etmeyiniz. Ahde vefasızlık göstermeyiniz. Çocukları öldürmeyiniz.Orada hıristiyanların kiliselerinde, insanlardan ayrılıp kendilerini ibadete vermiş bazıkimseler bulacaksınız. Onlara dokunmaktan sakınınız!Onların dışında, başlarında şeytanların yuvalandıkları bazı kimselere de rastlayacaksınız ki,onlara acımayınız!Siz, kadınları, yaşlanmış pir-i fanileri öldürmeyiniz. Ağaçlara yakmayınız ve kesmeyiniz.Evleri de yıkmayınız!”Baş kumandan Zeyd bin Harise’ye de şu nasihatta bulundular:“Müşriklerden düşmanınla karşılaştığın zaman, onları üç husustan birine davet et!.. EğerMüslüman olurlarsa onları, Muhacirler yurdu olan Medine’ye hicret etmeye davet et!Davetini kabul ederlerse, Muhacirlerin sahib oldukları haklara kendilerinin de sahibolacaklarını ve onların mükellef oldukları vazifelerle kendilerinin de mükellef olacaklarını bildir.Şayet Müslüman olup ülkelerinde oturmayı tercih ederlerse, Müslümanlardan göçebeArablar gibi olacaklarını ve onlar hakkında uygulanan ilahi hükmün, kendileri için deuygulanacağanı harp ganimetlerinden kendilerine bir şey ayrılamayacağını ve ganimetten ancakMüslümanların yanında harbedenlerin faydalanacağını bildir!Eğer İslâm’ı kabul etmezlerse, onları cizye vermeye davet et! İçlerinde bunu kabul edenleredokunma! Cizye vermeye de yanaşmazlarsa, Allahü teâlânın yardımına sığınarak onlarla harbet!..”Bu nasihatlerden sonra mücahidlerle vedalaştılar. İslâm ordusu, tekbir sadalarıyla ayrıldı. Geridekalanlar, gidenlere el sallayıp; “Allahü teâlâ sizi her türlü tehlikelerden muhafaza buyursun, yine sağsalim geri çevirsin...” diye dua ediyorlardı.Ufuktan kayboluncaya kadar, yaşlı gözlerle arkalarından gıbta ile baktılar... Zeyd bin Harise’ninelindeki mukaddes sancak dalgalanıyor, mücahidler bilinmeyen uzun bir yolculuğa, Allahü teâlânın dininehizmet için gidiyorlardı.İslâm ordusu, hızla Suriye’ye doğru ilerliyordu. Yolculuk olaysız ve neş’eli geçiyordu. Mücahidler, biran önce düşmanla karşılaşmak için sabırsızlanıyorlardı.Mute savaşı için ilerleyen ordunun içinde olup, şehidliği isteyenlerin içinde en arzulu olanlardan biride Abdullah bin Revaha hazretleriydi.Kahraman sahabiler, Suriye’ye yaklaşırlarken Şam valisi Şürahbil bin Amr, İslâm ordusununyaklaşmakta olduğunu çoktan haber almıştı. Hemen Bizans kayseri Heraklius’a durumu bildirip, büyük biryardım alarak rahatlamıştı. Çünkü yaptığı istihbarata göre, Müslümanlar ancak üç-beş bin kişiydi. Bunakarşı kendi ordusu, yüz bini aşıyordu. Silahların ise, haddi hesabı yoktu.Eshab-ı kiram, Şam topraklarından Muan’a vardıkları sırada, Rumların yüz bin kişilik bir ordu ileüzerlerine geldiklerini öğrendiler. Orada konaklayıp iki gece kaldılar.Kumandan Zeyd bin Harise hazretleri, arkadaşlarını toplayıp durumu bildirdi. Rum ordusuna karşıne yapmak lazım geldiği hakkındaki görüşlerini sordu.Sahabilerden bazıları; “Rum ordusuyla karşılaşmadan, ani baskınlar düzenleyelim. İnsanlarını esiralıp Medine’ye dönelim”; bazıları da; “Resul aleyhisselama mektup yazıp, düşmanın sayısını bildirelim.Bize acele asker göndermesini, veya ne yapmamız gerektiğini soralım” diyorlardı.Mute savaşı için yola çıkan ordu, düşman ordusunun çokluğu karşısında nasıl hareket edeceklerikonusunda tereddüte düştüler. Abdullah bir Revaha sonuna kadar savaşmayı teklif etti.Hazret-i Abdullah bin Revaha’nın bu sözleri, mücahidleri cesaretlendirmişti. “Vallahi Revaha’nınoğlu, doğru söylüyor” dediler.Artık karar alınmıştı. Şehid oluncaya kadar harbe devam edeceklerdi. Şanlı sahabiler, Mute isimliköye geldiklerinde, yüz bin kişilik Rum ordusuyla karşılaştılar.Dağ taş düşman askeri ile dolmuştu. Bir tarafta, Allahü teâlânın dinini yaymak için ta Medine’denkalkıp Şam’a kadar gelen üç bin kişilik bir İslâm ordusu; öte yanda, İslâm’ı boğmak için toplanan yüz binkişilik bir kâfir sürüsü bulunuyordu...Görünüşte, mukayese kabul etmez bir kuvvet dengesizliği vardı. Buna göre, bir Müslümanınotuzdan fazla Rum ile çarpışması icabediyordu.Her iki taraf da harp düzenine girdiler. Bu sırada, Peygamber efendimizin emri gereği, İslâmordusundan bir hey’etin, Rum ordugahına doğru ilerlediği görüldü.Bunlar Rum ordugahına varıp, İslâm’a gelmelerini, yoksa cizye vermelerini teklif ettiler. Fakat onlar,bu daveti reddettiler. Artık kaybedilecek zaman yoktu. Kumandan Zeyd bin Harise hazretleri, elindemukaddes İslâm sancağı olduğu halde, ordusuna hücum emrini verdi.Sancak Abdullah bin Revaha’daBu anı bekleyen mücahidler; “Allahü ekber!” nidaları ile ok gibi ileri fırladılar.Şimşek gibi kılıçlarını çekip, fırtına gibi düşmanın ortasına daldılar... At kişnemeleri, kılıç şakırtıları,
tekbir sadaları ve vurulanların feryatları ayyuka çıkıyor, daha harbin başında, meydan, kan gölü halinegeliyordu.Şanlı sahabiler, her kılıç sallayışlarında ya bir baş, ya bir kol düşüyorlardı. Elinde Resulullah’ınbeyaz sancağı olan hazret-i Zeyd, düşmanın ta ortalarında; “Allah Allah” diyerek vuruşuyordu.Salladığı kılıçlarla etrafını bir anda açıyor, düşmanı karşısına çıktığına pişman ediyordu.Kumandanlarının kahramanca çarpışmasını gören şanlı sahabiler, ondan geri kalmıyor, tek başına otuzdüşmana kılıç yetiştirip onları tepelemeye çalışıyorlardı.Bir ara, birkaç mızrağın birden, kumandan hazret-i Zeyd’in mübarek göğsüne saplandığı görüldü.Arkasından diğer mızraklar, onu takib etti. Şanlı sahabinin vücudu, delik deşik olmuştu. Zeyd bin Harisesıcak toprağa düştü. Böylece çok özlediği şehadet şerbetini içti.Zeyd bin Harise’yi takib eden hazret-i Ca’fer, hemen sancağı kaptı. İslâm sancağınındalgalandığını gören mücahidler, yeni bir aşk ile savaşa devam ediyorlardı.Hazret-i Ca’fer de, Zeyd bin Harise gibi kahramanca çarpışıyordu. Bir taraftan düşmana saldırıyor,diğer yandan da arkadaşlarına cesaret ve heyecan veriyordu.Yiğitçe çarpışan bu yeni kumandan, daha hızlı, daha seri hareketlerle kılıç sallıyor, düşmana gözaçtırmıyordu. Hazret-i Ca’fer, kendisinden geçmiş bir halde çarpışırken, arkadaşlarından bir hayli ilerigitmişti.Rumların ortasında tek başına dövüşüyor, her birine ayrı ayrı kılıç vuruyordu. Fakat bu gidişin,dönüşü olmadığını anlamakta gecikmedi. Kahraman kumandan; “Bana düşen, kâfirlerin her birinekılıcımla vurmaktır!” diyor, Allahü teâlânın mübarek ismini dilinden düşürmüyor ve bitmez tükenmez birgüçle çarpışıyordu.Nihayet bir düşman askeri, hazret-i Ca’fer’in sağ koluna bir kılıç vurdu. Sağ eli kesilen hazret-iCa’fer, mukaddes İslâm sancağını sol eliyle yere düşmeden yakaladı. Kaldırıp yine dalgalandırdı.Bir kılıç darbesi ile sol eli de kesilmişti. Bu defa sancağı, kesik kollarının arasında göğsünebastırarak dalgalandırmaya çalıştı. Fakat bir biri peşinden şiddetle inen düşman kılıçları ile çok özlediğişehadet mertebesine kavuştu.Mübarek ruhu, Cennet’in en yüksek derecelerine uçmuştu... Bedeninde doksandan ziyade kılıç vemızrak yarası sayılmıştı.Kumandanlarının şehid düştüğünü gören kahraman mücahidler, İslâm sancağını kaptıkları gibi,Abdullah bin Revaha hazretlerine teslim ettiler. O da, atının üzerinde sancağı dalgalandırarak düşmanaşiddetle saldırdı. Her önüne geleni deviriyor, kahramanca ilerliyordu...Hazret-i Abdullah da; “Allahü ekber!” nidaları arasında düşmanla amansız bir mücadeleyetutuşmuştu. Bir ara bir kılıç darbesi parmağına isabet etti ve kesik parmak elinde sallanmaya başladı.Allahü teâlânın ve Resulünün aşkıyla yanan bu mübarek kumandan, derhal atından yere atladı,çarpışmasına engel olan yaralı parmağını, ayağnın altına alıp; “Sen sadece, yaralı bir parmak değilmisin? Zaten bu kazaya da Allahü teâlânın yolunda uğramış bulunuyorsun!” diyerek çekip kopardı.Şimşek gibi atına atlayıp, olanca gücü ile yine çarpışmaya başladı. Fakat bu kadar çarpışmasınarağmen, şehidlik mertebesine kavuşamadığı için kendi kendini kınamaya başladı... Tekrar tekrardüşmana saldırdı. Sonunda bir mızrak darbesi ile yere düştü. Allahü teâlâ ve Resulü yolunda çarpışırkenŞehid olup, mübarek ruhu Cennet’e uçtu...O anda hazret-i Abdullah’ın yanında çarpışan Ebü’l-Yüsr Ka’b bin Umeyr , sancağı dalgalandırmayaçalıştı. Gözlerini Eshab arasında dolaştırarak kendisinden daha yaşlı ve olgun birini araştırdı. Sabit binEkrem’i görünce, sancağı ona teslim etti.Hazret-i Sabit, sancağı mücahidlerin önüne dikdikten sonra; “Ey kardeşlerim! Acele içinizdenbirini kumandan seçiniz ve ona tabi olunuz” dedi.Onlar; “Seni seçtik” dedilerse de, hazret-i Sabit bunu kabul etmedi. Gözleri Halid bin Velidhazretlerine takıldı. Ona; “Ey Ebu Süleyman! Sancağı sen al!” dedi.Müslümanlar arasına yeni katılan hazret-i Halid, edebinden mukaddes sancağı almak istemedi vemübarek dudaklarından; “Ben bu sancağı senden alamam! Sen buna benden daha çok layıksın. Ziradaha yaşlısın ve Bedir gazasında Resulullah’ın yanında çarpışmakla şereflenmişsin!..” sözleridökülmüştü.Fakat zaman kıymetli idi. Etraflarındaki Eshab-ı kiram, düşmanla kıyasıya vuruşuyor, yüzbin kişilikdüşmanı geriletmeye çalışıyordu. Hazret-i Sabit, sözünü tekrarladı: “Ey Halid! Resulullah’ın mukaddessancağını çabuk al! Vallahi, bunu sana vermek için almıştım. Sen, harbin usulünü benden daha iyibilirsin!” dedi.Bayrak Hz. Halid bir Velid’eOrdunun başına kimin geçeceği tartışılırken, Hz. Sabit, etrafındaki mücahidlere; “Ey kardeşlerim!Halid’in kumandan olmasındaki görüşünüz nedir?” diye sordu.Onlar da hep bir ağızdan; “Onu başımıza kumandan yaptık” dediler. Bunun üzerine hazret-i Halid,
- Page 1:
Kâinatın Efendisi( Peygamberimiz
- Page 4 and 5:
Dede Abdülmuttalib’e, bir gün r
- Page 6 and 7:
İsa aleyhisselamın getirdiği Hı
- Page 8 and 9:
ayağını yıkayıp, ipeğe sardı
- Page 10:
Abdülmuttalib idi. İsteklerini ö
- Page 14 and 15:
cevaplar önceden okuduğu kitaplar
- Page 16 and 17:
adındaki putlara yemin et de inana
- Page 18 and 19:
duyar oldu. Otuz sekiz yaşına gir
- Page 20 and 21:
Yine Kur’an-ı kerimde mealen ş
- Page 22 and 23:
- Bu nedir? diye sordu.Resul-i ekre
- Page 24 and 25:
dinlemeyiniz, diye küfürde direte
- Page 26 and 27:
- Burada annen var, söylediğimi i
- Page 28 and 29:
Velid bin Mugire, Ebu Cehil (Amr bi
- Page 30 and 31:
Sonra sırtındaki ve başındaki y
- Page 32 and 33:
kabiledendir. Bir daha oradan nası
- Page 34 and 35:
yayılmıştır. Arab kabileleri ya
- Page 36 and 37:
Hazret-i Halid, babasının hak din
- Page 38 and 39:
saflarında yer almıştı.Bu bekle
- Page 40 and 41:
gelenlerle görüşülmeden bize te
- Page 42 and 43:
O da dahil olmak üzere müşrikler
- Page 44 and 45:
ibret almak isteyenlerin seyretmesi
- Page 46 and 47:
Sevgili Peygamberimizi evde görün
- Page 48 and 49:
Peygamber efendimiz Taif’ten Mekk
- Page 50 and 51:
zaman henüz iman etmemişti. “Ki
- Page 52 and 53:
Çok melek gördüm. Saf halinde, c
- Page 54 and 55:
gördün. Ümmetine de mescidler ve
- Page 56 and 57:
yüzüne bile bakmazdı. Buyurdu ki
- Page 58 and 59:
- Hele biraz otur, sözümüzü din
- Page 60 and 61:
Bunun üzerine; “Siz O’nu, hem
- Page 62 and 63:
Bekir, Resulullah’ın çevresinde
- Page 64 and 65:
saldırmaya teşebbüs edince, atı
- Page 66 and 67:
üzerine bastırdık ki, bir damla
- Page 68 and 69:
fevkalade bir edeble;“Ya Resulall
- Page 70 and 71:
“Muhammed “aleyhisselam” Alla
- Page 72 and 73:
Bu sırada Yahudiler, Resulullah ef
- Page 74 and 75:
kapının önünde bekliyordum. Muh
- Page 76 and 77:
çekirdekleri gördü ve; “Bunlar
- Page 78 and 79:
- Bilmeyiz.- Günde kaç deve kesiy
- Page 80 and 81:
sana ibadet eden bulunmayacaktır!.
- Page 82 and 83:
O sırada Resulullah efendimiz, haz
- Page 84 and 85:
Muhacirlerden altı, Ensardan sekiz
- Page 86 and 87:
orada bulunan hazret-i Abbas’ın
- Page 88 and 89:
ana nikahlamıştır. Ey din karde
- Page 90 and 91:
Naile, Abbas bin Bişr, Haris bin E
- Page 92 and 93:
azılarının şehid düşeceğine
- Page 94 and 95:
ekrem efendimiz, bu geçide Abdulla
- Page 96 and 97:
etrafındakilere; “Hamza nerededi
- Page 98 and 99: çarpışıyor, diğer taraftan da
- Page 100 and 101: Beşincisi on dört yerinden yarala
- Page 102 and 103: Amir’in kazdığı derin çukura
- Page 104 and 105: “Mü’minlerden öyle yiğitler
- Page 106 and 107: aşladı. Vura vura İbn-i Kamia’
- Page 108 and 109: Koşup çocuğa baktım. Hubeyb , g
- Page 110 and 111: “Hissesine düştüğüm sahibiml
- Page 112 and 113: olmuştu. Bu vuruş esnasında, sev
- Page 114 and 115: ordu halinde getirmiş bulunuyorum.
- Page 116 and 117: Amr, bütün teklifleri ret etti. V
- Page 118 and 119: Yahudiler, derhal yirmi deve yükü
- Page 120 and 121: ara, müşrik ordusunun kumandanı
- Page 122 and 123: Hazret-i Sa’d bin Mu’az hükmü
- Page 124 and 125: Hicretten bu yana, doğup büyüdü
- Page 126 and 127: Eshab-ı kiram; kana kana su içtil
- Page 128 and 129: İslâm ordusunun, gece-gündüz sa
- Page 130 and 131: nimetini ve yardımlarını tamamla
- Page 132 and 133: ize geleceğini müjdelediği peyga
- Page 134 and 135: mektubunu okudu: “Onun için, bir
- Page 136 and 137: in Ebi Beltea , yolda bunlara Müsl
- Page 138 and 139: Onlar bu hazırlıkları yaparken,
- Page 140 and 141: vurdu. Kahraman Amir anında kalkan
- Page 142 and 143: geçen ganimetin, haddi hesabı yok
- Page 144 and 145: ki, biz antlaşmaya bağlı kaldık
- Page 146 and 147: Âlemlere rahmet olarak gönderilen
- Page 150 and 151: Âlemlerin efendisinin mübarek eli
- Page 152 and 153: esirgiyorsun?” diyerek hayretini
- Page 154 and 155: çok merak ediyor, diğerlerinden f
- Page 156 and 157: Sevgili Peygamberimiz, peygamberli
- Page 158 and 159: Merhamet deryası olan Sevgili Peyg
- Page 160 and 161: yerdir. Kimse bu sudan içmesin ve
- Page 162 and 163: “Peygamber aleyhisselam, Veda hac
- Page 164 and 165: hafifçe dövüp sakındırabilirsi
- Page 166 and 167: ulunan sahabiler; “Biz de, şimdi
- Page 168 and 169: “Dünya malı ile gitmek istemem!
- Page 170 and 171: ve gönülleri yaralayan bir sesle;
- Page 172 and 173: Peygamberimizin vefatından hemen s
- Page 174 and 175: İkisi de, Cennettedir. Yalandan sa
- Page 176 and 177: Bunun için, İmam-ı Nevevi hazret
- Page 178 and 179: şekilde, Resulullah efendimize, ha
- Page 180 and 181: ala alihi ve sahbihi ecmain”, “
- Page 182 and 183: ziyadelesiyle kötüleşir. Meşakk
- Page 184 and 185: unlar, ona hizmetçi oldu ve hazret
- Page 186 and 187: Ebü’l-As, önce iman etmedi. Bed
- Page 188 and 189: unlar için, Cennetler hazırladı.
- Page 190 and 191: Peygamber efendimizin tevazu haslet
- Page 192 and 193: Peygamberimizden bir şey istenildi
- Page 194 and 195: elbise giydiği de olurdu. Cuma ve
- Page 196 and 197: Nesep ve sebep bakımından, yani k
- Page 198 and 199:
Hazreti Peygamber, ancak yapılan i
- Page 200 and 201:
Gümüş gibi görünürdü, ayân.
- Page 202 and 203:
Uzun kimseyle yürüseydi.Ne kadar,
- Page 204 and 205:
“Dördüncüsünü de kabul ettim
- Page 206 and 207:
* * *Resulullah efendimiz hicret s
- Page 208 and 209:
Haris bin Ebi Dırar, Bedir savaş
- Page 210 and 211:
Acem padişahı Hüsrev’den Medin
- Page 212 and 213:
Resulullahın Peygamberliğinin ilk
- Page 214 and 215:
mübarek eline verdiler. Resulullah
- Page 216 and 217:
Resulullahın en büyük mucizesiRe
- Page 218 and 219:
sever.Ya Ali! Bahilde, cimride üç
- Page 220 and 221:
afve vel âfiyete fiddînî veddün
- Page 222 and 223:
yapın!" buyurdu.Yani tecribeyi, fe
- Page 224 and 225:
olan bir mal veya köle değil, hak
- Page 226 and 227:
Resulullah efendimiz ticari bir mal
- Page 228 and 229:
zulüm ile hareket edenlerdir. Üç
- Page 230 and 231:
ki, mahşerde yolun aydınlık olsu
- Page 232 and 233:
yumuşak idi. Mübarek teni miskten
- Page 234 and 235:
“Kişi sevdiği ile beraberdir”
- Page 236 and 237:
Allahın emir ve yasaklarının hep
- Page 238 and 239:
ismi vardır. Bunların içinden te
- Page 240 and 241:
Peygamberimiz, namazın sonunda, ü
- Page 242 and 243:
iki ölçeği, tüylü bir örtüs
- Page 244 and 245:
Hz.Hanzala bin Hızyem “Peygamber
- Page 246 and 247:
Peygamber efendimizin ve Ev halkın
- Page 248 and 249:
çok yisin!.” buyurmuştur. Önce
- Page 250 and 251:
ayağının altında dürülürdü!
- Page 252 and 253:
taktı. Bunu görünce, “Niçin s
- Page 254 and 255:
Halife Abdulmelik’in, Peygamberim
- Page 256 and 257:
“Hastalıkların başı, çok yim
- Page 258 and 259:
Sonsuz derdden sakınmalı; hattâ,
- Page 260:
Târîhde hep böyle oldu; küfrde