görü, fertler arasında sevgiyi ve saygıyı artıran, sosyalkatmanlar arasında güven ortamı oluşturan ahlâkî veinsanî bir erdemdir.İnsanlar arası münasebetlerde dengeyi koruyanve onları birbirine yaklaştıran hoşgörü, hissî bir tavırolarak ferdin bir konuda hemfikir olması, aldırış etmemesi,olaylara kayıtsız kalması veya kendi inançlarındanve özbenliğinden taviz vermesi değil, farklılıklarınşuuruna varması, değişik inanç, düşünce, kimlik vekültürlere anlayışla ve olgunlukla bakabilmesidir. Birdiğer ifadeyle hoşgörü, başkalarından nefret etmemeşuurunu kazandıran bir erdemdir, ahlâkî sistemlerinen temel unsuru ve diğer unsurlara kaynaklık edebilecekönemli bir ruh disiplinidir (Keskin 19967, 13).İnsan hak ve özgürlükleri çerçevesinde ise hoşgörüyü,hiçbir etnik yapı din, inanç, dil, kültür ve kimlikayrımı gözetmeksizin bütün insanları doğuştanberaberlerinde getirdikleri özellikleriyle kabul etmek,onlara kendilerine özgü bu nitelikleri konusunda yapacaklarıdüşünsel ve işlevsel durumlarda herhangi birengel çıkarmamak, bu hak ve özgürlüklerin dışarıdanbir müdahaleye maruz kalmadan rahat bir şekilde kullanımimkânı bulması diye tarif edebiliriz (Aslan, 33).Hoşgörü, dinde de çok önemli bir husustur. Günümüzde“dinî hoşgörü”, “dinî tolerans”, “dinî çoğulculuk”sıkça kullanılan kavramlardır. Bu kavramlar,fertlerin kendi ihtiyaç ve uygulamalarının yanı sıra,yeryüzünde farklı düşünen, inanan ve yaşayan başkakimselerin de var olduğunu, dolayısıyla bu farklılıklarınolgunluk içerisinde ve anlayışla karşılanması gerektiğiniortaya koymaktadır (Günay 1998, 428).İnsan hak ve hürriyetlerinin şemsiyesi altına girensahalardan biri de din ve inanç özgürlüğüdür. Dinve inanç hürriyeti, insanın sahip olduğu en önemlihaklardan biridir; inanç hürriyetinin diğer hak veözgürlüklerle de çok yakın münasebeti vardır. Tarihboyunca insanlar, din ve inanç özgürlüğü hususundaçok duyarlı olmuşlar; din ve inanç özgürlüğüne yapılanbaskılar ve zulümlerle canları pahasına mücadeleetmişlerdir. Tarih, bu tür olayların en büyük şahididir.Dolayısıyla din ve inanç özgürlüğü noktasında kaydedilecekgelişmeler “birarada yaşama tecrübesi” ve“dünya barışı” adına insanlık için çok ciddi bir kazançolacaktır (Çiçek 1998, 73).Bir inancın sadece zihinde, düşünce seviyesindekalması bir anlam ifade etmez, önemli olan bu inancınhiçbir baskıya ve kısıtlamaya maruz kalmaksızın ifadeedilmesi, açıklanması, yaşanması, yayılması fiiliyataAllah, bütün müminleri, gayrimüslimlerininançlarını, kendilerince kutsal saydıklarıdeğerlerini kötü bir şekilde anmamaları,onlara karşı hoşgörülü davranmaları noktasındauyarmıştır: “Allah’tan başkasınayalvardıklarına sövmeyin, sonra onlar dahaddi aşarak bilmeden Allah’a söverler.”(En’âm, 6/108)geçirilmesidir. Bu sebeple hak ve hakikatin ortaya çıkmasıiçin en geniş mânâda din ve inanç özgürlüğününsağlanması gerekir (Karatepe 1996, 109).Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm’ı insanlara tebliğettikten sonra, onları vicdanlarıyla baş başa bırakmış,iman edenleri “din kardeşi” olarak kabul etmiş,İslâm’ı kabul etmeyip eski din ve inançlarında kalmakisteyenlere karşı herhangi bir olumsuz tavır içine girmemiş,onlara gereken hoşgörüyü ve saygıyı göstermiş,Ashabına da böyle yapmalarını emretmiştir (Apak2003, 419). Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu uygulamasınıntemeli de yine Kur’ân’a dayanmaktadır. ZîrâKur’ân’da, Müslümanların gayrimüslimlere karşı nazikve hoşgörülü olmaları öğütlenir: “İçlerinden zulmedenlerhâriç, Ehl-i Kitapla ancak en güzel şekildemücadele edin ve deyin ki: Bizim Tanrımız da sizinTanrınız da birdir ve biz O’na teslim olanlardanız.”(Ankebût, 29/46). İman etmeyen insanlar, müsamahasızve olumsuz bir tavır ve tutuma sahip olsalar da, Müslümanlaronlara karşı davranışlarını daha da iyileştirmeli,lütufkâr ve yumuşak davranmalıdır. Bu sebeptende İslâm, gayrimüslimlere düşmanlıkta ileri gidilmemesini,hoşgörülü ve adaletli davranılmasını, onlarınhikmetle ve güzel öğütle Hak dine davet edilmesiniemreder (Nahl, 16/125). Bu olumlu tavır ve davranışlarneticesinde Müslüman olmayanlar, İslâm dini ve Müslümanlarhakkında olumlu kanaat edinecekler, belki dedost olacaklardır (Fussilet, 41/34; Mümtehine, 60/7).Allah, bütün müminleri, gayrimüslimlerin inançlarını,kendilerince kutsal saydıkları değerlerini kötübir şekilde anmamaları, onlara karşı hoşgörülü davranmalarınoktasında uyarmıştır: “Onların Allah'tanbaşka yalvardıkları tanrılarına hakaret etmeyin ki,onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp Allah'a hakaretetmesinler.” (En’âm, 6/108).14
Gayrimüslimlere tanınan din ve vicdan özgürlüğü,dinî ayin, ibadet, dinî eğitim-öğretim, ibadet yerleriniistedikleri gibi düzenleme ve idare etme gibi alanlardakendini gösterir. İslâm dini, her şeyden önce gayrimüslimlerekendi inançlarını koruma ve dinleriniserbestçe yaşama izni vermiş, bunun neticesinde Müslümanlarile gayrimüslimler asırlarca hoşgörü, huzurve barış içerisinde “birarada yaşama tecrübesi”nin engüzel örneklerini vermişlerdir. Bu açıdan “MedineVesikası/Medine Sözleşmesi” çok önemli bir örnektir.Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine’ye hicret edince,şehri idarî, siyasî ve hukukî bir yapıya kavuşturmakiçin bir anayasa hazırlamıştır ki, bu anayasa dünyatarihinin ilk yazılı anayasasıdır. Bu anayasaya MedineliYahudiler, Medineli müşrik Araplar ve MedineliHıristiyan Araplar iştirak etmiştir. Bu anayasa/sözleşme,dinî hoşgörü, din ve inanç özgürlüğü bağlamındaçok önemlidir. Yahudilere ve diğer dinî gruplara dinve inanç özgürlüğü verilmiş; inanç ve dinî ayinlerindeserbestlik tanınmıştır (Hamidullah 1990, 1: 197; Sarıçam2005, 278; M. Akif Aydın 1991, 3: 153).Hz. Peygamber (s.a.s.) Yahudileri Kur’ân’ın emriyle:“Allah’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir şeyiortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimiziilâhlaştırmasın.” (Âl-i İmrân, 3/64) şeklinde aralarındaortak bir söze çağırmıştır. Resûlullah (s.a.s.) başlangıçtanamazlarında Beytü’l-Makdis’e yönelmiş, –BakaraSûresi’nin 144. âyeti nâzil olunca kıble Mescid-i Haramolmuştur- Müslümanların Ehl-i Kitap tarafındanYahudiler ve Hıristiyanlar tarafından kesilen hayvanlarıyemelerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine izinvermiştir (Hamidullah 1: 586). Yine Resûlullah (s.a.s.),Yahudilerin cenazelerine insana saygı için ayağa kalkmış,bunu Ashabına da tavsiye etmiştir. Müşrikleringirmesini yasakladığı mescide, Ehl-i Kitap olan Yahudileringirmesine izin vermiştir (Sarıçam, 222).Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Yahudilere uyguladığı birdiğer dinî hoşgörü örneği ise şu şekildedir: İslâm’danönceki devirde, çocuğu olmayan Medineli Ensar veHazreçli aileler eğer çocukları olursa, onları Yahudiyapacaklarına dair söz vermişlerdi. Bunun sonucundaMedine’de bu yolla Yahudileşmiş bir miktar çocukda bulunuyordu. İslâm gelince bu Ensarlı ve HazreçliMüslüman aileler, bu yolla daha önceden Yahudileştirdikleriçocuklarını Müslüman olmaları için zorlamışlardı.Bunun üzerine Bakara Sûresi’nin 256. âyeti nâzilolmuştur: “Dinde zorlama yoktur, artık doğruluklaeğrilik birbirinden ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûtureddedip Allah’a inanırsa, kopması asla mümkün olmayanbir kulpa yapışmıştır. Allah, her şeyi bilen veişitendir.” (Yazır 1993, 2: 141). Yahudilerle yapılan BenîNadîr Gazvesi sonrasında Benî Nadîr Yahudileri yanlarına–yukarıda bahsettiğimiz– Yahudileşmiş çocuklarıda almak istemişler, Müslüman anneleri ve babalarıbuna engel olmak istemişlerse de, Resûlullah (s.a.s.)Yahudileşmiş bu çocukların Benî Nadîr Yahudileriylebirlikte gitmelerine izin vermiştir (Hamidullah 1: 584).İslâm Tarihi’nde Hz. Ömer (r.a) döneminde Yahudilereuygulanan dinî hoşgörüyle ilgili vereceğimiz şuörnek oldukça düşündürücüdür: Hz. Ömer (r.a) birgün Yahudilere ait Beytü’l-Makdis’e girip ahalisiyle görüştüktensonra, dönüşte toprağa yarı hâlde gömülmüşbir heykel kafası gördü. Daha sonra bunun Romalılarıngömdüğü bir Yahudi heykelinin kafası olduğunu öğrendi.Hz. Ömer (r.a) bu heykeli alarak eteğiyle sildi ve onutopraklarından temizledi (Sakallı 1996, 134).İslâm’ın gayrimüslimlere tanıdığı din ve inanç özgürlüğükonusundaki ayrıntılı bilgileri Resûlullah’ın NecranHıristiyanlarıyla ilgili uygulamalarında da görmekteyiz.Hz. Peygamber (s.a.s.), Necranlı Hıristiyanlara bir mektupgöndermiş, mektubunda onları İslâm’a davet etmiş,şayet kabul etmezlerse haraç ve cizye ödemelerini bildirmiştir(Köksal 1987, 17: 197; Hamidullah 1: 619).Resûlullah (s.a.s.) ile görüşmeye gelen altmış kişilikHıristiyan Necran heyeti, bir ikindi vakti Medine’ye gelerekMescid-i Nebevîde Resûlullah’ın (s.a.s.) huzurunaçıkmışlardı. Bu sırada ibadet vakitleri gelen NecranlıHıristiyanlar bu durumu Resûlullah’a (s.a.s.) bildirmişlerve Resûlullah (s.a.s.) da onlara mescidi bırakmıştır.Ashab-ı Kirâm’dan bazıları Necranlı Hıristiyanlara müdahaleetmek istemişlerse de Resûlullah, Ashabına onlarahiçbir şekilde dokunmamalarını emretmiş, NecranlıHıristiyanlar doğuya doğru dönerek rahatça ibadetleriniyapmışlardır (Köksal 1987, 17: 198; Hamidullah 1: 620).Necranlı Hıristiyanlar Resûlullah (s.a.s.) ile yaptıklarıgörüşmede, kendi dinlerinde kalarak haraç vecizye ödemek istediklerini belirtmişler ve bir anlaşmaimzalamışlardır. Anlaşmanın konumuzla ilgili kısmışu şekildedir: “Onların mallarına, canlarına, dinî yaşamve ayinlerine, hazır bulunanlarına bulunmayanlarına,ailelerine, mâbetlerine ve az olsun çok olsunonların mülkiyetinde bulunan her şeye şamil olmaküzere Allah’ın himayesi ve Resûlullah Muhammed’inzimmeti, Necranlılara ve onların bağlıları üzerine birhaktır. Hiçbir piskopos, kendi dinî vazife mahalli dışına,hiçbir papaz kendi vazifesini gördüğü kilisenin15