12.07.2015 Views

bülten 75 (pdf) - Bilim ve Sanat Vakfı

bülten 75 (pdf) - Bilim ve Sanat Vakfı

bülten 75 (pdf) - Bilim ve Sanat Vakfı

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BSVhavadis14. Dönem OsmanlıcaSeminerleri başladı<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı TürkiyeAraştırmaları Merkezincedüzenlenen Osmanlıcaokuma grubu, 28 Şubat-17Haziran 2011 tarihleriarasında devam edecek.14. dönem seminerleri,19 Şubat 2011’de yapılanseviye tespit sınavıneticesinde Matbu, Yazma<strong>ve</strong> Arşiv olmak üzere üçayrı seviyede açılan 10 grup(yaklaşık 450 kişi) ile 28Şubat’ta başladı.25 Haziran-30 Temmuz2011 tarihleri arasındadevam edecek 6 haftalık15. dönem seminerleri içinbaşvurular 3-17 Haziran2011 tarihleri arasındaonline olarak kabuledilecektir.Fotoğraf Neyi Anlatırprogram dizisi başladı<strong>Sanat</strong> AraştırmalarıMerkezi’nin önceki yıllardadüzenlediği Sinema Sohbetleri,Türk Romanına KritikYaklaşımlar <strong>ve</strong> MimariDüşünceler başlıklı programlarıile ülkemizin önde gelensanatçı <strong>ve</strong> bilim adamlarındanalanlarına özgü meseleleribizzat dinleme <strong>ve</strong> bu meselelerüzerinde tartışma imkânıoluşmuştu. SAM, 2010-2011döneminde <strong>Sanat</strong> Tarihine[Mümkün] Bakışlar ile başladığıprogram dizilerine, Tuba Deniz<strong>ve</strong> Hilal Turan’ın hazırladığıFotoğraf Neyi Anlatır? isimliyeni bir program dizisiyledevam ediyor. Fotoğraf üzerinedüşünme gayesi ile düzenlenenbu toplantılar serisinde KamilFırat, Özcan Yurdalan, MerihAkoğul, Loris Medici gibi ustafotoğrafcıların konuk edilmesiplanlanıyor.3


BSVhavadisKısa Film Atölyesi sona erdi<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezibünyesinde gerçekleştirilen,koordinatörlüğünü FaysalSoysal’ın üstlendiği Kısa FilmAtölyesi sona erdi. Atölyekapsamında çekilen Fernando &Macellan, Duvar, Obsesyon isimlikısa filmler 16 Nisan 2011tarihinde Vefa Salonundaseyircilerle buluştu.Ayrıca gösterim programında,geçen yıl gerçekleştirilen YalnızKondu, Kıl(l)ık, Ademin Gerçeğiisimli kısa filmlerin tekrarına yer<strong>ve</strong>rildi.Müslüman KültürlerdeKadın: Din, Kimlik <strong>ve</strong>Cinsiyet AnlatılarıOkuma Grubu başladı<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezibünyesinde gerçekleşenMüslüman Kültürlerde Kadın:Din, Kimlik <strong>ve</strong> Cinsiyet Anlatılarıokuma grubu Dr. des. NagihanHaliloğlu yönetiminde 28Nisan’da başladı. Bu okumagrubunda Neval Cebbâri, AsiyeCebar, Fadya Fakir, Azer Nefisigibi yazarlardan yola çıkarakdeğişik Müslüman kültürlerdeyetişmiş günümüz kadınyazarlarının din, cinsiyet <strong>ve</strong>kimlik temalarını nasıl işlediğiincelenecektir.Hayal Perdesi21. sayısıylaokuyucuyla buluştuHayal Perdesi 21. sayısındafilm festivallerini dosyaolarak kapağına taşıdı.Dosyada, Burçak Evren, AlinTaşçıyan, Azize Tan, LalehanÖcal, Ahmet Boyacıoğlu,Derviş Zaim <strong>ve</strong> İhsan Kabilyazı <strong>ve</strong> söyleşileriyle filmfestivallerinin artıları <strong>ve</strong>eksilerini tartıştılar. “Film,akıl <strong>ve</strong> kalple yapılır” diyenDerviş Zaim son filmiGölgeler <strong>ve</strong> Suretler’i; sanatçısöylemi <strong>ve</strong> filmleriyle Bosnatoplumuna ayna tutmayısürdüren Aida Begiç, yapımaşamasındaki yeni filmiBait’i Hayal Perdesi’neanlattı. Ayrıca, YusufŞahin sineması ekseninde,Ocak ayında Mısır’dagerçekleştirilen devriminsosyo-politik zeminine ışıktutan çalışmasıyla RaymondBaker Hayal Perdesi’nde...4


622 Mart 2011KüreselAraştırmalarMerkeziKAMKAM Milliyetçilik KonuşmalarıParçalayanMilliyetçilik(ler)Değerlendirme: Bilal YıldırımFerhat KentelMilliyetçilik Konuşmalarının üçüncükonuğu İstanbul Şehir Üni<strong>ve</strong>rsitesiSosyoloji Bölümü’nden FerhatKentel oldu. Kentel, “Türkiye’demilliyetçilik nasıl öğreniliyor <strong>ve</strong>pratiklere aktarılıyor?” sorusunacevap <strong>ve</strong>rebilmek için önce “ne öğreniliyor”sorusuna cevap bulmakgerektiğini belirterek başladığı konuşmasında,Türk olmanın kitaplardanöğrenildiğini <strong>ve</strong> böylece kişiselyorumların dışında bir kurguinşa edildiğini ifade etti. Buna göre,modern zamanlardan Osmanlı’nındağılışına <strong>ve</strong> oradan da TürkiyeCumhuriyeti’nin kuruluşuna deksürekli değişen bu kurgu sürecinde,Türklüğün inşası önem kazandı <strong>ve</strong>özellikle belirli bir tür Türklük anlatılmayaçalışıldı. Ancak bu anlatılanTürklük de sabit bir içeriğe sahipolamadı.Birçok farklı yoruma rağmen, Türkulusal kimliğinin inşasında iki temelkanal olduğunu düşünen Kentel,bunlardan ilkinin Fransız milliyetçiliğiniörnek alan <strong>ve</strong> toprak esasınadayandığı için farklı unsurlarıkapsayabilen bir anlatı; diğerininise, ırkçı <strong>ve</strong> ötekini dışlayıcı biranlatı olduğunu belirtti. Kentel’inMahmut Esat Bozkurt’u örnek olarak<strong>ve</strong>rdiği ikinci anlatıya göreTürkler, kökenleri Orta Asya’daolup Anadolu’ya göç etmiş bir ırktır.Bu ikinci anlatının teorik kökeninde–Fransız milliyetçiliğine nazarankültüre daha çok göndermedebulunan– Alman milliyetçiliğibulunmaktadır. Bu anlatının ortayaçıkmasında, Osmanlı ordusundagörev almış Alman subayların etkisi,Kentel’e göre, bir başlangıç teşkiletmektedir. Dolayısıyla, çöküş sürecindekibir devletin <strong>ve</strong> dağılmaktaolan bir toplumun mensuplarınınpsikolojisi, yenilen toplumlarınyenenler karşısındaki pasif konumunubir kez daha temsil etmekte<strong>ve</strong> dışlayıcı milliyetçiliğin nedenleriniortaya koymaktadır. Kentel’egöre bu iki anlatının etkisiyle Türkmilliyetçiliği, aslında oldukça zayıfolması gerekirken, –her yöne çekilebilirolması dolayısıyla– herşeydengüç toplayabilen bir strateji halinialmıştır.Kentel, François Georgeon’un ŞevketSüreyya Aydemir okumalarınadayanarak Aydemir’in Suyu ArayanAdam’ındaki genç Türk subayının,dağılmakta olan OsmanlıDevleti’ne karşı bir Türk gencinindurduğu yeri temsil ettiğini belirtti.Bu genç, büyük bir imparatorluğuntopraklarını gösteren bir haritanınkarşısında hem gurur duymaktahem de sorumluluk yüklenmektedir.Lakin yapılan savaşlarnedeniyle bu gencin karşısına haritalarsürekli değişerek çıkmaktadır.İşte bu ortamda, ilk önce, Turancılığınizlerini taşıyan, Batı’dankopup Doğu’ya doğru kayan bir haritahayal ediliyor. Sevr döneminegelindiğinde ise, Anadolu’nun küçükbir kısmını, Ankara <strong>ve</strong> çevresiniiçeren, kuraklığı temsil eden <strong>ve</strong> sarırenkle gösterilen bir bölge Türklerekalıyor.Bugün de karşımıza büyük Ermenistan’ıya da Kürdistan’ı gösterenyahut Doğu Anadolu’yu İsrail’edâhil eden haritalar çıktığını ifadeeden Kentel, insanların vatanmefhumuna sahip olabilmesi içinbir haritaya ihtiyaç olduğunu <strong>ve</strong>bu haritanın da hiçbir zaman sabitkalamadığını ortaya koydu. Günümüzdende örnekler <strong>ve</strong>ren Kentel,gerçek ya da hayalî tehditler neticesindeharitanın, insanların zihinlerindedahi olsa hâlâ değiştiğinibelirtti. Böylece, zayıf bir milliyetçilikkurgusu inşa edilirken,paradoksal bir şekilde, kendiniyeniden üretebilen güçlübir milliyetçilik stratejisininortaya konduğu tespitindebulundu.Eskiyi <strong>ve</strong> gelenekseli tanımlayıpsınıflandırarakyeniyi <strong>ve</strong> moderni ortayakoymaya çalışantepeden inmeci kopuşteorilerine rağmenbir de sürekliliğinolduğunu belirten


KüreselAraştırmalarMerkeziKAM8lışmalarını sürdürenHale Eroğlu Sağer, Çincekonuşan Müslümanlarıele aldı. Sunum boyuncaÇinli Müslümanların Çinkültür havzası içinde varlıklarınıkoruma mücadeleleri<strong>ve</strong> bu kültürle girdikleri ilişkilerçeşitli örneklerle tartışıldı.Genel olarak Çin’deki Müslümanların“Uygurlar” olarak tanındıklarını;ancak bugün Çin’deMoğol, Tibet <strong>ve</strong> Han olan Müslümanlarında varolduğunu belirtenSağer, Çin’de yaşayan 55 etnikgrubun 10 tanesini Müslümanlarınoluşturduğunu dile getirdi. Sağer’egöre Müslümanlar çoğunluklaÇin’in kuzeybatısında yoğunlaşırkenÇince konuşan MüslümanlarÇin’in dört bir yanına dağılmıştır.Gansu, Ningxia <strong>ve</strong> Yunnan eyaletlerindeyoğun olarak yaşayan ÇinliMüslümanlar özerk bir bölgeyesahiptir: Ningxia Hui Özerk Bölgesi.Müslümanların tarihsel olarakÇin’in siyasî hayatında <strong>ve</strong> kültüründeetkili olduklarını dile getirenSağer, Müslümanların 19. yüzyılınikinci yarısındaki isyanların birindeYunnan’da Sultan Süleyman ismiylede bilinen Huî general Du Wenxiuliderliğinde Panthay Devleti’nikurduklarını dile getirdi.de yaşayan Müslümanlar, zamaniçinde büyüyerek Çin hanedanlarınınyakın çevresinde de görevleralmışlardır. Düşünce olarak daİslâm’la bağlarını sürekli güçlü tutmayaçalışan Çinlilere göre doğruluğuispatlanmamış olsa da Hz.Muhammed’in amcası Sa‘d b. EbiVakkas’ın türbesi Guangzhou’dabulunmaktadır.İslâm’ın yayılışının ilk yıllarındaticarî, askerî ya da siyasî amaçlaÇin’e gelen Müslümanlar Çin’deuzun süre kalarak yerli halkla ilişkikurmuşlardır. Çinlilerle evlenipkendi çevrelerinde camiler inşaederek küçük topluluklar halin-Tang Hanedanlığı’ndan sonra Çin’iele geçiren Moğol hükümdarlarınİslâm coğrafyasının farklı bölgelerindenMüslümanları Çin’e getiripgörevlendirdiğini belirten Sağer,bu geleneğin sonraki hanedanlartarafından da sürdürüldüğünüsöyledi. Böylece Müslümanlar imparatorluğuniçinde önemli görevleregelebilmekteydi. Örneğin Çinlibir tarihçiye göre Avrupalılardanönce Amerika kıtasını keşfettiği iddiaedilen komutan, Müslüman birÇinli olan Zheng He’dır.Ming Hanedanlığı dönemine gelindiğindeMüslümanların Çin’eadapte olmaya başladıklarını ifadeeden Sağer, bu dönemde ÇinliMüslümanların asimile olmayabaşladıkları tezine ise katılmadığınıdile getirdi. Sağer’e göre bununsebebi asimilasyon tezinin enönemli argümanı olan “Çinlileşme”kavramının zorluğu <strong>ve</strong> karmaşıklığıdır.Çin’in çok büyük bircoğrafyada yaşayan, aralarında dil<strong>ve</strong> kültür farklılıkları bulunan insantopluluklarından oluştuğunu<strong>ve</strong> “hangi Çin?” <strong>ve</strong> “nasıl bir Çinlileşme?”sorularına kolaylıkla cevap<strong>ve</strong>rilemeyeceğini ifade etti.Sunumun bundan sonraki bölümündeadaptasyon tezini doğrulayacakbilgileri dinleyicilerle paylaşanSağer, çeşitli fotoğraf <strong>ve</strong> görüntülerleÇinli Müslümanların Çin’-deki sosyal <strong>ve</strong> kültürel hayatın içindenasıl varolduklarını açıklamayaçalıştı. Özellikle mimari <strong>ve</strong> kaligrafiüzerinde duran Sağer, Çin mimarisiile yapılan camilerin <strong>ve</strong> bazı İslâmîkavramların Çin karakterleri ile nasılyazıldıklarına dair ilginç örnekler<strong>ve</strong>rdi. Çinli Müslümanların inşaettikleri camilerin birçoğu genelşehir mimarisinin dışına çıkmayacakşekilde planlanmış <strong>ve</strong> bazısembollere de İslâmî yorumlar getirilmiştir.Sağer’e göre Çinli Müslümanlaryoğun bir şekilde Konfüçyanizmile etkileşim halindedir<strong>ve</strong> bunun en önemli örneği Arapçakavramları Konfüçyen metinlerdenelde ettikleri kavramlarla Çinceyeçevirmeleridir. Etkileşimin bir diğergöstergesi de Konfüçyanizm’inhem etik hem de kozmolojik anlatısınınİslâm’ın özü ile çelişmediğinedair tezlerin dönemin ÇinliMüslüman âlimleri tarafındanvurgulanmasıdır.Çinli Müslümanların homojenbir etnik grup olmadığınıdile getiren Sağer, etnikayrımın Müslümanlariçin tarihsel olarak kullanılan“Hui” kelimesininÇin Halk Cumhuriyeti


KüreselAraştırmalarMerkeziKAM10Ordunun sistem içindeki konumunabaktığımızda ise karşımıza şöylebir tablo çıkmaktadır. Nasır, potansiyelbir darbe ihtimaline karşın,kendine sadık üst düzey komutanlaryoluyla orduyu siyasetten uzaktatuttu <strong>ve</strong> orduyu dengeleyebileceksivil bir unsur olarak “Arap SosyalistBirliği”ni kurdu. Sedat ise Nasırsızlaştırmapolitikası çerçe<strong>ve</strong>sinde“Arap Sosyalist Birliği”ni parçalayarak<strong>ve</strong> Nasır’a yakın üst düzeykomutanları tasfiye ederek kendineyakın generalleri bunların yerinegeçirdi <strong>ve</strong> orduyu siyasetten uzaktutmaya çalıştı. Mübarek ise orduyukendine müttefik yaptı. Orduyusiyasetten uzak tutmakla beraber,ekonomik yapının içinde çok genişimkânlar sağladı. Mısır’da gıda, savunma,altyapı gibi çok önemli sektörlerdeçok büyük ayrıcalıklara sahipolan ordu, sistemin tam kalbindeyer almaktadır. Polisin durumunabaktığımızda, 1974’de 150 binolan polis sayısı, 2009’da ise 1,5 milyonuaşmış durumda. İçişleri Bakanlığıçalışanların sayısı ise 1,7milyon; bunların 850 bini resmi polis,400 yüz bini sivil polis, 450 binide merkezi gü<strong>ve</strong>nlik gücünde çalışmaktadır.Bu sistemde ordu çokdaha etkin olmasına rağmen, halkdüzenlemeninpiyasaşartlarına göre oluşturulacağınıduyurdu.1990’ların sonunda buuygulamaların etkisi iletarım kesiminde ciddi ayaklanmalar yaşandı. Ancaktam da bu tarihlerde İslâmîhareketleri bastırmak içinyoğun çaba harcayan Mübarek,bu ayaklanmaları da terörizmkapsamına sokarak bastırdı.1991’de uyum politikaları gereğincegelişme için sosyal fonoluşturuldu. Bu fon kapsamındaalt-orta sınıflar müteşebbis olmalarıiçin teşvik edildi. Bu politikalar Mısırhalkı için önemli bir dönüşüm aracısayılabilir; zira bu politikalar sonundaortaya çıkan bazı rakamlar şöyle:2009’daki işsizlik oranı %21. 2003’-ten beri asgari ücret belirlenmişdeğil. Kamu sektöründe ortalamamaaş 684 Mısır poundu (yaklaşık136 dolar), özel sektörde ise 560 pound(yaklaşık 115 dolar). En düşükaylık 142 Mısır poundu; yani günlük1 doların altında. Bu gelire sahip birmilyondan fazla insan bulunmakta<strong>ve</strong> bu rakamlara işsizler dâhil değil.Bu rakamlar Mısır halkının ekonomikdüzeyinin gelişimi açısındanönemli ipuçları barındırmaktadır.uluslararası hukuk düzlemindebu sorgulamanınhangi kavramlaretrafında yapılanetimsüresince çıkarılan kanunlarauygunsuz davranışları yargılayan“Sıkıyönetim Mahkemesi”, ikincisibir nevi “Devlet Gü<strong>ve</strong>nlik Mahkemesi”,üçüncüsü ise ispatlanmayaniddiaları önlemek <strong>ve</strong> muhalefetibaskı altına almak amacıyla kurulan“Değerler Mahkemesi”. Bu mahkeme,1990’larda Müslüman Kardeşler<strong>ve</strong> diğer muhalif İslâmî gruplarınyargılanması için kullanıldı. Bu sistemdeayrıca devlet başkanının istediğidosyayı sıkıyönetim mahkemesinegönderme yetkisi vardır. Ayrıca,45 günlük gözaltı süresinin sınırsızuzatılması, terörle ilişkilendirilerekkeyfi tutuklama yapılması <strong>ve</strong>yaevlerin aranması gibi uygulamalarinsanların günlük hayatını olumsuzyönde etkilemektedir.Sunumunun ikinci kısmında özgürlüksorununu ele alan Atacan,Mısır’ın çok ciddi bir polis-devletiolduğunu ifade etti. Bu yapıyı kuran<strong>ve</strong> koruyan şey ise, 1980’den beriözellikle toplumu dönüştürmeyeçalışan gruplara karşı uygulanan <strong>ve</strong>artık olağan hale gelen sıkıyönetimtemelli hukuk sisteminden başkabir şey değildir. Bu sistemin devamlılığınısağlayan üç tane özel mahkemebulunmaktadır: Birincisi, sıkıyö-la karşı karşıya gelmediği için halknezdinde polisten çok daha prestijlibir konumda yer alma avantajınıelde etmiştir.Sunumunu, böylesi bir toplumdaadâlet istemenin insanların en doğalhakkı olduğunu belirterek bitirenAtacan’ın katılımıyla gerçekleşenprogram soru-cevap faslıylasona erdi.Filistin MeselesininGelişimi <strong>ve</strong> Kudüs’ünStatüsü:Kanunun Gücü mü,Gücün Kanunu mu?(The Evolution of thePalestine Problem and theStatus of Jerusalem: Forceof Law or Law of Force?)26 Şubat 2011Değerlendirme: Özgür DikmenHans KöchlerUluslararası toplumu ilgilendirenkonularda meşruiyetinsorgulanmasınınneye dayanılarak yapılabileceğini<strong>ve</strong> modern


KüreselAraştırmalarMerkeziKAM12İsrail’in Gü<strong>ve</strong>nlik Konseyi’nin etkisizliğinide göz önünde bulundurarak1967 işgalinden sonra 1980’deDoğu Kudüs’ü tekrar işgal ettiğinidile getiren Köchler, İsrail ilhak kanunununKudüs’ün herhangi birşekilde uluslararası bir statü kazanmasınaengel olduğunu ifade etti <strong>ve</strong>bu durumun BM’nin herhangi birkararını tamamen etkisiz bırakacağınıda ekledi.çevresine ayrı bir uluslararasıstatü <strong>ve</strong>rilmesi öngörüldüğünühatırlatan Köchler,1949/303 sayılı BM GenelKurulu kararının Kudüs’te yaşayanlarhakkında geniş haklardansöz ettiğini ancak bununuygulamaya konulamadığını belirtti.Bu bağlamda İsrail Devleti’nin1947 tarihli Bölünme Planı’ndanhemen sonra kurulsa da kuruluşununbu plan temelinde olmadığınıçarpıcı bir şekilde ifade edenprofesör, 1948’de BM tarafındanöngörüldüğü üzere iki devlet değilbir devletin ortaya çıktığını <strong>ve</strong> sınırlarınında öngörülenin çok ötesindeolduğunu belirtti. Bu durumun,kurumların hukukî yetersizliği sebebiylehukukî bir boşluk oluşturduğunubelirten Profesör, BM Gü<strong>ve</strong>nlikKonseyi’nin de bu çerçe<strong>ve</strong>dehareket ettiğini <strong>ve</strong> durumu düzeltmekiçin BM Sözleşmesi’nin 7. Bölüm’ünde<strong>ve</strong>rilen yetkiler dâhilindeherhangi bir zorlayıcı tedbir almadığınıortaya koydu.Konuşmasının Kudüs’ün mevcutstatüsüne ayırdığı bölümünde Köchler,corpus separatum yaklaşımındaBM organlarının yetki aşımında bulunduğunu<strong>ve</strong> zaten bu yaklaşımında pratiğe geçirilemediğini belirttiktensonra, Kudüs’ün statüsünün1948 yılında İsrail’in kuruluşunutakip eden dönemde Ürdün’le yaşanansilahlı çatışmalardan sonra ikitarafın komutanları tarafından belirlendiğinisözlerine ekledi. AncakKAM Afrika KonuşmalarıMüslümanToplumlardaDemokratikleşme:Tahrir Meydanı <strong>ve</strong>Türkiye(Democratizing MuslimSocieties: Lessons fromTurkey and Tahrir Square)Ali A. MazruiKonuşmasının sonuç bölümünde,Kudüs’ün statüsü hakkındakikararların <strong>ve</strong> kanunların, teori <strong>ve</strong>pratik; hukuk <strong>ve</strong> siyaset arasındakiciddi eşitsizliği dramatik bir şekildegözler önüne serdiğini ifadeeden Köchler, hukukun bu tablodaoldukça sönük kaldığını <strong>ve</strong> meşruzorlama kapasitesine <strong>ve</strong> yetkisinesahip tek BM organı konumundakiGü<strong>ve</strong>nlik Konseyi’nin de ABD16 Mart 2011Değerlendirme: Hatice Uğurtarafından, <strong>ve</strong>to yetkisi aracılığıylaetkisiz hale getirildiğini sözlerineekledi. Sözlerine, bu durumun “hukukungücü” ile “gücün hukuku”arasındaki karmaşık ilişkiye işaretettiğini belirterek devam eden Profesör,işgal edilen topraklar hakkındaİsrail meclisinde yapılan yenibir düzenlemeyle, işgal edilmişherhangi bir toprağın referandumolmadan <strong>ve</strong>ya mecliste üçte ikiçoğunluk sağlanmadan müzakereyoluyla geri <strong>ve</strong>rilemeyeceğini ilerisürdü. Köchler ayrıca, FilistinliAraplar’ın self determinasyon’unyanı sıra yabancı işgale direnme<strong>ve</strong> Doğu Kudüs’ün işgaline karşıönlemler alma haklarının olduğunada değindi <strong>ve</strong> BM Gü<strong>ve</strong>nlikKonseyi’nin etkisizliği durumunda,bölgedeki devletlerin, BM’-nin Filistin konusunda aldığı kararlarınuygulanması konusundabirlikte önlem alabileceklerini <strong>ve</strong>ortak hareket edebileceklerini desözlerine ekledi.Küresel Araştırmalar Merkezi’ninbaşlattığı “Afrika Konuşmaları” dizisininilk misafiri Prof. Ali A. Mazruiidi. Tunus’ta başlayıp Mısır’dadevam eden, ardından diğer Müslümantoplumlarda dalga dalga yayılandemokratikleşme talepleriniTürkiye’nin demokratikleşme öyküsüile karşılaştırmalı olarak elealan Prof. Mazrui, konuşmasınınilk bölümünü ağırlıklı olarakTürkiye’nin Atatürk devrimleriile yaşadığı demokratikleşmesürecine ayırdı.Prof. Mazrui, Türkiye’nin20. yüzyılın başında yaşadığıdemokratikleşmesürecinin İslâm Dünyasındabir ilk olmasınedeni ile çok önemli


KüreselAraştırmalarMerkeziKAMolduğunu vurguladıktansonra bunun Tavandan/Yukarıdan Demokrasi olmasınedeni ile son günlerdeİslâm Dünyasında yaşananTabandan Demokrasi girişimlerindenfarklı olduğunu ifadeetti:“Türkiye tarihindeki Tavandan/Yukarıdan Demokratikleşme girişimininön koşulu halkın taleplerindenziyade Batılılaşma <strong>ve</strong> laikleşmeydi.Saltanatın <strong>ve</strong> Hilafetin kaldırılmasıgibi tüm dünya Müslümanlarını etkileyendeğişimlerden sadece yerlihalkı etkileyen kılık kıyafetteki değişimlerekadar benimsenen tüm devrimler,demokratikleşmenin yanısıra Batılılaşma <strong>ve</strong> laikleşmeye dehizmet etmiştir. Emperyalist Batılıülkelere karşı bağımsızlığını koruyanTürkiye’nin kültürel açıdanyüzünü Batı’ya dönmesi büyük birparadokstur. Türkiye’deki demokratikleşmesürecinin en önemli özelliği,‘eski’nin sonlandırılıp yerine ‘BatılıYeni’nin geçirilmesidir.”Prof. Mazrui son günlerde Tunus’tabaşlayan <strong>ve</strong> ardından birçok Müslümantopluma sıçrayan gelişmeleriTürkiye’nin 20. yüzyılın başındayaşadığı demokratikleşme sürecindenfarklı olarak Tabandan Demokratikleşmeolarak adlandırdı.Yukarıdan gerçekleştirilen demokratikleşmehareketlerinin daha elitist<strong>ve</strong> dayatmacı bir kimliği olduğunuvurgulayan Mazrui, Ortadoğu<strong>ve</strong> Afrika ülkelerinde yaşanan bugelişmelerin nasıl sonuçlanacağıkonusunun önemli olduğunuifade etti. Ayaklanmaları daha iyiKonuşmasına 2008 yılındaLehman Brothers’ın batışıylaortaya çıkan küresel krizingelişmiş ülkelerde uygulanantüm iktisadî politikalararağmen iki yılı aşkın birzamandır devam ettiğinisöyleyerek başlayan BoğaziçiÜni<strong>ve</strong>rsitesi İktisatBölümü öğretimüyelerinden AhmetFaruk Aysan, budurumun krizleanlamakadına sorduğu bir dizisoruda Prof. Mazrui, ayaklanmalarınsadece bir Arap ayaklanmasışeklinde adlandırılmasının hataolacağına vurgu yaptı. İsyanlarındış sebeplerden ziyade iç etkenlerinetkisiye “şimdi” gerçekleştiğini;isyancıların ideolojik <strong>ve</strong> pragmatiksebeplerinin örtüşmesinin önemliolduğunu belirtti. İsyancıların antiemperyalistya da anti-Amerikancıbir söyleme sahip olmadığının <strong>ve</strong>İsrail da Amerika karşıtı gösterileryapmadıklarının altını çizdi <strong>ve</strong>gösterilerde tam anlamıyla demokrasinintalep edildiğini söyledi.Atatürk devrimlerinin İslâm Dünyasındakidemokratikleşme hareketlerininilki olduğunu <strong>ve</strong> hayatınher alanında girişilen demokratikleşmegirişimlerinin Batılılaşma <strong>ve</strong>sekülerleşme ile birlikte yol aldığınıbir kez daha ifade eden Mazrui, songelişmelerin Türkiye’nin tarihindeolduğu gibi katı bir demokratikleşmeyolunda ilerlemeyeceğini düşünüyor.KAM İktisat Konuşmaları“Yeni Normal”deGelişmiş Ülkeler <strong>ve</strong>Yükselen PiyasalarAhmet Faruk Aysan5 Şubat 2011Mazrui, yaşanan gelişmeleri coğrafîaçıdan bir ayrıma tabii tutarak,Afrika kıtasındaki ayaklanmalarınneredeyse tamamında –Libya hariç–iktidarların düştüğünü ancakArap Yarımadası’ndaki isyanlardahenüz bu tür bir gelişme yaşanmadığınıifade etti. Ancak genelanlamda bu isyan hareketlerininbir Arap rönesansına evrilebileceğikonusuna bir yandan şüphe ileyaklaşırken, öte yandan değişiminhalk tarafından talep edilmesininböyle bir sonucu da doğurabileceğiniifade etti.Değerlendirme: Salih KaymakçıMüslüman toplumlarda demokrasiningerçekleşmesini isteyen, ancakhalkların tercihlerine –geçmişteFilistin halkının Hamas <strong>ve</strong> Lübnanhalkının ise Hizbullah yönündekitercihlerine– itibar etmeyen Batılılarınbu sefer büyük bir imtihan ilekarşı karşıya olduklarını vurguladı.13


KüreselAraştırmalarMerkeziKAM<strong>ve</strong> teknolojik yapılanmaile hazır giyim sektöründekipazar payı ile Türkiye’deilk üçte yer alma <strong>ve</strong> dünyayaaçılmaya hazır Akdenizli Defactomarkasını yaratmak olduğuvurgulanmıştır.Defacto İnsan Kaynakları DirektörüOğuz Erdoğan eğitiminiaskerî okulda tamamlamış, 13dönem asteğmen mezun ederek,Yedek Subay Takım Komutanlığıyapmış <strong>ve</strong> bu süre zarfında insanyönetimi, topluluk psikolojisi <strong>ve</strong>farklı karakter özellikleri hakkındaciddi deneyimler elde etme imkânıbulmuş… 1995 yılında askeriyedenkendi isteği ile istifa edereközel sektöre geçiş yapan Erdoğan,Özdilek <strong>ve</strong> Tetaş gibi firmalardadeneyim kazanmış, 2008 yılındaise Defacto ailesine katılmış... Erdoğanbu süre içerisinde, askerîhayatındaki günlük tutulan toplantıdefterleri <strong>ve</strong> eğitim planlama konularıgibi deneyimleri özel sektöreuyarlamıştır.Sonuç olarak, kurumsalkarnenin işleri ölçülebilirhale getirerek geliştirilmesinekatkı sağladığı,yılsonunda ücret artışlarındaalınacak kararlardaetkili olduğu,sübjektif <strong>ve</strong>rilerinobjektife dönüşmesi,çalışan ile yönemu?”,“bu işi yapmak istiyor mu?”sorularının bireysel performansihtiyacını ortaya koyduğunu <strong>ve</strong>performans sistemini gerekli kıldığınıbelirtilmiştir. Defacto firması,bunu sistemsel olarak yapılandırıpyazılım ile destekleyerek en üsttenen alta kadar her kişinin ulaşabileceğibir BSC (Balance Score Card),yani “kurumsal karne” uygulamasıbaşlatmıştır.Ona göre insan kaynakları departmanınıngörevi, doğru insanlarıişe almak, geliştirmek, iyi bir performansortaya koymalarını sağlayarakelde tutmaktır. Performansyönetimine dair; “kişi nerede, nasılbir performans gösteriyor <strong>ve</strong> bu dışarıyanasıl yansıyor?” sorularına<strong>ve</strong>rilecek cevaplarla performansyönetim ihtiyacının tespit edilipuygulanabileceğini açıklamıştır.“Kişi bu işleri yapabilir mi?”,“kendisinden bekleneni biliyorİnsan Kaynakları kavramlarına değinenErdoğan; strateji, stratejikyönetim, planlama gibi kavramlarışu şekilde tanımladı:BSC sisteminin stratejik planlamayayardımcı olduğunu, firmayı yönetmedemali göstergelerin yeterliolmamasından dolayı bu sistemeihtiyaç duyduklarını belirten Erdoğan;başarı, kariyer gibi kavramları<strong>ve</strong>ri haline dönüştürdüklerini ifadeetti. Erdoğan, BSC sisteminin faydalarınıaşağıdaki şekilde sıralamıştır:• Pazar-müşteri odaklı stratejioluşturmak,• Oluşturulan stratejiyi tüm işletmeyeyaymak,• Stratejik hedeflerin günlük faaliyetlerleilişkisini kurmak,Strateji; fırsatları tanımlayıp parayadöndürme yolu, her şirketi farklıkılan değişim süreci, tehditleri minimizeetmek <strong>ve</strong>ya yakınından geçmemek,işletmenin kaynaklarını eniyi şekilde kullanmak, paydaşlarıtatmin etme süreci, rekabet farkınıyaratma hedefi, hedefe odaklanma,uzun vadeli bir bakış, değişimeyatırım, sektördeki değerleri anlama,eşsiz konumlanma <strong>ve</strong> “yapmayacaklarınıseçme” şeklinde farklıbiçimlerde tanımlanabilir.• Finansal ölçümlerle ilişkisiniStratejik Planlama; işi doğru yapmakdeğil, doğru işi yapmaktır. Birişi ne kadar doğru yaparsanız yapın,yanlış işi yaptıktan sonra birfaydası olmayacaktır.Planlama; hedefe ulaşmada ne,nerede, ne zaman, niçin, nasıl, kimiçin, kim tarafından, kaç paraya sorularınaüst yönetimin tam desteğiyleuygun cevapları <strong>ve</strong>rmedir.kurmak,Erdoğan DeFacto’nun ana hedeflerini;Finansal (büyüme), müşteri(marka bilinirliği), çalışan (çalışandevir hızının düşürülmesi) <strong>ve</strong> işsüreçleri (süreç <strong>ve</strong>rimliliği) olaraktanımladı. Kurumsal karnenin üçayda bir, yetkinliklerin (astlarımoti<strong>ve</strong> etme, başarı odaklılık,ikna kabiliyeti gibi) ise yılda birkez değerlendirildiğini belirtmiştir.15


KüreselAraştırmalarMerkeziKAM16timin beklentilerininortak noktada buluşmasındafayda sağladığıbelirtilmiştir.Gelir Yönetimi:Bilgiyi DeğereDönüştürme <strong>ve</strong> ParaToplama<strong>Sanat</strong>ı19 Şubat 2011Abdullah SevimliDeğerlendirme: Ramazan CoşgunSevimli, Gelir Yönetimi Direktörlüğü’nünkurulma aşamasında ilgilimodeller incelendikten sonrabankacılığın yaklaşım metodolojileriniTürk Telekom’a uyarlayarakdaha etkin <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rimlibir sistem oluşturulabileceğininfark edildiğini söyledi.Telekom sektöründe,diğer sektörlerinden farklıolarak gelir bilgilerininelektronik ortamda bulunmasıönemli gelirkaçakları ile karşılaşmaihtimalini arttırıdenetçi<strong>ve</strong> yöneticilik tecrübesindekazandığı en önemli fonksiyonlardanbirinin “bağımsız düşünebilmeyeteneği” olduğunu belirtti.Devasa kurumların reflekslerini <strong>ve</strong>dinamiklerini hareket ettirerek büyükhamleler <strong>ve</strong> projeler geliştirebilmekiçin bağımsız düşünebilmeyeteneğinin önemine dikkat çekti.Türk Telekom Gelir Yönetimi DirektörüAbdullah Sevimli, klasikyöntemlerin ötesinde kitaplardayazılı olmayan farklı bir yaklaşımiçerisinde yaşadığı deneyimlerini<strong>ve</strong> görüşlerini bizlerle paylaştı.Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Siyasal BilgilerFakültesi’nden mezun olduktansonra ilk olarak SayıştayBaşkanlığı’nda çalışmaya başlayanSevimli, Sayıştay Başkanlığı’nınanayasal anlamda tek denetim kuruluşuolmasının <strong>ve</strong> TBMM adınadenetim yapmasının “hakkaniyetedayalı bir denetim yapısı; yetiminhakkını koruma <strong>ve</strong> kollama” gibibir kültür <strong>ve</strong> misyon kazandırdığınıifade etti. Ayrıca 15 yıllık finans<strong>ve</strong> bilgi sistemlerinden sorumluSayıştay Başkanlığı gibi büyük birkurumda, genel <strong>ve</strong> katma bütçenin,sınırlı kadro <strong>ve</strong> geleneksel yöntemlerledenetlenmesinde güçlükyaşandığı için bilgi teknolojilerisistemlerini kuran <strong>ve</strong> kullanan birekip oluşturuldu. Sevimli, bu ekipteyer alarak teknolojinin imkânlarıylakurumsal dönüşümlerin nasıl gerçekleştiğinikeşfetme fırsatı bulduğunusöyledi. Dataların içerisine girebilme<strong>ve</strong> teknolojinin iyi kullanabilmesisayesinde bir kişinin ücretinidenetlemek ile beş milyon kişininücretinin denetlenmesinin aynıkolaylıkta olduğunu belirtti.Sayıştay Başkanlığı tecrübesindensonra İç Denetim Başkan Yardımcılığıpozisyonu ile Türk Telekomailesine katılan Sevimli, İç DenetimBaşkan Yardımcılığı görevinde,modern dünyanın uyguladığıdenetim metodolojisini teknolojiimkânlarını en üst derecede kullanarakgeleneksel bir yapıya uyarlamayıbaşardı. “Sürekli DenetimSistemi” adı <strong>ve</strong>rilen yeni bir sistemkuruldu. Bu, 8 farklı sistemi entegreederek geçmişten hareketle geleceğidenetleme <strong>ve</strong> her an denetimyapma imkânı sağlıyordu.Ona göre Türk Telekom İç DenetimBaşkanlığı’nın çalışmalarındaproblem tespitinin yanında çözümde üretmek gerekiyordu. Özelliklegelir idaresinde yapılan teşhislersayesinde sorunları çözmek amacıylaGelir Yönetimi Direktörlüğükuruldu. Türk Telekom GelirYönetimi Direktörü Sevimli, geliryönetimini, “kurumun gelirlerinietkileyen süreçleri dikkate alarakmüşteri merkezli <strong>ve</strong> risk tabanlıgeliştirilmiş sistemler bütünü”olarak tanımlıyor. Gelir YönetimiDirektörlüğü’nün 25 milyonmüşteriden aylık yaklaşık 1 milyarTL’yi tahsil etmek gibi güç bir görevigerçekleştirmesine rağmen, geliryönetiminin sadece alacak yönetimiolarak algılanmaması gerektiğinibelirten Sevimli, paranın tahsiledilmesinin doğru müşteriye satışyapıldığı anda gerçekleştiğini ifadeediyor.


KüreselAraştırmalarMerkeziKAMyor. Ayrıca Telekom sektöründerekabetin yüksekolması <strong>ve</strong> post-paid (hizmettensonra ödeme) sisteminedeniyle daha riskli birortam içerisinde faaliyet gösterilmekzorunda. Bu tür zorluklarınüstesinden gelebilmekiçin güçlü teknolojik altyapı <strong>ve</strong>sistemlere ihtiyaç duyulmaktadır.Hakkaniyet esasına dayalı, merkezindemüşteri olan bu sistemleriçin süreçlerin çok iyi <strong>ve</strong> titiz birşekilde analiz edilmesi gerekmektedir.Bu güçlü sistemleri kurmakiçin dört ana madde göz önündebulundurulmalıdır:i. Süreçler (Süreçler doğru tanımlandımı?)ii. Organizasyon yapısı (Bu yükükaldıracak organizasyon yapısıvar mı?)birlikte yaptığı çalışmakendisine farklıiş kolları hakkındabilgi sahibi olması<strong>ve</strong> tecrübe kazandiğiana kadar tüm süreçleri kontrolaltında tutabilmeyi mümkün kılmaktadır.Böylece her müşterininödeme davranışı <strong>ve</strong> o müşteridengelir toplama maliyeti hakkına bilgisahibi olmak, müşterinin tıkandığınoktaları bilmek, müşteriyi azamiderecede bilgilendirmek <strong>ve</strong> müşterininmağdur olmadan sistemdekalmasına yardımcı olmak mümkünolmaktadır.iii. İnsan kaynağı (Hedeflerinizi gerçekleştirecekinsan kaynağı varmı?)iv. Bilişim <strong>ve</strong> muhasebe sistemi(Teknoloji <strong>ve</strong> sistemler hayallerinizigerçekleştirmek için sizidestekleyebiliyor mu? Muhasebe-finanssistemi şeffaf <strong>ve</strong> güçlübir yapıya sahip mi?).Sevimli, gelir yönetiminin, şirketinstratejik hedeflerine katkıda bulunacakşekilde yapılandırıldığını; yapılananalizlerde gelirlerin artırılarak,maliyetlerin düşürülerek, tahsilatlarınhızlandırılarak <strong>ve</strong> müşterimağduriyetleri önlenerek 4 anastratejik hedefe katkı sağlandığınıbelirtti.Gelir Yönetimi Direktörlüğü tarafındanbu kriterleri göz önüne bulundurularakoluşturulan model üçana sisteme dayanmaktadır: Kredibilite<strong>ve</strong> Risk Yönetimi; FaturalamaSüreçleri <strong>ve</strong> Tahsilat Süreçleri. Buüç ana fonksiyonu tek merkezdetoplayan model, müşteriye satışyapıldığı andan paranın tahsil edil-Söyleşinin sonunda, yönetimle ilgilitemel fonksiyonun süreç bazlıbakış açısı olduğunu vurgulayanSevimli’ye göre bu şekilde herhangibir kurumdaki yönetimin şifreleriçözülebilir. Sevimli, ayrıca, güçlüorganizasyonel yapı, diğer departmanlarlakolektif çalışma, teknolojikaçıdan güçlü sistemler <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>riişleme merkezleri ile bilgiyi paraya<strong>ve</strong> değere dönüştürmenin mümkünolabileceğini ifade etti.16 Nisan 2011Bir GirişimcilikHikâyesi:Simit SarayıDeğerlendirme: Sibel ÖzataHaluk OkuturSimit Sarayı Yönetim Kurulu BaşkanıHaluk Okutur’un kariyer arayışı,ODTÜ İşletme Mühendisliğieğitiminden sonra kendisine “Nasılbir iş yapsam? Hayatımı nasıldevam ettiririm? Nasıl daha çokpara kazanırım? Ailemi nasıl dahaiyi geçindirebilirim?” gibi sorularlabaşlamıştır. Yurt dışından yabancısermayelerin <strong>ve</strong> AVM’lerinrağbet görmesi dokuz yüz elli bincivarında mahalle bakkallarınınkapanmasına <strong>ve</strong> müşterilerininazalmasına neden olur. Mahallebakkallarının azalması Okutur’u“Nasıl ayakta kalabilirler?” diyebir çalışmanın içerisine sürükler.Satış teknikleri, satın alma teknikleri,müşteri ilişkileri, personelyönetimi üzerine 50-60sayfalık bir kitapçık hazırlayıpsatmak ister. Ancak bu hazırlıksekiz senesini alır <strong>ve</strong> altıbin sayfa dosyaya ulaşır…Bir ara çalışmanın bir işeyaramayacağı düşüncesinekapılır. Bununla17


KüreselAraştırmalarMerkeziKAM18masını sağlar. Edindiğibu düşünceler perakendesektöründe sistematikbir yola girmesine <strong>ve</strong>sileolur. Peşin satışı olan ürünleridüşünür <strong>ve</strong> tabii ki aklailk gelen “ekmek” olur. Ancakrekabetin yüksek olmasınedeniyle ekmekten vazgeçer.“Yüzümde tebessüm oldu esasında”diyerek anlattığı “simit”ikinci sırada gelir. Osmanlı’nın“fastfood”u, insanların simide karşısempatisinin olması Okutur’uheyecanlandırır. İnsanların simidikeyifle tüketebileceği <strong>ve</strong> simideitibar kazandırmanın gerekliliğinidüşünür. Bu dönem, 2000’li yıllardaErzincan’da geçmiştir.duğu Boğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi karşısı,Hisarüstü’nde Durak Copy Kırtasiyemağazası vardır. Mağazanınyanında kapanmış olan bir kebapçıdükkanı. Durak Copy sahipleri, rakipbir kırtasiye mağazası açılmasındiye burayı “Büfe mi, market miyapsak” diye düşünürler. Bu aradaOkutur, dükkanın kendi projesineuygun olduğuna karar <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> arkadaşıAbdurrahman’ı ikna etmekister. Diğer ortağı ile paylaşmak şartıylateklifi kabul edilir. ZamanındaAbdurrahman’ın ortağı, şimdi iseOkutur’un ortağı Mehmet Bey deikna edilir. Masraf <strong>ve</strong> kısıtlı bütçeile dükkan hazırlanır. Çağlayan’dagezerken Okutur, yakılmak üzerebekleyen marangoz atölyesindenküçük tabure <strong>ve</strong> sandalyeleri satınalır. İmkânsızlıktan oluşan mekân,artık “simit sarayının konsepti”olur. Sıra gelir fırına. Simitin taştabanlı <strong>ve</strong> odun ile yanan fırındapişmesi gerekir. Ancak kısıtlı bütçeile lahmacun fırını yaptırabilir. Bukez de fırını yapacak usta bulamaz.O dönemdeki bilinçli tüketim alışkanlıkları,simide yönelik itibarınazalması usta sayısını <strong>ve</strong> yatırımıda azaltmıştır. Bu nedenle lahmacunfırını yapan bir usta bulur.Simit fırını daha geniş olması gerekirken,lahmacun fırını küçük hacimliolduğundan 30-40 adet simityarım saatte ancak pişer <strong>ve</strong> kuyruğaneden olur. Ancak bu kuyruk“Türkiye’nin en güzel simit yapanyeri” şeklinde algılanmasını sağlar.Okutur, simit, günün 24 saati, herkesinse<strong>ve</strong>rek tüketebildiği bir ürünolduğu <strong>ve</strong> çok fazla miktarda satılabilmesindendolayı insanlarınyoğun olduğu bir yerde olması gerektiğinekarar <strong>ve</strong>rir. Bu koşullarauygun yer, o güne kadar pek bilmediğiİstanbul’dur. 2002 yılında “simitçi”olmak için İstanbul’a gelir.Erzincan’daki gibi dükkan kiralamakİstanbul’da kolay olmaz. Mevcutsermayesi ile istediği yerlerdedükkan kiralayamaz. Bu nedenletanıdıklarına projesinden bahseder<strong>ve</strong> onlardan “Bu kadar okudun,çalıştın simitçi mi olacaksın?” gibinasihatler alır.3 ay boyunca kendisine ortak bulamaz.Eski yıllardan tanıdığı arkadaşıAbdurrahman’ın ortağı ol-zor olur. Bir gün haber gelir <strong>ve</strong>Eminönü’nde işsiz kah<strong>ve</strong>lerininbirinde aylardır iş arayan bir simitustası bulur. Simit Sarayı’nda hatırıçok olan Kenan Usta ile tanışır.Uzun bir aradan sonra satışlar artar<strong>ve</strong> tek Kenan Usta ile işler yürüyemezhale gelir. Merkezi üretimyapan bir tesise ihtiyaç duyulur<strong>ve</strong> 2004 yılında şu anki tesise geçişgerçekleşir.Okutur’un söyleşide aynı heyecanlaanlattığı diğer bir anısı ise BoğaziçiÜni<strong>ve</strong>rsitesi’nden sonraki SimitSarayı’nı tanıtan Mecidiyeköy OrtaklarCaddesi’ndeki mağazasıdır.Gazetelerle kaplı bu dükkanın sahibininbilgilerini alır, görüşür. Fakat“Ben o dükkândan zarar ettim”Bu süre zarfında masa, sandalye,fırın, çay ocağı konsepti tamamlanır.Ancak Okutur, simidin nasılyapıldığı, nasıl halka haline getirildiği,nasıl susamlandığı konusundafikir sahibi değildir. Bu nedenlesimit yapacak ustaya ihtiyaçvardır. Simit satışları azaldığındansimit yapan ustayı bulmak <strong>ve</strong>yavarolan ustaları transfer etmekder <strong>ve</strong> mülk sahibi 100.000 dolarhava parası ister. Bu cevaba karşıOkutur dükkanı devralmaya karar<strong>ve</strong>rir. Ancak bir problem vardır,cebinde un <strong>ve</strong> susam alacak kadar,iki bin dolara yakın parasının olmasıdır.Elindeki parayı <strong>ve</strong>rir, kalanparayı bir hafta sonra <strong>ve</strong>rmeküzere anlaşır. İyi bir proje olduğunuortaklarından AbdurrahmanBey’in de kabul edeceğinidüşünür. Ancak durumfarklı olur <strong>ve</strong> kabul etmez.Daha sonra Mehmet Bey’eprojesinden bahseder.Okutur’u bir ay boyuncazamanının çoğunumağazada çalışarakgören Mehmet Bey“Bundan sonra ne iş


KüreselAraştırmalarMerkeziKAMSon olarak Okutur, edindiği tecrübelerdoğrultusunda bir işte sonuçalabilmenin kriterlerini işe inanyaparsanız,ben de sizinleberaber yaparım” der. Bucevabın karşısında Okutur,doksan sekiz bin dolarhava parasından bahseder.Mehmet Bey çalışmak isterancak bu kadar parası yoktur.Hayali olan, 18 yıl çalışıp biriktirerekaldığı Mercedes marka birarabası vardır. Okutur bu arabayıteklif eder, Mehmet Bey ise kısabir duraksama yaşar <strong>ve</strong> arabanınanahtarını <strong>ve</strong>rir sonrasında. Bunakarşılık Okutur arabayı satıp, işindekullanacaktır <strong>ve</strong> ilk hedefi MehmetBey’e istediği marka, bedeli neolursa olsun bir araba satın almakolacaktır. Gazeteye ilan <strong>ve</strong>rilir, ertesigün araba satılır. Mecidiyeköyhikâyesi de bu şekilde başlamışolur.Okutur 4 çalışan ile başladığı işineşu anda üç bin beş yüz çalışan iledevam etmektedir. Hedefiyüz bin çalışanı olan Simit Sarayıailesi olmaktır. Bunun nedeni ise,insanların önce kendileri için, sonraailesi için, daha sonra ise ülkesiiçin çalışması gerektiğini düşünmesidir.Okutur, insanların hayatlarınıdevam ettirmesinin ülkelerinitibarı ile sağlanabileceğini, buitibarın ise ülkelerin markaları ileartabileceğine değinir. Diğer birhedefi ise, dünyada en fazla restoransayısı ile Mc Donalds’ın sahipolduğu 34.000 mağaza sayısınakarşılık 34.000+1 Simit Sarayı iledünya markası olmaktır.Diğer ülkelerden bir eksiğimizinolmadığını, gözümüzde büyüttüğümüzülke, marka <strong>ve</strong> şirketlerdendaha fazlası olan çalışma isteğimiz,heyecanımız, genlerimizdekigirişimci ruhunun olduğunu belirtenOkutur, tek eksiğimizin cesaret<strong>ve</strong> özgü<strong>ve</strong>n konuları olduğunu konuşmasındavurgulamıştır. Yaptığıişle ilgili heyecanı ilk günkü gibidevam ettiğini, simidin de dünyanınher yerinde sevilen bir yiyecekolması, karışımı <strong>ve</strong> hammaddesininbasit olması simide yönelikgü<strong>ve</strong>nini artırmaktadır.mak, doğru şekilde planlamak, gayretgöstermek, gerekirse yirmi dörtsaat çalışmak, işe odaklı olmak,vazgeçmemek <strong>ve</strong> işte başarınınkeyfini çıkarmak şeklinde sıraladı.Küresel Araştırmalar2011 Bahar SeminerleriGİRİŞ SEMİNERLERİİktisadın Temel Kavramları Halil TunalıUluslararası İlişkilerin Temel Kavramları Mesut ÖzcanTEMEL SEMİNERLERİletişim Psikolojisiİnsan Kaynakları Yönetimi IISiyaset <strong>Bilim</strong>ine GirişTürk Dış Politikasının Ekonomi PolitiğiUluslararası Ekonomik Krizlerİ. Zeyd GerçikBahattin AydınMuzaffer ŞenelSevinç A. ÖzcanSadık ÜnayLokman GündüzUluslararası Hukukun Temelleri IIUluslararası İlişkiler Teorileri IIÖZEL SEMİNERLEREnerji <strong>ve</strong> JeopolitikKariyer Planlama <strong>ve</strong> GeliştirmePara’nın Dünü Bugünü <strong>ve</strong> YarınıStratejik Yönetim <strong>ve</strong> Planlama IITürk Dış PolitikasındaBölgesel YaklaşımlarTürkiye-AB İlişkilerindeGüncel SorunlarBerdal AralAli AslanSüleyman BeşliNihat ErdoğmuşCelali YılmazHaluk DortluoğluSevinç A. ÖzcanEmre ErşenMesut ÖzcanMuzaffer ŞenelAli Resul UsulOKUMA GRUPLARIAvrupa Tarihi OkumalarıMedya Sosyolojisi OkumalarıMilliyetçilik, Küreselleşme <strong>ve</strong> DinTarihsel <strong>ve</strong> Teorik Arkaplanıylaİktisat PolitikalarıYönetim Düşüncesi OkumalarıATÖLYELERGüncel Uluslararası Rapor <strong>ve</strong>Makale Tartışmalarıİktisat PolitikasıMuzaffer ŞenelFahrettin AltunSevinç Alkan ÖzcanLokman GündüzHaluk Dortluoğluİ. Zeyd GerçikZahide Tuba KorAhmet Faruk Aysan


molaRübaiFuzûlîBiz âlem-i ışk âlem-ârâlarıyızMey-hâne-i derd dürd-peymâlarıyızGül-berg-i nedâmet çemenidir âlemBiz bu çemenin bülbül-i şeydâlarıyız20


MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMMAM TezgâhtakilerFelsefe 14Gazzâlî <strong>ve</strong> DavidHume’daNedensellikAhmet Erhan Şekerci18 Ocak 2011Değerlendirme: Mehmet Fatih ArslanVefatının 900. yılı münasebetiylebu yıl Medeniyet AraştırmalarıMerkezi’nin düzenlediği Gazzâlîetkinliklerinin ilki Ahmet ErhanŞekerci’nin “Gazzâlî <strong>ve</strong> Hume’daNedensellik” başlıklı sunumuylagerçekleştirildi.Birçok felsefe tarihi eserinde değinilenGazzâlî-Hume etkileşimininkonuyu araştırmaya girişmedenönce kendi zihnini demeşgul ettiğini, ancak söz konusuilişkinin çoğu kez detaylandırılmadanaktarıldığını <strong>ve</strong> bu etkileşiminmahiyetinin muğlak kaldığınıbelirten Şekerci, yaptığı çalışmadaasıl amacının bu iddianın doğrulukderecesini sorgulamak olduğunuifade ederek sözlerine başladı.Şekerci, böyle bir araştırmada, “sebebinbulunduğu her yerde zorunluolarak sonuç da bulunmalıdır”önermesi ile bu önermenin zımnındabulunan sebep, illet <strong>ve</strong> nedenkavramları çözümlenmeden meseleninaçıklığa kavuşturulmasınınmümkün olmadığına dikkat çekti.Şekerci’ye göre, Gazzâlî söz konusuolduğunda iki tür nedenselliktenbahsedilebilir: “ontolojik nedensellik”<strong>ve</strong> “epistemolojik nedensellik”.Ontolojik nedensellikteönemli iki husustan biri “âlemin kıdemi/hudûsu”,diğeri “tabii nedensellik”tir.Âlemin ezeliliği fikri sonuçolarak âlemin ebediliğinigerektireceği için Gazzâlî dinî kaygılarlaböyle bir düşünceyi baştanreddetmektedir. Tabii nedensellik,Tehâfüt’ün on yedinci bahsinde işlenmektedir.Burada, âlemde gördüğümüz<strong>ve</strong> “sebep-sonuç ilişkisi”şeklinde adlandırdığımız bağı nasılanlamamız gerektiği sorusuna cevaparanmaktadır.Gazzâlî nedenselliği kesin bir dillereddetmektedir. Hz. İbrahim’inateşe atılması <strong>ve</strong> ateşin onu yakmamasındanyola çıkan Gazzâlî,sebep-sonuç ilişkisinin sadece birgözlem <strong>ve</strong> alışkanlık ürünü olduğunuiddia etmektedir. Bu tür biriddia aynı zamanda inanca ilişkinbazı temel ilkelerle de uyum içindedir.Zira buna göre tabiatta varolduğukabul edilen “zorunlu sebeplilik”bağı ortadan kaldırılmış<strong>ve</strong> Allah’ın iradesine sınırlama getirilmemişolur. Ayrıca zorunlu kabuledilen bir sebeplilik ilişkisi, mucizelerinkabulünün önünde de engeloluşturacaktır. Fakat Gazzâlî,zorunlu sebeplilik ilişkisi yoluylaolmasa da, âlemde kargaşanındeğil bir düzenin hâkim olduğunukabul etmektedir. Sözkonusu düzeni açıklamakiçin de, “âdetullah” ya da“sünnetullah” kavramlarınabaşvurmaktadır: Buâlemde Allah’ın kurduğubir düzen <strong>ve</strong>yaMAM Yuvarlak Masa ToplantılarıTEZGÂHTAKİLERFelsefe 14: Gazzâlî <strong>ve</strong> David Hume’da Nedensellik A. Erhan Şekerci • 18 Ocak 2011<strong>Bilim</strong> 1: Genişleyen Evren <strong>ve</strong> Karanlık Enerji Diyadin Can • 25 Ocak 2011Felsefe 15: Platon’un Sofist Diyaloglarında Tolga İnsel • 8 Şubat 2011Hakikat <strong>ve</strong> AldanmaFelsefe 16: Din Felsefesinde Temel Problemler: Adnan Aslan • 15 Mart 2011Dinî Çoğulculuk, Ateizm <strong>ve</strong> Geleneksel EkolTOPLANTI DİZİLERİKant Sonrası Metafizik Tartışmaları 8: Yaylagül Ceran • 27 Ocak 2011Alfred North WhiteheadKant Sonrası Metafizik Tartışmaları 9: Özkan Gözel • 2 Nisan 2011Emmanuel LevinasGazzâlî Tartışmaları 1: İlhan Kutluer • 26 Şubat 2011Gazzâlî’nin Felsefî Birikimi <strong>ve</strong> Felsefeye BakışıGazzâlî Tartışmaları 2: “Üç Mesele”-1: Âlemin Ezeliliği Ömer Türker • 26 Mart 2011Gazzâlî Tartışmaları 3: “Üç Mesele”-2: Fehrullah Terkan • 30 Nisan 2011Tanrı’nın Bilgisinin Cüz’iyyâta TaallukuSiyaset Felsefesi Tartışmaları 1: Sanem Yazıcıoğlu • 5 Nisan 2011Arendt’te Metafizik <strong>ve</strong> PolitikaSiyaset Felsefesi Tartışmaları 2: Fatmagül Berktay • 25 Nisan 2011Politika: Bir Özgürlük Vaadi


MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM22âdetler bütünü vardır<strong>ve</strong> Allah peygamberlerinindoğru sözlü olduklarınıispat için bu düzeni istediğindekesintiye uğratabilir.Ancak herşeyin mümkünolduğu bir dünya düzeni,herşeyin zorunlu olduğu birdünya düzeni kadar sıkıntılı birhusustur; zira sabah evde bıraktığımızbir kedinin akşam çocuğadönüşebileceğini tasavvur ederekyaşamak mümkün değildir.Hume’un mucizelere bakışı oldukçanet <strong>ve</strong> kesindir: Mucizeler, olağanüstüdinî tecrübeler, halkın icatettiği safsatalardan ibarettir. Olağanüstügibi gözüken tüm durumlaraslında mantıksal kanunlarlaaçıklanabilir. Bu tür doğal fenomenleriaçıklamak için yeterinceDavid Hume ise şüpheci ekoldengelen bir düşünürdür. Onun önemligördüğü asıl nokta, bu âlemdesebep-sonuç ilişkisi olarak kabulettiğimiz fenomenin nasıl açıklanacağıdır.Ona göre, bu tür bir ilişkiiddiası safsatadan ibarettir. Örneğinherhangi bir kimse için, “Yarıngüneş doğacak mı?” sorusunun cevabışüphesiz “E<strong>ve</strong>t” olacaktır. Fakatbunun tümevarım dışında hiçbirkanıtı yoktur. Bu tıpkı şimdiyekadar gördüğümüz tüm kuğularınbeyaz olmasından yola çıkarak“Bütün kuğular beyazdır” yargısınavarmak gibidir.bilgisi bulunmayan kimseler, onlarıdoğaüstü güçlere havale ederekhalk arasındaki efsanelerin doğuşunazemin hazırlamaktadır. Hume’agöre, bu konuda tanıklığın ya da tevatürünbir değeri yoktur; zira doğaüstübir durumun kabulü için nekadar çok tanıklık bulunsa da durumdeğişmez. Hatta bir adım ilerigiderek, İslâm’daki tevatür kavramıylaistihza edip, “birkaç barbarArap’ın tanıklığı” şeklinde nitelendirmektedir.Hume, nedensellik fikrinin çözümlenmesiyleproblemin daha kolayortaya konacağını söylemektedir.Ona göre, nedensellik fikrini karakterizeeden üç husus vardır: benzerlik,bitişiklik <strong>ve</strong> neden-etki ilişkisi.Birbirine benzeyen şeyler aynımekânda <strong>ve</strong> aynı zamanda ard ardagelerek bizde sebeplilik denilen düşünceyioluştururlar.Hume’a göre, geleceğe ilişkin yargılardabulunmak doğaldır. İnsanlarplanlar yapar <strong>ve</strong> bunların uygulanabilirolacağını kabul ederler.Bunun doğal olduğunu <strong>ve</strong> aksinivarsaymanın yanlış olacağını kabuleden Hume, bu tür bir planın işlemesiiçin ortada “zorunlu sebeplilik”diyebileceğimiz bir bağ ya dakanun bulunmadığını iddia eder.Bu noktada Hume <strong>ve</strong> Gazzâlî’ninbüyük ölçüde aynı düşündüklerigörülebilir.mucizelerin varlığını temellendirebilmekiçin “zorunlu sebeplilik”bağını reddetmek saçma olacaktır.Zira mucizenin kendisi “tabiatkanununa” uymamaktadır.Ancak Hume’un böylelikle zımnenkabul ettiği “tabiat kanunu”kavramı çok açık değildir <strong>ve</strong> kendiiçinde çelişiktir. Zira bu kanun,Gazzâlî’de olduğu gibi “âdetullah”ya da “sünnetullah”a havale edilerekaçıklanamaz.<strong>Bilim</strong> 1Genişleyen Evren <strong>ve</strong>Karanlık Enerji25 Ocak 2011Sebeplerin her alanda zorunlu sonuçlardoğuracağını düşünmek,aynı zamanda insan iradesini ortadankaldıracaktır. Zira geçmişteyaptığım şeyler aynıyla gelecektetekrar edecekse, insan iradesininherhangi bir anlamı olmayacaktır.Değerlendirme: Mer<strong>ve</strong> YamanoğluGazzâlî <strong>ve</strong> Hume’un “zorunlu sebeplilik”ilkesini reddetme konusundaortak bir paydaya sahip olduklarısöylenebilir. Ancak onlarınbirbirlerinden ayrıldıkları nokta,“zorunlu sebeplilik” bağına karşıçıkarken taşıdıkları temel kaygılardır.Gazzâlî bunu dinî kaygılarlayaparken; Hume, tam aksi bir tutumubenimsemektedir. Ona göre,Diyadin Can<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı MedeniyetAraştırmaları Merkezi’nin düzenlediğiTezgâhtakiler toplantı dizisininOcak ayı konuğu, İstanbulÜni<strong>ve</strong>rsitesi Fizik AnabilimDalı’nda “Genel RölativiteTeorisine Karanlık Madde <strong>ve</strong>Karanlık Enerjiye AlternatifOlacak Şekilde Kızıl ÖtesiDüzeltmeler” başlıklıdoktora çalışmasını sürdürenDiyadin Can idi.Can, sunumun başlarındaEinstein-öncesistatik evren algısın-


MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMdan Einstein’ın “genel rölativiteteorisi” ile birlikte“acaba evren genişliyor mu”sorusuna geçiş sürecindenbahsettikten sonra genel rölativiteteorisinin getirdiği farklılığa<strong>ve</strong> geçirdiği değişimlere anahatlarıyla değindi.Doğada “güçlü”, “elektromanyetik”,“zayıf” <strong>ve</strong> “gravitasyon” olmaküzere dört kuv<strong>ve</strong>tten söz edilmektedir.Bu kuv<strong>ve</strong>tleri açıklayantamamlanmamış modellerden biride, gravistasyon kuv<strong>ve</strong>tlerini açıklayangenel rölativite teorisidir. Evreninyaratıldığı ilk anda birbirindenfarklı kuv<strong>ve</strong>tlerin olmadığı, bukuv<strong>ve</strong>tlerin zamanla birbirindenayrışarak ortaya çıktığı düşünülüyor.Kuv<strong>ve</strong>tlerin her değişim durumunagöre bir model ortaya konulmuştur.Bu yüzden, makro <strong>ve</strong> mikroâlemi kendi içinde birbirindentamamen farklı yasalarla incelediğimizibelirten Can, bugün temelamaçlardan birinin bu modellerintamamını bir “büyük teori” (grandtheory) altında birleştirmek olduğunusözlerine ekledi.Uzay-zamanın geometrisisadece kütledendeğil, kütleninkapladığı hadüğündenfarklı bir şekilde etkilediğiniileri sürer. Uzay-zaman geometrisininbu modelini açıklamakiçin evreni üzerinde top bulunangerilmiş bir kumaş parçasına benzetenCan, topun kumaşı bir noktadaaşağıya doğru esnetmesinde olduğugibi güneşin gezegenleri etkilediğiniifade etti.Kütle çekiminden söz eden ilk kişiolan Newton, tek yönlü olduğunubelirttiği bu etkileşimin, maddeninnegatif <strong>ve</strong>ya pozitif yüklerindendolayı “itici” <strong>ve</strong>ya “çekici” olmaküzere iki türde gerçekleşebileceğinisöylemiştir. Einstein ise,aynı etkileşimi farklı yorumlar <strong>ve</strong>kütlenin uzay-zamanın geometrisinibozduğundan bahsederek, bozulangeometrinin uzaydaki parçacıkları<strong>ve</strong> ışığı Newton’un düşün-İki boyutlu Öklid uzayında bir yüzeyüzerinde çizilecek bir üçgeniniç açıları toplamı yüz seksen derececeolduğunu belirten Can, üç boyutluReimann uzayında küre gibi biryüzey üzerine çizilen aynı üçgeniniç açıları toplamının yüz seksen derecedendaima büyük, Lobaçevskiuzayında ise daima küçük olacağınıifade etti. Bu durum, bizi önemli birsorunla karşı karşıya bırakmaktadır:Acaba evrenin geometrisi Öklid, Riemann<strong>ve</strong> Lobaçevski geometrilerindenhangisine uygundur ya daevren için bunların dışında bir olasılıkvar mıdır?Genel rölativite teorisi, dört boyut(uzunluk, genişlik, derinlik <strong>ve</strong> zaman)üzerine inşa edilmiştir. Dolayısıyla,uzayın boyutlarında olduğugibi zaman da bazı özel durumlardagöreceli olarak değişim gösterebilir.Örneğin, teoride, kuv<strong>ve</strong>tli kütleçekim alanına bağlı olarak zamanındaha yavaş ilerleyeceği söylenebilir.Dört boyutlu uzay-zamandışında, genel rölativite teorisinindiğer bir özelliği ise, eşdeğerlik ilkesidir.Bu ilkeye göre, eylemsizlikalanları ile gravitasyon alanları arasındabir eşdeğerlik bulunur. Bütüncisimlerin gravitasyon alanındakiserbest düşme hareketi aynıolup, cisimlerin türüne bağlı değildir.Dolayısıyla, cisimlerin serbestdüşmesi, yani gravitasyon alanınınözellikleri, uzay-zaman yasasınabağlanmıştır.Yapılan bazı gözlemler, uzaydaki dağılımınhomojen olduğunu göstersede bazı bölgelerde uzay-zaman geometrisininnegatif bir eğrilik taşıdığıdüşünülmektedir. Can, uzay-zamangeometrisindeki bu değişimi açıklamakiçin farklı uzaylarda çizilen birüçgenin durumunu örnek gösterdi.Yukarıda sözü edilenlerin dışındabilinen dördüncü bir geometrininbulunmadığının kriteri ise omegaparametresidir. Uzay-zamanın geometrisinibelirleyen bu parametrenindeğeri sıfırdan küçük ise Lobaçevski,eşitse Öklidyen <strong>ve</strong> büyükseRiemann evreni olacaktır. Omegaparametresi aynı zamanda evreninevrimleşmesinin de bir göstergesidir.Evrenin genişlemesinekarşı geri çağırıcı bir kuv<strong>ve</strong>t, yanibir gravitasyon kuv<strong>ve</strong>ti olmalı.Bu iki kuv<strong>ve</strong>tten (dışarıya doğruiten <strong>ve</strong> içeriye doğru çekenkuv<strong>ve</strong>tler) hangisinin dahabüyük olduğuna bağlı olarakevrimleşmenin şekliüzerinde (genişleme <strong>ve</strong>yabüzülme) tahminde bulunulabilir.23


MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM24cimden de etkilenmektedir.Eğer kütle değiştirilmedendaha küçük birhacme sıkıştırılırsa, bu durumevrenin geometrisinideğiştirecektir.Daha önceki modellere göreevrenin yapısının sabit kabuledildiğini belirten Can’a göre,1917’de Einstein’ın ortaya koyduğugenel rölativite teorisi evreningenişlediğini göstermekteydi. Einstein,teorisini mevcut gözlemlerleuyumlu hale getirmek için lambdasabitini (kozmolojik sabit) denklemineeklemiş <strong>ve</strong> böylece kendi sonuçlarınınstatik bir evrene yorumlanabilmesinisağlamıştı. 1927’deise, Edwin Hubble evrenin genişlediğiniyaptığı gözlemle kanıtladıktansonra, Einstein “hayatımınhatası” dediği bu sabiti denklemdençıkarır. Fakat 1998’de evreninivmelenerek büyüdüğü tespit edilince,bu sefer lambda sabiti farklıbir şekilde denkleme yeniden eklenmiştir.Son olarak, 1932’de Zwiky yaptığıgalaktik gözlemlerde, galaksininuzağındaki yıldızların hızının merkezdekinesnelerinkinden daha azolması beklendiği halde hemenhemen eşit olduğunu kanıtladı. Ohalde hızı arttıran, “galaksinin civarında<strong>ve</strong> galaksiyi tamamen içinealacak şekilde bir madde olmalıdenildi” <strong>ve</strong> hiçbir şekilde görülemediğiiçin de ona “karanlık madde”adı <strong>ve</strong>rildi. Einstein’in modelininbunu da açıklayamadığını ifadeeden Can, tüm bu bilgilerle birliktesöz konusu modelin iki kez modifiyeedilip “lambda cpm modeli”oluşturulduğunu belirterek sözlerinitamamladı. Oturum soru cevapbölümünün ardından sona erdi.Felsefe 15Platon’un SofistDiyaloglarındaHakikat <strong>ve</strong> Aldanma8 Şubat 2011Evrenin ivmelenerek genişlediğininkanıtlanmasının ardından sorulanilk soru bu ivmelenerek genişlemedensorumlu şeyin ne olduğudur?Evrenin içerisinde homojen şeklindedağılmış bir enerji türü olan karanlıkenerjinin evrenin ivmelenerekgenişlemesinden sorumlu tutulanunsur olduğunu söyleyen Can,bu enerjinin hangi sebeplerden dolayıortaya çıktığınınsa henüz bilinmediğinisözlerine ekledi.Değerlendirme: Osman Safa BursalıTolga İnselDoktora çalışmasına Albert-Ludwigs-Uni<strong>ve</strong>rsität Freiburg’da devam edenolay örgüsü <strong>ve</strong> iç bağlantılar bakımındantiyatro oyunlarını andıransofist diyaloglarının başlıkları, aynıTolga İnsel, aynı üni<strong>ve</strong>rsitede 2010yılında tamamladığı “Platon’un SofistDiyaloglarında Hakikat <strong>ve</strong> Aldanma”başlıklı yüksek lisans teziçerçe<strong>ve</strong>sinde bir sunum yaptı.zamanda, Sokrates’in karşısındakianakarakterlerdir (Gorgias, Protagoras,Hippias, Euthidemos). Bunlarındışında, Thrasimakos’un yeraldığı Politeia’nın ilk kitabı da sofistdiyalogları arasında sayılabilir.Platon diyaloglarının, içerikleri, yazılmatarihleri (erken, orta, geç dönem)gibi farklı şekillerde sınıflandırılarakincelenebileceğini söyleyenİnsel, “sofist diyalogları” bağlamındasürdürdüğü çalışmasında,diyaloglardaki şahıslar üzerindenbir sınıflama yapmayı tercih ettiğiniifade etti. İçerdiği karakterler,İnsel, çalışmasında ikincil kaynaklardayer alan tarihî bilgiler yerinedoğrudan sofist diyaloglarına öncelik<strong>ve</strong>rdiğini belirtti. Gerçekten yaşadıklarıbilinse de, haklarında çokaz bilgi sahibi olduğumuz için bazısofist karakterlerin diyaloglardane oranda gerçeğe uygun şekildetemsil edildiğini ölçmek birsorun olarak varlığını sürdürmektedir.İnsel’e göre, yüzyıllardırbütüncül halde muhafazaedilen Platon’un sofistdiyaloglarına açık bir zihinleyaklaşıldığında, sofistlerhakkında tarihî bilgileriçeren metin parçalarınanazaran daha sağlıklıbir tasvir yapılabilecektir.


MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMSözü geçen karakterlereneden “sofist” dendiğinisormadan önce, esasen “sofistkimdir” sorusuyla meşgulolmak gerektiğini söyleyenİnsel, esas ilgisinin sofistlerintarihi değil, Platon’un sofistdiyaloglarında ortaya çıkanresim olduğunu ifade etti. “Sofistlerinortak noktası nedir” sorusuanlamlı olsa da diyalogların farklıkonular <strong>ve</strong> karakterler içerdiği gözönüne alınırsa (Politeia’nın ilk kitabındaThrasimakos’la “adâlet”,Gorgias’ta “hitabet”, Hippias’ta“yanlış yapma” <strong>ve</strong> “güzellik” temaları),bu soruya diyalogların içeriğigözetilerek cevap <strong>ve</strong>rmek zordur.Bu nedenle İnsel’e göre, herne kadar farklılaşmalar mevcutsada (zira Gorgias <strong>ve</strong> Protagoras beyefendi,Hippias kendini beğenmiş,Euthidemos alaycı tavırlar takınmaktadır),temaları bir kenarabırakıp karakterlerin Sokrates karşısındasergiledikleri tavırların ortaközelliklerine eğilmek işlevseldir.temlerden ilki Sokrates’e, ikincisisofistlere aittir. Diyalogda soru <strong>ve</strong>cevap birbirini takip ettiğinden ikiinsanın birbirini anlayıp anlamadığısınanabilir, fakat uzun konuşmadakonuşmacının ne kadar anlaşıldığıölçülemez. Gorgias diyaloğundaSokrates’in “seni takip edebilmeliyim”demesi, diyaloğun sonanlamı hatırlanırsa, beraber adımatmak <strong>ve</strong>ya kol kola yürümeyi deifade eder. Bunun anlamı, diyalogdaiki kişiden birinin geride kalmaması,“bilmeyen” iki insanın hakikatarayışı içinde olmasıdır. Üsteliksoru-cevap rolleri ikisi arasındasabit de değildir, yer değiştirebilir.İnsel’e göre eserlerdeki canlılığısağlayan önemli unsurlardan biri,eserlerin diyalog şeklinde yazılmalarıdır.Yunanca diyalog (dialegomai)–yaygın kanının aksine– “iki”<strong>ve</strong>ya “ikilik” ile doğrudan ilgili değildir,“aradan geçme” (through)anlamına gelir; zamansallığı, birsüreci ifade eder. Platon’un diyaloglarında,iki kişinin söyleşerek vakitgeçirmesini işaret eder. Bununtam karşıtı ise, “uzun konuşma”dır(makrologia). İnsel’e göre, aksineörnekler görülebilse de, bu yön-Sofistlerin yaptığı şeye ise epideiksis(gösteri, performans) denebilir.Zira kendi bilgilerini ya da ne kadarbilgili olduklarını karşısındakilerekabul ettirme amacını güderler.İnsel’e göre, bu amacın esasentarihî bir arka planı da mevcuttur:Yunan kamusal alanındaki düzensizlikler,kimin neyi bildiğinin<strong>ve</strong>ya kimin bilgili/bilge olduğununönem kazanmasına sebep olmuştur.Sofistler, bilgeliğin (sophia) konuşma(legein) esnasında ortayaçıktığını, kendini gösterdiğini iddiaetmektedir. Sokrates de insanlarladiyaloğa girdiğinden, yaptıkları işgörünüşte birbirlerine benzemektedir.Platon’un sofist diyaloglarındayapmaya çalıştığı şeylerden biride, sureten birbirine benzer faaliyetyapan sofistleri <strong>ve</strong> Sokrates’i karşıkarşıya getirerek aslında ne kadarfarklı şeyler düşündüklerini <strong>ve</strong>amaçladıklarını ortaya koymaktır.tedir; bu durum diyalogların aporiaile sonuçlanmasıdır. Sofistlerbilme iddiasıyla konuşurken, Sokratesbu iddiayı sorgulamaktadır.İnsel’e göre, birçok diyalogda gözlenebilecekbu stratejisini SokratesHippias’ta ifşa eder: Önce karşıtarafı dinler, kulak <strong>ve</strong>rir (puntanomai),söylediklerini dikkatle gözler(skeptomai), sonra tüm söylenenleribir araya getirir, kavramlarıtespit ederek birbiriyle ilişkilendirir(sumbainei). Sokrates muhatabındanbir cevap alabilirse, cevabınardından aynı süreci tekrar başlatır.Fakat <strong>ve</strong>rilen cevapların tutarsızlıklarıortaya çıkınca, Sokratesdoğru bilginin ne olduğunu söylemez,ilk kitabı takiben Sokrates’inkonuşmaya devam ettiği Politeiadışında, sofist diyalogları aporia ilesonuçlanır.Sokrates’in soru-cevap yöntemi,manthaneini, yani karşı tarafı anlamayı<strong>ve</strong> buna bağlı olarak da ondanbir şeyler öğrenmeyi amaçlar.Sofistlerin yöntemi ise tutarsız, anlaşılmayan,öğrenmeyi gerçekleştirmeyen,çelişkilerle dolu konuşmayapmaktır. Bu nedenle Sokrates,diyalogların sonunda “ben bugünbir şey öğrenemedim” demek-Sofist diyalogları vasıtasıyla Platon,Sokrates şahsında bilgi <strong>ve</strong>ya bilgelikiddiası karşısında nasıl bir tavırtakınılması gerektiğini, sofistlerşahsında ise ne yapılmamasıgerektiğini göstermektedir. Birbaşka deyişle, görünüşte birbiriylebenzer bir faaliyet icraederlerken, Sokrates aslında“hakikat” (aletheia, örtülüolmayan) ya da “şeylerinolduğu gibi görünmesi”için sorgulamayapmaktadır. Sofistleringösterisiyle <strong>ve</strong> tutarsızbilgileriyle yetinenlerise aslındaaldanmaktadır.25


MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM26İnsel’e göre, Platon’un,diyaloglarda böylesi birkurgulama yapmasındatarihsellik bulunabilir: Atinalılargörünüşe bakmış,Sokrates’i sofistlerden ayıramamış,onu suçlu bulmuşlardır.Hâlbuki bu ayrımı yapabilmek,bir entelektüel hazırlığıgerekli kılar. Platon bu diyaloglarla,aslında Sokrates’i yaşatarakhakikatin peşine düşmek yerineonu idama mahkum eden Atinalılarınaldandıklarını ileri sürmektedir.Platon esasen, bilgelik iddiasıylakarşılaşan Sokrates’in takındığı tutumunörnek alınmasını <strong>ve</strong> benimsenmesinitalep etmekte, böyleliklehakikat ile aldanmanın farkının ortayaçıkacağını söylemektedir.Din felsefesinde ele alınan “dinî çoğulculuk”meselesi de bu anlamdahakiki, varlığı mevcutta hissedilenbir sorundur. Aslan’a göre dinîçoğulculuk, İslâm’a bir meydanokuma olan dinin izafileşmesinidoğurur. Aslan, bu tartışmalarınönemli isimlerinden JohnHick’in ortaya koyduğu sorunumerkeze alan bir çözüm geliştirmeyeçalıştığını belirtti.Hick’e göre, insanların çoğunluğudoğduğu ailenindinini alır. Dolayısı ile insanlarbaşlangıç itibariyledinlerini kendi tercihleriyleseçememektedir. Bu tercih-dışılığarağmen, bir diçe<strong>ve</strong>sindebir sunum gerçekleştirdi.Felsefe 16Din Felsefesinde TemelProblemler: DinîÇoğulculuk, Ateizm <strong>ve</strong>Geleneksel Ekol15 Mart 2011Adnan AslanDeğerlendirme: Ahmet Şefik HatipoğluAdnan Aslan, İSAM tarafından DinîÇoğulculuk, Ateizm <strong>ve</strong> GelenekselEkol: Eleştirel Bir Yaklaşım adıyla2010 yılında yayımlanan kitabı çer-tışmalar ateizmin doğmasına zeminteşkil etmiştir).Aslan’a göre din felsefesi İslâmDünyasında henüz meşruiyetinikazanmamıştır. Bunun sebebi ise,din felsefesinin konularını, mahiyetini<strong>ve</strong> tartışma tarzlarını tayineden arka planında Hristiyanlığınbulunmasıdır. Bu arka plan, sadeceilmî bir temel teşkil etmenin ötesinde,hayatta karşılığı olan, mevcuttanneşet eden problemlere dayalıbir tecrübenin ürünüdür. Aslan,Batı’ya özgüymüş gibi görünendin felsefesindeki tartışma konularının,geçmiş serü<strong>ve</strong>ninden bağımsızbir şekilde, “kendinde değer”olarak ele alınması <strong>ve</strong> bu tartışmalarınTürkiye’de <strong>ve</strong> Türkçe yapılmasıgerektiğini belirtti.Bu noktada, din felsefesi Batı’yamahsus bir tarihî serü<strong>ve</strong>ne sahipolduğu için, “Batı dışında din felsefesitartışması nasıl olmalı?” sorusugündeme gelir. Bize uzanan tartışmalarıBatı’nın soru <strong>ve</strong> sorunlarıolarak görüp “tepki <strong>ve</strong>ren” konumundamı bulunulmalı, yoksa busorularla muhatap olup onları evrenselsorular şeklinde görerek cevapmı aramalı? Aslan’a göre, kendigeleneğinden <strong>ve</strong> dünya görüşündenbeslenerek Batı düşüncesininsorularını kendi düşüncemizin birnesnesi kılmak gerekir. Bu aynı zamanda,Batı düşüncesini, kendi bakışımızlamevcuda cevap <strong>ve</strong>rme çabasınınbir bileşeni kılmayı gereklikılar. Neticede yapılan şey din felsefesindenziyade dinî felsefedir.Aydınlanma düşüncesiyle birlikteinsanın kendi aklını kullanarakdin, gelenek, kilise gibi geçmişin<strong>ve</strong>sayetine karşı başkaldırmasıdin felsefesinin ortaya çıktığı zeminiteşkil eder. Kant’ın bilgininaklî değil tecrübî olması gerektiğigörüşü dine bakışı da etkilemiştir.Zira din tecrübî değil aklî bilgiyedayanır. Aydınlanmadan itibaren,geleneksel algılanışına alternatifbir şekilde, dinin “tecrübe” şeklindeele alınması, üzerine yapılantartışmaların seküler bir zemindesürdürülmesini de gerekli kılmıştır(Ortaçağ’da da varolan kader, irade,kötülük meseleleri o dönemdedin algısında bir değişime nedenolmazken, aydınlanma sonrası sekülerleşmeylebirlikte benzer tar-


MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMile bencil <strong>ve</strong> kendini merkeze alanlararasındadır. Hangi yoldan giderlersegitsinler, Tanrı’yı <strong>ve</strong> hakikatimerkeze alanlar kurtulmuştur.nin mensubu diğer bir dininmensubunun gözünde“kâfir” <strong>ve</strong> “cehennemlik”konumundadır. Kant’ınnumen-fenomen ayrımındanbeslenen Hick, bu sorunu“bizatihi hak” ile “görünen”arasında ayrım yaparak aşmayaçalışır. Ona göre dinler “bizatihihak”tan farklı olarak görünen/insanî tecrübeye tâbi doğrulardır.Diğer bir deyişle dinler tek bir hakikatinfarklı görünüşleridir. Dolayısıylabirbirinden farklı dinler aslındaaynı zir<strong>ve</strong>ye giden farklı yollardır.(Burada sözü edilenler, Batı’daortaya çıkan “yeni dinler” değil, gelenekseldinlerdir. Hick gelenekseldin kategorisinde yalnızca beş dinisayar). Peki, bunlardan hangisi kurtulmuştur?Hick’e göre, asıl ayrımTanrı’yı <strong>ve</strong> hakikati merkeze alanlarAslan, Kur’an’ı merkeze alarak oluşturduğudinî çoğulculuk problemineilişkin kendi yaklaşımını beşmadde halinde ortaya koydu:1. Vahiy evrenseldir. Tarih boyuncayaşamış topluluklar bu vahyemuhatap olmuştur. Kur’an’a göreher ümmete peygamber gönderilmiştir.2. O halde İslâm dışında da ilâhîkaynaklı dinler gelmiş olmalıdır(Buradaki “olmalıdır” ifadesi buhükmün varlığının aynelyakindeğil, varsayım düzeyinde olmasındankaynaklanır).3. Modern dinlerin aksine, gelenekseldinlerin ahlâkî <strong>ve</strong> doktrinelyapılarında ilâhî kökene sahip olduğuvarsayılabilir.4. Geleneksel dinler arasındaki metafizik<strong>ve</strong> ahlakî farklılık <strong>ve</strong> çatışmalarınsebebi, İslâm dışındakidinlerde vuku bulan tahrif <strong>ve</strong> bozulmalardır.Bu değişim <strong>ve</strong> bozulmayısadece Kur’an’a muhatapolanlar bilebilir. Zira geleneğiniçinden bakan (mesela birHristiyan) bu bozulmayı gösterebilecekbir mekanizmadan yoksundur.Dolayısıyla bu bozulmanınevrensel/nesnel olarak bilinebilmesimümkün değildir. Hergelenek kendi düşünce dünyasıiçinden bakar. Diğeri hakkındakonuşur, fakat kendini bilemez.5. Kur’an’a muhatap olmayanların,kendi dinlerindeki bozulmalarıbilebilecekleri bir mekanizmanınyokluğu sebebiyle “yanlış”a inanmalarıkurtuluşlarına engel olmamalıdır.Son olarak, kendisi de modern dünyadaortaya çıktığı halde, dini merkezealarak moderniteyi eleştirenGeleneksel Ekol’ün Batı düşüncesiniihata etmeye imkân sağladığınıbelirten Aslan, bu ekolün temsilcilerindenAldous Huxley’in din tanımınıhatırlatarak sunumunu nihayeteerdirdi. Huxley’e göre din, ilâhî varlığıvazgeçilmez kabul eden bir metafizik,insan ruhunun bu ilâhî varlığabenzeyen bir yönü olduğunainanan bir psikoloji, insanın kurtuluşunuevrensel <strong>ve</strong> ebedî bilgiyebağlayan bir ahlâktır.Medeniyet Araştırmalar MerkeziGİRİŞ SEMİNERLERİİslam Tarihi: Toplumsal <strong>ve</strong> Cengiz Kallekİktisadî TemalarSosyal <strong>Bilim</strong>lerde Temel Yönelimler II Nurullah ArdıçTEMEL SEMİNERLER<strong>Bilim</strong> Tarihi IIBaha Zaferİslam Siyaset Düşüncesine Giriş II:Teorik Çerçe<strong>ve</strong> <strong>ve</strong> Literatür Hızır Murat Köseİslâm Tarihine GirişNihal Şahin UtkuKelâm Meselelerine Giriş Mustafa SinanoğluSiyaset Felsefesi: Klasikler/Modernler Ahmet OkumuşTasavvuf Klasiklerine Giriş:Kavramsal Bir OkumaÖZEL SEMİNERLERBatı Düşüncesinde İnsanBilinç Sorununa GirişHıristiyanlıkta Başlıca Temalarİbn Haldun DüşüncesiSosyal Psikolojinin Dört DeneyiÜzerinden Psikoloji TartışmalarıYapay Zekaya Giriş IIOKUMA GRUPLARIGazzâlî Okuma GrubuHeidegger OkumalarıM. Nedim TanYaylagül CeranEyüp SüzgünBetül AvcıM. Akif KayapınarMedaim YanıkM. Ali ÇalışkanM. Cüneyt KayaErdal Yılmazİslam Siyaset DüşüncesiOkuma GrubuKlasik Felsefeye GirişKlasik Mantık Okuma GrubuSekülerleşme Okuma GrubuATÖLYELERBilişsel Sinirbilimleri <strong>ve</strong>Felsefe AtölyesiGazzâlî Tartışmalarıİslam Siyaset Düşüncesi AtölyesiKant Sonrası Metafizik TartışmalarıModernleşme Öncesiİhya Hareketleri I: ŞevkânîHızır Murat KöseSelim DeğirmenciMehmet ÖzturanNurullah ArdıçLütfü HanoğluHızır Murat KöseEyyüp Said Kaya


molaGazelEşrefoğlu RûmîCihanı hiçe satmaktır adı aşkDöküp varlığı gitmektir adı aşkElinde sükkeri ayruğa sunupAğuyu kendi yutmaktır adı aşkBela yağmur gibi gökten yağarsaBaşını ana tutmaktır adı aşkBu âlem sanki oddan bir denizdirAna kendüyi atmaktır adı aşkVar Eşrofoğlu Rûmi bil hakikatVücudu fâni itmektir adı aşk28


13 Ocak 2011SAM KırkambarTez/Makale/SohbetTiyatro <strong>ve</strong> Din:Türk TiyatrosuÖrneğiSıddıka SümeyyeKaraarslanDeğerlendirme: Ayşenur Gönen<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMTiyatro <strong>ve</strong> Din, Türk Tiyatrosu Örneğibaşlıklı teziyle konuğumuzolan dramaturg Sümeyye Karaarslan,ülkemizde uzun bir geçmişesahip olmayan tiyatro macerasınınMüslümanlar nezdindeki durumunu,Müslümanların tiyatroyu kabullenme<strong>ve</strong> reddetme nedenlerini,din-sanat bağlamında karşılaşılansorunları masaya yatırdı.Sunumuna din adamlarının tiyatroya<strong>ve</strong> tiyatroculara yönelik tepkileriningerekçelerini sıralayarakbaşlayan konuşmacı, bu bağlamdabirkaç fetva örneği <strong>ve</strong>rdi. Dinadamlarının uzun yıllar boyuncatiyatrocuları dışlayan <strong>ve</strong> hatta“mürted” ilan eden tutumlarınıntiyatronun büründüğü din-dışıimajın oluşumunda etkisinin büyükolduğunu vurgulayan Karaarslan,bu tutumun haklı <strong>ve</strong> haksızyanlarını tespit etmeye çalıştı.Hristiyan dünyanın tiyatroyu karşılamasıylaMüslüman dünyanınkarşılaması arasındaki farklılığınsebeplerine inerek Müslümanlarıntiyatroyu almada neden zorlandıklarınınaltını çizdikten sonrameddahlık, gölge oyunu gibi gelenekseltiyatroyla modern-perdelitiyatronun farklılıklarına değinenkonuşmacı konuyla ilgili sorularıcevaplayarak sunumunu sürdürdü.Son olarak çoğunlukla Hasan NailCanat, Ulvi Alacakaptan gibi isimlerleanılan “İslâmî Tiyatro”nunortaya çıkış macerasını <strong>ve</strong> bugününüdeğerlendirmeye çalışankonuşmacı bu bağlamda kimigüncel bilgiler <strong>ve</strong>rerek sunumunutamamladı.SAM Yuvarlak Masa ToplantılarıKırkambar Tez/Makale/SohbetTiyatro <strong>ve</strong> Din: Türk Tiyatrosu Örneği S. Sümeyye Karaarslan • 13 Ocak 2011Karşılaştırmalı Çokkültürlülük: Bit Palas <strong>ve</strong> Nagihan Haliloğlu • 10 Şubat 2011Yakupyan Apartmanı Çerçe<strong>ve</strong>sindeİstanbul-Kahire Eksenli Bir Okuma<strong>Sanat</strong> <strong>ve</strong> Felsefe İlişkisinde Güzel’in Güncelliği Zeynep Gemuhluoğlu • 3 Mart 2011Siyaset <strong>ve</strong> Edebiyat Ekseninde Meryem İlayda Atlas • 25 Mart 2011Türkiye Ermenilerinin HatıratlarıDinlerin <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong>ın Tarihini Birlikte Okumak: Kürşat Demirci • 8 Nisan 2011Urfa Göbekli Tepe BuluntularıSezai Karakoç’un Şiirlerinde Kent Alaattin Karaca • 14 Nisan 2011SANAT TARİHİNE [MÜMKÜN] BAKIŞLARParadigmayı Aşalım, E<strong>ve</strong>t ama Nasıl? Ayda Arel • 20 Ocak 2011<strong>Sanat</strong>ın Sınırları <strong>ve</strong> Anlam Yitimi Uşun Tükel • 24 Şubat 2011İmge <strong>ve</strong> Metin: N. H. Richard Dikbaş • 30 Mart 2011Yazı <strong>ve</strong> Resim Nasıl Bir Araya Gelir?FOTOĞRAF NEYİ ANLATIR?Fotoğraf <strong>ve</strong> Zaman Kamil Fırat • 25 Şubat 2011Belgesel Fotoğraf Üzerine Özcan Yurdalan • 31 Mart 2011TÜRKİYE’DE SİNEMA DERGİCİLİĞİTürkiye’de Sinema Dergiciliğinin Tarihi Burçak Evren • 15 Ocak 20111970’lerden Günümüze Türkiye’de İhsan Kabil • 5 Mart 2011Sinema Dergiciliği <strong>ve</strong> Sinema YazarlığıOKUMA GRUPLARIÇocuk Edebiyatı Okumaları • Melike Erdem Günyüz • Mart 2010- (İki haftada bir Perşembe)Müslüman Kültürlerde Kadın: Din, Cinsiyet <strong>ve</strong> Kimlik Üzerine Anlatılar • Nagihan Haliloğlu• Nisan 2011 - (İki haftada bir Perşembe)ATÖLYELER<strong>Sanat</strong> Tarihi Atölyesi • Nur Kançal, Ayşe Taşkent • Aralık 2010- (Üç haftada bir Cuma)Hayal Perdesi Film Atölyesi • İhsan Kabil - Murat Pay • Kasım 2010 – (Her Perşembe)Hayal Perdesi Kademe Film Atölyesi • Murat Pay • Kasım 2010 – (Her Çarşamba)Müzik Odası • Yalçın Çetinkaya • Şubat 2011 – (Her Cumartesi)Şiir <strong>Sanat</strong>ı Atölyesi • M. Lütfi Şen • Mart 2010 – (Her Cumartesi)


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM30Her iki romanda da bir yandan buşehirlerin modernlik ile nasıl yeniyaşam şekillerine büründüğü anlatırken,bir yandan da ele alınanapartmanlar tarihsel bir tanık olarakgösterilip bu şehirlerin kaybettiği<strong>ve</strong> tekrar formülleştirmeye çalıştığıçokkültürlülüğe göndermeler yapılıyor.KarşılaştırmalıÇokkültürlülük:Bit Palas <strong>ve</strong>Yakupyan ApartmanıÇerçe<strong>ve</strong>sindeİstanbul-KahireEksenli Bir OkumaNagihan Haliloğlu10 Şubat 2011Değerlendirme: Meryem İlayda AtlasÇokkültürlülüğe ağıt!<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi, KırkambarSohbetleri çerçe<strong>ve</strong>sindeŞubat 2011’de Dr. Nagihan Haliloğlu’nuağırladı. Doktorasını HeidelbergÜni<strong>ve</strong>rsitesi’nde tamamlayanHaliloğlu, Elif Şafak’ın Bit Palas <strong>ve</strong>Alaa Al Aswany’nin Yakupyan Apartmanıromanları üzerinden İstanbul-Kahire eksenli <strong>ve</strong> karşılaştırmalı birçokkültürlülük okuması yaptı.gelen <strong>ve</strong>ya göçmenlik mefhumu ilebütünüyle bambaşka kültürlerle şehirdevarolan, yani “sonradan gelen”misafirlerine de siteme dönüştü. “Ah,o eski güzel günler!”, bir arada barışçılyaşama kültürü üzerinden anlatılıroldu.Avrupa’da çokkültürlülük alanındayapılan çalışmalar yeni değil <strong>ve</strong> çokda teşvik edilen bir alan. Haliloğlu’nagöre Ortadoğu yazınında ise “imparatorluğundoğal bir mirası olarakçokkültürlülük”, bu coğrafyanın birUlus-devletin gelişmesi ile hızla kaybolmuştoplumsal bir yapı olarak yâdedilen çokkültürlülük, günümüzdekozmopolit kent kültürlerinin ortayaçıkardığı “yeni <strong>ve</strong> farklı” misafirlerlebir arada yaşama zorunluluğu bağlamındatekrar konuşulmaya <strong>ve</strong> hatırlanmayabaşlandı. “Bir zamanlarınİstanbul”undan, “o eski Kahire’den”bahsederken aslında yitip giden birhayatın arkasından yakılan ağıt, zamanzaman bugünkü kentin kırdanzamanlar sahip olduğu ama artıkkaybettiği bir değer olarak öne çıkıyor.Kaybolmuş da olsa hafızalardataze olan bu bellek, roman gibi bukültürlerde sonradan benimsenmişbir türde dahi çabucak ortaya çıkabiliyor.Çünkü Haliloğlu’na görebu coğrafyaya romanın gelişi ilemodernlik belli bir paralellik gösteriyor.Apartman ise modern biryaşam tarzını simgelediğine göre,Yakupyan Apartmanı <strong>ve</strong> Bit Palas’ıanlatan bu iki kitap, Avrupalılaşmayıkonu edinen roman geleneğinebir ek olarak modernlik <strong>ve</strong> çokkültürlülükokumasına da müsait birzemin hazırlıyor.Eş zamanlı olarak hem İstanbul’dahem de Kahire’de ortaya çıkan <strong>ve</strong>Batılı bir yerleşme formu olan bu“apartmanlar” <strong>ve</strong> ürettikleri “yaşamtarzı” şehir hayatında çokkültürlülüğüngerçekleştiği mekânlar olarak elealınıyor. Bu apartmanlar, alışılmışaile içi ilişkilere <strong>ve</strong> komşuluklara yeniformlar getirirken, komşulararası hiyerarşidede belirleyici rol oynuyor.Her ne kadar Avrupaî bir yaşam tarzınınsembolü de olsalar; Haliloğlu’nagöre Aswani’nin <strong>ve</strong> Şafak’ın romanlarında“apartman” yine de yerel birkarakter kazanıyor. Tıpkı Avrupaî biredebi tür olan romanın bu coğrafyadayerel bir karakter kazanması gibi.Hem Bit Palas’ta hem de YakupyanApartmanı’nda kaybedildiği düşünülençokkültürlülüğün şehrin bazıyerlerinde devam ettiği gösteriliyor.Haliloğlu, apartmanların “BonbonPalas (takma adıyla Bit Palas)” <strong>ve</strong>“Yakupyan Apartmanı” isimlerininFransızca <strong>ve</strong> Ermenice sözcüklerolduğundan isimleriyle bile yaptıklarıçokkültürlülük göndermelerinedikkat çekiyor. Mesela Ermeni birustanın yaptığı Bonbon Palas’ınismini devrimden kaçan bir Rus,Paris’ten getirmiş. Aswani’ninapartmanını ise milyoner birMısırlı Ermeni, İtalyanlarayaptırmış <strong>ve</strong> “Yakupyan”ismini binanın girişine Ermeni<strong>ve</strong>ya Arap harfleriile değil, Latin harfleri ileyazdırmış.Bu apartmanlara “palas”isimleri 1930’larda


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMvaat ettikleri yaşam tarzı <strong>ve</strong>konforları yüzünden <strong>ve</strong>riliyor,bu sebeple her iki binanında ilk sakinleri ser<strong>ve</strong>t sahipleri...Fakat zamanla konforstandartları 1930’larda kalan butürlü yapının bir parçası olduklarınıhatırlatırken, Kahire <strong>ve</strong> İstanbul’unapartman serü<strong>ve</strong>nleri ile bir edebitür olarak romanın Türkiye <strong>ve</strong> Mısırcoğrafyasındaki serü<strong>ve</strong>nin de paralelgittiğini anlatıyor.<strong>Sanat</strong> <strong>ve</strong> Felsefeİlişkisinde Güzel’inGüncelliğiZeynep Gemuhluoğlu3 Mart 2011binaların sakinleri “mütevazileştikçe”palas ismi de ironik olarak“köhne” ile aynı mânâya gelmeyebaşlıyor. Öyle ki, bu bakımsız binalardabir zamanların zenginlerininerzak depolamaları için hazırlanmıştavan arasındaki ufacık odaları bilekırsal alandan gelen kiracılarla doluptaşıyor. İşte sınıfsal bir el değiştirmeyaşayıp gözden düşen bu binalarıtekrar meşhur eden ise İstanbul’un<strong>ve</strong>ya Kahire’nin 1920’lerden kalmakozmopolitliğine duyulan özlemolacaktır.Değerlendirme: Esma Nur SelviHaliloğlu’nun çerçe<strong>ve</strong>sini çizdiği ikiromanda da insanî özellikler yüklenenapartmanlar hem şehrin hemde insanların kaderini temsil ediyor.Aslında bir bakıma bu apartmanlar,kaybolmuş imparatorlukların çokkültürlü yapılarını saklayan ufakbirer müze işlevini de yerine getiriyor.Burada eski çokkültürlülükleyeni çokkültürlülüğün bileşenleriolacak yerel, taşralı, kasabalı misafirlerinde bir kesişim kümesi oluyorapartman. Yani bir anlamdaşehirde eskiden varolan kaybolmuşyaşam formları <strong>ve</strong> yine şehrin alışıkolmadığı henüz yerleşmemiş yaşamformları birbirleri ile karşılaşıyor. Buanlamda Haliloğlu bizlere Kahire <strong>ve</strong>Mısır’ın paralel giden çokkültürlülükhikâyesini oluşturan bu romanlarınaslında kendilerinin de bu çok kül-SAM Kırkambar Sohbet programınınkonuğu olan, Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesiİlahiyat Fakültesi Din Felsefesi AnabilimDalı araştırma görevlisi Yrd.Doç. Dr. Zeynep Gemuhluoğlu ilesanat <strong>ve</strong> felsefe İlişkisinde Güzel’ingüncelliğini konuştuk.sofizm? Hakikat olmayan ama kendinihakikatmiş gibi gösteren bilgi.”Gemuhluoğlu konuşmasına “Güzelingüncelliği” ifadesini Gadamer’den ödünç aldığını belirterekbaşladı. Peki, burada Gadamer’invurguladığı şey neydi? Bu vurgununtemelinde Platon’la başlatılabilecek<strong>ve</strong> Hegel’le sona eren bir sanatfelsefeçekişmesi olduğunu söyleyenGemuhluoğlu, bizleri felsefe tarafındanihdas edilen bu çekişmenintarihî sürecinde yolculuğa çıkardı.İlk durağımız Platon’du. Platon’unşiiri Politeia’da dışlamasının, şiirdenkorkmasının nedenini sorgulayanGemuhluoğlu bu korkuyu şöyleaçıkladı:Gemuhluoğlu, Platon’un şiire karşıtavır alışına, şiirin karşısına saf düşünmeyi,dile bulaşmayanı koymasınarağmen kendi sisteminde debüyük metaforlara başvurmuş olduğunadikkat çekti. Platon’un “güzel”eyüklediği anlam neydi? Bunu şöyleaçıkladı Gemuhluoğlu:“Platon’un eserlerine baktığımızda onu asıl korkutan şeyin sofizm olduğunugörüyoruz. Platon’a göre felsefeninkendini felsefe olarak kurarkenkarşısına çıkabilecek en büyük tehlikesofizmdir <strong>ve</strong> şiir de sofizmle arasındakurulabilecek bağlantıdaki benzerliğindenötürü ürkütücüdür. Peki, nedir“Platon için güzel şiirin eline bırakılamayacakkadar ciddi bir meseledir.Güzeli iyi ile beraber ihdas eder oyüzden. Platon’dan sonra da görkemle,parçalar arasındaki uyumlaaçıklanır güzellik. Yine buradaPoli-teia’nın çınladığını duyabilirsiniz;yani Politeia’da nasılkent-devleti mümkün kılanşey çokluğun kendine içkinhakikatine erişmekse buradada parçalar arasındakiuyumdur güzellik. Bu, hakikatenRönesans dönemindefarklı bir biçimedönüşerek devam edecekbir güzellik anlayışıdır.”31


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM32Platon şiiri dışlarken Aristoyapacaktır şiirin savunmasını:değişmiş olması, resmi söyleminbazı gerçeklerin açıkçasöylenmesini engellediğininfarkındalığı, ötekineolan duyarlılığın gelişmesi,İttihat <strong>ve</strong> TerakkiPartisi’nin Ermenilereyönelik politikalakesinrızasını talep ediyorumdur. Birkahramanlık durumunu düşünün.O duruma dair pek çok şeyi beğenirizama aynı kahramanlığı gösteremeyeceğimizdendolayı o durumdaolmayı tercih etmeyebiliriz; yine deonun güzel bir şey olduğunu takdirederiz.’”Kant’tan sonra yol ikiye ayrılır: Pozitivizm<strong>ve</strong> romantizm:“Bana sorulacak olursa felsefetarafından şiire yapılmışbir ‘kötülükten’ söz edeceksekasıl kötülüğü Aristo yapmıştır,Platon değil. Çünkü Platon,aslında kendisi de neredeyse birşair olarak, şiirin yıkıcı, tahrip edicigücünü fark ettiği için biraz daçaresizce çırpınmaktadır; ama budurum Aristo’nun umurunda değildir.Rahat olun arkadaşlar, derAristo. Şiir masumdur; çünkü hakikatlehiçbir ilgisi yoktur. Platonşiirin hakikatle ilişkisinde gördüğütehlikeden dolayı çırpınıp durdu. Buçırpınış boşunaydı, der Aristo. Şiirinhakikatle hiçbir alakası yoktur. Şiir,hakikati değil görünür olanı takliteder. Mesela tragedya sadece fiilleritaklit eder aslında. Ama mimesiskuramıyla birlikte düşünüldüğündeAristo’nun asıl söylemeye çalıştığışey şudur: Aslolan tragedyaların izleyicilerininruhlarındaki olumsuzhislerden katarsis yoluyla sağaltılmalarıdır.Dolayısıyla şiirin görevikamu yararıdır.”Mimesis, hayal, imge <strong>ve</strong> estetik kavramlarıüzerinde duran Gemuhluoğlu’nunbir sonraki durağı Kantoldu:“Kant güzel olanla, hoş olanla beğenilirolanın arasını ayırmak gerektiğinisöyler. Şöyle der: ‘Ben bir şeydenhoşlanabilirim ama bu güzel birşeydir diyemem. Dersem eğer her-Siyaset <strong>ve</strong> EdebiyatEkseninde TürkiyeErmenilerininHatıratlarıMeryem İlayda Atlas“Romantik akım aslında Platon’danbaşlatılıp getirilebilecek süreçte Batıdüşüncesinin altını oyan tek şey gibigörünüyor. Fakat modernizm ya daAydınlanma denilen oluşum kendinihenüz tamamlamadığı için Hegel’i 25 Mart 2011beklemek gerekiyor. Hegel’le birliktetamamlanan bir süreç var. Hegelkendi döneminde tarihin, sanatın vs.ölümünden söz eder. Aynı dönemdebunu başkaları da söyler fakat çoğunlukbundan üzüntüyle söz ederkenHegel bu bitişte üzülecek bir yanolmadığını ifade eder. Ona göre sanatzaten ölmesi gereken, geri kalmışbir şeydir. Zira Hegel için sanat dilöncesi eksik bir konuşmadır.”Değerlendirme: Rumeysa KigerSon olarak Gemuhluoğlu güzelingüncelliğini meselesini şöyle özetledi:“Hegel sanatın geri kalmışlığını ilanediyordu ancak ondan yüz yıl sonraHeidegger sanatı tekrar en baştaPlaton’un dışladığı noktadan, dilden<strong>ve</strong> şiirden kurarak üstelik felsefianlamda sanata <strong>ve</strong> şiire dönüştürerekyeniden gündeme getiriyor. ‘Estetikanlamda sanat ölmüş ya da geridekalmış olabilir ancak sanatın kökeniüzerine olan şey henüz konuşupkarara bağlanmamış bir şeydir’ derHeidegger. Henüz düşünülüp kararavarılmamış bir şey. Yani Gadamer’ingüncellikle vurgulamaya çalıştığı şey.Güzel, Hegel’in ölümünü ilan etmesindensonra tekrar gündemimizegelmiş bir şeydir. Güncel bir sorudurhâlâ.”Ermeni meselesi Türkiye’de genelliklesiyaset ekseninde konuşulduğundanbu konuyu politik argümanlardanbağımsız ele almak pekde sık rastlanır bir şey değildir. Meryemİlayda Atlas’ı dinlediğimiz KırkambarSohbeti, Türkiye Ermenilerininyazdıkları hatırat, biyografi, öykü<strong>ve</strong> roman gibi edebi türler üzerindenTürkiye’deki Ermeni Edebiyatı’nınzaman içinde nasıl bir gelişim gösterdiğiniaktarmaya çalışan bir literatürçalışmasının sunumuydu.Çoğu gündelik hayatın içindeki öykülerden,anılardan <strong>ve</strong> pratiklerdenbahseden bu kitapların, 1990’dansonra bir patlama yaşadığına dikkatçeken Atlas, bu patlamayıTürkiye’deki politik atmosferin


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMrının doğurduğu sonuçlaraduyulan küskünlüğün zamaniçinde bir parça azalması,yeni jenerasyonun bazıacıları karşılıklı olarak unutması,ulus-devletin artık eleştirilebilenbir şey haline gelmesi,dünyada kimlik politikalarınıngenel olarak yükselişe geçmesi<strong>ve</strong> etnitisenin konuşulabilir olması,Türkiye’de Kürt sorununun da konuşulurhale gelmesi <strong>ve</strong> son zamanlardaçok fazla örneğini gördüğümüzhatırat yayınlama geleneğinin artmasıgibi nedenlere bağlamaktadır.Sunumda değinilen kitapların büyükbir çoğunluğunu basan Aras Yayıncılık1993 yılında bütün bu gelişmelerinışığında yayın hayatına başlamıştır.Geniş yayın faaliyetlerini Türkçe<strong>ve</strong> Ermeni dillerinde yürüten yayınevininsert bir söylemi <strong>ve</strong>ya siyasî birçizgisi olmadığını belirten Atlas, ArasYayıncılığın tehcir edebiyatı <strong>ve</strong>ya diasporanınsözcülüğünü yapmadığınadikkat çekmektedir.Türkiye Ermenilerinin eserlerinde,94-96 Olayları, 1915 Olayları, VarlıkVergisi, 6-7 Eylül Olayları ile ilgilihatıralar <strong>ve</strong> bu gelişmelerden doğangöç hayatının izlerinin anlatıldığınıbelirten Atlas, tehcirin <strong>ve</strong> sonrasındakigöç <strong>ve</strong> yoksulluğun bu bellektekien temel bilinç öğesi olduğunu vurgulamaktadır.<strong>ve</strong>ya dönemeyişin getirdiği problemler,gidilen yerlerde yaşanılan kimliksorunları, nesiller arası oluşan kültürfarklılıkları, göçün doğal bir sonucuolarak yaşanan sınıf meseleleri, geridekalan cemaatin din adamı yetiştirememesi<strong>ve</strong> dinî ibadetlerini istediklerigibi yapamamaları bu kitaplardasıkça değinilen konulardandır.Tehcirle beraber dağılan ailelerinAmerika, Fransa, İspanya <strong>ve</strong> Almanyagibi ülkelerde çektikleri hasretlik<strong>ve</strong> yoksulluk, eski <strong>ve</strong> hali vakti yerindegünlere duyulan özlem, geri dönüşBu öyküler bizlere toplumda birbirleriile yeterince temas etmemiş gruplarıngündelik hayat pratiklerini, beslenme<strong>ve</strong> giyinme kültürlerini, kullanılaneşyalarını, komşuluklarını, mahalleortamlarını, zaman içinde kaybolandeyişlerini, tekerleme <strong>ve</strong> atasözlerinikitaplar üzerinden öğrenmeimkânı sağlar. Böylece günlük hayattakimlik meseleleri <strong>ve</strong> önyargılarüzerinden bir araya gelemeyen, gelmeyide arzu etmeyen bireyler, kitaplarüzerinden tesadüfen bile bu kapıyıaralamış olsalar, kendi hayatlarındakiparalelliklerin farkına varıp aslındao kadar da “zıt kutuplar”, “karşıtakımlar” olmadıkları konusunda birbilince sahip olabilirler.zaman ikiyüzlülüğüne yapılan göndermeler,sosyal hayatın adaletsiz <strong>ve</strong>çarpık yönleri, Anadolu’da tipik birErmeni köy yaşantısı anlatıları, dahasonraki hikâyecilerde gözlenmemektedir.Daha sonraki hikâyelerde, başkakonular da işlemekle birlikte, “artıkkaybolmuş bu köy yaşantısına özlem”,derin bir içe kapanma ile eskigüzellikleri anlatma eğilimi <strong>ve</strong> biyografikbir hava daha hâkimdir.Bir hikâye türü olarak ortaya konanTürkiye Ermenilerinin pek çok eseribiyografik bir karakter taşımakta,çocukluktaki hatırlara, büyüklerdendinlenen enstantanelere sık değindiğiiçin “hatıratlar” başlığı içindede geniş bir referans yeri edinmektedir.Bu yazında tehcirle beraber adetazamanın donduğunu söyleyen Atlas,daha sonra gelen yazarların hemenhemen hepsinin bu zamansızlıktanetkilendiğini, eski güzel anılara<strong>ve</strong> çekilen acılara sık sık yer <strong>ve</strong>rdiklerinikaydetmektedir.Kitapları “tehcir öncesi” <strong>ve</strong> “tehcirsonrası” şeklinde ikiye ayıran Atlas,tehcir öncesinde örneğin KrikorZohrab’ın anlattığı hikâyelerin, tehcirsonrasında yazan Hagop Munsuri,Mıgırdıç Margosyan, Krikor Ceyhan,Rafi Kebapçıyan, Yervant Gobelyan,Za<strong>ve</strong>n Biberyan gibi yazarlartarafından anlatılan hikâyelerdençok büyük bir farklılık gösterdiğininaltını çizmektedir. Zohrab’ınhikâyelerinde konu edilen gerçekçitoplum eleştirisi, kilisenin zamanTürkiye Ermenilerinin deneyimlerininedebî bir dille anlatıldığı bukitaplar üzerine gerçekleşen sunum,Ermeni edebiyatındakitehcir öncesi <strong>ve</strong> sonrası farklarıgörmemizi sağlaması <strong>ve</strong> sosyaltarih yazımı için önemli birerreferans kaynağı olan bu kitaplaradair bir perspektifkazandırması açısındanson derece <strong>ve</strong>rimli geçti.33


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM34SAM <strong>Sanat</strong> Tarihine[Mümkün] BakışlarParadigmayıAşalım, E<strong>ve</strong>tama Nasıl?20 Ocak 2011Değerlendirme: Feyza Köse SayanAyda Arel<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi’nindüzenlediği <strong>Sanat</strong> Tarihine MümkünBakışlar başlıklı program dizisininikinci konuğu Prof. Dr. AydaArel’di. Arel sunumunda, bir sanattarihçisi olarak, mimarlık tarihiüzerinde çalışırken karşılaştığızorluklar <strong>ve</strong> Türkiye’de bir akademisyenolarak yetiştiği yıllardakihâkim ideolojinin sınırlayıcılığıile bu alanda çalışmanın açmazlarıhakkında konuştu.Arel’e göre, “tarih”, sanat tarihi ya damimarlık tarihi alanlarının odağındadeğildir, bu disiplinler için tarih sadecekronolojik arka düzlemi meydanagetirir. <strong>Sanat</strong> tarihçisi, mimarlıktarihçisi ya da arkeolog, tarihi kendidisiplinlerinin beklentileri <strong>ve</strong> öncelikleridoğrultusunda ele alır. <strong>Sanat</strong>tarihçisi için önemli olan yapıtınestetik niteliği <strong>ve</strong> biçim olarak ilettiğimesajı ortaya çıkarmak iken, mimarlıktarihçisi mimari yapıtı, işlevsel,konstriktif, ekonomik, teknolojiközellikleriyle değerlendirerek varoluşbiçimini sorgular. Mimarlık tarihçisiiçin estetik nitelik asal değildir, yapıanıtsal olsun ya da olmasın, sıradanbir yapı temsil ettiği ya da etmedikleriile mimarlık tarihçisinin alanınagirmektedir. Mimarlık tarihçisi, birharabe üzerinde çalışırken arkeolojininyöntemlerine, estetik sorunsallardasanat tarihine geçiş yapar; meselakonut üzerinde çalışırken tarihyeterince ipucu <strong>ve</strong>rmez ise o zamansosyoloji, antropoloji gibi disiplinlerdenfaydalanır <strong>ve</strong> tüm bu karmaşık<strong>ve</strong>riler örüntüsünü araştırmak Arel’egöre mimarlık tarihçisinin asıl yapmasıgereken şeydir. Bunun için nasıl<strong>ve</strong> kimden önce niçin sorusunu sormak,farklılığı yaratan kırılma <strong>ve</strong> dönüşümleritarihin sürekliliği içindeanlamaya çalışmak gerekir. Herşeyerağmen tarih anlatısının kurgusalbir anlatı olduğu göz ardı edilmemelidir;eldeki belgeler <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>riler doğrultusundaçeşitli neden sonuç ilişkileri<strong>ve</strong> bağlarla tarihçi tarihsel anlatıyılı resmi tarih tasavvurundan kaynaklandığınıvurguladı.Öncelikle reel hayatın içinden bir faaliyetalanı olarak mimarlığın bağlamınınreel hayat olduğunu ifadeeden Arel, mimarlık tarihi disiplininintanım eksikliğinden kaynaklananproblemleri olduğunu ifade etti. Buproblemlerin mimarlık tarihinin, sanattarihi disiplininden ayrılıp kendisininortadoks tarih disiplini şeklindetanımladığı alanla kesiştiği noktalardadüğümlendiğini ifade etti.Türkiye’nin mimari geçmişine ilişkinbirtakım konular üzerinde çalışırkentarihle cebelleştiğini söyleyenArel “Ben ne yapıyorum? Bu disiplininamacı ne?” sorularıyla baş etmekzorunda kaldığını söyledi. Bunun dakendi yetiştiği dönemlerde egemenolan misak-ı milli sınırları ile tanım-meydana getirir. Öte yandan tarihçinin,metni oluştururken yaptığı seçimlerleöznelliğini bu tarihsel anlatıyakarıştırması kaçınılmazdır. Sözkonusu öznellik tarihçinin kendi deneyimi,dünya görüşü ya da beklentileridoğrultusunda koşullanabileceğigibi çoğu zaman içinde bulunulantoplumun dayattığı dünya görüşü<strong>ve</strong> kalıplar dâhilindedir. Bazen toplumunöncelikleri, fark etmeden tarihçiyiyönlendirir, kimi zamanda bukalıpların ya da dayatmaların dışındakişi sesini duyuramayacağı bir alanamahkum edilir. Bu ayrışmayı <strong>ve</strong> dayatmayıArel konuşmasında aşılmasıgereken paradigma olarak tarif etti.Arel akademisyen olarak yetiştiği yıllardaTürkiye’deki milliyetçi anlayışınçok baskın olduğunu vurgularken;misak-ı milli sınırları ile tanımlanmışbir coğrafya içinde, geçmişlebağları koparılarak yapılmış bir kimliktanımlamasının varolduğuna dikkatçekti. Bu kimlik tanımlaması iseher türlü kültürel melezleşme karşısında<strong>ve</strong> bir kültür dayatması olarakherkesi baskı altına almaktaydı. Akabindebu anlayış içinde ortaya çıkanbakış açısı da Anadolu’yu birbirindenbağımsız kültürel katmanlarşeklinde görmeyi kaçınılmazkılmaktaydı.Konuşmasının sonunda A-rel; döneme özgü ideolojileretkisinde, kendi mantığı inkaredilerek yazılan tarihintamamen kurmaca olacağınıama zaten yazılı tarihinbir kurmaca olduğunu,tarihsel anlatıyı


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMoluşturan bilgi <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rilerinçelişmemesinin varsayımadayandığını, inşa edilenkurgunun başka bir kurgutarafından çökertilmesininise kaçınılmaz olduğunuifade etti. Buna karşılık bir tarihçideolması gereken tavrın ispatetmeye çalışmak değil anlamayaçalışmak <strong>ve</strong> sorular ortayakoyarak yeni sorulara zemin hazırlamakolduğunun altını çizdi.Katılımcıların karşılıklı sorularıyla devameden program, Türkiye’nin kültür,mimarlık, koruma <strong>ve</strong> restorasyonmeseleleri bağlamında ilerledi.<strong>Sanat</strong>ın Sınırları <strong>ve</strong>Anlam Yitimi24 Şubat 2011Değerlendirme: Zeynep Gökgöztemin bulunmasıyla herşeyin birbirinegeçtiği günümüzde doğru çözümlemelereulaşmanın imkânına vurguyaptı. Aslında sanat tarihinin gelenekselyöntemleri günümüz sanatını algılayıpçözümlemekte yetersiz kalıyor,bunun için çoklukla öznel yorumlaragidiliniyordu. Artık alana özgü yöntemlerüretmeye çalışmalı, bu bağlamdafarklı disiplinlerin yaklaşımlarınaitibar edilmeliydi. Zaten gün geçmiyorduki inter, multi, trans disiplineryaklaşımlar gündeme gelmesin.Uşun Tükelİstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi Edebiyat Fakültesi<strong>Sanat</strong> Tarihi Bölümü profesörlerindenUşun Tükel, önemliparadigma değişiklikleri olarakgördüğü sanat eserine “özgün” bir“müdahale”yle sanatın sınırlarınınnerede başlayıp bittiği üzerine düşünülmesigerekenler <strong>ve</strong> bağlamındankoparılmış bir eserin anlamındaoluşacak erozyon üzerinden iki bölümeayırdığı konuşmasına kısa bir girişyaparak başladı.İlk olarak konuğumuz kuram <strong>ve</strong> yöntemtemeline oturmadıkça sanat yapıtlarıüzerine söz söylemenin çok kolayolduğunu, elinizde sağlam bir yön-Günümüz sanatları nasıl değerlendirilebilirsorusuna <strong>ve</strong>rilebilecek cevaplarıiki tartışmalı örnek üzerindenele almayı uygun gören Tükel’in gösterdiğiilk örnek 1997’de AmsterdamStedeljik Müzesi’nde Rus sanatçı AlexanderBrener’in Kazimir Maleviç’eait 12 Milyon dolar değer biçilen BeyazÜstüne Beyaz Haç’ına yeşil spreyboyayla çizdiği dolar işaretiydi. Zamanındada insanları ikiye bölen bueyleme müze yetkililerinin cevaplarısert olmuştu: “<strong>Sanat</strong>ın tahrip edilmesihiçbir zaman sanat olamaz.”Tarihte buna benzer başka müdahalelerinde olduğu ancak burada yapılmakistenenin vandalizm değil de sanatafarklı <strong>ve</strong> düşündürtücü bir boyutkatılmak istenen bir eylem olduğunugösteren ipuçları vardı. Cevap “NedenMaleviç?” <strong>ve</strong> “Neden bu resim?”sorularında gizliydi. Elden ele dolaşan,ressamının herhangi bir talimatıolmadan ölümüyle bir kısmınınemanet ettiği arkadaşı tarafından, birkısmının da kanunsuzca yurtdışınakaçırılmasıyla müzeler arası rekabetesebep olan Maleviç resimlerinden birine,gene hayranı olan bir başka ressamtarafından yapılan bu müdahaleyleaslında müze <strong>ve</strong> sanat piyasasınınkalbi hedef alınmaktaydı.bir sistemi yaratmak olabilir.” 1 Bütünkurumlara yüklenerek şunları da söyler:“Belki de bir fikir olarak sanatınsonu gelmemiştir, sonu gelen sanatsistemidir. Tam tersine sanat muhtemelengelecek dönüşümlere açıktır.Bu sorun sanatçıların sorunudur,sanat kurumlarının, eleştirmenlerin,kuratörlerin, vs. değil. <strong>Sanat</strong>çılaryapmaya cesaret edemedikleri herşeykadar yaptıkları herşey için de sorumlututulmalıdır.” 2Brener kendini şöyle savunur: “Kültür<strong>ve</strong> sanat artık dünyayı ya da insanıyeniden yaratmak isteğine sahipdeğildir. Bu koşullarda sanatçının tekarzusu, <strong>ve</strong>rili toplumsal sistemi tahripetmek <strong>ve</strong> kültürün yeniden dinamikbir güç konumuna erişeceği yeniBrener’in eylemini ontolojik olaraktemellendirmesi olayın meşruluğuhakkında insanı düşündürtüyor,bazı durumlarda meşruluğu yasallıktanönde tutmak gerekebilir,diye.Sonunda ne oluyor, eser üzerindekidolar işareti silinmeyeçalışılarak ikinci bir tahribatdaha oluşturuluyor, silmeişlemi gerçekleştiril-1 D. Lindsay, “Vandallığın <strong>Sanat</strong>ıya da <strong>Sanat</strong>ın Vandallığı”, Art-ist,sy. 1 (Haziran 1999).2 A. Brener <strong>ve</strong> B. Schurz, “<strong>Sanat</strong>ı<strong>Sanat</strong>çılardan Kurtarın!:Radikal Teori Karşısında<strong>Sanat</strong>çılar”, Art-ist, yıl 2,sy. 2 (Ocak 2005).35


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM36meden eserin üzerine“Maleviç+Brener”yazmak mümkünken.Çünkü ikisinin de mesajıyerindedir <strong>ve</strong> bu olaygerçek bir paradigma değişikliğineyol açarak sanatortamında tıkanmış damarlarakeskin bir neşter atmaktadır.mıyla bir performans ortaya koyan<strong>ve</strong> keyifli bir tartışma ortamı yaratan)Uşun Tükel en vurucu cümlesinien son cümle olarak kurarak sanatailişkin bu konuşmalardan varılacaknihai çözüme şu şekilde ulaştı:“Bundan sonra herşeyi te<strong>ve</strong>kküllekarşılamak gerekecek!”İmge <strong>ve</strong> Metin:Yazı <strong>ve</strong> Resim NasılBir Araya Gelir?30 Mart 2011Nazım HikmetRichard DikbaşDeğerlendirme: Ayşe Taşkentİkinci olarak ele alınan eser iseMonica Bonvinici’nin 8. İstanbulBienali (2003) için tasarladığı,sonradan yerinden kaldırılmayanama mekânın İstanbul Modern’e dönüştürülmesiylealt kata iniş için birmimari öğe halini alarak tenzili rütbereva görülen “Cehenneme Merdi<strong>ve</strong>n”adlı yapıtıydı. İsmiyle müsemmabir yapılandırmaya sahip iken <strong>ve</strong>de bütünsel söylemini aynı mekânıpaylaştığı Suh Do-Ho’nun “Merdi<strong>ve</strong>n”işiyle birlikte cennet-cehennem,göksel-yersel, aydınlık-karanlık gibikarşıtlıklar üzerinden yüklenmişken,bu ilişkilerin yok oluşuyla, bir anlamdamekânıyla sıkı ilişki içindeki geçiciişlerin kalıcı hale getirilmeleriyle gerçekleşenanlam yitiminin tipik örneklerindenbiri olu<strong>ve</strong>rmiştir. Sergimekânının müze mekânına, sergiizleyicisinin müze izleyicisine dönüşümüde üzerinde düşünülmesigereken farklı izlekler olarak karşımızdadurmaktadır.<strong>Sanat</strong>ın tüm bu hallerinde ortaya çıkansorular, olası cevaplar, en basitindensanatın tanımında dahi ortayaçıkan değişim <strong>ve</strong> dönüşüm karşısındasanat tarihçisi <strong>ve</strong> eleştirmenininneler yapması gerektiği üzerindendevam eden konuşmada(ki dinleyicisini de bu konuşmadaözne konumuna getirerek tam anla-<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi’nin “<strong>Sanat</strong>Tarihine Mümkün Bakışlar” başlıklıprogram dizisinin dördüncü konuğuBilgi Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nden NazımDikbaş oldu. İmge-metin ya daresim-yazı arasındaki ilişkinin serü<strong>ve</strong>nini,sunduğu estetik imkânları<strong>ve</strong> 20. yüzyıl <strong>ve</strong> sonrası sanatının buestetik imkânları nasıl değerlendirdiğineilişkin sorular çerçe<strong>ve</strong>sindesöyleşisini kurgulayan Dikbaş, konuyuperdeye yansıttığı örnek yapıtlareşliğinde kronolojik olarak izleyicilerlepaylaştı.Savaşı sonrası toplumsal <strong>ve</strong> ekonomikyapıdaki değişimlerdir. <strong>Sanat</strong>ayeni yaklaşımlar ya da sanatın moderndönemi olarak anılabilecek busüreçte, sanat dönüşü olmayan biryola girmiş; gelenekselleşmiş kurallara<strong>ve</strong> kalıplara bir başkaldırı olaraktanımlanabilecek yeni formlar, yenibiçim <strong>ve</strong> tarzlar denenmiştir.Her ne kadar yazı ile resmin, birbirininfonksiyonunu üstlendiği pek çokalan söz konusu ise de genel olarakresim; temsili bir alan; yazı ise tasviredici, tanımlayıcı bir alan olarakgörülmektedir. Fakat 19. yüzyıl sonlarındabaşlayan <strong>ve</strong> 20. yüzyılda devameden süreçte; resim <strong>ve</strong> yazınınsınırlarının dışına taşarak, her ikisininbir arada, birbirinden ayrılmazbir şekilde iç içe geçtiği bir kullanımsöz konusudur. Bu değişimintemel saiki özellikle Birinci DünyaTemsile dayalı sanat anlayışındansaparak devrim yapan Kübizm gibiakımlar sanatın malzemesi ile ilgilibir çıkış yapmışlardır. Perspektifintek ölçüt olmadığına ilişkin yaklaşımıuçlara götürerek klasik form<strong>ve</strong> kabulleri hiçe sayan örnekler ortayakoymuşlardır. Kübistler, tuval<strong>ve</strong> boya gibi klasik malzemeninüzerinde resme tamamenyabancı öğeleri (kağıt, kumaş,gazete parçaları, harfler) kullanaraksanat nesnesininkendisini bir değişime uğratmışlardır.Böylelikle yazıyadair görsel malzeme,tuvalde ilk kez görünürolmuştur. Günümüzresim sanatındasık sık rastlanan imge


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMMagritte’nin resimde yaptığını Ferdinandde Saussure yapısalcılık çerçe<strong>ve</strong>sindedilin yapısını anlamaya<strong>ve</strong> çözümlemeye çalışarak dildeyapmıştır. James Joyce’un Ulyssess<strong>ve</strong> Finnegans Wake çözümlenmesizor, dilin yapısı ile oynayan eser<strong>ve</strong>yazının birlikte kullanımınaait bu tür uygulamalar,o dönemde hiç görülmemişyeni şeylerdir. Kübistlerböylelikle biçimlerin tutarlıbir kompozisyononu oluşturmakiçin, resimde imtiyazlı maddediye bir şey olmadığını, bir tablonunmetne ilişkin materyaller ilede yapılabileceğini göstermişlerdir.Malzemeyi değil kompozisyonu öneçıkartan diğer bir akım da Dadaizmdir.Dadacılar görsel/metinsel merkezliyeni bir örgütlenmeye karar <strong>ve</strong>rdiklerindeilk olgu olarak metin <strong>ve</strong> imgeninberaber kullanılmasına yönelmişlerdir.Merz yapımlarıyla ünlü birDadaist olan Kurt Schwitters’in resimlerinde,imge <strong>ve</strong> yazının birbirininiçine geçtiğini görmek mümkünolmuştur. Dadaizm, modernizminöncü sanatçılarından Marcel Duchampiçin her ne kadar geçici bir buluşmanoktası olsa da Duchamp kendibaşına, sanat dışı olan “hazır yapım”bir nesnenin, orijinal bağlamından,kullanımından <strong>ve</strong> anlamından sıyrıldığıtakdirde “sanat” olarak sergilenebileceğinigöstermiştir. Seri üretimürünlerini, heykel olarak sergileyerek“yüksek sanat”, “kültür” <strong>ve</strong> pazardakiürünler hakkındaki geleneksel düşünce<strong>ve</strong> kanıları hedef almıştır.rumlayan Dikbaş; bütün felsefe tarihine;“Platon’un yapıtlarına düşülmüşdipnotlar” denilmesine benzerbir şekilde 20. yüzyıl deneysel sanatınada Ducamp’ın sanatına düşülmüş,bu bağlamda üretilmiş eserlerdemenin mümkün olduğuna dikkatçekti. Yapıtın en çarpıcı tarafı, hazıryapıt olmayan tek şey; sanatçınınimzası gibi duran; “R. Mutt” olarakokunabilecek imza. Bu imza neolduğunu bilmediğimiz, Ducamp’ınismi olmayan fakat görsel malzemeile yazı arasındaki ilişkiye dikkat çekenironik bir şeydir. Geleneksel yapıtlardaönemli olan sanatçının kendiismini yazdığı imza <strong>ve</strong> tarih ile deyapıtta oynanmış, yazı/imza gizemlibir şey haline dönüşmüştür. Yapıtınfırça izi taşıyan bu unsuru ile sanatçıyapıtın arkasındaki bir fikre, bir kavrama,kavramsal düşünceler dizisineya da bir metin dünyasına göndermeyapmıştır.Duchamp’ın en çarpıcı <strong>ve</strong> ikonoklastiküretimi Çeşme, Şadırvan isimleriile sergilenen pisuarıdır. İşlevifarklı bir objenin, çokça benzeriolan endüstriyel bir ürünün, alınıpsergi alanına konmasını, 20. yüzyılsanatının en önemli jesti olarak yo-lerdir. Saussure’ın ardılı Jack Derridaise yapıçözüm/yapıbozum ile yapınınçoktan bozuma <strong>ve</strong> çöküşe uğradığınıifade etmiştir.Çalışmalarında, çoğunlukla bilinenşeylere yeni anlamlar kazandıran <strong>ve</strong>sıradan nesneleri alışılmadık bir içeriklegösteren René Magritte de anılmasıgereken bir sanatçıdır. Çizdiğipiponun altına “Bu Bir Pipo Değildir”yazarak ilk başta bir çelişki gibigörünen fakat esasında doğru olanbir ilişkiye dikkat çekmiştir: Resimbir pipo değil, piponun bir görüntüsüdür.Yazı, “resim <strong>ve</strong> imge” ile birliktekullanılırken; pipo imgesininaltındaki yazı, onun imgesini, resminiolumsuzlamaktadır.İkinci Dünya Savaşı Amerika tuvalresminin temsilcisi Jasper Johns, Periscopeadlı eserinde “red, yellow <strong>ve</strong>blue” gibi renklerin ismini yazarakresme metnin girişini geleneğe bağlıkalıp boya <strong>ve</strong> fırça kullanarak dahauzlaşmacı <strong>ve</strong> sakin bir yaklaşımla teyitetmiştir.Michel Foucault, Bu Bir Pipo Değildiradlı kitabında bu resmi <strong>ve</strong> yarattığıparadoksu anlatmaktadır.Magritte’nin bu eseri ile artık sanattarihinde bağlam, arkasındaki fikir<strong>ve</strong> metin ilişkisi ön plana çıkmış olmaktadır.İngiliz ressam <strong>ve</strong> sanat tarihçisi DavidHockney’in akademide mezuniyetiçin yaptığı Life Painting For aDiploma adlı tuvaline, hem yapıtınismini hem de “fizik” kelimesini ekleyerek;resim <strong>ve</strong> metni beraber kullanmıştır.O dönemde eleştiri almışolsa da akademi içerisinde de resmeyeni bir bileşenin, yani yazının girdiğininbir göstergesi olarak okunabilirbu eser.Pop Art akımının en önemli temsilcilerindenAndy Warhol ise seriüretimin, seri üretim nesnelerininsıkça kullanıldığı eserleryapmıştır. <strong>Sanat</strong>çı, işlerindeboya <strong>ve</strong> metni rahatça kullanır.Öyle ki; zaman zaman dametin imgenin önüne geçmektedir.Deterjan kutusuBrillo, Campbell’s ÇorbaKutuları’nı yahut CocaCola şişelerini kullanarakyaptığı işler metinile imgenin birliktekullanılmasının en iyiörneklerindendir.37


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM38İmge <strong>ve</strong> metin birlikteliğinsunduğu estetikimkânların serü<strong>ve</strong>niniKübizm, Dada <strong>ve</strong> Deneyselsanat çerçe<strong>ve</strong>sinde değerlendirenDikbaş, imgemetinilişkisini sanatçı kimliğiile, bulunmuş fotoğraf üzerinekarışık teknik ile yaptığı kendiyapıtları çerçe<strong>ve</strong>sinde de değerlendirdi.Çizimlerinin isimlerinin,çizimlerinde geçen cümlelerinbir hikâyesi olduğunu, kendizihninin içinden geçen, birbirinedolanan, yaşadığı ya da kurguladığıhikâyeleri <strong>ve</strong> bu hikâyelere nasılmüdahale ettiğini anlattı. Bir hikâyekatmanına, bir konuşma balonuna<strong>ve</strong>ya hikâyelerin akışının nasıldeğiştirilebileceğine imge <strong>ve</strong> metinüzerinden değinse de kendi eserlerihakkında yorumları izleyiciye/okuyucuyabıraktı.SAM Fotoğraf Neyi Anlatır?Fotoğraf <strong>ve</strong> Zaman25 Şubat 2011Değerlendirme: Betül ÖzkaynakFotoğraftaki zamanın tekilbir karşılığının olmarafBölümü’nde ders <strong>ve</strong>rmeye devamediyor. Kapadokya, Kubbeler, Ufkadair, Pervane, Kıyı <strong>ve</strong> Kök isimli sergiçalışmalarına imza atan <strong>ve</strong> yurtdışındada pek çok sergiye katılanFırat’ın fotoğrafları Belçika An<strong>ve</strong>rsFotoğraf Müzesi koleksiyonuna <strong>ve</strong>Almanya’da Bochum Müzesi koleksiyonunadâhil edildi.Kamil Fırat<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi tarafındandüzenlenen “Fotoğraf Neyi Anlatır”başlıklı Yuvarlak Masa Toplantılarserisinin ilk konuğu Kamil Fıratidi. Fırat, 1986 yılında mezun olduğuMimar Sinan Üni<strong>ve</strong>rsitesi Fotoğ-rafların bu makine ile çektiği bilgisini<strong>ve</strong>rdi.Programa Kamil Fırat’ın fotoğrafprojelerinden bir kısmının izlenmesiylebaşlandı. Sözlerine Agustus’tan“Zaman bizim bedenimizdir” alıntısınıyaparak başlayan Fırat , “içindeyaşadığımız zamanın birer temsilcisiolduğumuz” düşüncesini dile getirerekzamana <strong>ve</strong>rdiği önemi vurgulamışoldu.İçinde bulunduğumuz zamanın gerekleriolarak çevremizde duranelektrik <strong>ve</strong> telefon telleri, levhalar gibiçoğu kişinin fotoğrafta olmasını istemediğinesnelerin zamanın birergöstergesi olduğunu düşünen Fırat,bu tür zaman göstergelerini kabuledemeyen fotoğrafçıların zamandankaçtıklarını <strong>ve</strong> yüz yıl sonra bakıldığındahangi zamanda çekildiği farkedilebilen fotoğrafların değerli olduğunuifade etti. Fotoğrafçının “şimdikizamanın farkında olan” diye birözelliğinin olduğunu, nefes almakgibi zamanı hissetmesi <strong>ve</strong> zamanıngöstergelerinin peşinde koşması gerektiğininaltını çizdi.Fırat, Batı Medeniyetinin aksine simetrininDoğu’da önemsendiğine <strong>ve</strong>bunun anlatım biçimlerine de yansıdığınadikkat çektikten sonra Osmanlıtarihinin, kültürünün de formunu<strong>ve</strong> estetiğini dairesel <strong>ve</strong> döngüselifadelerle anlatmanın gerekliliğinidile getirdi. Fotoğrafta bu anlatımı<strong>ve</strong> bu anlatımdaki estetiği göstermekiçin kullanılan malzemelerin sınırlı<strong>ve</strong> yetersiz olduğunu düşündüğünü<strong>ve</strong> bunu bir problem olarak gördüğünüsöyleyen Fırat, Tarkovski’nin“Söyleyecek bir cümlen varsa çözümbulursun” cümlesinde anlattığı gibi,bu duruma çözüm bulmak için yeniformatta bir makine yaptığının <strong>ve</strong>Kubbeler adlı çalışmasındaki fotoğ-Kompozisyon ağırlıklı <strong>ve</strong> belli ölçülerdeçekilen fotoğraf çalışmalarındakimliğin yok olma tehlikesine vurguyapan Fırat, sürekli böyle bir tavıriçinde olduğumuzda, tüm fotoğraflarınaynılaşacağına dikkat çekti. Ayrıca“Ben böyle gördüm” gibi keyfi birsöyleme mani olmak <strong>ve</strong> izleyicinineserden uzaklaşmasını engellemekamacıyla fotoğrafçının çektiği fotoğraflaraipuçları koyması gerektiğini,bunun yanında bir fotoğrafınyalnızca tek okumasınınolmadığını vurguladı. Fotoğrafta,fotoğrafçının, fotoğrafınkendisinin <strong>ve</strong> fotoğrafabakan izleyicinin niyetininvarlığından söz etti.


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMİçinde bulunduğumuz dijital çağdaürettiğimiz ya da muhatap kaldığımız“görüntü”lerin sayısı <strong>ve</strong> etkisi giderekartarken, fotoğrafın serü<strong>ve</strong>ninidoğru okumak hayati bir önem taşıyor.“Post-doc” gibi kavramların dillendirilmeyebaşladığı günümüzde,postmodernizmin moderne yönelikeleştiri oklarından fotoğraf da nasibidığını,fotoğrafın üretilmesi, izleyicininkarşısına gelmesi sürecindebirden çok zamanın oluştuğunu,her yeni yüzleşmede yeni birzaman algısının ortaya çıktığını dilegetirdi.Dışımızda akıp gidenlerin görüntüdeğil görünümler olduğu ayrımınıyapan Fırat, kendisinde zamanın daolduğu akıp giden bu görünümleriniçinden aldıklarımızın “görüntü” olduğuna,bu görüntülerin farkındalıklarımız<strong>ve</strong> ürettiğimiz fotoğraflarımızolduğuna dikkat çekti.Fotoğrafın görünenin arkasındaki anlamile ilgilenen <strong>ve</strong> fotoğraflar ile ilişkikurmada yardımcı olacak kodlarıolmasının gerekliliğini savunmasınınyanında yaşanan problemlerinafişlerdeki gibi açık bir ifade ile aktarılmamasıgerektiğini düşünen Fırat,izleyiciler tarafından anlaşılmakdiye bir derdinin de olmadığına dikkatçekti. “Bir şey tanımlamaya başladığıandan itibaren statükoya döner”diyen Hebert Marcuse’un ifade ettiğitehlikenin “kutsal bir metin” gibi algılanmasorunu yaşayan fotoğrafçılarında bir problemi olduğunu işaret etti.Kamil Fırat son olarak İbnü’l-Heysem’inışığın doğrusallığından bahsetmesi,fiziğin önemsenmesi, haritacılığıngelişmesi, gerçeği olduğugibi resmetme kaygısının başlamasıgibi dönemlerin fotoğrafın ortayaçıkmasındaki sürece etki eden olaylarolduğunu dile getirdi.Belgesel FotoğrafÜzerine31 Mart 2011Özcan YurdalanDeğerlendirme: Hilal TuranBir görüntü üzerine düşünmedenbaşkasının geldiği, görüntü bombardımanındaolduğumuz günümüzdesaliseler aralığında akan görüntüleraracılığıyla dünyanın problemlerininayıklanamadığına, bu problemleridert etmeye vakit bırakılmadığına,sadece anlık birer dert şeklinde hissettirildiğinevurgu yapan Fırat ayrıcagörüntünün etkisi söz konusu olduğundayok edilmek istenen etkiningörüntünün yasaklanması ile değil,gösteriminin çoğaltılmasıyla mümkünolacağından bahsetti.Fotoğraf, kısa tarihinde, toplumsalolana dair çok şey söylemekle kalmayıpdolaylı şekilde de olsa tarihin akışınıetkiledi. Neredeyse yaşıt olduğu“sosyoloji”nin temel kavramlarından“toplumsal değişim” ile fotoğraf arasındaher zaman bir paralellik mevcutoldu. Fotoğrafın “toplumsal”a dokunduğualanda, bilhassa “belgesel fotoğraf”,sistemlere yönelik “bir itiraz dili”olarak öne çıktı. Belgesel fotoğrafçılartam da bu nedenle “fotoğraf makinelisosyologlar” olarak tanımlandılar.ni alıyor. Gerçekliğin tekrar tekrarsorgulandığı bu dönemde, “gerçekliğinyeniden sunumu” olarak tanımlananfotoğrafın “gerçekliği”, etikboyutu, belge değeri taşıyıp taşımadığı,nerede başlayıp nerede bittiği <strong>ve</strong>estetiği giderek daha fazla tartışılankuramsal konular arasında yer alıyor.Dünyada fotoğrafın tarihi ile yaşıtolsa da ülkemizde son on yıldır ivmekazanan belgesel fotoğrafı, tüm busoruları/sorunlarıyla fotoğrafa pratikalan dışında kuramsal açıdan da kafayoran Özcan Yurdalan ile konuştuk.1977 yılında AFSAD (Ankara Fotoğraf<strong>Sanat</strong>çıları Derneği) kurucularıarasında yer alan Yurdalan,1980’e kadar DİSK-Genel İş Sendikası Foto FilmMerkezi’nde çalıştı. 1999Marmara Depremi’ndensonra Dayanışma Gönüllüleri’ninFotoğrafçı ÇocuklarAtölyesi’nde çalıştı.2000 yılında FV(Fotoğraf Vakfı) kurucularıarasında yeraldı. Beş seyahatnamekitabı yayın-39


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM40Yurdalan’a göre belgesel fotoğrafçınınesas meselesi, fotoğrafı ötekihayatları anlamanın metodolojisiolarak kullanıp kullanmadığı. Fotoğrafdoğrudan bireyle yüz yüze gelilandı.Halen serbest gazetecilikyapıyor, yazıları<strong>ve</strong> foto-röportajları yayınlanıyor.İçinde yaşadığımız çağda,hayatın <strong>ve</strong> anılarımızın büyükoranda görüntülere teslim edildiğitespitiyle söz başlayan Yurdalan,fotoğrafa kaydedilmemişşeylerin adeta “deneyimlenmemiş”,“yaşanmamış” kabul edildiğinivurguladı. Hatta hayatta çoğu şeyifotoğraflanmak için yapar hale geldiğimizedikkat çekti. Çünkü fotoğrafbize kanıtlıyor, ispat ediyor, olan herneyse onun gerçekten olduğuna dairbir ferahlık duygusu oluşturuyor.Seyahat fotoğrafları da aslında “Benoradaydım”ın kanıtları.Yurdalan bu konuda genel olarak ikigörüş olduğunu söyledi. Birincisi“fotoğraf çeken edilgendir, müdahaleedemez.” Diğer görüşe görefotoğrafçının orada olması bileolaya müdahaledir. Hatta fotoğrafıçekilenin bunun farkındaolması bile olayı değiştirir.Nitekim bazen sadece gazetecilerorada diye, bazıbölgelerde şiddetin arttığıbelirtilir. Böylece Yurdalan,her seçmenin birmüdahale olduğunu <strong>ve</strong>fotoğrafçının varlığıselfotoğraf” olması için belli şartlarıhaiz olması gerektiğine dikkat çekti.Öncelikle belgesel fotoğrafın tek birkare fotoğraftan ibaret olmadığınıvurguladı. Yurdalan’a göre “bir anlatımaracı olarak” belgesel fotoğraf,sıradan bir fotokopiden ya da kayıttanfarklı olmak, bir hikâye barındırmak,öznellik taşımak zorunda.Peki, 150 yıldır hayatımızda varolan<strong>ve</strong> algı biçimlerimizi bu denli dönüştürenfotoğrafın, diğer sanatlargibi kendine has bir dili var mıdır?Özcan Yurdalan bu soruyu fotoğrafıntek bir dili olmadığı, ancak onundillerinden bahsedilebileceği şeklindecevapladı. Gezi fotoğrafları ya dabelgesel fotoğrafları onun dillerindensadece bazıları.Yurdalan’a göre her fotoğraf bir belge.Ama her belge, gerçeğin kendisideğil. Fotoğraf, fotoğraflanan olay yada nesnenin hakikatinin değil fotoğrafçınıngördüğü gerçekliğin kanıtıona göre. Bu nedenle fotoğraf pekâlâyalan söyleyebilir. Hatta en güçlü yalanlarfotoğraf aracılığıyla söylenir.Belgesel fotoğrafı tanımlayan Yurdalanher fotoğrafın bir belge değeri taşıdığınaancak bir fotoğrafın “belge-Özcan Yurdalan, belgesel fotoğrafıbir sürecin sonunda ortaya çıkangörüntüler bütünü olarak tanımladı.Herşeyden önce “bir anlama pratiği”olan belgesel çalışma, dört aşamadagerçekleşmeli diyen Yurdalan’a görebelgesel fotoğrafçılığın en önemli basamaklarındanbiri konu seçimi. Konununfotoğrafçıya yakın olması yada bu konuyu çalışmayı gerçekten istemesiçok önemli. Sonrasında seçilenkonuyu araştırmak, gözlem yapmak,insan ilişkilerini kurmak <strong>ve</strong> birçekim planı hazırlamak gerekiyor.Bu belgesel fotoğrafın ikinci aşaması.Üçüncü aşama fotoğraf çekmek.Dördüncü aşama ise çekilen fotoğraflarıseçme <strong>ve</strong> görüntüler bütününüortaya çıkarma. Yurdalan bir fotoğrafınbelgesel fotoğraf olması için,öncelikle böyle bir metodoloji ile üretilmişolması gerektiğini vurguladı.nerek, birinin hayatına dokunaraküretiliyor. Dolayısıyla temas ettiğinizhayatı anlamaya başlıyorsunuz <strong>ve</strong>tam da bu nedenle fotoğraf empatigeliştirmemizi, öteki yerine koyarakdüşünmemizi sağlıyor.Yurdalan bu metodun fotoğrafın başkasahaları hatta sosyal bilimler içinde kabul edilebilecek geniş bir kullanımalanı olduğu <strong>ve</strong> bu süreç üzerindenbelgesel fotoğrafı ayrıştırmanınne kadar mümkün olduğuna dair biritiraza karşılık ise “ilk bakışta benzergörünse de aşamalarda derinleştikçekriterlerin farklılaştıkları”nı söyledi:“Mesela sosyolojide anket yaparkenkonunun size yakın olması gibi birzorunluluk yoktur. Belgeselde ise enaz beş kez ulaşabileceğiniz bir konuseçmeniz gerekir.”Yurdalan’a belgesel fotoğrafın gerçeklikleilişkisi hususunda “gözlemyapanın gerçekliğe müdahil oluponu deforme ettiği” tespitinden hareketlefotoğrafta “bakan ile bakılan”arasındaki diktonomiyi azaltacak biryöntem önerisi olup olmadığı sorusugeldi. Pierre Bourideu’nun “katılımcıgözlem” kavramının ışığında, fotoğrafçınınolayı değiştirmeyecek kadarkendini silikleştirmesinin bu gerilimiazaltabileceğini söyledi Yurdalan.Yurdalan belgesel fotoğrafçının konusuylahemhal olması, nüfuz etmesigerektiğini ifade etti: “Başka türlüsü,gezi fotoğrafıdır, ‘geçerken çekilenfotoğraflar’ ise bir nevi hırsızlıktır,çünkü fotoğrafı çekileni nesneleştirir.”


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMnın olayı etkileyip değiştirdiğinidile getirdi.Belgesel fotoğrafın etikboyutu en çok tartışılan konunlararasında. Toplantıdabu konuda herkesin zihninekazınmış bazı fotoğraflar üzerindengündeme geldi. Fotoğrafçımuhatap kaldığı bir haksızlığıfotoğraflamalı mı yoksa onamüdahale mi etmeli?Öncelikle insanlığın tüm günahlarınıonu fotoğraflayan kişiye yüklemenindoğru olmadığını vurgulayan Yurdalan,yine de fotoğrafçının insanolduğunu unutmaması, ötekinin yerinekoyabilmesi gerektiği şeklindecevapladı. Fotoğrafın konu edindiğihaksızlığa dünyanın dikkatini çekme<strong>ve</strong> bu konuda bir duyarlılık oluşturmagücü bulunsa da bu soruyu şuşekilde sormanın daha ufuk açıcıolacağını savundu: “Siz Afrika’dakiaçlıktan ölmek üzere olan o çocukolsanız yahut Vietnam’da başına silahdayanan o insan, ne yapılmasınıisterdiniz?”nümlerin arkasındaki nedenlerleilgilenmez, oradan estetik bir görüntüyakalamak ister sadece. Yurdalanbelgesel fotoğrafçının önceliğininhikâye kurmak olduğunu dile getirdiktensonra günümüzün masalanlatıcılarının belgesel fotoğrafçılarolduğunu belirtti. Bu kaygıyı güdenbir fotoğrafçının didaktik olmaktannasıl kurtulacağı şeklindeki bir soruyu,bunun tek yolunun fotoğrafçınıngörüntünün diline hâkim olmasından<strong>ve</strong> hikâyesini anlatırken imgelerikullanabilmesinden geçtiği şeklindecevapladı. Ancak böylece belgeselfotoğrafı propaganda serisi olmaktançıkarıp derinlik kazandırabilir.Belgesel fotoğrafın estetiğine dedeğinen Yurdalan, estetik kaygınınfotoğrafın içeriğinin önüne geçmemesigerektiğini belirtti. Bir anlamdabelgesel fotoğrafı “sanat” alanıdışında konumlandırdı. Yurdalan,belgesel fotoğrafçının “sanatçılar”gibi fotoğrafın önüne geçmemesigerektiğini belirtti.Yurdalan’a göre fotoğrafçının ikimaksadı vardır. Bir estetik görüntüyaratmak ya da bir hikâye kurmak.Birinci amaçla fotoğraf çeken fotoğrafçıhayatı estetize eder, görü-Türkiye’de yaygın fotoğraflama tarzının,hayatı estetize eden fotoğraflamatarzı olduğu tespitini yapanYurdalan, bilhassa 70’lerde başlayan“hikâyeci fotoğraflama”nın 80sonrası apolitize ortamda kesintiyeuğradığını söyledi. 2000’li yıllardaise belgesel fotoğrafın hem dünyadahem de Türkiye’de bir trend yakaladığınıbelirtse de, bunun da belgeselfotoğrafın içinin boşaltılmasına nedenolduğuna dikkat çekti. Oryantalizmin,bu anlamda günümüz fotoğrafçılarınınen büyük handikapı olduğunubelirtti.alanında yetkin konukların çağrılacağıdizinin ilk konuğu sinema eleştirmeni<strong>ve</strong> tarihçisi Burçak Evren’di.SAM Türkiye’de Sinema DergiciliğiTürkiye’de SinemaDergiciliğinin Tarihi15 Ocak 2011Değerlendirme: Barış SaydamBurçak Evren<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı <strong>Sanat</strong> AraştırmalarıMerkezi bünyesinde faaliyetgösteren Türk Sineması Araştırmalarıekibinin “Türkiye’de SinemaDergiciliği” başlığıyla hazırladığı <strong>ve</strong>Programın başlarında sinemayabaşlama serü<strong>ve</strong>nini, sinemaya bakışınınzaman içinde nasıl değiştiğinianlatan Burçak Evren, çıkardığı sinemadergilerinin Türkiye’de sinemanıngelişimine yaptığı katkılardanda bahsetti. 1969 yılında gazeteciliğebaşlayan Evren’in kişisel hayathikâyesi ile Türkiye’nin dönüşümsüreci paralellik gösterdiği için programçerçe<strong>ve</strong>sinde yazarın anlattıklarıüzerinden Türkiye’deki tarihselgelişimi takip etmek de mümkündü.Yönünü Batı’ya doğrultanTürkiye’nin modernleşmesürecinde yaşadığı sıkıntılar,toplumsal hayattaki kutuplaşma,sınıf farklılıklarınınkeskinleşmesi, iktidara gelenpartilerin politikalarınınsokağa yansımalarıgibi sosyolojik bir araştırmanınkonusu olabilecekpek çok başlıkda Evren’in anlattıklarıüzerinden41


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM42Programda Osmanlı dönemindekisinema dergiciliğinden günümüzdekisinema dergilerine değin uzunbir tarihsel aralığı kendi gözlemleriylebizlere aktaran Burçak Evren,bir yandan da Türkiye’de eğitimalanında yaşanan eksikliklerin sinemaalanına yansımalarına da vurguyaptı. Sadece pratik anlamda teknikeleman eksikliğinin değil, kuram <strong>ve</strong>teori anlamında da ciddi şeyler üretecek,araştıracak <strong>ve</strong> yazacak insanlarınyokluğunun da sinemamızdabüyük bir sorun yarattığına dikkatçekti. Günümüzdeki sinema dergiokunabilir.Bu açıdan bakıldığında,Amerikan filmlerininpiyasaya egemen olduğu,sinemanın sadece bireğlence aracı olarak görüldüğü,filmlerdeki sosyolojik altmetinleringörmezden gelindiğibir dönemde sinemayla tanışanbirinin daha sonra Fransızlarınünlü sinema dergisi Cahiers duCinéma doğrultusunda bir dergi çıkarmayaçalışması anlam buluyor.Neredeyse kırk yıldır bu mesleğiniçinde yer alan Evren’in gözlemleri<strong>ve</strong> deneyimleri sinemanın bir eğlencearacından politik bir ifade aracınadönüşmesinin izdüşümlerini debizlere sunuyor. Ömer Lütfi Akad,Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğgibi yönetmenlerin Türk sinemasınındilini bulma sürecinde oynadıklarıöncü rol, Ulusal Sinema kavramı,Sinematek’in kuruluş serü<strong>ve</strong>ni, YeniSinema dergisinin çıkışı, sinema yazarları<strong>ve</strong> yönetmenler arasındaki fikirayrıklıkları, Yılmaz Güney’in olayyaratan filmleri gibi döneme damgasınıvurmuş bir dizi olayın sinemanıngelişmesindeki etkisini de Evren’inanlattıklarından gözlemleyebiliyoruz.Çeşitli kaynaklardan parça parçaokuduğumuz bütün bu gelişmeler,Evren’in sosyal gelişmeleri de es geçmedenanlattığı kişisel yolculuğuylabirlikte bütünlük kazanıyor.Bununla birlikte, Sinematek Derneği’ninişleyişindeki <strong>ve</strong> Yeni Sinemadergisinin felsefesindeki, ulusalıreddedip “Batıya yönelen” <strong>ve</strong> aslındaTürkiye’nin modernleşme sürecindetaşların bir türlü yerli yerine oturmamasındankaynaklanan yereldenbeslenmeyip evrensele ulaşmayıhedefleyen <strong>ve</strong> dönemin entelektüelleriarasında yaygınlık kazananbir görüşün çıkmazları da Evren’inprogramda anlattıklarıyla daha dagörünür kılınıyor. Türkiye’nin yaşadığıtezatlar, Evren’in çıkardığıdergilerde <strong>ve</strong> yazdığı gazetelerde deaynen devam ediyor. 1980’lerdekiGelişim Sinema dergisi Cahiers duCinema’nın felsefesine sadık kalarak,sinema dergiciliğinde Fransızekolünü Türkiye’ye uyarlamaya çalışıyor;ama bir devamlılık sağlanamıyor<strong>ve</strong> dergi bir seneyi doldurmadanyayından kalkıyor. Yeşilçam’ınçöküşünü hazırlayan süreç sinemadergiciliği alanında da çöküşün habercisioluyor. Ülkede sinema salonlarıkapanıp film üretimi düşerken,Fransız ekolüne bağlı bir dergininde ömrü kısa oluyor. Ötelenen <strong>ve</strong>aşağılanan ülke sinemasının aslındasinemanın her alanında belirleyicibir rol oynadığının da bir anlamdagöstergesi olan bu gelişme, kuşkusuziçeriyi görmezden gelip dışarıylayetinmeye çalışmanın da acı bir faturasınadönüşüyor.lerinin magazine ağırlık <strong>ve</strong>rdiğini,bültenlere dayalı tanıtım yazılarıyayınladıklarını <strong>ve</strong> eleştirinin işlevininkalmadığını da sözlerine ekledi.Son olarak, “Herşeye rağmen, bugünimkânım olsa yine de bir sinemadergisi çıkarırdım” diyen Evren, sinemakonusundaki varolan karamsartabloya karşın ileriye yönelikumutlarını da aktardı.1970’lerdenGünümüzeTürkiye’de SinemaDergiciliği <strong>ve</strong>Sinema Yazarlığı5 Mart 2011Değerlendirme: Sümeyye Cansızİhsan Kabilİhsan Kabil, ilk gençlik yıllarındabir şeyleri keşfetme <strong>ve</strong> kendine yolçizme noktasında okulu DarüşşafakaLisesi’nin önemli bir yeri olduğunusöyleyerek konuşmasınabaşladı. Okulun öğrencileresunduğu imkânlarınentelektüel zihin yapısınıngelişmesinde <strong>ve</strong> belli kazanımlarelde edilmesindepayının büyük olduğunuifade etti. 12 Mart’tansonra siyasî atmosferindeğişmesiyle birlikte


<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMokuldaki canlı, renkli,kültürel, entelektüelortamın yerini sığlığa <strong>ve</strong>yeknesaklığa bıraktığınıbelirtti.keşfettiği diğer bir derginin de MesutUçakan’ın beş sayılık çıkardığı bir sinemadergisi olduğunu ifade etti.Sinema dergiciliğine başlamasındaen büyük etkeninise Atilla Dorsay’ın o dönemCumhuriyet’te haftalık olarakyayımlanan sinema yazıları olduğunusöyleyerek konuşmasınadevam eden Kabil, sinemaya ilgisinin<strong>ve</strong> merakının ciddiyet kazanmasıylabirlikte dergicilik boyutununda başladığını dile getirdi. İlksinema dergisini okul yıllarında gittiğiDostlar Tiyatrosu’nda keşfetti:Gerçek Sinema. Böylece sinema kitaplarınayöneldiğini söyleyen Kabil,o dönemde çıkan Yeni Sinema<strong>ve</strong> zor bulunan Çağdaş Sinema dergisinitakip eder… Bu dergilerin geneldesol çizgide <strong>ve</strong> Batıcı bir bakışaçısına sahip dergiler… İlerleyenzamanlarda Maoist bir çizgiye kayarako minval üzere yazıların çıktığını<strong>ve</strong> artık sinema üzerinden siyasetyapılmaya başlandığını vurgulayanİhsan Kabil, sinema dergiciliğinindönemin siyasî ortamındanbüyük ölçüde etkilendiğinin altınıçizdi.Diğerlerinden farklı olarak ulusal birçizgiye sahip <strong>ve</strong> Türk sineması ağırlıklıyazıların çıktığı Gerçek Sinemadergisini görüyoruz. Kendi deyimiyleBatıcı sol perspektiften ileri gitmeyenbu dergi üzerinden yerli olanındahi Batı’ya dönük bir zihin hareketiyleinşa edilmeye çalışıldığını dilegetiren Kabil, öte yandan o yıllardaYetmişlerde sinema dergiciliğindebir diğer tarafı da Robert Kolejlilerinçıkardığı Görüntü Dergisi etrafındatoplanan, sonrasında radikal bir solanlayışıyla Genç Sinema dergisiniçıkartan grup oluşturuyordu. Kabil,ideolojinin sinemaya ne kadar çoknüfuz ettiğini, muazzam bir kamplaşmanınyaşandığını, hem bir dinamikliğinhem de bir darlaşmanın olduğubir ortamın varlığını dile getirdi.bir hissediş olarak bakan İhsan Kabilneyi ne kadar ortaya koyabildiğinizin<strong>ve</strong> samimiyetinizin, nereye kadargitmek istediğinizin bir göstergesiolduğunu belirtti. Kalıcı olanı, dinginliğiyakalamaya çalıştığını amaartık bu keşmekeş ortamda bu değerlerinyittiğini, muazzam bir karmaşıklıkiçinde yaşandığını dile getirereksözlerini bitirdi.Gelişim Dergisi’ndeki serü<strong>ve</strong>nini deanlatan İhsan Kabil, dergiye çeviriyaparak başladığından, sonraki süreçteise derginin editöryel grubunadâhil olduğundan bahsetti. Aynızamanda yayın hayatına başlayanVe Sinema isimli, sol bir çizgidenziyade varoluşsal bir kaygıyla çıkandünya sineması ağırlıklı <strong>ve</strong>ciddi bir dergide yer aldığınıbelirtti. Hem sinemada yeniakımları ele aldıklarını hemde tarihî anlamda ayrıksıolanı yakalamaya çalıştıklarınıdile getiren Kabil,yapmaya çalıştıklarışeyin kalıcı bir söylemoluşturmak olduğunusözlerine ekledi.Sinema dergiciliğinebir sevda işi,<strong>Sanat</strong> Araştırmaları MerkeziGİRİŞ SEMİNERLERİİslam <strong>Sanat</strong>ının GelişimiTEMEL SEMİNERLERDivan Edebiyatına GirişEdebiyat KonuşmalarıEdebiyat <strong>ve</strong> İktisatMüzik Düşüncesi <strong>ve</strong> TarihiSinema TarihiŞiir <strong>Sanat</strong>ıAziz DoğanayBerat AçılHasanali YıldırımMustafa ÖzelYalçın Çetinkayaİhsan KabilM. Lütfi ŞenÖZEL SEMİNERLEREdebiyat <strong>ve</strong> Toplumsal Değişme M. Fatih AndıHat <strong>Sanat</strong>ı <strong>ve</strong> İslam Mimarisi İrvin Cemil SchickMesnevî Okumaları II İsmail GüleçModern Osmanlı EdebiyatındaEleştirel Söylemin Oluşumu Fatih AltuğSenaryo Yazmak IIGökhan YorgancıgilSinema <strong>ve</strong> ŞiirFaysal SoysalOKUMA GRUPLARIÇocuk Edebiyatı OkumalarıATÖLYELERHayal Perdesi AtölyesiKısa Film AtölyesiMüzik Odası<strong>Sanat</strong> Tarihi AtölyesiSenaryo AtölyesiŞiir <strong>Sanat</strong>ı AtölyesiMelek E. Günyüzİhsan KabilMurat PayFaysal SoysalYalçın ÇetinkayaAyşe D. TaşkentNicole Nur KançalGökhan YorgancıgilM. Lütfi Şen43


molaRübaiFuzûlîSer-menzil-i her murâda reh-berdir ışkKeyfiyyet-i kemâle mazhardır ışkGencine-i kâinâta gevherdir ışkTahkikte hem zât-ı mutahhardır ışk44


TAM Tez/Makale SunumlarAnadolu’daKızılbaş KimliğininKökenleri:Türkmenler(1447-1514)17 Ocak 2011Değerlendirme: Faruk YaslıçimenTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMRıza YıldırımRıza Yıldırım, 2008 yılında BilkentÜni<strong>ve</strong>rsitesi Tarih Bölümü’nde hazırladığıKızılbaş kimliğinin kökenlerihakkındaki doktora tezini bizleresundu. Tezin İngilizce orijinalbaşlığı şöyledir: “Turkomans BetweenTwo Empires: The Originsof the Qızılbash Identity in Anatolia(1447-1514)”. Yıldırım’a göreKızılbaş meselesi hem Osmanlı’nındin yorumunu daha katı birSünniliğe doğru kaydırması hem dezamanının başat siyasî meselelerindenbiri olması hasebiyle büyükönem arzediyordu. Örneğin, şayetaskerî <strong>ve</strong> ideolojik bir tehdid olarakKızılbaş baskısı oluşmasaydı, YavuzSultan Selim hiç padişah olamayabilirdi.Zira beklentiler ŞehzâdeAhmed’in tahta çıkacağı yönündeydi.Benzer şekilde, bu meselezamanımızın artık kaybolmaya yüztutmuş Alevi-Sünni kamplaşmasınada zemin teşkil etmiş <strong>ve</strong> bugününTürkiye’sindeki İslâm <strong>ve</strong> Sünniliğiyaşama <strong>ve</strong> anlama tarzlarınıda etkilemiştir.Kızılbaş kimliğinin oluşumundakiiki esaslı âmil, Osmanlı Devleti’ninmerkezî <strong>ve</strong> bürokratik bir yapıyageçişi <strong>ve</strong> Erdebil Tekkesi’nde yaşanandönüşümü müteakip Safevilerinyükselişidir. Osmanlı Beyliğibaşlangıçta, belli tasavvuf anlayışlarınıbenimsemiş tarikatlar <strong>ve</strong> butarikatlardan etkilenen aşiretlerleittifak halindedir. Ancak, beyliktendevlete geçiş sürecinde giderekmerkezileşen devlet, aşiret unsurlarıylazıtlaşmaya başlar. Aşiret yapısı,içine nüfuz edilemez karakterinedeniyle merkezî bürokratik devletlerinkabul edemeyeceği yapılardır.Bir devletin güçlü kalabilmesi,bu alternatif odakları parçalayıpbünyesinde eritebilmesine bağlıdır.Devletin bürokratikleşmesi <strong>ve</strong>kuruluş dinamiklerine yabancılaşması,Türkmen aşiretlerin OsmanlıDevleti’ne karşı alternatif güçodaklarına kolayca eklemlenebilmelerineimkân tanır. Yıldırım’agöre, Anadolu’daki diğer aşiretlerinOsmanlı’ya karşı Karamanoğulları’nıdesteklemesinin ardındabu yatar. Fakat paradoksal olarak,Karamanoğulları’nın Osmanlılargibi bir emperyal yapı halinegelememesinin nedeni, bürokratikleşmesürecini tamamlayamaması<strong>ve</strong> aşiret konfederasyonuyapısını devam ettirmesidir.Mesela AykutluBeyliği <strong>ve</strong> Barsaklar devletiniçinde eritilip kendinebağlı insanlar haline ge-TAM Yuvarlak Masa ToplantılarıTEZ-MAKALE SUNUMLARIAnadolu’da Kızılbaş Kimliğinin Kökenleri: Rıza Yıldırım • 17 Ocak 2011Türkmenler (1447-1514)Osmanlı Hakimiyetinde Revan (1724-1746) Raif İ<strong>ve</strong>can • 21 Şubat 2011İttihat <strong>ve</strong> Terakki’nin Azınlıklar Politikası: Rumlar Ahmet Efiloğlu • 21 Mart 2011Taşra Mekanı <strong>ve</strong> Siyasetin Silik Failleri S. Ozan Zeybek • 4 Nisan 2011(Trakya Örneği)BİR KİTAP BİR YAZARÇokkültürlülük <strong>ve</strong> Çeviri:Osmanlı’da Çeviri <strong>ve</strong> Çevirmenler F. Sakine Eruz • 10 Ocak 2011Osmanlı’da Eğitimin Modernleşmesi S. Akşin Somel • 14 Mart 2011TARİH OKUMALARIKalpten Kaleme İstanbul Semtleri 3:Atikvalide Âlim Kahraman • 28 Şubat 2011Kalpten Kaleme İstanbul Semtleri 4:Dersaadet’in Kalbi Beyazıt Beşir Ayvazoğlu • 25 Nisan 2011TAM SOHBETTürkiye’de Sosyoloji: Otobiyografik Bir Anlatı Ayhan Aktar • 31 Ocak 2011Bir Mirasın Tevarüsü:Osmanlı Neşriyatının Cumhuriyete İntikali:30. Ölüm Yıldönümünde M. Seyfettin Özege Nuri Akbayar • 18 Nisan 2011


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM46tirilmemiştir. Osmanlıörneğinde, Türkmenaşiretler alternatif bir güçodağı teşkil ettiği için devlettarafından bölünmeyeçalışılır. Yörükler Rumeli’yegönderilir. Anadolu’da kalanTürkmenlerse yaşam tarzları<strong>ve</strong> mekânları değişmediği içinpotansiyel bir tehlike olarakkalır. İşte burada Safeviler, bu alternatifgüç odağının sığınabileceğibir eksen olarak ortaya çıkar. Ziraonlar da benzer bir yapıya sahiptir.Örneğin Şah İsmail’in Çaldıran Savaşı’ndakiordusuna bakıldığında,ordunun oymakların biraya gelmesiyleoluşan bir aşiret konfederasyonuolduğu görülür: Sağ kanattaŞamlılar, sol kanatta Ustacalılar,ortada aşiretlerden seçilmiş en iyisilahlılar olan Kurçiler <strong>ve</strong> başlarındaŞah İsmail... Bu durum ŞahAbbas’a kadar devam eder.Raif İ<strong>ve</strong>can ile Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi’ndehazırladığı doktoratezi bağlamında, 18.yüzyılın ilk yarısında Osmanlıhakimiyetindeki Revanüzerine tartışıldı. İ<strong>ve</strong>can,Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesiTarih Bölümü’nde2007 yılında tamamladığı“Osmanlı Hakibaşlar.Ve Anadolu’da Osmanlı’nınmerkezileşmesi nedeniyle mutsuz<strong>ve</strong> kendini devletten dışlanmış hissedenTürkmen aşiretler, ErdebilTekkesi’nin saygınlığı üzerindenhareket eden Şeyh Cüneyd akımınınetkisine girer. Böylece aşiret <strong>ve</strong>bürokratik yapı arasındaki zıtlıktanneşet eden doğal siyasî muhalefet,mezhebî <strong>ve</strong> ideolojik bir boyut kazanır.İşte yaşanan bu mezkur gerilimlerneticesinde Kızılbaş kimliğiortaya çıkar.Ancak Türkmen aşiretlerin Şahİsmail’e yönelmeleri, sadece siyasîbir ittifak değildir. İdeolojik bağlılıkiçeren bir yönü de vardır. Yıldırım’agöre, siyasî olaylar <strong>ve</strong> tarihî süreçlertoplumsal inanışları şekillendirebilir.İşte bu bağlamda ŞeyhSafiyyüddin’in Osmanlı Beyliği’yleçağdaş Erdebil Tekkesi’nin yaşadığıdönüşüm öne çıkmaktadır. Dörtnesil boyunca Ortadoğu’nun saraylarındasaygı gören bu dergâh,tasavvufî anlamda Sünnî iken,Fatih Sultan Mehmed’in tahtaçıkışıyla aynı dönemde Şeyh Cüneydönderliğinde Şii, Mehdici <strong>ve</strong>militarist bir karakter kazanmayayaşama biçimi esas alınmak suretiyledevletin temsil ettiğinden“farklı” bir din anlayışının benimsenmesiylegerçekleşir. Yıldırım’agöre bu, Lévi-Strauss’un ifade ettiği“bilinçsiz yapılar”ın farklılaşmasısürecidir. Bu konuyla ilgilenenlerayrıca, Ayfer Karakaya Stump’unaynı sene <strong>ve</strong> aynı konu üzerineHarvard Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde hazırladığı“Subjects of the Sultan, Disciplesof the Shah: Formation andTransformation of the Kizilbash/Alevi Communities in OttomanAnatolia” başlıklı doktora tezini deinceleyebilirler.Yıldırım bu bağlamda Alevilik konusunada kısaca değinir. Zira hemBektaşilerin yabancılaşması hemde Alevi kimliğinin oluşum ya dadönüşümü de bu süreçle alakalıdır.Erdebil Tekkesi’nden ayrılanSomuncu Baba’nın Anadolu coğrafyasındakigüzergahına bakıldığındaçıkan harita bugün Alevilerinyaşadığı yerlere işaret etmektedir.Başka bir ihtimal ise Türkmenaşiretlerin zaten orada ikamet ediyorolmaları <strong>ve</strong> Şeyh Cüneyd’in bıraktığıtohumların onlar arasındahayat bulmasıdır. İlginç olan,yıllar boyunca İran’da silahlı erkinbaşında yer alan Kızılbaşlardanbugün İran’da eser kalmamasıdır.Ama Aleviler Anadolu’da hâlâmevcuttur. Yıldırım’a göre bununsebebi olarak Kızılbaşların kökenininAnadolu’da olma ihtimali düşünülebilir.Bununla birlikte ÇaldıranSavaşı’ndan sonra İran’daki KızılbaşlarŞah İsmail’in de tercihiyleon iki imam Şiiliğine kayarlar. ZatenKızılbaşların tasavvufî düşüncesi,hukuk üretebilecek niteliktebir inanış da değildir.OsmanlıHakimiyetinde Revan(1724-1746)21 Şubat 2011Değerlendirme: Tubanur SaraçoğluEle aldığı konuyu tarihî <strong>ve</strong> antropolojikyöntemlerle inceleyen RızaYıldırım, tezini yapısalcı bir zeminüzerine inşa eder. Aşiret <strong>ve</strong> bürokratikyapılar arasındaki “doğal zıtlık”,muhalif Kızılbaş kimliğininoluşumuna <strong>ve</strong> belli bir din anlayışınıgeliştirmesine yol açar. Bu durum,göçebe aşiret yapısının diniRaif İ<strong>ve</strong>can


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM48Rumların devletten uzaklaşmalarının,özellikle Trakya civarında yoğunbir şekilde dernek <strong>ve</strong> vakıf etrafındaörgütlenmelerinin <strong>ve</strong> silahlanmalarınıntemelinde, Megali İdeafikrinin yanısıra –İttihat <strong>ve</strong> Terakkihükümetinin politikalarından ziyatopraklarınınmuhtelifyerlerinde asırlarca yaşayanazınlıkların bazenisyan, bazen savaşlar neticesindebazen de göç yoluylabirer birer OsmanlıDevleti’nden ayrılmasını beraberindegetirmiştir.2007’de İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesiTarih Bölümü’nde tamamladığı“İttihat <strong>ve</strong> Terakki’nin AzınlıklarPolitikası” başlıklı doktora teziçerçe<strong>ve</strong>sinde Ahmet Efiloğlu ile yukarıdasözünü ettiğimiz problemlerbağlamında Osmanlı Rumları üzerinekonuştuk. Ana kaynak olarakBaşbakanlık Osmanlı Arşivi’ndenyararlanan Efiloğlu, arşivde Ermeni<strong>ve</strong> Rum azınlıklarının dışında diğerazınlıklarla, kendi deyişiyle gayrimüslimlerle,ilgili belgelerin olmayışınedeniyle tezinin içeriğini –herne kadar tez başlığı azınlıklar politikasıolsa da– Rum göçü <strong>ve</strong> tehciri ilesınırlandırmıştır.Rum göçünde ikinci bir dalganın1913’ün sonu 1914’ün başında gerçekleştiğiniifade eden Efiloğlu tezinde,bu göçün sebeplerine ayrıntılıolarak değinmektedir.Muhacir iskanı, 1914’ün ilkbaşlarından itibaren asayişinbozulmaya başlaması, Rumlarınboykot edilmesi, ahalininRumlara göç baskısı<strong>ve</strong> Yunanistan’dan Rumlaragönderilen göçü teşvikedici mektuplarikinci dalga Rum göçününsebeplerinrınBalkan Savaşı’nda <strong>ve</strong> sonrasındaYunanistan’la işbirliği yapması,İttihat <strong>ve</strong> Terakki hükümetinin tümbu yaşananlar karşısındaki tavrı <strong>ve</strong>bütün bunlarla bağlantılı olarak daRum Göçü’nün nasıl gerçekleştiğikonuları etrafında şekillenmektedir.Efiloğlu’nun Osmanlı Rumları: Göç<strong>ve</strong> Tehcir başlığıyla kitap olarak dayayımlanacak bu tezi, genel olarakBalkan Savaşları’nın <strong>ve</strong> Birinci DünyaSavaşı’nın (1912-1918) yaşandığıyıllarda bir Osmanlı azınlığı olanRumların, Osmanlı Devleti ile Trakya<strong>ve</strong> Batı Anadolu sahillerinde asırlardırbirlikte yaşadıkları Müslümanahali aleyhine gerçekleştirdikleri faaliyetlerüzerine odaklanmaktadır.Tez, bu aleyhte faaliyetlerin etkisiyleRumlarla Müslüman ahali arasındadüşmanca duyguların tezahüretmesi, yaşanan çatışmalar, Rumla-İlk Rum göçünün 1913 yılında, BalkanSavaşları’ndan hemen sonraTrakya’nın Osmanlı Devleti tarafındangeri alınmasının ardından başladığınısöyleyen Efiloğlu’na göre,bu göçü hazırlayan koşulları anlayabilmekiçin II. Meşrutiyet döneminde<strong>ve</strong> Balkan Savaşı öncesindeRumların meşrutiyete, Müslümanlarakarşı tavırlarının ne olduğunuortaya koymak gerekmektedir. Megaliİdea’yı benimseyen Rumlar,Balkan Savaşı esnasında Bulgar <strong>ve</strong>Yunan ordularıyla işbirliği yaparakMüslüman ahaliye eziyet etmiştir.Rumların baskıları neticesinde yaklaşık100.000 civarında MüslümanBalkanlar’dan göç etmek zorundabırakılmıştır. Ancak 1913 yılındaEdirne’nin geri alınmasıyla tekrargeri dönmüşlerdir. Bu durum Müslümanahali ile Rumlar arasında birintikam meselesine dönüşmüş <strong>ve</strong>Rumların can korkusundan dolayıgöç etmelerine neden olmuştur.de– ilan edilen Meşrutiyet’in Rumlarıbir Osmanlı vatandaşı yapmaktayetersiz kalması yatmaktadır. Burada,Balkan Savaşları sırasında <strong>ve</strong>Trakya’nın geri alınışına kadar yaşanansüreçte Rumlar ile Müslümanahali arasında yaşanan ciddi çatışmalaraşahit olan Osmanlı hükümetinin,bu olaylar karşısındaki tutumunusorgulayan Efiloğlu, hükümetinintikam meselesi yüzündenyaşanan olaylara seyirci kalmadığınıortaya koymaktadır. Rum göçüylealakalı olarak, Balkan Savaşı sırasındahükümetin Rumlara baskı yaptığı,onları sistemli bir şekilde ortadankaldırdığı, yerlerinden edip göçettirdiği şeklinde dile getirilen iddialarıngerçekleri yansıtmadığını düşünenEfiloğlu, henüz başa geçmişbir hükümetin, Trakya işgal altındaiken <strong>ve</strong> daha Batı Anadolu’da asayişi,sükuneti sağlayamamışken Rumlarayönelik böyle bir göç baskısı uygulamasınınsöz konusu olamayacağıkanaatinde.


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMdendir. Burada, Balkanlar’dangelen 270.000-300.000 civarındaki Müslümanmuhacir nüfusun iskanınınsoruna dönüşmesininnedenleri <strong>ve</strong> hükümetin,muhacirleri iskan ederkenRumları göçe zorlayacak şekildehareket edip etmediğini araştıranEfiloğlu, muhacir iskanınınRum göçünün en önemli sebebiolduğunu ortaya koymaktadır. Zirahükümetin muhacirleri Trakya <strong>ve</strong>Batı Anadolu’da Rumların yoğunolarak yaşadığı bölgelere iskan etmesininaltında yatan saik Rumlarayönelik bir göç ettirme politikasınınvarlığına işaret etmektedir. Hükümetbu şekilde, hem bu bölgelerdeazalan Müslüman nüfusun artmasınıhem de Yunanistan’la ciddi birilişki ağı içerisinde olan Rumlarakarşı Trakya’nın gü<strong>ve</strong>nliğini sağlamayıamaçlamıştır.Taşra Mekânı <strong>ve</strong>Siyasetin Silik Failleri(Trakya Örneği)Bugün, köylerin değişimintetikleyicisi olma rolündenbahsetmek zordur.Zira, köy nüfusu giderekazalmıştır. Karşımızdayeni bir taşrafigürü vardır. Bufigür, büyükşehirbakıştakim olduğu değil, ne olduğuanlaşılanlar” üzerinden, moderntartışmaların hangi mekânları <strong>ve</strong> insanlarıön plana çıkarıp, hangilerinitarihin arka odalarında etkisiz <strong>ve</strong>sessiz kıldığını sorgulamaktadır.Sezai Ozan Zeybek4 Nisan 2011Değerlendirme: Mustafa Sacid ÖztürkOpen Üni<strong>ve</strong>rsitesi Coğraya Bölümü’ndedoktora çalışmasına devameden Sezai Ozan Zeybek, Trakya’nınküçük bir ilçesinde yaptığı etnografikaraştırmalarını bizlerle paylaştı.Zeybek, ilçede yer alan <strong>ve</strong> “tek birötekinin yanında sınıflanıyor amaaslında ne o ne de bu olabilmiş “siliközneler”dir.Konuşmasını iki kısma ayıran Zeybek,birinci kısımda taşra mekânınıncumhuriyet coğrafyası üzerinde nasılkonumlandığı, nasıl anlaşıldığı <strong>ve</strong>bu mekânlara karşı algının ne olduğuüzerinde durdu. İkinci kısımdaise, yukarıda bahsedilen etnografikçalışma adına küçük bir ilçedekihikâyeler bağlamında taşraya değindi.Bu kısımda Trakya’nın bir ilçesindeyerel seçimler öncesindeyaptığı araştırmalarını <strong>ve</strong> gözlemleriniaktardı bizlere.Burada, Frantz Fanon <strong>ve</strong> Jean-PaulSartre arasındaki tartışmayı özetleyenZeybek’ göre, Fanon, zenciliğidiyalektik bir tartışmanın ikinciunsuru olarak ele alan, zencileri beyazadamın anti-tezi olarak görenSartre’ı eleştirir <strong>ve</strong> bu diyalektiğintamamlandığını, tarihsel değişimigerçekleştirecek öznenin susturulduğunubelirtir. Zeybek bu tartışmadanyola çıkarak, öznenin etiylekanıyla tarihi nasıl yazdığına değil,tarihin özneleri nasıl belirlediğinianlatan temsillere odaklanıyor<strong>ve</strong> belirli anlatımların merkezindehangi öznelerin yer aldığını sorguluyor.Ona göre, kimi özneler, başkalarınınhikâyelerinde bir görünüpbir kayboluyor; bazen tarihi kahramanınyanında yer alıyor bazenBu teorik girişin ardından Zeybek,Cumhuriyet dönemini inceliyor:Hem köyler hem de kentlerTürkiye’de ulusal projenin başataktörleri olarak düşünülmüş,bu iki kesim Cumhuriyet coğrafyasınınaslî mekânları olarak iş görmüştür.Türkiye’de kent <strong>ve</strong> köy ayrımıdışında yakın zamana kadarhiçbir ayrım tanınmamış, farklılıklarhep bu iki ayrımın üzerindenanlatılmıştır. Cumhuriyet coğrafyasında,erken dönemde köy algısını,kimi romanlar üzerinde tartışan<strong>ve</strong> ikircikli bir yapının varlığındanbahseden konuşmacı, bu yapınınköylü-kentli arasında bir gerilimortaya çıkarttığını ileri sürmektedir.Diğer yandan kasabaların <strong>ve</strong>küçük ilçelerin rolüne bakıldığında,buraların başkasının hikâyesindebasit figürler olarak anlaşıldığı görülmektedir.Zeybek’e göre taşrabu bağlamda, dönemin gazetelerinde,romanlarında tekerrürünbaşladığı, hayatın kıyısındakalan yerler olarak temsiledilmiştir.49


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM50lerin çeperlerinde konumlanmıştır.Büyükşehirlerdeyaşayanlar içinbunlar şehri yutan unsurlarolarak görülmektedir. Buanlamda taşra, kalabalık şehirlerinistenmeyen insanlarınıifade etmektedir. Sorunlarınkaynağı olarak görülmelerinerağmen bu yerlerin Türkiye siyasetiüzerinde bir etkileri yoktur.TAM Bir Kitap Bir YazarÇokkültürlülük <strong>ve</strong>Çeviri: Osmanlı’daÇeviri <strong>ve</strong> Çevirmenler10 Ocak 2011F. Sakine EruzDeğerlendirme: Yusuf Ziya AltıntaşKonuşmasının ikinci kısmındaTrakya’nın bir ilçesinde dokuz ayboyunca yaptığı etnografik çalışmalardanhareketle anlattıklarınıörneklendiren <strong>ve</strong> gözlemlerini paylaşanZeybek, yerel seçimler öncesindesiyasilerin öteki olarak gördüklerikimi etnik gruplara yaklaşımlarını,birbirine muhalif kabuledilen iki siyasî partinin liderleriyleyaptığı görüşmeler sırasında karışlaştığıolaylar üzerinden aktardı. Bualgıda, karşısındakinin “tek bakıştane olduğunu anlayan” insanların,hangi siyasî oluşuma mensup olursaolsun, algısındaki <strong>ve</strong> davranışındakibenzerlik dikkat çekicidir. Taşranınbaşka türlü düşünmeyle başkatürlü davranmanın tezahür ettiği,bunun yanında üstünün devamlıötüldüğü bir mekân olduğunugörüyoruz. Başka aktörlerin arasındakalıp silikleşen, yeri belirsiz, tarihinkenarındaki bir mekân olaraktaşra, ne kahraman ne de öteki olabilen“silik bir aktör”dür.Kafkasya, Kastamonu, Selanik <strong>ve</strong>İstanbul kökenli olup çocukluğunuAlmanya’da geçiren, AvusturyaLisesi’nde okuyarak Almanya <strong>ve</strong>İstanbul’daki üni<strong>ve</strong>rsite hayatındansonra bir dönem profesyonel şekildeuğraş <strong>ve</strong>rdiği çevirmenliğin ardındanakademik hayatını bugünİstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi ÇeviribilimBölümü Almanca Mütercim TercümanlıkAnabilim Dalı Başkanı olarakyürüten Prof. Dr. Sakine Eruz ile,çeviri tarihi alanında yaptığı çalışmalarınbir ürünü olan Çok Kültürlülük<strong>ve</strong> Çeviri: Osmanlı Devleti’ndeÇeviri Etkinliği <strong>ve</strong> Çevirmenler başlıklıkitabı üzerine tartıştık.çeviri ürünler ne gibi değişimlereneden olmuştur <strong>ve</strong> çevirmen kimdirgibi sorulara yanıt aramaktadır.Yazarımızın çokkültürlü bir kökendengelmesinin, araştırmalarını ikifarklı dilin konuşulduğu kültürlerinarasında yapılan çeviri olgusu<strong>ve</strong> bunun tarihi, kültürel <strong>ve</strong> sosyalbağlamı üzerine yoğunlaştırmasındaetkili olduğu muhakkak. Böylebir kitabın yazılmasındaki amacı,“Öncelikle çokkültürlü bir coğrafyadayaşama şansını elde edenokurların bunun farkına varmalarınısağlamak, çokkültürlülüğün çevirininayrılmaz bir parçası olduğunuanlatabilmek <strong>ve</strong> bunların birülke için tükenmez kültürel zenginliklerdenbiri olduğunu vurgulamak”şeklinde ifade eden Eruz,kitabında tarihî süreçte çevirmeneneden <strong>ve</strong> nerede gereksinim duyulmuştur,çevirinin yapılmasındakiamaçlar nelerdir, ortaya konulanEn genel anlamıyla bir toplumu kuşatandeğerler bütünü olan kültürkavramı <strong>ve</strong> binlerce yıldır bu değerlerinkesiştiği noktalarda ortayaçıkan çeviri etkinliğinin tarihî yolculuğuönce Doğu’dan Batı’ya sonrada Batı’dan Doğu’ya yol almakta <strong>ve</strong>kitap bu yolculuk esnasında çeviriile onunla iç içe olan çokkültürlülüğünizlerini sürmektedir. Bu iz sürmeyeise en yakın çevreden başlar<strong>ve</strong> İstanbul tarihindeki başta Beyoğluolmak üzere Sirkeci, Eminönü,Koca Mustafa Paşa, Bakırköy, Yeşilköy,Kuzguncuk, Beylerbeyi <strong>ve</strong>Kadıköy gibi 20. yüzyılın ikinciyarısına değin, Müslümanlar,Rumlar, Ermeniler <strong>ve</strong> Musevileriyleçokkültürlü bir yaşamınsürdürüldüğü semtleredikkat çeker. Yazar ayrıcabinlerce yıllık bir tarihîgeçmişe sahip bereketlibir coğrafyada bulunanülkemizin <strong>ve</strong> dünyadatarihî <strong>ve</strong> doğal yerleşimaçısından benzeribulunmayanBoğaziçi’nin iki yamacınayaslanmış,


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMOsmanlı’da eğitim alanındaki modernleşme<strong>ve</strong> bunun toplumdaki etkileriOsmanlı’da Eğitimin Modernleşmesi(1839-1908) İslâmlaşma,Otokrasi <strong>ve</strong> Disiplin adlı kitap (İlebirzamanlar Bizans <strong>ve</strong>Osmanlı imparatorluklarınabaşkentlik yapmışİstanbul’un yüreğinin çokkültürlüattığına inanır.Çevirmenleri çokkültürlülüğünvazgeçilmez temsilcileriolarak niteleyen Eruz, çeviri etkinliğinintarihini incelerken çevirininsimgesi üzerine efsanelere,milattan önce dört binli yıllardanbaşlayarak Mezopotamya’dabaşlayan çeviri yolculuğunun, Anadolu’ya,Ege kıyılarına, sonra yineDoğu’ya Bağdat’a, Bağdat’tan Afrikakıyılarını izleyerek İber Yarımadası’nadoğru seyrini ortaya koyuyor.Ayrıca çeviri etkinliğinin Doğu’ya<strong>ve</strong> Batı’ya yönelişine <strong>ve</strong> Doğuile Batı arasındaki etkileşimi gerçekleştirenkişilerin de çevirmenler olduğunadikkat çekiyor. Daha sonraise 18. <strong>ve</strong> 19. yüzyıllarda Avrupa’dakiçeviri etkinliğini, sonra dageçmişten bugüne çeviri konusunuele alıyor.Bununla birlikte dört göbek öteden,1877’deki ilk Osmanlı Meclisi’ndeKastamonu mebusu olan dedesindenkalan iki dilli <strong>ve</strong> iki alfabeli OsmanlıMeclis-i Mebusan kitabındakimillet<strong>ve</strong>kili fotoğraflarını incelediğinde,kendilerine özgün kıyafetleriyleErmeni’sinden, Rum’una, Bulgar’ındanYemenlisine, rengârenkbir insan topluluğuyla karşılaşanyazarımız, fotoğrafların altında millet<strong>ve</strong>killerininisimleri <strong>ve</strong> geldikleriyerlerin Osmanlıca yazılmasınınyanı sıra isimlerin hemen altındaFransızca olarak da yazıldığına dikkatçekmekte <strong>ve</strong> kitabında bunlardanörnekler sunmaktadır.Kitabının önemli bir kısmını Os-manlı coğrafyasında çokkültürlülük<strong>ve</strong> çeviri konusuna ayıran Eruz,Osmanlı coğrafyasında otuzunüzerinde dil <strong>ve</strong> sayısız lehçeninkonuşulduğuna işaret ediyor. Buçerçe<strong>ve</strong>de Fatih Dönemi, OsmanlıDevleti’nde Çevirmenler, Fener-Rum Beyleri, Dil Oğlanları, ÇeviriYoluyla İyileştirme Etkinlikleri, 18.<strong>ve</strong> 19. Yüzyılda Çeviri Etkinlikleri,Osmanlı Devleti’nde TercümeHeyetleri, Basın <strong>ve</strong> Çokkültürlülükgibi başlıklar altında Osmanlı’daçevirinin tarihine de geniş bir şekildeyer <strong>ve</strong>riyor. Bu süreçte OsmanlıDevleti’nde 18. <strong>ve</strong> 19. yüzyıllara değinçok dilli ailelerden gelen <strong>ve</strong> birkısmı İslâm dinini seçen Musevi,Ermeni <strong>ve</strong> Rum-Ortodoks çevirmenlerlekarşılaşıyoruz. ArdındanOsmanlı ile ticarî ilişkiler geliştirenyabancı devletlerin, dil oğlanlarıokullarıyla kendi çevirmenleriniyetiştirdiklerini, 19. yüzyıldan itibarenise Osmanlı Devleti’nin TercümeOdası gibi kurumlarla kenditercümanlarını <strong>ve</strong> dönemin önemlidevlet adamlarını yetiştirdiğini gözlemliyoruz.Osmanlı Devleti’ndetercümanlığın öteden beri imtiyazlıbir sınıf olduğuna dikkat çeken yazarımızkitabında son olarak tarihisüreçte çevrilen metin türlerine,çeviri yaklaşımlarına, çevirinin işlevi<strong>ve</strong> çevirmen kimliği üzerine çeviribilimseltespitlerde bulunuyor.tişim Yayınları, 2010) üzerinden yazarıS. Akşin Somel ile tartışıldı.Osmanlı’da EğitiminModernleşmesiSelçuk Akşin Somel14 Mart 2011Değerlendirme: Harun KüçükaladağlıAlmanca yazdığı doktora tezini İngilizceyeçevirirken daha derinlemesinearaştırmalar yapanSomel’in, bu araştırmaları sonucundaelde ettiği bulgular neticesindekitap, farklı bir yöne evrilerekdoktora tezinin bir anti-tezi olarakşekilleniyor. Zira doktora tezindebüyük ölçüde “Cumhuriyetçi eğitimparadigması”ndan etkilenen yazar,kitabında genel geçer bir tarih yorumuolan ilerlemeci modernizasyon<strong>ve</strong> laikleşme görüşünü benimseyenbu paradigmanın hilafına biryaklaşım benimsiyor <strong>ve</strong> 19. yüzyıldan20. yüzyıla uzanan birsüreçte Osmanlı’da eğitimalanındaki modernleşmeyi“Cumhuriyetçi eğitim paradigmasının”aksine, bir“Batılılaşma” olarak değilbir “İslâmlaşma” süreciolarak okuyor.Somel’e göre Batılılaşmaidealinin şekillendirdiğibu paradigma,eğitimin51


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM52Tarih Okumaları çerçe<strong>ve</strong>sinde geçenay başladığımız bu program dizimizde,yaşayan yazar <strong>ve</strong> edebiyatçısınıngönül gözünden kalemimodernleşmesinidevletin güçlendirilmesi<strong>ve</strong> kurtarılmasıamacına hizmet ettiği ölçüdebaşarılı kabul ederken,aynı zamanda Osmanlı’dakiŞii, Alevi <strong>ve</strong> gayrimüslimkitleyi görmezdengelerek Sün-ni-Müslüman-Türk unsurlar üzerinden okumaktadır.Tevhid-i Tedrisatçıbir yaklaşımı benimseyen buparadigma ayrıca geleneksel eğitimiolumsuzlayarak/kötüleyerekolayları açıklamaya çalışmaktadır.Kitabın yazım sürecinde paradigmanınbu özelliklerinin kendisinderahatsızlık uyandırması üzerineSomel, sorgulama yoluna giderekolaylara nasıl farklı bakılabilir sorusunukendine soruyor.ileri süren yazara göre Osmanlı eğitimsiyasetindeki bu eğilim 1860’larakadar devam etmiş <strong>ve</strong> bu tarihtenitibaren daha merkezi <strong>ve</strong> düzenleyiciuygulamalar dikkati çekmeyebaşlamıştır. Bunun yanı sıra bu tarihtenitibaren Tanzimat bürokratlarımahalle mekteplerindeki eğitiminyetersizliğinin farkına varmış,pozitif bilimlerin <strong>ve</strong> pratik derslerinmüfredata alınması yönünde somutadımlar atmışlardır. Ancak eğitimintemel omurgası olan İslâmî müfredatadokunulmamıştır. II. Abdülhamiddöneminde de eğitim İslâm <strong>ve</strong>modernleşme sürekliliğinde devametmiştir. Ancak II. Abdülhamid’iTanzimat’tan ayıran temel fark, eğitimdeİslâm <strong>ve</strong> modernleşmenin birsentezini oluşturmaya çalışmasıdır.Osmanlı’da eğitimin modernleşmesininmecrasını keşfetmeye çalışanyazar bu keşif sırasında derinlereindikçe eğitimdeki modernleşmesininbir Batılılaşma değil aksinebir İslâmlaşma olduğunun farkınavarıyor. Zira, kurumsal olarak herne kadar bir Batılılaşma yaşansa dayapılmak istenenler <strong>ve</strong> kullanılanterimler İslâmî temelde cereyan etmektedir.Bu süreçte İslâm çoğu zamanbir “sosyal disiplin” aracı olarakkullanılmıştır. Buna göre eğitimreformları merkezi otoriteye karşıitaat <strong>ve</strong> sadakat duyguları uyandırmayıhedeflerken, eğitim dinî <strong>ve</strong>ahlâkî değerlerin telkini için bir araçolarak görülmektedir. Bu açıdanbakıldığında “Cumhuriyet eğitimparadigması”nın aksine Osmanlı’daeğitimin modernleşmesinin geçmiştenradikal bir kopuşu değil aksineciddi bir devamlılığı yansıttığınıSomel, nihayetinde, bu sentez çabasının,eğitim içeriğindeki tutarsızlıklar,müfredat ile devlet okullarınınişlevine dair beklentiler arasındakiuçurum nedeniyle kültürel <strong>ve</strong> kurumsaldüzeyde başarısız olduğugörüşünde. Öte taraftan kurumsal<strong>ve</strong> teşkilat yapısındaki gelişmeleraçısından eğitimde bir Batılılaşmamütalaa edilebilse de metot <strong>ve</strong>amaç yönünden bakıldığında birİslâmlaşma söz konusudur.TAM Tarih OkumalarıKalpten Kalemeİstanbul Semtleri 227 Aralık 2010Değerlendirme: Seriyye AkanÇengelköyReyhan Çorakne yansıdığı şekliyle İstanbul semtlerinikonuşmaya Aralık ayında dadevam ettik. Bu minvalde ikinci misafirimizÇengelköy semtini kalemealan Reyhan Çorak idi. Çorak çalışmasında,kendisini meşhur ÇengeloğluTahir Bey’in torunu olarakkurgulayıp, bu kurgu üzerindenÇengelköylüler <strong>ve</strong> Çengelköyü’nünhikâyesini aktarıyor okuyucuya. Busebeple geniş bir literatür taramasıgerçekleştiren <strong>ve</strong> Çengelköy sakinleriyleuzun sohbetler eden yazar,tarihî, sosyolojik, demografik<strong>ve</strong> kültürel özellikleri bağlamındaÇengelköy semtinin dünden bugünegeçirdiği değişim <strong>ve</strong> dönüşümünizini sürüyor çalışmasında.Öncelikle, eski zaman Çengelköy’ünüdinliyoruz Çorak’tan:“Çengelköyü” olarakanılan yerleşim yeriilk olarak Bekâr Deresi’nindenize döküldüğüyerde kurulmuştur.Toprağı mümbit, havasıyumuşak, suyubol olan köy uzunmüddet sayfiye


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMÇengelköy’ünün önemli mekân <strong>ve</strong>kişilerine de değinen yazara göre,bu kişilerin ilki Tahir Paşa Sokağı’naismini <strong>ve</strong>ren Osmanlı Kaptan-ıDeryası Çengeloğlu Tahir Paşa’dır.Paşa, cesaret <strong>ve</strong> şeditliğiyle nâmsalmıştır. Çengelköy’de bir köşkyaptıran Macar Fevzi Paşa’nın icatları,Köçeoğlu Agop’un yaptırdığıancak son sakini Sultan Vahdettin’inadıyla anılan köşkün hikâyesi,Sadullah Paşa <strong>ve</strong> Abdullah Ağa yalıyeriolarak sultanların,yüksek mertebe devlet erkânınınalakasına mazharolmuştur. Balıkçılığıyla dameşhur köy geniş bostanlarasahiptir. Ulaşımın sadece sandal,vapur <strong>ve</strong> at arabalarıyla yapıldığıbu dönemde bütün köybirbirini tanır. Öyle ki, vapurunkaptanı bütün yolculara aşina olduğundankimin gelmediğini bilir,vapuru biraz bekletir. Çengelköyü’ndenyüklenen zerzevattan,Beylerbeyi’nin meşhur teşrifatından<strong>ve</strong> Kuzguncuk’taki yolcularınvapura binerken yaptığı haşarılıklardandolayı vapurlar Üsküdar’asık sık geciktiği için bu, halk arasında“Çengelköy’ün zerzevatı, Beylerbeyi’ninteşrifatı, Kuzguncuk’unhaşeratı” şeklinde bir deyime dedönüşmüştür. Burada, Çengelköyadının kaynağına dair muhtelif rivayetlerede yer <strong>ve</strong>ren yazara görebu konuda en tutarlı rivayet, Bizansdöneminde Konstantinapol’un kurulduğudevirden kalma birtakımçengellerden ötürü bölgenin buisimle anıldığıdır. Ayrıca topografikolarak çengel görünümündeki bölgedeOsmanlı döneminde de çapalar<strong>ve</strong> çengeller imal edilmiştir.lan vadide akan Bekâr Deresi, Kirazlıtepeile Küplüce arasındaki vadideakan Havuzbaşı Deresi topografyanınana eksenlerini oluşturuyor.Kanuni Sultan Süleyman’ınbugünkü Kuleli Askeri Lisesi’ninbulunduğu yerde yaptırdığı Cihannüma,diğer adıyla Kule Kasrı daha17. yüzyılda harabeye dönmüştür.Çengelköy’deki demografik yapıyabakıldığında ise şunlar gözlenmektedir:18. yüzyıla kadar Rum <strong>ve</strong>Ermenilerin yoğun olarak yaşadığıköyde 18. yüzyıldan itibaren Müslümannüfusun kendini göstermeyebaşladığını görüyoruz. Sonrakiyıllarda imparatorlukta ortaya çıkanGalata Bankerlerinin atası da17. yüzyıldan itibaren Vaniköy ileBeylerbeyi arasına yerleşen bu zenginErmeni ailelerdir.Çorak, bu bilgilerin ardından SadullahPaşa <strong>ve</strong> Abdullah Ağa Yalıları,Vahdettin Köşkü, ÇengelköyKasrı gibi tarihî eserlerin sınırlarıiçinde bulunduğu Çengelköy’üntopografyasıyla ilgili bilgiler <strong>ve</strong>rdi.Bahçelievler <strong>ve</strong> Çamlıktepe arasındakivadide Kireçocağı Deresi, Güzeltepeile Kirazlıtepe arasında ka-Klasik dönem şairi Nedim’in kasidelerinekonu olan, Boşnak KaymakAhmed Paşa tarafından 18.yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edilenBağ-ı Ferah isimli sahil sarayı dasemtin önemli eserleri arasındadır.Bu noktada, klasik edebiyatta âşıklamaşûk arasına giren rakibi “çengel”yahut “çengel çiçeği” denilenbir nevi işkence aletine göndermekisteyen şairlerden bahseden Çorak,Şair Fennî’den bir örnek <strong>ve</strong>riyor:İşte buldum sana sallanmağa birözge mahallarının geçmişten bugüne geçirdiğideğişimler yazarın bu minvaldeüzerinde durduğu diğer konular.Çengelköy’ün bir başka önemlimevkiinden; Çınarlı Meydan’danda bahseden, çeşme, cami <strong>ve</strong> çınarağacını barındıran meydanın tipikbir Osmanlı meydanı olduğunadikkat çeken Çorak, geçirdiği tümolumsuz değişimlere rağmen Çengelköy’ünmerkezî Boğaz köyü hüviyetinihalen koruduğunu düşünüyor.Kalpten Kalemeİstanbul Semtleri 328 Şubat 2011Sözümü dinle rakîbâ yalnız Çengel’egelAtikvalideÂlim KahramanDeğerlendirme: Emine Kaval1977’den bu yana Üsküdar/Atikvalide’de sakin olan ÂlimKahraman, kitabının aslındasemt içi gezinti sayılabileceğini,bu anlamda Atikvalide’yimerkeze alarak Üsküdar’ınfarklı semtlerinidaha ziyade sosyal tarihaçısından <strong>ve</strong> kişisel anılarlazenginleştirerek53


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM54okuyucuya aktardığınıifade ediyor. Üsküdarsemtinde kitabın çıkmasındanaz bir zaman sonramahalle isimlerine birtakımmüdahalelerin yapıldığını<strong>ve</strong> bu suretle mevcutisimlerin bir anda silini<strong>ve</strong>rdiğiniüzülerek dile getiren Kahraman,İstanbul’daki mekân <strong>ve</strong>sokak isimlerinin bazılarının tarihtengeldiği, bazılarının ise OsmanNuri Ergin’in hediyesi olduğuiçin sahip çıkılması gerektiğini düşünmekte.Zira, Osman Bey adetaşiir yazar gibi isim <strong>ve</strong>rmiştir sokaklara<strong>ve</strong> bu isimler sanki tarihin içindengelir gibidir.Atikvalide Külliyesini yaptıran III.Murad’ın annesi Nurbanu Valide’dir.Külliye Mimar Sinan’ın eseriolup 1579’da başka mimarların dakatılımıyla tamamlanmıştır. TarihteValide Sultan Külliyesi diye anılanmekân, III. Ahmed’in annesiGülnur Valide Sultan’ın Üsküdarİskele Meydanı’ndaki Yeni ValideCamiini yaptırmasıyla “Eski Valide”diye anılır olmuş. Kahraman’agöre burası İstanbul’un sayılı saklıkalmış mekânlarından biridir <strong>ve</strong>külliye kendi manevi atmosferi <strong>ve</strong>birikimi içinde bozulmadan –fazlakimse gelip gitmediğinden– günümüzekadar gelebilmiştir.Atikvalide semtini merkezde tutmaküzere kendi yaşadığı yılları dadikkate alarak, semtteki sosyal yaşantıyı<strong>ve</strong> değişimi anlatan, zamanzaman tarihine uzanan <strong>ve</strong> kendidünyasından kesitlere de yer <strong>ve</strong>renKahraman, bu tip çalışmalardaromantizm tuzağına düşmemekgerektiğini vurguluyor. Özellikle İstanbulile ilgili kitaplarda sıkça rastlananromantizmden kaçınmak <strong>ve</strong>bunun ne kadar aldatıcı olduğunugöstermek için bir eleştiri unsuruolması babında kitabına “Bizimsemtin kargası” başlıklı bir denemeile başlıyor. Gayesi 200-300 yılkadar yaşadıkları söylenen kargalarınanlatacaklarının bizim 40-50 yılgözlemlerimiz ile kıyaslandığındane kadar gülünç kalacağını <strong>ve</strong> “Bizimzamanımızda şöyleydi” yollusöylemlerin ne kadar yanıltıcı olabileceğiniokuyucuya göstermek.Bir semtin dokusunu anlatırken sadeceorada yaşayan insanların elealınmasının yeterli olmayacağınınaltını çizen Kahraman’a göre, birsemt oranın insanları, hayvanları,bitkileri, ağaçları, çiçekleri ilebir bütün teşkil eder <strong>ve</strong> bir semtinyaşantısı derken onları da dâhil etmekgerekmektedir. Zaten küçükbir gezinti bunu anlamamıza yeter:Fıstıkağacı, Harmanlık, At Pazarı,Beygirciler Sokağı, BülbülderesiÜsküdar’da hemen rastlayabileceğinizmekân <strong>ve</strong> sokak isimlerindensadece bazıları.Atikvalide’de her mekân <strong>ve</strong> sokağınya tarihi bir olaya istinat edenya da bir şahıstan müte<strong>ve</strong>llid birhikâyesi vardır. İcadiye <strong>ve</strong> KuzguncukOsmanlı’nın mozaiğini karşımızaçıkarır; Eski Toptaşı Caddesibizi Fatih devrine götürür; Zeynep-KamilHastanesi bizleri MısırValisi Mehmet Ali Paşa’nın kızıZeynep Hanım <strong>ve</strong> eşi Kamil Bey’inbazı zorluklarla başlayan evlilikhikâyesi <strong>ve</strong> Zeynep Hanım’ın hayır<strong>ve</strong> hasetnatlarıyla buluşturur; SalıSokağı adını orada bulunan Salıtekkesinden almıştır; MusahipzadeCelal Sokağı bizleri MusahipzadeCelal’in sanat dünyasıyla tanıştırır;ilahir...Sokak <strong>ve</strong> mekân isimlerinin neredengeldiğini öğrenmek için “Yolaçıkın, bulacaksınız” diyen Kahraman,yola çıkmakla <strong>ve</strong> bir şeyin peşinedüşmekle insanın hiç tahminetmediği kaynaklardan ummadığıbilgilere ulaştığını <strong>ve</strong> ana tablosununeksik parçalarını tamamladığınısöylüyor. Kahraman’ın bunoktada son olarak vurguladığıhusus; hem eleştiri kabiliyetinigeliştirmek, hem de kendinegü<strong>ve</strong>n duygusunu arttırmakiçin bireysel <strong>ve</strong> toplumsalhafızayı canlı tutmanıngerekliliği.


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM31 Ocak 2011Değerlendirme: Güllü YıldızTAM SohbetTürkiye’deSosyoloji:OtobiyografikBir AnlatıAyhan Aktarİstanbul Bilgi Üni<strong>ve</strong>rsitesi SosyolojiBölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Ayhan Aktar’ı konuk ettik <strong>ve</strong>kendisiyle Türkiye’de Sosyoloji’nindünü <strong>ve</strong> bugünü/serencamı üzerinebir sohbet gerçekleştirdik.Bu sohbet <strong>ve</strong>silesiyle kendi kariyerini,hangi virajlardan geçtiğini birkez daha düşündüğünü belirtereksözlerine başlayan Aktar, konugereği akademik kariyeri bağlamındakendi biyografisi üzerindenTürk sosyolojisinin gelişimindenbahsetti: Aktar, İki taraftan daRumelili olan, tüccar bir ailede,İstanbul’da doğar. İstanbul Le<strong>ve</strong>ntLisesi’nden mezun olduktan sonra1972’de Boğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi İktisatBölümü’ne girer. Bu yıllardaüni<strong>ve</strong>rsite bir değişim içerisindedir.İkinci sömestrin sonunda, tamda iktisat bölümünün kendisi içinne kadar uygun olduğunu sorguladığıgünlerde, Aktar’ın deyimiy-le “bir mucize” olur <strong>ve</strong> 12 Mart’ınODTÜ’de meydana getirdiği değişimlerdendolayı yanında birgrup akademisyenle Boğaziçi’negelen Şerif Mardin, SosyolojiBölümü’nün başına geçer.70’lerin başında İktisat’ı bırakıpSosyoloji’ye girmek “bir kamikazedurumu” olsa da Aktar, bunu hayattayaptığı en iyi seçimlerden biriolarak değerlendirir. Zira öğretimüyeleriyle birebir ilişkinin mümkünolduğu 6 kişilik bir sınıfta okumak,kendisine çok imtiyazlı <strong>ve</strong> elitbir eğitim alma imkânı sunmuştur.O dönemde Boğaziçi’ndeki sosyolojieğitimi; modernleşmeninkaçınılmazlılığını, bütün dünyatoplumlarının sanayi toplumu seviyesineulaşacağını savunan <strong>ve</strong>Adorno’nun faşizmi açıklamak içinkullandığı modeli bütün Batı-dışıtoplumlara uyarlama yoluna giden“modernleşme ekolü”nün etkisindedir.Bu yaklaşım içerisindekiırksal tonlar hissedilmekle birlikteTürkiye’de sosyoloji literatürününoldukça geri; 1930’lardan kalmaolması, modernleşme ekolünün dışınaçıkmanın önündeki en önemliengeldir. Modernleşme ekolüneciddi bir eleştiri getiren AndreGunder Frank’ın Sociology of De<strong>ve</strong>lopmentand Underde<strong>ve</strong>lopmentSociety (1967) kitabıyla birlikte,derslerde itiraz sesleri biraz olsunyükselmeye başlar. O dönemdekendisini etkileyen kitaplara dadeğinen Aktar, İdris Küçükömer’inDüzenin Yabancılaşması <strong>ve</strong> ŞerifMardin’in Din <strong>ve</strong> İdeoloji kitaplarınızikreder. Amerikan usulü birsisteme sahip Boğaziçi’nde seçmeliderslerinin hepsini tarih <strong>ve</strong> felsefedenalan Aktar, bu derslerin sosyolojiyebakışını zenginleştirdiğikanısındadır. Ancak bu dönemdeüni<strong>ve</strong>rsite dışındaki; İstanbul, Ankaraya da Erzurum’daki diğer Sosyolojibölümleriyle çok fazla ilişkileriolmamıştır.19<strong>75</strong> yılında Çiğdem Kağıtçıbaşı’nınBM fonuyla yaptığı bir araştırmadagörev alır <strong>ve</strong> İskenderun, Hatay,Kilis, Antep gibi şehirleri dolaşır;saha araştırması açısından kendisiiçin çok önemli bir tecrübe olurbu çalışma. 1977 Eylül’ünde yükseklisans için İngiltere’ye, KentÜni<strong>ve</strong>rsitesi’ne gider. Oldukça kapsamlıolan Sosyoloji Bölümü’ndePaul Stirling, David Morgan,Frank Freddy gibi hocalardanders alır. İngiltere’den döndüktensonra 1980 Şubat’ındaİstanbul İktisadi <strong>ve</strong> Ticari <strong>Bilim</strong>lerAkademi’sinde Prof.Dr. Mübeccel Kıray’ın yanındaasistanlığa başlar.“Sokakta neler olduğunu”çok önemseyen MübeccelKıray’ın asistanlığınıyapmak, bu açıdanAktar’ı oldukça etkiler.Saha hassasiyetiçok yüksek bir profesörleçalışmak,55


TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMçözümlemelerde toplumüzerine yazılmış kitaplaryerine toplumun kendisinegitmeye zorlamıştır kendisini.Bursa Dokuma Sanayisiüzerine hazırladığı doktoratezi için 1981-1982 arasındabir süre Bursa’da ikamet edenAktar, 1982 Şubat’ında saha araştırmasınıtamamlar ancak doktorasınıbitirmesi 1989’u bulur. Birsüre sahaflığı da tecrübe eder. Budönemde “diğer sosyoloji” diye nitelendirdiğiedebiyat fakültelerininsosyoloji bölümleri, 1940’lardankalma bir görüntü arzet-mektedir. Hocalar arasındaki kişiselsürtüşmeler, bölümlerin genelhavasına da yansımıştır. Sanayisosyolojisine olan ilgisine rağmen1990’da Siyaset <strong>Bilim</strong>i <strong>ve</strong> Uluslararasıİlişkiler Bölümü’ne geçer.1991’de, Türkiye’de hâlâ tabuolan konulardan biri olan azınlıklarkonusu üzerinde, varlık <strong>ve</strong>rgisibağlamında çalışmaya başlar.Dönemin gazetelerini <strong>ve</strong> tapukayıtlarını inceleyen Aktar, 1992-1993 yılları arasında bulunduğuHarvard Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nin kütüphanesinden,ayrıca Amerikan <strong>ve</strong>İngiliz arşivlerinden de faydalanır.1996’da katıldığı Mersin SosyolojiKongresi’nde, Türkiye’deki sosyolojibölümlerini yakından müşahedeetme imkânı bulduktan sonra,sosyoloji alanında doçent olamayacağınakarar <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> siyaset bilimindendoçent olur. Kendisini“1997’den beri sosyolojinin hemiçinde hem dışında” olarak görenAktar, siyaset sosyolojisi üzerineçalışmaya devam etmektedir. Dündenbugüne Türkiye’deki sosyolojibölümlerinin sayısının hayli arttığı,dolayısıyla bölümler üzerindekiideolojik kontrolün de zayıfladığıkanısında olan Aktar’a göre, ilimhâlâ bir usta-çırak ilişkisi olmaklabirlikte yeni teknolojik imkânlarla,problemleri aşmak daha kolaydır.Kendisinin farklı ilmî disiplinlerinçatısı altında yer almasını ise “yüzergezer olmanın zenginleştiriciliği”ile açıklamaktadır.Türkiye Araştırmaları MerkeziOsmanlı’da Paşalar Saltanatı!Günhan BörekçiGİRİŞ SEMİNERLERİTürkiye Tarihi II: Düşünce <strong>ve</strong> KültürTEMEL SEMİNERLERCumhuriyet Dönemi Siyasi DüşüncesiOsmanlı Balkan TarihiOsmanlı Tarihi: Gerileme mi,Dönüşüm mü?Osmanlı Tasavvuf Düşüncesine GirişTarih Kaynakları: Yazma Eserlerİhsan FazlıoğluH. Emre BağceFatma Sel TurhanTufan BuzpınarSemih CeyhanNevzat KayaResimli CumhuriyetDin Dersleri TarihiSteril Hayatlar:Gü<strong>ve</strong>nlikli Sitelerin Sosyo-PolitiğiOKUMA GRUPLARIOsmanlı İktisat Tarihi KaynaklarıOsmanlı Tasavvuf TarihiOsmanlıca Okuma GrubuSosyoloji Okuma Grubuİsmail KaraKöksal Al<strong>ve</strong>rBaki ÇakırReşat ÖngörenC. Ersin AdıgüzelYücel Bulut56Türkiye’de SosyolojiÖZEL SEMİNERLER15. Yüzyıl Türk-OsmanlıCoğrafyasında UlemaOsmanlı, Askerî TeknolojideGeri mi Kaldı?Osmanlı’da Kadınlar Saltanatı!Yücel BulutErtuğrul ÖktenKahraman ŞakulBetül İpşirli ArgıtATÖLYELERXIX. Yüzyıl Hukuk <strong>ve</strong> Siyaset AtölyesiBalkan Tarihi AtölyesiBiyografi AtölyesiFetva Mecmuaları Neşir GrubuMevzuâtu’l-Ulum NeşriSözlü Tarih AtölyesiMacit KenanoğluFatma Sel TurhanAbdülhamit KırmızıSüleyman KayaAhmet SüruriKazım BaycarN. Bilge Özel İmanov


seyrüseferİran GünceleriOzan Sağsözİstanbul’97Üni<strong>ve</strong>rsite çıkışı haftanın birkaçgünü uğradığımız Adnan AbininBakırköy’deki antikacı dükkanında lisedenarkadaşım Hayrettin ile sohbetediyoruz. Bana Nepal’e gidelim midiye soruyor. Nasıl diye sorusuna soruylacevap <strong>ve</strong>riyorum. Tren, otobüsile İran, Pakistan, Hindistan <strong>ve</strong> nihayetindeNepal diyor. Plan aklıma yatıyorne zaman yapacağımız konusunukonuşuyoruz. Eylül sonu Ekim başıgibi karar kılıyoruz. Sene sonundamuhasebe <strong>ve</strong> anayasa hukukundanbütünlemeye kalıyorum. BütünlemelerinEylülde olduğunu öğrenmemile seyahat planlarım tabii olarak suyadüşüyor. Hayrettin ile durumu konuşuyoruzbenimle aynı üni<strong>ve</strong>rsitedeolmadığı için onun böyle bir sorunuyok. Bensiz gideceğini söylüyor…Hayrettin Nepal’de iken, bütünlemelerdeanayasa hukukundan tekrar kalıyorum<strong>ve</strong> okul uzuyor. Fakülteye gidipgelirken önünden geçtiğim CağaloğluYokuşundaki İran konsolosluğunundış cephesinde bulunan fotoğraflarahasretle bakıyorum.İstanbul’07Yine seyahat düşünceleri kafamda a-ma neresi olacağı konusunda birkaçseçenek var: Japonya yahut İran. Aradaİstiklal Caddesine çıkıyorum. RobinsonCruose’da Lonely Planet’inİran rehber kitabını karıştırıyorum.Kitabı rafa koyuyorum; hâlâ kararsızım…Kim alır bu rehberi diye aklımdangeçiyor; çünkü kitap tek nüsha.Kararımı <strong>ve</strong>rdiğim zaman gelir a-lırım nasıl olsa diyor çıkıyorum. Birkaçgün sonra nereye gideceğim konusundakararımı <strong>ve</strong>riyorum. Birkaçay önce on günlüğüne Japonya’dabulunduğumdan yeni yerlere yelkenaçmanın <strong>ve</strong> on sene önceki hayalimigerçekleştirmenin zamandır diyeİran diyorum. Sırt çantamı hazırlamayabaşlıyorum. Rehber kitabı almakiçin Robinson Cruose’ya gidiyorum;fakat kitap satılmış… Depoyuda kontrol ediyorlar, yok… Caddedekidiğer bütün kitapçılaragidiyorum. Lakin hiçbirinde İran’aait rehber kitap adına hiçbir şey yok.Beyoğlu’ndan Cağaloğlu’na geçiyorum.Nafile hiçbir yerde yok…Kitabevi’ne gidiyorum MehmetVarış’a da soruyorum. Elinde sadeceJames Morier’in İsfahan’dan İstanbul’aHacı Baba’nın Maceraları olduğunusöylüyor, okuyup okumadığımı soruyor.Okumadığımı söyleyince hediyeediyor kitabı. Koca İstanbul’da İranüzerine rehber kitap bulunmamasıda biraz garip geliyor bana.57


58seyrüseferTahran’07İstanbul’dan gece yarısı havalanıyorteyyare, Tahran’a doğru. Elimdesadece Tahran’da yaşayan bir arkadaşıntelefon numarası. Arkadaş dediysemarkadaşın arkadaşı. Tahran’avarınca arayıp neler yapabileceğimisorarak yoluma devam edeceğim.Sabah 3:30 gibi Tahran havalimanınainiyoruz. Pasaport kontrolünevarıyorum. Üzerimde İran’ın Türkiye’denvize istememesinin rahatlığıvar. Pasaport polisi adres diye soruyor.Şaşırıyorum elimde telefon numarasıdanbaşka bir şey olmadığındantelefon numarasını uzatıyorum.Bilgisayara kaydediyor <strong>ve</strong> mührüvuruyor. Sabahın 4’ü olduğu için arkadaşımınarkadaşı Oğuz’u aramakiçin vakit çok erken. Kafeteryayaoturuyorum. Sabahın olmasını beklerkenAlman bir çift yaklaşıyor. Şehreberaber gitme teklifinde bulunuyorlar;çünkü İmam Humeyni Havalimanışehrin biraz dışında. Güneşbozkırda yükselmeye başlarken taksininön koltuğunda güneşi izliyorum.Oğuz ile buluşuyoruz. Beni TahranÜni<strong>ve</strong>rsitesi’nin doktora yurdundakalan Türklerin yanına götürüyor. Birazhoşbeş ettikten sonra uykuya dalıyorum.Akşam Oğuz beni alıp yemeğegötürüyor. İran yemekleriyletanışıyorum; hayal kırıklığı… Oysa,Türkiye’nin güneydoğusuna doğruilerledikçe yemeklerin lezzeti artıyorsa,sınırı geçtikten sonra muhteşemolmalı diye düşünmüştüm. Rehber kitabımolmadığın için Oğuz’un <strong>ve</strong>rdiğimalumatları not alıyorum. Yaklaşık birhaftalık bir plan yapıyorum…Ertesi gün Güney Terminali’ne gidiyorum.İsfahan’a otobüs arıyorum. Biletfiyatını soruyorum üç liraya yakınbir fiyat söylüyor acentedeki eleman.Bileti alıp otobüse yollanıyorum. Otobüsçocukluğumda Erzurum-İstanbulseyahatlerimi yaptığım Mercedes0302, eski mi eski... Otobüse biniphareket saatini bekliyorum. Bu sıradayolcu koltuklarının üzerindeki havalandırma,aydınlatma grubundansarkan bardağımsı şey dikkatimi çekiyorama bir türlü çözemiyorum neolduğunu. Otobüs yol alıyor <strong>ve</strong> aradadurup yolcu topluyor. Bir ara yolculardanbiri tavanda asılı duran bardaklardanbirini alıyor <strong>ve</strong> şoförün arkasındabulunan buzdolabımsı kutudansu dolduruyor. Afiyet ile içtiktensonra bardağı yerine koyuyor. Seyahatkonusundaki acemiliğim geçtiktensonra (yoksa acem olduktan sonramı demek lazım) ikinci sınıfta biletaldığımı anlıyorum.İsfahan’07İsfahan’a gece varıyorum… Taksiyebinip ismini önceden öğrendiğim E-mir Kebir Hostel’ine gidiyorum.Hostel’de geceliği 30 liraya iki kişilikoda tutuyorum. Odama geçip yatağaseriliyorum. Biraz dinlenip sokağaatıyorum kendimi; Çar Bağ Caddesindeyürüyor, Zayende Behri üzerindebulunan Siesepol Köprüsünü geçiyorum.Gece aydınlatması ile şiirvariduruyor. Köprünün kemerinin altındahavanın serinliğini dağıtmak için çayımıyudumluyorum.Sabah uyanıp eski adıyla Nakş-ı Cihan,devrim sonrası adıyla İmamMeydanına gidiyorum. İran’da İslamDevrimi sonrası caddelerin, camilerinismi devrime uygun olarak değiştirilmiş.Bunlardan biride Nakş-ı CihanMeydanındaki eski adıyla Şah,yeni adıyla İmam Camii. Nakş-ı CihanMeydanı çevgân (polo) oyunlarıiçin inşa edilmiş, 186m*350m boyutlarındadikdörtgen bir meydan.Kısa kenarlarının birinde Şah Camiidiğerinde ise kapalı çarşının giriş


seyrüseferkapısı, uzun kenarların orta kısmındaise Alî Kapı Sarayı <strong>ve</strong> Şeyh LütfullahCamii yer almakta. Şeyh Lütfullah Camiiboyut olarak Eminönü’ndeki RüstemPaşa kadar. Şeyh Lütfullah Camiikubbesinden tabanına iç <strong>ve</strong> dış cephesiyleçiniyle kaplanmış... İran’dakiklasik dönem camileri büyüklükolarak Osmanlı camileriyle kıyas kabuletmez. Fakat ince işçilik <strong>ve</strong> çinibakımından İran camiileri kesinliklemuhteşemdir. Şah Camii de büyükarmudi kubbesi <strong>ve</strong> mavinin değişiktonlarına sahip çinileriyle yerinialmıştır meydanda. İki camiyi gezdiktensonra Alî Kapı Sarayına yöneliyorum…Meydanın etrafında özelliklehalı, mücevher <strong>ve</strong> minyatür satandükkanlar var. Meydana yakın birbaşka saray da yaklaşık 5-10 dakikalıkyürüyüş mesafesinde yer alan ÇehelSütun Sarayı. Bu saray da I. Abbastarafından yaptırılmış. İçinde ÇaldıranMuharebesini tasvir eden duvarresimleri mevcut. Bu muharebedeŞah İsmail, I. Selim tarafından mağlupedilmişti… Galip olanın kendi galibiyetiniduvar resmi olarak yaptırmasıgayet makul iken, neden mağlup tarafkendi mağlubiyetini misafirleriniağırladığı sarayın en geniş duvarınayaptırır. Açıkçası bilmiyorum, sadeceresmin altında şöyle bir ifade var“Şah İsmail mühimmat eksikliği nedeniylemağlup oldu.”Hostele geri döndüğümde, avluya çıkıyorum.Masada Avrupalı iki kişioturuyor. Selamlaşıp, muhabbet etmeyebaşlıyoruz. İkisinin de Danimarkalıolduğunu öğreniyorum. Bjorn, altıay önce Kopenghan’dan İsfahan’aulaşmak üzere bisiklet ile yola çıkmış…Morten ise Azerbaycan, Gürcistan,Ermenistan, Türkiye’yi gezdiktensonra İran’a gelmiş. Akşamın çökmesiyleberaber yemek için dışarı çıkıyoruz.Bu arada muhabbetin kıvamıda giderek koyulaşmaya başlıyor. Ertesigün için beraber İsfahan’ın dışındabulunan Ateşgâh’a gitmeyi teklifediyorlar. Ben de olur diyorum. Ertesigün Ateşgâh’a taksi tutuyoruz. Bir dönemZerdüştlerin ibadet ettikleri yüksekbir tepenin üzerine kuruluAteşgâhlar… Gün içinde nereleri gezeceğimizüzerine konuşuyoruz. Morten,Lonely Planet’ın İran rehberin çıkarıyor.Bakıp nerelere gidebilirizderken söz dönüp dolaşıp rehber kitabageliyor. Morten bir hafta öncekitabı İstiklal Caddesi üzerinde birkitapçıdan aldığını söylüyor. Kitapçınıntam yerini soruyorum. Tarifine göreRobinson Cruose… İstanbul’da karıştırdığımkitap İsfahan’da karşımaçıkıyor. Akşamüzeri Seisepol Köprüsündeberaber çay içiyoruz. İsfandansonra nereye gideceğimizi konuşuyoruz.Şiraz-Bender Abbas-Yezd-Tahrangüzergahını öneriyorum. MortenŞiraz-Yezd-Meşhed’e gideceğini söylüyor.Bjorn ise Şiraz-İsfahan-Tahran.Şiraz’da buluşup beraber gezmek içinsözleşiyoruz.Seyahat devam edecek…59


mesnevî’denToprak…Bizim, bu toprağa sevgimiz vardır. Çünkü her yaptığımızarâzı olmuş, önümüzde diz çöküp oturmuştur.(…) Biz o topraktan yüz binlerce se<strong>ve</strong>n, yüzbinlercesevilen kişi yaratırız. Hepsi de feryat ederler,sızlanırlar, birbirlerini arayıp dururlar. Bizim işimizecandan râzı olmayan İblis’in körlüğüne rağmenişimiz gücümüz yaratmaktır. Biz nimeti âciz, mütevazıkişilere <strong>ve</strong>rdiğimiz için toprağa bu fazileti ihsanettik.Toprağın dış yüzü hoşa gitmez. Karanlık renklidir;ama içinde pek parlak şeyler vardır. (…) İç yüzü inciyebenzer, dış yüzü taşa… Dış yüzü “Biz ancak buyuz”der, içi “İyi bak, benim iç yüzümü gereği gibitanımaya çalış” der… Dış “Bizim içimizde hiçbirşey yok” diye inkârda bulunur; iç “Sabret de sananelerimiz var gösterelim” der… Dışı içi ile savaştadır.Şüphesiz ki sabırlı oluşundan ötürü, Allah’ınyardımını elde eder, durur.Biz bu somurtmuş kara topraktan güzel yüzler yaratırızda toprağın gizli gülümsemesini meydana çıkarırız.Çünkü toprağın dış görünüşü gamdır, kederdir,ağlayıştır. İçinde ise, yüzbinlerce gülüşlervardır. Biz sırları keşfederiz. Bizim işimiz bir takımgizli şeyleri topraktan çıkarmaktır...Kaynak: Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, trc.Şefik Can, İstanbul: Ötüken 1997, 3-4/454-455.60

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!