına karar verilmi ştir.Bu hükme ra ğmen Rumeli kazaskeri Bostan Çelebi, eski görevinedönememi ştir. Onun eski görevine dönmesine zaten bahis konusuşikayetleri te şvik etti ği bilinen devrin sadrazam ı Rüstem P a ş a'nınengel olduğu anla şılmaktad ır. Zira bilindi ği üzere 960 /1553 y ılındaK anuni'nin o ğlu Ş ehz ade Mustafa öldürüldükten sonra bu i şteparma ğı olduğu ileri sürülen Rüstem Pa ş a azledilmiş ve yerine tayinedilen yeni sadrazam Ahmet Pa ş a, Bostan Ç elebi'yi eski görevineiade ederek, aradaki iki y ıllık paras ını da kendisine teslim etmi ştir.Istanbul'da ilk kahvehaneXVI. yüzyılın önemli baz ı iç olaylar ı üzerinde dururken kahveninIstanbul'a getirili şine, toplum hayat ımızda insanlar ı bir araya getirenbir vas ıta olarak yer al ışına da kısaca i şaret etmek önemsiz say ılmamalıdır.Gerçekten kahve, Anadolu'da 950 /1543 y ıllarında bilindiği haldeİstanbul'a 1554 y ılında getirilmi ştir. 1555 yıhnda da Istanbul'da Tahtakalesemtinde ilk kahvehanenin aç ıldığını görüyoruz. Osmanl ı imparatorluğunungüney eyaletlerinde ya şayanlar, bir müddetten beridir kahveyibilmekteydiler. Zaten bunu İstanbul'a getirenler de, bildi ğimize göre,Şamlı Şems ve Halepli Hakem isminde iki ki şidir. Böylece kahve İstanbul'agetirildikten sonra 1555 y ılından itibaren kahvehaneler ço ğalmayabaşlamıştır. İlmiye s ınıfı mensupları bile kahvehanelere devama ba ş -lamışlar, ancak bu s ınıfın ileri gelenleri aras ında kahve içmenin haramolup olmadığı yolundaki tart ışmalar uzun yıllar devam etmi ştir.Bir ara Ebussud Efendi, kahve getiren gemileri deldirmi ş ve içlerindebulunan kahveleri denize döktürmü ştü. Bu hallere ra ğmen Osmanlıtoplumunda kahve, zamanla itibar görmü ştür. Bugün elimizde bulunanve XVI. yüzy ıl sonlar ında III. Mehmet devrinde ilkinNisan 1589 - May ıs 1592, daha sonra Temmuz 1593 - Nisan 1598yılları aras ında şeyhülislâmhk yapm ış olan Bostan - z a de MehmetEfendi'nin manzum bir fetvas ı, bu konuda bize aç ık bir fikirvermektedir. Bilinen bir sureti, bugün Londra'da British Museum'dabulunan bu fetvaya göre, kahve içmek, haram olmad ığı gibi,aksine kahvenin baz ı faydalar ı da vard ır. Şeyhülislam B os t an- z ad e,kahvenin faydaları üzerinde durmakta, "bir kaç ın zikredelüm icmalen"diyerek aynen şöyle demektedir:119


"Evvel(i balgam ı izale ederEridip mahveder komaz aslaGasyan ile kayye manidirNef'i var ağıza dahi der hrıkema".Böylece anla şılıyorki kahvenin, haram olup olmad ığı hakkındaçıkan tart ışmalar, bu yüzy ılın selâhiyetli bir din adam ı tarafından birsonuca ba ğlanmakta ve kahvenin, haram olmak şöyle dursun, vücudabirçok faydalar ı olduğu açık bir şekilde belirtilmektedir.Zamanla kahvehaneler ço ğalmış ve buralar, Osmanl ı ayd ınlarınıntürlü fikir sohbetlerinde bulunduklar ı edebi ve ilmi salonlar halinegelmi şlerdir. Kahve, Avrupaya da Osmanl ılar vas ıtasiyle gitmi ş tir.İlk defa Viyana'ya giri şi, II. Viyana ku şatmas ından biraz öncedir.Bugün birçok Avrupal ı, kahve içme ği Türklerden ö ğrendiklerini tereddütsüzkabul etmektedirler. Tarihimizde kahve ile ilgili tart ışmalar ınbenzerleri, bu yüzy ılın sonu ve XVII. yüzy ılın ba şlarından itibaren tütüniçin de olmu ştur.OSMANLI DEVLETININ GERILEME SEBEPLERI HAKKINDABAZI GENEL GÖRÜ ŞLER VE ISLAHAT LAY İHALARIXVII. yüzyıl ba şlarından itibaren, o zamana kadar görülen dinive fikri müsamahan ın çok azald ığı ve özellikle tasavvuf ehline lüzûmundanfazla dü şmanl ık gösteren bir vaizler s ınıfının ortaya ç ıktığı görülmektedir.Bu vaizler, devletin geri kal ışını, türlü sahalarda görülenbid'atlere ba ğlayacaklard ır. Bu sebeple XVII. yüzy ılın fikri ve dinihayat ına geçmeden önce, Osmanl ı devletinin gerileme sebepleri üzerindekısaca durmak faydal ı olacakt ır. Bu konuya girerken hâlâ bu meselelerintam olarak incelenmemi ş bulundu ğunu da söylememiz lâz ımdır. Sonyılların Türk ara ştırıcıları, daha çok devletin ilk ba şarılı zamanlar ı ileson yıllarda görülen yeniden canlanma olaylar ı üzerinde durmaktad ırlar.Batılı ara ştırıcıların eserlerinde ise umumiyetle vaktile Osmanl ı tebaas ıolmuş olan milletlerin psikolojisi hakim bulunmaktad ır. Onlar kendilerininbütün geriliklerinin sebebi olarak Osmanl ı idaresini göstermi şlerdir.Osmanlı devletinin son zamanlar ında görülen kötü idareyi, bütün birimparatorluğa te şmil etmi şlerdir. Gerçe ğin bu te şmiller ile ilgili bulunmadığıa şikârd ır. K ısaca aç ıklamak gerekirse, Osmanl ı gerilemesini,üç grupta toplamak mümkündür:1- İdarede görülen gerilemeler 2- Sosyal ve ekonomik hayattagerilemeler. 3- Dü şünce ve kültür hayat ında görülen de ğişmeler.120


1- İdare ile ilgili bozulmalar, devlet, hükûmet ve saray ile askersınıflar ında görülmektedir. Bu husustaki de ğişmeler, bildiğimiz gibi1630 yılında IV. Murad'a bir ıslahat lâyihas ı takdim etmi ş olan KoçuBey'in eserinin esas ını te şkil etmektedir. Bu vesile ile şu hususu hat ırlatmaktaFayda vard ır. Islam dünyas ında yeti şmiş olan büyük dü şünürler,zamanlann ın hükümdarlar ına nasihat yollu, devlet ve hükûmet idaresiyleilgili tavsiyelerde bulunmu şlar, bu hususlarda eserler yazm ışlardır.Bu eserlerde umumiyetle ideal bir devletin, ya da ideal bir devlet reisininnas ıl olmas ı gerektiği v.b. gibi meseleler anlat ılmış, hazan da tamamiylegerçek hayattan al ınan örnekler verilmi ştir. Bu tip eserlere umumiyetleNasihat el-Mülak denilir Farab Vnin, El-Medine el- Fadıla, Siyasetel-Medeniye; Gazali'nin, Nasihat el-Mülük; M av er d rnin, El-Ahkâmel-Sultaniye; Nizamülmülk'ün Siyaset-name adını taşıyan eserleri,bu vesile ile zikredilebilir. Bu gelenek, Osmanl ılar zaman ında da devametmiştir. Osmanlılar devrinde bu gibi eserlere ilk örnek olmak üzereII. Murad devrinde K eyk âvus'un Kabus-name adlı eserinin, MercimekAhmet tarafından yap ılan çevirisi gösterilir. II. Bayezid'inoğlu Ş ehz ade K orkut'un da bu mahiyette bir eser yazd ığı söylenir.Şimdiye kadar bu tip eserlerden en çok tan ınmış olanı, Kanuni devrisadrazamlarmdan Lütfi P a ş a'nın Asaf-name'sidir. Bilindi ği gibi bueserde hükümdara, vezirlerin nas ıl olması gerekti ği hususunda tavsiyelerdebulunulmu ştur. Daha sonra, Mustafa Ali'nin de bir Nasihatel-Selâtin yazdığı bilinmektedir. Devlet, XVI. yüzy ıl sonlarından itibarengerilemeye ba şlayınca, baz ı yazarlar ın, devlet idaresi ve bozulmaların düzeltilmesi ile ilgili dü şüncelerini hükümdarlara eserler veıslahat lâyihalar ı halinde sunduklar ı görülmektedir. Koçu Bey lâyiyihası, daha sonra Kemanke ş Kara Mustafa Pa ş a lâyihasıbunların en önemlileridir. Ayr ıca Ayni Ali Efendi'nin Kavanin-iOsman der hültısa-i mezamin-i defter-i Divan adli eseri ile K âtipÇelebi'nin Düstur el-Amel li-Islah el-Halel adlı eserinin ad ı anılabilir.Bu konuda son olarak Defterdar Sar ı Mehmet Pa ş a'nın Nesayih el-Vüzera ve'l- Ümera adlı eserini de zikretmemiz lâz ımdır. 1938'de AmerikalıWright, bu eserin Türkçe metnini İngilizce tercümesi ile birlikteyayınlamıştır. Böylece Osmanl ı devletinin ıslahat ihtiyac ının ortayaçıkardığı bu eserler hakk ında kısaca bir fikir verdikten sonra asil konumuzadönebiliriz.2- Osmanlı devletinde türlü alanlarda bir bozulma ba şladığmaişaret etmi ştik. Bu bozulma sadece devletin en üst tabakas ında de ğil,fakat ayn ı zamanda imparatorlu ğun bütün bürokrasi ve dini kurumlarındada tesirini göstermi ştir. Devletin türlü sahalar ında kendisini121


hissettiren bu bozulma, bu gün Osmanl ı ar şivlerinden dahi anla şılmaktadır.Arşivlerimizde XVI. yüzy ılın muntazam devlet nizam ımn akislericanl ı bir şekilde görülmekte oldu ğu gibi, XVII. ve XVIII.yüzyıla ait vesikalar ın intizams ızlığından, o devirlere ait devletnizamı= karışıklığı da adeta hissedilmektedir. Fakat bizi daha çokilgilendirmesi gereken ve devlet için daha hayati olan bozulma, Osmanl ıordusunda meydana gelen de ği şikliklerdir. Orduda görülen ve XVI.yüzyıl ile kıyaslandığı zaman bozulma şeklinde vas ıflandırabilece ğimizbu hususlara ra ğmen, 1774 gibi çok geç bir tarihte bile Osmanl ı ordusundansöz açanlar, bu askerin eksikli ğinin cesaretsizlik ve ahlak bozukluğuolduğunu söyleyememi şlerdir.Osmanlı ordularının ileri hamleleri durduktan sonra e ğitim, teçhizatv.s. yönünden Osmanl ı ve Avrupa ordular ı aras ındaki fark kendisiniaçık bir şekilde göstermeye ba şladı. XVII. yüzy ılda Avrupa ordulanndagörülmeye ba şlayan teknik ve lojistik geli şmeler, Osmanlılar tarafındantam manasiyle takip edilemedi. Gerileme yeni tekniklerin kabullerindegösterilen atalet kadar, cemiyetin di ğer kurumlar ında, mesela din adamlarındada ahlaki bozulmalar şeklinde kendisini gösterdi. Koçu B eyve onu takip edenlere göre, bu de ğişmelerin sebebi, eski kanun ve nizamlarauyulmamas ı, bunlar ın yerine rü şvet ve iltimas gibi hus aslar ınkaim olmas ı idi. Ancak Osmanl ı gerilemesinde bu sebeplerin de yan ıba şında ve belki bunlardan önemli olarak, men şeini dışarıda aramam ızgereken baz ı ba şka sebepler vard ı. Bu sebeplerden ba şhcas ı olarak,art ık XVI. yüzy ılda"' itibaren ticaret yollar ının de ği şmesi gösterilebilir.Ticaret yollar ının de ğişmesi başlangıçta çok tahrip edici olmam ış, XVI.yüzyıl boyunca do ğu malları Osmanl ı Imparatorlu ğuna gelmekte devametmiştir. Bildiğimiz gibi bu mallar, K ız ıl deniz yolu ile Osmanl ı ülkesinegelirler, bu mallar ı satın almak istiyen Avrupa tüccarlar ı, Türkiye'yeakın ederlerdi. Fakat co ğrafi ke şiflerden sonra, bu milletleraras ı ticaret,devaml ı bir şekilde azalmaya ba şlamış, XVII. yüzyılda"' itibaren deAsya'da Hollanda ve İngiliz hakimiyetlerinin kurulmas ı ve dünyaticaret yollar ının açık denizlere geçi şi, Türkiye'yi yabanc ı ticaretinbüyük bir kısmından mahrum etmi ş ve idare etti ği bütün memleketlerlebirlikte art ık kendisine hayatiyet veren dünya ticaretinin önemlibir damanndan faydalanamad ığı kapalı bir havza haline getirmi ştir.Avrupada devam eden ke şif seyahatleri, Osmanl ı ekonomik hayatınadaha ani ve önemli bir darbe indirmi ştir. Bildiğimiz gibi Osmanlılardaesas para akçeye dayan ıyordu. Di ğer Akdeniz ve Avrupa devletlerigibi Osmanlılar da, zamanla bu para için gerekli olan k ıymetli madens ıkıntıs ı çekiyordu. Bu güçlüklere kar şı koyabilmek için, Osmanlı hü-122


kümdarları, gümü ş madenlerini kontrol etmi şler, paran ın ayar ınıbozarak piyasaya sürmek gibi bir tak ım tedbirler alm ışlard ır. Ancak yenidünyanın ke şfinden sonra bu dünyan ın kıymetli madenlerinin Akdenizmemleketlerine ula şmas ı, durumu birden bire de ğiştirmi ştir İlkinAmerika alt ını ve gümü şü, İspanyada bir fiat devrimine ve mali birkrize sebep olmu ş, bu kriz oradan Cenova'ya geçmi ş, 1500 yıllarında dailk defa İspanyol paralar ının göründü ğü Raguza'ya intikal etmi ştir.İşte bat ıdan gelen bu beklenmedik ucuz, bol gümü ş akını, Türkiyeninmali durumu üzerinde olumsuz etkiler yapm ıştır. Şimdiye kadar kıymetlimaden azlığından do ğan krizlerle u ğra şan Osmanl ı hükümdarlar ı,birden bire gümü şün artmas ından meydana ç ıkan krizi önlemek iktidarınıgösterememi şlerdir. Al ınan tedbirler, durumu biraz daha kötüle ş-tirmekten ba şka bir şeye yaramam ıştır. Gümü ş fiyatları hemen % 20nisbetinde dü şmü ş ve orta tabaka halk için, ödenmesi mümkün olm ı-yan fiat yükselmelerine sebep olmu ştur. Baz ı çabuk karl ı alış veri şler,devletin alt ın stoklar ını eritmi ştir. Iktisadi hayat ın sıkınt ılı halinindevammda, devletin memur ve asker kadrolar ının daha önceki yüzy ıllaranisbetle fazlala şmasmın da tesiri olmu ştur. Gerek Koçu B e y'in,gerekse K ât ip Çelebi'nin ifade ettikleri üzere, sipahi say ısı azalmışve buna mukabil ücretli asker say ıs ı artmıştır. K â t ip Çeleb i, bunlar ın1567 yıllarında 48.000 iken takriben 1620 y ıllarında 100.000'e ç ıktığınısöylemektedir. Feodal sipahilerin say ılarının azalmış bulunmas ı, Osmanl ızirai sisteminde bir tak ım bozulmalar ın ortaya ç ıkmas ına sebep olmu ştur.Eskiden timar ve zeametinde verimli bir ziraatin yap ılmas ını önemletakip eden sipahilerin yerini, art ık XVI. yüzy ıl ba şlarından itibaren birtakım saray gözdeleri ve saraya mensup kimseler almaya ba şlamışt ır.Bu yeni sahiplerin, ço ğu zaman ald ıkları bölgelere gitmedikleri debir gerçektir. Imparatorlu ğun ekonomik bünyesi, bu şekilde gerilerken,bu halin yaln ız Türkiye'ye mahsus bir şey olmadığını da ifadeetmek lüz ımdır. Ancak farkl ı olan husus, bazı Avrupa memleketlerindehükümetler üzerine tesir eden bir maliyeciler s ınıfının ortaya ç ıkmas ınakarşılık Osmanhlarda bu gibi kimselerin bulunmay ışıdır. Bu s ıralardaTürkiye'de, yahudi men şeli baz ı büyük tüccarlar yeti şmi şti. Fakatbunlar Avrupal ı meslekta şlarının kendi memleketlerinde oldu ğu gibiOsmanlı siyasi ve iktisadi hayat ında önemli bir rol oynamak iktidarmdade ğillerdi. Bunlar, Osmanl ı devletinin müsamahas ına sığınmış ikincidereceden tebaalar durumunda idiler. Iktisadi bir kudretleri olmas ınarağmen, siyasi bak ımdan tamamiyle tecrit edilmi ş bir durumda idiler.Bu halin sonucu olarak da siyasi kudretlerini, ancak bir tak ım gizli veentrikal ı yollarla göstermi şlerdir. XVII. yüzy ılın umumi çöküntüsü123


ile bunlar da, ortadan kalkm ışlardır. Bundan sonra Türkiye'de görülenzenginlikler, daha çok siyasi, ya da memuriyet yollar ı ile olmu ştur.Osmanlı ziraat ında bu şekilde bir gerileme kendini hissettirdi ği sıralardasanayi hayat ının biraz daha iyi bir durumda oldu ğunu söylemeklazımdır. Bu halin sebebi, loncalarm eski nizamlar ının sağlamliğıdır.Zamanla birçok zanaatlar, babadan o ğula intikal etmi ş, lonca gelenekve kurallar ı muhafaza edilmi ştir. Sanayinin gerilemesi, ancak, ithalmalı Avrupa mamâlat ına kar şı yerli sanayiin rekabet edecek bir halegelememesi suretiyle ba şlamıştır.3- Di ğer taraftan bahis konusu gerili ğin sebebi olarak Islâmiyetin,ya da Türk ırkının bazı özelliklerinin gösterildi ği de olmu ştur. Ancak,islamın ve Türklerin daha önce meydana getirdikleri ileri medeniyetlerdikkate al ınacak olursa, bu görü şüp do ğruluğu kabul edilemez. Bilindiğiüzere, klasik Islam medeniyeti, kendi kendinin yeterli ğine inanmış birmerhaleye gelmi ş bulunuyordu. Ba şlang ıçta hellenistik do ğudan, Irandalı.,Hindistan ve Çin'den gelen tesirlere aç ık bir durumda idi. Arapçayayunanca'dan, farsça'dan tercümeler yap ılmıştı. Bir görü şe göre,daha sonraları, latince bir vekayiname istisna edilecek olursa XVI.yüzyıla kadar latince veya bir bat ı dilinden bir eserin bir müslümandiline çevrildi ği görülmemi ştir. XVI. yüzy ılda bir kaç tarihi ve co ğrafieserin türkçeye çevrildikleri bilinmektedir. Klasik zamanlar ın birmüslüman için, frenk Avrupas ı barbarl ık ve inançs ızh ğın karanlığındabulunmakta idi. Islamın parlak dünyas ının, bunlardan ö ğrenecek vekorkacak bir şeyi yoktu. Bu görü ş, Ortaça ğların sonlarına do ğru yava ş-yava ş geçerli ğini kaybetmi ş olmas ına ra ğmen, Ortaça ğ müslümanlar ıtarafından, Osmanl ılar'a da intikal ettirildi. Osmanl ıların, Avrupalılarüzerinde kazand ığı zaferler, bunu kuvvetlendirdi. XVI. yüzy ılın sonlarındanitibaren görülen gerileme kar şısında bütün XVII. yüzy ıl boyuncaOsmanlı ayd ınlarının aklına Avrupa'dan örnek almak gelmemi şti.Onlar, hala kendilerinin üstün olduklar ına kani idiler. Yapmak istedikleribütün mesele, devlete Kanuni devrinde hakim olan kanun venizamlar ın tatbik edilmesini istemekten ibaretti. Gerek Genç Osman' ınve gerekse IV. Murad ve daha sonra Köprülü soyundan gelen sadrazamlarmkuvvete dayanarak bu mükemmel oldu ğuna inanılan kanunve nizamlar ın tatbikine çal ıştıkları görülür. XVII. yüzy ılda yap ılanıslahat hareketlerinin hususiyeti budur. Bu, Avrupa'dan örnek almay ıdü şünmeden, kuvvete dayanmak suretiyle devlete yeni bir canl ılık vehayatiyet kazand ırma şeklinde özetlenebilir. XVIII. yüzy ıl başındanitibaren devlet, kendi imkanlar ının yetersizli ğini anlıyacak ve yap ı-lan i şlerde Avrupa'dan örnek almak gere ğini duyacakt ır.124


XVII. YÜZYILIN DINI TARTI ŞMALARIKadı-zade ile Sivasi'nin tart ışmalarıXVII. yüzyıl ba şlarından itibaren o zamana kadarki dini ve fikriho şgörünün çok azaldığı ve tasavvuf ehline lüzûmundan fazla dü şmanlıkgösteren bir vaizler s ınıfımn ortaya ç ıktığı görülmektedir. Bu vaizlerXVII. yüzyılda devletin türlü alanlarda geri kal ışını, ortaya ç ıkmışolan bir yığın bid'at'e bağlamışlard ır. Bu vaizler, cahil halk ı okşıyankonuşmaları ile onları kendi taraflar ına çekmeye çal ışmışlar, bu s ıradagenellikle ayd ınlara hitabeden mutasavv ıflara kar şı düşmanca birtavır tak ınmışlard ır. Bir zamanlar kar şılıklı kitap ve risalelerle yap ılantartışmalar, bu yüzy ılın ortalar ına do ğru Istanbul'da fiili bir mücadeleşeklini almışt ır. Bu mücadelenin, bu şekilde şiddetli bir hale gelmesinde,hükûmetin aczi, baz ı saray ağalar ının bu mutaass ıp vaizlerle i ş birliğiyapmas ı sebep olmu ştur. XVII. yüzy ılda gördü ğümüz bu vaizlere,genellikle Kad ızadeliler, ya da Fak ılar denir. Bunlar ın faaliyetlerineticesinde, Halveti, Mevlevi tekkelerinde serbest bir şekilde ayinyap ılmas ı güçle şmiş,bu yüzden İstanbul halkı adeta iki k ısma ayrılmıştır.Baz ı saray adamlar ı da vaizleri tuttu ğu için, tekkeleri basmak, baz ışeyhleri ölümle tehdit etmek gibi çirkin hadiseler olmu ştur.Bu vaizler, esas itibariyle, zahiren de olsa, Bir givrnin Tarikat-tMuhammediye adlı eserini kendilerine adeta bir kanun edinmi şlerdir.Bir givi, kanaatlar ını çekinmeden söyleyen samimi bir insand ı. Ba şlangıçtao da Bayramiye melâmilerinden Karamanl ı Abdurrahman Efendi'yeintisap etmi şti. Fakat riyazat ve vandet-i vüdid felsefesini kavrayamamış,bu yüzden de şeyhi kendisine, zahiri ilimlerle u ğra şmas ıtavsiyesinde bulunmu ştu. Daha önce ifade edildi ği üzere Tarikat-tMuhammediye'de ileri sürdüğü fikirler, Ebussuud ve Bilâl-zadetarafından cerhedilmi şti İşte XVII. yüzy ılda B ir givrnin bu ve di ğereserleri, sözünü etti ğimiz vaizlerin eline geçmi ş; onlar böylece onunfikirlerinin savunucusu olarak ortaya ç ıkmışlardır. Bu vaizlerin ba şındaKüçük Kad ı-zade denen Bal ıkesirli Mehmed Efendi (990 /1582-1045 /1635) bulunmala idi. Onun mahlâs ı durumunda bulunan K a dizade unvan ım diğer taraftarlar ı da kullanm ışlardır. Küçük K a diza de, ilk ilmi tahsilini Balıkesir'de B ir givrnin talebelerinden alm ış ,sonra Istanbul'a gelerek, tahsilini orada tamamlam ışt ır. Bir ara TercemanYunus Tekkesi şeyhi Ş eyh Ömer Efendi'ye intisap etmi şfakat tarikat yolu, me şreb ve anlayışına uymadığından, meslek olarakvaizliği seçmiştir.125


Hitabeti kuvvetli oldu ğu için kısa zamanda ün kazanarak H. 1041 /M. 1631 yılında Ayasofya camii vaizliğine tayin edilmiştir. Bu s ıradadevlet i şlerinin genellikle bozuk olmas ından istifade ederek, şeriatmsavunucusu olarak ortaya ç ıkmış; mevcut bütün hatalann, şeriata ayk ırıhareketlerden ileri geldi ğini ilan etmi ş; halk ı şeriata ayk ırı saydığıtarikatlara kar şı cephe almaya davet etmi ştir. Tasavvuf ceryanlan,muhtelif tarikat zümreleri taraf ından, muftelif inanç ve kanaatlar olaraktemsil edilmekte idiler. Bunlar ın bir k ısmının hareketleri, zahirenşeriata uygun, bir kısmının ise aykırı görülmü ştür. Hareketleri şeriataaykırı görülen tarikatlar hakk ında tahkikat yap ılmıştır. Ancakifade etmek gerekir ki, bu hareketlerin şeriata ayk ırı görülmesindeavam'ın, zâhir ehli halk ın bahis konusu meseleleri anlayamamas ımnda tesiri olmu ştur. Ad ı geçen vaizler ise, tasavvuf ehli aleyhineharekete geçerken, bu şeriata ayk ırılık fikrini, bir hareket noktas ıolarak kabul etmi şlerdir. Di ğer taraftan K a d ıza de, bu s ıradamemlekette tütün yasa ğı ilan etmiş olan IV. Mur ad'a hülül etmişve tütünün haram oldu ğunu beyan ederek, Mur a d' ın bu yasa ğınıdesteklemi ştir. Kendisine, tütün ve kahvenin Allah taraf ından menedilmemişolduğu söylenince, "ulu'l-emr'in menetmesiyle terki lazım gelir, bunu dinlemiyenler katlolunur" demekten çekinmemi ştir.Bu yüzden hakl ı haks ız bir çok insan öldürülmü ştür. K ad ı - z a d e,mutasavvıflarla u ğra şırken, özellikle zikir, devran ve sema` ın haramolduğu hususu üzerinde durmu ştur. Kendisiyle zaman ın ileri gelenmutasavv ıflarından Abdülmecit Siyasi Efendi aras ında tart ışmalarç ıkmıştır. Bu tart ışmalar ın konusunu, esas itibariyle şu meselelerte şkil etmektedir:1- Müsbet ilimlerin, matemati ğin tahsili me şru mudur, de ğilmidir ?2- Hız ır aleyhisselâm sa ğ mıdır de ğil midir?3- Ezan, nat- ı nebevi, mevlid gibi şeylerin makamla ve güzel sesleokunmas ı caiz midir, de ğil midir?4- Tarikat erbab ının devran ve semalan me şdi mudur, de ğilmidir ?5- Bir hürmet ifadesi olarak Peygambere "sallallahu aleyhi vesellem" ve ashab'a "rad ıyallahu anhu" demek laz ım mıdır de ğil midir?6- Sigara ve kahve haram m ıdır, de ğil midir?7- Hz.-i Peygamber'in baba ve annelerinin imanlarm ın derecesinedir ?1268- Firavun'un imanla ölüp ölmedi ği meselesi.


9- Mu hyid din. İbn el- Arab' hakk ında ne dü şünüldüğü?10- Hüseyin'in şahadetine sebep olan, Ye zid'e lanet edilip edilmemesimeselesi.11- Bid'atlar hakk ında ne düşünüldüğü?12- Kabirleri ziyaret meselesi.13- Cemaatla nafile, berat, kadir ve regaip namazlar ı kılınıp kılınmaması meselesi.14- Büyüklerin elini, ete ğini öpmek ve selam almakta e ğilmekmeselesi.15- Emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münker (iyilikle emr, kötülüktennehy) meselesi.16- Rüşvet meselesi.Bu soru ve meselelerde Siyasi Efendi, aklî ve mant ıki olan tarafıtutarak a şa ğı yukarı şu cevapları vermi ştir: Müsbet ilimler tahsil. edilirHızır hayattad ır. Ezan ve mevlid'in güzel sesle okunmas ı mümkündür.Sema ve devran caizdir. Peygambere ve ashab ına gereken sayg ı=gösterilmesi laz ımdır. Sigara ve kahve haram de ğildir. Peygamberinbabas ı ve annesi imanl ı olarak ölmü şlerdir. Mu hyi d din İ bn el- Ar abŞeyh-i Ekber nam ı ile bilinen büyük bir islam mutasavv ıfıdır. Peygamberzamanından soraki iyi ve güzel adetler kabul edilebilir ve böyle meselelerdeher şeyin akli ve mant ıki olanla= yapmak laz ımdır.Kadı-zade'nin Yolundan GidenlerK ad ı - zade Mehmet Efendi ile Siyasi aras ındaki bu tart ışmadevam etmi ş ama hiç bir zaman fiili bir mücadele haline gelmemi ştir.Tartışmalar, söz ve yaz ıdan ibaret kalm ıştır. IV. Murad, kendi baz ı icraatın].destekliyen Kad ı -zade'yi tutmas ına rağmen, Siyasi Efendi'yede gereken sayg ıyı göstermeye devam etmi ştir. Kad ı - z a d e, 1045 /1635yılında öldükten sonra, onun'yolundan giden baz ı vaizler de, aym şekildesaraya nüfuz etmi şler ve haram oldu ğu kesin delillerle bilinmiyen baz ışeylerin haram oldu ğunu ve bunlar ı yapanların kâfir sayılması gerektiğiyolundaki fikirlerini söylemekte devam etmi şlerdir. Mesela nafile namaz ıkılanları, güzel sesle Kur'an okuyanlan, cumalarda selavet getirip,rad ıallahu anhu diyen müezzinleri, nat- ı şerif okuyanlar ı tehdit suretiylebu işlerden menetmek istemi şlerdir. Bunlar d ışında Hz.-i Peygamberinölümünden sonra benimsenerek yap ılmakta devam edilen baz ı iyi işleriyapanlar ın küfürlerine hükmetmi şlerdir. Di ğer taraftan, daha önce dei şaret etti ğimiz gibi, tarikat ehlinin devran ve semalar ım raks kabul edip,127


unların da haram oldu ğunu, menedilmesi gerektiğini beyan etmi şlerdir.Bu türlü konu şmalar, halk tabakalar ı aras ında itibar görmü ş ve tarikatmensuplarına kar şı bir dü şmanlık ortaya ç ıkmıştır. Tarikat mensubuolanların küfrüne hükmedildi ği gibi, tekkelere gidip gelenlerin de ayn ışekilde kabul edilmesi gerekti ğini ileri sürmü şler, bütün bu olaylarsonucunda tarikat ehli sinmi ş, Mevlevi tekkelerinde ayin yap ılamazhale gelmi ştir.rstüvani Mehmet EfendiYukarıda ad ı geçen Kad ı -zade Mehmet Efendi'den sonra,bu vaizlerin en mücadelecilerinden biri de Üstüv ani Mehmet Efendi'(1017-1072 /1608-1668)' dir. Kendisi, Şamlı olup, Istanbul'a gelmi şAyasofya camiinde direk dibine oturup, dire ğe yaslanarak vaaz etti ğiiçin Üs tüv ani adiyle şöhret kazanmışt ır. Konu şmalarına saraya mensupBaltac ı ve Bostanc ılar da devam etmi şler, Üs tüv ani Efendi, bunlararac ılığı ile saraya nüfuz imkan ını bulmu ş, Padi şah hocas ı bulunanReyhan Efendi, kendisini korumu ş ve "padi şah Şeyhi" ünvan ileIstanbul'da ün kazanm ıştır. Ü s t üv anrnin fikirleri bir ö ğrencisi tarafındanyaz ılarak bir "Risale" haline getirilmi ştir. Bu "Risale"nin muhtelifyazma nüshalar ı bulunmaktad ır. Üstüvani'ye göre, sûfilerinettikleri "sema" ve "devran" haramd ır. Bunlar, do ğrudan do ğruya"raks"dır. "Teganni"nin, tef çalmamn, zurna ile beraber türkü söylemeninIslam'da yeri yoktur. Üstüv ani, ayn ı zamanda, resmin dealeyhinde bulunmuştur. Ona göre, bir yabanc ı= evinde dahi bir "suret"görülse, onun gözünü bozmak caizdir. Bu s ırada bu türlü vaazlardabulunanlar aras ında Ş eyh Veli, Çavu ş o ğlu, Köse Mehmet gibimutaass ıp diğer bazı vaizleri de zikretmek laz ımdır. Bunlardan Çavu ş-o ğlu, bir vaaz ında ünlü Şeyhülislam Yahya Efendi'ninMescidde riyâ pi şeler itsiin ko riyây ı,Meyhaneye gelkim ne riyâ var, ne mürdibeytini okumu ş, "ey ümmet-i Muhammed, her kim bu beyti okursa kâfirolur. Zira bu beyit küfürdür" diyerek, Şeyhülislâm' ı tekfir etmi ştir.Bu sözleri Yahya Efendi'ye söyledikleri zaman hiç bir cevap vermemi şve üzerinde durmam ıştır.Bu mücadele i şte bu s ıralarda fiili bir safhaya intikal etmi ş vesaraydan al ınan cür'etle Kad ızadeliler, tekkeleri basmaya ve dervi şlerida ğıtmağa başlamışlard ır. Vezir-i Azam Melek Ahmet Pa ş a, acizkalmış, onun bu durumundan faydalanan Kad ızadeliler, di ğer tekkeleride basmaya karar vermi şlerdir. Kad ızadelilerin bu halleri, gittikçe daha128


kötü bir şekilde devam ederek devlet i şlerine müdahale şeklini almış ;bu hal, Köprülü Mehmed Pa ş a'nın vezir-i azamh ğına kadar devametmiştir. Köprülü Mehmed Pa ş a'nın vezir-i azam olu şunun sekizinciCuma günü Fatih Camii ııde cuma namaz ı esnas ında müezzinler,nat-ı şerif okurlarken, Kad ızadelilerden bir grup, bunlar ın makamlaokunmas ım menetmek istemi şler, bunun üzerine kan dökülmesineramak kalm ıştır. Kadızadeliler, bu olaydan sonra tarikat erbab ına taarruzaba şlamışlar, ne kadar tekke varsa y ıkmışlar, ta ş ve topraklar ınıdenize dökmeye ve sokaklarda raslad ıkları derviş ve şeyhlere tecdid-iiman teklif edip, kabul etmiyenleri öldürmeye ba şlamışlardır. Dahasonra padişaha giderek bütün bid'atlar ı kald ırmaya izin istemi şler,selâtin camilerinin birer minaresini b ırakıp diğerlerini yıkmaya, Peygamberzaman ından sonra ihdas olunan her şeyi ortadan kald ırıp,âleme, kendi zihniyetlerine uygun yeni bir nizam vermeye kalkm ışlardır.Bunlar, kendilerine engel olmak isteyenlere kar şı silahla kar şı koymayakarar vererek Fatih camii avlusunda toplanmak üzere, taraftarlar ınahaber göndermi şlerdir. Ünlü tarihçi N a im a'mn sözleriyle söylemekgerekirse, "ol gice bu gulgule şehr-i Istanbul'a münte şir olup, softalar,sopalar ile muhtekir ve mürai esnaf ve bunlara mensup şahısların elebaşıları Hac ı Man dal, Fak ı D ön g el madrabazlar ı, şakirtleri ve köleleriolan Kazak kakavanlar ı ile silah ku şanıp din davasına gidelim diyerekgürûh gürûh Sultan Mehmed Camiine toplanmaya ba şladılar".Bunu haber alan Köprülü Mehmed Pa ş a, derhal eleba şılarınahaber göndermi ş, nasihatta bulunmu ş fakat sözü dinlenmemi ştir. Bununüzerine Köprülü, ileri gelen ulema'y ı huzuruna ça ğırmış, onlarla konuşmuştur.Onlar, Kad ızadelilerin iddialar ının batıl olduğunu, buşekilde fitne ç ıkaranların cezaland ırılmas ı gerekti ğini söylemişlerdir.Bunun üzerine, K ö p r ül ü, durumu Padi şah'a arzetmi ş ve olay çıkaranlarmöldürülmesi hususunda emir alm ışt ır. Bu emri almas ına ra ğmenKöprülü, öldürme yönüne gitmemi ş; Üstüvani Efendi ile, TürkAhmet ve Divan e Mustafa adlariyle şöhret yapm ış diğer iki vaizi1656 yıhnda K ıbrıs'a sürmü ş, tekkeleri ve şeyhleri bunlar ın elindenkurtarmışt ır.Bu konudaki sözlerimizi sona erdirirken Kad ızadelilerin Peygamberzamanından sonra benimsenen şeyleri kald ırmak istemeleri üzerine,bunlarla münasebeti olan birisi ile vaizlerden Türk Ahmet aras ındageçen bir konu şmayı, Na im a'n ın eserinden alarak, veriyoruz:Bu zât, vâiz Türk Ahmed'e sorar:—"Peygamber zaman ında çakşır ve don yoktu, şu halde sizleregöre bunlar ı giymek bid'att ır; onlar ı da kald ırır mısınız ?"129


—"Evet menederiz, izar (futa) ve pe ştemal ku şans ınlar".Soru sahibinin,—"Ka şık kullanmak da bid'att ır, anı ne yapars ınız" şeklindekiikinci sorusuna Türk Ahmed,—"Taam ı elleriyle yesinler, ellerine bula şmakla ne laz ım gelir?kar şılığında bulununca, adam, dayanamam ış ve:—"Efendiler halk- ı alemi soyup bald ırı çıplak çöl arab ı kıyafetinesokmak istersiniz" diyerek vaizle alay etmi ştir.XVII YÜZYILIN IKI ()NEMLI BILGIN VE DÜ ŞÜNÜRÜKatip ÇelebiBundan önceki derslerimizde XVII. yüzy ıl Osmanlı Türkiyesinde birbirinekar şı olan iki z ıt dü şünce ak ım ve hareketi üzerinde durmu ş ; bunlarınkısaca özelliklerini belirtmi ş ve bu iki kar şı kutup aras ında ılımlı birgörüşle ortaya ç ıkan K â t ip Çelebi'nin ad ını anmıştık. K â tip Çelebi,büyük bir bibliyo ğraf ve co ğrafyac ı olarak zaten Türk bilim tarihindeönemli bir yer i şgal etmektedir. Ayn ı zamanda Fezleke ve Tuhfetu'l-Kibar fi Esfari'l- Bihar gibi tarihe ve Osmanl ı denizcilik tarihine aiteserleri oldu ğu bilinmektedir. K â t ip Çelebi, bu özelliklerinin yan ısıra kuvvetli görü şleri olan bir dü şünce adam ı olarak da ilgimizi çekenbir şahsiyettir. O, XVII. yüzy ıl tarihimizde bat ıya çevrilmi ş Türkdü şüncesini haz ırlayan gerçekçi bir fikir adam ı olarak görünmektedir.Asıl adı Mustafa olup 1608'de Istanbul'da do ğmuştur. K ât ip Çelebi,Hac ı Kalfa, ya da Hac ı Halife lakaplariyle ün kazanm ıştır. Padi şahII. Mustafa, IV. Murad ve İ brahim devirlerinde ya şamıştır. Busıralarda memleketin içinde bulundu ğu buhranh devirleri mü şahadeimkanını bulmuş, ilk defa da 1641'de Fezleke adli tarihi eserini kalemeahp yazı hayat ına girmi ştir. Kendisini 1645'den itibaren Co ğrafya veKozmoğrafya ile me şgul görüyoruz. Bu s ıralarda bir frans ız rahibi ikenihtida eden ve Ş eyh Mehmed Ihlas' ad ını alan zat ın Atlas Minortercümelerinden faydalanarak do ğu co ğrafyac ıhğma ait bilgileri bat ıcoğrafyac ılığının yeni bilgileriyle tamamlam ış ve nihayet Cihan-nümaadlı ünlü co ğrafya eserini meydana getirmi ştir. Bununla beraberbu eser, bu s ıralarda bat ıda görülen yeni görü şlere uygun bir dünyagörü şü getirmemiştir. K â t ip Çelebi, bu s ıralarda baz ı avrupalırahipler aras ında da devam etmekte olan Kopernik aleyhtar ı görü şümuhafaza etmi ştir. Bu s ıralarda kainat sistemi hakk ında tart ışmasıyap ılan üç görü şü sıralıyan K ât ip Çelebi, bu görü şlerden. birincisi130


olan P t olemaios'un nazariyesinin savunmas ını yapmıştır. Bu görü şlerana hatlariyle şunlard ır:1- Aristo'nun ileri sürdü ğü ve Ptolemaios (Batlamyus)'da tamşeklini alan nazariyeye göre yer yüzü sabittir. Güne şle birlikte diğergezegenler onun çevresinde dönmektedirler.2- Kopernik'in görü şü: Önceki görü şün aksine olarak güne ş,sabit ve di ğer gezegenlerle birlikte yer yuvarla ğı onun çevresinde döner.3- T ycho-Brache (Tho-Brahe)'nin görü şü: Buna göre Pt ol e-maios'un görü şü delilsizdir, müşahadeye dayan ır Ancak Kopernik'ingörüşü de tam doğru de ğildir. Tho-Brahe'nin önce yer yuvarla ğını,daha sonra da güne şi, âlemin merkezi saydığı görülür.İşte K âtip Çelebi, ikinci ve üçüncü görü şü reddederek birincisiüzerinde durmu ştur. Böylece anla şılmaktadır ki, K tip Çelebi,o sıralarda tart ışılan görü şleri biliyordu. Ancak, bu görü şleri şüpheylekar şılamaktadır. Bu s ıralarda Kopernik sisteminin, e ğitim sistemlerinenüfuz ederek, henüz tam anlamiyle benimsenmemi ş olduğu dikkatealınırsa, K tip Ç eleb i'yi bu şüphesinde hakh bulmamak imkâns ızdır.Ayrıca onun şüphesinde, kendisine çeviri i şinde yard ım eden ve bu yenifikirlere kar şı olduğu anla şılan eski rahibin de rolü vard ır. K âtip Çelebi'nindü şünce hayat ımız bakımından üzerinde durulmas ı gereken ikiönemli eseri vard ır:1- Düsturu'l-Amel 2- Mizanu'l-Hak.Birinci eser, bir nevi siyaset ve toplum nazariyesi hüviyetini ta şır.Bu eser, daha Kanuni zaman ında ba şlayan mali, siyasi bozukluklarakar şı bir takım tedbirler bulmak endi şesiyle yaz ılmış, islahat lâyihalar ıve siyasetnameler şeklindeki eserler serisi içinde önemli bir yer tutar. Bilindiğiüzere Ar is t o'nun devlet nazariyesi, İslâm filozoflarm ı az çok de ğişikolarak ve E flâtununki ile kar ışmış bir şekilde etkilemi ştir. Islam ahlâkçılarıve siyaset nazariyecileri, bu dü şüncelerin etkisinde kalm ışlardır.Bildiğimiz gibi A ri s t o , do ğu imparatorluklar ına devletin a şa ğı derecedenşekilleri olarak bakt ığı için, onları ara ştırma konusu dışındab ırakmıştır. Ona göre, üç devlet şekli vardır.1- Monar şi (tek şahs ın egemen olmas ı)2- Aristokrasi (Soylular idaresi)3- Demokrasi (Bütün site halk ının idareye kat ılması)131


Bunların her birisi, iyi de olabilir, kötü de. Monar şi bozulursa,Tiranlık şeklini alır. Aristokrasi bozulursa, Oligar şi olur. Demokrasininbozulmu şu da, demagoji'dir. Aris t o'ya göre, bunlar ın en iyisi adil veakıllı bir hüldimdar tarafından idare edilen monar şi'dir. İşte islam düşünürlerininetkisinde kald ığı dü şünceler, ana hatlariyle, bunlard ır.Görüldüğü üzere bu, ak ılcı bir cemiyet anlay ışıdır. İslam dünyas ındaFar abi ve İ bn Sin a'da da görülen bu ak ılcı anlayışa kar şı daha sonralarıba şka bir islam dü şünürü, İ bn H aldiı n'ın ileri sürdü ğü görü ş,toplumları tabii şartlara göre inceleyen, tabiatc ı, naturalist bir dünyagörüşüdür. İbn H ald ıin (ölm. M. 1405), toplumlar ı uzviyetlerebenzetir. Onlar da t ıpkı uzviyetler gibi do ğarlar, geli şir, yeti şirolgunla şır ve daha sonra da durakhyarak geriler, küçülür ve yok olurlar.Vic o ( Vik «dal ı 300 yıl kadar önce ortaya at ılmış olan bu görü ş,Yunan ve Orta ça ğ filozoflarma nazaran büyük bir yenilik getirmektedir.Böylece F ar abi ve İ bn Sina'yı da tenkit eden bu görü ş, Osmanlıdevrinde büyük bir ra ğbet görmü ştür. Üzerinde durdu ğumuz KatipÇelebi de, Osmanl ı devrinin ileri gelen İbn Haldân'cularındandır.Kâtip Çelebi'nin Düsturu'l-Amel'inde İ bn. Haldiin.'un bu biyolojist,uzviyetçi toplum felsefesine dayanan bir tarih felsefesişemas ı görülür. K âtip Çelebi'yi göre de toplumlar, do ğma, geli şme,olgunla şma, durma ve gerileme safhalar ından geçerler ve sonunda y ıkıhrlar.K âtip Çelebi'ye göre, bu merhalelerin uzunluk veya k ısahğı,bilgi ve basiretin derecesine ve al ınacak tedbirlerin isabetine ba ğlıdır.Toplumları ölümden kurtarmak kabil de ğilse de vaktinde al ınacakisabetli tedbirlerle ömürlerini uzatmak mümkündür. Burada Kat ipÇelebi, İ bn Halchan'dan ayr ılmaktadır. Çünkü İbn Haldün'agöre, bir toplum, belli bir devreyi tamamlayaca ğı zaman, ona hariçtenyap ılacak her türlü müdahale, bo şunadır.K âtip Çelebi'nin di ğer eseri, Mizanu'l-Hak'da sosyal hayatve dü şünce ile ilgili meseleler, cesur bir şekilde tenkit edilmi ştir.K âtip Çelebi, bu eserinde Osmanl ı medreselerinin XVII. yüzyıldaiçine dü şmüş oldukları skolâstik zihniyete ve taassubakarşı açıkca cephe alm ıştır. Bununla birlikte o da, eski İslammedreselerinin müdafaa etti ği görü şlerin dışına ç ıkmış sayılamaz.Onun da, bilimleri taksimi ve s ınıflamas ı tıpkı Arist o ve İbn Sina'nınyaptıkları sınıflamalar gibidir. Bu bakımdan Katip Çelebi'ninorijinal bir tarafı olduğu söylenemez. Ancak bu eserin üzerinde durulmas ıgereken tarafı, skolâstik zihniyete kar şı aldığı tavırdır. Katip Çelebi,müsbet bilgi yoklu ğu yüzünden bir çok toplumsal meselelerin halledilemediğini,bu bakımdan yap ılan bir çok i şlerin temelsiz oldu ğunu;132


matematik bilen bir müftü, ya da kad ı ile matematik'ten haberi olm ıyaıibir müftü, ya da kad ı'nın hükmü aras ındaki farklar ı somut örneklervererek aç ıklamıştır.Diğer taraftan K â tip Çelebi, kerametler ve manevi görü şlerhakkındaki çe şitli düşünceleri de özetler. Bir tak ım kimselerin ya bilgisizlikleri,ya da türlü tezvirleriyle gerçekleri halka anlatmad ıklannıileri sürer. Ona göre, manevi kudretleri maddi şekilde tasvir edip keramettenbahsetmek yanl ıştır. K tip Çelebi, bu görü şüyle adeta 1908Me şrutiyetin.den sonra yap ılan mücadelenin öncülüğünü yapmaktad ır.K âtip Çelebi, bu eserinde, musiki üzerinde de durur. Ona göre, sefahatavas ıta olan ve bir tak ım a şağı zevklere hitap eden musiki, musikideğildir. Diğer taraftan, insan ı ulvile ştiren, yüksek duygular ilham edenmusikiyi över. K âtip Çelebi, eskiden beri musiki bahsinde din adamlarınınileri sürdükleri, birbirini tutmaz görü şleri özetler ve gerçek musikininkötü görülmesinin yanl ış olduğu hususunda israr eder.K tip Çelebi, raks meselesi üzerinde de durur. Burada da sefahatve e ğlence mahiyetinde olan raks ı, bir yana b ırakır. Sûfilerin vecdvasıtas ı olan sema` üzerinde durur. K â tip Çelebi, sema` aleyhindebulunmaz. Bu s ıralarda medrese ve tekke aras ında tart ışma konusu olanbu meselede kar şılıklı görü şleri özet olarak verir. Kendi görü şünü aç ıkolarak anlamak mümkün de ğildir.K tip Çelebi'nin üzerinde durdu ğu diğer bir mesele de tütündür.Bilindiği gibi tütün, Amerika'dan Portekizliler ve İngilizler vas ıtasiyleAvrupaya getirilmi ş, sonra Türkiye'ye girmi ştir. Halkımız, bu yenimaddeye kar şı şiddetli bir arzu duymu ştur. K âtip Çelebi, i şte bu arzuve iptilâya kar şı o sırada Türkiye'de görülen s ıhhi ve dini tepkileri anlat ır.Bu münasebetle IV. Mur ad' ın aldığı sert tedbirleri aç ıklar. Tütünün lehve aleyhinde olan dü şüncelerini s ıralar ve neticede tütünün muhtelifyerlerde aç ık olarak satılmas ı yerine, belli yerlerde sat ılmas ım tavsiyeeder. Bu, bir nevi inhisar usülünün savunulmas ı demektir ki bu s ıradaAvrupa'da hiç bir yerde reji (inhisar) idaresi bulunmuyordu.K tip Çelebi, bu eserinde medrese-tekke mücadelesi ve ünlümutasavvıf ibnu'l- Ar abi'nin. tekfiri meselesi üzerinde de durur ve bubüyük mutasavv ıfa kar şı müsamahalı davran ılması gerekti ğini ilerisürer. Eserde üzerinde durulan di ğer önemli bir mesele de, bid'atlarmeselesidir. İki türlü bid'at vard ır. 1- İyi olan 2- Kötü olan. K âtipÇelebi, bid'atlerin halk aras ında örf ve adetlere dayand ığını ileri sürerve şöyle der: "Bir bid'at bir kavmin aras ında yerle şip kökle ştiktensonra halk ı ondan döndürmek istemek, ahmakl ıktır, bilgisizliktir. Halk,133


alıştık. " ve ısmdığı manaları sünnet de olsa, bid'at de olsa terketmez."Ona göre, bid'atleri sosyal kurumlar olarak kabullenmelidir. Onlarakar şı sun'il tedbirler almaya kalkmamal ıdır. Vaizler, islami görü şleri,kötü sayılan bid'atlerden korumak için, halka ancak nasihat ve telkindebulunurlarsa görevlerini yapm ış olurlar. Bu nasihatlar ı tutmak,ya da tutmamak, halka dü şer. Zor'a ba şvurmak yanl ıştır.K âtip Çelebi hakk ında "Katip Çelebi ve fikir hayat ım ız" adıylebir makale yazm ış olan Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken'in de belirtti ğiüzere, K âtip Çelebi'nin görü şleri laik devlet anlay ışına tamamiyle uygundur.Herkesi vicdan ında hür b ırakmak, mezhep, örf ve adet farkla=belli bir görü şe getirmek için asla zorlamamak ... İşte bunlar,K âtip Çelebi'nin ve bu günkü laikli ğin kabul etti ği mü şterek esaslardır. Toplumu yaln ızca mesela sünni inanç esaslar ına göre idareye kalkmak,bu inançda olmayanlar', bunu kabule zorlamak, Katip Çeleb i'yegöre, do ğru de ğildir. K âtip Ç elebi'ye göre, bid'at ad ı verilen bu adetlerdenkendisini tamamile kurtarm ış insanlara hiç bir yer ve devirderastlamak mümkün de ğildir. Bu zay ıf ve biçare halk ı, içinde ya şadıklarıbid'atler yüzünden suçlu bulmak yerine, onlar ın, Allaha inanmışkişiler olarak sahip olduklar ı hasletin, şefaat ve ma ğfiretleri için yeteceğinidüşünmelidir: K âtip Çelebi'nin bütün bu dü şünce ve tavsiyeleribu gün de geçerli ğini korumaktad ır.Hezarfen Hüseyin Efendi (ölni. 1103/1691)Devrin ansiklopedist bir bilgini ve oldukça ünlü bir tarihçisi olanHezarfen Hüseyin Efendi, Istanköylü'dür. Babas ının adı Cafer'dir.Memleketinde ba şladığı ö ğrenimini Istanbul'da tamamlam ıştır. Ö ğreniminitamamlad ıktan sonra bir ara devlet hizmetine girmi ş ; kendisini Faz ı lAhmet Pa ş a himaye etmi ştir. Daha sonra devlet memurlu ğundan ayrıldığı,büyük bir kitapl ık kurarak, ömrünü ara ştırmalar yapmak ve özeldersler vermek suretiyle geçirdi ği anla şılmaktadır Bilimsel ara ştırmalardabulunmak üzere Fransa kral ı XIV. L ouis'nin. Istanbul'a gönderdi ği veIstanbul'da bulundu ğu s ırada Hezarfen ile yak ın ilişkiler kurdu ğuanla şılan Antoine Gallan d (1646-1715)' ın Journal'ine göre, HüseyinEfendi, 1672-1673 y ıllarında Istanbul'da Fransa elçisi olanMar quis de N oin.t ere, daha sonra üzerinde duraca ğımız ünlü Tarih'inihediye ederek kendisi ile tan ışmışt ır. Bu tart ışmadan sonra birçokkere elçili ğe yeme ğe davet edilmiş olan Hüseyin Efendi, bu vesilelerlebirçok avrupah gezginle tan ışmış, kitaplığından onların da faydalanmas ınımümkün kılmıştır. Bu arada Osmanl ı te şkilat tarihine ait eserindenfaydalanmış olan Italyan C ont e Mar s igli (1658-1730) ile de ili şkileri134


olduğu bilinmektedir. Böylece bat ılılarla geniş kültürel temaslar ı olduğuanlaşılan ve yunanca ile ibrani dilini de bildi ği ileri sürülen HüseyinEfendi'nin ad ı, batılıların baz ı seyahatnamelerinde "çok iyi ö ğrenimgörmü ş bir kişi" olarak geçmektedir. Tarih, tasavvuf ve t ıp konusundakieserleri, onun devrinin önemli bir bilgini oldu ğunu göstermektedir.Öyle görünüyor ki, yunan ve lâtin kaynaklar ını kullanan ilk Osmanl ıtarihçisi odur. Burs al ı M. Tahir'in, onun ölümünü 1089 /1678 y ılındagöstermesi do ğru de ğildir.Hezarfen Hüseyin Efendi'nin biri, do ğrudan do ğruya tarihe,diğeri de Osmanlı te şkilat tarihine ait olmak üzere, iki eseri dikkatiçekmektedir. Kendisine tarih dersi verdi ği devrin hükümdarı IV. M ehme t'e sunulmu ş olan Tenkih-i Tevarih-i Mültik adlı eseri özet halinde birgenel tarihtir. Eseri yazmaya Muharrem ba şları 1081 /Mayıs sonları1670'de ba şlamış, 24 Şevval 1083 /12.11.1673'de tamamlanm ıştır.Bu eser, o zamana kadarki bu türlü eserlerin özelli ği olan olayların yılyıl anlatıldığı annalistik bir karakterde olmay ıp, bir bakıma sistematikdenilebilecek bir tarzda kaleme al ınmıştır. Ayrıca o zamana kadarkieserlerden farkl ı olarak, bu eserde, ilk defa olarak, Yunan ve Romadevirleri hakk ında yunanca ve latince eserlerden faydalanmak suretiylebilgi verilmiştir. Hezarfen kendisi, eserinin giri şinde kaynakları hakkındabilgi vermekte, Cenabi ve Mir Hond' ın eserleri ile Ali'ninKünh el-Ahbar' ından, ayrıca Istanbul'un kurulu şundan Türkler tarafındanalınmas ına kadarki devirler hakk ında yunanca ve latince eserlerdenyararlanm ış olduğunu belirtmektedir. Yunanca ve latince eserleri,kendisine saray ba ştercüman ı P an â y ot sağlamış ; o da, bunları türkçeyeçevirmeye çal ışmıştır. Ancak Hezarfen'in bu dilleri yeterince bilmedi ğianla şılmaktadır Çünkü eserinde belirtti ğine göre, bu kitaplar ı "harem-ihâs'dan sipahilik ile ç ıkup" daha sonra "tercüman- ı sani" olan Ali B ey'eokutup anlatt ırmış, kendisi de, onun anlatt ıkları üzerinde dikkatledü şünerek, onlar ı tarihçinin "murad ını" ifade edecek şekilde kalemealmıştır. Hezarfen'in söyledi ğine göre, bu Ali Bey'in ayn ı zamanda,tarih bilgisi de vard ı ve sözü edilen yunanca, latince eserleri, "türkitabire dahi kudreti" bulunmakta idi. B. M. Tahir'in Osmanlı Müellifleri'ndead ı geçen Tarih-i Devlet-i Rumiye veya Tarih-i Muhtasar,ayrı bir eser olmay ıp, Tenkih-i Tevarih'in biraz de ğişik bir iki kısmındanibaret bulunmaktad ır.Hezarfen'in bu eseri, giri şi takip eden dokuz "bal," ile, bir "hatime"ve bir de "hatimetü'l-hatime"yi içine almaktad ır. Her "bab"bir takım fas ıllara ayr ılmıştır. Bu bab'larda s ıras ı ile eski çağ Iran tarihi,Sasaniler, Batlamyoslar; Hz.-i Muhammed; ilk halifeler, Emeviler,135


Abbasiler, Fatimfier; I. Mehme d'e kadar Osmanl ılar, Roma devletininkurulu şu ve baz ı ünlü yunan filozoflar ı ; İstanbul, Bizans imparatorlar ı,Çemberli ve Dikili Taşlar, Cenevizlilerin Galatay ı ele geçirmeleri, Çin,Maşin, Hata ve Hotan, Çin ve Hint denizlerindeki baz ı adalar, bunlar ınhalklar ı, hükümdarları, kanunlar ı, dinleri, ilim, ahlak, örf ve adetlerive nihayet Amerika'n ın ke şfi hakk ında bilgi verilmi ş; "hatime"de,tul ve arz dereceleri ile fersah, mil üzerinde durulmu ştur. "Hatimetü'lhatime"deHezarfen, toplum ve devlet hayat ı ile ilgili görü şlerini belirtmektedir.Onun bu konudaki sözleri, kendisinin, tipik bir İbn Haldûn'cuolduğunu ortaya koymaktad ır.H e z ar fe de göre insanlar ın tabii ömrü yüz yirmi y ıl kadard ır.Toplumların ömrünün de, genellikle bu kadar oldu ğu söylenebilir. "... Herinsanın sinn-i nema ve sinn-i vukuf ve sinn-i inhit,41 gibi her devlet vecemiyetin etvar- ı selâsesi vard ır". Her insan, çocuk iken, nas ıl anne vebabas ının terbiyesine muhtaç ise, yeni kurulmu ş olan bir devlet de, ba ştahükümdar olmak üzere devlet adamlar ının ilgisine; adil ve iyi idaresinemuhtaçt ır. Böyle olunca da o devlet, devaml ı bir geli şme içindebulunur. İnsanların "sinn-i vukurlar ında olgunla şmaları gibi, bu devresindetoplumların da gelişmiş olarak istikrarl ı bir hayat sürdükleri görülür.Ancak bundan sonra insan, nas ıl "sinn-i vukuf"dan geçerek "sinn-iinhita ta" gelir ve bu s ırada onda nas ıl bir takım ya şlılık halleri görülürse,aym haller, toplumlarda da kendisini gösterir. Böylece ömrünün"evasıtından" yani ortalar ından, "evahirine" yani sonlar ına yaklaşmış bulunanbir toplum, art ık "zaman- ı inhitata", yani çöküntü devresine girmişdemektir. Bu devrede devletin ileri gelenleri, nitelik bak ımından yetersizhale gelmişlerdir. Saç ve sakal a ğarmas ımn, insanların yaşhlığımnişareti olmas ı gibi, devlet adamlar ının "ziynet" dü şkünlüğü de, çöküntününişaretidir. Bu devrede "herkes, tevsi-i daire-i şan ve ünvan etmeğeba şlar ve gittikçe evas ıt- ı nas, mesken ve libas'da mülük'amü şareket mertebesine karib olur." Lüks, zevk ve safa, örf ve adethaline gelir. Herkes, rahat ı tercih ederek memleket için kendisini s ıkıntıyasokmak istemez. Böylece toplum, çökmeye yüz tutar. Bununlaberaber ifade etmek gerekir ki "her cemiyet, zaman- ı inhitat nihayetinevarmak laz ım olmayıp", ancak adalet yolundan ayr ılanlar ve gereklitedbirleri zaman ında almıyanlar yıkıhrlar. "Her şahs ın siren-i inhitat ınihayetine var ınca, selâmetle bekas ı", nas ıl iyi bir hekimin bakımınaba ğlı ise, toplumun ya şamas ı da, bu hekimler "makam ında" olan devletidarecilerinin alacaklar ı tedbirlere ba ğlıdır. "Her devlet bekas ının şartı,siyasettir." Siyaset, iki türlü temele dayan ır. Bu temel, ya akli olur;"hikmet-i ilmiyyede bir k ısım olan ilm-i siyaset-i mülük" böyledir.136


Ya da " şerr olur; Kitatı'a ve Sünnete dayan ır. Bu türlü siyaset, ilahibir temele dayan ıyor demektir. İslam devletleri "siyaset-i şer'iyye"yidüstar edinmi şlerdir. Hez arfen'e göre, böyle yapmakla da, ba şarıyaulaşmışlar; dünya ve ahiret saadetini bulmu şlardır. "Şerr ölçülereönem vermiyerek onlara uymayanlar ise, cezas ını görmüşlerdir. Bunakar şılık, "mülük-i küffann beka-i devletine medar" ise, "siyaset-i akliyeitina ve itibar" göstermeleridir. H e z arfe n'in söyledi ğine göre, "dünya,küfr ile yıkılmaz, zulm ile y ıkıhr dedikleri türki mesel, bundan ne ş'etetmi ştir."Hez arfen, eserinin sonunda ba şta padi şah olmak üzere devletinileri gelenlerine, "narh" konusu ile ilgili bir de "tenbih"de bulunmaktad ır.Ona göre, "narh- ı ruzi, umur- ı külliyedendir". Bunu "cüzr bir meselesayıp, hükümdarlar ve vezirler, ilgilenmezler, "her nesneyi, de ğer bahasiyle"satt ırmazlarsa, şehir kadıları, bu konuda bir şey yapamazlar.Böyle olunca da, "her ki şi, istedi ği gibi, alır, satar". Helal mahna, tamahkarlıkyaparak, zehir katar. Kötü insanlar bu yolla mal, mülk sahibiolur. "Ayan- ı memleket olup, riayetleri vacip olan ekâbir, fakir olup,iflas yollarına salik olur." Sefer zaman ı, "atlu ve piyade", elinde olan ı,"satıp boğazına koyar." Böylece asker, soyulmu ş olur. Bu sebeplerle,bu hususlar üzerinde önemle durmak, bütün idarecilerin ba şta gelenödevi olmal ıdır.Hez arfen, bu eserinin bir fashnda da "yunanrnin asar- ı celilesahibi olan me şhur hükemas ı beyan ındadır " ba şlığı altında, eski yunanfilozof ve dü şünürleri hakkında bilgi vermektedir. Tenkih-i Tevarih'inbüyük bir ihtimalle yazar ın hatt ı ile oldu ğunu sandığımız British Museum(OR. 12965) nüshas ının 157 b- 162 a varaklar ı aras ını işgal eden bu bilgilers ıras ında "bunlar sözlerindendir" denilerek, hakk ında bilgi verilenbazı yunan filozoflann ın, sözleri de nakledilmektedir Hakk ında kısacabilgi verilerek baz ı sözleri nakledilen eski yunan "hükemas ı" şunlardır:AskilInasFisagörisSokrâtBukrâtS öl önEflâtanAristöBatlamy-as( Esculapius veya Aisclepius)( Pythagoras)( Socrates)( Hippocrates)( Solon)( Plato)( Aristoteles)( Ptolemaios)CalInüs ( Galenus )137


Dimekr4isDiyücânisEnkyisânisEfritün.Zit önEnkis âgörisB üsilinüsSalesSüfertis, SaferistisFerföryösDemocritus )Diogenes )Anaximenes )muhtemelen Orpheus )belki Malchus Sidon, ya da. Simon Atheniensis)Anaxagoras )Belinas da denen Apollonius )Thales )Theophrastus )Porphyrius )Hezarfen'in eserinin eski Yunan dü şünürleri ile ilgili bu bölümü,H. F. von Diez tarafından almancaya çevrilerek onun Denkwürdigkeitenvon Asien (2 Binde, Berlin und Halle 1811-1815, I, 71 vdd.)adlı derlemesinde yay ınlanmıştır. H. F. von Diez, tercümesini verdi ğibu bilgilerin, bir genel tarihte bulunmas ına insan ın hayret etti ğinisöylemektedir.Hezarfen Hüseyin Efendi'nin Osmanl ı te şkilat tarihi ile ilgilieseri Telhisü'l-Beyan fi Kavanin-i Osman adını ta şımaktadır.Hezarfen, üzerinde duraca ğımız bu eserinin giri şinde anlattığı üzere1083 /1673 y ılında Tenkih-i Tevarih-i Mülük adlı genel tarihini tamamladıktansonra, "derya-dil" bir ki şi olarak tan ımladığı Reisülküttabizzeti Efendi'ye "arzeyle"mi şti. Izzeti. Efendi, Hezarfen'inbu kitapta hakk ında bilgi verdi ği eski devletlerin, özellikle de Çin,Maçin, Hatâ ve Hotadm nizam ve kanunlar ın! yani "Kavanhı-i Cengiziyye"yigözden geçirmi ş ; sözü Osmanlı kanunlarma getirerek Osmanl ıkanunlar ının, bir taraftan şeriate, di ğer taraftan da "hikemi" ve "akli."kurallarla, "feraset ve tecrübe"ye dayand ığından sözü edilen bu eskikanunlara; Osmanl ı sultanlığının da, o yüzy ılın diğer devletlerine olanüstünlüğünden bahisle H e z arfen'e Osmanl ı kanunlar ı hakkında ortasınıf halkın anhyabilece ği bir "Risale" yazmas ını salık vermi ştir. Ile z a r-fen de, bu konu ile ilgili olarak tarihler, kanunnâmeler ve defterlerüzerinde çal ışarak "Telhisü'l-Beyan fi kavanin-i Cd-i Osman" adınıverdi ği bu eseri meydana getirmi ştir. Telhisü'l- Beyan ...'m 1080 /1669-70yılında yaz ıldığını söyliyen. F. B ab irı ger, ondan naklen R. Anhe g g erve nihayet İ. H. U zunç ar ş ılı'mn bu konuda yanlış bilgi verdikleri,böylece anla şılmaktadır.On üç "bab" yani bölüm halinde yaz ılmış bir Osmanlı te şkilatıtarihi olan bu eser, sözü edilen bu on üç "bab"da, s ırasiyle kısaca Osmanlı138


tarihi, Istanbul'un. yap ılışı, Rum kayserlerinin. eserleri, Osmanl ılarınyaptıkları yeni binalar, kutsal emanetler, Osmanl ı saray memurlar ınıngörevleri ile ilgili kanunlar, Divanla ilgili kanunlar, saray âdetleri,"Hazine-i Amire"nin geliri, mukâtaalar, eyaletler hazineleri, Sultanve Vezir-i azam haslar ı, devletin mukannen olm ıyan gelir ve giderleri,güne ş ve ay y ılı aras ındaki farklar, kara ve deniz ordusu, timar,zeamet ve has sahipleri ile ilgili kanunlar, kap ıkulunun durumu, yeniçeri,sipahi, topçu, cebeci ve di ğerlerinin kanunlar ı, tersane ve tersanesubayları, Kırım Hanlar ının kanunları, bilim adamlar ı ile ilgili kanunlar,narh'la ilgili kanunlar, madenler ve tuzlalar, son olarak da, şehzadelerinsünnet düğünü, vezirler, bilginler ve "erbab- ı hıref"in hediye sunmalar ıgibi konular üzerinde durmaktad ır.Hezarfen, bu eserini yazarken, tabii kendi zaman ına ait verdi ğibilgilerden ba şka, Lütfi P a ş a'n ın Asafnâme, K t ip Çelebi'ninDüstur el-Amel li-Islah el-Halel, Ayn- ı Ali'nin Kavanin-i tıl-i Osmander hüffisa-i mezamin-i defter-i Divan adlı eserlerinden de faydalanm ıştır.Bu arada Hezarfen, bu eserinde yeri geldikçe Osmanl ı devletinde o s ıradaolan çöküntü ve nizams ızlıklardan da bahsetmi ştir. Onun bu konudakisözleri, bir araya getirilirse mahiyeti bak ımından Koçu Bey'in ünlüRisale'si, ya da K âtip Çelebi'nin Düstur el-Amel'i gibi bir eser eldeedilebilir. Zaten ileri sürdü ğü dü şüncelerinde de, genellikle yararland ığıdüşünürlerin görü şlerinin izlerini bulmak mümkündür. H e z ar fe n'ingüne ş ve ay yılı aras ındaki farklar ve bilginler ile ilgili sözlerinde oldu ğugibi tamamiyle kendisine özgü dü şünceleri bulunduğu da bir gerçektir.İşte bu önemli eser, k ısa zamanda ün kazanm ış, onu, P e t is de laCr o ix, frans ızcaya; G. B. D °nada da, italyancaya çevirmi ştir. Bu eserintamamlanmamış bir de, almanca çevirisi oldu ğu söylenmektedir.Haklarında kısaca bilgi verdi ğimiz bu iki eserden ba şka He z ar fe n'inLisan el-etibba ve fihris el-ervam adlı bir de t ıp sözlüğü bulunmaktad ır.Bu sözlü ğün birinci kısmı, arapçadan türkçeye; ikinci k ısmı ise, türkçedenarapçaya t ıp maddelerini içine almaktad ır. Birinci kıs ımda, hastalıkların,mizaçların, bünyelerin k ısaca tarifleri yap ılmaktadır. Daha sonrakikısımda ise arap, acem ve rum hekimlerinin sal ık verdikleri basit ilaçlarsayılmaktadır. Bu eserin Şehid Ali Pa şa kitaphğı nüshas ını (nu. 2086)incelemiş bulunan merhum Adnan Ad ıvar, eserde, ilaçlar ın yunancaisimlerine rastlandığını, ancak Burs al ı M. T ahir'in söyledi ği gibiibranice ve berberce tabirlerin bulunmad ığını söylemektedir.H e z ar fe n'in tasavvuf, ahlak ve di ğer konulara ait olup, ilgilikitaplarda sadece adlar ı anılan eserlerinin, ciddi bir şekilde incelenmesigerekmektedir.139


OSMANLI TARIH/NDE YENİLİK HAREKETLERIXVII. yüzyıhn dini tart ışmalar ı hakkında kısaca da olsa bir fikirvermeye çal ıştık. Şimdi de tarihimizde XVIII. yüzy ıhn ba şlarındanitibaren görülen bat ılıla şma hareketleri hakk ında bilgi verece ğiz.Bildiğimiz gibi Osmanlı Imparatorlu ğu tarihinde bu bak ımdan Tanzimat'ın önemli bir yeri vard ır. Ancak Tanzimat' ın Osmanlı tarihindebatılıla şma yolunda ilk hareket olmad ığı da şüphesizdir. Bu hareketiII. Ma hmu d'Ia ba şlatanlar oldu ğu gibi, daha gerilere kadar götürenlerde vard ır. Ahmet Refik Alt ınay, Lide devri adlı eserinde, Türkiye'debatılıla şma hareketlerinin, XVIII. yüzy ılın ilk yarısında, bir dü şüncede ğişimi ile başladığı kanısındadır. Lale Devri'nde Osmanl ılar, batılılar,bilhassa frans ızlarla iyi ilişkiler kurmu şlardır. Nevşehirli Damadİ brahim P a ş a'nın siyaseti sonucu olarak Paris ve Viyana'ya gönderilenelçilere Avrupa medeniyeti hakk ında bilgi vermeleri tavsiyesindebulunulmuştur. Bu elçiler döndükten sonra Istanbul'daki Avrupaelçileri ile yakın dostluklar kurmu şlardır. Bu bakımdan Lale Devri,Osmanh Tarihinde, bat ılıla şmanın ba şlangıcı sayılabilir. Prof. U z unçar şılı da, bu devirde, matbaan ın kabulü ve yap ılan diğer baz ı yeniişler dolayısiyle batılılaşmanın başladığı görü şündedir. Bat ılılaşmayolunda Tanzimat'tan önceki bu hareket ve gayretleri şöylece s ıralamakmümkündür:1- Lâle DevriLale Devri, baz ı kimseler tarafından anlams ız bir israf ve zevkdevri; baz ı kimseler tarafından da Türk sanat ında bir rönesans yani bircanlanma devri olarak kabul edilir Bu iki görü şün ikisi de mübalağalısayılabilir. Ihmh bir görü şle, Lale devri'nin, Osmanl ı devletinde yeni biryaşama, yeni bir hayat anlay ışının ifadesi oldu ğu söylenebilir. Bu yenizihniyeti Şair Nedim, "gülelim e ğlenelim, kâm alal ım dünyadan"dizisi ile ifade etmi ştir. Bu dizi, bir bakıma, bu devir insanının hayat vetabiat ile bar ışmas ını göstermektedir. Ancak hemen ilave edelim kiLale devri, gerçekten bu dizide ifadesini bulan zihniyetten ibaret olsayd ı,140


irinci iddiayı haklı gösterecek "epiküryen" bir devir olarak kal ırdı .Halbuki bu devirde Osmanl ı devletinde o zamana kadar görülmeyenbaz ı yenilikler yap ıldığı gibi; sanat ve dü şünceye de önem verilmi ştir.Devrin sadrazam ı Damad İbrahim Pa ş a, Fransa'ya elçi olarak gönderdiğiYirmisekiz Mehmed Çelebi'ye normal i şleri yan ındaFransanın "vesait-i umran ve maarifine dahi kesb-i ıttıla ederek kabil-itatbik olanlar ın" yazmas ım emretmi ştir. Osmanl ı elçisi, bu emre uygunolarak, bu gün bile zevkle okunan, gördü ğü, gezdiği yerleri anlatanbir sefaret-name yazmışt ır. Bu eser, Osmanl ı tarihinde bat ıya açılmış ilkpencere olarak kabul edilmi ştir. Bu elçili ğin diğer önemli bir sonucuolarak Mehmed Efendi'nin beraberinde götürdü ğü o ğlu Said MehmedEfendi, oradan ald ığı ilhamla Osmanlı Türkiyesinde ilk defa,matbaan ın kurulmas ına önayak olmu ş, böylece bat ıdan ilk teknikyardım alınmıştır.İbrahinft MüteferrikaMatbaanın aç ılışında Said Mehmed Efendi kadar, belki ondanda fazla İ brahim Müteferrika'n ın rolü olmu ştur. Bildi ğimiz gibiİ brahim Müteferrika, aslen Erdel'li bir macar idi. Müslüman olmadanönce genel olarak kabul edildi ği üzere Kalvinist de ğil, Uniterianidi. Bu mezhebin esas ı, kısaca teslis'i inkâr etmek şeklinde özetlenebilir.Bu hususun tesbiti şu bak ımdan faydand ır ki İbrahim Müteferrika,müslümanlığı zannedildi ği gibi zor kar şıs ında de ğil, müslümanhk kendiinancına uydu ğu için, kabul etmi ştir. Genç ya şında Türk idaresinegirerek müslüman olan ve k ısa zamanda kendisini tan ıtan İ. Müteferrika,Türkiye'de ilk matbaan ın kurulu şunda hizmet etmi ştir. Bu bakımdankültür tarihimizde önemli bir yeri vard ır.İ brahim Müteferrika, bundan ba şka bir dü şünce adamı olarakda, dü şünce tarihimizde yer alm ışt ır. Onun dü şünce tarihimiz bak ımındanönemli olan eseri Usül el-Hikem fi Nizam el-t İmem adını ta şımaktadır.Müteferrika, bu eserinde devlet düzeninin zorunlulu ğu üzerindedurmu ş ve çe şitli devlet şekilleri hakk ında bilgi vermi ştir. Onun sözünüettiği devlet şekilleri şunlardır:a- Monar şi, b- Aristokrasi c- Demokrasiİ. Müteferrik a'ya göre, modern devletler, yeni ve akl ı birtakımyöntemlerle idare edilmektedir. Bu yeni yöntemlerin, din, ya da gelenekile fazla bir ilgisi yoktur. Ayrıca devlet idaresinde ilmin, özellikle co ğ-rafya ilminin, büyük önemi vard ır. Müteferrika, bu vesile ile Amerikanınke şfinden söz etmekte ve Avrupahlarm bu ke şiflerle İslam dünya-141


s ını ku şatmakta olduklar ını belirtmektedir. Buna kar şı koyabilmekiçin, bu konularda bilgi sahibi olmak gerekir. İ. Müteferrika, ayn ızamanda, Osmanl ıların geri kah§ nedenleri üzerinde de durmu ştur.Eserinde gerilememizin nedenlerini şöyle s ıralamaktad ır:a- Kanunlar ı uygulamamakb- Adaletsizlikc- Devlet i şlerinin ehil ellere verilmemesid- Bilginlerin dü şüncelerine tahammülsüzlüke- Askerlik alan ında teknik bilgiden habersizlikf- Orduda disiplinsizlikg- Rüşvet almak ve devlet servetini kötüye kullanmakh- Dış dünyadan habersizlikHakkında kısaca bilgi verdi ğimiz bu eserinden ba şka İ. Müteferrika, üzerinde önemle durulmas ı gereken di ğer bir eserin de yazar ıdır.Onun bu eseri, Risale-i İslâmiye adını ta şır. Bu kitab ın, Islam'ın savunulması için yaz ıldığı söylenirse de, bu eser, asl ında Kitab- ı Mukaddes'inde ğiştirildiği tezini savunmaktad ır. Müslüman olmadan önce Uniterianolduğu anla şılan İ. Müteferrika, bu eserinde Katoliklerin mensuholduğu iddiasiyle incillerden ç ıkartmış oldukları ve okunmas ına izinvermedikleri baz ı cümleleri okudu ğunu, böylece gerçekleri anlad ığını ;bu okunmamas ı gereken cümleler aras ında türkçeye, tesellici diye çevrilebilecekolan parakletios diye bir kelime bulundu ğunu ve bu kelimenin,müslümanların peygamberi Hz.-i Muhammed'in isimlerinden birisiolan "Ahmed" kelimesini kar şıladığını ifade etmektedir.İ brahim Müteferrika, ayr ıca bu vesile ile papal ığa ve hristiyanl ı-ğın teslis inanc ına da çatmaktad ır. Onun bu teslis aleyhtarlığı, Servetusadlı bir Uniterian papaz ının, Teslis ve hataları adlı eserine dayanmaktad ır.Servetus, eserinin bir yerinde aynen şöyle demekte dir : "Fazla olarakve hepsinden kötüsü, bu teslis gelene ği Muhammedilere sonsuz alay konusuoluyor. Yahudiler de, bizim bu hayali inanc ımıza kat ılmazlar veteslis hakkındaki budalaca fikirlerimize gülerler. Bak ınız Muhammedne diyor: Bir dü şmanın söylediği gerçek, bizimkilerin söyledi ği yüzyalandan üstündür. Muhammed ayr ıca şunları da söylemektedir:Havariler, insanlar ın en iyileri idiler ve do ğru olanı yazdılar. Teslisfikri onlarda yoktu. Bunu daha sonralar ı diğer insanlar ilave ettiler".Lale devrinde bat ı etkileri, daha derin bir şekilde memleketimizegelmi ş olan batılı elçiler kanal ı ile de olmu ştur. Bu devirde Istanbul'a142


gelen elçiler, beraberlerinde bilginler, edibler, sanatkârlar da getirmi ş-lerdir. Verilen ziyafetlerde türlü dü şünce alış verişleri olmaya ba şlamış -t ır. Bu devirde bir tak ım Osmanlı devlet adamlar ı, baz ı batılı ressamlararesimlerini de yapt ırmışlardır. Böylece ba şlıyan bu olumlu etkiler, devamedememi ş, P atr ona'mn ayaklanmasiyle bat ı istikametindeki de ğişikliklerdurdurulmu ştur. Ancak P atrona'mn zorbal ık devri kısa sürmü şve bu yöndeki gelişmeler tekrar kendisini göstermi ştir.2- 1. Mahmud (1730-1754), III. Mustafa (1757-1774), I. Abdülhamit(1774-1789) devirlerinde askerlik alan ında yeniliklerBu devirde Yeniçeri ordusu d ışında yeni bir örgüt kurma i şi,tasarlanmış, ayn ı zamanda Yeniçeri ordusuna da baz ı yenilikler tatbikedilmek istenmi ştir.Bu yenilikler hükümetin takip etmi ş olduğu bir plân.'a göre de ğil,bazı rastlant ıların sonucu olarak yap ılmıştır.I. Mahmud devrinde, Frans ız as ıllı, Avrupa'da askeri bir komutanolarak ün sa ğlamış olan De B onne v al, islamiyeti kabul etmi ş, Humbaracı Ahmet Pa ş a adım alm ıştır. Adını, elbiselerini, itikad ınıde ğiştirmiş olan bu ki şi, kafa itibariyle bat ıh kalmış, komutanh ğınaatandığı Humbaracı erlerini bat ılı kafas ı ile muntazam talimler ve harpoyunları ile yeti ştirmiştir. Kendisi, bu birliğin o zamanki Alman veFrans ız alaylarm ın gıpta edebilecekleri bir hale geldi ğini söyler. Türkaskerinin yüksek vas ıflarma inanm ıştı. "Mahir bir general, bu askerlerledünyayı bir kıituptan di ğer kutba kateder" sözünü o söylemi şti. Humbarac ı Ahmet Pa ş a'nın şu telkinleri de dikkati çekicidir. Türk ordusununAvrupahlara galebe çalabilmesi için onlar ın metodlar ım,silahla= almalar ı gereklidir. Ahmet Pa ş a, bu hususta ayr ıca raporlarda vermi ştir. 1739'da Belgrad bar ışı ile sona eren harplerde fiili bir görevalmamas ına rağmen, planlar ı ve raporlar" ile Türk ordusunun kazanmasına yardım etmi ştir. Ahmed Pa ş a'nın ölümü ile biraz duraklargibi olan bat ı tesiri, III. Mustafa zaman ında macar as ılh olan, Baronde T o t t eli ile yeniden canlanm ıştır. T ot t, Frans ız hükümeti tarafındanbir do ğu gezisine gönderilmi şti Bir müddet K ırım'da kalan Tott, dahasonra Istanbul'a gelmi ş, III. Mustafa'mn hizmetinde bulunan biritalyan doktorun arac ılığı ile III. Mustafa ile tanışmış ve onun Osmanl ıtopçu s ınıfın örgütlendirmek arzusunu kabul ederek, önce bu amaçiçin bir talimatname haz ırlamış, daha sonra kendi emrine verilen 600 eriKa ğıthane s ırtlannda Avrupa usitlii ile talim ettirmeye ba şlamıştır.Sür'atçi adı verilen bu erlerin talimlerinde ço ğu zaman padi şah kendisive o ğlu Selim de haz ır bulunmu ştur. Bundan ba şka Tott, topçular143


yeti ştirmekle kalmamış, tophaneyi de düzeltmi ş, yeni biçimde toplardöktürmü ştür. Yap ılan bu pratik i şler yan ında, Padi şah, nazari bilgilerede önem verdi ği için, Padi şah' ın bu arzusuna uyarak ilk defa Mühendishane-iHümayisın açılmıştır. T o tt, hat ıralar ında ö ğrencileri aras ında birçok sakallı insanların bulunmu ş olmas ından kıvançla bahsetmektedir.III. Mustafa, yaln ız askerlik konusunda baz ı yenilikler yap ılmas ınaönayak olmakla kalmam ış, t ıp ve astronomi'ye olan merak ı yüzündenbu konularda da bat ı etkilerinin girmesine yard ım etmiştir. Frans ızelçisi arac ılığiyle baz ı astronomi kitaplar ı getirtmi ş, baz ı tıp eserleritürkçeye tercüme ettirilmi ştir. Yapt ığı bu i şler dolayısiyle oldukçauyanık bir kimse olduğu anla şılan III. Mustafa, avrupahlar ın ba şarılarmdabaz ı yıldızlar ın rol oynadığı kanısında idi. Bu nedenle bu s ıralardabüyük ba şarılar kazanm ış olan Prusya Krah F r e drik'e AhmetResmi Efendi'yi elçi olarak göndermi ş ve kendisinden üç müneccimistemişti. Fr e drik'in elçiye cevab ı söyledir: "Kuvvetli bir orduya sahipolarak onu bar ış zaman ında sava şa hemen girebilecek şekilde talimettirmek, hazineyi dolu tutmak ve tarih okumak ... İşte benim üç müneccimimba şkalarına sahip de ğilim; dostumuz padi şah'a böylecebildirmenizi dilerim". III. Mus t afa'n ın yaptığı i şlere bak ılırsa, butavsiyelere önem verdi ği söylenebilir. Bununla beraber bütün iyi niyetinera ğmen, geni ş bir ıslahat plan ı tatbik edememi ş, 1768 yılında ba ş-hyan Osmanh-Rus harbinin Osmanl ılar için bir felaket olmas ını önliyeyememiştir. Bu sonuçtan sonra T ott da, Istanbul'u terketmi ş bulunuyordu.Bunun üzerine fazla masraf ı gerektiriyor diye sür'at topculu ğuda kald ırılmıştır. Bütün bu olanlarda Osmanl ı toplumuna o s ıralardahakim olan zihniyetin büyük etkileri vard ı. Aynı Ahmet ResmiEfendi'nin Hületsatü'l-İtibar adlı eserinde belirtti ği üzere, Osmanl ılararas ında hala di ğer dinler mensuplar ını yok etmek gerekti ğine, onlarınburunlarım yerlere sürterek hadlerini bildirmenin müslümanlara vacipolduğuna inananlar vard ı. Ahmet Resmi Efendi'nin ifade etti ğiüzere onlara göre, "Islam padi şah ın ın baht ı açık, devlet adamlar ı pi şkin,kılıcı da keskin idi. Aristo akıllı bir vezir ve be ş vakit namaz k ılan12.000 askerle K ız ılelmaya (Romaya) kadar gitme ğe ne mani vard ır"diyenler bulunmakta idi. Ahmet Resmi Efendi'ye göre bu kimseler,bu sözleriyle cahilliklerini ortaya koymakta idiler. Bu kimseler, K ızılElma semtini Bu ğdan'dan gelen alyanak elma gibi yenir bir şey zannetmekteidiler.Osmanlıların Ruslara kar şı bu yenilgisi, Fransa için bir endi şe konusuolmuştur. Zira bu durumda Fransa'n ın doğudaki siyasi ve iktisadiçıkarları tehlikeye giriyordu. Bu sebeple I. Abdülhamid (1774-1789)144


zamanında Istanbul'a gelen Fransa elçisine verilen şu direktif dikkatiçekmektedir: "E ğer Türkiye, büyük devletler aras ında kalmak istiyorsa,imparatorlu ğun yalnız idaresini de ğil, Osmanlıların karakterini dede ği ştirmeye muhtaçt ır. Sultan ın, Bab- ı Ali'nin, büyük devlet adamlarınınbu hususlara dikkati çekilmelidir". Bu talimatla İstanbula gelenelçi, devrin sadrazam ı Halil Hamid Pa ş a'ya Osmanhlar ın ba şına gelenfelüketlerin sebeplerini şöyle açıklamaktadır: "Siz felüketlerinizdenkendinizi itham etmelisiniz. Donanmamz ın bozuklu ğu, ordunuzunba şı bo şluğu, felüketlerinizin ba şhca sebeplerini te şkil eder". Elçi,Halil Hamid P a ş a'nın ıslahat yolundaki iyi niyetlerini ve temayüllerinitakdir etmekle beraber, Türkiye'nin Fransa'ya benzemedi ğini veTürkiye'de bir tek ki şinin fazla bir şey yapam ıyaca ğını öğrenmiş bulunmaktave bu husustaki fikirlerini de şöyle ifade etmektedir: "Buras ı,Fransa gibi de ğildir. Fransa'da kral yegâne karar sahibidir. Türkiye'deher hangi bir i şi yapabilmek için, ulemay ı, hukukçular ı, halen iktidardaolan ve aynı zamanda daha önce iktidarda bulunmu ş olan kimseleriikna etmek lümmdır."Halil Hamid Pa ş a, padi şah' ın da tasvibi ile ordunun teknikbakımdan ıslahına çalışmış tır. Yap ılan ilk icraat aras ında bir istihkâmokulunun aç ılması vardır. Kara ve deniz ordular ımızın ıslahı için Fransa'danuzmanlar da getirtilmi ş tir. Osmanhların kendi hizmetlerine baz ıecnebileri kabul etmeleri, Avrupamn baz ı ünlü generalleri aras ındaTürkiye'ye gelme hevesini uyand ırmıştır. Bunlar, baz ı plânlar, projelergöndererek, Türk ordusunu ıslah etmek istediklerini bildirmi şler, fakatOsmanlı hükümeti, bu tekliflerden hiç birisini kabul etmiyerek, bukonudaki ihtiyaçlar ını Frans ız elçiliği yolu ile gidermi ştir. Bu çalışmalarHalil Hamid Pa ş a'nın azline kadar devam etmi ş, Halil HamidPa ş a, I. Abdülhamid'e kar şı bir hükümet darbesi haz ırlamaklaitham edilerek azledilmi ştir. Fakat ıslahat yolundaki çal ışmalar devametmiştir. Islahat ı bundan sonra devam ettiren I. Abdülhamid'inyerine geçen III. S elim'dir.3- III. Selim Devri (1789-1807)III. Selim'in yapm ış olduğu ıslahat, tarihimizde "Nizam- ıCedid" hareketi olarak adland ırılmışt ır. Nizam- ı Cedid hareketinin,Tanzimat' haz ırlamakta büyük rolü oldu ğu kabul edilir. NizamiCedid, III. Selim'in kurdu ğu yeni askeri örgütün ad ıdır.Ancak yeni vesikalar, bu hareketin daha geni ş ve umumi oldu ğunugöstermektedir. Selim, art ık talim ve terbiyesi kalmamış olan Yeniçeriordusu dışında yeni bir ordu kurmakla kalmam ış, aynı zamanda ulema-145


nın nüfuzunu k ırmak, Şeyhülislâm' ın selâhiyetlerini daraltmak venihayet Avrupal ıların ilim ve sanatta yapt ıkları ke şiflerden faydalanarakOsmanl ı İmparatorlu ğunu iktisadi, zirai konularda da yenile ştirmekistemi ştir. Selim'in yapm ış olduğu bu şümullü hareketle ilgili olarakkendisinin Fransa'da olan devrim sonras ı de ği şikliklerin tesirinde kaldığıakla gelebilirse de, böyle bir dü şünce, do ğru de ğildir. Zira Selim,daha tahta ç ıkmadan önce ıslahat projeleri yapma ğa başlamış bulunuyordu.Selim'e ıslahat fikrinin kendisine babas ından intikal etti ğine dairdaha şehzadeli ği sıras ında Frans ız elçisinin arac ıhğı ile XVI. L o ui s'yeyazdığı mektupta izler vard ır. Bu mektuplardan III. Mus t afa'n ınSelim'e bir vasiyetname b ıraktığını, bir Italyan doktor vas ıtasiyleSelim'in Frans ız elçisi ile mektupla ştığını ve elçi arac ıhğiyle de Fransakralına İ shak Bey ad ında birisini gönderdi ğini ö ğrenmi ş bulunuyoruz.İ shak B e y'e verilen talimat aras ında, fen ve maarifin her türlüsü hakkındabilgi edinilmesi hususu dikkati çekmektedir. Öyle anla şıhyor ki,Selim, padi şah olunca, art ık ne yapmak istedi ğini bilen bir kimse durumundaidi. Bununla beraber Selim, devlet adamlar ının dü şüncelerinide ö ğrenmek istemi ş, bu maksatla bunlar ın devlet i şleri hakkında birtakım lâyiha (rapor) lar yazmas ını emretmi ştir. Kendisine takdim edilenbu raporlarda üzerinde birle şilen ba şlıca konu şudur: Osmanl ı ordusununıslahı, mutlaka lâz ımdır. Genel olarak tavsiye edilen usul de,Osmanlılara eski büyüklük ve ha şmetini verebilmek için, KanuniSultan Süleyman devri kanunlarma dönülmesidir. Yaln ız Avrupanındurumunu bilen R âsih Efendi, frenklerin harp fenni kitaplar ınınçevrilmesi ve uzmanlar getirerek askerlerimize talim ettirilmesi görü şünüileri sürmü ştür. Selim, bu görü şü, benimsemiş, Yeniçeri ordusundanayrı, talimli bir ordu kurmaya karar vermi ş ve bu orduyu yeti ştirmeküzere de ğişik zamanlarda Fransa hükümetine müracaatlar yapm ıştır.İlk müracaat, 7 Ekim 1793'de olmu ştur. Şu konularda uzman istenmi ştir:6 bahriye subayı, 2 mühendis subay, 2 piyade subay ı, 2 süvari, 2 topçu,1 bahriye inşaat subay ı. Ayrıca bu subayların, uyacaklar ı şartlar ileilgili olarak, Frans ız hariciyesine be ş maddelik bir talimatname sunulmuştur. 1797 y ılında Fransa'dan yeniden topçu subaylar ı istendiğinigörüyoruz. İşte o s ırada Türkiye'ye gelmek üzere Fransa hük ıl ınetineba şvuran subaylar aras ında henüz mesle ğinin ilk kademelerinde bulunanve daha sonralar ı son derece ün kazanacak olan Napolyon da vard ır.Bu vesile ile N a p ol y o n'un Fransa hükümetine yapm ış olduğu müracaatın tercümesini aynen veriyoruz."Rusya imparatoriçesinin Avusturya ile olan ili şkilerini s ıkılaştır-41'0 bir zamanda Türkiye'nin askeri araçlar ının daha zorlu bir hale146


getirilmesi için Fransa'nın elinden gelen her şeyi yapmas ı kendi çıkarıgere ğidir. Türkiye kahraman fakat harp sanat ı prensiplerinin son derececahili olan milis (ba şı bozuk) kuvvetlere sahiptir. Muharebenin kazamlmasındakullandığımız modern tabyede, kuvvetli ve müstahkem mevkilerinalınmas ı ile korunmas ında ba şlıca sebep olan topçuluk, Türkiye'dehenüz çocukluk devresindedir. Bab- ı Ali, bunu anlıyarak, bir çok defalarbizden topçu ve istihkâm subay ı istedi. Bu gün Türkiye'de böylece birkaç subayımız vard ır. Fakat önemli bir sonuç elde edebilmek için bunlar,ne miktar, ne de nitelik bak ımından yeterlidirler. Ordular-1mz ın topçukuvvetlerine birçok kere, özellikle Tulon ku şatmas ında komuta ederek,ün kazanan N a p oly on, hükümet ad ına Türkiyeye, gitmek istemektedir.Beraberinde harp sanat ı ile ilgili özel bilgileri olan 7-8 subay götürecektir.Bu yeni görevinde B o n ap art, Türk ordular ını daha çok kuvvetlendirmeyive Türk ordular ının müstahkem mevkilerini geli ştirmeyi ba şarırsa,vatan ına önemli bir hizmet yapaca ğına ve dönü şünde onun sevgisinehak kazanaca ğına inanmaktad ır".Selim, yalnız Fransa'dan de ğil, Isveç ve İngiltere'den de uzmanlargetirtmi ş, Avrupa'da olan bitenleri tam olarak ö ğrenebilmek için bat ınınbüyük devletlerine ilk defa, üç sene oturmak şartiyle elçiler göndermi ştir.Paris, Londra, Berlin, Viyana'da Türkiye'yi temsil eden elçilere verilentalimat aras ında ilim, fen ve milli e ğitim ile ilgili her türlü bilginin edinilmesihususu, dikkati çekmektedir. III. Selim Viyana'ya yak ın adamlarındanEbubekir Ratip Efendi'yi göndermi şti. Bu görevinin sonucundayazdığı risalede Ebubekir Ratip. Efendi, Avusturya'n ınadalet, kültür, sa ğlık ve ekonomi kurumlar ı hakkında bilgi verdi. MeselâAvusturya'n ın ziraata verdi ği önem hakk ında şunları yaz ıyordu. "Bunlarınziraat hususunda nizam ve ihtimamlar ı öyledir ki her köyde birferdi i şsiz b ırakmazlar. E ğer tarlas ı yok ise, ona tarla verirler ve tohumuyok ise, tohum verirler. Topra ğı at ile sürmek âdetleri olmakla e ğeratları ölmü ş ise, ona, at ve tak ım verirler. Veyahut da çiftçi tayin edipba şkas ının tarla ve ba ğında ve bostan ında ve çiftinde çah ştırırlar."Avusturyada tar ıma verilen önem hakk ında yazd ıklarına kar şılıkEbubekir Ratip Efendi, geçmi ş bulunduğu Osmanlı ülkelerindeekilmemiş bir çok topraklar görmü ş ; bu topraklar ın bombo ş bir durumdabulunmas ı, söylediğine göre, kendisini a ğlatm ıştır. Üstelik osırada memlekette pek çok i şsiz ve güçsüz bulunmakta idi. Bunlar,tarıma sevk ve te şvik edilmemiştir. Ebubekir Ratip Efendi'ninilgi çekici bir gözlemi de, Avusturya'da halk ve hükümet aras ındakiilgiler hakkındadır. Onun belirtti ğine göre, "Avrupa devletlerinde krallartarafından verilen nizam, kaide ve kanunlara, bir fert gere ği gibi,147


iayet gösterip vergllerini de zaman ında ödediği müddetce, Kral dahil,ona kimse herhangi bir bask ıda bulunamaz. Hangi kuma şı isterse onugiyer, istedi ğini söyler, istedi ğini yer ve içer. Mahna, mülküne kimsemüdahale ve taarruz edemez."Rat ıp Efendi'nin bahsetti ği bu nizam, kaide ve hürriyetin o s ıralardaOsmanlı İmparatorlu ğunda hemen hemen hiçbiri kalmam ışt ı. SonOsmanl ı vak'anüvisi olarak bildi ğimiz Abdurrahman Ş eref BeyinTarih Musahabeleri adlı eserinde söyledi ği gibi "hayat iktidar sahiplerinindudaklar ının aras ında idi. Bir emirle insan öldürülüyordu. Sadrazamlarbile katlolunuyordu". Di ğer taraftan Ebubekir Rat ı p Efendi,Viyana'da bulunduğu s ırada mahkemeleri de incelenmi şti Bu konudaşöyle yazmaktad ır: "Bunlarda şeriat yoktur. Yani Hz.-i İş a'nın koyduğuşeriaattan sureta nikah maddesi kalm ıştır. Onun da daima icraolunduğu yoktur. Miras hususunda dine itibar etmezler. BugünAvrupa memleketleri o haldedir ki onlara ehl-i kitap denilemez. Herne kadar şeriat tabirini kullan ırlar ise de kendi menfaatlerine uygunher kral ın vaktinde bunu de ği ştirerek ve ilaveler yaparak tertip ettiklerikanunlara ve kaidelere ha şa şeriat ad ını verirler."Bu sözler göstermektedir ki Rat ıp Efendi, o s ırada bat ıda dinve devlet i şlerinin ayr ılmış olduğunu farketmi ştir. Ayr ıca bat ıda filozofların,devlet i şlerinden anlayan insanlar ın, bilgi ve dü şünceleriylegerekli baz ı nizamları geliştirmi ş olduklarını da işaret etmi ş bulunmaktadır.III. Selim, bu risalede belirtilen fikirlerinde tesirin de kalarakorduda baz ı yenilikler yapmak istemi şti.Selim'in yapmış oldu ğu bütün bu i şler, özellikle İngiltere veFransa'da olumlu etkiler yapm ış ; Istanbul'a gelen Fransa elçisi beraberindehediye olarak 6 top getirmi ş , İngiliz elçisinin takdim etti ği hediyeleraras ında bulunan gemi nümuneleri dikkati çekmi ştir. Bundan ba şkabaz ı kitaplar ı!' da tercüme edildi ğini görüyoruz. İlk olarak V a ub an' ıntopçulu ğa ait eseri çevrilmi ştir. Selim, sadrazama bu kitab ı şöyle tavsiyeetmektedir: "Bu kafirlerin muharebesi acayiptir. Meydana ç ıkıpmerdane muharebe etseler, hiç mülâhaza etmem, lakin öyle etmiyorlar.Bir kaç sene önce tercüme ettirdi ğimiz Goban (Vauban) nam kitap mütalaaolunsa, mallim olur". Selim, bu i şler aras ında Osmanlı devletinderü şvetin kald ırılması, devlet adamlar ının daha sade bir şekildeya şamalar ı, onların Ira ıı. ve Hint'ten gelme kuma şlar yerine Istanbul'dayap ılma kuma şlar giymeleri hususunda emirler vermi ş, bu konulardatitizlik göstermi ştir. Bu çah şmalar sonucunda Selim'in yaln ız kaldığını ,ulemanın, devlet adamlar ının, yeniçerilerin kendisine dü şman kesildiğinigörüyoruz. Bu hali, Avrupa'ya gönderilmi ş olan Hale t Efendi148


gibi bir elçinin, sürekli olarak Avrupa'n ın küfründen, onlar ın ustıllerininbize uym ıyaca ğından bahsetmesi de körüklemi ş ve nihayet K ab ak ç ıMustafa ayaklanmas ı patlak vererek Selim'in öldürülmesine veNizam- ı Cedid'in ortadan kald ırılmas ına sebep olmu ştur (1807). Selim'-in yerine geçen IV. Mustafa'n ın saltanat ı kısa sürmü ş, AlemdarMustafa Pa ş a i şe müdahale ederek, Mus t afa'y ı tahttan indirmi ş,yerine II. M ahmu d'un geçmesini temin etmi ş ; II. Mahmud eliyleOsmanlı devletinin bat ılıla şması yolundaki gayretlere devam edilmi ş-tir.4- II. Mahmud devri (1808-1839)Selim'in ac ı sonunun sebepleri bilinmekle beraber, II. Mahmud,Osmanlı imparatorlu ğunun selâmetini bat ılılaşmada bulmu ş, ancak buyolda bir tak ım yenilikler yapabilmek için her şeyden önce mahallive milli isyanlar ı bastırmak gerekti ğini anlamıştır. Bunun için kendisinesadrazam yapt ığı, Alemdar Mustafa Pa ş a, belli ba şlı âyâm, e şrafıIstanbul'a davet etmi ş, bunların hükümdara olan sadakat ını teminetmiş, devamlı yenilgilerimizin sebebi olarak da orduda talim ve terbiyenoksanlığı üzerinde durmu ştur. Alemdar Mustafa Pa ş a'nın kurmu şolduğu sert idare, Yeniçerilerin ho şuna gitmemi ş, bir isyanla Alemdarda ortadan kald ırılmıştır. Bu olay, uzun zamandan beri devlet için biryük olan Yeniçeriler hakk ında II. Mahmud'u ciddi olarak dü şünmeyesevketmi ş ve 1826 y ılında Yeniçerilerin yapmak istedikleri bir isyante şebbüsünde,Mahmud, bunlarla mücadeleyi göze alm ıştır. M ahmud'un buazminin sonucu olarak Osmanl ı devletinin kurulu şundan bu tarafabir çok zaferler kazanm ış ve nihayet XVI. yüzy ılın sonlarından itibarende devaml ı bir kar ışıklık yuvas ı haline gelmi ş olan YeniçeriOca ğı söndürülmü ştür. Böylece devletin ıslahı için gayret sarfedenler,kar şılarında bulunan önemli bir engeli ortadan kald ırmışlardır. Bu olaytarihe "Vak'a-i Hayriye" olarak geçmi ş ve II. Mahmud, bundan sonrabat ılıla şma yolundaki faaliyetlerini devam ettirmi ştir. II. M ahmudzamanında yap ılan çalışmalar, daha öncekilerle k ıyaslanam ıyacak kadargeniş ve şumullüdür. Yap ılan yenilik hareketlerini şöylece s ıralamakmümkündür:a) Askerlik alan ında: Da ğıtılan Yeniçeri ordusu yerine "Asakir-iMansure-i Muhammediye" ad ı ile talimli bir ordu kurulmas ına te şebbüsedildi. Ancak Mahmud, bu orduyu yeti ştirmek üzere Avrupadan subaygetirtmedi. Bunun yerine Mahmud, daha önce Avrupa usf ıllerinive tekni ğini kabul ederek, ordusunu yeti ştiren Mı s ır Valisi MehmedAli Pa ş a'dan yard ım istedi. Ancak Mehmed Ali Pa ş a, bir takım149


ehanelerle bu iste ği yerine getirmedi. Bunun üzerine Prusya'ya ınaracaatedildi. Oradan davet edilen subaylarla Türk ordusunda Frans ıztalimi yerine Alman talim ve terbiyesinin tesirleri ba şladı .b) Devlet te şkilatın.da yap ılan de ğişmeler:Bu zamanda saray ın te şrifat kaidelerinden baz ıları de ğiştirilmi ştir.Mesela II. Mahmud, vekillerin ve bilginlerin kendi huzurunda toplanmalarınamüsaade etmi ştir. Soka ğa yarı avrupai bir kıyafetle ç ıkılmayaba şlanmış, bundan ba şka Mahmud, kendi resmini mülki ve askeri dairelereast ırmıştır. Yap ılan diğer yenilikler de şunlard ır: Sadrazaml ıkba şvekâlete çevrilmi ş, Darbhane-i Amire ve Hazine-i Mansûre, MaliyeNezareti haline getirilmi ş, Ahkam-ı Adliye, Dar- ı Şura-i Askeri, Umûr- ıNafıa gibi Encümenler tesis edilmi ş, memurlar aras ında "Dahiliye"ve "Hariciye" şeklinde bir ayırma yap ılmışt ır.c) Sosyal alanda yap ılan yenilikler•Anadolu ve Rumeli'nin bütün vilayet ve kazalarmda nüfus say ımıyap ılmas ı, memleket içinde (1831-1833) geziler için "mürûr tezkire"sinin,dış geziler için pasaportun ihdas ı, posta te şkilat ının kurulmas ınaba şlanmas ı, polis te şkilatının lüzfunu hakk ında ara ştırma yap ılması ,her s ınıf halka ve memura mahsus kiyafet ve serpu ş tayini.d) Kültür alan ında yap ılan baz ı yenilikler•İlk ö ğretimimin zorunlu bir hale getirilmesi, Harbiye ve T ıbbiye'ninkurulmas ı, bat ı memleketlerine ö ğrenci gönderilmesi, ilk gazeteninç ıkmas ı (Takvim-i Vekâyi, 1832)e) Iktisadi ve smayi alanda yap ılan yenilikler:Avrupadan alınan kumaşlara tandit konulmas ı, baz ı avrupa kuma ş-larmdan elbise diktirilmesinin yasak edilmesi, orduya elbiselik kuma şyapacak fabrikalar ın yap ılmas ı, tüccarlar ı Avrupa ile ticaret yapmayate şvik için baz ı kararlar al ınmas ı .f) Sıhhiye alanındaki yenilik1er-Askeri ve mülki hastahanelerin kurulmas ı, karantina usulününkabulü, kolera ve veba gibi hastal ıklar hakkında baz ı bro şürler bast ı-rılarak, askere ve halka da ğıtılmas ı .MeclislerBu vesile ile biraz da III. Selim devrinden itibaren görülen meclislerdensöz açmak faydal ı olacakt ır. Bilindiği gibi Osmanl ı devrindeidare ve kaza i şleri Divan- ı Hümayûn'da görülürdü. Ba şlangıçta Divan'a150


izzat padi şah da kat ılırdı. Fatih devrinden itibaren padi şahlar Divan'ıyüksek bir kafes arkas ından takip eder oldular.Osmanlı padişahlar ı, daha sonralar ı gördüğümüz üzere devletiıslah etmek için ne gibi yollara ba şvurulmas ı gerektiğini tavsiye edenraporlar kabul etmi şler; III. Selim devrinden itibaren de baz ı meclislertoplamaya ba şlamışlardır. III. Selim'in toplad ığı meclislerin adı"Meclis-i Me şveret" dir. Bu mecliste harb konular ı konuşulduğu zamanYeniçeri oca ğı ileri gelenleri de kat ılmışlardır. III. Selim zamamndabundan ba şka bir de "Meclis-i Şara" denilen ba şka bir meclis bulunmaktaydı.Bu meclis, harp ilan ı , barış yap ılması, ya da yap ılmamas ı ve bunabenzer dış münasebetlerle ilgili kararlar al ırdı. II. Mahmud devrinde ilkdefa nezaretler kuruldu ve bunlar, "Meclis-i has" veya "Vükelâ" diyeanıldı. Abdülmecit devrinde 1845 y ılında eğitim i şlerini yürütmekve denetlemek üzere bir "Meclis-i Umumiye" kuruldu. Bu meclis, ilmive idari olmak üzere iki daire halinde çal ışıyordu. 1856'da Maarif Nezaretikuruldu. Bu meclis de Maarif Nezaretine ba ğlandı. Bilindiği gibiyeni kurulan Maarif Nezareti, medrese d ışındaki okullara bak ıyordu.Böylece Tanzimat'tan önce yap ılmış olan baz ı yenilikler hakkında kısacabilgi vermi ş bulunuyoruz. Bu bilgilerden ç ıkardığı= ilk sonuç, Osmanlıtoplumunda bat ılıla şma istikametindeki yeniliklerin, Tanzimat'tanaşağı yukarı bir as ır önce ba şlamış bulunduğudur. Bat ı tesirleri, II. M a h-mu d devrine kadar, hükümdarlar ın hukuk ve selâhiyetleri, devlet te şkilatıkonular ında fazla tesir göstermemi şler, sadece askeri, sosyal ve kültürelsahalarda izler b ırakmışlardır. Tanzimat'tan önce bu tesirlerin dahaçok Fransa kanal ı ile olduğu da gözden kaçmamaktad ır. Nazan deolsa uzun zamandan beri, bir Osmanl ı-Frans ız dostlu ğunun mevcutolu şu, Frans ızların kapitülâsyonlar yüzünden Osmanl ılar ve Osmanlıişleriyle fazla me şgul bulunmalar ı, ayrıca Frans ızların askeri bakımdanAvrupada uzun müddet bir üstünlük kazanm ış olmaları, bu tesirlerinneden Fransa yolu ile oldu ğu hakkında bir fikir verebilir. Baz ı ıslahatte şebbüslerinin ba şarısızlığın'n sebebi, ıslahat yapan ki şilerin otoritesizliği,ya da Osmanhlar ın genel olarak inanmakta bulunduklar ı islâmiyetprensipleri de ğildir. Bunda daha çok bu s ıralarda maddi ve manevikuvveti temsil eden ve hiç bir olumlu i ş yapmıyan Yeniçeri ordusu ilebunları daimi şekilde destekliyen uleman ın rolünün bulunduğu, olaylarınseyrinden anla şılmaktadır. Özellikle II. Mahmud devrinde yap ı-pılan ıslahat te şebbüsleri, Tanzimat ı hazırlamakta önemli bir rol oynamıştır.Tanzimat ferman ını ilan eden Mustafa Re şit Pa ş a, bildiğimizgibi, II. Mahmud devrinde Londra'ya elçi olarak gönderilmi ş ve görüşlerinibu s ırada sa ğlamla ştırmak imkanını bulmuştu.151


TANZIMAT DEVRI (1839-1856)Abdülmecit'in kişiliğiII. M a hmud ölünce yerine henüz 18 ya şında bir genç olan o ğluAbdülmecit geçti. Abdülmecit o zamana kadar Osmanl ı imparatorluğundayürürlükte olan us ailede de ğil, daha çok zaman ın icaplar ına göree ğitim görmü ş bir insandı. Kafes hayat ı tanımamıştı. Frans ızca ö ğrenmi ş-ti. D4ats gazetesi ile ünlü Illustration dergisinin devaml ı bir okuyucusuidi. Yarat ılış itibariyle merhametli bir insand ı. Onun dini bilgisi hakkındabir fikir vermek üzere dinler ile ilgili sözlerini şöylece özetleyebiliriz: Onagöre Allah, herkesi cismen ve fikren ayn ı nitelikte yaratmam ıştır. Hiçbirbe şer' kanun, bu fark ı ortadan kald ıramaz. Bu sebeple muhtelifkavimlerin dini anlay ışlarında belirli bir ilerleme görülmemektedir.Mesela Hz.-i Musa, İsraili'leri bir Allah'a ibadet ettirdi ği halde sonralarıkavmi, mısırlıların hayvan ibadetine dönmü ştür. Abdülmecit,Avrupa'n ın o zamanki durumu hakk ında da bilgi sahibi görünmektedir.Özellikle Avrupa cemiyetinin kad ına verdiği önemi bildi ği ve bunu takdirettiği anla şılmaktadır. "Terbiyeli kadınlarla görü şmek erke ği hadd-ime şru'una irca edece ği gibi onun kaba tiynetine de bir necabet venezahet bah şeyliyecektir" sözleri ona aittir.Abdülmecit Mısır'da bir tak ım ıslahat hareketleri yapan, babas ızamanında Osmanlı imparatorlu ğuna kar şı isyan edip zaferler kazanan,Mehmet Ali P a ş a'ya kar şı da bir hayranl ık duymaktayd ı. 1848 y ılındeIstanbul'a gelen Mehmet Ali P a ş a'yı birkaç defa huzuruna kabuletti. Pa şayla konu şmalarinda Pa şa'nın Ab dülmecit'e yapt ığı şu tavsiyelerdikkati çekmektedir: Osmanli devleti, d ışardan borç almamal ıdır.Hazine ancak memleketin imar ı, ahalinin ticaret ile zenginle şmesi sayesindedolar. Devlete ait topraklar halka da ğıtılmal ı, akarsulardanistifade edilmelidir. Ayr ıca bu topraklara a şiretler yerle ştirilmelidir.Diğer taraftan köylerden ba şlamak suretiyle okullar aç ılmalıdır. ZiraAvrupa fen, e ğitim ve sanayide çok ileri gitmi ştir. Avrupaya birdenbire152


yeti şilemiyece ğinden, bu i şlere hemen giri şmeliyiz. Abdülmecit, dahaönceki Osmanl ı padi şahları gibi hilafet ve saltanatm Tanr ı ihsanı olduğu..na, irsi ve istihkak yolu ile Osmano ğullanmn birinden di ğerine geçti ğineinanmakta idi. Kendi üstünde tan ıdığı tek kuvvet, bütün padi şahlar gi.bi, şeriat idi. Şeriat, Allah' ın kulları için koymu ş bulunduğu dini vedünyevi hükümler demek olup, padi şah, şeriata uyma ğa mecbur idi.Bu bakımdan Osmanlı devrinde ıslahat fikriyle şeriat ı telif güçle şiyordu.Islahat fikrini benimsemi ş olan Abdülmecit, ilkin padi şahların tabioldukları geleneklerde bir tak ım yenilikler yapt ı. Halkın içine girdi.1845 yılında Silistre ve Girit'e geziler yapt ı. Bundan ba şka diplomatlarlaolan münasebetlerinde eski usüllerden ayr ıldı. 1853 yıhna kadar yabanc ıelçilerin Osmanl ı padi şahlariyle siyasi konular üzerinde konu şmalarıâdet de ğildi. Kırım harbi başlamadan önce bu âdet de ğiştirildi ve Istanbul'dakidevrin İngiliz elçisi itibar kazand ı. Abdülmecit'e kadarOsmanlı padi şahları ba şkalarına ni şanlar vermi ş, kendileri almamıştı .İlk defa Abdülmecit, Frans ızlar ın .L . gion d'honneur nişan ım kabuletti. Bu ni şanı kabul ettirdi ği için cesaret bulan Frans ız elçisi, 4 Şubat1856'da Frans ız sefaretinde verdi ği bir baloya Ab dülmecit'i de davetetti. Abdülmecit, kalabal ık maiyetiyle bu davete gelerek herkesibüyük bir hayret içinde b ıraktı. Tören gere ği Rum Patri ği ve Hahamba şıda davete kat ılmış , Şeyhülislam ise özür dileyerek gelmemi şti. Bunlarve bunlara benzeyen di ğer baz ı hareketleriyle Abdülmecit'in Avrupahükümdarları gibi hareket etmek zihniyetinde oldu ğu anlaşılmaktadır.Abdülmecit'e babas ı zaman ından iki pürüzlü mesele kalm ıştı. Bunlardanbirisi, Mısır valisi Mehmet Ali Pa ş a ile yap ılmakta olan harp, diğeride Osmanl ı devletine yeni bir düzen vermek için ilan ı kararla ştırılmışolan Tanzimat idi. Abdülmecit, daha saltanat ının ilk günlerindeMısır kuvvetlerinin Nizip'de Osmanl ı ordusunu yendi ğini, bir kaç günsonra da Kaptan- ı Derya Ahmet Pa ş a (Firari)nın Osmanlı donanmamualarak Mehmet Ali P a ş a'ya teslim etti ğini ö ğrendi. BöyleceOsmanlı devleti ordusuz ve donanmas ız kalmıştı. Abdülmecit, budurumu düzeltmek için idare mekanizmas ında de ğişiklikler yapt ı. Ancakbütün meseleleri hal yoluna koymak için Londra elçili ğinde bulunanMustafa Re şit Pa ş a'ya güveniyordu. Mustafa Re şit Pa ş a,Mısır ile Osmanl ı devleti aras ında yap ılan müzakerelerde bulunmu ş,Paris, Londra elçilikleri yapm ış, bu sebeple gerek M ısır meselesini vegerekse Avrupa devletlerinin bu konudaki dü şüncelerini biliyordu.Ayrıca elçi bulundu ğu sıralarda Fransa ve İngiltere'nin hükümet şekilleriniincelemek fırsat ını da bulmu ştu. Bildiğimiz gibi bu sıralarda,Fransa, 1830 ihtilalinden sonra me şruti bir idareye kavu şmu ş , İngil-153


tere ise zaten 1215 Büyük Şart (Magna Charta)' ından beri me şrutibir idareye sahip bulunmakta idi. Böylece Fransa ve İngiltere liberalbir bünyeye kavu şuyorlardı. Bunlar kar şısında Avusturya, Prusya veRusya ise teokratik bir hüviyet ta şımakta idiler. Osmanl ı imparatorlu ğuesas itibariyle liberal bir bünyeye sahip idi. Fakat şekil bakımındanteokratik bir mahiyet arzediyordu. Teokratik bir düzen içinde bulunandevletler, uzun zamandan beri Osmanl ı imparatorlu ğuna dü şmanlıkbesliyorlard ı. Osmanl ı devleti kendisini, kendi kuvvetleriyle koruyam ı-yacak bir hale dü şmü ş olduğundan bu s ıralarda Avrupa siyasetindehakim muvazene prensibinden faydalanma yolunu tutmahyd ı. Zatenbu siyaset yüzünden İngiltere ve Fransa, Osmanl ı devletinin toprakbütünlüğünün muhafazas ına taraftar idiler. Bu bak ımdan Osmanlılarınbu iki devletle i şbirliği yapmas ı kadar tabii bir şey olamazd ı .Böyle bir yakla şma, hem Osmanl ı devletinin kuvvetlenmesini sa ğlıyacak,hem de bunun neticesi olarak Osmanl ı devletinde yeni bir düzeninkurulmas ına imkan verecekti. Böyle yeni bir düzen Osmanl ı devletinin,devrin bu iki kuvvetli devleti yan ında itibar ını da yükseltecekti. İşteRe ş it Pa ş a, bu yeni düzenin ancak Tanzimat- ı Hayriye ile mümkünolaca ğına inan ıyor, böyle bir hareketle XVIII. yüzy ılın ba şlarındanberi devam eden "Islahat" te şebbüslerinin tamamlanaca ğına kanibulunuyordu.Tanzimat ferman ıTanzimat- ı Hayriye, i şte bu dü şüncelerle 3 Kas ım 1839'da bir"hatt- ı hümayan" olarak ilan edildi. Bu "hatt- ı hümayiın"u, Re ş itPa ş a, Gülhane'de yüksek bir kürsüden okudu. Kendisini, ba şta padi şaholmak üzere, devletin bütün ileri gelenleri, Rum ve Ermeni patrikleri,Yahudi Haham ı, lonca ve esnaf temsilcileri, elçiler ve kalabal ık bir halktopluluğu dinlediler. Bu "hatt- ı hümayiin"u, ihtiva etti ği düşüncelerbakımından, be ş bölüm halinde ele almak mümkündür:1- Bu bölümde Osmanl ı devletinin kurulu şundan itibaren Kur' an'ınhükümlerine, şeriata sayg ı gösterildi ği için, devletin kuvvetli, halkınmüreffeh oldu ğu belirtilmektedir.2- 150 yıldan beri türlü engeller yüzünden şeriata, kanunlarasaygı gösterilmemi ş, bu yüzden de devlet eski kuvvet ve refah ını kaybetmiştir.3- İşte bu sebeplerle Allah' ın inayeti ve Peygamberin yard ımiyledevlet i şlerini iyi bir hale getirmek için baz ı yeni kanunlar ın yap ılmas ıgerekti ğine ictihat edilmektedir.154


4- Bu bölümde yeni kanunlar ın dayandırılaca ğı genel prensipleraçıklanmaktad ır. Bunlar ın ba şhcaları şunlard ır:a) Müslüman ve hristiyan herkesin ırz, namus, can ve mahn ıngüvenli ği sağlanacak.b) Vergiler düzenlenecek, belli bir usalle toplanacak.c) Askerlik ödevi bir usale ba ğlanacak.5- Bu bölümde ise yeni kanunlar ın esas ını te şkil eden prensipleringere ği b elirtilmekte d ir.Hatt ın okunmas ın ı kurbanların kesilmesi, toplamı at ılmas ı veşenlikler takibetti. Ertesi günü yemin töreni ba şladı. Ba şta padişaholmak üzere devletin bütün ileri gelenleri, bu hatt ın hükümlerinesadık kalacaklar ına dair Kur'an' a el basarak and içtiler. Dahasonra vilayet, sancak ve kaza merkezlerinde, meydanlarda halkönünde ayn ı andı oraların devlet ileri gelenleri de içtiler. Böylece Tanzimatdevri ba şlamış oldu. Bu yeni devir memleket içinde ve d ışındafarklı şekilde anla şıldı. Devam etti ği müddetçe farkl ı şekillerde tefsirleretabi tutuldu. Devrin kapanmas ından sonra, hatta günümüzde defarklı şekilde de ğerlendirildi. 1839'da Tanzimat devri ba şladığıvakit Osmanl ı İmparatorluğunda yap ılan işleri kamu oyuna duyuracakbir bas ın mevcut de ğildi. Takvim-i Vekayi, altı yaşını doldurmuş bulunuyordu. Fakat bu resmi bir gazete idi. Ancak 3000 say ıbasilıyordu. Yaz ılarını okumak adeta bir imtiyaz, dilini anlamak iseoldukça güç idi. Böyle bir durumda Osmanl ı kamu oyunun temsilcilerinitesbit edebilmemiz için gözlerimizi ba şka taraflara çevirmemizlazımdır. Osmanl ılarda kamu oyunun gerçek temsilcileri olarak camileri,medreseleri ve tekkeleri gösterebiliriz.Tanzimattan önce cereyan edenbir çok olaydan da anla şılaca ğı üzere bu yerlerde aç ık bir şekilde siyasetyap ıldığı görülmektedir. Bu türlü hareket, adeta bir gelenek halinegelmiştir. Biraz sonra aç ıklanaca ğı üzere Tanzimat hareketine kar şıbilinen direnme hareketleri de kayna ğını buralarda bulmu şlardır.Tanzimat ferman ına göre, müslüman, hristiyan bütün vatanda şların,can, ırz, namus ve mal ımn güvenli ği sağlanacakt ı . İşte ad ı geçen buyerlerde Tauzimat'a kar şı oluşun bir ifadesi olarak "müslümanlar ilehristiyanlar aras ında e şitlik de ne oluyor? Zaten devletin gerilemesihep hristiyan adetlerinin benimsenmesinden ileri gelmiyor mu? Şeriatelden gidiyor, Mustafa Re şit Pa ş a kafirdir. Kafirler taraf ından sat ınalınmıştır" gibi sözler duyuluyordu. Buna kar şılık batı kamu oyu,Gülhane hatt ını çok olumlu kar şılamakta idi. Frans ız gazetelerine göre,Tanzimat ferman ı, "Türkiye'nin ça ğda ş uygarlık yoluna girmesini155


mümkün kılacak kurumlar ın ad ı, bir anayasad ır. Bat ı uygarlığımnbir zaferidir". Gülhane hatt ının Osmanlı kamu oyunun aksine olarakbatı kamu oyu tarafından be ğenilmesi ve savunulmas ı, Osmanlılarınbunu kendilerine yabanc ı saymas ından, buna kar şılık bat ılıların iseonu kendi uygarlıklarmın bir parças ı kabul etmelerinden idi. Bu bak ımdanher şeyden önce bat ı ve do ğu düşünce tarzlar ının nitelikleri k ısaca belirtilirsekonu daha iyi anla şılabilir. Bat ı, denebilir ki, insan ın kendi de ğerive kendi hayat ı hakkında kendisinin dü şünebilmesidir. Mesele bu tarzdaele al ınınca bat ı medeniyetinin bir hristiyan medeniyeti olarak kabuledilmesine imkan yoktur. Bilindi ği üzere bat ı uygarlığı yüzyıllar boyunca,uzun bir geli şmenin sonucu olarak meydana gelmi ştir. Mutaass ıp baz ıhristiyan papazlar ının, onun, sadece Hristiyanl ığın bir eseri olduğunusöylemelerinin tamamiyle aksine olarak bu uygarl ık, hristiyanhktanda önce var olan ve geli şmi ş bulunan çe şitli uygarlıklardan, çe şitli tesirleralarak olu şmu ştur. Bu bak ımdan bat ı uygarlığın ın gelişmesinde Hristiyanlıklabir ilgisi bulunmayan ilk ça ğlar uygarhklar ımn büyük tesirinidikkate almak laz ımdır. Bat ı uygarlığının gelişmesine tesiri olan dahasonraki uygarl ıkların da Hr ıstiyanlık'la bir ilgisi yoktur. Ancak bat ıuygarlığı, kendisine etkisi olan uygarl ıkların bir sentezinden ibarettir.Bat ı uygarlığına evrensel karakterini veren de, bu tesirlerdir. Hümanizma,rönesans ve reform hareketlerinden sonra bat ıda hür dü şüncegelişmiş ve bu Dese art es'in "mademki dü şünüyorum, öyle isevarım" sözünde tam bir ifadesini bulmu ştur. Bundan sonra bat ı-da, dü şüncenin ba ğımsızlık ve egemenlik kazanmas ı ile, bat ı düşünürleri,bütün kurumlar ı, bu arada devleti de tenkit etme ğe ba şlamışlardır.Bu tenkitlerdir ki Ortaça ğ devlet anlay ışı yerine modern devletanlayışının geli şmesine yard ım etmi ştir. Ortaça ğda hem do ğuda,hem batıda devlet, esas itibariyle Tanr ı iradesinin bir eseri say ılmaktaidi. Böyle olunca hükümdar, imparator veya kral ın yetki ve sorumlulu ğuda Tanrı hakları çevçevesi içersinde anla şılıyordu. Hükümdar ın idareetti ği memleket, onun şahsi malı hükmünde idi. Ölümü halinde ailesindenbirine intikal ederdi. Hristiyan Avrupa Ortaça ğında Tanrı haklarınınbahis konusu edildiği bu sistemin gerçekte Tanr ı ile ilgili olduğuiddia edilemezdi. Zira bildi ğimiz gibi İncil'de devletle ilgili olarak Tanrınınherhangi bir buyru ğuna rastlanmamaktad ır. Bahis konusu sistem,Katolik kilisesinin geli ştirdiği bir anlayıştır. İşte Dese ar t e s'tan itibarendüşünürler, devletin dini bir men şei bulunmadığını ileri sürerek tenkitlereba şlamışlar ve modern bir devletin nas ıl olmas ı gerektiği hususundafikirler ileri sürmü şlerdir. Bu konuda hristiyanl ıktan önce var olan vetamamiyle insanlar ın yaptıkları Roma hukukundan da faydalanm ışlar-156


dır. Kısaca özetlemek gerekirse böylece bat ıda Tanrı haklarına dayahdevlet sistemi yerine insan haklar ı ilkesini esas alan bir devlet anlay ışıgelişmiştir.Bu sırada Osmanh imparatorlu ğunun durumu ise k ısaca şöyledir:Osmanlı devleti Ortaça ğın sonlarına doğru kurulmu ştur. Bu devletikuranlar, do ğu medeniyetine ba ğhdırlar. Burada kastedilen do ğuuygarlığı, islam uygarh ğıdır. Islam uygarl ığın kısaca şu şekildeanlatabiliriz. Bu uygarl ığın oluşumunda çe şitli tesirler bulunmas ınarağmen doğu düşüncesi, genel olarak kayna ğını Tanrı buyruğundanalmaktadır. Bu şekilde düşünülünce do ğuda inanç, ön planda yer almaktadır.Gelişmiş olan bir düşünce, Tanrı tarafından emredilmi ş olana uygunluğunisbetinde itibar kazan ır. Bunun daha aç ık ifadesi şudur: Do ğudabir dü şüncenin do ğru kabul edilebilmesi için Tanr ı buyruğuna uygunolması gerekir. Bu münasebetle şu noktaya bilhassa dikkat etmek laz ımdır.Doğuda Tanrı buyruğu denilince yalnız inanç ve ahlak kurallar ı aklagelmez. Tanr ı buyru ğu içine cemiyet düzeni ve devletin faaliyetleri ileilgili konular da girer. Do ğuda ayrıca peygamber sözleri ve hareketleri decemiyet nizamı ile hukukun kaynağını te şkil eder. Böyle olunca do ğudakurulmuş olan ve esasını Tanrı buyruğu ile, onun elçisinin söz vehareketlerinden alan devlet, kolay kolay tenkit edilemez. İşte bu farklaryüzünden bat ıda devlet idaresi, daha kolay bir şekilde lâikle şmiş ; doğudaise bu, gecikmi ştir. Bunda kayna ğını dinden alan ve şeriat ad ı ile ifadeedilen hukuk nizamının tenkit çerçevesine girmemesinin de tesiri olmu ş-tur. Doğuda genellikle olaylar ın sorumlusu olarak ba şta bulunankişiler gösterilmi ş, bunların tatbikle yükümlü olduklar ı sistemlerintenkidi yap ılmamıştır. Osmanl ı Imparatorlu ğu gerilemeye ba şlayıncagerileme sebepleri üzerinde dü şünenler de, ilkin ki şiler üzerinde durmu ş -lar, daha sonra bozulan nizam ın ıslahı konusunu ele alm ışlardır.İşte 1839 yılında ilan edilen Gülhane hatt ının baz ı maddeleri, o zamanakadar yeryüzünde insan haklariyle ilgili olarak yay ınlanmış olan beyannamelerinbaz ı maddelerine dikkati çekecek bir derecede benzerlikgöstermektedir. Bu özelli ği ile Gülhane hatt ı, insan haklarını garantiyealan bir Anayasa durumundad ır.XIX. yüzyıl anayasaları, daha çok hükümdarlar ın hak ve yetkilerinihudutlayan hükümleriyle tan ınmışlardır Hükümdarm icraat ımkontrol için kurulmu ş olan kurumlar, milletlerin özelliklerine göredeğişmektedir. Fransa ile Ingilterede bu kontrol, halk taraf ından seçilmişparlamento yolu ile sa ğlandığı halde Almanya ve Avusturya'da,hükümdar tarafından tayin edilmi ş üyelerin meydana getirildi ği meclisleryolu ile olmu ştur. Osmanl ılar bu ikinci yolda bir kontrol kurumu157


olarak Meclis-i Ahkam- ı Adliye'yi kurmuşlardır. Meclis-i Ahkam- ıAdliye'nin görevi, kanun tasar ıları haz ırlamak ve devletin sarfiyat ınıkontrol etmek idi.Gülhane hatt ının ilanı, Osmanlı geleneklerine uygun bulunmaktaidi. Bu zamana kadar tahta ç ıkan her padi şah tebaas ına adil bir idarevaadeden ve adaletname adı verilen hatt- ı hümayünlar ilan etmi şlerdir.Bu bakımdan Gülhane hatt ı da, bu türlü bir hatt- ı hümayûn olarakkabul edilebilir. Ancak bu yeni hat, devlet idaresinde kökten baz ıde ğişiklikler yapacak bir nitelikte idi. Zaten hatt ın gerekçesinde dememleketin idaresi için baz ı yeni kanunlar ın yap ılması gere ğine işaretedilmi şti. Bu yeni kanunlar ın esasları ise, can emniyeti, ırz, namus vemülkiyetin korunmas ı, herkesin emlakine uygun vergi tayin edilmesi,kimseden fazla bir şey almmamas ı, memleketin korunmas ı için askertoplanmas ı ve bu askerlerin askerlik yapaca ğı sürenin 4-5 seneyi geçmemesigibi hususlar idi.Hattın İki ÖzelliğiHatt ın içindekiler incelenince iki özellik dikkati çeker. Bu özelliklerdenbirisi, hatt ın gelenekçi yönüdür. Tanzimat fermamnda hükümdargene halifedir. Do ğulu devlet anlay ışı, bu bakımdan de ğişmemiştir.Yeni kanunlar yap ılmas ı, şeriat d ışında sayılan ve örfi kanunlar ad ıverilen kanunlar manzumesine dahil addedilebilir.Tanzimat ferman ının diğer yönü ise getirmi ş olduğu yeni baz ıprensiplerdir. Bu prensipler şöylece aç ıklanabilir:1- Müslim, gayri müslim bütün vatanda şların can, mal, ırz, namusve şerefinin korunmas ı. Padişah bunları koruyaca ğına dair yemin etmektedir.Burada bu s ıralarda Avrupa'da geçerli olan me şrutiyetçi dü şüncelerinetkisi aç ıktır.2- Ferman'da halk ın refah ve saadetini dü şünme fikrine önem verilmiştir.Böylece halk ın devlet için de ğil, devletin halk için kurulmu şolduğu fikri yer etme ğe başlamıştır.3- Bu fermanda kanun önünde e şitlik prensibi öngörülmü ş ve bu fikirbundan sonraki tarihimizde hukuk e şitliğine dayanan Osmanl ı birliği siyasetinigeli ştirmiştir. Osmanlı birliği siyaseti Tanzimat devrinin önemlibir yönüdür. Bu siyaset, 1856 tarihli Islahat ferman ının a ğırlık noktas ınıte şkil etmi ş ve 1876 Kanun- ı Esasi'sinde bu madde a şağıdaki şekildeyer almıştır. "Devlet-i Osmaniye tabiiyetinde bulunan efrad ın cümlesinehangi din ve mezhepten olurlarsa olsunler bira istisna Osmanl ı tabirolunur."158


4- Bat ı devletlerinde e şitlik prensibi vatanda şların e şitliği yönündegelişirken Osmanhlarda devlete tabi kavimlerin, özellikle gayrimüslimlerin e şitliği şeklinde kendisini göstermi ştir.Böylece dini, devletten ay ırma hareketinde ilk ad ım atılmış oluyordu.Zamanla birçok kamu hizmetleri şeriatın kontrolünden ç ıkarakyapılan yeni kanunlara tabi olma ğa ba şladılar. Dini hukuk, daha çokmiras ve evlenme gibi şahsi hukuk alan ına inhisar etme ğe ba şladı .Sivil idarede, mahkemelerde ticaret hukukunda bat ı kanunlar ı uygulanmayaba şladı. Bu sebeple devrin ülemas ı, Tanzimat'c ıları dinsizliklesuçlamış; daha sonralar ı Nam ık Kemal, Ziya Pa ş a ve AliSuavi gibi dü şünürler de onlar ı, frenkle şerek sosyal benliklerini kaybetmekleitham etmi şler; bunu da büyük devletlerin bask ısı ile yapt ıklarınısöylemişlerdir. Gülhane Hatt-ı Hümayfınu adlı makalesinde Prof.Halil İ n alc ı k da, Tanzimatçıların kanun önünde e şitlik ve devlet kurumlarınılâikle ştirme hareketlerini iç ve d ış baskılar sonunda siyasibir zaruret olarak duymu ş ve uygulamış olduklarını belirtmektedir.Kısaca denebilir ki Gülhane Hatt ı, gelenekçi kalıplar alt ında şeriata vegelenekçi devlet anlay ışına saygı göstermekle beraber Osmanl ılarınkanun ve devlet anlay ışmda ve idare prensiplerinde yeni kavramlargetirmi ştir. Böylece idareyi yeni ba ştan düzenleme gayesi güdülmü ştür.Bu prensipler daha sonra geli şerek modern Türk tarihinin ana geli şmeistikametini tayin etmi ştir. Bu bakımdan Türkiye'nin anayasa rejimi velâikle şme yolundaki dü şünce ak ımlarının kayna ğını Gülhane hatt ınabağlamak gerekir.Tanzimatm uygulanması ve bazı tepkileriGülhane hatt ı, devletin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi'de yayınlandı. Bütün eyalet valilerine ve sancak mütesellimlerine ayr ı ayrı tebliğolundu. Hatt ın, bu şekilde ilan ı, halk aras ında geni ş yankılar uyand ırdı veher zümre, bunu kendi yönünden yorumlamaya giri şti. Müslümanhalk, genel olarak gayri müslimlere verilen hak ve müsaadelerdenho şlanmadı. Bunun aksine Balkanlarda ya şıyan gayri müslim Osmanl ıvatanda şları, büyük ümitlere kap ıldılar. C. H amlin, Among the Turks(Türkler arasında) adlı eserinde intibalar ını şu şekilde anlatmaktad ır:"Hattın ilanı, memlekette büyük bir hayret ve şaşk ınlıkla kar şılandı.Muhafazakar müslümanlar, hatt ı lânetle amyorlard ı . Şeriatınçiğnendiğini, müslümanların gâvurlarla ayn ı seviyeye indirildiğini iddiaediyorlard ı. Hristiyanlar ise, hat ile yeni bir ça ğın başladığına kaniidiler. Hattın ilanı, İngiliz siyasetinin bir zaferi idi. Ancak bu hatt ıngerçek de ğerini halk üzerinde yaratt ığı tesirde aramal ıdır. Bu esaslar159


ütün imparatorlu ğa yayıldı. Gülhane hatt ı hükümetin gayesi ve kanunagöre eri şilecek maksatlar hakk ında halka yap ılmış ilk hitap idi. Gülhanehatt ı, reaya'ya haklar ı için mücadele etmek cesaretini verdi ve kanunönünde insanlar ın e şit olduğu fikrini ortaya koydu. Ülemamn otoritesiniazaltt ı ve artık geri dönülmesi imkans ız bir cereyan meydana getirdi.Hatt ilan olunur olunmaz reaya, liderlerinin te şviki ile hürriyetleriniistediler. Fakat büyük toprak sahipleri buna şiddetle kar şı koydular.Gülhane hatt ı, özellikle Bulgaristan ve Makedonya'da, Bulgarlararas ında milli hisleri kamç ıladı. Ancak Gülhane hatt ının okunmas ındahaz ır bulunan zaman ın Rum patri ği, okunduktan sonra k ırmızı atlastanyap ılmış bir keseye konunca "in şallah bir daha bu keseden ç ıkmaz"sözleriyle ho şnutsuzluğunu belli etmişti. Bu ho şnutsuzluğun sebebişudur: Bilindiği üzere Osmanlı imparatorlu ğunda Rumların, diğer gayrimüslim vatanda şlara nazaran imtiyazl ı bir durumu vard ır. Rumlar,bir dereceye kadar Osmanl ı idaresine kat ılmış durumda idiler. Bütündivan-ı hümayün tercümanl ıkları, elçilik heyetleri tercümanl ıklanRumlara verilmekte idi. Ayr ıca çok önemli bir imtiyaz olarak, Osmanl ı-lara tabi MI:A ve Bu ğdan beyleri Istanbul'un Fenerli Rumlar ı arasındanseçilirdi. Ayr ıca Fener Rum Patri ği, imparatorlu ğun bütün hıristiyantebaas ının dini idaresi ile görevli durumda idi. İşte Tanzimat ferman ı ileRumlar bu imtiyazlar ını kaybedecekleri ku şkusuna dü ştüler.Bundan sonra bütün hristiyan tebaan ın siyasi haklara kavu şmakiçin yabancı devletlere ba şvurmaktan çekinmedikleri görülmektedir.Böylece imparatorlu ğun ortodoks hristiyan tebaas ı, Rusya'nın, katoliklerFransan ın, protestanlar da Ingilterenin araya girerek Gülhane hattınınkendilerine verdi ği hakların yürütülmesinin teminini istediler. .Bu şekilde bir hareket tarz ı, hattın mahiyetine ayk ırı bulunmakta idi.Zira bu hususta yap ılmas ı mümkün şikayetlerin, do ğrudan do ğruyaBab- ı 'Aliye yap ılması lazımdı. Yabanc ı devletler, dini duyguları istismarederek daha çok siyasi dü şüncelerle hareket ettiler ve böyle müracaatlar ıkabul ettiler. Rusya, bunu, Osmanh imparatorlu ğunun iç işlerine karışmakiçin fırsat sayd ı. S ırpların ve Bulgarlar ın hamisi haline geldi.Buna kar şılık Avusturya ise, Tanzimat hareketine muhalif oldu ğunuaçıkça ilan etti. Zira Tanzimat ın Osmanl ılar' kuvvetlendirmesi ihtimalivardı. Bu ise Avusturya'n ın Osmanlı imparatorluğu aleyhindeki genişlemeemellerini önleyebilirdi. Di ğer taraftan İngiltere, Tanzimat hareketinesempati beslemekte idi. Çünkü Ingiltere'nin müstemlekesi olanHindistan'a giden yollar, Osmanl ı ülkelerinden geçmekte idi. Türklerinistilâ devri geçmi şti. Fakat Osmanl ı imparatorlu ğunun, Rusya'yı güneyeindirmeyecek kadar kuvvetli olmas ı laz ımdı. Tanzimat hareketi, Osmanl ı160


toprak bütünlü ğünü koruyabilirdi. Türklerin muhtaç oldu ğu kudretisağlayabilirdi. Fransa ise, bir Akdeniz memleketi idi. Refah ını Akdenizeyani Osmanh imparatorlu ğundaki imtiyazl ı durumuna bağlamışt ı .Rusya'nın, do ğu Akdenize inme siyaseti, Fransa'n ın bu ç ıkarlarına aykırıidi. Bu bakımdan Frans ızlar da, Rusya kar şısında kuvvetli bir Türkiyeistiyorlard ı. Tanzimat hareketini sempati ile kar şılamalarımn sebebibu. idi. Bu duruma ra ğmen Fransa ve İngiltere de, Rusya ve Avusturya'nıntakibettikleri politikaya benzer bir politika güttüler. Frans ızlarkatolik, İngilizler de, protestan Osmanl ı tebaas ı ile ilgili müdahalelerdebulundular. Hatta Tanzimat hareketinin bu tebaalar bak ımından yeterikadar geli ştirilmedi ğini ileri sürerek Osmanl ılara akıl hocalığı yapmağakalkıştılar. Bu sebepledir ki ba şlangıçta Osmanlı hükûmetinin kendiiste ğiyle iyi niyetlerle ba şlamış olan Tanzimat hareketi, yabanc ı devletlerinhergün biraz daha artan müdaheleleri yüzünden adeta onlar ın istekve israrları ile yürütülen bir hareket imi ş gibi görünme ğe ba şladı .Böylece Tanzimat devri hakk ında baz ı aç ıklamalarda bulunmu şoluyoruz. Bütün bu sözlerimizi k ısaca özetlemek gerekirse, denebilir ki,Tanzimat devri, Osmanl ı imparatorlu ğunun yeni bir düzene kavu şmasıyolunda yap ılan çalışmalar ın önemli bir safhas ıdır. Bu zamanda dahaönceki ıslahat çal ışmalar ından farkl ı olarak ki şi ve devlet haklar ı bakımındanyeni baz ı de ğer hükümlerinin sosyal hayat ımızda yeralma ğaba şladığını görüyoruz. Gülhane hatt ı, Osmanl ı müslüman ve hristiyantebaas ının, kanun önünde e şitliğini tammıştır. Ayrıca halk ile hükümdararas ındaki münasebetleri yaz ılı bir vesika ile belirtmi ştir. Bu bakımdanTanzimat fermam, sosyal bir antla şma durumundad ır. Padi şah, Gülhanehatt ında yer alan prensiplere ve bu prensiplere uygun olarak ç ıkacakkanunlara uyaca ğına dair yemin etmi ştir. Bu hareket, ayn ı zamandaİslam halifesi olan Osmanl ı hükümdar ının kendi yetkileri üstünde birkuvveti tanıması anlamına gelmektedir ki bu da, kanun'dur.Diğer taraftan bu konu ile ilgili olarak şu hususlar da belirtilebilir:Tanzimat'tan önce devleti yeni bir düzene sokarak kuvvetlendirmek isteyenler,bat ının sadece askerlik ve teknikte üstün oldu ğuna inan ıyorlardı .Tanzimat devrinde ise, bat ının yalnız askerlik ve teknikte de ğil, insanhakları, e ğitim ve ö ğretim, edebiyat ve sanat alanlar ında da üstünlü ğükabul edilmiştir. Ancak bat ı ile bu konularda olan temas ımız oldukçayüzeyde kalm ıştır. Tanzimat devrinin d ış siyaset bakımından özelliği ise,bu devirde Osmanl ı imparatorlu ğunun açık bir şekilde kendi kendisineyetmezli ğini kabul etmi ş olması gösterilebilir. K ırım harbi (1853-56)'ndensonra Osmanlı 'devleti, Avrupa devletler ailesinin bir unsuru olarakkabul edilmi ştir.161


Islahat Ferman ı (28 Şubat 1856)Tanzimat fermamndan sonra Osmanl ı ıslahat tarihinde önemli biryeri olan di ğer bir vesika, K ırım harbinin son yıllarında haz ırlanarak Parisantla şmasmın imzalanmas ından alt ı hafta önce Bab ı-ı Ali'de devletinbütün ileri gelenleri, şeyhülislâm, patrik ve hahamba şı haz ır bulunduğuhalde 28 Şubat 1856 tarihinde okunarak ilân edilen ve sonra Paris antlaşmasını haz ırlayan devletlere bildirilen Islahat Ferman ı'dır. Bu fermanda, Gülhane hatt ı gibi, yeni bir düzenin prensiplerini ve pro ğramını ihtivaetmekte olup, Tanzimat devrinin önemli bir merhalesi say ılabilir. Ancakgerek haz ırlanış şekli, gerekse bünyesi ve tesirleri bak ımından Tanzimatferman ından bir çok noktalarda ayr ılmaktad ır.Tanzimat, Osmanl ı devlet adamlar ının te şebbüsü ile ve imparatorlukkurumlarını yenile ştirmek maksadiyle yap ılmıştı. Ordunun yenibir nizama sokulmas ı, bütün memlekete Şamil bir eyalet taksimat ınınkabul edilmesi, devlet şöras ı ve vilâyet meclislerinin kurulmas ı, cezakanununun haz ırlanmas ı, medrese yan ında Avrupa örne ğinde okullaraç ılmas ı, ticaret kanununun kabulü gibi i şler, Tanzimat ın ba şlıca ba şarılarıidi.Ancak ba şta Rusya olmak üzere Avrupa devletleri, Tanzimat'',Osmanlıların hristiyan tebaas ı için yetersiz bulmakta idiler. K ırımharbinin sonlarına do ğru, barış ihtimalleri belirince, Rusya'n ın herhangibir manevrasma mani olmak üzere 1 Şubat 1855'de Viyana'da toplananAvusturya, İngiltere ve Fransa temsilcileri, bar ışın prensiplerini tesbitettiler. İşte bu prensipler aras ında Osmanlı imparatorlu ğunun hristiyantebaas ının hak ve imtiyazlar ının açıklanmas ını istiyen bir madde de yeralmış bulunuyordu. Bu maddenin pro ğramla ştınlmas ı için yap ılantart ışmalarda baz ı tezler ortaya at ıld ı. Türk tezi şöyleydi: Osmanl ıimparatorlu ğunda hristiyan tebaaya verilen hak ve imtiyazlar, Fatihdevrinde ba şlar. Bunlar iki bölümdür: Din yönünden olanlar. Bunlarvicdan hürlü ğü ile ilgili olduğundan Bab- ı Ali, bunları yenileme ğe hazırdır.İkinci bölüm ise medeni haklar ve muafiyetler hususundakiimtiyazları ihtiva eder ki Gülhane hatt ı ile islâm ve hristiyan tebaaaras ındaki e şitlik prensibi kabul edildi ğinden bu konuda yeni imtiyazlarbahis konusu olamazd ı .İngilizler, tam bir dini serbesti ve hukuk e şitliği istemekte idiler.Fransa'ya göre, islâm ve hristiyan tebaa aras ında haklar, vergiler, askerlik,milli e ğitim ve devlet memurluklar ına geçme hususunda sürüpgiden farklar bir ferman ile kald ırılmalı ve Gülhane hatt ında ilân edilentebaa e şitliği geliştirilmelidir. Di ğer taraftan Rusya'ya göre ise, Paris162


antla şmas ına eklenecek bir madde ile Osmanl ı imparatorlu ğu tebaas ınıııhak ve çıkarları Avrupa devletlerinin topluca garantisi alt ına alınmalıidi. Bab- ı Ali, ne Rusyan ın, ne de ingilterenin görü şlerini kabul edebilirdi.Frans ız tezinin ise din ve devlete aç ıktan aç ığa dokunan bir tarafı yokidi. Bu bakımdan bu görü ş, daha akla yak ın görüldü. İngiltere ve Avusturyada bu hususu kabul ettiler, ve Frans ız tezinin bir ferman şeklinesokularak ilân ım Bab- ı Aliye b ırakt ılar.Böylece anla şılıyor ki 1856 Islahat Ferman ı, yabanc ı devletlerinhaz ırladığı ve Bab- ı Ali'nin kabul etmek zorunda kald ığı bir ıslahatprogram ı idi. Devlet, bu ferman kendili ğinden ilan etti ğini açıklamaksuretiyle, sadece şekil bakımından kendi hükümranl ık haklar ını korumu şoluyordu. Gerçekte ise Osmanl ı hristiyan tebaas ını dü şünmek ve onlarlehine gereken kararlar ı almak Avrupanın büyük devletlerinin elinegeçmiş bulunuyordu. İşte bu şartlar içinde ilan edilmi ş olan bu ferman,1. Me şrutiyet'in ilân ına kadar devletin iç ve d ış siyasetine temel vazifesigörmüştür.Ferman yak ından incelenince şu bölümlere ayr ılabilir:1- Eski hak ve imtiyazlar ın tekidi: imparatorlu ğun her din vemezhepten olan tebaas ına Tanzimat ferman ı ve kanunları ile vaad edilmi şolan haklar teyit ve tekit edilmi ştir. Din ve mezhepler yönünden, öncekiimtiyaz ve muafiyetler, mahfuz tutulmu ştur.2- Din ve mezhep serbestli ği: Imparatorluk içinde her din ve mezhebinayin ve törenleri serbesttir. Din ve mezhep de ğiştirme hususundakimse hiçbir şekilde zorlanm ıyacakt ır.3- Gayri müslimlerin din ve mezheple ilgili hak ve yetkileri: Hercemaat, sahip bulunduklar ı imtiyaz ve muafiyetleri inceliyecekler,zamanın şartlarına uygun ıslahatı patrikhanelerde kurulacak meclisleryolu ile tetkik ettirerek Bab- ı Ali'ye sunacaklard ır. Hristiyan rahiplerinmenkul olan ve olmayan mallar ı, rahipler ile halk temsilcilerinden kurulanmeclisler vas ıtasiyle idare edilecektir.4- Gayri müslimlere tan ınan siyasi haklar: Hangi milletten ve dindenolursa olsun bütün Osmanl ı tebaas ı devlet memuriyetlerine kabulolunacakt ır. Her cemaatin ba şkan ı ve bu cemaatlerden hükümetteseçilecek birer memur, bütün tebaay ı ilgilendiren i şlerin görü şülmesisıras ında bulunmak üzere sadrazam taraf ından davet olunacakt ır.5- Gayri müslimleri ilgilendiren cemiyet ve kültür haklar ı: Irk,din ve mezheb fark ı bakımından bir cemaati di ğerine nazaran küçükdü şürücü bütün tabirler devlet muhaberat ından kaldırılacaktır. K ırıcı163


tabirlerin kullan ılmas ı, kanunla yasaklanacakt ır. Gayri müslimler de,ya ş vs. gibi muayyen şartlar ı haiz iseler, devletin askeri ve sivil okullar ınakabul olurıacakt ır. Her cemaat, okullar açmaya mezundur. Ancak dersusûllerinin tesbiti, ö ğretmenlerin seçimi, hüldımet tarafından yap ılacak,bu okullar karma bir e ğitim kurulunun tefti şine tabi olacakt ır.6- Müslüman tebaa ile hristiyan tebaa aras ında ve hristiyan tebaanınkendi aralar ındaki münasebetlerden do ğan adalet i şleri. Ticaret vecinayet davalar ı karma mahkemelere havale olunacakt ır. Davalar bumahkemelerde aç ık görülecektir. Yeminler, herkesin kendi ayin ve mezhebiüzere olacakt ır. Medeni hukuk ile ilgili davalarda eyalet ve sancakkarma mahkemelerinde vali ve kad ı'nın huzurlariyle şer'i ve nizamiusullerle görülecektir.7- Askerlik meselesi:Gayri müslimler de, müslüman halk gibi askerlik bak ımından evvelceverilmi ş olan kararlara uymak zorundad ırlar. Müslüman olmayanlarınorduda kullan ılmaları ile ilgili olarak gerekli nizamlar yap ılarak ilanedilecektir.8- idari hükümler: Ceza evlerinde cismani ceza tatbik edilmiyecektir.I şkence vs. kald ırılacakt ır.9- Mali hükümler• Osmanl ı tebaas ından s ınıf ve mezhep fark ıgözetmeksizin vergi al ınacak, iltizam usülü yava ş yava ş terkedilecektir.Banka kurularak imparatorlu ğun servet kaynaklar ı de ğerlendirilecektir.10- Bayındırlık hükümleri: Devletin yapt ığı kara, deniz yollar ındanfaydalanacak eyalet ve sancaklardan bu i şlere harcanmak üzere bir vergialınacakt ır. Ticaret ve ziraatin geli ştirilmesi için gerekli tedbirler al ınacaktır.11,12- Türlü hükümler• Rü şvet ve irtikab ın yasak edilmesine aitkanun hükümleri yerine getirilecektir. Devletin kanun ve nizamlarınauyan yabanc ılara da emlak ve tasarruf hakk ı verilecektir.İslahat ferman ının Gülhane hatt ı ile kar şılastırılmasıHer iki ferman da, imparatorlu ğun buhranlı devirlerinde haz ırlanmıştır.Gülhane hatt ı, Osmanlı-Mısır harbinin; ıslahat ferman ı, K ırımharbinin sonlar ına doğru kaleme al ınmışlard ır İkisi aras ındaki ilkesaslı fark, haz ırlık safhalar ında göze çarpar. Tanzimat ferman ı, M.Re şit Pa ş a tarafından aç ık bir yabanc ı tesir görülmeksizin yap ıldığıhalde, Islahat ferman ının esaslar ı Ali Pa ş a ile Istanbul'daki Frans ız164


ve Ingiliz elçileri aras ında kararla ştırılmıştır. Gülhane hatt ı yayınlandıktansonra yabanc ı elçilere sadece bilgi edinmeleri için bildirilmi ştir.Halbuki ıslahat ferman ı, Paris konferans ı devletlerine, Paris antla şmasmınbir maddesinde i şaret edilmek suretiyle gönderilmi ştir. Islahatfermamnda padi şah tarafından sadrazama hitap edilen k ısımda Osmanlıdevletinin iyili ğini istiyen ve dostu bulunan büyük devletlerinyard ım ve himayelerine temas edilmektedir ki bu, ferman üzerindekiyabancı tesirini göstermektedir. Böylece ayn ı zamanda yabanc ı müdahalesineaç ık kap ı b ırakılmaktad ır. İki vesikanın hükümleri aras ındada farklar vard ır: Gülhane hatt ı, bütün tebaamn can, mal, ırz ve namusgibi tabii haklar ının sağlanmas ı, vergi ve askerlik hizmetlerinin adaletesaslarına göre yap ılması ile ilgili prensipleri ihtiva etmektedir. Bufermanda tebaamn bütününe, ya da bir k ısmına verilen siyasi haklarbahis konusu de ğildir. Islahat ferman ında ise, bu tabii haklar ın korunmasından ba şka islâmlarla gayri müslimler aras ında mevcut e şitsizlikortadan kald ırılmış ; gayri müslimlere bütün devlet memurluklarmatayin edilmek, eyalet meclislerinde ve Meclis-i Vâlâ'da temsil edilmekgibi siyasi haklar verilmi ştir. Ayrıca gayri müslimler dini te şkilâtlarınıdevam etmi şlerdir.Genel tabloABDÜL:AZIZ DEVRI (1861-1876)Abdülmecid devrini 1861-1876 y ılları aras ında devam eden Abdülazizdevri takip eder. Ba şlangıçta Ab dülâ ziz, Abdülmecit zaman ındagiri şilen i şlere devam edece ğini ifade etmesine ra ğmen bir müddet sonrao, daha çok, ortaya ç ıkan iç ve dış siyasi olaylarla u ğra şmak zorundakalmıştır. Bu devrin devleti me şgul eden siyasi olaylar ını kısaca şöyleces ıralayabiliriz:1- Karada ğ isyanı (1861-1864)2- Eflâk, Bu ğdan olaylar ı (1861-1866)3- S ırbistan olaylar ı (1862-1867)4- Girit olayları (isyanın ba şlamas ı : 23 Ağustos 1866)5- Mıs ır'ın muhtariyet haklar ının geni şletilmesi.6- 1856 Paris andla şmas ının Karadeniz ile ilgili hükümlerinintadili (1856-1871)7- 1871'den sonra görülen Osmanl ı-Rus münasebetlerindeki yakınlaşma (1871-1876). Bu s ırada Rus siyaseti iki şekilde gelişir. Eskiden165


eri görülen zorla gayelerine ula şma ile birlikte bu s ırada Ruslar ın Türklerekar şı dostluk göstermek suretiyle himayelerine almak istediklerigörülür.8- Hersek isyanı (1875-1876).9- Bulgar isyanlar ı (1846-1876).Bu devri me şgul eden bu kadar çe şitli olaylara ve bunlarm ortayaç ıkardığı zorluklara ra ğmen bu s ırada batı tesirleri, daha belirli olmayaba şlar. Bu tesirler kendisini daha çok edebiyat alan ında gösterir. Builk tesirlerin de daha çok Frans ız edebiyatı kanaliyle oldu ğu görülmektedir.Yeni edebi türlerin Frans ız edebiyat ının bir taklidi ile ortayaçıktığı anla şılmaktadır. Ancak bu vesileyle Kanun- ı Esasi, parlamento(meclis) gibi kelimelerin de kullan ılma& ba şlandığı görülmektedir.Bu geli şmelerde tarihimizde Genç Osmanl ılar ad ı verilen grubun büyükölçüde rolü olmuştur. Genç Osmanl ıların 1860 tarihinden itibaren kendilerindenbahsettirme ğe ba şladıklarını görmekteyiz. İlk defa 1864 y ılındaLondra'da Hürriyet adıyle bir gazete ç ıkarma ğa ba şlamışlardır. Buradayaz ı yazanlar Nam ık Kemal, Ziya Pa ş a, Mustafa Faz ıl Pa ş a,Nuri, Re ş at, Ali Suavi gibi kimselerdir. Böylece edebi bir ceryanolarak ba şlayan bu hareket, k ısa zamansa bat ı müessese ve adetlerirıinde tesiriyle siyasi bir mahiyet kazand ı. Bu grubun siyasi gayelerinişu şekilde özetleyebiliriz:En kısa zamanda istibdad ın yıkılmas ı ve me şruti bir hükûmetsisteminin kabul edilmesi.Bunlar, ayn ı zamanda milliyetçi cereyanlarm da kar şısında idiler.Yapmak istedikleri yeniliklerle Osmanl ı imparatorlu ğunu kuvvetlendirmekgayesi güdüyorlard ı. Bat ıdan al ınacak bu kurumlar ın kabulü ile devletkuvvetlenecek, böylece bat ı saldırısına kar şı konulabilecekti. Bunlar,imparatorluk içinde bulunan az ınlıkların ya şama şartlar ının da birliktedikkate al ınmas ını istiyorlard ı. Böylece Türkler idaresinde imparatorluğunkorunmas ı esas kabul ediliyordu.Devrin fikir hayat ı üzerinde Nam ı k Kemal'in etkisi büyük olmuştur. Nam ık Kemal 1873 y ılında Vatan yahut Silistre'yi yazmış ,bu eser Osmanlı-Türk ayd ınları üzerine o kadar büyük tesir yapm ıştırki, daha sonra II. Abdülhamit, onun okunmas ını yasak etmi ştir.İki ayrı görüşAbdül:aziz devrinin Genç Osmanl ıları, genel olarak Tanzimat devrindeyap ılan yenilik hareketlerini tutmaktad ırlar. Fakat Tanzimat' ınbüyük bir ba şarı göstermiyerek devletin gerilemesinin önüne geçememesi166


üzerine bu devrin ayd ınlarının yeni baz ı görü şlerle ortaya ç ıktıklarıgörülmektedir. Bu devirde görülen iki ayr ı görü ş devrin siyasi anlay ışınahakim olmu ştur.Muhafazak'zir Cevdet PaşaBu görü şlerden birisini devrin hukukçusu ve bir tarih bilginiolan muhafazakâr Cevdet Pa ş a, temsil etmektedir. CevdetPa ş a ve taraftarlar ı, geçmişe ba ğlı ve bat ı tesirlerine kar şı da kapahbir durumdad ırlar. Cevdet Pa ş a tarih ve hukuka ait bir çok eserleriolan bir kimsedir. Bir fikir vermek üzere eserlerini şöylece s ıralayabiliriz:1- Tarih-i Cevdet : Bu eser hususiyle Osmanl ı tarihinin '1774-1824yılları için önemli bir kaynakt ır. On iki cilttir.2- K ısas-I Enbiya ve Tevarih-i Hulefa : Bu eser Hz.-i Adem'denHz.-i Mu h amme d'e kadar bir peygamberler tarihi ve Osmanl ılarınilk devirlerine kadar da bir halifeler tarihi durumundad ır.3- Tezakir-i Cevdet : Bu eser, Cevdet Pa ş a'nın 1855-1865 yıllarınaait tutmu ş olduğu özel notlar ıdır. Devrin siyasi ve sosyal tarihibakımından önemi vard ır.4- Mukaddeme-i İbn Haldfın : Bu eser, İbn Haldan'un ünlü mukaddemesiylegenel tarihinin kısmi bir tercümesidir. Bilindi ği üzereİbn Haldan'un Cevdet Pa ş a üzerine büyük tesiri olmuştur.5- K ırım ve Kafkas Tarihçesi : Kırım ve Kafkasya hakk ında tarihibilgi veren küçük bir eser olup 1807'de Istanbul'da bas ılmıştır.6- Marazett : Bu eser, Cevdet Pa ş a'nın II. Abdülhamid'esunduğu tarihi ve oldukça uzun denebilecek bir rapordan ibarettir.Genel olarak 1839-1876 y ılları aras ında geçen siyasi olaylar hakk ındabilgi verilir. Bu arada Cevdet Pa ş a'nın üzerine aldığı görevler üzerindedurulmu ştur.7- Mecelle : Mecelle'nin haz ırlanışında Cevdet Pa ş a'nın önemlirolü olmu ştur. Mecelle, o zamana kadar da ğınık bir vaziyette bulunanIslam hukuku ile ilgili hükümlerin bir kısmını bir araya getirmesi, zamanınihtiyaç ve kültürüne uygun bir şekilde bu hükümleri yeni bir incelemeyetabi tutmas ı bakımından ileri bir hamle olarak kar şılanabilir.Bu bakımdan Roma hukukunun Corpus Juris Civilis (Medeni HukukKülliyatı)'i kadar önem ta şımaktad ır. Bu eserin bizi ilgilendiren birözelliği de, fıkhın muamelât k ısmını hiç değilse şeklen dinden ay ıraraklaik bir hüviyet kazand ırmış olmas ıdır. Bu hususda A. RefikGür'ün, Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bak ım ından Mecelle ( İstanbul167


1959) adlı eserinde geni ş bilgi verilir. 13u konuda ayr ıca Ord. Prof. H ı fz ıVeldet Velidedeo ğı u'nun Kanunlaştırma Hareketleri ( İstanbul1940)'ne bakılabilir. Prof. H ı fz ı V eldet Velidedeo ğlu, Romahukuku ile İslâm fıkhı aras ında benzerlikler bulundu ğunu, birbirinebenzeyen baz ı kurallar ın İslam fıkh ında ba ğımsız olarak m ıgeliştiğini yoksa tesbit edemedi ğimiz bir devirde Roma hukukuylatemas temin edilerek bu kaidelerin müslüman fakihler taraf ından içtihatyoluyla m ı meydana getirildikleri hususunu tesbit etmenin çok güçolduğunu ileri sürmektedir. Ayr ıca birbirine benzer olan baz ı kurallar ın,bu iki sistem aras ında herhangi bir münasebet olmaks ızın da geli şmişolmalar ı mümkündür. Di ğer taraftan Mecelle'nin hazırlamşmda önemlihizmeti geçen Ahmet Cevdet Pa ş a da, bu hususta şöyle demektedir:"Avrupa k ıtas ında ilk defa tedvin olunan kanunname, Roma kanunnamesidirki şehr-i Kostant ıniyye'de bir cemiyet-i ilmiyye marifetiyletertip ve tedvin olunmu ştur. Bu, Avrupa kanunnâmelerinin esas ıdır.Fakat Mecelle-i Ahleam-t Adliye'ye benzemez. Aralar ında pek çok farkvardır. Çünkü o, be ş altı kanunşinas zatın marifetiyle yap ılmıştı Buise, be ş alt ı fakih zat ın marifetiyle vaz- ı ilâhi olan şeriattan ahzedilmiştir".İşte bu Ahmet Cevdet Pa ş a ve kendisi gibi dü şünen taraftarları,Osmanlı devrinde Tanzimat'tan sonra görülen, Ab d ülâ ziz zamanındaortaya ç ıkan iki görü şten birisinin temsilcisi durumundad ırlar.Cevdet Pa ş a ve taraftarlar ı, her bakımdan geçmi şe bağlı ve batıtesirlerine kapal ı kimseler olarak görünmektedirler. "Türk dü şüncesindeavrupahlaşma hareketleri" adlı makalenin yazarı merhume Prof. K â-mur an Birand'a göre, Cevdet Pa ş a, Osmanl ı imparatorlu ğunundurumu hakkındaki düşünce ve görü şlerini, İbn Hald ıin tarih felsefesinintesiri alt ında kalmış bir tarih anlay ışına dayandırmaktad ır.Her devletin s ınırlı bir hayat süresi oldu ğu düşüncesinden hareketeden Cevdet P a ş a'ya göre, her devlet t ıpkı bir organizma gibi çocukluk,olgunluk ve nihayet dü şkünlük ve bitkinlik devresi geçirir. Bugörüşle Osmanlı devletine bak ılınca bu devlet, çocukluk ve olgunlukdevrelerini a şmış, çöküntü devresine ula şmıştır. Böylece tabii merhaleleriniaşmış bulunan bir devletin yeni ba ştan olgunluk devresinedöndürülmesine imkân yoktur. Bundan ba şka çöküntü durumundaolan bu devletin yap ıs ına uymıyan her çe şit yabanc ı ustal ve çare de tehlikeliolabilir. Bu görü şü benimsiyenler her çe şit bat ı tesirini red ilekayna ğını İbn Haldn ıfda bulan kötümser bir tarih felsefesini savunmuşlardır.16R


Yeni Osmanlılar: Namık Kemal ve Ziya PaşaBu devirde görülen öteki siyasi görü ş, Tanzimat devlet anlay ışınınbir devam ı sayılabilir. Ancak, bu görü şü savunanlar, Tanzimat'ı ba şarısızlığımkabul etmektedirler. Tanzimat ba şarısız olmuştur. Çünküdevleti kurtarmak için evvelâ Tanzimat'm getirdi ği prensipler yetersizdir.Sonra bu yetersiz prensipler bile gere ği gibi tatbik edilmemi ştir.Bu sebeple Tanzimat'ta oldu ğu gibi, fakat bu defa daha geni şve köklü yeni bir reform hareketine giri şmek lâz ımdır. Tanzimatprensipleri, zaten Abdülmecit öldükten sonra tatbik bakımındaneski hızını kaybetmi ştir. Yeni hükümdar A b dül âziz ise devleti dahaçok kendi iradesine göre idare etme hevesine kap ılmıştır. Onun budavranışı, Tanzimat hareketini esasta kabul eden, şimdi daha köklübir şekilde buna devamı arzulayan çevrelerde bir tepki meydana getirdi.Bu tepkiyi yapan grubun ba şlıca mümessilleri Nam ık Kemal veZiya Pa ş a idiler. Bunlar her şeyden önce parlamenter meclis sistemininkabul edilmesini ve bu suretle devletin anayasas ında bir de ğişiklikyap ılmas ını istiyorlard ı . İşte Yeni Osmanl ılar adını alan cemiyet, bugayeleri gerçekle ştirmek için kurulmu ştur. Bu cemiyet, mevcut idaretarafından takibata u ğrayınca cemiyetin ileri gelen temsilcileri, Avrupayakaçarak, dü şünce ve görü şlerini oradan yaymaya çah şmışlardır.Bu dü şünürler, bu s ırada Avrupa'da bulunan ayd ınlanma dü şüncesinintesiri altında kalmışlardır. Bu sebeple ayd ınlanmac ı dünya görü şününiyimserliği ile dolu bir vaziyettedirler. İnsanl ık tarihinin devaml ı birşekilde ilerliyece ğine inan ırlar. Böylece gerek Nam ık Kemal vegerekse Ziya Pa ş a, Cevdet Pa ş a'nın devletlerin s ınırlı bir hayatsüresi olduğu görü şünü reddederler. Onlara göre devlet, fertler taraf ındansözle şme ile meydana getirilen yapma bir kurumdur. İnsanlar emniyetiçinde ya şayabilmek için devleti kendi irade ve istekleriyle kurmu şlardır.İşte bu sebeplerle bir devletin her vakit bir tak ım makül kaide ve kanunlarladüzeltilmesi ve bu suretle de devaml ı bir hayata kavu şturulmasımümkündür. Bu görü şler, yani gerek ferdin topluluk kar şısındaki durumuve toplulu ğa olan ödevleri ve gerekse fert ve devlet aras ındaki karşılıkhmünasebetler, ünlü Frans ız dü şünürü J.J R ous s e au'nun "Le ContratSocial" (Toplumsal Andla şma) adlı eserinde ileri sürdü ğü dü şünce vegörüşleri hat ırlatmaktad ır.Diğer taraftan Nam ık Kemal devletlerin anayasalar ından sözettiği vakit Frans ız düşünürü Mont es q u i e u'nün Esprit des Lois adlıeserinde hakim olan ana dü şünceyi savunmakta idi. Bu dü şüncelerisavunan Osmanl ı dü şünürleri, bat ının ayd ınlanma görü şüne ba ğlı, birbakıma muhafazakürd ırlar. Bunlar bat ı kültürünü bütünüyle benimse-169


meyi iste ınemişler ve bu kültürün tam aktar ılmasını ileri sürmemi şlerdir.Esas görü şleri, bat ı kültürü ile kendi gelenekleri aras ında bir uzla şmanıngerçekle şmesidir. Onlar mesela Osmanl ı islam hukuku ile baz ı bat ılıdevlet anlayışlarmı uzla ştırmak, Osmanl ı ahlak anlay ışiyle bat ı konforaraçlarını birle ştirmek istemi şlerdir. Bu dü şünürler, eski Osmanlıgeleneklerinin imparatorluk için hayati bir önemi oldu ğuna inanıyorlardı.Imparatorlu ğun eski kuvvet ve kudretini kazanmas ı, bu eski kurumlarınyeni ba ştan tanzimi ve canlanmasiyle mümkün olabilirdi. Budü şünceleriyle bunlar, kökten bir de ği şikliğe kar şı bulunuyorlardı. Onlaragöre, eski de ğerlerin tamamiyle yıkılmas ı ve memleketi bat ı kültürününistilas ı, hayati bir tehlike idi. Zaten Tanzimat da, bat ı tekni ğiile do ğu gelenekleri aras ında bir sentez meydana getirememi ş ti. Diğertaraftan meseleye ba şka bir gözle bak ılacak olursa bat ı tekniği, bat ıdaRönesans'tan bu yana geli şmekte olan tarihi olaylar ın bir sonucu olarakmeydana gelmi şti. Bu yüzden bat ı tekni ğini, Rönesans' ın temsil etti ğibatı ruhundan ayırmaya Tanzimatç ılar ve daha sonrakilerin zannettiğigibi pek imkan yoktu. Bu bak ımdan bat ı kültürü bir birlik arzetmekteidi. Birlik ve bütünlü ğünü korumak ve devam ettirmek isteyen eski birimparatorluk, kendisine hayat vermi ş olan de ğerlerin y ıkılmasınıisteyemezdi. Bu sebeple Osmanl ı imparatorlu ğu, bat ı kültürünü tamamiylebenimseme ğe müsait bir durumda de ğildi denebilir. Osmanl ıimparatorlu ğunda eski kurumlar ın yanında bat ı tesiriyle kurulan yenikurumlar ın bulunmas ı ikiliği ancak böyle aç ıklanabilir. İki ayrı dünyagörü şünün ifadesi olan bu kurumlar Cumhuriyet devrine kadar devametmi ştir.II. ME ŞRUTIYET VE DÜŞÜNCE HAYATIMIZ1908 Me şrutiyeti, Osmanl ı kurumlar ının batılıla şmas ı yolunda önemlibir adımdır. Fakat gerek Kanun-1 Esasi ve gerekse 1908 Me şrutiyeti,umutlara ra ğmen devletin bünyesinde, sosyal ve siyasi bak ımdan fazlabir de ği şiklik meydana getirmemi ş ; devlet, şikayet edilen eski zarfl ıklarmıdevam ettirmi ştir. Bu durum, memlekette bir ümitsizlik havas ıestirmi ş ve devletin kaderiyle ilgili ciddi endi şeler duyulmaya ba şlamış -tır. İşte II. Me şrutiyet devrinde bu endi şelerin tesiriyle devletin içindebulundu ğu siyasi ve sosyal bozukluklar ın düzeltilmesi ve devletinbütünlüğünü tehdit eden tehlikelerin kald ırılmas ı gayesiyle, bir tak ımdüşüncelerin ileri sürüldü ğünü görüyoruz. Bu devirde daha öncekidevirlerde görülmeyen ve devletin kurtar ılmasmı hedef tutan canl ıbir fikir hayat ına şahit olmaktay ız. Muhtelif doktrinleri temsil edentürlü fikir gruplar ı aynı zamanda birbirlerinin de ğişik görü şlerine taham-170


mil ederek her birisi, devletin çökü şünü önleyici tedbir ve esaslar ı tesbiteçalışmışlardır. Onları me şgul eden ba şlıca mesele, devletin y ıkılışınıdurduracak, onun siyasal ve sosyal bütünlü ğünü sürdürecek belli ba şlıtedbirlerin neler olabilece ği idi. Bu hususlarda ortaya at ılan türlü fikirleriüç grupta toplamak mümkündür: 1- Bat ıcılık akımı, 2- İslamc ılıkakımı, 3- Türkçülük ak ımı .1- Batıcılık akımıBatıcılık akımının temsilcisi olanlar bat ının siyasi ve felsefigörü şlerini esas alan bir devlet anlay ışının savunmas ını yapmaktadırlar.Bu hareketin men şeini, Tanzimat'a kadar götürmek imkanı vard ır. Yap ılan bir çok ıslahat te şebbüsleri, Tanzimat ve Me ş -rutiyet hareketleri, devaml ı bir şekilde gerilemekte olan Osmanl ı devletininbünyesinde esasl ı bir de ği şiklik meydana getirmemi ştir. Devletiher bakımdan ileri bir seviyeye getirebilmek için bu dü şünce taraftarlarınagöre, ıslahat yap ılırken bat ı medeniyetinin şümülüne giren hertürlü imkândan faydalanmak laz ımdır. Ancak bu faydalanma hiç birmüsbet netice do ğurmıyacak basit bir taklitçilik şeklinde olmamalıdır.Her şeyden önce Osmanl ı toplumunun bünyesini, memleketin ihtiyaçlarınıdikkate almak ve onlara uygun bir hareket tarz ı takip etmeklaz ımdır. Ancak bu vesile ile bir noktay ı belirtmek gerekir. Bu cereyan'savunanlar, bat ılıla şma fikri etrafında toplanmalar ına ra ğmen bu düşüncelerintatbikat' ve şümülü bakımından aralar ında farklar görülmektedir.Mesela, bat ıhlaşmayı, yalnız sanayi alan ına inhisar ettirenlerbulundu ğu gibi, yalnız hukuki sahaya inhisar ettirenler de vard ır.Diğer taraftan bu vesileyle belirtilmesi gereken önemli bir husus da, buakımı savunanlarm bir bütün olarak korumay ı dü şündükleri Osmanlıdevletinin birbirinden farkh muhtelif be şeri unsurlardan meydanagelmiş olmas ına dikkat etmi ş ve bundan do ğacak mahzurlar ı hesaplamışbulunmalarıdır. Bu sebeple onlar için önemli olan, soy, dil ve din fark ıgözetilmeksizin Osmanl ı toplumuna dahil bulunan bütün insanlar aras ındae şitlik prensibini hâkim kılabilmektir. Bu dü şüncenin sonucu olarakbu akımı savunanlar, Osmanl ıcılık adı verilen görü şe ba ğlı kalm ışlar,onun savunmas ını yapmışlardır. Ancak bir taraftan Osmanl ılık düşüncesiüzerinde dururken, di ğer taraftan islamiyet'i Osmanl ı devletininvarlığını devam ettirici bir unsur saym ışlardır. Zamanla biraz dahaileri giderrek cereyan ına dahi taraftar görünmü şlerdir.2- İslâmeılık akımıBu akımın da kayna ğını batıcılık akımı gibi çok gerilere götürmekimkanı vard ır. Bilindiği üzere, Osmanl ı devleti din ve dev-171


let i şlerinin birlikte yürütüldü ğü teokratik bir devlettir. Bat ılıla ş-ma hareketleri ba şlamadan önce devletin kendi imkân ve vas ıta,lanyle eski parlak mazinin yeniden ihya edilece ği düşüncesi uzunyıllar hakim olmu ştur. Üzerinde durdu ğumuz yıllarda da görülen vetamamile dini esaslardan hareket etmek suretiyle dertlerimize çarebulabileceğini iddia eden bu görü ş, II. Me şrutiyet devrinde önce Ittihatve Terakki fırkas ı ve daha sonra Hürriyet ve itilaf f ırkas ı tarafındanbüyük itibar görmü ştür.Bu görü şe göre Osmanl ı devletinin çökü şüne sebep olarak onunislami prensiplerden uzakla şmış olmas ı, bat ının taklid edilmesigösterilmiştir. Devletin her alanda. kar şıla ştığı türlü güçlüklerdenkurtulabilmesi için ayn ı zamanda dünyevi prensipleri ihtiva edenislamiyetin bu prensiplerine dönülmesi ve bunlar ın herkese ö ğretilerektatbik edilmesi gerekmektedir. K ısaca söylemek gerekirsekurtulman ın ba şlıca çaresi, islâmla şmakt ır. Bunun için her şeyden öncememleketin ahlaki ve kültürel hayat ı üzerinde durmak, cehaleti ve hertürlü dini gerçeklerden uzak bulunan taassubu, ortadan kald ırmaklaz ımdır. Bunların yerine getirilmesi için gerçek islami prensiplerin bilinmesine,ihya edilmesine lüzihn vard ır. Asl ında gerçek manada birme şrutiyetin tahakkuk ettirilmesi islami prensiplere dönü ş demektir.Islami demokratik anlay ış, fi'len yerine getirilecek olursa bir çok dertlerimizinyok edilmesi mümkündür. Islamc ı cereyan, yabanc ı kültürlerekar şı muhalefetini ileri sürerken onun, bat ı medeniyetinden hiçbir suretteistifade etmemek gibi bir görü ş ileri sürdü ğünü sanmamal ıdır. Onlaragöre, bat ının bize nazaran belli olan teknik üstünlü ğünden faydalanmaklazımdır. Ancak bu i ş yap ılırken kendi bünyemize ve ihtiyaçlar ım ızaaykırı hareket etmemek laz ımdır. Islamc ıların üzerinde durduklar ıönemli meselelerden birisi, islamla şmanın ne demek oldu ğudur. Bu meseleüzerinde Prens Mehmet Said Halim Pa ş a, İskintla şmak adlıeserinde durmu ştur. Ona göre, Islam' ın, din ve dünyay ı, maddiyat vemaneviyat ı içine alan sosyal bir din oldu ğu kabul edilince islâmla şmak,Islam' ın itikat, ahlak, içtimaiyat ve siyaset sistemini daima zaman vemuhitin ihtiyac ına en uygun bir şekilde tefsir etmek ve bunlara uymakt ır.Islamcıların üzerinde durdukları diğer önemli bir mesele de, islam dinininilerlemeye mani olmad ığıdır. Onlara göre islamiyet ilerlemeyemani de ğildir. Ancak de ğişen dünya kar şısında müslümanların gerçekislamiyeti bilmeleri ve anlamalar ı gerekmektedir. Islamc ılar, islamaleminin çökü ş halinde olduğunu kabul etmektedirler. Ancak M. Ş e m-s et tin'in Zulmetden Nur'a adlı eserinde ifade etti ği gibi müslümanlarınbu günkü durumunun sebebi olarak Islam dinini göstermek yanl ıştır.172


Onlara göre, İslâmiyet, ferdi, sosyal ve siyasal hayat ı kaplıyan ve buhayatı tanzim eden kurallar ortaya koymu ş sosyal bir dindir; bu özelliğiyleo, tamamiyle yenilikçi ve devrimcidir. İslâmiyet, hiç bir zaman,atalet tavsiye etmemi ştir. İşte bu sebeple Osmanl ı imparatorluğu ancakislâmla şmak suretiyle kurtulabilir. Islamc ılar, daha sonra İslam birliğifikrini de geli ştirmeye çal ışmışlard ır. Ancak onlar için önemli olanher şeyden önce Osmanl ı devletinin yaşamas ı olduğu için Osmard ılıkfikirlerine yakla ştıkları da müşahede edilmektedir. İleri sürdükleridin birliği, din karde şliği gibi fikirler yan ında Osmanl ı devletinin hudutlarıiçinde bulunan müslim, gayri müslim bütün unsurlar ın vatanve toprak bütünlü ğünün korunmas ın ı ileri sürmek suretiyle din karde ş -liğiyle vatan birli ği anlayışları aras ında her hangi bir ayr ılık görmemi ş-lerdir.3- Türkçülük ak ımıTanzimat'tan beri ileri sürüldü ğü görülen Osmanhl ık fikrinin,imparatorlu ğun türlü unsurlar ı aras ında bir birlik meydana getirememesibaz ı dü şünürleri yeni bir hal tarz ı bulma ğa yöneltmişve bunun sonucu olarak da memleketimizde XIX. yüzy ılınmilliyetcilik görü şlerine uygun yeni bir fikir hareketi ortaya ç ıkmıştır.Türkçülük ad ı verilen bu hareket, II. Me şrutiyet devrinde kuvvetlenerekönem kazanm ıştır. Bu hareketin ba şında devrin önemli bir dü şünürüolan Ziya Gökalp görülmektedir. Ziya Gökalp, sosyolog olarakE mil e Dürkheim'in görü şlerine ba ğlıd ır. Gökalp, Dürkheim'insosyolojisine göre, Türklerin kültür ve medeniyetlerini incelemi ş, builmi çalışmalar ın sonucu olarak belli görü şlere varm ıştır. Ona göre,devletin türlü unsurlar ı aras ında Türklerin, soy, dil, din ve ülkü birli ğietrafında bir Türk milleti meydana getirmesi mümkündür. Asl ında budevletin kurucular ı olan fakat zamanla cehalet yüzünden milli benliklerinikaybeden, ba şka milletlere mensup unsurlar ın ekonomik esaretialtına giren Türklerin, hem kültür ve hem de ekonomi bak ımındanhayatlar ını tanzim etmek, dini bak ımdan onları bir takım yanlış inançlardankorumak, sonuç itibariyle hayat ın her safhas ını içine alan geni şbir devrim hareketine giri şmek lazımdır. Ona göre devletin hukukiesas ını da dini esaslardan kurtarmak, türkçe esas olmak üzere bir dilbirliği meydana getirmek laz ımdır. Devletin kurtar ılması, birbirine millibağlarla bağlı bir Türk milletinin vücud bulmas ı ve bu milletin ileri birseviyeye ç ıkarılmasiyle mümkündür. Türk milleti milli bir hüviyetkazanır ve devletin dayand ığı ba şlıca dayanak olursa Osmanl ı devletiçöküntüden kurtar ılabilir.173


Bu münasebetle belirtilmesi lüziimlu bir husus, Türkçülük cereyan=bütün Türkleri içine alan bir Pan-turanizm haline gelmi ş olmas ıdır.Bu görü şü Ittihat ve Terakki ileri gelenleri de benimsemi ştir. ZiyaGökalp'a göre, Turan, hayali bir vatan de ğildir. Orta Asya'da birbirineyakın bir şekilde yayılmış olan Türk illeri Osmanl ı Türk'ünün sanca ğıaltında büyük bir hakanl ık te şkil edeceklerdir. İşte Turan bu büyükTürklüğün vatanıdır. Bu dü şüncelerin özellikle I. Cihan sava şının sonundatahakkuku imkans ız bir takım görü şler olduklar ı anlaşılmıştır.Zaten Ziya Gökalp da bu s ırada bütün müslüman Türkleri içinealan bir görü şten ayr ılarak Mu s t a f a K e m al P a ş a'nın temsil ettiğive bugünkü modern Türkiye'nin kurulu şuna temel olan gerçekçimilliyetçilik anlayışım benimsemi ş bulunuyordu.174


OSMANLILARIN ARAP EYALETLER İNDE YENİLİK AKIMLARIGirişBundan önceki derslerimizde Osmanl ı imparatorlu ğu içinde, İstanbulmerkez olmak üzere, Türk aydn ılarmın temsil edip yürüttükleriyenilik akım ve hareketlerine k ısaca temas etmi ştik.Bu günden itibaren bu yenile şme ak ım ve hareketlerinin, bilhassaİmparatorlu ğun Arap eyaletlerindeki duru ınuna temas etmek istiyoruz.Ancak bu aç ıklamalara giri şmeden önce daha önceki derslerimizinbir özeti halinde, Osmanl ı imparatorlu ğunun mahiyeti hakkındakidü şüncelerimizi de belirtmek istiyoruz. Bildi ğimiz üzere, daha öncekimüslüman Türk devletleri gibi Osmanl ı devleti de, dini anlayış bakımındanehl-i sünnet yolunu benimsemi ş bulunuyordu. Fakat şunu belirtmeklazımdır ki, imparatorlu ğun ba şlangıcında, ba şta sultanlar olmak üzere,halk ve ordu içinde Hurafilik ve Bekta şili ğin temsil etti ği karışık tasavvufibir takım anlayışlar da hakim bulunuyordu. İmparatorlu ğun sünnikarakteri, Suriye ve M ısır'ın alınmas ından ve Iran'da Safeviler zaman ındayeniden canlanm ış olan şiîliğin düşmanlığı ile kar şılaşıldıktan sonradaha belirli olmu ştur. Bununla beraber şu hususu belirtmeliyiz ki,Osmanlı sultanlarının sünnilik anlayışı, Islam ümmetinin uzun yıllarboyunca vasil oldu ğu bir geli şmenin sonucu idi . Yoksa bu anlay ış, hiçbir zaman, Islam' ın ilk dört halifesinin devirlerinde görülen sadeli ğicanland ırmak için bir te şebbüs mahiyetinde de ğildi. Gerçekten Osmanl ıdevrinde medreselerde ehl-i sünnet esaslar ının öğretilmesine dikkatedildi; bu esaslar ın öğretildiği medreseler himaye edildi. Devlet,i şgal ettiği geniş topraklarda memur olarak, bu medrese mezunlar ınıkullandı. Fakat dikkati çeken bir husus, bu medreselerin yan ında,tarikatlar ın da himaye görmesidir. Bu himaye ve anlay ışın sonucu olarak,Osmanlı ülkelerinde tarikatlar da, geli şme imkanı bulmuş ve bunlaradevletçe maddi yard ımlar yap ıldığı gibi, bunların ileri gelen şeyhlerinede özel bir sayg ı gösterilmi ştir. İmparatorluğun devamı boyunca, Konya'-175


da bulunan Mevlana'nın türbesi devaml ı bir ziyaret yeri olmu ş ;bundan ba şka Şam'da Muhyiddin İ bn el-Arabi için şahane,denilebilecekbir türbe yapt ırılmıştır. Imparatorluk bu anlay ışı ile de ğişikgörüş mensuplarına tam bir ahenk içinde ya şama imkanı vermiş, istikrarlıbir cemiyet durumundad ır. Medresede ö ğretilen görüşlerle, mutasavvıflarıntemsil ettikleri görü şler aras ında farklar bulunmas ına ra ğ-men, bu kimseler, tam bir bar ış içinde ya şamışlar ve hatta ulemadan birçok zevat ın herhangi bir tarikatla ilgili bulundu ğu görülmüştür. Bütünbu açıklamalarımıza ra ğmen Osmanl ı sultanları, sünnîliği, şii anlayışakarşı savunmakta devam etmi şlerdir.Bu vesile ile üzerinde durmak istediğimiz bir konu da, Osmanl ısultanlarının halifelik s ıfatı meselesidir. Bundan önce Kanuni devrindeOsmanlı sultanlar ına halife denilip denilemiyece ği meselesinin ortayaçıktığını ve o devrin sadrazaml ık da yapm ış bilgin vezirlerinden LütfiPa ş a'nın Hâlâs el-iimme fi marifet el-eimme adlı bir eser yazarak busoruyu cevapland ırmaya çalıştığım görmüştük. Hat ırlanaca ğı üzereOsmanlı sultanlarmın klasik anlayışa göre, halife olma vas ıflarmı haizolmamalarma' ra ğmen, Lütfi Pa ş a, bu sultanların, Islamın başlıca emirleriniyerine getirmeleri bak ımından, idareleri alt ında bulunan müslümanlarınhalifeleri olabileceklerini ileri sürmü ştü. Böylece bu anlayıştaevrensel halife anlay ışı fikri mevcut de ğildi. Bu duruma rağmen XVIII.yüzyılda yaşamış bir arap bilgini olan Seyyid Murteza ez-Zebidi(1732-1791)'ye göre, bu zamanda halifeli ğin devam etmedi ği fikri hakimdir.Z ebidi, kendisi, bu duruma teessüf etmekle beraber, halifeliğinartık olmadığı kanaat ını belirtmektedir. Bu zat, Gazali'nin İhyauUliim el-Din adh eserin yazd ığı şerhle de tan ınmıştır. Ona göre, halifelik,meziyetle kazan ıhr. Halbuki sultanl ık, kuvvete dayan ır. 1258Moğol istilas ından sonra halifelik, sadece ismen devam etmi ştir. Fakatdaha sonra kudret sahibi olan baz ı kimseler, Mısır'a gelmi ş, oras ınıalmışlar ve halifeli ği de yok etmi şlerdir. Bu noktada Z ebidi, Gaz âlrninbir sözünü hat ırlatmaktad ır. Gaz alrye göre, kudret, kimde ise, otoriteonun elindedir. Gazali, bunu kendi zaman ı için söylemiştir. FakatZ ebidrye göre, bu anlayış, Gazali'nin zaman ından önce de böyleidi; İbn H aldün'un Mukaddime'sinde söylediği gibi, gerçekden de, hepböyle olmu ştur. Böyle oldu ğu içindir ki vaktiyle halifeli ği Ali değil,Mu a vi y e kazanm ıştır. Osmanl ı sultan ını halife kabul etmemekle beraberZ e bi d i, müslümanlar ın ona ba ğlanmamas ı fikrini telkin etmemektedir.Zira onlar, kendi iktidarlar ın kendileri kurmu şlardır. Ayrıca,Osmanlı sultanları, bu iktidarlar ın Islam' ın menfaat ı için kullanmaktadırlar.Islam ülkelerinin hudutlar ım, bir taraftan hristiyanlara, bir176


taraftan da şiilere karşı korumaktadırlar. islam' ın kutsal yerlerinihimaye etmekte, müslümanlar ın hac farizas ım yerine getirmelerinikolayla ştırmaktad ırlar. Esas itibariyle yapt ıkları bütün işler, İslamşeriatına dayanmaktad ır.Diğer taraftan Osmanl ı devleti, 4 mezhebden Hanefili ği kabuletmesine ra ğmen, diğerlerine de anlay ış göstermi ştir. Hanefilerinbaş-müftisi, Şeyhülislâm, Osmanlı devleti'ndeki dini te şkilatın ba şıdır.Şeyhülislam'ın, hükümetin şeriata ayk ırı olan kararlar ını tasvip etmemehakkı vardır. Gerçi sultanlar ın, kendilerinin ortaya koyduklar ı kanunnameleribulunmaktad ır. Ancak bu kanunnameler, ya şeriat ın hudutlarıiçinde telâkki edilme durumundad ır; yahut da şeriat ın, tamamiylehükümdara b ıraktığı hususlara aittir. Bu hale ra ğmen, kontrol tektaraflı değildir. Osmanlı fakihlerinin en büyüğü sayılan E bus s uudEfendi, şu kaideyi koymuştur ki, şeriat ın kadılar', adalet tevziindesultamn diretiflerini takip etmek mecburiyetindedirler. Gerek sultan ınve gerekse onun sadrazam ı ve eyalet valilerinin adalet tevzi ettikleridivanları bulunmas ına rağmen, ülkenin as ıl hakimleri, şeriat' tatbikeden kad ılardır. Bu vesile ile şu hususu bilhassa belirtmek gerekir ki,İslam tarihinde ilk defa şeriat mahkemelerine muntazam bir şekil verenve onların memurları için muntazam bir te şkilat kuran Osmanl ılardır.Kanunu tatbik eden kad ılar, onu aç ıklıyan müftiler, medreselerdeokutan müderrisler ve nihayet imparatorlu ğun türlü yerlerindeki camigörevlileri, Osmanlılar devrinde gayet muntazam bir derece ve terfisistemi ile resmi bir "ilmiye s ınıfı" meydana getirmi şlerdir. Bu ilmiyesınıfı, siyasi ve askeri sisteme paralel olarak idare mekanizmas ınınesaslı bir bölümünü te şkil etmi ştir İlmiye s ımfının bunlar aras ındaözel bir yeri vard ı. Bu sınıf, sultan ile tebaas ı aras ında, adeta ahlakive idari bir ba ğ rolü oynamakta idi. Sultamn bütün ferman ve kararlar ı,halka bu s ınıf vas ıtasiyle bildirilirdi. Sultan, müslüman kamu oyuna,ancak bu s ınıf vas ıtasiyle tesir edebilirdi. Buna kar şılık bu s ınıf, memlekettegeçerli olan bir tak ım fikirlerin sözcüsü durumunda idi. Sadecehalkın dertlerini de ğil, fakat aynı zamanda halka hakim olan ehl-i sünnetve'l-cemaat şuurunun sesini sultana duyurmak iktidar ına sahip idiler.Bunlar, zaman zaman hükümet merkezinin, ya da eyalet şehirlerininsiyasi hareketlerine kat ılırlar, hükümdarlarm hallini hakl ı göstermekiçin fetvalar bile verirlerdi. Fakat sultamn şahsma kar şı olan halkhareketlerine kat ılmazlardı. Zira esas itibariyle sultana sad ıktırlar.Halkın sadakatini teminle vazifelidirler. Buna kar şılık halkın ho şnutsuzluklarmındaha çok tarikatlar aras ında kanalize edildiği görülür.177


Bütün bu aç ıklamalar göstermektedir ki Osmanlı sultanlar ı, imparatorlukiçinde bulunan muhtelif s ınıflar ın ve unsurlar ın birbirleriyletam bir barış içinde ya şamaları gerekti ğine inanmış ve bunu teminetme ğe çah şmışlardır. Bu anlayış içinde imparatorlu ğun bütünü içinherkes kendi hissesine dü şeni yapmak durumundad ır. Devlet bu anlay ışagöre bir nizam kurmu ştur. Bu nizam içinde her cemaat, kendi inançve adetlerine göre ya şama serbestli ğine sahiptir. Bilhassa imparatorlu ğunyükseli ş devirlerinde sultanlar ın ç ıkardığı kanunnameler, mümkünolduğu kadar islam şeriatuun hudutları içerisinde, örf ve âdetlerinkorunması amacını gütmüştür.Böylece anla şılmaktadır ki imparatorluk, tek bir cemaattenibaret de ğildir. Esas itibariyle devlet sünnilik yolunda olmasma ra ğmen,imparatorluk camias ı içerisinde bu görü ş dışında olan müslüman cemaatlerde bulunmakta idi. Mesela: imparatorlu ğun bu günkü Türkiye'nin,Irak' ın, Lübnan ve Yemen'in bulundu ğu ülkelerinde, şiiler bulunmaktaidi. Yalnız inanç ayr ılığı bakımından de ğil, fakat bunlar ın şii Iran iledini yakınhkları dolayısiyle şüphesiz kendilerine şüphe ile bak ılmaktaidi. Fakat bunlar imparatorlu ğun uzak bölgelerinde, da ğ-larda veya çöl kenarlar ında, kendi kutsal şehirleri etrafında, bellibir hoşgörü içinde, kapal ı bir cemaat şeklinde ya şamakta idiler. AyrıcaSuriye, Lübnan ve Kuzey Irak'ta esas itibariyle şiilikten türeme, buarada islami olmayan baz ı tesirlere de maraz kalm ış Dürziler, ismaililerve Nuseyriler ya şamakta idiler. Bunlar, ayr ı cemaatler olarak kabuledilmemekle beraber, hükümet merkezinden uzakta ya şadıkları için,vergilerin! ödemekte kusur etmedikleri müddetçe, kendilerine dokunulmamıştır.Bu vesile ile üzerinde duraca ğımız diğer baz ı cemaatler de, gayrimüslimlere ait olanlard ır. Imparatorluk içinde bulunan hristiyan veyahudi cemaatlerinin resmi bir şekilde tanınması, Istanbul'un fethindensonra olmu ştur. Bu zamanda Rum ortodoks ve Ermeni patrikleri vebaşkentin büyük haham ı (Grand Rabbi), imparatorlu ğun ortodoks,ermeni ve yahudi halklar ının dini ba şkanı olmaktan ba şka bir manaifade etmemekle beraber, bu cemaatlerin siyasi liderleri olarak da kabuledilmişlerdir. Bundan ba şka Mısır'daki Kıptiler; Lübnan, Suriye ve Irak'-taki Marûni, Nesturi ve Süryaniler olmak üzere di ğer hristiyan gruplar ıda vard ı. Merkezden uzakta ya şadıkları için bunların, hükümetle temaslarıdaha azdı. Zaman zaman patriklerinin hükümetçe tan ındığı da görülüyordu.Patrikler ve haham, kendi cemaatlerini ilgilendiren meseleleri,hükümetle görü şür, halle çal ışırlard ı. Cemaatleri içinde tamamiyleserbest olup, kararlar ı kanun hükmünde idi. Cizye toplamak onlara ait178


olup, vergilerini muntazaman ödedikleri, yabanc ı bir devletle anla şmayavarıp tehlikeli bir durum ortaya ç ıkarmadıkları müddetçe, devletiç i şlerine karışmaz, müdahale etmezdi. Her türlü şahıs hukuku vemedeni hukukla ilgili meselelerinde kendi hukuk ve örfleriyle hareketederlerdi. Gayri müslim halk ın ayrı kasaba ve köyleri bulunmaktaidi. Fakat bunlar, bilhassa ticaret ve zanaat erbab ı oldukları için, dahaçok kasaba ve şehirlerde ya şarlard ı . İdare hayat ına iştirak etmemekleberaber, bu hayat üzerinde tesirleri oldu ğu da şüphesizdir. Bu vesileile divan tercümanl ığı, Ulak ve Boğdan voyvodal ığı gibi vazifelerverilen Fenerli rumlar ı, Istanbul'un ermeni, Ba ğdad' ın yahudi sarraflarınıhat ırlamakta fayda vard ır.Osmanlı imparatorlu ğunun bünyesi incelenirken üzerinde durulmas ıgereken önemli bir kurum da, esnaf te şkilât ıdır. Bu te şkilâtırı kayna ğınışüphesiz Osmanl ılardan önceki zamanlarda aramak gerekir. Bunlar ı,İsmailîliğe bağlayanlar bile vard ır. Bu husus, kesin olmamakla beraber,bu te şkilâtın tarikatlarla yak ın ilgisi bulundu ğu kesindir. Böyle bir ilgi,koyu sünni bir devlet için, bir tehlike olabilece ği dü şüncesiyle Osmanlıdevrinde esnaf te şkilat ı, s ıkı bir kontrol alt ında tutulmu ştur. Te şkilatınmahalli reisleri, hükümet taraf ından tayin edilmekte idi. Üyelerinsadakat ını temin, onun mesuliyetine verilmi şti. Bu esaslar dairesindeOsmanlı devrinde esnaf te şkilatına her türlü ho şgörü gösterilmi ş ; bunlarda, toplum içinde her hususta hürmet gören sosyal bir mevki kazanm ış -lardır. Bu bahsi sona erdirirken şu iki hususu da belirtmeliyiz ki Osmanl ıdevrinde, köy dahi sosyal bir ünite olarak kabul edilmi ştir. Bundanba şka hükümetin, göçebe kabilelerle olan ilgisi ve onlar ı idaresi kabilereisleri yoluyla temin edilmi ştir. Bu vesile ile üzerinde duraca ğımızdiğer bir mesele de, Osmanl ı eyalet te şkilâtıdır. Imparatorlu ğun süratlebüyümesi, buna büyüklü küçüklü bir çok yeni eyaletin kat ılmas ınısağlamıştır. Bu sebeple XVI. yüzyılda, bu te şkilat ın ele alınarakgözden geçirildi ği anlaşılmakta ve bu zamanda yap ılan te şkilâtın XIX.yüzyıla kadar devam etti ği görülmektedir. Bu eyaletlerin hangileriolduğunu XIX. yüzyılın tan ınmış tarihçilerinden Mustafa NuriP a ş a'nın Netayic el - Vukuat adlı eserinden naklen veriyoruz. MustafaNuri Pa şa, eserini yazarken bu bahisleri XVII. yüzy ılda ya şamış bulunanAyn - i Ali Efendi'nin Kavanin -i al-i Osman der hul(isa-i mezamin -idefteri frivan adl ı eserinden istifade ederek haz ırlamışt ır: Bu eyaletlerşunlardır:1- Eyalet-i Rumeli: Eyaletin merkezi Manast ır'd ır. Sofya, Mora, İşkodra,Tırhala, Köstendil, Ohri, Dukakin, Avlonya, Selanik, Üsküp, Vidin,Alacahisar, Prezrin, Pri ştine, Silistre, Niğbolu, Vize, Kırkkilise, Ben-179


der, Akkerman sancaklar ı bu eyalete ba ğlı idi. 2- Eyaleti Bosna. 3- Eyalet-iTema şvar. 4- Eyalet-i Bildin. 5- Eyalet-i Anadolu. 6- Eyalet-i Cezayir-iBahr-i Sefid. 7- Eyalet-i K ıbrıs. 8- Eyalet-i Zülkadriye. 9- Eyalet-iRumiye-i Suğra (Sivas). 10- Eyalet-i Erzurum. 11- Eyalet-i Şam. 12-Eyalet-i Trablus- Şam. 13- Eyalet-i Halep. 14- Eyalet-i Rakka (Urfa). 15-Eyalet-i Kars. 16- Eyalet-i Ç ıld ır. 17- Eyalet-i Trabzon. 18- Eyalet-iMusul. 20- Eyalet-i Diyarbekr. 21- Eyalet-i Van. 22- Eyalet-i Ba ğdat.23- Eyalet-i Basra. 24- Eyalet-i Lâhza. 25- Eyalet-i Yemen. 26- Eyalet-iHabe ş. 27- Eyalet-i M ıs ır. 28- Eyalet-i Trablusgarb. 29- Eyalet-iTunus. 30- Eyalet-i Cezayir.Bu eyaletlerden ba şka Mekke şerifi'nin elinde bulunan Hicazbölgesini zikretmemiz lüz ımdır. Bunlardan ba şka K ırım Hanlığı, ErdelKrallığı, Eflâk ve Bo ğdan Voyvodalığı da imparatorlu ğa ba ğh bulunmaktadır.Her eyaletin ba şında umumiyetle "pa şa", bazen de "vezir" rütbesindebir Vali bulunurdu. Bunlar do ğrudan do ğruya hükümete kar şısorumlu idiler. Valiler, sancak beyleri, vergi mültezimleri ve kad ılarmerkezden tayin edilirdi Osmanl ı devrinin kad ıları, geni ş selâhiyetihaiz olup, zamanımızda belediye reislerinin yapt ıkları baz ı işleri degörürlerdi. Meselâ sefer oldu ğu zaman merkezden gelen talimata göreordu için gerekli olan yiyecek ve nakll vas ıtalarını haz ırlamak kad ılarınvazifeleri aras ında idi. Bu memurların bulunduklar ı yerlerde zamanlamahalli bir destek kazanmalar ını önlemek için tayinleri umumiyetlebir yıl olurdu.Bazen mahalli liderlerin de hükümet i şlerine i ştirak ettikleri olurdu.Eyalet divanlar ında ad ı geçen görevliler ile beraber mahalli ulemamnileri gelenleri de bulunmakta idi. Bu arada bu divanlara zaman zamanmahalli ticaret, esnaf ve hatta tarikat ileri gelenlerinin de girdiklerigörülmekte idi. Imparatorlu ğun uzak eyaletlerinde zamanla muvazene,mahalli şahsiyetlerin lehine olarak bozuldu. Meselâ M ısır'da İstanbul'-dan gelen vali, sadece şeklen vali idi. Fiili idare, ço ğu zaman o s ıradatekrar kuvvet kazanan memb ıklerin reisinin elinde idi. Zamanla KuzeyAfrika'n ın bat ısında merkezi hükümet taraf ından tanınmış mahalliküçük hükümdar sülâleleri ortaya ç ıktı. Bu hareketlere müvazi olaraktürlü fikirlerin sözcüsü durumunda olan mahalli uleman ın da kudreti artt ı .Meselâ Kahiredeki El-Ezher ve Tunus'taki Zeytune Camii üniversiteleri,bu fikirleri toplayan merkezler oldu. Hicaz ve Yemen'de Türk idaresininhakim bulundu ğu sahil kasabalar ın'n dışında, iktidar, daha çok halk ınhürmet gösterdi ği mahalli ailelerin elinde bulunuyordu. Peygamber so-180


yundan. geldiklerini iddia eden ve kutsal şehirlerin muhafızı olan Mekkeşerifleri ve Yemen'deki Zeydi şiilerinin imamlan, bu ailelerin ba şlıcalarıidi. Suriye ve Irak' ın durumu farklı idi. Bu eyaletler merkez taraf ındansıkı bir şekilde elde tutulmakta idi. Şam'da ba şlıyan hac seferleri, sünniOsmanlı devleti için, büyük bir dini gösteriye vesile oluyordu. Halep,milletleraras ı bir ticaret merkezi; Ba ğdat ise, şii inanca kar şı Osmanlıhudutlarının korunduğu bir kale durumunda idi.Imparatorlu ğun etnik durumuna gelince, Osmanl ı devletince, etnikbölünmeler tan ınmamakta idi. Ancak imparatorlu ğu te şkil eden halklarınkonuştukları dil dikkate alınarak bir dereceye kadar bu bak ımdan bölünmeleroldu ğu söylenebilirdi. Türkçe devletin resmi dili; devleti kuranasıl unsurun ve ordunun dili idi Ilim ve hukuk dili arapça idi. Edebiyatdili olarak farscamn ara s ıra kullanıldığı görülmekte idi. İmparatorluğunarapca konu şan arap tebaas ına özel bir önem verilmekte idi.Zira Peygamber, kendisi, arap idi. Kur'an-z Kerim'in dili arapca idi.Bundan ba şka ilk müslüman araplar, islam ın yayılması için son derecehizmet etmi şlerdi. Bu arada Hz.-i Peygamberin soyundan gelen şerifler,devletce ayrı bir s ınıf olarak tamnmakta idi. Di ğer taraftan Osmanhsultanlarının dört sünni ekole verdikleri önem, bunlar ı koruma ve tatbiktegösterdikleri dikkat, araplann milli şuurunu cesaretlendirmi ş veuyanık tutmu ştur. Osmanl ıların bu davran ışı sayesinde, araplarm kendilerinegüven duygusu canlanm ış ve bu duygu, onların zamanla ayr ı bir siyasivarlık haline gelme arzusunu duymalar ına sebep olmu ştur. Osmanlıdevletinin son y ıllarında araplarm Osmanhlara kar şı Osmanlı düşmanlarıile nasıl iş birliği yaptıkları hatırlanırsa, araplarm bu halinin, biraz daOsmanlıların onlara kar şı olan yukarda aç ıkladığımız tutumlarımnsonucu oldu ğunu insan dü şünmemezlik edemez.İmparatorlu ğun daha önce ad ı geçen diğer unsurlar ı, türkçe yan ında,kendi ana dillerini konu şmakta devam etmi şlerdir. Bu kadar geni şunsurları olan bir imparatorlu ğu bir arada tutup idare etmek, şüphesizbüyük meharet istiyen bir i ştir. Türkler, tarih boyunca çe şitli meziyetleriyan ında baz ı hususlarda da oldukça a ğır tenkitlere u ğramışlardır.Fakat Türkler hakk ında en a ğır ithamlarda bulunanlar ındahi itiraf etmek mcburiyetinde kald ıkları bir özellikleri vard ır ki, buda, onların• te şkilatcılığıdır. Türklerin te şkilâtolığı ve bu te şkilatı,son derece titiz bir adalet duygusu içinde yürütmeye çal ışmaları, kısazamanda büyük bir imparatorluk kurmalarm ın ba şta gelen sebeplerindenbirisidir. Türkler, islam dünyas ının siyasi ve medeni üstünlü ğününsona erdiği bir s ırada, bu dünyan ın ba şına geçerek, Islam dünyas ındayeni bir eanlanışın öncülüğünü yapmışlar ve XVI. yüzy ıl sonlarına kadar181


ütün üstünlükleriyle devam eden büyük bir imparatorluk kurmu şlardır.Ancak kabul etmek laz ımdır ki, imparatorlu ğun en kuvvetli devrisayılan Kanuni zaman ında bile, bir takım bozukluklar ın hissedilmeyeba şlandığı da görülmü ş tür. XVII. yüzyılın ba şlarından itibaren bu bozulmalar,aç ıkça ortaya ç ıkmıştır. Bunlar üzerinde daha önce durmu şolmam ıza ra ğmen, burada da k ısaca hat ırlatmakta fayda görüyoruz.Evvela şunu belirtmeliyiz ki, ilk bozulan kurumlar ın ba şında idaregelmektedir. Osmanl ı idari sisteminde ba şta Sultan bulunmaktad ır.Sultanın kontrolü, etkili oldu ğu zamanlarda devlet i şleri genel olarakyolunda gitmi ştir. Fakat XVI. yüzy ıl sonlarından itibaren zeki, kahramanve kabiliyetli sultanlar devri sona ermi ş, bunlar ın yerine zekâve kabiliyet bak ımından yetersiz, iyi yeti şmemi ş, karakter bak ımındanzayıf kimseler geçmiye ba şlamıştır. Bu hal, sarayda, araya saray kad ınlarınında kar ıştığı amans ız bir iktidar mücadelesine sebep olmu ştur.XVII. yüzy ıl ortalar ında K öpr ülü ailesinden gelen sadrazamlar, iktidarıbir müddet kendi makamlar ında toplamış olmalar ına ra ğmen,bütün azil ve tayinlerde, yine sultanlar ın arzusu rol oynad ığından budurumda, bozulmay ı önleyememi ştir. Böylece bu bozulma, yava şyava ş öteki idarecilere ve ulema s ınıfına da intikal etmi ş ; bunlaraparalel olarak orduda da disiplin kalmam ışt ır.Geri kalışın di ğer önemli bir sebebi, devletin maraz kald ığı iktisadisıkıntıdır. Bunda daha önce temas etti ğimiz üzere, yeni ke şifler ve ticaretyollar ının de ğişmesinin büyük rolü olmu ştur. Bunlardan ba şka,ticaret ve nakliyenin, Okyanuslara intikali, vergilerin art ırılmas ı,ziraat ve zanaatta gerileme, köylerin bo şalmas ı, köyden şehire akın,eyaletlerde merkezi idarenin zay ıflamas ı; vaktiyle nizam ı koruyanyeniçerilerin, şimdi onu tehdit eder hale gelmeleri gibi olaylar, birbirinitakip etmi ştir.Muhammed b. Abdulvahhab (1703 -1787)Bu kar ışık devrede dikkati çeken önemli bir olay da, göçebelerinmeskan yerlere do ğru hareketleri ve onlar ı, bulundukları yerlerdensürüp çıkarmalar ıd ır. Böyle olaylar arap yar ımadas ında da görülmektedir.Suriye ve Irak çöllerine do ğru harekete geçen baz ı arap kabileleri,ticaret ve hac yollar ını kesme ğe ba şlamışlard ır. Bu türlü hareketlerŞam, Musul gibi yerlerde baz ı kudretli ailelerin, oralar ı!' valileri olarakkabul edilmesiyle neticelenmi ştir. Zira bu aileler, umumiyetle Osmanl ısultanlar ına sadık kalmışlardır. Fakat Osmanl ı devleti, XVIII. yüzy ılda,Orta Arabistan'da ba şka bir olayla kar şıla şmıştır ki bunun üzerindeönemle durmak icab eder. Bu olay, esas ilham ını Hanbell ekolünden alan182


ir reform hareketi olarak ortaya ç ıkmıştır. Bu hareketin ba şı olan Muhammedb. Abdulvahhab (1703-1787)'a göre, İslâmiyet, ba şkalarınınsöylediğini taklitten ibaret de ğildir. K ıyamet gününde "halk ın baz ısözler söyledi ğini işittim. Onu ben de söyledim", demek yeterli de ğildir.Gerçek islâm' ın ne oldu ğunu anlamam ız lâzımdır. Ona göre, gerçekİslam, her şeyden önce Allah'tan ba şka olan bütün ilâhlar ın reddedilmesidir.Bunu reddetmemek Allah'a sirk ko şmaktır. Dünyada şirktendaha kötü bir şey olamaz. İnsan, yaln ız Allaha ibadet etmelidir. Allahtanba şkalarına ibadet, do ğru de ğildir. Hele baz ı dindar insanlara ibadet,Allah'tan ba şkalarına ibadet kadar kötüdür. Ab dulvahhab' ın açıkcaifade etti ği bir husus da, ona göre gerçek Islâm' ın ilk müslümanların,el-selef el-salih'in temsil etti ği anlayış olduğudur. Bu anlay ışa göre,Islâm'a daha sonra yeni bir tak ım ilâhlar eklemi ş olan yeniliklerireddetmek lâz ımdır. Böylece Abdulvahhab' ın temsil etti ği bu zihniyet,İslam dünyas ında daha sonra geli şmiş olan tasavvufi dü şüncelere,mutasavv ıflann vandet-i viidid görü şlerine, onlar ın riyazet hayat ına,tekkelere kar şı bulunmaktad ır. O kadar ki bunlar Hz.-i Muhammedhakkında bile ibadet derecesine varan bir sayg ı gösterilmesini istememektedirler.İslam içine girmi ş her türlü cahiliye örf ve adetlerine kar şıdırlar.İnsanların lüzumundan fazla tebcil edilmesine kar şı olduklarıgibi, onların türbe ve mezarlar ına hürmet gösterilmesinin de aleyhindedirler.Abdulvahhab' ın kısaca belirtti ğimiz bu görü şleri, şüphesiz,yeni değildir. Abdulvahhab, Hanbeli mezhebi mensubu ve bu mezhebeinanan bilginler yeti ştirmiş bir aileden gelmektedir. Gerek ailesi vegerekse Medine ve ba şka yerlerdeki tahsili s ıras ında me şhur İ bn T eymiye'nin tesiri alt ında kalmıştır. Bununla beraber genel olarak İslâmiyetanlayışı, İ bn T ey miy e'nin anlay ışından farkl ı kabul edilmektedir.Yeti ştiği zaman ın şartları, onu pasif bir vaizden ziyade o zaman ın hâkimkuvvetlerine kar şı meydan okuyan bir hüviyetle ortaya ç ıkarmıştır.Böylece Abdulvahhab kar şıs ında bir tarafta dinin ve şeriat ın cahiliolan Arap kabilelerinin o s ırada yeniden canlanm ış kudretini, diğertarafta da sünni islâmiyet anlay ışını selef gibi de ğil, fakat yüzy ıllarıngeliştirdi ği şekilde anlıyan Osmanl ı imparatorlu ğunu bulmuştu. Abdulvahhab'ın söyledi ğine göre, Osmanl ı sultanının himaye ve temsilettiği İslâmiyet, gerçek İslâmiyet de ğildir. Bu bakımdan Osmanlı sultamümmetin gerçek lideri olmaktan uzakt ır. Şu belirtti ğimiz görüşler, İslamtarihinde genellikle görüldü ğü üzere bu türlü dü şünce ak ımlarınınnasıl siyasi bir mahiyet alma istidad ında oldu ğunu açıkça göstermektedir.Gerçekten bir müddet sonra Abdulvahhab, Orta Arabistan'da İ bnS uu d'un ba şında bulundu ğu küçük bir sülâlenin kuvvetleriyle birle şti.183


Beraberce müslümanlar ın, onların anladığı şeriata göre ya şadığı küçükbir devlet kurdular. Bu devlet içinde şeriat, her türlü teferruatla ilgilenmekteidi. Ba şka bir kanun veya örfün de ğeri yoktu. Otorite, hemdünyevi, hem de dini lider durumunda olan imamm elindeydi. İmam,bu görevlerini ulema ve halk ın tavsiyelerini dikkate alarak yürütmedurumunda idi. Bu devlet, daha yak ından incelenince, onda milli arapşuurunun hakim oldu ğu görülüyordu. Arapl ık, daima ön planda idi.O kadar ki, imamet konusunda yaz ı yazan bir Vahhabi, bu meselede,Arapların, Türklerden daha ehil oldu ğunu ele alıyordu. Şüphesiz onlar,bunun bir arap devleti olmaktan ziyade bir islam devleti oldu ğu iddiasmdaydılar.Ancak Osmanl ıların siyasi otoritesini y ıkmak için bir arayatoplandıkları aç ıkça belli oluyordu. XVIII. yüzy ılın sonlarına do ğruOrta Arabistan'a ve Basra körfezine hakim oldular. KerbeWr ya ğmaladılar;Hicaz' ı işgal ettiler ve Şam' ı tehdide ba şladılar. İşte bu s ıralardaislam dünyas ının hudutları ötesinde Osmanlı imparatorlu ğu içindaha büyük sonuçlar ı olabilecek önemli bir hareket vuku bulmaktayd ı .Batı Avrupa'da ilmi bir devrim olmu ş, bu devrimin sonucu olarakAvrupa'da askeri ve iktisadi yeni güçler ortaya ç ıkmıştı. Osmanlılar,XVI. yüzyılda kendilerini Avrupa'n ın efendisi yapm ışlardı. Bundan biryüzyıl sonra da Girit'in zapt ı, Viyana'nın ku şatılmas ı ve tehdidi, Avrupa'nınbelli ba şlı kuvvetli devletleriyle e şit şartlar alt ında sava ş-maları gibi olaylar ın gösterdi ği üzere Osmanl ılar bu kudretlerinihala korumakta idiler. Halbuki XVII. yüzyıldan sonra Avrupa'da harpsanatında meydana gelen yeni ke şifleri benimsemek kudretini gösteremediler.Daha önceleri bunu yapt ıkları bilinmektedir. İşte bu yüzdenXVIII. yüzyılın ikinci yar ıs ında art ık Avrupa'nın büyük devletleriylee şit şartlarla sava şamaz hale geldiler. Bu halin sonucu olarak İstanbul'-da büyük devletlerin diplomatik tesirleri rol oynama ğa başladı. Butesirler bir takım anla şmazlıklara ve rekabetlere yol açt ı. Osmanlıdiplomasisi, bu rekabetlerden faydalanarak bir dereceye kadar serbesthareket etmek imkan ını buldu. 1768-1774 harbinde Ruslar, denizdenİnebahtı'ya asker ç ıkardılar. Rus orduları, Balkanlardan ve Kafkaslardanilerlemeye ba şladılar. Harbin sonunda K ırım, Osmanlı idaresindenayrıldı. Böylece tamamiyle müslüman bir bölge kaybedilmi ş oluyordu.Bundan ba şka bir zamanlar Osmanl ı gölü sayılan Do ğu Akdenizdeİngiliz ve Frans ız gemileri serbestce dola şmaya ba şladılar. Bu yüzy ılsona ermeden ad ı geçen bu iki devlet, bir Osmanh eyaleti olan M ısır içinbirbirlerine girdiler. Bu mücadele sonunda 1798'de Frans ızlar Mısın işgalettiler. Osmanl ılar, Frans ızları Mısırdan biraz da Ingilizlerin yardımıile ç ıkartabildiler. Büyük devletlerin tesirleri, eyaletlerde184


ile hissedilmekteydi. Bu bak ımdan Osmanl ı ülkelerinde bulunan herAvrupa konsoloslu ğu, bir tesir merkezi idi. Bunlar etrafında, yabanc ı-lara mahsus imtiyazlar ın bazılarına sahip, himaye edilmek istenenOsmanlı yahudi veya hristiyanlar ı toplamyorlard ı. Öyleki Avrupahimayesi, ferdi olmaktan ç ıkmış, cemaatlere kadar uzanm ıştı. Bildiğimizüzere XVI. yüzyılda verilen kapitülasyon.lar ile Fransaya, Osmanl ıülkesindeki Avrupal ı katolikleri koruma, onlar ın kilise ve papaslar ımhimaye hakkı verilmi şti. Fransa bunu yava ş yavaş Osmanlı idaresindekibütün katolikleri ve bunlar aras ında faaliyette bulunan avrupal ı misyonerlerihimaye haline getirdi. En büyük ve en önemli katolik cemaatiMarüni cemaati idi. Esas itibariyle Lübnan'da ya şıyan Marüniler, dahaHaçlı seferleri s ıras ında papalığın üstün otoritesini kabul etmi şler veXVI. yüzy ıldan beri Vatikan ile do ğrudan do ğruya ve devaml ı münasebetlerdebulunmu şlardı. 1649'dan itibaren do ğrudan doğruya Fransakralı ile de münasebetleri olmu ştu. Bu sebeple bunlar aras ında Frans ıztesiri çok kuvvetli bulunuyordu. Yeni katolik cemaatler ortaya ç ıktıkça,onlar da, Fransa'n ın himayesi altına giriyorlard ı. Daha az ölçüde olmaklaberaber katoliklerle Avusturya da ilgileniyordu. Osmanl ı sultan, bütünbu hususlar' resmi olarak kabul etmemekle beraber Rusya'ya kar şıFransa'n ın deste ğine muhtaç oldu ğundan ses ç ıkarmamak suretiylebuna rıza gösteriyordu. Ayn ı şekilde ortodoks hristiyanlar ın, özelliklerumlar ın Rusya ile ilişkileri vardı. 1774 Küçük Kaynarca antla şmasındaRusya bunu bir esasa ba ğlama iddias ını ortaya att ı. Ve bu meseleninson derece önemli siyasi tesirleri oldu. Zira ortodokslar, imparatorlukiçinde en geni ş ve en önemli hristiyan cemaati te şkil ediyorlardı. BütünXVIII. yüzyıl boyunca ortodoks ve di ğer hristiyan cemaatler, servet,kültür ve tesir bak ımından geli şmekte idiler. Yabanc ı himaye, onlarayalnız siyasi imkanlar sa ğlamamış, aynı zamanda Avrupa ile yap ılanticarette arac ı rol oynadıkları için ticari ve mali imkanlar da sa ğlamıştı .Böylece rumlar, ermeniler ve Halep'in arapca konu şan hristiyanlarızenginle şmişler, servetlerine parelel olarak kültürleri de artm ış ve cemaatşuurlar ı kesinle şmişti. Bu bak ımdan Bizans' ın büyüklüğü hafızalar ındacanlı bir şekilde ya şıyan rumlar ba şta geliyordu. F a t i h, Istanbul'ualarak ilk defa onlar ı siyasi iktidardan mahrum edince, onlar, bu iktidarıtekrar bir ba şka yönden elde etmi şlerdi. Daima bir rum olan İstanbulpatri ği, bütün ortodoks milletin sivil bir ba şı durumunda idi.XVIII. yüzyıl boyunca İstanbul patri ği, ya baskı yapmak, ya daönemli dini yerlere kendi adaylarnu getirtmek suretiyle rumlar"kontrol alt ında tutmayı ba şard ı. Aynı devirde Fenerli rum aileleri,aral ıks ız bir şekilde, bazı büyük memuriyetleri muhafaza ettiler. Bab- ı185


Ali tercümanl ıkları, EfMk, Bo ğdan voyvodal ıkları gibi. Bu memuriyetlerrumlar aras ında idareci bir halk olduklar ına dair bir inanç meydanagetirmi şti. Ayrıca, bunlar, Avrupadaki yeni fikir ve zenginliklerdenhaberdard ılar. İtalya'da Padua üniversitesinde okuyan genç rumlar,Frans ız ayd ınlanma devri fikirlerini ö ğrenmi şler, bu fikirlerle Osmanl ıülkesine dönmü şler ve milli okullar açma ğa ba şlamışlardı. Bunlar ın budevirden sonra Rusya ile olan ba ğları da gittikçe kuvvetlenmi şti.Osmanlılar ba şlangıçta ilgi ve menfaatleri gerektirdi ği zaman Avrupa'danherhangi bir yeni fikri sür'atle benimsemekte tereddüt etmemi ş-lerdir. Büyük fetih y ıllarında Avrupal ı dönmelerin hüner ve bilgilerindenfaydalanm ışlar ve harp sanat ında Avrupadaki bilgileri tereddütsüzkabul etmi şlerdir. XVI. yüzyıl başlarında ve Mısır' ın alınmas ında Osmanlıların kullandığı ate şli silâhların etkisi büyük olmu ştur. Bu s ıradaOsmanlı donanmas ı, denizcilik alan ındaki yenilikleri kullanmakta idi.Fatih, devrinde geli şmekte olan Avrupa medeniyetine kar şı ilgi duymu ş ,sarayına italyan ressamlar ını davet etmi ş, Ptolemaio ve Plut arc h' ıneserlerini türkçeye tercüme ettirmi şti. Fatih'in bu ilgisinin askeriihtiyaçlar sebebiyle oldu ğunu söyleyenler de vard ır. Zira o zamankiitalyan ressamlar ı, aynı zamanda, kale yap ılması hususunda da uzmanidiler. Fakat Fatih'in bu ilgisinin, gerçek bir tecessüsle oldu ğunu belirtenlerde vard ır. İşte bu türlü ilgiler, daha sonralar ı görülmemektedir.Uzun süren bir devirden sonra imparatorluk eski dinamizminikaybetmi ştir. Bu devirde olan büyük ve sür'atli de ğişikliklere kendiniuyduramam ıştır. Avrupada görülen ilmi ke şifler imparatorluk içindehiç bir yankı uyandırmam ıştır. XVII. yüzy ıl ba şlarından itibaren aç ıkbir şekilde görülen gerilemeyi, XVII. yüzy ıl dü şünürlerinin, şanlı büyükmaziyi ihya tavsiyeleri de, durduramam ışt ır. İşte tarihimizde görülenbatıblaşma hareketleri Osmanl ıların bat ılılara kar şı kendilerini savunmakiçin batılı dostlar aramak, bat ıda geli şmiş olan yeni askeri teknikleribenimsemek ihtiyacından do ğmu ştur. Bu ihtiyaç tesiriyledir ki, Yak ınDo ğuda, ilk defa XVIII. yüzy ıl başlarından itibaren bat ılıla şma fikrinisavunan siyasi bir tak ım gruplar ortaya ç ıkmıştır. Lâle devrindenitibaren Osmanl ı imparatorlu ğunun kendi bünyesi içinde bu geli şmelerinnas ıl meydana geldi ği hakkında daha önce bilgi verdi ğimiz için, şimdiMıs ır'dan ba şlamak suretiyle imparatorlu ğun halkının ço ğunlu ğu arapcakonu şan eyaletlerinde bu ak ımların nas ıl geli ştiği hakkında bilgi vermeğeçalışaca ğız:186


MISIR'DA YEN İLİK HAREKETLERININ BAŞLAMASINapolyon'un Mısır'ı işgali ve tarihçi el-Ceherti (1756-1825)Mısır'a, bat ıya ait, özellikle Frans ız devrimine ait fikirler, XVIII.yüzyıl sonlarında, Mısır'ı işgal eden Frans ız ordusu aracılığı ile gelmi ştir.Napolyon'un orduları, Mıs ır'a ayak bast ığı zaman, tarihci el- Ceb erti(1756-1825), Mısır'da ya şamaktaydı. Onun anlattığına göre, N ap olyo n,İskenderiye'yi i şgalinin hemen ertesi günü, bir beyanname ne şretmi ş-tir. Beyannamenin as ıl gayesi, Frans ızlara karşı Mısır halkının sevgisinikazanmakt ı. Beyanname, Islam gelene ğine uygun bir şekilde, besmele ileba şlamakta; bunu Allahın birliğinin ifade edilmesi takip etmektedir.Beyanname, hürriyet ve e şitlik esas ı üzerine kurulmu ş olan Frans ızhükümeti tarafından yayınlanıyor ve bu prensiplerin, M ısır'a da tatbikiisteniyordu. Beyannamede belirtildi ğine göre, Allah' ın indindebütün insanlar e şitti. Onlar, ancak zekâ ve faziletlerine göre farkl ıolabilirlerdi. 0 s ırada Mısır' ın idaresine hakim olan Memlükler, ne zekine de faziletli kimselerdi. Bu bak ımdan Mısır'ı idare etme ğe haklarıyoktu. Bu adamlar, memleketi harab etmi şler, büyük şehirleri, Mısır' ıneski ünlü kanallar ın tahrip etmi şlerdi. Art ık onların devri sona ermişti.Mısır halkı, bu halkın içinde bulunan zeki ve faz ıl insanlar, kendi işlerinidoğrudan do ğruya idare edebilecek hale gelmi şlerdi. Böylece ümmetindurumu düzelmi ş olacaktı. Beyanname şu sözlerle son buluyordu:"Allah, memliiklerin belas ını verecek, Mısır ümmetinin durumunudüzeltecektir".Bir müddet sonra yeni bir beyanname daha ne şredilerek a şağıyukarı aynı sözler tekrarlanm ış, ayrıca bu beyannamede Türklerinkendi menfaatleri için M ısır'ı harap etti ği, Frans ızların ise Mısırı hürriyetekavuşturmak ve Türk hükümetinin bask ısından kurtarmak için geldi ğiifade edilmi ştir. Bu beyannamede milli duygulara oldu ğu kadar diniduygulara da hitap edildi ği görülmektedir. Burada N ap o ly on, "benimburaya dininizi tahrip etmek için geldi ğim söylenmektedir. Bu yaland ır.Müfterilere benim sizi kurtarmak için geldi ğimi söyleyiniz. Allah'a,ben, Memlüklerden daha çok ibadet ederim, onun peygamberine veKur'an'a büyük hürmetim vardır" demektedir. Bundan ba şka beyannamedeFrans ızların Roma'yı işgal ettikleri, Papan ın kuvvetini kırdıkları,Malta şövalyelerini adadan. sürdükleri, Osmanl ı imparatorlar ınındaima dostu, onların düşmanlarının düşmanı oldukları belirtilmiştir.Bu sözler, bir 'propaganda oldu ğu kadar Fransız aydınlanmadevrinin bir çocu ğu olan N ap olyon'un, akla, hr ıstiyanlıktan daha fazladeğer veren islâmiyeti, bu dü şünce sisteminin savundu ğu akıl dinine187


yakın telâkki etti ğini ve bu sebeple onun, hayat ının sonuna kadar Islamiyetekar şı büyük ilgi duyduğunu söyliyenler de vard ır. Napolyon,görüldüğü üzere, halkı idareye i ştirak ettirmek istedi ği için, yeni birfikrin öncülüğünü yapmıştır. Fakat bu fikri ileri sürmek suretiyle onunulaşmak istedi ği pratik gaye, idareyi, Memblklerin elinden ulemayadevretmek arzusudur. Fakat, şüphesiz bu mümkün de ğildi; bir gayrimüslim, bir müslüman ülkeyi idare edemezdi. Bize bu bilgileri verentarihci el- Ceb erti, kendisi bir Ezher şeyhi idi ve sözlerine Frans ızişgalinin tabii nizamı tersine çevirdi ğini, her şeyi bozduğunu söyliyerekba şlamaktayd ı. Bununla beraber, C eb erti, Frans ızların iyi olan işlerinide itiraftan çekinmiyordu. Mesela Frans ız ordusu ile gelmi ş Enstitüüyesi Frans ız bilginlerinin beraberlerinde bulunan ilmi malzeme ileonların ö ğrenme ve ara ştırma a şkı, onu etkilemiştir. Buna ra ğmengayri müslim bir idarenin, dine ve ahlâka zararl ı olaca ğı kanaat ında idi.Gerek bu beyannameler ve gerekse Enstitü üyesi bilginlerin çal ışmalar ı,büyük bir ihtimalle Ezher ulemas ı üzerinde izler b ırakmıştı. Yinemuhtemeldir ki, C e b erti'nin be ğendiği Frans ız idare tarz ı, Frans ızlarınMısır'dan ayrılmas ını takip eden karışık devirde Mıs ır'a tayin edilen KavalalıMehmet Ali P a ş a'ya da tesir etmi şti. Bilindiği gibi Frans ızlar,Mısır'ı 1802'de terketmi şler; bundan sonra da buraya tayin edilen MehmetAli Pa ş a, 1805 yılında tam manasiyle Mısır'a hakim olmu ş, buhakimiyeti O'smanh sultan ı tarafından da kabul edilmi ştir. Bundansonra Mehmet Ali Pa ş a , III. Selim ve II. Mahmud'un açt ığıyolda Mısır' ı modernle ştirme ğe ba şlamıştır.Mehmet Ali Pa şaMehmet Ali P a ş a'nın kendisinin her hangi bir e ğitimi yoktu.Okumayı 40 yaşlarında ö ğrendiği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan çağ-,şı Osmanlı sultanlar ı gibi modern Avrupan ın fikirleriyle o kadar dailgili olduğu söylenemez. Bununla beraber, onun, özellikle hükûmetidaresi ile ilgili kitaplara ilgi duydu ğu bilinmektedir. Napolyonhakkındaki eserler kendisi için tercüme edilmi ş ve istifadesine sunulmu ş-tur. Ayr ıca ibn H aldûn'un ünlü Mukaddime'sini kendisi için türkçeyetercüme ettirmi ştir. Kendisine okunan italyan dü şünürü Ma cchiavelli'nineseri "Hükümdar" için fazla bir takdir hissi duymam ış ve bueseri tercüme ederek kendisine okuyan veziri Artin'i 10 sahife kadarsonra durdurmu ştur. Bu hususta Artin şöyle demektedir: Dördüncügün okumayı durdurmam ı emretti. "Ma cchiavelli ile ilgili bana verdidiğinher şeyi okudum. İlk on sahifede yeni bir şey bulamad ım. Dahasonraki sahifelerin daha iyi olaca ğını ümit ettim. Fakat daha sonraki188


on sahifede ayn ı idi. Daha iyi de ğildi. Hele son sahifeler alelâde şeylerdi.Aç ık olarak ö ğrendim ki benim Macchiav elli'den ö ğrenece ğim birşey yok. Ben onun bildi ğinden fazla oyunlar biliyorum. Onun için bueseri daha fazla tercümenize lüzum yoktur" dedi.Mehmet Ali Pa ş a, insan haklariyle ilgili bir beyanname yayınlamadı. Memeleketin siyasi kurumlar ı üzerinde reform yapmaya te şebbüsetmedi. İdare tarz ı olarak geleneksel yoldan yürüdü. İsti şareye önemveriyor, kararlar ını müşavirleri ile yapt ığı tartışmalardan sonra kendisialıyordu. Onun en yakın müşavirleri aras ında ise ülema bulunmuyordu.Halbuki halkın lideri ve sözcüsü olarak M. Ali'nin iktidar ının kuvvetlenmesindeuleman ın yardımı olmu ştu. Fakat bir hükümdar ın, kendisininiktidara , gelmesine yard ımı olanları ortadan kald ırmas ı Mehmet AliP a ş a'nın Macchiavelli'yi okumadan ö ğrenmi ş olduğu derslerden birisiydi.Onun gerçekten isteyip istemedi ği bilinmemekle beraber Vak ıflar'amüdahelesi, uleman ın sosyal mevkii ve medrese üzerinde kötü tesirleryaptı. Böylece Mehmet Ali, ulemamn ve memliiklerin yerine Türk,Arnavut ve Kafkasyal ı askerlerden müte şekkil hatta içlerinde Ermenive Avrupal ı da bulunan bir idareci grup meydana getirdi. Halk ınsiyasete ait ilgisini k ırmaya çal ıştı .Paris'te idarecilik tahsili yapm ış bir Mıs ırlı gence: " İdare benimişim. Sen, Kahireye git ve orada askeri eserler tercüme et" demi şti.Bununla beraber Mehmet Ali P a ş a'nın modern Avrupa hakk ındabelli bir görü şü vardı. Avrupay ı, kaynaklar ını ve işlerini akıl yoluylaişleten ve halleden, hukuk ve siyasetin ölçüsü olarak bir milletin millikudretini esas alan, dinamik bir toplum kabul ediyordu. Bu görü şünerağmen islâm' ın savunuculuğunu da b ırakmıyordu. Osmanlı sultanınınemriyle Arabistan'da ortaya ç ıkan Vahhabi hareketini bast ırması,onun bu anlayışının bir ifadesiydi. Di ğer taraftan M ısır'da yahudilere veher milletten hristiyana iyi muamele ediyor; onlar ın ticari faaliyetlerinidestekliyor ve her türlü haklar ını garanti alt ında bulunduruyordu.Öyle anla şılmaktad ır ki, bat ılı devletlerin gerçek kuvvetlerinin ilmi birşekilde te şkilâtlanm ış istihsale dayand ığı hususunda Istanbul'da bulunançağdaşlarından daha ileri bir durumda bulunuyordu. Denebilir ki,Mehmet Ali Pa ş a, Mıs ır'ın yeni ekonomisinin esaslar ını hazırlamıştır.Sulama yoluyla pamuk ziraat ını geli ştirmiş, modern iç nakliye vepazarlama sistemlerini meydana getirmi ştir. Bu türlü çal ışmalarındakendisine Avrupal ı mühendis, doktor ve ö ğretmenlerin yard ım ve tesirleriolmuştur. Ayrıca Mısır'da meslek okullar ı açm ış, Avrupaya talebegöndermi ştir. Bu talebeler M ıs ır'a döndükleri zaman, onlara bilhassateknik eserlerin tercümesini emretmi ştir. Bu tercümeleri,ayr ıca kendi189


emir ve kararlar ını yayınlayacak resmi bir gazeteyi basmak üzerebir bas ımevi kurmuştur. İlk plânda kendisinin topçu subaylar ına,doktorlara, mühendislere ihtiyac ı olduğu anla şılmaktadır. Fakat bunlarınzaruri olan önemli bilgilerden fazlas ını da kazanmalar ını pekistemediği görülmektedir. Onları daima kontrol etmesi ve meselâ birgurup ö ğrencinin, Frans ız hayat ını yakından ö ğrenmeleri için bir gezitalebini reddetmesi bunu göstermektedir. Fakat şüphesiz yeni hünerlerdaima yeni bir takım fikirlerle birlikte gelmi ştir. Bu fikirlerin geli şindeve yerle şmesinde okullar ın büyük tesiri olmu ştur. Mısır 'daki okullardailk yabanc ı hocalar, italyan idiler ve italyanca, M ısır'da ö ğretilen ilkyabancı dil olmuştur. Fakat biraz sonra italyanca'n ın yerini frans ızcaalmıştır. Frans ızca ile birlikte V olt a ir e, Rousse au ve Mont es qui e u'-nun fikirleri de gelmiye ba şlamıştır. 1816 yılında ad ı geçen bu şahsiyetlerineserleri, M ısır'da bir okul kitapl ığında bulunabilmekte idi.AVRUPA'YA GÖNDERILEN İLK ÖĞRENCILER VE TAHTAVI(1801-1873)Avrupaya ilk defa gruplar halinde ö ğrenci gönderilmesi, 1826'danitibaren ba şlamıştır. Ba şlangıçta Türkler ve yak ın do ğu hristiyanları, çoğunluktaolmas ına ra ğmen, zamanla M ısır'dan gelen ö ğrenciler artm ışt ır.Yeni Mısır' ın ilk aydın kitlesini bunlar te şkil etmişlerdir. 1830 yıllarındanitibaren bunlar, memleket idaresinde rol oynama ğa ba şlamışlard ır.Bu kimseler teknik eserlerden ba şka eserler de tercüme ederek yay ınlamayaba şlamışlardır. Mısır' ın ilk dikkate de ğer siyaset dü şünürü R 1-f a` a el-T aht a vi de, bu zümre aras ında çıkmıştır. Hat ırlanaca ğı üzereOsmanlı imparatorlu ğunun bünyesini de ğiştirmek isteyen Genç Osmanlılar,bunun Avrupa cemiyetine has baz ı şekilleri benimsemedikce mümkünolam ıyaca ğına inanıyorlard ı. Istanbul'da görülen bu türlü dü şünceler,şüphesiz İmparatorlu ğa bağlı eyaletlerde de tesirini gösteriyordu.Bu bakımdan Mısır'da, genç Osmanl ılara paralel bir şekilde dü şüneninsanların bulunması tabii idi. Ancak, Mısırlı'ların sadece M ısır topraklarınıdüşünmek bak ımından Istanbul'da olanlardan ayr ıldıklarıgörülüyordu. İşte ad ı geçen R if a` a el- Taht a vi (1801-1873), ilk defa,Mısır milleti fikrini ortaya atan ve onu, Islam dü şüncesinin bilinentabirleri içinde aç ıklıyan ve hakl ı göstermeye çal ışan ilk yazard ır. Kendisi,yukarı Mısır'da Tahta kasabas ında yerle şmi ştir. Dini ilimlerle me ş-gul olan eski bir aileye mensuptur. İçinde ya şadığı zaman ın şartları onu,yeni bir dünyaya çekmi ş, ve yeni bir takım anlayışları benimsemesineyol açmıştır. Mehmet Ali'nin eski iltizam usülünü kald ırmas ı aile-190


sini servetinden mahrum etmi ş, genç Taht avi de, 1817 y ılında Ezher'eokumaya gitmi ştir. Orada geleneksel bilgileri ö ğrenmi ş, yeni baz ıfikirler hakkinda ilk intibalar ını da burada almıştır. Üzerinde devrinbüyük bilgirderinden birisi olan hocas ı Şeyh Has an el- At t ar'm büyüketkisi olmu ştur. Bu zat, N ap olyon'un. M ısır Enstitüsünü ziyaret etmi ş,orada Avrupa'da geli şmiş olan yeni ilimler hakk ında bir fikir edinmi ştir.İşte bu yolla Tahtavî de hocas ından bazı yeni şeyler ö ğren ınişti. Hocas ıkendisiyle ilgilenmiş, onu yeni Mıs ır ordusunda bir imaml ık görevinetayin ettirmiştir. İşte bu s ırada tahsil etmek üzere Fransa'ya gönderilenöğrenci grubuna Mehmet Ali Pa ş a tarafından imam tayin edilerek,o da, Paris'e gönderilmi ştir. Bu olaylar onun üzerinde önemli tesirlerb ırakmıştır. T aht a vi, bütün hayat ı böyunca bu yeni orduyu, yeniMıs ır' ın bir nüvesi gibi görmü ş, askeri de ğer ve faziletlere, MehmetAli'nin askerlerinin icraat ına daima sadık kalmıştır. Di ğer taraftanimamlık görevi ile gitti ği Paris, onun üzerinde daha etkili olmu ştur.Paris'te 1826-1831 y ılları aras ında be ş sene kalm ış ve ö ğrenci olarakde ğil de, imam olarak gitmesine ra ğmen kendisini sonsuz bir heyecanlayeni şeyler öğrenmiye verdiği bu yıllar onun için, hayat ının en verimlive en önemli bir devresi olmu ştur. Paris'te ilk i ş olarak çok iyi bir şekildeFrans ızca'yı öğrenmiştir. Ayrıca genellikle çeviri ve özellikle Frans ızca'darıarapcaya çeviri konusunda bilgisini art ırmıştır. Bundan sonrageniş ölçüde okumaya ba şlamıştır. Okuduğu eserler aras ında, ilk ça ğ tarihi,yunan felsefe ve mitolojisi, co ğrafyaya ait eserler, aritmetik vemantık'a ait eserler, Nap olyon'un hayat ı, Ra eine, Volt air e, C ondillac,Rousseau, ve Montesquieu'nun eserleri bulunmaktad ır.Şu liste göstermektedir ki, Frans ız aydınlanma devri dü şüncesi, Taht a-vryi deriiı bir şekilde etkilemi ş ve bu etkiler, T aht avi yolu ile M ısır'agelmiştir Bu düşüncelere göre, insan, kendisini içinde ya şadığı toplumunbir üyesi kabul eder. İyi bir toplum, adalet prensibi ile yönetilen bir toplumdur.Idarenin amac ı, halkın, idare edilenlerin saadetini dü şünmektir.Dikkat edilirse bu dü şünceler, İslam siyasi dü şüncesi içinde yetişmişbir kimseye garip gelmiyebilirdi. Zira bu gibi dü şüncelerin, İslamdüşünürlerinin fikirleri ile olan yak ınlığı açıkca görülmektedir. AncakT aht a vrnin yaz ılarında yeni bir takım fikirler de dikkati çekmektedir.Mesela halk, aktif olarak hükûmet idaresine i ştirak etmelidir. Ayr ıcahalk bu maksada uygun bir e ğitim görmelidir. Kanunlar, yenişartlara göre de ğişmelidir. Bir yer ve bir zaman için iyi olan kanunlar,başka bir yer ve ba şka bir zaman için iyi olmayabilir. Diğer taraftanT aht a vrnin, millet fikrini de, Monte s quieu'den ald ığı anla şılmaktadır.M ont e s qui e u, kanunların yap ılmas ında coğrafi şartlar ın önemi üze-191


inde durur. Bu fikir, co ğrafi olarak hudutlanm ış bir toplum gerçe ğinigerektirir. Bu belli bir yerde ya şayan bir topluluk demektir. Mont esquieu,ayrıca devletlerin yükselme ve y ıkılma sebepleri üzerinde dedurmu ştur. Asl ında bu sebepler, bir milletin ruhunda bulunur ve vatansevgisi, siyasi faziletlerin esas ına te şkil eder. T aht a vi, Paris'te bulunduğus ırada bu fikirlerin kendi memleketiyle ne şekilde ilgili olabileceğimeselesi üzerinde dü şünmekte idi. 0 s ırada mesela S ilv e s tr e deS acy gibi o devrin baz ı müste şrikleri ile tan ışmıştı. Onlardan eskiMısır ile ilgili yeni bir tak ım bulu şlan ö ğrenmi şti. Eski Mısır fikri, zihninidoldurmu ş ve onun dü şüncesinde önemli bir unsur olmaya ba şlamışt ı .Mehmet Ali'nin arzusuna ayk ırı olarak o günlerin Fransas ı, insanlarıve kurumlar ı hakk ında geni ş bilgiler edinme ğe çalıştı. Mısır'adöndükten sonra Pariste'ki hayat ını tasvir eden bir eser yazd ı . Tahlisel-ibriz ila telhis Bariz, büyük ün kazand ı. Türkçeye çevrildi. Bu eser,Fransa'n ın örf ve adetleri hakk ında enteresan ve do ğru gözlemleriiçine alıyordu. Taht a vi, tenkidsiz be ğenen bir kimse de ğildi. Onagöre, Frans ız erkekleri, hammlar ımn âdeta esiri idiler. Fakat temizli ği,çocuklar ın dikkatli bir şekilde e ğitimi, iş sevgisi, tenbellikten nefret,onların bir şeyin esas ım öğrenmek hususundaki entellektüel tecessüsüve her şeyin üstünde olarak da onlar ın sosyal ahlaki, ki şisel ilişkilerindebirbirlerine olan güvenleri ve nadir olarak ihanet etmeleri gibi hususlar,onu, çok etkilemi şti.Mütereim olarak Tahtavi ve Frans ızca'dan çevrilen eserlerT aht a vi, Mıs ır'a dönünce, bir müddet mütercim olarak çal ıştı .1836'da kurulmuş olan Lisan Okulu'nun ba şına getirildi. Ayn ı zamandamüfetti ş tayin edilmi şti ve resmi El-Vaka'i el-M ısriyye gazetesininnaşiri idi. En önemli işi, mütercimliği idi. 1841'de adı geçen okula ba ğlıolarak bir tercüme bürosu kuruldu ve onun idaresine verildi. Mütercimlerinçevirilerini, o, kontrol ediyordu. Bu devrede o, ço ğu coğrafya, tarihve askerli ğe ait olmak üzere 20 kadar eser tercüme etti. Kontrol etti ğieserler aras ında, antik devir, ortaça ğ ve Fransa krallar ı tarihleri, Yoltair e'in Büyük Petro ve XII. Charles' ın hayatı hakkındaki eserleri,R ob erts on'un Imparator V. Charles'ın tarihi, Yunan felsefecilerine aitbir eser ile Montesquieu'nün Considiration sur les causes de la grandeurdes romains et de leur decadence adlı eseri bulunmaktad ır. Bu liste, onunve efendisinin ilgi yönünü göstermesi bak ımından enteresand ır. M. Ali,kendisi tercüme i şine önem veriyor, büyük hükümdar ve askerlerinhayatlarının kendisine okunmasuu seviyordu. Ya kendisini onlarla k ıyaslamakistiyor, ya da onlardan bir şeyler ö ğrenmek istiyordu. Taht avi'yeMehmet Ali tarafından gösterilen yak ınlık, o öldükten sonra gösteril-192


memiştir. Mehmet Ali'nin yerine geçmek üzere seçilmi ş olan İ b-rahim, kendisinden önce ölmü ş, böylece Mehmet Ali'nin yerini,torunu Abbas alm ıştı. 1850'de T aht avi de, bir okul açmak üzereHartum'a gönderilmi ş, ertesi yıl onun Lisan. Okulu da kapat ılmıştır.Kendisi, yeni hükümdar ın ho şnutsuzluğunu celbetti ğine kanidir veHartum'da geçen 4 y ıhnı sürgün yılları olarak kabul etmektedir. AncakBu s ırada Fen el on'un Telemaque adlı eserinin tercümesi i şi ile me şgulolmu ştur. Fakat Abb as' ın yerine 1854'de Said'in geçmesi, onun talihinide değiştirmiş ve Kahire'ye dönmesine müsaade edilmi ştir. Tekrarkendisine ba ğlı bir tercüme bürosu bulunan bir okulun ba şına getirilmiştir.Said'in yerine İ smail geçti ği zaman, durumu de ğişmemiş veyeni e ğitim sistemini plânlayanlardan birisi olmu ştur. Bu s ırada türlükomisyonlara üye olmas ına ra ğmen ilmi çalışmalara da vakit bulabilmiştir.Devlete ait Bulak bas ımevinde Arap klâsikkrinin bas ılmas ıi şini te şvik etmi ştir. Bu klasikler aras ında İ bn H al dûn'un. eserininbulunmas ı, onun anlayışı hakkında bir fikir vermektedir. O s ırada esasgörevi, Frans ız medeni kanununu arapcaya çevirmek olan tercümebürosunu da do ğrudan do ğruya o idare ediyordu. 1870'den ölümünekadar E ğitim Bakanlığı adına bir dergi ç ıkarmış ve bu dergide bir çokmakale yayınlanmıştır.Tahtavi'nin eserleriTahtavi ayr ıca kitaplar da yazm ıştır. Bir Mısır Tarihi kaleme almakistemiş, bunun iki cildi ç ıkmıştır. E ğitim ile ilgili El-Mürşid el-Eminli'l-Benat ve'l-Benin (K ız ve erkek çocuklar için yol gösterici gerçekler),ile Mısır toplumu ile ilgili genel bir eser olan Menahic el-Elbab el- Mısrlyyefi Mebahic el-Edeb el-Asriyye (Ça ğdaş san'atlardan zevk almak için Mısırlılarıntakip edecekleri yollar), ba şhca eserleri arasmdad ır.Tahtavnain görü şleriBizi burada en çok ilgilendiren ad ı geçen son eserdir. Zira bu eser,Mısır' ın takip edece ği yol hakkında Taht a v rnin görü şlerini ihtivaetmektedir. Şekil bakımından bu, esas itibariyle, ekonomik faaliyetler,el-menari el-umumiye ile ilgili bir risaledir. Bu faaliyetler nedir? M ısırgeçmişte buna nas ıl sahip olmu ştu; onu nas ıl kaybetti ve onu tekrar nas ılelde edebilir? Bu kitap, T ahtavrnin o zaman yazd ığı bütün kitaplargibi, açılmış olan okullarda ö ğrencilerin okumas ı için kaleme al ınmıştıBu sebeple eski ushipta yaz ılmıştı ve baz ı görü şleri isbat etmek içinuzun hikayeleri içine al ıyordu. T ah t avi'nin sözlerinden, onun siyasetleve Mısır' ın gelece ği ile ilgili nazariye ve görü şlerini tesbit etmek imkan ıvardı. Onun görü şleri, Mısır' ın o s ıradaki idarecileri aras ında hakim193


olan fikirleri ifade ediyordu ve bunlar, İ smail zaman ında yap ılanreformların esas ını te şkil ediyordu.T a h t avi'nin toplum ve devlet hakk ındaki düşüncelerini ifade yolu,bütünü ile gelenekseldir. O, her hususta, Peygamber ve ashab ının örneklerineba şvurur. Onun siyasi otorite anlay ışı , İslam dü şüncesigelenekleri içindedir. Fakat konular ı açıklarken onları yeni bir görüşleele aldığı ve onlara yeni bir anlam verdi ği anlaşılmaktadır. Devlethakkındaki görü şü, XIX. yüzy ılın liberal anlayışı de ğildir. Sosyaladetlere ba ğlı islami bir görü ştür. Hükümdar, mutlak bir icra kuvvetinesahip olmal ıdır. Fakat hükümdann onu kullanmas ı, hukuk ve hukukukorumakla görevli olanlara gösterilecek hürmetle itidale getirilmi şolmalıdır. Bu idarenin halk ın elinde bulunmas ı fikri, ona Fransa'daiken okuduğu eserlerden ve edindi ği tecrübelerden gelmi ştir. Fransa'daiken 1830 devrimine şahit olmuş, hatta Paris'teki hayat ı hakkındakieserinde onu uzun uzun anlatm ıştı. Fakat bunun, M ısır'ın meseleleri ileilgili bir fikir olmadığını düşünmüştü. Mısır, mutlak kudreti elinde tutanbir müslüman tarafından idare ediliyordu ve müessir bir reform yap ı-labilmesi ümidi, bu mutlak idarecinin kudretini kullanmas ına bağlıidi. Kendi hayatının iniş ve yokuşları, bir hükümdann karakter veniyetlerinin nelere kadir oldu ğunu göstermişti. Bundan ba şka kendisiniParis'e gönderen, dönü şünde onun meslek hayat ı ile yakından ilgilenenMehmet Ali'ye minnet duyuyor, ayr ıca, Mısır' ı Mernlûklerin elindenkurtard ığı ve ona ilerleme yollar ını açtığı için onu, son derece takdirediyordu. Ona ikinci Makedonya'lı diyordu. Mehmet Ali, hayat ınızevkle okuduğu İ sk e nde r'in hayat ı ile kendisininki aras ındaki paralelliğinfarkında idi. Tahtavî, daha sonra Said ve İ smail hakkında daihtiyatlı bir dil kullanm ış, onlara, geleneksel sayg ıyı göstermiş fakatAbb as'a olan tavr ı, tabii olarak, dostca olmam ıştır. Sürgünde bulunduğuyıllarda kendisini Telemaque' ı tercümeye sevkeden, her halde,ne Fenelon'un üslübunun güzelli ği, ne de hikayeye kar şı olan ilgisiolmuştur. Bu eserin, asl ında Fenelon'un ö ğrencisi Duc de Buorgogn eiçin ahlaki bir risale olarak yaz ılmış olmas ı ve içinde ima yoliyle de olsa,XIV. L ouis'nin hudutsuz despotlu ğunun tenkidi bulunmas ı, böylecebu eserin, Abbas gibi mutlak kudret sahipleri için ahlaki bir dersniteliğini taşımasıdır. Diğer taraftan Fen e lo n'un idare hakk ındaki tavsiyeleride, Taht avi'ye zaman ının Mısır' ına tatbik edilebilir gibi görünmüştür.Hükümdarlar, memleketleri hakk ında doğrudan do ğruya vetam olarak bilgi sahibi olabilmelidirler. Onlar ı, ticaret ve ziraata te ş-vik etmeli, e ğitime önem vermeli, savunma için gerekli haz ırlık vesilahlanmayı yapmalı, her şeyin üstünde itidal ve adalet prensiplerine194


saygılı olmalıdırlar. Taht a vi, hükümdar ın otoritesini kabul etmekleberaber, onun bu otoritesini hudutlayan ahlaki kurallar üzerinde durmuştur. Bu bakımdan T aht avrnin görü şlerinin gelene ğe uygun olduğugörülür. Buna göre toplumu dört gurupta incelemek mümkündür.Hükümdar, ulema, askerler ve bunlar d ışında kalan, iktisadi istihsalile me şgul olan kimseler.Taht a vi, bu s ınıflardan ikincisine yani ulema'ya ve uleman ındevlet içinde oynad ığı role büyük önem verir. Hükümdar, ulemayahürmet göstermelidir. Onlar ı devlet idaresinde kendi yard ımcısı kabuletmelidir. Bu görü şte hemen hemen bütün islam fakihleri birle şmektedirler.Bütün islam memleketlerinde oldu ğu gibi Mısır'da da daha öncekiidareler devrinde ulema s ınıfı, halkın, devlet i şlerinde aktif bir rolalabilecekleri yegâne kurum olmu ştur. Bu anlamda ulema, halk ın birtemsilcisi durumundad ır. Bununla beraber Taht avrnin zaman ındanitibaren yeni usüllerle e ğitim görmü ş bir s ınıf ortaya ç ıkmaktayd ı .Bu sebeple T aht a vi, ulema mefhumuna yeni bir anlam vermekteydi.Onun görüşüne göre ulema, yüzy ıllar önce tesbit edilmi ş, yerle şmişbir gelene ğin sadece basit bir koruyucusu olmamal ıdır. Mezhep itibariyleşafii olan ve dini hukuk alan ında kendisini iyi yeti ştirmiş bulunanTahtavî, şeriat ın, kendisini ortaya ç ıkan yeni şartlara uydurmas ı lüzûmurıainanmaktad ır. Ona göre, böyle bir hareket, me şrû bir yoldur. Ancakmevcut gelene ğe göre, ictihad kap ıs ı kapanm ışt ır. Fakat, T aht a vi,kendisinden sonra gelen bir neslin bunu açaca ğına inanmaktad ır. Kendisibu istikamette ilk ad ımı atmıştır. ifade etti ğine göre, İslam hukukununprensipleri ile modern Avrupa kanunlar ının dayandığı tabii hukukprensipleri aras ında büyük ayk ırılıklar yoktur. Bunun aç ık anlam ışudur ki, İslam hukuku, yeni ihtiyaçlara uygun olacak şekil veistikamette yeniden tefsire tabi tutulabilir. Onun bu fikrini, yine İslamhukukuna ait bir prensip do ğrulamaktad ır. Mesela, bir müslüman,belli hallerde kendisinin ba ğlı bulunduğu hukuk sisteminden ba şka olanfakat me şrû sayılan diğer bir hukuk sistemini benimseyebilir. Bugörüş, Taht avi'den sonra gelen dü şünürler tarafından ele al ınarakMısır'da modern ve yeknesak bir Islam hukukunun meydana getirilmesindekullan ılmışt ır. Bu konu ile ilgili olarak Taht a vi, şu bilgileri devermektedir: E ğer ulema, yeni ihtiyaçlarm ışığı altında şeriat ı yeni birtefsire tabi tutacak ise, evvela modern dünyan ın ne oldu ğunu iyi bilmelidir.Bu ulema, ayn ı zamanda insan akl ının eseri olan ilimler üzerindede çalışmalıdır. T aht a vi'ye göre, felsefi gelenek ve Ali ilimler, İslamdünyas ında son zamanlara kadar canl ı bir şekilde mevcut olmu ştur.Fakat maalesef son zamanlarda bu ilimler adeta yok olmu ş ve195


zamanımızda Ezher <strong>Üniversitesi</strong>, milletin refah ı için zaruri olan yeniilimleri kabul etmemekte ısrar etmi ştir. Ulema, yeni ilimleri kabuletmelidir. Bu yeni filmlerin uzmanlar ı eski ulemanın sahip oldu ğu sosyalmevkiye sahip olmalıdır. Doktorlara, mühendislere ve devlete faydas ıolan diğer bütün ilimlerde üstad haline gelmi ş kimselere kıymet vermeli,hükümdar gerekti ği zaman bunlar ın fikirlerinden faydalanmal ıdır.Hükümdar ve ulemanm gerisinde bir bütün olarak toplum bulunmaktadır.Bütün diğer Islam dü şünürleri gibi T aht a vi için de, idare edenlerleidare edilenler aras ında kesin bir ayr ılık vard ır. Hükümdar, Allah' ıntemsilcisidir ve yaln ız ona kar şı sorumludur. Allah' ın iradesi alt ındahükümdarm karar ı bir hüküm halindedir. İdare edilenler ise, ona mutlaksurette itaata mecburdurlar. Böylece her ikisinin de vazifeleri bak ımındanaralar ında ayr ılıklar bulunmas ına rağmen bir taraftan da bu hakve vazifeler birbiriyle s ıkı bir şekilde ba ğhdırlar. Tebaa itaat eder, fakathükümdar da kendisinin ba ğlı bulunduğu Allah'a itaatiyle şartlanmışhudutlar içinde tebaas ını memnun etme ğe çalışır. Allah korkusu hükümdarıiyi hareket etme ğe zorlar. Bu bir anlamda da kamu oyundan korkmaolur. Zaman ımızda kamu oyu, devlet hayat ında aktif bir roloynamaktadır. Geçmi şte devlet idaresi, adeta hükümdarm gizli birişi olmuştur. Fakat zamarnm ızda bu ilişki hükümdar ile idare edilenleraras ında iyi münasebetler esas ına dayanmal ıdır. Fakat bunungerçekle şmesi için genel e ğitim şartt ır. Ayrıca memurlar ın e ğitilmesineözel bir önem verilmelidir. Hatta bir köy muhtar ı olmak için bile özelbir e ğitim gerekir. Bundan ba şka devlet memuru olmayan vatanda şlarda, kanunlar hakk ında bilgi sahibi olmal ı; kendi hak ve görevlerinibilmelidirler. Tahta vi, ulema dahil bütün halk ın mutlak surette bire ğitime tabi tutulmas ı fikrini israrla ileri sürerken kendi zaman ındagerek toplumun ve gerekse toplumu idare etme usallerinin geçmi şteolduğundan çok farkl ı bulunduğunu anlatmak istemi ştir. Bu aç ıklamalardananla şılaca ğı üzere o, esas itibariyle islami siyasi istikrarfikrini kabul etmekte fakat bu arada yeni bir fikir ortaya atmaktad ır.Bu yeni fikir, sosyal hayat ın de ği ştiği prensibidir. T aht a vi, Paris hakkındakiilk kitab ında Frans ız karakterinin görünü şlerinden biri olarakherkesin arzusunun kendi cedlerinden daha ileri gitmek oldu ğunu yazar.Orada bir zanaat ın ustas ı, daha önce bilinmeyen bir şeyi icat etmek;ya da icat edilmi ş bir şey üzerinde daha fazla çal ışarak onun eksiklerinitamamlamak ister. T aht avi ayn ı şekilde Menültic adlı eserindede toplumun iki maksad ı olduğu fikrini ileri sürer. Bunlardan birisi,Allah' ın arzular ını yerine getirmek, di ğeri de bu dünyada insan ın kendisinimüreffeh bir hale getirmesidir. Bu fikirler, yeni de ğildir. Fakat196


Taht avi'nin fikirlerinin yeni olan taraf ı refaha verilen anlamda toplanmaktadır.Bu anlam Avrupal ıların XIX. yüzy ılda anladığı şekildekibir ilerlemedir. Bu anlamda refah ın iki esas ı vard ır: İnsan ilkin dini veinsani vazifeleri yönünden e ğitilmeli; sonra insan ı servete, refaha götüreniktisadi faaliyetler üzerinde durmal ı, bir bütün olarak halkın kötü şartlarınadüzeltilmesine çal ışılınalıdır. Tahtavî, MenCthie adlı eserindeesas itibariyle bunlardan ikincisi üzerinde durur. M ısır'la ilgili iktisadide ğişmeden bahsederken o her şeyden önce ziraatte olan ilerlemeyikastetmektedir. Ona göre M ısır'da iktisadi hayat ın tabiatı ve bu sebeplegenel refah ın durumu, Mısır'da tatbik edilen idarenin tabiat ına bağlıdır.Mısır' ın iyi idarecileri, sulamaya daima dikkat etmi şlerdir. Bu dikkatgösterildiği zaman memleketin iktisadi imkanlar ı daima artm ışt ır.Taht a vi'nin ısrarla üzerinde durdu ğu bir diğer husus da, milli serveti,faziletin bir eseri saymas ıdır. Sosyal faziletler kuvvetli oldu ğu zaman,Mısır, daima müreffeh olmu ştur. Fazileti elde etmenin yolu ise e ğitimdir.Hayat ının çoğunu ö ğretmen ve idareci olarak geçiren Taht a vi, bukonuda neler yap ılaca ğı hakkında açık fikirlere sahip olmu ştur. Fikirlerinieğitime ait kitab ında belirtmi ştir. Ona göre e ğitim ve ö ğretim,toplumun tabiat ve problemleri ile ilgili olmal ıdır. E ğitimin amac ı,memlekette geçerli olan duygu ve prensiplerle gençlerin kalplerinibeslemek olmalıdır. Herkes ilkokul tahsili yapmal ı, orta ö ğretiminseviyesi yüksek vas ıflı olmalıdır. K ızlar da erkekler kadar tahsil görmelidir.Bu fikir, İ s m ail zaman ınm yeni siyasetini aksettirmektedir.Kızların okumas ı, üç sebeple zorunludur:1. Ahenkli bir evlenme ve çocuklar ın iyi yetiştirilmesi,2. Kadınların kendi kabiliyetlerinin hudutlar ı içinde erkekler gibiçalışabilmesi,3. Kadınların haremin dedikodulu bo ş hayat ından kurtar ılması .Taht a vi, birden fazla kad ınla evlenme aleyhinde bir şey söylememiştir. Ancak birden fazla evlenmenin kad ınlar aras ında adalet teminedilirse mümkün olaca ğı fikrini belirtmi ştir. Kendisinden sonra gelenyazarlar, bu fikri ele alarak birden fazla kad ınla evlenmenin do ğruolmadığı noktas ı üzerinde durmu şlardır.Tahtavi ve ayr ı bir Mısır fikriDiğer taraftan e ğitimin amac ı, ö ğrenciye sadece bilgi vermek değil,onda bir kişilik yaratmak olmal ıdır. Ayrıca beden sa ğlığı, aile vearkada şlık konular ı üzerinde durulmal ı ve her şeyin üstünde olarakvatan sevgisi, hubb el-vatan aşılanmalıdır. Insanlara yön veren esas197


fikir uygar bir toplum yaratmak olmal ıdır. Vatanda şların vatanda şlarakar şı görevleri vard ır. Bunlar, birlik ve beraberlik içinde bulunmak,kanunlara sayg ı göstermek ve gerekti ğinde fedakarl ık yapmakt ır. Vatandaşların bir diğer önemli haklar ı daha vardır ki, bu da, hür olmalarıdır.Zira gerçek bir toplum ve kuvvetli bir vatanseverli ği, hürriyet yarat ır.Taht avrnin hubb el-vatan'ı İ bn H al dün'un doktrinindeki asabiye,aynı toplum içinde ya şıyan insanları bir arada tutan, birbirine ba ğlayanduygudur. Bu duygu, sosyal sa ğlamlığın temelidir. Fakat T aht avi,bunu hazan dar ve yeni bir anlamda kullanmaktad ır. Bu zamanda art ıkotoriteyi kabul eden pasif tutumlu bir tebaa mevcut de ğildir. Uygar birtoplum yaratmak için vatanda şların aktif bir rol oynad ığı görülmektedir.Şimdi bahis konusu olan, birbirlerine kar şı, karşıhkh görevlerini yapanİslam ümmetinin üyeleri de ğil; aynı vatan içinde ya şayan insanlard ır.Böylece vatan sevgisi, modern anlamda bir toprak sevgisi demek olmaktadır.Bu yeni dü şünce, Mendhic'in bir bölümünde işlenmiştir.Taht avi, din karde şliği üzerinde durmu ş, bu arada "müslüman müslümanınkarde şidir" şeklindeki bir hadisi de nakletmi ştir. Ancak bundansonra şu ilav-ede bulunmu ştur: Bir müslüman ı diğer bir müslümanabağlayan duygular, kar şılıklı haklarla aym vatanda ya şıyan insanlarıda, biribirine ba ğlar. Zira onlar aras ında din karde şliğinin üzerinde millibir karde şlik vardır. Aynı vatan üzerinde ya şayan, onu geli ştirmekiçin birlikte çal ışan insanlar aras ında bir tak ım ahlaki bağlar da vard ır.Taht avrnin bahsettiği bu tabii toplum hangisidir? Ve bu vatan neresidir? Ona göre, bu toplum, M ısırlıların meydana getirdikleri toplumdur;söz konusu vatan da, M ıs ır'dır. T a ht a vrnin dü şüncesinde arapç ılıkfikri, yok denecek kadar azd ır. T aht avi, araplar ın İslam tarihindeoynadığı rolü takdir eder ve bunun savunmas ım yapar. Fakat o vatanseverliktenbahsederken bununla o, arapca konu şan herkes tarafındanpayla şılan bir duyguyu kasdetmez, sadece M ıs ır'da ya şıyanların paylaştığıbir hissi ifade etmi ş olur. Mısır'ın Taht a vi için büyük bir önemivard ır. Modern Mısır, firavunlar devri Mısır' ının me şrü bir devam ıdır.T aht avrnin muhayyilesi, eski M ısır' ın başarılariyle, medeniyetleriyledolu bir durumdad ır. Eski Mısır, onun için bir gurur kayna ğı olmaktan dafazlad ır. Çünkü o devirde, her türlü medeni hamle yap ılmış, sosyalahlâka, iktisadi bir refaha kavu şulmu ştur. Eski Mısır vaktiyle neyesahip olmuşsa modern M ısır, bunu tekrar kazanabilir. Zira modernMısır halkının fizik yap ısı bile, eski Mısır halk ının fizik yap ısı ile hemenhemen aynıdır. Durum böyle olunca, M ısır' ın bu eski faziletlerini verefah ını nas ıl kaybettiğini açıklamak zarureti vard ır. T aht a vrye görebunun tek sebebi, yabanc ı idarelerdir. Ortaça ğlar boyunca Memlük-198


ların idaresi, ilk Osmanl ılar zaman ında kısa bir carılanmadan sonraÇerkes beylerinin uzun süren kötü idaresi, M ısır' ı bu hale getirmi ştir.Bu görü ş ile T aht a vi, N ap oly o n'un daha önce üzerinde durdu ğumuzbeyannamelerinde ifadesini bulan görü şü aksettirmi ş olmaktadır ki,bu fikir, daha sonra gelmiş olan Mıs ırl ı yazarlar tarafından da benimsenmiş tir.T aht a vrnin son yıllarında yazdığı eserler aras ında Mıs ır Tarihihakkındaki iki cilt zikredilebilir. Bu eser, ölümünden sonra o ğlununbitirmesini istediği uzun bir serinin ilk 2 cildi olarak kaleme al ınmış ,modern Mısırlının vatan ı hakkında bilmesi lâz ım gelen bir özet halindemilli e ğitim için faydal ı bir eser olarak yaz ılmıştır. İlk cildi modernAvrupa kaynaklar ına dayanarak yaz ılmış eski bir Mısır tarihidir.İkinci cilt ise, Peygamber'in hayat ına ait olup, islâm kaynaklar ındantenkidi bir şekilde faydalan ılarak yaz ılmıştır. T aht a vi, modern bat ıörneklerine dayanarak, tarihi, eski ve modern olmak üzere 2 esas bölümeayırır. Fakat, bir müslüman olarak bu ay ırmada onun ba şlangıç noktas ı,Roma imparatorlu ğunun yıkılmas ı de ğil, Islâm' ın ortaya ç ıkışıdır. Tahtavrye göre islâm' ın ortaya ç ıkışı, tarihin en önemli olay ıdır. Bu bakımdanyeni bir devrin ba şlangıcıdır. Ancak o, islâm öncesi tarihininde önemleara ştırılmas ı kanısındadır. T ahtavrnin vatanseverli ği, siyaset felsefesiprensiplerinden ç ıkarılmış olmaktan ziyade ki şisel bir duygunun ifadesidir.Ta h ta vi, bir M ısırlı olarak eski M ı sır' ın medeni hamlelerinden gururduymaktad ır. Kullandığı vatan tabiri frans ızca patrie'nin kar şılığıdır.Frans ız ihtilalinin vatan anlay ışı, modern ideolojilerin kendi kendisinetapan millet anlayışından uzak, kendisini insanl ığın hizmetinde sayanbir anlay ıştır. Bu anlay ışı benimsemi ş olan T aht avrye göre M ısır' ınyalnız kendisi için de ğil ba şka ülkeler için de görevleri vard ır. Taht a vi,islâmiyet ile hristiyan dünya aras ındaki dini gerginliklerin yumu şamayabaşladığı bir s ırada ya şamıştı. Ona göre Avrupa'dan siyasi bak ımdanbir tehlike bahis konusu de ğildi. Hatta kendisi Paris'te iken frans ızlar,Cezayir'i i şgal etmi şti. T aht a vi, Paris hakk ındaki eserinde bu olaydanbahsetmesine ra ğmen Fransa'n ın orada siyasi bir hakimiyet kuraca ğıkanaat ında de ğildi. T aht avrye göre, Fransa ve Avrupa, ilmi ve maddiilerlemeyi temsil ediyordu. Hat ırlanaca ğı üzere bu devir, Avrupa'dabütün icatlar ın yap ıldığı bir zamand ı ve T aht a vi, Süvey ş kanal ından,Panama kanal ı projesinden, Amerika'n ın iki ucunu birle ştiren büyükdemir yollarından büyük bir takdirle bahsediyordu. Ula ştırma alanındakiyenilikler ona çok tesir etmi ş, hatta buharl ı gemileri övmek içinbir de şiir yazmıştı. T aht avrye göre, bu yenilikler, insanlar ı bir arayagetirecek; bu hal, onlar ın barış içinde ya şamalar ın ı mümkün k ılacakt ı .199


Bu sebeple Mısır, modern ilimleri benimsemelidir. Bu ilimlerin onlar ındinine herhangi bir zararlar ı yoktur. Şimdi Avrupa'da geli şmekte olanbu ilimler, bir zaman müslümanlar ın elinde idi. Avrupalılar onları müslümanlardanö ğrenmişlerdir. Şimdi onları geri alırken m ısırhlar asl ındakendilerine ait olan şeyleri geri aldığını iddia edebilir. Ayrıca yabanc ılaraiyi muamele etmek gerekir. Yabanc ıların Mısır'a yerle şmesi ve ne biliyorlarsaö ğretmeleri te şvik edilmelidir. Vaktiyle I. P s a m m t ek, yunanhlar ıMısır'a yerle şmeleri için te şvik etmi ş, onlara sanki m ıs ırlılarmış gibimuamele etmi ş idi. Mehmet Ali ve ondan sonra gelenler, firavunlarmme şrii varisleri olarak ayn ı prensipleri tasvip etmekte ve M ısır' ı eskisigibi yükselmektedirler.Böylece T aht av! hakk ındaki sözlerimizi özetlemek gerekirse,onun yaz ılarında, daha sonra gelenlerin üzerinde durdu ğu bir çok konularatemas edildi ğini görüyoruz. Bunlar da, k ısaca evrensel ümmet anlayışıiçinde milli toplumların bulunmas ı; devletin amac ının, insanlar ı dünyadave ahiretde saadete ula ştırmak olduğudur. İnsanlar, bu dünyadasaadete medeniyetin geli ştirilmesiyle ererler. Bunu temin etmek, devletinamac ıdır. Fransa, bu konuda iyi bir örnektir. Avrupa'l ıların ilerlemesi,akli ilimlerin kullanılmas ı ile mümkün olmu ştur. Geçmi şte bu aklailimler üzerinde çal ışmış olan mısırlılar, daha sonra bunlar ı ihmaletmi şler, Memlak ve Türk egemenlikleri yüzünden bu ilimlerin uza ğındakalmışlardır. Şimdi Avrupa'da daha da geli şmiş olan bu ilimleri ve onlarınverimlerini benimsemek suretiyle bugünkü medeniyet ak ımı içinde yeralabiliriz. Bütün bu fikirler, daha sonra gelen dü şünürlerin ba şhcakonusu olmuştur. Daha sonra gelenlerin baz ıları, T aht avrnin fikirlerininbir takım problemleri ihtiva etti ği kanaatinde idiler. Bunlar ınhalli belki mümkün de ğildi. Fakat dikkatle üzerinde durulmas ı gerekirdi.Mesela ilâhi vahyin , iddiaları ile bilgi kazanmak için ba şlıca yol olarakinsan aklmın ortaya koydu ğu iddialar, nas ıl telif edilecekti? Sonraşeriatle yeni kanunlar ı tevil nas ıl mümkün olacakt ı ? Şunu söylemekgerekir ki, ilahi ve be şer! kanun meselesi, T aht avrnin dü şünce sistemindea ğırlık merkezini te şkil etmiyordu. T aht av!, bu konuda sadecehükümdarın aşmamas ı gereken hudutlar ı ortaya koymakta idi. MehmetAli ve İ smail, bu hudutları zorlamam ıştı. Bu bakımdan onlar islamdüşüncesine yabanc ı olmayan kimselerdi. Bu sebeple yeni bir meseleortaya ç ıkarmamışlardı. Bu kimselerin yenilikleri, daha ziyade şeriat ınfazla bir şey söylemediği iktisadi hayat ile idare hayat ı hakkında idi.Hatırlanaca ğı üzere 1839 Tanzimat' ının gayesi ise imparatorlu ğunsadece askeri ve idari sistemini de ğiştirmek de ğil, aynı zamanda yeni birahlak ve te şrii sistem getirmek idi. Tanzimatc ılar için hukuk meselesi,200


ağırlık n.oktasuu te şkil ediyordu. Bu bakımdan Tanzimatç ılar, yapt ıklarıyeniliklerin, şeriatle çat ışma halinde bulunmad ığını göstermekdurumunda idiler.XIX. yüzyıhn ilk yar ısında İstanbul'da bu i şler olurken bunun,Avrupa dünyas ında pek yankısı olmadı. Fakat imparatorlu ğun başkabir eyaletinde İstanbul'da yap ılan reformlara benzer reformlar yap ıhyordu.Bu eyalet, Tunus idi. Orada tatbik edilmek istenen and el-aman,yeni te şrii ve siyasi prensiplerin bir ifadesi idi. Bunlar, ise hukukla ilgilibir takım meseleleri ortaya ç ıkarıyordu.Şimdi üzerinde duraca ğımız, Tunus'lu Hayrettin P a a'n ınhareket noktas ı, esas itibariyle, i şte bu mesele idi.TUNUSLU HAYRETTIN PAŞA (1810-1889)Tahsili, yeti şmesiHayrettin, Kafkasya'da 1810'da do ğmuş, genç ya şında Istanbul'agetirilmi ş, diğer bir çok hem şerileri gibi köle olarak sat ılmıştı. O s ıradaTunus Beyi bulunan Ahmet Bey'in hizmetine al ınmış; Ahmet Bey,kendisine dini oldu ğu kadar modern bir e ğitim verdirmi ştir. Hayrettinarapça'ya ilave olarak frans ızca da ö ğrenmiş, tahsili bitince de ordudakalmıştır. Kabiliyetleri sayesinde Bey'in teveccühünü kazanarakbir askeri okulun idarecili ğine getirilmi ştir.Siyasi hayatı1852'de Bey tarafından güç bir meseleyi halletmek üzere Paris'egönderilmi ştir. Paris'te dört y ıl kalmış, bu dört yıl onun ki şiliğine şekilveren bir devir olmu ştur. Burada büyük siyasi bir toplumun hayat ınımüşahade etmek imkan ını bulmu ş, ö ğrendiklerini kendi dünyas ınatatbik etmek istemi ş ve bu yolda çah şmıştır. Tunus'a dönünce önceBahriye Naz ırı yap ılmış, bundan sonra alt ı yıl müddetle Anayasa ileilgili reform hareketinin adeta mihveri olmu ştur. Hayrettin, 1860Anayasasını yapan komisyonun üyesi idi. Naz ırlığım muhafaza ederekaynı zamanda Yüksek Mü şavere Kurulu üyeli ğine tayin edildi. Butayin Tunus Beyinin kendisine olan itimad ını açıkça göstermektedir.Zaten Tunus Beyi 1859'da tahta ç ıkt ıktan sonra Hayr e ttin'i mutadolan ferman ı almak üzere İstanbul'a göndermi şti. İstanbul'a bu görevile gönderilmiş olan Hayrettin'in bir de gizli görevi vard ı. O sıralardaFrans ızların, Tunus'a ilgili ihtirasları açıkca belirmeye ba şlamıştı. Onlarabu kap ıyı kapamak için Osmanl ı imparatorlu ğunun ba ğımsız bir par-201


ças ı olarak Tunus'un durumunu takviye etmesi gerekiyordu. Tunus'dahissedilen Frans ız nüfuzuna, ancak Sultan' ın nüfuzu ile kar şı konabilirdi.Hatta frans ızlara kar şı koymak için Osmanlı devletinin bütünlü ğünükorumak istiyen büyük devletleri dahi davet etmek mümkün olabilirdi.Böylece Hayrettin'in gizli görevi, önce Tunus'un ba ğımsızhğım veTunus'u idare eden Hüseyni ailesinin irsi hakk ını Istanbul'a tamtma ğaçalışmak idi. Buna kar şı Tunus Beyi de, Osmanlı egemenliğini tanımaktadevam edecekti. O s ırada Osmanlı sultan!, frans ızlara kar şı koyacakbir durumda idi. Hayrettin, anayasa tecrübesinde oldu ğu gibi bu meseledede ba şarı kazanamad ı. Ancak bundan sonraki yirmi y ıl içinde H a y-r ettin, bir taraftan Avrupa nüfuzuna kar şı Türkiye'de bir kar şı hareketmeydana getirmek, di ğer taraftan Tunus Beyinin üzerinde bir anayasakontrolü kurmak için çal ışt ı. Bu ikinci husus, Hayrettin'in TunusBeyinin teveccühünü kaybetmesine sebep oldu. 1862 y ılında nazırlar ınBey'e kar şı mı, yoksa Yüksek Mü şavere Kurulu'na kar şı mı sorumluolması hususundaki bir anla şmazlık yüzünden naz ırlıktan istifa etti.Ancak Tunus Beyi'nin Hayrettin'in diplomatik faaliyetlerine ihtiyacıvardı. 1864'de ayn ı görevle tekrar Istanbul'a gönderildi. FakatHayrettin, gene ba şarı kazanamadı. Bu olaylar, onun, bir müddetsiyasetten çekilmesine sebep oldu. İşte bu s ırada 1867'de biraz sonraüzerinde durulacak olan ünlü eserini yazd ıMaliyesinin kötü durumu, Tunus'un gelirlerini idare etmek üzere1869'da milletleraras ı bir komisyonun kurulmas ını gerektirmi şti. H ayre t tin, bu komisyonun yürütme kurulunun ba şkanı oldu. 1871'detekrar Istanbul'a gönderildi. Bu sefer Hayrettin'in ba şarılı olduğugörülüyordu. Zira Almanya ile yapt ığı sava şta yenilmiş olan Fransa,Tunus'un Osmanl ı Imparatorlu ğunun bağımsız bir parças ı olduğu yolundakiIstanbul'un tasvib ferman ına etkili bir şekilde kar şı koyacakdurumda değildi. Bu zamanda Hayrettin Içi şleri, Dışişleri ve Maliyeişlerini kontrolünde tutan bir naz ır haline getirilmi ş; 1873'de ba şvekilyapılmıştı. Hayrettin bu mevkide dört y ıl kalmış, bu arada bir çokyenilikler yapmıştır. Idarenin ıslahı, evkafın ve dini mahkemelerinyeniden te şkilâtlanmas ı, şehirlerin ıslahı, Zeytune Camiinde yap ılanöğretimde reform, devlet bas ımevinin ıslah ve geni şletilmesi, bir genelkütüphanenin aç ılmas ı, arapça ile birlikte türkçe, frans ızca ve italyancanınve islâmi ilimlerin yan ında yeni ilimlerin okutuldu ğu modern birokulun kurulmas ı, yaptığı yeniliklerin ba şlıcalarıdır. Fakat bunlar ıyaparken de aym engellerle kar şıla ştı. Bu engeller, büyük devletlerinihtiras ve rekabetleri ile Tunus Beyi'nin kendi otoritesini korumak arzusuidi.202


Böyle bir durumda Hayrettin'in siyaseti, Tunusla ilgilenenİngiltere, Fransa ve İtalya aras ındaki muvazeneyi korumak oldu.Aslında kendi kudreti olmayan bir devlet taraf ından yürütülen muvazenesiyaseti, ince bir i ştir, tehlikelidir. Sonunda Hayrettin, bütün budevletlerin deste ğini kaybetti. Önce İngiliz, sonra Frans ız te şebbüslerinicesaretlendirmi şti. 1876'da Türk-Rus harbi ç ıkınca Hayrettin güçdurumda kald ı . İngiliz konsolosu Tunus'un efendisi olan Osmanl ısultanına yard ım göndermek istiyor, di ğer devletler buna kar şı çıkıyordu.Hayrettin, İngiliz konsolosunu tatmin edecek derecede olmamaklaberaber frans ızlar ı kızdıracak derecede in.gilizlere yakla şmıştı . Busırada Tunus Beyi de , kendisinin saltanata göz dikti ğini zannediyordu.Azledildi.Hayrettin Istanbul'daBöylece siyasi hayat ı sona ermi ş olan Hayrettin, İstanbul'agelerek orada yeni bir hayata ba şladı. Onu, İstanbul'a kitab ınıgörmü ş olan II. Abdülhamit davet etmi şti. İstanbul'da k ısabir zaman içinde Abdülhamid'e tesir edebilecek bir yak ınlıkkurdu. Kabul etmek laz ımdır ki, Hayrettin, kabiliyetli bir adamidi. İyi bir müslüman oldu ğu gibi kendisini Osmanlı imparatorluğununçıkarlar ını korumaya hasretmi ş bir kimse idi. Türkçeyiiyi bilmediği için oldukça ba ğımsız ve bir tak ım saray entrikalarm ın dauza ğında idi. 1878'de Osmanl ı sadrazam ı yap ıldı. Zamanında yap ılanönemli bir hareket, M ısır hidivi Ismail'in yerinden uzakla ştırılmas ıidi. İ smail, Mısır' ın, Sultan'a olan ba ğlarını gevşetmek suretiyle Avrupamüdahalesine yol açmıştı. Fakat aradan bir müddet geçince Hayrettinbir takım güçlüklerle kar şılaştı. Bu güçlüklerin baz ıları doğrudan do ğ-ruya kendi eseri idi. Hayrettin'in ki şiliği, çalışma arkada şlariylekolay ilgi kuracak bir şekilde de ğildi. Kişiliği o derece kuvvetli idi ki,efendisi Sultan ile olan münasebetleri bile rahat de ğildi. Sultan ile olankonuşmalarinda, Sultan' ın yüksek otoritesine uygun olmayacak bir şekildeHayrettin'in ki şiliği ortaya ç ıkıyordu. Bu hususlar d ışında Hayrettin,İstanbul'da da Tunus'ta kar şılaştığı meselelerle kar şı karşıyageldi. Bunlar da, kısaca şöyle özetlenebilir: Mali karışıklık, büyük devletlerinnüfuz mücadelesi, Sultan' ın kendi otoritesini kontrolsuz olarakkorumak arzusu. Gerçi kendisini ingiliz ve frans ızlar desteklemekteidi. Fakat, bu yeterli de ğildi. Yapmak istediği reformlar, devletin kötümali durumu yüzünden mümkün olmad ı. Istediği yardımı ingilizlerkabul etmedi. Bu s ırada bir taraftan Osmanl ı ordusunun, bir taraftanda ruslar ın destekledi ği muhafazakar müslümanlar ın muhalefeti ilekar şılaştı. Ba şlangıçta Sultan kendisi ile birlik halinde görünüyordu.203


Fakat yapaca ğı reformlar için Hayrettin, sultana tesir etme ğe çalışınca,II. Abdülhamid, 1879'da i şine son verdi. Hayrettin, bundan sonraemekli olarak Istanbul'da ya şad ı ; 1899'da da öldü.EseriResmi yaz ıları ve ölümünden çok sonra yay ınlanan hat ıratındanbaşka Hayrettin'in siyasetle ilgili bir eseri vard ır. Arapca yaz ılmış olanbu eser, Akvam el- Mesalik fi Marifet Ahval el- Memalik adını ta şımaktadır.Arapca asl ı ilk defa 1867'de Tunus'ta, sadece mukaddimesi, Reformesnecessaires aux Etats Musulmanes (Müslüman devletlere gerekli reformlar)adı ile frans ızca olarak Paris'te bas ılmış ve bu eser, zaman ında büyükilgi uyandırmıştır. Öyle anla şılıyor ki, Hayrettin, bu kitab ı yazdığızaman, vaktiyle İ bn H ald iin.'un yapt ığı gibi, kendisinin de, moderndevir için bir şeyler yapabilece ğine dair kafas ında bir fikir vard ı. Herikisi de Tunuslu idiler. Her ikisi de kitaplarını siyasi hayattan çekildikleris ırada yazmışlardı. Her iki kitap da, bir dereceye kadar devletlerinyükseliş ve çökü şü meseleleri ile ilgili idiler. Her iki eser de, genel prensiplerinortaya konduğu bir mukaddime ile muhtelif k ısımları ihtivaetmektedir. Ancak bu iki eserin aras ında şu fark vard ır: İ bn H ald n'unkitab ı, müslüman sülâlelerin tarihleri üzerinde durdu ğu halde, Hayrettin'ineseri, Avrupa devletlerinin tarih, siyasi yap ı ve askeri kudretleriyleilgilenir. İbn H ald ân'un eseri gibi, Hayrettin'in eserininde önemli kısmı mukaddimesidir. Burada Hayrettin, bu kitab ı, niçinyazdığım anlatır.İslam devletleri için gerekli reformlarSöyledi ğine göre, bu kitab ı yazmas ının iki sebebi vard ı İlkin gayretlidevlet ve din adamlar ının, İslâm toplumunun refah ı ve İslâm medeniyetiningelişmesi için gerekli olan şeylerden yapabildikleri kadar ını benimsemelerinitemin etmek fimin benimsenmesi, bir memleketi ileriye, servetegötürecek yollar ın haz ırlanmas ı gibi. İkinci olarak bu dünyada değerlikabul edilen şeylere, bizim dini hukukumuzla uygunluk halinde bulunandi ğer din mensuplar ın ın amellerine kar şı gözlerini kapamakta israredenleri, müslüman olmayanlar ın işlerinden ve kurumlarmdan sak ınmakgerekti ği fikrinde olanlar ı ikaz etmek. Di ğer bir ifade ile söylemekgerekirse Hayrettin, modern dünyan ın en kudretli ve en medeni toplumlarınıntahlilini yaparak, toplumlar ın kudret ve medeniyelerinin nedenleriniaç ıklamak, bu arada toplumda devletin rolünü belirtmek istedi.Avrupa'dan düşünce ve kurumlar almakOna göre zaman ımızda müslüman devletleri kuvvetlendirmenintek yolu, Avrupa'dan kurumlar almakt ır. Böyle yapmamn şeriata204


aykırı bir hareket olmadığına, tersine onun ruhuna uygun bulundu ğunaözellikle sünni müslümanlar ı inand ırmak gerekti. Hareket noktas ıolarak da Hayrettin, geleneksel devlet nazariyesi üzerinde duruyordu.Düşüncesinin esas konusu, Tahta vrninki gibi millet de ğil, İslam ümmetiidi. 0 da T aht a vi gibi vatan, vatan sevgisi tabirlerini kullanmaktafakat bunlar ı, siyasi toplum manasma, daha geni ş anlamda kullanmaktaydı.Hayrettin, her milleti ayr ı sayan modern milliyetçilik anlay ışınınuza ğında idi. Onun söyledikleri, bütün İslam devletlerine tatbik edilebilirdi.Fakat onun ilgisinin merkezi, İslam devletlerinin en büyü ğü,halifeliğin de üzerinde bulundu ğu Osmanlı imparatorluğudur. E ğeriktidar, mutlak bir l ıükümdann elinde ise, bu hükümdann iktidarnuadil bir şekilde kullanmas ı nas ıl temin edilecektir ? Adalet, devletin temelidir.Normal şartlar içinde onun tek garantisi, hükümdat ın kudretininhudutlandırılmasıdır. Kendili ğinden iyi ve akıllı olup, doğru hareketeden hükümdarm bulunabilece ği fikri yanlış de ğildir. Ancak böylehükiimdarlar çok nadirdir ve bunlar ın seçtikleri bir yolda devam edeceklerinigaranti etmek güçtür. Genellikle hükümdarm kudreti, ikişekilde hudutland ırılabilir: Evvela hükümdarm kudreti ister vahyedilmişolsun (şeriat), ister tabii olsun (kanun-i akli) kanunla sm ırlandınlır.Sonra dam şma ile, me şveret ile hudutland ınlabilir. Hükümdannisti şarede bulunabilece ği iki s ınıf vard ır. Ulema (bilginler) ve kralı.(ileri gelen idareciler). Bunlar, hükümdarla serbestçe konu şabilecekiktidarda olmal ı, onu doğru yola iletmeli, kötü i şlerden al ıkoymalıdır. Eniyi devlet, bu hudutlar ı belirten istikrarl ı kanunların ve bunları açıklayıpkoruyacak kaliteli ki şilerin mevcut oldu ğu devlettir. Orijinal şekliyleİslam ümmeti, böyle bir devletti. Bu devam etti ği müddetce müreffeh,kudretli ve yüksek seviyede medeni oldu. Fakat bu alt ın devrinibir çöküntü takip etti. Bu çöküntü devrini ilk Osmanl ılar zaman ındakısa bir restorasyon yani yeniden ihya devri takip etmi ş, Osmanlılarİslam dünyas ına yeni bir enerji vermi şler ve onun refaha kavu şmas ınıncsaslarım haz ırlamışlardır. Osmanl ılar, kanunlara hürmet etmi şler,sultanlara do ğru yolu gösteren bilgin ve vezirleri i ş başında tutmu şlardır.Osmanlı devrinde sultan, do ğru yoldan çıkınca ulemanın, onu dahi, hal'edebilece ği fikri kabul edilmi ştir. Fakat biraz sonra bir taraftan i ş ba şınagetirilecek insanlar ın seçimindeki isabetsizlik, bir taraftan da Yeniçerilerinbozulmas ının sonucu- olarak Osmanh imparatorlu ğu da gerilemeyeba şlamıştır. Sonuç olarak imparatorluk içindeki ba ğlar tamamiylegev şemiştir. Uzak bölge idarecileri, istedikleri gibi harekete ba şlamışlardır.Imparatorlu ğun gayri müslim tebaalar ı gözlerini yabanc ı hamilereçevirmi şlerdir. Böylece ba şlıyan büyük devletlerin müdahalesi sonucu,205


Osmanlı eyâletleri birer iki şer ayrılmaya ba şlamışlardır. Imparatorlu ğunbu tahlili ile ilgili olarak baz ı eserlerden yap ılan nakiller, Hayrettin'ineski islami eserleri büyük ölçüde okudu ğunu göstermektedir. Hayrettin,yeri geldikçe Kur'an ile hadislerden ba şka İ bn Haldûn, Gazali,İ b n el-Ar ab î ve M aver di'den nakiller yapm ıştır. Fakat bunlar aras ındaThiers, Montesquieu, Polybius ve Tahtavi'nin Paris seyahatnamesinede at ıflar bulunmaktad ır. E ğer İslam ümmeti, Avrupa'n ınkudretini yapan şeyleri ö ğrenir benimserse, yeniden kudretini kazan ır.Öyle ise öğrenilecek olan nedir ?Sorumlu nazırlar ve parlamentoAsker ve devlet adam ı olan Hayrettin, her şeyden önce askerive iktisadi kudret ile ilgiliydi. Fakat Hayrettin, biliyordu ki kudretaslında ba şka bir şeyin verimidir. Maddi kudret, e ğitime; e ğitim de,siyasi kurumlara dayan ır Avrupa'nm kudret ve refahmun esas ı, adaletve hürriyete dayanan siyasi kurumlar ıdır. Diğer bir tabirle sorumlulu ğuolan naz ırlar (kabine) ve parlamentolard ır. Bu, kişi hürriyeti ve hükûmetidaresine kat ılma demektir. Bunlar olmaks ızın maddi refah mümkündeğildir. Hürriyet, insana çal ışma ve çalışmanın kar şılığını alma emniyetiverir. E şyanın ve halkın serbestçe hareketi (mübadele) olmaks ızın iktisadirefah mümkün de ğildir. Avrupa maddi geli şmesini serbest iktisadikuruluşlara borçludur. T ıpkı Taht avi gibi Hayr e t tidi de Avrupa'n ınSüveyş Kanalı, Trans-Amerika demir yollan gibi yeni ve dev ula şımmetod ve araçlar ı büyük ölçüde etkilemi ştir. Bundan ba şka Banguede France ve Hindistan'da bir imparatorlu ğu ortadan kald ırmış olanEast India Company gibi kurumlar ın yapmış olduğu büyük yatırımlar,mucidler için ödüller da ğıtılması ve bu vesilelerle açılmış olan büyüksergiler, Hayrettin'in son derece dikkatini çekmi ştir. Hürriyet olmayanyerde bilgi yay ılma imkanı bulamaz. Bunun en büyük delili, devrimdensonra Fransa'da kütüphane ve akademilerin say ıs ının son derece artm ışolmas ıdır.Hayrettin'e göre Tanzimat'a kar şı olanlarBilindiği üzere, modern Avrupa'dan baz ı şeyler, Osmanl ı imparatorluğunaHayrettin'in genellikle tasvip etti ği Tanzimat ile girmi şti.Hayrettin, Tanzimat ın uzun bir savunmas ını yapar. Onun söyledi ğinegöre Tanzimat'a muhalefet, bir taraftan kamu oyunu temsil hakk ıverilmi ş olanlardan, di ğer taraftan imparatorlu ğun kendisini yeniliyerekıslah etmesini istemeyen muayyen yabanc ılardan gelmektedir.Hayrettin, Taht avi zaman ında henüz göze çarpmayan di ğer birhususun da fark ındadır. Bu da, Avrupanın baskısı ve müdahalesidir.206


E ğer bazı Avrupa devletleri, kendi vatanda şlarımn Osmanlı kanunlarınatabi olmalarına müsaade etmeyi reddederlerse reform imkans ızd ı .Nitekim onlardan baz ıları, Osmanlı imparatorlu ğunu tekrar kuvvetli görmekistemedikleri için bu müsaadeyi vermemi şlerdir. Fakat mahiyetinive sonuçlar ını gerçekten yanl ış anladıkları için Tanzimata kar şı olanlarda vard ı. Baz ı kimseler de, bu yenili ğin memurlara fazla para ödemekiçin halktan fazla vergiyi gerektirece ğine inanıyordu. Halbuki tersinevergi art ırmak mutlak idarelerin özelli ğidir. Hür bir cemiyette halködeyece ği vergilere kendisi karar verir. Baz ı kimseler de, zaman israfıve bu yüzden haklar ının kayboldu ğu inancında idiler. Yeni mahkemelerinınuamelelerinin uzun sürdü ğü söyleniyordu. Fakat şüphesiz yeni elemanların yeti şmesine kadar sürecek bu hal, geçici idi. Baz ıları da, bu yenikurumlar ın islam'a ayk ırı olduğu kanaat ındaydı . İşte böylece mes'elenincan alıc ı noktas ına gelmi ş bulunuyoruz.Avrupa'dan alınan kurumlar islâm'a ayk ırı değildirHayrettin, aç ık bir şekilde şunu belirtmektedir ki, Avrupanınileri olmas ı, hiç bir surette onun hristiyan olmas ından dolayı değildir.Hristiyanhk, insanlar ı bu dünyada de ğil, öbür dünyada mesutetme gayesinde olan bir dindir. E ğer Hristiyanhk dünyevi ilerlemeyesebep olsayd ı, Papal ık devletinin, Avrupan ın en geri de ğil, enileri devleti olmas ı gerekirdi. Böylece diyebiliriz ki, müslüman memleketler,Avrupan ın ilerleme nedenlerini benimsemeye çal ışmakla hristiyanlığıbenimsemiş olmayacaklard ır. Müslümanlar sadece Islam ümmetinin eskikurumlar ının modern karşılığını benimsemiş olacaklard ır. Modern Avrupa'nınkarakteristik kurumlar ı nelerdir? Bunlar, sorumlulu ğu olan naz ırlar,parlamentolar ve bas ın hürriyetidir. Sorumlulu ğu olan modern naz ırfikri, korku veya teveccühü dikkate almaks ız ın fikir veren islami "iyivezir" fikrinden çok farkl ı de ğildir. Parlamentolar ve bas ın, Islam' ınme şveret fikrini kar şılamaktadırlar. Parlamento üyeleri, Islam devletlerindeki"ehlu'l-hall ve'l-akd" olan ulema ve ayan ın yerini tutmaktadırlar.Böylece aç ık olarak denebilir ki, Avrupa kurumlar ını kabul etmekiçin Hayrettin, hukukun bir aç ıklamas ını yapar. Hangi yollarla edindiğiaçık olmamakla beraber bunu yaparken son Hanbeli fakihlerindenfaydaland ığı anla şılmaktadır.Hayrettin'e göre şeriatBilindiği üzere, şeriat ın menşei ilahidir. Esas ı, insanı dünya ve ahirettesaadete götürmektir. Fakat şeriat, evvela de ğişmez, sabit de ğildir,sonra bir fert veya hükümetin yapmas ı veya sak ınması gereken her şeyiteferruatl ı bir şekilde ortaya koymu ş bir kanun de ğildir. Aksine onun aç ık207


ir şekilde yasak etmedi ği her şeye, e ğer bu şey, sosyal zaruretlerle uygunlukhalinde ise müsaade edilmi ştir. Hükümetlerin en üstün rehberi, buzaruret yani maslahat prensibi olmal ıdır. H ay r et t in, burada Hanbelifakihlerinden ibn K ayyim el-C e v ziyy e'den nakilde bulunur. Onunsöylediğine göre, hükümetler, hukukun aç ık prensipleri, ya da onlardançıkarılmış hükümlere kar şı bulunmaktan sak ınmalıdırlar. Fakat bilinmelidirki ihtiyaç ve zaruret, sadece şeriat ın emrettiği şeylerden ibaretdeğildir. İyi olan, iyilik yolunda yap ılmış olan her şey, gerçekte Allahtarafından vahyedilmemi ş ya da peygamber tarafından söylenmemi şde olsa, şeriatla uygunluk halindedir. Zira şartlar daima de ğişir. Bununlabirlikte bir toplum için faydal ı ve zaruri olan şeyler de de ğişir. Busebepledir ki, kanunlar ve politikalar daima de ğişmelidir. Bunlar üzerindeulema ve icra adamlar ı arasında anla şmaya varılmış olmandır. Bundansonra da, toplumun ç ıkarı için zaruri olan şeyler teklif edilmelidir.Sıhhatli bir reformun şartlarıBöylece görülüyor ki, s ıhhatli bir reformun ilk şartı, ulema iledevlet adamlar ı aras ında anla şma olmaktad ır. Fakat, bunun yap ılabilmesiiçin uleman ın, zamanın ruhu ile temas halinde bulunmas ı lazımdır.Eğer ulema, toplumda olan de ğişmelerin uza ğında ise, onların tavsiyeleria ğırlığını hissettiremiyecek, böylece icra adamlar ı, kendi heyecan vetemayüllerini takip etmekte serbest b ırakılmış olacaklardır. Bu sebepleulema, bir taraftan toplumda olan de ğişmelerle, bir taraftan da devletlesıkı temas halinde bulunmal ıdır. Ulema'n ın, olaylarla yakın temashalinde bulunmas ının bir şartı da, onların aynı zamanda kanunlar ınesas ım te şkil eden bilgilere sahip olmalar ıdır. Zira hukuk maddelerinintatbikat ı bile bir takım metin bilgisini gerektirir. Bunun yan ında eskimetinlerin tatbik edildikleri zaman ın şartlar ının da, dikkate al ınmasıgerekir.Yeknesak bir İslam hukukuna olan ihtiyaçHukuk alanındaki görüşleri böylece aç ıklanmış olan Hayrettin,bu nazari dü şünceleri yanında, bu prensipleri tatbik ederek modern veyeknesak bir İslam hukuku meydana getirmek için ciddi bir şekildeçalıştı. Dostu ve çal ışma arkadaşı Muhammed Bayram, ba şvekilolduğu zaman Hayrettin'in bu maksat için bir proje haz ırlad ığınıifade eder. Onun söyledi ğine göre Tunus'ta Avrupal ı tüccarlar ın büyükbir kolonisi bulunmakta idi. Bunlar, Avrupa devletleri taraf ından siyasimaksatlarla kullan ılan tehlikeli bir unsur te şkil etmekteydi. Bunlar,memleketin kanunlar ı yani şeriat içinde mütalaa edilmedikçe tehlikeliolmakta devam edeceklerdi. Fakat yeknesak bir İslam hukuku da208


mevcut de ğildi. İslam hukukunun tefsiri muhtelif olunca ve bir hakim,ya da bir mahkeme onu ayr ı bir yolda tatbik edince, bu hukukun, ad ıgeçen yabanc ılara tatbiki beklenemezdi. Bu sebeple Hayrettin, Osmanl ıhükümeti ve Tunus Beyinin bağlı olduğu Hanefi ve Tunus halkının bağlıbulunduğu Maliki ulemas ından müte şekkil bir komisyon kurdu. Amac ı ,tabi olunacak bir tek kanun meydana getirmekti. Bu maksatla M ısır'datatbik edilen yeni kanunlar, memleketin örf ve âdetleri dikkate al ındıAncak bu çal ışmalardan bir sonuç ahnamad ı. Hayrettin'in ba şvekilliğisona erince, komisyonun çal ışmalar ı da durdu. Bu çal ışmalar şunuortaya koydu ki, maslahat prensibi, iki ayr ı yolda kullan ılabilirdi.Evvela bu prensip, şartlar elveri şli olduğu zaman kurumlarda olan birde ğişikliği haklı gösterir. Fakat ayn ı zamanda şartlar elveri şli olmadığızaman olacak bir de ğişikliği tasvip etmemek anlam ına gelir. Hayrettin,bir Tunus Anayasas ı meydana getirmi ş, onu işler hale koymak içingayret göstermi şti. Fakat Hayrettin, bir bütün olarak İmp aratorluktagerçek parlamenter kurumlar ın kabul edilip edilmemesi hususundamütereddit idi. Bu vesile ile o, halk tarafından seçilmi ş bir meclis içinGenç Osmanl ılar'm yaptığı te şebbüs üzerinde durmakta, bunu prensipolarak tasvip etmekte, fakat gerçekte onun tehlikeli oldu ğunu dü şünmektedir.Ona göre, Osmanl ı müslümanlar ının hareket noktalar ı iyifakat Osmanl ı hristiyanlar ının niyetlerinden emin olunabilir mi? Onlar ınas ıl amacı, Osmanlı devletinin otoritesini y ıkmakt ır. Bu hususta onlardışarıdan te şvik edilmektedirler. Siyasi hürriyetler, e şit haklar ı gereklikılar. Herkes imparatorlu ğa sadık kalmadıkça e şit haklar nas ıl bahiskonusu olabilir? Böylece görülmektedir ki, Hayret tin.'e göre siyasihürriyetlerin verilmesine ba şlıca engel, imparatorlu ğun bu bünyesidir.Hayrettin, hayat ının son yıllarında ihtiyatl ı olmakta devam etti.1870 tarihlerinde Tunus Ba şvekili oldu ğu zamanlarda Anayasa ile ilgilikanunlar hususunda bir şey yapmad ığı için çok tenkid edildi. Kendisinitenkid edenlere görü şlerini açıklayan bir muht ıra ile cevap verdi. Onagöre, Anayasa ile ilgili kanunlar ın bir anlam ı olabilmesi için iki hususunbirarada bulunmas ı zarureti vard ır. Evvela onlar ı ilan etmek, icra mevkiinekoymak isteyen bir hükümdar; sonra onlar ı anlayan ve kabul etmekisteyen bir halk laz ımdır. Tunus'da bunların hiç biri mevcut de ğildi.Bu sebeple, burada Anayasa, anlam ı olmayan bir söz demekti. Hayrettinimparatorlu ğun sadrazam ı olduğu zaman Osmanl ı Anayasas ı ilan edilmi ş(1876), daha sonra II. Abdülhamit taraf ından kald ırılmıştı. Bu s ıradaHayrettin'in savunmas ını yaptığı yenilikler, her halde yukarda aç ıklanangörü şünün sonucu olarak parlamentoyu geri getirmek, ona kudretvermek de ğil, daha ziyade Sultan'a kar şı naz ırların durumunu kuvvetleri-209


dirmek hedefini güdüyordu. Gerçi onun Millet Meclisi'ni yeniden açmakistedi ği do ğrudur fakat o ayn ı zamanda seçim kanununu da de ğiştirmeyitavsiye etmi ştir. Ona göre, bu ve di ğer baz ı maddeler, ço ğu anayasal ıAvrupa devletleri için bile çok liberal say ılabilirdi. Bununla beraberHayrettin'in üzerinde durdu ğu konu, naz ırların sorumluluğu ile ilgilidir.Naz ırlar aras ında ahenk bulunmal ı, naz ırların memurlar üzerindebelli bir otoritesi olmal ıdır. Bir naz ır, belli bir konuda bir karara vard ığızaman, Sultan, bu karar ı ya kabul etmeli, ya da bu mesele için ba şka birn.az ıra ba ş vurmal ıdır. K ısaca özetlemek gerekirse Hayrettin içinönemli problem, modern demokrasi yani halk ın kendi kendini idare etmesimeselesi de ğil daha ziyade islam dü şüncesinin bir meselesi, yani idareedenin nas ıl hareket etmesi gerekti ği meselesidir. Böylece Hayrettineski "iyi vezir"in ödevlerini, kudretli, sorumlu bir naz ıra yapt ırmak suretiylemeseleye, yeni bir form içinde geleneksel cevab ı vermektedir. Dahaönce Taht avi'de gördü ğümüz bu hal, her ikisi için de tabii görülebilir.Zira Frans ız kültürü ile temas etmeden önce her ikisi de, geleneksel biryolda yeti şmi şlerdir. Yazd ıkları eserleri, bat ı kültürü ile kendilerininyapmış olduklar ı gibi temas ı olmayan müslüman araplar için kalemealdıklarından modern bat ı medeniyetini, geleneksel islami terimlerlesavunmak istemi şlerdir. As ıl davalar ı, müslüman kalarak moderndünyanın nas ıl bir parças ı olabileceklerini ara ştırmak olmu ştur.HRISTIYAN ARAPLARHalbuki misyoner okulları ve ticaret yoluyla Avrupa ile temashalinde bulunan hristiyan araplar için böyle bir problem yoktu. OnlarAvrupayı yabanc ı saym ıyorlard ı. Bundan ba şka muhtaç olduklar ıfikirleri al ırken kendi kendilerine kar şı bir sadakatsizlik hissine kap ılmıyorlar,kendilerini hem şehrilerime, hatta cedlerine kar şı hakl ı göstermelüztim ve ihtiyac ını duymuyorlardı. Onlara modern Avrupa dü şüncesi,insanların hakları ve görevleri, toplumun tabiat ı ve iyilikleri şeklindeö ğretiliyor; bu fikirler, bu kapal ı cemaatler için siyasi hayat yolunuaçmak şeklinde görünüyor ve böylece 1839 ve 1856 fermanlar ı müslümanlarve hristiyanlar için ba şka ba şka anlam ve önem ta şıyordu. Bu fermanlar,bir Osmanl ı müslüman ı için yeniden kudret kazanma anlam ınıta şıyordu. Hristiyanlar ise, bunlar ı, bir takım hakların ilan ı kabul ediyorlardı.Bu s ıralarda yeni bir olayla kar şıla şıldı. XVIII. yüzyılda hristiyanaraplar tarafından pratik maksatlar için yap ılan Arap dili üzerindekidikkatli çal ışmalar, ba şka bir sonuç verdi. XIX. yüzy ılın, ilkyarısında hristiyan Lübnan, ilk defa Arap dilinin büyük bir üstad ını,Şeyh Nas ı f el-Ya z ı c ı'yı yeti ştirdi.210


Şeyh Nasıf el-Yaz ıcı (1800-1871)El-Yaz ı c ı gençliğini Lübnan'lı Emir B e ş ir'in hizmetindegeçirdikten sonra arapça ö ğretmeni olarak Beyrut yak ınındakiköyüne yerle şmişti. Siirlerinde, makamat şeklindeki mensur yaz ılarındave üslübun.da büyük bir üstad oldu ğunu gösteren bu zat,bu yüzyıl arap yazarlar ırıa do ğrudan do ğruya veya dolay ısiylehocalık etmi şti. Bu yüzy ılda yeti şen diğer yazarlar da, dil'ebüyük ilgi gösterdiler. Zamanla bu ilgi, şu şekilde geli şti: Herşeyden önce arapçay ı modern dünyan ın hayat tarz ı ve dü şünceleriniifade edecek, uygun bir araç haline getirmek. Bunu, ayn ı zamanda budili konu şan ve yazanlar için de yapmak laz ımdı. Lübnan ve Suriye'ninhristiyan araplar ı, arapçay ı benimsemek suretiyle, Arap diliyle yaz ılmışolan bütün bir geçmi ş ve kültürü de benimsemi ş oldular. Dil bakımındanbu kültür kendilerinin idi. Fakat bu kültür, arap oldu ğu kadar aynızamanda Islam kültürü oldu ğu için bir manada da onlar ın de ğildi.Bu de ği şiklikler, arapça konu şan hristiyanlar için iki mesele ortayaçıkard ı: Evvela yüzy ıllardan beri kendilerine mahsus bir dünyalar ıolan dini, kapalı bir cemaat olmaktan kurtulmak nas ıl mümkündü?E ğitim ve dil gururu ile onlar, kilise d ışında iki dünyanın farkına varmayaba şlamışlardı. Marüniler aras ında 1840 ve 1860 yılları aras ındakikritik günlerde ruhban, önemli bir rol oynam ıştı. Bu s ırada ruhban ilehalk aras ında oldu ğu kadar, ruhban' ın aşa ğı ve yüksek tabakalar ıaras ında da ihtilâflar vard ı. Ortodoks hristiyanlar aras ında datamamı ile rum olan tabaka ile tamamiyle arap olan halk ve a şağıtabakadan ruhban aras ında benzer olaylar olmaktayd ı. Rumlar, imparatorluktanayr ılıp ba ğımsız olunca, ihtilâflar, daha da artt ı. Busırada arapça konu şan hristiyanlar, arapça konu şmalar ının şuurunadaha çok vard ılar. Zaten her cemaatte ruhban d ışındaki halkın sesinina ğır basmas ına imkan veren 1856 ferman ından sonra Imparatorlu ğun bütünhristiyanlan aras ında yüksek ruhban s ınıfı ile cemaat aras ındaçatışmalar ba şlamıştı . İşte bu hareketler, hristiyan arap talebelerin kafalarınılaik dü şünceler için haz ırlamaya ba şlad ı. Böylece kendi cemaatlerindenuzakla şarak o s ıralarda tan ınmış olan yeni protestan cemaatlerininnisbi hürriyetleri içine giren ve bu yolla şöhret kazanan bazı hristiyan arap yazarlarma rastlanmas ı ve bunların yaz ılarındamüslüman ça ğdaşlarında bulunmayan bir ruhban dü şmanlığı görülmesi,bir tesadüf eseri de ğildir. Ortaya ç ıkan ikinci mes'ele de, birinci ileilgilidir. Bu hristiyan araplar, kendi kapal ı az ınlık dünyalarındanuzakla ştıklarına göre, hangi cemaate ait olacaklard ı ? Osmanl ı imparatorluğu, her şeye ra ğmen, bir müslüman inıparatorluktu. 1839 ve 1856'da211


ilan edilen prensipler, gerçekten yürürlü ğe konursa, imparatorluk, Avrupamodeli üzere bütün vatanda şlara e şit haklar tan ıyan ve hepsini kucaklayanmilli bir duyguya sahip, laik bir devlet haline gelebilirdi. Hristiyanlar,böyle fikirleri ileri sürenler ister arap, ister türk olsun, her hangi birtereddüde dü şmeksizin destekliyebilirlerdi. Zira o zamana kadarkitereddütler, imparatorlu ğun sünni islamiyet anlay ışım esas alanhüviyetinden gelmekte idi. Imparatorlu ğun de ğişmesi laz ımd ı. 1860Lübnan ve Şam olayları, bunun zaruretini göstermi şti. Bu vesile ilehristiyanlar, şunu da ö ğrenmi şlerdi ki, siyasi hayat için dini sadakat,tehlikeli bir esast ır ve muhtelif inançta olan insanlar, birlik olabilmekiçin ba şka bir zemin aramal ıdırlar. Bu dü şünce akımları, hristiyancemaatlerin de ötesinde yank ılar uyand ırdı. Zira 1860'larda önemlibir de ği şiklik olmu ştu. Bu da, dergiler şeklindeki bas ın hayatının geli ş-mesi idi. O zamana kadar önemli gazeteler, Kahire ve Istanbul'dahükûmet tarafından ç ıkarılıyor ve bunlarda esas itibariyle resmi haberlerbulunuyordu. Bunun d ışında bir kaç frans ızca, rumca, ermenicegazete vard ı. Fakat 1860'lara kadar arapça bir gazete yoktu. İşte busıralarda Türk ve Mıs ır idarelerinin liberal havas ı içinde, arap yazarve okuyucu kitlesinin a ı*mas ının da sonucu olarak, özel gazete ve dergilerç ıkmaya ba şladı. Bunlar, bundan sonraki 30 y ıl içinde ister Beyrut,ister Kahire, ya da Istanbul'da bas ılmış olsun, esas itibariyle Lübnan'l ıhristiyanlar ın elinde idi. Böylece bütün bir nesil Arap kamu oyu,Lübnan' ın yeni yazar ve dü şünürlerinin fikirlerine aç ılmış oldu.Faris el -Şidyak (1801 -1887)Bunlardan ün ve nüfuz kazanan ilki, tarihçi T annu s'un karde şiFaris el- Ş idyak (1801-1887) idi. Ş idyak ailesi, eski bir Marûni ailesiidi ve üç yüz y ıldan beri ileri gelen kimseler yeti ştirmişti. Faris ve T anlıu s'un babas ı, Ş ih ab ailesine hizmet etmi şti. Diğer karde şi EsatAmerikan misyonerlerine arapça ö ğretmi ş, kendisi de protestan olmu şfakat Marûni patri ği tarafından hapse at ılarak ölüme mahldim edilmi ş-ti. Bu olaylar yüzünden F aris el- Ş i d y a k' ın hayat ı, daha çok memleketdışında geçmi ştir. Onun da, karde şi gibi protestan oldu ğu anla şılmaktadır.Amerikan misyonerleri taraf ından önce M ısır'a, sonra Malta'ya gönderilmiş ; orada misyonerlik bas ımevinde tercüman olarak çal ışmışt ır. 1848'deİncil'in arapça'ya tercümesine yard ım etmek için Ingiltere'ye gitmi ş,bir müddet Cambridge ve Oxford'da kalm ış ; daha sonra bir kaç y ılkaldığı Paris'e geçmi ştir. İngiltere ve Fransa'n ın Taht avrninkindendaha az duygulu olan bir tasvirini yapm ıştır. Ayrıca el-Sak adını ta şıyan,uzun, garip ve oldukça orijinal bir kitap yay ınlanmıştır. Bu eser,R ab el a i s örnek al ınarak Arap dilinin kapasitesini göstermek üzere212


yaz ılmıştır. Kısmen bir otobiyografi, k ısmen de karde şini öldüren IViariiniruhban ını hedef tutan, sosyal tenkidleri muhtevi bir eserdir. Paris'tebulunduğu s ırada Tunus'lu Ahmet Bey ile tan ışmış ; Ahmet Bey, onuTunus'a davet etmi ştir. Bu s ıralarda, ya da bundan biraz önce müslümanolduğu ve Ahmet ad ını aldığı anlaşılmaktadır. Biraz sonra da Osmanhsultan ının daveti üzerinde Tunus'tan Istanbul'a gelmi ştir. Istanbul'da1861'de el-Cevaib adı ile 1884 yılına kadar devam eden arapça birgazete ç ıkarmaya ba şlamıştır. Öldüğü zaman Lübnan'a gömülmesini istemişve bir rivayete göre de ölmeden önce tekrar katolik olmu ştur.ş idy ak'm yaz ılarında yüksek seviyede bir siyasi muhteva bulunmad ığıgibi, kendisinin ısrarla üzerinde durdu ğu bir siyasi doktrini de yoktu.Onun as ıl ilgisi, arap diline kar şı idi. Önce Tunus Beyi'nin, daha sonrada Osmanl ı sultan ının kendisini hizmetine almak istemesi, bu sebeptenidi. el-Cevaib, gerçekten, bas ılmış olan arapca ilk önemli gazete idi.Arapcan ın konu şulup okunduğu her yere da ğıtılan, dünya siyaseti ileilgili meseleleri ele alan ilk arapca gazete, bu idi. Bu gazete de Ş id y ak,meselâ, 1871 Alman-Frans ız harbini, 1870'lerin do ğu krizini teferruatl ıbir şekilde tahlil ediyor ve önemli diplomatik vesikalar ın tercümeleriniyayınlıyordu. Bu gazetede, ayn ı zamanda uzun yıllar Avrupa'da kalm ışbir kimse olarak sosyal meseleler üzerinde duruyor, Avrupa hayat ı iledo ğu hayat ının mukayeselerini yap ıyordu. Ona göre, Avrupal ılar intizam-11, çalışkan ve verimli kimselerdi. Onlar ın inanç farklarının üstündeolan sosyal bir bütünlükleri vard ı. Hiç değilse protestan memleketlerindedini liderler, politikaya kar ışmıyorlard ı. Onların kadınları cemiyethayat ına tam anlamiyle kar ışıyorlar, çocuklar ı iyi bir şekilde yeti ştiriliyorlardı.Do ğuda ise özellikle çocuklar ın yeti ştirilmesi i şi ihmal ediliyordu.Dilinin kudreti, geni ş yankılar uyandırmış, Sultan, onu kendipolitikasını yani imparatorluğun içinde ve d ışında halife oldu ğu iddiasını savunmak için kullanm ıştır. 1870 yıllarında Orta Arabistan'dadola şmakta olan ingiliz Dou ght y, Arabia Deserta adlı eserinde el-Cevaib'in oralarda bilindi ğini yazmakta, tamamiyle islâmi gayeler içinçalışan bu mükemmel gazetenin bütün memleketlerde, hatta Necd'litüccarlar ın Bombay'daki evlerinde bile bulundu ğunu ifade etmektedir.Butrus el-Bustaul (1818 -1883)Marâni cemaatinin yeti ştirdiği diğer önemli bir şahsiyet, Butrusel -Bu st ani (1818-1883)'dir. Bu da, bir çok bilgin yeti ştirmiş, bir ailedendir.Şidyak gibi Ayn Varaka'daki Marûni seminerinde yeti şmiş,arapça ile birlikte bir çok ba şka diller hakkında da bilgisini geni şletmiştir.Bu kadar dil bilen bir kimse, bu s ırada kendi kabiliyetleri için enuygun çalışma alanını yabanc ı konsolosluklar, ya da misyonerlerin hiz-213


metinde bulabilirdi. Bir müddet Beyrut'taki Ingiliz ve Amerikan konsolosluklarındaçalıştı. Bu s ırada Amerikan Protestan misyonerleri ileyakın ilgi kurdu. Kendisi de protestan oldu. Onlar ın arapcaya yapt ıklarıIncil tercümesinde onlara yard ım etti. Protestan okullar ında dersokuttu. 1863'de dini bir prensipten ziyade milli bir esasa dayanan, kendimilli okulunu el-Medresetii71-Vataniye'yi kurdu. Bu okulda arap dilive modern ilimler okutuluyordu. Öyle anla şıhyor ki B ust ani'ninhayatının yarısını arap dile ile ilgili bilgi ve bu dile olan sevginin yenidencanlandırılmas ı işi te şkil etmiştir. el-Muhit adlı arapca liıgatı, Dairetü'l-Maarif adlı arapca ansiklopedisi, bundan ba şka yay ınladığı dergiler,hepsi de modern arap nesrinin yarat ılmasına, onun gramer ve tabirlerbakımından geçmi şine ba ğlı, fakat modern dü şünce mefhumlarını sadeve kesin bir şekilde ifade kudreti olan bir dil olmas ına büyük yardımlarıdokundu. Modern arap roman ve dram ı, modern arap gazetecili ği, onunetrafında toplanmış olan o ğulları, akrabalar ı, arkada ş ve öğrencileritarafından meydana getirildi. Bust an i'nin çal ışmalarının bir diğer yarısıda, Yakın Doğu'nun modern Avrupa'nın düşünce ve ke şifleri yoluylacanlanabilece ği fikrini yaymak idi. Ona göre, herhangi bir şeyin kabul yada reddi, yabanc ı oluşu bakımından bahis konusu olamaz. Önemli olan,bahis konusu olan şeyin bizatihi bir de ğeri olup olmad ığıdır. Bu bakımdaniyi olan şeyleri benimsemekte tereddüt etmemelidir. Insanlar ıntabiatleri, zaman ve mekânlar aras ındaki farklar, zaruri olarak âdetleraras ında da bir takım farklar meydana getirir. Araplar ın geçmi şte parlakbir medeniyetleri vard ı. Onunla hepimiz gurur duyabiliriz. Zira B us t ani'-ye göre, ister müslüman, ister hristiyan olsun, arapca konu şan herkes,arapt ır. Araplar ileri iken Avrupa, her şeyi onlardan ö ğrenmi ştir. Dahasonra araplar, bir iç bozulma yüzünden de ğil fakat bir çok ba şka şartlarve çe şitli sebepler yüzünden, ilim için gerekli şevk ve zevki kaybettiler.Böylece bilgi, Avrupa'ya geçti. Şimdi araplar, onu, onlardan geri alacaklardır. Böyle yapmakla zaten kendilerine ait olan bir şeyi almaktadırlar.Mehmet Ali, katolik ve protestan misyonerler sayesinde son zamanlardaçok ilerlemeler olmu ştur. Fakat daha fazla ilerlemeye ihtiyacımızvard ır. Araplar ın kendilerini uyand ırıp canland ırmak için gerekliolan her şeyin kendilerinde oldu ğuna inanmalar ı do ğru de ğildir. Araplar,isterlerse birçok şeyleri avrupal ılardan daha sür'atli bir şekilde öğrenebilirler.Avrupa'da uzun zamanda olan baz ı şeyleri kısa zamanda benimseyebilirler.Öyle ise Yak ın-Do ğu'nun Avrupa'dan almas ı gereken şeynedir? Araplar, her şeyden önce, aynı memlekette e şitlik esas ı üzerindebirle şmiş milli bir bütünlü ğün önemini ö ğrerımelidir. Bu nas ıl mümkünolacakt ır? Evvelâ şunu kab ılle mecburuz ki, bütün dinlerin gayesi,214


aynıdır. İster doğulu, ister bat ılı olalım, bizim ilk cedlerimizden gelme,aynı Allah'a tapan, bir insan tabiat ımız vard ır. Bu görü ş, takdir edileceği üzere, müslümanlar tarafından daha kolayl ıkla hakl ı görülebilecekbir durum yaratmakla beraber, onun ekolüne ba ğlı hristiyan yazarlarınhemen hepsi tarafından payla şılmıştır. Bus t ani, ayn ı zamanda,şu fikri ileri sürmektedir: Bizim bir görevimiz de, vatanseverlik duygusunungeli şmesini te şvik etmektir. Memleket sevgisi, iman esaslar ındandır.Hz.-i Peygamber'e de atfedilen ve Genç Osmanl ılarca çok kullanılanbu cümle, B us t ani'nin ç ıkardığı dergilerin slogan vaziyetindeydive bu, ona 1860 olaylar ının ö ğretti ği bir ders idi. O s ırada krizin enhareketli bir zaman ında Nafir Suriyye'nin on bir nüshas ını ne şretti.Her biri, onun, vatanda şlarına bir hitab ını ihtiva ediyor ve bunlar,onun tarafından "Muhibb el-Vatan" şeklinde imzalan ıyordu. Bus t ani,bir Osmanlı tebaas ı idi. Bu bakımdan sultana olan sadakat ından ayrılmakistemiyordu. Fakat imparatorluk içinde küçük bir birli ğe hitapettiğine de şüphe yoktu. Bu, t ıpkı Taht avrde olduğu gibi co ğrafi birbirlik idi. Bu bak ımdan Suriye, bir bütün olarak, onun vatan ı idi.Orada ya şayanlar, ayn ı vatanı, aym adetleri payla şıyorlar, ayn ı dilikonuşuyorlardı. Öyle anla şılmaktadır ki, B us t ani, arap kamyle gururduymaktan bahseden ilk yazard ır. E ğer Suriye'nin yeniden geli şmesi,zenginle şmesi isteniyorsa, onu sevmeli, orada ya şıyanlar birbirleriyledostca geçinmelidirler. Bus t ani, dini hürriyet ve e şitlik, değişik imanmensupları aras ında kar şılıklı hürmet konusu üzerinde Taht a vi veHayrettin'den daha fazla durmu ştur. Bu husus, bir taraftan o zaman ınşartlar ı, diğer taraftan Bus t aurnin. kendi hayatiyle aç ıklanabilir.Kendisi, kapal ı Marani cemaat ından uzakla şarak protestan olmu ş, buhal, onun kafas ını, kendisinin ait olabilece ği daha geni ş bir toplumdü şüncesine çevirmi ştir. O, bir anlamda hristiyanlara hitap eden birhristiyand ır. Hristiyanlara dü şmanlarını sevmelerini ve intikam hissindenuzak kalmalar ını tavsiye etmektedir. Bu, bir zamanlar Suriye'yi mahvedentaassubdan uzakla şma demektir. Suriye'de insanlar aras ında kar şılıklı hürmeti, yeniden kurmak mümkündür. Bu görü şleriyle Bus t animahalli şartlar ı düzelten Osmanl ı reformculariyle ayn ı kanaattad ır.E ğer Suriye, gerçekten medeni olacak ise, idarecilerinden iki şey istemelidir:Zamana uygun, e şit ve adil kanunlar, ki şiler yerine meselelerüzerinde durmak, dini ve laik alanlar ın biribirinden ayr ılması ve arapcayapılan bir e ğitim. Suriye, bir dinler Babil kulesi şeklindedir. Ama, birdiller Babil kulesi olmamalıdır. Bu e ğitimin amac ı, modern ilimleri vebunların gerisinde bulunan ak ıl yoluyle dü şünme ve hareket etmeyianlamak olmalıdır. Böylece anla şılmaktad ır ki, Bus t anrnin modern215


mefhumlan ifade için arap dilini benimsemesinin amac ı, arapca okuyupkonu şanların kafas ını de ğiştirmek ve onlar ı yeni ilim ve icat dünyas ınınvatanda şları haline getirmektir. Zaten onun . Hidiv İ s m ail'in yard ımıile 1876'da ç ıkarmaya ba şladığı en önemli eseri de, yukar ıda ad ı geçenansiklopedidir. Bu eserin yay ınlanması, onun hayat ının başlıca me şgalesiolmuş ; ölümünden sonra da o ğulları tarafından bu i şe devam edilmi ştir.Hiç bir zaman tamamlanmam ış olmas ına ra ğmen, on bir büyük ciltyayınlanmış ; bu eserde türlü ilimler, t ıp, mühendislik, Avrupa ve Amerika'nınliberal fikirleri hakk ında bilgiler verilmi ştir ki, bütün bunlar,vaktiyle Taht avi'nin Marsilya'ya ayak bast ığından beri, arap kafas ımnne derecede de ğişmi ş olduğunu aç ıkca göstermektedir.CEMALEDD İN AFGANI (1838-1897)Taht avi ve Hayrettin, Avrupa'n ın sadece baz ı yeni fikir veicadlar ından bahsediyorlard ı. Avrupa'n ın bu fikir ve icadlar yolu ileelde etti ği mukavemet edilmez kudreti üzerinde pek durmuyorlard ı .Gerçi Hayrettin, Osmanl ı meseleleri üzerinde Avrupa'n ın tesislerininartmas ının tehlikelerinin fark ında idi. Fakat buna, liberal devletlerinyardımı ile mukavemet edilebilece ğini dü şünmüştü. Zaten Avrupadevletleri de, henüz, siyasi hayat ın as ıl meselesi olacak kadar büyükolmamışlardı. Bu bakımdan onlar için as ıl mesele, t ıpkı XVII ve XVIII.yüzyılın Osmanlı yazarlar ı gibi, içerde görülen gerileme, bunun aç ıklanması ve durdurulmas ı meselesi idi. Bunlar için, Avrupa'n ın siyasifikir ve baz ı pratik hükümlerini benimsemek zaruri ve bu sebeple deAvrupa bir ö ğretmen ve Osmanlı toplumunun hayat ını de ğiştirmekisteyenler için siyasi bir müttefik idi. E ğer Taht avi ve Hayrettin,eserlerini bir müddet sonra yazm ış olsalard ı, şüphesiz bunlar ı de ğişikbir aç ıdan kaleme al ırlard ı. Zira 1875 ile 1882 y ılları aras ında olanolaylar, Avrupa ile Yak ın Do ğu aras ındaki ilişkilere yeni bir anlayışgetirdi. 1875-78 Do ğu krizi gösterdi ki bir Avrupa devletinin ordular ı,imparatorlu ğun kalbine kadar sokulabilir ve bunun durdurulmas ı ancakbir diğer Avrupa devleti sayesinde mümkün olabilirdi. Bu s ırada imzalananBerlin Antla şmas ı (1878) da ortaya koydu ki, imparatorlu ğunkaderi, art ık kendi elinde de ğildir. 1881'de Fransa, Tunus'u; 1882'de deİngiltere Mısır' ı işgal etmi ş, bu zamandan itibaren de Yak ın Doğu'nunsiyasi dü şüncesinde radikal bir de ğişme meydana gelmi ştir. YakınDo ğu hristiyanlar ı için, Avrupa i şgalinin iyilik ve kötülükleri, belkibirbirini karşılayabilirdi, fakat, ister türk, ister arap olsun, bir müslümaniçin Avrupa i şgali, kendi toplumunun tehlikede oldu ğu mânâsma216


geliyordu. Ümmet, kendisini siyasi hayat ın her şeklinde tezahür ettirensiyasi bir toplum idi ve kudreti olmayan bir toplumun, sonu gelmi şdemekti. İç çöküntü meselesi, hala zihinleri me şgul etmekte idi fakatşimdi yeni bir mesele, ayakta kalma, ya şama meselesi ortaya ç ıkmıştı .Müslüman memleketleri, d ışardan gelen yeni tehlikeye nas ıl mukavemetedebileceklerdi ?Bu s ıralarda Bulgarlar ve Bosnal ılar, isyan halinde idiler. Bununsebebi, XIX. yüzyılda yap ılan reformlar ın, imparatorlu ğunhristiyan tebaas ına, hürriyet vermesi fakat onlara sadakat prensibinivermemi ş olmas ı idi. Bu hürriyet, onlara kendilerini imparatorluktankurtarma iktidarını vermi ş ; yabanc ı devletler, özellikle Rusya, bu husustaonları cesaretlendirmi ş, yardım etmişti. Bu durumda bütün bu unsurlarınbirliğini temin edecek bir prensibe ihtiyac vard ı. Bu prensip,bu muhtelif ırklar için, mü şterek bir vatan yaratacakt ı. Böyle bir prensip,ancak herkesin hak ve vazifelerini garantiye alan bir Anayasa ile verilebilirdi.Bunlar, görü şleri esas itibariyle Genç Osmanhlarla ayn ı olan Mit hatP a ş a'nın sözleri idi. Ancak Mithat P a ş a'nın onlarla her zamanuyu ştuğu söylenemezdi. Genç Osmanl ılar, Mithat P a ş a'nın otokratiktemayüllerinden şüphe etmekte idiler. 1876 May ıs ında isyanların başladığıve Rus müdahelesinden korkuldu ğu bir s ırada Mithat Pa ş a, bir darbehaz ırlamış, Abdül âzi z'i tahttan indirerek Mur a d' ı geçirmi ş fakat M u-r a d' ın deli olduğu anlaşılmca tahta II. Abdülhamit'i geçirmi şti. Buyılın sonunda da Anayasa ilan edilmi ştir. Bu Anayasa'ya göre sorumlu nazırlar tayin edilmi ş, bir Ayan (Senato), seçilmi ş bir Millet Meclisi (Meclis-iMeb'usan) kurulmu ş oluyordu. 1877'de ilk Millet Meclisi seçimi yapıldı.Seçilenlerin hepsi, türkçe konu şamadığı gibi, parlamento müzakerelerininnas ıl olaca ğı hakkında bir bilgileri de yoktu. Meclis Reisi Ahm e tVefik P a ş a idi. Ona göre, Imparatorlu ğu ayakta tutan kuvvetleri, yanihükümdar ın otoritesini ve müslüman unsurun hakimiyetini zay ıflatacakhiçbir şey yap ılamazd ı. Bütün bunlara ra ğmen, gerçek mânâda tart ışmave müzakereler yap ılıyor, siyasi fikirler ifade ediliyor, naz ırlar ve saraymemurları tenkid ediliyor ve bir muhalefet grubu ortaya ç ıkıyordu.Fakat Anayasa'mn dü şmanları vardı. Ulema, muhafazakarlar ve sultan ınkendisi. Tahta geçmeden önce Genç Osmanl ılarla temas ı olan A b d ülham i t, şahsi kudretinden fedakarl ık etmek istemiyordu. HalbukiParlamentodaki muhalefet, sertle şiyor, itimat etmedikleri naz ırları,de ğiştirmek istiyor ve eski Ba şvekil ile Ruslara kar şı olan son sava ştabaşarı kazanam ıyan generallerin , cezaland ırılmas ım istiyorlardı. Alı d ülha mit, Anayasa'yı ilga etmemekle beraber, Parlamento'yu belirsiz bir217


zaman için kapatt ı. Mithat Pa ş a da, Ab dülâziz'in katili olarak ithamedilerek tevkif edildi ve ölüme mahkam edildi. Ölüm cezas ı de ğiştirilerek,Hicaz'da mecburi ikamete çevrildi ve bir kaç y ıl sonra da orada öldürüldü.Böylece tarihimizde ilk Anayasa hareketi durdurulmu ş oluyordu.Ab dülh a mit, art ık en üstün otorite idi ve kendinden önceki hükümdarlarındurumunu iktisap etmi ş oluyordu. Idari reformlar yap ılacak fakatbu reformlar, yukardan olacakt ı . İlk yıllarda bu siyaset yürütüldü.Adalet ve idare cihaz ının modernle ştirilmesi, merkeziyetcilik, ilk defatelgraf kullan ılmas ı, demiryollar ı yap ılmas ı, göçebelerin yerle ştirilmesi,tar ımı te şvik, türlü dereceden okullar aç ılmas ı gibi. Fakat zamanlayaln ız siyasetinde de ğil, ayni zamanda onun çözüm şeklinin tabiatindede bir de ğişiklik oldu. Liberal bir hükümdar olarak II. Mahmut devrindenberi geli şerek olu şmu ş olan bütün müslüman, hristiyan ve yahuditebaas ımn babas ı, bat ı istikametindeki reformcu kuvvetlerin lideridurumundaki sultan anlay ışı, ortadan kalkmad ı fakat yava ş yava şdiğer bir anlayışla gölgelendi. Bu da onun yeryüzünde Allah' ın gölgesi veümmeti savunmak için taht etraf ında bütün müslümanlar ı toplamaamac ını güden sünni müslümanların sultan olmas ı idi. Onun hac yollarınınhamisi olması meselesine önem verildi. 1903'de ba şlıyan Şam-Mekkedemiryolu, 1908'de tamamland ı. Sultanın, halife oldu ğu yolundakiiddiası üzerinde de duruldu. Bu iddia üzerinde, ilk defa 1768-74 sava şısonunda Rusya ile olan müzakerelerde bir pazarl ık meselesi yap ılarakdurulmu ş, bu iş, Abdülâziz zaman ında da ciddi bir şekilde benimsenmişti.Anayasa'da da sultan' ın halife ünvan ı ile müslüman dininin hamisiolduğu belirtilmi şti.Abdülhamit zaman ında bu iddia, daha da ileri götürülmü ştür.Bu konu üzerinde durulmas ının sebebi Avrupa devletlerine kar şıyürütülen bir siyaset olmas ı idi. Zira Ruslar ın, Kafkaslar ve Türkistan'da,Frans ızların Kuzey Afrika'da, Ingilizlerin Hindistan'da müslümantebaalar ı vard ı. E ğer bu devletler, sultan üzerinde bask ılarınart ıracak olurlarsa, bu müslümanlar aras ında kar ışıkl ık çıkarılabilirdi.Bu siyaset ile ayn ı zamanda imparatorlu ğun müslüman tebaasm ınsadakatini kuvvetlendirmek amac ı güdülüyordu. Hukukun lâikle ş -mesinin, liberal ya da milliyetçi dü şüncelerin, bu ba ğlılığı zay ıflatabileceği düşünülüyordu. Saltanat ın, Türkler için milli bir karakterivard ı. Bu bakımdan sultan ile halk aras ındaki s ıkı bağ, imparatorlu ğunson günlerinde oldu ğu gibi kopmamıştı. Bu bakımdan bir islami siyaset,daha çok Arnavutlara ve özellikle de araplara kar şı idi. Araplar, imparatorlukiçinde, en büyük müslüman grubu te şkil ediyordu. Dillerinibütün ümmete yaym ışlardı. Asya ve Afrika'da Halife-Sultan218


lehine onların deste ğini kazanmak lazımdı. Onlar, özellikle Afrikaiçin bir köprüba şı, bir anahtar durumunda idiler. Onlar yoluyla, imparatorluk,Afrika'da Avrupa kontrolüne kar şı koyabilirlerdi. Belki de Islam'ın yayıldığı yerlerde yeni araziler kazanabilirdi. Böylece Pan-Islamcı propaganda, esas itibariyle Arap dili ve Arap men şeli kimselervasıtasiyle yap ıldı. Ahmet Faris el- Ş idyak, Abdül âziz devrindebu maksat için kullan ılanlar ın ilki idi. Abdülhamit, etrafına ba şkalarınıtopladı. Sarayında her biri bir tak ım tarikatlerle ilgili bir tak ımArap me şayihi vard ı . Şazili tarikatinden Mekkeli Ş eyh MuhammedZ afir, Hadramevtli Alevi ailesinden Ş eyh F adl, en nüfuzlular ındanbiri olarak da R ıfa'i tarikatinden Ş eyh Ebu'l-Huda el-S ayyadibunlar aras ında idi. Bu zat, Halep bölgesinde, en az iki nesil tasavvufitarikatlerde ün sahibi ki şiler yeti ştirmiş bir aileye mensuptu. Kudretlibir şahsiyeti vard ı. Bağdad'a, sonra Istanbul'a gelmi ş, Abdülhamitüzerinde büyük bir nüfuz kazanm ıştı. Bu kısmen, insan üstü kudretleresahip oldu ğu yolundaki önünden, k ısmen de siyasi anlayışından idi.Sultan' ın dini siyaseti üzerinde önemli bir rol oynad ı. Mensur ve manzumbir çok eserler yazd ı. Bunlarda, ayn ı konu işleniyor, Rifai tarikatininba şarıları ile kendi cedleri anlat ılıyordu. Islam' ın tasavvufi bir aç ıklaması yap ılarak, onun, Vahhabilik ve benzeri ceryanlara kar şı savunmas ıyap ılıyordu. Aynı zamanda Sultan' ın, halife olduğu fikri savunuluyorve bütün müslümanlar, onun etrafında toplanmaya ça ğırıllyordu. Onuniddiasına göre, halifelik, iman için zaruridir ve Ebu bekir'den butarafa Osmanl ılara me şru olarak geçmi ştir. Halife, yeryüzünde Allah ıngölgesi, onun emirlerinin icrac ısıdır. Bütün müslümanlar, ona itaat etmeli,do ğru iş yaparsa, ona müte şekkir kalmalı, yanlış bir şey yaparsa, sab ırlıolmalıdır. Hatta halife, onlara Allah ın kan.unlarm ı bozmayı emrederse,ona itaatsizlikten önce, onun için dua etmelidirler. Bilmelidirler ki,Allah, onu de ğiştirmek iktidar ına, onlardan daha çok sahiptir.Devrimci Pan- ıslamizmBununla beraber, mü şterek dü şman kar şısında Islam' ın birli ğigayesini güden di ğer bir fikir hareketi daha vard ı. Bu fikir hareketineDevrimci Pan- ıslamizm ad ı verilebilir. Dini, milli duygularve Avrupa'n ın radikalizmi, bu hareketin temsilcisi CemaleddinAfg ani (1839-1897) 'nin ki şiliğinde birle şmi ş gibidir. Çok canlı vehareketli bir hayat ı olan Afgarırnin, hayat ının gene de esrarl ıkalmış taraflar ı vardır. Men şei dahi aç ık olarak belli de ğildir.Peygamberin soyundan gelen bir "seyyid" oldu ğu dahi iddia edilmi ştir.Acaba o, kendisinin söylediği gibi bir Afgan, yoksa dü şmanlarının iddiaettiği biği bir Iranl ı mıydı ? Düşmanlar ından. Ş eyh E bu'l- Huda,219


"el-muta'afgin" demekte, gerçekte Mazenderadl ı bir Iranl ı olduğunuiddia etmektedir. O, e ğer Iranl ı ise, şii olması gerekir. Kendisinin birAfgan olduğunu söylemekle o, belki de bunu inkâr etmek istemi ştir.Zira hayat ının büyük bir kısmı, sünni memleketlerinde geçmi ştir.Yeğeni oldu ğunu iddia eden bir Iranl ı, Afgani'nin do ğuşu itibariyleIranlı olduğunu, Necef ve Kerbelâ gibi şii kutsal şehirlerinde tahsilettiğini iddia etmektedir. Bu hususun do ğru olmas ı, muhtemeldir.Zira yazıları ve konu şmalar ı, onun islam felsefesini, hususiyle İbnSina'yı iyi bildiğini göstermektedir. Bu bilgilerin ise, o zaman, sünnimerkezlerden ziyade, bunlar ın canlı bir şekilde muhafaza edildi ği şiiokullarından edinilmesi mümkün idi. Islami gelene ğe göre, iyi bir tahsilyapmış olan Afg ani, ilk gençlik y ıllarında Hindistan'da modernAvrupa'n ın matematik ve di ğer ilimleri ile temasa geldi. Bundansonra Afganistan'da, hükümdar ın teveccühünü kazanmak suretiyle,siyasi faaliyetlerde bulundu. Fakat dü şmanlarının baskısı ile oradanayrılmak zorunda kalarak Istanbul'a gitti. Istanbul'a giderken k ısa birmüddet Mısır'da kald ı. Orada, Ezher'in Muhammed Abduh isimligenç bir ö ğrencisi ile tam ştı. Istanbul'da kudretli bir hâmi bulmu ştu.Bu reform taraftar ı devlet adam ı Â li Pa ş a idi. Fakat verdi ği bir konferansta,islam filozoflar ı gibi felsefeyi, peygamberlik seviyesine ç ıkarmışgöründüğünden muhafazakarlar ın düşmanlığın]. celbetti. 1871'de Mısır'agitti. Liberal görü şlü bir naz ır olan Ri az Pa ş a, ona maa ş bağladı .Mısır'da sekiz yıl kaldı. Bu zaman, hayat ının en verimli devresi idi.Bu s ırada esas itibariyle Ezherli bir grup genç adam ın yol göstericisive gayri resmi ö ğretmeni oldu. Bunlar, M ısır' ın hayat ında önemliroller oynad ılar ve daima Afgani'nin tesiri alt ında idiler. MuhammedAbduh'dan sonra bu grup, elli y ıl sonra, Mısır milletinin lideriolacak olan S a' d Z agl ıll'ü de ihtiva ediyordu. Af g ani, bunlara,genellikle kendi evinde Kelâm, F ıkıh, Tasavvuf ve Felsefe dersleriveriyor, onun anlad ığı gerçek islam' ı anlatıyordu. Fakat onlara birşey daha ö ğretiyordu ki bu da, Avrupa müdahalesinin tehlikesi, onamukavemet edebilmek için milli birlik ihtiyac ı, müslüman milletlerin dahageniş bir birliğe olan ihtiyac ı, hükümdarın kudretini s ınırlamak için birAnayasa'n ın zorunluluğu. Öğrencilerini yazmaya, gazete ç ıkarmaya, birkamu oyu te şkiline te şvik etti ve onlar yoluyla milli şuurun ilk uyan ışmda,Hidiv İ smail zamanındaki memnuniyetsizliklerde onun da hissesiolmuş oldu. O s ırada Ismail'in o ğlu Tevfik ile dostca münasebetlerivardı fakat hükümdar olarak Tevfik, veliandli ğinden daha az liberaldive "Hidiv" oldu ğu zaman, ya İngiliz konsolosunun bask ısı, ya da onunaydınlar üzerindeki tesirinden korkulmas ı yüzünden Af g ani'yi Ilin-220


distan'a gönderdi. Afg ani, bundan sonra Hindistan'da ya şadı.Mısır' ın İngilizler tarafından işgali s ıras ında muhafaza alt ında tutuldu.Fakat 1884'de Pariste idi. Orada Muhammed Ab duh ile bulu ştu.Beraberce Islam' ın birliği ve İslam dünyas ı için gerekli reformlar üzerindeçalışmak üzere, gizli bir cemiyet kurdular. Cemiyetin Tunus'da birşubesi olduğu bilinmektedir. Cemiyetin, ayr ıca el-Urvat el-Vuska adlıarapça derginin 18 say ısını çıkardığı bilinmektedir. Dergi, kısmen büyükdevletlerin İslam memleketlerindeki siyasetlerinin, özellikle İngiltere'ninMısır ve Sudan'daki siyasetlerinin tahliline, k ısmen de İslam dünyas ınıniç zayıfhğının açıklanmas ı ve müslümanlar ın kendileri üzerinde dü şüncelerive kendilerini tedavi etmeleri için gerekli yollar ın neler olabileceği konularına tahsis edilmi şti. Dergi'nin dili Ab duh'un, fikirleriAfgani'nin idi. Ancak gerek fikirleri ve gerekse dili bak ımından bu,en müessir arapça dergilerden biri oldu. İngiliz kontrolü alt ındaki memleketleresokulmas ı yasaklanm ış olmas ına ra ğmen, hemen her tarafayayıldı.Paris'te bulunu şu s ıras ında ki şiliği ve dü şünceleri, İslam dünyas ıile ilgilenen Avrupal ılar aras ında son derece ilgi uyand ırdı. Islam'ınilme karşı olan durumu hakkında Re ıl an ile ihtilaf halinde idi. 1884-5 deMısır ve Sudan' ın istikbali hakkında İngiliz devlet adamlar ı ile olanmüzakereleri idare etti. Bu müzakereler, Wilfri d Blunt' ın arac ılığıile başlamıştı .Blun t, A. H our ani'nin yazdığı üzere, şair, aristokrat ve yeniemperyalizmin kabal ığı ile ürkmü ş eski moda bir vatan severdi. XIX.yüzyıl makine medeniyetinden nefret eden bir romantik idi. Garip yerlerive Arap atlar ın seviyordu. 1877-8'de kar ısı ile Suriye ve Arabistançöllerini dola ştı. 1879'da Necd'e kadar vard ılar. Orada İbn Re ş i d'inküçük krallığı, kaba musavatc ılığı ve patriarkal adaleti ile ilk Vahhabidevletinin harabeleri üzerine kurulmu ştu. İptidai sertliğine ra ğmen,bu, onlara insan hürriyetinin idealini kavr ıyor gibi göründü. 1880'debir müddet, arapças ını ilerletmek ve Islam' ın modern hareket ve meseleleriüzerinde çah şmak üzere, M ısır'a yerle şti. Orada Ab duh'a rastlad ıve ilk defa Af g arırnin adını duydu ve böylece de İslam dünyas ındakiyenilik ruhunu tanımış oldu. Bir seri makale halinde yazd ığı müşahadeve dü şünceleri 1882'de The Future of Islam (Isltım'In geleceği) başlığıile bir kitap halinde bas ıldı . İngiliz işgali altındaki Mısır'da geli şenolayları yakın bir şekilde takip etti ve bu tecrübe, onun, M ısır'da olduğukadar Irlanda ve Hindistan'daki milli hareketlere de sempati beslemesinesebep oldu. 1881-2 M ısır buhran ında gerçekten mühim bir rol oynad ı .Urabi Pa ş a hükameti ile Glads t one aras ındaki bağı muhafazaya221


çalıştı. Fakat G1 a ds t on e üzerinde müessir olamad ı ve belki de böylecekendi nüfûzu ve İngiltere'nin yapmak istedi ği şeyler hususunda Mısır'-hlara yanl ış bir intiba vermi ş oldu. Şimdi, o, İngiltere'nin Mısır ve Sudan'-daki siyaseti ile ilgileniyordu. Sudan'da Mehdi hareketi geli şmekte idi.Afg ani, Ezher'deki eski Sudanl ı ö ğrencileri arac ılığı ile Mehdiile temas etti. O s ırada onun adına hareket etmesi için kendisine selâhiyetverilmi ş olmas ı da mümkündür. 1885'de Afganryi o s ırada k ısaiktidanmrı zirvesinde olan Lord R an.d olp h C hur chill ile M ısır'ıngelece ğini tart ışmak üzere, bir müddet kald ığı Londra'da görüyoruz.Bu s ırada Afg ani, Islam dünyas ı için Rusya'n ın, İngiltere'den dahabüyük bir tehlike olduğu kanaatinde idi. Rusya, Orta Asya'ya do ğruilerlemekte idi. Bu sebeple o, bir Anglo-islâm yakmla şmas ı istemekteidi. Bu husustaki görü şmeler, bir netice vermedi. Afgan rnin Londray ıziyareti de, ho ş olmıyan bir olay ile sona erdi. Blunt' ın evinde iki do ğuluarkada şı kavga ettiler ve şemsiyelerle birbirlerinin kafalar ına vurdular.B lunt, bu olay ile ilgili olarak "Onlara, her ikisine de, evi terketmelerinirica etmek mecburiyetinde kald ım ve Seyyid onlar ı takip etti. Seyyid'ede ba şka bir yere yerle şmesi gerekti ğini tavsiye ettim" diye yazmaktadır.Böylece Af g ani An gl o-islâm anla şmas ı hususunda ümitsizli ğedüşmüştü. İran'a, ba şka imkânlan denemek üzere Rusya'ya gitti. Sonratekrar İran'a gelerek Ş ah Nasir el- D in'e mü şavir oldu. Fakat birsene içinde Şah ile aras ı açıldı . Şah, yabanc ı bir firmaya tütün imtiyaz ıvermek istiyordu. Afgan!, ona kar şı halkı ayakland ırmak istedi.Bu sebeple 1891'de İran'dan ç ıkarıldı . Şah' ın siyasetine kar şı bir muhalefetuyand ırmak için Iran'da ve Avrupa'da bir bas ın sava şı açtı. Biryıl sonra Abdülhamit tarafından Istanbul'a davet edildi. Ba şlangıçtaSultan' ın iltifatlar ından memnun idi ve saraya tesir etmi şti. FakatŞeyh E b u'l- H u d a'mn dü şmanlığın üzerine çekti. 1896 yılında olanŞ ah Nas ır el- D in'in katlinden sorumlu tutuldu. Onu haz ırlayıp haz ırlamadığıbilinmemekle beraber, onu mümkün k ılan atmosferin yarat ılmasına yard ım etmi şti. Ayrıca, olaydan sevinmi şti. Bu olaylar göstermiştirki, kendi ilgileri ile islâm'm ilgilerini ayn ı tutan bu adam, aslabir mutlak hükümdarın kulu olamazd ı .Gerçekten Afgan!, kendisini tan ıyan herkes üzerinde o kadar ho şolmamakla beraber kuvvetli bir intiba b ırakıyordu. Münzevi, inançlar ı-na sıkı s ıkıya ba ğh, şeref ve din konusu olunca çabuk öfkelenen, inatçı,dik kafal ı, ehlile ştirilememi ş bir kişi; Blunt'm ifadesi ile "dehasahibi bir vah şi adam idi." Bir çok dil bilen, Kahire kahvelerinde veya İstanbul'dakiyald ızlı hapishanesinde arkada şlariyle b ıkmadan, usanmadankonu şan, konu şmaya dü şkün, iyi konuşan bir insan ve insanlar ı sürükle-222


yen bir halk hatibi idi. Yazmay ı sevmezdi. Bu sebeple az yazd ı. Siyasimakalelerinden ba şka, bir kaç eser, onun genel fikirlerini ifade etmektedir.Bunlar da, R en an' ın L'Islamisme et la science adlı konferans ınabir cevap olan Materyalistlere reddiyesi ile el-e Ur vat el- Vuska'dakiba şlıca makaleleridir. Bunlardan ve baz ı ö ğrencilerinin, konu şmalar ıile ilgili raporlar ından, onun ö ğretisini aç ıkça belirtmek mümkün olmaktadır.2k.fganirnin dü şünce sistemiAf g ani, hayat ının büyük kısmını Avrupa'n ın yayılmas ı tehlikesinekar şı İslam memleketlerinin korunmas ı meselesine hasretmi ştir.Bununla beraber, dü şünce sistemi, münhas ıran siyasi de ğildir. Onuniçin esas mesele, İslam memleketlerini siyasi bak ımdan nas ıl kuvvetli vebaşarılı yapmak de ğil, daha ziyade müslümanlar ın, dinlerini nas ıldoğru anlamalar ı ve onun ö ğretisine uygun ya şamaları meselesi idi.E ğer onlar, böyle yapsalard ı, memleketleri de bunun zaruri bir sonucuolarak kuvvetli olurdu. D ışardan bir tehlike olmad ığı müddetce, mesele,esas itibariyle bu şekilde idi. Ancak Avrupa'n ın kudreti ve bask ısı,onu daha acil bir konu üzerinde dü şünmeye sevketti. A f g ani, Avrupa'nınkudretinin bütün dünyaya yay ıldığı bir zamanda ya şamıştı .Öyleki o zaman, Avrupa devletlerinin bask ı ve rekabetlerinin d ışında veuza ğında kalmak mümkün de ğildi. O, hayat ının her safhas ında bunuhissetmi şti. Afganistan siyaseti ile ilgilendi ği zaman, Hindistandayaşadığı ve seyahat etti ği zaman, Mısır'da bütün banka tahvilât ımellerinde tutanlara, İran'daki tütün kumpanyas ına kar şı çıktığı, kar şıçıkanlara yard ım etti ği zaman, bu, daima böyle olmu ştu. İngiltere'dengelecek tehlikenin daha fazla oldu ğuna kani idi. El-Urvat el-Vuska'daFrans ız, Hollanda ve Rus emperyalizmi hakk ında pek bir şey yoktur.Fransa'nın Çin Hindini i şgalinden şöyle bir bahsedildi ği görülür. Rusyayılmasına kar şı, bir Anglo- İslam birliği fikri üzerinde durduğu zamanbile, ona göre, müslümanların as ıl düşmanı, İngiltere hükümeti idi.Onun korktu ğu yalnız do ğrudan do ğruya askeri mücadele de ğildi.İngilizler daha ince yollarla çal ışıyorlard ı. Mesela sadece bir oyunla,Babürlülere yard ım bahanesiyle Hindistan' ı işgal etmişlerdi. Ona göre,İngilizler, düşmanlarını bölerler, imanlarını zayıflatarak onlar ın mukavemetlerinik ırarlar. Bu sebepledir ki mesela, General Gordon, Mısır'danSudan'a Protestanl ığı yaymak üzere misyonerler getirmi şti. Hindistan'-da ise materyalizm, te şvik ve cesaretlendirilmekte idi.A fg ani'ye göre Avrupa devletleri, iç bünyeleri bak ımından müslümandevletlerinden üstün de ğildi. Sadece İngiliz'in üstün olduğuna dair223


az ı yerlerde hakim bir fikir vard ı. Ancak bu bir vehm idi ve bu gerçektentehlikeli idi. Böyle vehimler, insan ı korkak yapar ve zamanla insan,korktuğurıu başına getirme meyli içinde bulunur. İşte bu s ırada Sudan'daMehdi tarafından kazan ılmış olan ba şarı, e ğer uyanırlarsa, müslümanlarınİngilizlere neler yapabilece ğini göstermi ştir. E ğer müslümanlar ınbaşarıları az ise, bunun sebebi, müslümanlar ın genellikle cahil olmas ı,birlik ve beraberlik içinde bulunmamalar ı ve özellikle de kamu ile ilgilibir tak ım faziletlerinin eksik bulunmas ıdır Hindistan ve M ısır, gerçektenuyanır ve birlik olurlarsa, İngiltere, oralarda kal ışını garantileyemez.Hemen belirtmeliyiz ki Urva, yüksek bir dü şünce eseri olmaktan ziyade,o zaman için gerekli olan bir risale idi ve amac ı insanlar ın ruhlarınıyükseltmek idi. E ğer A fg ani, endüstriyel ve teknik devrimler hakk ındabir şey söylemiyorsa, bu, onun, bunlar ın fark ında olmadığı için de ğildi.O biliyordu ki Avrupanın ba şarıları, bilgiye ve bilginin tatbik alan ınasokulmas ına dayanıyordu. Müslüman devletlerinin zay ıflığının sebebiise, cehalet idi. Bu sebeple do ğu, Avrupa'n ın faydal ı san'atlarım ö ğrenmeliidi. As ıl mesele, bunun nas ıl öğrenilebilece ği idi. Onlar, basit birtaklit ile kazan ılamazd ı. Onların gerisinde bütün bir dü şünce sistemivardı. Daha önemlisi, sosyal bir ahlâk sistemi vard ı. Müslüman memleketlerizay ıftı. Çünkü müslüman toplumlar ı, her bakımdan çöküntühalinde idi.Bir uygarlık olarak İsliimBu noktada A fgani'nin dü şüncesindeki bir yenili ğin, hiç değilseyeni bir a ğırlığın farkına var ırız. Art ık konu, bir din olarak İsMm değil, daha çok bir uygarl ık olarak islâm'cl ır. İnsanlar ın hareketleriile ilgili kurallar ın tesbiti, Allahın işi olarak ele almmamal ıdır. önemliolan, her yönü ile be şeri bir uygarl ığın yarat ılmas ıdır. Uygarlıkfikri, gerçekten XIX. yüzy ıl Avrupa's ının henüz tohum halindekifikirlerinden birisidir. Bu dü şünce, İslâm dünyas ına Af g ani vas ıtasiyleulaşmıştır. Avrupa'da ona klâsik ifadesini veren, uygarl ık tarihi ile ilgiliderslerinde Guiz ot olmu ştur. A fg ani, Gui z o t'yu okumu ş ve tesirialt ında kalm ıştır. Onun eseri, 1877'de arapça'ya çevrilmi ş ve Afganî,tercüme hakk ında bir makale yazmas ı ve kitab ın doktrinini belirtmesiiçin Al) d uh'a telkinde bulunmu ştur. Bu ve buna benzer kitaplardaona önemli görünen ne idi? Her şeyden önce, belirtmek gerekir ki,uygarl ık fikri, bütün tarihi olaylar ın en can al ıcıs ıdır. Di ğer olaylarhakkında ancak onunla bir hüküm verilebilecek bir mahiyet arzetmektedir.Bu sözcü ğe verilen, ayn ı zamanda, özel bir anlam vard ı. Bu,şartlar ını de ğiştirmek isteyen bir halkın, aktif, arzulu bir şekilde ilerlemesianlam ına geliyordu. Bu da, iki istikamette olurdu: ya sosyal geli ş-224


me, sosyal kudret ve refah ın artmas ı ile ya da ferdi geli şme yani insan ınmelekelerini ıı, duygu ve fikirlerinin geli şmesi ile. Guiz o t'ya göre, geli ş -menin, bu her iki tipi de, insan ın kendi iktidar ına bağlıdır. İnsan, kendisi,fikirleri, duygular ı, ahlaki ve fikri davranışlariyle dünyayı idare eder.Toplumun şartları, insanın ahlaki durumuna dayamr. Bu ahlaki halin,önemli olan iki görünü şü vardır. Bu, bir taraftan ak ıl ve insanlar ın, aklınkontrolünde bulunan meyil ve hareketlerine sahip olmay ı istemek; di ğertaraftan akl ın ortaya koydu ğu fikir ve ahlaki prensiplerin toplumunüyeleri tarafından umumi olarak kabulü demek olan birlik ve beraberlik.Bu, Guiz o t'nun Avrupa'y ı tasviri idi. Fakat bu, A fg ani'ye, ayn ızamanda Islam uygarlığmın bir anlat ımı gibi geldi. Islam uygarl ığınmyüksek devirlerinde, ümmet, geli şen bir uygarlığın bütün zorunlu niteliklerinesahip bulunuyordu. Sosyal geli şme, ferdi geli şme, akla inanma,birlik ve beraberlik. Sonra o, bütün bu özelliklerini kaybetti. Af g an i'ninate şli mizacı, siyasi görü şü olan bir kimse olarak bu yükselme ve çökmeleri,siyasi ve askeri terimlerle anlamaya meyletti. Islam' ın ilk askerizaferleri, onun için, sadece Islam uygarl ığının tomurcuklanmas ı-nın bir sembolü idi. Bir zamanlar yap ılmış olanlar, tekrar yap ılabilirdi.Bu da, bir taraftan akl ın meyvalarını yani modern Avrupa'n ın ilimlerirıikabul etmekle, di ğer taraftan ve daha da esash olarak ümmetin birli ğiniyeniden temin etmek suretiyle mümkün olabilirdi.Müslümanlar ın BirliğiBirlik'e çağrı, gerçekten Af g anrnin üzerinde durdu ğu ba şlıcakonudur. Mü şterek tehlike ve bütün müslümanlar ın payla ştığı de ğerler,doktrin ayr ılıklarını ve dü şmanlık geleneklerini tasfiye etmelidir.Mezhep ayrılıkları, siyasi bir engel olarak al ınmamalı ve müslümanlar,din ayrılıklarına çok önem verdi ği için milli bütünlüğünü kaybedenAlmanya örn.e ğinden yararlanmal ıdırlar. Sünni ve şiiler aras ındakiö ğreti ayr ılıklarının en derin olanlar ı bile birle ştirilmelidir. Böylece oİranlılarla Afganlar ı birle şmeye ça ğırır. Hayat ının son devresinde de,bu iki mezhep aras ında genel bir anla şma fikri üzerinde durmu ştur.Belki de, kendi pan-Islamc ı propagandas ını, şii dünyasına yayabilece ğidüşüncesi, II. Ab dülh a m id'i, A fg an i'yi Istanbul'a davet etmeyesevketmişti. Her zaman oldu ğu gibi, A fg ani'nin bir planı olduğuanlaşılmaktadır. Iran, sultan' ı halife olarak tan ıyacak; sultan, şah' ıbağımsız olarak kabul edecek ve Irak'daki şii kutsal şehirlerini onaverecekti. Istanbul'da bir Islam liderleri konferans ı toplanacak, bu konferansmü şterek meseleler üzerinde kararlar alacak ve bat ı saldırısına225


karşı cihad ilan edecekti. Af g anrnin bu münasebetle şii din adamlar ı vediğerleri ile yaz ıştığı anla şılmaktadır. Ancak bu plan ın da bir sonucuolmamıştır.Birlik yolunda siyasi ayr ılmalara ve sülâle ilgilerine müsaadeedilmemelidir. Müslüman hükümdarlar, Allah' ın hizmetinde birle şmelidir.Bu inanç, Af g anrnin müslüman idarecilere kar şı olan tavr ını veonun, onlarla olan ili şkilerinin tarihini aç ıklamaktad ır. O, hiç bir zaman,bir hükümdar ın idaresini, di ğerleri üzerine empoze etmeyi dü şünmemi ş-tir. Kafas ında bir tek islam devleti kurmak, ya da ilk devirlerin birle şikhalifeliğini canlandırmak fikrinin bulundu ğuna dair bir i şaret yoktur.O, halifelikten bahsederken, kastetti ği, ruhani bir otorite'dir; ya dasadece şeref bakımından bir öncelik tan ımadır. E ğer i şbirliği ruhu, mevcutolursa, birden fazla devletin varl ığının önemi yoktur. E ğer ruh,mevcut de ğilse, müslümanların hükümdarlarma itaat mecburiyetleriyoktur. A fg anrnin. zaman ın müslüman hükümdarlar ı hakk ında kötübir kanaati vard ı. Ona göre, onlar,mevkilerine lay ık kimseler de ğillerdi.Onlar, kendi zevk ve kaprislerinden ba şka bir şey ile ilgili de ğillerdi.Böylece, Ingilizlerin hüner ve kurnazl ıklarımn kolayca kurban ı oluyorlardı.Onlar, milletle ne din, ne de ırk bakımından bir ilgisi olmayanyabanc ı memurlara müsaade etmi şlerdi. Onların tavsiyelerine uyuyorlardı.Despot, iyi niyetli ise, her şeyi kolayca yapabilir fakat despotizminkarakteri, her şeyin hükümdar ın karakterine ba ğlı olmas ıdır. E ğer kötübir idareci var ise milli kamu oyuna önderlik edenler, vakit geçirmeden,onu saf dışı etmelidirler. Bu ifadelerde, A fg anrnin mücadeleli hayat ınınve sonsuz dola şmalarının bir aç ıklamas ını görebiliriz. O, prensip itibariylebir kanun- ı esasici de ğildir. Onun hükûmet ideali, daha fazla bu konudakiIslam nazariyecilerininki gibidir.Algarırnin hükümet idealiBu ideal, hat ırlanaca ğı üzere şöyle açıklanabilir: Bir temelhukuk hakimiyetini tan ıyan adil bir hükümdar. Mizaç itibariyleo, müstebit ve sab ırsızdı. Bütün hayatı, yeni bir Islam nesli yeti ş -tirmek için birlikte çal ışaca ğı bir müslüman hükümdarı aramaklageçti. Bu hükümdar, F ar abrnin nadiren geldi ğini söylediği filozofkıralın yerine geçmek üzere tavsiye etti ği "bir hükümdar ın himayesive onun bir filozof ile i ş birliği" şeklinde olacakt ı. Her seferinde hayalkırıklığına uğradı. Tanıdığı hükümdarlar, ne içtenlikle adil, ne de kendileriüzerinde olan bir kanun otoritesini tan ıyorlard ı. Afg ani, adaletsizli ğiprotesto etmeleri gerekti ğine inanan fakat bunu yapam ıyarak onaboyun e ğen Islam dü şünürlerinden de ğildi. O, isyan etme hakk ının226


ulundu ğu görü şünü benimsemi şti. Fakat bunlar, az ınlıkta idiler.Buna ra ğmen o, her seferinde kendisini hayal k ırıklığına uğratan birhükümdara, şiddetle hücum ederdi. Onun bu muhalefetleri, o s ıradaortaya ç ıkmaya ba şlayan anayasac ı, milli akımların kuvvetlenmesineyardım etti. Kendi tahtlar ı etrafında müslüman hissiyat ını toplıyaca ğınıuman hükümdarlar ise, onun gerçek niyetinin, onlar ın kudretini islamhizmetinde kullanmak oldu ğunu anlamışlardı .Birliğin esaslar ıBu hükümdarların en iyileri bile, çok şey yapmalar ına ra ğmen,Afg anrnin zorunlu gördü ğü her şeyi yapacak durumda de ğillerdi.Diğer taraftan o, Islam birli ğinden bahsetti ği zaman, sadece dini vesiyasi liderlerin i şbirliğini anlamamakta idi. O, bundan ümmetin dayanışmasını anlamakta idi. Her üyenin di ğerleri ve bütün istikametindekisorumluluk duygusu; toplum içinde birlikte ya şama ve onun refah ı içinbirlikte çal ışma arzusunu anlamakta idi. Dayan ışma toplumu bir aradatutan kuvvettir; o olmazsa toplum, çözülür. Dayan ışma, insan topluluklarınınbirle şmesini sa ğlıyan adalet prensibine ba ğlıdır. Bu prensibitanımıyan ve temelinde adalet olmayan dayan ışma, taassub haline gelmişdemektir.dır:Bu dayanışmanın, diğer bir ifade ile birli ğin çe şitli esasları var-Bu birlik, mü şterek bir dini inançtan, ya da mesela dil gibi tabiibir akrabal ıktan meydana gelir. İşte burada Af g ani, Avrupa ve islamuygarlıkları aras ında esasl ı bir fark bulur. Onun belirtti ği üzere Avrupa'-da geçerli olan bir inanca göre, milli olan dayam şmalar iyidir ve ilerlemeyitemin edicidir. Halbuki dini dayanışmalar, daima mutaass ıpdırlarve ilerlemeyi engelleyicidirler. Af g an i'ye göre, bu husus hristiyanl ıkiçin doğru olabilir fakat islâmiyet için do ğru de ğildir. Zira, Islam'dadini taassub nadiren olmu ştur ve ilerleme için dini dayan ışma esast ır.Bu, onun, milli ve di ğer tabii ba ğları inkâr etti ği anlam ına gelmez.O, ilahi hukuk üzerine oldu ğu kadar, insan akli üzerine kurulu faziletlibir devlet olabilece ğini kabul eder. Istanbul'u terketmesine sebep olankonferans ında, o, bunu, filozoflan hat ırlatan sözlerle belirtmi ş lir: "Böyleceinsan toplumunun bir vücudu meydana gelmi ştir. Fakat bu vücud,ruh olmaks ızın yaşıyamaz. Bu vücudun ruhu, ya peygamberi'dir ya dafelsefi bir melekedir. Bunlardan birincisi, ilahi bir mevhibedir. Halbukiikincisi, dü şünce, çalışma ve ara ştırma ile elde edilebilir." insaninitelikler üzerine kurulu ve insan akhrun yönetti ği toplumlar, din üzerinekurulu olanlar kadar istikrarl ı olabilir. Hatta o, daha da istikrarl ı ola-227


ilir ve dini hayat ın de ğişik bir safha arzetti ği zamanlarda bile ya şamasınadevam edebilir. Gerçekten, dil, istikrarl ı bir toplum yaratmadaesasl ı bir unsurdur; mü şterek dilleri olmayan insan gruplar ı, s ıkı birbirliğe sahip olamazlar. Bilgi ve hünerleri ifade için kendilerine mahsusbir dili olmayan bir grup, bunlar ı kolayca kaybedebilir. Dini bir cemiyetbile e ğer mü şterek bir dili varsa, daha kuvvetli olacakt ır. Af g ani, buradaşu fikri ileri sürmektedir: E ğer Osmanl ılar, bütün imparatorlu ğundili olarak Arap dilini kabul etmi ş olsalardı, imparatorlu ğun müslümanhalklar ı aras ında bir yerine iki bağ bulunacak ve ona göre, imparatorluk,daha ziyade birlik içinde ve kuvvetli olacakt ı .Bundan ba şka belirtmeliyiz ki ona göre, dini ba ğ, ayrı iman sahibiinsanlar aras ındaki milli bağları yok etmez. M ısır ve Hindistan gibimemleketlerde müslümanlar, bu ülkelerde ya şıyan diğer insanlarlai şbirliği yapma ğa mecburdurlar. Bu ülkelerde ayr ı dinlere ba ğlı kimseler,milli çıkarları kapsayan iyi ili şkiler ve ahenk içinde bulunmal ıdırlar.Hatta denebilir ki milletin de üstünde tabii bir birlik ve dayan ışmavardır: Bu ise, Avrupa'n ın yayılma tehlikesine kar şı do ğu halklarınbağlıyan. bağdır. İlk sayısında Urva, genellikle do ğululara, özellikle demüslümanlara hitap etmektedir.Bununla beraber, bütün bunlara ra ğmen, do ğru olarak kalan gerçekşudur ki müslümanlar için, hiç bir tabii ba ğ, hatta vatanseverlik bileIslam' ın yarattığı ba ğın yerine geçemez. Müslüman milletler için gerçekbirlik, mü şterek dini inanca dayan ır E ğer bu günkü haller devamederse, toplum, kendi kendine çözülecektir. Af g ani'nin inanc ı odur ki,bu, olmaktad ır. Onun korkusu, sadece ümmet'in zay ıflamas ı de ğil,fakat onun yok olmas ıdır. Islam ümmeti, geçmi şte siyasi bir kurum olanhilafet ve Islam' ın gerçek ö ğretisini muhafaza ve temsil eden ulemasayesinde bir arada tutulmu ştur. Fakat Abbasiler zaman ında hilafetve ulema birbirinden ayr ılmış, daha sonra da hilafet, fiilen ortadankalkmıştır. Bağıms ız hükümdarl ıklar ortaya ç ıkmış ve birliği temsiledici tek organ olarak ulema kalm ıştır. Onlar, "cemaatin ruhu ve müslümanhalk ın kalbi" olmu şlardır. Fakat zamanla, onlar dahi, muhtelifinanç gruplar ına ayr ılmışlar ve pek az ı müstesna hemen hepsi de gerçek'-ten ayrılarak yanl ış bir tak ım görüşlere saplanm ışlard ır. Sonuç olarak,toplum, fiilen çözülmüştür. Mücerret olarak inanç, onu bir arada tutmakiçin yeterli de ğildir; o, gerçek insani ihtiyaçlar ve onlar ın tatminiile takviye edilmelidir. Gönüller ve ameller birlik halinde olmal ıdır;bu mevcut olmad ığı zaman, mü şterek inançlar, kendilerini sadece rüyave hayallerde ifade etmi ş olurlar. Bu gün fiilen olan da budur. Birmemlekette bir müslüman, di ğer bir yerdeki müslümanlar ın talihsiz-228


liklerini duyar ve ona yard ım için fiilen harekete geçmezse, bu bir ölühakkında edilmiş olan bir teessüfe benzer. Bu sebeple, ümmetin kurtuluşu,yalnızca faziletli hükümdarlardan beklenemez. Gazeteler, okullar,birlik ruhunu yaymak ve genel ahlak seviyesini yükseltmek bak ımındanfaydalı olsa bile, fazla bir şey yapamazlar. Bilginler, islami gerçe ğedönmedikçe ve toplum, bir bütün olarak bunu kabul ve ona uygunbir şekilde ya şamad ıkça Islam'da gerçek bir reformdan söz edilemez.Öyleyse, islami gerçek nedir ?islami gerçekSon olarak Af g an rnin bütün dü şüncesi, bu nokta üzerinde durmakolmu ştur. Böylece onun fikirlerini tahlil, Islam dü şüncesinde yeni birunsuru ortaya koymaktad ır. O, uzun zamanlardan beri içine gömülmü şbulundukları fikirlerden kurtulmalar ı için yalnız müslümanlara de ğil,fakat ayn ı zamanda, ümmetin ötesinde ayd ın Avrupa dünyas ına dahitap etmektedir. O, böylece, hem müslümanlar ın sahip bulunduklarıyanlış görü şleri, hem de avrupal ıların Islam hakkındaki tenkidleriniortadan kald ırmak istemektedir. O, yaln ız, islam'a dönü ş ile kuvvetlenilebileceği ve böylece müslümanlar ın eski uygarlığmın canlandırılabileceği kanaatindedir. Zira Avrupa'da genellikle dinin, özelliklede Islam . dininin, insanda arzu ve iste ği öldürdüğü ve akl ı hudutland ırdığıve ilerlemenin, ancak, onu yani islan ı'l ortadan kald ırmak suretiylemümkün olaca ğı ya da hiç de ğilse din ve laik hayat aras ında kesin birayırma yapmak gerekti ği dü şüncesi hâkim bulunuyordu.A fg ani, 1880'lerde Paris'te iken R en an ile ihtilafa dü ştü. R en an,1883'de Sorbonne'da verdi ği "İslam ve ilim" adlı konferans ında Islamve ilmin, dolayısiyle Islam ve modern uygarlığın birbirile uyu şma halindeolmadığını ileri sürmüştü:"Zamanımızda müslüman memleketlerin fiili a şağı seviyesinin, Islam'ın idare etti ği devletlerin çöküntüsünü, yaln ızca bu dini kabul etmi şolan ırkların aydınlarının, kültür ve e ğitimlerinin yokluğunu herkeskabul eder. Bu hal, ilme ve yeni fikirleri kabule mutlak surette kapal ıbir inançtan ileri gelmektedir."R en an, gerçekten Arap diliyle yaz ılı felsefe ve ilmin varlığınıkabul ediyordu, fakat onlar ın arapl ığı sadece dil bak ımından idi veiçindekiler, esas itibariyle Yunan ve Sasani idi. Bu ilmi çal ışmalar,ona göre, tamamiyle, kendi dinlerine kar şı bir içten isyan halinde,müslüman olmıyanların eseri idi. Kald ıki daha sonra Islam ilahiyatc ıve hükümdarları da, ona muhalefet etmi şlerdi ve böylece Islam kurum-229


larına tesire muktedir olunamam ıştı. Felsefe ve ilme kar şı olan bumuhalefet, Araplar ve İranlılar, Islam dünyas ına hakim olduklar ı müddetçebiraz kontrol alt ına almabildi. Fakat ümmetin idaresini barbarlaryani doğuda Türkler, bat ıda da Berberler, ele al ınca, felsefe ve ilmekarşı olan bu tutum, herşeye hakim oldu. Türkler, felsefi ve ilmi ruhtantam anlamiyle yoksundular. İnsan akl ı ve ilerleme, bu ilerleme dü şmanlarıtarafından durduruldu; devlet vahy üzerine dayand ırıldı. FakatAvrupa ilmi, yayıldıkça, Islam mahvolacakt ı. Ba şka bir yerde, Renan,bunun yakında olaca ğı kehanetinde bulundu. Avrupa ile temas ın sonucuolarak müslüman kafalar ın ne yolda ve derecede aç ıldığı hususundaise Renan, T aht avrnin Paris tasvirini bir örnek olarak verdi.R e n an, Islam hakkında yazarken, şüphesiz katolikli ği düşünüyordu.Onun için Islam, hristiyanlık gibi, ayrı bir yolda da olsa, ikialanı birbirine karıştırmanın trajik sonucuna bir örnek idi. Esas amac ı,be şeri olgunluk ve uygarl ığın zaferi olarak ak ıl, insanların hareketlerinehakim olmalıdır ve modern dünyada ilim, akl ın kendisini ifade imkanıbulacağı bir durumdad ır. Fakat ahlaki idealin bir ifadesi olarak din degereklidir. Bu hususta Isa, en iyi örnektir. İyi anla şılacak olursa, bunlararas ında bir ihtilaf yoktur. Her ikisinin de dü şmanı aynıdır. "Kaba birmateryalizm". Ancak, biri, di ğerinin alanına tecavüz etti ği, Frans ızihtilalinde oldu ğu gibi, akıl, kalbin ihtiyaçlar ını dikkate almaks ızındünyayı idare etmeye kalkt ığı; ya da dinlerin Hristiyanl ık ve Islamiyetinyaptığı gibi, tabiat üstü bir vahy gerçe ği iddiasını ortaya atarakinsan aklı üzerine s ınırlar koyduklar ı zaman çatışma olmaktad ır. Af g aniile Renan dinlerin, insanları barbarlık devresinden çekip ç ıkarmak içinzaruri olduğu fikrini kabul ediyorlard ı. Insanlığın başlangıcında insan,kendi akl ı ile iyiyi kötüden ayırdedemezdi. Bunu yapan din idi.Fakat bu sadece, dinlerin içinden geçece ği bir safha idi. Daha sonrakibir dönemde insanlar, ak ılları üzerine empole edilmi ş zincirlerdenkendilerini kurtarmışlardı ve dini, as ıl yerine oturtmu şlardı. Hristiyanlıktabu Reformasyon zamanmda yap ıldı. Islam, Hristiyanlıktan yüzyıllarcadaha gençti ve onun reformasyonu gelecekti. Islam' ın birL uth e r'e ihtiyac ı vard ı. Bu, Afg anrnin üzerinde çok durdu ğu birkonu idi ve belki de, o, kendisini bu rolde görüyordu. Bu reformasyonolunca, Islam, ahlaki bir rehber olarak, herhangi di ğer bir din kadar rolünüoynayacakt ı. Islam'ın geçmişi, bunu, ispat etmekte idi. O, R e n an'-in söylediği gibi, akıl üzerine sünni görü şün kör bir zaferi olarak hülâsaedilemezdi. Akli ilimler geli şmişti ve bunlar, gerçekten islami vearap olmu ştu. Milletleri dil, meydana getirir ve onlar ı birbirindenayırdettirir. Arap diliyle ifade edilmi ş ilimlere arap denmelidir. Böyle-230


ce, frans ızların M a z arin ve N ap ele o n'u benimsedikleri kadararaplar da, İbn S in a'mrı kendilerinin olduğunu iddia edebilirler.İslamda din ve felsefe aras ında daima ihtilaf oldu ğu doğrudur. Fakat bu,bu ayrılığın, insan zihninde daima mevcut olaca ğındandır. Afganryegöre, "... Dinler ve felsefe aras ında uyu şma mümkün olmaz. Din, insanainanç ve iman ını verir. Felsefe ise insan ı, bundan ya tamamen ya dakısmen uzakla ştım. Bütün dinler, felsefeyi saf d ışı bırakmaya çal ışır ..."Afg ani, Islam' ın diğer dinlerde oldu ğu gibi yanlış taraflar ı olduğunainanm ıyordu. Ona göre, İslam, insan ruhunun bütün arzular ınıtatmin edebilecek do ğru, tam ve mükemmel bir din idi. Gününün di ğermüslüman dü şünürleri gibi o da, Avrupa hür dü şüncesinin Hristiyanl ıkhakkında verdiği hükmü kabule arzulu idi. Hristiyanlık, akıl dışı birdin idi; ilmin ve ilerlemenin dü şmanı idi. Fakat, o, bu tenkitlerin islam'atatbik edilemiyece ğirıi göstermek istedi. Aksine, İslam, aklm, ilim yoluile ke şfettiği prensiplerle uyu şma halinde idi. Gerçekten İslam, aldınistediği din idi. Hristiyanl ık, bu konuda ba şarısızdı. O, bu husustaR en an' ın sözünü esas al ıyordu. Fakat İslam, gayri akli ve ho şgörüsüzolmadığı için, laik dünyayı, devrimlerle ortaya ç ıkan karışıklıklardankurtarabilirdi. Böylece Afg ani, Islam' ın yeniden evrensel bir misyonuolabilece ğine kani idi.Bu, onun, Islam' ın esas ının, modern rasyonalizm ile ayn ı olduğunugösterebilmesi ile mümkün idi. Bu bir bak ıma, tehlikeli bir geli şme idive Af g anrnin. ça ğda şlarından baz ıları, tehlikenin farkında idiler ve onu,müslümanlar ın hayali bir refah ı için, islami gerçe ği kurban etmek istemekleitham ettiler. Hatta onun tan ıdıkları aras ında baz ıları, dahasonraları öğrencisi Ab duh'a yap ıldığı gibi, onun gerçekten islam'ainanıp inanmadığı, onun emirlerini yerine getirip getirmedi ğindenşüphe ettiler. Bununla beraber, bu ithamlar ı gerçek perspektifindegörebilmek için, hatırlatmak gerekir ki, Afg an rnin Islam hakk ındakigörüşü, sünni kelamc ılarm görü şünden ziyade filozoflar ın görü şüneuygundur. Di ğer bir ifade ile o, felsefeyi de, peygamberli ği de kabulediyordu. Ona göre, peygamberin vahy yolu ile ald ığı ile filozofunaklını kullanarak ula ştığı aynı idi. Ancak, şüphe etmemeliyiz ki, Af g ani,inanmış bir müslüman idi. Onu, herkesten daha iyi bilen MuhammedAbduh, onun dü şüncesinde tasavvufa bir meyil bulundu ğunu, amelihususlarda koyu bir hanefi oldu ğunu söylemi ştir. Gerçekten o, Islam' ınesaslarını tereddütsüz kabul ediyordu: Allah'm ve peygamberli ğinvarlığı, Muhammed'in bütün insanlığa gönderilmiş son ve en büyükpeygamber oldu ğunu ve Kur'an' ın bozulmamış olarak Allah' ın sözünümuhtevi bulunduğunu kabul etmekte idi. İslami gerçe ğe inanmakta idi231


fakat onun, do ğru olarak yeniden tefsir edilmesi hususunda israr ediyordu.Öyleyse gerçek Islam ne idi? O, her şeyden önce, kainat ın yarat ıc ısıbir Allah'a inanma idi ve âlemin kendi kendine yarat ıldığı, dünya veyainsanın, uygun bir ibadet objesi oldu ğu fikrini red idi. Afgani içinIslam'ın esas ı, bu idi. Doktrin ve hukuk bakımından ayrı düşüncedeolacak kadar toleransl ı olmas ına ra ğmen, bu konuda her hangi bir tartışmayatolerans ı yoktu. Bu husus, onun, modern islam dünyas ındakiBâbilik ve Seyyid Ahmet Han (1817-98)' ın doktrinleri gibi baz ı modernceryanlara olan dü şmanl ığın' da aç ıklamaktad ır. O, Babilikhakkında oldukça bilgiye sahipti ve B ust ani'nin ansiklopedisinde onunhakkında bir makale yazd ı. Arkada şları aras ında Bâbiler de vard ı. Fakato, Babiliği toplum için bir tehlike olarak görüyordu. Zira, şiiliğin diğerbir takım kolları gibi, Bâbilik, peygamberlik doktrini yerine bir "sudur"doktrini ikame etti ve böylece yarat ıcı ile yarat ılan aras ındaki farkı,bulandırdı. Aynı zamanda Babiliğin, devamlı bir peygamberler silsilesihakkındaki inancı ve Muhammed'in ne sonuncu, ne de onlar ın en büyüğüolduğu hakkındaki görü şü, ümmet üzerinde şok tesiri yapm ıştı.Bu durum, onun Seyyid Ahmet Han taraf ından yürütülen modernistceryana kar şı olan mücadelesini de aç ıklamaktadır. 1870'lerde İngiltere'yiziyaretten sonra Ahmet Han, İngilizce "nature", tabiat kelimesindentüreme "Neyçeriyye" tabirinin tatbik edilebilece ği yeni bir islam'ıanlatmaya ba şlamıştı. O, Kur'an'ın, Islam'da yegane esasl ı unsur olduğunusöylüyordu; şeriat, dinin esas ı de ğildi. Kur'an akıl ve tabiatagöre tefsir edilmeli, ahlaki ve te şrii hukuk, tabiat üzerine kurulu olmal ıidi. Afg ani, bu doktrinin, 1879'dan sonra, Hindistan'da sürgünde ikenfarkına vard ı. Görünü şe ra ğmen, Islam' ın esas ı olan vahyedilmi ş gerçeklerle,insan Alinin ula ştığı sonuçlar aras ında bir ahenk mevcutolduğu hakkındaki onun inanc ı ile, aklın ortaya koydu ğu tabiat kanunlarının,islam'dan tefsir yolu ile ç ıkarılması gereken normlar yani kurallarolduğu yolundaki Ahmet H an'm görü şü aras ında, ayr ılıklar vardı.Seyyid Ahm et'e göre, tabiat dünyas ının üstünde bir şey yoktu veinsan, her şeyin hâkimi idi. Ya da Afgani'ye öyle göründü. O, budoktrinin yayılmas ını, imanı zayıflatmak ve müslümanlar ın birliğinitahrib etmek için bir İngiliz planına atfetti fakat ayn ı zamanda onu,gerçek dini tahrip edecek bir dü şünce yolunun yeni bir ifadesi olarakgördü. Bunu aç ıklamak için, en uzun eseri, el-Redd ale'l-dehriyyin(Materyalistler'e reddiye) adlı eserini yazd ı. Materyalistler ad ı altındaDemocrite s'den D a r w i n'e, dünyay ı, aşkın bir Allah' ın varlığı ileaçıklamayan, Islam dünyas ında onlar ın yolundaki kimseler bulunuyordu.Af g ani, bunlarla onların, sadece gerçe ği tehlikeye sokmas ı bakımın-232


dan de ğil, fakat ayn ı zamanda, onlar ın sosyal güvenliğe ve insan saadetinebir tehlike olmalar ı bakımından da mücadele ediyordu. Gerçekdinler, her şeyden önce, hakikati ö ğretirler: İnsan, yeryüzünün efendisidirve yarat ılmış şeylerin en şereflisidir; onun dini cemaati, her şeyinen iyisidir. İnsan, dünyaya, kendisini di ğer hayata haz ırlamada mükemmelleştirmesi için gönderilmi ştir. Bu gerçekleri kabulden, toplumunesas ı olan üç fazilet ortaya ç ıkar: Tevazu (hayâ), itimat (emane), gerçekcilik(s ıdk). Bu hakikatleri inkar eden materyalistler, insanl ık toplumununtemellerini y ıkmışlar, "insanlar ı, insanlık uygarlığının taht ından, hayvanlığınaşağı seviyesine indirmi şlerdir." Onlar, hayâ'y ı bir fazilet de ğil, birzayıflık olarak görmü şler, kıyamet gününü inkâr ederek emane ve s ıdk'ınkökünü kaz ımışlardır. Bu zehir, uygarl ıklar çökerken, daima faaliyettedir.Bu, klasik dünyada Epiküryanizm halinde, eski İran'da Mazde k'inşahs ında ortaya ç ıkmıştır. Islam tarihinde bu, islam' ı olduğundanbaşka türlü tefsir eden esoterik yani bat ıni ceryanlarda ifadesini bulmuştur.Afg ani, toplumu zay ıflatan ve Haçl ılar felaketini mümkünkılanın, bu esoterizm oldu ğunu iddia etmiştir. Baz ı müslümanlar, eskifaziletlerini muhafaza ettiler ve sonunda Haçl ıları koymak iktidarındaidiler. Fakat onlar, ümmete musallat olan kötülü ğün, kökünü kaz ıyamadılar.Bu sebeple ümmet, zayıf kald ı . Şimdi bu ümmet, XVIII.yüzyılda Fransa'da hür dü şünürler tarafından geli ştirilen ve S e yy idAhmet ve onun gibiler tarafından islam'a getirilen yeni materyalizmzehri için bir av durumundad ır.Halbuki Islam, a şkın olana inançt ır. Sonra, akla inançt ır. O,insanlara kafalar ını serbestce kullanmalar ını emreder. Onlar ın ula ştıklarısonuçlar, peygamberlik yolu ile vahyedilenlere kar şıt olmayacaktır.Büyük dinlerden yaln ız Islam, insan zihnini hayal ve hurafeden kurtar ırve onun bütün kabiliyetlerini geli ştirme imkanı verir."Islam dininin temeli olan ilahi tevhid (birlik) fikri, insanzihnine revnak verir ve onu hayal'in zay ıflığından kurtar ır. Onunesaslar ının en önemlileri aras ında Allah' ın tekliği, tek yarat ıcı olduğu;diğer varl ıkların, yaratma ile ilgili iyi, kötü etkileri olabilece ği fikrininbir tarafa b ırakılması hususlar' gelmektedir. Allah ın, iyi veya kötüyapmak için insan ya da herhangi bir hayvan k ılığında göründü ğü veyagörünür olduğu inancını, ya da bu kutsal cevherin, her hangi bir yarat ılmışiçin, sonsuz acılara marüz kald ığı fikrini reddetmek zarureti vardır."Hiç bir din, Islam dini gibi, akl ın, bu şekilde, her şeyi ö ğrenmek vekontrole tabi tutmak iktidar ında olduğunu, öğretmez. Bu sebeple233


hiç bir din, insana, müslümanlar ın sahip oldu ğu ya da sahip olmas ıgereken e şitlik ve kendi kendine hürmet duygusunu vermez. Yahudilikve Hinduluk, herbiri kendi yolunda, insan e şitliğini reddederler.Hristiyanl ık, ilahi gerçek hakk ındaki direkt bilgiyi ruhban yolu ilealma d ışında her şeyi inkar eder ve bundan ba şka aklın kabul etmiyece ğibir takım doktrinler ö ğretir. İnsan akl ı , yalnız Islam'da kendini tatminimkanı bulur. Peygamberin Allah'dan ald ığı hukuk, insan aklının alemiincelemek suretiyle ortaya koydu ğu tabiat kanununun ayn ıdır.Bu görü şle ilgili bir güçlük bulundu ğu da bir gerçektir. E ğer insanaklı, hayat için gerekli olan bütün gerçekleri bulabilirse, o zaman,peygamberliğe ne lüzLim vard ır? A fg anrnin buna cevab ı şöyledir:Prensip itibariyle ak ıl, gerçe ğe vas ıl olabilir. Ancak insan tabiat ı, aklınöğretti ği bu kuralları kendisi tatbik edemez. İnsan, adalet prensibiylekontrol edilebilen, kendine ait heyecan ve arzularla doludur. Bu kontrolde dört yolla olur: E ğer herkes, kendi haklar ını kuvvetle savunursabu karışıklık ya da zulme götürür; e ğer herkes, kendi şeref duygusunatabi olursa, - halbuki şeref fikri, toplumdan topluma, hatta s ınıftansınıfa de ğişir-; e ğer herkes, hükfımet kudretiyle kontrol edilirse,- fakatbu sadece belli bir tip adaletsizli ği bastırır, gerçek adaleti meydanagetiremez-; ya da e ğer insan, Allah ın varlığına, ebedi hayata ve hükümgününe inan ırsa, yaln ız bu inanç, ahlaki prensiplere uymak için, sa ğlambir temel te şkil eder. Böylece görülüyor ki, peygamberli ğin, pratik birgörevi vard ır. Peygamber, faziletli bir toplum kurmak ve onu korumakiçin gönderilmiştir. Genellikle insanlık toplumunu kontrolü alt ındabulunduran iki seçkin zümre vard ır. Bunlardan biri, insanlar ın görü ş-lerine, anlayışlarına ışık tutanlar, di ğeri de onlar ın heyecanlar ınıdisipline sokarak fazilet yolunu açan ahlak hocalar ıdır. Peygamberler,bu ikinci s ınıfa dahildirler ve onlar olmaks ız ın , insan o ğlunun do ğrulukyönünde sebatla yürümesi mümkün de ğildir.Bu görüşün bir hayli kar ışık sonuçlar ı olmu ştur. Bunun anlam ı,Kur'an' ın tefsirinde akl ın tam olarak kullan ılabilece ğidir. E ğer Kur'an,bugün bilinen baz ı şeyler ile tezat halinde görünecek gibi olursa, onu,sembolik bir şekilde tefsir etmeliyiz. Kur'an, tam olarak aç ıklanam ıyanbaz ı şeyler ima eder, zira insanlar ın kafas ı, onlar için haz ır durumdade ğildir. Kafalar, k ıvamına geldiğinde imaların üzerindeki örtüyüaçm ıya gayret edeceklerdir. Mesela, Kur'an modern siyasi kurumlaraolduğu kadar, modern ilim ve onun ke şiflerine, demiryollar ına ve elektriğegizli referanslar ı ihtiva etmektedir. Onlar, ilk defa, şimdi anla şılmışolabilir. Söz konusu akl ın açıklayabilmesi olduğuna göre, tefsir, aç ıklamaişini, yeteri kadar arapça bilen, akl ı başında, selef'in yani peygamberin234


tebliğinin sad ık koruyucular ı olan ilk neslin geleneklerini bilen herkes,yapabilir. İctihad kap ısı kapanmam ıştır ve Kur'an prensiplerini, zaman ınproblemlerine yeni bir şekilde tatbik etmek hem bir hak, hem de birgörevdir. Bunu yapmay ı reddetmek, donma (cumud) suçu ile muttas ıfolmak ya da taklid yolunda bulunmakt ır. Bunlar ise, gerçek müslümanlığınmateryalizm kadar dü şmanlar ıdır. Ba şkalar ının söz ve hareketlerinitaklid etmek, dini ve akl ı bozar. E ğer, müslümanlar, Avrupal ılar'taklid ederlerse, onlar gibi olamazlar. Zira avrupahlar ın söz ve hareketlerinintemelinde bulunan belli prensipler anla şılır ve kabul edilmi şolursa, bir anlam ı vardır. Aynı şekilde, e ğer bir müslüman, kendindenöncekilerin sözlerini tekrar ederse, o, Islam' ın gerçek ruhuna sahipolamıyacakt ır.Nihayet Afg ani'nin. zihninde belki de en önemli yeri i şgal edenmeseleye gelmi ş bulunuyoruz. Ona göre, İslam hareketlilik demektir.Onun tekrar ve tekrar söyledi ğine göre, müslümanlar ın gerçek davranışı,pasif bir çekinme de ğildir. Allahın arzusunu yerine getirmekiçin sorumluluk duygusu gerekir. İnsan bütün hareketlerindenötürü Allaha kar şı sorumlulur. O, aynı şekilde, toplumun refah vesaadetinden de sorumludur. Bu sebeple, insan ın hataları kendisineaittir ve kaç ınılabilir cinstendir. Bütün bunlar, A fg ani için, Kur'an'ınverdi ği derslerdir. Kendisi ve ö ğrencileri, tekrar ve tekrar bu husustaherşeyi özetliyen bir ayeti naklederler: "Bir ulus kendi kendini de ğiştirmedikçe,Allah, onlar ın durumunu değiştirmez" (Kur'an, XIII, 11). Gerçekİslam, her şeyin do ğrudan do ğruya Allah tarafından yönetildi ğini ö ğretmemiştir.Cebr'e inanç ile gerçek islami kaza doktrini aras ındaki fark ıayırdetmek zarureti vard ır. Birincisi, İslam tarihinde baz ı zamanlardapopüler bir inanç olmu ştu, fakat do ğru bir görü ş de ğildi ve sona erdi.Daha fazla yay ılmadı. İkincisi, doğru görü ştü. Buna göre, alemde mevcutolan her şey, birbirini takib eden bir sebep-netice s ıras ı içinde olmuşturve Allah, bu zinciri ba şlatan ilk sebeptir. Bu s ıramn kısımları bahiskonusu olunca insan iradesinin kararlar ı, zaruridir. Onlar serbesttirlerfakat Allah, ak ıl ve peygamberler vas ıtasiyle onlar ın nas ıl hareketetmeleri gerekti ği hususunda bir işaret vermi ştir. Gerçek islami anlamdakader'e inanmak, öyle bir inançt ır ki, bir kimse do ğru bir şekilde hareketettiği zaman, Allah' ın onunla birlik olabilece ği anlamına gelir; bu, onupasif olmaktan uzakla ştırır, harekete sevkeder. Bütün büyük i şler,bu anlamda Allah' ın kendileri ile birlik oldu ğuna inananlar tarafındanyap ılmıştır.Bu hareketlilik, yaln ızca ferdi mükemmeliyet ve öbür dünyadasaadet istikametine yöneltilmi ş olursa, bu do ğru de ğildir. Bu hareket-235


lilik, aynı zamanda, bu dünyadaki saadet ve ba şarı do ğrultusunda olursa,do ğrudur. İslâm'ın kanunları, ayn ı zamanda, insan tabiatuun kanunlarıdır.E ğer, bir kimse, İslam ö ğretisine itaat ederse, o, ayn ı zamanda,kendi tabiatuun kanunlar ının gere ğini yerine getiriyor demektir.Bu dünyada saadet ve ba şarı böylece elde edilir Fert için do ğru olan,aynı zamanda toplum için de do ğrudur: Toplumlar, İslâm kanunlar ınariayet ettikleri zaman, kuvvetli olurlar; etmedikleri zaman zay ıflarlar.Zira İslâm, istikrar ve kar şılıklı sorumluluk emreder. Bunlar ise milletlerinkudretlerinin sular ıdır.Uygarlık, kuvvet ve fazilet, bunlar, esas itibariyle birbirleriyleilgilidirler. Afg ani, İslam tarihinin bunu iyi bir şekilde ispat etti ğineinanmaktadır. Yaz ılarında, İslam tarihinin ileri ve geri devirlerinedair canlı bir ilgi ve duygululuk vard ır. Müslümanlar, peygamberin ö ğretilerinitakip ettikleri zaman, dünyevi büyük i şler yapmışlardır. E ğerdaha sonraları zaferler ve ba şarılar sönmü şse, bunlar ın ba şlıca sebebi,onların bu gerçe ği inkâr etmeleridir. Allaha kar şı ilgisiz olunca, müslümanlar,birbirlerine kar şı da ilgisiz oldular; böylece müslümanlararas ındaki dayanışma zayıflad ı, onunla birlikte kuvvetleri de çöktü.Fakat karşımıza burada da bir mesele ç ıkmaktad ır: E ğer İslâm ö ğretisi,bu dünyada refah ve ilerleme ihtiyaçlar ı ile uygunluk halinde ise, bu günmüslüman olmıyan memleketler, her konuda, dünyan ın nimetlerindenfaydalanmada, kuvvette nas ıl bu hale gelebilmi şler, nas ıl bu derece ilerigidebilmi şlerdir ? Afga ni çeli şik gibi görünen bu hali şöyle halletmi ştir:Ne hristiyanlar ın ba şarıları, ne de müslümanlar ın kayıpları, dinleriyüzündendir. Hristiyan halklar, kuvvetlendiler. Çünkü kilise, Romaİmparatorlu ğu'nun duvarlar ı içinde gelişti ve onun putperest inanç vefaziletleri ile i şbirliği yaptı. Müslüman halklar zay ıfladı. Çünkü islâmigerçek, birbirini takip eden hata ve yanl ışlık dalgalariyle bozuldu.K ısaca şunu söyleyebiliriz: Bugün hristiyanlar kuvvetlidirler, çünküonlar gerçek hristiyan de ğildirler. Müslümanlar ise zay ıftırlar, çünküonlar da, gerçek müslüman de ğildirler.MUHAMMED ABDUH (1849-1905)Af g anrnin. hayat ını incelerken, ö ğrencisi ve çal ışma arkada şı olarakzaman zaman Muhammed Abduh ile de kar şı kar şıya geliriz. Ancaksöylemeliyiz ki Abduh, bütün hayat ı boyunca, Afganrnin ö ğrencisiolarak kalmadığı gibi, Afg ani ile beraber çal ıştığı zamanlar da onunhayatının en verimli olduğu yıllar de ğildi. O, üstad ı Afganrden dahasistematik bir dü şünür olma yolunda idi ve müslümanlar üzerinde gerek236


Mıs ır ve gerekse M ısır dışında daha devaml ı bir etkiye sahip oldu. Onunfikirleri, hitab etti ği insanlardan bir çokları tarafından reddedilmi şbile olsa, asl ında onlar, ayd ın müslümanlar ın dini fikirlerinin, temelinite şkil etmekte idi. Men şei, Af g an rninkinden tamamiyle farkl ı idi.Afgani, neresi olduğu kesin olarak bilinmeyen uzak bir yerden geliyorduve bir memleketten ötekine bir meteor, bir kuyruklu y ıldız gibi gelipgeçti. A b d uh ise as ıl çalışmas ını ve görevini yapaca ğı memleketinorta halli bir ailesine s ımsıkı bağlı idi.Abduh'un ailesi1849'da Delta'n ın bir köyünde do ğmu ştu ve modern M ısır' ın yaratıcısınıfım te şkil eden bir aileye mensuptu. Bu köylü ailelerinin azçokmahalli bir dayanaklar ı vardı. Ayrıca bunlar, ilim, zühd ve takva geleneklerinebağlı idiler. Babas ının belki de, çok uzak bir Türk men şeivard ı. Bir Arap ailesinden olan annesi, islâm' ın ilk kahramanlar ındanbirinin soyundan geldiği iddias ında idi. Her iki aile, uzun zamandanberiTanta yakınındaki bir köye yerle şmi ş bulunuyorlard ı. Fakat MehmetAli P a ş a'nın son yıllarında vergi tahsildarlarm ın zoru ile oray ı terketmekve bir zaman için ba şka yerlerde güç şartlar içinde ya şamakmecburiyetinde kalm ışlardı. M. Ab duh, bu mecbur' gezi ş devri sırasındado ğmuştu ve daha sonra ailesi köyüne dönmü ş ve durumunu birazdüzeltmiş olmas ına rağmen, o, Mehmet Ali'nin zaferleri ve dünyevihaşmetinin, Mısır halkı için anlam ının ne olduğu hakkındaki hat ıras ımhayatı boyunca unutmadı.TahsiliYakla şık olarak 13 ya şında iken tahsil için, o s ırada Ezher d ışındadini kültürün en büyük merkezi olan Tanta'daki Ahmedi camiinegönderildi. Orada tatbik edilmekte olan ö ğretim metodunu, mânâsnuanlamadan eski metinlerin şerhlerini ezberleme şeklindeki bu metoduo kadar yad ırgad ı ki bir müddet sonra oradan kaçt ı. Tahsili b ırakmakistedi fakat day ısı Ş eyh Dervi ş'in tesiriyle bundan vazgeçti. Bu zât,Afganrden önce ona, en çok tesir etmi ş olan kimse idi. Ona, gramer ve a-kaid kitaplar ındaki cümlelerin gerisindeki gerçek inanc ı bu zât ö ğretmi şti.Bu sebeple Tanta'ya tekrar gönderildi. Oradaki tahsilini bitirince Ezher'egitti. Orada 1869'dan 1877'ye kadar kald ı. Mantık, felsefe ve hatta dahada fazla tasavvuf dersleri veren bir şeyhe, özellikle ilgi duymu ştu.Tasavvuf, bir zaman için, onun da, en çok ilgi duydu ğu bir konu olmuştuve ilk bas ılan eserinin konusu, tasavvufa aitti. Bir müddet için, di ğerinsanlardan kaçarak, tam bir zahid hayat ı ya şadı fakat bunun tehlikesinden,ilkin Ş eyh Dervi ş'in yeni bir müdahalesi ile, sonra da237


Af gani ile ilk defa kar şılaşması sonucu kurtuldu. Af g ani, ilk defa İstanbul'agiderken Kahire'den geçiyordu. Ab du h'un hayat ını inceleyen,Muhammed Ra ş id R ı z a'n ın söyledi ğine göre, bu ilk kar şılaşmada,o, onlara, baz ı Kur'an ayetlerine müfessir ve mutasavv ıfların ne anlamverdikleri hususunda sorular sormu ş, sonra da, kendi açıklamas ınıyapmaya ba şlamıştı. Bu s ırada Abduh'un kalbi, hayret ve sevgi iledolmuştu. Zira tefsir ve tasavvuf, onun en çok dü şkün olduğu konulardı;kendi ifadesi ile saadetinin anahtar ı idi.Afgan', 1871'de M ısır'a döndüğü zaman Abduh, onun etrafındatoplanan, evindeki özel, gayri resmi derslere devam eden ve onun fikirleriniyaymaya yard ım eden ö ğrencilerinin en çok ba ğlanan oldu. Busırada, o, Af g ani'nin etkisi ile felsefe tahsiline ba şladı. O sırada Abduh'un kendi el yaz ısı ile yaz ılmış İbn Sina'nın Işarat' ının iki kopyesi,onun bu ilgisinin şahidi durumundadır ve onlardan biri Afgani'ninbir methiyesi ile sona ermektedir. Bu s ırada o, aym zamanda, Lübnanl ıiki karde şin Kahire'de yeni kurduklar ı El-Ehram gazetesinde sosyalve siyasi konular üzerinde yazd ığı baz ı makaleler ile bir yazar olarakda isim yapmaya ba şlamıştır.Meslek hayat ıAbduh, 1877'de "alim" derecesi ile tahsilini bitirmi ş ve daimakendisine en uygun meslek olmu ş olan öğretmenliğe ba şlamıştı. Ezher'dehoca idi fakat ayn ı zamanda evinde gayri resmi, özel ö ğrencileri vard ı.Biraz sonra hükûmet okullar ında öğretmen veya yarg ıç olmak istiyenEzher öğrencilerine modern e ğitim vermek gayesile kurulmu ş olan yenibir kolej'de, yani Dar el-Ultbn'da ders vermeye ba şladı. Evinde, üzerindeders verdiği kitaplar aras ında İ bn Miskeveyh'in ahlak üzerine bireseri ve Guiz o t'nun Avrupa Uygarl ığt Tarihi (History of Civilisationin Europe) adlı eserinin arapca tercümesi vard ı ve Dar el- Ultim'dakiilk sınıfda 1857'de T aht avi sayesinde Kahire'de bas ılmış olan İbnHal d ûn'un Mukaddime'si üzerinde duruyordu. Seçilmi ş olan kitaplar,onun zihninin yöneldiği istikameti göstermektedir. Miskeveyh'inkitab ı, yunan ahlak felsefesinin islami bir versiyonu idi ve gerek Guiz otve gerekse İ bn Hal d


etmeye ba şlamışlard ı. 1878'de te şkil olunan Nub ar Pa ş a hükümetinde,Avrupalı naz ırlar da vard ı ve Hidiv İ smail, onlar ı azlederek, bukontroldan kurtulmak temayülünde oldu ğu bir s ırada, büyük devletlerinbaskısı altında hareket eden Osmanl ı sultan tarafından azledildi. Mutlakidaresi ve borçlar ının faizlerini ödemek için koydu ğu ağır vergiler,Hidiv İ sma il'i Mısır'da sevimsizle ştirmi şti. Fakat o ğlu ve halefinin de,daha fazla sempatik oldu ğu söylenemezdi. Yeni Hidiv Tevfik P a ş a'ninidaresinin ilk yıllarında üç büyük muhalefet ceryan ı, kuvvetlendi:Dini kanaat ya da milli duygu ile onun bat ı tesirine kar şı olan meyillerinde,M ısır' ın ba ğımsızlığı için bir tehlike görenler; prensip itibariyle,ya da ç ıkar yüzünden mutlakiyeti, anayasal bir idare ile de ğiştirmekistiyenler; ve nihayet ordu üzerindeki Türk-Çerkez subaylar ın kontrolünükırmak istiyen M ısır menşeli subaylar. İngiliz ve frans ızların yenihidiv Tevfik P a ş a'yı destekleme siyaseti, yava ş yava ş, bu gruplarıbir milli muhalefet ceryan ı haline soktu ve belki de kaç ınılmaz birşekilde, liderlik, askerlerin eline geçti. Onlar ın lideri Ur abi Pa ş a,1882 ba şlarında Harbiye Naz ırı ve hükümetin =nî ba şı oldu. Onunbu hükümeti, İngitere ve Fransa tarafından, kendi menfaatlerine kar şıbir tehlike olarak kabul edildi. Gerginlik ve şüphe devri, İngilizlertarafından iskenderiye'nin bombard ıman edilmesi ve Eylül 1882'-de bütün memleketin i şgaliyle sona erdi. Abduh, bu olaylars ıras ında, önemli bir rol oynad ı . El-Ehram'daki ilk makaleleri,Afganrnin siyasi görü şlerini aksettiriyordu ve belki de bu sebeple,Hidiv Tevfik Pa ş a, Afganryi M ıs ır'dan sürdü ğü zaman, Abduh'ada emekli olarak köyüne çekilmesini emretmi şti. Fakat 1880'de o, geneKahire'de idi ve ba şvekil Ri az Pa ş a tarafından resmi gazete Vaka'iel-Mısriyye'nin yayınlayıcılarından biri, biraz sonra da onlar ın ba şıtayin edilmiştiSiyasete giri şi, tutuklanmas ı, sürgün gönderilmesiBundan sonraki iki y ıllık kriz devresi esnas ında o, sosyal ve siyasinizam üzerine ve özellikle de milli e ğitim üzerine bir seri makale yazarakbir kamu oyu te şekkülü hususunda önemli bir rol oynad ı. O, böylecemilli muhalefetin, siviller kanad ı liderlerinden biri oldu. İngiliz aristokratlarmdanoldukça iyi bir şair olan Wilfrid Blunt'un te şviki ileAbduh ve diğer sivil liderler, arzular ını ortaya koyan bir beyannamekaleme alarak bunu Gl a ds t on e'a gönderdiler ve bu, Times gazetesindeyayınlandı. Bu s ırada Abduh, askeri liderlerin fikir ve metodlar ımtasvib etmiyordu ve Ur abi Pa ş a hakkında iyi bir fikri de yoktu fakatİngiliz sald ırıs ı ba şlayınca, o, askerlere yakla ştı ve milli bir direni ş meydanagetirme bak ımından yap ılabilecek olan ı yerine getirme hususunda239


tereddüt etmedi. İngiliz işgali ve H i d iv'in yeniden kudret sahibi olmas ıüzerine, tevkif edildi; bir müddet hapiste kald ı ve bu arada kötü muamelegördü. Bu durum ve milliyetci ak ımın bu şekilde da ğılışı, onun üzerindederin etkiler yapt ı. Muhakemesinde Ur a bryi savunmak için B lunttarafından gönderilmi ş olan ingiliz avukat Broa dl e y'in dedi ği üzere" Ab d u h'un büyük entellektüel gücü, bir zaman için onun fiziki zay ıflığıile gölgelenmiş, zihnen ve bedenen, teessür ve ümitsizlik içinde tedavisiimkans ız bir şekilde kırılmış ve peri şan olmu ştu." -Uç yıl için sürgünemahköm edildi. Evvela Beyrut'a gitti. Sonra Paris'te Afg ani ile bulu ş -tu. Gizli cemiyet kurma ve el-Urvat el-Vuska'y ı yayınlama hususundaona yardım etti. Af g anrnin siyasi plânlariyle derinden ilgilendi.1884'de Hartington ve di ğerleri ile M ıs ır ve Sudan meselesini tart ışmaküzere Londra'y ı ziyaret etti ve Urva kapan ınca Tunus'a, sonraSudan'daki Mehdrye ula şmak ümidiyle kılık de ğiştirerek Mısır'agirdi. A fg anrnin bir çok plan ı gibi bu da, bir sonuç vermedi ve Ab duh,Beyrut'a döndü. Orada bir müslüman hay ır cemiyeti tarafından yenikurulmu ş bir okulda üç yıl müddetle, ö ğretmenlik yapt ı. Daha sonraen ünlü kitab ı halinde geli ştirdiği, ilahiyat üzerine olan derslerini buradaverdi. Kahire'de oldu ğu gibi Beyrut'da da evi, onunla İslam ve Arapdili üzerinde konu şmaya gelen müslüman, hristiyan ve dürzi gençbilgin ve yazarlar için, bir merkez haline gelmi ştiMısır'a dönüş ve kendisini Mısır baş-müftülüğüne götüren yol1888'de, British Agency dahil muhtelif merkezlerden yap ılanricalar üzerine, Hidiv taraf ından Mısır'a girmesine müsaade edildi.Öğretim görevi alaca ğını ümit etmi şti. Fakat Hidiv, gençler üzerinetesir yapabilece ği bir yere yerle ştirmek istemiyordu. Müspet hukukunyeni prensiplerini yaymak için 1883'de kurulmu ş olan mahalli mahkemelereyargıç olarak atand ı ve bu, onun için, 1905'deki ölümüne kadardevam eden yeni bir kamu mesle ğinin ba şlangıcıydı. 1899'da bütündini hukuk sisteminin ba şı durumunda olan Mısır Müftülü ğüne getirildi.Bu mevkide, dini mahkemeleri ve evkaf idaresini yeni bir düzene sokmakiçin baz ı şeyler yapabilirdi. Onun kamu ile ilgili baz ı meseleler hakk ındakifetvalar ı, devrin ihtiyaçlar ına uygun olarak dini hukuku yeni birtefsire tabi tutmas ına yard ım etti. Ayn ı yıl, 1883'de kurulmu ş olan,baz ıs ı sınırlı bir seçimle, baz ıs ı tayin edilmi ş 30 üyeli Te şrii Meclis üyeliğinetayin edildi. Bu meclisin vazifesi sadece fikir beyan etmek, tavsiyelerdebulunmakt ı. Ancak buraya fazla zaman veriyordu. Bununla berabero, esas itibariyle bir bilgin, ö ğretmen ve bir okul örgütcüsü olarak kald ı .Maksadı özel okullar kurmak olan Müslüman Hay ır Cemiyeti'ni kurduve onu yönetti. 1895'de Hidiv'i Ezher için idari mü şavere kurulu kurma240


hususunda ikna etmi şti. Kendisi, bu kurulun 10 yıl müddetle en ünlüüyesi olarak kald ı ve bu eski üniversitenin te şkilâtında baz ı reformlaryapabildi. Orada ö ğretimde bulundu, vakit buldukça yazd ı. En önemlikitab ı, esas ım Beyrut'daki derslerinin te şkil etti ği, ilahiyat üzerinesistematik bir risale olan Risalet el-Tevl ıid'dir. Fakat o, ayn ı zamandaKur'an'ın muhtelif kısımları üzerinde tefsirler yapm ıştı ; esasnu derslerininte şkil ettiği bir tefsir haz ırlamak için ö ğrencilerinden Ra ş id R ı zaile işbirliği yapmış fakat bu, öldü ğünde daha bitmemi şti. Hayat ınınikinci yar ısında frans ızca ö ğrenmiş, devrinin Avrupa dü şüncesine aiteserleri geni ş ölçüde okumu ştur. Kütüphanesindeki kitaplar aras ındaR ous s eau'nun Emile'i ve Sp en cer'in Eğitim (Education) adlı eseri,didaktik yaz ıları ile birlikte T olst o y'un romanlar ı, Straus'un İsa'nınHayatı ve Ren.an' ın eserleri bulunmakta idi. Avrupal ı dü şünürlerlebazı temasları da vardı. T olst oy'a mektup yazmış; Sp enc er'i görmeküzere Brighton'a gitmi ştir. Avrupa'ya muhtelif defalar giderek, kendidediği üzere, kendi kendisini yenilemi ş; bu, onun, İslam dünyas ınıniçinde bulunduğu durumdan kendisini kurtaraca ğı ümidini kuvvetlendirmiştir.Yazıları ve kamu ile ilgili faaliyetleri dolay ısiyle, daha sonra o,Mısır'da en çok tan ınan ve en çok sevilen insanlardan biri oldu.A. Rourani'nin yazd ığına göre 1884'de İngiltere'yi ziyaret etti ğizaman Avam Kamaras ının teras ında çekilmi ş bir foto ğraf, esmerce,sa ğlam yap ılı, yakışıklı bir adam ı göstermektedir. İnce vemelânkolik cazibesi, gözlerindeki inanm ış görünü şü gizlememektedir.Daha sonraki y ıllarda onun bu asil ve kibar görünü şü, daha daartmışt ır. Onu yakından tanıyanlar, onun alicenabl ık, zekâ ve belli birderecedeki ruhani güzelli ğinin fark ında idiler. Cr o mer ve WilfridBlunt ile iyi münasebetleri vard ı. Etrafını, Mısır'da ün kazanm ış birdost ve taraftarlar grubu sarm ıştı. Fakat hala tuhaf bir durum vard ı .Onu, sevenler, çok seviyorlard ı. Ancak onun nüfuzun.dan çekinen ya daonun dini ve siyasi kanaatlerine kar şı olanlar da vard ı : Ezher'dekimuhafazakarlar, Mustafa K âmil'in partisinin milliyetçileri ve HidivAbbas Hilmi, bunlar aras ında idi. Hidiv ve Mustafa Kamil,tamamiyle siyasi sebeplerle ona muhalefet ediyorlard ı. Fikirlerininise muhafazakarlar ın öfkesinin yükselmesine sebep olacak taraflar ıvardı .DüşünceleriAb duh'un dü şüncesinin ba şlangıç noktas ı, tıpkı Af g ani'deolduğu gibi, İslam dünyas ının içten çökü şü ve bir içten canlanma ih-241


tiyac ı idi. O, tıpkı Af g ani gibi, Islam toplumlarma has denebilecek birçökmenin fark ında idi. Sünni Islam anlayışına göre, Hz .- i Muhammed,yalnız, ferdi bir kurtulu ş yolu göstermek için de ğil, aynı zamanda faziletlibir toplum kurmak için gönderilmi şti Toplumda peygamberintebliğine ve Allah ın arzusuna uygun hareketler oldu ğu gibi uygun olmıyanlarda vard ı. Fakat şartlar de ği ştikçe, toplum da, onu idare edenlerde, zaruri olarak, kendilerini, peygamberin tebli ğinde önceden söylenmemişmeselelerle kar şı kar şıya bulurlar. Bunlar, hatta peygamberintebliğine aykırı görünen bir yolda hareket etmi ş de olabilirlerdi. Olmas ılazım gelen Islam toplumu ile mevcut bulunan islam toplumu aras ındakiaçıklık, nas ıl birle ştirilecekti ? Islam toplumuna bu gün ne derecedegerçekten müslüman denebilirdi ? Geç Ortaça ğlarda bu, müslümandüşünürlerin meselesi olmu ş, fakat bat ılıla şma hareketi ilerleyincedaha ciddi bir şekilde yeniden ortaya ç ıkmıştı. Zamanla Ab d uh, görü ş-lerini şekillendirmeye ve onlar ı ifadeye ba şlad ı. Osmanlı imparatorluğugibi Mısır da, de ğişiklik yolunda ikinci nesli idrak ediyordu. Hi d ivİ smail, bu ameliyeye, yeni, dinamik bir kuvvet vermi şti. Yeni hukukprensipleri benimsenmi ş, okullar, yeni örnek üzere kurulmu ştu. Yenisiyasi kurumlar, söz konusu ediliyor, her alanda, hayat, şeriatı bir hukukhaline getirenlerin, tasavvurlar ından dahi geçirmedikleri bir tak ımmeseleler ortaya ç ıkarıyordu. Genellikle Ab d uh, de ğişiklikler dolay ı-siyle üzüntü duymadı. 1870'lerden, hayat ının sonuna kadar kanaatişöyle idi: Geli şmenin ana hatt ı kaçınılmazdı ve bu Mısır' ın faydas ınaidi. Fakat o, bu hareketin içinde bulunan tehlikenin de fark ında idi:Toplumun bir bölümünde görülen tehlike, her tarafa yay ılma istidadıgösteriyordu. Islam' ın hakim olduğu hukuk ve ahlaki prensipler alan ı,daima zay ıflıyor; diinyevi fayda mülahazalarm ın hakim olduğu insanaklımn mahsulü olan prensipler alan ı ise daima büyüyordu. Di ğer birifade ile ona göre, tehlike, esas itibariyle tamamiyle laikle ştirilemiyecekolan bir toplumun h ızla artan bir şekilde lâikle şmesinden ileri geliyordu.Sonuç olarak da, hayat ın her alan ında kendini aç ığa vuran bir bölünmeortaya ç ıkıyordu.Abduh'un ilk makalelerinde bu mesele ve sonuçlar ının açık birtahlilini buluruz. Mesela hukuk meselesi ile ilgili bir grup makalelerivardır. Gerek Ab d uh ve gerekse selefleri için, toplumun ahlakl ı olmas ıdemek, onun bir hukuk nizam ına uygun olarak ya şamas ı demektir.Bütün yarat ıkların, kendi tabii kanunlar ı vardır. E ğer bir varl ık,kendi kanunlar ının hududunu a şarsa, o mahvolma tehlikesi içindedir.İnsanlar ve toplumlar için olan hukuk, insan ın davranışlarını hudutlayanahlaki kanunlard ır. Onlar, ilahi emirlerde ifadesini bulduktan242


sonra, ahlak ve insan e ğitimi ile ilgili kitaplarda, bilgi ve hikmet sahibikimseler tarafından ortaya konulmu ştur. Kendi kanunlar ı tarafındanortaya konulmu ş olan hudutlar bir defa geçildi mi, toplum, çökmeye yüztutacakt ır. Fakat hukuk kurallar ı, milletlerin şartları de ğiştikçe,de ğişir. Etkili olmalar ı için onlar, tatbik edilecekleri memleketinseviye ve şartları ile ilgili olmalıdır. Aksi takdirde onlar, insanhareketlerine istikamet veren ve be şeri alışkanlıkları şekillendirenhukuk görevini ifa edemiyecekler, gerçek anlamda hukuk olam ıyacaklardır.Ab duh'un ortaya koydu ğu üzere, o s ırada Mısır toplumundahukukun durumu bu idi. Mehmet Ali ve halefleri, Avrupa hukuk vekurumlarını Mısır topra ğına dikmek suretiyle M ıs ır'da reform yapmayaçalışmışlard ı .Ab duh, modern Avrupa'n ın ba şarıları hakkında, Avrupa toplumlarıhakkında, bunlar ı, do ğrudan do ğruya tanımadığı hayatının ilkdevirlerinde bile, canl ı bir takdir duygusuna sahipti. Fakat o s ırada o,Avrupa hukuk ve kurumlar ının Mısır'a tatbikinin mümkün oldu ğunainanmıyordu. Ba şka bir topra ğa tatbik edilen, daha do ğrusu dikilenkanunlar, ayn ı şekilde i şlemez; onlar mevcut olan ı daha da kötüle ştirebilir.Avrupa'dan al ınan yeni kanunlar, gerçekte kanun da, say ılmazlar.Zira onları kimse anlamamakta, bu sebeple de onlara kimse hürmetgöstermemekte, uymamaktad ır. Böylece M ısır, toplumların en kötüsü,yani kanunsuz bir toplum olmaktad ır.İki ayrı tip okul ve ruhlardaki bölün ıneAynı şekilde o s ırada Mısır'da da iki ayr ı tip okul bulunmaktaydı .Bir tarafta ba şında Ezher'in bulundu ğu dini okullar, di ğer tarafta yabancılar, ya da hükümet tarafından kurulmu ş modern okullar vard ı. Bunlar,kendi içlerinde yeterli olmad ıkları gibi, birbirleriyle ilgileri de yoktu.Dini okullar, geleneksel islami anlay ışın karakteristik hastal ıklarındanolan atalet, yani durgunluk ve körü körüne taklitçilikten muztaripti.Onlar, muayyen bir usülle dini bilgiler veriyorlar, fakat modern dünyadayaşamak için zaruri olan ilimleri ö ğretmiyorlard ı. Yabancı misyon okullarışuurlu olarak, ya da olmayarak, ö ğrencilerini, ö ğretmenlerin dinineyakın bir yere getiriyorlard ı. Müslüman çocuklardan hristiyan olanlarvardı. Bu olmasa bile, yabanc ı bir dilde, yabanc ı bir pro ğramı takipeden ö ğrenci, zihnen yabanc ı bir millete dayan ır ve kendine ait olandanuzaklaşmış olabilirdi. Yeni devlet okullar ına gelince, bunlar, her ikikusura da sahiptiler. Onlar, bir farkla, yabanc ı okulların taklidi durumundaidiler. Yabanc ı okullar, ö ğrencilerine, hristiyanl ığı öğretiyorlard ı .Halbuki hükümet okullar ı, dini bilgi vermiyorlard ı .243


Bu kurumlar bölünmesinin gerisinde "ruhlar"da da bir bölünmebahis konusu idi. Abduh'un zaman ından itibaren iki e ğitim sistemi,Mıs ır'da herbirinin kendine has bir ruhu olan iki ayr ı aydın sınıf meydanagetirmi şti. Bunlardan birisi, her türlü de ğişikliğe mukavemet gösterengeleneksel islami ruh; di ğeri ise, her türlü yenili ği ve modern Avrupa'n ınbütün fikirlerini kabul eden genç neslin ruhu. Frans ız Aydınlanmadevrinin fikirleri, bu zamandan itibaren, genç nesil aras ında konu şulangünlük düşünceler idi. Frans ızca yay ılıyordu. M o nt e s quieu veV olt air e tercüme edilmi şti. Positivizm fikirleri, orijinal veya de ğişikbir şekilde yayılıyordu. Baz ı Mıs ır'lılar, gerçekten çe şmenin ba şındaniçmekte idiler. A. C omt e'un Discours sur l' ensemble du positivisme adlıeserinin bu gün, bir e ğitim heyetinin üyesi olarak Mehmet Ali taraf ındanParis'e gönderilmi ş olan Mısırl ı mühendis Mustafa M ahr amci'yebu ünlü yazar taraf ından "eski talebem'e" ithaf ı ile hediye edilmiş birnüshas ı bulunmaktadır.Bu, sadece iki grup taraf ından payla şılan mü şterek bir esas ınyokluğu anlam ına gelmez; ayn ı zamanda, daima soran ve daima şüpheeden ferdi akl ın huzursuz ruhu ile toplumun ahlaki esaslar ınm tahripedilebilece ği tehlikesi anlam ına da gelir. Abduh'un erken ya şlarındanitibaren derin bir şekilde tesiri alt ında kaldığı XIX. yüzy ıl Frans ızdü şüncesi, bir önceki yüzy ılın "metafizik" ruhunun tehlikelerine kar şı,bütün ikazlar ı da ihtiva etmekte idi. C o mt e'un belirtti ği üzere, metafizikcilerindoktrinleri, teolojik sistemi y ıkmak için zaruri idi; ancakbunlar, esas itibariyle olumsuz ve y ıkıcı idiler. Ab duh, e ğer bu silahlar,onlar ı tam manasiyle anlam ıyanların elinde olursa, tehlikenin, daha dabüyük olaca ğı hususunun fark ında idi. O, Avrupa hayat ının dış görünüşünü taklid eden frans ızlaşmış Mısırlının bat ılı kültürünün sağlamolmadığını biliyordu: "Do ğuluları, bilgilerinin kaynaklarını mükemmelleştirmeksizin, faydas ı olmıyan meselelerde Avrupal ıları taklidegötüren neden, Avrupal ıların kudretli görünü şleri" idi.Yaz ılarında ve hayat ının bütün hareketlerinde Abduh'unmaksadı, Islam cemiyeti içindeki bölünmeleri birle ştirmek, böyleyaparak onun köklerini kuvvetlendirmekti. O, bunun, bir yollayap ılabilece ğini ö ğretmi ştir. Bu, Mehmet Ali Pa ş a tarafındanba şlanmış olan de ğişiklik ameliyesini durdurarak geçmi ş'e birdönü şle mümkün olamaz. Bu, ancak de ği şiklik için olan ihtiyacıkabul etmekle ve bu de ğişikliği, Islam' ın prensiplerine ba ğ-lamakla mümkün olabilir. Gerekli olan, şunu ortaya koymakt ır kiolan bu de ğişmeler, sadece Islam' ın müsaade etti ği şeyler de ğil, e ğerIslam doğru bir şekilde anla şılırsa, gerçekten bunlar, islâm'in kendisinin244


zaruri sonuçland ır: islam, hem bir de ğişme prensibi ve hem de, bu de ğiş -meler üzerinde faydal ı ve hayırlı bir kontrol hizmeti görebilir. Bir öncekinesilden Tunus'lu Hayrettin P a ş a'nın yaptığı gibi, Ab duh, koyumüslümanlar ın modern dünyan ın kurum ve dü şüncelerini kabül edebilipedemiyece ği hususunu sormakla ilgilenmedi. O, aksi soruyu sordu.Modern dünyada ya şıyan bir kimse, acaba iyi bir müslüman olabilirmiidi? Yazıları, modern uygarlığın kabul edilebilip edilemiyece ğihususunda şüphesi bulunan inanmış müslümanlara, Islam, ya da herhangivahyedilmi ş bir dinin, hayatta rehber olarak de ğeri olup olmadığıhususundan şüphe eden modern kültür ve tecrübesi olan insanlaraolduğundan daha çok yönelmi ş de ğildi. Eğer, metafizik, laiklik anlayışıiçinde eritilirse, islam'a en büyük tehlike, bu ikinci s ımftan gelebilirdi;ancak belirtmemiz gerekir ki, yeniden canlanm ış bir ümmetin liderleride gene bu s ınıftan ç ıkabilirdi.Ab d uh'un fikirlerinin C omte'un pozitivizminin esaslar ı üzerinekurulmu ş olduğunu dü şünmek gerçekten tuhaf de ğildir. C o mt e'undüşüncesinin ba şlangıç noktas ı, Frans ız devrimi idi. Ak ılcı seçkinler,ruhban s ınıfını ortadan kald ırmışlar, böylece o zamana kadarki uygarnizamı yıkmışlardı. C o mt e'un ortaya koydu ğu üzere şimdi iki grupkar şı kar şıya gelmi şti. Bunlar da, devrimden önceki dünyaya dönmekistiyenler ile devrimci ruh ile dolu olanlar idi. Devrimci ruhun esas ı,fert olarak hüküm vermenin üstün tutulmas ı, ferdi hür ara ştırmayamutlak de ğer verilmesidir ki bu, insanı, fikir, duygu ve aynı zamandamenfaat ve hareket ayr ılıklarına götürür. Devrimci devri kapaman ınyolu, herkesce kabul edilebilecek bir fikir sisteminin bulunmas ıdır.Bu bir defa bulunduran, o, dini sembol ve âyinlerde yerini almal ı ve bu,be şeri heyecanlarla da kar ışmış olan meseleleri ara ştırabilmek için yüksekbir disiplin ve e ğitimle haz ırlanm ış seçkin, küçük bir grup tarafındankorunmalıdır. Bu, fikirlere ve ahlaka yön verecek, e ğitim sisteminikontrol edecek yeni, ruhani bir otorite demektir. Comt e'a göre, bu yenimüşterek inançlar sistemine, matematik ve tabiat ilimlerinin aklimetodlar ını topluma da uygulamak ve akli bir sosyoloji geli ştirmekleulaşılır. Böyle bir sosyoloji, insanl ığın saadeti ile ilgili olarak sosyalfaaliyetlerin kurallar ını içine alan bir ilim, akli bir sosyal ahlak sistemidemektir. Ab d uh'un maksad ı da, modern hayat ın esas ım te şkil eden,bu akli dinin, bu sosyal ilim ve ahlak kurallar ının bütün imkan ve kudretlerini,Islam' ın ihtiva etmekte oldu ğunu göstermek idi. Onu aç ıklıyacakve ayn ı zamanda koruyacak seçkin bir grup yeti ştirme meselesindeise o, gerçek Islami aç ıklayıp ö ğretecek yeni tip bir ulemayeti ştirmeyi anl ıyordu. Bu yeni s ınıf, istikrarl ı ve ilerici bir cemiyet için245


esasları haz ırlayacak, gelenekci ve devrimci kuvvetler aras ında bir ortagrup olacakt ı .İslam, modern ve ilerici bir toplumun ahlâki esaslar ı olabilirAb d uh, islâmiyetin, modern ve ilerki bir toplumun ahlaki esas ı olabileceğini iddia ederken, şüphesiz Islam' ın ilerleme adına yap ılan herşeyitasvip edece ğini anlamıyordu. Bahsettiği yeni uleman ın işi de, olanlara,me şruiyet vermek de ğildi. Bütün bunların aksine, onun anlad ığı, Islam' ınbir dü şünme prensibi olaca ğı idi. Islam, müslümanlara, de ğişme istikametindekitavsiyeler aras ında iyi ve kötü olan şeyleri ayırdetmekudret ve imkan ı verecekti. Ancak bu önemli mesele bahis konusuolunca, iki husus üzerinde durmak gerekiyordu: Evvela, Islam' ın neolduğunu yeniden aç ıkca ortaya koymak, ikinci olarak da, onun, moderntoplum için ne ifade etti ğini belirtmek laz ımdı. Bu iki husustan birincisi,daha önemli idi. Gerçekten de Al) duh , kendisi, onu, hayat ının enönemli bir meselesi saym ıştı .Her şeyden önce dü şünceyi taklid'den kurtarmak ve dini , ayr ılıklarortaya ç ıkmadan öneekilerin anlad ığı gibi, anlamak laz ımdır. Dinibilgi kazanmak için ilk kaynaklara dönmeli ve onlar ı, insan akl ınınölçüleri içinde anlamal ıyız. Zira Allah, akl ı, din anlayışında olabilecekbozulmalar ı önlemek için yaratmıştır. Böylece Allah' ın hikmeti, yerinegetirilmeli ve be şer dünyas ının nizam ı korunmalıdır. Din, insan ı varlığınsırlarını ara ştırmaya sevkeder. Bu sebeple o, ilmin bir dostu kabuledilmelidir. Gerçeklere hürmet etmeyi, insan ın ahlaki hayat ve davranışlarındabu gerçeklere dayanmas ı gerekti ğini, din ö ğretir.Bununla beraber, Abduh'un islami inanc ından şüphe edenler devard ı. Ancak bu türlü şüpheler, gerek onun kendi yaz ıları ve gerekceki şiliğini ve dü şüncelerini çok yak ından tan ıyanların şahidliğine dayanacakgüçte de ğildir. Onun hayat ını yazmış olan Ra ş id R ıza, Abduh'unşahsi inanc ı hakkında şöyle demektedir: "Ab duh, özellikle Gazali'nintemsil etti ği, ibadetde kalbin tam bir teslimiyetini mecburi sayanlarm,ancak böyle olursa, onun muteber ve kabul edilebilir oldu ğuna inananlarınislami hasr- ı nefs gelene ğini benimsemi şti. O, bu gelene ği ilk defa amcası Ş eyh Dervi ş vas ıtasiyle tan ımış, onu ilk şüphelerinden bu zat,kurtarm ış ve ona ehl el-sünne ve'l-cema` a anlayışım bu zat ö ğretmi şti."Tahsil yıllarında sünni kelam anlay ışı hakkında geni ş ve do ğrubilgiler edindi. Yaz ılarında Gazali kadar, M a t ur drnin de tesirleriaçık olarak görülebilir. Hatta muhtelif sünni ekoller aras ında Gaz alrdenziyade M a t uri d rnin görü şlerini kabule mütemayil görünmektedir.Bu husus, mesela iyi veya kötünün vahyden ayr ı ve bağımsız olarak246


ilinip bilinemiyeceği meselesinde kendisini göstermektedir. Fakatkendisi üzerinde ba şka tesirler de görülebilir. Dü şüncesi, İ bn Sina üzerindekiçal ışmalarının izini de ta şımaktad ır. Onu, bu konuya sevkeden,Afgani'dir. Ab duh üzerinde, ayn ı zamanda mutezililik etkilerini degörmek mümkündür. Bilindi ği üzere, bu ilk islami ak ılcılık akımı, Abbasihalifeleri tarafından ba şlangıçta te şvik edilmiş, daha sonra bast ırılmışve böylece Islam'da cans ız bir unsur haline getirilmi şti. Fakat Ab d uh'-dan itibaren bu, modern sünni anlay ışın unsurlarından birisi halinegelmi ştir.Abduh'un zihnini en ziyade me şgul eden bir mesele de, İslamdü şüncesi ile ilgili idi. XIX. yüzyıl Avrupa's ını da me şgul eden bu mesele,ilim ve din alanındaki büyük tart ışmaların konusu idi. Abduh'unokuduğu İngiliz ve Frans ız düşünürleri, tabiat ilimlerinin metodlar ını,be şer tabiat ına, topluma ve sonuç olarak bütün kâinata tatbik etmekistiyorlard ı. Ab d uh'a göre, geleneksel hristiyan doktrininin, modernilmin ke şiflerinin, modern tabiat ve geli şme kanunlarının kar şısındaayakta durmas ı mümkün de ğildi. Zaten Islam' ın hristiyanhk görü şü debu merkezde idi. İslam ise, insan zihninin bütün istekleri ve modernilmin ke şifleri ile tamamiyle uygunluk halinde idi. Be şer ahlaki içinistikrarh bir temele sahipti. Islam, insan tabiat ına uygun olan vemodern dünyan ın ihtiyaçlar ına cevap veren bir din idi.İslam, modern dü şünce ile uyu şabilirAbduh'un üzerinde önemle durdu ğu bir konu da, Islam' ın moderndü şünce ile nas ıl uyuşabilece ği meselesi idi. Bu vesile ile o, biri Frans ıztarihcisi H anot aux, di ğeri de Lübnan as ıllı gazeteci F ar ah Antunolmak üzere iki ki şi ile tart ışmalara giri şti. Böylece o, Taht avHayrettin ve Af g arıi.'nin yolunda daha da ileri gitmi ş olduğunuortaya koyuyordu. Bu İslam dü şüncesinin geleneksel baz ı anlayışlarının,Avrupa'da o s ırada hakim olan modern baz ı fikirlerle tan ıtılması demekti.Böylece maslaha fikri, yava ş yava ş fayda; Ara, parlamenter demokrasi;iemâ, kamu oyu haline geldi. İslam, kendisi, uygarlık ve hareketlilikanlam ına geliyordu. Böylece o, belki de modern dünyan ın bütün yeniliklerinekap ıları açmış oluyordu. Bununla beraber, kendi niyeti, laikdüşüncelere kar şı bir duvar örmek idi. Ancak, daha sonra ö ğrencilerindenbir grup, onun dü şüncelerini, tam bir laiklik istikametine götüreceklerdir.Genel olarak din anlayışıOnun düşünceleri ve islam' ı savunmas ının esas ı olan gerçek dinanlayışı ise, şöyle idi: Din'de esas ve de ğişmez olan ile, esas olm ıyan ve247


her hangi bir zarar meydana getirmeksizin, de ğişebilir olanı ayırdetmeklaz ımdır. Gerçek Islam' ın sade, doktriner bir bünyesi vard ır. O, insanhayat ının en büyük meseleleri hakk ında belli inançlar ı ve be şerin davranışları ile ilgili belli genel prensipleri ihtiva etmektedir. Bu inançlaraulaşma gücünü kazanmak ve onlar ı hayat ımız ın bir parças ı haline getirmekiçin, esas olarak ak ıl da, vahiy de gerektir. Onlar, ne birbirindenayrı, ne de birbiri ile ihtilaf halindedirler. Her türlü bilgide oldu ğu gibidini bilgilerin aranma ve elde edilebilmesinde de, hareket noktam ız,akıl olmalı ve onun bizi götürece ği yere kadar onu takip etmeliyiz. O,bize her şeyden önce Allah' ın varlığını; O'nun bilgi, irade, kudret vebirlik gibi baz ı s ıfatlar ını ö ğretir. O, ayn ı zamanda bize, gelecek bir hayatolduğunu, bu hayat içinde bizim kaderimizin, yapm ış olduğumuz iyive kötü hareketlerimizle ilgili bulundu ğunu öğretir. Bundan ba şka,akıl yolu ile biz, peygamberliğin var oldu ğunu da ö ğrenebiliriz.Abduh'un peygamberlik anlay ışıBu noktada iki dü şünce çizgisi birbirine yakla şmaktad ır. Evvelabazı şeyler vard ır ki, biz aklımızla bunları bilemeyiz. Bunlar ın bir kısmınıbilmemize lüzüm yoktur. İyi olan da, bunlar üzerinde fikir yürütmemektir.Mesela ilahi cevher hakk ında herhangi bir şey bilemeyiz. Zira bizimzihnimiz ve dilimiz, onun esas ını kavramak için yeterli de ğildir. Ancakdüzgün bir hayat sürmemiz için di ğer baz ı şeyleri bilmemiz gereklidir.Bunlar ı biz, kendi gayretimizle bilemeyiz. Mesela Allah ın kelâmı,görme ve i şitme gibi baz ı sıfatları, gelecek hayat ın mahiyeti, hükümgünü, onun zevk ve ac ıları gibi. E ğer hayat için bunlar ı bilmek gerekli ise,bunların, akıldan ba şka bir yol ile bilinmesi gerekir. Sonra, baz ı şeylervard ır ki, bunlar, prensip olarak, ak ıl ile bilinebilir, fakat bir çok kimseler,bunlar ı, gerçekten bilmezler zira ya onlar ın akılları yetersiz, yada zihinlerine yön veren heyecanlar ının kudreti yolunu şaşırmıştır.İşte bu her iki sebeple de insanlar, Allah' ın istedi ği gibi yaşamak istiyorlarsa,bir yard ımc ıya ihtiyaclar ı vard ır. Bu yard ımc ı, bir insanolmalıdır. Böyle olursa, diğer insanlar, onu anlayabilir ve onun be şerikonularda kendilerinden daha mükemmel olu şuna bakarak, ona gelmi şolan vahyden bir sonuç ç ıkarabilirler. Bu yard ımcı, şüphesiz, peygamberdir.Peygamber, Allah, hüküm günü ve bilmeleri gereken di ğer baz ıhususlar hakk ındaki bir tebli ği, insanlara bildiren bir insand ır.Akıl, bize peygamberlerin varl ığını öğretti ği gibi, gerçek bir peygamberinnas ıl olabilece ğini ve Hz.-i Muhammed'in gerçek peygamberolduğunu da ö ğretir. Peygamberli ğin do ğruluğunu gösteren delillerişöylece s ıralamak mümkündür:248


1- Peygamberin kendi görevine inanm ış olmas ı,2- Ona inanma ve onu kabulde bir devaml ılık olmas ı.3- Açık bir şekilde mucize göstermek iktidarmda olmas ı vebunların, aralıksız bir gelenek ile temin edilmi ş bulunması. Bu esaslaragöre hüküm verilirse, Hz.-i Muhammed'in bir peygamber oldu ğu hususundaAb duh'un hiç bir şüphesi yoktur. Onun, Allah ile olan irtib at ıbahis konusu edilmezse, hareketlerini ve tarih içindeki sonsuz nüfuzununasıl açıklayabiliriz ? Bu irtibat olmadan Kur'an'ın mucizesi nas ıl açıklanabilir? Zira dilinin ha şmet ve şahaneliği, düşüncesinin derinliği, onunbir insan kafas ından ç ıkmış olamıyaca ğını ortaya koymaktad ır. Aynışekilde, Hz.-i Muhammed'in peygamberlerin sonu oldu ğu hakkındakigörüşünün de, akli delilleri vard ır. Peygamberler silsilesinin bir yerdeve bütün insanlığın, kendi saadeti için gerekli rehberli ği benimsiyebilece ğibir noktada, sona ermesi gerekece ği tabii idi. Bu noktaya, islami vahiyleula şıldı. Hz-i. Muhammed, insanl ığın tamamiyle geli ştiği ve zaruriolan her şeyi anlamak gücünde oldu ğu bir zamanda gönderildi. Onunaracılık etti ği tebliğ, insan tabiat ının her ihtiyac ını tatmin edecek durumdadırve bu, onun arac ılığı ile bütün insanlığa gönderilmiştir.Abduh ve ictihadKur'an' ın ilahi bir tebliği ihtiva ettiği böylece ispat edilince, onuniçinde bulunan her şeyi, tereddütsüz kabul etmelidir. Muha mm e d'ide, bir peygamber olarak tan ıyınca, onun tebli ğ etti ğinin tamamını, kabuletmek gerekir. Bu tebli ğin içine Kur'an, peygamberin söyledikleri veyaptıklarını içine alan Hadis girer. Ab duh, sa ğlam ve devamlı bir isnadile de ğeri ortaya konmu ş hadisler dışında olanları kabulde büyük birihtiyat göstermi ştir. Kur'an ve sahih hadisler, kâinat hakk ında belligerçekleri, ferdi ahlakhl ık ve sosyal nizam ile ilgili genel prensipleri,baz ı emir ve nehiyleri ihtiva etmektedirler. Bu aç ık emirler, üzerindetartışma yapmaks ız ın, bütün müslümanlar tarafından kabul edilmelidir.Ancak belirtmek gerekir ki burada bile, akli bir ilim söz konusudur kio da, Arap dili ilmidir. Fakat Kur'an ve Hadis'in açık bir tavsiyedebulunmadığı meseleler de vard ır. Ya Kur'an metni aç ık de ğildir; yaHadis'in sahil-114i hakkında şüpheler vard ır; ya Kur'an, ya da Hadis,özel bir hal şeklinden ziyade genel bir prensip verirler; ya da Kur'an veHadis, bu hususta hiç bir şey söylememektedirler. İşte böyle hallerde,bir aç ıklayıcı olarak, ak ıl, harekete geçmelidir. Islam'da ferdi ictihad'amüsaade edilmekle kal ınmamış ; bu, esas bir mesele kabul edilmi ş-tir. Şüphesiz bu i ş, belli hudutlar içinde yap ılır. Böyle bir ictihad,Kur'an ve Hadis'in ortaya koyduklar ını tevil etmek de ğildir. Eğer249


unlar içinde, akla uygun olmayan şeyler varsa, kelimelerin gerçekmanalar ım aramal ı, ya da susmal ıdır. Bu arada önemle i şaret etmemizgerekir ki, ictihad'da bulunabilmek için zaruri bilgilere ve zihni birkudrete sahip olmak laz ımdır. Diğer kimselerin de, inand ıkları bir müctehid'itakip etmeleri gerekir. İşte bu hudutlar içinde ak ıl, tamamiyleserbesttir ve onun ödevi, sonsuzdur. Abduh için, icma yani toplumunfikir birliği, üzerinde durdu ğumuz ilk ikisi seviyesinde bir üçüncü kaynakde ğildir. Zaman içinde toplumun kollektif hükmü şeklinde bir cins icmagelişmi ştir. Fakat bu, asla, hatadan münezzeh demek de ğildir ve ictihadkap ısını kapayamaz.İşte bunlar, Hz.-i Muhammed'in tebli ğ etti ği dinin, gerçek prensipleridir.Fakat, o, ayn ı zamanda tebli ği etrafında birle şmiş bir toplummeydana getirmek istemi ştir. Zira din, insanlar ın ahlaki sistemindeen ziyade kudretli olan bir unsurdur. Bu bak ımdan da ancak birpeygamber, onlar ın hayatını tanzim edici prensipleri, onlara benimsetebilir.Bu prensip, nedir ve Hz.-i Muhammed nas ıl bir toplum yaratmakistemiştir? Bütün müslüman dü şünürler gibi Abduh için de,toplum, ahlaki bir dayan ışmanın bir arada tuttu ğu bir haklar ve vazifelersistemidir. Ödevlerin yap ılmas ında kar şılıklı haklar ın, kar şılıklıyard ım ve te şviklerin tan ınmas ı esast ır. Haklar ve vazifeler sistemi,vahiyden ç ıkarılmış bir hukukda yer alm ıştır fakat bu ç ıkarma bellibir yolda olmu ştur. Zira Ab duh, şeriat nazariyesine, İslam dü şüncesindebulunmayan, men şeini bir taraftan Utilitarianism (Faydac ı Sistem)'e,diğer taraftan Avrupa'n ın tabii hukuk nazariyelerine götürebilece ğimizyeni bir anlay ış getirmi ştir. ib n T e ymiy y e ve di ğer dü şünürler,ibadet ve muamelat' ı birbirinden ay ırmışlard ır. Bu görü şü, Abduhda benimsemi ştir. Ancak ona göre, Kur'an ve Hadis ibadetlerle ilgiliaç ık kurallar ortaya koymu şlar, fakat insanlar ın birbirleri ile ili şkilerihususunda, daha ziyade genel prensipler vermi şler ve onlar ı hayatşartlar ına göre uygulamay ı insanlara b ırakm ışlard ır. Belli prensipleregöre, ictihad'da bulunma i şi de, burada ba şlamakta ve me şruiyet kazanmaktadır.İslam, akıl, felsefe ve ilimBu sebeple Abduh için, ideal İslam toplumunun i şareti, sadecehukuk de ğil, ayn ı zamanda ak ıldır. Gerçek müslüman, dünya ve dini şlerinde akl ını kullanan insandır. Gerçek kâfir ise, hakikat ın ışığınagözlerini kapayan ve akli delilleri gözden geçirmeyi reddedendir. İslam,insan aklını tökezletici bir fikri asla telkin etmemi ştir. Bunu söyleyenleronun dü şmanlar ıdır. Onların dediklerinin aksine İslam, bütün akli250


ara ştırmaların ve bütün ilimlerin dostudur. Bu husus gerçekten Ab duh'-un, F ar ah Antun'la olan tart ışmalar ının konusunu te şkil ediyordu.İ bn Rü ş d (1126-98) hakk ındaki bir denemesirıde Antun, Islam' ınfelsefi ruhu öldürdü ğü fikri üzerinde durmu ştu. A. Ho ur an i'yegöre, bununla, R en an' ın bir ö ğrencisi olan Antun, Hristiyanl ığınilim ve felsefeye daha fazla sempati besledi ği fikrini kastetmemi şti.Fakat Abduh, onun böyle demek istedi ğini düşünmüştü. Ab d uh'agöre ise, Hristiyanl ık, mahiyeti itibariyle ho şgörüye yer vermiyen birdin idi. Akli aç ıklama ve hür ara şt ırmanın düşmana idi. Modern batıuygarlığının. Hristiyanl ıkla hiç bir ilgisi yoktu. Bat ı uygarlığı, Avrupalıdü şünür ve bilginlerin Hristiyanh ğı reddederek, onun yerine maddecilikprensiplerini kabul etmeleri sayesinde geli şmişti. Halbuki Islam aklibir din oldu ğu için, müslümanlar, ne onların dinlerini kabule, ne de kendidinlerini redde lüzam kalmaks ız ın, modern dünyan ın filmlerine sahipolabilirlerdi.İdeal toplumİdeal toplum, Allah' ın emirlerine uyan; onlar ı, Ali, toplumunrefah ve saadeti istikametinde yorumlayan bir toplumdur. Bu, faziletlibir toplumdur. Fakat ayn ı zamanda mutlu, varl ıkh ve kudretli bir toplumdur.Zira Allah' ın emirleri, ayn ı zamanda be şer toplumunun prensipleridir.Kur'an'ın ö ğretti ği Allah' ı memnun edecek davram şlarla,modern sosyal dü şüncenin, istikrar ve ilerleme istikametinde ö ğrettikleriaynıdır. Islam gerçek bir sosyolojidir; öbür dünya için oldu ğu kadar,bu dünya için de gerekli saadetin ilmidir. O, bu dünyan ın nimetlerindenmakal ve mutedil bir tarzda faydalanmay ı emreder. Islam hukuku, böyleanla şıldığı ve ona uyuldu ğu zaman, toplum geli şmi ş ; yanlış anlaşıldığı,ya da reddedildi ği zaman toplum çökmü ştür. Fert, mükâfat için, gelecekhayat ı beklemelidir. Ancak bilinmelidir ki, iyi ve kötü olan toplumlarmükâfat ve cezalar ını burada görürler.İdeal toplum budur. Fakat Abduh için, bu ayn ı zamanda bir defamevcut olmu ş olan bir toplumdur. Muhayyilesi, bu vesile ile Islam' ınaltın devri üzerinde durmaktad ır. Islâm'a tam bir teslimiyeti temsileden ilk nesil; bu teslimiyetin mükafatlar ı, siyasi ba şarılar, düşüncealanındaki geli şmeler; selef'in meydana getirdi ği ilk ümmet. Ab d u h,selef'den bahsederken, bu tabiri sadece ilk nesil için de ğil, daha genel birşekilde kullanmakta, bununla sünni islam gelene ğinin gelişme devrinive böylece Hicri III. ve IV. yüzyılın E ştari, B ak ıll ani, M aturi digibi şahsiyetlerini de kastetmektedir.251


Gerileme sebepleriBu mükemmel toplumun, sonunda gerilemesi, iki sebeple olmu ştur.Evvela Islâm'a, ona yabanc ı olan unsurlar girmi ştir. Felsefeciler vemüfrit şiiler bir ifrat anlayışı getirmi şler; bir çe şit tasavvuf anlay ışı,Islam'ın esas mahiyetini gölgelemi ştir. Onun anlad ığı şekildeki gerçektasavvufa Ab d u h'un. büyük bir hürmeti vard ı : Müslümanların dine bağlılıklarınıiçten duymalar ı doğru bir hareketti. Ancak di ğer cins bir tasavvufuo, zihin ve ahlak için tehlikeli görüyordu. Bu, evliya'ya ve onlar ınkerametlerine fazla hasr ı nefsi esas alan bir anlay ıştı. Bu anlayış, dikkati,Allah'dan ayırmaya temayül ederek, Allah ile insan aras ına arac ılar,bir takım ara varl ıklar yerle ştirmektedir. Bu anlayış, mümine, aynızamanda, öbür dünyan ın lehine olarak bu dünyadaki ödevlerini ihmaliö ğretmektedir. Müridi, mür şid'in iradesine tabi kılmakta ve böylecegeli şmekte olan bir müslüman toplumu için zaruri bir temel olacak olanferdi iradenin hareketlili ğini zayıflatmaktad ır. Ayrıca, ona göre, vandet-ivücad doktrini, Allah ile yaratt ıkları aras ındaki aç ıklığı ortadan kaldırmagatemayül etmektedir. Bu anlay ışın sonucu olarak, o, son y ıllarında,Arap klasiklerinin yayımm kontrol ile görevli bir komisyonun ba şkanıiken, İ bn el-Ar abrnin El- Futuhat el- Mekkiye adlı eserinin yayınlanmasına müsaade etmemi ştir.Ümmet'in geriledi ği diğer bir yol daha vard ı . İman esaslarını koruyanlarbile, nispet duygular ını kaybetmiye ba şladılar ve esas olan ile esasolmayan aras ındaki farkı unuttular. Onlar ilk Islam toplumunun teferruatlısosyal kaidelerine, bunlar iman prensipleri ile ayn ı durumda imiş gibibakmaya ba şladılar ve onlara kar şı da aynı de ğişmez ve üzerinde tart ışmayap ılmaz itaati istediler. Bu da, bir cins ifrat idi ve bundan, gerçekIslam'ın hürriyet anlay ışının çok uza ğında bulunan kör bir taklid âdetiortaya ç ıktı. Ab d uh'a göre, taklid'in yay ılmas ı, ümmet içinde Türkkudretinin ortaya ç ıkmas ı ile ilgilidir. Belki de burada o, R en an' ıntesiri alt ındadır. Islâm'a yeni intisab etmi ş ve Ab duh'a göre anlay ışkabiliyetinden mahrum olan Türkler, peygamberin tebli ğinin nı:anas ınıanl ıyamadılar. Kendi ç ıkarları için, onlar, otoritenin, körü körüne,kölece kabulü fikrini te şvik ile idare ettikleri insanlar aras ında aklın,serbest bir şekilde kullan ılmas ını önlediler. Bilgi, onlar ın dü şmanı idi.Zira bilgi, onların tebaalar ına, hükümdarlar ın hareketlerinin ne kadarkötü olduğunu öğretebilirdi. Böylece onlar, ulema içine kendilerinidestekliyenleri dahil ettiler ve bunlar yolu ile müminlere imanla ilgilimeselelerde kör bir ataletin ve siyasi mutlakiyetin kabulünü ö ğrettiler.Ulema, bozulunca, islâm'da her şey tereddiye ba şladı. Arap dili saflığınıkaybetti. Dini okullar içindeki kat ı bölünmeler ile birlik bozuldu, e ğitim252


yolunu şa şırdı. Aklî ilimler ihmal edildi. Akıl ve vahiy aras ındakimuvazene kayboldu ğu için, dinin as ıl doktrini bile bozuldu.Böylece İslam anlayışı, bu hükümdarlar tarafından bozulmu ş oluyordu.Dü şünce alan ındaki anar şi, cahil hükümdarlar ın himayesi alt ındamüslümanlar aras ında da yay ıldı. Bu cehalet, bu bozulma, modernzamanlara kadar devam etti. Ab duh, Ortaça ğlardaki Türkler hakk ındayazdıklarını, aynı şekilde Osmanlı sultanları için de bahis konusu ediyordu.Abduh'un gözünde Osmanl ı sultanlar ı da, din konusunda,akıl dışı bir muhafazakarl ığın dayanaklar ı durumunda idiler. Abduh,Sultan II. Ab d ülh a mi d'in yak ın mü şaviri olan ve kendisininkindençok ayrı tasavvuf' bir görü şün temsilcisi bulunan Ş eyh E b u'l- Hü d a'dan da nefret etmekte idi.Islam milletleri faziletlerini ve böylece kudretlerini kaybederken,Avrupa milletleri, daha kuvvetli ve daha medeni oluyorlard ı. Aklınve hareketlili ğin esas sosyal faziletlerini kendi yollar ında geliştiriyorlarve mükafatlarm ı topluyorlard ı. Abduh, şuna kani olmu ştu ki,milletler, akl ın mahsulü olan Avrupa ilimlerini almad ıkça tekrar kudretlive varl ıklı olamazlard ı. Onlar, bunu, Islâm' ı bırakmadan yapabilirlerdi.Zira Islam, aklın bütün mahsullerinin kabulünü ö ğretmi şti. Buise, Islam toplumlar ının bütün kurumlar ında, hukuk sisteminde, okullarında,devlet idaresi usûllerinde bir tak ım değişiklikleri gerektirmekteidi.Abduh'a göre ideal idare şekliBütün bu açıklamalardan sonra belirtilmesi gereken bir tak ım diğerhususlar da şunlardır: Abduh, bir M ısırlı idi. Kendi memleketiningeleneklerine s ıkı bir şekilde ba ğlı idi. Düşüncesinde ba şlangıçtanberi milliyetçilik unsuru önemli bir yer i şgal ediyordu. El-Ehram'daçıkmış ilk makalesinde M ısır kırallığının büyük geçmi şinden bahsetmektedir.Ona göre, ayn ı memlekette ya şıyan insanların müşterek tarih veçıkarları, imanları ayrı da olsa, bu insanlar aras ında kuvvetli ve derinbağlar yaratmaktad ır. Siyasi hayat için birlik zaruridir. En kuvvetli say ılması gereken bir birlik çe şidi de ayn ı memlekete sahip olmaktan meydanagelmektedir. Müslüman olm ıyanlar da bu birli ğe, tıpkı müslümanlargibi dahildirler. Ayr ı bir Mıs ır milletinin varlığı bir vakıadır. Fakatbütün Islam ümmeti gibi bu millet de, bir içten çökü ş halindedir ve birtakım reformlar yap ılmadıkça, kendi kendisini idare etmek ümidindebulunamıyacakt ır. Abduh'un dü şündüğü ideal idare şekli de, a şağıyukarı, Ortaça ğ Islam dü şünürlerinin ileri sürdükleri ile ayn ıdır.Bu ise şöyle özetlenebilir: Kanunlara uygun olarak ve halk ın önderler'253


ile mü şavere'de bulunarak idare eden adil bir hükümdar. O, bu konudaTunus'lu Hayrettin P a ş a'dan daha ileri giderek bu idareyi monar şikbir Anayasa ile hudutland ırmak istemi ş fakat Mısır' ın, o sırada bunahazır bir durumda oldu ğuna inanmam ıştır. Bunlar, onun ilk makalelerindeyazd ığı, son yıllarında da tekrarlad ığı bazı görü şlerdir. Fakatbu arada o, milli duygularının çok kuvvetli oldu ğu ve şiddet hareketlerinidesteklemeye haz ır bulundu ğu bir devre de geçirmi ştir. Hidiv İ s mail'inson devirlerinde Af ganrnin tesiri ve M ısır' ın durumunun kötülü ğü onupolitika hayatına itmi ş ve o s ıralarda yabanc ı müdahalesi kadar, Hidiv'inmutlakiyetine de kar şı çıkmıştır. Nisan 1882'de Blunt'a şu satırlarıyazdığı görülmektedir: "Her M ısır'l ı, Türklerden nefret eder ve onlar ınçirkin ha t ıras ından iğrenir". 1884'de Ingiltere'ye geldi ğinde, B lunt , onahakim olan fikrin, şimdi de "Ingiltere'ye kar şı nefret" olduğunu belirtmektedir.Bu nefret içinde, Çerkezlere olan nefret de bulunmaktadır.Gerçek bir milli e ğitime olan ihtiyaçSürgün yıllarından sonra M ıs ır'a döndü ğü zaman, Ab duh'undaha itidalli bir hayat ya şadığı görülmektedir. Bunda belki onunHidiv Tevfik P a ş a'ya verdi ği söylenilen söz kadar, Afgan.rninkendisi üzerindeki tesirlerinin azalmas ının ve 1882 i şgali hat ıras ının datesiri olmu ştur. Bu vesile ile o, temel görü şleri üzerinde yeniden durmakimkanını bulmu ştur. İşte bu s ıralarda onun için önemli olan, M ıs ır' ıngerçek bir milli e ğitime olan ihtiyac ı idi. Bütün siyasi ve sosyal meselelerinbu ihtiyac ın ışığından görülmesi gerekirdi. E ğer anayasal ı idarebu işi önlemekte ise, bu, kötü, hiç de ğilse, olgun olm ıyan bir idare idi.E ğer mutlak, ya da yabanc ı bir idare, milli e ğitime yard ım ediyor ise,buna müsamaha edilmeli idi. Siyasi olgunluk ve gerçek ba ğımsızlığınyolu, sadece siyasi de ğildir. Bu bak ımdan o, hayat ının son yıllarındaeski üstad ı Af g anryi de tenkid etmi ş ve ö ğrencilerinden birisine,Mıs ır'da yapt ıkları istisna edilecek olursa, Afg anrnin o kadar önemlibir iş görmedi ğini bile söylemi ştir. Ayrıca onun, Istanbul'da saraydabir takım entrikalara kar ışaca ğına, sultan, e ğitim alan ında ve sistemindebir takım reformlar yapmak için ikna etme ğe çalışmas ının daha iyiolaca ğını söylemi ştir.Bu hususta Afganrye de yazm ış fakat Af g ani k ızdığı için,aralarındaki ilişkiler de sona ermi ştir. Af g a ni, öldü ğü zaman, Ab duh,onun hat ıras ına her hangi bir şey yazmam ıştır.254


Abduh'un Mehmet Ali Pa şa ile diğer Mısırlı siyasiler hakk ındakigörüşü1892'de Hidiv Tevfik Pa ş a'nın yerine o ğlu Abbas Hilmigeçti ğinde, ba şlangıçta Abduh'un onunla iyi münasebetlerde bulundu ğugörülüyordu. Fakat Abduh'un Vak ıf mallarının hükümdarl ık adınakullanılmas ına mani olmaya çal ışması ve diğer baz ı sebepler yüzündenaralar ı açıldı. Bu, Abduh'da Mehmet Ali Pa ş a ailesine kar şı olanzaten mevcut dü şmanlığı, yeniden ortaya ç ıkard ı ve Mehmet . Ali'ninMısır' ın ba şına geçi şinin yüzüncü y ıldönümü dolay ısiyle yazd ığı birmakalede, "modern M ıs ır' ın kurucusu" denen Mehmet Ali P a ş a'nınyaptıklarının iyi olmayan taraflar ın' belirtti. Ona göre Mehmet Ali,kendi kudreti için, Mıs ır' ın hayat ında önemli bir yeri olan her şeyi, herkesiortadan kald ırmıştı. Sadece ona boyun e ğecek şekilde yeti ştirilmişolanlara memurluk verilmi ş , şüpheli karakterli yabanc ılara imtiyazlartanınmış ; bunlar, himaye edilmi şti. Onun idaresinin kuvvetlili ği, kanunaolan hürmetinden de ğil, kuvvetli bir ordu kurmu ş olmasından idi.Fakat bu maksada varmak için kulland ığı metodlar, Mısır halk ına askerifaziletler vermekten uzakt ı. Onun tar ımı te şviki, kendi faydas ı içindi.Bir çok mülklerden ibaret M ısır, onun zamanında bir büyük mülk halinegelmi şti. Onun sadece ad ı müslümandı. Gerçekte o, İslâm için herhangibir şey yapmamışt ı .Abduh'un gerçek M ıs ırl ı olan siyaset adamlar ı hakkındaki görü ş-leri de, mahiyet itibariyle yukarda belirtilenlerden pek farkl ı de ğildi.Başta Ur ab i Pa ş a olmak üzere 1882 y ıllarında sesini duyurmu ş olanbütün askeri liderleri de daima tenkid etmi ştir. Ur abi. P a ş a'nın baş -langıçta hiç bir siyasi reform fikrine sahip olmad ığını belirtmesi, dikkatiçekmektedir.Bundan yirmi yıl kadar sonra Mustafa K âmil'in liderli ği altındamilliyetçi ruh tekrar canland ığı zaman, Abduh'un gene ayn ı tenkidleriyapt ığı görülmektedir. Belirtti ğine göre Mustafa K âmil'in takipetti ği yol, me şrû de ğildi; bu yol, ya hiç bir sonuç vermiyecek, ya da eldeedilen sonuçlar devaml ı olmayacakt ı. Bu iki şahsiyetin, birbirleriyleuyum halinde olmad ıkları görülüyordu. Abduh, Mustafa K amiriciddiye alm ıyor; Mustafa Kamil de, müftüyü, pek fazla resmi tesiraltında kaldığı dü şüncesiyle tenkid ediyordu.MUHAMMED ABDUH'UN MISIRLI ÖĞ RENCILERIMuhammed Abduh'un dü şünce sisteminde birisi di ğerininterimleriyle tam anlam ıyla aç ıklanamayan fakat her biri belli, kaç ınılmazistekleri de beraberinde getiren iki olay ve bu iki olay aras ında255


daimi bir gerginlik dikkati çeker. Bir tarafta toplum içinde insan ınnas ıl hareket etmesi hususunda Allah' ın isteklerini ortaya koyan Islam;diğer tarafta Avrupa'da ba şlamış ve şimdi dünyaya yayılma istidad ıgösteren, insanlar ı belli bir yolda ya şamaya yönelten ve art ık tersineçevrilmesi mümkün olmayan modern uygarl ık akımı bulunmaktar.Muhammed Abduh, gerçek Islam' ın ne oldu ğunu ortaya koymaksuretiyle bu iki iste ğin birbiriyle çeli şme halinde olmadığını ispat etmeyeçal ışt ı. Ona göre, Islam, modern dünyan ın kabul etti ği her şeye müsaadeetmekteydi. Bu ikisi aras ında bir ayr ılık oldu ğu zaman, bu iki görü ştenhangisine öncelik tan ınmas ı hususunda da Abduh'un aç ık fikirlerivardı. M. Abduh'a göre Islam' ın ahlak ve ö ğreti bakımından üzerindehiçbir tavizin bahis konusu olmad ığı de ğişmez ve istenilen hale konulamazbaz ı emirleri vard ı. Bu bakımdan Islam, yenilikleri benimserkendaima kontrol eden, hudutlar ı çizen bir unsur olmal ı idi.Aslında bu hudutlar ı çizmek çok zordu. Ancak M. Abduh'ungeleneksel islam bilimleri hakk ında derin bir bilgisi vard ı ; dü şünceleriniileri sürerken büyük bir sorumluluk duygusu alt ında hareket ediyordu.Ab duh'un bu dü şünceleri kendisinden sonra gelen ayd ınlar üzerindeoldukça etki yapmıştı. Bu arada onun dü şünceleri, islami gerçe ği ortayakoymak yerine Islam' ın mevcut şöhretini savunma duygusu içindebulunan baz ı dü şünürleri de te şvik etmi şti. Bu te şvik, şu düşüncedenileri gelmiştir: Islam, modern dünyan ın tasvip etti ği her şey demektirve modern dünya dü şüncesinin ortaya koydu ğu her şeye sahip bulunmaktadır.Muhammed Ferid VecdiBöyle bir görü şü yans ıtan dü şünceleri, Muhammed Ferid VecdrninEl-Medeniyye ve'l- İslam adl ı kitab ında bulmaktay ız. MuhammedAbduh ekolünün bütün yazarlar ı için olduğu gibi, Ferid Vecdi için de,önemli ve biribirinden ayr ı iki husus vard ı. Bunlardan biri, Allah tarafındanvahyedilmi ş gerçek ve hükümleri ile Islam, di ğeri de, Sosyoloji'ninortaya koydu ğu kanunlariyle modern uygarl ık. Bu ikisi aras ında biraykırılık olursa ne yapmak gerekirdi ? M. Abduh, bu hususu gerçekuygarlığın Islam ile uygunluk halinde oldu ğunu söyleyerek halletmi ştir.Fakat F eri d Ve e drnin kitab ında ince bir de ğişiklikle kar şılaşırız kio da şudur: Gerçek Islam, uygarl ık ile uygunluk halindedir. FeridVecdrye göre modern Avrupa sosyal ilerleme ve saadetin kanunla=bulmuştur. Bu kanunlar, ayn ı zamanda, Islam' ın kanunland ır.Bundan sonra M. Ferid Vecdi, "öyleyse İslam nedir" sorusunu sormaktave kendisi, şu cevaplar ı vermektedir:256


Islam, her şeyden önce insan ve yarat ıc ıs ı aras ında do ğrudan doğruyabir irtibatt ır. Ruhban s ınıfı= arac ılığı ve zulmünden kurtulmakt ır.Islam, ayni zamanda, insanlar ın e şitliği, devlet idaresinde dan ışmaprensibi, akla ve ilme hak tan ıma, insan hayatiyle ilgili tabii kanunlar ınvarlığı, tabiat nizam ı hakkında ilmi tecessüs, dü şünce ve tart ışmahürriyeti, kar şılıklı ho şgörü temeline dayal ı insanlığın birliği düşüncesi,insanların yetenek ve duygulariyle ilgili haklar, insanl ığın refah vesaadeti ııi kabul etme ve nihayet k ısaca söylemek gerekirse, islam,ilerleme prensibi demektir.Mustafa Abd el-Raz ık (ölm. 1947)Abduh'un dü şüncelerini devam ettiren ve onun metodunu dahamükemmel bir şekilde kullanan diğer bir dü şünür olarak Mustafa Abdel- R az ı k'ı görüyoruz. Abd el- R a z ık, M. Abduh'un politikac ıarkada şlarından birisinin o ğludur. Önce Cami el-Ezher'de okumu ş, dahasonra Fransaya giderek Pariste, Sorbonne <strong>Üniversitesi</strong>nde ünlü sosyologE mile D urkhe im' ın ö ğrencisi olmu ş, Mısır'a döndükten sonra, uzunyıllar üniversitede felsefe okutmu ş, kısa bir süre "naz ırl ık" yapt ıktansonra 1945 yılında Ezher <strong>Üniversitesi</strong>ne Rektör tayin edilmi ş ve 1947yılında ölünceye kadar bu üniversitede bir reform yapmak için k ıymetibilinmemi ş gayretler harcam ıştır. Temhid li-Tarih el-Felsefe el- İslistmiyyeadlı eseri, İslam Felsefesi Tarihine Giriş şeklinde tercüme edilebilir.Bu eser, M. Ab du h'un eserleri gibi XIX. yüzy ıl akılcılığı çerçevesinde yazılmıştır.Eserin ba şlangıç noktas ı, ünlü frans ız düşünürü E. R en a n' ın,Islam felsefesi ile ilgili olumsuz bir görü şüne dayanmaktad ır. R en an'agöre Islam felsefesi, ne islâmidir, ne de arapt ır. M. Abd el- R az ık,Islam'da akl ın yerini ortaya koymak suretiyle R en an' ın bu fikriniçürütmeye çal ışmıştır. Bu maksatla Islam fıkhında rey meselesi üzerindedurmu ş, geçmi ş Islam dü şünürlerini incelemi ş ; rey'in Islam dünyas ındaHz.-i Peygamber zaman ından beri bulunduğunu, Hz.-i Muhammed'inbu yolda hareket etti ğini, ashabma da bu hususta müsaade verdi ğinianlatmıştır. Tarihi kaynaklar ın dikkatle kullan ılmas ı, onun, ciddibir ilim adamı olduğunu ortaya koymaktad ır.Kasım Emin (1865-1908)M. Abduh'un ö ğrencilerinden biri de, Kas ım E min'dir. Kas ı mEmin, daha çok, kad ınların özgürlü ğe kavu şturulmas ı hakkında yazd ığıbir kitapla ün kazanm ıştır. Daha önce yarg ıç ve sosyal meseleler üzerindearas ıra makaleler ve yaz ılar yazan bir yazar olarak az çok tan ınmaktaidi. Fakat 1899 y ılında bas ılan Kadın'tn Kurtulu şu (Tahrir el-Mer'e)257


adlı eseriyle büyük bir ün kazand ı. Kas ı m E min'e göre, islam dünyas ı,çöküntü halinde idi. Her taraftan yap ılan baskılara kar şı koyamıyacakkadar zay ıflamıştı. Islam dünyas ının, tabii istifa kanunlariyle idareedilen bir dünyada ya şamas ı mümkün de ğildi. Bu çöküntünün sebepleriacaba ne idi?Kas ım Emin, bu soruya şimdiye kadar verilen cevaplar ınhiç birisini kabul etmemekteydi. Çöküntünün sebebi, üzerinde ya şanılancoğrafi muhit olamazd ı Çünkü ayn ı ülkelerde çok gelişmiş uygar devirleigörülmüştü. Çöküntünün sebebi, Islam dini de de ğildi. Zira Islam' ınçökü şü, bir sonuç idi. Yoksa kendisi, sosyal gerilemenin bir sebebi de ğildi.Kas ı m E min.'e göre, bu çöküntünün gerçek sebebi, ahlaki dayan ışmave kudretin, sosyal faziletlerin ortadan kalkmas ı idi. Bunun sebebiise, tek kelime ile cehalet idi. İnsanları, mutluluğa götürecek yollar ınkendilerinden ç ıkarılacak' gerçek ilimlerden habersizlik idi. Bu cehaletise, ailede ba şlamıştı. Bildiğimiz üzere erkek ve kad ın aras ındaki, anneve çocuk aras ında ilişkiler, toplumun temelini te şkil ederler. Ailedebir takım faziletler mevcut olursa, bunlar ayniyle toplumda da var olur.Toplumun içinde kad ının işi, milletin ahlakım meydana getirmektir.Fakat görüyoruz ki Islam memleketlerinde ne erkekler, ne de kad ınlargerçek bir aile kuracak şekilde eğitilmişlerdir. Kad ınların kendilerinedüşeni yapabilmek için ne hürriyetleri, ne de gerekli statüleri vard ır.Bütün bunlar ın sebebi, baz ılarının iddia etti ği gibi, Islam'ın kendisideğil midir ? Kas ım Emin, bunu kabul etmemektedir. Aksine K as ı mEmin, Islam şeriat ının kadın erkek e şitliğini sağlıyan ilk kanun olduğunuileri sürmektedir.Ancak burada, çok evlilik bir istisna te şkiletmektedir. Zira ona göre, bu konudaki e şitsizlik için zorlay ıcı bazısebepler bulunmakta idi. Ileride aç ıklanacak" üzere, Islam' ın gerçek ruhu,çok evlilik istikametinde de ğildi. Kas ım E min'e göre Islam dünyasındakibozulmalar, islâm'a d ışarıdan gelmi ştir. Bunları yapanlar da,kendi âdet ve hurafelerini birlikte getiren daha sonra müslüman olmu şhalklardır. Bu yeni halklar, islami idare sistemini bozmu şlar ve onunyerine mutlak idareyi koymu şlardır. Böylece toplum içerisinde kudretliler,zayıf olanları; erkekler de, kad ınları hor görmeye ba şlamışlardır.Böylece denebilir ki önümüzde bulunan sosyal meselenin esas ını, kadınındurumu te şkil etmektedir ve bu durum, ancak ve ancak e ğitim yoluyledüzeltilebilir.Kas ı m E min'e göre, e ğer müslüman kadınları, evlerini idareetmek, sosyal hayatta kendilerine dü şen görevi yerine getirmek istiyorlarsa,hiç de ğilse ilkokul e ğitiminden geçmelidirler. Kendilerine okuma258


yazma, tabii ve ahlaki ilimler, tarih, co ğrafya ve sa ğlık bilimleri, sosyoloji,psikoloji ve dini bilgiler, beden e ğitimi ve güzel sanatlardan zevk almae ğitimi verilmeli ve bu konularda az çok bir dü şünce sahibi olmalar ınayardım edilmelidir. Ayrıca bu e ğitim, sadece aile oca ğını idare etmektenibaret olmamal ı; müslüman kad ınlar, kendi hayatlar ını kazanacakşekilde yeti ştirilmelidir. Kad ın haklarının bilinçli tek garantisi budur.Bir kad ın maddi bakımdan kendi kendine yeter hale getirilmedikçe,kanunlar onlara ne gibi haklar verirse versin, o, maddi bak ımdan erkeklerinlatfuna s ığınmak ve kendi hayat ını emniyet alt ına almak için,daima bir takım dola şık yollara sapmak zorunda kalacakt ır.E ğitim, işte bu bask ıyı sona erdirecek; böylece ayni zamandapeçenin ve kad ınların ayrı yaşamas ının da sonu gelmi ş olacakt ır.Burada üzerinde durulmas ı gereken önemli bir nokta, Kur'an-ı, kerim'inve şeriat' ın bu konuda ne söyledi ğidir.Kas ı m E min'e göre, kadınların yüzlerini açmas ını önleyecekgenel ve kesin bir yasak yoktur. Bu husus, hal ve zaman ın şartlar ına,örf ve Mete b ırakılmıştır. Ayrıca aç ıkca bellidir ki, kad ınların haklarınıkorumas ı, toplum içinde kendilerine dü şen rolü yerine getirmeleri, peçeninarkas ından mümkün değildir. Mesela o şekilde peçeli bir kad ın, nas ılandlaşma yapabilir? Herhangi bir ticaret i şini nasıl yürütebilir ? Kas ı mE min'in belirtti ğine göre, peçeli kad ınlar, faziletlerini de koruyamazlar.Aksine baz ı peçe tipleri, cinsi arzuyu bile art ırır. "Üstelik Kur'an-ı, kel-int' -de kad ınların ayrı ya şamasiyle ilgili *Hz.-i Muhammed'in han ımlarımüstesna, herhangi bir hüküm de yoktur. Bu konuyla ilgili ba şka aç ıkbir metin de mevcut de ğildir. Bu bak ımdan bu konuda MuhammedA b d uh'un prensibini takip etmek; bu mesele hakk ında toplumsalrefah aç ısından karar vermek zarureti vard ır. Şunu aç ıkca ifade etmeklaz ımdır ki kad ınların ayr ı ya şamas ı, topluma zarar ve ziyan veren birhusustur. Ayr ı ya şama, kad ının tam bir varl ık olmas ına engel olur Çünkübir kadın, e ğer o, kendini idare etmesini bilir, şeriat ın ve tabiat ın kendisineverdi ği hürriyetten istifade edebilir ve yetenekleri, en yüksek derecedegeli ştirilmiş olursa, tam bir varl ık sayılır. Ayrı ya şamanın dayana ğıise kadına olan güven eksikli ğidir. Erkeklerin kad ınlara sayg ı göstermemesi,onlar ı kapatmas ı, onlara tam bir insan olarak bakmamas ı demektir.Bu, ayn ı zamanda, erke ğin kadını insanlık sıfatlar ından soymas ı; onu,sadece, belli bir i şte yani vücudundan faydalanma i şinde kullanmas ıdemektir. Çok evlili ğin temelinde de, ayn ı şekilde, kad ını küçük görmeduygusu yatmaktad ır.Kas ı m E min'in ifadesine göre, hiç bir kad ın, kocas ını arzu ederekbir ba şkası ile payla şmak istemez. E ğer bir erkek, ikinci bir kad ınla259


evlenirse, bu, sadece , birinci kad ının arzu ve hislerini bilmezlikten gelmeklemümkün olabilir. İlk hanımın delirmesi, ya da hiç çocukdo ğurmamas ı gibi bazı durumlarda ikinci defa evlenme, caizolabilirse de, böyle hallerde bile, erke ğin, bu hakk ını kullanmaması, sab ırlı ve şövalye ruhlu olmas ı gerekir. Kur'an- ı kerim'inçok evliliğe müsaade etti ği ileri sürülebilir. Evet bu inkar edilemez.Ancak hat ırlamak yerinde olur ki, Kur'an- ı kerim, bunun tehlikelerinekar şı gerekli ikazlar ı da yapm ıştır. Kur'an- ı kerim'in ruhu,tek evlilik yönündedir. Bu konuyla ilgili âyetin anlam ı şöyledir: "E ğervelisi oldu ğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle kendilerinehaks ızlık yapmaktan korkarsan ız, onlarla de ğil, ho şunuza giden ba şkakadınlarla 2,3 ve 4'e kadar evlenebilirsiniz Şayet aralar ında adaletsizlikyapmaktan korkarsan ız ancak 1 tane almal ıs ınız ya da sahip oldu ğunuzcariye ile yetinmelisiniz. Do ğru yoldan sapmamamz için en do ğru yolbudur." (Nisa suresi, ayet 3).Kas ım Emin, t ıpkı Tahtavî ve Abduh gibi bu nokta üzerindeönemle durarak erke ğin birden fazla evlendi ği hanımların hepsine ayn ışekilde davranam ıyacağını ve sonuç olarak da Islam' ın ruhunun tekkad ınla evlenme yönünde oldu ğu hususunu önemle belirtir. Zorunluolunca bo şanmaya da müsaade edilmi ştir. Ancak bu, arzu edilecek de ğil,kötülenecek bir husustur. Mümkün mertebe bo şanmadan kaç ınmakve ancak kaç ınılamaz oldu ğu zaman, buna ba şvurmak gerekir. Kas ı mE min'e göre, e ğer bo şanma söz konusu ise, erkekler oldu ğu kadarkadınlar da bu hakka sahip olmal ıd ırlar.Kadınlarla ilgili görü şlerini böylece aç ıkladığımız Kas ım E m in'-in kadınların siyasi haklara sahip olmas ını tavsiye etmediği görülmektedir.Ona göre, M ıs ırl ı kadınların kamu hizmetinde kendilerinedü şen yeri alabilmeleri için, uzun bir e ğitim devresinden geçmelerigerekmektedir. T ıpkı Muhammed Abduh gibi, o da,Kur'an'da ve Hadis'te aç ık bir hüküm bulunmad ığı ya da türlü şekillerdeyorumlanabilen bir metin oldu ğu zaman, daima sosyal refah vedayanışma istikametinde olan yorumun benimsenmesi görü şündedir. Buşekildeki kural ve yorumlar, kutsal de ğildirler. Bunlar, dinin içinegirmi ş, devirden devire, hatta toplumdan topluma de ğişen be şer Metlerdir.Şeriat' ın genel prensibinden ayrılmaks ız ın herhangi bir ihtiyac ıgiderecek yeni Mr yorumu aramak, me şru olan bir hareket tarz ıdır.Kas ı m Emin, dü şüncelerini oldukça ihtiyatl ı bir dille aç ıklamışbulunmas ına ra ğmen, kitab ı, Mıs ır'da büyük bir gürültü kopard ı. Kitab ınyayınlanmas ını takip eden bir kaç ay içinde bir k ısmı ona karşı olan,260


ir kısmı da onun görü şlerini destekleyen birçok kitap ve risale yaz ıldı .Kendisini tenkid edenlere cevap olarak Kas ı m E m i n, 1900 yılında yenikadın anlayışım konu edinen Yeni Kad ın (El-Mer'e el-Cedide) adlı birkitap yayınladı. Bu kitapta yazd ıkları, ilk eserinde ileri sürülen fikirlerintekrar ı olmakla beraber ifade tarz ı oldukça de ğişiktir. XIX. yüzy ılınbüyük mefhumlar ı özgürlük, ilerleme ve uygarl ık'tır. Özgürlüğün anlamı,ahlüka hürmet, kanun hudutlar ı içinde dü şünce, istek ve hareketlerdeba ğımsızlık, ba şkalarının isteklerine ba ğlı olmamak demektir. Be şerilerlemesinin temeli budur. Ancak kad ınların hürriyeti, bütün di ğerhürriyetlerin temeli ve ölçüsüdür. E ğer bir toplumda kad ınlar hür ise,bütün vatanda şlar hür demektir. Kad ın hürriyetine kar şı kullanılandeliller, diğer herhangi bir hürriyete kar şı kullanılan delillerin hementamamiyle ayn ıdır. Toplum ilerledikçe kad ın haklar ı, bahis konusuolur. Kas ı m Emin'e göre, bu ilerlemenin dört safhas ı olmuştur.Ba şlangıçta hür olan kad ın, ailenin te şekkülünden sonra erke ğe tabiolmaya ba şlamıştır. Daha sonra muhtelif toplumlar ın te şekkülü s ıras ındakadının baz ı hakları tan ınmış fakat erkekler onlar ın bu haklarını kullanmalarını engellemi şlerdir. Nihayet son olarak uygarl ık devri gelmektedirki bu devrede, kad ınlar, bütün haklar ına sahip, erkeklerle e şitbir durumda bulunmaktad ırlar. Bugün do ğu memleketleri üçüncü,Avrupa memleketleri ise dördüncü safhadad ırlar. Kas ım Emin,bu konuyla ilgili şu sözleri de ilave etmektedir: "Do ğu memleketlerinebakımz Orada kad ınları, erkeklerin; erkekleri de, mutlak bir hükümdarmesirleri olarak bulacaks ınız. Erkek kendi evinde zalim, evinin d ışındamaztümdur. Bir de Avrupa memleketlerine bak ınız Orada hükümetler,hürriyet ve insan haklar ına saygı temeli üzerine kurulmu şlardır. Kad ınlarındurumu ise, hürmetin, dü şünce ve hareket hürriyetinin en yüksekderecesine ula şmıştır."K as ım E min'in üzerinde durdu ğumuz bu düşünceleri, t ıpkıCemalettin Afganrnin dü şünceleri gibi, genel olarak islam dünyas ınıngerileme sebeplerini ortaya koydu ğu kadar, ayni zamanda, Islam uygarlığınınele ştirilmesine de yönelmi ş bulunmaktadır. Müslümanlar aras ındaIslam uygarl ığımn, be şeri mükemmelliğin bir örne ği olduğunusavunanlar daima bulunmu ştur. Kas ım Emin, bu görüşü tenkidetmektedir. Kas ım Emin'e göre, medeniyetler ilme dayan ırlar.Islam medeniyeti geli şmi ş olduğu s ırada zaman ımız filmlerininbir çokları henüz bilinmiyordu. Bu bak ımdan islam medeniyetininörnek ahnacak tek uygarl ık olduğu ileri sürülemez. Geçmi şin bütünuygarlıkları gibi islam medeniyetinin de eksikleri vard ır. Ayrıca islammedeniyetinin en yüksek devresinde dahi, o devirde ya şayan müslüman-261


ların, diğer insanlardan daha iyi, ya da daha kötü oldu ğunu tespit etmekde oldukça güçtür. Sonra İslam dünyas ının, siyasi olgunluk bak ımındanda şüphesiz eksikleri bulunmaktad ır. Mesela bir çok müslümanhükümdarın, bu hükümdarlara ba ğlı yüksek memurların, hudutsuzkudretleri ve selâhiyetleri vard ı. Ayrıca her hangi bir hükümdar ı ,hukuk kurallar ını, diğer bir deyimle şeriat ı uygulamaya zorl ıyacakbir anayasalar ı yoktu. Hele halk hâkimiyeti, tamamiylesembolik mahiyette idi ve gerçekte halife, tek ba şına hâkimdiÖyleyse k ısaca söylemek gerekirse, mükemmellik, geçmi şte aranamaz;bu, ancak uzak bir gelecekte aranabilir. İnsanları buna götürenyol, ilimdir. Kabul etmeliyiz ki zaman ımızda ilimler, en çok Avrupa'daileri gitmi ştir. Avrupa bizden her bak ımdan ileridir. Kas ım E min'egöre Avrupahlarm maddi bak ımdan bizden ileri; bizim ahlak bak ımındanonlardan daha iyi oldu ğumuz dü şüncesi de do ğru de ğildir. Ona göre,Avrupalılar, ahlâk bak ımından da ileridirler. Bu arada söylemeliyiz kiAvrupal ıların yüksek tabakas ı ile a şağı tabakada!' insanlar ı aras ındaözellikle cinsi hayat ile ilgili baz ı faziletler bulunmamaktad ır. Fakat Avrupa'daya şayan orta s ınıf halk, her bak ımdan yüksek ahlâk de ğerlerineve sosyal faziletlere sahiptirler. Hatta bu sosyal faziletlerin, bütün halktabakalar ı aras ında yayg ın olduğu söylenebilir. Ayr ıca Avrupal ılar, toplumiçinde gerçek dayan ışmanın temelini te şkil eden, bir amaç u ğrundakendi kendini kurban etme özelli ğine sahiptirler. K a s ım Emin bukonu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bir ilim adam ının dünyanınbütün zevk ve iyi ya şama şartlar ına s ırt çevirerek hayat ını birtakımmeselelerin halli ve baz ı olaylar ın sebeplerini anlamaya hasretmesininsebebi nedir? Mesela Nil nehrinin kaynaklar ını bulmak için bir ilimadamının ya da bir gezginin, evinin ve ailesinin uza ğında aylar ve hattayıllar harcamas ına sebep olan dü şünce ve güç nedir ? Son derece zenginve yüksek bir mevkii olan devlet adam ı, neden bütün zaman ını milletininhayat şartlar ını yükseltmek için harcamaktad ır ? Bir papasa, birtakım vahşi kavimler, türlü tehlike ve güçlükler aras ında ya şama gücüveren duygular nelerdir ? Zengin bir adam ı milyonlarca lirayı bir hayırkurumuna vermeye, ya da faydas ı milletine, ya da insanl ığa olacak biri şe yat ırmaya sevk eden duygu ve heyecanlar ının kayna ğı nedir ?"K as ı m Em in'e göre bütün bunlar ın temeli, bilime dayanmaktad ır.Bilgi olmadan ahlak, belki olabilir, fakat bu devam edemez. MeselaAvrupada kad ınların özgürlüğü, örf, âdet ve duyguya de ğil; akli ve ilmiolan bir takım prensiplere dayanmaktad ır. Avrupa'nın ahlâki prensipleriiçine girmeksizin, oradan ilim almay ı istemek anlams ızdır. Üzerinde durduğumuzbu iki şey, birbiriyle s ıkıca ilgilidir. Kas ı m E min'in bu ikin-262


ci kitab ında ilk kitab ında ele al ınmış olan birçok hususlar daha aç ık birhale getirilmi ştir. Böylece aç ık bir şekilde anla şılmaktad ır ki din, kendisibir devlet, bir toplum, ya da bir uygarl ık yaratmaz. Bir uygarl ığın geli ş-mesi , bir çok unsurlarla aç ıklanabilir. Din bunlardan sadece birisidir.Söz konusu bir ilerleme ise, onun her birisi e şit derecede dikkate al ınmasıgereken kendi kanunlar ı vardır.Böylece görülmektedir ki Kas ı m Emin, Islam ve uygarl ık aras ındaM. Ab duh tarafından kurulmuş olan köprüyü ortadan kald ırmış, bununyerine fiili bir alan ayırımı yapmıştır. Din olarak İslama son derecesaygılı davramrken, uygarl ığın da kendi kurallar ına göre geli ştiği düşüncesiniileri sürmü ştür. Bu görü ş, herhangi bir uygarl ık hakkında verilecekhükmün, kendi kurallar ı içinde olabilece ği anlamına gelmektedir. Bu,aynı zamanda şu demektir ki, Islam' ın gerçek din olmas ı, zorunlu olarakIslam medeniyetinin de en yüksek uygarl ık olmas ı anlamına gelmemektedir.Bu istikametteki geli şmelerde Kas ım Emin yaln ız de ğildi. Böyleceislam'a hukuk ve siyaset alan ında rehberlik yerine sadece din olarakşerefli bir yer veren laik bir toplumun unsur ve prensiplerini ortayaç ıkarmak amac ını güden çal ışmalar yap ılmaya ba şlanmıştı. Bu s ıralardaMısır'da siyasi partilerin de kuruldu ğu görülüyordu. MuhammedAb duh'un taraftarlar ı, 1907'de onun prensiplerini temel edinen HalkPartisi (Hizb el-ümme) 'ni kurdular ve bu partiyle ilgili olarak El-Ceridedergisini ç ıkarmaya ba şladılar. Bu dergi, daha çok ayd ınlara hitapediyordu. Bunların karşı karşıya bulunduklar ı mesele, gene Islam vetoplum aras ındaki ilişkiler idi. Ancak görüldüğü üzere bu partiyi kuranlarve bu dergide yaz ı yazanlar, Mısırlılar idi. Bu zamandan itibarenzaten ayr ı bir Mısır milleti fikri, bütün dünyada kabul edilmekte idi.Bu, sadece, M ısır'da müslümanlarla birlikte hristiyan ve yahudilerin deya şamas ı nedeniyle de ğildi. Mıs ır toplumunun temelinde bir ayr ılıkvardı. Mısırlıları bir arada tutan, islami hukuk nizam ı de ğil, aynı yurttayaşamış olmanın sağladığı tabii ba ğlar idi. Mısırda ya şayanlar, islam'danönce de M ısırl ı idiler ve onların, o zamanlarda da kendilerine özgü kanunve nizamları vardı. Islam devri, onlar ın eski Firavunlar devrinden beridevam eden uzun tarihlerinin sadece bir devresi idi. Böylece üzerindedurduğumuz devirde M ısırl ı müslümanların birbirinden ayrı ve ba ğımsız,iki konuya sadakat duygusu içinde bulunduklar ı söylenebilirdi. Bunlardanbirisi Mısır, di ğeri de islam idi. Bu ikisi aras ındaki ilgi ne idi? Şimdine olabilirdi ? İşte bu konularla ilgili bütün düşünceleri, El-Ceride'ninyaymlay ıc ısı Ahmet Lütfi el- S e yyid'in yaz ılarında bulmak mümkündür.263


HİND YARİMADASİNDA TÜRK - İSLAM TARIH VE KÜLTÜRÜGiri şMüslümanların Hindistan ile ilk temaslar ı, İslam devletinin süratlibir şekilde yay ılmağa ba şladığı bir devreye rastlamaktad ır. B el a zuri'dedaha halife Osman zaman ında Hindistan ile ilgilenildi ği, halife Alizamanında da 660 yılında Sind'e bir arap ak ınının yap ıldığı belirtilmektedir.664 yılında Mu aviye zaman ında daha iyi haz ırlanan bir seferyap ılmış, fakat bu hareket, Hindular kar şısında başarıya ula şamamıştır.Emevilerin bilhassa ilk zamanlar ında bundan ba şka ke şif mahiyetindeakınların yap ıldığı görülmektedir. Velid b. Ab d el-Melik zaman ındaIrak valisi me şhur Haccac b. Yusuf, 711 y ılında Muhammed b.K as ı m'ın komutas ında yeni bir ordu gönderdi. Sind'de bulunan Debulfethedilerek Emevilere ba ğland ı. Haziran 712'de araplar ikinci bir zaferkazanır, 713'de de Multan zaptedilmek suretiyle bütün Sind Emevilerebağlanır. Haccac' ın bu husustaki plân ımn daha şumullü olduğu, ikikabiliyetli komutan ın yani İ bn K as ı m ve Kut e yb e idaresinde güneydeİndus, kuzeyde Ceyhun istikametinde büyük bir harekete giri şmekniyetinde bulundu ğu söylenir.Abbasiler zaman ında, Abbasi halifesi el-Mut emid, 871 y ılındaSind'in idaresini Saffarilerden Yakub b. Le ys'e verdi. Yakub,halifeliğin güneyde İndus vadisinden kuzeyde Toharistan'a kadar do ğuhudut eyaletlerinin sözde halifeye ba ğlı , gerçekte ba ğımsız bir hakimi,idarecisi durumunda idi. Saffari kudretinin zay ıflayarak ortadan kalktığısıralarda halifelik merkezinin de buralar ı ihmal etmi ş durumdaolduğu görülmektedir. Bir tak ım küçük mahalli idareler te şekkületmişti. Fakat bunlar ın mevkilerini sa ğlamla ştırmak için halifeninmanevi otoritesini tan ımakta olduklar ı görülüyordu. Bu s ırada Sind,kısmen Hindu hakimiyetine geçti. Fakat camilerde hutbe Abbas'halifesi adına okunmakta devam etti.Karmatiler, Sind'i i şgal etti ği zaman durum de ğişti. Sind'e ilkİsmaili dâisi 883 yılında gelmi şti. Fatimilerden el-A ziz'in bir k ısım264


askerle gönderdi ği Ibn. Ş e yb an, 977 yılında Multan' ı aldı. Böylecehutbe, Multan'da Fahmi halifesi ad ına okunmağa ba şladı. Sind'in budurumu, XI. yüzyıl başlarında Gazneli Mahmut zaman ına kadar devametti.GAZNELILER DEVRIMüslüman türklerin Hindistan'a girmesi ise, Gazneli devletiningüneye do ğru büyümesi ile ba şlamıştır. Bilindiği üzere GaznelilerinHindistan'a ilgi duymalar ı daha Sevüktekin (977-997) zaman ında görülmektedir.Ba şlangıçta bat ı ile uğra şmak zorunda kalan Sevüktekinbu bölgede durumunu sa ğlamlaştırınca Hindistan'a akınlara ba şlamıştı .İlk önemli akını 986-987 yıllarında yaptığı görülmektedir. O s ıradaPencab' ın bir kısmı ile Sind ırma ğının yukarı bölgelerine hakim olan Hindistanhükümdar ı Caypal, Sevüktekin'i ıı akınlarmın öcünü almakistemiş fakat k ış mevsimi Hindlileri anla şmağa zorlamıştır. U t b i'nin ifadesinegöre Caypal, S evükt ekin'e adam göndererek bar ış istemiştir.Büyük o ğlu Mahmud'un itirazlar ına ra ğmen Sevüktekin, bar ışarazı olmuştur. Bu bar ışa göre Caypal, 50 fil ile para ödemeyi (1 milyondirhem) ve bir kaç şehri S e vükt e kin'e b ırakmayı kabul eder. Fakatsonradan sözünde durmad ığı için Sevüktekin, ona kar şı yeniden sava şaçar ve Kabil'in 100 km. kadar do ğusunda bulunan Lamgan'a kadarilerler. Bunun üzerine C ayp al, birçok Hindu racas ı ile anlaşır ve bunlarkalabal ık bir ordu ile S e vükt ekin'e kar şı yürürler. Gazne'nin güneyindeolan kar şılaşmada Sevüktekin, dü şmanlarını bozguna u ğratır vebu savaşın sonucu olarak Kabil, Lamgan, Celalabad müslüman türklerineline geçer (991).Bundan sonra Hinduku ş dağlarının güneyinde oturan Kalaç türkleriile Afganlar da Sevüktekin'in idaresi alt ına girerler. Ayr ıca Bamyan,Toharistan ve Gur bölgeleri de ele geçer. Böylece denilebilir ki dahaS e v ük t e ki rı zaman ında bugünkü Afganistan ile Bülücistan.'m önemliyerleri ele geçirilmi ştir Hindulardan baz ı yerler al ınmış, Gazneli devletioldukça büyümü ştür. İşte bu s ırada Gazneli devleti, Samano ğullarmındurumu yüzünden Türk ve Islam dünyas ının genel siyaseti içine girmi şolur. S evükt ekin'in, Samano ğullarına bağlı Horasan valisinin Samanoğullarmakarşı ayaklanmas ı, arayı bulmak üzere gönderdi ği Gaznelielçisine bu vali ve adamlar ının kötü muamele etmeleri, bunlar ı sava şasürükler. 993'de Sevüktekin ve o ğlu Mahmut, Horasan valisi Simcuroğlu'nunordusunu bozarlar. Bu sava ş, sözde Samano ğullarma ba ğholan Gazneli devletini büyük bir devlet ve Samano ğulları devletinin265


gerçek hakimi yapar. Horasan valili ği de, Mahmut'a verilir. S evükt e-kin 997 yılında ölmü ş, ancak beylerine yerine ikinci o ğlu Ismail'ingeçmesini söylemi şti. İ smail, bu makamın ehli de ğildi. 0 s ırada Nişapur'dabulunan Mahmut, kendisine mektup yazarak ve bu tavsiyesininkendisinin uzakta bulunmas ı sebebi ile ordu ve ülkede kar ışıklıkçıkmamas ı için yap ıldığını, kendisinin bu i şin ehli olmadığını; babasından kalan maldan pay ını ve Gazne'yi istedi ğini bildirmi ş, kendisinisevdiğini, Belh veya Horasan valiliklerinden hangisini isterse verece ğinisöylemi şti. İ smail, anla şmak istemeyince Mahmut, Gazne üzerineyürüyerek onu yener, önce serbest b ırak ır; sonra her türlü rahat ınısağlamak suretiyle onu hapseder.Bundan sonra Mahmut, Samano ğulları hükümdar ı Mansur'unyerine geçirilen Abdülmelik ve taraftarlar ını bertaraf ederek Horasanbölgesinde bulunan bütün beyleri itaate al ır. Durumu, halife el-KadirB ill ah'a bildirerek hutbeyi onun ad ına okutur. Halbuki Samano ğullarıhutbeyi 8 yıl önce hal edilmi ş olan eski halife Tayi nam ına okutmakta idiler.Bu sebeple el-Kadir B illah, Mahmut'a hil'at ile birlikte Mahmut'uele geçirmi ş olduğu yerlerin hükümdarı tanıyan bir menşur yollar.Ayrıca Mahmut'a "Emin el-Mille ve Yemin el-Devle" ünvan ını verir.İşte böylece 999 y ılı sonlarından itibaren Gazne devletinin resmi bağımsızlığı da ba şlar. Bu hil'at, men şur ve unvanlar ı ald ıktan sonraMahmut, Utbrnin ifadesi ile "Islam dinine yard ım etmeyi; islamdüşmanlarını söküp atmak amac ı ile her yıl "gaza" için Hindistana gitmeyikendi nefsine farz k ılar". Bundan sonra Mahmut, genellikle halifeile iyi geçinerek Islam ın ehl-i sünnet anlay ışının kahramanl ığmı üzerinealacak, "cihad" fikrini canland ırarak büyük ba şarılar kazanacakt ır.Mahmut'un ilk Hint seferiMahmut'un Hindistan'a yapt ığı ilk sefer 1000 y ılı sonlarındaKabil'in do ğusunda Hinduların elinde bulunan yerleri ald ıktan sonra1001 yılında olmu ştur. Bu seferde Mahmut, babas ının düşmanıCaypal üzerine yürümü ştür. Daha kalabal ık olan Hindu ordusubu kar şıla şmada yenilmi ş, Caypal, bütün ailesi ve komutanlar ıile esir olmu ştur. Türk ordusunun eline büyük bir servet geçmi ştir.500.000 kadar esir Gazne'ye götürülmü ş, Caypal, kendisi bir miktarpara ve 50 fil kar şılığında serbest b ırakılmıştır. M ahmud'unCaypal' ın kendi ülkesine dönmesini istemesi, tebaas ının onun budurumunu görmesi, onlar ın gözünde Islam'ın şanının yükselmesisebebi iledir. Ancak Hind geleneklerine göre müslümanlar ın elinedüşen bir hükümdar, taht ında kalam ıyaca ğı için C ayp al, kendisiniate şe atarak öldürür. Yerine o ğlu A n a n d a p al geçer.266


İkinci Hint seferiMahmud'un ikinci Hind seferi, 1004 yılı sonlarında Bhatiye racasına kar şı yapılmıştır. S evüktekin zaman ından beri Gaznelilere kafatutan bu raca üzerine Mahmut, Bülucistan yolu ile Multan bölgesindengeçerek gelir. Mahmut kar şısında bozguna u ğrayan raca, yakalanmaküzere iken kendi kendini öldürür. Mahmut, Bhatiye racas ınınelinde bulunan di ğer yerleri de al ır. Bu ülkede camiler yapt ırır; islamiyetiyaymak için hocalar tayin eder. Bu faaliyetler, Mahmut'un bubölgede yerle şmek arzusunda oldu ğunu gösterir. Böylece Pencap'taA ııı andapal' ın devletini arkadan çevirmi ş olur.Üçüncü Hint seferiİkinci seferinden dönü ş s ıras ında kendisine iyi davranmam ış olanMultan emiri bat ıni Ebu'l- Feth D avud'a kızgın olan Mahmut,üçüncü Hint seferini ona kar şı yapar (1006). Ancak mevsim ilkbaharve sular ta şkın olduğundan Multan'a geçmek üzere Pencap racas ıAn and ap a l'dan yol ister. O, bunu kabul etmeyince, Mahmut, önceonu yener; sonra Multan' ı alır. Fakat o s ırada kuzeyde ç ıkan olaylaryüzünden Mahmut, bu bölgenin valili ğini, daha önce esir edilmi şolan ve sonra islâmiyeti kabul eden Caypal'in torunlar ından NevaseŞ ah adını almış olan Suhp al'e b ırakarak kendisi derhal Gazne'yedöner. Karahanl ılarla aras ında çıkan anlaşmazlığı da kendi lehine halleder.Ancak bu meseleyi zaferle halletti ği bir s ırada Multan'a b ırakmışolduğu Nevase Ş ah' ın. Hindu dinine dönmüş ve ayaklanmış olduğuhaberini ahr. Bunun üzetine Mahmut, dördüncü Hint seferini açar.Multan'a karşı dördüncü Hint seferiMahmut'un kuzeydeki me şguliyetinin uzayaca ğı ve bu sava ştaKarahanhlar ın kazanaca ğı ümidine kapılan Nevase Ş ah, 1007 yılısonlarında Hindu dinine döner ve ayaklan ır Mahmut, kışa ra ğmenhareketle Multan'a ula şır ve Suhpal (Nevase Şah)' ı yener, bir müddetsonra da yakalatarak hapseder (1008).Pencab'a karşı beşinci Hind seferiMahmut'un be şinci Hint seferi yukar ıda adı geçen Anandap al'akar şı olmuştur. Multan ve Bhatiye bölgeleri Mahmut'un eline geçincePencab, Türkler tarafından ku şatılmış bir duruma gelmi şti. An an d ap alinbu durumdan kurtulmak istemesi tabii idi. Nihayet Gvalyor, Kalincar,Delhi ve Ecmir racalariyle anla şarak onlardan ald ığı yardımcıkuvvetlerle 1008 y ılı sonlarında Mahmut'a kar şı yürümü ştür. Bunuhaber alan Mahmut, 31 Aral ık 1008 de Gazne'den hareketle güç bir267


yolculuktan sonra Sind ovas ına iner. İki ordu Vayhand önündekiovada kar şılaşır. Fakat ordusunun yorgun ve kar şı taraf ordusununkalabal ık olduğunu dü şünen Mahmut, beklemeyi ve onlar ınsaldırmas ını tercih eder. Bu hareketi, sonunda zaferi ona kazand ırır.Bu zafer ile Kuzey Hindistan' ın ba şlıca devletlerinin ço ğunun ordular ıbozulmuş, Hindular müslüman Türklerden y ılmışlardı. Bu zaferden sonraMahmut, Hindistan içine ak ın ederek büyük ganimetler elde eder.Mahmut'un şöhreti de, bu vesile ile hem İslam, hem de Hint dünyas ındason derece artar.Altınel Hint seferi1009 yıh sonlar ında Narayanpur racas ına kar şı yap ılmıştır. Bubölgenin ekonomi bak ımından önemi büyüktür. Mahmut'un bundanönceki zaferinin tesiri burada da görülür. Türk ordusunun ba şarılı birşekilde ilerlemesi üzerine raca, Mahmut'a elçi göndererek cizye, sultanahizmet etmek üzere 2000 er verme ği ve bunları her yıl değiştirmeyi,seçme e şyalarla yüklü ve ayr ıca her yıl belli miktarda haraç verme ğiteklif etti. Mahmut'un bu teklifleri kabulünün sonucu olarak Horasanile Hindistan aras ındaki yollar aç ılmış oldu.Yedinci Hint seferi1010 yılı sonbaharında Multan bölgesindeki Batmilere kar şıdır.Onların ba şkanı Ebu'l- Feth Davud yakalan ır; Batıniler bertarafedilirSekizinci ve diğer Hint seferleri1013 yılında ba şkentini Nandana'ya ta şımış olan Pencab racas ıTrilo ç anp al'e kar şı yap ılır. Mahmut kazan ır. Bunları 1014'de 9.,1015'de 10., 1018'de 11., 1019'da 12. (Kalincar racas ına kar şı), 1020'de13., 1020-21'de 14. (Gvalyor ve Kalincar'a kar şı) seferleri takip eder. H.412 /M. 1021-22 y ılında müslüman ileri gelenleri Mahmut'a ba ş vurup,sevap kazanmak için her yıl Hind'e gittiğini, orada İslam dinini yayd ı-ğını; fakat bu tarafta Araplar ın ve Karmatilerin hac yolunu kapam ışolduklarım, müslümanların bunların korkusu ve Abbasi halifesininzaafı dolayısiyle bu farz ı yerine getiremediklerini söyler ve ondan buhususta yard ım rica ederler. Bunun üzerine Mahmut, kendi ba ş kadısımEmir-i Hac tayin ederek ona 30.000 dinar ve biraz da kuvvet vererekhacca yollar. Kafile, yol kesmek isteyen bir arap reisini öldürür ve haccagider, gelir.Bundan sonra Mahmut'un Hindistan'a 15. seferini yapt ığınıgörüyoruz. Somanat seferi ad ını ta şıyan bu sefer, Mahmut'un Hindis-268


tan'a yapt ığı en önemli seferlerden biridir. Hindistan' ın bat ı kıyıs ındaKatiavar yar ımadas ında Somanat'ta mabut Şiva'ya ait zengin bir mabedvard ı. Bu mabed hizmetinde 1000 Brahman, oraya gelen hac ılarıtıra ş için her gün görevli 300 berber ve mabud önünde durmadan dansetmeküzere 350 oyuncu kad ın bulunmakta idi. Bu mabedin. Brahmanları,kendi mabudlarının dünyanın en kudretli mabudu oldu ğunu, hiçbirdüşman ordusunun ona yakla şamayaca ğını söylüyorlard ı. Onların ayrıcabelirtti ğine göre Mahmut, öbür mabedleri bu mabudun müsaadesiyleyıkabilmi ştir. Zira öbür mabudlar, buna sayg ıs ızl ık göstermi şler, o da,onları Mahmut vas ıtasiyle yok etmi şti. Bu dü şüncede olan Hindularınmaneviyat ım kırarak islâmla ştırma hareketini çabukla ştırmak içinMahmut, Somanat mabedini y ıkmağa karar verir. 18 Ekim 1025'deGazne'den harekete geçer; önce Multan'a var ır. Sonra yüzlerce kilometrelikmeçhul ve korkunç bir çölü geçebilmek için haz ırl ık yap ılır. Busefer, türk cesaret ve te şkilâtçılığnun bir şaheseri kabul edilir Askerlere,yol haz ırlığı yapmaları için 50.000 dinar da ğıt ılır. Her ere, yiyece ği vesuyunu ta şıması için ikişer deve verilir ve deve say ısı kâfi gelmeyinceMahmut, kendi ahırlarından 20000 deve verir. Çöl bir ayda geçilir.Do ğu Somanat'a var ılır ve şehir ku şat ıhr. Dört günlük bir ku şatmadansonra al ınır. Brahmanlar, mabeddeki putu k ırdırmamak için büyükmiktarda fidye verme ği teklif ederlerse de, Mahmut, kabul etmeyerekputu kırdırır. Putun içinden mücevher ve alt ın dolu bir define ç ıkar.Bu seferde yenilen güçlüklerin büyüklük ve korkunçlu ğu, alınanganimetlerin bolluğu ve Hindulu ğa vurulmu ş olan maddi ve manevidarbenin şiddeti, Hindistan'da ve İslam dünyas ında geni ş akisleruyandırmıştır. Bu seferden sonrad ır ki Mahmut efsanevi bir kahramanhüviyetini kazanm ış, halk aras ında destan ve hikayeleri yay ılmıştır.Adı evliya aras ına karışmıştır.16. ve son seferMahmut, Somanat seferinden dönerken baz ı yazarlar ın Türkırkından olduğunu söylediği Catlar ın hücumuna u ğramıştı. Catlar,yüzyıllardan beri Sind vadisine yerle şmişler, Hindu dinine girmi şlerfakat cengâverliklerini muhafaza etmi şlerdir. Bu sebeple bunlar, Pencab'takurulan müslüman türk idaresi için devaml ı bir gaile te şkiletmişlerdi. Catlar, ayn ı zamanda usta gemici idiler ve Sind ırma ğınahakim bulunuyorlardı. Mahmut, bunlara kar şı ancak daha üstünsilahlarla kar şı koyabilece ğini anlar ve evvla 1400 büyük gemi yapt ırır.Bunların her birine biri önde, ikisi yanlarda olmak üzere ucu sivri boynuzabenzer çubuklar (Koçba şı) koydurur. Bunlar, dü şman teknelerini delip269


parçalama ğa yanıyordu. Bundan ba şka her gemide mürettebattan ayr ı20 asker vard ı. Bunların, mutat silâhlar ından ba şka tutu şturmağa mahsusmalzemeleri vard ı. Bu haz ırlıkları duyan Catlar, aile ve servetleriniuzak bir adaya gön.derip bütün gemi ve kuvvetlerini toplayarak ırmaküzerinde vuru şurlar. Mahmut'un 1400 gemisi Catlar ın 4000 kadar olangemilerini çabucak bat ırır, yakar, kaç ırır. Mahmut da, athlar ı ve filleriile suyun iki yakas ını tutmu ştu. Böylece Catlar peri şan olur. Hiçkimse kurtulamaz. Sonra onlar ın adalarına gidilerek servetleri al ınır,kad ın ve çocukları esir edilir (1027).Mahmut'un bat ıya sefer yapma tasavvurunda oldu ğu oğluMesut'un Türkistan hanlar ından Kadir Han'a yollad ığı bir mektuptananla şılmaktad ır. Kendisi galiba veremden Rebiülah ır 421 /30.IV. 1030'da ölür. Mahmut'un yerine büyük o ğlu Mesut geçer. FakatMesut'un iktidara geçi şi de babas ı Mahmut'un iktidar ı ele alışına benzemektedir.Ba şlangıçta veliaht olan Mesut, daha sonra babas ı tarafındanbir müddet Hindistan'a sürülmü ş, sonra serbest b ırakılmıştıMahmut öldüğü zaman Mesut, bir ordunun ba şında olarak bat ıdaIsfahan bölgesinde bulunuyordu. İşte bu s ırada Mahmut'un da vasiyetiile Gazne'deki beyler küçük o ğlu Muhamme d'i tahta geçirmi ş-lerdi. Bu olayları ö ğrenen Mesut, karde şine bir mektup yazarak Gazne'-de ba ğıms ız bir sultan gibi de ğil, kendi vekili olarak kalmas ını, kendisiBağdad ve daha ilerisini alma ğa gidece ğinden, istediği çavuş, er vevas ıtalarını geciktirmeden yollamas ını teklif etti. Muhammedise kendisi veliaht oldu ğundan tahtta bir vekil gibi kalam ıyaca ğınıbildirdi. Bu durumda Mesut, derhal istikamet de ğiştirerek ve halifeninde taraftarl ığını kazanarak Rey ve Ni şapur üzerinden Herat'a do ğruharekete geçti. İyi bir komutan olarak ordu kendisini sevdi ği içinher hangi bir güçlü ğe uğramadan kısa zamanda iktidar ı ele aldı. Ancakhemen belirtmeliyiz ki Mesut, kendisi hakk ında beslenilen ümitleri,bo şa çıkarmıştır. Onun şahsi ve siyasi baz ı tedbirsizliklerinin sonucuolarak Gazneli devleti, 10 sene gibi k ısa bir zaman içinde küçük, önemsizbir devlet haline gelmi ştir. Mesut, devri boyunca bir tak ım siyasive askeri hatalar i şlemiş, ayrıca kendisini iktidara getiren bir çok de ğerlikomutanları bir takım yerli yersiz ku şkularırun sonucu olarak ortadankaldırmıştır. Bundan sonra devrin umumi karakteri, gerek ordunun vegerekse memleket idaresinin bozulmas ı ve fazla olarak zulmün artmas ışeklinde özetlenebilir. Hükümdar ın yersiz, isabetsiz kararlar ı karşısındasesini yükseltebilecek ehliyette kimse bulunmad ığı için memleketidaresi kötüle şmekte devam etmi ştir. Bu arada pek tabii olarakHindistan ile de ilgilenildi ği ve Hindistan'a bir sefer yap ıldığı görülme-270


mektedir. Bunun bir istisnas ı olarak Mesut'un 1037-1038 k ışındaHindistan'da Hansi'ye yani Delhi'nin kuzeybat ısma yaptığı sefer zikredilebilir.Bu sefer Mesut'un arzusuna ra ğmen devletin ileri gelenleritarafından istenmi ş de de ğildi. Mesut'un sefer karar ında ısrar edi şişu sebepledir: Hastaland ığı bir sırada Mesut iyi oldu ğu takdirde Hindistan'agaza maksad ı ile gidece ği adağında bulunmu ş ; iyi olunca da bunuyerine getirmek istemi ştir. Fakat bu konuda devletin ileri gelenlerininne kadar isabetli dü şündüğü biraz sonra anla şıldı. Mesut Hindistan'daiken Türkmenler, Horasan ve Rey bölgesini altüst etmi şler, Rey şehrinikuşatmışlar, bir müddet sonra da onu alm ışlardı. Gerçekten MesutHindistan seferine ç ıktığına pişman olmu ştur. Bundan sonra hadiselerçok sür'atli geli şmi ştir. Bu olaylar, pek tabiidir ki Selçuklu tarihi çerçevesinede girmektedir. Mesut'un Hint seferinden iki y ıl sonra bilindi ğiüzere Selçuklular 23 May ıs 1040 tarihinde Dandanakan'da Gazneliler!kesin bir yenilgiye u ğratmışlard ır. Bu yenilgi, Gazneli devletini bir büyükdevlet olmaktan ç ıkarmış ve onu Hindu-ku ş'un güneyine sürmü ştür.Bu sava ş sonunda sava ş alanında kurulmu ş olan bir taht üzerine oturmuşbulunan Selçuklu Tu ğrul Bey, Horasan emiri olarak selâmlanm ış -tır. Bundan sonra Mesut, Gazne'ye dönmü ştü. Sava şa devam karar ındaidi. Ancak Temmuz 1040 tarihinde Selçuklu Ça ğrı (Çakır) Bey'in Belhönüne geldi ği görülür. Mesut'un Belh'e yard ıma yolladığı bir kuvvetinpusuya dü şürülerek imha edilmesi onu son derece ürkütür. Adamlar ınınısrarlı muhalefetine ra ğmen Mesut, bütün soyunu ve sopunu, hazinelerinialarak Hindistan'a gitme ğe karar verir. Yan ında bulunanbütün adamlar ı, bu fikre kar şı olmas ına ra ğmen, Mesut onlar ı dinlemezve baharda gelece ğim diye yola ç ıkar. O s ırada hapiste bulunankarde şi Muhamm e d'i ve onun dört oğlunu da beraberine al ır. Fakatyolda ordusu ayaklamr ve Muhammed, Mesut'un yerine sultan ilanedilir Muhammed, karde şi ve eski sultan Mesut'a iyi muameleetmek ister fakat Muhammed'in o ğullarından Ahmet, 17 Ocak 1041tarihinde amcas ı Mesut'u öldürtür. Böylece Dandanakan sava şındansonra Gazneliler ve Selçuklular aras ında yirmi yıla yakın süren sava şlarolur. Gazneliler Horasan' ı, Selçuklular da Gazne'yi ele geçirmek içinçalışırlar. Her iki taraf da bu arzular ına nail olamazlar. Bundan sonrasaltanat mücadeleleri de birbirini takip eder. Mesut'un o ğ1:1 Mevlût,amcas ı Muhammed'e kar şı sava şır, onu yener ve babas ına iyi muameleeden biri müstesna bütün o ğulları ile beraber hepsini öldürfdr. BöyleceGaznelilerin ba şına geçer. O da Selçuklularla sava şır. Böyle bir durumdaHindistan ile ilgilenilmesi mümkün de ğildir. O sırada DA.hi racas ıMahipal, diğer baz ı racalarla birle şerek 1043 y ıllarında Hansi, Tanesar271


ve Kangra gibi yerleri geri al ır. Racan ın bu ba şarısında Gazneliler devletininzayıflamas ının sonucu olarak Hindistan'da bulunan Türk beyleriaras ındaki anla şmazlıkların da rolü olmu ştur. Ancak adi geçen racamnbu ba şanlarından sonra Lahor'a sald ırmaya kalkmas ı Türk Beyleriaras ında anlaşma ve dayan ışmayı yeniden kurar ve böylece Lahor daracan ııı eline geçmekten kurtulur. Bu durumdan müteessir olan SultanMevl ût da 1048 y ılında okullarından Mahmut'u Lahor'a, di ğer o ğluMansur'u da Pe şaver 'e yollayarak beyler aras ındaki geçimsizliklerigidermek ister. Fakat 1049 y ılında Mevlût da ölür. Bundan sonra devletinart ık iyice zay ıfladığı ve saltanat kavgalar ının birbirini takipetti ği görülür. Bu devirde 1053 y ılında iktidara gelmi ş olan Sultanİ brahim zamanında kuzey ve bat ıda sa ğlanılan barış ve sük6nunsonucu olarak 1079 y ılında Hindistan'a bir sefer yap ılarak Gucerat k ıyılarınakadar inildi ği görülür. 1099 tarihinde ölmü ş olan bu Ibrahim'inyerine Selçuklulardan k ız almış olan III. Mesut geçer. Mesut'unLahor valisi Tu ğ a Tekin Hindistan'da Gence ötelerine kadar ba şarılıbir sefer yapar. Ayr ıca Mesut, 1100 yılında Gur ülkesinin ba şına Samo ğlu Hüseyin isminde birini geçirir ki bu olaydan o s ırada Gur emir-'erinin Gazne Sultan ının egemenli ği altında olduğu anla şılmaktadır.Bundan sonra önemli bir devir olarak III. Mesut'un okullar ındanBehram Ş ah devri üzerinde durulabilir. Behram Ş ah, bilgin veşairleri koruyan bir kimse idi. Onun 1152 y ılında ölümünden sonradurum tamamiyle Gazneliler aleyhine dönecek, bundan ise Gurlularfaydalanacakt ır. Behram Ş ah'ın. yerine geçen o ğlu Hüsrev Ş ah,Selçuklu Sultan.' Sencer'i de tutsak etmi ş olan göçebe O ğuzlann sald ırısısonunda Gazne'yi b ırakıp Hindistan'da Lahor'a çekilecektir. Onunyerine geçen ve ayn ı adı ta şıyan oğlu Lahor'da hiç nüfuzu olmayan birhükümdard ır. Bu s ırada gerek Türk ve gerekse yerli beyler tamamiyleba ğımsız bir durumdad ırlar. Zaten 1173 y ılından beri Gazne'yi GurluMuizuddin Muhammed ele geçirmi ş durumundad ır. Muizuddin de,her yıl Hindistan'a sefer yapmaktad ır. İşte bu zat, 1181 y ılında Lahor'dahakim bulunan Hüsrev'e de egemenli ğini tanıtır. Fakat Muizuddin,Gazne'ye döner dönmez Hüsrev tekrar ba ğımsızlık yoluna sapar.Onun bu hareketinin sonucu olarak Muizuddin 1185-1186 y ılındayaptığı sefer s ıras ında Hüsrev'i yakalar ve Gur'a gönderir. BöyleceSevüktekin soyunun son hükümdar ı da taht ını kaybetmi ş olur. Bundansonra müslümanl ığın Hindistan'da yayılması Gaznelilerin hakimolduğu bölgeleri ele geçirmi ş olan Gurlular devleti vas ıtas ı ile devameder.272


GURLULAR DEVRIBugünkü Afganistan'da bulunan Herat' ın doğusundaki da ğlık ülkeyeGur adı verilir. Bu bölgede ya şıyan insanların ve onları idare edenlerinkimlikleri hakkında türlü görü şler ortaya at ılmıştır. Bu arada GurlulannAfgan veya Pathan olduklar ı ileri sürülmüştür. Ancak bilinen hiçbir ana kaynakta bu hususu teyit eden bir bilgi mevcut de ğildir. Bukonuda bize bilgi veren ba şlıca kaynaklardan birisi olan Minha cuddininTabakat- ı, Nami, adl ı eserinde Bengal fatihi Melik Gazi İ htiyaru d-din Muhammed'den bahsedilirken bu zat ın Gur ve Germsir'dekiKalaçlardan oldu ğu yaz ıhdır. Diğer taraftan Gazneliler devrinin bellibaşlı kaynaklar ından birisi olan Beyhaki, Gazneli Sultan Mesut'unGur seferi sonunda sultanni otoritesini tan ıyan Vermi ş adl ı bir kimsedenbahsetmektedir ki, aç ıkca görüldü ğü üzere bu türkçe bir isimdir.Gazne hükümdarlar ı= bu bölgeye yapt ıkları seferlerin sonucu olarakGurlular, Gazne e ğemenliğini tan ırlar. Fakat bu bölge halk ı çok sava şçıolduklarından bu hal, uzun zaman devam etmez. Beyhaki'ye göre buülkeye gerçek manada giren ilk müslüman hükümdar, Gazneli SultanMesut'dur. O s ırada Gurlular henüz müslüman de ğildiler.Bu ilk bilgilerden ba şka Gurlular hakk ında daha aç ık tarihi bilgilerin,son büyük Selçuklu Sultan). S an c a r devrinde ortaya ç ıktığınıgörmekteyiz. Gerçekten XII. yüzy ılın ba şlannda İ zzeddin Hüseyinadlı bir Gur emirinin hem Sultan Sancar'e, hem de Gazne sultanmaarmağanlar sundu ğu görülmektedir. Bu iki tarafl ı hale ra ğmen adı geçenbu Gur emirinin daha çok Gazne Sultan ı III. Mesut'un uyru ğu olduğuanla şılmaktadır. Gur hükümdarlar ı, bu zat ın soyundan gelmi şlerdir.Gurlular devletinin kuvvetlenmesi, büyümesi ve Hindistan'a seferleryapmas ı, bu soydan gelen iki karde şin, yani Giyasuddin Muhammedile Muizudd in Muhammed zamanlar ına rastlamaktad ır. BunlardanGiyasuddin Muhammed, 1162 y ılında iktidara geçmi ştir. Karde şininGur taht ına ç ıktığını haber alan Muizudd in Muhammed, osırada bulundu ğu Bamyan'dan hemen karde şinin yanına gelir ve onunmuhafız birliğinin ba şbuğu olur. Böylece bu iki karde ş, birbirine s ı-kıca bağlamrlar. Bundan biraz önce Selçuklu Sultan Sancar, göçebeOğuzlara yenilmi ş ve sonuç olarak bölgede kar ışık bir durum has ılolmu ş bulunduğundan, bu iki karde şin çalışmaları bölge için düzenleyicibir rol oynamıştır. Zaten son Gazne Sultan]. Hüsrev o s ırada Lahor'açekilmiş bulunuyordu. 1173 yılında bu iki karde ş Gazne'yi O ğuzlardan.almışlar, Giyasuddin, karde şi Muizuddin'i Gazne Sultan]. yapm ıştır.Gazne'ye yerle şmi ş olan Muizuddin, t ıpkı ünlü Gazneli Mahmut273


gibi Hindistan'a seferler yapm ıştır. Bilindiği üzere Gazneli I. M e sut'-dan sonra Pencab' ın güneyinde bulunan baz ı yerler, Multan ve Sind'inbaz ı kısımları Gaznelilerin elinde kalm ış fakat kuzey Hindistan' ın diğeryerleri elden ç ıkmış idi. Bir ara Pencab' ın bile elden ç ıkmas ı ihtimalibelirdi. Bu sırada Sanbar (Sahambari) racas ı Ray Pitora (Pritvirac),Kuzey Hindistan' ın müslümanlara kar şı sava şan bir Hindu kahraman ıolarak ün salmış bulunuyordu. Hatta adamlar ından birisi, onun hakkındabir destan yazm ıştı . İşte bu s ırada Gurlu Muizuddin'inkarşıs ında bulunan en kuvvetli dü şman bu raca olacakt ır. Muizuddinilkin 1175-1176'da Karmatilerden Multan' ı alır. 1178-1179'da vaktiyleM ahmut'un geçmi ş olduğu Tar çölünü geçerek Gucerat'a sald ırmakister. Ancak bu çölü a ştıktan sonra yorgun dü ştüğünden Gucerat racasına yenilir Ordusundan kurtulan pek az ki şi ile Gazne'ye geri döner. Buolay, müslüman türklerin Hindistan'da u ğradıkları ilk önemli yenilgidir.Buna ra ğmen Muizuddin, 1179-1180 y ılında tekrar Pencab'a gelir.Daha önce de belirtildi ği üzere o s ırada Pencab'ta Gaznelilerden Hüsrevhakim bulunmaktad ır. Hüsrev, Muizuddin'in egemenli ğini tanır.Fakat o, Gazne'ye döner dönmez tekrar ba ğımsızca hareketlere girişir.Muizuddin, 1186'da buraya tekrar geldi ği zaman Hüs r e v'i yakalatarakGazneliler soyunun son hükümdar ını taht ından uzakla ştırmışolur. Böylece Lahor'u alm ış olan Muizuddin, Tabakat- ı, Nasıd yazarıMinhacuddin'in babas ı Mevlana Sir a cuddin'i Hindistan ordusukadılığına tayin eder.Muizuddin'in bundan sonraki kar şılaşmas ı, yukarıda adı geçen vehakkında destanlar yaz ılan me şhur Hindu racas ı Ray Pitora'ya kar şıolmuştur. 1190-1191 k ışında Muizuddin, bu racamn ülkesine girmi ş veLahor'un güneyinde bulunan Bat ında şehrini alm ıştı. Buradan geri dönmeküzere iken ad ı geçen racan ın, bütün Kuzey Hindistan racalar ı ile birleşip büyük bir ordu ile üzerine geldi ğini öğrendi ve onlara kar şı hareketegeçti. İki taraf, Tarain bölgesinde kar şılaştılar. Sava ş sıras ında Muizuddin,racanm karde şini yaralar fakat kendisi de kolundan yaralan ır.O sırada hükümdar ın yaralandığını gören bir Kalaç eri, onun at ına atlıyarakkendisini kurtar ır. Bu yaralanman ın sonucu olarak müslüman ordusubozulur. Hindular, Bat ında'yı geri alır. Buna ra ğmen Muizuddin,bir yıl sonra aynı yerde ayn ı raca ile tekrar kar şılaşmak ve onu bozgunauğratmak suretiyle intikamm ı ahr. Ayrıca Ecmir fethedilir Bütünmabedler, cami haline getirilir. Islam dinini yaymak için tedbirler alm ır.Medreseler in şa edilir Bundan sonra Muizuddin, Delhi üzerine yürür.Delhi alınamaz fakat orayı savunan komutan Muizuddin'e haraçverme ği kabul eder. Bu durumla yetinen Muizuddin, ordusunun en274


ünlü komutanlarından Aybey'i Hindistan'da genel vali ve ordu komutanıolarak b ırakır. Kendisi Gazne'ye döner. Muizuddin, bundansonra Hindistan'a bir iki defa daha gelirse de, bundan sonra Hindistani şleri art ık Aybey tarafından yürütülür. Ayb ey'in ilk ba şkenti Kubraşehridir, fakat bir müddet sonra Delhi al ınacak ve merkez oraya nakledilecektir.Bu s ırada bir iki önemli olay daha vard ır. 1203 yılında Gur Sultan].G ıyasuddin ölür. G ıyasuddin, ölünce yerine karde şi Muizuddingeçer. Bu iki karde ş ba şlangıçta Kerrami idiler. Daha sonra Muizuddin,Gazne halkının inancına uyarak Hanefi olmu ş, büyük Sultan olan kardeşi G ıyasuddin de, Safilli ği seçmi şti.G ıyasuddin ölünce büyük Sultan olan Muizuddin devrininbaşlıca olayları, bir taraftan Harezm şahlarla yap ılan savaşlar, di ğertaraftan Hindistan genel valisi Ay b ey'in Hindistan'da yapt ığı yenifetihlerdir. Hindistan'a, aras ıra olmas ına ra ğmen bizzat Muizuddin'inde sefer yapt ığı görülmektedir. Muizuddin, 1204 yılında Harezm'iistilâ ederse de sonradan yenilir ve çekilmek zorunda kal ır. 1205 yılıkışında bir ayaklanmay ı bastırmak üzere Hindistan'a girer fakat dönüşünde,1206 yılında çad ırında öldürülür. Ölümü ile devlet da ğılır. Muizuddin'inhiçbir o ğlu olmamıştır. Bu hale esef eden birisine Muizuddin,şu me şhur cevab ı vermi ştir. "Öbür hükümdarlarm bir veya birkaç o ğlu olabilir. Benim ise, binlerce o ğlum benim Türk kullar ım,ülkelerimin mirascısı olacaklar ve oralarda benim ad ıma hutbe okutmaktadevam edeceklerdir." Zaten onun en büyük merakm ın Türkistandan.Türk çocuklar ı getirtip onlar ı yeti ştirmek oldu ğu bilinmektedir.Nitekim Tabakat- ı Nas ırrde Hindistan'a yapt ığı son seferde Kuram'dangeçerken buras ının valisi ve Türk kullarm ın başkan ı olan T a cüddinY ı l d ı z'a bir hil'at ve siyah bir bayrak verdi ği, kendisi ölünce Y ıld ı z' ınGazne taht ına çıkmas ını istediği yaz ılıdır. Aynı şekilde Hindistan'daMuizuddin'in genel valisi olan Ayb e y'in de hiç olmazsa Hindistaniçin kendisini veliaht sayd ığı ve bu yolda Muizuddin'in bir ferma ıuolduğu, Fahruddi ıı Mübarek ş ah' ın Adab el-Harb ve' ş-Şecaa adlıeserinde yaz ılıdır. Böylece birinci Delhi Türk Sultanli ğımn kurulmas ıkonusuna gelmiş bulunuyoruz.BIRINCI DELH İ TÜRK SULTANLIKLARI(1206-1451)Daha önce i şaret edildi ği üzere Muizuddin, 1192'de II. Tarainsavaşında Hindu ordusunu yendikten sonra ünlü komutanlar ındanAybey'i Hindistan'da b ırakarak Gazne'ye dönmü ştü. Aybey 1193'de275


Delhi'yi ele geçirdi. İşte bu tarihten itibaren Kuzey Hindistan'da resmende ğilse bile fiilen Delhi Türk Sultanh ğı kurulmuş oldu. Bu devletinresmi kurulu şu ise 1206 yıhnda Muizuddin'in ölümünden sonrad ır.Devletin kuvvetlenmesinde Delhi'nin zapt ının büyük rolü olmu ştur.Zira bu şehir, bölgeye hâkim bir mevkide bulunmaktad ır. 1197 ile 1202yılları aras ı umumiyetle bir dinlenme ve ele geçirilen yerleri düzenlemedevresidir. Bu s ırada yaln ız do ğu bölgesinde fetihler olmu ştur. Bu fetihleriyapan Kalaç türklerinden Bahtiyar o ğlu İhtiyaruddin MuhammedK alaç adl ı beydir. Bu bey asl ında Eved bölgesi valisi Hüs amed dinO ğ ul Bey'in idaresinde küçük bir t ımar sahibi iken kuvvetlenerekBengal, daha sonra da Bihar' ı ele geçirmi ştir. Bu ba şarıları üzerineAybey, onu Delhi'ye ça ğırır ve kendisine iltifatta bulunur. 1202yılında bizzat Aybey de Kalincar racas ı ile sava şır. Önce onu, o öldüktensonra da vezirini yener.Muizzi Hanedanı (1206 - 1211)Biraz önce belirtildi ği üzere 1203'de Gur taht ında bulunan Giy a-suddin ölmü ş, yerine Muizuddin. geçmi şti. Muizuddin de, 1206da öldürülünce ad ı geçen Ta cüddin Y ıld ı z, Gazne taht ının; Aybeyde Hindistan taht ının varisi durumunda idiler. Bu iki zat ın her ikisi de,Muizuddin'in kullarmdan olduklar ı için bunlara El-Muizzi lâkab ıverilmiştir. İşte bu sebeple Aybey'in kurmu ş olduğu I. Delhi Türk sultanlığının ilk hanedamrıa Muizzi hanedan ı denmektedir.Ay b ey, kendisi de Kutb el-dünya vel-din unvan ı ile anılır. Fakat çokgeçmeden Pencap ve Lahor yüzünden T acüddin Y ıld ı z ile aras ı aç ılır.Y ıld ı z' ı yenen Aybey, Gazne'yi alarak oran ın hükümdar ı olur. Fakatbiraz sonra Gazne tekrar Y ıld ı z' ın eline geçer. 1211 yılında da Aybey,Lahor'da çevgân oynarken attan dü şerek ölür. Aybey, ba şarılı bir devletadamı, iyi bir komutan, cömert bir insand ı. 1206-1211 yılları aras ındaMuizzi hanedan ını kurmu ş, Kutb el-dünya ve'l-din ünvan ını almıştı .Ölümünden sonra, kurdu ğu Türk Sultanlığı bir takım bölümlere ayrıldı.Genellikle dört bölüme ayr ıldığı kabul edilmektedir:1- Delhi'de Aybey'in. o ğlu Arâm Ş ah.2- Badaun bölgesinde Aybey'in damad ı İltutmu ş .3- Yukarı Sind bölgesinde Ayb e y'in di ğer damad ı K ab aca4- Bengal'de Kalaçlardan Ali Bey.Bunlar kendilerini ba ğımsız sayarlar. Bu arada bir çok yerlerHindu egemenli ğine girer. Kuzey Hindistan'da Türk egemenli ğini tek-276


ar bir merkezde toplama şerefi bunlardan İltutmu ş'a ait olacakt ır.İltutmu ş 1211-1266 y ılları aras ında hâkim olan Şemsiyye hanedan ınınkurucusudur.İltutmuş (İletmi ş ) ve Şemsiyye Hanedanı (1211-1266)Bundan önceki derslerimizde ifade etti ğimiz üzere Delhi'de Ayb e y'-in o ğlu Âr âm Ş ah hakim bulunuyordu. Ancak k ısa bir müddet bu ÂrâmŞ ah ile Ayb e y'in damad ı İltutmu ş aras ında Delhi taht ı için çarp ışmaolur. Bu çarp ışmayı kazanan İltut mu ş Delhi taht ına geçer ve Âr âm Ş a-hı öldürtür. İltutmu ş, Şems el-dünya vel-din ünvan ını alır. KendisiniGazne Sultan T a e uddin. Y ıld ı z da tan ır. Tanıdığına işaret olarak daçetr ve bir çe şit asa olan durbaş gönderir. Gazne sultan ının İltutmu ş'utanıması, onun için manevi bir güç olur. Zira bu s ıralarda Hindistantürklüğünde kendisini, hâlâ Gazne'ye ba ğlı sayma duygusu vard ır.Y ıld ı z' ın İltutmu ş'u tan ımayı uygun bulmas ı, kendi ülkesine dahayakın olan Kabaca yüzündendir. İltutmu ş, Delhi tahtı için :ArâmŞ a lı ile sava ştığı s ırada Kabaca, Multan, Lahor ve di ğer bazı yerleriele geçirerek devletini büyütmü ş idi. İşte Y ıld ı z, İltutmu ş'u tan ırkenK ab a c a'mn bu durumunu dikkate alm ış bulunuyordu. Diğer taraftanbir müddet sonra yeni ve önemli bir olayın ortaya ç ıktığı görülmektedir.Bu olay, Cengiz Han' ın Moğollar ve müslüman olmayan türklerlebüyük bir kuvvet halinde ortaya ç ıkmas ı ve müslüman ülkelerini istilâyaba şlamas ıdır. Cengiz Han, 1220 y ılında Harezm şahları yenmiş,ünlü Muhammed Harezm ş ah ortadan kald ırılmış ve yerine o ğluCelâleddin Harezm ş ah Mengüberti geçmi ş idi. 1221 tarihindeCengiz Han' ın takip etti ği Celâleddin, Sind nehri kıyısma gelir.Orada Mo ğollara kar şı yaptığı çetin bir sava ştan sonra yenilir ve at ıyla10 metre kadar yüksekten kendini ırmağa atmak ve kar şıya geçmeksuretiyle kurtulur. Celâleddin, 1224 tarihine kadar kuzeybat ı Ilindistan'dakalır. Onu takip eden Mo ğollar da, Hindistan'a girer. Multan' ıku şatırlar. Fakat yukar ıda ad ı geçen Kabaca, oras ını ba şarı ile korur.Celâleddin ise, yan ına toplayabildi ği bir kaç bin ki şi ile bir Moğolordusunun bask ısı kar şısında Delhi'ye do ğru çekilir. İltutmu ş'a elçi yollayaraki şbirliği teklif eder, kendisine bir yurt yani ordusuyla barnupgelirleriyle geçinebilece ği bir yer vermesini rica eder. Celâleddin'nino s ırada bütün müslüman türklerin kahraman ı sayılmas ı dolayısiyleDelhi Sultanl ığını ele geçirebilme ihtimali İltutmu ş'u tereddüde sevkeder.Celâleddin'in elçisini bir bahane ile öldürür ve kendisi bir elçiile Celâleddin'e hediyeler yollar. Bulundu ğu yerin ikliminin iyi olmadığını,buralarda kendisine uygun bir yurt bulunmad ığını âdetaüzülerek bildirir. Bunun üzerine Celâleddin, Pencab'a döner ve 1224277


yılında Iran'a geçer. Bu vesile ile bir hususu bilhassa belirtmek lâz ımdır.Moğol istilâsnun. Hindistan türklü ğü bakımından önemli bir sonucuolmuştur. Bu istilâ ba şlar ba şlamaz büyük ölçüde müslüman Türk,Hindistan'a gelmi ş, Kabaca veya İltutmu ş'a sığınmıştı. BöyleceHindistan'da müslüman Türk nüfusu artm ış, pek tabii olarak bu hal,Hindistan'da müslüman Türk kültürünün geli şmesinde büyük bir roloynamıştır. Diğer taraftan Celâleddin Harezm ş ah' ın Pencap veSind'de kald ığı bir kaç yıl içinde K ab ac a'y ı hırpalamış olmas ı İltutmuş'un i şine yaram ış ve onun Hindistan türklü ğünü birle ştirme i şinikolayla ştırmıştır.Bu s ırada üzerinde durulmas ı gereken önemli bir konu da, Bengalolaylarıd ır. Hat ırlanacak' üzere Bengal'de Kalaç türkleri bulunuyordu.1212 yılında Kalaçlardan zulmüyle tan ınmış Ali Bey öldürülmü ş veHüs ame d din ivaz ad ında bir Kalaç Beyi, Bengal'e hakim olmu ştur.1224-1225 tarihinde İltutmu ş'un Bengal'e yürümesi üzerine ad ı geçenbu Kalaç beyi İltutmu ş 'a tabi olmay ı kabul etmi ştir. Ancak birmüddet sonra tekrar isyan edince İltutmu ş, tekrar Bengal'e girmi ş veburayı Delhi'ye ba ğlamıştır.Bu s ırada diğer önemli bir olay daha görülür. Bu olay, 1229 y ılındaİltutmu ş nezdine Halife'nin elçilerinin gelmesidir. Halife'nin elçileriİltutmu ş'a hir at ve men şur ( ferman) getirmi şlerdir. Bu fermanda İ l-tutmu ş,Hind Sultan ı ve ele geçirdi ği bütün yerlerin hükümdarı tanınmaktave kendisine "Sultan- ı Muazzam" ad ı verilmekte idi. Bu hareketinanlam ı, Delhi müslüman Türk devletinin, Ba ğdad Halifesince resmentanınmas ı demek idi. İltutmu ş'un bundan sonraki faaliyetlerifetihlerle geçmi ş, 1232'de Gvalyor, 1234 tarihinde de Malva al ınmıştır.Bu s ırada Karmatiler, onu öldürmek istemi şler fakat ba şaramam ışlardır.1236 tarihinde eceliyle öldü ğü zaman İltutmu ş, Ayb ey'in ölümündensonra parçalanm ış ve bir kısmı da Hinduların eline geçmi ş bulunanHindistan türklü ğünü yeniden bir idare alt ında toplamış, kuzeydekiMoğol tehlikesine ra ğmen ülkesine yeni memleketler eklemi ş bulunuyordu.Cömert ve iyi bir idareci olarak tan ınmakta idi. Ilim adamlar ınıhimaye ederdi. Daha sa ğlığında yerine geçmesi ihtimali bulunan kabiliyetlio ğlu N as ı rüd din Mahmut, Bengal valisi iken ölmü ştü. Ba şkaoğulları bulunmas ına ra ğmen İltutmu ş, 1232'de Gvalyor'u al ıp Delhi'-ye döndü ğü zaman kızı R aziye'yi veliaht yapm ıştı. Beyler yeti şmişoğulları varken kızını veliaht yapmas ına şa ştıklarmı söyledikleri zamanİltutmu ş , "o ğullanm gençlik e ğlencelerine dalmışlardır. Hiç birisindeülkeyi idare edecek yetenek yoktur. Ben öldükten sonra o ğullarımdanhiçbirisinin kızım kadar veliahtlığa yara şmadığı görülecektir" cevab ını278


vermi ştir. Tabakat-ı Nami, Raziye ve annesi Türkan Hatrin'unçok nüfuz sahibi olduklar ını yazmaktad ır. Bu duruma ra ğmen İltutmuş ölünce, beyler, İltutmu ş son Pencab seferinden hasta olarakdöndüğü s ırada yanında bulunan o ğlu Lahor valisi Rüknüddin'iSultan ilan ettiler. Ancak babas ının tahminine uygun bir şekilde Rüknüddin,kendisini e ğlenceye verir. İdare de tamamiyle Rüknüddin'inannesi Ş ah Türkan' ın eline geçer. Ş ah Türkan' ın, Rüknüddin'inablas ı R a z iy e'yi öldürtmek üzere oldu ğu söylentileri ç ıkar. Bu söylentilerç ıktığı sırada Rüknüddin, Delhi'de bulunmamakta idi. Delhi'yedöndüğü zaman halk ın ayakland ığını ve annesi Ş ah Türkan' ı esiralmış olduklar ını ö ğrenir. Rüknü d d in'e ba ğlı beylerin bir ço ğu kendisindenayrılarak R az iy e'ye biat ederler. Bunun üzerine Rüknüddinyakalanarak öldürülür (1236).Bu duruma ra ğmen Raziye, yine de bir tak ım güçlüklerle karşıkarşıyadır. Kendisini tanımıyan bir çok beyler vard ır. Bunlar, Delhikap ılarına kadar gelerek ba şkenti tehdit ederler. Şehrin içinde büyük birKarmati ayaklanmas ı olur. Bütün bu hareketleri cesaret ve zekasiylebastıran Raziye, bu kar ışıklıklar s ıras ında Rantambor'u ku şatmışolan Hindulara kar şı da bir ordu gönderir. Fakat orada bulunan Türkbey ve askerlerinin kurtar ılmas ı şartı ile şehrin Hindularda kalmas ınarazı olur.Bu devir incelenirken üzerinde durulmas ı gereken bir mesele deşudur: Bu devirde bütün yüksek mevkiler Türk beylerinin elinde bulunmaktadır.Bu beylerden k ırk ki şinin, zaman zaman birbirleriyle u ğra ş -tıkları halde türkleri ilgilendiren umumi i şlerde birle ştikleri ve sonuçolarak Sultan' da hakimiyetleri alt ında tuttuklar ı görülür. Bunlaraumumiyetle "K ırklar" ad ı verilmektedir. Öyle anla şılıyor ki bunlar ınhakimiyetini kırma yolunda bir ad ım olmak üzere Sultan Raziye,Yakut isimli bir Habe şi'yi ahır beyliği gibi yüksek bir makama getirir.Bu hal, Türk beylerini k ızd ırır. Diğer taraftan Raziye, örtünmeyibırakmış, erkek gibi giyinme ğe ba şlamıştır. Bu durum kar şısında Türkbeylerinden önce Lahor valisi İ zzeddin Kebir Han Ayaz, sonraTaberhind valisi İ htiyaruddin Altuniye ayakland ılar. Raziye,bunlara kar şı yürürken di ğer beyler de isyan ettiler ve Yakut'u öldürdüler.Daha sonra R aziye'yi de yakalayarak Altuniye'ye teslimettiler (1240). Bunun üzerine Delhi'deki beyler, İltutmu ş'uno ğullarından Muizuddin Behram Ş ah'ı tahta geçirdiler. Bununüzerine Altuniye'nin Raziye ile evlendi ği ve her ikisinin de saltanatdavas ına kalkıştıkları görülür. Fakat onlar, bu davada yenilirler ve kaçarkenHindular tarafından öldürülürler. Üç buçuk y ıl kadar saltanat279


süren R az iye'nin bu hayat ı, bir genç k ız için, ba şarılı sayılabilir. Ancakhalk ın, erkek hükümdarlar için tabii gördü ğü baz ı hareketlere kalk ış -mas ı aleyhinde olanlar ın i şini kolayla ştırmış ve akıbetini haz ırlamıştır.Balaban Hanedan ı (1266-1290)Bu s ırada belirtmemiz gereken önemli bir husus da şudur: Bu sıralardaHindistan, Mo ğol ve müslüman olmamış türklere dayanan Ça ğataydevletinin ba şlıca akın alanı olmuştu. Mo ğol istilâsma kar şı koyanlar ise,Kuzey Hindistandaki bu müslüman türkler ve bunlar ın temsilcisibulunan ad ı geçen Türk beyleri yani "K ırklar" idiler. Gerçek egemenlikbu beylerin elinde idi. Bunlar, İltutmu ş soyundan gelen birini tahtageçirmi şler, gerekince bunu indirip ba şkas ını tahta ç ıkarmışlardır.Kendi içlerinden birisinin, saltanat taht ına geçmesine imkân vermemi ş -lerdir. Fakat İltutmu ş soyundan kimse kalmayınca içlerinde o zamanen kuvvetlisi bulunan Balaban Ulu ğ H an' ın tahta geçmesini kabuletmi şlerdir. Balaban, zaten son sultan N as ı rüd din M ahmu t'un(1246-1265) kay ınpederi idi ve bu s ıfatla devlete hakimdi 1265 y ılındaNas ı rüddin Mahmut ölünce Balaban onun yerine 1266'da tahtageçer. Balaban da "K ırklar"la u ğra şır ve onlar ı inzibata al ır. Kendisininefsanevi Turan padi şahı Efrasiyab ' ın soyundan geldi ğiiddias ındadır.B al ab an Ulu ğ Han ile 1266'dan 1290 yılına kadardevam eden Balaban hanedan ı kurulmu ş olur. Balaban umumiyetleDelhi müslüman Türk devletinin ba şına geçen büyük şahsiyetlerdenbirisi olarak kabul edilmektedir. 22 yıllık saltanat ında devletin da ğılmaihtimalini önlemi ştir. Ayrıca Ba ğdat' ın 1258 yıl ında ba şına gelenin,Delhi'nin de ba şına gelmemesine çalışmıştır. Kendisi 1287 y ılındaölünce yerine geçen torunu sefahata dü şkün olduğundan durumkarışır. Bu karga şalık sıras ında devletin savunma i şleri gibi yüksekbirmevkiinde bulunan Celâleddi ıı Firuz Kalaç (Halel)1290 yılında taht ı ele geçirir ve böylece 1290'dan 1320 y ılına kadardevam eden Kalaç (Halel) hanedan ı kurulmuş olur. Bu devri1320 ile 1413 yılları aras ında hüküm süren Tuğluk hanedanı,Tuğlukları da 1413-1451 aras ında hüküm süren Seyyid hanedanıtakip eder. Bundan sonra Delhi Türk Sultanl ığı da ğılır ve birtakım küçük devletler do ğar. Bu arada afganla şmış Kalaç türklerindenoldukları genellikle kabul edilen Ludi hanedanı, 1526 yılınakadar devam edecek olan Delhi Birinci Afgan Sultanl ığını kurar.280


DELH İ TÜRK SULTANLIKLARI ZAMANINDA IDARI TESKILÂTVE KÜLTÜR HAYATI;idari teşkilkGazne Sultan]. Muizuddin'in 1206 y ılında ölümünden sonraHindistan'daki müslüman Türk idaresinde esasl ı bir de ğişme görülür.Bu zamana kadar idare Gazn.e'den yönetilmekte idi. Fakat bu tarihtensonra Hindistan kendi içinde ya şayan kimseler tarafından idare edilmeğeba şlanmıştır. Bu şekilde idare, iklim şartlarının türkler için uygunolmamas ına rağmen, yüzyıllarca devam etmi ştir. Bu ise, anayurttandevamlı bir şekilde gelen Türk göçmenleri ak ını ve bir çok Türk oymaklarmın.Hindistan s ınırlarında yerle şip ya şamas ı ile mümkün olmuştur.Bunlar devamlı bir şekilde ordu ve idare kadrolar ını beslemi şlerdir.Kuzey Hindistan'da birbirini takip eden Türk hanedanlar ının başındamutlak sultanlar bulunmakta idi. Bu hale ra ğmen sultanlar ın bir çoğu,beyler tarafından seçilmekte idiler. Bir hanedanm devam edebilmesi,sultamn şahsiyeti ile s ıkı sıkıya ilgili idi. Kudretli bir sultan ın ölümündensonra hanedan ın, yıkılmaya yüz tutmas ı bunu açıkça göstermektedir.Hanedanlar ın bu şekilde kısa ömürlü olmalarında diğer bazı sebepler devard ır. İlkin Hindistan iklimi onlar için son derece yıpratıcıdır. Fakatdaha önemli bir sebep, devaml ı bir şekilde Türkistan'dan gelen tazekuvvetlerin bozulmaya yüz tutmu ş hanedanlar ı kolaylıkla devirebilmeleridir.XV. yüzy ılın başına kadar bütün hanedan kurucular ının,s ırasiyle Aybey, İltutmu ş , Balaban, Celâleddin. Firuz Kalaçve nihayet Giy as e ddin Tu ğluk gibi hanedan kurmu ş olan şahsiyetlerin,hemen hepsi Hindistan d ışında do ğmuşlardır. İcab ında sultanlarahakim bir durumda bulunan beyler, bu bölgede bir cins kamu oyu meydanagetirmektedirler. Delhi Türk sultanlar ı, ba şta bu Türk beyi veaskerlerine ve nihayet yerli, ya da yerlile şmiş müslümanlara dayanmaktadırlar.Bu sayede di ğer milyonlara hakim olabilmektedirler. Beylerinbu durumu sultanların daima deste ğini aradığı bir nevi aristokrasiyebenzetilmi ştir. Sultanlar, ba şlangıçta oldukça sade bir hayat sürmekteidiler. Fakat daha sonra bilhassa Balaban Ulu ğ Han'dan itibarendebdebeye ve te şrifata önem verir oldular.Toprakların idaresiMemleketin idaresi bak ımından mevcut topraklar ın esas itibariyleiki büyük kısma ayrıldığı görülmektedir.1- Memurlar ile yönetilen yerler.2- Haraç veren yerli racalar ın elinde b ırakılan yerler.281


Memurlar eliyle idare edilen yerlerde iki türlü idare tarz ı tatbikedilmekte idi. Bunlar ın birincisine, Arazi-i Halise ya da k ısaca Halisead ı verilmekte idi. Böyle yerler, do ğrudan do ğruya merkezden, Sultanhesab ına idare edilmekte idi. Tatbik edilen ikinci şekil idare tarz ınaArazi-i Maktua ya da kısaca İkta denilmekte idi. Bu tip arazi idaresiaşağı yukarı Osmanl ı tımar ve zeamet sistemini kar şılamakta idi. İkta'-lar, "iktadar" ya da "Mukti" adı verilen kimselere, gelirlerin bir k ısmıi ş kar şılığı olarak kendisinde al ıkonulmak, ya da bilinen bir i şe sarfedilmeküzere da ğıt ılmışt ır. "Mukti" tabiri, daha çok valiler için, "iktadar"tabiri de di ğer ikta sahipleri için kullaml ırdı .Diğer taraftan yerli racalar idaresinde bulunan yerlerin yukar ıdaaç ıklanan bir şekilde idare edilir hale getirilmesi için bölgeye çok say ıdaTürk'ün yerle şmiş olmas ı icab ediyordu. Toprak idaresi hakk ında verilenbu bilgilerden sonra şu hususlar ı da belirtmek gerekir. Her vilayet, birikta demektir. Vilâyetlerin say ısı, büyüklük veya küçüklüğü umumiyetlede ğişmiştir. Vilâyetlerin ba şında bulunan kimseye Mukti ad ı verildi ğigibi; Melik tabiri de, bu maksatla kullan ılmakta idi. Melilder, vilayetlerinaynı zamanda askeri komutanlar ı idiler. Sava şlarda ikta'lar ının karşılığıolarak besledikleri erler ile haz ır bulunurlar, bazan da sadece belli say ıdaasker gönderirlerdi. Vilâyetlerin vergilerini toplamak da onlar ın göreviidi.Devletin belli ba şlı gelir kaynaklar ı hakkında bilgi vermeden öncekısaca merkez te şkilâtımn isimlerini de zikredelim. Merkez de bulunanbelli başlı devlet daireleri şunlardır:1- Divan- ı Vezaret: Ba şbakanl ık ve maliye i şleri ile ilgilidir.2- Divan- ı Risalet: Ülkenin haberle şme i şlerine bakar.3- Divan- ı Arz: Ordu i şlerine bakar.4- Divan- ı In şa: Bu da merkez te şkilat ı ile ta şra te şkilatı aras ındabir nevi irtibat vazifesi görür ve ta şradan sorulan sorular ı cevaplandırır.Devletin belli ba şlı gelirleri ise, a şağıdaki kaynaklardan gelmekteidi:2821- Arazi-i halise olan topraklar ın gelirleri.2- İkta olarak verilmi ş olan topraklar ın gelirleri.3- Sultanhğa ba ğlı Hindu racalar ından alınan haraçlar.4- Müslüman olmayanlardan al ınan cizye.5- Sava ş ganimetleri.


6- Binalardan, hayvanlardan, şehirlere girip ç ıkan mallardan,şehirlerde aç ılan panayırlardan al ınan vergiler.Delhi Türk sultanlar ı devrinde önem verilen i şlerden birisi de,postadır. Posta i şlerini büyük ölçüde düzenliyerek nizama sokan Al a-n d din Kalaç (1296-1316)'t ır. Onun zaman ından itibaren bir at ındurmadan ko şabilece ği uzaklıklara konaklar yap ılmıştır. Bu konaklardaher an ko şmaya haz ır menzil at ı ve süvari bulundurulmu ştur. Ayr ıcaher üç kilometrede "paik" ad ı verilen yerli ko şucular bulunmakta idi.Atl ı postac ılara "ulak" ad ının verilmesi aç ık bir şekilde Tuğluklar devrindenitibaren ba şlamaktad ır. Ünlü gezgin İ b n. B a t ut a, on günde gidilecekbir yere bu ulaklar ın iki günde gidip geldi ğini söyler.OrduAskerlik bakımından türkler daima yerlilerden üstün bir durumdaidiler. Türklerin bu üstünlü ğünün yerliler de fark ında idi. B al ab anbir vesile ile kendi yedi sekiz bin atl ıs ının, iki yüz bin yerli yaya ve atl ıdandaha üstün oldu ğunu söylemiştir. Çağdaş bir tarihçi "yerlilerin damarlarındakan yerine su dola şmaktadır" demektedir. Ünlü şair Hüs r e v'egöre, "Türkle Hindu, Arslan'la Ceylan gibidir." Bu şekildeki dü şünceler,Hindistan'da yüzy ıllarca devam etmi ştir. XVII. yüzy ıl sonlarındaPencab da ğ racalar ını ayaklanma ğa kışkırtan Sih dini lideri G ob in dS in g'e bu racalar, "her Türk, bütün bir keçiyi yiyebilir. Biz ise, yaln ızpirinç yiyoruz. Böyle güçlü adamlarla nas ıl başa çıkarız. Serçelerinşahinleri öldürdü ğü görülmü ş müdür" diye cevap vermi şlerdir. Buvasıftaki insanlardan kurulu ordular ın yeti ştirilmesi için de gayretlergösterilmi ştir. Bunlar binicilik ve ok atmakta çok usta idiler. Bir Türkaskeri, at ını sürerken öne, arkaya ve yanlara ok atabilirdi. Hementamamiyle athlardan müte şekkil olan bu orduların mevcudu, A 1 â -u d din Kalaç (1296-1316) devrinde 175.000, Muhammed Tu ğluk(1325-1351) zamamnda ise 370.000 ki şiden ibaret bulunuyordu.Delhi Türk sultanlarm ın dini siyasetiBu siyaset k ısaca sünniliğe ve hanefili ğe s ıkı s ıkıya ba ğlılıktıdenebilir. Bilindi ği üzere ismaili ve Buveyhilerin Islam dünyas ındakifaaliyetlerinin de etkisiyle M av e r drnin Ahkâm el-Sultaniye adlıeserinde hilafet hakk ında ileri sürdüğü fikirler, sünni müslümanlarcabenimsenmi şti Bu görü şe göre, sünni devletler, Abbasi halifeliğininmerkezi ve manevi otoritesini tan ımakta, buna kar şılık halifeler de,bu hükümdarlar ın kendi ülkelerindeki egemenliklerini kabul ederekonları me şru kılmakta idi. Nazan olarak eskiden oldu ğu gibi hilafet ve283


hükümdarlık bir kişi üzerinde idi fakat gerçekte ise halife, dünyevi yetkilerinikendisinin ruhani otoritesini kabul eden bir sultana devrediyordu.Kuzey-bat ı Hindistan'a müslüman Türk ilerlemesinin ba şlamas ı ile beraberbu hilafet anlayışının buralarda da görülmesi tabii idi. Müslümantürklere Hindistan yolunu açan Gazneli Mahmut, Abbasi halifeli ğininruhani yetkisini tamm ışt ı. Mahmut, halifenin evrensel yetkisine ba ğlıolarak bir kâfir diyarını islam'a katman ın daha kolay olaca ğına kaniidi. Mahmut'un bast ırdığı paralar üzerinde kendi ad ı yanında halifeninad ı da yaz ılı idi. Bu gelenek Mahmut'un gerek Gazne ve gerekseLahor'daki haleflerince devam ettirildi. Ancak M ah mut 'dan itibaren,halifenin, sultan' ın kendi ülkesindeki i şlerine karışmamas ı gerekti ğişeklindeki bir gelenek de Gazne, Lahor ve daha sonra da Delhi'de devametti. ilt ut mu ş'un. sultanh ğının, Abbasi halifesi el- Mu s t ans ır' ınelçisinin Delhi'ye gelmesi ve onu tan ıması suretiyle nas ıl me şrûiyetkazandığına daha önce de temas etmi ştik. İ lt ut mu ş'un bast ırdığıparalar üzerinde de halife el-Mus t an s ır'm adı görülür. Paran ın diğeryüzünde İltutmu ş kendisini "nas ır- ı emir el-mü'minin" olaraktavsif eder. Son Abbasi halifesi el- Mu` t as ı m' ın adı, Hindistan'dailkin Aland dirı Mesut'un paralar ı üzerinde görülür ve bu halifenin1258'de Mo ğollar tarafından öldürülmesinden ve böylece Abbas' halifeliğininsona ermesinden sonra da N as ırüd din Mahmut (1246-1265) ve onun halefleri G ıyasuddin Balaban (1266-1287) veMui zu d din K eykub d (1287-1288)' ın paralar ı üzerinde devam eder.Balaban, 1283'de yapt ırdığı bir caminin kitabesinde kendisini, nazariolmaktan ba şka bir varlığı olmayan bir halifenin yard ımcısı olarakgöstermektedir. Fakat Ba ğdad' ın alınmas ından hemen yarım as ırsonra, var olmayan bir halifenin otoritesi görü şü, anla şılaca ğı üzerefazla bir de ğer ta şımıyordu. Sünni müslümanlar, şiilerden daha pratikidiler ve kaybolmu ş bir "imam" fikrinin kabulünü biraz güç buluyorlard ı .Bununla beraber bu bölgede tam anlamiyle mücerret, evrensel birhilafet anlay ışı gelişti. Bu geli şmede zaman ın ulemas ının tavsiyeleripek büyük rol oynadı .Hindistan'da kendi müslüman devletini, bütün İslam dünyas ı(Dar el-islam)'n ın bir parças ı sayan ilk sultan Muhammed b. Tu ğluk(1325-1351)'dur. Bu zat, tahta geçince M ısır'da, o s ırada Memlük Sultanolan el-Nas ı r Muh amm e d'e ve İran'a, İlhanl ı Sultan]. bulunan EbuS aid'e elçilik heyetleri yollar. Prof. Aziz Ahmad'e göre, e ğer Muhammed b. T u ğ luk'un bu dini-siyasi idealizmi modern bir terimle ifade edilmekistenirse, Tu ğluk'un. Hindistan'da yeti şen ilk Pan- İslamc ı hükümdarolduğu söylenebilir. Ona göre, İslam dünyas ı, türlü unsurlardan kuru-284


lu bir bütündür ve merkezinde Abbasi halifesinin otoritesi bulunmaktad ır.Halifenin ferman ı olmadan Hindistan'da devlet idare edenlere Tu ğluk,gas ıp gözü ile bakar. Kendisi, o s ıralarda Kahire'de ya şayan halifeyebaş vurmuş ve 1343'de elçisi Kahire'den dönünceye kadar bütün cumave bayram hutbelerini tehir etmi ştir. Öyle anla şılıyor ki bu tarihtensonra Kahire'de ya şayan halifelerin prestiji, M ıs ır dışında Tuğluklaridaresindeki Hindistan'da oldu ğu kadar ba şka hiçbir müslüman memleketindeolmam ıştır. Sonra baz ı Kahire halifelerinin ad ına bast ırılan paralarada rastlan ır. Muhammed b . Tu ğluk'tan sonra yerine geçenFir işız Tu ğluk (1351-1388) da, peygamber'in temsilcisi sayd ığı halifeile dostluk kurmayı ve ona ba ğlılığı hayat ının en büyük şerefi saymıştırHindistan'da bundan sonra görülen mahalli hükümdarl ıklar devrinde,bir kaç istisnas ı hariç, bu gelenek devam eder. Seyyidler ve Ludiler dekendilerini halifenin "naib"leri saym ışlardır. Cuma hutbelerinde hephalifenin ad ı zikredilmi ştir. E ğer paralar üzerinde bir halife ad ı yoksao s ıralarda cuma hutbelerinde halifenin isminin yaz ıldığı kısım bo şbırakılmış ve hutbe, nazara evrensel bir halife ad ına okunmu ştur.Hutbenin. Hindistan'da bu şekilde okunmas ı, 1924'de Osmanl ı halifeligininkaldırılmas ından sonra da devam etmi ştir.Kültür ve sanat hayat ıHindistan türklü ğünün resmi dili farsça idi. Yerlilerin bir çokdilleri vardı. Kuzey Hindistan'da en çok hinda dili konu şulmakta idi.Zamanla türklerin ve yerlilerin kar şılıklı tesirlerinin sonucu olarakfarsça, türkçe ve hindû dilleri kar ışarak "Ordu dili" denen bir dil ortayaçıktı. Bu dilin geli şmesinde şair Emir Hüsr e v'in büyük hizmetlerioldu. Cümle kurulu şu bakımından sanskrit dilini alan ve farsça,türkçe kelimelerle zenginle şmiş bulunan bu dil, bu günkü Pakistan veHindistan müslümanlar ının kulland ıkları dildir.Müslüman türklü ğün XIII ve XIV. yüzy ıllar boyunca Hindistan'dayerle şmesinin tabii bir sonucu olarak Delhi, büyük ve önemli bir kültürmerkezi olur. Sünni ve hanefi olan sultanlar, seleflerinin gelene ğine• bağlı olarak memleketin bir çok yerinde ve özellikle Delhi'de medreseleraçm ışlar, ö ğrenci ve ö ğreticiler için geni ş imkanlar haz ırlamışlar, bununsonucu olarak da tefsir, hadis, fık ıh, ve tasavvuf konularında bir çokde ğerli kimselerin yeti şmesi mümkün olmu ştur. Büyük bir şair olanEmir Hüsrev, Hindistan' ın Sadi'si say ılan S an c ari, bütün Türk sultanve beylerinden büyük sayg ı görmü ştür. Al 'alı d din K al a ç devrindeşairlere Divan- ı Arz, yani Savunma Bakanl ığı bütçesinin "mevacib-işairi" ad ı altındaki bir bölümünden para ödendi ği bilinmektedir. Bununlaberaber Aland din, tarihçilere daha çok yak ınlık göstermi ştir.285


Hindistan'daki müslüman Türk kültürünün üzerinde önemle durulmasıgereken bir yönü de, Türk sanat ının bu bölgelerde geli ştirilmi şolan örnekleridir. Müslüman türkler, önceleri minare, minare şeklindekule ve hele kubbenin hiç bulunmad ığı bir ülkede dünyanın yükseklikteikinci ve bir binaya dayanmayan minareler aras ında birinci minaresini,Delhi'de Kutub-Minar' ı ve geni şlik bakımından da dünyanın ikincikubbesini, Bicapur'daki Sultan Muhammed Adil türbesinde yapmışlardır.Üzerinde durdu ğumuz devre ait en önemli mimari eserler,başkent Delhi'de bulunmaktad ır. Bu s ırada Delhi içinde be ş şehir vard ı .Sonradan bu sayı sekize çıkmıştır. Ayb ey'in. 1193'de ald ığı şehir, eskiDelhi adını ta şır. Müslüman-Türk idaresinin ba şlangıcında nüfus artıncaDelhi'nin 2 kilometre do ğu kuzeyinde Siri kasabas ı kurulmu ştur.Bundan sonra 1340'da G ıyasuddin. Tu ğluk, 5 kilometre do ğudakikayalık alana Tu ğlukâbâd şehrini kurdurmu ştur. G ıyasüddin'inoğlu Muhammed Tu ğluk da, Delhi ile Siri aras ındaki bo şluğu duvarlaçevirterek bay ındır bir hale getirmi ş, "Cihanpenah" ad ını vermiştir.Be şinci, şehir, FirCızâbâd ad ını ta şımakta olup Firilz Tu ğluktarafından yapt ırılmıştır. Şimdiki Delhi'nin hemen güneyine dü ş-mektedir.Delhi şehrinin en önemli abidesi Kutub-Minar'd ır. Bu eser, eskiDelhi'dedir. Bu eser, Kuvvet el- İslâm camiinin minaresi, ayn ı zamandakuzey Hindistan' ı ele geçirmi ş olan müslüman türklerin bir zaferanıtıdır. Eserin yap ılmasına 1199'da Kutbuddin Ayb ey tarafındanbaşlanmış, 1230 yılında İltutmu ş zamanında bitirilmi ştir. FirûzTu ğluk ve İ skender Ludi zamanlar ında tamir edilmi ştir Tahminen88 metre oldu ğu sanılmaktadır. Kaidesinde çap ı 12 metre, tepede ise3 metredir. Be ş şerefesi vard ır. K ırmız ı kum ta şı ile ak mermerdenyap ılmışt ır.Kuvvet el- İslâm camiinden ba şka Sultan Raziye taraf ındanyaptırılmış olan babas ı İltutmu ş'un türbesi; Alâuddin. K alaç' ın.türbesi ve medresesi de önemli eserlerdendir. Delhi'den ba şka Multan'-da, Bengal ve Dekken'de de bu ilk müslüman Türk devrinden bir çokanıtlar kalmıştır. Multan an ıtları, Hindistan dışındaki müslüman Türkanıtlarına çok benzemektedir. Buradaki eserlerin çinilerle süslendi ğigörülmektedir. Eserler ço ğunlukla türbedir. Dekken'de uzun zamanBehmenli devletinin ba şkenti olmu ş olan Gülbergedeki cami, Hindistan'daavlusunun üstü örtülü olan tek camidir. Bu bahsi sona erdirirken,Gucerat'da 1424'de Ahmed Ş ah tarafından ba şkent Ahmedâbâd'-da yapt ırılmış olan Cami-Mescid'i de zikretmek lâz ımdır.286


BABCRLİY İMPARATORLUĞU (1526-1856)BABÜR (1483-1530)Bu imparatorlu ğun kurucusu olan Babür, merkezi Endican. olanFergana hanlığının beyi Ömer Ş e yh'in oğludur. Fergana hanl ığı,bilindiği üzere Ça ğatay neslinden gelen Mo ğol hanlığının parçalarındanbiridir. Babür'ün babas ı Ömer Ş eyh, ünlü Timur neslindendir. Babür14 şubat 1483 tarihinde do ğmuş, 9 Haziran 1494'de babas ı ölünceçok genç ya şta babas ının ülkesini idare etmek ve korumak için uzunyıllar savaşmak zorunda kalm ıştır. Bu s ırada Orta Asya'da yeni vekudretli bir devletin ortaya ç ıktığı görülmektedir. Bu devlet, Özbeklertarafındankurulmu ştur. Devletin ba şında Şibani hanedan ı bulunmaktad ır.Genç B abür, Şibanilerle de uzun yıllar u ğra şmak zorunda kalm ıştır.1500 yıllarında B ab ür'ü Maveraünnehir ve Semerkant'ten uzakla ştıranŞib an H an'd ır. Daha kudretli olan Şibaniler karşısındaki yenilgilerisıras ında Babür, çok zarar görmü ştür. Bu maddi zararlar ı yanı sıraB abür'ün k ız karde şlerinden üç tanesinin de Özbekler taraf ından rehineolarak götürülmesi, genç Babür'ün ızdırab ını daha da art ırmıştır. Buolaylar sonunda Babür, XVI. yüzy ıl başlarında Kâbil'e yerle şmek vedevletini orada devam ettirmek te şebbüsünde bulunmu ştur. Ancak 1507yılında Ş ib an Han' ın Herat' ı almas ı üzerine, Babür, Özbeklerlekar şılaşmaktansa Hindistan istikametine yönelmeyi tercih etmi ştir.İşte bu s ıralarda, 1510 y ılında Babür'ün lehine olan çok önemli birolay olmu ştur. Bu tarihte Iran'da şiiliğe dayal ı bir devlet kurmu ş olanŞ ah İ smail, Ş ib an H an' ı büyük bir bozguna u ğratmış, Han' ınba şını kestirmi ş, vücudundan kestirdi ği parçalar ı ihtar için kom şudevletlere, ba şını da Osmanl ı sultan]. II. B ay e zid'e yollam ıştır. Böyleceşii Iran, Osmanlı imparatorlu ğunun do ğusunda büyük bir devlet olarakolarak ortaya ç ıkmakta idi. Bu olay üzerinde Şibani'lerden çok zarargörmü ş olan Babür, Ş ah Ismail'in zaferini tebrik için İran'a birelçilik heyeti yollad ı ve Maveraürınehir'de kaybetti ği eski ülkesini287


tçkrar almas ı için kendisine yard ım etmesi ricas ında bulundu. 1511'deyap ılan Safevi yard ımı ile Babür, Semerkant' ı üçüncü defa ele geçirdi.Fakat Babür, bilindi ği üzere sünni idi. Halbuki bu s ırada Safeviler,sünnilere iyi muamele etmemekte idiler. Ayr ıca B abür'ün şiilerdenyard ım görmesi, onun Orta Asya'daki sünni taraftarlar ı aras ındakiitibar ını gölgelemişti. İşte bu sebeplerle Babür, tekrar Kâbil'e dönmekzorunda kald ı . Öyle anlaşılıyor ki, art ık o, ecdad ına ait ülkelerin kaybinakendisini alıştırmak zorundayd ı. Zaten Ş ah Ismail'in. onu desteklemesi,Maveraünnehir'de bulunan mahalli baz ı idareciler üzerindeSafevi kudretini göstermek gayesini güdüyordu. Ayr ıca Babür, Ş ahİ smail adına para bast ırmak ve hutbeyi onun ad ına okutmak mecburiyetindeidi. Ancak bu s ırada durumun yine B ab ür lehine geli ştiğinigörüyoruz. 1524 y ılında Ş ah İ smail ölmü ş, yerine on ya şındakio ğlu Tahmasb geçmi ştir. Ayr ıca bu s ırada Ub ey dull ah Hanidaresindeki Özbekler kuvvetlenmi şler, 1524'te Merv ve Serahs, 1526'daTıls şehrini alm ışlardı. Babür, kuzey-bat ıs ında olan bu geli şmelerive yeni siyasi kuvvet dengelerini dikkatle izliyordu. Bu s ırada Hintseferi için kesin karar ını verdi ği anlaşılmaktadır. Bu sebeple Iran iledostluğunu devam ettirmektedir. B abür'ün, Hindistan'a yönelmesinigerektiren bir tak ım ba şka sebepler de vard ır. Bu s ıralarda Hindistan,devamlı siyasi karışıklıklar ve huzursuzluklar içindedir. Öyle ki,B abür'ü Hindistan'a davet edenler de olmu ştur. İşte bütün bu sebeplerleBabür'ün 17 Ocak 1525 tarihinde Hindistan seferi için hareketegeçtiğini görüyoruz. Bu s ırada Delhi'de Ludilerden Sultan İ brahim(1512-1526) bulunmaktad ır. Babür'e kar şı koyacak kuvveti elinde tutan,i şte bu sultan İ brahim'dir. Babür içine girdi ği yeni ülkede gayetağır ve tedbirli olarak ilerleme ğe ba şlamıştır. Yol boyunca bir çok mahalliAfgan beyleri Babür'e itaatlerini arzetmi şlerdir. Babür'ün yanındabulunan ordu mevcudunun, HatLrat' ında da kaydetti ği üzere12 bin kişi olduğu anla şılmaktadır. Kendisine kar şı koymak üzerehaz ırlanan Delhi ordusu ile beklenen kar şılaşma 21 Şubat 1526 tarihindePanipat şehrinde olmu ştur. Bu sava şta Delhi ordusu, büyük biryenilgiye u ğramış, 20 bin kadar ölü vermi ştir. Ölenler aras ında Sultanİbrahim de bulunmaktad ır. Babür, yenilen Delhi ordusunu takibederek 24 Nisan 1526'da Delhi'ye girmi ştir. Delhi'ye giren Babür,ilk iş olarak müslüman Türk zafer ve sanat ının şaheserleri olan K utbeddin,G ı y as e d din, Al â e ddin gibi eski büyük Türk sultanlar ınıntürbelerini ziyaret etti. 27 Nisan'da cuma hutbesi Babür ad ına okunarak,o günden itibaren Babür, Hint Sultan ı ilân edildi. İşte butarihten itibaren Babür'ün yeni bir d ış siyaset de izleme ğe ba şladığı288


görülmektedir. Bu s ırada Safevi ve Özbekler aras ındaki anla şmazlıklardatarafs ız kaldığı görülmektedir. Hatta 1526 tarihinde Özbeklerlesiyasi münasebetler kurdu ğu anla şılmaktadır. B ab ür'ün Osmanl ılarladoğrudan do ğruya bir münasebeti olmam ıştır. Yaln ız topçulukta Osmanlıusûllerini takip etmi ştir. Osmanlılar bu s ırada Maveraünnehir'deşii Safevilere kar şı sünni bir Özbek devletinin kurulu şunu ilgiyle takipetmişlerdir. Bu ilgi, I. Selim'in Özbek Ub eydull ah Han'a, K anunrninde, Ab dull â tif Han'a yazd ıkları mektuplardan anla şılmaktadır.Dış siyaseti bu şekilde olan B abür, devlet adam ı ve komutan oldu ğu kadar,yüksek kültürü ve edebi kabiliyeti ile de ün kazanm ıştır. Genellikleecdad ının kahramanlığını ilim ve zerafetle süslemi ş bir şahsiyet olaraktanınmaktad ır. İyi kılıç kullan ır, iyi ok atar, iyi ata binerdi. Şair, yazar,hattat ve müzisyendi. Türkçe ve farsçay ı aynı kuvvetle kullan ırdı .Yazmış olduğu hat ıralar gerek o devrin tarihi ve gerekse B ab ür'ünyüksek kültürü ve edebi zevki hakk ında aç ık bir fikir vermektedir. Buarada B abür'ün. geni ş bir tasavvuf kültürü oldu ğu da belirtilmelidir.B ab ür, hükümdarl ıktan dervi şliğe giden yolun çok uzun olmadığınakani idi. Bu sebeple dervi şlere hizmet etmeyi kendisi için daima bir iftiharvesilesi sayard ı. Bu duygular onu, zulümden uzak tutmu ş, daima mü ş-fik ve adil yapmışt ır. Bütün bu özellikleri ile tarihte önemli bir yeriolan Babür, 1530 y ılında ölmü ş ve yerine o ğlu Hümayûn geçmi ş-tir.IIIIMAYÜN (1530-1540, 2. defa 1555-1556)Fakat bir müddet sonra Afganlar ın Sur kabilesinden Ş ir Ş ahS uri isyan etmi ş, bu isyan hareketinin büyümesi ve ba şarıyaulaşmas ı sonunda H ü m ayün, Hindistan' ı terkederek İran'a iltica etmekzorunda kalmıştır. Iran Şah]. T ahm as b, onu iyi kar şılamış ve hükümdarlığınıele geçirmesi için kendisine yard ım vaadinde bulunmuştur. Busebeple Ş ir Ş ah S urrnin, Hüm ay ûn'u Iran'dan koymas ı için gönderdiğielçinin burnunu ve kulaklarını kestirmi ştir. Buna kar şılık olarakaynı işlem, Hindistan'da bulunan baz ı İranlılara kar şı tatbik edilmişve Ş ir Ş ah, aynı zamanda, Safevilere kar şı mü şterek hareket etmek,Orta Asya ve Hindistan hac ılarına hac yollar ı açmak gayesi ile i şbirliğiyapmak için Osmanlı sultan K anunrye bir elçilik heyeti göndermeyitasarlam ış fakat 1545 tarihinde ölümü bu planın tatbik sahas ınaçıkmas ını önlemiştir.Tahmasb' ın yardımı ile Hümayûn, harekete geçerek 1545'deKandahar' ı almış, 1546'da Safevi elçisi Veled Bey Tekelü, Kabil'in289


fethini tebrike gelmi şti Bu elçi vas ıtas ı ile Hümayûn, ünlü ressamAbdüssamed 'i yanına davet etmi ş ve böylece Türk-Mo ğol resim ekolününtemelinin atılmas ına vesile olmuştur. Hümayûn'un uzun mücadeledensonra Delhi'ye tekrar giri şi, 1555 tarihine rastlamaktad ır. Böylece15 yıllık fas ıladan. sonra Hümayûn, tekrar babas ının taht ınaoturmu ş olmakta idi. Hümayûn, 1556'da ölecek, yerini o ğlu EkberŞ ah'a b ırakacakt ır. Bu vesile ile bu s ıradaki, Osmanh-Babürlü ili şkilerinekısaca temas etmek faydal ı olacakt ır.Osmanh-Babürlü ili şkileriBilindiği üzere bu devir, Osmanl ı türklü ğünün en parlak zaman ısayılan Kanuni devridir. Devrin bütün siyasi geli şmelerini yakındanizleyen Kanuni, Hindistan'da müslüman yeni bir Türk devletininortaya ç ıkmas ına daha Hümayûn, Ş ir Ş ah Surrye yenilmeden veİran'a iltica etmeden önce ilgi duymu ştu. Zira 1536 tarihinde BurhanLudi, Istanbul'a iltica etmi ş, ayrıca Gucerat hakimi Bahad ı r Ş ah,bir taraftan Hümayfı n'un bask ısı, diğer taraftan o s ırada Hind denizindekiPortekizlilerin faaliyetleri kar şısında Osmanhlardan yard ımistemi şti. Bu istek üzerine Osmanl ıların Hint denizinde baz ı seferleraçt ıkları bilinmektedir. Bunlar ın en önemlisi 1538 tarihindeki Had ımSüleyman Pa ş a'nın Hint seferidir. Bu Osmanl ı ilgisiyle K anunrnin.as ıl gayesinin, Gucerat ve muhtemelen bütün Hindistan' ı Osmanl ıidaresi altına almak fikrinde oldu ğu da ileri sürülmü ştür. Bu denizseferlerinin sonuncusu ünlü Seydi Ali Reis taraf ından yap ılmıştır.Sefer sonunda Seydi Ali Reis, donanmas ından kalanlar ı Guceratlimanında b ırakarak Delhi'ye gitmi ş ve daha sonra Türkiye'ye karadandönmü ştür. Seydi Ali Reis, Delhi'de Hümayün taraf ından kar şılanmışve kendisine çok iyi muamele edilmi ştir. Seydi Ali Reis,B ab ürlü saray ında ilk gayri resmi elçi olarak kabul edilmi ştir.Gerek Hümayûn, gerekse adamlar ı üzerinde çok müsbet intibalarbırakmıştır. Bu ziyaret bir kültür al ış veri şine de vesile olmu ş ve aslındaşair olmayan Hümayûn, Osmanlı amiralinin gazellerinin güzelli ğikar şısında son derece duygulanm ışt ır. Zaten Hindistan'da kayna ğıAli Şir Nevarye kadar giden ve Hindistan'a Babür taraf ındangetirilmi ş olan Türk şiir gelene ği canlı bir şekilde ya şamakta idi. Di ğertaraftan Seydi Ali Reis, ünlü müslüman Hint şairi Hüsrev'inüslûbunda gazeller yazm ıştır. Öyle anla şılmaktadır ki, Osmanlılar,müslüman Hint şairlerinin şiirlerini ilk defa bu yolla ö ğrenmişlerdir.Bu ziyaretin siyasi baz ı sonuçları da olmu ştur. Seydi Ali Reis,Delhi sarayında Osmanlı sultanlar ının diğer müslüman hükümdarlar290


aras ındaki üstün ve önemli yerini aç ıkca belirtmi ştir. Hatta o s ıralardaÇin imparatoru, Çin'de ya şayan müslüman tebaas ının hutbeyi Kanuniad ına okumas ını kabul etmi ştir. Hümayiı n'un da Osmanl ı sultanlarınınpadişahlığa layık yegane hükümdarlar oldu ğunu ifadeden çekinmedi ği görülmektedir.Seydi Ali Reis Delhi'de bulundu ğu sırada 1556'da H ü-m ay ûn ölmü ş ve bu olay, Seydi Ali Reis'in tavsiyesi ile EkberŞ ah tahta geçinceye kadar kimseye duyurulmam ıştır. Genç Ekber,tahta geçer geçmez Osmanl ılara babas ından daha fazla ilgi gösterdi ğiniifade eden bir mektubu • Seydi Ali Reis ile K anun i'ye yollam ıştır.Ekber, bu mektubunda K anunryi yeryüzünün halifesi, zaman ın bütünhükümdarlar ı= s ığınağı ve hükümdarlar aras ında ç ıkan bütünanla şmazlıkların halledicisi olarak tavsif etmekte, aradaki münasebetlerindevam etmesi dile ğinde bulunmaktad ır. Halbuki Ekber, sonradanOsmanlı hükûmeti aleyhine siyasi faaliyetlere geçecek ve bir hükümdarolarak kendisinin ilahi haklanndan bahsedecektir.EKBER DEVRI (1556-1605)Tam adı Ebu'l-Feth Celâleddin Mehmet Ekber Ş ah'dır. Ekber,1556 yılı ba şlarında tahta geçti ği zaman 13 ya şında idi. Onun yukarıdazikri geçen mektubuna Osmanl ı sultanının _cevap verip vermedi ğihakkında bir bilgimiz yoktur. Bu s ıralarda Osmanlıların Süveyş'te birkanal açma projesi ba şarıya ula şamamış, Pers körfezi ile Hint denizindekiTürk donanmalar ı yenilmi şler, Portekizliler aç ık denizlerehakim duruma geçmi şlerdir. Ruslar' ın da Kazan ve Astrahan' ı almalar ı,Seydi Ali Reis'in Kırgız steplerinden Hazer'in kuzey yolu ile dönmesiniimkans ız bir hale getirmi ş, o da dönü şünü İran yolu ile yapmakzorunda kalm ıştı. Diğer taraftan 1558'de Ira ıı. Şah]. Tahmasb, Kandahar'ı i şgal etmi ş; Ekber buna kar şı koyamam ışt ı . İran ile olan münasebetler,hac vazifesini yerine getirmenin imkans ızla şması üzerine dahada kötüle şmişti. Hattâ E kb er'in şeyhülislâm ı M andûm el-Mülk,hac yollarm ın karadan, "sap ık" Safeviler; denizden de h ıristiyan Portekizlilertarafından kesilmi ş bulunmas ı dolayısiyle hacc ın Hint müslümanlarınıbağlayıcı olmadığı yolunda bir fetva vermi şti. 1576'daŞ ah Tahmasb ölmü ş, yerine o ğlu II. İ smail geçmiş, durum, birazdüzelmi ştir. Bu s ırada Ekber ile Portekizliler aras ında da bir anla şmayavarıldığı anla şılmaktadır. Zira Ekber karadan, ya da denizden hac'agideceklere genel bir müsaade verdi ğini, bunların masraflarm ın hazinedenkar şılanaca ğını bildirmi ştir. Iran'da Tahmasb' ın ölümünü takipeden olaylar, E kb e r'in kafas ında İran' ın Sistan eyaletini ele geçirme291


fikrini ve sülâlede irsi denebilecek bir şekilde mevcut olan 1VIaveraünn.ehir'iyeniden alma arzular ını uyand ırmış, fakat bu s ırada ÖzbeklerdenAbdullah H an' ın kudretli bir şahsiyet olarak kendisini göstermesive Osmanhlarm da ona olan teveccühü, onun bu arzular ım imkânsizbir hale getirmi ştir. Abdullah Han, Belh'i ald ıktan sonra, 1587-1588 'de hem Osmanl ı sultan ına, hem de E kb er'e İran'a kar şı müşterekhareket ve onu taksim için birer mektup yazm ıştı. Sonuç olarak birBabürlü-Özbek anla şmasına varıldığı ve 1588'de Abdullah Han,İran'a kar şı hareketle Herat ile Horasan' ın önemli bir kısmını aldığızaman E kb e r'in târafs ız kalmayı tercih etti ği anla şılmaktatır. Herat' ınzaptı üzerine Abdullah H an' ı Osmanlı sadrazam ı da tebrik etmi şve ona İran'a kar şı kazan ılmış olan Osmanl ı zaferlerini bildirmi ştir.Diğer taraftan Ekber, Iran idaresindeki Kandahar' ı tazyike ba şlamıştı.Sonuç olarak Kandahar E kb er'e tabi olmu ş, Kandahar'm Iranl ı idarecileri,E kb er'in hizmetine girmi şlerdir. Fakat gene bu s ıralarda tran.'-da taht ı, I. Abbas, babas ı Hüdabende'den alm ış ve o, gerek Babürlülereve gerekse Osmanhlara kar şı bir yalda şma politikas ı takip etmi ş-tir. I. Abbas, bundan sonra eski dü şmanı Özbeklerden Abdullah Hanile de barış konu şmalarına ba şlamıştır.Diğer taraftan E kber'in bu s ırada belli bir sebep yokken Osmanlialeyhtarı bir politikaya giri ştiğini görüyoruz. Bu, onun Abdullah H a n'ayazd ığı mektuplardan anla şıldığı gibi ayrıca İspanya Krah II. Filipile Türkiye aleyhine bir ittifak fikri üzerinde durdu ğu, hatta Yemen'inOsmanlı valisinin bir elçisini de kendisini Portekizlilere kar şı harbete şvik ettiği iddiası ile hudut d ışı ettiği görülmektedir. Anahatlariyledış politikas ını böylece aç ıkladığımız Ekb er'in yerine 1605'de o ğluCihangir geçmi ştir.Ekber'in dini düşünceleriE kb er devri'nin üzerinde durulmas ı gereken özelliklerinden birisi deEkber'in dini düşünceleridir. Ekber, babas ı Hümayiin.'un. Hindistanimparatorlu ğunu kaybetti ği ve İran'a kaçt ığı karışık devrede do ğmuştu.Bir şehzadenin almas ı gereken geleneksel e ğitimi almamıştı. Hemenhemen ümmi idi denebilirdi. Aynı zamanda kuvvetli dini duygular ıolan bir kimse idi. Geleneksel sünni inanc ı son derece benimsemi şti.Bu arada Ci şti tarikat ına son derece ba ğlı idi. Hicretin 10. yüzy ılınuıyani bininci y ılının tamamlan ıp, ikinci bin'in ba şladığı bu sıralarda,müslüman Hindistan'da mehdilik fikrinin oldukça yay ılmış bulunduğugörülmektedir. Bunun sonucu olarak "Mehdi" oldu ğu iddiasında bulunanbir tak ım adamlar türemi şti. Bunlar ın zaman zaman hayli kalaba-292


lık taraftarlar toplayarak, sultanlara kafa tutabilecek bir duruma geldiklerigörülmektedir. Bu sebeple bu kimselerle u ğra şılmış, ulema da,bu mücadelede sultanlar ın yanında yer alarak onlar ın yanlış yoldaolduklar ına dair fetvalar vermi şlerdir. Mesela daha önce ad ı geçenşeyhülislâm Ma h dam el-Mülk yüzünden mehdilik hareketlerinekatılmış olan Ş eyh Mübarek, bir hayli eziyet çekmi ştir. Ancak bumehdilik hareketlerinin Ekber üzerine tesir etti ği görülmektedir. Busırada Hindistan'da ulemamn nüfuzunu k ırarak Islam dininin ba şıolmayı tasarl ıyan Ekber, i şte bu Ş eyh Mübarek ve o ğullarının ki şiliklerindekendisine kuvvetli birer yard ımcı bulmu ştur. Bunlar, Ekber'indini bir önder oldu ğunu ileri sürerek, onu bir "mehdi" gibi göstereceklerdir.Bu durumda E kb e r'in, 1575'de bir ibadet-hane kurdu ğunu veburasmın, kısa zamanda bütün dinler hakk ında tart ışmaların yap ıldığıbir merkez haline geldi ğini görüyoruz.Ekber, 1586'da Özbek hani Abdullah H an'a yazd ığı bir mektubundaAllah tarafından peygamber yolu ile vahyedilmiş olan ilahisözlerin, bilginler tarafından yanlış açıklanmış olduğunu belirtmektedir.Ancak ça ğdaş bir tarihçi olan B a da uni, Muntahab el-Tevarih adlıeserinde, Hindistanda sünni Islam' ın bir mümessili olarak, bu konudafarklı bir şekilde, bu vesile ile sap ıklarm ortaya ç ıkarak birtakım garipve şüpheyi celbedici fikirler ileri sürdüklerini, yanl ış şeyleri, ümmifakat gerçe ğin arayıc ıs ı olan bir insana gerçek diye gösterdikleriniifade etmektedir.Bununla beraber 1578'den itibaren Ekber, ruhi bir kriz geçirmi şve sonuç olarak sünni anlay ışından bir eklektisizme do ğru kaymıştır.Onun bu de ğişmesinde yukarda ad ı geçen Ş eyh Mübarek'in o ğluE b u'l- F a z l' ın tesiri olmuştur. Ebu' 1- F a zl, zihninin huzursuz olduğunu,ruhunun kendisini dünyan ın bütün hakimleri veya din adamlar ı-na doğru çekti ğini söylüyordu. Imparator Ekber'in İbadet-hane'sindebu zihniyetin hakim olduğu; orada Hin.duizm, Jainizm, Hristiyanhk,Yahudilik ve Zerdü ştilik temsilcilerinin tart ışmalara kat ıldıkları görülmektedir.Ekber'in müslüman adamlar ı da, bu tart ışmalar s ıras ında,bir bakıma sünnilik dışında sayılabilecek fikirler ileri sürdüler.İlk ibadet-hane toplant ılarında müslüman olmayan bilginler bulunmamıştır.Şii ulemadan az da olsa bulunanlar olmu ştur. Ekber'inbu şekildeki geli şmelerin as ıl sebeplerini te şkil eden dini görü ş ve siyasetia şa ğıdaki şekilde özetlenebilir:1- Bir hükümdar olarak ulemanm egemenli ğinden kurtulmak veHindistan'da islâm' ın önderi olmak.293


2- Müslüman ve Hindil dinleri aras ında benzerlikler ve yak ınlıklararamak; böyle yak ınlıkları tesbit ederek aradaki ayk ırılıkları gidermeyeçalışmak.3- Hem müslüman, hem hindillarm takip edebilecekleri dini biryol bularak onun önderi olmak; böylece her bak ımdan e şit bir durumagetirilmiş olan müslüman ve hindûlarm birbirleriyle kayna şmalarıgerekti ğini anlatmak.4- Dini temellere dayanan, dolay ısiyle türlü din mensuplar ı içinbaşka ba şka olan kanunlar yerine, herkesce uyulmas ı gereken ve böylecedini esaslardan ayrılan lâik mahiyette kanunlar yapmak.5- Bütün halk ın birlikte kutlayaca ğı bayramlar yapmak ve türlütakvimleri birle ştirmek.İşte bu konular üzerinde kar şılıklı fikir alış-verişinde bulunmaküzere ibadet-hane toplantıları ba şlamıştı. Bu arada gerekti ği zaman"hile-i şer`iyye" bulmakta hünerli olan baz ı nüfuzlu uleman ın buotoritelerini k ırmak, gene bu maksatla dört sünni mezhep mensubuulemayı birbirleriyle çat ıştırmak da, bu toplant ılarda dikkat edilenhususlardand ı. Meselâ ünlü şeyhulislâm Mandum el-Mülk'ün hac'agitmekten korktu ğu için, gerek şii Iran ve gerekse Portekizliler yüzündenhac' ın art ık farz olmad ığı yolundaki fetvas ı da, bu vesile ile bahiskonusu edilmi ş ; onun, ayn ı zamanda, pek fazla olan servetinin zekât ınıvermemek için ba şvurdu ğu çirkin yollar belirtilmi şti. Bundan ba şkabu toplant ılarda önemli bir tart ışma da, çok evlilik ve geçici evlenme(mut`a) üzerinde olur. Ekber, hükümdara yaranmak için dört mezhepulemas ının nas ıl şeriata uygun olmayan fetvalar verdiklerini anlat ır.Ekber, ayr ıca ulemadan bir kaç ki şiye birlikte bir Kur'an tefsiri yapmalarınıemreder. Bunlar bu i şe girişince aralar ında sert tart ışma veatışmalar olur.İşte böylece Ekber, ulema cephesini temelin.den sarsar. Bu vesileile Ekber'in "acaiptir ki tefsir, peygamberimiz zaman ında takrirve tesbit edilmedi; e ğer edilseydi, bu ihtilâflara yol aç ılmazdı" dediğisöylenir. Ebu'l-Fail Allami, Ekber-name'sinde bu toplant ılarda bilgive her şeyin ayarının tayin edildi ğini; gerçek bilgilerin makbul olduğunu,sadece yald ızh olanların foyalar ının meydana ç ıktığını yazmaktadır.Buna karşılık tarihçi Badâ uni ise, Ekber'in ba şhca amaemin,din konusunda aydınlanmak olduğunu; işlerin dini bakımdanyanlış bir seyir takibetmesinden do ğrudan do ğruya Ebu'l-Fazl ilebabas ı Ş eyh Müb arek'in sorumlu bulundu ğunu ifade etmektedir.İlk ibadet-hane toplantıları, 1575-76 yıllarına rastlamaktad ır. 1578'den294


itibaren bu toplant ılara devam edildi ği görülmektedir. Bu s ırada E kb er,özel olarak baz ı Hindû ve diğer dinlere mensup bilginlerle görü şmeleryapm ıştır. Bu yolda kendisi bir fikir sahibi olduktan sonra, bunlar ı da,ibadet-hane toplantılarına davet etmi ş ; onların bu toplantılarda İslâmiyetaleyhindeki sözlerini siikûnetle dinlemi ştir. Adı geçen B ad â un',bu vesileyle, "padi şah hindûlann kendi din ve imanlarma bu derecebağlı olduklarını görünce bu imanlar ı iyi gözle görmeye ba şladı," demektedir.Bu arada Ekber, Hinduizm'in tenasuh fikrine de inanm ış ve bununislâmiyet'e ve mant ığı uygun oldu ğunu göstermeye çah şmıştır.Bir çok kimseler, B adâ unrye göre, içten inanmamakla beraber, bunuispat için kitaplar yazm ışlardır.Bu toplant ılarda bulunanlar ın fikirlerinin Ekber üzerinde derecederece etkileri olmu ştur. Mutaass ıp sünni bir zat olarak bilinen Badâ uni,ulema ve şeyhlerin E kb e r'in kafas ına koydukları bid'atleri saymaktad ır.Onun verdiği bilgilere göre, "Tac el-Arifin" ad ı verilen Ş eyh Zekeriya,ayet ve hadislen tahrif ederek ona bir çok şeyler ö ğretmi ştir. Buşeyh'e göre padi şahın, her buyru ğuna uymak, dinin kesin bir buyru ğudur.Ona göre Ekber, "Kâbe-i Murâdât" ve "K ıble-i Hacat"t ır. O, buiddialarının do ğruluğunu ispat için uydurma bir tak ım hadislerden hahseder.Diğer bir Şeyh Ke şmirli Ş eyh Yakub, Hazret-i Muhammed'in"El-Hadi", yani do ğru yolu gösteren, şeytan' ın da "El-Muzil" yanialçak yapan, kötülü ğe götüren unvanlar ımn somut örnekleri oldu ğunu,bu iki ünvan ın böylece temsil edilerek yeryüzünde görülmü ş olmalariyle,her iki temsilin zaruri oldu ğunu aç ıkladığını ifade etmi ştir. BöyleceEkber'in zaman ın "El-Hadi"si olduğu söylenmek istenmektedir.Bu türlü düşüncelerden ba şka uleman ın kar şılıklı olarak birbirinisuçlamalar ı, E kb e r'de bunlar ın tüm olarak de ğersiz kimseler olduklar ıkanaatini uyand ırmıştır.B adâ unrye göre öbür din mensuplar ının Ekber üzerindeki etkileride şöyle olmuştur:1- Hıristiyan papaslanm dinleyen Ekber, bu dinin gerçek olduğunainan ır. E bu'l- F a z 1 Allâmrye İncilleri farsçaya çevirttirir.2- Ekber'in yak ınlarından bir Hindû, raca Birbal, güne şin iyilikleridolayısiyle ona tapmak gerekti ğini; dua ederken, batan güne şede ğil, doğan güne şe dönmek icabetti ğini söyler ve bundan sonra güne şetap ılmas ına sebep olur. Bir süre sonra da inek kesilmesi ve etininyenmesi yasak edilir3- Zerdü ştiler de ate şin kutsallığı üzerinde dururlar. Ekber,hiç söndürülmeden yanan kutsal bir ate şin bulundurulmas ı i şine Ebu'295


1- F a zl Allamryi memur eder. Yap ılan açıklamaya göre ate ş, Allah'ınalâmetlerinden biridir ve onun ışıklarından bir ışıktır.Bütün bunları anlatan B ada unrye göre, bu şekilde her dinden birkaç ayin üzerinde durulmu ş, bu işlerin tanzimi için insanlar görevlendirilmiştir. Böylece Ekber'in kafas ında her dinde bir tak ım iyi prensiplerolduğu ve kâmil insanlar bulunabilece ği fikri yer etmi ştir. Buna kar şılıkbütün bu olanlar ı, Ekber üzerinde tesiri oldu ğunu ifade ettiğimizEbu'l-Faz1 All â mi de, a şa ğıdaki şekilde anlatmaktad ır: Ona göre,bu toplant ılarda "akıl yükseltilmiş, ulema-i taassub ve fukahay- ı taklid'inişleri zorla şmıştır. Zira onlar, i şittiklerini nakl ile yetinmekteve kendilerini büyük bilgin saymakta idiler". E b u'l- F a zl' ın diğersözlerinden Ekber'in türlü dinlerin bir sentezini yapmak hususundakidü şüncesini de anlamaktay ız. E kber'e göre "adam odur ki ara ştırmayolunda insafı kendine kılavuz edinir, her güriıhdan akl ın kabul edece ğişeyleri al ır. Böylece belki de anahtar ı kaybolmu ş olan kilit açılabilir".Ekber'in kendini Ilimd müslümanlar ı= dini önderi ilan ettirmesiB ada unrye göre 987 /1579 yılında Ekber, hem din, hem dünyaönderliğini kendi şahsiyetinde birle ştirmek ister. Zira Eylül 1579'dabat ı tarihçilerinin "yan ılmazlık buyrultusu" dedikleri bir fetvan ın yayınlandığıgörülmektedir. Bu fetva muhteviyat ı şöyle özetlenebilir:"Bizler ki şeriat ı, akıl ve nakle dayanan bütün ilimleri bilen, dine ba ğlilıklarıile tanınmış ulemayız:1-"Allah'a, peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin,boyun e ğin. E ğer Allah'a ve ah ıret gününe inan ıyorsan ız, bir şey hakkındaçeki ştiğinizde bu konuda, Allah' ın kitab ına ve peygamberin sünnetinebaş vurunuz ..." mealindeki ayeti (Nisa suresi, 59),2- "Kim ki, emir'in sözünü dinlerse, Allah' ın sözünü dinlemi şolur; kim ki emir'e kar şı asi olursa, Allah'a kar şı asi olur" şeklindekihadisi ve di ğer delilleri inceledik ve şu kanaata vard ık ki Allah' ın gözünde"Sultan- ı adil" mertebesi, "müctehid" mertebesinden daha üstündür.Bu bakımdan Ebu'l-Feth Celal'üddin Muhammed Ekber, enadil, en hakim, Allah'tan en çok korkan bir padi şaht ır. E ğer ileridemüctehidlerin, birbirine uymayan dü şünceler ileri sürdükleri bir dinimesele ortaya ç ıkar ve padi şah, milletin mefaati ve siyasi baz ı gereklerbakımından bu dü şüncelerden birini seçer ve bu yolda bir emir ç ıkarırsabiz, bunun, bizleri ve bütün milleti ba ğladığını kabul ediyoruz. E ğerpadişah, yeni bir emir ç ıkarmayı gerekli bulursa bizim ve milletin onauymamız bir borçtur. Yeter ki bu emir, yaln ız Kur'an' ın bir âyetine296


uygun olmakla kalmas ın, ayni zamanda millet için de gerçekten faydalıolsun."Bu fetvamn Ekber'e sunulan metni, Ş eyh Mübarek'in el yaz ısıiledir. İmzalıyanlar aras ında M ah dum el-Mülk de bulunmaktad ır.Bu belge, ba şlıca dini konularda ulema'nm anla şamadığmı açığa vuranibadet-hane tartışmalarının Islam dini bakımından bir sonucu sayılabilir.Böylece Ekber, Hindistan müslümanlar ı= dini önderi olmuş tur.E b u'l- F a zl'a göre Ekber, geçmi şlerin ihtilaflar ından, bir çokmezheplerin görü şlerinden hangisini seçerse, uygun olan ı odur. İnsanlar,onu kabul etmekle Allah' ın rızasını kazamrlar. Bu fetvaya ra ğmenBadâ uni'ye göre Ekber, bundan sonra "la- İlahe Illallah, EkberuVekilullah" gibi sözler ç ıkart ırsa da, bunun dışarda kötü tesir b ırakmasmdançekinilerek bu, yaln ız Harem'e hasredilir Ayr ıca Ekber,bu konuda, yakınlarını bile pek ikna edememi ş görünmekdedir. E k b e r'inveliandinin atabeyi olan ve "beylerbeyi" ünvan ını taşıyan Kutbu d dinHan, bütün bu i şleri duyarak özellikle " İstanbul Sultam, bunlara nediyecektir" deyince Ekber k ızar ve ona, Hindistan'da Istanbul'danaldığı gizli bir görev ile mi bulundu ğunu, yoksa Hindistaıı'dan çıkacakolursa Istanbul'da kendisi için bir mevki mi haz ırlamak istedi ğini sorar.Fakat i ş bu kadarla kal ır.Ekber ve hristiyan misyonerleriDiğer taraftan Ekber, öbür dinlere ait bilginleri, mesela hristiyanmisyoner ve papaslar ını da tart ışmalar ında bulundurmak istemi ş, 1579'daPortekiz sömürgelerinin ba şkenti Goa'ya bir mektupla bir elçi göndermi ş,iki bilgin râhibin Incil ve hristiyanh ğa ait önemli kitaplarla gönderilmesiniistemiş, bu dinin iyi yönlerini ö ğrenmek istediğini bildirmi şti.Bir tercümanla birlikte gönderilen iki Cezvit misyoneri, hristiyanh ğınmahiyetini aç ıklar, bu arada islâm'a ve O'nun peygamberine hücumederler. Mollalarla yapt ıkları tart ışmalar, o kadar kızışır ki birbirlerinekimin dininin "Hak din" oldu ğunu göstermek üzere kendilerini ate şeatmayı teklif ederler, ama bu i şe gerçekten te şebbüs etmezler. Öyleanlaşılmaktadır ki Ekber, hristiyanh ğa kar şı büyük bir ilgi göstermi şancak o dine girmeyi dü şünmemi ştir. Bir gün hristiyan misyonerlerininsaray içinde kilise haline getirdikleri bir odaya girer ve orada bulunanMeryem ana resmini müslüman, hinda ve hristiyan usüllerine uygunbir şekilde selâmlar ve şöyle der: "Allah, bütün uluslar ın saygıların hakettiği için onu üç şekilde selâmladım." Bundan sonra da hristiyanl ığmiyi bir din olduğunu ancak Allah' ın bir o ğlu olabilece ğini anhyamadığımifade eder. E kb e r'in misyonerler üzerinde b ıraktığı intiba, onlardan297


irinin 1532'de Goa'daki Cezvit ba şkanına yazdığı bir mektuptan anlaşılmaktadır.Misyoner, bu mektubunda şöyle demektedir: "Ben,gerçekten onu anl ıyam ıyorum. Bize çok yakınlık gösteriyor ve imanlailgili şeylere büyük ilgi duyuyor ama baz ı bakımlardan s ıkıldığı anla şılıyor.Bir gün bana gerçe ğin ne olduğunu, bunu nas ıl tayin edece ğinibilemedi ğinden şaşırmış bir durumda bulundu ğunu itiraf etti."Ekber'in bu çalışmalar ı yüzünden baz ı dedikodular ortaya ç ıkmıştır. Bu konuda E kb e r'in çal ışmalar ını genellikle desteklemi ş olanE b u'l- F a z l'm bu husustaki sözlerini nakletmek istiyoruz:"Baz ıları, Ekber'in Allah'l ık iddias ında bulundu ğunu iddia etmi ş -ler fakat bunlar ebedi hüsranla kar şıla şmışlard ır. Bu dedikodununçıkmas ına sebep, Ekber'in etraf ında bulunanlardan baz ılarının ona"Muzhir-i Hak" yani "Allah' ı meydana koyan örnek" demeleridir.Ekber, "Sulh-i Kül" yani herkesin din ve inanc ına saygı göstermekuralı gere ğince bunlara ses ç ıkarmamıştır.Baz ıları, onun, peygamberlik iddias ında bulunduğunu söylemi ş-lerdir: Bu zanna yol açan sebep, onun yeni kanunlar yapmas ı, eskilerinsözlerindeki tezatlar ı meydana ç ıkarmas ıdır.Baz ıları, onu islâm aleyhinde göstermi şlerdir. Bu husustakidelilleri, herkesi iyi bir şekilde kabul etmesi, bütün dinlere mensupbilginlerle görü şerek gerçe ği aramas ı, cahillerin iddialar ını incelemedenkabul etmemesidir. Halbuki Ekber, peygamber ve ailesine o zamana kadarhiç bir hükümdar taraf ından gösterilmemi ş saygıyı göstermi ştir.Ek b er'in şii olduğunu söyleyenler de olmu ştur. Bunun sebebisünni ve şiileri münaka şa ettirmesi, uygun gördü ğü görü şü, seçmesidir.Nihayet E kb e r'in Brahma dinine girdi ğini söyliyenler olmu ştur.Bunun sebebi ise, Ekber'in Hindu hakimleri dinlemesi, memleket maslahatıicab ı, onların mevkiini yükseltmesi ve onlara iyi muamele etmesidir.Halbuki Ekber, sadece insafı fazla bir insand ı. Her din veyamezhep'de iyi bir taraf bulunabilece ğini kabul eder, bu iyi tarafın kar şıbir din veya mezhep taraf ından perdelenmesine müsaade etmezdi."Bu aç ıklamalar gösteriyor ki, Ekber, müslüman ve hindulararas ında türlü bak ımlardan bir e şitlik sa ğlamak istiyordu. Böylecehindu ço ğunluğuna da güvenle dayanabilme imkânlar ım elde etmi şolacakt ı. Bu sebeple türlü din ve mezheplerden bilhassa islâmiyet veBrahmanizm'den baz ı kaideleri bir araya toplam ış ve buna "Tevhid-iIlahi" veya "Din-i ad ını vermi ştir. Buna göre mutlak kudretsahibi bir Allah vard ır. Güne ş dünyanın velinimetidir. Ekber, zaman ındünyevi ve ruhani önderidir. Ancak i şaret etmeliyiz ki Din-i ilâhiye298


girmek için kimseye herhangi bir zorlamada bulunulmam ıştı. SadeceB ad â uni'ye göre, bu kaideleri benimseyenler mükâfatland ırılmışlardı.CIHANGIR DEVRI (1605-1627)1605 yılında E kb e r'in yerine o ğlu Selim geçmi ştir. Yaptığı ilkiş de adım Cihangir olarak de ği ştirmesidir. Bunun sebebi, Selimad ının Osmanlı sultanları tarafından kullanılması ve bu bakımdanherhangi bir kar ışıklığa meydan verilmemesidir. Onun Osmanh-Babürlüili şkileri hakkındaki ba şlıca intibamm ise, sadece Timur'un Y ıld ı r ı mBayezid üzerine kazanm ış olduğu zaferin anıları olsa gerektir. Ancak1607'de kendisinin Osmanlı elçisi olduğunu iddia eden ve bilinmeyenbir yaz ı ile yaz ılmış belki de Uygur yaz ısı ile bir mektup getiren OrtaAsyalı Aqâm Hac ı adlı bir maceraperestin Cihangir'in saray ınageldiğini görüyoruz. Ancak bu zat ın garip halleri dikkati çekmi ş ve kendisibir doland ırıc ı kabul edilmi ştir. Bundan senelerce sonrad ır ki, Cihangirkendisi, İran yoluyle ve I. Abbas'a hürmetlerini sunduktan sonramücevherler sat ın almak üzere Istanbul'a Muhammed HüseyinÇelebi adl ı bir zat ı göndermi ştir. Ancak bu zat, Osmanl ı sarayına kabuledilmemi ştir. Bu vesile ile belirtmek gerekir ki, Cihangir'in hükümdarlığınınilk yıllarından itibaren d ış politikas ı, İran Şah! I. Abbas ileçok s ıkı bir dostluk esas ına dayanmıştır. Bu dostlukta güzel kar ısıNur Cihan' ın, akrabalar ının, sarayda bulunan baz ı iranlılarınve Cihangir'in o s ıradaki Iran kültürünün inceliklerine dü şkünlüğününtesirleri olmu ştur. Her iki hükümdar da, kar şılıklı elçilikheyetleri göndermi şler, birbirlerine pahal ı, kıymetli hediyeler takdimetmişlerdir. I. Abbas, "biraderi" addetti ği Cihangir'in kasesindenşarap içmek istemi ş, Cihangir de, saray ressam]. hindu BishanDâs' ı, İran Şahnun resmini yapmak üzere göndermi ştir. 1616'da I.Abbas, Osmanhlara kar şı yaptığı harp için para yard ımı istemek üzerede bir elçilik heyeti göndermi ştir. 1617 de I. Abbas, Osmanl ılara yenikmiş, bu yenilgi yüzünden duydu ğu ruhi sars ıntı sıras ında Babürlülerinidaresindeki Kandahar' ı işgal etmek suretiyle teselli bulmaya çal ışmıştır.Ancak onun bu hareketi, çok yak ın dostu olan Cihangir üzerinde birşok tesiri yapmış ve bundan sonra Cihangir, İran'a kar şı Özbekler veOsmanlılarla anla şma yoluna girmi ştir. Bu sebeple Cihangir, zamanmOsmanlı hükümdarı IV. Murad'a yakla şmış, IV. Murad, Cihangir'eyazdığı mektupta, onun Özbekler'e yard ım etmesini, kendisinin deİran üzerine yürüyece ğini bildirmiştir. Bu mektup, bir Osmanl ı sultanın-299


dan bir Babürlü hükümdarma yaz ılmış ilk mektup olarak bilinmektedir.Fakat ad ı geçen bu üç devlet aras ında ittifak yap ılmasısadece bir fikir olarak kalm ıştır. Bunda bir Özbek generalinin Babürlüleridaresindeki Kabil eyaletini istilâya kalkmas ının rolü vard ır.Cihangir, 1627 tarihinde ölünce yerine o ğlu Ş ah Cihan geçmi ştir.Hindistan'da NaltsbenddikCihangir devrinde Ekber devrinde görülen dini faaliyetlerinbir reaksiyonu olarak yeni bir dini hareketin ortaya ç ıktığı görülmektedir.Bu yeni hareket, temel fikirlerini o s ıralarda Hindistan'da yay ılmışbulunan bir ehl-i sünnet tarikatinden, Nak şbendilik'den almaktad ır.Bilindiği üzere Nak şbendilik, ad ını, bu tarikat ın ilk şeyhi BahâüddinMuhammed b. Muhammed el-Buhari Nak ş bend (1318-1389)'den almaktadır.Bu tarikat ın izlerine daha önce Gazneliler devrinde rastlanmaktadır.Ba şlangıçta sadece baz ı esaslar ı belli olan bu tarikat, gerçekhüviyetini, Hoca Yusuf el-Hemedâni (ölm. 535 /1140)'den sonraaldı. Ehl-i sünnet akidelerine ba ğlı olduğu için halkın, hilafet hususundaicma` ı destekledi ği için de sünni hükümdarlarm yard ım ve rağbetinemazhar oldu. Yusuf el-Hemedâni'ninhalifelerinden Ahmet Yesevi,tarikat ın Maveraünnehir'de; Abdülhâlik el-Gucduv ani de Harezmve Horasan'da yay ılmas ına yardım etti. Bundan sonra da tarikat ikikol halinde geli şti. Bu kollar geli ştikleri muhitin örf ve inanışlarınıntesiri ile birbirinden oldukça farkl ı bir mahiyet ald ı. Bir ara zay ıflamışolan Gueduvâni esaslar ı, B ahaud din. Nak ş bend tarafından tekrarcanland ırıldı. N ak ş b end, tarikat ım "üveysilik" ve "rab ıta" gibi ikiprensiple takviye etti. Di ğer tarikatlerin aksine, tarikat silsilesini Aliyerine Ebu Bekir'e ba ğlamak suretiyle, di ğerlerinde az da olsa hissedilenşiilik tesirine yer vermedi. Bu tarikatin Orta Asya, Horasan vehavalisinin sünnile şmesinde rolü olmu ştur. Ubeydullah Ahrâr(806-895 /1405-1490)'m halifesi Şeyh Abdullah Ilahi Simavi(ölm. 896 /1490-91) vas ıtasiyle Anadolu'da; Baki Billah Kabul':(ölm. 1014 /1605-1606) tarafından Hindistan'da geni ş ölçüde yayılmaimkanını buldu Hindistan'da Müceddidiye ad ı altında geli şerek, oradanHicaz, Irak ve Suriye'ye yay ıldı .Hindistan'da E b u'l- F a z l' ın ölümünden sonra kuvvetli bir şekildeehl-i sünnet'e inanmakta olan bir zümre, memleket idaresinde tesirinihissettirme ğe ba şlamıştı. Mirza Aziz Koka, Ş eyh F eri d ve Lahorvalisi K ılıç Han, B âki tesiri alt ında kalmışlard ı. Bunlararas ında özellikle Ş eyh F erid'in sünni islâmiyet'e ba ğlılığı dikkatiçekiyordu. Fakat bu Nak şbendilik hareketi, Bâki Billah' ın seçkin bir300


öğrencisi olan Ş eyh Ahmet S irhindi'nin şahs ın.da tam bir temsilcisinibuldu.Şeyh Ahmet Sirkin& (İmam Rabbani)Sirhindi, ehl-i sünnet anlayışına göre yeti şmi ş, aynı zamandaCişti, Sühreverdi ve Kadiri tarikatlerinin gerekli k ıldığı baz ı disiplinlerdede belli bir e ğitim almıştı Nihayet kendisi için en do ğru yol olarakseçtiği Nak şberıdilik'te karar k ılmıştı Bu tarikat ın, dine uygunlukbakımından, ça ğdaş sap ıklıklara kar şı koyabilece ğine kani idi. Onunbaşlıca ilgisi, Hindistan'da yayılmış olan müslümanlık anlayışmda birhayli zayıflamış bulunan peygamberlik fikrinin itibar ını iade meselesiüzerinde toplan ıyordu. Gerek mehdilik cereyanlar ı ve gerekse Ekberve Ebu'l- F azl' ın görüşlerinin sonucu olarak, Allah'a inanmak için,peygambere inanmak zaruri bir şart olarak görülmüyordu. Bu anlay ışıreddetmek için Sirhindi, ilk önemli eseri olan Isbat el-Nübüvve'yiyazdı. Ayrıca İslâm'a Hindistan'da eski itibar ını kazandırmak hususundakidini, tasavvufi ve siyasi görü şlerini, baz ı kimselere mektuplaryazarak aç ıkladı. Böyle bir propaganda yolu, Hindistan'da zaten Ş eyhYahya M aneri taraf ından oldukça geli ştirilmiş bulunuyordu. Bumektuplar, E kb e r'in ölümünden sonra onun siyasetinin aç ık bir itham ımahiyetindedir. Sirhindi, Ekber devrinde susmaya mecbur kalm ıştı .Ş eyh F eri d'e yazd ığı mektubunda şöyle demektedir:"Bundan önceki devirde müslümanlar ın nelere maruz kald ıklarınıbiliyorsunuz. Dinsizler, putperest adetlerini kabul etmek istemi şler,müslümanların dini emirleri yerine getirmesine engel olmu şlardır."1605 yılında Cihangir, iktidara geldi ği zaman Sirhindi, ümitlenmişve yeni hükümdarın, devleti, dini hukuk esaslar ına göre yönetmesinitemin için, kudretli ö ğrencileri vas ıtasiyle Cihan gir'e tesiretmiye çal ışmıştı. Ancak kendisinin, Hz.-i Muhammed'in tasavvufigerçekli ğini, Hz.-i İ brahim'deki merhalesinde canland ırmış olduğuyolundaki iddias ı yüzünden Hoca Baki Bill all' ın itirazları ile karşılaşmış,ayrıca Cihangir taraf ından hapsedilmi ştir. Bu arada meslekdaşlarıolan sufi ulema, kendisinin do ğru yolda olmadığım belirtmi ştir.Diğer taraftan S irhin d İslam' ın ikinci bin y ılındaki müceddidiolarak ba şarılı görülmektedir. Daha önceki mehdilik hareketleri, zihinleribu istikamette haz ırlamış bulunuyordu. Sirhindi, İslam' ın ikinci binyılını bir gerileme devri de ğil, bir rönesans devri olarak kabul ediyordu.Tasavvuf konusunda kutb anlayışın kayyum anlayışı şeklinde geli ş-tirmiştir. Daha sonra taraftarlar ı, kendisini, ibadet edenlerin arzular ını,301


onların ibadet şeklini tayin ve idare eden bütün isim, prensip, ifade vevasıflara sahip bir veli; ibadet edenlerle, ibadet edilen aras ında bir arac ı,bir mutavass ıt olarak kabul etmi şlerdir. Kendisi kayyum olduğunu iddiaetmemesine ra ğmen, daha sonraki devirlerde ya şamış olan taraftarlar ı,onu o şekilde kabul etmi şler ve kendisinden sonraki iki halefi de, buünvan almışlardır. Ancak bu hal, kayyum'lu ğun bir taraftan ulâhiyet,diğer taraftan peygamberlik ile ilgili bulunmas ı bakımından sünni ulemayabir sap ıklık gibi görünmü ştür.Ş eyh Ahmet Sirhindi, daha uysal bir ruh haleti içinde hapishanedenç ıktıktan sonra, Cihangir taraf ından, her gün biraz dahaartan bir hürmet görmü ştür. Sirhindi de, Cih an gir'in ordusunuart ırmas ı üzerine yazd ığı bir mektupta onu tebrik ederek, "dini hukuk,lulı.çlann gölgesinde ba şarı kazanabilir" şeklinde konu şmu ştur. S ir lı indrnindoğrudan do ğruya, ya da dolayl ı olarak Cihangir üzerinde birtesiri olup olmadığını tahmin etmek güçtür. Fakat şunu kesin olaraksöyleyebiliriz ki, Cih an gir'de putperestlik temayülleri mevcut de ğildi.Cihangir'irı kendi oto-biyografisinden de anla şılabilece ği üzere, o,müslüman velilere son derece sayg ı beslemekte idi. Buna kar şılık Hinduibadetlerini hakir görmekte idi . Bu bak ımdan Sir hindrnin imparatorudini inançları bakımından memnuniyet verici buldu ğu anla şılmaktadır,Ancak o, müslümanlar ın kaderi ile, tahrip edilen camilerle ilgilenmekte,merkezi otoritenin tesirinden uzak bölgelerde Hindular taraf ındanibadet hürriyetine yap ılan müdahalelerden bahsetmektedir. Ona görehükümdar, kılıcı ile dini hukukun ayakta durmas ını temin etmelidir.Onun devlet ile olan münasebeti, kalbin beden ile olan ilgisi gibidir.islâm' ın emirlerinin yürütülmesi için, devletin ileri gelenlerinin, ona,do ğru tavsiyelerde bulunmas ı lâz ımdır.Sirhindrye göre, İslam ve küfr, - ki burada kastedilen Hinduizm'-dir- birbirine z ıt olan şeylerdir ve bu bak ımdan kar şılıklı olarak birbirlerinikabul etmeme durumundad ırlar. İki z ıt şey, birbirini tamamlayamaz.Birisi, ancak di ğerinin, zayıflamasiyle geli şebilir. E ğer mü ş-rikler, fırsat bulurlarsa, müslümanlar ı tekrar Hinduizm'e döndüreceklerveya onları öldüreceklerdir. Bu bak ımdan, islâm' ın emniyet ve şerefi,mü şriklerin imanlarmın ve kibirlerinin kırılmasına bağlıdır. Mü şriklereyakınlık ve saygı duyanlar, kendi dinlerinin itibarlar ını azalt ıyorlardemektir. İyi bir müslüman, günlük işlerinde bile mü şriklerle temastankaçmmalıdır. Bununla beraber, Sirhindi, bu dini-sosyal ayr ılığı,Hindfı kast sisteminden ayırmaktad ır. "Mü şriklerin temiz olmadığı"görüşü yanlıştır. Bahis konusu olan temizlik, d ışa ait bir şey de ğil, içtemizliğidir. O, cizyeye z ımmilerin himayesi için alınan bir ba ş vergisi302


olarak bakmaz; onu, onlar ın aşağı durumlarını sembolize eden bir kurumolarak görür.Islam'ın kendi bünyesi içinde S irhin di'nin ba şlıca ilgisi, dinihukuk, şeriat ile, mutasavv ıfların tasavvufi ö ğretileri, tarikatler aras ındakiaç ıklığı kapatmak, di ğer bir deyi şle, bunlar ı bir sentez halindebirle ştirme meselesi üzerinde toplan ıyordu. Ona göre, tasavvufî tecrübe,dini tecrübe ile tam manasiyle bir uygunluk halinde bulunmal ıydı.Aksi takdirde bu sap ıklıkla veya şahsi yamlmalarla lekelenmi şolurdu. Onun anladığı şeriat, her şeyi kavrayıcı, bu ve öteki dünyan ınbütün gerçeklerini ve gerçek tasavvufi tecrübenin bütün imkanlar ımkucaklayıcıdır. Onun bir dış, bir de gerçek olmak üzere iki görünü şüvardır. D ış görünü ş, esasını, Kur'an ve sünnet'de açık bir şekilde ifadesinibulmu ş olan prensiplerden almaktad ır ve bu, ulema-i zevahir'inbilgi sahas ıdır. Kur'an'da müphem b ırakılmış ve açıklanmamış olansaha - ki buna müte şabihat ad ı verilmektedir- ulema-i rasihin denilenderin ulema'nm spekülasyon, tart ışma sahas ıdır. Peygamberin yolundangiden bu ulema, t ıpkı peygamberliğin veliliğe daha üstün olmas ı gibi,velilerin yolunu takip eden mutasavv ıflara daha üstündür. Gerçektenhissi arzulardan kurtulmak için, tek bir dini emrin yerine getirilmesi,insanın kendi arzusu ile yap ılmış bin yıllık teemmül veya ruhani murakabesindendaha faydal ıdır. Bu görü ş açıs ından bakılınca, Hindu Yogi'sininbütün ekzersizleri, mutlak bir zaman kayb ından ba şka bir şeydeğildir.Ş eyh Ahmed S irhin di'nin rafızi dıfizm'e olan itimats ızhğı,onun, Hinduizm ve Islam' ın batıni tecrübesine mahsus panteistik veyamonistik anlayışlarına kar şı olan hassasiyetidir. Onun görü şüne görehalk seviyesinde K e bir'in, daha yüksek, aristokratik bir seviyedeEkber'in yaptığı bu türlü z ıt fikirleri birle ştirme te şebbüsleri, Hindistan'daIslam' ın çözülmesi ve tedrici bir şekilde Hinduizm içinde erimesisonucunu verecektir. Bu sebeple o, Islam' ın mistik tecrübesini, dinitecrübenin s ıkı hudutları içinde ele almaktad ır. Bu dini-mistik kompleksdensap ıklıkla ilgili unsurları atmak kolay olacakt ır. Yarat ıcı veyarat ılanı birbirinin ayn ı saymak yanl ıştır. Yarat ıcı ve yarat ılan, aynışey olamazlar. Rama ve Krishna do ğmadan önce, kimse, bu isimlerlebir Allah'tan bahsetmemi ştir.Sirhindi, ilahi lütfun, Hindistan' ı peygambersiz b ırakmamışolacağına inandığından, muhtemelen onlar ın gelip gittiklerini ifadeetmektedir. Onun anladığı şekli ile Hinduizm sadece tezatlar içinde de ğilfakat ayn ı zamanda Islam' ın düşmamdır. Bu sebeple, o, müslümanlar ınputperest adetlerini b ırakmaları hususunda israr etmi ştir.303


Sirhindi'nin İ bn el- Ar abrnin. vandet-i vücûd doktrinine kar şıolan sert tenkidi, onun panteistik görü şler bakımından Vedanta ile olanbenzerlikleridir. Bu hal, İslam içinde bir tak ım sap ıklıklara sebep olmuştur.Yüzyıllarca bütün tasavvufi tarikatlar, sistemleri içinde,İbn el-Arabî taraf ından açıklanmış olan vandet-i vücûd tesirlerinieritmi şlerdir. Sir hindi de, ba şlangıçta bütün dinleri Allah'a götürenbirer yol olarak ele alm ıştır. Fakat onun Hindistan'da geli şen tasavvufanlayışına getirdi ği ink ılap, bu durumu tamamiyle aksine çevirdi. Herhangi bir nokta üzerinde Kur'an metni aç ık bir hükmü ihtiva etti ğizaman, o, sembolik veya mistik bir aç ıklamayı kabul edemezdi. "Biz,Kur'an âyetlerine inanırız yoksa Fass'a de ğil". (Burada kastedilen,Fusus el-Hikem'dir). "Medine'nin. zaferlerinin ( kastedilen. Kur' an'dır)ışığında, Mekke'nin. zaferlerini ( İ bn el- Ar ab i'nin. el- Futftheıt el-Mekkiye'si kastedilmektedir) görmezlikten gelebiliriz".Ona göre, sûfiler tarafından inan ılan tevhid anlayışı, monizm, ikişekilde, ya ontolojik (vandet-i vüdid), ya da fenomenolojik (vandet-işuhild) şeklinde olabilir. Vandet-i vücud'a inananlara göre, yaln ız Allahvardır ve bütün di ğer şeyler, mevcut de ğildir. Her şey, O'nun p ırıltısıve görünü şleridir. Bir, her şeyde; her şey Bir'dedir. Bu sebeple, vandet-ivücudcuların ö ğretisi, mutlak bilgiye (ilm el-yakin'e) götürür. FakatSir hindrye göre, bu ö ğreti, Tanr ı'nın varlığı dışında bir varl ık yokfarz ettiği için, ak ıl ve din ile ihtilafa dü şmektedir. Buna kar şılık basitbir birliğe inanan ve gerçek bilgiye Cayn el-yakin'el götüren vandet-işuhud anlayışı ise böyle bir ihtilafa dü şmez. Anlaşılması lazımdır kiAllah vardır; zat, s ıfat ve eral'i ile tek (yegâne)'dir. Bu bak ımdan herhangi bir yarat ılmış, O'nun parças ı olamaz. Var oluşları O'nun arzusu ilemümkün olan, onun yarat ıklarınm s ıfat ve filleri, tek (yegâne) olanO'nun sıfat ve filleri ile mukayese edilemez. Allah' ın yaratmas ı,O'nun, bir aksi (reflection)'dir ve bu aks, gerçek ile kar ıştırılmamandır.Bu sebeple "her şey, Allah'dır" demek yanlıştır. "Her şey Allah'dandır"demek daha do ğrudur. İnsan'm gerçek durumu, Tanr ı yaratıklarınındurumu gibidir; ve yarat ılmış olma hali, veliliğin en yüksek derecesidir.Bir yarat ık, kendisine bir yarat ıktan daha yüksek bir gözle bakmamal ı-dır. Bu münasebeti a ştığını iddia eden sfıfiler, bunu, dini prensiplerleuyu şma noksanlıklarından dolay ı, asla anla şılmas ı mümkün olmayantasavvufî vecd p ırıltıları içinde yapmışlardır.Sirhindi, İ bn el-Ar abrnin vandet-i vücud doktrininin ve onunHintli ve Türk şerhçilerinin statik olmas ına kar şılık, bu vandet-i şuhuddoktrininin dinamik oldu ğunu iddia etmi ştir. Bu doktrinin esas prensibi"Allah' ın her şey olmas ı" de ğil, "Allah' ın yol gösterici", "rehber",304


"Hâdi" olmas ıdır. İnsan ve Allah aras ında olan tasavvufi irtibat, a şkşeklindedir; yoksa vasl bahis konusu de ğildir. Mahlük (yarat ık) uhilıiyetin,sonsuz derecede bir tezahürü de ğildir. Yarat ıcı-yarat ık münasebetikonusunda, Bir, di ğeri ile ele al ınır Bu bakımdan "ene'l-Hak" demekyanlıştır. Allah' ın sevgilisinin tasavvufi feryad ı, "ene abduhu"="benO'nun kuluyum" şeklinde olmal ıdır.Böylece İ bn. el-Ar abrnin hem rasyonalist prensipler, hem detamamiyle ehl-i sünnet görü şü bakımından tenkidi yap ılmıştır. Hind'tegelişen tasavvuf anlay ışı içinde daha önce böyle bir hal çaresi görülmediğigibi, Hindistan'da tasavvuf, islâm'm dini esaslar ına, hiçbir zamanbu derece yakla ştırılmamıştı. Bu bakımdan, Ş eyh Ahmed S irhindrninbu vandet-i şuhud doktrininin, Hindistan'da geli şmiş olan islamianlayışlar üzerinde devrimci bir tesir yapm ış bulunmas ına hayret etmemeklâzımd ır. Böylece, bütün dini anlay ışlar, belli bir yolda kanalizeedilmiş ; sünni telâkkiler, dini hukuk ile tasavvufi tecrübeler aras ındakigerginlikler yumu şamış, bu yeni sentez sayesinde, ulema ile mutasavv ıflararas ındaki uyu şmazl ıkların halli mümkün olmu ştur. SirhindrninHindistan dışındaki müslümanlar üzerinde de tesirleri olmu ş ; bu tesirler,en çok Orta Asya ve Osmanl ı imparatorlu ğunun do ğu eyaletlerindehissedilmiştir.Vandet-i vücud gelene ğinden böylece ayr ıldıktan sonra, rasyonalistlerinhücumlar ını önlemek çok daha kolay olacakt ı. Bu konudaHindistan'da geli şmi ş olan Islam anlayışının sünni hüviyetini tesbitbakımından Ş eyh Ahmed Sirhindrnin yaptığı iş, Gazali tarafındanF ar abi ve 1bn Sin a'ya kar şı takımlmış olan davranışı benimsemekolmuştur. Yani bu iki şahsiyet, islâm' ın dışında say ılmış ve bu konudaEs'arilerin, Mutezile hakk ındaki ithamlar ı kuvvetli bir şekilde tekraredilmi ştir.Böylece Sirhindi, Islâm' ın ikinci bin yılının müceddidi, "Müceddid-iElf-i Sâni" kabul edilmi ştir. Gerçekten onun yaz ıları ve tesiri,Hindistan'da islâmiyetin, bir tak ım farkl ı cereyanlar halinde çözülmesiniönlemiş ve dinin dışa ve içe ait hayatiyetini temin ederek kuvvetlendirmiştir.Bu husus, onun, özellikle islâm' ın dini-tasavvufi dü şüncesineyaptığı en önemli bir hizmettir. Fakat di ğer taraftan özellikleakılcılara kar şı olan bu hal, Hindistan'da geli şmiş olan islami anlayışlardabugün bile görülen katd ık ve muhafazakârl ığın da ba şlıcasebebi olmu ştur. Bu gün Hind - Pakistan yar ımadas ında görülen tecridci,kendi kendine yeter, muhafazakâr, yenilik ihtiyac ını hissedenfakat her türlü yenili ğe kar şı son derece itimats ız olan, tart ışmayınazari olarak kabul eden ancak onu fiiliyata götürmekten korkan ve305


nihayet di ğer kültürlerle olan temaslar ında daima dar bir görü şü benimsediğibelli olan islâmi anlayışın öncüsü de Ş eyh Ahmet Sirhindiolmu ştur. Daha sonra yeti şmi ş olan Seyyid Ahmet Han, İ kbalve E bu'l- K elâm Az ad, dini ve siyasi görü şlerinde büyük farklarolmasına rağmen, hepsi de S irhindrnin tesiri alt ında kalmışlardır.ŞAH CIHAN DEVRI (1628-1659)Hürrem'in Şah Cihan adı ile hükümdar olmas ıCihangir'in Hürrem ve Ş ehriyar adl ı iki o ğlu vard ı. Hürrem,iyi bir komutan ve ba şarılı işler görmü ş bir insan idi. Ancak babas ınakar şı ayaklanmış olduğu için Dekken'e sürülmü ştü. Zayıf bir şahsiyetiolan genç Ş ehriyar da, o s ırada Lahor'da bulunuyordu. Cihangiröldüğü zaman kar ısı Nur Cihan ve kay ın biraderi As af Han yan ındaidiler. As af Ilan, damad ı olan Hürre m'i tahta geçirmek için faaliyetegeçer ve ona kar şı olan bütün tertipleri ba şarıs ızlığa uğrat ır. Hürremgönderdiği bir yaz ıda, As af Han' ın yaptıklarını be ğendiğini, ancakkarışıklıkları önlemek için gerekiyorsa di ğer bütün şehzadeleri öldürebileceğini bildirir. As af Han' ın bunu da yapmasiyle Ş ah Cihan ad ıile tahta ç ıkan Hürrem, Babürlüler aras ında soyundan gelenbütün erkekleri öldürten ilk hükümdar olarak tarihe geçer.Ş ah Cihan, aynı zamanda saltanatm ın sonlarında 1658'de o ğlu tarafındantahttan indirilerek y ıllarca hapsedilen ilk hükümdar olarak daün kazanmıştır. Bununla beraber kendisi, güçlü ve ba şarıh bir devletadamı olmas ı ve komutanlığı ile de me şhurdur. Saltanat ının ilk yıllarıKâbil'e sald ıran Özbeklerle u ğra şmakla geçmi ştir. Iran ile olan ili şkilerindeiyi münasebetlerin devam ı için çalışılmış, daha sonra Özbeklerle demünasebetlerini düzeltmi ştir. Osmanlılarla olan münasebeti ise çokazdır. Sadece tahta ç ıktığı s ırada kendi soyundan olan erkekleri öldürttüğü zaman amcas ı D arıyal'ın oğullarından B aysungur, kaçarakönce İran'a, daha sonra da Istanbul'a gelmi ş ve Hind taht ını ele geçirebilmesiiçin Osmanlı hükümdarı IV. Murat'tan yard ım istemişse de bu,mümkün olmam ışt ır. Ş ah Cihan kom şuları ile olan ili şkilerini böylecetanzim ettikten sonra iç ayaklanmalarla u ğra şmış, Nizam şahlar, Adil şahlar,Kutup şahlar gibi mahalli devletler ile olan münasebetlerini bir nizamasokmu ş; bu arada Nizam şahların ba ğımsızlığına son vermi ştir.Bundan sonra Ş ah Cihan' ın 1636 yılı sonlarında Osmanl ı hükümdar ıIV. Murat'a bir elçi yolladığı görülmektedir. Elçinin geli şi hakkındaŞ ah Cihan devrinin kayna ğı olan Padişah-name adlı eser ile budevir Osmanlı kayna ğı Tarih-i Naima'n ın bu konuda verdiği bilgi-306


ler aras ında ayrılıklar görülmektedir. Padişah-name, bu elçinin siyasibir maksad ı olmadığını, sadece at sat ın almak için gönderildiğinisöylemesine ra ğmen, Naim a'nın kaydetti ği üzere bu elçinin,İran'a kar şı siyasi bir hareket için gelmi ş olmas ı kuvvetli ve inand ırıcıgörünmektedir. Zira elçinin yola ç ıkma tarihi, Osmanlı - Safeviçatışmas ının çetin bir devresine rastlamaktad ır. IV. Murat, Ş ahCihan' ın elçisi Mir Z arire, Ba ğdad' ı geri almaya giderken Musul'darastlamıştır. Padişah-name'nin yazdığına göre, IV. Murat, elçiye,bu kadar uzun yollar ı aşarak gelmesinin sebeplerini türkçe olarakanlatmas ını emretmi ş ; Mir Zarif de bunu türkçe anlatm ış ve Ş ahCihad'n içinde alt ın kemer bulunan bir çekmecedeki hediyesini takdimetmiştir. IV. Murat da kar şılık olarak kendi elçisi Arslan A ğ a'yıMir Zarif ile birlikte göndermi ş ve aynı zamanda Ş ah Cihan'a,kendi atlar ından bir arap at ı ile türlü hediyeler yollam ıştır.Diğer taraftan Ş ah Cihan, 1638 y ılında valisi ile anlaşmak suretiyleSafevilerden Kandahar' ı al ır. Iran o s ırada Osmanl ılarla da u ğra ştığıiçin güç durumdad ır. Ancak Osmanhlarla 1639'da Kasr- ı Şirin antla ş-mas ı yap ılınca, Iran Şahı Safi, Kandahar' ı geri almak için Horasan'abüyük bir ordu yollar. Ş ah Cihan da Pencap, Multan ve Kabil bölgelerindenbir ordu toplay ıp sava şa girmeyi dü şünürse de komutay ı,dile ği üzere büyük o ğlu Dârâ Ş ük ah'a verir (1641). Fakat o s ıradaŞ ah Safi ölür ve yerine daha çocuk olan II. Abbas geçer. D ârŞ ükah'un bu durumdan faydalanmak istemesine Ş ah Cihan engelolur. "Safi" olan o ğluna, bir safilik dersi verircesine "babas ını kaybetmişve henüz saltanata al ışmam ış bir çocu ğun başına i ş çıkarmak, iyiyolu benimsemiş padişahlara yak ışmaz" diyerek o ğlunun hareketiniönler. Bundan sonra Ş ah Cihan, daha çok Özbeklere kar şı hareketlerdebulunur. 1645 y ılından itibaren kuzeye ordular gönderilir.1646 y ılındaÖzbekler idaresindeki Bedah şan ele geçirilir. Ancak 1647 y ılı boyuncaolan kar şılaşmalarda Özbeklerin, kendilerini toparl ıyarak üstünlüksağladıkları görülür. Pek çok kay ıplar verilmi ş olmas ına ra ğmen, bukuzey seferlerinden fazla bir sonuç al ınamaz.Bundan sonra önemli bir sefer olarak 1655 yaz ında Ş ah Cihan' ıno ğlu Dârâ Şiikah'un Kandahar seferi görülmektedir. Bu sefer esnas ındada ba şarısızlığa uğranılınca, Ş ah Cihan' ın yardım için Osmanlılaraba ş vurduğu görülmektedir. 1656 y ılı ba şlarında Istanbul'a gelenK aim Bey adl ı bir elçi vas ıtas ı ile Ş ah Cihan, zaman ın Osmanlıpadişahı IV. Mehmet'ten şunları istemi ştir:1- Kandahar' ın. İran'dan geri al ınmas ı için yard ım.307


2- Mekke'de Hindli hacıların namaz kılmalarına mahsus bir yeryap ılmas ı için izin.3- Tac Mahal'in kubbesinin yap ılması için bir mimar gönderilmesi.Öyle anla şılmaktad ır ki Osmanlılar, yalnız üçüncü iste ği yerinegetirmişlerdir. Tac Mahal'i yapanlar aras ında ad ı kubbe yap ıc ı olarakgeçen "Rum"dan gelme İ smail Efendi'nin, bu mimar olmas ı ihtimaldahilindedir.Şah Cihan'm tahttan indirilmesiŞ ah Cihan' ın dört o ğlu vardı. Dârâ Ş ükûh, Ş üca, Evrengzibve Muradbah ş. Bunlardan bilhassa ikisi Dârâ Ş üktilı ileEvrengzib önemli iş ve çalışmaları ile tanınmışlard ır D ârâ Ş üküh,1615 do ğumlu olup Ş ah Cihan'ın en büyük ve en çok sevdi ği oğludur.Türlü eyaletlere vali olarak tayin edilmi ş fakat hep babas ının saray ındakalmıştır. Bu hal, di ğer üç karde şin ona karşı olan antipatisinin ba şlıcasebebidir. D ârâ Ş ükilh ise, karde şlerinden özellikle E vrengzib'isevmemektedir. Zira 1618 do ğumlu olan Evrengzib, karde şlerinen kabiliyetlisi olarak dikkati çekmektedir. D ârâ ise, daha çok tasavvufaolan ilgisi ve bu konuda eser bile yazm ış olmasiyle ün kazanmıştır.Bu ilgi onu, Hind dinlerini de incelemeye götürmü ş, bu konuda dedesiEkber'in yolundan gidece ği intibaını uyandırmıştır. Evrengzib ise,D ârâ'ya kar şı olan psikolojik durumunun da tesiriyle tamamiyle aksibir yolu tutarak koyu islâmi bir anlay ışı benimsemi ştir. Böylece ilerdeolmas ı mümkün bir taht kavgas ının, Ş ah Cihan' ın bu iki o ğlu aras ındaolaca ğı belli olmu ştur. Ş ah Cihan, Eylül 1657'de a ğır bir şekildehastaland ığı ve bu sebeple bir müddet halka görünmedi ği için, ölmüşolduğu ve D ârâ Ş ükûh'un rahat bir şekilde tahta yerle şebilmek için bunugizli tuttu ğu söylentileri ortaya ç ıkar. Hatta daha sonra Ş ah C ih an' ıniyile şerek halka görünmesi bile, bu söylentileri ortadan kald ıramaz.Ona benziyen birinin gösterildi ği söylenir. Ancak Ş ah Cihan, buiyile şme s ıras ında D ârâ Ş üküh'u veliaht tayin etmi ş ve onu tutanlaraönemli mevkiler verme ğe ba şlamıştır. Hatta Evrengzib'e taraftarolan İ sa Bey hapsedilmi ştir. Bunun üzerine önce di ğer iki şehzade,daha sonra da E vr engzib harekete geçerler. Bu s ırada üç şehzadeninbirlikte hareket etti ği, ancak ba şbuğlu ğun E vrengzib'de oldu ğu görülmektedir.1658 y ılı içinde D ârâ Ş ükiih ile olan çarp ışmalarda, sonundaD ârâ Ş ükt.th yenilmi ş ve kaçm ıştır. Ş ah Cihan, ordusuz kalm ış ,Evrengzib, Agra'y ı alarak hükümdar olmu ş ve babas ı Ş ah Cihan' ıda 1666 yılında ölünceye kadar Agra saray ında bir mahpus gibi muhafa-308


za etmi ştir. Böylece sona ermi ş olan Ş ah Cihan devri, Babürlü imparatorluğunun en parlak devirlerinden birisidir. Bu zamanda bilhassabayındırlık işlerine önem verildi ği, sulama tesisleri kuruldu ğu görülmektedir.Bu devirde yap ılan mimari âbidelerin güzelli ği, san'at de ğeridikkati çekmektedir. Ş ah Cihan' ın 1631 yılında ölen kar ıs ı MümtazMâhal için yapt ırdığı Tac Mahal adlı türbe - ki, daha sonra Ş ah Cihan,kendisi de oraya gömülmü ştür - bu s ırada geli şen mimari üslübunun veumumiyetle Islâm-Türk mimarl ığnun şaheserleri aras ında yer alm ıştır.DÂRÂ ŞÜKell VE EVRENGZ İBDârâ Şüküll'un zıt fikirleri birle ştirme dü şünceleriXVII. yüzyılın ortalar ında müslüman Hindistan'da manevi hayatbüyük bir kriz geçirmekte idi. Bir tarafta Ekber'in eklektisizmi, di ğertarafta da buna bir reaksiyon olarak ortaya ç ıkan Ş eyh Ahmet Sirhindrninfikirleri, birbirine z ıt bir şekilde geli şiyorlard ı. Bu iki görü ş-ten birini seçmek ve sonuç itibariyle kar şı tarafa hücum etmek gibibir durum has ıl olmu ştu. Bu temayül, imparatorluk ailesi içinde dekendisini hissettirmi şti. Ş ah Cihan' ın büyük o ğlu D ârâ Şüküh,dedesi Ekber'in eklektisizmine duydu ğu temayülün sonucu olarakbu fikirleri entellektüel bir seviyede i şlemeye ba şlamış, diğer o ğlu ve tahtiçin D ârâ Ş ük ıill'un rakibi durumunda olan Evrengzib ise, Ş eyhAhmed Sirhindi ve Abdu'l-Hak Dihlevi (1551-1642)'nin fikirlerinibenimsemi şti. Bu ayrılık bir bakıma, Ş ah Cihan' ın iki oğlunun,birbirine z ıt olan bât ıni ve zahiri (sünni) görü ş tarzlar ından birini benimsemiş olmaları demekti.Dârâ Şükûh, Kâdiri tarikat ım benimsemi ş bir kimse idi. Bilindiğiüzere bu tarikat, Abdülkadir el-Cili (Gilâni) Muhyiddin EbuMuhammed b. Ebi Salih Zengi Dost (470-561/1078-1166)tarafından kurulmu ştur. Bu tarikatte Kur'an' ın süfiyâne tefsiri tavsiyeedilmekle beraber esas itibariyle "ehl-i sünnet" çerçevesi içindekal ınmıştır. K ısa bir fas ıla müstesna tarikat ın merkezi, daima Ba ğdadkalmıştır.E vr en g z ib'in ise tasavvufa yatk ın bir kafas ı yoktu. D ârâ Şüküh,Kâdiri ileri gelenlerinden Miyan Mir (ölm. 1635) ve Molla Ş ah Bah ş i(ölm. 1661)'nin ö ğrencisi idi. Molla Ş ah, ona "sâh ıbkirân- ı dil" demesinerağmen tasavvufun Dârâ Şüküh'un günlük hayat ı üzerinde büyükbir değişiklik husule getirdi ğini ifade etmek pek mümkün görünmemek-309


tedir. 1640-1646 y ılları aras ındaki ilk yaz ıları, sufiliğin müesses kanunlarıve nizamlar ı ile ilgili çalışmalardır. Bu devrede onun dini anlay ışı,E vr eng zib'in dini anlayışından pek farkl ı görünmemektedir. Budevrede Dârâ Ş üküh'un esas itibariyle, şiir yazdığı zaman taklidettiği C â m i'nin tesiri alt ında kaldığı anla şılmaktadır. Sufilerle ilgilibir menakibnâme olan, Sefinetü'l-Evliya adlı eseri, Molla C âmi'ninNefahâtu'l-Uns adlı eseri; tasavvuf ö ğretileri hakkındaki Tarikatü'l-Hakaatadlı eseri de C âmi'nin Levtı'ih adlı eseri örnek al ınmak suretiyleyaz ılmıştır.D ârâ Ş ükûh'un. eklektik çal ışmalar ı, onun Kadiri üstadlar ıncafena kar şılanmamakta idi. Zira o s ırada Hindistan'da yay ılmış olanKadirilik, oldukça liberal bir mahiyet arzetmekte idi. D ârâ Ş ükûh, bus ıralarda Muhibbu'llah ve Lisanu'llah Rustaki gibi tanmm ışsüfilerle yak ın bir irtibat halinde bulundu ğu gibi, ayn ı zamanda onunsonsuz merak ve tecessüsü, onu, Jagannâs Misrâ ve BabalalVaira gi gibi Hindu mistikleri ile de dostluklar kurmaya sevketmi şti.D ârâ Ş üküh'un yaz ı hayat ının 1650-1655 yılları aras ına rastlayandevresinde, o, daha ziyade Hindu eserlerinin tercümesi, aç ıklanmas ıve islami tasavvufla, Hindu mistisizmi aras ında bir ayniyet bulunupbulunmadığı konuları ile me şgul olmuştur. Onun yaz ı hayat ı bakımındanyarat ıc ılığının da ortaya konulmu ş olduğu bu devrede o, Yoga Vasigta'-nın farsça'ya yeni bir tercümesini yapm ıştır. Bu eser, daha önce Tuhfetu'l-Mecülisad ı ile Ş erif K utb-i Cih ani tarafından tercüme edilmişti.1653-55 y ıllarında D ârâ Ş ük h, farsça'ya Bhagavad Gita'yı daçevirmi ştir. Bu tercümesine baz ı hinduların yardım ettiği anla şılmaktad ır.Fakat onun üzerinde en çok konu şulan tercümesi, S ırr-ı Ekber'dir.Bu eser, 52 Upanişad'ın farsça'ya yap ılmış bir tercümesi olup, tercümedeS ank ar â- c ary a'n.m. şerhi sadakatle takip edilmi ştir.S ırr-ı Ekber tercümesinin giri şinde D ârâ Ş üküh, onu Hindueserlerinin mukayeseli bir şekilde tetkikine götüren bir tak ım ruhanisoruların 1641 yılında ba şladığını ifade etmektedir. O s ırada o, Kur'an'damarınfiz, sembolik, s ırl ı, remizli bir şekilde zikredilmi ş olan şeylerin,Eski ve Yeni Ahid gibi diğer kutsal kitaplar ın ışığında tefsiri bir şekildeanlaşılması problemi ile son derece me şgul bulunuyordu. Kur'anaçık bir şekilde bir peygamber yolu ile veya kutlu yaz ılarla (sahifelerle)ilahi rehberlikten mahrum b ırakılmamış memleket bulunmadığınıifade etti ğine göre her şeyin bir tek kaynaktan ç ıktığınıkabul eden (monist) ve tek Allah' ın varhğına inananlar (monoteist)'ladolu olan hindu Hindistan' ın benzer gerçek ve ilahiemirlere sahip olmu ş bulunmas ı düşünülebilir ki bunlar da, Vedalar310


ve Upanişadlar olacakt ır. Kur'an'da aç ıklanmamış olarak kalm ış muğlakhususları, ona göre, bu gibi konulara aç ıkca dokunan Upanişadlariçinde ara ştırmak mümkündür. Böylece denebilir ki Upanişadlar, Kur'an'da zikri geçen "kitab- ı mek,Min.” olarak kabul edilebilir. (Kur'an, VI,77-79). D ârâ Ş üküh, kendi görü şlerini, i şaret edilen bu hipotez üzerinedayandırır ve Upanişadlar'a, her türlü monoteist görü şlerin kendi içindenç ıktığı nihai bir kaynak olarak bakar. Ona göre, Upanişadlar, hemorijinal bir kaynak, hem de Kur'an ile tamamiyle uyu şma halindedir.Geliştirmiş olduğu bu tezin esas ı, daha çok mukayeseye dayan ıyordu.Yoksa, tarihi bir ara ştırma ve tenkidin sonucu de ğildi. Fakat o, Kur'an'dabulunan ve anla şılmayan baz ı hususların Upanişadlar yolu ile anla şılabileceğini düşünmü ştü. Baz ı Brahminlerin yard ımı ile Upanişadlar'ıbu maksadla tercüme etti. Ancak k ısmen baz ı hükümlerin, kısmen dehin.dulann din konusunda gizlili ğe olan temayüllerinin sonucu olarak,o, Hindu imanının sırlarını pek anlayamam ıştı. Bununla beraber, pek çokyazma niishalarm ın mevcut olu şu, tercümesinin, hat ırı sayılır derecedepopüler olduğu intibaını vermektedir.D âr a Ş ük ü h'un Hinduizm ile Islam' ın esaslanmn ayniyetihakkındaki fikirlerini, diğer bir eserinde, Mecma` el-Bahreyn'de bulmakmümkündür. Bu eser, esas itibariyle stifi ve upani şadik kozmoloji - kikainat ın mahiyetinden ve kanunlar ından felsefe sistemi içinde bahsedenilim demektir - halini inançlar ve ameller aras ında olduğu farzedilendaha çok z ıtları birle ştirici bir kelime tekni ği ile ilgilidir. D ârŞ ük üh, sabda kelimesi üzerinde durur; ondan ses ç ıkar. Bu s ılfilerinism-i a`zam görü şünün kayna ğıdır. ısm-ti dzam anlayışı, Hindu üçlemesininyani yaratma, muhafaza etme ve mahvolma'n ın bütün vas ıflarınıbünyesinde toplamıştır. O mukayese yapmak suretiyle ayn ı zamandaşu sonuca var ır. Arapça fethe, zamme ve kesre, ism-i a'zam'dan ç ıkanve Hindular aras ında görülen akâra, ukâra ve makâra'nm aynıdır. Onunbu tezatlar ı birle ştirme tekniğinde şahıslar ile ilgili olarak yap ılanlar,daha karışıktır: Mesela; Vi şnu ile Mikail, Makadeva ile İsrafil, Brahman/Manu ile Adem /Cebrail ayn ıdırlar. Bütün bunlar, şüphesiz birtakım mübalagalard ır. Fakat z ıtları böylece birle ştirme ğe çalışırken,D âr â Ş ük h'un bu iki din üzerinde mukayeseli bir şekilde düşünmekteolduğu da görülmektedir. Islam' ın ruh anlayışı ile Vedânta'daki&man ve pramâtman anlayışlarının ayniyeti konusu üzerinde de duranDârâ Shikoh adlı eseri 1953 y ılında Calcutta'da bas ılmış olan B ikr a-m aj it Hasr at'in belirtti ğine göre, islami ruh görü şü, Vedanta'nmgörüşün.den. farkl ıdır. Islami görü ş, ruhu, bir gerçek olarak ele almaz.Diğer bir ifade ile söylemek icabederse, onun Allah ile irtibat halinde311


olduğuna veya Allah ile ayn ı olduğuna inanmaz ve bunda bulunannefs (ben), rûh'dan tamamiyle ayr ı bir şeydir. Halbuki Upanişadlar'da,as ıl ö ğreti, Cıtman' ı yegane gerçek olarak kabul etmektir ve Brahman'm&man halinde gerçekle şmi ş olaca ğı meselesine önem verilmi ştir. Aynişekilde Dârâ Ş ükûh'un,Hindû mrtyd (illusion) anlay ışiyle sfıfi a şkanlayışını aynı saymas ı veya Hindu Hiranyagrabha anlayışıyla sûfiliginRüh -i A`zam (Hakikat - ı Muhammediye) anlayışını kıyaslamas ı,zoraki telakki edilebilecek yak ıştırmalard ır.Ancak ifade etmemiz laz ımdır ki, D ârâ ük ûh'un bu z ıtları birle ş-tirme te şebbüsü Hinduizm istikametinde islâmiyet'ten bir uzakla şma hareketide ğildir. Bu asl ında bir inanışın sonucu olarak gösterilen samimibir gayrettir. Yanl ış olan, bu iki din aras ında müşterek baz ı şeylerbulunduğuna inanılmış olmas ıdır. O, bu hareketinin, hindular kadar,müslümanlar tarafından da tasvib görmesini istemi ştir. Mecma' el -Bahreyn,Samudra Sangam ünvam ile Sanskrit diline de çevrilmi ştir. Bugünmüslüman olmıyanlarm görü şüne göre, onun bu birle ştirme te şebbüsününde ğeri, toplay ıc ılığındaki serbestlik; ba şlıca zaafı ise, muhtevabakımından olan bo şluğu, ilmi ya da metafizik bir de ğerden yoksunbulunuşu ve tamamiyle nazar' bir karaktere sahib olu şudur. OnunHinduizm'i ele alışı ve mü şterek bir taraf aramas ı, tamamiyle bâtini birgörüş açıs ından da de ğildi. Ifade edildi ği üzere Babalal Vairagi ile çokçe şitli konularda konu şmalarda bulunmu ştur Hindu mitolojisi, ölüyakma, puta tapma v.b. gibi konular üzerinde Bal:A.1M, mistik olmaktançok, ortodoks bir görü şüp ifadesi olan bilgiler vermi şti.D ârâ Ş ükûh, Hindu metempsychosis, tenasüh, ruhun bir vücuttandiğerine intikali ve re-incarnation yani insan ya da hayvan şeklinde tecessüm,tecessüd nazariyelerinin tesiri alt ında, hemen hemen Nie t z s c-he'nin. tarihin tekerrürü anlay ışına benzer bir anlay ışa inanmaya ba şlamıştı.Onun baz ı Kur'an ayetleri ile ilgili zoraki tefsirlerinin baz ılarınınsebebi, bu olsa gerektir. Onun anlay ışı içinde az da olsa sihir ve hurafede yer alm ış bulunmaktadır. Halk ın genel olarak kanaati, Dârâ Ş ük t‘ı h'-un muayyen bir dini olmadığı, her dini, onun taraftarlar ı önündebe ğendiği şeklinde olsa gerektir. Ancak gerçek odur ki, kafas ı Hinduizmile son derece me şgul olmas ına ra ğmen o, daima inanmış bir müslümanolarak kalm ıştır.Evrengzib ile D ârâ Ş ükûh aras ında olan saltanat mücadelesininba şından itibaren Evrengzib, D ârâ Siik ı)h'a kar şı onun Hindu ilâhiyatçı ve mistikleri ile irtibat halinde bulundu ğunu ifade etmi ştir Hinduasillerinin en kudretlilerinden biri olan J asw ant S in gh birkaç defataraf de ğiştirmesine ra ğmen, esas itibariyle D ârâ ük iıh'urı bir taraf-312


tarı idi ve Evrengzib'e kar şı sava şan generallerin ilki say ılabilirdi.Ancak onun müslüman subaylar ı, gizlice E vren gzib ile irtibat halindeidiler. Onlar ın, kendisini terkedece ği korkusu ile o da, yön de ğiştirdi.Hatta D ârâ Şükûh'un kaçmas ına imkan verdi ğinden şüphe edilenJai Singh bile, Evrengzib'e olan sadakatinden. vazgeçmedi.Evrengzib'in D âra Ş ükûh hakk ındaki resmi ithamnamesinde,onun, kendisini geleneksel sûfizme vermedi ği, aksine Hindulara ve onlarınimanına döndüğü, Hindû yogi ve sanyasrleri ile dostluklarını devamettirdiği, onların kitaplarını Tanrı kelâmı kabul ettiği, onları tercümeettiği ve üzerinde bir Hindu efsanesine ait bir i şaret bulunan bir yüzüktaşıdığı hususiyle zikredilmi ştir. Onun öldürülmesine resmi sebepolarak, dinden ç ıkma yani irtidat gösterilmi ştir. Bu konu ile ilgili olarako s ırada genellikle müslüman kamu oyunun gerçek fikrinin ne oldu ğunukestirmek, oldukça güçtür. Fakat denebilir ki Delhi halk ı, D ârâ ü-kûh'un bu talihi sebebiyle adeta bir şok tesiri alt ında kalmış gibi idive onun için mâtem tutmu şlardı Hindu münevverlerine, bu hal, biruğursuzluk alâmeti olarak göründü. XVIII. yüzy ıl gibi çok daha sonrakibir devirde bile, Dvija R âm adl ı Bengalli bir şairin, onun bu ialihsizliğiniağlıyarak terennüm etti ği görülüyordu.Evrengzib'in teokratik anlay ışıEvrengzib'in karakteri, birçok bak ımlardan, D ârâ Ş ük ûh'unkarakteri ile bir tezat te şkil etmekte idi. Evrengzib'in dindarl ığmdamistik düşüncenin yeri yoktu. Konu şmaları ve dostluklar ı da daha çokdindar kimselerle oluyordu ki bunlar da, hususiyle ileri gelen din adamlarıveya sünni Nak şbendi tarikat ı mensup ve ileri gelenleri idiler.İpekli giymez, gümü ş veya alt ın e şya kullanmazdı. Kur'an ve şer'ihukuk ile Gazali, Yahya Maneri ve Molla Abdullah Tabbah' ıneserlerini okumaktan ho şlanırdı. Sadece ahlaki şiirleri sever, fakatgenellikle şiirden ho şlanmazd ı. Mimari'de fayday ı ön planda tutar;müzik ve resmi sevmezdi. Şehzade iken idari görevlerden ayr ılarak dinimurakabeye imkân verecek olan bir inziva hayatm ı arzu etmi ş olmas ıdolayısiyle karakterinde bu türlü hayata kar şı bir temayül bulunduğuileri sürülmü şse de bu husus, tenkide mütehammil görünmemektedir.Onun geçmi şin eklektik miras ından kurtulmas ı tedrici olmu ştur.Büyük Hindu generalleri Jaswant Singh ve Jai Singh hayattaolduğu müddetçe o, hindu bayramlar ına iştirak etme ğe devam etmi ştir.Fakat 1659'dan itibaren, yeni bir idari ve dini siyasetin ba şladığıgörülmektedir. Kullan ılmakta olan güne ş takvimi, ay'a göre olan hictakvimlede ğiştirilmiş, ash Zerdü ştiliğe kadar giden Nevruz'un313


kutlanmas ı âdeti durdurulmu ştur. Içki içilmesinin önüne geçmek için"muhtesib"ler tayin edilmi ştir. 1659-1670 yılları aras ında imparatorunbalkondan görünmesi ve do ğum günlerinde alt ınla tart ılmas ıâdetleri de kald ırılmışt ır.E vr en. g zib'in bu siyasetinin bir olumlu, bir de olumsuz taraf ıvardır. Bu siyasetin olumlu taraf ı, Hindistan'daki müslüman toplumununyeni bir anlayışa varmas ı istikametine yönelmi ş olması idi. Olumsuztarafı ise, müslüman olmayan tebaalar ına Ekber tarafından verilensosyal ve diğer hakların kabul edilmemesiydi. Onun İslam toplumununbünyesini bilhassa ahlaki bak ımdan kuvvetlendirmek için aldığı idaritedbirler, bir nesil sonra Ş ah Veli- Ull ah tarafından entellektüel seviyedesavunmas ı yap ılan düşüncelerin habercisi gibidir. E vr en g zib'inbu konuda yapt ıkları aras ında, türbelere çat ı yap ılmas ımn, kadınlarınevliya mezarlar ın ziyaretinin, kad ın elbisesine benziyen k ıyafetin,ha şha ş ekiminin, ipek ve alt ın kullanmanın ve nihayet müzi ğin yasakedilmesi gibi şeyler say ılabilir. Hindularla ilgili olarak da Halibayram ı sıras ında söylenilen müstehcen denebilecek şarkıların yasakedildiği görülmektedir. İslam cemiyetinin yeniden te şkilatlandırılmas ıve Hindistan'daki İslam devletinin islami bir teokrasi haline getirilmesiiçin, Evrengzib , Fetavây-1 Alemgirrnin meydana getirilmesineönayak olmuştur ki bu kitap İslam fıkhına ait önemli bir eserdir. Bumünasebetle okullar ın pro ğramlarında da de ğişiklik yap ılmış ve meselaMuhib bu'll ah Allahab adi gibi kimselerin ehl-i sünnete uymayanfikirleri ihtiva eden eserlerinin okunmas ı ders pro ğramlarından ç ıkarılmıştır.Bu s ırada şeriat ın emretmedi ği vergiler de kald ırılarak imparatorluğunbir refah devleti haline getirilmesi arzu edilmi ştir. Böyle bir anlayışiçinde müslüman olmayan Hindistan'a ayr ı bir bütün olarakbakılmışt ır. Bundan sonra da Hindistan'da, bir bak ıma, müslümanlarınfazla olan müslüman olm ıyanlar kar şısındaki emniyetsizli ğinin birifadesi denebilecek, idarede ay ırıc ı bir temayül geli şmiştir. Evrengz ib'inbu türlü düşünceleri, D âr syncretism'in.e yani z ıtlarıtelif etme, birle ştirme çabas ına kar şı bir reaksiyondu. Mesela D âr⪠ükûh'un Ke şav Râi mabedine yapt ırmış olduğu ta ş parmaklığı 1666'daE vr en gzib, onu bir müslüman ın putperestlikle olan gayri me şru denebilecekolan sevgisinin bir ifadesi sayd ığı için kaldırtm ıştı. 1669'dabaz ı müslümanlara bile cazip göründü ğü gerekçesiyle Tatta, Multan veBenares'de baz ı Hindu mabet ve okullarm ın yıkılmas ı emredilmi ştiDevletin resmi tarihçisi S âki Mus t a.` id H an' ın ifade etti ğine göre,Hindular, hiç bir devirde bu derece a şağı bir duruma getirilmemi şlerdi.314Bu ayırmalarda imparatorluk içindeki Hindu cemaatlerinin is-


yanlarmın ne derecede rol oynad ığım tayin ve tesbit etmek oldukçagüçtür. Fakat belki şunu söylemek mümkündür ki mesela Maratha veSihler gibi Hindu cemaatleri dini bak ımdan bir uyanmaya do ğru gittiklerihalde, müslüman Babürlü imparatorlu ğu gittikçe gerilemekte idi.Hinduların bu durumuna kar şı alınan idari tedbirler, gittikçe Hindudüşmanlığın ve mukavemetini art ırmıştır. Evrengzib tarafındansosyal hayat bak ımından ayıncı mahiyette tedbirler ancak 1695'densonra alınmıştır. Zira bu tarihte Mathura Jatlar, Satnâmiler, Sihler veMarâthalar isyan etmi şlerdi. Bu sebeple, Evrengzib, bu tarihten sonraçıkardığı emirlerde, kendisine sad ık olan Râjputlar d ışında herhangibir Hindu'nun silah ta şımasını, fil'e, arap atma binmesini veya taht ı-revanda ta şınmas ını yasak etmi ştir. Bu hale ra ğmen Evrengzib'inhizmetindeki Hindular, onun sivil ve askeri idaresinin tamamlay ıcı birkısmı olarak kalmakta devam etmi şlerdir. Baz ı Hindu mabetleri kapatılmışolmas ına rağmen, diğer baz ılarına gelir ba ğlandığı da olmuştur.Evrengzib'in bu türlü ba ğışlar', son zamanlarda Jnan C h andr atarafından yayınlanmış olan vesikalarla meydana ç ıkarılmıştır. Evren g-z ib'in yapt ığı i şler, S h ar m a'n ın ifade etti ği üzere, yeni bir şey sayılmamandır;bu, sadece o s ırada kullanılmaz bir durumda bulunan islamhukukunun eski bir anlay ışının canland ırılmasmdan ibarettir.Diğer taraftan Hindu görü şünü aksettiren diğer bir fikir de J adunathS arkar'a aittir. Sarkar, herhangi ahlaki bir noksanh ğı bulunmadığı,kabiliyetli bir insan ve hükümdar oldu ğu ve nihayet sadeliğiiçin, Evrengzib'e hayranl ık duymaktadır. O, Evrengzib'in idaresindedini olmayan bir zaaf bulmaktad ır ki bu da, bu idarenin lüzumundanfazla merkeziyetci olu şudur. Sarkar, Evrengzib ile ilgilisözlerine devam ederek, böylece, Hindistan'da müslüman bir devletinyıkılışı hakkındaki düşüncelerini ortaya koymaktad ır: "Evrengzibgibi, tahta ç ıktığı zaman, yüksek bir ahlak ve e ğitim bakımındanbütün imkanlara sahip ideal bir müslüman hükümdarm ba şarı kazanamaması, şunu açık bir şekilde, ebedi bir gerçek olarak ortaya koymaktad ırki, büyük bir halk kitlesi bulunmadan, büyük ve devamh bir imparatorlukolamaz. Bir toplumun bütün fertleri de, herkes için e şit hak vefırsatlara sahip, birbirine s ımsıkı bağlarla ba ğlı bir millet meydanagetirmesini öğrenmedikçe büyük olamaz".Evrengzib hakk ındaki modern islami görü ş ve davranış, onu müdafaadan,mübalagal ı bir şekilde methe kadar gitmektedir. Aziz Ahmad'e göre, bunun, Islam' ın su altında kalma korkusunun bir canlan ışışeklinde tefsiri mümkündür. D ârâ Ş ükfis lı ve Evrengzib'in davran ış -larında ifadesini bulan ihtilaf s ıras ında, Hindistan Islâmiyeti'nin Hin-315


duizm içinde erimesi tehlikesinin ne derece do ğru oldu ğu, öyle anla şılmaktadırki, modern bir ingiliz yazar ının a şağıdaki sözleriyle ifadeedilebilir: "E ğer Ekber'in siyaseti, Evrengzib ve halefleri taraf ındantakip edilmi ş olsaydı, mantıki olarak her zaman her kal ıba girmeyemüsait Hinduizm bünyesi içinde İslam inancının yer almas ı suretiyleHindu tefekkürünün monoteizm istikametinde yava ş yava ş tadilibeklenebilirdi." (Bu hususta bak. W. G. Orr, A Sixteenth CenturyIndian Mystic, London 1947, p. 24).VEL İ-ULLAH İ DÜŞÜNCE AKIMIŞah Veli-Ullah'm dini ve siyasi dü şünceleriHindistan müslümanlar ı içinde Ortaça ğ ile Yeniçağ arasında birköprü durumunda olan Delhi'li Ş ah Veli-Ullah, Evrengzib'inölümünden be ş yıl önce 1703'de do ğmuştur. 1708'de Evrengzib'inölümü Hindistan'da İslam kudretinin ve islami ahlâkm bozulmas ımni şareti sayılabilir. Babas ı Ş ah Abdurrahman, Evren gzib zaman ındahaz ırlanmış olan Fetavay- ı ;4lemgiri'flin toplanmas ında hizmeti geçenlerdenbirisi idi. Veli-Ulla h, Nak şbendi tarikat ımn "Müceddidi"koluna mensuptu. Fakat İ bn el-Ar abrnin dü şüncelerini de be ğenmediğisöylenenemezdi. Fakat onun zihnine şekil veren ba şlıca tesir, Hicaz'-dan gelmişti. Medine'de Ş eyh Ebu Tâhir Muhammed İbn İ brahimel-Kurdrnin yan ında hadis okumu ş, Ş eyh Süleyman Ma ğ-r ı bi de ona Maliki fıkhı ile ilgili dersler vermi şti. Bu s ıralarda ça ğdaşıMuhammed İbn Abdulvahhab da, İslâm' ın bu kutsal şehirlerindeaynı hocalardan ders almakta idi. XVIII. yüzy ıl İslam dünyas ınınyeti ştirdiği bu iki şahsiyetin, mistik bir taraf ı olmayan Hicaz'da hadistahsil etmek ve böylece ayn ı kaynaktan ilham almak suretiyle gerçekleştirdikleri bu iki ak ım, İ bn Teymiye'ye kadar götürülebilir ve birinindiğeri veya her ikisinin de birbiri üzerine bir tesiri olup olmad ığımtesbit çok güç olmakla beraber, XIX. yüzy ıl müslüman Hindistan'ındabu iki sistem birbirine daha yak ın bir hale gelmi ştir.Arap ça ğdaşı gibi Ş ah Veli-Ullah da, genellikle İslâm' ın dini veahlâki bakımından çözüldli ğiine kani idi. Bu sebeple sünni inanc ı gereknazariye ve gerekse amel bak ımından bir hayatiyeye kavu şturmak veeski iktidarını kazandırmak için yazdığı Huccet Allah el-Beıliga adlı eserinifarsça yerine arapça kaleme ald ı. Hanefilikten. çok Malikilik'eitimat etmekte idi. Dini ilimler ve onun kaynaklar ı aras ında, de ğişmeyen,tarihi, mustakar bir unsur olarak sünnet'e itibar ediyordu. Onun316


el-Musavva ve el-Musaffa adlı eserleri, İ mam Malik'in el-Mu'vattaadlı eseri üzerine şerhlerdir.Bu s ırada tarihi şartlar ın da yard ımcı olduğu görülmektedir.O sıralarda Hindistan'daki İslam devletinin kad ı ihtiyac ını kar şılamakiçin dini okullarda fıkıh ö ğretimine önem verilmekte idi. Gelenekselİslam fıkhımn tamamiyle şekle müstenit ö ğretiminin çökmekte olanbir cemiyetin ruhuna yeni bir hayatiyet vermesi beklenemezdi. XVIII.yüzyıl ba şlarından itibaren Babürlü devrinin iki büyük tarikati Nak ş-bendilik ve Kadirilik ruhi dinamizmlerini kaybetmi şlerdi. Slafizm'eart ık Ş eyh Ahmet S irhin di günlerinde oldu ğu gibi itimat edilemezdi.Bu sebeple Ş ah Veli- Ull ah, islam fıkhını bir taraftan hadis'e dayandırmayıistiyor; di ğer taraftan muhtelif tarikat kal ıntılarını sünniislâmiyet anlayışı içinde eritmeyi dü şünüyordu. Onun Tefhimathiye (Delhi 1906, p. 122) adl ı eserinde belirtti ğine göre, peygamberivahy devrini Hz.-i Ali ile ba şlıyan ve İ bn el- Ar abrnin. yaz ılarındakemâlini bulan tasavvufi bir vahy devri takip etmi ştir. O, bundan sonrada İ bn el-Arabrnin vandet-i vücud anlayışiyle Ş eyh Ahmed Sirhin d i'xıin vandet-i şuhrtd anlayışım telife, uzla ştırmaya çal ışmıştır.Kendi devrinde Hindistan'da Islam' ın manevi çökü şünü durdurmakiçin türlü silfi cereyanlar ını , Ş eyh Ahmed S irhin di tarafından ba ş-lanmış olan geleneksel İslam anlayışı içinde eritme i şini tamamlamıştırBu hal, ayni zamanda stifili ğin amel bakımından olan iç ayr ılıklarımnve bunların hepsinin türlü disiplinlerinin bir bütün halinde birle ştirilmesinimümkün kılmıştır.Zamanın şartları, ona, kendisinin, bu konuda bir vazifesi, bir misyonuolduğu hissini vermi şti. Bu hal, onu, kendisinin, kü'im el-zamanolduğu fikrine götürdü. Kü'im el-zaman olmakla devrinin dini bir önderioluyordu. Bu, kutb veya Ş eyh Ahmed S ırhindi tarafından geli ş-tirilen kayyum anlayışının yeni bir ifadesi idi. Kd'im el-zaman' ın rolü, hilâfet'inçift tabiat ı ile ilgili idi; hilafet, ya zâhiri ya da halini olabilirdi. Hilâfet'inzâhiri anlay ışı, idari vazifelerin yerine getirilmesi ve dini hukukunsavunulmas ını gerekli kılar; hilâfetin bât ıni anlayışı ise, ulema yani akılcıve hukukçular ile süfilere bir istikamet verilmesi sorumlulu ğunuortaya ç ıkarırdı. Devrinin kü'im el-zaman' ı olarak o, muhtelif islam mezhepleritarafından mü ştereken kabul edilmi ş olan hususlar ile ilgili tasavvufive sünni anlay ışı, Mutezililik, E ş'arilik ve bilhassa Islam' ındört sünni hukuk mezhebi aras ındaki farklar ı uzla ştırmayı, karşılıklıbazı fedakarl ıklara müstenit bir anla şma formülü üzerinde israrla durarakİslam ümmeti içinde birlik ve istikrar ı yeniden sa ğlamayı misyonununönemli bir k ısmı kabul etmi ştir. XVIII. yüzyılda görülen bir taraftan317


zayıflık, diğer taraftan da türlü rekabetler kar şısında Islam, liberal,ho şgörülü, esnek ve ayni zamanda birle ştirici olmaya mecburdu.Böylece Veli- Ull a h' ın görü şüne göre, bir kimse, kendisini müslümansaydıktan sonra, onun günah ve zaaflar ı ne olursa olsun, müslümanolarak kalacakt ı .Ona göre dinlerin emir ve nehiyleri, a şa ğıdaki gayelerden birinitemin etmek içindir: Ya benli ğin terbiyesi, ya dini hayat ın telkin vekuvvetlendirilmesi, ya da insan cemiyetinin te şkilâtland ırılmas ı ve onahizmet etmektir. Dini hukukun gayeleri bunlar oldu ğu için, bu hukukmutlak olmaktan ziyade izafi de ğeri olan bir tak ım formüller bulunmas ınıgerektirir ve böyle formüller bulunmas ı işi, devam eder gider. MeselaEbu Hanife yolunda olan bir sünni, e ğer hukukla ilgili türlü konulardagerekti ği zaman, diğer imamların yollarını da tercih edebilirse, do ğruhareket etmi ş olur. Sonra böyle bir kimse, bir meselede Kur'an ve Hadis'-de açık bir işaret bulunduğu halde, e ğer o, bu açıklık ile bağdaşmıyan görüşleriolan her hangi bir imam' ın yolundan giderse, son derece yanl ışbir i ş yapmış olacakt ır. Hiç bir hukukçu, dini hukukun değişmez ikikayna ğı olan Kur'an ve Hadis'in yerine, ba şka bir şey ikame edemez.Dini anlayışı, yeni bir hayatiyete kavu şturmak esas ına dayandığı için,ictihad, mümkündür. Taklid, asl ında hukukçular aras ında ihtilâfholan meselelerde, zorunlu olarak bir taraf ı seçme esas ına dayandığmdan,ictihad, tercih edilmelidir. Ona göre ictihad, hukuk'ta prensiplerdensonuç ç ıkarmayı anlama bak ımından mükemmel bir çal ışmad ır. O,E l- R afi` î ve E 1- Neva vi'nin iki kategori halindeki müctehid tasnifinikabul etmektedir. Bunlar da, müstakil yani daimi olan müctehid'-ler ile daha çok bu birincilere itimat eden müntesib müctehidlerdir.Müstakil müctehidler, dini hukukun esas prensiplerini yeniden tefsireder ve kendilerinden önce gelenlerin karar ve hükümlerini bir defadaha gözden geçirirler. Daimi bir şekilde ictihatda bulunma zarureti,insan cemiyetlerinin yay ılma ve ilerlemelerinin sonucu olarak ortayaç ıkmaktad ır. Yay ılan ve ilerliyen cemiyetler, yeni bir devirde, yeniortamlara sahip olmakta ve yeni yeni meselelerle kar şı karşıya gelmektedirler.Bu bakımdan ictihad zarureti, insan cemiyetlerindeki geli şmeve de ğişme unsurlar ına kar şı tabii bir harekettir ve bir hal çaresibulma çabas ıdır.Ünlü İ k b al'in bu konu ile ilgili aç ıklamalar ı şöyledir: "Genel olarakdenebilir ki Ş ah Veli-Ullah'a göre, peygamberli ğ e has olan ö ğ-retim yolu, metodu şöyle anla şılabilir: Bir peygamber tarafından vahiyyolu ile bildirilmiş olan hukukda onun özellikle gönderilmi ş olduğu halkın,318


örf, âdet, ustıl ve özellikleri ön plânda tutulmu ş, ona her şeyden fazla ö-nem verilmi ştir. Bütün halklar ı kavrayıp kucaklayan prensipler getirmedurumunda olan peygamberler, ne muhtelif halklar için ayr ı ayrı baz ıprensipler getirmi şler, ne de onlar ı kendilerini idare edecek prensiplerikendi kendilerine bulmalar ı için serbest b ırakmışlardır. Peygamberlerinortaya koyduklar ı usûl , belli bir halkı e ğitip yeti ştirmek ve onu, evrenselbir hukuk nizam ı meydana getirmek üzere bir nüve gibi kullanmak şeklindekendisini göstermektedir. Böyle yapmakla o, bütün insanl ığın esasınıte şkil eden sosyal gerçeklerin prensiplerini, aç ıkca ortaya koymu şbulunmakta ve bu prensipleri, içinde bulundu ğu halkın özel âdetlerininışığında, donmuş kalmış husus ve meselelere tatbik etmektedir. Butatbikten ç ıkan şeriat hükümleri, bir manada bu muayyen halka hasolan hükümlerdir. Bu türlü hüküm ç ıkarmanın sonu bulunmad ığı gibi;bunlar gelecek nesillerin ortaya ç ıkacak meselelerine de mutlaka ve zaruriolarak tatbik edilmek durumunda de ğillerdir". (Bak. Muhammedİ kbal, Reconstruction of Religious Thought in Islam, London 1943,p. 163).Ş ah Veli- Ull ah, hukukçular ın ortaya koymu ş olduklar ı meselâiki müfrit anlayış aras ında, ço ğu zaman, gerçe ğin bu ikisinin ortas ındabulunduğunu belirtir. Dini konularda daha geni ş bir görü şü ifade edenprensip ve anlay ışlar tercih edilmelidir. Di ğer taraftan V eli- Ull ah,bir müctehid'in di ğer uleman ın icmd ına da hürmetkâr olmas ı gerektiğinibelirtir ki böylece İ zzed din Ab düs sel âm ile ayn ı kanaatteolduğunu belirtmi ş olur. Müctehid'in ayn ı zamanda müslüman olmayanlarakar şı da bir mes'uliyet ve misyonu vard ır. Müslüman iken eskidinlerine dönenlere İslâmı kabul ettirmek için zor kullanmamand ır.Bu hususta prensipler üzerinde durulmah ve iyi örnek olunmal ıdır.İctihad üzerinde yeni bir anlay ışla ısrarla durulmas ı, Ş ah Veliah'ırı müslüman Hindistan' ın modern felsefi dü şünüşüne yapt ığı enbüyük yardımdır. Onun sonuç ç ıkarma (tüme-var ım) ve muhakememetodu klâsik olmu ştur. Fakat o, genellikle, "yeni ruh ihtiyac ını ençok hisseden" ilk Hindli müslüman kabul edilmektedir. Huccet Allahel- BCiliga'nm girişinde "zaman gelecektir ki, islâm' ın dini hukuku, ak ılve muhakemeye tamamiyle aç ık bir hale gelecektir" diye yazmaktad ır.Ona göre "ak ıl ve muhakeme"nin daha esasl ı bir manas ı vardır. Bunlar,ilk e ğitimini Delhi'de Veli- Ullah' ın haleflerinden alm ış olan S e yyidAhmet H an' ın Yeni-Mutezili Modernizm formülünü, Ş i bli'ninskolâstisizmini ve İ kb ayin tefekküründeki "dini yeniden in şa" fikirleriniilham ettiler. Etraf ında çok fırt ınalar kopar ılan Kur'an Tefsiri'ndeS eyyid Ahmet Han, büyük ölçüde bu XVIII. yüzy ıl ilâhiyatç ısmın319


tesiri alt ında kalmışt ır. Veli- Ull ah' ın ictihad anlay ışının tesirleri,Deoband ulemas ı üzerinde daha aç ık olarak görülür. Bunlar ın diniideolojileri, doğrudan do ğruya bu ekolün fikirleri ile şekillenmi ştir.Devrinde Hindistan'da İslam toplumunun manen çöküntü halindebulunmas ı, Veli- Ullah' ı Kur'an'ı farsçaya tercüme konusunda sünniulema ile ac ı bir tart ışmaya sevketmi şti. Kur'an'ı farsçaya tercümeetmekten gayesi, evvela orta derecede e ğitim görmü ş müslümanlaraAllah' ın kelammın manas ını vermek, sonra da o s ırada Hindu Brahmin?-in tam bir kar şıtı halinde, âyinlerin sadece d ışa ait şekilleriyle me şgul,küçük ve önemsiz şeylerle kafa yorar bir hale gelmi ş olan din adamlarınınhakimiyetini kırmak idi. Gerçi daha önce Hindistan'da K a diŞihabeddin Devletab adi tarafından Kur'an' ın farsça'ya birtercümesi yap ılmıştı. Fakat bu daha çok bir tefsir karakterinde idi.Veli- Ull ah, aynı zamanda aydınlar aras ında Kur'an'a kar şı bir ilgiuyandırmak üzere 1743'de kendi idaresi alt ında Kur'an ve Hadis öğretenbir okul açt ı ; Kur'an tercümesi ile ilgili meseleler hakk ında bir risale,Mukaddime fi Tercümet el-Kur'an el-Mecid ve tefsir ilmi hakkında birkitap, el- Fevz el-Kebir fi Usâ1 el-Tefsir'i yazdı. O ğlu Ş ah R aficel- D in,ilk defa olarak, Kur'an'ı ordu diline çevirdi. Bu edebi bir tercüme idi;bunu diğer oğlu Ş ah Ab du'l- K a dir'in halk diline daha yak ın olandiğer bir tercümesi takip etti.O, aynı zamanda genellikle islam toplumunun, özellikle de Hindistandakiİslam toplumunun korunmas ı için bir nazariye ortaya koymayaçal ışıyordu. İnsan toplumlarının gelişmesini dört safhaya ay ırmaktaidi. Bu dört safha, onun ifadesi ile İrtifrıkCıt'ın ilki, sosyal davranışlarınasgari vaziyette oldu ğu ilkel toplum safhas ıdır. İkinci safha,şehir hayat ının gelişmesi ile kendisini belli eder; filozoflar ı tarafındanbaşlangıçta iyi bir devlet haline getirilir fakat sonra parçalara ayr ılmaksuretiyle bozulur ve merkezi bir kontrolü gerekli k ılar. Bu hal, üçüncüsafhayı zaruri kılar ki bu safha, kar ışıklık yerine nizam ı kuracak olanmonar şi safhas ıdır. Son safha ise üniversel devlet safhas ıdır. Böyle birdevlet, muhtelif hükümdarlar üzerinde tesirli bir otoritesi olan bir halifeyesahip olmayı gerekli kılar.Bu şekilde üniversel bir hilafet anlay ışı, Hindistan'da geli şmişolan dini edebiyat gelene ğinden bir ayrılık ifade etmektedir. Ona göreböyle bir anlayışta örnek olarak sadece ilk dört halife al ınmışt ır. Emevilerve Abbasiler, sadece hükümdarl ık sülâleleridir. Veli-U 11 ah'a göre üniverselhilafet hakk ı, sadece Kurey ş'e aittir. Ancak bu hak, münhas ıranBeni Ha şim'e ait de ğildir. Böylece Emevilerin halifelik iddias ı bir dere-320


ceye kadar kabul ediliyorsa da Osmanl ıların bu konudaki iddialarıreddedilmektedir.Mücahidin hareketiArabistan' ın Necd bölgesinde geli şmiş olan Vahhabi hareketine benzediğiiçin XIX. yüzyılda İngilizler tarafından bir Vahhabi hareketi gibigösterilen bu hareket, Ş ah Veli- Ullah'ın dini-siyasi dü şüncelerinintatbik sahas ına çıkarılmas ı şeklinde tanımlanabilir. Bu hareketin lideri,Seyyid Ahmet Barelvi, Veli-Ullah' ın o ğlu ve halefi Abdü'l-,Aziz'in. bir ö ğrencisi idi. Bu hareket, Veli-Ullah' ın fikirlerinin nazariyedentatbikata ç ıkarılması olduğundan Veli- Ull ah' ın. iki bilgintorunu Ş ah İ smail ve A b d ü'l- H a y da bu harekete kat ıldılar.Seyyid Ahmet Barelvi, S ırat-t Mustakim'i yazm ışt ı. Bu eserde,bu hareketin özellikleri bulunabilir. 1822'de hacca gitti. Orada Vahhabilikhareketi ile temas imkan ını buldu. Hicaz'da kaldığı bir yıl zarfındabu iki hareket aras ında baz ı fikir al ış-veri şleri bahis konusu olmaklaberaber, Hindistan'da geli şen bu hareket, ayr ı bir hüviyet gösterdi.Bu hareketin klasik eseri, Veli- Ullah' ııı torunu adı geçen Ş ah İ smail'-in Takviyet el- İman adlı kitab ıdır. Bu kitap, esas itibariyle dedesininTuhfet el-Muvahhidin adl ı eserine dayanmaktad ır.Diğer taraftan Seyyid Ahmet Barelvi, Veli - Ullah' ın türlüfikirleri birle ştirme gelene ğini devam ettirmi ştir. Onun senteziniyapmak istediği fikirler, esas itibariyle Kadiri, Ci şti ve Nakşbenditarikatlerine ait bulunmakta idi. O, bunlara bir de kendisinin tarika-iMuhammediye adını verdiği bir dini tecrübe unsurunu ekliyordu.Ona göre ad ı geçen bu üç tarikat, peygambere bat ıni bir yolile bağlı idiler. Onun eklediği dördüncü unsur ise, tamamiyle zahiriidi ve dini hukuka s ıkı bir şekilde uygun hareket etme i şi idi.Böylece o, sünni anlayış istikametinde dinamik, reformcu bir hareketcanland ırmak istiyordu. Fakat o, di ğer ulema ve sûfilerin ço ğu gibiayd ınlara hitap etmek yerine halk kitlelerine döndü. Bu maksatlageziler yapt ı. Temas ettiği kimselerin ço ğu, birkaç nesil önce müslümanolmuşlardı. Onların Islamiyeti sadece isimden ibaretti. Böyle bir havaiçinde Kur'an ve sünnet üzerinde durarak, müslümanlar aras ında yaygınolarak gördü ğü bu iki kaynağa aykırı fikirleri belirtiyordu. Şeyhlerinputlaştırılmas ı, evliya mezarlar ını ziyaretin aleyhinde bulunuyordu.Şii menşe'li olan Muharrem ay ının tes'id edilmesinin , Hinduluktangeçme adetlerin aleyhinde bulunuyordu. Mesela bu vesile ile dul kad ınlarınyeniden evlenmemesi meselesi bahis konusu edilebilir. Bundan ba ş-ka as ıl mesele, müslümanlar aras ında görülen politeist unsurlar ın321


temizlenmesi idi. Mutlak monoteizm'i hâkim kılmak i şine önem veriliyordu.Hareketin tatbik etmek istedi ği planın başlıca iki amac ı vardı .Veli- U 11 ah' ın tasnifine göre, bir mükemmel olmayan devlet (medinetel-nakse), bir de ideal devlet (medinet el-tâmme) vardı. O sırada İngilizidaresindeki arazi, daru'l-harb durumunda mükemmel olmayan devletebir örnek idi. Ideal devlet , ideal teokratik bir devlet idi ve ancak kutsalharp ile kurulabilirdi. B ar elv I, birinci idareyi kabul etmi şti fakatamacı, ikinciyi tahakkuk ettirmekti. Her iki halde de, çal ışacak insanlaraihtiyaç vard ı. Müslüman olmıyan bir idare alt ında vaizler, davetçilerve reformculardan müte şekkil bir te şkilat, müslüman bir devletkurmak için gerekli olan bir askeri güç haline gelebilirdi. Yap ılan davetve propagandalar, da ğıtılan risaleler, gerekli vasat ı haz ırlamıştı. Hazırlanancihad, Hint yar ım küresinin kuzey bat ısındaki İslam aleyhtar ıSihlere kar şı idi. 1820 yıllarında olan böyle bir hareket, Ingilizlerinişine gelmiştir. Seyyid Ahmed Bar elvi, bir ara Pe şaver'i i şgal etmişfakat sonunda Sih'lere kar şı yenilerek 1831'de onların elinde ölmü ş-tür. İngilizler Sih hakimiyetine son verince, yaln ız Pencap'da küçükbir mücahidin gurubunun mukavemeti ile kar şılaştılar. Bu dü şmanlık,1840-1857 aras ında geli şti; bunlar, Hind ba ğımsızlık hareketi ile ittifakhalinde bulunduklanndan 1858'de İngilizler tarafından sert bir şekildetenkil edildiler. 1863'de de di ğer ağır bir yenilgiye u ğrat ıldılar. Bunu,bu hareket mensuplar ının bütün Hindistan'da takibata u ğramas ıtakip etti. Buna ra ğmen bunlar faaliyetlerine devam ettiler. II. Dünyasava şı sıras ında ve sonra Afganistan'da bulunan Türk ve Almanlartarafından daima te şvik gördüler.Bu hareket Hindistan müslümanl ığı tarihinde özel bir önem ta şır.Hindistan müslümanlar ı aras ında ilk siyasi halk hareketi say ılabilir.Genellikle bat ı aleyhtarı bir hareket olmas ına rağmen, daha sonrakiyıllarda Seyyid Ahme t Han'a bat ı taraftan dini reformlar ın ilhametmiş, Hindistan'da müslümanlar için dini ve siyasi bir birlik fikrininuyanmas ını sağlamıştır ki bunlar, daha sonraki Pakistan ideolojisinin ilkfikirleri kabul edilebilir.PAN- İSLAMIZM VE MODERN İZMSeyyid Ahmet Han ve Cemaleddin Afgani1857 Hind Ba ğımsızlık Hareketi, bugün Hindistan ve Pakistan'dakabul edildiği üzere, Hind müslümanlarının Hindistanda kaybettikleriiktidarı geri almak için yap ılmış "arkaik" bir te şebbüstür. Bu hareketin322


aşarısızlığı, İslam toplumunun feodal bünyesinde bir çözülme meydanagetirmi ştir. Böylece bu yenilgi, Hind müslümanlar ı tarafından olduğugibi kabul edilerek ba şarı kazan ılmas ı için, bundan sonra o zamanakadar görülenlerden ba şka türlü olmas ı gereken yeni tip bir liderli ğeihtiyaç duyulmaya ba şlanmıştı. 1858-1898 yılları aras ında bu liderlikSeyyid Ahmet Han taraf ından temsil edilmi ştir. Ona kar şı olanbir görü şü ise, Hintli olmayan bir müslüman, Cemaleddin Afganiileri sürmüştür.Cemaleddin Afgan' ile Seyyid Ahmet Han aras ındaki uyu ş-mazlıkları üç noktada toplamak mümkündür:1- Afgani, Seyyid Ahmet Han' ın, hiç de ğilse baz ı görü şlerinin,müfrit denebilecek ak ılc ıhğını kabul etmemekte ve onun İlmKur'cm' ın ifadelerini bozacak istidatta görmektedir.2- Tam manasiyle İngiliz düşman ı olan Afgani, Seyyid AhmetH an' ın dini görü şlerini ve e ğitim programlar ını Hindistan'daki İngilizmenfaatlerine bir hizmet saymaktad ır.3- İkinci görü şün mantık' bir sonucu olarak Afgani, SeyyidAhmet Han' ı, Hindistan'da ba şlıca muhalifi saym ıştır. Zira o, Panislâmizm'ekar şıdır; Hind müslümanlar ın! Daru'l-islâm' ın diğerbölgelerinden özellikle Türkiye'den ayr ı tutmakta, evrensel bir İslamhilafeti anlayışına kar şı bulunmaktad ır.İkisinin bir noktada birle ştikleri görülmektedir. Her ikisi de,Islam' ın insanlığın bu zamanki ve gelecekteki tarihi içinde bir geli şmekabiliyeti oldu ğuna inanmaktad ırlar. Seyyid Ahmet Han özel vesomut olan ile; Afgani ise genel ve genelle ştirilmiş soyut olanile ilgilenmektedir. Seyyid Ahmet Han, İlm el -Keliim' ında din ileilim aras ında bir uyu şma ihtiyac ı üzerinde durmakta, bu bak ımdanolan görü şleri, Afgani ile benzerlikler arzetmektedir. Yenilik zaruretikonusunda da birle şmektedirler. Modernizme geçi ş konusundaher ikisi de Tunuslu Hayreddin P a ş a'yı takip etmektedirler.Seyyid Ahmet Han üzerinde, Hindli olmayan ba şka bir müslüman ınbu kadar etkisi olmam ıştır. Gerek Afgan' ve gerekse Seyyid AhmetHan, ifade hürriyeti konusunda Tunuslu öncülerini takip etmi şlerdir.Ona da bu fikir bat ıdan gelmi ştir. Onlar, bunu, müslümanlar ın kafa vedüş üncelerinde devrim yaratmak için kullanm ışlardır. İctihad konusundaulema'mn bir icmaa varmas ının, onlar ın görevi oldu ğu hususunda herikisi de birbirlerine yakla şmaktad ırlar. İdare ve ilerleme imkanlar ımüslüman olmayanlar ın elinde olunca bu, daha da önemlidir. SeyyidAhmet Han, ulema'nın yetersizli ğini görünce hiç de ğilse Hindistan'da323


gerekince ictihad yapma i şini, kendi üzerine ald ı. Müslüman Hindistan'-da bat ı e ğitiminin öncüsü olduğundan o, bunu kendisinin şahsi birsorumlulu ğu olarak hissediyordu. Yunan dü şüncesine kar şı bir savunmave onunla bir anla şma yolunda Mutezililerin ve ilk mütekellimleringeliştirmiş oldukları skolâstik metod, modern fiziki ilimlerin bulduklar ısonuçlarla bir uygunluk yaratmak için art ık yeterli de ğildi.Bu sebeple ya modern ilimlerin prensiplerinin yanl ış olduklarını,ya da Islam' ın prensiplerinin onlara kar şı olmadığını gösterebilece ğimizmodern bir İlm-i Kelânt'a zaruret vard ı .O bu gaye için iki vas ıta kulland ı. Birisi popüler bir vas ıta idi. EdebtTezhib el-Ahlâk gazetesi; di ğeri de bir uzmanl ık işi olan yeni-mutezilibir Kur'an tefsiri idi. Her iki vas ıtada da, muhakemesinin esas ı, onuniki Kur'anî prensip sayd ığı fikirlere dayan ıyordu: Bunlardan biri,insanlarla konu şurken, onların kabiliyetine uygun konu şulmas ıdır.Diğeri ise, skolastik bir ölçüdür. Bu ölçüye göre, Islam genellikle Tabiat'a,Tabiat da islâm'a uygun bulunmaktad ır.Seyyid Ahmet Han, bu prensiplerden hareket ederek, gelenekselsünni Islam anlay ışından ayr ılan elli iki sonuca varm ışt ır. Bunlardankırk biri, Hanefi anlay ışına aykırı olmakla beraber, bunlar ın esasları,ilk müslüman dü şünürlerin münferit yaz ılarında bulunabilir. Onun,hadislerin s ıhhati ile ilgili tenkidi görü şleri, R a zi tarafından daha önceifade edilmiştir. Tabiat kanunlar ının varh ğı üzerinde dururken o, C a-hiz'i takip etmektedir. Mucize'yi inkar ederken, mutezill Hi ş am b.A mr el-F uv atrnin yolundan gitti ği anlaşılmaktadır. Onun, Kur'an' ınüstünlüğünün, sadece retorik mükemmeliyeti bak ımından olmadığışeklindeki görü şü, Ebu Musa İ sa b. S abi h el-Muz dar' ın görü şünedayanmaktad ır. Melek ve şeytan' ın, insan ın iyi niteliklerini ve kötüiçgüdülerini kar şıladığı şeklindeki fikirler, daha önce ihvan el-Safa tarafındanileri sürülmü ştür. Nesh'i inkar ı, Ş eyh Muhammed Ab duh'-un yaz ılarında da paralel bir geli şme bulmu ştur. Bu konu üzerinde,Hindistan'da geli şmiş olan Ehl-i Hadis hareketinin lideri Ne vvabS ı dd ık Han da, kendisi ile ayn ı fikirdedir. M ısır'da el-Menar dergisietrafında toplanan grup tarafından üzerinde durulan birden fazlakad ınla evlenme veya kölelik v.s. gibi meselelerde tutulan yenilikçi yol,onun fikirlerine benzemektedir. Hayât-t Javid (Cawnpore 1901) adl ıeserin yazar ı Alt 'af Hus ain H alrnin sözleriyle söylemek icap ederse,"Sir Seyyid Ahmet Han, daha önce münferit olarak islam yazarlar ıtarafından ortaya konulmu ş fakat ulema'n ın ancak ilmi bakımdan öndegelenlerince bilinen baz ı görüşleri, aç ık bir şekilde, gerek bilginlerin vegerekse halk ın gözleri önüne sermekten ba şka bir şey yapmam ıştır."324


Bundan ba şka H Mi, onun, İslâm tarihinin ilk devirlerinde görülmeyenkendine ait onbir yeni fikrini ortaya koymaktad ır.Kur'an tefsirinin prensipleri üzerinde yazd ığı bir risalede SeyyidAhmet Han, onun anlad ığı modern İlm-i Kelâm' ın esas ını te şkil edendört nokta üzerinde durmaktad ır. Bunların ilki, Allah' ın ve O'nun k e -1 â m'ının gerçek olmas ıdır. Hiç bir ilim, bu gerçekli ği bozamaz. Ancak o-nun gerçekli ğini tasvir edebilir. İkincisi şudur: Allah' ın fiili (i şi) ile kelâm' ıaras ında bir zıtlık olamaz. Üçüncü nokta ise, Tabiat kanunlar ının Allah'-in kelâm ınm bir tezahürü; mükâfat ve ceza va'dinin, O'nun , şifahi birsözü olmas ıdır. Bu ikisi aras ında da z ıtl ık bulun amaz. Dördüncü nokta,ister insan, din için; isterse, din, insan için yarat ılmış olsun, her iki haldede, insan, din'in sorumlulu ğunu omuzlar ında ta şıyabilmek içinhayvanlarda olmayan bir şeye sahiptirki bu da, ak ıldır. (Seyyid AhmetHan, el-Tahrir fi Usid el-Tefsir, Agra 1892, s. 10-11).Kur'an ve Hadis üzerinde yeni bir çal ışma ile islâm'a yeni birhayatiyet verme hususunda aralar ında iştirak olmas ına ra ğmenAfga ni, modern bir İlm-i Kelâm te şebbüsüne giri şmemiştir. SeyyidAhmet Han, ulema'n ın icmd ı üzerinde yeni bir görü şle durulmas ıhususunu belirtmi ştir. Afg ani, böyle meselelere önem vermemekleberaber, islâm' ın siyasi yönü üzerinde özellikle durmu ştur. O s ı-rada mücadele edilmesi gereken bir "bat ı" vard ı. Af g ani gibi bat ınınislâm'a olan antipatisini anlam ış olmas ına ra ğmen, Seyyid AhmetIlan, yeni fikirlere kar şı tam bir teslimiyet göstermekte idi. A f g anPnin.aksine Seyyid Ahmet Han, İslam dünyas ının sadece bir kısmı ile,Hind müslümanları ile ilgileniyordu. Aziz Ah m a d'in ifadesi ile Afgan ibir "savunma stratejist"i; Seyyid Ahmet Han ise "yenilme devrininbir stratejist"i olarak görünüyordu. Zaten kendisi de, kendi misyonunu,Mo ğollar idaresi zamanın.daki Nas ır el-Din Tusi, ya da Al â el-DinCüveynrnin misyonuna benzer görüyordu. Böylece o, bir taraftan İngilizidaresine kar şı muhalefeti azaltmak, di ğer taraftan da yeni idareninhalka kar şı yumu şak bir politika takibini temin etmek istiyordu. Ancakonun bu davran ışı, yeni siyasi ceryanlar ın ondan uzakla şmasına sebepoldu. Zaten asl ında büyük bir devletin tebaas ı olmıyan, bir politikagöçebesi durumunda olan Af g ani de, onu şiddetle tenkid ediyordu.Hatta onun Kur'an tefsiri'nin, müslümanlar ın imanını zayıflatmak,yabanc ıların gayelerine hizmet etmek için yaz ıldığmı söylüyordu.Diğer taraftan, 1870'lerde Seyyid Ahmet Han, herhangiaydın bir müslüman Hintli gibi, Türk dostu olmu ştu. Müslüman Hindistan'dao zamanki Türk serpu şu fes'i halka tan ıtan ve yayanodur. 1870'de Osmanl ı sultan Ab dülaz i z'e yazd ığı bir mektupta,325


hilâfet taht ını savunmas ından dolayı hürmetlerini arzediyordu.Tanzimat hareketi ve di ğer Türk reformlar ı için takdirlerini bildiriyordu.Daha sonra VII. E d w ar d ad ı ile İngiliz kıralı olan Gal(Wales) prensinin 1868'de Istanbul'u ziyaretini ve Abdülaziz'inLondra'ya giderek bu ziyareti iadesini hristiyan ve müslüman birerdevletin aralar ında bir dostlu ğa işaret etmesi bak ımından do ğru buluyordu.Tezhib el-Ahlâk'da yazdığı bir makalede Mahmut, Ab dülm e-m ecit ve Ab dülaziz gibi üç Osmanl ı sultan hakk ında bilgi vermi ş,onların, Hind müslümanlar ı= da, gösterdikleri yoldan gitmeleri gerekensosyal reformcular olduklar ını belirtmiştir. Ona göre K ırım harbisıras ında Ingilizler, Türklere yard ım ettiği için, Hindli müslümanlarİngilizler'e te şekkür etmelidirler. S eyyid Ahmet Han, ayr ıca R e şidP a ş a'yı takdir etmekte, Türklerin avrupai k ıyafeti benimsemesini iyikar şılamaktad ır.Fakat 1877-78 y ıllarında Ingilizlerin Ruslar'a kar şı Türklere tesirlibir yardımda bulunmamas ı, 1878 Berlin Kongresi arefesinde İngiliz LiberalPartisinin takip etti ği politika, müslüman Hint ayd ınları aras ında çö-'zülmelere yol açt ı. Hint müslümanlar ı ya İngilizlere sadakat göstermekya da Daru'l-islâm'a sempati beslemek gibi iki durumdan birisini seçmeklekarşı karşıya bulunuyorlard ı. Bu durum karşısında S eyyid AhmetHan da, her şeyden önce çok sevdi ği Hint müslümanlar ını, onlarıngeleceklerini dü şünmekten başka bir şey yapamazdı. Bu da, İngilizlerleiyi geçinmeyi gerektirirdi. Bu hususu, halka da kabul ettirmekistedi. Fakat halk, onun bu tavsiyesini dinlemedi. Mevcut idare yerineDaru'l-islâm'a ba ğlanmayı, bir bakıma emniyet yerine maceray ıtercih ederek Afganrnin. Pan- İslâmizm ideolojisini benimsedi ve onuntavsiyelerine uyarak Osmanl ı sultan ını, bütün müslümanların halifesitanıdı.1880 yıllarında Afganrnin yaz ıları, Hindistan'da tamamiyletanınmakta idi. Calcutta müslümanlar ı, Afganrye son derece hürmetgöstermekte idi. Ş ibli Nu' mani, Mısır'da Abduh'a rastlam ış, birdereceye kadar Afgani'nin de tesiri alt ında kalmıştı . İ kbal de derinbir şekilde onun tesirinde kalm ıştır.Af g anrnin el-Urvat el-Vuska'da yayınlanan bir makalesinde, dahasonra Hind hilâfet cereyan ının önderleri tarafından geli ştirilen fikirlerinesaslarını bulmak mümkündür. Ona göre, ellerinden ahnm ış topraklarıgeri almak, müslümanlar için dini bir vazifedir; e ğer bu mümkün olmuyorsa,Daru'l-Harb'den, Daru'l- İslâm'da her hangi bir memlekete göçetmeklâz ımdır. Müslüman olm ıyanların saldırılarına kar şı koymak veelden çıkan yerleri yeniden almak, yaln ız o bölgede bulunan müslüman-326


ların değil, bütün müslümanların görevidir. En büyük trajedi, Dar'ul-Islam' ın mukavemetsizolarak ba şkalar ının eline geçmesidir. Ayn ı şekildeIslam dünyas ının gerilemesinin sebebi, bütün müslümanlar ı içine alan,kuvvetli siyasi bir birlik bulunmamas ıdır. Islam dini, kendisine canlılıkveren hareket prensibinden yoksun, dini do ğmalar haline gelmiştir.Muhtelif memleketlerin ulemas ı, karşılıklı temaslar ını kaybetmi şler,müslüman halklar, birbirleri hakk ında bir şey bilmez bir hale gelmi ş -lerdir. Afg ani, bu hali, Abbasilerin, siyasi ihtiraslarma kadar izlemektedir.Zira, Abbasiler, hilafet ile dini tefekkür hareketini yani ictihad ıbirbirinden ay ırmışlardır. Bu ay ırma, ilk dört 'midenin ortaya koydu ğutatbikata ayk ırı idi. Bundan ba şka, bu hal, Islam dünyas ı içinde türlübölünme ve ayr ıhklara sebep oldu. Afganrye göre, bugün muhtelifmemleketlerdeki Islam ulemas ı, mahalli merkezler kurup, Kur'anve Hactis'e dayanarak ictihad yapmak suretiyle halka rehberlik etmelidir.Bu mahalli merkezler, kutsal yerlerden birinde bulunacak olan birmerkezin şubeleri durumunda olmal ı ve burada muhtelif şubelerintemsilcileri, ümmete hayatiyet vermek ve onu d ış saldırılara kar şıhaz ırlamak için birle şik bir ictihad'a do ğru gayret sarfetmelidirler.Böylece görülüyorki Af g anrnin pan-islamc ı görü şleri, aynı zamandaonun islam'a yeni bir hayatiyet kazand ıracak dü şüncelerle s ıkısıkıya bağlı bulunmaktad ır. Ona göre Islam dünyas ının küçük devletlerhalinde bölünmü ş olmas ı, esef edilecek bir haldir. Bu bak ımdan o, Islamulemas ının bir arada bulunmas ını temin için kurulacak bir merkez fikriyanında islam dünyas ının siyasi bir merkeze kavu şmas ı lazım geldiğifikri üzerinde de ön.emle durmu ştur. Bu fikirler, Hint müslümanlar ıncada sempati ile kar şılanmış; o s ırada tarihi olaylar da, bu dü şünceistikametinde geli şmiştir. 1774'de imzalanan Küçük Kaynarca antla ş -mas ı ile müslüman K ırım, Osmanlı imparatorlu ğundan ayrılmış,ancak K ırım' ı kendi ülkesine katan Rusya, Osmanl ı sultanının bütünmüslümanların halifesi oldu ğu iddias ını tammıştı. Bundan sonrakiyüzyıl boyunca, devaml ı bir şekilde Osmanlı eyâletlerinin elden ç ıkmasısıras ında bu evrensel halifelik anlay ışı, bat ının Islam dünyas ı aleyhineolan sömürgeci yay ılışmın dünya müslümanlar ı aras ında bir yakınlaşmave birlik yaratmas ının da sonucu olarak, daha da kuvvetlendi. Busırada Emir Ali gibi şii bilginler dahi, Osmanl ı sultanlarmın, bütünIslam dünyas ının halifesi olduğu görüşünü benimsemi ş bulunuyorlard ı.XIX. yüzyılm ikinci yarısında Osmanlı sultan A b dül a ziz'in bütünmüslümanlar ın halifesi oldu ğu şeklinde iddias ı, genellikle müslümanHind aydınlarınca da kabul edilmi şti, Öyle görünüyor ki Abdül aziz,Hindistan camilerinde hutbede ilk defa ad ı okunan Osmanlı sultan]. idi.327


İkbal, Modernizm ve Yeni Pan-ialâmizmMuhammed İ kb aPin müslüman Hindistan' ın düşünce hayat ındaönde gelen bir dü şünür olarak görünmeye ba şlamas ı, 1920 yıllarınarastlamaktad ır. Onun siyasi felsefesi de, Allah' ın birliği ve Mu ham m e d'-in peygamberli ği gibi iki temel islami prensibe dayanmakta idi.I k b al'e göre İslam peygamberi, insanl ık toplumunun geli şmesiile ilgili , psişik (ruhi) ve rasyonel (akli) olarak isimlendirebilece ğimiziki safhas ının aras ında bir yer i şgal etmektedir. Peygamberin vahiyyolu ile getirdiği İslam esaslar ı, muhteva ve ruh bak ımından rasyonalist,akılcı bir gelece ğe yönelmiş bulunmaktadır. Bu sebeple İslam, bilgikayna ğı olarak iç murakabeye, tecrübeye de ğer verdiği kadar, tabiatve tarih gibi iki akli kayna ğa da önem vermektedir. Islam' ın tabiatve tarihe önem vermesinin sonucu olarak kazanm ış olduğu dinamizm,İslam düşüncesinde yer alm ış bulunan ve tamamiyle statik olan helenistikkültür miras ı ile ihtilafa gü şmüştür. Hârizmî ve B irünPnineserlerinde görülebilecek olan bu temayülün geli şmesi, İslam medeniyetininnas ıl oluştuğu hakkında bir fikir vermektedir. Islam' ın akılc ı, gelenekçive tasavvufi muhtelif dü şünce akımlarında da, âlemin bu dinamikanlayışı görü şünün, genellikle tasvip ve te şvik edildiği görülmektedir.İslam tarihçilerinin de, insanlar ın menşe birliği ve zaman içinde devaml ıbir hareket olarak zaman ve hayat ın gerçekli ği anlayışlarını benimsediğive te şvik ettikleri görülmektedir. İnsanların menşe birliği görüşündeolan İslam kültürü, ırkçılığı ve bunun sonucu olarak da co ğrafi milliyetçiğireddetmektedir. İnsanlar ın men şe birliği görüşü, Allah'ın birliğiprensibinde ideal bir paralelini bulmaktad ır. Siyasi manada İslam,bu pre nsibi insanlığın ruh ve dü şünce hayat ında ya şayan bir unsurhaline getirmek için yegane pratik yoldur. Bu ise, tamamiyle dinamikbir prensip olan ictihad yolu ile insanl ık toplumunun devaml ı bir şekildedeğişip gelişmesi şeklinde anla şılabilir.Ik b al'a göre, İslam hukuku, esas itibariyle geli şmeye müsaitolduğundan ictihad yolu ile kendisini modern şartlara uydurabilir. Birtakım birbirine z ıt tarikatlerin ortaya ç ıkıp gelişebilece ği düşünülürse,ictihad selâhiyetini, muhtelif ekollerin ferdi temsilcilerinden al ıp, birmüslüman te şrii meclisine vermek modern zamanlar ın en uygun icmaformülü olarak görünmektedir.Böyle bir ictihad anlay ışının , bir müddettenberidir, Türkiye'nin dini ve siyasi dü şüncesinde yer ald ığı görülmektedir.Türkiye'nin bu konuda daha cesur ad ımlar atmas ı mümküngörünmektedir. Bu bak ımdan Hind müslümanlarnun daha gelenekçibir tutumda olduklar ı anlaşılmakta, onlar ın Türklerin geli ştirdikleri328


din'in devletten ayr ılması görü şünü benimsemeleri imkans ız görünmektedir.Buna kar şılık İkbal, Sait Halim P a ş a'nın "Islam' ın idealizm vepozitivizm'in bir ahenk içinde terkibi oldu ğu; hürriyet, e şitlik ve dayanışmagibi ebedi de ğerlerin bir birli ği, birle şimi olarak muayyen biranavatarumn bulunmad ığı" şeklindeki görü şünü benimsemi şti. Onagöre, Türk, Arap, Iran veya Hindistan müslümanl ığı diye bir şeyyoktur. E ğer muhtelif Islam memleketlerinde halk aras ında bazı mahalliâdetler görülmekte ise, bunlar, putperestlikten kalma terkedilmesigereken şeylerdir.Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilafetir ı kaldırılmas ı ile ilgiliictihadı üzerinde duran İ kb al, hilâfetin bir fert üzerinde bulunmas ı-nın zaruri olmad ığı görüşünü ileri sürmü ş, bunun birçok ki şiler veya birparlamento üzerinde de bulunabilece ğini belirtmiştir. Bu hususta o,Ziya P a ş a'nın görü şünü benimsiyerek, bütün müslüman memleketlerinbağımsızlıklarını kazand ıktan sonra evrensel bir halifeye sahipolmalarının ideal bir şey olduğunu fakat bu gayeye ula şıncaya kadarher müslüman devletin, önce kendi yurdunu nizama sokmas ı gerektiğiniileri sürmü ştür. Dünya'nın bu günkü durumunda siyasi anlamdaIslam, ne dar milliyetçilik, ne de bir üniversel devlet şeklinde ya şamaimkanı bulabilir. Bu olsa olsa ancak çok milletli, serbest, hür toplumlarhalinde bir müslüman milletler toplulu ğu şeklinde olabilir.Böylece siyasi bakımdan İ kbal, Afgani'nin Mekke'nin dini birmerkez olarak kabul edilmesi görü şünü benimsemi ş ; M av e r drningörüşlerini, son geli şmelerin ışığında gözden geçirerek Daru'l-Islam içinsiyasi bir merkez aram ış ; Türk dü şünürlerine uygun bir şekilde hilafetmeselesini bir tarafa b ırakmış ve çok milletli bir Pan-islâmizm görü şüneulaşmıştır. Ayrıca o, Afganrnin tavsiye etti ği Kuzey Hindistan veOrta Asya müslüman devleti görü şünü b ırakarak, Hindistan müslümanlarmınsiyasi gelecekleri üzerinde dü şünmiye ba şlamış ve 1930 yıllarındaHindistan yar ımadas ındaki müslümanlar için, ayr ı bir devlet kurulmas ıfikrini ileri sürmü ştür. Yar ımadadaki müslümanlar ın Hindulardanayrılmas ı esas ına dayanan bu fikrin, siyasi dü şünce alan ındaki öncüsüise, şüphesiz Seyyid Ahmet Han'd ır.329


B İ BL İ YO Ğ RAFYAAd ıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde Ilim, İstanbul 1943.Akda ğ , Mustafa, Osmanlı müesseseleri hakk ında notlar, A.Ü. DTCFDergisi, XIII, 1 -2 (1955), ss. 27 -51.Akda ğ, Mustafa, Türkiye'nin Iktisadi ve hamd Tarihi, C. I. <strong>Ankara</strong>1959.Akda ğ, Mustafa, Celâlî isyanları , <strong>Ankara</strong> 1963.Ak ın, Hikmet, Ayd ın Oğulları Tarihi, İstanbul 1946.Allen, W. E. D., Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century,London 1963.Anhegger, Robert, Hezarfen Hüseyin Efendi'nin Osmanl ı devletteskilât ına dair mülahazaları , Türkiyat Mecmuas ı, X, ss. 365-393,İstanbul 1953.Arberry, A. J., Aspects of Islamic Civilisation As Depicted in theOriginal Texts, London 1964.Aziz Ahmad, Studies in Islamic Culture in the Indian environment,Oxford 1964.B a b in ger, Franz, Anadoluda Islâmiyet, Çev. Rag ıp Hulusi (Özden),Darulfünun Edebiyat Fak. Mec., sene 2, Say ı 3.Babinger, Franz, Die Geschichtsschreiber der Osmanen und ibre Werke,Leipzig 1927.Banarl ı, Nihad Sami, Ahmedi ve Dasitan - ı Tevarih -i Al -i Osman,Türkiyat Mec., C. VI, İstanbul 1939.Barkan, Ömer Lütfi, XV. ve XVI. As ırlarda Osmanlı İmparatorluğundaZirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esaslar ı, I. Kanunlar,İstanbul 1945.330


Barkan, Ömer Lütfi, Bir Imar ve iskân Metodu Olarak Vak ıflar veTemlikler, I, Istilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervi şleri, ve ZeıviyelerVakıflar Dergisi, Say ı II, ss. 279-386 <strong>Ankara</strong> 1942.B arthold-Köprülü, İsllim Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1940.Baykal, Bekir S ıtk ı, Doksanüç Harbi Arefesinde Osmanl ı Devletiile Büyük Devletler Aras ındaki Münasebetler, DTCF Dergisi,C. III, Sayı 2, <strong>Ankara</strong> 1945.Bayur, Y. Hikmet, Hindistan Tarihi, C. L-III. <strong>Ankara</strong> 1946-1950.Berkes, Niyazi, İlk Türk Matbaas ı Kurucusunun, Dini ve FikriKimliği, Belleten, XXVI, 104 (1962), ss. 715-737.Birand, Kâmuran, Türk Dü şüncesinde Avrupahla şma Hareketleri,ilâhiyat Fak. Dergisi, C. VI, <strong>Ankara</strong> 1957.Brockelmann, Carl, Geschichte der Arabischen Literatur, C. I - V,Leiden 1937-1949.Brockelmann, Carl, Islâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çev. Ne şetÇağatay, C. I, <strong>Ankara</strong> 1964.Bursal ı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, C. I-IV, İstanbul1333-1346.Dani şmend, I. H., Türklük ve Müslümanl ık ( Türkler Niçin MüslümanOlmu şlardır ?), İstanbul 1959.Emir Ali, Ruhu'l-Islâm, Çev. Ömer R ıza (Do ğrul), İstanbul 1341.Emir Ali, Musavver Tarih-i Islam, Çev. M. Rauf, C. I-II, İstanbul1329-1330.Gibb, H.A.R., Islâmiyetin ilk devirlerinde hüldımet müessesesinintekâmülü, Çev.: H. G. Yurdayd ın, A.iJ. Ilâhiyat Fakültesi Dergisi,V, 1-4 (1956), ss. 198-205.Gibb, H. A. R., Orta Asya'da Arap Fütiihatı, Çev.: M. Hakkı, İstanbul1930.Gibb, H. A. R., Modern Trends in Islam, Chicago 1945.Gibbons, H.A., Osmanlı imparatorluğunun Kurulu şu, Çev. RagıpHulüsi (Özden), İstanbul 1928.Grenard, Fernand, Asyan ın Üstünlüğü ve Dü şkünlüğü, Çev. HamdiVaro ğlu, İstanbul 1941.(Günaltay), Ş emseddin, islâmda Tarih ve Müverrihler, İstanbul1339-1342.331


Günaltay, Ş emseddin, Abbas Oğulları Imparatorluğunun Kurulu şve Yükseli şinde Türklerin Rolü, Belleten, VI, 23-24 (1942), ss.177-205.Grunebaum, G. E. von, Islam, second edition, London 1961.Haslu ek, F.W., Bekta şilik Tetkikleri, Çev. Rag ıp Hulusi (Özden),İstanbul 1928.Hasluck, F. W., Christianity and Islam under the Sultans, I—II,Oxford 1929.Hitti, Philip K., History of the Arabs, London 1958.Hourani, Albert, Arabic Thought in the Liberal Age 1798-1939,New York—Toronto 1962.Ibn Fadlan, Rihle, çev.: Liıtfi Do ğan, A. Ü. Ilâhiyat Fakültesi Dergisi,I—II (1954).İkbal, Muhammed, İslâmda Dini Tefekkürün Yeniden Te şekkülü,Çev. Sofi Huri, İstanbul 1964.Inalc ık, Halil, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, C. I,<strong>Ankara</strong> 1954.Inalc ık, Halil, Tanzimat ın Uygulanmas ı ve Sosyal Tepkileri, Belleten,XXVIII, 112 (1964) ss. 623-690.Inalc ık, Halil, Sened-i Ittifak ve Gülhane Hatt- ı, Hiimaytınu, Belleten,XXVIII, 112 (1964), ss. 603-622.Inan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, <strong>Ankara</strong> 1954.İnan, Abdülkadir, Müslüman Türklerde şamanizm Kal ıntıları,Ilâhiyat Fak. Dergisi, C. I, Say ı 4, <strong>Ankara</strong> 1952.islâm Ansiklopedisi, ilgili maddeler.Kafeso ğlu, İbrahim, Melik şah Devrinde Büyük Selçuklu imparatorluğu,İstanbul 1953.Kafeso ğlu, İ brahim, Harezm şahlar Devleti Tarihi, <strong>Ankara</strong> 1956.Karal, Enver Ziya, Fransa-Mıs ır ve Osmanl ı Imparatorluğu (1797-1802), İstanbul 1938.Karal, Enver Ziya, Tarih Notları, İstanbul 1941.Karal, Enver Ziya, Selim III.'ün Hatt- ı Hiimayânları , <strong>Ankara</strong>1942.Karal, Enver Ziya, Gülhane Hatt-ı Hümayfınununda Batının Etkisi,Belleten, XXVIII, 112 (1964), ss. 581-601.Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V-VIII, <strong>Ankara</strong> 1947-1962.Karal, Enver Ziya, Selim III.'ün Hatt- ı Hümayiinları -Nizam-1Cedit-, <strong>Ankara</strong> 1946.332


Kâtip Çelebi, Mizanü'l-Hak fi İhtiyari'l-Ehakk, İstanbul 1280.Kâtip Çelebi, Ke şfu'z-Zunun, C. I-II, İstanbul 1941-1943.Kâtip Çelebi, hayatı ve eserleri hakk ında incelemeler, <strong>Ankara</strong> 1957.Koçi Bey Risalesi, Nesreden: Ali Kemali Aksüt, İstanbul 1939.Köprülü, Fuad, Anadolu Selçuklular ı Tarihinin Yerli Kaynaklar ı,Belleten, VII, Say ı 27 (Temmuz 1943), ss. 379-485.Köprülü, Fuad, Influence du Chamanisme Turco-Mongol sur lesOrdres mystiques musulmanes, İstanbul 1929.Köprülü, Fua d, Türk Edebiyat ında İlk Mutasavv ıflar, İstanbul 1918.Köprülü, Fuad, Türkiye Tarihi, C. I, İstanbul 1923.Köprülü, Fuad, Anadolu'da İslâmiyet, Darülfünun Edebiyat Fak.Mec., Sayı 4-5, İstanbul 1922.Köprülü, Fuad, Bizans Müesseselerinin Osmanl ı MüesseselerineTesiri Hakk ında Bazı Mülâhazalar, Türk Hukuk ve İktisad TarihiMec., C. I, ss. 165-313, İstanbul 1931.Köprülü, Fuad, Osmanlı Devletinin Kurulu şu, <strong>Ankara</strong> 1959.Köymen, Mehmet Altay, Büyük Selçuklu imparatorlu ğununKuruluşu, LII,III., DTCF Dergisi, XV, Say ı 1-3, (1957),ss. 97-191; C. XV, Say ı 4 (1957), ss. 1-107; C. XVI, Sayı 3-4 (1958),ss. 1-66.Köymen, Mehmet Altay, Büyük Selçuklu Imparatorlu ğu Tarihi,C. II, <strong>Ankara</strong> 1954.Köymen, Mehmet Altay, Selçuklu Devri Türkiye Tarihi, <strong>Ankara</strong>1963.Kramers, J. Hendrik, Islam in Asia Minor, Analecta Orientalia, I,22-32, Leiden 1954.Mahmud Es'ad, Tarih-i Din-i İ slâm, C. I-III, İstanbul 1327-1329.Nicholson, Reynold A., A Literary History of the Arabs, Cambridge1956.Nizamülmülk, Siyasetnâme, Çev. M. Ş . Çavdaro ğlu, İstanbul 1954.O'Leary, De Lacy, İslâm Düşüncesi ve Tarih'teki Yeri, Çev.: H.G.Yurdayd ın - Y. Kutluay, <strong>Ankara</strong> 1959.Orhonlu, Cengiz, Seydi Ali Reis, Tarih Enstitüsü Dergisi, C. I,ss. 39-56, İstanbul 1970.Ögel, Bahaeddin, İslâmiyetten önce Türk Kültür Tarihi, <strong>Ankara</strong>1962.333


Öztuna, Y ılmaz, Türkiye Tarihi, C. İstanbul 1963-1967.Has ony, L., Dünya Tarihinde Türklük, <strong>Ankara</strong> 1942.Sevim, Ali, Suriye Selçuklular ı, C. I, <strong>Ankara</strong> 1965.Shalaby, Ahmad, History of Muslim Education, Beirut 1954.Sherwani, Haroon Khan, Studies in Muslim Political Thoughtand Administration, Second and revised edition, Lahore 1954.Sherwani, Haroon Khan, Farabr nin Siyasi Nazariyeleri, Çev.H. G. Yurdayd ın, A.Ü. DTCF Dergisi, VIII, 4 (1951), ss. 441-458.Sherwani, Haroon Khan, Gazalrye Göre Nazan ve Tatbiki Siyaset,Çev.: H. G. Yurdayd ın, A.Ü. İF Dergisi, IV, 3-4 (1955), ss. 21-38.Smith, Wilfred C., Islam in Modern History, Princeton 1957.Smith, Wilfred C., Modern Islam in India, London 1946.Sümer, Faruk, Karakoyunlular, <strong>Ankara</strong> 1967.Sümer, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler), <strong>Ankara</strong> 1967.Sümer, Faruk, Türkiye Kültür Tarihine Umumi bir Bak ış , A.Ü.DTCF Dergisi, C. XX, Say ı 3-4 (1962), ss. 211-244.Tansel, Selâhattin, Fatih Sultan Mehmed, <strong>Ankara</strong> 1953.Tansel, Selâhattin, Sultan II. Bayezit'in siyasi hayat ı, İstanbul1966.Tansel, Selâhattin, Yavuz Sultan Selim, İstanbul 1969.Tanzimat, İstanbul 1940.Tekeli, Sevim, Nasirüddin, Takiyüddin ve Tycho Brahe'nin rasataletlerinin mukayesesi, A.Ü. DTCF Dergisi, XVI, Say ı 3-4 (1958),ss. 301-393.Tekinda ğ , M. C. Ş ehabeddin, Selim-nâmeler, İ .Ü.E.F. Tarih EnstitüsüDergisi, 1 (Ekim 1970), ss. 197-230.Togan, Z. Velidi, Umumi Türk Tarihine Giri ş, İstanbul 1946.Togan, Zeki Velidi, Tarihte Ustı l, İstanbul 1950.Togan, Zeki Velidi, Moğollar Devrinde Anadolunun iktisadi Vaziyeti,Türk Hukuk ve İktisad Tarihi Mec., C. I, ss. 1- 42, İstanbul1931.Turan, Osman, Selçuklu Kervansarayları, Belleten, XXXIX, <strong>Ankara</strong>1946.Turan, Osman, Selçuklular Hakk ında Resmi Vesikalar, <strong>Ankara</strong>1958.Turan, Osman, Türkler ve İslâmiyet, A.Ü. DTCF Dergisi, IV (1946),ss. 457-485.334


Turan, Osman, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul 1971.Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk - İslâm Medeniyeti, <strong>Ankara</strong>1965.Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkiiresi Tarihi, C. I-II,İstanbul 1969Turan, Ş erafettin, Kanuni' nin Oğlu Şehzade Bayezid Vak'as ı, <strong>Ankara</strong>1961.Uzunçar şılı , İ . Hakk ı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu ve Karakoyunludevletleri, <strong>Ankara</strong> 1937.Uzunçar şı l ı , İ . Hakk ı , Osmanlı Devleti Te şkilâtından KapukuluOcakları, <strong>Ankara</strong> 1943.Uzunçar şılı , İ . Hakk ı, Osmanlı Devletinin Saray Te şkilât ı, <strong>Ankara</strong>1945.Uzunçar şılı , İ . Hakk ı , Osmanl ı Devletinin İlmiye Te şkilât ı, <strong>Ankara</strong>1965.İ . Hakk ı , Osmanlı Devleti Te şkilâtına Medhal, İstan-Uzunçar şı l ı ,bul 1941.Uzunçar şılı , İ . Hakk ı , Osmanlı Tarihi, C. I-IV, <strong>Ankara</strong> 1949-'959.(Uzunçar şı l ı ), İ . Hakk ı, Kütahya Şehri, İstanbul 1932.(Uzunçar şı l ı), İ . Hakk ı - R. Nafiz (Edgüer), Sivas Şehri, İstanbul1928.Ü çok, Bahriye, Emeviler ve Abbasiler, <strong>Ankara</strong> 1968.Ü çok, Bahriye, İslâm Devletlerinde Kad ın Hükümdarlar, <strong>Ankara</strong>1965.Üçok, Bahriye, Hamitoğulları Beyli ği, ilâhiyat Fak. Dergisi, C. IV,Sayı 1-2, <strong>Ankara</strong> 1955.(Ülken), Hilmi Ziya, Orta Asya'da Türkmenlerin Dini, MihrabMecmuas ı, Sene 1 (1340), say ı 8, ss. 237-244; Say ı 9, ss. 276-280, Sayı 10, ss. 313-316; Sayı 11, ss. 337-342; Say ı 12, ss. 372-377; Sayı 25, ss. 480-482.(Ülken), Hilmi Ziya, Türklerin Anadolu'da Yerle şmesi, Türk Yurdu,I, 5 (1341), ss. 258-265.(Ülken), Hilmi Ziya, Anadolu Tarihinde Dini Ruhiyat Mü şahededeleri,Mihrab Mecmuas ı, Sayı 28, ss. 434-444; Say ı 32-34, ss.515-530.335


(Ülken), Hilmi Ziya, Selçukilerin Ink ırazı Zamanında Konya,Mihrab Mecmuas ı, Sene 1 (1340), ss. 563-571.Ülken, Hilmi Ziya, Türk Tefekkürü Tarihi, C. I.-II, İstanbul 1934.Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, C. I-II, İstanbul1966.Wellhausen, J., Arap Devleti ve Sukutu, Çev.: Fikret Is ıltan, <strong>Ankara</strong>1963.Wellh au sen, J., Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş , Çev.: Fikret 's ıkan,İstanbul 1960.Wit tek, Paul, Mente şe Beyli ği, Çev.: O. Ş . Gökyay, <strong>Ankara</strong> 1944.Wittek, Paul, The Rise of the Ottoman Empire, fifth edition, London1966.Wittek, Paul, Osmanlı Imparatorluğunun Doğuşu, çev. Fahriye Ar ık,İstanbul 1947.Yaltkaya, Ser efe d din, Simavna Kad ısı Oğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul1925.Yaltkaya, Ş erefeddin, Simavna Kad ıs ı Oğlu Şeyh Bedreddin'edair bir kitap, Türkiyat Mecmua şı, C. III, İstanbul 1939.Yinanç, M. Halil, Feridun Bey Mün şeatı, Tarih-i Osmani EncümeniMecmuas ı, Nu. 77, 78, 79, 81, İstanbul 1339-1340.Yinanç, M. Halil, Anadolu'nun Fethi, İstanbul 1944.Yinanç, M. Halil, Düstur-nâme-i Enveri , Medhal, İstanbul 1929.Yurdayd ın, Hüseyin G., Ferdi'nin Süleyman-namesi'nin yenibir niishası, A.Ü. DTCF Dergisi, VIII, Say ı 1-2 (1950), ss. 201-223.Yurdayd ın, Hüseyin G., Kitab- ı Bahriyye'nin telifi meselesi,DTCF Dergisi, X, 1-2 (1952), ss. 143-146.Yurdayd ın, Hüseyin G., Sigetvar-nameler, A.Ü. Ilâhiyat Fak.Dergisi, 1, 2-3 (1952), ss. 124-136.Yurdayd ın, Hüseyin G., Türk san'atının varlığını inkâr eden batılısan'at tarihçileri, A.Ü. Ilâhiyat Fakültesi Dergisi, III, 1-2 (1954),ss. 55-58.Yurdayd ın, Hüseyin G., Islâm resminin men şeleri, A.Ü. IlâhiyatFakültesi Dergisi, III, 3-4 (1954), ss. 31-55.Yurdayd ın, Hüseyin G., Bostan' ın Süleyman-namesi, Belleten,XIX, 74 (1955), ss. 137-202.Yurdayd ın, Hüseyin G., Kemal Paşa-zade'nin Tevarih-i al-i Osman'ınınonuncu cildi hakk ında, Vakıflar Dergisi, III (1956).336


Yurdayd ın, Hüseyin G., Başlangıc ından XIII. yüzy ıl sonlarınakadar müslüman minyatürü, Yıllık Ara ştırmalar Dergisi, II (1957),ss. 181-192.Yurdayd ın, Hüseyin G., Tabib Ramazan'ın yeni bir eseri, A.Ü.İlâhiyat Fak. Dergisi, VIII (1960), ss. 55-60.Yurdayd ın, Hüseyin G., Kanu ıdnin cüliisu ve ilk seferleri, <strong>Ankara</strong>1961.Yurdayd ın, Hüseyin G., Türkiye'nin dini tarihine umumi birbakış, A.Ü. Ilâhiyat Fakültesi Dergisi, IX (1961), ss. 109-120.Yurdayd ın, Hüseyin G., tİstüvani Risâlesi, A.Ü. Bâhiyat FakültesiDergisi, X (1962), ss. 71-78.Yurdayd ın, Hüseyin G., Matrakçı Nasâh, <strong>Ankara</strong> 1963.Yurdayd ın, Hüseyin G., Muradi ve eserleri, Belleten, XXVII,Sayı 107 (1963), ss. 453-466.Yurdayd ın, Hüseyin G., Türk dü şünce tarihi ile ilgili bir kaç not,Ord. Prof. S. Şakir Ansay' ın Hatıras ın.a Arma ğan, <strong>Ankara</strong> 1964.Yurdayd ın, Hüseyin G., Matrakçı Nasâh'un minyatürlü iki yenieseri, Belleten, XXVIII, 110 (1964), ss. 229-233.Yurdayd ın, Hüseyin G., Two new illuminative works of Matrakç ıNasâh, Atti del Secondo Congresso Internazionale di Arte Turca,Napoli 1965.Yurdayd ın, Hüseyin G., Matrakçı Nasiih'un hayatı ve eserleri ileilgili yeni bilgiler, Belleten, XXIX, 114 (1965), ss. 329-354,Yurdayd ın, Hüseyin G., Celâl-zade Salih'in Süleyman-namesi,A.Ü. ilâhiyat Fak. Dergisi, XIV (1966), ss. 1-12.337


INDEKSAAbbas: 31, 34, 35, 36, 37, 65, 193, 194.Abbas (I): 292, 299.Abbas (II): 307.Abbas b. el-Ahnaf: 69.Abbas Hilmi (Hidiv): 241, 255.el-Abbase: 41.Abbasi(ler): 1, 14, 23, 27, 29, 34, 36, 37, 38, 39,40, 47, 55, 56, 57, 61, 68, 71, 136, 228, 247,264, 268, 283, 284, 285, 320, 327.Abbasoğulları: 35, 37, 38.abdallar: 85.Abduh, Muhammed: 220, 221, 224, 231, 236,237, 239, 240, 241, 242, 243, 244, 245, 246,247, 248, 249, 250, 251, 252, 253, 255, 256,257, 259, 260, 263, 324, 326.Abdullah K Abbas: 31, 34, 35, 65.Abdullah b. Ali: 36, 38.Abdullah Han: 292, 293.Abdullah b. İdris: 67.Abdullah İlahi Simavi: 300.Abdullah b. Sebe: 24.Abdullah Tabbah, Molla: 313.Abdullah b. Zübeyr: 20.Abdumenaf: 64.Abdurrahman, Karamanlı : 125.Abdurrahman K Muaviye, b.Hi şam: 36.Abdurrahman, Şah: 316.Abdurrahman Şeref: 13, 148.Abdülâziz: 21, 22, 23, 35, 165, 166, 169, 217,218, 219, 325, 326, 327.Abdülfıziz, Karaçelebizade: 13.Abdu'l-Hak Dihlevi: 309.Abdülhal ık el-Gucduvâni: 300.Abdülhamid (I): 143, 144, 145.Abdülhamid (II): 166, 167, 203, 204, 209, 217,218, 219, 222, 225, 253.Abdül-Hay: 321.Abdülkadir el-Cill (Gilâni) Muhyiddin EbuMuhammed b. Ebi Salih Zengi Dost: 309.Abdu'l-Kadir, Şah: 320.Abdüllatif Bağdadi: 81.Abdullatif Han. 289.Abdülmecid: 151, 152, 153, 165, 169, 326.Adülmecid Siyasi: 126.Abdülmelik: 64.Abdülmelik b. Mervan: 20, 21, 22, 32, 68, 264.Abdülmelik b. Nuh: 58, 266.Abdül-Razık, Mustafa: 257.Abdülvahhab: 183.Abdülvahhab, Dr.: 70.Abdüssamed: 290.Abdüsselam, İzzuddin: 319.Abid b. Şerye: 1.Abukara, Theodore: 26.Acem: 139.Adab el-Harb veş-Şecaa: 275.tıdab-ı muaşeret: 12.adalet anlay ışı: 117.adaletname: 158.Adana: 87.adaptasyon: 46.Âdem (Hz): 12, 167, 311.Adıvar, Adnan: 139.Adil, Muhammed: 286.Adilşahlar: 306.Affan: 15.Afgani, Cemaleddin: 216, 219, 220, 221, 222,223, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 230, 231,232, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240, 241,242, 247, 254, 261, 322, 323, 325, 326, 327,329.339


Afganistan: 220, 223, 273, 322.Afgan(lar): 219, 220, 225, 265, 273, 280, 288,289.Afrika: 2, 22, 36, 38, 66, 96, 180, 218, 219.Afyon Karahisar: 94.Ağa Han: 63.Ağa Kap ıs ı: 101.Âgehi Mansur Çelebi: 11.Agra: 308.Ahbar el-Devlet el-Selçukiyye: 6.el-Ahbar el-T ıval : 3.andel-aman: 201.Ahiler: 88.Ahkâm-ı Adliye 150.el-Sultaniyye : 121, 283.Ahlat: 104.Ahlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin: 104.Ahmed (Hz. Muhammed): 142.Ahmed, Aziz: 315, 325.Ahmed Barelvi, Seyyid: 321, 322.Ahmed Bey: 201, 213.Ahmed Dal: 103.Ahmed Emin: 65.Ahmed Faris el- Şidyak: 213, 219.Ahmed, Feridfm: 11.Ahmed Han, Seyyid: 232, 233, 306, 319, 323,324, 325, 326, 329.Ahmed Lütfi el-Seyyid: 263.Ahmed b. Muhammed b. Mahmud Gazneli: 271.Ahmed, Müneccimbaşı: 101.Ahmed Pa şa: 103, 119.Ahmed Pa şa, Humbarac ı : 143.Ahmet Pa şa Kaptam Derya (Firari): 153.Ahmed Pa şa, Melek: 128.Ahmed Resmi Ef.: 144.Ahmed Sirhindi, Şeyh İmam Rabbâni: 301, 302,305, 306, 309, 317.Ahmed Şah: 286.Ahmed ( Şehzade): 107.Ahmed Tulun o ğlu: 56.Ahmed, Türk: 129.Ahmed Vefik Pa şa: 217.Ahmed Yesevi, Hoca: 77, 300.Ahmedâbâd: 286.Ahmedi: 6, 7, 8, 89, 92, 93, 103.Alamedi Camii: 237.el-Ahnaf: 69.Ahrar, Ubeydullah: 300.Ahşidler: 70.Ahtal: 32.Aisclepius: 137.akâra: 311.Akb ıyık: 106.akbörk: 88.Akdağ, Mustafa: 96.Akdeniz: 122, 123, 161, 184.akis: 304.Akkoyunlu (lar): 8, 60, 87.Aksaray: 81, 87.Aksarayi, Kerimüddin Mahmud: 6.Akşemseddin: 106.Akvam el- ınesalik fi marifet Ahval el-memalik :204.Alacahisar: 179.Alâeddin Cüveyni: 325.Alâeddin Ferâmurz (III): 93.Alâeddin Kalaç: 283, 285, 286, 288.Alâeddin Keykubad (I): 6, 79, 81, 82, 92, 93.Alâeddin Mes'ud: 284.Alamut: 63.alem: 93.Alemdar Mustafa Pa şa: 149.alevi(ler): 76, 219.Ali b. Abdullah b Abbas: 35, 36.Ali Bey: 135.Ali Bey, Şehsuvaro ğlu: 9.Ali b. Ebi Talib: 3, 14, 15, 16, 17, 18, 19,20, 24, 25, 26, 32, 34, 35, 37, 38, 65, 76,176, 264, 300, 317.Ali Efendi, Ayn-i: 121, 139, 179.Ali Efendi, Zenbilli: 100.Ali Ku şcu: 103.Ali, Mustafa: 12, 101, 111, 121, 135.Ali Pa şa: 164, 220.Ali, Pervane oğlu: 82.Ali Suavi: 159, 166.Ali Şiir Nevai: 290.Ali, Yaz ıcı-zade: 7, 93.Allah: 14, 17, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29,30, 31, 35, 63, 71, 77, 78, 98, 108, 110,116, 134, 152, 153, 155, 183, 187, 196, 208,215, 218, 219, 224, 226, 231, 232, 233, 234,235, 236, 242, 246, 248, 249, 251, 252,256, 293, 296, 297, 298, 303, 304, 305, 310,311, 312, 320, 325, 328.Muhibbu'llah: 314.340


Allami, Ebug-Faz ı: 294, 295, 296.Alman: 10, 55, 82, 143, 150, 213, 322.Almanca: 138.Almanya: 157, 202, 225.Alparslan: 61, 74, 82, 83.alperenler: 85.alpler: 85.Alptekin: 58.Altâf Hüsain Hâli: 324.Altınay, Ahmet Refik: 140.Altun Aba: 81.Altuniye, İhtiyarüddin: 279.Altuııi-zade: 102.alyanak elma: 144.Amasya: 81.Amerika: 102, 121, 123, 133, 136, 212, 214, 216.Among the Turks : 159.Amr b. el-As: 17.Amuderya: 61.Anadolu: 6, 7, 8, 60, 61, 62, 76, 77, 79, 82, 83,84, 85, 86, 87, 89, 90, 91, 92, 95, 96, 99,102, 104, 105, 107, 108, 109, 110, 112, 117,119, 150, 180, 300.Anadolu Selçuklular ı: 6, 7, 61, 62, 70, 79, 80,83, 84, 85, 95.Anadoluda Isllimiyet: 82.Analecta Oriantalia : 82.Anandapal: 266, 267.Anaxagoras: 138.Anaximenes: 138.Anayasa: 157, 217, 218, 254.el-Anbar: 37.Anglo-islâm: 222, 223.Anhegger, Robert: 138.<strong>Ankara</strong>: 81, 87, 92, 93, 94.<strong>Ankara</strong>vi, Şeyh Hüsameddin: 109.Antakya: 45.Antalya: 81, 83, 87, 94.Artun, Farah: 247, 251.Antuvan: 16.Apollonius: 138.Âqâm Hâc ı: 299.Arabia Deserta : 213.Arabistan: 14, 15, 24, 64, 182, 183, 184, 189,213, 321.Ârâm Şah b. Aybey: 276, 277.Arap: 1, 3, 19, 20, 21, 22, 25, 31, 34, 42, 43, 46,47, 55, 65, 69, 70, 71, 102, 130, 139, 3 5,181, 183, 184, 193, 210, 211, 212, 213, 216,218, 221, 228, 229, 230, 237, 240, 268,315, 316, 329.Arapça: 1, 4, 6, 8, 11, 21, 22, 29, 42, 43, 46, 48,49, 58, 59, 60, 70, 71, 77, 85, 86, 89, 124,181, 185, 191, 193, 201, 202, 204, 211, 212,213, 214, 221.Arazi-i lialise• 282.Arazi-i Maktua: 282.Arif, Fethullah: 12.Aristo: 42, 46, 49, 131, 132, 137, 144.aritmetiki: 46.Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi: 11.Arnavut: 188, 218.Arslan A ğa: 307.Arslan baba: 77.Artin: 188.Artuklu(lar): 80.el-As: 17.asabiye: 198.Âsaf Han: 306.Asaf-name : 115, 121, 139.Asakir-i Mansure-i Muhammediye: 149.el-Asdr el-Bakiyye: 58.Ashab: 77, 194.Asım: 13.askerlik: 158.Askilinus: 137.A Sixteenth Century Indian Mystic : 316Astrahan: 291.astronomi: 43, 63, 144.Asya: 60, 122, 218.Aşık Paşa-zade: 8, 101.aşk: 305.Atâ: 27.ata: 76, 77.atabey: 70.Atabey Ferruh: 81.Ate ş, Ahmet: 6.Atiyye: 32.Atlantik: 22.Atlas Minor : 130.atman: 311, 312.At meydan ı: 110.Ats ız, Nihal: 7.el-Attar, Hasan: 191.Attilâ: 51, 94.Avam Kamarasr 241.341


Avarlar: 51.Avas ım: 38.Avlonya: 179.Avrupa: 42, 43, 50, 87, 97, 103, 120, 122, 124,140, 141, 144, 146, 147, 148, 149, 150, 152,153, 155, 158, 161, 162, 163, 168, 169, 184,185, 186, 188, 189, 190, 195, 197, 199, 200,202, 204, 206, 207, 208, 210, 212, 213, 214,216, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 225,227, 228, 229, 230, 231, 238, 241, 243, 244,247, 250, 251, 256, 261, 262, 326.Avrupa Uygarl ığı Tarihi : 238. .Avusturya: 97, 146, 147, 154, 157, 160, 162,163, 185.Ayan: 217.Ayasofya Camii: 125, 128.Ayasofya Kütüphanesi: 10.Ayasulug: 102.Ayaz, İzzeddin Kebir Iran: 279.Aybey, Kutb-el-dünya ve'l-din: 275, 276, 277,278, 281, 286.Aydın: 87, 104, 105.aydınlanma dü şüncesi: 169.Ayd ıno ğlu İsa Bey: 102.Aydın O ğulları: 7, 87.Ayn-i Ali Efendi: 121, 139, 179.ayn el-yakin• 304.Ayn Varaka: 213.Ayşe: 16.Ayşe Sultan: 102.Azad, Ebu'l-Kelâm: 306.Azerbaycan: 60, 77, 107.el-Aziz: 264.Aziz Ahmed: 315, 325.Aziz Koka, Mirza: 300.baba(lar): 76, 77, 84.Baba İshak: 84, 85.Bab- ı Ali: 145, 147, 162, 163, 185.Bab- ı Meşihat: 100.Bâbilik: 232.Babil: 215.Babinger, Fr.: 8, 11, 82, 138.BBabür b. Ömer Şeyh : 98, 223, 286, 287, 288,289, 290, 292.Babürlü(ler): 290, 292, 299, 300, 306, 309, 315,317.Badaun: 276.Badauni: 293, 294, 295, 296, 297, 299.Bağdad: 2, 4, 39, 46, 47, 48, 57, 58, 61, 70, 72,73, 74, 179, 180, 181, 219, 270, 278, 280,284, 307.Bagdadi, Abdüllâtif: 81.Bagdadl, Cüneyd: 29.Bahadır Şah: 290.Bahâüddin Muhammed b.Muhammed Nak ş-bend: 300.Bah şi, Molla Şah: 309.Bahtiyar b. İhtiyaruddin Muhammed: 276.Bakıllani• 251.Bâki Billâh Kâbuli: 300, 301.Balaban, G ıyasuddin: 284.Balaban Ulu ğ Han: 280, 281.balbal: 54.Balıkesir: 87, 125.Bal ıkesirli Mehmed, Küçük Kad ı-zade: 125.Bâli, Hamza: 110.Balkanlar: 184.Bamyan: 265, 273.Banarh, Nihad Sami: 7.Banque de France: 206.Barak Baba: 86.Barbaros Hayreddin Pa şa: 11.Barelvi, Seyyid Ahmed: 321, 322.Bâsilinus: 138.Basra: 15, 16, 21, 25, 27, 30, 32, 39, 70, 72, 74,180, 184.el-Basri, Hasan: 27, 28, 32.ba şvekil: 217.Bat ı Gotlar: 22.Bat ı Göktürkleri: 52.Bat ı Hunları: 51.Bat ıcılık: 171.batılıla şma hareketleri: 140, 242.bât ın: 25, 63.Bat ında: 274.Bat ıni (lik)ler: 62, 63, 84, 104, 107, 267,268, 303, 311, 317.Batlamyus: 131, 137.Batlamyoslar: 135.Baybars: 91.Bayezid (I), Yıldırım: 8, 102, 104, 299.Bayezid (II): 8, 9, 102, 107, 121.Bayezid-i Bistami: 78.Bayram, Hac ı : 106.342


Bayram, Muhammed: 208. Bilâl-zade: 108, 125.Bayramiye: 109, 125. Bilecik: 92.Baysungur: 306. Bilge Ka ğan: 52, 53.Bedahşan: 307. Bilge Tekin: 58.Bedr: 64, 65. Binbir Gece Masallart : 39.Bedreddin, Simavna Kad ısıoğlu: 104, 105. Birand, Kâmuran• 168.Behçet el-Tevarih : 7 Birbal: 295.Behmenli(Ier): 286. Birgi: 102.Behram Şah, Fahreddin: 81. Birgivi Mehmed Efendi: 107, 109, 125.Behram Şah b. Mesud (III): 272. el-Birimi, Ebu Reyhan: 48, 58, 59, 70, 328.Behram Şah, Muizuddin b. Iltutmu ş : 279. Bishan Dâs: 299.Bekta ş-1 Veli, Haci: 85, 86, 106. Bistami, Bayezid: 78.Bekta şilik(ler): 76, 77, 86, 105. Bişr b. Abdülmelik: 64.Berami: 4. Bitlis: 8, 9.el-Belazuri: 2, 3, 72, 264. Bitlisi, İdris: 8.Belgrad: 11, 143. Bitlisli Şükrü: 9.Belh: 30, 40, 74, 266, 271. Bizans: 21, 38, 39, 41, 45, 52, 61, 70, 79, 82,el-13elhi, Ebu Kerim: 66. 83, 91, 92, 93, 94, 185.13elinas• 138. Blunt, Wilfrid: 221, 222, 239, 240, 241, 254.Belleten : 10, 11. Bolonya: 49.ben: 312. Bombay: 213.Benares: 314. Bonapart: 147.Bender: 179. Bosna: 109, 110, 180, 217.Bengal: 276, 278, 286, 313. Bostan Çelebi: 10, 101, 117, 118, 119.Beni Ha şim: 320 Bostan'ın Süleymannamesi : 10.benlik: 78. Bostan-zade Mehmed: 119.Berberce: 139. Bourgogne, Due de: 194.Berberi: 22, 230. börk: 88.Bergama: 87. Börklüce Mustafa: 105.Berlin: 147, 216. Brahma: 298.Bermek(i): 40, 41. Brahman: 269, 311, 312, 320.el-Bermeki, Yahya: 2. Brahmanizm: 298.be şeri ilimler: 75. Brighton: 241.Be şir, Emir. 211. British Agency: 240.Beyan-t Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan British Museum: 119, 137.Süleyman Han : 11. Broadley: 240.Beyhaki: 5, 273. Buda: 30.Beylikler: 80, 86. Budin: 180.Beyrut: 2, 211,214, 240, 241. Budist: 140.Bey şehir: 87. Budizm: 30, 55, 75, 76, 84.Beyt el-Haram: 71. Buğdan: 160, 165, 179, 180, 186.Beytü'l-Hikme: 46. Buğra Han: 54, 55, 57.Bhagavad Gita : 310. Buhara: 22, 57, 77.Bhatiye: 266. Buhari, Şemseddin Emir: 106.Bihar: 276. Bukrât: 137.Bicapur: 286. Bulak: 193.bicrat: 107, 120, 127, 129, 130, 133, 134. Bulgaristan: 160.Bidpay: 43. Bulgar(lar): 160, 166, 217.343


Bumin Kağan: 51, 53.Bundari: 6.Burhan Ludi: 290.Burhaneddin, Kad ı: 87.burs: 73.Bursa: 87, 92, 98, 104.Bursal ı Mehmed Tahir: 10, 135, 139.Burslan, Kıvameddin: 6.Buruciye medresesi: 81.Buseyne: 31el-Bustani, Butrus: 213, 214, 215.Butrus el-Bustani: 213.Bülücistan: 58, 265.Büveyhi(ler): 45, 47, 61, 73, 84, 283.Büveyhoğulları: 48, 58.Büyük haham: 178.Büyük Petro : 192.Büyük Selçuklu(lar): 6, 47, 60, 61, 62, 70, 82.Büyük Şart: 154.Cacao ğlu medresesi: 81, 82.Cafer: 134.Cafer Sad ık: 62.Cafer (b.Yahya el-Bermeki): 40, 41.Cahız: 67.Cahiliye: 183.CCalcutta: 311, 326.Calinus: 42, 137.Cambridge: 212.Cami, Molla: 310.camiler: 71.Cami-mescid: 286.Candarl ı: 87.Catlar: 269, 270.Caypal: 265, 266, 267.Cebel-i Tar ık: 22.el-Ceberti: 187, 188.Cebr: 235.Cebrail: 311.Cehennem: 28.Celâlabad: 265.Celâleddin Firuz Kalaç: 280, 281.Celâleddin Harezm şah Mengüberti: 277, 278.Celâleddin-i Rumi, Mevlânâ: 114.Celâl-zade Mustafa: 10, 101, 111, 112, 113.Cemaleddin Afgani: 216, 219, 261, 322, 323.Cemel vak'as ı: 16.Cemil ile Buseyne : 31.Cenabi: 135.Ceneviz: 88, 136.Cengiz: 94, 277.Cennet: 54.Cenova: 123.el-Geride : 263.Cerir b. Atiyye: 32.Cermen: 51.el-Cevaib : 213.Cevdet Pa şa (Ahmed) 13, 167, 168, 169.Ceyhun: 56, 58, 264.Cezayir: 180, 199.Cezayir-i Bahr-i Sefid: 180.Cezvit: 297, 298.Charlemagne: 41.Charles (V): 192.Charles (XII): 192.Chandra, Juan: 315.Churchill, Lord Randolph: 222.Cihan sava şı (I): 174.Cihangir, Selim b. Ekber şah: 292, 299, 300,301, 302.Cihan-nüma : 8.Cihannüma (Kettib Çelebi): 102, 130.Cihanpenah: 286.Cismani ceza: 164.Cizye: 23, 178, 302.Comte, Auguste: 244, 245.Condillac: 191.Consideration sur les causes de la grandeur desromains et leur decadence : 192.le Contrat social : 169.Corpus Juris Civilis : 167.Croix, Petis de la 139.Cromer: 241.Curafiyya: 46.Cumetriya: 46.Cumhuriyet devri: 170.Cübbe: 70.Cüneyd-i Bağdadt: 29.Cürcan: 63.Cüveyni: 75, 325.Cüveyni Alilüddin: 325.Cüveyni, İmam el-Haremeyn Ebu'l-Maali: 75.ÇÇağatay: 280, 287.Çağdaş sanatlardan zevk almak için M ıs ırlılarıntakip edecekleri yollar : 193.344


Çağrı 13ey: 61, 271.Çakır Bey: 61, 271.Çald ıran: 107.Çankırı: 81.Çavuşoğlu: 128.Çelebi Mehmed: 105.Çemberlita ş: 136.Çerkes(ler): 9, 199, 239, 254.Çerkesler Kâtibi Yusuf: 9.Çetr: 57, 62, 277.Çıldır: 180.Çifte minare medresesi: 81.Çin: 22, 48, 51, 52, 54, 55, 124, 136, 138, 291.Çin Hindi: 223.Çin Türkistan: 48.Çişti tarikati: 292, 301, 321.Çivi-o ğlu: 114.Çivi-zade, Muhiddin Mehmed: 114, 115.Çoban, Hüsameddin: 94.Çöl: 70, 71.Çukurova: 80, 87.DDahiliye: 150.Dairetü'/-Maarif : 214.Damascenes Joannes: 26.Dandanakan: 61, 271.Danişmend: 99, 105.Dânişmendo ğulları: 79.Danyal: 306.Dara Shikoh : 311.Dürâ Şüküh: 307, 308, 309, 310, 311, 312, 313,314, 315.Darphane-i Anıire: 150.Daru'l-afiye: 81.d/ü-ni-cihad: 99.Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuas ı : 82.Daru'l-Hadis: 99.dâru'l-harb: 322, 326.Daru'l-Islâm: 284, 323, 326, 327, 329.Daru's-s ıhha: 81.Daru' ş- şifa: 81.Dar- ı Şfıra-i Askeri: 150.Dar el-ulüm: 238.Darwin: 232.Dasıtan-ı Tevtirih-i Mülük-i al-i Osman : 6.Davet-i Cedide: 63.Davud, Ebu'l-Feth: 267, 268.Davud (II) Mengiieiik o ğlu: 81, 82.Davud, Kayserili: 100.Debats: 152.De Bonneval, Comte: 143.Decei, Aurel: 106.decimale: 43.Dede Korkut: 89.Defterdar Sar ı Mehmed Paşa: 121.el-Dehriyyun: 232.Dekken: 286, 306.Delhi: 267, 271, 274, 275, 276, 277, 278, 279,280, 281, 283, 284, 285, 286, 288, 290,291, 313.Delhi Birinci Afgan Sultanlığı: 280.Delhi Türk Sultanlığı: 275, 276, 280, 281, 283.Deli Orman: 105.Delta: 237.Demoeritus: 138, 232.Denizli: 80, 87.Denkwürdigkeiten von Asien : 138.derviş, 17, 85, 116.Derviş, Şeyh: 237, 246.Descartes: 156.despotizm: 226.Devletübâcli, Şihabeddin: 320.devran: 108, 126, 127, 128.Devrimci Pan-/s1Lunizm: 219.Dicle: 39, 60.Diez, H. F. von: 138.Dihlevi, Abdu'l Hak: 309.Dikili taş: 136.Dimekratis: 138.din davası: 129.el-Dineveri: 3.Din-i 'MM: 298.Diogenes: 138.Diogenes, Romanos: 82.Discours sur r ensemble du Positivisme: 244.Divan: 103, 112, 113, 114, 121, 139, 150, 151,180.Divane Mustafa: 129.Divan-ı Arz: 282, 285.Divan el-Harac: 40.Divan- ı Hikmet: 77.Divan-ı Hümayun: 150.Divan-ı Inşa: 282.Divan- ı Kebir : 85.Divan-ı Risalet: 282.345


Divan-ı Vezaret: 282.Divan Lügat el-Türk : 57.Divriği: 81.Diyar Bekr: 80, 180.Diyucanis: 138.Dobruca: 105.Do ğu Göktürkleri: 54.Doğu Türkistan: 53, 55.Doğunun Kültür Tarihi : 26.Dokuzo ğuzlar: 56, 60.Donado, G. B.: 139.Doughty: 213.Döngel, Fak ı: 129.Dört Halife: 14.Dukak: 60.Dukakin: 179.Dulkad ırlılar: 9, 87.Dumet el-Cendel: 17.durba ş : 277.Durkheim, Emile: 173, 257.Dursun Bey: 8.Dursun Fakih: 98.Dündar: 92.Dünya sava şı (II): 322.Dürzi(ler): 178, 240.Düstur el-Amel li Islah el-Halel : 121, 131, 132,139.Düstur-name : 7, 93.EEast India Company: 206.Ebu Ali Şakik: 30.Ebu Bekr (Hz): 14, 25, 219, 300.Ebubekir Mehmed: 56.Ebubekir Ratib Efendi: 147, 148.Ebu Ca'fer, el-Mansur: 36, 37, 68.Ebu Hanife: 318.Ebu Ha şim: 35.Ebu Kas ım el-Belhi: 66.Ebu Kays b. Abdumenaf: 64.Ebu Kurra: 26.Ebu'l-Abbas: 36, 37, 38.Ebu'1-Faz1 Allami b. Şeyh Mübarek: 293, 294,295, 296, 297, 298, 300, 301.Ebu'l-Kelöm Azad: 306.Ebu'l-Maali Cuveyni, İmam el-Harameyn: 75.Ebu Musa el-E ş'ari: 17.Ebu Musa İsa b. Sabih el-Muzdar: 324.Ebu Müslim: 26, 35, 36, 38.Ebu Nûvas: 41, 69.Ebu Rebia: 31.Ebu Reyhan el-Biruni: 48.Ebu Said Bahad ır Han: 87, 284.Ebu Süfyan: 16.Ebussuud Efendi: 100, 108, 109, 110, 111, 114,119, 125.Ebu Tahir Muhammed ibn İbrahim el-Kurd':316.Ebu Talib: 65.Ebu Ubeyde: 41, 69.Ebu Yusuf: 69.Ecmir: 267, 274.Edebali, Şeyh: 98.Edessa: 45.Edirne: 89, 98, 102, 104.Education : 241.Edward (VII): 326.Eflök: 160, 165, 179, 180, 186.Eflötun: 22, 42, 46, 131, 137.Eflâtun Şirvani: 12.Eftalit: 52.Efritun: 138.Efrasiyab: 280.Eğitim : 241.ehl-i beyt: 25, 32.Ehl-i Hadis: 324.ehlu'l-hali ve'l-akd: 207.Ehl-i Sünnet (vel-cemaat): 24, 25, 29, 58, 76,106, 108, 109, 114, 177, 246, 300, 301, 305,309.el-Ehram : 238, 239, 253.Ekber Şah, Ebu'l-Feth Celâleddin: 291, 292,293, 294, 295, 296, 297, 298, 300, 301, 303,308, 309, 314, 316.Ekber-mğme : 294.eklektisizm: 293.Elteriş: 52.emane: 233.Ebu'l-Feth Davud: 267, 268.Emevi(ler): 1, 3, 15, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24,Ebu'l-Feth Mehmed (II), Fatih: 8. 25, 26, 27, 29, 31, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 55,Ebu'l-Huda el-Sayyadi: 219, 222, 253. 57, 68, 135, 264, 320.Ebu'l-Kas ım Ku şeyri: 76. Emile : 241.346


Emin: 42.Emin, Kasım: 257, 258, 259, 260, 261, 262,263.Emin el-Mille, (Mahmud) 266.Emir Ali: 327.Emir-i Hac: 268.Emir Hüsrev: 285.emir el-müminin: 68.Emir Şemseddin Buhari: 106.Emr bi'l-maruf ve neyh ani'l-münker: 127.Endican: 287.Endülüs: 4, 36, 37, 66.Endülüs Emevileri: 36.ene abduhu: 305.ene'l-Hak: 78, 305.Enkisagoris: 138.Enkyisanis: 138.Ensab el-Eşraf : 2.Enveri: 7, 93.Epiküryanizm• 233.erbab- ı hiref: 139.Erdel: 141, 180.Eretna: 87.el-Erkam: 67.Erkam- ı Hindiye• 43.Ermeni(ler): 80, 155, 178, 179, 185, 188.Ermenice: 212.Ertokuş medresesi: 81.Ertu ğrul Gazi: 92, 93, 94, 95.Erzi, Prof. Dr. A. S.,: 6.Erzurum: 80, 87, 180.Esat: 212.Esculapius: 137.Esed b. Musa: 1.Eski Ahd : 310.Eskişehir: 87, 92, 94.Esprit des Lois : 169.el-E ş`ari, Ebu Musa: 17.E ş'ari(lik): 251, 305, 317.E şrefo ğulları: 87.Euclides: 45.el-Evamir fil-umur el-Aletiye : 6.Evliya Çelebi: 102, 111.Evrengzib b. Şah Cihan- 308, 309, 310, 312,313, 314, 315, 316.Eyyubiler: 70, 73, 74, 80.ezan: 126, 127.el-Ezher: 72, 180, 188, 191, 196, 220, 222, 237,238, 240, 241, 243, 257.Fadl, Şeyh: 219.Fahreddin Behram Şah: 81.Fahruddin Mübarek Şah: 275.Fakı Döngel: 129.Fakılar: 125.Fakih, Dursun: 98.Fakih, İshak: 8.Fakih, Yah şi: 8.fakr: 29.Farabi: 48, 49, 69, 121, 132, 305.Faris el- Şidyak: 212, 219.Farsça: 1, 3, 4, 6, 7, 8, 12, 25, 42, 43, 44, 59,77, 84, 85, 89, 124, 181, 285, 295, 310, 316,320.Fass : 304.Fatma (Hz): 35, 38.Fatımi(ler) 48, 57, 61, 62, 67, 70, 72, 73, 136,264, 265.Fatih Camii- 129.Fatih Mehmed (II): 7, 8, 11, 63, 90, 93, 96, 98,102, 103, 106, 151, 185, 186.fayda: 247.Faydacı sistem: 250.Faz ıl Ahmed Paşa: 134.Fazl b. Nevbaht: 43.Fazl (b. Yahya el-Bermeki) 40, 41.felsefe: 46, 75.felsefeciler: 252.fena: 30.Fenari, Molla Şemseddin Mehmed: 100.Fenari-zade Muhyiddin, Çelebi: 111, 112.Fenelon: 193, 194.Fener: 160, 179, 185.fenomenoloji: 304.Ferâmurz, Alâeddin (III), 193.Ferdi: 10.Ferezdek: 32.Ferforyos: 138.Fergana: 56, 177, 287.Ferhat Pa şa: 9.Ferid, Şeyh: 300, 301.Ferid Vecdi, Muhammed: 256.Feridûn Ahmed: 11.ferman: 57, 278.Ferrara: 49.Ferruh, Atabey: 81.Fetevay- ı Alen ıgiri : 314, 316.347


fethe: 311.Fethullah Arif: 12.Fetihname-i Kal`a-i Sigetvar : 11.Fetihname-i Karaboğdan: 10,11.Fetihname-i Sultan Mehmed: 8.fetva: 296, 297.el-Fevz el-Kebir fi'usul el-Tefsir : 320.el-Fezarl, Muhammed b. İbrahim: 43.Fezleke (Kâtip Çelebi): 130.fıkıh: 285, 317.Fırat: 17, 39, 60, 79, 92.fidye-i necat: 64.Firavun: 126, 198, 263.Firdevsi: 48, 59, 70, 77, 84.Celâleddin Kalaç: 280, 281.Firüz Tuğluk: 285, 286.Firazübâd: 286.Fisâgoris: 137.Floransa: 88.Frank: 41.Fransa: 22, 134, 144, 145, 146, 147, 148, 151,153, 154, 157, 160, 161, 162, 185, 191, 194,199, 200, 202, 203, 206, 212, 216, 239, 257.Fransız: 55, 143, 144, 146, 150, 151, 153,155, 161, 163, 164, 166, 169, 184, 185, 186,187, 188, 190, 191, 192, 193, 199, 201,202, 203, 210, 213, 218, 223, 230, 231, 239,244, 247.Fransız Aydınlanma devri: 244.Fransız Medeni Kanunu: 193.Fransızca: 139, 152, 190, 191, 192, 201, 202,204, 212, 244.Fredrich (II): 49.Fredrik: 144.Fusus el-Hikem : 100, 304.futa: 130.el-Futuhat el-Mekkiyye: 252, 304.The Future of Islam: 221.Fuzuli: 103.el-Fuvâti, Hi şam b. Amr: 324.Fütuh al-Büldan : 2.Fütuh el-Şam: 2.fütüvvet: 17.Gabriel, Albert: 11.Gal: 326.Galata: 136.GGalen: 42, 137.Galland, Antoine: 134.Gazali: 70, 75, 100, 121, 176, 246, 305, 313.Gazavat- ı Hayreddin Paşa: 11.Gazavat-1 Sultan Murad: 7.gazi dervi ş: 17.Gazne: 58, 266, 267, 269, 270, 271, 272, 273,274, 275, 276, 277, 281, 284.Gazneli(ler): 5, 48, 58, 59, 60, 67, 70, 265, 267,271, 272, 273, 274, 284, 300.Gelibolu: 12.Gence: 272.Genç Osman: 124.Genç Osmanlılar: 166, 190, 209, 217.Gennadios Patrik: 106.Gerçekçilik: 233.Ger ıailyan (O ğulları): 87, 98, 103, 104.Germsir: 273.Gevher Nesibe: 81.Gıyaseddin Balaban: 284, 288.Gıyaseddin Keyhüsrev: 79.Gıyaseddin Muhammed: 273, 275, 276.Gıyaseddin, Mes'ud: 80.Gıyaseddin Tuğluk: 281, 286.Gibbons, H. A.: 83, 95.Girit: 153, 165, 184.Gladstone: 221, 222, 239.Goa: 297, 298.Goban: 148.Goldziher, Ignace: 28, 65.Gordon, General: 223.Gotlar: 22, 51.Gök: 53, 54.Gök Alp: 93.Gökalp, Ziya: 76, 173, 174.Gök medrese: 81.Gök-Tanrı: 76.Göktürk(ler): 3, 51, 52, 53, 54, 56, 60.Gönüllerin Rahatz ve Sevinç Alâmeti: 6.gramer: 21.Grand Rabbi: 178.Grünwedel: 55.el-Gucduvâni, Abdülhalik: 300.Gucerat: 272, 274, 286, 290.Guizot: 224, 225, 238.Gur: 265, 272, 273, 275, 276.Gurlu(lar): 58, 272, 273, 274.Guz: 60.348


Gülberge: 286.Gülhane• 156.Gülhane Hatt ı: 156, 157, 158, 160, 161, 162,164, 165.Gülhane Hatt-ı Hümayunu : 159.Gülşehri: 89.Gülşeni, İbrahim: 110, 111.Gültekin: 52.günah: 27.(Günaltay), M. Şemseddin: 172.Gündüz Alp: 8, 92, 93, 94.güneş : 295, 298.Gür, A. Refik: 167.Gvalyor: 267, 268, 278.HHabe ş: 180, 279.Haccac (b.Yusuf): 21, 32, 264.Hacı Bayram: 106.Hac ı Bektaş-ı Veli: 85, 86, 106.Hacı Halife: 130.Hacı Halil: 7.Hacı Kalfa: 130.Hacı Mandal: 129.Hacı Paşa: 89, 102.Haçlı Seferleri: 49, 79, 83.Haçhlar: 233.Had ım Süleyman Pa şa: 290.Hâdi: 40.el-Hadi: 295, 305.Hadis: 1, 21, 31, 249, 250, 260, 285, 295, 318,320, 325, 327.Hadramevt: 219.Haham(ba şı): 153, 155, 178.hakan: 57.hakem: 17, 60.Hakem, Halepli: 119.Haki, Niğde Kadısı: 11.Hakikat-i Muhammediye: 312.Hâlâs el-ümme fi marifet el-eimme : 115, 176.Halci: 280.Haleb: 60, 69, 73, 80, 104, 119, 180, 181, 185,219.Haleb Eyyubileri: 80.llalet Efendi: 148.Altif Hüsain: 324, 325.Halid b.Bermek: 40, 69.Halife: 109, 218, 219, 278.Halife ve Sultanlar mücadelesi: 47.halifelik: 115, 283, 327.Halil, Hacı: 7.Halil Hamid Pa şa: 145.Halise: 282.Halk Partisi: 263.Hallac- ı Mansur: 78.Halveti(ye): 105, 110, 125.Hamido ğulları: 87.C • 159.nammer : 10.Hamza MI, Şeyh, Bosnal ı: 110.Hanbeli• 73, 182, 183, 208.Hanefi(ler): 73, 114, 177, 209, 275, 283, 285,316, 324.el-lianefiye: 25, 35.Hanotaux: 247.Hansi: 271.harabati: 111.Harbiye: 150.Hareket-i Altm ışlı: 99.Hareket-i Dahil: 99.Hareket-i Hariç: 99.Harem: 297.Haremeyn: 100.Harezm: 3, 58, 77, 275, 300.el-Harezmi: 43, 328.Harezm şah, Muhammed: 277.Harezm şahlar: 57, 77, 275, 277.Haricl(ler): 3, 17, 19, 24, 26, 27, 34.Hariciye: 150.Ilartingtons: 240.Harran: 45.Hartum: 193.Harun el-Re şid: 40, 41, 42, 43, 45, 67, 69.Hasan (Hz.): 38.Hasan el-Attar: 191.Hasan el-Basri: 27, 28, 32.Hasan Can: 10.Hasan Sabbah: 62, 63.Hasrat, Bikramajit: 311.hassa ordusu: 47.hastahaneler: 150.Haşim: 25.Ila şimiye• 25, 35, 37, 39.Hata: 136, 138.Hatayi: 107, 109.Hatırat (Babür): 98, 288.349


Hatiboglu: 86.hatt- ı hümayün: 155, 158.hayâ: 233.290, 292, 293, 297, 300, 301, 303, 304, 305,309, 310, 314, 315, 316, 317, 319, 320, 322,323, 324, 325, 326, 327, 328, 329.Hayat- ı Javid : 324. Hind(liler) 5, 39, 42, 43, 48, 55, 58, 136, 148,Haydar Acemi, Mevlana: 105. 264, 265, 266, 267, 268, 278, 288, 290, 291,Haydar Paşa: 117. 296, 304, 305, 306, 308, 322, 323, 325,Haydarilik: 116. 326, 327.Hayreddin Pa şa, Barboros: 11. Hinduizm: 293, 295, 302, 303, 311, 312, 315,Hayreddin Pa şa, Tunuslu: 201, 203, 204, 205,206, 207, 208, 209, 210, 215, 216, 245,254, 323.Hazarlar: 53.Hazar: 291.Hazine-i imire: 139.Hazine-i Mansure: 150.Hedin, Sven: 55.Hellenizm: 42, 55.el-Hemedani, Yusuf: 77, 300.Hemedaniler: 48, 69.Herat: 58, 74, 270, 287, 292.Herodot: 3.Hersek: 166.Heşt-i Behi şt : 8.hey'et: 103.Hezarfen Hüseyin: 134, 136, 137, 138.Hırıstiyan(l ık): 25, 26, 27, 32, 48, 55, 75, 83,88, 104, 106, 142, 156, 159, 160, 162, 163,178, 185, 207, 210, 211, 212, 215, 217, 230,231, 234, 236, 240, 243, 247, 251, 293, 295,297.Hızır (AS): 126, 127.Hızır Bey: 100.hicab: 108.Hicaz: 25, 180, 184, 218, 300, 316, 321.Hidiv: 203, 220, 239, 240, 241, 242, 254, 255.hikmet: 29.hilafet: 18, 19, 283, 300, 317, 320, 326, 327, 329.hil'at: 70, 278.hile-i şer'iye: 294.Himyer: 62.Hind Okyanusu: 102.Hind Sultan: 278, 288.Hindi: 43.Hindistan: 4, 42, 43, 48, 55, 58, 59, 60, 63, 82,98, 103, 124, 206, 218, 220, 221, 223, 224,228, 232, 264, 265, 266, 268, 269, 270,271, 272, 273, 274, 275, 276, 277, 278, 280,281, 283, 284, 285, 286, 287, 288, 289,316.Hinduku ş : 265, 271.Hindu(luk)lar: 234,- 264, 265, 266, 269, 274,275, 276, 278, 279, 282, 283, 285, 294, 295,297, 298, 299, 302, 303, 310, 311, 312, 313,314, 315, 316, 320.Hippocrates: 137.Hiranyagrabha: 312.Hire: 39, 64.History of the Arabs : 16, 37.History of Civilisation in Europe : 238.History of Muslim Education : 74.Hişam: 21, 23, 32.Hişam b. Amr el-Fuvati: 324.Hitti, Philip: 16, 37, 65.Hiung-nu: 51.Hizb el-tmme: 263.Hoca Sadeddin: 10, 12.Hocazade: 100.1-1oli: 314.Hollanda: 2, 82, 122, 223.Homeros: 46.Hond Hatun medresesi: 81.Horasan: 6, 26, 30, 35, 36, 37, 38, 40, 46, 47,48, 58, 61, 62, 74, 77, 85, 86, 265, 266,271, 292, 300, 307.Hotan: 136, 138.Hourani, A.: 221, 241, 251.hubb el-vatan: 197, 198.Huccet Allah el-Büliga: 316, 319.Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bak ım ından Mecelle: 167.Trulefa-i Ra şidin: 14.Humbarac ı Ahmet Paşa: 143.Hunat Hatun medresesi: 81.Hunlar• 51, 53, 54.hutbe: 285.Hüdabende: 292.Hüda-name : 1.Hükümdar : 188.350


Hülâgü: 63.Hü/tısatü'i-itilıar: 144.hümanizma: 156.Hümayun b. Babür: 289, 290, 291, 292.Hüner-name: 12.Hürrem Sultan: 102.Hürrem, ( Şah Cihan). 306.Hürriyet: 166.Hürriyet ve hilaf: 172.Hürşah, Rükneddin: 63.Hüsameddin <strong>Ankara</strong>vi, Şeyh: 109.Hüsamettin Çelebi: 4.Hüsameddin Çoban: 94.Hüsamüddin ivaz: 278.Hüsamüddin Oğul Bey: 276.Hüsain Hâli, Akat': 324.Hüseyin (Hz): 20, 127.Hüseyin, Ahlath Şeyh Seyyid: 104.Hüseyin Çelebi, Muhammed: 299.Hüseyin, Ilezarfen: 134, 135, 138.Hüseyin, İzzeddin: 273.Hüseyin (Sam oğlu): 272.Hüseyin b. Sultan Ahmet: 4.Ilüseynl: 202.el-Hüseyrd, Sadrüddin: 6.Hüsrev, Emir: 283, 285, 290.Hüsrev, Molla: 100.Hüsrev Nu şirevan: 52.Hüsrev Şah b. Behram Şah: 272, 273, 274.Ihşıdlar: 56, 70.Iliada: 46.Illustration: 152.Irak: 2, 3, 6, 17, 21, 23, 34, 36, 37, 42, 47, 60,73, 74, 87, 88, 102, 178, 181, 182, 225, 300.Irak ve Horasan Selçuklulart: 6.Irak Selçuklular ı: 6.Irakeyn: 11.Isbat el-Nübüvve : 301.Islahat (ferman ı): 155, 158, 162, 163, 164.l'Islamisme et la seienee: 223.Isparta: 87.Izlad ı : 7.İbadet-hane: 293, 294, 295, 297.İbahilik• 117.İbni Battuta: 65, 88, 283.İbn MM: 6, 7.İbn Cübeyr: 65.İbn Haldun: 29, 66, 132, 136, 167, 188, 193,197, 204, 238.İbn Havkal: 66.İbn Hişam: 2, 71, 72.İbn İshak: 2, 33.İbn Kas ım: 264.İbn Kayyim el-Cevziyye: 208.İbn Kemal: 110, 113.İbn Kuteybe: 3, 71.İbn Mülcem: 17.İbn Re şid: 221.İbn Rüşd: 49, 251.İbn Sa'd: 2.İbn Said: 183.İbn Sebe: 25.İbn Semmak: 69.İbn Sina: 49, 68, 132, 220, 231, 247, 305.İbn Şeyban: 265.İbn Şihab el-Zuhri: 33.İbn Teymiye: 183, 250, 316.İbn Zübeyr: 21.ibnu'l-Acemi: 73.Ibnu'l-Arabi, Muhyiddin: 100, 114, 115, 133,176, 206, 252, 304, 305, 316, 317.ib ılu'l-Esir: 5, 6, 56.İbnu'l-Mukaffa: 1, 43.İbnu'l-Nedim: 67, 71.İbrahim: 38, 130, 301.İbrahim b Edhem: 30.İbrahim el-Fezari: 43.İbrahim Gülşeni, Şeyh: 110, 111.İbrahim (b Muhammed b.Ali): 36.İbrahim Musullu: 41, 69.İbrahim Müteferrika: 141, 142.İbrahim Pa şa: 112, 113.İbrahim Pa şa, Nev şehirli Damat: 140, 141.İbrahim Peçevi: 12, 111.İbrahim, Sultan: 272.İbrahim, Sultan (Ludi): 288.Ibranice• 139.İbtida-i Altnu şh: 99.İbtida-i Dahil: 99.İbtida-i Hariç: 99.icazet: 99.icmâ: 247, 250.ictihad: 235, 249, 318, 319, 323.351


İçel: 94.ideal toplum: 251.İdikut: 55.Idris: 67.İdris-i Bitlisi: 8.Ihlasi, Mehmed: 130.İhtiyaruddin Altuniye: 279.İhtiyaruddin Muhammed, Melik Gazi: 273,276.Ihvan el-Safâ: 324.İhyau ulüm el-Din: 176.İkbal, Muhammed: 306, 318, 319, 326, 328.329.ikta: 62, 93, 95, 282.iktadar: 282.İlâhl, Abdullah Simavi: 300.İlâld aşk: 29.ilâhî nur: 25.İlâhiyat Fakültesi Dergisi: 11.İletmi ş : 277.İlhanlı(lar): 14, 37, 45, 63, 80, 85, 87, 89, 91,93, 94, 97, 284.İlikhanlar: 54.ilk gazete: 150.illusion: 312.İIm-i Kelâm: 75.İlm el-Kelâm: 323, 324, 325.ihn el-yakin: 304.ilmiye s ımfı: 98, 100, 119, 177.İlteri ş : 52.İltutmu ş, Şems el-dünya ve'l-din: 276, 277, 278,279, 280, 281, 284, 286.imam: 24, 25, 181, 183, 286.İmam el-HarameymCüveyni:75.İmam Rabbini, Şeyh Ahmed Sirhincli: 301.imamet: 184.İmamiyye: 35.iman: 27.İmadeddin el-isfahani: 6, 74.Imparator Be şinci Charles'in Tarihi: 192.İnal, İbnu'l-Emin Mahmud Kemal: 12.inalcık, Halil: 7, 159.İnanç oğulları: 87.İnce minareli medrese: 81.Incil: 142, 156, 214, 295, 297.İndus: 22, 39, 264.İnebahtı: 184.inek: 295.Ingiliz• 25, 55, 122, 133, 148, 153, 159, 161,162, 165, 184, 203, 214, 218, 221, 223,224, 226, 239, 240, 247, 321, 323, 326.İngiliz Liberal Partisi: 326.İngilizce: 121, 232.İngiltere: 147, 148, 153, 154, 157, 160, 161,162, 163, 203, 212, 216, 221, 222, 223, 224,239, 241, 254.İnhisar (reji): 133.irade-i cüz'iye: 27.Iran: 2, 3, 8, 10, 14, 23, 24, 31, 34, 37, 40, 42,43, 44, 45, 46, 47, 48, 55, 59, 60, 63, 70,75, 77, 80, 84, 85, 87, 88, 90, 100, 103,107, 108, 109, 124, 135, 148, 178, 219,220, 222, 223, 225, 230, 233, 287, 288,289, 290, 291, 292, 294, 299, 306, 307.Irlanda: 221.irtidat: 14.İrtifâkât: 320.İsa (Hz) : 111, 112, 113, 114, 148.İ sa Bey: 308.Isa Bey, Aydıno ğlu: 102.İsa b. Sabih, Ebu Musa el-Muzdar: 324.İsa'n ın Hayati: 241.İsfahan: 6, 74.el- İsfahani, İmadeddin: 6, 74.İsfendiyaro ğlu: 105.İshak: 41.İshak Bey: 146.İshak Fakih oğlu Yahşi Fakih. 8İshak b. İbrahim: 9, 69.İshak, Necmeddin: 81.İskender: 3, 42.İskender Ludi: 286.Iskenderiye: 45, 46, 187, 239.İskender-name: 6, 92.İslâm: 1, 2, 3, 4, 5, 12, 14, 15, 17, 18, 19, 20, 22,23, 24, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 33, 34, 35,36, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47,48, 49, 50, 51, 54, 55, 56, 57, 60, 62, 63, 64,65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 75, 76,77, 82, 84, 85, 86, 87, 88, 91, 96, 98, 100,102, 121, 124, 127, 128, 131, 132, 134, 137,142, 162, 165, 168, 170, 172, 175, 176,178, 181, 183, 184, 189, 190, 191, 194,195, 196, 199, 202, 204, 205, 206, 207,208, 209, 211, 219, 220, 221, 222, 223, 224,352


225, 226, 227, 228, 229, 230, 231, 232, 233,234, 235, 236, 237, 240, 241, 242, 244, 245,246, 247, 248, 250, 251, 252, 253, 256, 257,258, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 268, 269,284, 286, 293, 297, 298, 301, 302, 303, 304,305, 306, 309, 311, 314, 315, 316, 317, 318,319, 320, 322, 323, 324, 325, 327, 328, 329.islâm Felsefesi Tarihine Giriş : 257.islâm ve Dim: 229.Islâmeılık: 171.islam ın Geleceği : 221.Islâmiyet: 4, 14, 15, 19, 22, 25, 27, 37, 53, 55,56, 58, 60, 62, 64, 70, 75, 76, 77, 82, 83,84, 85, 86, 124, 143, 151, 171, 172, 173,183, 187, 212, 227, 230, 246, 267, 295,298, 305, 312, 315, 321.islamlaşınak : 172.İsmail Efendi: 308.Ismail Maşû'ki, Şeyh: 110.Ismail b. Nureddin: 74, 75.İsmail Pa şa (Ilidiv): 193, 194, 197, 200, 203,216, 220, 238, 239, 242, 254.Ismail (II) b. Tahmasb: 291.İsmail b. Sevüktekin: 266.İsmail, Şah: 321.İsmail, Şeyh (O ğlan Şeyh): 109.İsmaili(ler): 62, 63, 178, 264, 283.ism-i a`zam: 311.İspanya: 22, 36, 38, 42, 48, 123, 292.Isrâfil: 311.İsrail: 4, 152.İstanbul: 4, 6, 8, 11, 39, 98, 99, 102, 106, 110,114, 117, 118, 119, 125, 128, 129, 134, 135,139, 142, 143, 144, 145, 153, 164, 179, 184,185, 190, 201, 202, 203, 204, 212, 213,219, 220, 222, 225, 238, 290, 297, 299, 307,326.İstanbul Enstitüsü Dergisi : 106.Istanbul Sultan: 297.İstanbul "Universitesi Kütüphanesi: 11.istıfa: 29.İstemi Han: 51, 52, 53.Isveç: 147.Işkodra: 179.İtalya: 49, 50, 186, 203.Italyan: 190.Italyanca: 139, 190, 202.itimat: 233.Ittihat ve Terakki: 172, 174.Ivaz, Hüsamüddin: 278.izar: 130.Izmir: 87, 104.Iznik: 79, 80, 93, 98, 100, 105.Iznik Rum Devleti: 80.Izzeti Efendi: 138.Izzi: 13.İzzeddin Abdüsselâm: 319.İzzeddin Hüseyin: 273.İzzeddin Kebir Han Ayaz: 279.İzzeddin Keykâvus: (I): 81.Jainizm: 293.Japon: 55.Jeffery, Arthur: 59.Joannes Damascenes: 26.Jones Marsden: 2.Journal (Galland)• 134.JKKaab ız, Molla: 111, 112, 113, 114.Kaadiri: 105.Kaadiri Çelebi: 112.Kabaca: 276, 277, 278.Kabakç ı Mustafa: 149.Kâbe-i Murâdât: 295.Kâbil: 265, 266, 287, 288, 289, 300, 306, 307.kabir ziyareti: 127.Kâbull, Bâki Billâh: 300.Kabus-nâme : 121.kader: 235.Kadı Burhaneddin: 87.kadıhk: 99.Kadının Kurtuluşu : 257.kadınlar: 259.Kadı-zade: 103, 125, 126, 127.Kadızadeliler: 125, 128, 129.el-Kadir Billah• 266.Kâdiri(lik): 301, 309, 310, 317, 321.kâfir: 26, 27.Kafkasya: 4, 60, 83, 167, 184, 189, 201, 218.kağan: 51, 52, 54.Kahire. 104, 180, 189, 193, 212, 222, 238, 240,285.kahve: 119, 126.Kaim Bey: 307.krim el-zaman: 317.353


Kalaç(lar): 5, 58, 274, 276, 278, 280, 283, 285,286.Kalavun: 102.Kalenderi(yye): 76, 116.Kalincar: 267, 268, 276.Kalkandelen: 9.Kalvinist: 141.kam: 54, 75, 76, 84.el-Kamil fi't-Tarih: 5, 6.kamp: 15.kamu oyu: 247.Kan dökücü: 37.Kandahar: 39, 289, 291, 292, 299, 307.Kangra: 272.el-Kanun : 49.Kanun- ı Esasi: 1876: 158, 166.Kanuni Süleyman: 9, 10, 11, 12, 63, 96, 97,98, 101, 102, 103, 106, 108, 109, 110, 111,112, 113, 114, 117, 118, 119, 121, 124, 131,146, 176, 182, 289, 290, 291, .Kanunlaşurma Hareketleri : 168.Kanun-nâmeler : 98, 111.kapitülâsyonlar: 185.Kara Mustafa Pa şa, Kemanke ş : 121.Karabacek, Joseph von: 10.Karabo ğdan: 10,11.Karacadağ: 94.Karacahisar: 93.Karaçelebi-zade Abdülaziz: 13.Karadağ : 165.Karadeniz: 83, 165.Karahanh(lar): 5, 48, 54, 56, 57, 58, 61, 267.Karah ıtaylar: 57.Karakoyunlu(lar): 60, 87, 90.Karaman. 94, 98, 100, 102, 125.Karamard, Şeyh: 110.Karamanl ı Abdurrahman: 125.Karamano ğlu Mehmed Bey: 85.Karamano ğulları: 87.Karantina: 150.Karatay medresesi: 81.karde şlik: 17.Karesio ğulları: 87.Karluk(lar): 52, 54, 56.Karmati(ler): 264, 268, 274, 278, 279.Kars: 180.Kas ım Emin: 257, 258, 259, 260, 261, 262, 263.Kasr- ı Şirin: 307.kast: 302.Kastamonu: 82, 87.Kâ şâni: 6.Kâ şgar: 55, 57.Ka şgarl ı Mahmud: 57.Katiavar: 269.Kâtip Çelebi (Mustafa): 11, 13, 102, 121, 123,130, 131, 132, 133, 134.Katip Çelebi ve fikir hayatuntz : 134.Katolik: 142, 156, 160, 185, 213.Kavanin-i al-i Osman der hülâsa-i mezamin-idefter-i Divan : 121, 139, 179.Kavanin-i Cengiziyye : 138.Kayı(lar): 90, 94, 96.Kayrevan: 36.Kayseri: 81, 87, 100.Kayseri Kütüphanesi: 7.kayyum: 301, 302, 317.kaza: 235.Kazan: 291.kazasker: 99.Kazvin: 63.Kebir: 303.Kebir Han Ayaz, İzzeddin: 279.kelâm: 75, 103.Kelile ve Dimne : 43.kelime-i tevhid: 111.Kemal Pa şa-zade, Şemseddin Ahmed: 8, 9,100, 101, 108, 109, 110, 113.Kemanke ş Kara Mustafa Pa şa: 121.Kerbelâ: 184, 220.Kerimüddin Mahmud Akarayi: 6.kesre: 311.Ke şav Râi: 314.Ke şfi Mehmet: 10.Ke şmir: 39, 295.Keyhüsrev, Gıyaseddin: 79, 81.Keykubad, Alâeddin (I): 6, 79, 81, 82.Keykubâd, Muizzuddin: 284.Keykâvus: 121.Keykâyus, İzzeddin (I): 81.Kıble-i Hacat: 295.Kıbrıs: 129, 180.Kılıç Arslan (II): 79, 80, 81, 82.Kılıç Han: 300.Kınalı-iade: 100.Kınık: 60.Kıpçak: 77.354


Kıptiler: 178.Kırgız(lar): 54, 291.Kırım: 51, 96, 105, 139, 143, 153, 161, 162,167, 180, 184, 326, 327.K ırım ve Kafkasya Tarihçesi: 167.Kırkkilise: 179.Kırklar: 279, 280.Kırşehir: 81, 82.K ısas- ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa : 167.Kıvami: 8.K ız ve erkek çocuklar için yol gösterici gerçekler :193.Kızıldeniz: 102, 122.Kızılelma: 144.Kibar- ı Müdderisin: 99.Kilise• 50, 185.el-Kindi: 44.el-Kisai: 69.kisra: 44.Kitab: 137.Kitab- ı Bahriyye : 102.Kitab el-Hind : 58.kitab- ı meknün : 31.Kitab el-Megazi : 2.Kitab- ı Mukaddes : 142.Kitab el-Ridde : 2.Kitab el-Tabakat el-Kebir : 2.Kitab el-Yemini : 5.Kitab el-Zühd : 1.kitapç ı dükkânları: 67.Koçba şı: 269.Koçu Bey: 121, 122, 123, 139.Koçu Bey, Sancak Beyi: 9.Koka, Mirza Aziz: 300.Komnenler: 80.el-Konevi, Mehmed b. Hac ı Halil: 7.Konya: 79, 81, 85, 87, 89, 92, 104, 175.Kopernik: 130, 131.kopuz: 89.Korkut ( Şehzade): 90, 107, 121.Korkut Ata: 77.Kostantinopolis: 39.Kostantiniye: 168.kozmografya: 103.kozmoloji: 311.Köprülü, Fuat: 76, 82, 95, 97.Köprülü Mehmet Pa şa: 129.Köprülü(ler): 124, 182.kös: 57.Köse Mehmed: 128.Kösedağ : 80.Köstendil: 179.Köymen, Mehmet Altay: 8.Kramers, J. H.: 82.Krishna: 303.Kuba: 72.Kubra: 275.Kudüs: 30, 74.Kûfe: 15, 17, 20, 21, 23, 24, 25, 36, 37, 39, 66,70.Kuhistan: 63.Kuma ş fabrikaları : 150.kumaş tandidi: 150.Kumdanlı : 79.Kuram: 275.Kur'an- ı Kerim: 14, 17, 21, 24, 28, 30, 63, 64,65, 66, 67, 69, 70, 108, 118, 127, 155, 181,187, 206, 231, 232, 234, 235, 238, 241, 249,250, 251, 258, 259, 260, 294, 296, 303, 304,309, 310, 311, 312, 318, 320, 321, 323, 324,325, 327.Kur'an Tefsiri : 319, 324, 325.el-Kurcli, Ebu Tâhir Muhammed b. İbrahim:316.Kurey ş : 24, 31, 64, 115, 320.Ku şeyri, Ebu'l-Kas ım: 28, 29, 76.Kutadgu Bilik : 57.kutb: 301, 317.Kutb-i Cihani, Şerif: 310.Kutbuddin Aybey: 286, 288.Kutbuddin Han: 297.Kutb el-dünya ve'l-din Aybey: 276.Kuteybe: 264.Kutluk (Kutluk): 52.Kutub-Minar: 286.Kutup şahlar: 306.Kuvvet el-blâm Camii: 286.Küçük Kad ı-zade Mehmed, Bal ıkesirli: 125.Küçük Kaynarca: 185, 327.Küçük Ni şancı Mehmed Pa şa: 116.küfr: 26.Kültegin: 52, 53.Künh el-Ahbar : 12, 135.Kütahya: 80, 87, 104.Küttab: 64, 65, 66.kütüphane: 63.355


la-dini: 73.Lahor: 270, 273, 274, 276, 277, 279, 284, 300.Lâhza: 180.la- İlahe Illallah, Ekberu Vekilullah: 297.laik(lik): 73, 134, 167, 211, 212, 245.Lale devri: 141, 142.Lâle Devri : 140, 186.Lamgan: 265.Latin: 135.Latince: 48, 49, 124.Legion d'honneur: 153.Le şker-i Bazar: 59.Leva'ih : 310.Leyla ile Mecnun : 31.Leys: 264.Lisan el-etibba ve fihris el-ervam : 139.Lisan Okulu: 192, 193.Lisanullah Rustaki: 310.Lokman, Seyyid: 12.lonca: 124, 155.Londra: 119, 147, 151, 153, 166, 222, 240.Louis (XIV): 134, 194.Ludi hanedan ı: 280.Ludi(ler): 285, 286, 288, 290.Lagal, Prof. Necati: 6.Lüt: 35.Luther: 230.Lübnan: 178, 185, 210, 211, 212, 213, 238, 247.Lütfi: 13.Lütfi, Molla: 100.Lütfi Pa şa: 115, 121, 139, 176.Mel-Maarif :3.Maarif Nezareti: 151.Macar: 141.Macaristan: 11.Macchiavelli: 188, 189.Maçin: 136, 138.Madagaskar: 4.Magna Charta: 153.Mağrib: 66.Magribi, Süleyman: 316.Mahalli Bükümdarl ıklar: 47.Mandüm el-Mülk: 291, 293, 294, 297.Mahipal: 271.Mahmud (I): 143.Mahmud (II): 101, 140, 149, 150, 151, 188, 218,326.Mahmud Aksarayi, Kerimüddin: 6.Mahmud, Kaşgarh: 57.Mahmud b. Mevl ıld: 272.Mahmud, Nasirüddin: 278, 280.Mahmud Pa şa: 7.Mahmud b. Sevüktekin: 5, 48, 58, 59, 60, 70,265, 266, 267, 268, 269, 270, 273, 274, 284.Mahramc ı, Mustafa: 244.Mahremi: 11.mahvolma: 311.Makalât (Hacı Bekta ş- ı Veli): 86.Makadeva: 311.makara: 311.Makedonya: 160.Malik b Enes: 317.Malatya: 38.Malazgirt: 61, 79.Malchus Sidon: 138.Maliki: 73, 209, 316.Maliye Nezareti: 150.Manast ır: 179.Mançurya: 51.Mandal, Bacı : 129.Mâneri, Yahya: 301, 313.Mani: 44, 84.maniheist: 44, 45, 55.Maniheizm: 44, 55, 75, 76.Manisa: 87.el-Mansur: 1, 23, 37, 38, 39, 40, 43, 45, 68.Mansur Çelebi, ıgehi: 11.Mansur, Hallaç: 78.Mansur b. Mevlfıd: 272.Mansur b. Nuh: 58, 266.Mantık: 103.Manu: 311.Manuel Komnen: 79.Maraş: 87.Maratha(lar): 315.Marmara havzas ı: 79, 80.Marmûz: 310.Marsigli, Conte: 134.Marsilya: 216.Maşılki, İsmail: 110.Matematik: 103, 126.Mathura Jatlar: 315.matrak: 10.Matrakç ı Nasûh: 4, 10, 101, 111.Matrakçı Nasâh : 11.356


Maruni(ler): 178, 185, 211, 212, 213, 215.Maruz& : 167.maslaha: 247.matbaa: 141.materyalistler: 232.Materyalistlere reddiye : 232, 233.Maturidi: 246, 251.Maveraunnehir• 3, 4, 22, 30, 53, 55, 56, 58, 75,77, 287, 289, 292, 300.el-Maverdi: 68, 121, 206, 283, 329.Mavs ıl: 74.maya: 312.Mazenderan: 220.Mazarin: 231.Mazdek: 233.Mecalis el-Sultan el-Guri (Gayri): 70.Mecelle-i (Ahlcam- ı Adliye): 167, 168.Meclis-i Ahkâm- ı Adliye: 158.Meclis-i has: 151.Meclis-i Meb'usan: 217.Meclis-i Meşveret: 151.Meclis-i Sûra: 151.Meclis-i Umumiye: 151.Meclis-i Vâlâ: 165.meelis(ler): 150, 166.Mecmd el-Bahreyn : 311, 213.Mecmd-i Menazil : 11.Mecmdel-Teyarih: 4, 11.Medeni Hukuk Külliyat ı : 167.el-Medeniyye : 256.Medine: 2, 17, 31, 32, 38, 61, 70, 72, 96, 100,183, 304, 316.Medine'nin Zaferleri: 304.el-Medinet el-Fazzla : 121.medinet el-nak ıse: 322.Medinetu's-selâm: , 39.medinet el-tâmme: 322.medrese(ler): 62, 63, 64, 72, 73, 74, 78, 151.el-Medresetü'l-Vataniye: 214.el-Megazi : 2, 33.Mehdi: 40, 46, 222, 224, 240.mehdi(lik); 25, 292, 293.Mehmed (III): 106, 119.Mehmed (IV): 135, 307.Mehmed Ali Paşa: 149, 152, 153, 188, 189, 190,191, 192, 193, 194, 200, 214, 237, 243, 244,255.Mehmed Bey, Karamano ğlu: 85.Mehmed Birgivi: 107, 109.Mehmed, Bostan-zade: 119.Mehmed (I) Çelebi: 104, 136.Mehmed Çelebi, Yirmisekiz: 141.Mehmed, Ebubekir: 56.Mehmed (II), Fatih: 8, 98, 102, 106.Mehmed b. Hac ı Halil el-Konevi: 7.Mehmed Ihlasi: 130.Mehmed, Keşfi: 10.Mehmed, Köse: 128.Mehmed, Küçük Kad ızade, Bahkesirli: 125,127.Mehmed, Neşri: 9.Mehmed Pa şa, Defterdar Sar ı: 121.Mehmed Pa şa, Köprülü: 129.Mehmed Pa şa, Küçük Nişancı: 116.Mehmed Pa şa, Tevkii: 8, 93.Mehmed Tahir, Bursal ı: 11, 135, 139.Mehmed, Takiyeddin: 103.Mehmed, Ustüvani: 128.Mekke: 15, 20, 21, 31, 42, 61, 64, 96, 100, 103,180, 218, 219, 304, 308, 329.Mekke'nin Zaferleri: 304Melâmi-Bayrami: 109.Melâmi(ye): 125.melek: 324.Melek Ahmed Pa şa: 128.Melek, Turan: 81.melik: 282.Melik Gazi Ihtiyarüddin: 273.Melikşah: 61, 63, 74.Melitene: 38.Memlük(ler): 70, 89, 91, 96, 103, 180, 187, 188,189, 194, 198, 200, 284.Me'mun: 40, 42, 45, 46, 47, 67, 69.el-menafi el-umumiyye: 193.Menahic el-Elbab el-M ısrıyye fi Mebahic el-Edeb el-Asriyye : 193, 196, 197, 198.Menak ıb- ı tıl-i Osman ta Y ıldırım Han' a gelince8.Menak ıb-i Hünerveran: 12.el-Menar : 324.Mengüberti, Celâleddin Harezm şah: 277.Mengüeük(ler): 81, 82.mensul• 142.menşur: 278.Menteşeo ğullan: 87.el-Mer'e el-Cedide : 261.357


Merv: 36, 74, 288.Mervan: 20, 35, 36.Meryem (Hz): 297.mescid: 72.mesh: 114, 115.Mesih: 104.Mesnevi: 84.Me şrutiyet (I): 163, 171, 173.Me şrutiyet (II): 170, 171, 172.Mesut (III): 272, 273.Mesut, Alauddin: 284.Mesut, Gıyaseddin: 80.Mesut (b.Mahmud Gazneli): 5, 58, 61, 270,271, 273, 274.Mes'udi: 3, 4, 5, 17, 19, 23, 36, 68.metempsychosis: 312.mevacib-i şairi: 285.Mevaid el-Nefais ve Kavaid el-Mecalis : 12.mevali: 25, 34, 37.Mevlâna Celâleddin-i Rumi: 83, 84, 85, 106,114, 115, 176.Mevlevi(lik): 76, 77, 105, 106, 108, 125, 128.mevlid: 126, 127.Mevlid (Süleyman Çelebi): 103.Mevlût b. Mesut b. Mahmud Gazneli: 271, 272.Mezopotamya: 38, 42.Mıs ır: 2, 4, 9, 10, 14, 25, 36, 42, 48, 56, 57, 62,63, 65, 70, 72, 73, 74, 75, 81, 88, 89, 91,96, 100, 102, 104, 105, 107, 109, 115, 149,152, 153, 165, 176, 178, 180, 184, 186, 187,188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 197,198, 199, 200, 203, 209, 212, 216, 220, 221,222, 223, 224, 228, 237, 238, 239, 240, 241,242, 243, 244, 253, 254, 255, 257, 260, 263,284, 285, 324, 326.Mıs ır Enstitüsü: 192.Mıs ır Müftülüğü: 240.M ıs ır Tarihi: 193, 199.Mikail: 311.Millet Meclisi: 210, 217.Minhacuddin b. Mevlânâ Siracuddin: 273, 274.minyatür: 12, 55, 57.Mir Hond: 135.Mir Zarif: 307.Mirim Çelebi: 103.Mirza Aziz Koka: 300.Misis: 38.Miskeveylı: 238.Misrâ, Jagannâs• 310.misyoner(lik): 76, 212, 214.Mithat Pa şa: 217, 218.Miyan Mir: 309.Mizanu'l-Hak: 131, 132.modernist cereyan: 232.modernizm: 319, 322, 323, 328.Moğolistam 53, 54.Moğol(lar): 14, 37, 45, 55, 57, 60, 63, 80, 82,87, 89, 92, 103, 176, 277, 278, 287, 290,325.Molla Fenari, Şemseddin Mehmed: 100.Molla Hüsrev: 100.Molla Kaabız: 111, 112, 113, 114.Molla Lütfi: 100.Molla Rüstem: 98.Molla Şah Bahşi: 309.monist: 310.monoteist: 310, 311, 316, 322.Montesquieu: 169, 190, 191, 192, 206, 244.Mora: 179.Muaviye b. Ebi Süfyan: 3, 16, 17, 18, 19, 20,23, 24, 26, 68, 176, 264.Muaviye b. Hi şam: 33.mucize: 324.Muğla: 87.muhacirin: 72.muhafaza etme: 311.Muhammed: 38.Muhammed (Hz.): 1, 14, 15, 23, 31, 37, 107,111, 113, 114, 128, 135, 142, 167, 183, 231,232, 242, 248, 249, 250, 257, 258, 295, 301,312, 321, 328.Muhammed Abduh: 220, 221, 236, 256, 260,324.Muhammed b. Abdülvahhab• 182, 183, 316.Muhammed Adil: 286.Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas: 32, 33.Muhammed Bayram: 208.Muhammed Ferid Vecdi: 253.Muhammed, Gıyaseddin: 273.Muhammed b. Hanefiye: 25, 32.Muhammed Harezmşah: 277.Muhammed Hüseyin Çelebi: 299.Muhammed b. İbrahim el-Fezari: 73.Muhammed b. İbrahim el-Kurdi, Ebu Tâhir:316.Muhammed b. Mahmud, Gazneli: 270, 271.358


Muhammed, Melik Gazi İhtiyaruddin: 276.Muhammed, Muizuddin: 272, 273.Muhammed el-Nas ır: 284.Muhammed Raşid Rıza: 238.Muhammed b. Tuğluk: 283, 284, 285, 286.Muhammed Zafir: 219.Muhibbullah• 310.Muhibbu'llah Allahabadi: 314.Muhibb el-Vatan: 215.el-Muhit: 214.muhtesib: 314.Muhteşem Süleyman: 97.Muhyiddin b. el-Arabi: 100, 106, 114, 127, 176.Muhyiddin, Çelebi: Fenari-zade 111, 112.muld: 99.Muineddin Pervane: 82.el-Muizzi: 273.Muizüddin Behram Şah: 279.Muizuddin Keykubât: 284.Muizuddin Muhammed: 272, 273, 274, 275,276, 281.Mukaddime ( İbn Haldun): 66, 176, 188, 167,238.Mukaddime fi Tercümet el-Kur'an el-Mecid:320.mukti: 282.Multan: 22, 58, 264, 265, 267, 268, 269, 274,277, 307, 314.Muntahab el-Tevarih: 293.Murad (I): 7.Murad (II): 7; 89, 90, 106, 121.Murad (III): 10, 12.Murad (IV): 121, 124, 126, 127, 130, 133, 299,306, 307.Murad (V): 217.Muradbah ş b. Şah Cihan: 308.Muradi: 11, 101.Muradi ve eserleri: 11.Murtaza ez-Zebidi, Seyyid: 176.Musa (Hz.): 152.Musa Çelebi: 104.Musa Kaz ım: 62.Musa b.Nusayr: 22.Musa b. Ukbe: 33.el-Musaffa: 317.el-Musavva : 317.Musıla-ı Sahın: 99.Musıla-ı Süleymaniye: 99.musiki: 31.Muslihiddin, Nureddin-zade: 106.Mustafa (II): 130.Mustafa (III): 143, 144, 146.Mustafa (IV): 143, 149.Mustafa Abd el-Raz ık: 257.Mustafa Ali: 12, 121.Mustafa abi Osman: 10.Mustafa, Börklüce: 105.Mustafa, Celal-zade: 10, 101, 111.Mustafa, Divane: 129.Mustafa Faz ıl Pa şa: 166.Mustafa, Kabakç ı : 149.Mustafa Kamil: 241, 255.Mustafa, (Katip Çelebi): 130.Mustafa Kemal Pa şa: 174.Mustafa Mahramci: 244.Mustafa Nuri Pa şa: 13, 179.Mustafa Pa şa, Alemdar: 149.Mustafa Pa şa, Kemanke ş Kara: 121.Mustafa Reşid Paşa: 151, 153, 155, 164.Mustafa, Selâniki: 12.Mustafa, Şehzade: 10, 119.Musta'id Han, Sâki: 314.el-Mustans ır: 62, 73.el-Mustans ıriyye: 73.Musul: 41, 48, 69, 74, 180, 182, 307.Musullu Ibrahim: 41, 69.mut'a: 294.el-Mdtasım: 40, 47, 56, 71, 284.el-Mutemid: 264.Mutezile: 26, 27, 29, 42, 46, 69, 305, 317, 319,324.el-Muvatta (Malik): 317.el-Muzdar, Ebu Musa Isa b. Sabih: 324.Muzhir-i Hak: 296.el-Muzil: 295.Mübarek Şah, Fahrüddin: 275.Mübarek, Şeyh: 293, 297.Müceddidi: 316.Müceddid-i Elf-i Sani: 305.mücerredlik: 28.müderris: 99.müeddib: 67.Müfti el-Müslimin: 113.Mühendishane-i Hümayan: 144.mülazım: 99.mümin: 27.359


Mümtaz Mahal: 309.müneccim: 144.Müneccimba şı Ahmed: 101.müntesib: 318.Müslim b. el-Velid: 69.Mürcie: 26, 27.el-Mürşid el-Emin li'l-Benat ve'l-Benin: 193.Mürüc el-Zeheb: 4, 5.mürûr tezkiresi: 150.Müsameret el-Ahbar : 6.müsbet ilimler: 126, 127.Müslüman devletlere gerekli reformlar : 204.Müslüman Hayır Cemiyeti: 240.müstakil. 318.Mütenebbi: 70.Mütevekkil: 47.müzakereci: 99.Myriokephelon: 79.Nnafile namaz ı: 127.Nafir Suriyye: 215.naib(ler): 100, 285.Naima, Mustafa: 12, 101, 129, 306, 307.Nakşbend, Bahaüddin Muhammed b. Muhammed:300.Nak şbendi(lik): 77, 300, 301, 313, 316, 317,321.namaz ve oruç ehli: 24.Namık Kemal: 159, 166, 169.Nardana• 268.Napoli: 49.Napolyon: 146, 147, 187, 188, 191, 199, 231.Narayanpur: 268.narh: 137.Nas ıf el-Yaz ıcı: 210, 211.Nasihat el-Mülük: 121.Nasihat el-Selâtin : 12, 121.el-Nâs ır Muhammed: 284.nüsır-ı emir el-mü'minbı: 283.Nasirüddin Mahmud: 278, 280.Nasir el-Din Şah: 222.Nasır el-Din Tûsi: 325.Nasûh, Matrakç ı : 4, 10, 11, 101, 111.Nat. Bibliothek (Viyana): 9.nât-ı nebevi: 126, 127.nature: 232.Necati: 103.Necd: 213, 221, 321.Necef: 220.Necmeddin İshak: 81.Nedim: 103, 140.Nefahatu'l-Urts: 310.Neri: 103.nefs: 29, 78, 312.Nehrevan: 17.Nesayih el-Vüzera ve'l-timera: 121.nesh: 324.Nesibe, Gevher: 81.Nesini: 89.Nesturi(ler): 55, 178.Ne şri Mehmed: 8, 101.Ne şri Tarihi: 8, 101.Netayic el-Vukuat: 13, 179.Neval, Ali Şir: 290.Nevase Şah: 267.el-Nevavi: 318.Nevbaht: 43.Nevruz: 313.Nevşehir: 140.Nevvab S ıddık Han: 324.Neyçeriyye: 232.Nicephorus: 41.Nicholson: 25, 31.Nietzsche: 312.Niğbolu: 179.Niğde: 11.Niksar: 81.Nil: 262.Nil: 262.Nirvana: 30.Nisa Sûresi: 260, 296.Nişabur: 30, 74, 266, 270.Nizam-ı Cedid: 145, 149.Nizam el-Mülk: 64, 70, 74, 121.Nizamşahlar: 306.Nizamiye medresesi: 70.Nizip: 38.Nointel, Marquis de: 134.Nubar Pa şa: 239.Nuh: 58.Nuh (Hz.): 92.Numani, Şibli: 319, 326.Nur Cihan: 299, 306.Nureddin-zade Muslihiddin: 106.Nureddin Zengi: 70, 73, 74.360


Nuri: 166.Nuri Paşa, Mustafa: 13, 179.el-Nuriye el-Kübra: 74.Nusayr: 22.Nuseyriler: 178.Nusret el-Fitre ve Usret al-Katre : 6.Nuşirevan: 43, 52.nüfus sayımı: 150.Nüzhet el-Ahbar : 11.OOğlan Şeyh ( Şeyh Ismail): 109.Oğul Bey, Rüsamüddin: 276.Oğuz, Mevlüt: 7.Oğuz-eli: 89.Oğuz Han: 90, 92, 93.Oğuz(lar): 60, 61, 83, 89, 90, 107, 273.Ohri: 179.On Ikinci Charles' ın hayati: 192.Onlu sistem: 43.Ontoloji: 304.Ordu dili: 285, 320.Ordugâh: 15.Orhan Bey: 8, 89, 98.Orhun Kitabeleri: 52, 53, 60.les Origines de l'Empire Otto ınane: 82.Orpheus: 138.Orr, W. G.: 316.Orta Asya: 56, 63, 174, 287, 288, 289, 299, 300,305, 329.Ortodoks: 106, 160, 178, 185, 211, 312.Oruç Bey: 8.Osman b Affan (Hz.): 8, 10, 15, 16, 25, 264.Osman Bey: 93, 94, 95, 98.Osman, Genç: 124.Osmanl ı Devletinin Kurulu şu: 82.Osmanl ı Imparatorluğunun Kuruluşu: 83.Osmanl ı Müellifleri: 135.Osmanl ı Tarihi (Lütfi Pa şa): 115.Osmanh(lar): 4, 6, 7, 8, 9, 12, 13, 62, 83, 85,87, 89, 90, 91, 93, 95, 96, 97, 98, 99, 100,101, 103, 104, 106, 107, 108, 109, 113, 115,119, 120, 121, 122, 123, 130, 134, 138, 139,140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 148, 151,152, 153, 154, 155, 157, 158, 159, 160, 161,162, 163, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171,173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181,182, 183, 184, 185, 186, 188, 199, 202, 203,205, 206, 207, 209, 213, 215, 216, 217, 228,242, 253, 285, 289, 290, 291, 292, 299, 305,306, 307, 321, 325, 326, 327.Otani: 55.Otluk beli: 8.Oxford: 212.ozan: 75, 77, 84, 89.ozanlar piri: 77.ÖÖklid: 45.Ömer (Hz.): 14, 15, 25, 32, 66, 70, 72.Ömer b. Abdiilaziz: 21, 22, 23, 35.Ömer b. Ebi Rebia: 31.Ömer Efendi, Şeyh: 125.Ömer Şeyh: 286.Önasyada is/âmiyet: 82.Örfi hükümler: 112.Özbek(ler): 287, 288, 289, 292, 293, 299, 304,306, 307.PPadişah Şeyhi: 128.Padişahname: 306, 307.Padua: 49, 186.Paganizm: 77.Paik: 283.Pakistan: 285, 305, 322.Palermo: 66.Pamir: 75.Panama: 199.Panayot: 135.Panipat: 288.Pan-Islamizm: 171, 219, 225, 284, 322, 323,326, 329.Panteizm: 78.Pan-Turanizm: 174.Papalar- İmparatorlar mücadelesi: 47.Papa(lık): 51, 142, 185, 187, 207.Parocletios: 142.Paris: 140, 147, 153, 162, 165, 191, 192, 194,196, 199, 201, 204, 212, 213, 220, 221, 229,240, 244, 257.Parmaks ızoğlu, İsmet: 9.Parlamenter demokrasi: 247.Parlamento: 157, 166, 206, 217.Pasaport: 150.Pathan• 273.Patrik: 153, 155, 160, 178, 185.361


Patrik Gennadios'un Itikatnamesi: 106. Racine: 191.Patrikhane(ler): 163. Raddloff: 76.Patrona: 143. Radikalizm: 219.Peçenek(ler): 83. rafizi(lik): 116, 117, 303.Peçevi, İbrahim: 12, 111. el-Rafi`i: 318.Pehlevi: 1, 43. Rafi`el-Din, Şah: 320.Pelliot, Paul: 55. Raguza: 123.Pencab: 22, 58, 265, 267, 268, 269, 274, 276, Rahat el-Sudiir ve Ayet el-Surilr : 6.277, 278, 279, 283, 307, 327. rahbaniyet: 28.Pers körfezi: 291. Râjputlar: 315.Pervane, Muineddin: 82. Rakka: 180.Pe şaver: 272, 322. raks: 76, 108, 128, 133.Petro: 192. Râm, Dvija: 313.Peygamber (11z.): 1, 2, 3, 5, 14, 15, 16, 20, 24, Rama: 303.25, 28, 30, 31, 34, 35, 37, 38, 64, 65, 68, Ramazan: 41.70, 71, 72, 98, 126, 127, 129, 155, 180, 181, Ramazan, Tabib: 11.187, 194, 199, 215, 219, 234, 236, 242, 252, Ramazano ğullan: 87.257, 293, 294, 298, 303, 310, 318, 328. Rantambor: 279.Peygamberlik: 231, 232, 234, 248, 301. rasathane: 63, 103.Philip (II): 292. Râsih Efendi: 146.Pirene: 22. rasyonalist: 46, 305.Piri Reis: 101, 102. Râşid Rıza, Muhammed: 238, 241, 246.Pitora, Ray: 274. Ratip, Ebubekir: 147, 148.Plato: 137. Ravendi: 6.Plutarch: 186. Ravzat el-Ebrar : 13.Polis te şkilâtı: 150. Ray Pitar: 274.Politeist: 321. Raymond: 48, 49.Polybius: 206. Razi: 324.Pompei: 55. Raziye: 278, 279, 280, 286.Porphyrius: 138. reaya: 160.Portekiz(liler): 133, 290, 291, 292, 294, 297. Reconstruction of Religious Thought in Islam :Positivizm: 244, 245. 319.Posta: 20, 150, 283. el-Redd ale'l-Dehriyyin: 232.Pramatman: 311. reflection: 304.Prezrin: 179. Reform: 156, 208, 220, 243.Pri ştine: 179. Reformasyon: 230.Pritvirac: 274. Reformes necessaires aux Etats Musulmartes :Protestan: 160, 211, 213, 214, 215, 223. 204.Prusya: 144, 150, 154, 155. re-incarnation: 312.Psammetik (I): 200. reji: 133.Ptolemaios: 131, 137, 186. Renan: 221, 223, 229, 230, 231, 241, 251, 252,Pythagoras: 137. 257.resim: 59.RResmi, Ahmed: 144.Rabbaniyun: 72. Re şad: 166.Rabelais: 212. Reşid Paşa, Mustafa: 151, 153, 154, 155, 164,rabıta: 300. 326.Rabia el-Adaviye: 29, 30. Revan Kütüphanesi: 9, 11.362


Rey: 62, 270, 271. Sadeddin: 86.rey: 114. Sadeddin, Hoca: 10, 12.Reyhan Efendi: 128. Sadeddin, Mevlana: 113.Rıfda el-Tahtâvi: 190. Sadi: 285.Riaz Pa şa: 220, 239. Sadrüddin el-Hüseyni: 6.Richelieu: 19. Sâfertis, (Saferistis): 138.el-Ridde: 2. Safevi(ler): 45, 96, 98, 288, 289, 291, 307.Rifa'i: 219. Saffariler: 48, 264.Risale (Ku şeyri): 28. Saffet: 29.Risale (Üstüvani): 128. Safi, Şah: 307.Risale-i ısldmiye: 142. Sağ-Kol Uç bölgesi: 94.Risalet el-Tevhid : 241. Sahambari• 274.Robertson: 192. Sachau, E. 2, 58.Rodos: 11. Sahibiye medresesi: 81.Rodrik: 27. Sahife• 310.Roma: 16, 51, 97, 135, 136, 144, 156, 167, 168, Sahn- ı Seman: 99.187, 236. Said: 193, 194.Romanos Diogenes: 82. Said Halim Pa şa, Mehmed: 172, 329.Rousseau, J.J.: 169, 190, 191, 241. Said Mehmed: 141.Rönesans: 42, 50, 156, 170. Saint John: 22.Rûdbâr: 63. el-Sak : 212.rûh: 312. Sakız: 104.Ruha: 45. Sâki Mustdid Han: 314.Ruh- ı A`zam: 312. Selâhaddin Eyyubi: 64.Rum(lar): 31, 80, 83, 95, 106, 135, 139, 153, Salavat: 127.155, 160, 178, 178, 179, 185, 186, 308. Sales: 138.Rumca: 212. Sam: 272.Rumeli: 99, 102, 105, 112, 113, 117, 118, 119, Samano ğul(ları): 3, 5, 45, 48, 57, 58, 59, 265,150, 179. 266.Rumiye-i Suğra: 180. San'a: 25.Rus(lar): 144, 165, 166, 184, 203, 217, 218, 223, Sanbar: 274.291, 326. Sanskrit: 42, 43, 285, 312.Rustakt, Lisanu'llah: 310. Samudra Sangam : 312.Rusya: 146, 155, 160, 161, 162, 163, 185, 186, Sancari: 285.217, 218, 222, 327, Sankar5 -Carya: 310.Rükneddin Hürşah: 63. sanyasi: 313.Rüknüddin, Sultan: 279. Sarı Mehmed Pa şa, Defterdar: 121.Rüstem, Molla: 98. Sarı Saltuk: 86.Rüstem Pa şa: 117, 119. Sarkar, Jadunath: 315.rü şvet: 127. el-Sarracin: 73.Saruhanoğulları: 87.SSasani(ler): 3, 23, 24, 39, 40, 43, 44, 52, 135,Saadet Veren Bilgi : 57. 229.Sabbah, Hasan: 62, 63. Satnâmiler: 315.Sabda: 311. Satuk Buğra Han: 55, 57.Sabuncuoğlu, Şerafeddin: 102. Sayram: 77.Sacy, Silvestre de: 197. el-Sayyadi, Ebu'l-Huda: 219.Sa'd Zaglül: 220. Sebe: 24.363


el-Seffah: 37, 40. Sırbistan: 165.Sefinetü'l-Evliya : 310. Sırçalı medrese: 81.Sekiz Cennet: 8. Sırp(lar): 160.Selânik: 105, 179. S ırr-ı Ekber : 310.Selâniki Mustafa: 12. Sicilya: 49, 66.Selatin camileri: 129. Sidon, Malchus: 138.Selçuk b. Dukak: 60, 61. Sigara: 126, 127.Selçuklu(lar): 5, 6, 8, 45, 47, 48, 57, 58, 60, 61, Sigetvar: 11, 106.62, 63, 64, 70, 73, 74, 75, 77, 79, 80, 81, Sih(ler): 315, 322.82, 83, 84, 85, 87, 89, 90, 91, 92, 93, 94, Silistre: 105, 153, 179.95, 96, 97, 98, 106, 271, 272, 273. Simavi, Abdullah Bâhl: 300.Selçuk-name : 5, 6, 7. Simavna Kadıs ı O ğlu Bedreddin: 104.Selef: 234, 251. Simcuro ğlu: 265.el-selef el-salih: 183. Simon Atheniensis: 138.Selen, Hamid Sadi: 11. Sinan Çelebi: 117.Selim b. Ekber Şah, (Cihangir): 299. Sinan Pa şa: 100.Selim (II): 12. Sind: 58, 264, 265, 269, 274, 276, 277, 278Selim (III): 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151. Sinddhanta: 43.Selim (I), Yavuz: 9, 10, 96, 106, 107, 109, 289. Sindhind: 43.Selim-name : 9, 10, 107. Singh, Jai: 313.Selim- şah-name : 12. Singh, Jaswant: 312, 313.Sema': 76, 108, 111, 126, 127, 128, 133. siren: 136.Semerkand: 22, 57, 77, 103, 287, 288. Sipahiler: 123.Senato: 217. Siracuddin, Mevlânâ: 274.Senayi: 11. el-Sire : 2, 32.Sen Con: 22. Siretu Resulillah : 1Sencer: 47, 75, 77, 272, 273. Sirhindi, Şeyh Ahmed, ( İmam Rabbani): 301,Serahs: 288. 302, 303, 304, 305, 306, 309, 317.Serez: 105. Sistan: 291.Sevüktekin: 58, 265, 266, 267, 272. Sivas: 80, 81, 87, 180.Seydi Ali Reis: 102, 290, 291. Siyasi, Abdülmecid: 125, 126, 127.Seyfüd-Devle: 48, 69. Siyer Mülük el-Acem : 1.Seyhun: 60. Siyaset el-Medeniyye : 121.Seylan: 4. Siyaset-i şer'iyye: 137.Seyyid: 219, 222. Siyanet-nâme (Nizamel-Mülk): 121.Seyyid Ahmed Barelvi: 321, 322. Siyasi firkalar: 23.Seyyid Ahmed Han: 232, 233, 306, 319, 323, Soerates: 137.324, 325, 326, 329. sof: 29.Seyyid hanedan ı: 280. Sofya: 179.Seyyid Lokman: 12. So ğd: 52.Seyyidler: 285. Sokrat: 137.Sezar: 16. Sol Kol Uc bölgesi: 94.Shalaby, Ahmed: 74. Solon: 137.Sharma: 315. Somanat: 268, 269.S ıddık Han, Nevvab: 324. Sophos: 29.S ıdk: 233. Sorbonne: 229, 257.Sıffin: 17, 74. Spencer: 241.S ırat-z Mustakim : 321. Strauss: 241.364


Stein, Aurel: 55.Subaşılık: 60.el-Subki: 74.Sudan: 221, 222, 223, 224, 240.Sudur: 232.Siifi(lik): 28, 29, 30, 76, 77, 78, 307, 312.Sugur: 38.el-Sugur el-Cezeriyye: 38.el-Sugur el- Şamiyye: 38.Suhpal: 267.Suhte: 99.Sulh-i Kül: 298.Sultan Mehmed Camii: 129.Sultan-ı Muazzam: 278.Sultanahmet: 110.Sultaniye medresesi: 81.Suluca Karahiiyiik: 86.Suri, Şir Şah: 289, 290.Suriye: 2, 14, 16, 17, 23, 34, 36, 37, 38, 42, 55,63, 72, 73, 74, 81, 88, 96, 100, 102, 178,181, 182, 211, 215, 300.Sucudi (Kalkandelenli): 9, 10, 107.Süfyan b.Umeyye: 64.Siihreverdi: 29, 301.Süleyman: 21.Süleyman Çelebi: 103.Süleyman (I), Kanuni: 11, 96, 97, 98, 109, 111,112, 118, 146.Süleyman Magribi: 316.Süleyman Pa şa, Had ım: 290.Süleyman Şah: 79, 92.Süleyman-name: 9, 10, 11, 12, 13.Süleymaniye: 99.Sünnet: 137, 303, 316, 321.Sünni(lik): 61, 73, 84, 107, 212, 225, 242, 283,284, 285, 293, 294.Sür'atçi: 143.Süryanca: 21, 42, 46.Süryaniler: 46, 178.Süvey ş : 199, 206, 291.Şafil : 66, 71, 73, 114, 275.Şah Abdurrahman: 316.Şah Abdü'l-Kadir: 320.Şah Bahşi, Molla: 309.Şah Cihan (Hürrem): 300, 306, 307, 308, 309.Şah İsmail: 96, 107, 108, 109, 287, 288, 321.Şah Melik Bey: 93.Şah Rafi` el-Din: 320.Şah Türkân: 278.Şah Veli-Ullah: 314, 316, 317, 318, 319, 321.Şakik, Ebu Ali: 30.Şam: 1, 16, 17, 22, 23, 26, 36, 70, 74, 75, 104,106, 119, 128, 176, 180, 181, 182, 184, 212,218.Şanaan(hk): 53, 54, 76, 84.Şâni-zade: 13.Şarlman: 41.Şehdi: 11.Şehid Ali Pa şa Kitaplığı : 139.Şehinşah-name : 12.Şehname : 48, 59, 84.Şehnameci(lik): 11, 12.Şehristani: 24, 25.Şehriyar b. Cihangir: 306.Şehsuvaro ğlu Ali Bey: 9.Şehzade Mustafa: 10.Şems, Şamh: 119.Şemseddin Ahmed Siyasi: 106.Şemseddin Emir Buhar: 106.Şems el-dünya ve'l-din, İltutmu ş : 277.Şemsiyye hanedan ı: 277.Şerafeddin, Sabuncuo ğlu: 102.Şerif Kutb- ı Cihani: 310.Şerif(ler): 181.Şerye: 1, 33.Şeyh Dervi ş : 237, 246.Şeyh Ferid: 300, 301.Şeyh-i Ekber: 127.Şeyh Ismail, (O ğlan Şeyh): 109.Şeyh Karamani: 110.Şeyh Mübarek: 293, 297.Şeyh Ömer Efendi: 125.Şeyh Veli: 128.Şeyh Zekeriya, Tac el-Arifin: 295.Şeyhoğlu: 103.Şeyhülislâml ık: 100, 101.Şeytan: 30, 116, 324.Şiban Han: 287.Şibaniler: 287.Şibli Numani: 319, 326.Şidyak ailesi: 212.el-Şidyak, Faris (Ahmed): 212, 213, 219.el-Şifa (Ibn Sina): 68.Şihab: 212.365


Şihabuddin Devletabkll: 320.Şil(lik)ler: 16, 19, 24, 25, 34, 35, 38, 58, 73,84, 107, 108, 178, 220, 225, 232, 252, 284,287, 288, 289, 293, 294, 327.şiir: 46.Şiklos: 11.Şir Şah Suri: 289, 290.Şirvani, Eflatun: 12.Şiva: 269.şiira: 247.Şuubiye: 55.Şüca b. Şah Cihan• 308.Şükrullah: 7.Şükrü, 9.Tel-Tabakat al-Kübra : 2.Tabakat el-Memalik ve Derecat el-Mesalik : 10.Tabakat- ı Nami : 273, 274, 275, 279.Tabbah, Molla Abdullah: 313.Taberhind: 279.Taberi: 3, 4, 5, 11, 17, 36, 67, 72.Taberi Tarihi : 3, 4, 11.Taberistan: 63.Tabiat: 232, 324.Tabib Ramazan: 11.tabl: 93.Tac Mahal: 308, 309.Tac el-irifin Şeyh Zekeriya: 295.Tac el-Tevarih : 10, 12.Tacüddin Yıldız: 275, 276, 277.Tahir: 46.Tahiriler: 46.Tahiro ğulları: 47.Tahlis el-ibriz telhis Bariz : 192.Tahmasb: 288, 289, 291.Tahrir el-Mer'e : 257.el-Tahrir fi Usul el-Tefsir : 325.Tahta: 190.Tahtakale: 119.el-Tahtavi, Rıfa`a: 190, 191, 192, 193, 194, 195,196, 197, 198, 199, 200, 205, 206, 210, 212,215, 216, 230, 238, 247, 260.Tak-ı Kisra: 44.Takiyeddin Mehmed: 103.Taklid: 318.Takvim-i Vekayi (18, 32): 150, 155, 159.Takviyet el- İman : 321.talebu'l-ilm: 72.Talha: 15, 16.Tanesar: 271.Tannus: 212.Tanrı: 53, 54, 153, 156, 157, 304, 313.Tanrı-Kral: 24.Tanta: 237.Tanzimat (- ı Hayriye): 140, 151, 152, 155,158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 166, 169,170, 171, 200, 201, 206, 207, 326.Tar: 274.Tarain: 274, 275.Tarık b. Ziyad: 22.Tarım Havzas ı: 48, 54, 55.Tarih-i al-i Selçuk : 7.Tarih-i Beyhaki : 5.Tarih-i Cdferi : 3.Tarih-i Cevdet: 167.Tarih Dergisi : 9.Tarih-i Devlet-i Rumiye : 135.Tarih-i Ebu'l-Feth Sultan Mehmed Han: 8.Tarih-i Feth-i şiklo ş : 11.Tarih-i Muhtasar : 135.Tarih Musahabeleri : 148.Tarih-i Naima : 306.Tarih-i Osman Encümeni Mecmuas ı : 8.Tarih el-Ümem : 3.Tarih-i Yemini : 5, 58.Tarikatü'l-Hakikat : 310.Tarikat-t Muhammediye : 321.el-Tarikat el-Muhammediye : 108, 125.Tarsus: 38, 39.tasavvuf: 28, 78, 84, 106, 285.Ta şköprü-zade: 100.Tatta: 314.Tebriz: 104.Tefhimat el- İlâhiyye : 317.Tefsir: 232, 285, 294.teganni: 111, 128.Tekelü, Veled Bey: 289.tekkeler: 76, 106.Tae'maque : 193, 194.Telhisü'l-Beyan fi Kavanin-i al-i Osman : 138.Teme şvar: 180.Temhid li-Tarih el-Felsefe : 257.Temim: 32.temizleme: 29.366


tenasuh: 295, 312.Tenkih-i Tevarih-i Mülük : 135, 137, 138.tenzil: 33.teokrasi: 24.teolojik fırkalar: 26.Terceman Yunus Tekkesi: 125.Tesellici: 142.Teslis: 141, 142.Teslis ve Hataları : 142.Teşrii Meclis: 240.Tevarih-i al-i Osman : 7, 8, 9, 101, 116.Tevarih el-Selatin el-Osmaniye : 8.tevazu: 233.Tevfik Paşa (Hidiv): 220, 239, 254, 255.tevhid: 233.tevhid ve adl ehli: 27.Tevhid-i ilâhi: 298.tevil: 63.Tevkii Mehmed Pa şa: 8, 93.Tezakir-i Cevdet : 137.Tehzib el-Ahlâk : 324, 326.Tezkire-i Bu ğra Han: 57.Thales: 138.Theodore Abukara: 26.Theophrastus: 138.Thiers: 206.toplu: 76.Toyunizm• 76.Trablusgarb: 180.Trablus- Şam: 180.Trabzon: 180.Trabzon Komnenleri: 80.Trans-Amerika: 206.Triloçanpal: 268.Tuğa Tekin: 272.Tuğlukâbad: 286.Tuğluk(lar): 280, 281, 283, 284, 285, 286.Tuğrul Bey: 77, 58, 61, 271.Tuhfetu'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar : 130.Tuhfetu'l-Mecalis : 310.Tuhfet el-Muvahhidin : 321.Tuleytule: 48, 49.Tulon: 147.Tulun O ğlu Ahmed: 56.Tuluno ğulları: 57, 70.Tuna: 53.Tunus: 180, 201, 202, 203, 204, 208, 209, 213,216, 221, 240, 245, 254, 323.Turan: 174, 280.Turan Melek: 81.Turan, Osman: 3.Turan, Ş.: 9.Tus: 288, 322.Tusi, Nas ır el-Din: 322.Tho-Brahe: 131.Thomsen, Wilhelm: 52.Tıb: 46, 49, 73, 81, 144. Tümen: 52.Tıbbiye: 150. Türk Ahmed: 129.Tırhala: 179. Türk Dü şüncesinde Avrupahla şma Hareketleri :timar: 62. 168.Times : 239. Türk Edebiyat ında İlk Mutasavv ıflar : 82.Timur: 7, 57, 87, 94, 96, 104, 299. Türk kuma ş': 88.Tire: 104. Türk Memlükleri: 89.tiyatro: 46. Türkân Hatun: 279.Toharistan: 58, 63, 264, 265. Türkân, Şah: 279.Tokat: 81, 82, 93. Türkçe: 4, 6, 7, 8, 9, 11, 57, 77, 82, 85, 86, 88,Tolstoy: 241. 89, 90, 100, 101, 103, 106, 107, 109, 121,Tonyukuk: 52. 142, 181, 192, 202, 203, 285.Topkap ı Saray ı : 7. Türkçülük: 171, 173, 174.Topkap ı Sarayı Revan Kütüphanesi: 9, 11. Türke ş : 52.Toplumsal Andla şma: 169. Türkistan: 30, 53, 54, 55, 56, 60, 77, 89, 103,Tornberg: 5.Toroslar: 39.Torunıtay: 82.218, 275, 281.Türkiyat Mecmuas ı : 7.Türkiye: 79, 80, 82, 83, 85, 86, 87, 88, 89, 91,Totemizm: 76.96, 101, 102, 103, 106, 122, 123, 124, 130,133, 140, 141, 145, 146, 147, 155, 159,Tott, Baron de: 143, 144. 161, 174, 178, 290, 292, 323, 328.367


Türkiye Büyük Millet Meclisi: 329.Türkiye'nin iktisadi ve htimai Tarihi: 96.Türk(ler): 3, 4, 5, 11, 44, 47, 48, 51, 53, 54,52, 55, 57, 58, 60, 61, 62, 76, 77, 79, 80,82, 83, 84, 85, 87, 88, 89, 91, 92, 95, 96,97, 98, 100, 102, 103, 104, 107, 120, 124,129, 130, 135, 141, 143, 147, 150, 159,160, 161, 162, 166, 173, 174, 175, 180, 181,184, 187, 188, 200, 212, 216, 217, 218, 230,237, 239, 252, 253, 254, 264, 265, 266,267, 268, 269, 272, 274, 275, 276, 277,278, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 285, 286,290, 291, 304, 309, 322, 325, 326, 328, 329.Türkler Aras ında : 159.Türkmen(ler): 45, 60, 75, 76, 80, 82, 83, 84,85, 87, 88, 89, 91, 94, 107, 108, 109, 115,271.Türkoloji: 82.tütün: 133.tütün imtiyaz ı: 222.Tycho-Brache: 131.UUbeyd b. Şerye: 1, 33.Ubeydullah Ahrâr: 300.Ubeydullah Han: 288, 289.Uc beyleri: 91, 95.Uc (bölgesi): 94, 95.Uça bard ı : 54.Uçmak: 54.Ugan, Zakir Kadir': 2, 4.ukâra: 311.Ukbe: 33.ulak: 283.Ulema-i râsihin: 303.Ulema-i zevahir: 303.Uluğ Bey: 103.Uluğ Bey, Balaban: 280, 281.ulfthiyet: 18.Umur-ı Nafia: 150.Unat, Faik Re şit: 8.Uniterian: 141, 142.Upanişad(lar): 310, 311, 312.Urabi Pa şa: 221, 239, 240, 255.Urfa: 45, 180.el-Urvat el-Vuska: 221, 223, 224, 228, 240.Usul el-Hikem fi Nizam el-Vmem : 141.Utbi: 5, 58, 70, 265, 266.Titilitarianism: 250.Uygarlık: 224.Uygurca: 103.Uygur(lar): 44, 45, 52, 54, 55, 57, 60, 76, 87, 299.Uyun el-Ahlıcır : 71.Uzunçar şılı, İsmail Hakkı: 138, 140.ÜÜçleme (Hindu): 311.Üçok(lar): 60.Ülken, Hilmi Ziya: 134.Ümmet: 217.t meyye: 15, 22, 64, 75.Üsküp: 9, 179.Üstüvani Mehmed: 128, 129.Üveysilik: 300.VVadi el-Kura: 64.Vandet-i Şulınd: 304, 317.Vandet-i Vücud: 110, 125, 183, 304, 305, 317.Vahhabi(lik): 184, 189, 219, 221, 321.Vahy: 25, 230, 232, 253.Vak`a-i Hayriye: 149.el-Vakâ'i el-M ısrıyye : 192, 239.Vak'anüvis(lik): 12, 13.Vakıf: 255.el-Vâltidi: 2, 41, 69.Van: 180.Vandallar: 51.Varna: 7.yasal: 61.Vâs ıf: 13.Vâs ık: 40.Vâs ıl b. Ata: 27.vasi: 25.Vasiyet-name (Birgivi Mehmed): 108.vasl: 305.Vatan yahut Silistre : 166.Vatikan: 185.Vauban: 148.Vayhand: 268.Veba: 150.Vedalar : 310.Vedânta: 304, 311.Vefik Pa şa, Ahmed: 217.vehm: 224.Vekayi-name: 7, 124.Velâyetname-i Hac ı Bekta ş- ı Veli : 86.368


Veled Bey Tekelü: 289.Veli, Şeyh: 128.el-Velid (b.Abdülmelik): 21, 22, 69, 71, 264.Velidedeoğlu, Hıfz ı Veldet: 168.Veli-Ullah, Şah : 314, 316, 317, 318, 319, 320,321, 322.Venedik: 49, 88.Vermiş : 273.Vico: 132.Vidin: 179.Viragi, Bâbâlâl: 310, 312.Vişnu: 311.Viyana: 9, 10, 96, 97, 120, 140, 147, 162, 184.Viyana Nat. Bibliothek: 9.Vize: 179.Voltaire: 190, 191, 192, 244.Von Kremer: 26, 72.Von Le Coq, A.: 52, 55.Voyvoda: 180.Vükelâ: 151.Wales: 326.Wittek, Paul: 95.Wright: 121.Wüstenfeld: 2.WYYafa: 36.Yafes b. Nuh: 92.Yağı Basan: 81.Yah şi Fakih: 8.Yahudi(lik): 25, 27, 142, 155, 178, 179, 185,234, 293.Yalıya el-Bermeki: 2, 40, 41.Yahya Efendi, Şeyhülislâm• 128.Yahya b. Halid: 40, 69.Yahya Maneri: 301, 313.Yak ın-Do ğu: 80, 214, 216.Yakub b. Leys: 264.Yakub, Şeyh: 295.Yakubi: 17, 72.Yakut: 39, 67, 279.Yaratma: 311.Yarl ık: 57.Yavuz Selim (I): 9, 12, 96, 106, 107, 109,el-Yaz ıcı, Nasıf: 210, 211.Yazıcı-zade Ali: 7, 93.Yemen: 1, 62, 178, 180, 181, 292.yemin: 164.Yemin el-Devle (Mahmud): 58, 266.el-Yemini (Kitap, Tarih): 5, 58.Yeni Ahd: 310.Yeni Kad ın: 261.Yeni 1Vlutezili Modernizm: 319.Yeni Osmanlılar 169.Yeniçeri(ler): 86, 101, 106, 143, 145, 149, 151.Yeni-Eflâtunculuk: 46.Yesevi, Hoca Ahmed: 77, 300.Yesevilik: 76, 77.Yeseviye: 77.Yesi: 77.Yezid: 18, 20, 127.Yezid (II): 21.Yıldırım Han (Bayezid I): 8, 102, 104, 299.Yıldız Sarayı : 11.Yıldız, Tacüddin: 275, 276, 277.Yinanç, Mükrimin Halil: 7, 8.Yirmisekiz Mehmed Çelebi: 141.Yoga Vdsista: 310.Yogi: 303, 313.Yohanna, Şaml ı: 26.Yozgat: 110.Yunan: 5, 26, 29, 42, 43, 45, 46, 135, 136, 137,138, 192, 200, 229, 324.Yunanca: 29, 42, 46, 124, 139.Yurdayd ın, Hüseyin: 10, 11.Yunus Emre: 86.Yusuf: 57, 264.Yusuf, Çerkesler Kâtibi: 9.Yusuf Hemadani: 77, 300.Yüksek Mü şavere Kurulu: 202.Zafir, Muhammed: 219.Zaglül, Sa'd: 220.zahir: 25, 63.zalim: 19.Zamme: 311.Zap: 36, 38.Zarif, Mir: 307.ez-Zebidi, Seyyid Murtaza: 176.Zekeriya, Şeyh Tac el-Arifin: 295.115. Zemarchos: 52.Zenbilli Ali Efendi: 100.Zengi, Nureddin: 70, 73, 74.Zerdüşti(lik): 4, 293, 295, 313.Z369


Zeyd: 108. Ziyad: 22.Zeydi(ler): 181. Zubdet el-Nusre: 6.Zeynel Abidin: 32. el-Zuhri, Ibn Şihab: 33.Zeytune camii: 180, 202. Zulmetten Nura: 172.mmmkler) ; 302 Zübdet el-Tevarih: 12.Zınd ık(hk): 117. Zübeyde: 42.Zikir• 76, 108. Zübeyr: 15, 16, 20, 21.Zikrullah• 111. el-Zühd : 1.Ziton: 138. Zühd ve takva: 27, 28.Ziya Paşa: 159, 166, 169, 329. Zülkadriye: 180.370

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!