İsa aleyhisselamın getirdiği Hıristiyanlık da büsbütün bozulmuş gerçek din ile hiçbir alakasıkalmamıştı. Teslis (trinite), yani üçlü tanrı fikri kabul edilmişti. İncil’in aslı kaybolmuş, papazlar onuistedikleri gibi değiştirmişlerdi.Her iki kitap da, Allahü teâlânın kelamı olmaktan çıkmıştı. Mısır’da, bozulmuş Tevrat’ın hükmü,Bizans’ta yine değiştirilmiş İncil’in hükmü, yani Hıristiyanlık vardı. İran’da ateşe tapılıyor, ateşperestlerinateşi tam bin senedir söndürülmüyordu. Çin’de Konfüçyüsizm, Hindistan’da Budizm ve Hinduizm gibiuydurma dinler hüküm sürüyordu.Arabistan’ın insanları daha da şaşırmış ve sapıtmışlardı. Bunlar, Allahü teâlânın çok kıymet verdiğiKabe-i muazzamaya, üçyüzaltmış adet put yerleştirmişlerdi. Kabe-i muazzama ise, Arş’ta meleklerinziyaret ettiği “Beyt-i Ma’mur”un aynı büyüklükte bir numunesi idi. Kim Kabe’ye hürmetsizliktebulunmuşsa, cenab-ı Hak onu, en kısa zamanda helak eylemişti.Cürhüm kabilesi de zina ve fuhuşta ileri gitmişti. Bu kabilenin çok saygısız ve pek alçakçahareketlerini gören hükümdarları, onlara;-Ey Cürhümiler! Allahü teâlânın Harem-i şerifini ve Harem’ini emniyetini gözeterek kendinizegeliniz. Sizden önce gelen Hud, Salih ve Şu’ayb’ın (aleyhimüsselam) ümmetlerinden her birininbaşlarına gelen halleri ve nasıl helak olduklarını biliyorsunuz. Birbirlerinize iyiliği emrediniz,kötülüklerden sakındırınız. Geçici kuvvetinize güvenerek aldanmayınız.Mekke’de, Hak’tan yüz çevirmekten ve zulümden sakınınız. Çünkü, zulüm, insanlarınhelakine sebep olur. Allahü teâlâya yemin ederek söylüyorum ki, bir kimse bu bölgelede otursun,zulüm yapsın, Hak’tan yüz çevirsin de, Allahü teâlâ onların soylarını kesmemiş, köklerinikazımamış ve yerlerine başka bir kavmi getirmemiş olsun.Azgınlığına devam eden ve Hak’tan yüz çeviren Mekke halkı için, burada devamlı kalmakyoktur. Sizden önce bu bölgede oturan, sizden daha uzun ömürlü, sizden daha kuvvetli, sizdendaha kalabalık ve zengin olan Tasm, Cedis ve Amalikalıların başına gelenleri biliyorsunuz. Onların,Harem-i şerifi hafife almaları, Hak’tan yüz çevirerek zulme dalmaları, bu mübarek yerden çıkarılıpatılmalarına sebeb olmuştur.Allahü teâlânın, bazılarına küçük karıncaları musallat ederek, kimini kıtlıkla, bazılarını dakılınçla çıkardığını görmüş ve işitmişsinizdir! diyerek onlara nasihat eyledi. Fakat onlar dinlemediler.Neticede Allahü teâlâ onları da, bu azgınlıkları sebebiyle, perişan eyledi...Artık güneşin doğmasına az bir zaman kalmıştı. Âlem, Âdem aleyhisselamdan bugüne kadar, temizalınlardan temiz alınlara geçerek gelen nurun sahibini karşılamak için hazırlanıyordu. İnsanlara sonsuzsaadeti gösterecek eşsiz insan bekliyordu.... Şefkat ve merhamet kaynağı, Rabbinin ahlakı ileahlaklanmış yüksek insan bekliyordu...Zulüm, had safhadaydı...Yeryüzünün merkezi olan mübarek Mekke’de, küfür sel gibi akıyor, Beytullah’ın içine, lat, uzza,menat gibi yüzlerce put doldurulmuştu. Zulüm son haddine varıyor, ahlaksızlık, iftihar vesilesi olarak kabulediliyordu. Arabistan dini, ruhi, sosyal ve siyasi bakımlardan, koyu bir karanlık, tam bir cahiliyet, taşkınlık,azgınlık ve sapıklık içerisinde idi.Cahiliye devri denilen bu zamanda, insanlar genellikle göçebe hayatı yaşıyorlardı ve kabilelerebölünmüşlerdi. Devamlı çekişme halinde olan Arab kabileleri, baskın ve yağmacılığı, kendileri için birgeçim vasıtası sayıyorlardı. Zulmün ve yağmacılığın yaygınlaştığı kabilelerden meydana gelenArabistan’da, siyasi bir nizam, sosyal bir düzen de mevcut değildi.Ayrıca içki, kumar, zina, hırsızlık, zulüm, yalan ve ahlaksızlık namına ne varsa alabildiğineyayılmıştı. Zulme, güçlünün güçsüze karşı kullandığı en amansız ve tüyleri ürpertici bir vasıta olarakbaşvuruluyor; kadın, elde basit bir mal gibi alınıp satılıyordu. Bir kısmı da kız çocuklarının doğmasını birfelaket ve yüz karası sayıyorlardı.Bu korkuç telakki o dereceye çıkmıştı ki, küçük kız çocuklarını, kumlar üzerinde açtıkları çukurlaradiri diri yatırıp; “Babacığım! Babacığım” diyerek boyunlarına sarılmalarına ve acı acı feryat etmelerinehiç kulak asmadan, üzerlerini toprakla kapatarak ölüme terkediyorlardı.Bu hareketlerinden dolayı vicdanları hiç sızlamıyor, hatta bunu bir kahramanlık sayıyorlardı. Neticeitibariyle o zamanın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adalet gibi güzel hasletler yok olmuş;insanlar adeta canavarlaşmıştı.Fakat bu devirde, Arablar arasında, dikkate değer bir husus vardı. O da edebiyatın, belagatın vefesahatın kıymet kazanıp zirveye çıkmasıydı. Şaire ve şiire çok önem verirler, bunu büyük bir iftiharvesilesi sayarlardı. Güçlü bir şair, hem kendisi, hem de kabilesi için itibar sağlardı.Muayyen zamanlarda panayırlar kurulur, şiir ve hitabet yarışmaları yapılırdı. Birinci gelenlerin şiirleriveya hitabeleri Kabe duvarına asılırdı. Cahiliye devrindeki Kabe duvarına asılan en meşhur yedi şiire,Muallakat-us-Seb’a, yani yedi askı denilirdi.O zaman Arabistan’da insanlar, inanç bakımından da, bölük bölüktü. Bir kısmı tamamen inançsız
ve dünya hayatından başka bir şey kabul etmiyor. Bir kısmı ise Allahü teâlâya ve ahiret gününe inanıyor;fakat insandan bir peygamberin geleceğini kabul etmiyordu.Bir kısmı da Allahü teâlâya inanıyor, ahirete inanmıyordu. Diğer büyük bir kısmı da, Allahü teâlâyaşirk koşup putlara tapıyordu. Müşriklerin herbirinin evinde bir put bulunuyordu. Bütün bunlardan başka,hazret-i İbrahim’in bildirdiği din üzere olan ve Hanifler denilen kimseler de vardı.Bunlar Allahü teâlâya inanır ve putlardan uzak dururlardı. Peygamber efendimizin babası Abdullah,dedesi Abdülmuttalib, annesi ve bazı kimseler, bu din üzere idiler. Haniflerden başka bütün gruplar batılyolda olup, büyük bir zulmet ve karanlığa gömülmüşlerdi.Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzundu. Yüzler gülmeyi unutmuştu. Allahü teâlânın,diğer mahluklardan üstün olarak yarattığı insanların, Cehennem’den kurtulmalarına sebep olacak birkahraman lazımdı.Çünkü her Peygamberin gelişi böyle olmuştu. Her biri güneş gibi doğup karanlıkları aydınlığa, nuraçevirmişlerdi. Şimdi de cahillik, vahşet zirvedeydi. İnsanlar insanlıktan çıkmışlardı. Bu karanlıktankurtaracak, insanlara insanlıklarını hatırlatacak Resul gelmek üzereydi... Bütün alametleri teker tekerortaya çıkıyordu artık...Dünyayı teşrifleriHoş geldin ya ResulallahYedi kat yer, yedi kat gök, kısaca bütün âlem büyük bir hürmet ve sevinç içinde; Seyyid-il-Mürselin,Hatem-ül-enbiya, Habib-i Huda olan efendisini beklemekte artık...Bütün mahlukat; “Hoş geldin ya Resulallah!” demek için hazır... Hicretten 53 sene evvel Filvak’asından iki ay kadar sonra, Rebi’ul-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke’ninHaşimoğulları mahallesinde, Safa Tepesi yakınındaki saadethanede hasretle beklenen, Allahü teâlânınnuru “Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem” doğdu, O’nun teşrifiyle âlem, yeniden hayatbuldu. Karanlıklar, birden “Nur” ile aydınlandı.Şereflerin en yücesine mazhar olan annelerin en bahtiyarı hazret-i Amine, hamileliğini şöyleanlatır:O Servere hamile olduğum günlerde, hiç acı ve elem görmedim. Hamile olduğumu hissetmezdim.Ancak altı aydan sonra bir gün, uyku ile uyanıklık arasında bir kimse bana;- Senin hamile olduğun kimdir, bilir misin? dedi.- Bilmiyorum, cevabını verince;- Bilmiş ol ki, Peygamberlerin sonuncusuna hamilesin! haberini verdi.Doğum zamanı yaklaşınca, o kimse tekrar geldi, dedi ki: “Ey Amine! Çocuk doğunca, ismini‘Muhammed’ koy!”Hazret-i Amine validemiz, doğum anını da şöyle anlatır:“Doğum anı geldiğinde, heybetli bir ses işittim. Ürpermeye başladım. Sonra beyaz bir kuş gördüm,gelip kanadı ile beni sıvazladı. Korku ve ürpertiden eser kalmadı. O anda susamış, sanki hararettenyanıyordum. Yanımda süt gibi beyaz, bir kase şerbet gördüm. O şerbeti, içmem için bana verdiler. İçtim,baldan tatlı ve soğuk idi. Artık susuzluğum kalmamıştı.Sonra büyük bir nur gördüm, evim o kadar nurlandı ki, O nurdan başka bir şey görmüyordum. Osırada etrafımı sarıp, bana hizmet eden pek çok hanım gördüm. Boyları uzun, yüzleri güneş gibiparlıyordu. Bunlar, Abdü Menaf kabilesinin kızlarına benzerlerdi. Bunların birden bire ortayaçıkmalarından hayret içinde idim.Onlardan biri dedi ki: “Ben Fir’avn’ın hanımı Asiye’yim!” Diğeri de; “Ben de Meryem bintiİmran’ım. Bunlar da Cennet hurileridir” dedi.Yine o esnada beyaz, uzun ve gökten yere kadar uzanmış ipek bir kumaş gördüm. “Onuinsanların gözünden örtün” dediler. O anda bir bölük kuş peyda oldu. Ağızları zümrütten, kanatlarıyakuttandı. Korkudan terlemiştim, düşen ter damlalarından misk kokusu yayılıyordu.O halde iken gözümden perdeyi kaldırdılar. Bütün yeryüzünü doğudan batıya kadar gördüm.Etrafımı melekler kuşatmıştı. Muhammed (aleyhisselam) doğar doğmaz, mübarek başını secdeye koydu,şehadet parmağını kaldırdı. Sonra gökden, O’nu bürüyen, beyaz bir bulut parçası indi.Bir ses işittim; “O’nu mağripten maşrıka kadar her yerde gezdirin. Gezdirin ki, cümle âlemO’nu ismiyle, cismiyle ve sıfatıyla görsünler. O’nun isminin Mahi olduğunu yani Allahü teâlâ,O’nunla şirki yok ettiğini bilsinler” diyordu.O bulut da gözden kayboldu ve Muhammed’i (sallallahü aleyhi ve sellem) bir beyaz yünlü kumaşiçinde sarılı gördüm. Yine o sırada, yüzleri güneş gibi parlayan üç kişi geldi. Birinin elinde gümüşten biribrik, birinin elinde zümrütten bir leğen, birinin elinde de bir ipek vardı.İbrikten sanki misk damlıyordu. Mübarek oğlumu leğenin içine koydular. Mübarek başını ve
- Page 1: Kâinatın Efendisi( Peygamberimiz
- Page 4 and 5: Dede Abdülmuttalib’e, bir gün r
- Page 8 and 9: ayağını yıkayıp, ipeğe sardı
- Page 10: Abdülmuttalib idi. İsteklerini ö
- Page 14 and 15: cevaplar önceden okuduğu kitaplar
- Page 16 and 17: adındaki putlara yemin et de inana
- Page 18 and 19: duyar oldu. Otuz sekiz yaşına gir
- Page 20 and 21: Yine Kur’an-ı kerimde mealen ş
- Page 22 and 23: - Bu nedir? diye sordu.Resul-i ekre
- Page 24 and 25: dinlemeyiniz, diye küfürde direte
- Page 26 and 27: - Burada annen var, söylediğimi i
- Page 28 and 29: Velid bin Mugire, Ebu Cehil (Amr bi
- Page 30 and 31: Sonra sırtındaki ve başındaki y
- Page 32 and 33: kabiledendir. Bir daha oradan nası
- Page 34 and 35: yayılmıştır. Arab kabileleri ya
- Page 36 and 37: Hazret-i Halid, babasının hak din
- Page 38 and 39: saflarında yer almıştı.Bu bekle
- Page 40 and 41: gelenlerle görüşülmeden bize te
- Page 42 and 43: O da dahil olmak üzere müşrikler
- Page 44 and 45: ibret almak isteyenlerin seyretmesi
- Page 46 and 47: Sevgili Peygamberimizi evde görün
- Page 48 and 49: Peygamber efendimiz Taif’ten Mekk
- Page 50 and 51: zaman henüz iman etmemişti. “Ki
- Page 52 and 53: Çok melek gördüm. Saf halinde, c
- Page 54 and 55: gördün. Ümmetine de mescidler ve
- Page 56 and 57:
yüzüne bile bakmazdı. Buyurdu ki
- Page 58 and 59:
- Hele biraz otur, sözümüzü din
- Page 60 and 61:
Bunun üzerine; “Siz O’nu, hem
- Page 62 and 63:
Bekir, Resulullah’ın çevresinde
- Page 64 and 65:
saldırmaya teşebbüs edince, atı
- Page 66 and 67:
üzerine bastırdık ki, bir damla
- Page 68 and 69:
fevkalade bir edeble;“Ya Resulall
- Page 70 and 71:
“Muhammed “aleyhisselam” Alla
- Page 72 and 73:
Bu sırada Yahudiler, Resulullah ef
- Page 74 and 75:
kapının önünde bekliyordum. Muh
- Page 76 and 77:
çekirdekleri gördü ve; “Bunlar
- Page 78 and 79:
- Bilmeyiz.- Günde kaç deve kesiy
- Page 80 and 81:
sana ibadet eden bulunmayacaktır!.
- Page 82 and 83:
O sırada Resulullah efendimiz, haz
- Page 84 and 85:
Muhacirlerden altı, Ensardan sekiz
- Page 86 and 87:
orada bulunan hazret-i Abbas’ın
- Page 88 and 89:
ana nikahlamıştır. Ey din karde
- Page 90 and 91:
Naile, Abbas bin Bişr, Haris bin E
- Page 92 and 93:
azılarının şehid düşeceğine
- Page 94 and 95:
ekrem efendimiz, bu geçide Abdulla
- Page 96 and 97:
etrafındakilere; “Hamza nerededi
- Page 98 and 99:
çarpışıyor, diğer taraftan da
- Page 100 and 101:
Beşincisi on dört yerinden yarala
- Page 102 and 103:
Amir’in kazdığı derin çukura
- Page 104 and 105:
“Mü’minlerden öyle yiğitler
- Page 106 and 107:
aşladı. Vura vura İbn-i Kamia’
- Page 108 and 109:
Koşup çocuğa baktım. Hubeyb , g
- Page 110 and 111:
“Hissesine düştüğüm sahibiml
- Page 112 and 113:
olmuştu. Bu vuruş esnasında, sev
- Page 114 and 115:
ordu halinde getirmiş bulunuyorum.
- Page 116 and 117:
Amr, bütün teklifleri ret etti. V
- Page 118 and 119:
Yahudiler, derhal yirmi deve yükü
- Page 120 and 121:
ara, müşrik ordusunun kumandanı
- Page 122 and 123:
Hazret-i Sa’d bin Mu’az hükmü
- Page 124 and 125:
Hicretten bu yana, doğup büyüdü
- Page 126 and 127:
Eshab-ı kiram; kana kana su içtil
- Page 128 and 129:
İslâm ordusunun, gece-gündüz sa
- Page 130 and 131:
nimetini ve yardımlarını tamamla
- Page 132 and 133:
ize geleceğini müjdelediği peyga
- Page 134 and 135:
mektubunu okudu: “Onun için, bir
- Page 136 and 137:
in Ebi Beltea , yolda bunlara Müsl
- Page 138 and 139:
Onlar bu hazırlıkları yaparken,
- Page 140 and 141:
vurdu. Kahraman Amir anında kalkan
- Page 142 and 143:
geçen ganimetin, haddi hesabı yok
- Page 144 and 145:
ki, biz antlaşmaya bağlı kaldık
- Page 146 and 147:
Âlemlere rahmet olarak gönderilen
- Page 148 and 149:
etmeyiniz. Ahde vefasızlık göste
- Page 150 and 151:
Âlemlerin efendisinin mübarek eli
- Page 152 and 153:
esirgiyorsun?” diyerek hayretini
- Page 154 and 155:
çok merak ediyor, diğerlerinden f
- Page 156 and 157:
Sevgili Peygamberimiz, peygamberli
- Page 158 and 159:
Merhamet deryası olan Sevgili Peyg
- Page 160 and 161:
yerdir. Kimse bu sudan içmesin ve
- Page 162 and 163:
“Peygamber aleyhisselam, Veda hac
- Page 164 and 165:
hafifçe dövüp sakındırabilirsi
- Page 166 and 167:
ulunan sahabiler; “Biz de, şimdi
- Page 168 and 169:
“Dünya malı ile gitmek istemem!
- Page 170 and 171:
ve gönülleri yaralayan bir sesle;
- Page 172 and 173:
Peygamberimizin vefatından hemen s
- Page 174 and 175:
İkisi de, Cennettedir. Yalandan sa
- Page 176 and 177:
Bunun için, İmam-ı Nevevi hazret
- Page 178 and 179:
şekilde, Resulullah efendimize, ha
- Page 180 and 181:
ala alihi ve sahbihi ecmain”, “
- Page 182 and 183:
ziyadelesiyle kötüleşir. Meşakk
- Page 184 and 185:
unlar, ona hizmetçi oldu ve hazret
- Page 186 and 187:
Ebü’l-As, önce iman etmedi. Bed
- Page 188 and 189:
unlar için, Cennetler hazırladı.
- Page 190 and 191:
Peygamber efendimizin tevazu haslet
- Page 192 and 193:
Peygamberimizden bir şey istenildi
- Page 194 and 195:
elbise giydiği de olurdu. Cuma ve
- Page 196 and 197:
Nesep ve sebep bakımından, yani k
- Page 198 and 199:
Hazreti Peygamber, ancak yapılan i
- Page 200 and 201:
Gümüş gibi görünürdü, ayân.
- Page 202 and 203:
Uzun kimseyle yürüseydi.Ne kadar,
- Page 204 and 205:
“Dördüncüsünü de kabul ettim
- Page 206 and 207:
* * *Resulullah efendimiz hicret s
- Page 208 and 209:
Haris bin Ebi Dırar, Bedir savaş
- Page 210 and 211:
Acem padişahı Hüsrev’den Medin
- Page 212 and 213:
Resulullahın Peygamberliğinin ilk
- Page 214 and 215:
mübarek eline verdiler. Resulullah
- Page 216 and 217:
Resulullahın en büyük mucizesiRe
- Page 218 and 219:
sever.Ya Ali! Bahilde, cimride üç
- Page 220 and 221:
afve vel âfiyete fiddînî veddün
- Page 222 and 223:
yapın!" buyurdu.Yani tecribeyi, fe
- Page 224 and 225:
olan bir mal veya köle değil, hak
- Page 226 and 227:
Resulullah efendimiz ticari bir mal
- Page 228 and 229:
zulüm ile hareket edenlerdir. Üç
- Page 230 and 231:
ki, mahşerde yolun aydınlık olsu
- Page 232 and 233:
yumuşak idi. Mübarek teni miskten
- Page 234 and 235:
“Kişi sevdiği ile beraberdir”
- Page 236 and 237:
Allahın emir ve yasaklarının hep
- Page 238 and 239:
ismi vardır. Bunların içinden te
- Page 240 and 241:
Peygamberimiz, namazın sonunda, ü
- Page 242 and 243:
iki ölçeği, tüylü bir örtüs
- Page 244 and 245:
Hz.Hanzala bin Hızyem “Peygamber
- Page 246 and 247:
Peygamber efendimizin ve Ev halkın
- Page 248 and 249:
çok yisin!.” buyurmuştur. Önce
- Page 250 and 251:
ayağının altında dürülürdü!
- Page 252 and 253:
taktı. Bunu görünce, “Niçin s
- Page 254 and 255:
Halife Abdulmelik’in, Peygamberim
- Page 256 and 257:
“Hastalıkların başı, çok yim
- Page 258 and 259:
Sonsuz derdden sakınmalı; hattâ,
- Page 260:
Târîhde hep böyle oldu; küfrde