12.07.2015 Views

imam mâturîdî'nin - Yeni Ümit

imam mâturîdî'nin - Yeni Ümit

imam mâturîdî'nin - Yeni Ümit

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

derin sırlarını açar ki, bu sayede “ene” –ben ve ego dadiyebilirsiniz– insanın en nuranî derinliği hâline gelir ve“Kenz-i Mahfî”nin lisan-ı fasîhi olur.Onu bilmeyen ve mahiyetinden haberdar olmayanlaragelince, onlar için “ene” öyle bir gayya ve bir girdaptırki, şimdiye kadar ne dev cüsseleri yutmuş, nice Herkülleriyere sermiş, ne hanlar devirmiş ve ne hanümanları yerlebir etmiştir. Yükselenler onun acz u fakr kanatlarıyla yükselmiş,çakılıp yerinde kalanlar da onun çalım, gurur veiddialarının kurbanı olmuşlardır. O, imanla doğru okunmadığı,mahiyetine acz u fakr esaslarına göre bakılmadığıveya kendini kendine mâlik saydığı, sayıp aynadaki suretihakikat sandığı durumlarda kibre girmiş, gurur mırıldanmış,bencillikle gürlemiş, kini, nefreti ve hiddetiyle hayvanlarıaratmamış, şehevânî istekleriyle hep bohemler gibiyaşamış, çalım, caka ve başkalarını hafife alma türündenkomplekslerden kurtulamamış ve kendi kendinin meshûruolmuş, çeşit çeşit illetlerle mâlul bir özürlü; şahsî hazlarındangayrı bir şey düşünmeyen/düşünemeyen hodbin birgurur âbidesidir. Kendini güçlü hissettiği ve fırsat da yakaladığızamanlarda, gözünü kırpmadan herkesi ezip geçenbir tiran bozması, hak ve hürriyetler konusunda saygısızbir nemrut ve Allah, Peygamber tanımayan bir nankördür.Zayıf ve güçsüz olduğu ya da ihtiyaçlarla kıvrandığı durumlardaise o, kapıkulu saydığı kimselerin bile ayaklarınakapanacak kadar zelillerden zelil zavallının tekidir.Aksine o, Allah’a imanla tenevvür edip acz u fakrınıkavradığı, beden ve cismaniyetin uydusu olmaktan sıyrılıpkalbî ve ruhî hayat ufkuna yöneldiği, şevk u şükürle şahlanıpHak rızasına kilitlendiği takdirde de âdeta müzekkâbir ruha dönüşür ve öteki yanı itibarıyla bütün fena huylarınmenşei olmasına mukabil bu derinliği açısından güzelahlâkın (mehâsin-i ahlâk) en temel unsuru hâline gelir.Şimdiye kadar pek çok mutasavvıf ve kelâmcı, bazen“ene” unvanıyla, bazen de “nefis” namıyla bu konu üzerindedurmuş ve önemli açıklamalarda bulunmuşlardır.Mevzuun tafsilatını onlara havale ederek, burada birkaçcümle ile de olsa Üstad Bediüzzaman’ın bu hususla alâkalımülâhazalarına temas etmek istiyorum:O, Kur’ân-ı Kerim’deki emanet hakikatinin 1 pek çokyönlerinden birinin de “ene=ego” olduğunu ifade sadedinde;“ene”nin Âdem (aleyhisselâm) zamanındangünümüze kadar insanlık âleminin etrafında dal-budaksalmış hem nuranî bir Tûbâ-i Cennet hem de müthişbir Zakkum-u Cehennem çekirdeği mahiyetinde olduğunuvurgular ve ona bu iki âlemin de kapılarını açacakbir anahtar nazarıyla bakar. Ona göre “ene”nin bu birbirindenayrı derinliklerinin temsilcileri ve bu temsilcilerinteşkil ettikleri cereyanlar da vardır. Bunlardan biri silsile-inübüvvet cereyanı, diğeri de diyaneti kabul etmeyen felsefeakımıdır. Din tanımayan ve diyanete baş kaldıranfelsefî cereyan/cereyanlar bir zakkum ağacı gibi çevrelerineher zaman şirk ve dalâlet zulmetleri neşretmiş veinsanlığın ufkunu karartmışlardır. Onlardan, aklı biricikesas kabul edenlerin dünyasında dehriyyûn, maddiyyûnve tabiiyyûn... gibi kimseler yetişmiş ve bunlar saf yığınlarınbaştan çıkarılmalarına sebebiyet vermişlerdir. Kuvvetve şiddeti öne çıkaranların atmosferinde Nemrutlar,Şeddatlar, Firavunlar boy atıp gelişmiş ve kitlelere kankusturmuşlardır. Hayatı, cismanî ve bedenî arzulara, isteklerebağlı götürenlerin çizgisinde insanın süflî hislerinigıcıklayan tanrıçaları, totemleri ve putlarıyla bohemliğeaçık ruhların başlarını döndürmüş ve yığınları akla-hayalegelmedik sapıklıklara sürüklemişlerdir.Nübüvvet cereyanına gelince o, “kuvve-i akliye” dalındaenbiyâ, mürselîn, evliyâ ve sıddîkîn meyvelerini yetiştirmiş;“kuvve-i dâfia” dalında âdil hâkimleri, melek gibi meliklerisemere vermiş; “kuvve-i câzibe” dalında da suret ve sîretgüzellikleriyle serfiraz ismet kahramanlarının gelişmesineortam hazırlamıştır. Bu açıdan, peygamberlik ufku itibarıyla“ene”nin bir kulluk unvanı ve esrar-ı ulûhiyetin de biraynası olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki, bu yörüngede“ene” kendini bir abd bilir, Yaratan’ın hizmetindeolduğunu düşünür; O’na karşı hâlisâne kulluğa yönelir vehemen her zaman O’nu hoşnut etme arkasından koşar. Aklınaaldanıp nefsine yenik düşenler, güzeli, çirkini birbirinekarıştırıp egoyu sabit bir hakikat şeklinde mütalaa edenler,dolayısıyla da, Hakk’a kul olacaklarına değişik mâlihülyalaradalarak cismanî hazlarından başka bir şey düşünmeyenler,varlık ve hâdiselere insanca bakıp onu muhteva enginliğiyleduyamayanlar, duyamayıp kendi bencilliklerinin darlığındaheba olup gidenler egoizm gayyaları içinde boğuladursunlar,“ene”deki sırrı anlayanlar yürürler Hakk’ın inayet gölgesindeO’nun rıza ufkuna doğru…3

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!