12.07.2015 Views

bülten 78 (pdf) indir - Bilim ve Sanat Vakfı

bülten 78 (pdf) indir - Bilim ve Sanat Vakfı

bülten 78 (pdf) indir - Bilim ve Sanat Vakfı

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

BÜLTENOcak-Nisan 2012Y›l 24 Say› <strong>78</strong>Yay›n Kurulu Ali Pulcu, Faruk Deniz,Mustafa Demiray, Salih Pulcu,Betül Özel Çiçek, Z. Tuba Kor, Eyüp Süzgün,F. Samime İnceoğlu, Semih AtişBaskı Denizatı OfsetSertifika No: 15351Tel: 0212 325 71 25Nato Cad. Çınarlı Sok. No: 19Seyrantepe İstanbulBaskı Tarihi Haziran 2012Vefa Cad. No. 41 34134 Vefa İstanbulTel: 0212. 528 22 22 pbxFaks 0212. 513 32 20e-posta bsv@bisav.org.trwww.bisav.org.trÜcretsizdir. Dört ayda bir yayınlanır.Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.Yayınlanan yazıların sorumluluğuyazarına aittir.bülten’denİÇİNDEKİLERBSV HAVADİS 2RÖPORTAJ “Aşağıdan <strong>ve</strong> Yukarıdan Ortadoğu”Zachary Lockman ile Hangi Ortadoğu? üzerine söyleşi / SelimKarlıtekin 6KAM Küresel Araştırmalar Merkezi 18MOLA Sultan / Cahit Zarifoğlu 46MAM Medeniyet Araştırmaları Merkezi 47MOLA Sen Bir Kuş Olur Gidersin Bir Trenle / Cahit Zarifoğlu 75SAM <strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi 76MOLA Anılar Defterinde Gül Yaprağı / Cahit Zarifoğlu 107TAM Türkiye Araştırmaları Merkezi 108MECMUA 2000’lere Doğru Türkiye’nin Kültür Politikası ÜzerineBazı Düşünceler / Seyfettin Manisalıgil 130<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı’nın Ocak-Nisan 2011’de düzenlediğifaaliyetleri kapsayan BSV Bülten’in <strong>78</strong>.sayısı ile karşınızdayız.2012 Bahar Seminerleri’ni de geride bıraktığımızbu dönemde öne çıkan başlıklar şunlardır: KüreselAraştırmalar Merkezi (KAM), Medeniyet AraştırmalarıMerkezi (MAM) <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> AraştırmalarıMerkezi (SAM) birer panel düzenledi: “İşgalin 9.Yıldönümünde Irak”, “Medeniyetleri Karşılaştırmak:George Makdisi Örneği” <strong>ve</strong> “Korku <strong>ve</strong> YakarışınMenzilleri: Zarifoğlu <strong>Sanat</strong>ının İmkânları”.MAM’ın bu dönemde başlattığı iki okuma grubu<strong>ve</strong> bir toplantı dizisi var: “Mukaddime OkumaGrubu”, “Nurettin Topçu Okuma Grubu” <strong>ve</strong>“Felsefî Açıdan Tabakât Literatürü”. SAM’ın da“Kötülük Felsefeleri: Romanlar <strong>ve</strong> Filmler EksenindeGünah Kavramı” başlıklı yeni bir atölyebaşlattı. Türkiye Araştırmaları Merkezi (TAM) deiki yeni atölye ile çalışmalarına devam ediyor:“Şehir Çalışmaları Atölyesi” <strong>ve</strong> “Tarih Atölyesi”.Bu programlar haricinde Yuvarlak Masa Toplantılarıda devam etti. Yuvarlak Masa Toplantıları ileKAM, MAM <strong>ve</strong> SAM’ın düzenlediği panellere dairayrıntıları ilgili merkezlere ayrılan sayfalarda bulabilirsiniz.Mecmua sayfalarında merhum Seyfettin Manisalıgil’indaha önce yayımlanmamış “2000’lereDoğru Türkiye’nin Kültür Politikası Üzerine BazıDüşünceler” başlıklı yazısına yer <strong>ve</strong>rdik.Mola sayfalarımızdaki şiirleri de SAM’ın düzenlediğipanel <strong>ve</strong>silesiyle Cahit Zarifoğlu’na ayırdık;seçki Dr. Turgay Şafak tarafından yapıldı.25-30 Haziran tarihleri arasında “Muhafazakârlık”temasıyla gerçekleştirilecek 2012 Yaz Programı’nınfaydalı olması <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rimli geçmesi dileğiyle…Hayırda kalın!


BSVhavadisHazırlayan: Remzi DemirIrak, işgalinin 9. yıldönümünde KAM’ınpanelinde tartışıldıDokuz yıl ev<strong>ve</strong>l ABD öncülüğündeki koalisyon tarafındanişgale uğrayan Irak’ın durumu, 9 Mart’ta oturumbaşkanlığını KAM Koordinatörü Talha Köse’nin yaptığı birpanelde ele alındı. SETA Dış Politika Araştırma AsistanıFurkan Torlak, Amerikan birliklerinin geri çekilmesininardından Irak’ın hem bugününe hem de geleceğinedamgasını vuran temel meseleleri analiz ederken,Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi BaşkanYardımcısı Mesut Özcan ise Irak’ın Türk dış politikasınaetkilerini değerlendirdi.KAM e-Bülten’in 3. <strong>ve</strong>4. sayısı yayındaKüresel AraştırmalarMerkezi’nin faaliyetleriniçok daha geniş bir kesimetanıtmak amacıyla 2011yılı sonunda ilk defa hazırladığıKAM e-Bülten’inüçüncü <strong>ve</strong> dördüncü sayılarıyayınlandı. 2012’ninOcak-Nisan aylarındatertip edilen tüm yuvarlakmasa toplantılarının uzun <strong>ve</strong> detaylı değerlendirmelerinin<strong>ve</strong> diğer faaliyet duyurularının yer aldığı iki aylıkperiyotla yayınlanan bu e-bültenlere http://bisav.org.tr adresindeki KAM sayfasında yer alan “yayınlar”basamağından ulaşabilirsiniz.2012 Bahar Dönemi Seminerleri sona erdiVakfımızın 45. Dönem Bahar Seminerleri 9/10 Mart-27/28 Nisan 2012 tarihleri arasında gerçekleştirildi.Bu dönemki programda, edebiyat, sinema, tarih,felsefe, iktisat, iletişim psikolojisi, sosyal teori,sosyal bilim gibi farklı disiplinlerden seminerler yeraldı. Vakfın Vefa’daki merkezinde gerçekleştirilenseminerler her dönem olduğu gibi bu dönem deyoğun ilgi gördü.Dîvân’ın 1-29. sayıları internette“Korku <strong>ve</strong> Yakarışın Menzilleri: Zarifoğlu<strong>Sanat</strong>ının İmkânları” paneli düzenlendi<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi, Türk edebiyatının önemliisimlerinden Cahit Zarifoğlu’nun “sanatı” üzerine birpanel gerçekleştirdi. İki oturumdan oluşan panelinilk oturumunda Zarifoğlu’nun düz yazıları, ikincioturumunda ise şiir <strong>ve</strong> poetikası tartışıldı. Se<strong>ve</strong>ngülSönmez, Bahar Gökpınar, Ümit Aksoy, Yalçın Armağan<strong>ve</strong> Metin Kaygalak’ın tebliğ sunduğu panelin açışkonuşmasını ise <strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı Yönetim KuruluBaşkanı Mustafa Özel yaptı.232. sayısını çıkarmaya hazırlanan DîvânDisiplinlerarası Çalışmalar Dergisi’nin ilk 29sayısı tüm makaleleriyle internette erişime açıldı.Makalelerin PDF dosyası olarak <strong>indir</strong>ilebildiği dergiyewww.divandergisi.com adresinden ulaşılabilir.“Medeniyetleri Karşılaştırmak: GeorgeMakdisi Örneği” paneli gerçekleştirildiMedeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından31 Mart 2012’de düzenlenen panelde İstanbulŞehir Üni<strong>ve</strong>rsitesi öğretim üyesi Eyyüp SaidKaya’nın başkanlığındaki tek oturumda, medreseçalışmalarının Batı’daki en önemli isimlerindenGeorge Makdisi’nin İslam <strong>ve</strong> Ortaçağ Batıyükseköğretimleri hakkındaki yaklaşımı çerçe<strong>ve</strong>sindemedeniyetleri mukayese etmenin imkânları ele alındı.


BSVhavadisHayal Perdesi Sinema DergisiiPad’te!On üç sayı fanzin olarak çıktıktansonra, yayın hayatına e-dergi olarakdevam eden Hayal Perdesi SinemaDergisi, iPad’te de yayın yapmayabaşladı.Hayal Perdesi’nin iPad uygulaması,Türkiye’de hâlihazırda iPadüzerinden yayınlanmaya başlayandergilerden farklı olarak sadeceiçerikte değil, dinamik tasarımı <strong>ve</strong>zengin işlevselliğiyle de ön planaçıkıyor. iPad’in sunduğu farklıdeneyimi sinema duygusuylabirleştirmeye çalışan Hayal Perdesivideolara, interaktif görsellere<strong>ve</strong> iPad’e has uygulamalara yer<strong>ve</strong>recek.Hayal Perdesi Sinema Dergisi’nin 27. <strong>ve</strong> 28. sayısı çıktıHayal Perdesi, 27. sayısında Zeki Dergide, Türkiye sinemasının üç farklıDemirkubuz’un merakla beklenen son kuşağından üç yönetmenle (Farukfilmi Yeraltı’yı <strong>ve</strong> vizyona yeni giren Kenç, Erdoğan Tokatlı <strong>ve</strong> Ömer Kavur)Sığınak, Kevin Hakkında Konuşmalıyız ilgili sinema tarihçileri <strong>ve</strong> sinema<strong>ve</strong> Fetih 1453 filmlerini değerlendirdi. yazarlarıyla yapılan bir soruşturmaZeki Demirkubuz’la yapılmış uzun bir da yer alıyor. Aida Begiç’in son filmisöyleşiye de yer <strong>ve</strong>rilen dergide 11. !f Çocuklar (Djeca) üzerine; hazırlık,İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler çekim, post-prodüksiyon aşamalarınınFestivali’yle ilgili bir değerlendirme tamamında görev alan Mustafa Eminyazısı <strong>ve</strong> 31 Mart-15 Nisan tarihleri Büyükcoşkun’un izlenimleri de buarasında gerçekleştirilen 31. İstanbul sayının dikkat çekenleri arasında yerUluslararası Film Festivali’nden film alıyor. Hayal Perdesi sayfalarındaönerileri <strong>ve</strong> tanıtımlar da öne çıkıyor. Cihan Aktaş’ın Oscar ödüllü Bir AyrılıkHayal Perdesi’nin 28. sayısında kentsel değerlendirmesini, geçirdiği trafikdönüşümler <strong>ve</strong> ardı arkası kesilmeyen kazasında hayatını kaybeden gençprojelerle kontrolsüz bir hızla büyüyen yönetmen Seyfi Teoman’ın kendiİstanbul’u tüm yönleriyle mercek altına sinema serü<strong>ve</strong>nine dair sözlerini,alan belgesel film Ekümenopolis: Ucu şair Ömer Erdem’in “Neden FilmOlmayan Şehir’in yönetmeni İmre Seyrediyoruz?” sorusuna yanıtını daAzem ile bir söyleşi gerçekleştirildi. okumak mümkün.Osmanlıca Seminerlerininkapsamı genişletildi<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı Türkiye AraştırmalarıMerkezi bünyesinde beşsenedir devam eden OsmanlıcaSeminerlerinin kapsamı genişletilereköğrenim, kullanım <strong>ve</strong> neşirkademeleri şeklinde yeniden yapılandırılmıştır.Bu bağlamda, OsmanlıTürkçesine giriş <strong>ve</strong> paleografyabirinci kademe; diplomatika,epigrafi, hüsn-i hat, nümizmatik,inşa, el yazmaları, metin tahlilleri,transkripsiyon <strong>ve</strong> tahkik usulleri <strong>ve</strong>neşir çalışmaları diğer kademelerçerçe<strong>ve</strong>sinde önümüzdeki dönemlerdeayrı ayrı ilan edilecektir.Osmanlı Türkçesine Giriş <strong>ve</strong> Paleografyaolmak üzere iki ayrı seviyedeyapılandırılan ilk kademe seminerleri,5 Mart-15 Haziran 2012tarihleri arasında düzenlenecek17. dönem Osmanlıca seminerleriçerçe<strong>ve</strong>sinde 25 Şubat 2012’deyapılan seviye tespit sınavı neticesinde,8 grup (yaklaşık 380 kişi) ile5 Mart’ta başladı.23 Haziran-28 Temmuz 2012 tarihleriarasında devam edecek 6haftalık 18. dönem seminerleri içinbaşvurular 5-15 Haziran 2012 tarihleriarasında online olarak kabuledilecektir.3


BSVhavadisMukaddime Okuma Grubuçalışmalarına başladıMedeniyet Araştırmaları Merkezibünyesinde Mart ayında M. AkifKayapınar’ın danışmanlığındaçalışmalarına başlayan okumagrubunda, Mukaddime adlı eseribağlamında İbn Haldun’un varlığa,bilgiye, topluma, siyasete <strong>ve</strong> tarihebakışı incelenmektedir. Grubun asılokuma metni Mukaddime olmaklabirlikte, zaman zaman konu ileilgili ila<strong>ve</strong> okumalar yapılmakta <strong>ve</strong>katılımcıların yaptığı sunumlarınardından konu üzerinde çeşitlitartışmalar yapılmaktadır.Ayhan Aktar TAM’ınmisafiriydiTürkiye Araştırmaları Merkezibünyesinde yeni bir özel toplantıserisine başlandı. Bu çerçe<strong>ve</strong>de ilkkonuk olarak 14 Nisan’da Ayhan Aktarile Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler<strong>ve</strong> Ekonomik Dönüşüm adlı kitabıçerçe<strong>ve</strong>sinde, kitapta yeralanmakaleler üzerinden NiyaziBerkes’ten Şerif Mardin’e, Osmanlıbürokrasisinden Ermeni meselesininnasıl çalışılabilirliğine, mübadeledeniktisadî yapı <strong>ve</strong> tarihe kadar pek çokkonu tartışıldı.4Felsefî Açıdan TabakâtLiteratürü toplantı dizisibaşladıTabakât, İslâm geleneğinde sahâbe,tâbiîn, fakihler, sûfîler, filozoflar,tabipler, edip, şair <strong>ve</strong> sanatkârlar ileayırıcı niteliklere sahip kişilerdensöz eden bir telif türüdür. Bugelenek içinde özel olarakfilozofları/felsefî ilimlerle meşgulolan isimleri ihtiva eden eserlerönemli yer tutmaktadır.Medeniyet Araştırmaları Merkezitarafından düzenlenen FelsefîAçıdan Tabakât Literatürü başlıklıaylık toplantı serisinin amacı,İslam felsefesi çalışmaları içinönemli bir başvuru kaynağıolan tabakât metinlerinin dahayakından tanınmasını sağlamaktır.Her oturum için belirlenenmetin(ler); yazarın hayatı/arkaplanı, kitabın genel yapısı, felsefetarihi/tasavvurlarına dair dikkatedeğer değiniler çerçe<strong>ve</strong>sindeincelenecektir.Tarih Atölyesi başladı!<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı’nın Bahar <strong>ve</strong>Güz Dönemlerinde yakın dönemsiyasî tarih üzerine seminerler <strong>ve</strong>renMustafa Armağan, seminer katılımcılarıylaTarih Atölyesi başlıklı birçalışma başlattı. Nisan ayının başındabaşlayan atölye 15 günde birtoplanmaktadır.Romanlar <strong>ve</strong> Filmler EksenindeGünah Kavramı Atölyesibaşladı<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezibünyesinde Dr. Yaylagül Ceranyönetiminde sürdürülecek buatölyede, “insan felsefesi tanım,soru <strong>ve</strong> sorunları hakkında giriş,bilgilendirme”, “kötülük felsefesi<strong>ve</strong> kötülük kavramları”, “kaygı,günah <strong>ve</strong> kötülük”, “sosyal içerik <strong>ve</strong>yapısal bir eylem olarak körlük <strong>ve</strong>epistemoloji”, “modern kent-günahkötülük<strong>ve</strong> insan”, “ öfke, açgözlülük,miskinlik, kibir, hırs, kıskançlık,oburluk” gibi konu başlıklarıçerçe<strong>ve</strong>sinde felsefî metinler,romanlar <strong>ve</strong> filmler aracılığıyla busürecin kaotik yapısı açık <strong>ve</strong> bütünselbir çerçe<strong>ve</strong>de incelenecek.Şehir Çalışmaları AtölyesibaşladıTürkiye Araştırmaları Merkezibünyesinde Alim Arlı <strong>ve</strong> YunusUğur nezaretinde yeni bir atölyeçalışmasına başlandı. İlk oturumuNisan ayında gerçekleşen, aydabir toplanacak Şehir ÇalışmalarıAtölyesi, şehirlerin mahiyetini,meselelerini, tarihî oluşum <strong>ve</strong>dönüşüm süreçlerini Türkiye şehirleri<strong>ve</strong> özellikle de İstanbul örneğinidikkate alarak anlamayı <strong>ve</strong> tartışmayıhedeflemektedir. Atölye süresince,grup tartışmalarının yanı sıra, misafiraraştırmacılar çağrılacak, kolokyum,ihtisas sempozyumu <strong>ve</strong> yayınlaryapılacaktır.


<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi panelKorku <strong>ve</strong> Yakarışın Menzilleri:Zarifoğlu <strong>Sanat</strong>ının İmkânları21 Nisan 2012 / Vefa Salonu / 16.00-20.00Açılış Konuşması: Mustafa ÖzelI.OTURUMAnlatının Zarif’çesiOturum Başkanı Mustafa DemirayKüresel Araştırmalar Merkezi panelİşgalin 9. Yıldönümünde Irak9 Mart 2012 Cuma / Vefa Salonu / 18.45-20.30Oturum Başkanı Talha KöseKonuşmacılarFurkan TorlakABD’nin Çekilmesi Sonrasında Irak’ta Düzen Arayışları<strong>ve</strong> Gelecek ProjeksiyonlarıMesut ÖzcanTürk Dış Politikasında IrakKonuşmacılarSe<strong>ve</strong>ngül SönmezYaşamak’ın KıyısındaBahar GökpınarZarifnâme’leriyle Bir Kültür Adamının DünyasıÜmit AksoyBüyüklere Masallar, Küçüklere Romanlar: Romanlardan ÇocukHikâyelerine Zarifoğlu’nun Ontolojik Diline Dair Bazı NotlarII. OTURUMŞiir <strong>ve</strong> PoetikaOturum Başkanı Berat AçılKonuşmacılarYalçın Armağan“İmge”den “Anlam”a Cahit Zarifoğlu’nun PoetikasıMetin KaygalakRölans ya da Poetik Müsameredeki Yırtık Berdücesi-1962 ÜzerineAşındırma DenemesiMedeniyet Araştırmaları Merkezi panelMedeniyetleri Karşılaştırmak:George Makdisi Örneği31 Mart 2012 Cumartesi / Zeyrek Salonu / 18.00-20.00Oturum Başkanı Eyyüp Said KayaKonuşmacılarAli Hakan ÇavuşoğluMedreseden Üni<strong>ve</strong>rsiteye Skolastik Eğitimin EvrimiH. Tuncay BaşoğluDoğu’dan Batı’ya Beşeri <strong>Bilim</strong>ler <strong>ve</strong> Entelektüel Eğitimin Serü<strong>ve</strong>niHarun Yılmazİslam Eğitim Tarihine Farklı Yaklaşımlar:“G. Makdisi’nin Medresesi”nin Tenkidi


“Aşağıdan <strong>ve</strong>YukarıdanOrtadoğu”Zachary Lockman ileHangi Ortadoğu?üzerine söyleşiSöyleşi: Selim KarlıtekinOrtadoğu’da işçilerintarihine dair kapsamlıçalışmalar yapmış,alanında toplumsaltarihçiliğin öncüsü birisim. Kendisiyle NewYork Üni<strong>ve</strong>rsitesi’ndekiofisinde yakın zamandaKüre Yayınları’ndançıkan Hangi Ortadoğu?(İstanbul, 2012) kitabı<strong>ve</strong>silesiyle bir söyleşigerçekleştirdik.“KolaylaştırılmışEdward Said Kitabı”Kitabınız Ortadoğu’nunnasıl çalışıldığı <strong>ve</strong>kavramsallaştırıldığınoktasında hem okunmasıkolay hem de yetkin birokuma sunuyor. Önceliklekitabı neden yazdığınızısorayım. Aklınızdaki hedefkitle kimdi, ne tür tepkileraldınız?Kitabın iki kaynağı var. İlkiNew York Üni<strong>ve</strong>rsitesi’ndeyıllardır <strong>ve</strong>rdiğim bir ders,bu dersi tüm yüksek lisans,doktora öğrencilerimizalmak zorunda: OrtadoğuÇalışmalarında Problemler <strong>ve</strong>Yöntemler. Bu derste amaçyeni gelen öğrencileri dâhilolacakları alanın tarihiyletanıştırmak: Nereden nereyegelindi, bugün neredeyiz,mevcut meseleler nedenbugün aldıkları şekli aldı,farklı yaklaşımlar neler,tarihyazımsal <strong>ve</strong> kuramsalsorular, kısacası alanageniş bir giriş. Derslerimibir kitaba koymanın iyi birfikir olduğunu düşünmeyebaşladım, böylece öğrencilerbeni dinlemek zorundakalmayıp kitabı okuyabilirbiz de başka meseleleritartışabiliriz dedim. Bununyanı sıra kitabın İngilizcedekiyayıncısı CambridgeÜni<strong>ve</strong>rsitesi, Ortadoğuçalışmalarındaki belli başlıtartışmaların <strong>ve</strong> konularınirdelendiği bir kısa kitaplarserisi çıkarıyordu <strong>ve</strong> pektabii ki şarkiyatçılık sorusubu alanda çok önemli birtartışma. ∗ Bu konuda yazacakbirilerini arıyorlardı, kitabınonların aklındaki kitapolduğundan emin değilim,lâkin kitap zaman içindeevirilerek büyük orandaAmerika’nın Ortadoğu’dakirolü <strong>ve</strong> bu rolün Amerika’daOrtadoğu’ya dair üretilenbilgi <strong>ve</strong> algıyla nasılilişkilendiğine odaklandı.Kitabı var eden iki kaynakbunlar.11 Eylül sonrası dönemdeyazıldığını da belirtmemizlazım, 2003’te Irak’ın işgalinide düşünürsek, bu sebeptenkitapta tartışılan konularçok daha dikkat çekici halegeldi. Tepkilere gelirsekdoğal olarak kimileri sevdi,kimileri sevmedi. Zannımcaeğlenceli bir kitap, pek tabiiki uzmanlar düşünülerekdeğil, daha geniş bir kitle,özellikle de iyi <strong>ve</strong> erişilebilirbir giriş olsun diye öğrenciler* Eugene L. Rogan’ın (Oxford Üni<strong>ve</strong>rsitesi)editörü olduğu “Çağdaş OrtaDoğu” serisi (The ContemporaryMiddle East).6ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşi


ev<strong>ve</strong>linde Avrupalı sömürgecigüçlerin Ortadoğu’yla <strong>ve</strong>daha genel olarak İslâmdünyasıyla kurdukları ilişkiyebakmalı. Bugünkü tema <strong>ve</strong>mevzuların ekseriyeti yenideğil, muhtemelen dahagüçlü <strong>ve</strong> doğrudan yollardan,zaman zaman yeni biçimleralıyorlar. Bunları tarihselbağlamına koymak mühim.Kitapta Ortadoğuçalışmalarının tarihiniokuyoruz, acaba ZacharyLockman bu tarihinneresinde duruyor?Harvard’da siz doktorayagirdiğinizde (1983)akademik ortam nasıldı?Ortadoğu’da işçi sınıfınıntarihini çalışmaya nasılkarar <strong>ve</strong>rdiniz?Kitabı okuyanlara daimisurette diyorum, kitap benimbakış açımdan yazıldı; benimtecrübelerimi <strong>ve</strong> yorumlarımıyansıtıyor; bir başka bakışaçısından çok daha farklıbir tarih yazılabileceğineeminim. Amerikan 60’larının,özellikle de Vietnam Savaşınakarşı gelişen hareketin birürünüyüm, akademik olarakise “aşağıdan tarih” <strong>ve</strong>toplumsal tarih akımlarınıntakipçisiyim. Kitabın datartıştığı üzere, Said’inŞarkiyatçılık’ından önce,Ortadoğu toplumlarının,tarihinin <strong>ve</strong> siyasetinin eskişarkiyatçı okumalarına <strong>ve</strong>modernleşme kuramınaekonomi politik üzerinden,Marksist bir bakış açısındanyapılan eleştirileri bilecekkadar yaşlıyım. Lisansöğrencisiyken <strong>ve</strong> dedoktoraya başladığımda,hâlâ klasik şarkiyatçı <strong>ve</strong>modernleşme kuramcımetinler okutuluyordu.Edward Said’le <strong>ve</strong>Şarkiyatçılık’la <strong>ve</strong> peşisıra gelen çalışmalarla işinrengi değişti. Daha lisansöğrencisiyken <strong>ve</strong> sonrasındadoktorada bunlardançok etkilenmiştim. Bubağlamda toplumsal tarihakımı içinde bulunmakanlamlı geldi. Mısır’daki işçisınıflarının tarihi üzerineçok az şey yapılmıştı.Aynı dönemde dünyadabirçok yerde işçi sınıfıtarihi çalışılıyordu, Mısırneden olmasın dedim. Aynızamanda Mısır kaynaklar <strong>ve</strong>arşivler bakımından Arapdünyasında erişimin en rahatolduğu ülke. 70’lerin sonugibi gidip doktora çalışmamıgerçekleştirdim, bu da JoelBeinin’le birlikte yazdığımızkitaba evrildi.Tez hocanız kimdi?İlginç bir soru. Ben doktoraöğrencisiyken Harvard’dakadrosu bulunan birOrtadoğu uzmanı yoktu.Meşhur Hamilton Gibb60’ların ortasında hastalanıp<strong>ve</strong>fat ettikten sonra –bendençok önce oluyor bu– uzunbir süre kimseyi almadılar,ta ki 90’larda Roger Owen,Oxford’dan gelene dek.Dolayısıyla 70’lerde <strong>ve</strong>80’lerde Harvard’daki birçokdoktora öğrencisi ekseriyetlekendilerini eğittiler, örneğinkadın tarihi çalışan JudithTucker, Suriye üzerineyazan Philip Koury, Lübnançalışan Leila Fawaz, Ürdünçalışan Mary Wilson <strong>ve</strong>birçok başka akademisyen.Hepimiz toplamda iki kişiyleçalıştık, biri Harvard’daydı,diğeri ziyaret ederdi.İlki Avrupa iktisat tarihiçalışan David Landes’dir.Siyaseten <strong>ve</strong> muhtemelendüşünsel bakımdan bir haylimuhafazakârdı. Fakat bizeyardım edecek kimse yoktu;Landes Ortadoğu’yla ilgiliydi,duruma el atıp bizleredoğru dürüst düşünselsiyasal bir ortaklığı olmadığıhalde danışmanlık teklifetti. Hakkını <strong>ve</strong>rmek lazım,bizimle aynı fikirde olmasada destekledi.Öteki kişi Albert Hourani’dir,zaman zaman ziyaret ederdi<strong>ve</strong> ziyadesiyle destek olurdu.Geleneksel olarak entelektüeltarih çalışıyorduysada, çoğumuzun aslidanışmanıydı. Farklı tarihyapma yollarının olduğununfarkındaydı <strong>ve</strong> kendisininyapmadığı şeyleri yapmamızhoşuna gidiyordu –bunaen basit anlamıyla arşivçalışması dâhil. Çokfarklı bir İngiliz akademikgeleneğinden –fikirler tarihi–geliyordu, fakat çok destekoldu, harika bir insandı.Bu halde doktorayı <strong>ve</strong>rdik.Tezi bitirdikten sonra dokuzsene Harvard’da çalıştım,sonrasında halen çalıştığımNew York Üni<strong>ve</strong>rsitesi’negeldim. Mısır çalışmamdansonra her zaman ilgilendiğimbir mevzu olan Filistinsorununa yöneldim. Buradada emeği belli bazı konularıaraştırmak –Siyonizmin,8ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşi


9ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşiFilistin tarihinin <strong>ve</strong> İsrail’inçalışılışındaki yaklaşımlarameydan okumak– içinkullandım. Filistin tarihindeilişkisel dediğim bir yaklaşımısavundum: Filistin’deSiyonizmin <strong>ve</strong> Siyonistprojenin tarihini, yerliArap nüfus <strong>ve</strong> toplumlagerçekleşen <strong>ve</strong> derin etkileriolan etkileşimlerdenbağımsız olarak çalışamayız.İşçiler arasındakietkileşimleri bu argümanımdoğrultusunda inceledim.Aynı hattan diğer alanlardada çalışılabilir, demekistediğim işçi sınıfı tarihinindüşünsel bakımdan birönceliği olduğu iddiasındadeğilim, benim için bumeseleye bakmak zannımcakurucu bir etkileşimiincelemek <strong>ve</strong> bir argümansunmaktı.Joel Beinin’le nasıltanıştınız?Kendisini uzun zamandırtanıyorum. Tanıştığımızdaikimizde çok gençtik,Michigan’da doktorayapıyordu. Mısır’a 79’dadoktora araştırması içingeldim, bir sene sonra dao geldi. Neredeyse aynıkonuyu çalışıyorduk, oturupkarar <strong>ve</strong>rdik, konuyu ikiyeböldük: Ben erken döneme,o geç döneme baktı. Tezleri<strong>ve</strong>rince dünyada Mısır işçisınıfının tarihine dair ikikitaba muhtemelen gerekolmadığını düşünerektezlerimizi tek bir kitapolarak birleştirdik. Gençakademisyenler içinolabilecek en olağandışışeyi yaptık, hem düşünselhem siyasal olarak bir hayliuyuşuyorduk. Tabii birazriskliydi: Üni<strong>ve</strong>rsitedeçalışıyorsunuz, yarım kitapyazmışsınız, ama uzunvadede zararını görmedik.Peki Şarkiyatçılıkçıkınca ne oldu? Doktoraöğrencisiydiniz, çok farklıbir iş yapıyorsunuz, amamerak ediyorum sizde <strong>ve</strong>sizin neslinizde nasıl biretkisi oldu?Said’in Şarkiyatçılık’ı çokbüyük bir etki yaptı <strong>ve</strong>birçok tartışmanın, ihtilafınmevzusu oldu. Dediğimgibi, çoğumuz için büyükbir keşif değildi: Ekonomipolitik perspektifinden bizlerhâlihazırda şarkiyatçılıkeleştirisi yapmış, başkatürlü tarihleri nasıl yazarızdiye kafa yoruyorduk.Demek istediğim, bazı temelargümanlara vakıftık <strong>ve</strong> tabiiki de Said bazı yeni <strong>ve</strong> çokönemli şeyler söyledi. KitapAmerika’da beşeri bilimlerdekültürel <strong>ve</strong>ya linguistik dönüşdenilen süreçle örtüştü, busürece ivme kazandırdı.Hepimiz bu eserlepençeleşmek zorundaydık.Bunun artısı, eksisi var. İyiyanıyla anlam <strong>ve</strong> kültürgibi, ekonomi politiğingörmezden gelmeye meyilliolduğu sorular sorulmayabaşlandı. Ortadoğu <strong>ve</strong> İslâmçalışmalarındaki kültürelözcülüğün ötesine geçmek,bu özcülüğü eleştirmekiçin bu gerekliydi. Busebepten ekonomi politikyaklaşımlar sıklıkla insantecrübesi <strong>ve</strong> toplumsal anlamgibi son derece önemlialanları es geçti. 80’lerdeSaid, Foucault, Geertz <strong>ve</strong>diğerleriyle ilişkilendirilen–geniş mânâda– kültür, dil<strong>ve</strong> anlama yapılan vurgudönemin tüm tarihçi nesliniderinden etkiledi, kanımcabu olumlu bir gelişme.Bu yaklaşımların etkisindekikimilerinin temsilmeselesine dar bir anlamdaodaklandıkları doğrudur,siyasal bağlamındankopmuş <strong>ve</strong> maddi yaşamdazeminlendirilmemiş –ekonomi politiğin çalıştığıkonuları es geçen– çalışmalaryapıldı. Anlam sorularının,eskiden maddeci çözümlemedenilen yaklaşımla birarayagetirildiği üretken yollarolduğu fikrindeyim, bu ikisinitemelinde aynı şey olarakgörüyorum. Bunu başarmaktabii ki kolay değil, lakintarihçiler olarak hedefimizbu olmalı. Said’in eseri bu <strong>ve</strong>diğer konularda düşüncemizeçok ciddi katkılarda bulundu,kendisi angaje kamusaldüşünürün çok güçlü birörneğiydi, hepimize ilham<strong>ve</strong>rdi. Özellikle de Ortadoğu<strong>ve</strong> Filistin meselesinde, 70’ler<strong>ve</strong> 80’lerde önemli bir roloynadı. O günlerde “Filistinli”teriminin kullanılmasınındahi münasip görülmediğiçevreler vardı. Bugün durumçok değişti, Netanyahu bileFilistinlilerden <strong>ve</strong> bir FilistinDevleti’nden bahsediyor, amatabii ki kastetmiyor! Her neolursa olsun, Filistinlileri <strong>ve</strong>hatta Filistin halkını tanımak


zorunda, Amerika’da durumeskiden böyle değildi. Said’ineseri tüm bu gelişmeleriçinde, siyasî <strong>ve</strong> epistemolojikolarak kilit bir rol oynadı. Öteyandan, Said’in çalışmasınımutlak <strong>ve</strong> nihai hakikatolarak almamak, farklızaman <strong>ve</strong> yerlere basitbir şekilde uygulamamaklazım. Diğer çalışmalar gibiele alalım, ciddi bir şekildeangaje olalım, işe yararolan hususları kullanıpgeliştirelim, faydasızkısımlarını eleştirelim. Budediğimi yapan birçok kişiSaid’in eserinin ne kadarüretken <strong>ve</strong> yerinde olduğunugöstermiştir.Tahmin ediyorum kibir lisans öğrencisi içinfazlasıyla zihin açıcı birkitap.Şarkiyatçılık lisansöğrencileri için kesinlikezor bir kitap, ben dersimdekullandım, bazı öğrencilermeseleyi anladı; amafazlasıyla yoğun <strong>ve</strong> zorbir kitap, birçok alanda–lisanların bilmediği–malumat gerektiriyor. Busebepten kitabımda Said’intemel argümanlarını,okuyucularımın korkularınıaşıp tüm zenginliği,karmaşıklığı <strong>ve</strong> çelişkileriyleŞarkiyatçılık’a varabilmeleriumuduyla, biraz dahaanlaşılabilir kılmaya çalıştım.Şarkiyatçılık Türkçeyekısa sürede çevrilmişti(1982) <strong>ve</strong> birçok kişiyiderinden etkiledi. Sizdoktora öğrencisiykenpostyapısalcılık modaolmuştu, siz daha çokMarksist bir okumayapıyorsunuz. Sınıf analizisizin için <strong>ve</strong> tarih için nedenönemli?Marksizm <strong>ve</strong> postyapısalcılıkarasındaki keskin ikiliğedikkat edelim derim.Postyapısalcılık önemli şeylersöyledi <strong>ve</strong> yüzleşilmesi gerek.Kimi Marksistler basitçekapıyı kapatıp bu konudabir şey duymak istemiyor.Bu bizi bir yere götürmez.Öte yandan, sınıf analizinin,maddeci analizin, –dünyanınnasıl çalıştığını anlamakistiyorsak– Marx’ın kaba <strong>ve</strong>katı yapısalcı <strong>ve</strong>ya iktisatçıanlayışından uzaklaşıldığıtakdirde, önemli olduğunudüşünüyorum. Marksistlerarasında da bu konularda çokerken dönemlerden itibarentartışmalar yapılmıştır <strong>ve</strong>hepimizin bildiği alternatifMarksist geleneklermevcuttur. Foucault okuyanöğrencilerime HapishaneninTarihi’nde Foucault’nun“tüm bu anlattıklarımtoplumsal <strong>ve</strong> iktisadîdönüşümler esnasındaoluyor” dediği pasajı dikkatleokumasını salık <strong>ve</strong>riyorum.Foucault’nun Marksist birev<strong>ve</strong>liyatı var, kendisi birdönem bu gelenekle iştigaletmiştir. Tabii ki birçok şeyireddedip başka bir yöndedevam etti, ama önemli olanreddettiği şeyi biliyordu.Bu dediğim, eleştirininkıyısından geçmedenFoucault <strong>ve</strong>ya diğerdüşünürleri sahiplenenleriçin geçerli değil: Foucault’yakutsal bir metinmiş gibibakıyorlar, Sovyetlerzamanında nasıl Lenin’denalıntı yapılıyorsa, aynı şekildebugün Foucault’dan alıntıyapılıyor. Bu üretken bir tarzdeğil: Lenin’den öğrenilecekşeyler var, Foucault <strong>ve</strong>Edward Said’den öğrenilecekşeyler var, ama hiçbirdüşünür size mutlak <strong>ve</strong> nihaihakikati <strong>ve</strong>remez.Yukarıda değindiniz amaişçi sınıfı meselesini tekraraçmanızı isteyeceğim.Joel Beinin’le yazdığınızçığır açıcı kitap Ortadoğuçalışmalarına çok ciddibir müdahaleydi. Hangisorular çalışmanıza yön<strong>ve</strong>rdi? Aşağıdan tarih<strong>ve</strong> yeni toplumsal tarihkavramlarını açar mısınız?Her ikisi de, hareketdenilebilirse, geç 50’ler10ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşi


11ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşi<strong>ve</strong> 60’larda birbirleriyleilintili saiklerden neşetettiler. Aşikârdır ki E. P.Thompson’un çalışmasıbu noktada kilittir. Buprojenin bir boyutugeleneksel tarih yazımındayer bulamamış insanlarınyaşamlarını, tecrübelerini<strong>ve</strong> mücadelelerini gerigetirmekti. Buna işçisınıfları dâhildir, bugünyapılan çoğu yeni çalışmakadınlara odaklanıyor,feminist tarihçilik de buyaklaşımdan etkilendi. Bueğilim Marksizmden degenel olarak etkilenmiştir:Üretilen <strong>ve</strong> yenidenüretilen toplumsal düzen,çatışmanın –işlevselciliktekigibi bir anormallik olarakdeğil– olağan bir fenomenolarak görülmesi, <strong>ve</strong>saire.Sistemleri yeniden üreten <strong>ve</strong>değişimi yapan dinamiklerneler? Farklı insanlar bunungerçekleşmesinde nasıl rolalıyor? Diğer bir deyişle,toplumsal tarih sadece <strong>ve</strong>sadece toplumsal elitlerintarihine odaklanmış birtarihten kurtulmaktır.Aynı dönemde bağımlılık <strong>ve</strong>dünya-sistem kuramları daçıkmıştı, tüm bunlar yenisorular sormada <strong>ve</strong> sorularadaha geniş bir perspektiftenbakmada yardımcı oldular.Said’den önce gelenekselOrtadoğu tarihine yapılmışbir eleştiri, bu tarih yazımında“Batı’nın gelişine dek”Ortadoğu toplumlarınınbirbaşına yaşayan, kendikendine takılan bağımsızgruplar olarak tasviridir.Gerçek şu ki bu toplumlarher zaman için yörüngelerinişekillendiren daha büyüksistem <strong>ve</strong> ağların parçasıolmuşlardır. Osmanlı tarihinianlamak istiyorsan, geniş birbağlamda ele alacaksın.Joel Beinin’le yazdığımızNil Nehrinde İşçiler * kitabıgenel olarak okumasıyazması olmayan <strong>ve</strong>dolayısıyla istihbaratınkidışında herhangi bir arşi<strong>ve</strong>girebilecek (girmeyi denedimolmadı) kaynak metinlerüretmemiş insanların tarihinikurtarma teşebbüsüydü.Böyle bir çalışma yapmanınbirçok zorlukları var, fakatgörevimizin önemli birkısmı tarihi kurtarmak.Diğer yandan elitlerintarihinin ötesine geçmekistedik. Modern Mısır’ınoluşumunda diğer toplumsalkesimlerin nasıl yer aldığınıyazalım istedik.Emekçi Siyonizmi üzerineyazdınız <strong>ve</strong> Yahudisosyalistleri çalıştınız. Butarihi bilmek günümüzbağlamında neden önemli?Yoldaşlara ne oldu?Filistin <strong>ve</strong> Siyonizmmeselesiyle özellikleilgileniyorum <strong>ve</strong> Mısırkitabımdan sonra bu konuyaodaklandım. Yoldaşlar <strong>ve</strong>Düşmanlar: Filistin’de Arap*Zachary Lockman <strong>ve</strong> Joel Beinin,Workers on the Nile: Nationalism,Communism, Islam, and theEgyptian Working Class, 1882-1954, 1998.<strong>ve</strong> Yahudi İşçiler 1906-1948 **kitabımda “ya böyle olsaydı”tarzından bir tarihten uzakdurdum. Ulusalcılıklarıaşan muhteşem bir sınıfmücadelesi potansiyeliolduğunu söylemiyorum,durumun şimdikinden farklıolabileceği yollu bir argümansunmadım. Siyonist-Filistinli çatışmasınındiğer her şeyi aşan birdurumu doğurmasındaşaşılacak bir şey yok. Öteyandan, çatışmadan başkagerçekleşen olayları daanlatmak önemli. Dahaönce belirttiğim gibi dahageniş anlamda Siyonizmin<strong>ve</strong> Yahudi toplumununFilistin’deki gelişiminin,Filistin toplumunungelişiminden bağımsızçalışılamayacağına dairdaha geniş tarihyazımsalbir argüman sunuyorum.Bu fikri icat ettiğimisöyleyemem, amacımbu fikri işçiler <strong>ve</strong> işçihareketlerinin arasındakietkileşimler aracılığıyladerinlemesine ele almaktı.Bugünlerde benzerişekillerde, yirmi yıl önceçok nadir bulunan, hemArapça hem İbranicebilen öğrencilerin yaptığıharika çalışmalar yapılıyor.Bunun yanı sıra, artık siyasîgörüşleri her ne olursa olsun,milliyetçi olmayan bir bakışaçısından iş yapan, birçok**Zachary Lockman, Comrades andEnemies: Arab and Jewish Workersin Palestine, 1906-1948, Uni<strong>ve</strong>rsityof California Press, 1996.


farklı kaynak kullanan çokOrtadoğu çalışmalarındaAlmanya <strong>ve</strong>ya Türkiye’densayıda araştırmacı var.da görebiliyoruz.konuşuyor olsak, olaylar çokOrtadoğu çalışmalarındafarklı tezahür ederdi. KitabınHangi Ortadoğu?’ya gerişarkiyatçılıktan ziyadebüyük çoğunluğu, yarısıdönersek, kitap temelindemodernleşme kuramıAmerika, Amerika’da üretilenalan çalışmalarınınhâkim paradigma olmuştur,bilgi biçimleri hakkında,oluşumuna bakıyor, bizeçünkü alan çalışmalarındakibu dönemde dünyayakısaca şarkiyatçılığın nasılçoğu kişi çağdaş dünyaylayayılan Amerikan iktidarıyladönüştüğünü <strong>ve</strong> Ortadoğuilgileniyordu, geçmişnasıl bir bağlantı içindeçalışmalarının kuruluşunugünümüze ışık tuttuğubulunduklarını gösteriyor.anlatabilir misiniz?surette dikkate alınırdı.Alan çalışmaları Amerika’daII. Dünya Savaşı’nın ardısıra kuruldu <strong>ve</strong> Amerikanordusunun dünyayıbölümlendirişini yansıtır,aynı şema devletçe debenimsenmiştir, devletindünyayı görüşündekurucudur. ABD yeni küreselsüper güç olu<strong>ve</strong>rmişti.Amerika’nın ciddi şekildeetkinleştiği bölgelerin dilini,tarihini siyasetini bilençok az insanı vardı <strong>ve</strong> bualanlarda acilen uzmanlaryetiştirilmesi gerekiyordu.Tam da bu sıralarda SoğukSavaş başlıyor. Dolayısıylabu dönemde alan çalışmalarıBu toplumbilimcilerinekseriyeti şarkiyatçılığı <strong>ve</strong>onun araştırma çerçe<strong>ve</strong>sini<strong>ve</strong> sorularını hafifealmıştır. Onlar daha çok,mesela ABD’nin ittifakkurabileceği toplumsalgüçler kimlerdir gibi sorularayöneldiler –Amerikançıkarlarına dost, münasipbir şekilde modernleşmeyitaşıyabilecek, komünistolmayan, toplumsal güçler.Çok iyi giden bir proje değil,ama 50’lerde 60’larda önemli.Şarkiyatçılık devam etmiştir.Fakat alan çalışmalarıylaaralarında ciddi bir gerilimsözkonusuydu.Kitapta “yorumlayıcıparadigmalar” (interpreti<strong>ve</strong>paradigms) teriminikullanıyorsunuz, bu basitbir şekilde “söylem” değil<strong>ve</strong> zannımca buradaçıkar meselesine işaretediyorsunuz. Bu yöntemseltercihin sonuçları nelerdir?“Bilgi siyaseti”nden neanlamlıyız?Söylemin iktidara nasılbağlandığına bakmalıyız,toplumsal bir grubunya da belli bir iktidarsisteminin maddi çıkarlarınabakalım. Kitapta bu sonderece karmaşık kuramsalsorulara, daha genişiçin önce vakıflar sonradevlet tarafından çokFilologlar gibi mi?bir kitleye seslenmesidüşünüldüğünden, derinlikliciddi burslar sağlandı,E<strong>ve</strong>t, filologlar, edebiyatçılarabir şekilde eğilmedim.dil eğitimi <strong>ve</strong>rildi <strong>ve</strong> bukarşı toplumbilimciler. BazenBasitçe şunu tartışmakbölgelerde araştırmalarkarmaşık şekillerde birlikteistedim: Neden bazı bilgiyapıldı. Yapılanlarınçalışabiliyorlardı, 70’lerdebiçimleri vücut buluphepsi açıkça siyasî <strong>ve</strong>yadurum böyleydi, tam da dahayeniden üretiliyor <strong>ve</strong>planlama (policy) odaklıönce belirttiğim eleştiriler <strong>ve</strong>de güçlü hale geliyor dadeğildi, fakat genel bağlamalternatif paradigmalar bubaşkaları değil? Bazı oluşlarınböyleydi. Rusya çalışmalarımerkezinde XIX. yüzyıldönemde çıkıyor. Birçok kişi,özellikle genç akademisyenlernasıl vücuda geldiğinianlamak için sebeplerineRus edebiyatı çalışanlareski yaklaşımlardan memnunbakmak lazım, bunu tabii kida vardı, Sovyetlerin ulussiyasetini inceleyenlerdenSovyet-İran ilişkilerinekadar farklı konularıçalışanlar da. Aynı durumudeğildi, ABD’de <strong>ve</strong> dünyadaolup bitenlerden doğalolarak etkileniyorlardı.Tabii ki bu benim Amerikanperspektifim, Fransa,de kaba, basit, <strong>indir</strong>gemeciyolla yapamayız. Bu süreçlerher zaman için oldukçakarmaşıktır, her zaman içindolayımlar sözkonusudur,12ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşi


13ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşikarmaşıklıklar <strong>ve</strong> çelişkilerher yerde var. Said bubağlantılardan bazılarınıçok hızlı bir şekildeyapmakla suçlanmıştı,örneğin Şarkiyatçılık’ta bazıpasajlar şarkiyatçılığın antikYunanlılara kadar gittiğiniima ediyor. Açıktır ki bubir tarihçiyi sev<strong>indir</strong>ecekcinsten bir formülasyondeğil. Olaylara farklı biraçıdan yaklaşmayı denedim,Said’den <strong>ve</strong> birçok başkatarihçiden de faydalandım,başarılı olup olmadığımaokuyucular karar <strong>ve</strong>rsin.Ben kitaptakiçözümlemelerinizi son derecedengeli buldum. Kitaptaeksikliğini hissettiğim birmevzu alan çalışmalarınınAmerika dışında yayılması.Örneğin, Rockefeller sadeceAmerika’da değil dünyanınbirçok yerinde enstitüleridestekledi. Amerika dışındabirçok vakıf <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsitekuruldu. Bu yapılarınsistemdeki rolü neydi?“Yerli”lere neden ihtiyaçduyuldu?Çok önemli bir husus, mekândarlığı sebebiyle kitabınele almadığı konulardanbirisi de bu. Vakıfların <strong>ve</strong>diğer kurumların dünyaçapında ağ <strong>ve</strong> kurumsalyapılar kurduklarını, yerelakademik <strong>ve</strong> entelektüelçevrelerle ilişkiye geçtiklerini,bu kişi <strong>ve</strong> kurumların farklıprojelerin parçası halinegeldiğini biliyoruz. Şüphesizbu mesele daha çok dikkatihak ediyor.Kitabın sorunsallaştırdığıönemli bir kavram damedeniyet. Özellikle 80’lerlebirlikte Türkiye’de bukavram kullanıma girdi<strong>ve</strong> bugünlerde ciddi bir“medeniyet enflasyonu” var.Bu kavram neyi irdeliyor?Bu kavramla anlatılmakistenen, sorgulanan ne?Kavramın kökenlerini <strong>ve</strong>nasıl Batı’nın dünya bilgisibakımından örgütleyicimerkezi bir kategori halinegeldiğini göstermeyeçalıştım. Tabii ki kavramınbaşka yerlerde farklı biçimleride mevcut. Kuşkusuz İslamcıbir karşı tepki var. Çerçe<strong>ve</strong>aynı, ilişkinin yönü değişmiş:“Biz, İslam dünyası, iyimedeniyetiz, Batı kötümedeniyet. Biz ahlâkenonlardan ilerdeyiz.”Kavramın daha ümitvarkullanımları da var,mesela “medeniyetlerdiyalogu”ndaki gibi husumet<strong>ve</strong> farklılıkların üstesindengelmesi umuluyor. Fakat buyaklaşım da oldukça sorunlu:Bahsettiğim temel çerçe<strong>ve</strong>yikoruyor <strong>ve</strong> bunun mevcutdünyayı anlamakta bizeyardımı dokunduğundanemin değilim. Her hâlükârdamedeniyet kökleşmiş birkavram haline geldi <strong>ve</strong>yakın zamanda ortadankaybolması zor gözüküyor.Oksidentalizme evriliyor.E<strong>ve</strong>t, ekseriyetleoksidentalizm halinialıyor, “Batı” tek bir şeye<strong>indir</strong>geniyor. Batı’nınişe yarar bir tarihininyazılabileceğinden emindeğilim.Zannediyorum kikitabınızın yıldızıBernard Lewis sözkonusuolduğunda kavramın nekadar <strong>ve</strong>rimsiz sonuçlardoğurduğunu görebiliyoruz.Lewis’e geldiğimizdeher şey farksızlaşmamışetkileşmeyen bütünlerintarihine <strong>indir</strong>genebiliyor.Bildiğin üzere SamuelHuntington “medeniyetlerçatışması” ifadesiniBernard Lewis’den ödünçalıyor <strong>ve</strong> meşhur ediyor.Huntington, Lewis <strong>ve</strong>benzeri kişilerin çok güçlübir “biz <strong>ve</strong> onlar” ayrımıvar, bu ayrım medeniyetselhatları varsayıyor. Bubakış açısının doğurduğumeşum neticeleri her ikitarafta da gözlemleyebiliriz:Bin Ladin’de aynı fikriyatıpaylaşıyor, tek fark onun içinİslâm’ın üstün gelmesi.


Amerika’da Ortadoğuçalışmalarına karşı özelliklesağcı siyasetçiler tarafındanciddi bir saldırı sözkonusu.Yakın zamanda Ortadoğuçalışmalarına <strong>ve</strong>rilen devletdesteği azaltıldı (Title VIFellowships). Kurumsalbakımdan Ortadoğuçalışmaları ne durumda?Dediğim gibi akademiközgürlüklere yapılan saldırı<strong>ve</strong> tehditler devam ediyor,gene de bugünkü durumun8-10 sene öncesine göreçok daha iyi olduğunuyıl boyunca mevcudiyetinikorumuş bir Ortadoğuçalışmaları aygıtı var. Büyükihtimalle yapı devam edecek,ama daha az öğrenciyle.Devlet üni<strong>ve</strong>rsiteleri içindaha zor bir dönem, özelüni<strong>ve</strong>rsitelerin nispeten dahafazla kaynağı var.Bunların yanı sıra, kitapta datartıştığım üzere, Ortadoğuhususunda bilgi kaynağıolarak üni<strong>ve</strong>rsitelerin yerinidüşünce kuruluşları aldı.Üni<strong>ve</strong>rsitelere buralaragidip çalışacak insanlaryetişsin diye ihtiyaç var.Eskiden üni<strong>ve</strong>rsitedeçalışan akademisyen <strong>ve</strong>entelektüeller devlete bilgi<strong>ve</strong> çözümlemeler sunardı,bu kişiler büyük kuramlarpeşindeydiler. Bugünkügeçtim. Bir zamanlar İslâm<strong>ve</strong> kadına dair klişeler sonderece kökleşmiş haldeolduğundan, son derecegeri kalmış bir Ortadoğuçalışmaları vardı. 80’lerdebaşlayan feminist yönelimhızla ivme kazandı <strong>ve</strong> alanıdönüştürdü, genel olarakAmerikan tarihi alanındaolduğu gibi. Toplumsalcinsiyet bugün merkezi birkategoridir, ne çalışıyorsakçalışalım, ilişkilerin herzaman için toplumsalcinsiyetin eleğindengeçtiğini biliyoruz, aynısınıf kavramında olduğugibi. Kitapta bu konuyukısa tuttum; çünkü banaçok aşikâr geliyor, başkayerlerde genişçe tartışıldığınıdüşünüyorum.düşünce kuruluşları çokdaha dar bir bakış açısındanpolitikalara bakıyor, butehlikeli bir gelişme.Öte yandan medya da birBelirttiğiniz gibi, İslâm <strong>ve</strong>kadın arasındaki idealizeilişki hâlâ mevcut.Bu kamusal alanda hâlâ çokciddi bir husus.söylemeliyim. Öte yandan,fonlardaki kesinti birçokprogramı zayıflattı, tabibunda 2008 krizinin de çokciddi payı var. İşler nereyegidecek göreceğiz, çünkühâlihazırda Arapça, Türkçe,Farsça bilen Amerikalılarınazlığından yakınan hükümetbirimleri var. Bunun yanısıra, bir kere kurulanı yıkmakkolay değil, ülkede son ellihayli görünürler.E<strong>ve</strong>t, bugünlerde ana akımmedyada sürekli “uzmanları”görüyoruz.Feminist çalışmalarınönemine kitapta kısacadeğiniyorsunuz, sizdenbiraz açmanızı rica edeyim,bu yaklaşım alanı nasıldönüştürdü?Feminist çalışmalar <strong>ve</strong> genelolarak toplumsal cinsiyetevurgu diğer alanları olduğugibi bizim alanımızı daderinden etkiledi. Bu yüzdenkitapta konuya değinipÖzellikle de Afganistan’ınişgali noktasında fazlasıyladillendiriliyor.Haklısın, Amerikan’ınAfganistan’daki savaşınımeşrulaştırmada kullanılanbir mevzu da kadınlar.Bir başka örnek: NewYork Üni<strong>ve</strong>rsitesi’ninAbu Dhabi kampüsü var,okul yönetiminin ArapEmirlikleri’ndeki kadınlarıözgürleştireceklerini duydum–bu tam bir saçmalık, tam dabundan para kazanıyorlar.Üni<strong>ve</strong>rsitelerde bu türden birMüslüman kadın imajının14ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşi


15ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşigenellikle yanlış olduğubiliniyor, lakin toplumdabu imajlar fazlasıyla yaygın<strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsitelerin toplumaolan etkisini düşünmemizgerekiyor.Zannediyorum kiAmerika’da sıfıra yakın.Sınırlı diyelim, bununyanında Amerikankültüründe <strong>ve</strong> kamusalyaşamında çok güçlü birentelektüel karşıtlığı var.Hep vardı, ama özellikleAmerikan siyasetinindurumu <strong>ve</strong> Cumhuriyetçipartiyi yönetenlersebebiyle daha da güçlendi.Dolayısıyla entelektüellere<strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsitelere yapılansaldırılar, üni<strong>ve</strong>rsitesisteminden yapılankesintiler, 30-40 yıl öncesinegöre çok daha meşru halegeldi.“Osmanlıkaynaklarına benzerbir arşiv bölgede yok”Kitabın sonlarına doğruArapça <strong>ve</strong> Osmanlıcanınbirlikte kullanıldığıçalışmaları yeni akımlardanbiri olarak işaretediyorsunuz. Coğrafyalar <strong>ve</strong>diller arasında giden işlerartıyor. Özellikle 90’lardanitibaren Osmanlı tarihyazımı son derece bereketlibir alan haline geldi.Ortadoğu çalışmalarındamevcut eğilimler neler <strong>ve</strong>Osmanlı tarihi neden bukadar önem kazandı?Son yıllarda araştırmacılıkbakımından ciddi ilerlemelerkaydedildi. Araştırmakaynakları arttı. Osmanlıarşivlerinde tarihselaraştırmalar ancak 60’larda<strong>ve</strong> 70’lerde başlayabildi;Osmanlı kaynaklarına benzerbir arşiv bölgede hiçbir yerdeyok. Bunun yanı sıra ulusalcıtarihsel yorum çerçe<strong>ve</strong>lerinemeydan okunuyor <strong>ve</strong>üstesinden gelinmeyeçalışılıyor. Örneğin Arapülkeleri noktasında,uzun yıllar boyunca hemArap hem de yabancıaraştırmacılar Osmanlıdönemini görmezdengeldiler. Son zamanlarda,Osmanlı idaresi altındakidöneme ciddi bir yönelimvar, ulusalcı olmayan birbakış açısından olaylarayaklaşılıyor <strong>ve</strong> tarihinbugüne dek –neredeyse–incelenmemiş bağlantı <strong>ve</strong>boyutları ele alınıyor. Enüretken tarihçiler iyi eğitimiolup, hem Osmanlı hem deArap arşiv <strong>ve</strong> kütüphanelerinikullanabilenler. Mahkemekayıtları üzerine çok zenginçalışmalar yapılıyor, bölgeningeçmişine dair fikirlerimizzenginleşti, yeni araştırmaalanları açıldı. ÖrneğinOsmanlı devleti <strong>ve</strong> yereltoplumsal güçlerin ilişkisininne kadar karmaşık <strong>ve</strong> farklıolduğunu artık biliyoruz.Tüm bunlar gelenekselanlamda tarihi yerle bir etti.Tek bir kitaptan bahsedeyim:Osmanlı Mısır’ında Doğa <strong>ve</strong>İmparatorluk: Ekolojik birTarih, yazarı Alan Mikhail. *Kitap 18. yüzyıl Mısır’ınınekolojik tarihini sunuyor.Osmanlı arşivini <strong>ve</strong> Mısırkaynaklarını kullanarakİstanbul’daki <strong>ve</strong> yereldekiyetkililerin, köylüler <strong>ve</strong>başka kesimlerle beraber,Mısır’ın özellikle <strong>ve</strong>rimlibir bölgesinde sulamayınasıl etkili bir şekildesürdürdüklerini anlatıyor.Toplumsal <strong>ve</strong> kültürelyaşam noktasında dabirçok seçkin çalışmayapılıyor. Tüm bunlarBatı’yı “taşralaştırma”yada yarıyor bir bakıma,çünkü bu çalışmalarla hemOsmanlı İmparatorluğuhem de Avrupa dahageniş bölgelerarası <strong>ve</strong>küresel bağlamlardakonumlandırılıyor, böylecedikkat çekici karşılaştırmalıçalışmalar için alan açılıyor.Osmanlı tarihi zannımcainanılmaz bir alan, birdahaki yaşamımda kesinlikleOsmanlı tarihçisi olmayıplanlıyorum! ToparlarsakOrtadoğu tarihi entelektüelolarak bugün oldukçaheyecan <strong>ve</strong>rici bir hale geldi.Uzun bir süre düşünselbakımdan izole <strong>ve</strong> hatta gerikalmıştı. Bugün tarihçiler,özellikle de gençler, ötekialanlarda olan bitenleriyakından takip ediyor,Ortadoğu üzerine yapılançalışmalar diğer alanlarıdüşünsel <strong>ve</strong> yöntemselbakımdan etkiliyor. Bir* Alan Mikhail, Nature and Empire inOttoman Egypt: An EnvironmentalHistory, Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsityPress, 2011.


önceki nesle göre bugün çokdaha iyi bir yerdeyiz.Batı’da ötekine bakıştaşarkiyatçılık dışında –Said’den sonra– bir tasavvuralanı üretilebildi mi? Başkabir deyişle Avro-Amerikanmerkezcilik aşılmadanşarkiyatçılığı aşmak neoranda mümkün?Mücadele hep devam edecek,değil mi! Tabii ki Avrupamerkezcilikdevam ediyor <strong>ve</strong>birçok bakımdan Batı tarihselbir kategori olarak dahayeni sorgulanmaya başladı.Birçok yönden araştırmacılar“Batı’nın yükselişi” hikâyesinitartışmaya açtılar, lakinhem akademi içinde hem dedışında hâlâ çok güçlü biranlatı bu. Akademide dahimodern tarih sadece Batı’nınyükselişi tarihi olmasındiye yapılan müdahalelerdaha yeni başladı. Avrupamerkezcitarih görüşününzayıflayıp yerine başka birparadigmanın gelmesi içinönümüzde çok uzun bir yolvar. Bu birkaç neslin işi. Fakatbazı önemli başlangıçlaryapıldı. Bu esnada akademidışında Avrupa-merkezcilikkemikleşmişti, hatta 11Eylül’le <strong>ve</strong> müteakipçatışmalarla daha dagüçlendi. Çoğu Amerikalı içinbilinmeyen bir nedendenötürü “biz”i nedensiz yereöldürmek isteyenler var,belki “çılgın dinleri”, belki de“arızalı kültürleri” yüzündenböyleler, vb. Herkes başka birperspektifi açmak için zaman<strong>ve</strong> enerji sarfediyor, dediğimgibi, mücadele devam ediyor.“Arap baharınınanlamını10-20 yıl dahabilemeyeceğiz”Eğer kitaba yeni bir önsözyazmanız istenseydi, ArapBaharı’na nasıl değinirdiniz?Kitap Ortadoğu istisnacılığıdiyebileceğimiz bir fenomenitartışıyor: Bölgeye farklıyollardan nasıl biriciklikatfedildiğini biliyoruz.Bu tasvirde fanatizm,otoriteryenizm vb. özcünitelemeler yaygın. 2011öncesinde birçok seçkinsiyaset bilimci bölgedeotoriteryenizmin nedengüçlü olduğuna <strong>ve</strong> nedenbu rejimlerin durağan <strong>ve</strong>sağlam olduğuna dair kitaplaryazmakla meşguldü.Ben bir tarihçiyim, uzun sürelibir perspektiften bakıyorum,tahmin edebileceğimiz tek şeydeğişimin kendisi, neyin nezaman olacağını bilemeyiz. Benyıllardır Mübarek’in düşüşünübekliyordum, umuyordum.Benim için büyük bir sürprizolmadı, Mısırlıların istibdatakarşı <strong>ve</strong>rdikleri uzun direniş <strong>ve</strong>mücadele tarihini biliyorum,efsanevi sabırları bir noktadatükeniyor. Mısır tarihindebirçok kez halkın sokakları elegeçirip kuralları değiştirdiğinigörebiliriz <strong>ve</strong>yahut gündelikpratikleriyle egemen sınıflarıbazı konularda düzenlemeyapmaya mecbur bıraktıklarınıbiliyoruz. Eğer kitabıma yenibir önsöz yazıyor olsaydımbunlardan bahsederdim <strong>ve</strong>neden birçok araştırmacının,özellikle de siyaset bilimcilerin,bazı çok iyi arkadaşlarım dadâhil olmak üzere, süreklilik<strong>ve</strong> istikrara odaklanıp bölgedeartan “hava sıcaklıkları”nıfarkedemediğini anlatırdım.Bu olayları her zamanki gibiuzun bir döneme yayardım.Şu sıralar Mısır’da olanbitenler hususunda kötümserolmak kolay. Ama bir düşün,Türkiye’de generallerin iktidarıbırakması ne kadar zamanaldı, olanlar normal. Arjantin<strong>ve</strong> Şili’de katil generallerinyargılanması keza çok uzunbir zaman aldı. Mısırlılarsabırlı olsun demiyorum,demokrasi <strong>ve</strong> toplumsal adâletistiyorlarsa mücadelesini<strong>ve</strong>rmek zorundalar. Tarihçiolarak benim işim olayları uzunsüreli oluşlar çerçe<strong>ve</strong>sindedüşünmeyi hatırlatmak.Muhtemelen, Arap Baharı’nınanlamını daha 10-20 yılbilemeyeceğiz, bugünkümücadeleler kesinlikle işlerinalacağı yönü belirleyecek, amaneticeyi tahmin edemeyiz.Son olarak, bundan sonrakiprojeniz nedir?Hayatımın bu noktasındae<strong>ve</strong> yakın bir yerde kalmakzorundayım. Bir süredir,Amerika’da Ortadoğuçalışmalarında etkin örgüt<strong>ve</strong> kurumların arşivleriüzerine çalışıyorum. HangiOrtadoğu?’dakinden dahaderinlikli bir şekilde Ortadoğuçalışmalarının tarihine bakmayaçalışıyorum. Bu proje henüzerken bir aşamasında, buradanyararlı sonuçlar çıkarabileceğimiumuyorum.16ZacharyLockmanile HangiOrtadoğu?üzerine söyleşi


25 Haziran 201211.00-12.30-Zeyrek SalonuTanışma <strong>ve</strong> Program Hakkında BilgilendirmeBSV 2012 YAZ PROGRAMIMUHAFAZAKARLIK25-30 Haziran 201214.00-15.30-Zeyrek SalonuDr. Bengül Güngörmez (Uludağ Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyoloji Bölümü)Siyasal Bir İdeoloji Olarak Muhafazakârlık16.00-17.30- Zeyrek SalonuDr. Mustafa Özel (<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı)Muhafazakârlığın Ekonomi Politiği18.00 - Zeyrek SalonuFilm GösterimiSugata Sanshiro I (Akira Kurosawa, Japonya, 1943, 79’)10.30-12.30 Tartışma Grupları26 Haziran 2012(Katılımcılar T-1, T-2, T-3 şeklinde üç gruba ayrılıp, her grupbelirlenen üç konuyu üç gün boyunca dönüşümlü olarakkoordinatörler eşliğinde tartışacaktır.)Tartışma Grubu I-Zeyrek SalonuDin <strong>ve</strong> MuhafazakârlıkTartışma Grubu II-Şakir Kocabaş SalonuSiyaset <strong>ve</strong> MuhafazakârlıkTartışma Grubu III-Araştırma II Salonu<strong>Sanat</strong> <strong>ve</strong> Muhafazakârlık14.00-15.30-Zeyrek SalonuDr. Fırat MollaerKemalizm <strong>ve</strong> İslâmcılık Karşısında TürkMuhafazakârlığı16.00-17.30-Zeyrek SalonuProf. Dr. Süleyman Seyfi Öğün(Maltepe Üniv. Uluslararası İlişkiler <strong>ve</strong> AB Bölümü)Bir Siyasal Kültür Olarak Türk Muhafazakârlığı18.00-Zeyrek Salonu Film GösterimiGelin (Lütfi Akad, Türkiye, 1973, 92’)27 Haziran 2012Tartışma Grupları10.30-12.30Zeyrek Salonu, Şakir Kocabaş Salonu, Araştırma II Salonu14.00-15.30 Zeyrek Salonuİsmail Yaylacı (Minnesota Üni<strong>ve</strong>rsitesi Siyaset <strong>Bilim</strong>i Bölümü)Muhafazakârlık, Din <strong>ve</strong> Demokrasi16.00-17.30-Zeyrek SalonuDoç. Dr. Burhanettin Duran(İ. Şehir Üniv. Siyaset <strong>Bilim</strong>i <strong>ve</strong> Uluslararası İlişkiler Bölümü)İslamcılık <strong>ve</strong> Muhafazakârlık18.00 Zeyrek Salonu Film GösterimiBir Ayrılık (Asghar Farhadi, İran, 2011, 123’)28 Haziran 2012Tartışma Grupları10.30-12.30Zeyrek Salonu, Şakir Kocabaş Salonu, Araştırma II Salonu14.00-15.30-Zeyrek SalonuM. Lütfi Şen (İBB Kültür AŞ, Küratör)<strong>Sanat</strong>ın Varoluş Dinamiğinden Muhafazakârlığa Bakış16.00-17.30 -Zeyrek SalonuProf. Dr. Bülent Tanju(Mardin Artuklu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Mimarlık Bölümü)Muhafaza Endişesi ya da Abide Olarak Mimarlık18.00-Zeyrek Salonu Film GösterimiGülün Adı (Jean Jacques Annaud, Doğu Almanya-İtalya-Fransa,1986, 130’)29 Haziran 201210.30-12.30-Zeyrek Salonu Film TartışmasıAli Pulcu (<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı)14.00-15.30-Zeyrek SalonuDr. Alim Arlı (Pamukkale Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyoloji Bölümü)Yeni Muhafazakârlık <strong>ve</strong> Kent16.00-17.30-Zeyrek SalonuYrd. Doç. Dr. Aytaç Yıldız(Van Yüzüncü Yıl Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyoloji Bölümü)Muhafazakârlık Eleştirilerine Eleştiriler18:00-Zeyrek SalonuGenel Değerlendirme <strong>ve</strong> Tartışma30 Haziran 2012Sapanca Gezisi


KAM Ortadoğu KonuşmalarıBir Gazetecinin Gözünden“Arap Baharı”: Suriye,Libya <strong>ve</strong> Yemen İzlenimleri7 Ocak 2012Değerlendirme: Bilal YıldırımMehmet Akif ErsoyKAM “Ortadoğu Konuşmaları”nınbeşincisinde, Arap Dünyası’ndaki halkayaklanmaları sırasında Libya, Yemen <strong>ve</strong>Suriye’de TRT Türk’ün muhabirliğini <strong>ve</strong>temsilciliğini yaparak gelişmeleriyerinde takip eden <strong>ve</strong> geçtiğimiz günlerdeTRT’nin Kahire temsilciliğine getirilenMehmet Akif Ersoy’u ağırladık. Ersoy,“Arap Baharı” sürecinin oldukça sancılıgeçtiği üç Arap ülkesindeki muhabirliğisırasında şahit olduğu olayları anlattı <strong>ve</strong>yaşanan gelişmelerin özelde Libya, Yemen<strong>ve</strong> Suriye’yi, genelde ise Ortadoğu’nungeleceğini nasıl etkiyebileceğine dair tespit <strong>ve</strong>öngörülerini bizimle paylaştı.KüreselAraştırmalarMerkeziKAMİzlenimlerini aktarmaya Libya’dan başlayanErsoy, uluslararası medyada Kaddafirejiminin uçakları tarafından bombalandığısöylenen Trablus’a girdiklerinde başkentingayet sakin olduğunu, otuz beş günkaldıkları ülkede hiçbir gü<strong>ve</strong>nlik sorunuylakarşılaşmadıklarını ifade etti. 17 Şubat’taBingazi’de başlayan gösterilerde birçokinsanın öldürüldüğünü, ancak mensuplarıöldürülen aşiretlerin yönetime cephe almasıüzerine Libya lideri Muammer Kaddafi’nindiyalog toplantılarıyla aşiret reislerini kenditarafına çektiğini <strong>ve</strong> cephelerdeki çatışmalarhariç operasyonların kesildiğini; ardındanKAM Yuvarlak Masa ToplantılarıORTADOĞU KONUŞMALARIBir Gazetecinin Gözünden “Arap Baharı”: Mehmet Akif Ersoy • 7 Ocak 2012Suriye, Libya <strong>ve</strong> Yemen İzlenimleriİktisadi Açıdan Türkiye-Ortadoğu İlişkileri Süleyman Beşli • 29 Şubat 2012KİTAP-MAKALE SUNUMLARIİncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası <strong>ve</strong> Türkiye Selin M. Bölme • 17 Mart 2012Targeted Sanctions in the 21 st Century: Francesco Giumelli • 11 Nisan 2012Challenges and OpportunitiesAVRASYA KONUŞMALARIRusya Seçimleri: Putinli Yıllara Devam İlyas Kamalov-Vügar İmanovMuzaffer Şenel • 28 Mart 2012“Arap Baharı” Sürecinde Rusya’nın Aleksandr Sotniçenko • 10 Nisan 2012Ortadoğu Politikası18KüreselAraştırmalarMerkeziKÜRESELE KURAMSAL BAKIŞLARHow to Think about Global Politics? Michael Dillon • 11 Şubat 2012KAMTEZATStratejik Ortaklıklarda Öğrenme Üzerinde Nurcan Özkaplan Yurdakul • 18 Ocak 2012Kültürün Etkisi: Renault-Nissan ÖrneğiETKİN YÖNETİM SÖYLEŞİLERİEtkin Takım Çalışması <strong>ve</strong> Liderlik Kadir Fazlı Danışman • 14 Ocak 2012ÖZEL ETKİNLİKGENAR Anketleri Işığında Türkiye’nin Mustafa Şen • 25 Ocak 2012Siyasi, İktisadi <strong>ve</strong> Sosyal Görünümüİki Mimar Viyana’yı GeziyorSalih Pulcu & Ahmet Kerim Pulcu25 Şubat 2012Yetimlere Dünyanızda Yer Açın Murat Yılmaz • 25 Nisan 2012PANELİşgalin 9. Yıldönümünde Irak 9 Mart 2012


Libya ordusunun isyancılara yönelikaskerî operasyonlara yeniden başlamasıylaisyancıların apar topar Bingazi’ye geriçekildiklerini anlattı. Ersoy’a göre, eğerFransa 16 Mart tarihinde BM’de uçuşa yasakbölge kararını aldırıp Bingazi’deki tanklarıvurmasaydı, Libya’daki isyan hareketi o günsona erdirilebilir <strong>ve</strong> şehirde isyancılara karşıbir katliam gerçekleşebilirdi.Ersoy’a göre Bingazi’de başlayan isyanhareketi, iç kaynaklı olup Tunus’taki devrimya da Mısır’daki “askerî darbe”den çok farklı.Ülkenin sosyal dokusunu <strong>ve</strong> yönetim şeklinibilmeden yapılan birtakım analizlerdeolduğu gibi bunun yoksullukla bir ilgisi yok;çünkü Libya halkı zaten iyi şartlarda yaşıyor.İsyanın temel nedeni, özgürlük gibi gayethaklı talepler; ayrıca ülkedeki İslâmî hareketibastırmak üzere periyodik olarak yapılanoperasyonlar da Libyalıları rahatsız eden birdiğer unsur.Yemen’e gelince, Cumhuriyet Muhafızlarıkomutanının muhaliflerin safına geçmesiüzerine 2011 Mart’ında devrileceği beklenenCumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, aylarsüren protestoların ardından Aralık ayındayargılanmama şartıyla anlaşarak görevibıraktı. Ancak Ersoy’a göre, birbirlerinetahammülü olmayan <strong>ve</strong> iktidar mücadelesinegirişen çeşitli gruplar dolayısıyla gerek Salihsonrası Yemen’de gerekse Kaddafi sonrasıLibya’da çatışma potansiyeli oldukça yüksek.Silahların toplanamadığı bu iki ülkede kaossürüyor. Bu noktada zalim diktatörü dokuzsene ev<strong>ve</strong>l bir Amerikan müdahalesiyledevrilen Irak ile bir kıyaslamaya gidenErsoy, Irak halkının genel kanaatini aktardı:“Saddam döneminde en azından cangü<strong>ve</strong>nliğimiz vardı <strong>ve</strong> kimin öldürüleceğinibiliyorduk. Oysa şimdi nerede bombapatlayacak bilmiyoruz.” Bugün Irak’ta birdeğil, beş diktatör olduğunu hatırlatan Ersoy,önemli bir noktaya parmak bastı: “Zalimdiktatörleri devirmek bizatihi iyi sonuçlarayol açar düşüncesi yanlıştır.”“Arap Baharı” ile birlikte Ortadoğu belli biristikamete doğru eviriliyor düşüncesininyanıltıcı olduğunu, talepler her ülkede ortakGİRİŞ SEMİNERLERİ1 İktisadın Temel Kavramları Halil Tunalı2 Uluslararası İlişkilerin M. Özcan-M. ŞenelTemel KavramlarıTEMEL SEMİNERLER1 Finansal Krizler Lokman Gündüz2 İletişim Psikolojisi II İbrahim Zeyd Gerçik3 Türk Dış Politikası: Teori <strong>ve</strong> Pratik Hasan Kösebalaban4 Uluslararası Hukukun Temelleri II Berdal AralÖZEL SEMİNERLER1 “Arap Baharı” <strong>ve</strong> B. Duran-M. ÖzcanOrtadoğu’da Siyasi Dönüşüm M. Şenel-T. Köse2 Bölgesel Analizler H. S. Ertem-K. Temiz-M. Osmanoğlu-S. A. Özcan3 Demokrasi Çağında Otoriter Ali Resul UsulRejimler <strong>ve</strong> Uluslararası Politika4 Enerji <strong>ve</strong> Jeopolitik Süleyman Beşli2012 BAHAR DÖNEMİ KAM SEMİNERLERİ LİSTESİ5 Kariyer Planlama <strong>ve</strong> Geliştirme Nihat Erdoğmuş6 Para’nın Dünü, Bugünü <strong>ve</strong> Yarını Celali Yılmaz7 Stratejik Yönetim <strong>ve</strong> Planlama II Haluk DortluoğluOKUMA GRUPLARI1 Avrupa Tarihi Muzaffer Şenel2 İletişim Sosyolojisi Fahrettin Altun3 İnsan Kaynakları Yönetimi Bahattin Aydın4 Modern Çin Tarihi Kadir Temiz5 Tarihsel <strong>ve</strong> Teorik Arkaplanıyla Lokman Gündüzİktisat Politikaları6 Yönetim Düşüncesi Haluk Dortluoğluİbrahim Zeyd GerçikKüreselAraştırmalarMerkeziKAMATÖLYELER1 Stratejik Derinlik Atölyesi KAM-MAM2 Türkiye İktisadi Düşünce Çalışmaları Ahmet Faruk Aysan19


20KüreselAraştırmalarMerkeziKAMolsa da (özgürlük talebi) her birini sosyaldokusunu <strong>ve</strong> iç dinamiklerini göz önündebulundurarak değerlendirmek gerektiğinivurgulayan Ersoy, sözkonusu eksikliğin buülkeler analiz edilirken <strong>ve</strong> politika üretilirkenhatalara yol açtığına dikkat çekti. Meselaüç ülke içerisinde en kalabalık nüfusubarındıran Suriye, sahip olduğu etnik, dinî,mezhebî <strong>ve</strong> ideolojik çeşitlilik dolayısıylabir Irak olma potansiyeli taşıyor; dolayısıylaburadaki süreç Libya’daki gibi işlemeyecektir.Buradan Suriye izlenimlerine geçen Ersoy’agöre isyan sürecinde bu ülkede çok fazlainsan hayatını kaybetti <strong>ve</strong> bu nedenleBeşşar Esed’e destek giderek azaldı. AncakEsed rejiminin dış müdahalesiz devrilmesihâlihazırda imkânsız; çünkü muhaliflerçok dağınık durumda. Dahası, muhaliflerinyurtdışında kurduğu Ulusal Konsey’inüyelerinin çoğunu Suriye halkı tanımadığıgibi içeridekiler ile dışarıdakilerin talep <strong>ve</strong>beklentileri de birbirinden çok farklı. Ayrıcaşu anda muhalifler de silahlanmış durumda<strong>ve</strong> karşılıklı bir iç çatışma sözkonusu. Bu dahalkın bir kesiminin, özellikle de gayrimüslimunsurlarla Nusayrilerin bir kısmının, rejimdüşerse kendilerine zarar <strong>ve</strong>rileceği <strong>ve</strong>hatta Libya’da olduğu gibi öldürülecekleriendişesiyle Esed’e tutunmasına yol açıyor.Ayrıca İsrail’in İran’a yönelik tehditlerinindünyada temel tartışma konularından birihaline gelmesi <strong>ve</strong> BM Gü<strong>ve</strong>nlik Konseyi’ndeSuriye’ye ilişkin kararın <strong>ve</strong>tosu da Esedyönetiminin elini rahatlatıyor.Türkiye-Suriye ilişkilerine gelince, YüksekDüzeyli Stratejik İşbirliği AnlaşmalarınınAralık ayında yürürlükten kaldırıldığını<strong>ve</strong> ilişkilerin kopma noktasına geldiğinihatırlatan Ersoy, Suriye’nin kuzeyindekigelişmelerin Türkiye açısından çok önemliolduğunu anlattı: “Suriye devlet televizyonuTürkiye’nin PKK’ya yönelik operasyonlarını‘muhaliflere karşı operasyon’ olarakduyurmaya başladı. Şam yönetimi Kürt yerelmeclis seçimlerinin yapılmasına izin <strong>ve</strong>rdi.PKK 3.000 kişiye silah dağıttı, bir televizyonkanalı kurdu <strong>ve</strong> Şam’da temsilcilik açtı.”Ersoy’un Esed’in muhakkak devrileceği,ancak Türkiye aleyhinde önemli birtakımadımlar atmadan da görevi bırakmayacağıöngörüsü bu noktada önemliydi.Soru-cevap faslında Ersoy’un cevaplarındanbiri, “Arap Baharı” ile birlikte bölgedeyaşanan dönüşümün geleceğine dairde ipucu <strong>ve</strong>riyordu: “Ortadoğu’da şunugördüm, bölge halkları o kadar birbirindenayrışmış ki çok rahat birbirlerini öldüreceknoktaya gelebiliyorlar. O yüzden Allah enbüyük nimetleri onlara bahşetmiş olsa dahiçbir zaman yüzleri gülmedi. Irak dünyayapetrol satıyor; ama Kerkük, Bağdat perişandurumda. Bunun en temel nedeni halklarınbütünleşememesi.”İktisadi AçıdanTürkiye-Ortadoğu İlişkileriSüleyman Beşli29 Şubat 2012Değerlendirme: Özgür DikmenTürkiye’nin bağlarını giderekgüçlendirdiği Ortadoğu ülkeleriyleilişkilerinin önemli bir yönünü deiktisadî faaliyetler oluşturuyor.İktisadî ilişkilerin incelenmesi,


gerek Türkiye’nin bölgede artan siyasîetkisine gerekse “Arap Baharı”na ilişkinkapsamlı bir bakış açısı geliştirilmesindeoldukça önemli. Bu noktadan hareketle“Ortadoğu Konuşmaları”nın altıncısında,dış ticaret uzmanı Süleyman Beşli’denTürkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle iktisadîilişkilerini konu alan bir konuşma dinledik.Beşli, geçmişte iktisaden Osmanlı Devleti’nebağımlı olan Ortadoğu coğrafyasının BirinciDünya Savaşı sonrasında İngilizler <strong>ve</strong>Fransızlar tarafından çizilen suni sınırlar<strong>ve</strong> kurulan manda yönetimleri sonucu hemkendi içinde yabancılaşmasının hem de–Türkiye gibi– çevre ülkelerden kopmasınınkaçınılmaz iktisadî sonuçlar doğurduğunudile getirdi. 1920’lerden 1940’lara Lübnan-Mısır ticaretinin 600.000’den 200.000 Mısırlirasına düşmesi örneği üzerinden bölgeülkelerinin birbirlerine yabancılaşmasınaişaret etti. Bu ülkelerin bağımsızlıklarınıkazanmalarının, özellikle de Mısır lideriCemal Abdünnasır’ın 1956’da Sü<strong>ve</strong>yşKanalı’nı millileştirmesinin ardından ticarîilişkilerin geliştirilmesine yönelik çeşitliçalışmalar yapılsa da bölgenin iktisadîyapısından dolayı bunların başarısızlıklasonuçlandığını sözlerine ekledi.Beşli’ye göre bölgede iktisadî ilişkilerinivme kazanabilmesi için her şeyden ev<strong>ve</strong>lmevcut iktisadî yapının geliştirilmesineyönelik devletlerin inisiyatif alması gerekir.Ancak bölgesel siyasî yapı (yarı diktatörlükleyönetilen pretoryen devletler, krallıklar <strong>ve</strong>demokratik sayılan devletlerin varlığı) <strong>ve</strong>ülkelerin birbirleriyle olan ilişkileri bununönünde bir engel. Bu durum, Ortadoğu’nunbölge dışıyla olduğu kadar, bölge içi ticarîilişkilerini geliştirmesini de olumsuzetkiliyor. Nitekim 2010’da Ortadoğu’nunkendi içindeki ticaret hacmi 189,8 milyardolarken dünyanın geri kalanıyla yaptığıticaret 1,7 trilyon dolardı. İkincisi, petrolün1970’lerde dünya piyasasında önemli bir yeretmesiyle bölge ülkeleri petrol ihraç <strong>ve</strong> ithaleden ülkeler olarak ikiye ayrıldı. İlk grup“sermaye ihraç eden ülkeler”, ikincisi “emek/işçi ihraç eden ülkeler” haline geldiler ki buda ciddi dengesizlik faktörlerinden birisi. Buhaliyle piyasalar petrolün fiyat hareketliliğinebağımlı durumda. Bölgenin üçüncü özelliğiise istikrarsızlık ki, bu durum hem bölgeülkeleriyle <strong>ve</strong> çevre ülkelerle iktisadî ilişkilerinistenen düzeye ulaşmasının hem de yabancısermaye akışının önünde bir engel.Bu genel girişin ardından Beşli, Türkiye’nin–gerek dış politika çizgisiyle gerekse küreselekonomi politikle belirli bir paralellik arzeden– bölge ülkeleriyle iktisadî ilişkilerinegeçti. 1980’den sonra Türkiye’nin ithalikameci politikaları bırakıp neoliberalpolitikaları <strong>ve</strong> dışa açık büyüme modelinibenimsemesiyle beraber bir ihracat patlamasıyaşandı. Petrol fiyatlarındaki hareketlilikTürkiye’nin bölgeyle ticaretini etkileyenönemli bir faktör oldu. 1980’lerin ilk yarısındaOrtadoğu’yla ticaret hacminde görülen ciddiartış, 1985’ten itibaren petrol fiyatlarındakidüşüşe paralel olarak giderek azaldı.2002’den itibaren iç <strong>ve</strong> dış politikadakidönüşümle birlikte Ortadoğu ülkeleriyleilişkilerde ciddi bir patlama yaşandı.1996’da bölgeye ihracatımız 5 milyardoların altındayken 2011’de 30milyar dolara yaklaştı.KüreselAraştırmalarMerkeziKAM21


22KüreselAraştırmalarMerkeziKAMTürkiye ile bölge ülkelerinin ekonomileribirbirini tamamlayıcı mahiyette. Bölgeülkelerinde temel gelir kaynağı olarakpetrol <strong>ve</strong> doğalgaz öne çıkıyor; BereketliHilal dışında bölge tarımsal faaliyetleriçin pek el<strong>ve</strong>rişli değil <strong>ve</strong> sanayi üretimisadece Mısır’da nisbi olarak sözkonusu.Gittikçe büyüyen Türkiye ise tarımı <strong>ve</strong>sanayisi güçlü olsa da Ortadoğu’nun zenginenerji kaynaklarına ihtiyaç duyuyor. Buhaliyle Türkiye’nin iktisadî büyümesinisürdürebilmesi, Beşli’ye göre, Ortadoğu’ylaticarî ilişkilerini geliştirilebilmesine bağlı.Beşli, AK Parti iktidarıyla birlikte komşularlasıfır sorun <strong>ve</strong> maksimum işbirliği gibipolitikaların devreye girdiğini <strong>ve</strong> bunungerek komşularla gerekse bölgeyle ticarîişbirliğini ciddi ölçüde geliştirdiğini 2010<strong>ve</strong> 2011 <strong>ve</strong>rileri üzerinden ortaya koydu.Vizelerin kaldırılması <strong>ve</strong> Lübnan, Suriye<strong>ve</strong> Ürdün’le serbest ticaret anlaşmalarınınimzalanması gibi bölgesel işbirliğiningeliştirilmesine yönelik çalışmaları hatırlattı.Beşli bu <strong>ve</strong> benzeri adımların, her nekadar son dönemde özellikle Suriye’deyaşanan olaylarla birlikte akamete uğrasada, önümüzdeki beş-on yılda Türkiye’ninönünü açacağını öngörüyor. Kısa vadede iseOrtadoğu’nun istikrarsızlaşmasının Türkiyeaçısından ciddi sonuçlar doğurduğunu,ticarî faaliyetlerden yatırımlara, imalattanlojistik sektörüne kadar birçok alanı olumsuzetkilediğini düşünüyor.Beşli, “Arap Baharı”nın iktisadî etkisiniistatistikler üzerinden bizimle paylaştı. Körfezülkelerinin GSYH’lerine ilişkin istatistiklerde,2008 <strong>ve</strong> 2009’da düşüş görülürken petrolfiyatlarındaki yükselişe bağlı olarak 2010<strong>ve</strong> 2011’de ciddi bir yükseliş göze çarpıyor.Ancak “Arap Baharı”nı yaşayan ülkelerinçoğunda büyüme negatife geçiyor; Libya isetamamen yıkılmış durumda olduğundanistatistiklerde yer almıyor bile. 2012<strong>ve</strong>rilerinde de 2011’e kıyasla çok ciddi birfarklılık beklenmiyor. Grafikler bu dönemingalibinin Katar, Suudi Arabistan <strong>ve</strong> BirleşikArap Emirlikleri olduğunu ortaya koyuyor.Ancak Beşli’ye göre bu ülkelerdeki temelmesele, gelirlerin adil paylaşılmaması; tedbiralınmaması halinde “devrimler” Körfez’ede yansıyabilir <strong>ve</strong> bu mesele Türkiye’ninbölgeyle iktisadî ilişkilerini derindenetkileyebilir.KAM Avrasya KonuşmalarıRusya Seçimleri:Putinli Yıllara Devam28 Mart 2012Değerlendirme: Abdullah Ayasunİlyas KamalovVügar İmanovMuzaffer Şenel4 Mart’ta yapılan devlet başkanlığıseçimlerinin, Soğuk Savaş’ın üzerindenyirmi yıldan fazla bir süre geçmesinerağmen post-emperyal sendromu henüzüzerinden atamayan eski süper güçRusya için normal bir seçimden dahafazla anlam taşıdığı söylenebilir.Hele de küresel ekonomik krizinetkisiyle dünyada <strong>ve</strong> “Arap Baharı”ile birlikte Ortadoğu’da taşlarınyerinden oynadığı, buna mukabil


Rusya’nın uluslararası sistemdeki konumunugüçlendirmeye çalıştığı bir dönemde... KAM“Avrasya Konuşmaları” toplantı dizisinindördüncüsünde, Türk Tarih KurumuUzmanı <strong>ve</strong> ORSAM Avrasya Danışmanıİlyas Kamalov’un yanı sıra İstanbul ŞehirÜni<strong>ve</strong>rsitesi Siyaset <strong>Bilim</strong>i <strong>ve</strong> Uluslararasıİlişkiler Bölümünden Vügar İmanov <strong>ve</strong>Muzaffer Şenel, Rusya’daki devlet başkanlığıseçimlerini <strong>ve</strong> önümüzdeki dönememuhtemel etkilerini değerlendirdiler.SSCB’nin yıkılmasından bu yana Rusya’daaltıncı devlet başkanlığı seçiminin yapıldığınıifade eden İlyas Kamalov, öncelikle buseçimlerin ortak özelliklerini sıraladı: (i)Sonuçların önceden belli olması (1996seçimleri hariç), (ii) katılımın %65-70civarında seyretmesi (1991 seçimlerihariç), (iii) aynı isimlerin aday olması <strong>ve</strong>siyasetin aynı kişiler etrafında dönmesi, (iv)seçimlere gittikçe daha az sayıda adayınkatılması. Kamalov’a göre, 2012 seçiminingalibi önceden belliydi. Zira VladimirPutin’in karşısında ciddi bir alternatifyoktu. Adaylardan Adil Rusya Partisi lideriSergey Mironov, Liberal Demokratik Partilideri Vladimir Jirinovski <strong>ve</strong> bir oligark olanbağımsız aday Mikhail Prokhorov zatenKremlin’e yakın isimlerdi. Tek muhalif adayKomünist Parti lideri Gennadi Zyuganov ise%17 oranında oy alabildi.Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetlerdehem seçime katılım oranının hem de Putin’e<strong>ve</strong>rilen oyların yüksekliği dikkat çekicisonuçlardan biri. Mesela seçime katılım oranıÇeçenistan <strong>ve</strong> Başkurdistan’da %95’lerde ikenMoskova’da %50’nin altındaydı. Yine Putingeçerli oyların Çeçenistan’da %99,7’sini,İnguşetya’da %91’ini, Moskova’da ise%46’sını aldı. Kamalov’a göre bunun iki temelnedeni var: (i) Bu bölgelerde seçime katılımınzorunlu olması, (ii) Kremlin tarafındancezalandırılma korkusu. Vügar İmanov isebu konuda Rusya’nın siyasî sistemine dikkatçekti: “Cumhuriyet ekonomileri merkezeeklemlenmiş durumda, federal bütçeden payalıyorlar. Pastadan alınan pay, merkezle olanilişkinin rengine <strong>ve</strong> seyrine göre değişebildiğiiçin buralarda yönetime gelme ihtimaliyüksek olan aday destekleniyor.”Kamalov’a göre, Putin’e oy <strong>ve</strong>rilmesininen temel sebebi, insanların Boris Yeltsindönemine tekrar dönmek istememesi. Putin,halkın gözünde hâlâ bir kurtarıcı, ülkeyiparçalanmaktan kurtaran karizmatik bir lider.Popülerliğinin <strong>ve</strong> başarısının ardında, onundöneminde maaşların düzgün ödenmesi,işsizlik sorununun kısmen de olsa çözülmesi,cumhuriyetlerin merkeze bağlılığınınartırılması, dış borçların ödenmesi <strong>ve</strong> dahabağımsız bir dış politika takip edilmesibulunuyor.Kamalov, Putin’in yeni dönemde nasıl bir içpolitika izleyebileceğine dair öngörülerini depaylaştı. Buna göre, (i) Yeltsin dönemindeRusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetlere<strong>ve</strong>rilen hakları 2000’li yıllarda gerialmaya başlayan Putin, merkeziyetçipolitikasını sürdürecek. (ii) Seçim öncesivaadine paralel olarak ekonomiyidüzeltmeye çalışacak; ancak bukonudaki başarısı tamamen enerjifiyatlarının seyrine bağlı. (iii)KüreselAraştırmalarMerkeziKAM23


24KüreselAraştırmalarMerkeziKAMSeçim sürecindeki protestolar, Putin’inartık dokunulmaz olmadığını gösterdi;dolayısıyla demokratikleşme yolunda –dahaözgür medya <strong>ve</strong> barajın düşürülmesi gibi–sınırlı bazı adımların atılması muhtemel.(iv) Din meselesinde gerilime yol açacakçeşitli adımlar atılabilir. Özellikle okullardadin eğitimi meselesi, Moskova ile ona bağlıcumhuriyetleri, Hristiyanlar ile Müslümanlarıkarşı karşıya getirebilir.Rusya’da zengin bir demokrasi deneyimi <strong>ve</strong>pratiğinden söz edilemeyeceği vurgusuylakonuşmasına başlayan Vügar İmanov dabenzer şekilde Putin’in seçim başarısınınsebeplerini sıraladı: (i) Alternatifsizliği, (ii)seçim kampanyasını “halkın adamı” imajıüzerine kurması, (iii) Rusya’da gü<strong>ve</strong>nlikbürokrasisi <strong>ve</strong> eliti olarak adlandırılanzümrenin, yani derin devletin temsilcisikonumunda olması, (iv) kamu imkânlarındansonuna kadar faydalanması, (v) geneldedevlet kontrolünde olan medyanın Putin’inbaşarılarını merkeze alması.İmanov, Putin’in seçim kampanyasındageliştirdiği söyleme dikkat çekti. Buna göre,sürekli 1990’lar ile 2000’leri kıyaslayarakkendisinin Rusya’yı batmaktan kurtardığınıileri sürdü. Son dönemde belirginleşenekonomik sorunlara temas etmek yerinedış politika ağırlıklı bir söylem geliştirerekRusya’ya eski ihtişamını geri kazandırmavaadinde bulundu. Bu bağlamda seçimkampanyasında uluslararası arenada sözsahibi bir Rusya söylemi merkezî bir yertutarken Avrasya Birliği ise sunulan diğerönemli vaatlerdendi… Putin’in bu AvrasyaBirliği projesini İlyas Kamalov gerçekçibulmuyor. Rus politik mekanizmasındasistemik düzeyde bir dönüşüm <strong>ve</strong> siyasalkadrolarda bir yenilenme olmadığı müddetçePutin’in planlarının gerçekleşmeyeceğigörüşünde. Kamalov’a göre Putin tarihî biraçmazla karşı karşıya; çevresindeki yakındaireden radikal bir kararla kurtulmadığıtakdirde, reformların başarıya ulaşmasıoldukça zor.Vladimir Putin ile Dmitri Med<strong>ve</strong>dev arasındahalef-selef ilişkisi olsa da İmanov’a göre birönceki döneme Med<strong>ve</strong>dev dönemi denemez;zira ipler Devlet Başkanı Med<strong>ve</strong>dev’in değil,tamamen Başbakan Putin’in elindeydi.İmanov, Rusya’da liderler değişse desistemi dönüştüremedikleri görüşünde.Med<strong>ve</strong>dev’in artık tükendiğini, elit içindeetkisi kalmadığını, başbakan olsa bile etkinpozisyonda olamayacağını düşünüyor.İmanov’a göre yeni dönemde Putin’ibekleyen temel sorunlar şunlar: Tıkanmışolan iktisadî yapı, sistemik bir sorunhaline dönüşen yolsuzluk, zengin-fakiruçurumunun artması, işsizlikle mücadele,cumhuriyetlerle siyasî konsolidasyonunsağlanması, demokratik reformlarınyapılması, sivil toplumun beklentilerininbir ölçüde karşılanması, hızla yaşlanannüfus, Slav olmayan nüfusun artması, aşırımilliyetçiliğin yükselişi, eğitimli nüfusunbeyin göçü vs.Devlet başkanlığı seçimlerini AGİT gözlemcisiolarak yerinde takip eden Muzaffer Şenel,konuşmasının başında Rusya’nın dünyatopraklarının yedide birini kapsayandevasa bir coğrafyaya sahip olduğunu<strong>ve</strong> 143 milyon nüfuslu ülkede 110milyon kayıtlı seçmen bulunduğunuhatırlattı. Seçim usulsüzlüğü iddialarıhakkında özetle şunu söyledi: “Oykullanımında problem olduğunuzannetmiyorum, asıl mesele oylarıkimlerin <strong>ve</strong> nasıl saydığıydı.


Bütün kamu kuruluşlarının <strong>ve</strong> resmîunsurların Putin için mobilize edildiği birgerçek. Sandıklarda görevli bir milyon kişinin%80’i devlet memuruydu.”Şenel’e göre Rusya’da yeni yeni serpilenbir sivil toplumdan söz etmek mümkün.Nitekim seçim öncesi <strong>ve</strong> sonrasında protestogösterilerine katılımın nispeten büyüklüğübunu kanıtlıyor. Bu gösterilere katılanlarınsosyal tipolojisi irdelendiğinde, üni<strong>ve</strong>rsitemezunu, dünya ile entegre olan, yolsuzluk,nepotizm, muhalefetsizlik <strong>ve</strong> sistemintıkanıklığı karşısında hayal kırıklığınauğrayan yeni bir muhalif nesil karşımızaçıkıyor. Ancak bu kesimin etkisi oldukçasınırlı <strong>ve</strong> siyasal alanda temsiliyeti zayıf. Öteyandan Putin muhaliflerinin yöneldiği biradres olan Komünist Parti’ye çoğunluklayaşlılar oy <strong>ve</strong>riyor; zira kapitalizme sorunlugeçiş, devlet himayesine <strong>ve</strong> desteğine alışkınyaşlı kesimin sosyoekonomik sorunlarınıderinleştirmiş durumda.Rusya’da halkın <strong>ve</strong> entelektüel kesiminnabzını tutan Şenel, “Önümüzdeki dönemdeRusya’nın geleceğini ne belirleyecek?”sorusuna <strong>ve</strong>rilen cevaplardan hareketleşunları söyledi: “Post-emperyal sendromuyaşayan Rusya, siyasî birliğini, iktisadîkalkınmasını (hammadde <strong>ve</strong> enerjibağımlı ekonomiden know-how eksenlibir ekonomiye geçiş) <strong>ve</strong> uluslararası güçkonsolidasyonu sağlamak istiyor. Buanlamda Putin halkın büyük desteğinikazanıyor. Ancak Putin’in bunları ne ölçüdebaşarabileceği birer soru işareti. Önümüzdekidönemde içeride daha liberal (kontrollü birserbestiyet de diyebiliriz), dışarıda ise dahasert bir politika bekliyor Rusya’yı.”Zamanın su gibi aktığı <strong>ve</strong> katılımcılarınyoğun ilgisine mazhar olan bu toplantı,uzunca bir soru-cevap faslıyla sonaerdi. Bu fasıldan özellikle Türkiye-Rusyailişkilerine dair görüşleri aktarmakta faydavar. Kamalov’a göre Rusya, Orta Asya<strong>ve</strong> Kafkasya’da Türkiye’nin çok küçükbir adımını dahi kıskançlıkla karşılıyor<strong>ve</strong> Ankara’yı yeni-Osmanlıcı bir politikaizlemekle suçluyor. Mevcut statükonundevamı muhtemel bir krizi önlüyor; ancakTürkiye bu bölgelerde aktif bir siyaset izlerseilişkiler gerginleşebilir. Öte yandan 2010 <strong>ve</strong>2011 yılı Türk-Rus ilişkileri açısından çokönemliydi. Vizelerin kaldırılması, Mersin’dekinükleer santral ihalesinin Ruslara <strong>ve</strong>rilmesi<strong>ve</strong> enerji konusunda ortak projelerin hayatageçirilmesiyle ilişkilerde geri döndürülemezadımlar atıldı. Bunlar mevcut birtakımproblemleri ilişkilere zarar <strong>ve</strong>rmeden çözmeisteğinin de birer işareti.İlişkileri olumsuz etkileme potansiyeli bulunanfüze kalkanı krizi konusunda Kamalov,Malatya’ya NATO radar üssü kurulmasınınRusya’da tedirginlik yarattığını, ancak Ruspolitikacıların Avrupa <strong>ve</strong> Amerika’yı çok sertifadelerle eleştirmelerine karşın, Türkiye’yeyönelik böyle bir dil kullanmadıklarına dikkatçekti. Üssün Rusya tarafından kendisineyönelik bir hamle olarak yorumlandığınıbelirten Şenel ise bu konuda ilginç birayrıntıyı dile getirdi: “Kürecik’teki radarüssü, NATO’nun Rusya ile imzaladığıAKKA Antlaşması sınırları dışında kalıyor.Dolayısıyla Rusya’nın güç dengesininbozulduğu argümanına karşı Batı, bizantlaşmaya sadık kalarak bunu inşaediyoruz diyor.”KüreselAraştırmalarMerkeziKAM25


26KüreselAraştırmalarMerkeziKAM“Arap Baharı” SürecindeRusya’nın OrtadoğuPolitikasıAleksandr Sotniçenko10 Nisan 2012Değerlendirme: Özgür Dikmen“Avrasya Konuşmaları”nın beşincisindePetersburg Devlet Üni<strong>ve</strong>rsitesi Uluslararasıİlişkiler Fakültesi öğretim üyesi Türkolog Doç.Dr. Aleksandr Sotniçenko, Rusya’nın “ArapBaharı”na bakışına dair bir konuşma yaptı.Sotniçenko, Rus elitinin <strong>ve</strong> entelektüellerinin“Arap Baharı”na bakışını daha iyi ortayakoyabilmek için konuşmasının başındaüçlü bir dönemlendirmeye başvurdu: (i)Batı etkisinin Rusya’ya henüz ulaşmadığı“modern öncesi dönem”; (ii) Aydınlanmaile başlayıp XX. yüzyılın sonlarına dek süren<strong>ve</strong> liberalizm, komünizm <strong>ve</strong> milliyetçilikideolojilerinin damgasını vurduğu “moderndönem” –ki yüzyılın sonuna doğru komünizm<strong>ve</strong> milliyetçilik etkisini yitirirken liberalizmhâlâ etkiliydi; (iii) XX. yüzyılın sonuylabaşlayan “postmodern dönem” –ki bu yenisüreç modernliğin <strong>ve</strong> liberalizmin değerlerinesarsıcı bir etki yaptı. Sotniçenko bu noktadadini örnek gösterdi <strong>ve</strong> “PostmodernizmTanrı’nın rövanşıdır; çünkü modernite diniortadan kaldırmak isterken postmodernlikonu yeniden gündeme taşıdı” dedi.Bu çerçe<strong>ve</strong>den hareketle Türkiye <strong>ve</strong>Ortadoğu’da postmodern döneminyaşandığını belirten Sotniçenko’ya göre, buyeni dönem Türkiye’de AK Parti’nin iktidarolmasıyla 2002’de başladı. Bu bir kırılmaydı.Zira önceki dönemde iktidara gelen siyasîpartiler <strong>ve</strong> aktörler oldukça modern <strong>ve</strong> laikiken son on senedir Türkiye’de din, siyaset<strong>ve</strong> gelişme birarada yaşanıyor. Ortadoğu’yagelince, “Arap Baharı” sürecinde halklarınkarşı çıktığı liderler, XX. yüzyıldan kalmamodern liderler; onların sosyalist, milliyetçi<strong>ve</strong> pan-Arap görüşleri zaten geçen yüzyılınsonunda geçerliliğini yitirmişti.Bu girizgâhın ardından Rusya’daki içdengeleri anlamamız için geriye dönük olaraksürece bakan Sotniçenko, komünizminyıkılmasının akabinde özellikle 1991-94 döneminde Rus elitin ağırlıklı olarakliberalizmi <strong>ve</strong> Batıcılığı benimsendiğini<strong>ve</strong> siyasal alanda Batı’yla iyi ilişkilerinsürdürülmesini desteklediğini, ama Rushalkının Batıcılık düşüncesini sevmediğiniifade etti. Nitekim Rusya’daki LevadaMerkezi’nin yıllardır yaptığı kamuoyuaraştırmalarının 2011 sonucuna göre,halkın %10’u ülkesini Avrupa’nın, %6’sı daAsya’nın bir parçası olarak görüyor; %74’lükkesim ise Rusya’yı ikisinden de bağımsız birAvrasya ülkesi olarak kabul ediyor <strong>ve</strong> yeniliberal yapıyı benimsemiyor. Sotniçenkoişte bu durumu, XIX. yüzyılda Osmanlıİmparatorluğu’nda yönetici elitin Batı’yayönelme çabasına karşı halkın tepkisiyleortaya çıkan gerilime benzetti.Bu çerçe<strong>ve</strong>den hareketle “Arap Baharı”nayönelik yönetici elitler bazında ikifarklı bakış açısı olduğunu belirtti:“Vladimir Putin, modern dönemdenkalma milliyetçi <strong>ve</strong> laik bir lider;tıpkı Hüsnü Mübarek, MuammerKaddafi <strong>ve</strong> Beşşar Esed gibi.Mevcut Rus eliti de Putin’le


enzer bir arkaplana sahip. Diğer yandaliberal bir elit kadro var; Dmitri Med<strong>ve</strong>dev<strong>ve</strong> arkadaşlarının yüzü tamamen Avrupa’yadönük. Bu kesim ‘Arap Baharı’nın etkilerininRusya’ya da sıçrayabileceğinden ciddi birşekilde endişe ediyor, ama bu <strong>ve</strong>sileyleilk kez yüzlerini Ortadoğu’ya çevirmişdurumdalar.” Öte yandan Sotniçenko 1991-1994 döneminde etkin konumda olan liberalelitin Arap devrimlerini desteklediğine, ancakİslâmcı bir devrimi değil, tıpkı Gürcistan<strong>ve</strong> Ukrayna’daki gibi, liberal bir “turuncudevrimi” savunduğuna dikkat çekti.Mısır’daki olaylar sırasında tarafsız bir politikaizleyen Rusya’nın, Libya konusunda BM’dekioylamada çekimser kalmayı tercih ederekbu ülkeyle birçok alanda yürütülen milyardolarlık projeleri kaybettiğine <strong>ve</strong> şu anda Libyapazarından tamamen dışlandığına dikkatçekti. Libya’daki gelişmelerden ders çıkarmakisteyen Rusya açısından Suriye’nin daha daözel bir konumda olduğunu hatırlattı. Bunagöre Rusya’nın Suriye’yle uzun zamandıroldukça iyi ilişkileri var; Ortadoğu’daki enbüyük diplomatik temsilciliği Şam’da; buülkede bir de donanma üssü bulunuyor.Ayrıca Suriye silah ticareti açısından daRusya için önemli bir kazanç kapısı. Asıl kaygıise Libya’dakine benzer bir müdahaleyleAmerikan ordusunun Suriye’ye girmesi ki bu,rakibi ABD’nin Rusya’ya daha da yakın birnoktaya mevzilenmesi anlamına gelecektir.Suriye’deki mevcut rejimin belli bir ölçüdeistikrarı sağladığını düşünen Sotniçenko,bunu rejime alternatif teşkil edecek güçlübir muhalefetin, ciddi bir organizasyonelyapılanmanın olmamasına bağladı.Yine de Sotniçenko Esed’in iktidardason zamanlarını yaşadığını düşünüyor.Zira Esed XX. yüzyıldan kalma miadınıdoldurmuş bir ideolojik yapıya mensup.Sotniçenko, Suriye’deki şartların, Libya <strong>ve</strong>Mısır’a kıyasla, iç savaşa çok daha müsaitolduğunu düşünüyor. Çünkü ülkedeSünni-Nusayri ayrımı başta olmak üzeremezhepsel bölünmeler çok derin. %10’lukHristiyan nüfus da Sünnilerden korktuğuiçin ekseriyetle rejimi destekliyor. AyrıcaSünni gruplar da kendi içlerinde bölünmüşdurumda. Öte yandan Kürtler rejimindevrilmesinden sonra Irak’takiler gibibağımsızlık isteyebilir.Sotniçenko, Moskova’nın son günlerinekadar Esed rejimine destek olacağını, bir içsavaş halinde muhalifleri desteklemeyeceğinidüşünüyor. Ancak uzun yıllardır yakın temashalinde olduğu Ortodoks Hristiyanlara(%6’lık) yakın duracağını öngörüyor ki onagöre bu, nüfuslarının azlığı nedeniyle iyi birsiyaset olmayabilir.Son olarak Sotniçenko “Arap Baharı”nınRusya’ya muhtemel yansımalarını dadeğerlendirdi. Buna göre, Rusya’da rejiminalan açmaması halinde muhalif elit (liberaller<strong>ve</strong> milliyetçiler) –tıpkı Arap Dünyası’ndaolduğu gibi– orta <strong>ve</strong>ya uzun vadede “turuncudevrim”e öncülük edecektir ki bu, Rusya’yıparçalayabilir. Bu noktada Putin’in köklü birreform yapıp yapamayacağı, yeni bir ideolojiortaya koyup koymayacağı oldukça önemli.Zira 1994 sonrası dönem, herhangi birsiyaset felsefesine dayanmayan ideolojisizbir dönemdi <strong>ve</strong> bu artık sürdürülebilirdeğil. Bunun başarılabilmesi için isePutin’in etrafındaki yolsuzluktanbeslenen istihbaratçı geçmişe sahipoligarkları saf dışı bırakması gerekiyorki bu da kesinlikle kolay değil.KüreselAraştırmalarMerkeziKAM27


28KüreselAraştırmalarMerkeziKAMKAM Küresele Kuramsal BakışlarKüresel Siyaseti NasılDüşünebiliriz?(How to Think about Global Politics?)11 Şubat 2012Değerlendirme: Kadir TemizMichael DillonMichael Dillon“Küresele Kuramsal Bakışlar” toplantı dizisininikinci konuğu, İstanbul Şehir Üni<strong>ve</strong>rsitesiSiyaset <strong>Bilim</strong>i <strong>ve</strong> Uluslararası İlişkiler Bölümüöğretim üyesi Prof. Dr. Michael Dillonoldu. Dillon, konuşmasında kendisininanlamlandırdığı “teori” kavramından yolaçıkarak hem uluslararası ilişkiler teorileriningeleceği hem de XXI. yüzyılın başındayüzleştiğimiz yeni sorunlara nasıl bir teorikbakış açısı ile yaklaşmamız gerektiği üzerinedeğerlendirmelerde bulundu.Konuşmasına teorinin tanımı ile başlayanDillon, genel olarak teori korkulan <strong>ve</strong>çekinilen bir alan olsa da ona “entelektüelkasları geliştiren bir faaliyet” olarak bakmayıönerdi. Dillon’a göre bu anlamıyla teori birhakikat arayışıdır. İnsan hem doğayı hemyüzleştiği birtakım sorunları anlamak <strong>ve</strong>anlamlandırmak için bir arayış içerisindedir.İster deneysel ister deneysel olmayanbir çalışma olsun bu teorik temeli bütünanalizlerde kullanabiliriz. Ancak bu tanımeksik kalırsa, yani teoriyi bir arayış olmaktançıkarırsak, sadece tanıma dayalı bir çalışmakalır elimizde. Bu sebeple bir meseleyeteorik bakmak; tam anlamıyla bir meseleyeişaret etmek <strong>ve</strong> onu eleştirel bir zemineoturtmaktır.Hakikatin ifadesi/anlatısı (theory astruth-telling) aslında Dillon’ın MichaelFoucault’dan etkilenerek tanımladığıbir kavram. Bu sebeple yine Foucault’yareferansla yaptığı tanımlarda onun isim <strong>ve</strong>fiil olarak ayrıştırdığı teoriden bahseder.Yani bir bakıma isim olarak teori yoktur,fiil olarak teorileştirmek vardır. Böylecedaha <strong>ve</strong>rimli bir alana çıkar teori. İsimhalindeyken bir nesneye ihtiyacımız vardır;ama fiilleştirdiğimizde artık bir özneyeihtiyacımız olur. Onu fiilleştirdiğimizde artıkbir şeyin başka biri tarafından yapılacağınıanlarız. Böylece dünyaya ya da küreselolana baktığımızda, sadece bir tanımlamaya da düşünmede bulunmayıp bizi eylemegötürecek olan bir sürece de girmiş oluruz.Uluslararası ilişkiler alanında da hakikatler<strong>ve</strong> hakikat anlatıcıları vardır (theorists astruth-tellers). Farklı jargonlar <strong>ve</strong> yöntemlerkullansalar da bu anlatıcıların neredeyse herbiri kadar hakikat sunulur. Burada asıl önemlinokta bir hakikat anlatıcısından farklı, ondansoyut <strong>ve</strong> bağımsız bir hakikatin olamayacağıgerçeğidir. Ayrıca onun tarihsel olarakyaşadığı çevre <strong>ve</strong> süreç, hakikatini deetkiler.Eğer hakikatin varlığına inanıyorsak,böyle bir varsayımımız varsa, ohalde o hakikatin anlatıcılarıtarafından koyulan kurallara dainanıyoruz demektir. Meseleninilginç taraflarından biri debu kadar farklı hakikat <strong>ve</strong>


hakikat anlatıcıları içinde farklı <strong>ve</strong>birbirinden tamamen bağımsız kurallarında olabileceğini kabul etmiş oluruz. Kimolursa olsun bu, hakikati kurallaştırır <strong>ve</strong>dolayısıyla her kural da kendi hakikatiniortaya çıkarmaya çalışır. İşte bu, hakikatinsiyasetidir (theory as the politics of truth).Fearless Speech adlı kitapta Foucault,sorunsallaştırma (problematization) <strong>ve</strong>sorunsallaştırmak (problematize) kelimeleriniinceler. Bu konu kendi hakikatimizi ortayakoyarken geçeceğimiz önemli bir eşiktir.Bir konuyu nasıl sorunsallaştırdığımızönemlidir. Çünkü ancak bu şekilde genelbir hakikat sorunumuzun içinde bir sorunuparçalara ayırıp spesifik hale getirebiliriz. İştetam burada sorun sorunsallaştırılıyor; yaniisim yine fiil haline dönüyor. Bu sorunlariçinde bazılarını önceliyor, bazılarını ikincilplana atıyoruz. Terörizm, gü<strong>ve</strong>nlik, iklimdeğişikliği gibi sorunlar düşünüldüğündebu ilişki kolaylıkla anlaşılabilir. Mesela iklimdeğişikliği daha önce de varolan bir sorundu.Ancak daha önce sorunsallaştırılmamıştı.Sorunsallaştırılmadığı için dekonuşulmuyordu. Ama şimdi konuşuluyor(theorizing as problematizing).Bu sorunsallaştırmayı küresel düzeydeyaptığımızda ortaya bir bakıma uluslararasıilişkiler teorisi çıkıyor. Ancak şu andaelimize aldığımız bir uluslararası ilişkilerteorisi bize ne anlatıyor diye baktığımızdaçok farklı sorunsallaştırmaları görmüyoruz.Klasik realist-idealist teoriler tartışmasındanpost-yapısalcılığa kadar uluslararası ilişkilerteorilerinde bir sorunsallaştırma eksikliğivar. Bunun en temel nedeni de hakikatanlatıcılarının yeni sorunsallaştırmalarıortaya koyamamaları. Michael Dillon tam daböyle bir eksiklik üzerinden teorinin bizatihikendisini yeniden sorunsallaştırmamızgerektiğinin altını çiziyor. Bunu yaparkende Foucault’nun genealogy kavramındanfaydalanıp uluslararası ilişkiler teorisininde jeneolojik bir haritasını çıkararak yenisorunsallaştırmalara gidiyor.Dillon’a göre tarihsel olaylarlateorik gelişmeler arasında çok ilginçrastlantısallıklar vardır. Artık teorilerinkendini tekrar etmeye başladığı dönemlerdetarihî kırılmalar yaşanmış <strong>ve</strong> ortaya yeniaktörler çıkmıştır. 1989’da Avrupa’nıngü<strong>ve</strong>nliği konusunda klasik teorilerebağlı olarak NATO <strong>ve</strong> Varşova paktlarınıanlattığı bir dersin ertesi günü BerlinDuvarı’nın yıkıldığını belirten Dillon,bunu bir teori hocası için utanç <strong>ve</strong>riciolarak görüyor. Şartların değişmesi birbakıma sorunsallaştırmaları <strong>ve</strong> sorunlarıda değiştiriyor. İnsanlar artık Soğuk Savaşdöneminde iki büyük gücün karşılıklınükleer tehdit oluşturmasını ya da ideolojikkutuplaşmayı değil, küresel iklim değişikliği,terörizm <strong>ve</strong> bilgi teknolojileri gibi sorunlarıkonuşuyor.Dillon’a göre artık uluslararası olandan dabahsetmek mümkün değil; zira ortadaküresel bir alan var. Bu küresel alandailişkiden ziyade karşılıklı bağlılık(interconnectedness) önemli. Tabii ulusdevleteya da yaşadığımız toplumsalilişkilere bağlı olarak değişmeyenbazı şeyler var. Örneğin hâlâ “ulusalKüreselAraştırmalarMerkeziKAM29


30KüreselAraştırmalarMerkeziKAMçıkar”, “devletin bekası” <strong>ve</strong> “egemenlik” gibikavramlardan bahsediyoruz. Zaten yenidensorunsallaştırma denen şey geçmişin tümdenreddi değil, aksine geçmişin yeniden yeni birdil ile okunarak sorunsallaştırılmasıdır. Ohalde eski kavramları yenileriyle mezcederekyeni okumalar yapmak gerekiyor. İşte buda yeni hakikat anlatıcılarını gerekli kılıyor.Biopolitik <strong>ve</strong> jeopolitik gibi yeni döneminmerkezî sorunlarını tartışmamız gerekiyor.Devlet hâlâ mevcut; ama artık bilgi toplumuiçinde, teknik <strong>ve</strong> bilimsel gelişmelerineşliğinde anlamamız gereken bir devlet var;yani yeni bir hakikat siyasetine doğru biryöneliş sözkonusu.KAM TEZATStratejik OrtaklıklardaÖğrenme ÜzerindeKültürün Etkisi:Renault-Nissan ÖrneğiNurcan Özkaplan Yurdakul18 Ocak 2012Değerlendirme: Melike AkkuşTEZAT programında Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesiTürkiyat Araştırmaları Enstitüsü doktoraöğrencisi Nurcan Özkaplan Yurdakul,Leicester Üni<strong>ve</strong>rsitesi İşletme Bölümü’nde“Learning Through Strategic Alliances -Applied to the Strategic Alliance Formedbetween Nissan and Renault” başlığı altındahazırlamış olduğu yüksek lisans tezi (2001)üzerinden stratejik ortaklıklarda bilgi <strong>ve</strong>kurum kültürü konusunda bir konuşma yaptı.1996-99 yılları arasında Sabancı Holding’iniçerisinde olduğu yaklaşık on stratejikortaklıktan biri olan I-Bimsa bünyesindekurumsal kaynak planlama uzmanı olarakgörev yapan Yurdakul, “Uluslararası ilişkilermezunu biri olarak motor teknolojilerininülkelerin gelecekleri üzerindeki etkisinibildiğim için özellikle bu alanı tercih ettim”diyerek başladığı konuşmasında “Ben bu tezebaşlarken 65 milyon nüfusun <strong>ve</strong> 15 milyonaracın olduğu, Vehbi Koç’un Henry Ford’u1955’te ziyaret ettiği bir ülkede 45 yılı aşkınbir sürede araba üretimi nasıl öğrenilmezsorusunun peşine düşmüştüm” dedi.Yurdakul “İki kurum kaynaklarını özgünşekilde biraraya getirip sinerji doğurabilir.Literatürde temel kanı bir ortaklıkta kalitelibir ortak bularak harikulade bir sonuç eldeedilebileceği yönündedir; ama ortaklarfırsatçı olabildiği için teoriyle pratik çoğuzaman birbiriyle örtüşmez” diye başladığıstratejik ortaklık konusuna şöyle devam etti:“Stratejik ortaklıkların temel çıkış noktasıolan kaynak, bilgi <strong>ve</strong> mülk temelli olmaküzere ikiye ayrılır. Mülk temelli kaynaklar,belirli bir maddi karşılığa istinaden piyasadantemin edilebilen kaynaklarken (insankaynakları gibi); bilgi temelli kaynaklar,alınıp satılamayan, taşınmaları, ikame<strong>ve</strong> taklit edilmeleri kolay olmayan <strong>ve</strong>rekabet üstünlüğü sağlayan kaynaklardır(kurum kültürü, teknolojik <strong>ve</strong> idarikaynaklar, dağıtım ağı gibi). Bilgitransferi tarafların niyetiyle doğrudanalakalı olduğu için ortaklarınfırsatçılığı, hedefin süreç içindedeğişiklik göstermesi, kültürelçatışma, çevresel şartlarda


eklenmedik değişiklikler, tarafların öğrenmetecrübesi <strong>ve</strong> bilginin kodlanamazlığı,karmaşıklığı <strong>ve</strong> taşınmazlığı gibi etkenleröğrenmenin önündeki engeller arasındasayılabilir. Tarafların sözleşme temelliyaptırımsal mekanizmalar geliştirmeleri,kişiler arası kurulan bağlarla gü<strong>ve</strong>n tesisi<strong>ve</strong> organizasyonun öğrenme tecrübesiöğrenmenin önündeki engelleri bertarafedebilirken; bilginin muğlaklığı öğrenmesürecinin zayıflamasına ya da kesilmesineneden olabilir. Özellikle bilginin kodlanıptransfer edilmesi ortak kurumsal öğrenmeninsağlanabilmesi için önemlidir; zira bazısoyut bilgiler ancak yaparak öğrenilebilir.Polanyi’nin ‘Biz anlatabildiğimizden dahaçok biliriz’ diye özetlediği bu durum,taraflarda içsel olarak varolan bilgitransferine direnme dürtüsüyle birleştiğindebilgi transferini imkânsız hale getirebilir. Bubağlamda kültürel farklılıklar; muğlaklığasebep olmaları, çatlak sesleri çoğaltmaları,bilginin kodlanması sürecini zayıflatmaları<strong>ve</strong> dil, kültür, siyasî görüş, endüstriyelgelişmişlik gibi alanları vurgulamalarıhasebiyle bilgi transferini zayıflatan enönemli faktörler arasındadır. Ayrıca kurumsalkültürde, iş yapış şekillerinde <strong>ve</strong> kurumsalmirasta görülen organizasyonel mesafenin deöğrenme süreci üzerinde kültürel farklılıklarlabenzer etkileri olabilir.”Stratejik ortaklıklarda bilgi transferinimümkün kılmanın öncelikli yolunun,ortak bir kurum kültürü tesis etmektengeçtiğini vurgulayan Yurdakul bu konudaşunları söyledi: “İki kurum ortak bir sürecegirdiklerinde kültürler ya birbirlerine entegreolurlar ya da kültürlerden biri asimile olur;bu iki alternatiften biri mümkün olmazsaortaklık sona erer. İttifak kültürününiyi yönetilmesi kültürlerin karıştırılıpharmonize edilmesiyle sağlanabilir. Yanihem ortaklıktaki tarafların kendi kültürlerinimuhafaza ettiği bir yapılanmaya hem deiki kültürün birbirine karıştığı homojen biralana ihtiyaç vardır. Gü<strong>ve</strong>n, açık iletişim,organizasyon kültürünün karıştırılması,sosyalleşme, idarecilerin birbirleriyle tanıdıkhale gelmesi gibi yöntemlerle ortak birkültür geliştirilebilirken taraflardan birininfırsatçılığı süreç <strong>ve</strong> işlemlerin maliyetiniartırır. İttifak kültürü geliştirip birbirlerinikarşılıklı bilgiyle beslemede eksik kalanstratejik ortaklıklar başarısız olur; nitekimkurulan stratejik ortaklıkların yaklaşık %60’ıbaşarısızlıkla sonuçlanmaktadır.”Teorik çerçe<strong>ve</strong>nin akabinde Nissan <strong>ve</strong>Renault tarafından kurulan stratejik ortaklıkhakkında bilgi <strong>ve</strong>ren Yurdakul, “Bu ortaklıklaNissan Renault’nun Kuzey Afrika’dakidağıtım kanalına girmeyi hedeflerkenRenault da Nissan’ın Latin Amerika’dakidağıtım ağından istifade etme niyetindeydi.Ancak o dönem Nissan yaşadığı finansalkriz sebebiyle zor günler geçirmekteydi;Renault hisseleri Nissan hisselerine göreoldukça değerliydi. Bu sebeple ortaklıkRenault lehine devam ediyor <strong>ve</strong> Renaultsüreç boyunca daha çok öğreniyordu.Nissan bu durumu fark ettiğinde1998’de başlayan ortaklığı bozmakyerine durumu düzeltmeye çalıştı.KüreselAraştırmalarMerkeziKAM31


32KüreselAraştırmalarMerkeziKAMBu örnekte temel paradigma, ortaklıkkurulurken öğrenme düzeyini ölçmeyeyönelik bir adım atılmamış olmasıdır. Buaslında ortakların niyetlerinin başlangıçta iyiolmadığına işarettir; zira sayım istemeyenkişinin bir hilesi vardır” diyerek ölçmeteknikleri geliştirmenin stratejik ortaklılardaöğrenme sürecinin bir parçası olmasıgerektiğine dikkat çekti. Yurdakul’un“Ortakların bilgi paylaşımına alan açanrutinleri artırarak ilişkisel sermaye oluşturuportak bir kültür inşa ettikleri ittifak iklimiorganizasyonel öğrenmeyi mümkün kılar”diyerek özetlediği sunum soru-cevap faslıylason buldu.KAM Kitap-Makale Sunumlarıİncirlik Üssü: ABD’ninÜs Politikası <strong>ve</strong> Türkiye17 Mart 2012Değerlendirme: Harun KüçükaladağlıSelin M. BölmeKüresel Araştırmalar Merkezi’nin uzun biraradan sonra yeniden başlattığı “Kitap-Makale Sunumları” programında SETAaraştırmacılarından Dr. Selin Bölme ileİncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası <strong>ve</strong>Türkiye (İletişim, 2012) başlıklı kitabı üzerinekonuştuk.Bölme ilk olarak, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesiUluslararası İlişkiler Ana <strong>Bilim</strong> Dalındahazırladığı “ABD’nin Üs Politikası <strong>ve</strong> Türkiye:Kuruluşundan Bugüne İncirlik Üssü” başlıklıdoktora tezinin kısaltılmış hali olan bukitabın ortaya çıkış macerasını anlattı. Tezkonusuna karar <strong>ve</strong>rme süreciyle başlayanbu macera, yazara Türkiye <strong>ve</strong> Amerika’dakiarşivlerde yaptığı taramalar sırasındakarşılaştığı zorluklar, tez yazım <strong>ve</strong> savunmasürecinde <strong>ve</strong> nihayet kitaplaşma dönemindeyaşadıklarıyla farklı bir deneyim kazandırmış.Tez konusunu belirlerken popülerkonulardan uzak durmaya çalışan Bölme,siyasî tarihi çalışma alanı olarak belirlemiş;özelde ise hakkında çokça konuşulan <strong>ve</strong>yazılan ancak hiçbir akademik çalışmabulunmayan İncirlik Üssü’nü seçmiş. Ancakkaynak bulmada ciddi sorunlar yaşamış.Türkiye’de Dışişleri Bakanlığının arşivlerikapalı olduğu için konuyla ilgili yazışmalaraulaşamayan yazar, ABD’deki Ulusal Arşiv’inbüyük ölçüde açık olması <strong>ve</strong> buradakibelgelerin sadece Amerikan makamlarınınkendi iç yazışmalarını değil, Türk makamlarıtarafından gönderilen karşı yazışmaları <strong>ve</strong>elçilik raporlarını da içermesi sayesindetezinde önemli bir boşluğu doldurabilmiş.Bölme sunumunun devamında kitabın temeltezi olan Amerikan üslerinin sadece stratejik<strong>ve</strong> askerî gü<strong>ve</strong>nlik amacıyla değil, süreçiçinde değişen siyasî rolüyle de bulunduklarıbölgelerde etkili olduğu, İncirlik Üssü’nünde Türkiye’deki Amerikan karşıtlığınınbir sembolü haline gelip dış politikatartışmalarında önemli bir faktör olduğuiddiasını tartışmaya açtı. Tezinin teorikkısmını Robert W. Cox’un “hegemonya”kavramı çerçe<strong>ve</strong>sinde yazan Bölme, butercihini de şu şekilde açıkladı: “Askerîüslerin varlık sebebi, literatürdegenel olarak realist <strong>ve</strong> jeopolitikteoriler üzerinden açıklanıyor.Ancak dünya egemenliğini elde


etmenin belli bölgelere hâkim olmaktangeçtiği formülü üzerine kurulu olan buteoriler, davranışın kendisini tarif ederkennedenini açıklamıyor. Devletlerarası ilişkileraskerî stratejilere <strong>indir</strong>genirken, bu yollakurulan hakimiyet ise sorgulanmıyor.Cox’un yaklaşımı ile bu zaaf aşılarak askerîüsler sadece askerî stratejinin bir parçasıolarak değil, ABD’nin dünya üzerindekihegemonyasını taşıyan <strong>ve</strong> yürüten kurumsalyapılardan biri olarak değerlendirebilir.”Buradan İncirlik Üssü’ne geçen Bölme,öncelikle üssün hukukî statüsünü açıklığakavuşturdu. Bugünkü statüsüyle İncirlik’inNATO savunma planları kapsamında, ABDile imzalanan Savunma <strong>ve</strong> Ekonomik İşbirliğiAnlaşması (SEİA) ile belirlenen koşullarçerçe<strong>ve</strong>sinde, BM <strong>ve</strong> NATO’nun amaçlarınauygun olarak ABD’nin kullanımına tahsisedilmiş Türk Silahlı Kuv<strong>ve</strong>tlerine ait birhava üssü olduğunu belirtti. Bölme üssünstatüsünü şu şekilde özetledi: “Başlangıçta,Türkiye’nin NATO’ya üye olmak için yoğunbir çaba gösterdiği dönemde kurulanİncirlik Üssü, NATO amaçları doğrultusundaABD’nin kullanımına açıldı. 1954’te TSK’yadevrinden itibaren İncirlik, Türkiye’ye aitbir üstü <strong>ve</strong> hiçbir zaman hukukî statüsüitibarıyla bir Amerikan üssü olmadı. AncakSoğuk Savaşın ilk yıllarında Türkiye’ninyaşadığı Sovyet korkusu <strong>ve</strong> Batı ittifakıtarafından kabul görme arzusu, üssünTürkiye ile ABD arasındaki anlaşmalarızorlayan bir biçimde kullanılmasınıberaberinde getirdi. Öyle ki Soğuk Savaşboyunca istihbarat <strong>ve</strong> eğitim dışında hiçbirNATO faaliyetinde kullanılmayan üs,ABD’nin Ortadoğu krizlerine müdahaleleri ileözdeşleşti. Örneğin İncirlik, 1958’deki iç savaşsırasında Lübnan’ın bombalanmasında,1970’teki Kara Eylül olaylarında Ürdün’esilah sevkiyatında, 1967 <strong>ve</strong> 1973 Arap-İsrailsavaşlarında acil inişlerde, İran Devrimi’ndeAmerikan vatandaşlarının ülkedençıkarılmasında kullanıldı. ABD’nin sahipolduğu geniş imtiyazlar <strong>ve</strong> Türkiye’nin sınırlıkontrolü İncirlik’in Amerikan üssü olaraknitelendirilmesine yol açtı.”1960’larla birlikte Amerikan üslerinin dünyaçapında sorgulanmaya başlandığını belirtenyazar, bunun sebeplerini de şu şekildesıraladı: (i) Üslerin bulunduğu ülkelerdegenel bir iktisadî toparlanmanın yaşanması<strong>ve</strong> ABD’nin hamiliğine ihtiyacın azalması,(ii) Amerikan askerlerinin bulunduklarıülkelerde karıştıkları adlî olaylar nedeniylekamuoylarında ciddi bir öfkenin birikmesi,(iii) Vietnam Savaşı ile birlikte Amerikanpolitikalarının sorgulanmaya başlanması,(iv) dünyada sol akımların yükselişe geçmesi,egemenlik <strong>ve</strong> özgürlük söylemlerinindünya kamuoyunda destek bulması. İştebu sebeplerle yükselen Amerikan karşıtlığı,Bölme’ye göre, ABD’nin hegemonyasınınsembolü olan üslere de yöneldi. Türkiye’dekiİncirlik, gerek Ortadoğu krizlerindekimisyonu gerekse ABD’nin sahip olduğugeniş imtiyazlar sebebiyle dönemin ençok tepki çeken üssü haline geldi.Selin Bölme’nin sunumunun ardındandinleyicilerden gelen sorularla konudaha da derinlemesine tartışmayaKüreselAraştırmalarMerkeziKAM33


34KüreselAraştırmalarMerkeziKAMaçıldı. Bu bölümde Bölme’nin şu sözleriönemliydi: “Bugün ABD’nin kullandığıdünyadaki en büyük on üç üs arasındayer alan İncirlik, bölgedeki istikrarsızlıkortamına paralel olarak yakın gelecekte deönemini koruyacaktır. Hâlihazırda Türkiyeile ABD’nin izledikleri politikalar uyumluolsa da önümüzdeki dönemde bölgedekiistikrarsız yapının sürmesi durumunda,özellikle de İran meselesinde, ABD İncirlik’ikullanmak isteyebilir ki bu, tıpkı 2003’tekiIrak müdahalesi sırasında olduğu gibi, ikiülkeyi karşı karşıya getirebilir.”21. Yüzyılda HedefliYaptırımlar: MeydanOkumalar <strong>ve</strong> Fırsatlar(Targeted Sanctions in the 21 stCentury: Challengesand Opportunities)11 Nisan 2012Değerlendirme: Kadir TemizFrancesco GiumelliNisan ayında gerçekleştirdiğimiz “Kitap-Makale Sunumları”nda Prag MetropolitanÜni<strong>ve</strong>rsitesi öğretim üyesi FrancescoGiumelli, Soğuk Savaş sonrası dönemdengünümüze hedefli yaptırımların teorik <strong>ve</strong>pratik boyutlarını tartıştı. Giumelli’nin 2011yılında yayınlanan Coercing, Constrainingand Signalling: Explaining UN and EUSanctions after the Cold War (ECPR Press)başlıklı kitabında ele aldığı konuyu dahaçok pratik örneklerle açıklamaya çalıştığısunumunun ana teması, 1990’lı yıllardansonra yaptırımlardaki hedefin daha net <strong>ve</strong>belirli hale getirilerek etkisinin artırılmışolmasıydı.Giumelli’ye göre yaptırımlar uluslararasıhukuk <strong>ve</strong> siyaset ile ilgili bir konu olduğuiçin uluslararası sistemin değişen yapısı ileberaber yaptırımların tanımı, uygulanması <strong>ve</strong>etkisi de değişikliğe uğruyor. Bundan yirmiyıl önce yaptırımlar konusunu ele alırkendaha fazla güç kullanımı <strong>ve</strong> Soğuk Savaş’ıngetirdiği siyasî kutuplaşmanın ideolojiketkilerini de konuşmaktaydık. Ancak bugünyirmi yıl öncesinden daha farklı <strong>ve</strong> karmaşıkolayların etkilediği bir uluslararası sistemvar. Uluslararası krizler de böyle bir ortamdaşekilleniyor. Krizlerin niteliği değiştikçeuygulanan yaptırımların boyutu, niteliği <strong>ve</strong>formu da değişiyor.Yaptırımların özellikle <strong>ve</strong>rimliliği <strong>ve</strong> faydasısıkça tartışma konusu oluyor, eleştiriliyor.Giumelli eleştirileri makul karşılıyor; ancakyaptırımların yerine uygulanabilecek başkaherhangi bir yöntemin hem daha maliyetlihem de insanî açıdan daha problemliolacağı kanısında. Bu nedenle yaptırımlarıdestekliyor; ancak amacı <strong>ve</strong> hedefleri netyaptırımların geliştirilmesi gerektiğinisavunuyor.Giumelli’ye göre her siyasî <strong>ve</strong> iktisadîdavranış gibi yaptırımların da belirliamaçları bulunuyor; örneğindemokrasinin teşviki, kriz yönetimi,terörizmle savaş <strong>ve</strong>ya nükleersilahlanmanın önlenmesi amacıylayaptırımlar yürürlüğe konabilir.Yaptırımların bir özelliği


esnekliğidir; ulaşılmak istenen hedefe uygunolarak farklı zaman <strong>ve</strong> mekânda farklı yöntem<strong>ve</strong> araçlarla uygulanabilir. Karşı taraftakiaktörün davranışını değiştirmeye dönük enaz maliyetli yöntem de yine yaptırımlardır.Örneğin ABD’nin Irak’ta güç kullanmasıile daha önce bu ülkeye uygulananambargoların maliyeti kıyaslandığındayaptırımların güç kullanımına göre çok dahaaz maliyetli bir yöntem olduğu görülür.1990’lı yıllarda yaptırımlar konusunda birzihniyet dönüşümü yaşandığını belirtenGiumelli’ye göre bunun en önemligöstergesi kapsamlı yaptırımlardır (Irak,Haiti, Yugoslavya <strong>ve</strong> Ruanda’ya yönelik BMyaptırımları gibi). Kapsamlı yaptırımlaragetirilen en önemli eleştirilerden biri, hedefalınan aktörden ziyade sivil halka büyükzarar <strong>ve</strong>rmesidir; tıpkı Irak <strong>ve</strong> Ruanda’yayönelik gıda yaptırımlarında olduğu gibi.Giumelli’nin tanımladığı hedefi belirliyaptırımlar da işte bunun fark edilmesindensonra gündeme geldi; yaptırımların türleri<strong>ve</strong> uygulama ağırlığı çeşitlenirken sorunlutarafı cezalandırmaya yönelik yaptırımlaraağırlık <strong>ve</strong>rildi. Yaptırımların ancak devletlereuygulanabileceği varsayımından hareketeden bütüncül bakış açısı yerine bireyselsorumluluklara odaklanan yeni bir bakışaçısı ortaya çıktı. Artık devlet dışı aktörlerede yaptırımlar uygulanıyor. Ancak buradada birtakım sorunlar sözkonusu. Örneğinbireysel yaptırımlarda da otoriteyi elindebulunduran grup, yaptırımla ortaya çıkanfaturayı sivil halka ya da farklı gruplarayayarak maliyeti düşürme stratejisi uyguluyor.Giumelli’ye göre uygulama <strong>ve</strong> sonuçlardakibu farklılıkların <strong>ve</strong>ya istenmeyen durumlarınönlenmesi için yaptırımları belirli bir analitikçerçe<strong>ve</strong>ye oturtmak gerekir. Bunların başındada mevcut yaptırımları çeşitlendirmek <strong>ve</strong>içeriklerini daha yoğun bir şekilde doldurmakgeliyor. Farklı yaptırım formlarından özellikledört tanesi üzerinde duran Giumelli’ye göresilah ambargoları, ekonomik boykot, finansalsınırlamalar <strong>ve</strong> seyahat yasağı günümüzdesıkılıkla başvurulan yaptırımlar arasında yeralıyor.BM <strong>ve</strong> AB’nin uygulamalarından örnekler<strong>ve</strong>ren Giumelli, yaptırımların gelecekte bazıfırsatlar <strong>ve</strong> meydan okumalarla yüzleşeceğinidile getirdi. Bu anlamda Giumelli’ye göreyaptırımların daha da esnekleşmesi, farklıkriz durumlarına uygulanabilir olması,daha az maliyetli olması <strong>ve</strong> özellikle değişenformları ile daha da etkili hale gelmesi önemlifırsatlar arasında sıralanabilir. Diğer yandanuygulama alanındaki sorunlar, devletlerinkapasiteleri, yasal engeller <strong>ve</strong> mahkemelerdeaçılan davalar, bazılarının çok hafif etkidebulunması gibi çeşitli meydan okumalaryaptırımların önündeki en büyük engellerolarak sayılabilir.Sonuç olarak, yaptırımların başarılısayılmasının kriterleri 1990’larla birliktedeğişime uğradı. Eskiden bir yaptırımınbaşarılı sayılması için aktöründavranışlarının değişmesi <strong>ve</strong>yahedeflenen siyasî amacın gerçekleşmesigerekli görülüyordu. Ancak bugünyaptırımların hedefi net <strong>ve</strong> belirlialanlara odaklı olması <strong>ve</strong> kademeliKüreselAraştırmalarMerkeziKAM35


36KüreselAraştırmalarMerkeziKAMbir değişimin yaşanması başarı sayılıyor. Busebeple baskı <strong>ve</strong> zorlama (coercing) ile birdavranış değişimi arzulanırken aynı zamandasınırlama (constraining) yöntemi ile belirlidavranışların önüne geçilebilir. Yaptırımlarınüçüncü yöntemi olarak da hedefe mesajgöndermek (signalling) bir bakımaulaşılmak istenen amaca bir adım dahayaklaşılmasını sağlayabilir. Bu üçlü yaptırımmantığının bugün uygulanan yaptırımlardada görülebileceğini iddia eden Giumelli,yaptırımların her halükârda bir müdahaleyöntemi olarak diplomasi, ekonomik teşvik<strong>ve</strong> güç kullanımından farklı ama onlarlaberaber karşılıklı bir fayda üretebileceğinivurguladı.KAM Etkin Yönetim SöyleşileriEtkin Takım Çalışması<strong>ve</strong> LiderlikKadir Fazlı Danışman14 Ocak 2012Değerlendirme: Cüneyt BahadırEtkin Yönetim Söyleşileri toplantı dizimizinon dokuzuncusunu “Etkin Takım Çalışması<strong>ve</strong> Liderlik” başlığı altında, Uni<strong>ve</strong>rsalHastaneler Grubu Mali İşlerden SorumluGenel Müdür Yardımcısı Kadir FazlıDanışman ile gerçekleştirdik. BoğaziçiÜni<strong>ve</strong>rsitesi İnşaat Mühendisliğinden1989’da mezun olan <strong>ve</strong> ardından iki yılboyunca şantiye mühendisliği yapanDanışman, akabinde bir devlet kurumuolan Emlak Bankası’nda, iş hayatı boyuncasahip olduğu “mali işler” titrine ilk girizgâhıyaparak kariyerine devam eder.Danışman, hayatı boyunca yaşadığıtecrübelerden yola çıkarak yaptığısunumunun başında yeni mezunkendüştüğü temel bir hatadan bahsetti:Tecrübeyi önemsememek <strong>ve</strong> her şeyiilmelyakin ile anlayabileceğini zannetmek.Genç yaşta hayata dair yaşadığıtecrübelerden şunu anlıyor Danışman:“Herkesin herkesten öğreneceği bir şeymutlaka vardır.” Peşinden de şunu ekliyor:“Tecrübenin yarattığı marjinal değerizamanla anlıyor insan.”Yöneticiliğin birçok açıdan elealınabileceğini ama temelde iki tiptetoplanabileceğini ifade eden Danışman,bunlardan birincisini “korku salarak ya das<strong>indir</strong>erek iş yaptıran yönetici”, ikincisiniise “ekibini sevgi <strong>ve</strong> muhabbet ortakpaydasında buluşturan <strong>ve</strong> ekibi ile birlikteaynı doğrultuda yürüyen lider yönetici”olarak tanımladı. Birinci tiplerin kısa vadedebaşarı elde etseler bile sürdürülebilirolmadıklarını vurguladı.“Yönetici açısından bir şeyi söylemekleyaptırmak farklıdır. Eğer kişi lider bir yöneticiise inandığı şeye takımını da inandırmalıdır.Zira inancı olan bir takımla her türlüzorluğun üstesinden gelinebilir. Amaliderlik yapacağı bir takımın olabilmesiiçin de ev<strong>ve</strong>la liderin enaniyetinikırması gerekir. Bu şekilde davrananbir lider, takımın <strong>ve</strong> takım ruhununyavaş yavaş oluşmasını sağlar.Böyle bir takım oluştuktan sonrasadece iş hayatında değil,hayatın her aşamasında takım


irbirine destek <strong>ve</strong> motivasyon kaynağıolur” diyen Danışman bunu, eski mesaiyeri olan bankadaki yöneticisiyle yıllarsonra yaşadığı bir örnek üzerinden açıkladı:“Bulunduğum şirkette cuma günü mesaibitimine denk gelen <strong>ve</strong> mutlaka yapılmasıgereken alımı, eski yöneticimin kredikartı limitimi bir milyon dolar seviyesineçekmesiyle gerçekleştirdim; bu, o tarihteoluşan takım ruhunun ölmediğinin güzelbir göstergesiydi.” Devamında Danışmanşunu söyledi: “Takım ruhu günün sonundaanlaşılmasa bile zamanı gelince mey<strong>ve</strong>lerini<strong>ve</strong>rir.”Kendi yöneticiliğinden <strong>ve</strong>rdiği bir örnekte isehafta sonu tatiline rağmen acilen yetişmesigereken bir iş için tüm ekibiyle beraber işyerinde toplanıp kırk sekiz saat boyuncaçalışarak –yeri geldiğinde fotokopi çekerek<strong>ve</strong> odasına hiç girmeyerek– işi bitirdiklerinianlattı. Takım ruhu olmadan bunungerçekleşemeyeceğini vurgulayıp “Tekbaşına bir insanın bu kadar büyük projeleriyapabileceğine inanmak saflıktır” diyerekkonuşmasını sürdürdü. Futboldan <strong>ve</strong>rdiğibir örnekte liderin temelde teknik direktörolduğunu ama işin bununla bitmediğinibelirtti; zira yeri geldiğinde malzemeci <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya masör, sakatlık halinde kaleci ya dafor<strong>ve</strong>t olması gerekir.Danışman’a göre liderliği yöneticiliktenayıran özelliklerden biri de takımınkararsızlığa düştüğü bir noktada liderinçıkıp “Arkadaşlar, bu yöne gidiyoruz” diyekarar <strong>ve</strong>rebilmesidir. Fakat Danışman’ın bunoktada üzerinde durduğu bir husus, liderinbelki de en önemli özelliğini ortaya koyuyor:“Lider, kararını <strong>ve</strong>rmeden önce yapılabileceğiher türlü istişareyi sonuna kadar yapmalı.”Bu şekilde davranan bir lider, Danışman’agöre %90 muvaffak olur <strong>ve</strong> bu muvaffakiyetde esasında tamamıyla takıma aittir.Danışman, takım <strong>ve</strong> liderin kendilerinihep bir bütünün parçası olarak görmelerigerektiğine vurgu yaptı. Bunun sağlanmasıdurumunda sinerji etkisinin oluşacağınıifade etti. Sinerji etkisinin 2+2’yi 4’tenbüyük hale getirebileceği gibi, tam tersininde gerçekleşebileceğine, yani takımruhunun olmadığı bir ekipte 2+2’nin 4 bileolamayabileceğine dikkat çekti. İşte busebeple liderin takımı oluştururken takımiçinde harmoniyi de yakalaması gerekir.Fazlı Danışman’ın hem kendisininhem de katılımcıların sürenin sonunagelindiğini fark edememeleri, sunumunçok zevkli geçtiğinin en açık göstergesiydi.Danışman’ın “Size hiçbir şey öğretemesembile halay çekmeyi öğretirim” diyerek halaymantalitesi üzerinden aktardığı lider <strong>ve</strong> takımörneklemeleri, bütün sunumun güzel birözeti mahiyetinde akıllarda unutulmayacakbir örnek olarak kaldı.KüreselAraştırmalarMerkeziKAM37


38KüreselAraştırmalarMerkeziKAM25 Şubat 2012Değerlendirme: Zeynep GökgözKAM Özel Etkinlikİki Mimar Viyana’yıGeziyorSalih PulcuAhmet Kerim PulcuBiri öğrenci, biri akademisyen, biri demesleğini yapmasa da gönlü alanındaüç mimar Ocak ayında Viyana’ya bir gezigerçekleştirirler. Bu üç mimar ViyanaTeknik Üni<strong>ve</strong>rsitesinde mimarlık eğitimigören Ahmet Kerim Pulcu, Mardin ArtukluÜni<strong>ve</strong>rsitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesiHalil İbrahim Düzenli <strong>ve</strong> şu an grafikerlikleiştigal eden Salih Pulcu’dur. İçlerindenDüzenli konuşmada hazır bulunmasa daismine sıklıkla yapılan atıflarla o akşamaslında aramızda sayılırdı... Salih Pulcu’nunsadece KAM’a değil, vakfın diğer merkezleriSAM, TAM <strong>ve</strong> MAM’a da atıflarda bulunarakgerçekleştirdiği merkezler üstü bir niteliktaşıyan bu sunumla seyyahlarımız bizeturistik bir turun vaat ettiklerini değil, kendiçizdikleri rota üzerinden bir şehir analizi nasılyapılırın dersini <strong>ve</strong>rdiler.Viyana’da yaşayan biri olarak AhmetKerim Pulcu’dan kısaca şehrin özelliklerinidinledik öncelikle: “Viyana, yüzyılın başındaAvrupa’nın en kalabalık dört şehrinden biriiken Birinci Dünya Savaşı ile nüfusunundörtte birini kaybeder. Şu anda ise nüfusu1,8 milyon civarındadır. Tuna Nehri kuzeygüneydoğuekseninde başkenti merkeze<strong>ve</strong> eski şehre ulaşmadan ikiye böler. Batıdakalan kısım, eski şehri de içinde bulunduran,Viyana’nın yirmi üç bölgesinin yirmibirini kapsayan asıl şehirdir; doğuda kalankısım ise daha ziyade konut olarak inşaedilmiş, nispeten daha modern yapılı işçibölgesidir.” İstanbul’un aksine Viyana’dagökdelenlerin çok az <strong>ve</strong> şehir merkezinindışında olması seyyahlarımızın panoramikbir manzara yakalamalarını güçleştirmiş.Bunu “şehirlilerin ekonomik durumlarınınbir göstergesi (!)” sayarak manzarayı ancakşehrin dışında kalan Kahlenberg Tepesi’neçıkarak seyre dalmışlar. Şehrin tümünügörebileceğiniz bu tepe, Osmanlı ordularınınkonuşlandığı yer olmasıyla da hatıralarıcanlandırıcı bir etkiye sahip; tabii kimine iyi,kimine kötü...Avusturya’nın başkenti, tüm tarihiliğinerağmen canlılığı <strong>ve</strong> yaşanırlığı ileseyyahlarımızın dikkatlerini çekmiş. Özellikletarihî yapıların hemen yanına yöresinekurulan modern mimari örneklerinin çokbaşarılı bir şekilde çevresi ile –karşıtlıklarüzerinden– uyuma sokulduğunu, hassatende proporsiyonlara itina edildiğini görmekonları şaşırtmış. Binaların içine girdiklerindeise yaşantı biçimlerindeki farklılıklarınmimariyi nasıl etkilediğini görme imkânıbulmuşlar. Gotik, Barok, Neoklasik, ArtNou<strong>ve</strong>au <strong>ve</strong> eklektik yapıların şehrindört bir yanındaki yoğunluğunarağmen bunların hemen yanıbaşlarında günümüz mimarlarınınen sıra dışı örneklerini görmekilgilerini çekmiş.


küçültülmüş sosyal konut projesi olaraktasarlanan şehrin biraz dışındaki yapılarınŞehrin tarihî kısmının tüm sıkışmışlığına <strong>ve</strong> tamamında ikamet hiçbir zaman %100kıstırılmışlığına karşı geliştirilen çözümleri oranında gerçekleşmemiş. Ama giriştekiayrı ayrı etüt edilmeye değer buluyor Salih “Bu binaların sakinleri nasıl bir yerleşkedePulcu. Bunlardan ilki, yukarıda bahsi geçen ikamet ettiklerinin bilincindedir” yazısıeskinin yanına yenisini yerleştirme başarısı. tüm ironikliği ile yerinde duruyor. Buİkincisi, eskiyi hiçbir şeyine dokunmadan örnekler, bize kağıt üzerinde geçerlikoruma tavrı yerine, korumanın ancakprensiplerin fiiliyata döküldüğü anda nasılmekânın yaşamasıyla mümkün olabileceğini geçersizleşebileceğini gösteriyor; değişikfark edip bunun üzerinden çözüm üretmeleri bir mimari dil oluşturma iddiası taşıyan <strong>ve</strong>–eski binaların üzerine ultra modern katlar sermayenin kendini göstermek istediği cilaçıkma gibi. Üçüncüsü, en küçük ya dayapılara sadece birer örnek teşkil ediyor.metruk ya da olmayacak gözüken yerleriŞehre geri dönersek, başarılı birkaç moderndeğerlendirme başarısı. Mesela bir metro mimari örneği dendiğinde öncelikleistasyonunun üzerine inşa edilen kütüphane anılması gereken, Ludwig Vakfı Modernörneği Hauptbücherei Wien. Bir başka örnek <strong>Sanat</strong>lar Müzesi (MUMOK). Yapı hemise Gasometreler. 1886-1899 yılları arasında içeriden hem de dışarıdan o kadar dikkatşehrin gaz ihtiyacını karşılamak üzere bina çekici ki ziyaretçilerin sergilenen eserlerdenedilen dört tarihî yapının, çeperlerine hiç ziyade binanın fotoğraflarını çektiklerinidokunmaksızın gaz tanklarının kaldırılması öğreniyoruz.suretiyle boşalan iç kısımlarına dört ünlümimarın inşa ettiği yapılarla (konut, alış<strong>ve</strong>rişmerkezi, öğrenci yurdu <strong>ve</strong> ofis) sağlanan eskiyenibirlikteliği hayran kalınası. Yine çöptenenerji üretim merkezi Fernwärme Wien, dışıtamamen eğlence merkezi iddiasını taşıyan,içindeki sevimsizliğe hiçbir göndermesibulunmayan bir bina.Benzer örnekleri ressam Hundertwasser’inGaudivari cephe düzenlemelerinde görmek mümkün. Werkbund Yerleşkesi,Bauhaus etkisiyle yapılan kolektifçalışma örneklerinden olup sanatıtoplumsallaştırmaya önem <strong>ve</strong>ren bu akımınViyana’da sadece şehircilik <strong>ve</strong>Avrupa’da inşa ettiği üç yerleşkeden biri.mimari olarak değil, yaşantı olarakBenzer şekilde, boşluk-doluluk oranlarıda getirilen çözümlere <strong>ve</strong> karşılıklıressamlarca belirlenmiş, her türlü süstenarındırılmış <strong>ve</strong> pencereleri olabildiğinceSalih Pulcu’nun “ibadet edilesi mekânlar”başlığı altında topladığı farklı Hristiyanmezheplerine ait üç kilise, son derece minimaldüzenleme <strong>ve</strong> tasarım öğeleri içermelerinekarşılık, bir o kadar da amacına hizmeteden yapılar niteliğinde. “Biz buradayız”diye bağırmayan, insanda arınma duygusuuyandırmayı amaçlayan <strong>ve</strong> yeni bir dilkullanmayı da başarabilmiş bu yapılar,“Yaratıcısı ile ilişki kurmayı başarmalarınınsebebi sadece daha iyi mekânsal araçlarasahip olmaları mı?” sorusunu aklagetiriyor.KüreselAraştırmalarMerkeziKAM39


40KüreselAraştırmalarMerkeziKAMgü<strong>ve</strong>ne dayalı ilişkiler, plan-program,temizlik gibi öne çıkan özelliklere de vurguyapan Salih Pulcu, buradaki handikabımızıniçinde yaşadığımız kurgunun tek gerçeklikolduğu <strong>ve</strong> bundan başkasının olamayacağınainancımızdan kaynaklandığı tespitindebulundu. Trajik olanın kaotik olacağınainancımız bizi doğrudan çözümsüzlüğeitmekte. “Kral çıplak” diyenlerin düştüklerivahamet de cabası.Yetimlere DünyanızdaYer Açın25 Nisan 2012Değerlendirme: Tuba GültekinMurat Yılmaz“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, hermutsuzluğun hikâyesi ise kendine özgüdür.”Lev Tolstoy, Anna KareninaÜlkemizde <strong>ve</strong> dünyada değişen hayatkoşulları, süreğen hastalıklar, doğalafetler, savaşlar <strong>ve</strong> benzeri durumlarinsan hayatını tehdit etmekte; hayatınıkaybedenlerin yakınları, eşleri <strong>ve</strong> özellikleçocukları zor bir hayat mücadelesi ilekarşı karşıya kalmaktadır. Ebe<strong>ve</strong>yninikaybetmiş yetim çocuklar meselesi –bilinenama dokunulmayan– bireysel <strong>ve</strong> sosyalsorumluluk alanı içerisinde yer alan önemlikonu başlıklarından biridir.Tarihsel arkaplana bakıldığında, İlhanlıhükümdarı Gazan Mahmut Han (1295-1304) tarafından yaptırılan yetimhane<strong>ve</strong> Osmanlı’nın yardıma muhtaç dul <strong>ve</strong>yetimleri barındırmak üzere açtığı Avarız<strong>ve</strong> Müessesât-ı Hayriye isimli vakıflardikkat çekmektedir. Fatih Vakfiyesi yetimçocukların okutulması <strong>ve</strong> meslek sahibiolması konusunda kanunlar içermektedir.Tanzimat’tan sonra 1851’de kurulan EytamNazırlığı, 1868’de Mithat Paşa tarafındankurulan ıslahhaneler, 1872’de kurulanDarüşşafaka, 1903’te II. Abdülhamidtarafından kurulan Darulhayr-ı Âli, 1915’teTrablusgarp <strong>ve</strong> Balkan savaşlarında babalarışehit olan çocuklar için açılan darüleytamlar<strong>ve</strong> 1917’de açılan Himaye-i Etfal Cemiyeti ilekurumsal geçmişimiz özetlenebilir. *Günümüzün yetim çocuklar meselesinedöndüğümüz vakit, kurumsal olanın tevarüsü<strong>ve</strong> bu alanda yapılması gerekenlerin ihdasınoktasında önemli sorumluluk alanları ilekarşılaşıyoruz. Bunlar devlet bünyesindekurumsal bakımla iktifa edip bireyselaçıdan muaf sayılabileceğimiz sorumlulukalanlarından olmayıp en yakın haleden enuzağına kadar insanî, dinî, toplumsal <strong>ve</strong>evrensel kurallar gereğince mesul olduğumuzgeniş bir alanı içermektedir.Bu alanda çalışmalarıyla dikkat çekenİHH’nın başkan yardımcılığını <strong>ve</strong> YetimBirimi başkanlığını yürüten Murat Yılmaz,Küresel Araştırmalar Merkezi’ndegerçekleştirdiği sunumunda dünyadakiyetimler ile ilgili şu bilgileri <strong>ve</strong>istatistikleri bizimle paylaştı: “Dünyada165 milyon yetim çocuk olduğu* Veli İnanç, “Osmanlı Sosyal Yapısında Öksüz<strong>ve</strong> Yetimler”, Savaş Çocukları-Öksüzler<strong>ve</strong> Yetimler Sempozyumu Bildirileri, 2002.


elirtiliyor. UNICEF’in raporlarında isebu rakam 210 milyon olarak ifade ediliyor.Ancak bu istatistikler dünyanın en kalabalıknüfuslu ülkeleri Çin <strong>ve</strong> Hindistan ile 5 milyonyetim çocuk bulunduğu tahmin edilenIrak gibi toplamda 52 ülkenin <strong>ve</strong>rileriniiçermediğinden yetim çocuk sayısınıngerçekte 210 milyonun çok üzerindeolduğunu söyleyebiliriz. Afrika’da her yıl 2milyon çocuk yetim kalıyor <strong>ve</strong> bunların %30’uebe<strong>ve</strong>ynlerini AIDS sebebiyle kaybediyor. Ötetaraftan yetim çocukların yaklaşık 90 milyonusokaklarda yaşıyor; bu da onları misyonerörgütlerin yanı sıra organ, dilencilik <strong>ve</strong>fuhuş mafyasının pençesine düşme riskiylekarşı karşıya bırakıyor. İstatistikler her yıl2,5 milyon çocuğun kaçırılarak satıldığını,çeşitli suçlara <strong>ve</strong> fuhşa sürüklendiğini ortayakoyuyor. Bir diğer önemli <strong>ve</strong>ri ise savaşançocuklarla ilgili; bugün dünyada 300 binçocuk asker olduğu tahmin ediliyor.”İşte dünyadaki mevcut bu tablo karşısındaYılmaz, İHH’nın yetimlere yönelikfaaliyetlerini ayrıntılarıyla anlattı. Buna göreİHH, toplamda 135 ülkede yetim çocuklara<strong>ve</strong> ailelerine dönemsel destek <strong>ve</strong>riyor <strong>ve</strong> buülkelerde 300’ün üzerinde partner kuruluşlaçalışarak yerel kaynakları güçlendiriyor.Bu çocuklara kendi topraklarındankopmadan, gü<strong>ve</strong>nilir ellerde maddi <strong>ve</strong>manevi ihtiyaçlarının karşılandığı ortamlarsunmayı amaçlıyor <strong>ve</strong> bu çerçe<strong>ve</strong>de eğitim,sağlık, gıda, giyecek <strong>ve</strong> barınma desteği<strong>ve</strong>riyor. Dönemsel çalışmaların yanı sıradüzenli destek kapsamında 2007’de başlattığıSponsor Aile Sistemi ile 36 ülkede 25.000yetime her ay 90 TL yardım yollayarak hembu çocukların hem de ailelerinin eğitim,sağlık, gıda <strong>ve</strong> diğer temel ihtiyaçlarınıkarşılıyor. İHH’nın sponsorluk sistemi iledesteklediği yetim çocukların %60’ı Filistin,Irak <strong>ve</strong> Lübnan’dan; yani savaşın olumsuzetkilerini en çok üzerlerinde hissedenyetim çocuklardan oluşuyor. Son dönemdeVan’daki depremlerde yetim kalan 200çocuğa da destek <strong>ve</strong>riyor. Bu çalışmalarındışında İHH, babasını kaybetmiş <strong>ve</strong> ailesiolmayan çocuklar için Açe (Endonezya),Pakistan, Moro (Filipinler) <strong>ve</strong> Patani(Tayland) başta olmak üzere dünyanın farklıbölgelerinde açtığı sekiz yetimhanede 650çocuğun bakımını sağlıyor. İnşası devameden dört yetimhane daha bulunuyor. Ayrıcapsiko-sosyal açıdan rehabilitasyonlarınınsağlanması amacıyla özellikle savaş <strong>ve</strong>deprem riskinin yoğun olduğu bölgelerdeyetim çocuklar ile annelerine yönelik olarakpsikolojik destek hizmeti de sağlıyor.Kâh dünyada hâlihazırda yetimlerinyaşadıkları sıkıntılar <strong>ve</strong> yetimhaneleriniçler acısı durumuna dair anlattıklarıylakâh İHH’nın bu çocukların yüzünügüldüren faaliyetlerine dair paylaştıklarıylaİHH Başkan Yardımcısı Murat Yılmaz,yetimlere dünyamızda bir yer açtı <strong>ve</strong> bizesorumluluklarımızı bir kez daha hatırlattı.Sınırlı imkânlarımızla dahi bir yetiminelinden tutup bir nebze olsun dertlerinederman olabileceğimizi, geleceğininşasına katkıda bulunabileceğimizisomut örneklerle ortaya koydu.KüreselAraştırmalarMerkeziKAM41


42KüreselAraştırmalarMerkeziKAMKAM Panelİşgalin 9. YıldönümündeIrak9 Mart 2012Değerlendirme: Mer<strong>ve</strong> UğurMart ayı itibarıyla işgali üzerinden tamdokuz yıl geçen Irak’ın hâlihazırdaki durumu“İşgalin 9. Yıldönümünde Irak” panelindetartışıldı. NTV program yapımcısı gazeteciyazarMete Çubukçu’nun katılamadığıpanelde, SETA Dış Politika Direktörlüğündearaştırma asistanı olarak görev yapanFurkan Torlak <strong>ve</strong> Dışişleri Bakanlığı StratejikAraştırmalar Merkezi Başkan YardımcısıMesut Özcan, Irak’ın mevcut fotoğrafınıçok iyi bir şekilde çektiler <strong>ve</strong> geleceğe ilişkinöngörülerini bizimle paylaştılar.Furkan Torlak, Amerikan birliklerinin geriçekilmesinin ardından Irak’ın hem bugününehem de geleceğine damgasını vuran temelmeseleleri <strong>ve</strong> yeni düzen arayışlarını elealdı. Aralık 2011’de yayınlanan raporunda *olduğu gibi panelde şu beş temel meseleüzerinden konuyu değerlendirdi:1. Egemenlik meselesi: Torlak, ABD’ninaskerî anlamda çekilişini Irak’ın egemenlikproblemiyle ilişkilendirdi. Buna göreAmerikan muharip birlikleri Haziran2009-Ağustos 2010 döneminde aşamalı* Furkan Torlak <strong>ve</strong> Ufuk Ulutaş, “Çekilme SonrasıIrak’ta Düzen Arayışı”, SETA Analiz no: 49.olarak Irak’tan ayrılırken 2011 itibarıylaIrak’ta, Irak ordusunu eğitme <strong>ve</strong> ülkedekiAmerikan misyonunu koruma dışındagörevi olmayan, 2000-3000 askerdenbaşka herhangi bir kuv<strong>ve</strong>ti kalmadı. AncakABD, 15.000 kişinin çalıştığı AmerikanBüyükelçiliği aracılığıyla Irak’taki varlığınıbürokratik anlamda sürdürüyor. Dolayısıylaişgal aslında askerî boyuttan sivil boyutataşınmış oldu. Öte yandan 1990’daKu<strong>ve</strong>yt’i işgali üzerine çıkan BM Gü<strong>ve</strong>nlikKonseyi kararıyla egemenliği sınırlananIrak’ın bu meselesi, ABD’nin geri çekilmeanlaşmalarındaki vaadine rağmen, Konsey’inAralık 2011’deki aksi yöndeki kararınedeniyle henüz çözülebilmiş değil.2. Siyasî istikrar meselesi: İşgalden buyana “doğrudan Amerikan yönetimi”,“Amerikan kontrolünde Irak yönetimi” <strong>ve</strong>“uluslararası toplum <strong>ve</strong> ABD etkisinde Irakyönetimi” olarak toplam altı ayrı yönetiminkurulduğu Irak’ta siyasî yapı Sünni, Şii<strong>ve</strong> Kürtler arasında etnik <strong>ve</strong> mezhepselayrım üzerine kurulu. Böyle bir yapıdataraflar karşılıklı gü<strong>ve</strong>nsizlik içinde siyasetyapıyorlar. Kimlik üzerinden yapılan siyaset,hem hükümet çalışmalarına sekte vuruyorhem de toplumsal tabandaki kırılmalarıderinleştiriyor. Öte yandan koalisyonpazarlıkları sırasında paylaşılamayangü<strong>ve</strong>nlikle ilgili bakanlıklar (savunma <strong>ve</strong>içişleri bakanlığı ile ulusal gü<strong>ve</strong>nliktensorumlu devlet bakanlığı) problemolmayı sürdürüyor. Başbakan Nuriel-Maliki’nin bu makamları bir yıl


oyunca bizzat yönetmesi <strong>ve</strong> sonrasında<strong>ve</strong>kâleten görevlendirdiği kişiler aracılığıylaelinde tutması hem Sünnileri hem de Şiilerikızdırıyor. Bu durum Irak’ta “Saddamlaşma”eğilimi olarak algılanıyor.3. Birlik <strong>ve</strong>ya bölünme durumu: Torlak, IrakAnayasası’ndaki “federal bölge” kavramınıntanımlanmamış bir kavram olup anayasanınbölgesel yönetimlere tanıdığı haklardan ötürüülkedeki mevcut fay hatlarını tetikleyebilecekbir yapıda olduğuna dikkat çekti. Ardındanetnik <strong>ve</strong> mezhepsel grupların federalizmebakışlarını değerlendirdi. Buna göre, baştafederalizme olumlu bakan Şii yönetimi, Irak’ınbütününü kontrol edebilecek gücü erişinceKürt Bölgesel Yönetiminin varlığındanrahatsızlık duymaya başladı. Başta bölgeselyönetime karşı çıkan Sünni Araplar ise,Şiiler <strong>ve</strong> Kürtler karşısında dezavantajlıkonuma düşmeleri üzerine, kendi bölgeselyönetimlerini kurma taleplerini dillendirirhale geldi. Torlak, “normalleşme” henüzsağlanamadığı için hiçbir statü <strong>ve</strong>rilemeyenKerkük gibi anlaşmazlık bölgeleri olduğunuda hatırlattı. Kısaca Irak’ta birliği sağlayacakanayasal bir zemin olmadığı gibi ayrışmayıtetikleyen birçok sebep olduğuna vurgu yaptı.4. Gü<strong>ve</strong>nlik meselesi: Irak ordusu hava <strong>ve</strong>deniz kuv<strong>ve</strong>tlerinden ziyade iç gü<strong>ve</strong>nliğisağlamaya odaklı piyade birliklerindenoluşuyor. Bu haliyle ordunun, GenelkurmayBaşkanı Babekir Zebari’nin deyimiyle, 2030yılına kadar dışarıdan gelecek herhangi birsaldırıya karşı koyacak gücü yok. Ayrıca etnik<strong>ve</strong> mezhepsel ayrılıklar nedeniyle ordu içgü<strong>ve</strong>nliği sağlamakta da yetersiz. Ordu içindebir de “eski subay”-“yeni subay” tartışmasıvar; yeni subaylar eskileridiktatörlükle, eski subaylarise yenileri İran ajanlığıylasuçluyor. Öte yandan Irak’taikili bir ordu yapısı var; KürtBölgesel Yönetiminin ordusuile merkezî yönetimin ordusuileride Kerkük gibi anlaşmazlıkbölgelerinde çatışmaya dahigirebilir.5. Çekilme sonrası Irak’tajeopolitik boşluk meselesi: Amerika’nınIrak’tan çekilmesinin bir jeopolitik boşlukoluşturduğu görüşüne karşılık Torlak,başlarda işgalci güç olarak görülenABD’nin artık Irak’ın iç meseleleri ile ilgiliproblemlerde hem Sünniler hem Şiiler hemde Kürtler tarafından hakem konumunagetirildiğine dikkat çekti. Diğer yandanülkedeki Amerikan birliklerinin Bahreyn,Ku<strong>ve</strong>yt <strong>ve</strong> Suudi Arabistan’a çekildiğini, yaniherhangi bir sorun çıkması durumunda çokkısa bir sürede Irak’a geri dönebileceğinisöyledi. Amerikan ordunun halen Irak’ınhava <strong>ve</strong> deniz sahasını kontrol ettiğini desözlerine ekledi.Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,Ortadoğu’daki jeopolitik dengelerideğerlendirirken iç içe geçmiş üç üçgendensöz eder. Buna göre dış üçgendekidengeleyiciler Türkiye-Mısır-İran,iç üçgendeki dengeleyiciler SuudiArabistan-Irak-Suriye, iç üçgendekidengeleyiciler ise Ürdün-Filistin-Lübnan’dır. Torlak, Irak’ın ortadakiüçgende yer alan dengeleyici birKüreselAraştırmalarMerkeziKAM43


44KüreselAraştırmalarMerkeziKAMunsur olmasının yanında bir de Basrajeopolitiğinde yer alan üç temel güçten(İran-Irak-Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri)birisi olduğunu söyledi. Irak’ın kuruluşundanAmerikan işgaline kadar geçen dönemdegarnizon görevi gördüğüne, özellikle1980’lerden itibaren Körfez İşbirliği Konseyitarafından İran’a karşı dengeleyici bir unsurolarak kullanıldığına dikkat çeken Torlak,Irak’ın İran’ı dengeleyici bir unsur olarakkullanılması durumunun Amerikan işgaliylebirlikte son bulduğunu, hatta sürecin tamtersine döndüğünü sözlerine ekledi.Mesut Özcan, Irak’ın Türk dış politikasındakiyerini <strong>ve</strong> önemini irdelediği konuşmasınınbaşında 2003’teki işgal öncesinde yaşanantezkere krizinin Irak siyasetimize olumlu <strong>ve</strong>olumsuz yansımalarını değerlendirdi. Bubağlamda Türkiye’nin Irak’taki gelişmelere,hele de bölünme senaryolarına karşı,müdahil olamaz hale gelmesi Ankaraaçısından büyük bir handikaptı. Bunarağmen Ankara, Irak’taki bütün etnik <strong>ve</strong>mezhepsel grupların temsilcilerini Türkiye’yegetirerek anayasanın <strong>ve</strong> seçim kanunununyazılması <strong>ve</strong> devlet yapısının tesisinoktasında yeniden inşa sürecine etki etmeyeçalıştı.Türkiye’nin sürekli olarak Irak’ın birliğinevurgu yaptığını söyleyen Özcan’a göre,Irak’ın bütünlüğünün korunması sadece Kürtsorunu bağlamında Türkiye’nin iç siyasetiiçin değil, bölgedeki istikrarın devamı için deönemli. Başlangıçta federasyona karşı olanTürkiye, süreci pek de etkileyemeyeceğinianlayınca, Irak’ın bölünmemesi <strong>ve</strong>demokratik bir yapı içerisinde federal birsistem dahi olsa birliğin sağlanması yönündebir tavır benimsedi.Türkiye özellikle 2005-2006’dan itibarenIrak politikasını yavaş yavaş Türkmenekseninden <strong>ve</strong> Kürt sorunu bağlamındançıkartarak aşamalı bir şekilde Irak’ın tümetnik <strong>ve</strong> mezhepsel gruplarıyla temas kuranbir politikaya dönüştürdü. Kürt bölgesiyleiyi ilişkilerin temelleri de bu dönemde atıldı.Özellikle “kaybeden taraf” psikolojisiylehareket eden Sünni Arapları 2005’ten itibarenyavaş yavaş siyasal sürece angaje etmeye,seçimlere katılma konusunda iknaya çalıştı.Özcan’a göre Türkiye eğer politikasını buşekilde dönüştürmeseydi, tamamen İranetkisinde <strong>ve</strong>ya İran’ın etkisine açık bir Irak’lakarşı karşıya kalacaktı.Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2007’deki ABDziyaretinden sonra Türkiye’nin Irak’takiKürtlerle daha fazla temas kurmaya, Kürtyönetiminin de Ankara’nın PKK noktasındakiendişelerine daha fazla cevap <strong>ve</strong>rmeyebaşladığını belirten Özcan, bu yakınlaşmanıniktisadî sonuçlarına dikkat çekti. Özellikleküçük <strong>ve</strong> orta ölçekli Türk şirketleri Irak’takietkinliklerini artırırken müteahhitlik firmalarıda Kürt bölgesinde ciddi bir inşaat faaliyetinegirişti. 2010-2011 yıllarında başta KuzeyIrak olmak üzere Irak’ın genelinde en fazlayatırım yapanlar Türklerdi.İlişkilerin sadece gü<strong>ve</strong>nlik eksenindeşekillenmesini istemeyen Ankara,Bağdat yönetimiyle Yüksek DüzeyliStratejik İşbirliği Konseyi kuraraksiyasî, iktisadî <strong>ve</strong> kültürel işbirliğinidaha da derinleştirmek <strong>ve</strong> diğeralanlara da yayarak kalıcı hale


getirmek üzere çeşitli adımlar attı. İki ülkebakanlarının biraraya geldiği ortak bakanlarkurulu toplantılarında kırkı aşkın anlaşmayaimza kondu. Ancak Başbakan Nuri el-Malikiile ilişkilerin zedelendiği son dönemde butoplantılar da akamete uğramış durumda.Özcan, Irak Başbakanı Maliki ile Türkiye’ninilişkilerinin bozulmasını, 2010 seçimlerindeAnkara’nın daha kozmopolit <strong>ve</strong> sekülerbir yapıya sahip olan el-Irakiyye grubunubelirli ölçülerde desteklemesine <strong>ve</strong>ardından mezhepsel <strong>ve</strong> etnik çizgiden uzak,birleştirici bir koalisyon hükümeti kurulmasıyönünde <strong>ve</strong>rdiği çabalara bağladı. NitekimMaliki, Ankara’nın el-Irakiyye grubunudesteklemesini kendisine karşı alınmış birtavır olarak değerlendirdi <strong>ve</strong> yeni dönemdeTürkiye ile ilişkilerine mesafe koymayaçalıştı.Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi’nin Başbakan Maliki tarafındansuçlanması <strong>ve</strong> tutuklanma girişimine karşıKürt bölgesine kaçmasından sonra ülkedesiyasî ortam daha da gerginleşti <strong>ve</strong> bu,Bağdat-Ankara ilişkilerini olumsuz yöndeetkiler hale geldi. Özcan’a göre Türkiye, tekadamın işin başında olduğu, diğer gruplarınsüreçten dışlandığı bir yapıdan memnundeğil. Cumhurbaşkanı Celal Talabani’ninsağlık sorunları nedeniyle siyasî sürece pekmüdahale edememesi de Irak için büyük birhandikap; zira bu durum Maliki’nin tek adamportresini güçlendiriyor. Şu an Irak’taki temelmesele, Özcan’a göre, yönetimde dengeunsurunun bulunmaması. “Arap Baharı”sürecinde herkesin dikkatini Ortadoğu’nunkaotik ortamına yoğunlaştırması nedeniyleIrak’taki sorunlar pek gündeme gelemiyor.Böyle bir ortamda hem Haşimi krizinin hemde Irak içi gerilimlerin derinleşme ihtimalioldukça yüksek.Bu önemli paneli merak edenler, aşağıdakilinke yüklenen videodan izleyebilir:http://bisav.org.tr/merkez.aspx?module=panelayrinti&menuID=6_6&merkezid=6&panelid=49&icerikid=21KüreselAraştırmalarMerkeziKAM45


molaHazırlayan: Turgal ŞafakSultanCahit ZarifoğluSeçkinBir kimse değilimİsmimin baş harfleri acz tutuyorBağışlamanı dilerimSana zorsa bırak yanayımKolaysa esirgemeHayat bir boş rüyaymışGeçen ibadetler özürlüEski günahlar dipdiriSeçkin bir kimse değilimİsmimin baş harflerinde kimliğimBağışlanmamı dilerimSana zorsa bırak yanayımKolaysa esirgemeHayat boş geçtiGeri kalan korkuluHer adımım dolu olsaİşe yaramaz katındaBiliyorumBağışlanmamı diliyorum


MAM Dîvân ToplantılarıMatematiksel NesnelerinOntolojisi ile Doğaya İlişkinMatematiksel BilgininMeşruiyeti Açısından Nefsel-Emr Nazariyesine Giriş28 Ocak 2012Değerlendirme: Abuzer Dişkayaİhsan FazlıoğluMedeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediğiDîvân Toplantıları’nın Ocak ayındaki konuğu,İstanbul Medeniyet Üni<strong>ve</strong>rsitesi Felsefe Bölümüöğretim üyesi İhsan Fazlıoğlu’ydu. Fazlıoğlu,nefsü’l-emr kavramının kelam, felsefe, tasavvuf<strong>ve</strong> mantıkta farklı kullanımlarının bulunduğunu,ancak meseleyi sadece matematiksel nesnelerinontolojisi <strong>ve</strong> doğaya dair matematikselbilginin meşruluğu açısından ele alacağınıbelirterek, klasik metinlerden hareketle birkavram analiziyle sunumuna başladı. Fazlıoğlu,“nefsü’l-emr” terkibinin lafzen İbn Sînâ’nıneserlerinde <strong>ve</strong> daha ziyade “mahiyet” anlamındakullanıldığını, konunun ayrı bir başlık altındailk kez Fahreddin Râzî tarafından işlendiğini<strong>ve</strong> kavram hakkındaki ilk eseri de NasirüddinTûsî’nin kaleme aldığını belirtti.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMBu noktada nefsü’l-emr hakkında eser <strong>ve</strong>renkişilere değinen Fazlıoğlu, konu etrafındayapılan tartışılarla ilgili kısaca bilgi <strong>ve</strong>rdi.Fazlıoğlu’na göre, çoğunlukla fakih kimliğiylebilinen <strong>ve</strong> hem Tûsî’nin arkadaşı hem deKutbuddin Şîrâzî’nin hocası olan ŞemsüddînKîşî’nin Tûsî’nin “akl-ı küll”üne yazdığı şerhtensonra nefsü’l-emr kavramı ontolojik <strong>ve</strong> mantıksalaçıdan ele alınmaya başlanmıştır. Ardından,Semerkand ekolünün çalışmalarıyla Cürcânîkonuyu yeniden ele almış <strong>ve</strong> böylece nefsü’l-emrkavramı etrafındaki araştırma <strong>ve</strong> tartışmalarderinleştirilerek matematik nesnelere ontolojikbir zemin bulma çabasına girilmiştir.Fazlıoğlu, ayrıntılı bilgi <strong>ve</strong>rmek amacıylaMehmed Emîn Şîrvânî’nin metninden bazıpasajlar okuyarak konuyla ilgili tartışılankavram <strong>ve</strong> meseleleri ortaya koydu. Bubağlamda aklın tecrid ile intizaMAM Yuvarlak Masa ToplantılarıDÎVÂN TOPLANTILARIMatematiksel Nesnelerin Ontolojisi ile Doğaya İhsan Fazlıoğlu • 28 Ocak 2012İlişkin Matematiksel Bilginin Meşruiyeti AçısındanNefs el-Emr Nazariyesine GirişThe Future of the Shiah-Sunnah Relations Mohamed el-Moctar el-Shinqiti9 Nisan 2012TEZGÂHTAKİLERFelsefe: İbn Sînâ’da Retorik Abdulkadir Coşkun • 31 Aralık 2011İslâmi İlimler: Kutbuddîn eş-Şîrâzî <strong>ve</strong> Tefsiri Resul Ertuğrul • 7 Ocak 2012Düşüce Tarihi (MAM-SAM Ortak Etkinlik): Sadık Yazar • 14 Ocak 2012Osmanlı Dönemi (XIII-XIX. Yüzyıl) Tercüme<strong>ve</strong> Şerh Geleneği<strong>Bilim</strong>: Çağdaş Doğa Düşüncesi İshak Arslan • 21 Ocak 2012İslâmi İlimler: Klasik İcma Teorisine Şule Eraslan • 11 Şubat 2012Modern YaklaşımlarDüşünce Tarihi: İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz: İsmail Kara • 17 Şubat 2012Şerh <strong>ve</strong> Haşiye Meselesine Dair Birkaç NotDüşünce Tarihi: Türkiye’de Hristiyanlık Çalışmaları: Betül Avcı • 25 Şubat 2012Yeni Bir Oksidentalizm mi?Felsefe: David Hume’un Adâlet Anlayışı Enes Eryılmaz • 10 Mart 2012İslâm Düşüncesi: Mu‘tezile’nin Felsefe Eleştirisi: Orhan Şener Koloğlu • 17 Mart 2012İbnü’l-Melahimi’nin Felsefe ReddiyesiDüşünce Tarihi: Mecusi Geleneğinde Mehmet Alıcı • 24 Mart 2012Tek Tanrıcılık <strong>ve</strong> DüalizmSosyal <strong>Bilim</strong>ler: Devlet, Ulus <strong>ve</strong> Seküler Tahayyül: Salih Emre Gerçek • 7 Nisan 2012Türkiye’de Başörtüsü MeselesiSosyal <strong>Bilim</strong>ler: İslâm <strong>ve</strong> Sekülerizmin Siyaseti Nurullah Ardıç • 14 Nisan 2012KüreselAraştırmalarMerkeziKAM47TOPLANTI DİZİLERİÇağdaş Siyaset Felsefesi Tartışmaları 7: Bengül GüngörmezEric Voegelin 24 Mart 2012PANELMedeniyetleri Karşılaştırmak: 31 Mart 2012George Makdisi Örneği


ameliyeleri arasında bulunan önemli farkaişaret eden Fazlıoğlu, tecritte ulaşılan nihaiGİRİŞ SEMİNERLERİ1 İslami İlimlere Giriş Eyyüp Said Kaya2 Klasik Sosyal Teori II Nurullah ArdıçTEMEL SEMİNERLER1 <strong>Bilim</strong> Tarihi II Baha Zafer2 Doğa Felsefesi II İshak Arslan3 Hadis Tarihi Halit Özkan4 İslam Tarihine Giriş II Nihal Şahin Utku5 Klasik Din Teorileri Betül Avcı6 Ortaçağ Felsefesinin Faruk AkyolTemel Sorunları48MedeniyetAraştırmalarıMerkezişeyin eşyanın mahiyetine tekabül ettiğini, intizaile elde edilenin ise daha çok formlardan ibaretolduğunu belirtti. Bu açıklamalardan hareketleFazlıoğlu, nefsü’l-emr teorisinin aslındayargıların uzayıyla ilgili bir araştırma olduğunavurgu yaptı. Fazlıoğlu’na göre asıl tartışma,<strong>ve</strong>hmî oldukları için dış âlemle ilgili yakinî bilgisağlayamayacağı düşünülen matematikselkavram <strong>ve</strong> yargıların hakikat hakkında yolgösterici bilgi <strong>ve</strong>rebileceklerinin gösterilmesikonusunda olmuş <strong>ve</strong> tartışmanın kilit önermeside “itibari olanın hakiki olanı açıklayabileceği”şeklinde ifade edilmiştir.Nefsü’l-emr teorisinin teknik kısmında iseFazlıoğlu, <strong>ve</strong>hmî kavramlar ile bunlara dairahkâm <strong>ve</strong> yargıların dış âlemi açıklamada birer“model” olarak kullanılamayacağı şeklindekieleştiriyi ele aldı. Fazlıoğlu’na göre, nefsü’l-emrteorisi matematiğin doğayı açıklayabilecekbir enstrüman olup olmadığı sorusuna cevapbulmak amacıyla ortaya konmuştur. Konununmihenk noktası, doğayı açıklamadamatematiğe mi yoksa fiziğe mibaşvurulacağı meselesidir.MAMÖZEL SEMİNERLER1 Aristoteles’in Ahlak Felsefesi Hümeyra KaragözoğluNefsü’l-emr teorisini savunanlara göre, dışdünyada varolanlar <strong>ve</strong>hmî kavramları zorunluolarak gerektirdiği için bu kavramlarla ilgiliyargılarımız da dış dünya hakkında gü<strong>ve</strong>nilirbilgi <strong>ve</strong>rirler. Çünkü <strong>ve</strong>hmî kavramların dışdünyada varolanlardan sökülüp atılabilmesimümkün değildir. Dolayısıyla nefsü’l-emrteorisi, aslında matematiksel bilginin değerinedair yapılan bir tartışmadır <strong>ve</strong> amacı da <strong>ve</strong>hmîkavramlar üzerine inşa edilen yargıların dışâlem hakkında doğru <strong>ve</strong> yakinî bilgi <strong>ve</strong>rdiğiniortaya koymaktır.2012 BAHAR DÖNEMİ MAM SEMİNERLERİ LİSTESİFazlıoğlu’na göre temel sorun “şeyin bilgisinin”nasıl elde edileceğiyle ilgili olmuştur. Zira bilgiher zaman “bir şey”in bilgisidir. Buna göre“mevcud” <strong>ve</strong>ya “varolan”, “farazi” <strong>ve</strong> “hakiki”olmak üzere ikiye ayrılmaktadır: Salt farazîvarlıklar itibari olmaları, intiza kaynaklarınındış âlemde bulunmaması, dış âlemde muvafıkolabilecekleri bir gerçekliğin yokluğu <strong>ve</strong> bunlarüzerine inşa edilen yargıların herhangi bir şeyemutabık olmaması gibi özelliklerinden dolayı bizeherhangi bir gerçeklik hakkında bilgi <strong>ve</strong>rmezler.Buna karşılık nefsü’l-emr teorisinin kapsamaalanını oluşturan hakikî varlıklar ise, aynî <strong>ve</strong> zihnîolmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Farazî varlıklarıntersine, dış âlemde intiza kaynakları bulunduğuiçin bunlar salt itibarî değildir. Bu nedenlevakaya ne mutabık ne de muhaliftirler. Sahipoldukları bu özelliklerden dolayı zihnî-hakikîmevcuthakkındaki yargılar dış dünyayamutabık olabilmektedir. Başka2 Asr-ı Saadet <strong>ve</strong> Piyasa Cengiz Kallek3 Şiilik: Tarih, İnanç <strong>ve</strong> M. Ali BüyükkaraÇağdaş Durum4 Yapay Zekaya Giriş II M. Ali ÇalışkanOKUMA GRUPLARI1 Gazzâlî Okuma Grubu M. Cüneyt Kaya2 İslam Siyaset Düşüncesi Hızır Murat KöseOkuma GrubuATÖLYELER1 Bilişsel Sinirbilimleri <strong>ve</strong> Lütfü HanoğluFelsefe Atölyesi2 İslam Medeniyetinin A. Hakan Çavuşoğlu-H. ÖzkanTeşekkül Dönemi Atölyesi3 Modernleşme Öncesi Eyyüp Said Kayaİhya Hareketleri I: Şevkânî


ir deyişle, hem mahiyet hem de yargı açısındannefsü’l-emrde vakaya mutabıktırlar.Böylece nefsü’l-emr teorisi ortaya çıktıktansonra İslâm düşüncesinde kullanılanhakikatin alanı değişerek hem aynî hem dezihnî varlıkları kuşatır hale gelmiştir; oysabundan önce hakikî olan sadece “aynî <strong>ve</strong> dışdünyada bulunan” anlamında kullanılıyordu.Fazlıoğlu’na göre, bu nedenle nefsü’l-emrteorisinin olgunlaşmasından sonra hakikat“dış dünyaya mutabık” şeklinde değil, “nefsü’lemremutabık” şeklinde tanımlanmayabaşlamıştır. Nefsü’l-emr teorisiyle birlikte İslâmdüşüncesinin kadim kültürlerden aldığı atılunsurlardan kurtularak yeni bir tabiat felsefesiortaya koyduğunu belirten Fazlıoğlu, konuylailgili klasik metinlerden farklı pasajlar aktararaksunumuna son <strong>ve</strong>rdi.Şii-Sünni İlişkilerininGeleceği(The Future of theShiah-Sunnah Relations)9 Nisan 2012Değerlendirme: Muhammed Talha ÇiçekMohamed el-Moctarel-ShinqitiMedeniyet Araştırmaları Merkezi’nindüzenlediği Dîvân Toplantıları’nın Nisanayındaki konuğu, Qatar Foundation’da dinlertarihi profesörü olarak görev yapan Mohamedel-Moctar el-Shinqiti idi. Günümüzde İslâmdünyasında yaşanan sorunlar hakkındaİslâm tarihi <strong>ve</strong> düşüncesi ekseninde yaptığıdeğerlendirmelerle tanınan el-Shinqiti,toplantıda Şii-Sünni ilişkilerinin geleceğiüzerine bir konuşma yaptı.el-Shinqiti, Şii-Sünni ilişkilerinin tarihselsürecini değerlendirerek başladığıkonuşmasında, İslâm tarihi boyunca ikimezhep arasında yaşanan çatışmanın, akidevîolmaktan ziyade siyasî sebeplere dayandığınıifade etti. Akidevî noktalardaki Şii-Sünnibenzerlikleri, konuşmanın bu bölümününtemel unsurlarından biriydi. el-Shinqiti, bubenzerlikleri ifade ederken, çatışmanın siyasîsebeplerine de konuşma esnasında sık sıkreferans yaptı.Daha sonra son dönemlerde yaşanan Şii-Sünniçatışmasına değinen el-Shinqiti, son yüzyılda,Şii <strong>ve</strong> Sünni grupların yaşadıkları siyasaldönüşümlerin akidevî etkisine değindi. Sünnidönüşüme ilişkin olarak, İslâm tarihi boyuncaSünniliğin akidevi merkezi olmuş Kahire <strong>ve</strong>İstanbul’un geçtiğimiz yüzyılda zayıfladığını <strong>ve</strong>yerini Suudi Arabistan’ın önderlik ettiği “Selefi”akıma bıraktığını ifade eden el-Shinqiti, Şiiliğinde benzer bir dönüşüm yaşadığını <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>lâyet-ifakih teorisiyle pasif bir tutumdan aktif tavıralmaya doğru evrildiğini ifade etti.Bu süreçleri, “Sünniliğin Hanbelileşmesi”(Hanbelization of Sunnism) <strong>ve</strong> “Şiiliğinİsmailileşmesi” (Ismailization of Shiism)ifadeleriyle kavramsallaştıran el-Shinqiti,Şii-Sünni çatışmasının gelecekteradikalleşmemesinin, ancak bu ikimezhepteki geleneklerin ihyası <strong>ve</strong> İslâmtoplumlarının demokratik süreçleregeçmeleriyle mümkün olabileceğini ifadeetti. Toplantının soru-cevap kısmındadinleyicilerin yorumları <strong>ve</strong> sorularıkonuşmayı renkli <strong>ve</strong> heyecanlı birtartışmaya dönüştürdü.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM49


50MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM31 Aralık 2011Değerlendirme: Saliha KızılkayaMAM TezgâhtakilerFelsefeİbn Sînâ’da RetorikAbdulkadir Coşkun<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı Medeniyet AraştırmalarıMerkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakilertoplantı serisinin Aralık ayındaki son konuğuDr. Abdulkadir Çoşkun’du. Coşkun, MarmaraÜni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal <strong>Bilim</strong>ler Enstitüsü Felsefe<strong>ve</strong> Din <strong>Bilim</strong>leri Anabilim Dalı’nda 2010yılında tamamladığı “İbn Sînâ’da Retorik”isimli doktora çalışması çerçe<strong>ve</strong>sinde birsunum yaptı.Tezin “Retoriğin Antik Yunan’dan İbn Sînâ’yakadar olan serü<strong>ve</strong>ni”, “Bir ikna sanatı olanretoriğin yöntemleri” <strong>ve</strong> “Retoriğin bilgigeçerlilikdeğeri <strong>ve</strong> faydası” başlığını taşıyanüç ana bölümden oluştuğunu belirtenCoşkun, konuşmasına retorik hakkındabirtakım genel bilgiler <strong>ve</strong>rerek başladı.Aristoteles’in bir mantık sanatı olarak elealdığı retorik, esasen ahlâk <strong>ve</strong> siyaseti dekuşatan bir yapıya sahipken, İbn Sînâ’dakıyas teorisinin kendisine uygulanması ileneşvünema bulmuştur. Retoriğin moderndönemde hak ettiği ilgiyi görmemesinemantığın uygulama alanına girmesi <strong>ve</strong>mantığın beş sanatıyla aynı kaderi paylaşarakİbn Sînâ’dan sonra pek işlenmemesinigerekçe gösteren Coşkun, retorik içerisindedeğerlendirilen temsil, analoji <strong>ve</strong> kıyasın isefıkıhta kullanıldığını ifade etti.Coşkun, retoriğin varlık dünyasına gelmesini,Antik Yunan’da ortaya çıkan demokratikanlayışla birlikte “söz”ün aktif bir rol aldığısiyasî hareketlilikle ilişkilendirdi. Bu nedenleklasik retorik, aristokrasi ile uyumlu bir yapıarzetmemiştir.Aristoteles’in, retorik alanındaki ilk metinolma özelliğine sahip eserinin Paris’te 910yılına ait Grekçe bir nüshası <strong>ve</strong> yedinciyüzyılda kaybolmuş Süryanice bir nüshasıvardır. Arapça nüshasının daha eskiolduğuna dikkat çeken Coşkun, bu metindenyararlanılmamasının Aristoteles’in eserinenüfuz etmede önemli bir eksikliğe nedenolduğuna işaret etti. İbn Sînâ’nın bu Arapçanüshayı (Aristoteles’in Retorik’i olarak) temelaldığını vurgulayan Coşkun, İbn Sînâ’nın,klasik retoriği kavramsallaştırma düzeyindekikatkılarıyla zenginleştirdiğini ifade etti.Konuşmasının devamında çalışmasınınikinci bölümünün konusu olan retoriğinyöntemlerine değinen Coşkun hatib,muhatab <strong>ve</strong> sözden oluşan retorik sanatınıteknik <strong>ve</strong> teknik-olmayan şeklinde ikiyeayırdı. Buna göre, teknik olan, kıyasınkullanıldığı yöntemdir, teknik-olmayanyöntem ise kıyasın kullanılmadığı yasalar <strong>ve</strong>tanıklıklardır. Tanıklıklar da sözle <strong>ve</strong> durumlatanıklık olarak ikiye ayrılır <strong>ve</strong> sözle tanıklık,duyularla tanıklık olarak tanımlanabilir. İbnSînâ bunlar arasında “sözleşme”, “yemin”<strong>ve</strong> Aristoteles’in eserlerinde yer almayan“lanetleşme” <strong>ve</strong> “meydan okuma”yızikreder. Durumla tanıklık arasında ise“işkence”, Aristoteles’in zikretmediği“ödül <strong>ve</strong>rme” <strong>ve</strong> İbn Sînâ’nın orijinaleserinde yer almayan “zorlama”sayılabilir. Ancak bu sonuncu


kategorinin içerisinde, oranı en baskınolan yöntem vücut dilidir ki, bu da yineAristoteles’in retorik tekniği içerisinde yeralmaz.Kıyasın kullanıldığı teknik yöntemi ele alanCoşkun, bu yöntemde hatibin, muhatabıniçinde bulunduğu psikolojik durumu dikkatealarak buna uygun bir söz ifade etmesini7 Ocak 2012vurguladı. Hatibin sözü <strong>ve</strong> durumu uyumluDeğerlendirme: Arif Bilirolduğunda sözünün daha etkili olması dabu yöntemin içinde değerlendirilir. Coşkun,bu yöntemde kullanılan kıyas tekniği olanentimem’in çeşitleri hakkında bilgi <strong>ve</strong>rdiktensonra retoriğin cedel, şiir <strong>ve</strong> safsata ile ilişkisiüzerinde durdu. İbn Sînâ’nın beş sanatınfaydası bakımından değerlendirildiğinderetoriğe hemen burhandan sonra yer<strong>ve</strong>rmesinin altını çizen Coşkun, diğersanatlarla mukayese edildiğinde retoriğinahlâkî ölçülere en çok riayet edilen alanolduğunu belirtti.Retoriğin fayda <strong>ve</strong> değerini ele alan Coşkun,retorik bilginin zanni olduğunu <strong>ve</strong> diğer beşsanat içerisinde burhan <strong>ve</strong> cedelden sonrageldiğini ifade ederek retoriğin faydasınıpsiko-sosyal yapı ile ilişkilendirdi <strong>ve</strong> İbnSînâ’nın toplumu burhan, cedel <strong>ve</strong> retorikehli olarak sınıflandırdığına dikkat çekti.Coşkun’a göre bu ayırım, daha pratik olmasıbakımından Aristoteles’in yaptığı aristokratikayırımdan daha isabetlidir. İbn Sînâ retoriğininsiyasette muhtelif yönetim biçimlerinde <strong>ve</strong>adâleti sağlamada önemli bir yeri olduğunuvurgulayan Coşkun, eğitimde ise toplumuyetiştirme <strong>ve</strong> özel eğitim gruplarında teorikkonuların anlaşılmasını kolaylaştırma gibifaydalarının bulunduğunu belirtti.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMİslâmî İlimlerKutbuddîneş-Şîrâzî<strong>ve</strong> TefsiriResul ErtuğrulKlasik sonrası İslâm düşüncesinin önemlisimalarından biri de 710/1311’de <strong>ve</strong>fateden Kutbuddîn Şîrâzî’dir. 2011 yılında<strong>ve</strong>fatının 700. yılını idrak ettiğimiz Şîrâzî’ninFethu’l-mennân fî tefsîri’l-Kur’ân adlı tefsiriüzerine Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde hazırladığıdoktora tezini 2011 yılında başarıyla savunanResul Ertuğrul, Ocak ayında MedeniyetAraştırmaları Merkezi’nin konuğu oldu.Sunumunun giriş kısmında Şîrâzî’ninyaşadığı dönemin siyasî, ilmî <strong>ve</strong> kültürelortamı hakkında bilgi <strong>ve</strong>ren Şîrâzî’nin hayathikâyesini ana hatlarıyla dinleyicilere sunanErtuğrul, mezhep ihtilaflarının yoğun olduğubu dönemde Şîrâzî’nin Ehl-i Sünnet inancınıgüçlendirmek için çalıştığını <strong>ve</strong> halkın inanç<strong>ve</strong> ahlâk yapısındaki çözülmeyi önlemek içinde ömrünün sonlarında halk için sözkonusutefsiri kaleme aldığını belirtti.Şîrâzî’nin, bu eserini çeşitli tefsirlerdenderleyerek avam için yazdığına dairtefsirinin mukaddimesinde yer alanifadelerini aktaran Ertuğrul, ömrününsonlarına doğru, halka Kur’an, hadis<strong>ve</strong> İhyâu ulûmi’d-dîn sohbetleriyaparken, kendinden sonrakilerinbu geleneğini devam ettirmesi,51


52MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMöğüt <strong>ve</strong>renlere de azık olması için tefsiriniyazmış olması ile tefsirinin içeriği arasındadoğrusal bir ilişki bulunduğuna dikkat çekti.Tefsirinde özellikle öğüt <strong>ve</strong>rici hadislere genişyer <strong>ve</strong>ren Şîrâzî, Gazzâlî’nin İhyâ’sındansıkça yararlanmakta <strong>ve</strong> öğüt <strong>ve</strong>rici malumattefsirinde yoğun bir mahiyet arzetmektedir.Halkın anlayabilmesi için alıntı yaparkenkelime ila<strong>ve</strong>si vb. şekilde kısmî değişiklikleryaparak ifadeleri kolaylaştırmış, halkın iyiceözümsemesi için önemsediği konularıntekrarına yer <strong>ve</strong>rmiş <strong>ve</strong> bazen aynı malumatıbirkaç defa tekrarlamıştır.Ertuğrul’un tespitine göre Şîrâzî, o dönemdehalkın ihtiyaç duyduğu, günümüzde dedindar halkın ilgisini çeken türden dinîkitapları kapsayacak şekilde konulara; hadis,fıkıh/ilmihal bilgisi, tarih, siyer, sahabeninhayatı, hac menâsiki, tasavvuf, dua, hikâye<strong>ve</strong> menkıbelere tefsirinde çeşitli başlıklardayer <strong>ve</strong>rmektedir. Bu yönü ile tefsiri, birtefsirden ziyade halkın başvuracağı dinîbir ansiklopediyi <strong>ve</strong>ya ilimler mecmuasınıandırmaktadır.Tefsirin her cildi yaklaşık yüz seksen varaktanoluşan, toplam kırk ciltlik bir hacimdeolmasının sebepleri arasında rivayetlereağırlık <strong>ve</strong>rmesi, bazı ayetler hakkında çokçagörüş aktarması, tefsir dışı kaynaklardangeniş şekilde alıntılar yapması, fasl başlığıaltında çeşitli konulara dalması, tekrarlarayer <strong>ve</strong>rmesi, fıkhî konulara geniş yer ayırması,hiçbir ayeti atlamadan ayetleri ayrıntılı olarakgenellikle de parça parça, kelime kelime <strong>ve</strong>yacümle halinde tefsir etmesi sayılabilir.Şîrâzî’nin tefsirini, peygamber <strong>ve</strong> sahabedengelen malumata ağırlık <strong>ve</strong>rilmesi nedeniyleöncelikli olarak rivayet; kendinden öncekidirayet tefsirlerinden önemli ölçüde istifadeedilmesi <strong>ve</strong> görüşler arasında tercihtebulunulmasından dolayı ikinci olarak dirayet;tasavvufî yorumlara yer <strong>ve</strong>rilmesi ile de iş‘ârîyönü olan bir tefsir olarak değerlendirenErtuğrul, yazılış amacı bakımından kendidönemindeki toplumsal yapıyı dikkate aldığı<strong>ve</strong> toplumun ihtiyaçlarına cevap sunmayaçalıştığı için de ictimâî/sosyolojik tefsir ilebenzerlik arzettiğini belirtti.Ertuğrul’a göre, Şîrâzî’nin tefsiri gerekhacminin genişliği <strong>ve</strong> çok sayıda rivayetibarındırması, gerekse günümüzde kayıp<strong>ve</strong>ya elyazması halinde bulunan tefsirlerdenalıntılar yapması sebebi ile başvurulmasıgereken önemli kaynaklar arasında yeralmaktadır. Bunun yanında Şîrâzî’nin,görüşler arasında tercihte bulunması <strong>ve</strong> bunubaşarı ile yapması, ayetler arası münasebeteönem <strong>ve</strong>rmesi, soru-cevap yöntemi ile birçokmeseleyi açıklığa kavuşturmaya çalışması <strong>ve</strong>çok sayıda kaynaktan yararlanarak bir ayethakkında birçok yorumu birarada bulabilmeimkânı <strong>ve</strong>rmesi farklı bakış açıları geliştirmeyisağlayacağından dolayı bu eser önemli birkaynak niteliğindedir.Ertuğrul, Şîrâzî’nin tefsirinde eleştirilebilecekbirkaç temel unsurun da bulunduğunukaydetti: Hadislerin sıhhatine önem <strong>ve</strong>rmekleberaber özellikle öğüt <strong>ve</strong>rmek maksadı ile zayıf<strong>ve</strong> uydurma hadislere yer <strong>ve</strong>rmekte, halkıKur’an’a yönlendirmek gayesi ile uydurulmuşolan fedâ’ilu’l-Kur’ân rivayetlerine <strong>ve</strong>İsrailiyata tefsirinde sıkça başvurmaktadır.Zamanının bilim dallarında uzman olanŞîrâzî’nin bilimsel birikimini tefsirineyeterince yansıtmaması yanında tefsirrivayetlerini bilimsel bilgilere tercihedebilmesi, temsilcisi sayıldığı İşrâkîdüşünceye ise yok denecek kadaraz yer <strong>ve</strong>rmesi <strong>ve</strong> bu düşünceyisavunmaması bu eserin ilginçyönlerindendir.


Düşünce TarihiOsmanlı Dönemi Tercüme<strong>ve</strong> Şerh Geleneği14 Ocak 2012Değerlendirme: Mustafa Özağaç(XIII-XIX. Yüzyıl)Sadık YazarMedeniyet Araştırmaları Merkezi <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong>Araştırmaları Merkezi’nin birlikte düzenlediğitoplantıda Sadık Yazar, İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesiSosyal <strong>Bilim</strong>ler Enstitüsü Türk Dili <strong>ve</strong>Edebiyatı Anabilim Dalı’nda 2011 yılındatamamladığı “Anadolu Sahası Klasik TürkEdebiyatında Tercüme <strong>ve</strong> Şerh Geleneği”başlıklı doktora tezi çerçe<strong>ve</strong>sinde bir sunumyaptı.Konuşmasına tez başlığıyla ilgili birkaçhususa dikkatleri çekerek başlayan Yazar,Osmanlı döneminde Azerbaycan’danBalkanlar’a <strong>ve</strong> Anadolu’dan Mısır’a kadarzikretti.uzanan geniş bir coğrafyada Batı Türkçesiyleeser üretimi yaygın olduğundan “Anadolusahası” tabirini Batı Türkçesinin bir temsilcisiolması hasebiyle kullandığını ifade etti.Gerek kavramsal olarak gerekse literatürbağlamında “şerh” <strong>ve</strong> “tercüme” kelimeleribirbiriyle paralel çizgide oldukları içinçalışmasında yalnızca tercümeyi <strong>ve</strong>ya şerhideğil her iki kavramı da ele aldığını belirtti.Diğer bir gerekçe ise, kavram olarak bukelimelerin birbirinin yerine kullanılması,hatta çalışma yapılan döneme ait bazıtercümelerin şerh niteliği taşıyabilmesidir.Yekta Saraç’ın kaleme aldığı <strong>ve</strong> KültürBakanlığı’nın yayınladığı dört ciltlik TürkEdebiyatı Tarihi’nde yer alan “Şerhler”makalesinin teze ilham kaynağı teşkil ettiğinedeğinen Yazar, daha sonra tezinin amacı,yöntemi <strong>ve</strong> kaynakları hakkında bilgi <strong>ve</strong>rdi.Çalışmasına çevrimiçi <strong>ve</strong>ri tabanlarını,biyografik/bibliyografik kaynakları <strong>ve</strong> yazmakütüphanelerinin kataloglarını tarayarakbaşladığını ifade eden Yazar, eser <strong>ve</strong> müellifisimlerinden hareketle kapsamlı bir listeoluşturduktan sonra bahsedilen tercüme<strong>ve</strong> şerhlerin nüshalarını görme gereğiduyduğunu belirtti. Özellikle SüleymaniyeKütüphanesi’nde yoğun bir çalışmayürüttüğünü belirten Yazar, eserin nüshasınıgörmemenin doğurabileceği muhtemelhatalardan kaçınmak için Konya, Kastamonu,Çorum <strong>ve</strong> Diyarbakır’daki kütüphanelerdekiyazmaları da görmeye çalıştığını söyledi.Yazar, bu araştırmalar esnasında adında“şerh” <strong>ve</strong>ya “tercüme” kelimeleri geçmeyenfakat içerik itibariyle şerh <strong>ve</strong>ya tercümeniteliğindeki eserlerle de karşılaştığınıYazmaların listesini tamamladıktan sonraonları tasnif etme gereği duyduğunubelirten Yazar, çalışmaya başlarken asılilgisinin edebi tercüme <strong>ve</strong> şerhlereyönelik olması nedeniyle ortaya çıkanlisteyi edebi <strong>ve</strong> edebiyat-dışı tercüme<strong>ve</strong> şerhler diye ayırdığını söyledi.Yazar, tezi, (Osmanlı Devleti’ninkurulduğu) XIII. yüzyılın sonları ile(Batı kaynaklı tercümelerin bütünMedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM53


54MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMilim alanlarına yayılmaya başladığı) XIX.yüzyılın başları arasındaki tarihsel dönemlesınırlandırdığını ifade etti.“Tercüme <strong>ve</strong> Şerh Geleneği Hakkında GenelBilgiler”, “Edebi Tercüme <strong>ve</strong> Şerhler” <strong>ve</strong>“Edebiyat Dışı Tercüme <strong>ve</strong> Şerhler” şeklindeüç bölüme ayırarak tezi hazırlayan Yazar,çalışmasında şerhle ilgili temel kavramlara<strong>ve</strong> Batı edebiyatındaki şerh geleneği gibikonulara yer <strong>ve</strong>rdikten sonra Klasik TürkEdebiyatı’ndaki şerh geleneğinden sözetmektedir. Ona göre bu gelenek XV. yüzyıldabaşlasa da, XVI. yüzyılın ikinci yarısındayaygınlaşmıştır. XVIII. yüzyıl ise yaygınlığınzir<strong>ve</strong> noktası olmuştur. Yazar, tezinde edebitercümeleri tanıtırken eser <strong>ve</strong> müellifihakkında bilgi <strong>ve</strong>rdiğini, fakat edebiyatdışıtercümelerden bahsederken yalnızca21 Ocak 2012Değerlendirme: Taha Hanoğlueser <strong>ve</strong> müellif adı <strong>ve</strong>rip eserin bulunduğukütüphane <strong>ve</strong>ya derlendiği kaynağaMedeniyet Araştırmaları Merkezi’ningönderme yapmak suretiyle bir liste yaptığınıdüzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisininifade etti.Ocak ayındaki konuğu, İstanbul ŞehirTercüme meselesinden bahsederken tarihsel Üni<strong>ve</strong>rsitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesiolarak Abbasiler dönemindeki, Toledoİshak Arslan’dı. Arslan, Ocak 2012’deokulundaki tercümelere, genel olarakyayımlanan Çağdaş Doğa Düşüncesi adlıTürklerdeki, Uygurlardaki, Mısır’daki <strong>ve</strong>kitabı ekseninde yaptığı sunumda kitabınÇağatay sahasındaki Türkçe tercümelereyazılış serü<strong>ve</strong>ni ile kitapta kullanılan yöntem<strong>ve</strong> Osmanlı dönemi tercümelerine değinen <strong>ve</strong> içeriğe dair notlarını dinleyicilerle paylaştı.Yazar, Anadolu sahasındaki ilk tercümelerinArslan, çağdaş doğa düşüncesiyle ilgilibeylikler zamanında yapıldığını ila<strong>ve</strong> etti.ilk fikirlerinin 2000 yılında başladığınıYazar, bu dönemde kaleme alınan eserlerin<strong>ve</strong> 2007’de teslim ettiği doktora teziyleneredeyse tamamının tercümelerdende çalışmanın ilk halinin oluştuğunuoluştuğunu <strong>ve</strong> hem edebi geleneğin hem deaktararak konuşmasına başladı. AncakTürkçenin tekâmülünde tercümelerin önemlidoktora tezi neticesinde çalışmanınkatkılarının olduğunu belirtti.henüz tamamlanmadığını düşünenArslan, kitabın yayınlanmasınakadar geçen süre boyunca konuyadair çalışmalarını sürdürdüğünübelirtti. Bu süreçte birçokOsmanlıların hamiliğindeki tercümegeleneğinin daha sonraları başladığını<strong>ve</strong> II. Murad zamanında tercümelerdebir artış olduğunu aktaran Yazar, budönemlerde siyasetname türündeki eserlerintercümesinde bir yoğunluk olduğunu söyledi.Fatih’ten itibaren tercüme geleneğininyerleştiğini, bazı eserlerin (Leylâ ile Mecnûn,Esmâ-ı Hüsnâ vb.) tercüme edilmesinin modahalini alabildiğini zikretti. Yazar, Osmanlıtercüme geleneği ile ilgili pek çok ayrıntınıntezinde yer aldığını belirttikten sonra bazıtercüme şekillerinden <strong>ve</strong> yöntemlerindenbahsederek sunumunu tamamladı.<strong>Bilim</strong>Çağdaş Doğa Düşüncesiİshak Arslan


kişinin yorum <strong>ve</strong> düşünceleri çerçe<strong>ve</strong>sindeçalışmanın genişlediğini belirten Arslan,kitap tamamlanmış olsa da hâlâ butartışmanın derinleştirilebilecek birçok yönüolduğunu ifade etti.Arslan, konuşmasının ikinci kısmındakitapta kullandığı yönteme <strong>ve</strong> anahtarkavramlara değindi. Kitabın giriş bölümündekitap boyunca kullandığı bazı önemlikavramları (seyrelme, yoğunlaşma, güçtemerküzü, doğa düşüncelerinin değişmeprensipleri vb.) <strong>ve</strong> bunların tarihî arkaplanınıaçıkladığını belirtti. Ayrıca kitabın hembirtakım zaafları hem de meziyetleritaşıdığının farkında olduğunu ifade edenArslan, örneğin doğa düşüncesi hakkındatemel bir görüş oluşturmak <strong>ve</strong> büyükresmi çizebilmek için çok fazla konuyaözet halinde yer <strong>ve</strong>rmek durumundakalınmasının <strong>ve</strong> bazı bölümlerde çok fazlaalıntıya başvurulmasının kitabın zaaflarıarasında sayılabileceğini söyledi. Ayrıcakendisinin uzman olmadığı çeşitli kuramlarhakkında yaptığı okumalardan hareketlebirtakım tekliflerde bulunmaktansa, alanındasaygınlığı kabul edilen bilim adamlarındanalıntılar yapmayı kitabın gü<strong>ve</strong>nilirliğiaçısından tercih ettiğini aktardı. Çalışmadaİslâm düşüncesinin <strong>ve</strong> geleneğinin bakışaçısından faydalanamamasını son bir zaafolarak zikretti.Diğer yandan Arslan, doğa felsefesiserü<strong>ve</strong>nini fizik disiplininin çerçe<strong>ve</strong>sindenincelediğini belirtti. Doğa bilimininanlaşılabilmesi için bu tartışmanın aslındabiyoloji, matematik vb. gibi farklı birçokçerçe<strong>ve</strong>den de yapılması gerektiğini aktaranArslan, çalışmasında bu çerçe<strong>ve</strong>lerdenbirini seçmek zorunda kaldığını söyledi.Bunun yanında, kitapta kavramsallaştırmagirişimleri <strong>ve</strong> teklif kısımlarının bulunmasınarağmen, kitabın büyük kısmının doğadüşüncesinin serü<strong>ve</strong>nini anlatmaya dayananbetimlemelerden oluştuğunu, çünküTürkiye’de bu serü<strong>ve</strong>nin henüz bir bütünolarak anlatılmadığını belirtti.Arslan, konuşmasının devamında kitabıniçeriğine dair birtakım notlar aktardı.Ona göre kitap, çağdaş doğa düşüncesiniXX. yüzyılda bir karşılaşma zemini olarakgörmekte <strong>ve</strong> bu karşılaşmanın koşullarını,ilkelerini açıklama iddiasındadır. Ayrıcakitapta fizikteki “standart model”i kıstasolarak aldığını belirten Arslan, Aristotelesçi<strong>ve</strong> Newtoncu doğa tasavvurlarınınoluşumunu, bilim devriminin gerçekleşmesi<strong>ve</strong> etkilerini, Newtoncu kültürün yükselişi <strong>ve</strong>yaygınlaşmasını, modern doğa düşüncesininbunalımını <strong>ve</strong> izafiyet teorisiyle bu bunalımınaşılmasını, kuantum teorisini <strong>ve</strong> bu teorininen belirgin olgularını özetlediğini ifade etti.Kitabın son kısmında kullandığı kavramları,“sınır” <strong>ve</strong> “ilişkisel” kavramlar olmak üzereikiye ayıran Arslan, bu kısımda çağdaşdoğa düşüncesinin metafizik, teolojik<strong>ve</strong> epistemolojik içerimlerini ele alarak,varolan paradigmayı makro <strong>ve</strong> mikro ölçektedeğiştirmiş temel noktaları yakalamayaçalıştığını söyledi. Aslında bu tartışmayıkitabın başından itibaren bazı kavramlarüzerinden yapmaya çalıştığını <strong>ve</strong>konuşmasında da bunlardan bir kısmınadeğinmek istediğini ifade etti.Öncelikle gerçekliğin çok katmanlıolduğunu, bu sebeple gözlemcininbu kavramların oluşumundabüyük bir önem taşıdığını dileMedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM55


56MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMgetiren Arslan, gözlemci olarak “insangözlemci”ninseçildiğini <strong>ve</strong> bu durumunbaşka olası gözlemcilere de kapı açtığınıkaydetti. Gözlemci etkisini daha iyiaçıklayabilmek için örnek olarak nedenselliksorununa değinen Arslan, probleme başkabir gözlemcinin (makine-gözlemci vb.) buşekilde bakıp bakmayacağı sorusunu ortayakoydu. Bu noktada itibarilik tanımından <strong>ve</strong>kavramların oluşturulmasında belli kabulleregidilmesinden söz etti. Bir bakış açısınınmutlaklaştırılmasının birçok faydası olmasınarağmen çeşitli sakıncaları da olduğunubelirten Arslan, tek bir model/paradigma elealınarak bir tartışmaya girişilmesi durumundaherhangi bir sonucun elde edilemeyeceğinivurguladı. <strong>Bilim</strong>, böyle bir itibarilik üzerinekurulduğu için mutlak doğrulara ulaşmasınınimkânsız olduğunu ifade eden Arslan, yinede bu durumun her şeyin izafi <strong>ve</strong> değişkenolduğuna <strong>ve</strong> birtakım temel kavramlarınbelirlenemeyeceğine işaret etmeyeceğini,çünkü bu seçimlerin mutlak olmamaklaberaber keyfi de olamadıklarını, bu nedenlede bir gerçeklikleri olduğunu söyledi.zorluğunu vurgulayan Arslan, mikro düzeydeortaya çıkan belirsizlik ile makro bakıştaortaya çıkan mutlaklığın bu tarz bir yasayaulaşmayı imkânsızlaştırdığını kaydetti. Yinede bu durumun bir paradigma kurulmasına<strong>ve</strong> ilerlemeye engel teşkil etmediğini belirtti.Bunun dışında bilim-din ilişkisini de kitaptaaçıklamaya çalıştığını ifade eden Arslan,kitapta dini doğal bir kavram olarak elealdığını söyledi. Ancak bu durumun Tanrınınedimine karşı bir şey söylemediği için bukonuya değinmediğini söyledi.Son olarak Arslan, bütün bu noktalar gözönüne alındığında, tüm dezavantajlarınarağmen kitabın Türkçede eksik bulunançağdaş doğa düşüncesi konusunutoparlayarak, ona bir zemin oluşturmaiddiasında olduğunu ifade ederekkonuşmasını nihayete erdirdi.Ayrıca, paradigmaların onlara duyulanihtiyaçlar neticesinde doğma, gelişme <strong>ve</strong>çözülme süreçlerinden geçtiklerini belirten11 Şubat 2012Arslan, buna bağlı olarak, her yeni paradigma Değerlendirme: Abdullah Sacid Öksüz<strong>ve</strong> yoğunlaşmanın eski kavramlarlayüzleşmek zorunda olduğunu <strong>ve</strong> onlardançeşitli parçalar taşıdığını ifade etti. Budurumu nedensellik örneğinde açıklamayaçalıştı. Nedenselliğin mikro düzeye gidildikçeindeterministik bir çerçe<strong>ve</strong> kazanmasınarağmen makro boyutta sıkılaştığını <strong>ve</strong>sağduyuya uygun şekle kavuştuğunu belirtti. Şule Eraslan’dı.Bu nedenle, insan-gözlemci için temel,her şey için geçerli yasalar oluşturmanınİslâmî İlimlerKlasik İcma TeorisineModern YaklaşımlarŞule EraslanTezgâhtakiler toplantı serisinin Şubatayındaki ilk konuğu, Uludağ Üni<strong>ve</strong>rsitesiSBE İslâm Hukuku <strong>Bilim</strong> Dalı’nda“Klasik İcma Teorisine ModernYaklaşımlar” başlığıyla 2011 yılındadoktora çalışmasını tamamlayanEraslan, konuşmasına moderndönem fikir akımları <strong>ve</strong>


temsilcileri hakkında bilgi <strong>ve</strong>rerek başladı.Batı medeniyetinin İslâm inancını <strong>ve</strong>bu inancın tezahürü olan müesseselerisorgulaması üzerine, özellikle XIX. yüzyılınikinci yarısından sonra gerek Ortadoğu’dagerekse Hindistan’da İslâm düşünce biçiminin<strong>ve</strong> müesseselerinin yenilenmesi talebiylebazı fikir akımlarının zuhur ettiğini belirtti.Eraslan, bu akımlar içinde etkin olanlarınbaşında Ortadoğu’da Cemaleddin Afgani<strong>ve</strong> Muhammed Abduh’un, Hindistan’da iseSeyyid Ahmed Han’ın bulunduğunu ifade etti.Yenilenme fikrinin etkilerinin Hindistan’daSeyyid Emir Ali, Pakistan’da Muhammedİkbal <strong>ve</strong> Sudan’da Turabi ile sürdürüldüğünühatırlatan Eraslan, Muhammed Abduh’unfikirlerinin ise talebesi Reşid Rıza <strong>ve</strong> onu takipedenler tarafından yaygınlaştırıldığını zikretti.Tarihsel olguları <strong>ve</strong> aktörleri bu şekildetasvir eden Eraslan, klasik icmanın tarifi <strong>ve</strong>hususiyetleri hakkında bilgi <strong>ve</strong>rdi. Klasikmânâda icmanın temel özelliğinin içtihatalanlarının sınırlarını tayin etmek olduğunuvurgulayan Eraslan, klasik mânâdaki icmayamodern dönemde yöneltilen tenkitleri <strong>ve</strong>icma kavramı hakkında teklif edilen yeniform <strong>ve</strong> muhtevayı ortaya koyarak bu modernyaklaşımın bir tahlilini yaptı.Eraslan, klasik icma tanımının tenkitedilmesinin <strong>ve</strong> yeniden tanımlanmasının,modern dönemde yenileşmeyi mümkünkılacak <strong>ve</strong> çağdaş dünyaya ayak uydurmadaçözüm oluşturacak yöntem arayışlarınınözünü teşkil eden içtihat hürriyeti talebiyleyakından ilişkili olduğunu vurguladı.Modern dönemde, klasik icma anlayışıdâhilindeki ittifak kavramı, icmanın bellibir kesime (müçtehitlere) tahsis edilmesi,icmanın gerçekleşmesi <strong>ve</strong> bilinme imkânı,icmanın değişime açık olmaması (hakkındaicma edilen meselenin içtihada kapalıhale gelmesi), icmanın ortaya konulduğualan (şer‘i hüküm), içtihada olan ihtiyaç <strong>ve</strong>içtihada kapalı alan vb. konularda eleştiri <strong>ve</strong>itirazlarda bulunulduğunu belirtti.Modern dönemde icmayı tenkit edenlerinklasik içtihat anlayışının <strong>ve</strong> birikimininmüsbet anlamlar yüklediği mezheb bağlılığı<strong>ve</strong> taklit kavramlarına olumsuz mânâlaryüklediklerini hatırlatan Eraslan, bu kişilerinfıkıh usulünün kaynaklar hiyerarşisini <strong>ve</strong>metodunu kendi tasarruflarıyla devre dışıbıraktıklarını ifade etti. Konuşmacıya göresözkonusu tasarruflar, nasların lafızlarınabağlı kalmadan Kitap <strong>ve</strong> Sünnet’ten serbestçehüküm istinbat etmenin değişen zaman <strong>ve</strong>şartların bir gereği olduğunu savunmaktır.Eraslan, içtihadın sınırlarını tayin edenkaraktere sahip icmanın, bu modern eğilimlezıt kutuplar teşkil ettiğini söyledi.Klasik icma teorisinin tenkidinin moderndönem yenilikçileri için hayati önem taşıdığınıbelirten Eraslan, onların icmayı modern içtihatanlayışının engeli olarak gördüklerini belirtti.Konuşmacı, klasik icma kavramına yöneliktenkitlere bakıldığında bazı müelliflerinkavrama yönelik tenkitlerinin, içtihathürriyeti önündeki engellerden kurtulmak<strong>ve</strong> icma kavramını yeniden tanımlamaksuretiyle modern siyasî değerleri <strong>ve</strong>siyaset yapma şekillerini benimsetmeamacına hizmet ettiğini ifade etti.Eraslan, bu modern yaklaşımınberaberinde getirdiği fikirlerinMedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM57


58MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM(siyasî içerik kazandırılmış modern icmatanımı, bu tanımın kapsamı genişletilmişmaslahatı temel alması, Müslümanlarabenimsetilmeye çalışılan halk egemenliğinedayalı modern parlamenter sisteminmüesseseleşmesiyle icmaya kurumsalbir kimliğin kazandırılmaya çalışılması<strong>ve</strong> İslâm tarihinin ilk asırlarına atıfla bukimliğin meşrulaştırılması çabaları) bazıçelişkiler ortaya çıkardığını belirtti. Moderndönem müelliflerinin bu çabalarınınİslâm tecdid geleneği çerçe<strong>ve</strong>sindedeğerlendirilebilmesinin güç olduğunu ifadeeden Eraslan, ilerlemenin sebebi olduğuvarsayılan çağdaş değerlerle <strong>ve</strong> onun siyasî,sosyal <strong>ve</strong> ilmî alandaki tezahürleriyle irtibatageçebilme adına yerlerinden edilip içeriklerideğiştirilmiş <strong>ve</strong> yeniden tanımlanmış bu gibigeleneksel kavramları tekrar yerli yerine koymaçalışmasına girişilmesi gerektiğini belirtti.Düşünce Tarihiİlim Bilmez TarihHatırlamaz: Şerh <strong>ve</strong> HaşiyeMeselesine Dair Birkaç Notİsmail Kara18 Şubat 2012Değerlendirme: A. Taha İmamoğluMedeniyet Araştırmaları Merkezi’nintertip ettiği Tezgâhtakiler toplantı serisininŞubat ayındaki ikinci konuğu, MarmaraÜni<strong>ve</strong>rsitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesiProf. Dr. İsmail Kara’ydı. Yoğun bir katılımıngerçekleştiği toplantıda, Kara’nın düşüncetarihi bakımından şerh <strong>ve</strong> haşiyeleri konuedindiği İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz: Şerh<strong>ve</strong> Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not adlıkitabı üzerine konuşuldu.Metin merkezli medeniyet tasavvuru,modern dünyanın vahyi öteleyip aklıönceleyen dünya görüşüyle karşılaşıncayakadar kesintisiz bir şekilde devametmiştir. Fakat bu karşılaşmadan sonraMüslümanların dillerini <strong>ve</strong> zihniyetlerinimuhafaza eden en önemli unsur olan klasikeserlerle kurulan irtibat giderek zayıflamıştır.Kara, bu zayıflama sürecinde Osmanlıilim geleneğini oluşturan eserlerden şerh<strong>ve</strong> haşiyelerin tasfiye edilmesinin önemlibir rolü olduğunu belirterek konuşmasınabaşladı. Mezkûr tasfiyenin XIX. yüzyıldadevreye girerek müfekkirlerin tarih içindegeriye doğru ilmî sürekliliği takip etmesinison derece zorlaştırdığını söyleyen Kara,İslâm ilim mirasının zenginliğini yansıtanşerh <strong>ve</strong> haşiyelerin tasfiyesinde ulemanınrolünün çok az olduğunu vurguladı. İslâmîilimlerin hâlihazırdaki durumunun <strong>ve</strong> neşekilde devam edeceğinin şerh <strong>ve</strong> haşiyelerleirtibatın yeniden gözden geçirilmesine bağlıolduğunu vurgulayan Kara, şu anda İslâmîilimlerle meşgul pek çok kişinin yollarınanasıl devam edeceği hususunda kararsızolmasını da bu meseleye yönelik ilgilerininzayıf olmasına bağladı.Batı’daki tarih yazıcılığının en önemligüzergâhlarından biri olan Annalesekolüne mensup araştırmacılarınkitaplarla <strong>ve</strong> kitapların telifyöntemleriyle ilgilendiğini belirtenKara, Türkiye’de hâlâ bu tarzdailmi çalışmalar yapılamadığınısöyledi. Batı medeniyetinin metinmerkezli çalışmalar yapan birçok


akademisyen tarihçi yetiştirdiğini, fakatülkemizde eserlerin bu yönüyle meşgultarihçilerin maalesef bulunmadığını ifadeetti. Kara, ayrıca tarihçiler için kitaplarıntelif tarzının <strong>ve</strong> tekniğinin çok önemliolması gerektiğini, bu <strong>ve</strong>sileyle ilimleringelişim aşamasının görülebileceğini devurguladı. İslâm geleneğinde şerh <strong>ve</strong> haşiyetürü eserlerin ilmî eğitimin merkezindedurduğunu belirten Kara, bu metinlerüzerinden eserler arasındaki irtibatı tespitetmenin mümkün olduğunu ifade etti. Şerh<strong>ve</strong> haşiyelerin farklı eksenlerde (kronoloji,coğrafya, mezhep, meşrep, tarikat vb.kıstaslarla) okunabilmesi imkânına dikkatçeken Kara, bir esere yapılan şerhlerin, oeserin ait olduğu ilmin tarihini belirlemeanlamında son derece dikkate değerolduğunu belirtti. Bu minvalde, İslâmiilimlerin tarihini yazma konusunda oldukçageri olduğumuzu söyleyen Kara, kitaplarınkendilerine has maneviyatının ise unutulanbir başka husus olduğunu hatırlattı.Türkiye’de gerçek bir ilim <strong>ve</strong> fikirhayatının olmayışının şerhlerin hakikatiyleyüzleşilmemesinden kaynaklandığınıifade eden Kara, klasik Arapça dersininilahiyat fakültelerinin müfredatınadâhil edilmemesinin ne gibi sonuçlardoğurduğunun bir türlü anlaşılamadığınıbelirtti. Kara, üni<strong>ve</strong>rsitelerdeki edebiyat <strong>ve</strong>yatarih gibi bölümlerin klasik Türkçe açısındanoldukça zayıf olmasının da yazma eserlerleirtibatsızlıkla alakalı olduğunu ifade etti.Son birkaç yıldan beri açılmakta olan ilahiyatfakültelerinden bir kısmının klasik eğitimtarzını <strong>ve</strong> medreseyi model alması, birkısmının da teoloji fakültesi olarak yolunadevam etmesi gerektiğini düşünen Kara,ilahiyatçılık mesleğinin yine ilahiyatçılartarafından dönüştürülebileceğini söyledi.Diğer yandan, şerh <strong>ve</strong> haşiye meselesiçözülmeden Türkiye’de çağdaş düşüncetarihi yazılamayacağını vurgulayan Kara,Türkiye tarihi yazılmadan dünya tarihiyazılamayacağını, dünya tarihi yazmayanbir medeniyetin de esasen medeniyetsayılamayacağını belirterek konuşmasınınihayete erdirdi.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM59Düşünce TarihiTürkiye’de HristiyanlıkÇalışmaları: Yeni BirOksidentalizm mi?Betül Avcı25 Şubat 2012Değerlendirme: Meryem KaracaMedeniyet Araştırmaları Merkezi’ninTezgâhtakiler toplantı serisinin Şubat ayıkonuklarından birisi de Papalık GregorianaÜni<strong>ve</strong>rsitesi’nde “Contemporary TurkishResearch on Christianity” isimli teziyledoktorasını tamamlayan Betül Avcı idi.Avcı, tezi çerçe<strong>ve</strong>sinde Türkiye’dekiHristiyanlık çalışmalarının seyrini konualan bir sunum yaptı.On yıldan beri Hristiyanlıkla ilgiliçalışmalar yaptığını vurgulayan Avcı,“dışarıdan birisi” olarak Hristiyanlığıanlamlandırmaya çalıştığını <strong>ve</strong>


60MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMmisyonerlik takıntısı, Hristiyanlık hakkındakimetinlerde yaşanan terminoloji sorunu,yine bu anlamlandırmanın Türkiye’de nasılyapıldığını incelediğini belirtti. Mevcutansiklopedi maddelerinin seçimi konusu,örneklerden hareketle Türk akademisindemukayeseli din çalışmalarının yetersizliği,bu konuda bazı hatalar yapıldığını savunanmetin yazarlarının kişisel amaçları gibiAvcı, örnek olarak Türkiye Diyanet Vakfımeselelerin bunların en önemlileri olduğunaİslâm Ansiklopedisi’nde (DİA) <strong>ve</strong> ilgilidikkat çekti.doktora tezlerinde “ruhban olmayan”Akademideki misyonerlik takıntısıylaanlamındaki Grekçe laïkós kelimesininalakalı olarak başlıca iki meseleyi öne“laik” şeklinde çevrildiğini, fakat Türkçedeçıkaran Avcı, öncelikle Şinasi Gündüz’ünen bilinen anlamıyla laik kelimesinin “dinmisyonerliği Hristiyanlıkla eşitleyen<strong>ve</strong> devlet işlerinin birbirinden ayrılması”DİA’daki “Hristiyanlık” maddesinde ortayaolduğunu söyledi. Avcı’ya göre bu hatalarınkoyduğu yaklaşımı ele aldığını belirtti.sebebi ise “yabancısı” olduğumuz birMisyonerliği sömürgeciliğe <strong>indir</strong>geyengeleneği anlamaya çalışırken ister istemezbu yaklaşıma göre, misyonerler Ortadoğukendi kültürel kodlarımızı da işin içine<strong>ve</strong> Afrika toplumlarını Hristiyanlığa zorlasokmamızdır.ihtida ettirmişlerdir. İslâm’daki tebliğ <strong>ve</strong>Tezinde incelemeye çalıştığı konunun Türkcihadın da bir misyonerlik faaliyeti olarakakademisinin Hristiyanlığa ait bir unsurusayılabileceğini savunan Mustafa Alıcı ise,anlatırken kullandığı dil olduğunu söyleyenmisyonerliği negatif olarak algılamayanAvcı, bu bağlamda özellikle ilgili literatürünbir yaklaşımı benimsemiştir. Fakat Avcı,Hristiyanlığı İslâmî, Kur’anî <strong>ve</strong>ya polemikgenel eğilimin misyonerliği <strong>ve</strong> Hristiyanlığıbir yaklaşımla mı anlattığı yahut onu kendiözdeşleştirmekten yana olduğunu vurguladı.içinden, kendi kaynakları <strong>ve</strong> terimleriyle miAvcı’ya göre, “Kilise” maddesi örneğindeincelediğini merak ettiğini ifade etti.görülebileceği üzere, DİA’nın HristiyanlıklaBir dinin <strong>ve</strong>ya olgunun anlatılırken “kendialakalı maddelerinin açıklanmasındaiçinden” kavramlarla bunun yapılmasısadece Katoliklik temel alınmış, Ermenigerektiğini belirten Avcı, bununla bağlantılıHristiyanlığı, Süryani Hristiyanlığıolarak DİA’da Hristiyanlığın bir çeşitkonularında ise birer cümle ya da paragraftanoksidentalizme tabi tutulmadan açıklanıp daha fazla açıklama yapılmamıştır.açıklanmadığını araştırdığını söyledi.Bunun sebebi ise ansiklopedinin ilkAynı zamanda Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi <strong>ve</strong>baskısının 1988’de yapılmış olması <strong>ve</strong>Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde İlahiyat alanında Türkiye’nin o dönemde Ermenilerletamamlanan doktoraları da inceleyen Avcı, yaşadığı problemlerin ansiklopedibu çalışmalarda Hristiyanlık denilince daha yazarlarını da etkilemiş olmasıdır.ziyade Katolikliğin anlaşıldığını ima eden Türkiye’nin siyasal konjonktüründedetayları gözlemlediğini belitti.Ortodoksluk denilince aklaTürkiye’deki akademilerde Hristiyanlıkla gelenin Yunanistan <strong>ve</strong> Ekümenikilgili çalışmalarda bazı problemlerle sıkça Patriklik olması <strong>ve</strong> Protestanlıkkarşılaşıldığını vurgulayan Avcı, Türkiye’deki denilince Osmanlı’daki


Protestan okullarından hareketlemisyonerlik faaliyetlerinin hatırlanması,karşılaştırma sunulmasının bu sorunlarınen önemlisi olduğunu belitti. DİA’nın genelAvcı’ya göre Hristiyanlık terimiyle nedenolarak polemik yazılardan uzak durduğunuOrtodoksluk <strong>ve</strong>ya Protestanlık yerine<strong>ve</strong> oksidentalizmden kaçındığını zikredenKatolikliğin kastedildiğini açıklamaktadır. Avcı, ansiklopedide Hristiyanlığın genelBaşka bir mezhebin değil de Katolikliğinolarak Avrupa-Amerika eksenli bir anlatıylakastedilmesinin sebebi olarak Avcı, Katolik açıklandığını belirterek konuşmasınıkilisesinin “uzakta” bir kilise olması <strong>ve</strong>sonlandırdı.Sünni İslâm’la Katolisizm arasında ciddibenzerliklerin bulunmasını gösterdi: Meselaher ikisi de maneviyatı <strong>ve</strong> geleneği ciddianlamda önemsemektedir, ikisinde de şefaat<strong>ve</strong> himmet anlayışları, ayinsel tören <strong>ve</strong>kutlamalar mevcuttur.Terminoloji problemlerinden de bahsedenAvcı, yaratılan anlam karmaşasına dikkat10 Mart 2012çekti <strong>ve</strong> Ramazan Işık’ın Marunilik ile ilgilitezinde kullandığı “laik rahipler” teriminiDeğerlendirme: Abdullah Said Arıörnek gösterdi. Avcı, bu karmaşayı aşmakiçin “ruhban olmayan” terimini önerdi.Medeniyet Araştırmaları Merkezi’ninBu fark küçük bir ayrıntıymış gibi gözükse düzenlediği Tezgâhtakiler toplantısının Martde, Avcı’ya göre aslında ciddi bir kültürelayındaki ilk konuğu Kırklareli Üni<strong>ve</strong>rsitesiçeviri meselesidir. Çeviri yaparken sadece SBE Felsefe Anabilim Dalı’nda araştırmaliteral çeviri yapmanın yeterli olmadığını, görevlisi olan Enes Eryılmaz’dı. Toplantıdaterimlerin kültürel <strong>ve</strong> siyasal serencamının Eryılmaz, 2011 yılında ODTÜ Felsefeda incelenmesi gerektiğini vurgulayan Avcı, Bölümü’nde tamamladığı “Politics, Law andbir diğer ilginç ayrıntı olarak da “hazreti” Morality: David Hume on Justice” (Siyaset,tabirinin kullanımını örnek gösterdi.Hukuk <strong>ve</strong> Ahlâk: David Hume’un Adâletİncelediği metinlerde İslâmî bir tabirleÜzerine Görüşleri) adlı yüksek lisans tezinibaşlayan cümlelerin gayri İslâmi bir anlatımla sundu.devam ettiğini gözlemleyen Avcı, “Hz.Eryılmaz, David Hume’un adâletİsa çarmıha gerildiğinde...” tabirini örnek hakkındaki görüşlerini anlamak amacıylagösterdi. Avcı’ya göre, terminolojiyle alakalı temelde İnsan Doğası Üzerine Birbir başka problem ise metinleri kalemeİnceleme <strong>ve</strong> Ahlâk İlkeleri Üzerine Biralan araştırmacıların, yer <strong>ve</strong> şahıs isimlerini Soruşturma adlı iki eserini incelediğinifaydalandıkları yabancı kaynağın dilinden belirterek, sunumun dört anadoğrudan aktarmalarıdır.başlıkta toplayacağını ifade etti. İlkMukayeseli din çalışmalarındaki problemlere olarak, Hume’un adâlet <strong>ve</strong> ahlâkde değinen Avcı, entelektüel anlamda ortayabir problem koymadan sadece literal birMedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM61FelsefeDavid Hume’unAdâlet AnlayışıEnes Eryılmaz


62MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMarasındaki ilişkiye dair düşüncelerinedeğinen Eryılmaz, adâletin ahlâkî bir meseleolup olmadığı, adâletin sadece çıkarlarıgözetmek için kullanılan bir fikir olupolmadığı <strong>ve</strong> temelde insanın neden adâletliolduğu/olabileceği sorularının Hume’unbu konudaki fikir teatisinin çıkış noktasınıoluşturduğunu belirtti. Hume, küçük birtoplumda adâletin bir öngörü meselesi olarakincelenebileceğini, dolayısıyla insanlarınçıkarlarını hesap ederek hareket etmeleriylealakalı bir olgu olduğunu iddia etmektedir.Büyük bir toplumda ise, insanların kısavadede çıkarlarını gözettikleri varsayılsabile genel olarak adâletin böyle bir dayanaküzerine temellendirilmesi mümküngözükmemektedir. Bu noktada Hume,“duygudaşlık/sempati” kavramını önesürmektedir. Sempati kavramı günümüzdekikullanımından farklı olarak insanlarınhis <strong>ve</strong> duygularını paylaşmaları olarakanlaşılabilir. Hume, bu kavramı insanlarınbaşkalarının yaptıkları adâletsizlikleridaha kolay fark edip rahatsız olduklarıgerçeğine dayandırmaktadır. İnsanlardiğerlerinin adâletsizliklerini görerek,bu tikel örneklerden genel bir adâletönermesine ulaşabilirler. Dolayısıyla büyüktoplumlarda ahlâkî açıdan adâlet, kamuçıkarı gibi herkesin duygudaşlık yoluylaüzerinde ittifak ettikleri bir dayanak üzerindetemellendirilebilir. İnsan Doğası ÜzerineBir İnceleme’de bu görüşü savunan Hume,Ahlâk İlkeleri Üzerine Bir Soruşturma’dabu çerçe<strong>ve</strong>den vazgeçer. Bu eserindeduygudaşlık/sempati kavramını tamamenihmal ederek, adâletin temeli olarak “fayda”yıöne sürmüştür. Kamu yararını adâletin tekkaynağı olarak gören Hume, bu tavrıylaakademisyenler tarafından çeşitli eleştirileremaruz kalmıştır. Örneğin MacIntyre,duygudaşlık kavramını adâlet kuralları ileçıkar fikrinin arasını bulmak için ortayaattığını iddia ettiği Hume’u bu noktadabaşarısızlıkla suçlar <strong>ve</strong> ikinci kitabındasözkonusu kavrama hiç değinmemesinibuna delil olarak gösterir. Diğer yanda Miller,Hume’un adâleti sadece kamu yararı ileaçıklamaya çalışarak onu bağımsız bir değerolarak incelemekten vazgeçtiğini <strong>ve</strong> adâlet ileahlâk arasındaki bağı kopardığını iddia eder.Sunumunun ikinci kısmında Hume’da adâletkavramının gündeme gelemeyeceği bazıdurumlara değinen Eryılmaz, Hume’un sekizşart sunduğunu ifade etti: İlki, nimetlerinsınırsız olduğu bir toplum; ikincisi isenimetlerin yetersiz olduğu bir toplumdur.Üçüncü şart insanların aşırı cömert ya dahayırse<strong>ve</strong>r olması olarak düşünen Hume’undördüncü şartı insanların aşırı zorba <strong>ve</strong>yabarbar olması olarak koyar. Bir diğer şarttoplumun olağanüstü hal <strong>ve</strong>ya bir savaşhalinde bulunmasıdır. Altıncı şart kamusuçlularının karıştığı durumlar iken yedincişart zihinsel <strong>ve</strong> fiziksel engelli varlıkların tarafolduğu durumlardır. Son şart ise muhatabınhayvanlar olduğu durumdur.Hume, bu şartları adâletin gerekmediği,mümkün olmadığı, kamu yararına aykırıolduğu ya da merhamet ilkesine aykırıolduğu durumlar olarak niteler. Adâlettüm bu durumların dışındaki hallerdeuygulanmaya konması gereken birilkedir. Bu açıdan Hume’un negatifbir adâlet tanımı yaptığını söyleyenEryılmaz, adâleti gerçekleştirilmesitopluma <strong>ve</strong> içinde bulunulanşartlara bağlı bir ilke olarak koyan


Hume’un bu suretle özne ile toplumuniçinde bulunduğu durum arasındaki gerilimiyok ettiğini belirtti. Bu noktada Hume, Kant<strong>ve</strong> Rawls gibi düşünürlerden ayrışmaktadır.Adâletin Hume’da yapay bir erdemolması meselesini de irdeleyen Eryılmaz,Hume’un İnsan Doğası Üzerine Bir İncelemeadlı eserinde adâletin doğal bir erdemolmadığına, çünkü doğal erdemlerinarkasında bir güdü/saik bulunurkenadâlet için böyle bir doğal saiktenbahsedilemeyeceğine işaret ettiğini belirtti.Bu nedenle Hume’a göre adâlet yapay birerdemdir <strong>ve</strong> onu oluşturan şey insanlar17 Mart 2012arasındaki uylaşımlar <strong>ve</strong> yapıntılardır.Değerlendirme: Salih Günaydınİnsanlar ortak bir çıkar duygusundandolayı adı konmamış belli ilkelere uyarak Tezgâhtakiler toplantı serisinin Martadâleti tesis ederler. Bu noktada adâletayındaki ikinci konuğu, Uludağ Üni<strong>ve</strong>rsitesidoğal erdemlerden farklılaşmaktadır,İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Orhanzira adâletin tesisi herkesin bu ilkelereŞener Koloğlu’ydu. Koloğlu, 2010 yılındauymasına bağlıyken, hayırse<strong>ve</strong>rlik gibi doğal yayımladığı Mu’tezile’nin Felsefe Eleştirisi:erdemlerde böyle bir durum sözkonusuHarezmli Mu’tezili İbnü’l-Melahimi’nindeğildir.Felsefeye Reddiyesi isimli çalışmasıçerçe<strong>ve</strong>sinde, Mutezile’nin son büyükEryılmaz sunumunun son kısmındatemsilcilerinden olan İbnü’l-Melâhimî’ninHume’un üç adâlet yasasına değindi: İlki(536/1141) felsefeye reddiyesi konulu birmülkiyetin istikrarı, ikincisi mülkiyetin rızasunum yaptı.yoluyla devredilmesi <strong>ve</strong> sonuncusu ise <strong>ve</strong>rilensözlerin yerine getirilmesidir. Hume’unadâleti mülkiyetle ilişkili bir şekilde ortayakoyduğuna işaret eden Eryılmaz, bunundar bir adâlet anlayışı olduğunu belirtti.Hume’un akıldan değil fiziksel şartlardan<strong>ve</strong> ortamdan kaynaklanan, soyut <strong>ve</strong> mutlakolmayan, doğal bir saikten kaynaklanmayan<strong>ve</strong> iktisadî nitelikte bir adâlet anlayışısunduğunu ifade eden Eryılmaz, bu adâletanlayışının ancak herkesin adâlet ilkelerineuyması halinde gerçekleşebileceğinin dealtını çizdi.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziİslâm DüşüncesiMutezile’ninFelsefe Eleştirisi:HarezmliMutezili İbnü’l-Melâhimî’ninFelsefeye ReddiyesiMAMOrhan ŞenerKoloğluİbnü’l-Melâhimî’nin önemini daha iyi takdiredebilmek için Mihne sonrası Muteziletarihinin bilinmesinin gerekli olduğunubelirten Koloğlu, sunumuna bu sürecikısaca tasvir ederek başladı: Me’mûn,Mu‘tasım <strong>ve</strong> Vâsık dönemlerinde(218-234/833-849) halku’l-Kur’ângörüşü ekseninde meydana gelenMihne sorgulaması akabinde devletdesteğini kaybeden <strong>ve</strong> itibarıbüyük ölçüde zedelenen Mutezile,63


64MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMkendini revizyona tabi tuttu. Bu süreçte,“dış dünyaya (gayrimüslimlere) yönelikolarak geliştirilmiş bir kelam anlayışının,Müslüman bünyeye aynen uygulanamayacağı”sonucuna varan Mutezile, kendi içindeçok sert bir iç mücadeleye girişti. Bununsonucunda Ebû Hâşim el-Cübbâî (321/933)ile birlikte Behşemiyye çizgisi hâkim söylemolarak tebellür etti. Koloğlu’nun ifadesiyle“Mutezile tarihindeki gelmiş geçmiş en nakilcişahıs” olan Ebu Hâşim, kendi dönemindekieğilimlere uygun olarak Mutezili sisteminassa biraz daha yaklaştırdı. Kendisindenbir asır sonra ise Mutezile kelamı içerisindeBehşemiyye çizgisi yegâne söylem olarak kaldı.Felsefe metinlerinin tercüme edilmesifaaliyetlerinden sonra belirli ölçüde biretkileşimden bahsetmek mümkün olsada, Koloğlu’na göre, bu dönemde İslâmfelsefesinin henüz entelektüel bir aktörolmaması sebebiyle, sistemleştirmehareketinin son halkası olan KadıAbdulcebbâr’a kadar gelen dönemdeMutezile felsefeyi ciddiye almamıştı. Koloğlu,böyle bir sahnede son şeklini alan Mutezilekelamının felsefeden olabildiğince uzak birkelam olduğuna dikkat çekti. Ancak KadıAbdulcebbâr’ın öğrencisi, meşhur Hanefifakihi Ebü’l-Hüseyin el-Basrî ile birliktebu çizgide bir kırılma meydana geldi.Ebü’l-Hüseyin el-Basrî “kelamını felsefeile kirletmesi” sebebiyle Behşemiyye’dentard edilmişti. Koloğlu’na göre, İbn Sînâ’nında bu dönemde yaşadığı, hatta KadıAbdulcebbâr ile mektuplaştığı göz önündebulundurulduğunda, sözkonusu kırılmanınarkaplanı daha iyi anlaşılacaktır. Bu tarihtensonra Mutezile’nin iki ana damardandevam ettiğini belirten Koloğlu, bir yandan,Ebu Hâşim el-Cübbâî’den gelen <strong>ve</strong> KadıAbdulcebbâr’da son şeklini bulan, felsefedenolabildiğince uzak Behşemiyye ekolünü;diğer yandan, Ebü’l-Hüseyin ile ortaya çıkan,gelişmekte olan felsefenin etki alanına girenya da en azından kelama yeni açılımlarkazandırmada felsefî birikimden istifade etmeyoluna giden Hüseyniyye ekolünü zikretti.Hicri altıncı asrın başlarında, Mutezile’ninvarlığını sürdürdüğü Harezm bölgesindebu iki ekolün canlı olduğunu hatırlatanKoloğlu, Hüseyniyye’ye mensup olanİbnü’l-Melâhimî’nin o dönemdeMutezile’yi temsil eden en büyük kelamcıolduğunu belirtti. Aynı dönemde, İbnü’l-Melâhimî’nin kendisinden tefsir okuduğu<strong>ve</strong> kendisine kelam okuttuğu Zemahşerîise Behşemiyye’nin en büyük temsilcisiydi.Koloğlu, yaklaşık bir asır sonra yaşayan <strong>ve</strong>kelam eseri yazdığı söylenen Necmeddînez-Zâhidî dışında, İbnü’l-Melâhimî’yi “sonbüyük Mutezili” olarak nitelemenin mümkünolduğunu ifade etti.Koloğlu’na göre, Behşemiyye’ye yönelikherhangi bir tenkit çalışmasının sözkonusuolmayışı, bu grubun zir<strong>ve</strong>de olduğudönemde felsefenin entelektüel bir aktörolmamasına bağlanabilir. Ancak hicri V.asrın ikinci yarısından itibaren büyükbir nüfuz kazanan felsefenin artıkdikkate alınmaması mümkün değildi.Zaten İbnü’l-Melâhimî’den önce defelsefeyi yükselen bir tehlike olarakgören Gazzâlî meşhur Makâsıdu’lfelâsife<strong>ve</strong> Tehâfütü’l-felâsife’sini,Şehristânî de Musâra‘atu’lfelâsifeadlı eserlerini kaleme


almışlardı. Mutezile literatüründe iseMeşşâî felsefeye karşı yazılmış yegâne eserinİbnü’l-Melâhimî tarafından kaleme alınanTuhfetü’l-mütekellimîn fi’r-redd ale’l-felâsifeadlı eser olduğunu belirten Koloğlu, budurumu felsefenin zir<strong>ve</strong>de olduğu döneminMutezile’nin inkıraza uğradığı dönemetekabül etmesiyle ilişkilendirdi.Gazzâlî’nin felsefeyi eleştirirken onu birbütün olarak reddetmediğini, bilakis parçacıbir yaklaşımı benimsediğini söyleyen Koloğlu,İbnü’l-Melâhimî’nin ise, “tipik bir kelamcıbakış açısıyla” (kelamın cedel boyutunavurgu yaparak) muhalifini, yani felsefeyiolabildiğince kötü göstermeye çalıştığınıvurguladı. Ona göre, felsefeyi tamamenküfürle, felsefecileri de kâfir olmakla suçladığıiçin İbnü’l-Melâhimî’de “Müslüman filozof”kategorisi bulunmamaktadır.İbnü’l-Melâhimî’nin Tuhfetü’lmütekellimîn’initanıtan Koloğlu, eserinMutezili kelam sistematiğine göre kalemealındığını, “usul-i hamse” üst başlıklarıaltında Mutezile kelamında ele alınanbütün konuların klasik ulûhiyet, nübüv<strong>ve</strong>t<strong>ve</strong> semiyyat sıralamasına göre tartışıldığınıbelirtti. Konuşmacı, filozofların herhangibir görüşü olmadığı konularda dahi İbnü’l-Melâhimî’nin, adını <strong>ve</strong> eserini hiç zikretmesede, onlardan etkilendiğini düşündüğüGazzâlî’nin o konudaki görüşünü alarakfilozofların görüşü olarak eleştirdiğini söyledi.Koloğlu’ya göre eserin bir diğer özelliği,felsefe eleştirisi geleneğinde en fazla sayıdakonuya değinen eser olmasıdır. Koloğluayrıca, İbnü’l-Melâhimî’nin eserde Mutezilegörüşleri üzerinden filozofları eleştirmeklebirlikte, sonucun çıkmaza gireceği yerlerdeSünni görüşleri de kullandığına dikkat çekti.Koloğlu, İbnü’l-Melâhimî’nin felsefeyi ikitemel noktada eleştirdiğini belirtti: Öncelikle,felsefe bütüncül olarak cebri/determinist birsistemdir. Koloğlu’na göre, bu eleştiri İbnü’l-Melâhimî’nin Mutezili kimliğiyle doğrudanilişkilidir, zira Mutezili kabul edilen kişilerinayırdedici özelliği, insanın fiillerinde mutlakhür olduğunu savunmalarıdır. Dolayısıyla birMutezili için insanın fiillerindeki hürriyetinizedeleyecek herhangi bir görüşü savunmak,Koloğlu’nun deyişiyle “affolunmaz” birhatadır. Öte yandan İbnü’l-Melâhimî,felsefeyi bâtınî bir sistem olma noktasındaeleştirir: Filozoflar nassın zahirinin avamahitap ettiğini, nassın bâtınına ise kendilerininmuhatap olduklarını iddia ediyorlardı.Bu noktada Koloğlu, İbnü’l-Melâhimî’ninfelsefeyi bâtınî bir sistem olarak karakterizeetmesini, dönemin Bâtınî tehlikesindenhareketle filozofları gözden düşürmek içinyapılmış bir eleştiri olabileceğini belirtti.Sunumunun son bölümünde İbnü’l-Melâhimî’nin kaynaklarına değinen Koloğlu,onun Gazzâlî’den hiç bahsetmemeklebirlikte, Mekâsıdu’l-felâsife’yi görüp bundanistifade etmiş olabileceğini söyledi. İbnü’l-Melâhimî’nin Tehâfütü’l-felâsife’yi görmemişolabileceğini ifade eden Koloğlu, onunbu eseri görmüş olması durumunda daGazzâlî’nin Mutezili bakış açısından hemcebri hem de bâtınî olması nedeniyle,filozoflara karşı gerçekten reddiyeyazmanın Gazzâlî’nin işi olamayacağışeklinde değerlendirme yapmışolabileceğini ifade etti.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM65


66MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMDüşünce TarihiMecusi Geleneğinde TekTanrıcılık <strong>ve</strong> DüalizmMehmet Alıcı24 Mart 2012Değerlendirme: Selman ÜstündağMedeniyet Araştırmaları Merkezi’nindüzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisininMart ayındaki üçüncü programına MehmetAlıcı konuk oldu. Alıcı, İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesiSBE Dinler Tarihi <strong>Bilim</strong> Dalı’nda 2011 yılındatamamladığı “Mecusi Geleneğinde TekTanrıcılık <strong>ve</strong> Düalizm İlişkisi” adlı doktoratezi etrafında bir sunum yaptı.Öncelikle Mecusilikle ilgili bazı temelkavramları açıklayan Alıcı, çalışmasınınamacını Pers/İran medeniyetinin en köklüdini olan Mecusiliğin Tanrı düşüncesiniçözümlemek şeklinde ifade etti. Bu minvaldeMecusiliğin Tanrı düşüncesini Zerdüşt,Zerdüşt sonrası, Sasani <strong>ve</strong> modern dönemlerolarak dört temel süreç çerçe<strong>ve</strong>sindeinceleyen Alıcı, bu dönemlerin dinîliteratürlerini esas aldığını kaydetti.Zerdüşt’ün dönemini beş kitaptan oluşan(Yesna, Yeşt, Vendidat, Visperad <strong>ve</strong>Horde A<strong>ve</strong>sta) A<strong>ve</strong>sta metni üzerindendeğerlendiren Alıcı, bu dönemle ilgili ikifarklı yaklaşımı aktardı: Yesna, Yeşt <strong>ve</strong>Vendidat kitaplarına dayanan ilk yaklaşım,Zerdüşt’ün Mecusi geleneğini ıslah eden birreformist, yeni bir din kurucusu <strong>ve</strong> monoteisteğilimli birisi olduğunu vurgulayan Gathametinleridir. Diğer yaklaşım, aynı metinlereistinaden Zerdüşt’ün politeist bir görüşe,daha doğrusu tek Tanrı’nın yanında onayardımcı olan başka ilahî varlıkların dabulunduğunu savunan bir görüşe sahipolduğunu iddia etmektedir.Alıcı’ya göre, Zerdüşt sonrası dönem, dahaziyade Zerdüşt’ün geliştirmeye çalıştığıteolojik görüşün ifsat olduğu bir dönemolarak nitelendirilmiştir. Bu dönemdegörülen politeist düşünceler Ahura Mazda’yı(Zerdüşt’ün öğretisindeki mutlak yaratıcıyı)sadece iyiyi yaratan, kötüyü yaratmayan<strong>ve</strong> aynı zamanda başka varlıklara dakendisinden pay <strong>ve</strong>ren bir Tanrı halinegetirmiştir. Dolayısıyla Zerdüşt’ün kurduğuöğreti ters çevrilmiştir.Sasani teolojisinin, Mecusi geleneğiningeçirdiği evrelerden en sistematiği olduğunusöyleyen Alıcı, bu dönemde MecusiliğinSasani Devleti’nin resmi dini halinegelerek kurumsallaşmasının sözkonusuolduğunu belirtti. Böylece Mecusilik, ruhbansınıfının da yardımıyla, kendi doktrininioluşturabilmiştir. Ancak Alıcı’ya göre, budoktrin Zerdüşt’ün Tanrı algısından oldukçafarklılaşmış, yaratma eyleminin Ehrimen <strong>ve</strong>Ohrmazd arasında paylaştırılması suretiyledüalist bir yapı kurulmuştur: Ohrmazdsadece iyilik yaratabilirken, kötülükEhrimen’den gelmektedir. Her ikisindede yaratma gücünün bulunduğunainanılması, hangisinin ilk olduğu,kötülüğün kaynağı <strong>ve</strong> hangisininüstün geldiğiyle ilgili çeşitli sorularıntartışılmasına sebep olmuştur.Mecusi geleneğinin içindengeçtiği son dönem ise moderndönemdir. Hindistan’ın İngiltere


tarafından işgal edilmesi sonucunda, HintliMecusilerin ellerinde bulunan metinlerBatılılar tarafından tercüme edilmiş <strong>ve</strong> ilgiuyandırmıştır. Batılıların oryantalist bakışaçısıyla bu metinleri yorumlamalarınınMecusi geleneği üzerinde çeşitli etkileresebep olduğunu vurgulayan Alıcı, Mecusilerinbu süreçte pasif bir rolde bulunmalarının buetkilerin Mecusi geleneğine karışmasına yolaçtığını belirtti. Bu dönem hakkında Alıcı’nındikkat çektiği bir nokta da etik konusudur:Mecusilerde etik kuralları, iyi <strong>ve</strong> kötüüzerinde gerçekleşmiş olan pek çok tartışmasebebiyle sabittir, belirlidir. GünümüzdeMecusilerin uymaya çalıştıkları kuralların pekçoğu bu tartışmaların birer sonucudur.Zerdüşt’ün temelini attığı din öğretisininbaşlangıçta tek tanrılı bir yapı sergilemeeğiliminde olduğunu belirten Alıcı, Pers/İranmedeniyetinin daha önceki dinî geleneği gözönüne alındığında Zerdüşt’ün bu öğretisini,zaten politeist bir yapıda olan geleneğinyeniden gözden geçirilmesi şeklindeyorumlamak <strong>ve</strong> bir tecdit hareketi olarakdüşünmek mümkündür. Zerdüşt sonrasıdönemde ise, bilhassa kötülük problemiçerçe<strong>ve</strong>sinde A<strong>ve</strong>sta edebiyatı çok tanrılı birinanç sistemini ifade etmeye başlamıştır.Burada mutlak Tanrı ile iyiliği <strong>ve</strong> kötülüğüyaratan ikiz ruhları bulunmaktadır.Son olarak, A<strong>ve</strong>sta edebiyatında Zerdüşt’ünGatha’da bahsetmediği birtakım ilahîvarlıklara tapınmayla ilgili ifadelere derastlandığını hatırlatan Alıcı, kendisinigerek monoteist gerekse politeist olaraktanımlayanların Zerdüşt’ün kendileri gibiolduğunu iddia ettiklerini belirtti.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMSosyal <strong>Bilim</strong>lerDevlet, Ulus <strong>ve</strong>Seküler Tahayyül:Türkiye’deBaşörtüsüMeselesiSalih Emre Gerçek7 Nisan 2012Değerlendirme: Zehra ErcanMedeniyet Araştırmaları Merkezi’nindüzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisininNisan ayındaki ilk konuğu Salih EmreGerçek’ti. Gerçek, 2012 yılında EssexÜni<strong>ve</strong>rsitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde(Department of Go<strong>ve</strong>rnment) tamamladığı“State, Nation and Secular Imagination:Headscarf Issue in Turkey” başlıklı yükseklisans tezi çerçe<strong>ve</strong>sinde bir sunum yaptı.Sekülerizm üzerine bir çalışmanın nasılyapılabileceği sorusuyla konuşmasınabaşlayan Gerçek, sekülerizm <strong>ve</strong> ulus devlettahayyülü bağlamında başörtüsü yasağı <strong>ve</strong>ikna odalarının hangi mantıksal çerçe<strong>ve</strong>detemellendirildiği sorusuna cevap aradığınıbelirtti. Sekülerizm tanımıyla ilgili olarakGerçek, sekülerizmin ontolojik birduruma işaret ettiğini <strong>ve</strong> tanımınınyapılamayacağını belirtti. Ancaksekülerizmin normatif bir doktrinolarak tezahürlerinin spesifikörneklere bakarak anlaşılabileceğini,bu bağlamda başörtüsü yasağına67


68MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM<strong>ve</strong> ikna odaları uygulamalarına bakmanınsekülerizmin nasıl algılandığına ışıktutabileceğini ifade etti. En genel anlamdasekülerizm din <strong>ve</strong> devlet işlerinin birbirindenayrılması olarak tanımlandığını belirtenGerçek, Charles Taylor <strong>ve</strong> Kantçı liberallerindinî olmayan meselelerde ortak bir uzlaşımıngerekli olduğunu bu tanıma eklediklerinihatırlattı. Onlara göre, modern devlethiyerarşik bir yapıda değildir, modern devletteherkesin temsil ettiği farklı doktrinler olabilir,birarada sorunsuz bir şekilde yaşanması içinfarklılıkları koruyarak, herkesin üzerindeuzlaştığı, bütün doktrinlerden bağımsıznormatif bir politik zemin gereklidir, buzemin de sekülerizmdir. Dolayısıyla bu gibidüşünürler sekülerizmi evrensel politik birprensip olarak nitelemektedir.Antropolog Talal Asad’e atıf yapan Gerçek,onun sekülerizmi tanımlarken “seküler birvücud var mıdır?” sorusuna “seküler birvücudun olamayacağı, sekülerizmin biryaşam formu olduğu” cevabını <strong>ve</strong>rdiğinibelirtti. Bu tanımı somutlaştırmak için denizmetaforunu kullanan Asad’e göre, sekülerizmbir deniz ise insanlar onun içinde yüzenbireylerdir. Sekülerizmi ontolojik bir sorunolarak düşünen Asad, sekülerizmin tanımınınyapılamayacağını varsaymaktadır.Sekülerizmin modern zamanlardatartışılmasını modern insan algısı iledoğrudan alakalı gören Gerçek, iç içe geçmişkimliklerden değil kimliklerin toplamındanibaret olan modern insanın tamponlu biryapıda farzedildiğini hatırlattı: Böylesine birmodern insan, dininden feragat etmedenaşkın bir politik alanda herkesle buluşabilir.Sekülerizmin Türkiye’deki uygulamaalanına dikkat çeken Gerçek, devletinmistikleştirilmiş soyut bir yapı olduğunuvurguladı. Gerçek’e göre, devletin hemseküler <strong>ve</strong> tarafsız hem de milliyetçi olmasıbir çelişkidir, zira milliyetçilik devletintarafsızlığını ihlal eden bir ilkedir. Devlettarafsız olmaktan ziyade, Louis Althusser’inkullandığı anlamda, tüm ideolojik aygıtlarıseferber ederek bütün sınırları belirlemeye<strong>ve</strong> onları tahakküm altına almaya çalışan biryapıdır. Devletin din konusundaki tutumu,din <strong>ve</strong> devlet işlerini ayrıştırmaktan daha çokdin üzerinde tahakküm kurmaktır <strong>ve</strong> Diyanetde bu tutumun en somut örneğidir.Bu bağlamda Gerçek, “başörtüsü yasağıbize ne söyler?” sorusuna <strong>ve</strong>rilebilecekmuhtemel cevaplara da kısaca değindi:Türkiye’de, Althusser’in ifadesi ile ideolojikaygıtlar her alana nüfuz etmiştir. Devlet,Michel de Certeau’nun kullandığı anlamdastratejilerini bu <strong>ve</strong>silelerle kurar. Halk bustratejiler dâhilinde dönüşürken kendidünya görüşlerine uymayan birtakımunsurları alarak belli taktikler çerçe<strong>ve</strong>sindeonları dönüştürürler. Bu, sistem içi birdönüşümdür. İdeolojik aygıtlarla ilişkisi olanherkes sistemin bir evladıdır <strong>ve</strong> sadece bellitaktiklerle sistem içinde farklılaşırlar.Sekülerizmin pratik uygulamalarınada değinen Gerçek, “eğer sekülerizmfarklılıkların birarada yaşaması için üretilenbir çözüm önerisiyse, neden politik biramaç olarak hegemonlaştı ya da din <strong>ve</strong>devlet işlerini ayırma ideali realitedenasıl tezahür etti?” sorusunun cevabınıbaşörtüsü yasağı <strong>ve</strong> ikna odalarıçerçe<strong>ve</strong>sinde ele almaya çalıştığınıbelirtti. Başörtüsü probleminin1980’lerden sonra yükselmesininaslında bir tesadüf olmadığını ifadeeden Gerçek, o dönemde sınıfsalhareketlerin artmasına bağlıolarak başörtülü dindar bir ortaüst sınıfın ortaya çıkmasının


önemli bir etken olduğunu belirtti. Budurum ise Kemalist habitusta bir tehditalgısı oluşturmuştur. Yapısalcı zihniyetbaşörtülü kadınları, Kemalist habitusa göresapkın (deviant) olarak değerlendirmiş <strong>ve</strong>onları hizaya getirilmesi gereken bireylerolarak algılamıştır. Başörtülü kadınlararehberlik ederek onları Kemalist habitusauygun hale getirmek, kutsal bir görevaddedilmiştir. Bunun neticesinde de, devletinnimetlerinden faydalanmaya çalışan, ışığadeğdiği halde tam olarak aydınlanmamış/dönüşmemiş, hatta temsil ettiği metafizikilkelerle modern perspektifi sentezleyerekdönüştürmüş bir figür olan başörtülükadınlara rehberlik etmek amacıyla iknaodalarının kurulduğunu ifade etti.İkna odlarında, öncelikle başörtülü kadınlarınsınıfsal konumunu açıklığa kavuşturmakiçin birtakım sorular sorulmuş, buna binaenbazılarına ekonomik destek vaadedilerekbaşörtülü kadınlar ikna edilmeye çalışılmıştır.Bu türden ekonomik vaatlere direnenlere isedevletin laik bir devlet olduğu <strong>ve</strong> başörtüsününkamusal alanda temsil edilemeyeceğivurgulanarak bu yönde zorlamalardabulunulmuştur. Gerçek’e göre, ikna odalarıörneğinde başörtüsü sorunu sadecesekülerizmin sorunu olarak değil aynı zamandabir tür sınıf çatışması <strong>ve</strong> Kemalist habitusundirenişinin bir tezahürü olarak da nitelenebilir.Modern devletin tarafsızlığını bir mitten ibaretgördüğünü ifade eden Gerçek, modernite<strong>ve</strong> tahakkümün birbirinden ayrılmaz ikiunsur olduğunu belirtti. Gerçek’e göre,Taylor’ın iddia ettiği şekliyle saf <strong>ve</strong> metafizikkabullerden bağımsız politik bir etiktenbahsedilemez; çünkü etik, ontolojidenbağımsız salt epistemolojik bir çaba değil, aynızamanda pratik bir çabadır da.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMSosyal <strong>Bilim</strong>lerİslâm <strong>ve</strong>SekülerizminSiyasetiNurullah Ardıç14 Nisan 2012Değerlendirme: Harun KüçükaladağlıMedeniyet Araştırmaları Merkezi’nindüzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisininNisan ayındaki ikinci konuğu İstanbul ŞehirÜni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyoloji Bölümü öğretimüyelerinden Nurullah Ardıç’tı. ProgramdaArdıç, Islam and the Politics of Secularism:The Caliphate and Middle EasternModernization in the Early 20th Century(Routledge, 2012) adlı eseri çerçe<strong>ve</strong>sindeOsmanlı-Türk sekülerleşmesi sürecini,İslâm <strong>ve</strong> siyaset ilişkisini <strong>ve</strong> bu çerçe<strong>ve</strong>deözellikle hilafet kurumunun dönüşümünüanlattı. Ardıç, 2009 yılı başında CaliforniaÜni<strong>ve</strong>rsitesi/Los Angeles’da (UCLA)tamamladığı doktora tezinin genişletilmişhali olan kitabının temel teorik argümanının,Osmanlı-Türk modernleşmesi sürecindeİslâm <strong>ve</strong> seküler siyaset arasındaki ilişkinin(literatürdeki yaygın kanaatin aksine)“baskın” niteliğinin “çatışma” değil“intibak” (accommodation) olduğunuifade etti.Ardıç, hem yeni tarihsel malzemekullanarak hem de mevcutmalzemeye yeni bir teorik yaklaşımgetirerek literatüre iki temel69


70MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMkatkı yaptığı çalışmasında, XIX. yüzyılınbaşlarından XX. yüzyılın ilk çeyreğineodaklanmakta <strong>ve</strong> ampirik olay olarakhilafetin seküler bir dönüşüme uğradıktansonra kaldırılışını ele almaktadır. Ardıç’agöre, İslâm <strong>ve</strong> siyasetin iç içe geçtiği birkurum olarak hilafet, sözkonusu döneminseküler elitleri açısından İslâmî geleneğitemsil etmiş <strong>ve</strong> terk edilmesi gereken birkurum olarak düşünülmüştür. Dolayısıylahilafetin kaldırılması, İslâm <strong>ve</strong> seküler siyasetarasındaki ilişkiyi açık bir şekilde gösterenörnek olay niteliğini taşımaktadır.Ardıç, kitabında tartışmayı iki literatürüzerinden yaptığını belirtti. Bunların ilkiMarx, Durkheim <strong>ve</strong> Weber’in formüle ettiği,genel olarak dinin etkisinin modernleşme<strong>ve</strong> sanayileşme süreciyle birlikte azalacağınıiddia eden “sekülerleşme tezi” ile dinsosyolojisindeki türevlerinin oluşturduğuliteratürdür. Ardıç’a göre, bu tez coğrafîaçıdan kısıtlı bir yaklaşım içerdiği içinHristiyan-Batı dışı coğrafyayı açıklamadapek de kullanışlı değildir. Bu teoriye karşıBatı toplumlarını da içine alan, bir biçimdemodernleştikçe dinin etkisini arttırdığışeklinde özetlenebilecek “din ekonomileri”gibi yeni yaklaşımlar ortaya çıktığını belirtenArdıç, kitabında bunları da ele alaraktartıştığını vurguladı.İkinci olarak, Osmanlı-Türk modernleşmesiliteratürünü ele alan Ardıç, bu literatürüiki ana gruba ayırdı: Sekülerleşme teziniaynen alarak, İslâm <strong>ve</strong> seküler siyasetarasında sürekli bir çatışma olduğunu <strong>ve</strong>bunun sonucunda da İslâm’ın yenileceğinisavunan “çatışmacı yaklaşım” ile bu ilişkinindaha karmaşık bir yapıda olduğunu <strong>ve</strong>çatışma görülmekle birlikte özellikle söylemdüzeyinde “intibak”ın daha baskın olduğunuöne süren yaklaşım. Ardıç, Osmanlı-Türkmodernleşmesi incelemelerinde literatürünbüyük bölümünün din sosyolojisindekisekülerleşme tartışmalarına odaklandığınıifade etti. Dolayısıyla soruna Batı merkezlibakarak İslâm <strong>ve</strong> seküler siyaset arasındakiilişkiyi çatışma yaklaşımı çerçe<strong>ve</strong>sindeincelediğini vurgulayan Ardıç, sadece buyaklaşım ile konuyu açıklamanın yetersizolacağını belirti. Ayrıca, İslâm <strong>ve</strong> modernitearasındaki ilişkide çatışma paradigmasınınfelsefî <strong>ve</strong> pratik düzlemde görülen örneklerinerağmen, baskın niteliğin “intibak” kavramıylaaçıklanabileceğini öne sürdü. Ardıç, bunedenle kitabın temel sorusu olan din-devlet<strong>ve</strong> din-sekülerizm ilişkisini hilafet örnek olayıüzerinden intibak paradigmasını kullanarakaçıkladığını kaydetti.Kitabında başlıca iki yöntem kullandığınıbelirten Ardıç, makro seviyede tarihselmukayeselianaliz, mikro düzeyde ise söylemanalizi yöntemlerini kullandığını ifadeetti. Kitabın ilk bölümünde XIX. yüzyılınbaşlarından 1930’lara kadar resmi belgeler,parti programları ile siyasî <strong>ve</strong> entelektüelaktörlerin söylemlerini inceleyerek buintibak kavramının giderek modernleşentarihsel bağlam içerisinde nasıl tezahürettiğini gösterdiğini belirtti. Hilafetmeselesine odaklandığı ikinci bölümde ise,siyasetçiler <strong>ve</strong> entelektüellerden oluşan<strong>ve</strong> “seküleristler”, “modernistler” <strong>ve</strong>“gelenekçiler” olarak sınıflandırdığıaktörler arasında XX. yüzyılınilk çeyreğinde vuku bulansiyasî <strong>ve</strong> ideolojik çekişmedetartışmanın her iki tarafının dason derece yoğun bir İslâmîsöyleme başvurduklarını,


kendi siyasî pozisyonlarını böyleliklemeşrulaştırdıklarını belirterek bunlaraçeşitli örnekler <strong>ve</strong>rdi. Tanzimat <strong>ve</strong> Islahatfermanları ile 1876, 1921 <strong>ve</strong> 1924 anayasalarıörneklerinde olduğu gibi, uygulanan siyaset<strong>ve</strong> reformlarda İslâm’a dayanan meşru birtemel oluşturmak amacıyla kutsal metinlereatıf, İslâm tarihine seçmeci yaklaşım gibi31 Mart 2012söylem stratejilerine başvurulduğunu anlatanDeğerlendirme: Sabri AkgönülArdıç, hilafetin XX. yüzyılın ilk çeyreğindekidönüşümü örneğinde de benzer yöntemlerinİslâm medeniyetindekikullanıldığını belirterek, özellikle seküleristgrubun söylemlerinin araçsal nitelikteolduğunun altını çizdi.Ayrıca hilafet üzerine yapılan tartışmalarıTürkiye dışındaki bağlamlarla da karşılaştıranArdıç, hilafetin “çevresi” konumundaki ArapYarımadası, Kuzey Afrika <strong>ve</strong> Hindistan’dakiİngiliz <strong>ve</strong> Fransız sömürgeciliği odağında yeralan tarihsel gelişmelerle bu tartışmalarınnasıl yoğrulduğunu da incelediğini belirtti.Ardıç, tüm bunlardan yola çıkarak, Osmanlı-Türk sekülerleşme sürecinde İslâm <strong>ve</strong> sekülerdüzenlendi.siyaset arasındaki ilişkinin “çatışma”danziyade “intibak” olarak tanımlanabileceğiniifade etti.Literatüre yaptığı katkı açısından önemlibir boşluğu dolduran eserin bazı kısımlarınıkatılımcılardan gelen sorular çerçe<strong>ve</strong>sindeayrıntılandıran Ardıç’ın sunumu,Osmanlı <strong>ve</strong> Cumhuriyet aydınlarının dineyaklaşımları, Cumhuriyet tarihi boyuncasekülerleşme sorunu, Batı <strong>ve</strong> Osmanlı-Türksekülerleşmelerinin mukayesesi hakkındakisoru <strong>ve</strong> katkılarla sona erdi.MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM71MAM PanelMedeniyetleriKarşılaştırmak:George MakdisiÖrneğimedrese ile Batı/Avrupa medeniyetindekikolej (college) sistemi arasındaki benzerlikleri<strong>ve</strong> çakışmaları büyük bir titizlikle inceleyenGeorge Makdisi’nin Türkçeye tercüme edilenİslâm’ın Klasik Çağında Din-Hukuk-Eğitim(2007), İslâm’ın Klasik Çağında <strong>ve</strong> HristiyanBatı’da Beşeri <strong>Bilim</strong>ler (2009) <strong>ve</strong> Ortaçağ’daYüksek Öğretim (2012) adlı çalışmaları<strong>ve</strong>silesiyle Medeniyet Araştırmaları Merkezitarafından “Medeniyetleri Karşılaştırmak:George Makdisi Örneği” başlıklı bir panelOturum başkanı İstanbul Şehir Üni<strong>ve</strong>rsitesiöğretim üyesi Eyyüp Said Kaya, panelde önceMakdisi’nin hayatı <strong>ve</strong> akademik çalışmalarıile ilgili kısaca bilgi <strong>ve</strong>rdi. Makdisi’ninSorbonne Üni<strong>ve</strong>rsitesi’ndeki doktoratezinde, Selefi-Hanbeli çizgiden gelen birâlim olan İbn Akîl hakkında çalıştığını<strong>ve</strong> ardından Harvard Üni<strong>ve</strong>rsitesi’ndehicri V. asır Bağdat’ıyla ilgili on altıyıl boyunca çalışmalar yaptığınıaktardı. Makdisi’nin medeniyetlerikarşılaştırmaya başlaması da budöneme denk düşmektedir. CharlesHomer Haskins’in Avrupa eğitim


72MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMtarihinde bir dönüm noktası sayılanmeşhur eseri The Rise of Uni<strong>ve</strong>rsities’enazire olarak 1981 yılında The Rise ofColleges: Institutions of Learning in Islamand the West (Ortaçağ’da Yüksek Öğretim:İslâm Dünyası <strong>ve</strong> Hristiyan Batı) adlı eserinikaleme almıştır. Makdisi, kitapta klasik İslâmîilimlerin (tefsir, fıkıh, hadis <strong>ve</strong> kelam) sosyalhayatta kurumsallaşmış görünümlerini<strong>ve</strong> medreseleri incelemektedir. Kaya,Makdisi’nin neredeyse bütün makalelerininesas olarak The Rise of Colleges’da sorduğusoruların bir tür şerhi <strong>ve</strong> haşiyesi niteliğindeolduğunu vurguladı.Panelin ilk konuşmacısı TDV İslâmAraştırmaları Merkezi’nden Ali HakanÇavuşoğlu’ydu. Makdisi’nin Ortaçağ’dakiyükseköğrenimle ilgili The Rise of Colleges’dayaptığı tespitlere değinen Çavuşoğlu,Makdisi’nin eserde “skolastik eğitim metodu”adını <strong>ve</strong>rdiği fakat aslında “medrese eğitimmetodu” denebilecek sistemden <strong>ve</strong> bu eğitimmetodunun Batı’daki kolej <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsitesistemine olan etkisini incelediğini söyledi.Ayrıca eserde medrese eğitimi ile Batı’dakiüni<strong>ve</strong>rsite <strong>ve</strong> kolej sistemini mukayese edenMakdisi, İslâm düşünce tarihinde “ehl-ihadis” <strong>ve</strong> “ehl-i rey” olarak bilinen, Batılıliteratürde ise “gelenekçilik” <strong>ve</strong> “akılcılık”olarak karşılanan iki ana akımı tahlil etmeyeçalışmıştır. İslâm düşüncesinin skolastisizm<strong>ve</strong> hümanizm gibi iki önemli hareket içindehayat bulduğunu ileri süren Makdisi,bunlardan ilkini The Rise of Colleges’da,ikincisini ise The Rise of Humanism inClassical Islam and the Christian West’de(1991) incelemektedir. Diğer yandan Makdisi,İslâmiyatçı kimliğiyle İslâm düşünce tarihiüzerine çalışırken Batı’da ortaya çıkaniki tartışmaya da etkide bulunmuştur.İlk tartışma, İslâm’ın klasik döneminde“lonca” olarak bilinen bir meslekî teşkilatınmevcut olup olmadığı meselesidir. Butartışmada Makdisi, kendi araştırmalarınadayanarak fıkıh mezheplerinin birerlonca olabileceği kanaatine varmakta<strong>ve</strong> İslâm’ın klasik döneminde de Batı’daolduğu şekliyle lonca teşkilatlarının mevcutolduğunu savunmaktadır. Makdisi’ninBatı’da dâhil olduğu tartışmaların ikincisiise üni<strong>ve</strong>rsitelerin kökeniyle ilgilidir.Kendisinden önceki çalışmalar Batı’daXI.-XIII. yüzyıllar arasında ortaya çıkanüni<strong>ve</strong>rsitenin kökenini ya da beslendiğikaynakları Roma <strong>ve</strong> klasik Yunanmedeniyetlerinde ararken, Makdisi yaptığıincelemelerde farklı bir sonuca varmaktadır:Üni<strong>ve</strong>rsite sistemi olmasa da üni<strong>ve</strong>rsiteyiortaya çıkaran kolej sistemi doğrudanİslâm dünyasındaki medrese sistemindenetkilenmiştir. Makdisi, medrese <strong>ve</strong> kolejkurumlarının öğretim metotları arasındakiortaklıklara <strong>ve</strong> bu iki kurumda kullanılanterim <strong>ve</strong> kavramlar arasındaki birebirörtüşmelere dayanarak bu argümanınısağlamlaştırmaktadır.Çavuşoğlu, Makdisi’nin kolej sistemininmedrese eğitim modelinden etkilendiğidüşüncesini daha iyi göstermek için ikibaşlığın açıklanmaya muhtaç olduğunaişaret etti. Bunların ilki, skolastisizm <strong>ve</strong>hümanizm hareketlerinin doğru ifadeedilmesidir. Skolastik metodun Türkeğitim sisteminde anlatıla geldiğişekilde olumsuz <strong>ve</strong> dogmatik birsistem olmadığının altını çizenÇavuşoğlu, tersine, tartışmaya <strong>ve</strong>münazaraya dayalı başlı başına


ir sistem olduğunu <strong>ve</strong> zannedildiği gibidoğrudan dinin teolojik boyutuyla değil fıkıh(hukuk) eğitimiyle ilgili olduğunu belirtti.Makdisi’ye göre medresede <strong>ve</strong>rilen skolastikeğitim metodunun üç önemli aşamasıvardır: (i) Mütefakkih aşaması: İslâm’ındoğru yorumunu ortaya koyabilecek kişileryetiştirmek. (ii) Ashâb aşaması: Bir fakihinyetiştirdiği öğrenciler içinde, hocalarıyla dahafazla çalışarak ihtisas düzeyinde eğitim almışkişilerin bulunduğu aşama. Bu aşamadacedel ilmi de öğretilir. (iii) Fakîh aşaması:Bu aşamada artık icazet <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> öğrencileremüderris olup ders <strong>ve</strong>rme yetkisi (icâzetü’ttedrîs)tanınır.Çavuşoğlu’na göre, açıklanmaya muhtaçikinci başlık ise, medreselerdeki skolastikmetodun Batı’daki izdüşümlerinin nelerolduğu meselesidir. Makdisi’ye göremedreselerdeki eğitim metodunun her üçaşamasının da kolejlerde belli bir tekabüliyetivardır: Yaklaşık dört yıl süren mütefakkihaşamasının kolej sistemindeki iz düşümülisans öğrenciliğidir. İkinci aşama, yaklaşıkon <strong>ve</strong>ya on beş yıl süren lisansüstü eğitiminekarşılık gelir. Üçüncü aşamadaki fakih ise,Batı’daki hukuk doktoruna tekabül eder.Panelin ikinci konuşmacısı olan TDV İslâmAraştırmaları Merkezi’nden H. TuncayBaşoğlu, Makdisi’nin hümanizm (beşeribilimler) konusundaki katkılarından bahsetti.Beşeri bilimlerden bahsederken Makdisi’nindaha ziyade aristokrat <strong>ve</strong> entelektüelçevrelerde rağbet bulan bir eğitim tarzınıtasvir ettiğini belirten Başoğlu, onun beşeribilimleri üçlü bir ilim tasnifine tabi tutuğunuifade etti: Şer‘i ilimler, felsefî ilimler <strong>ve</strong> edepilimleri. Başoğlu, bir edîbin, entelektüelinsahip olduğu kültürün sadece edeb ilimleriile sınırlı olmadığını <strong>ve</strong> şer‘i ilimler ile felsefîilimler gibi değişik alanlarda da birikim sahibiolmasının beklendiğini vurguladı. Ayrıca,Makdisi’ye göre hem hümanizm hareketininhem de skolastisizm hareketinin asıl kaynağıd<strong>indir</strong>. Makdisi, hümanizm hareketininskolastisizm hareketinden önce geldiğiniiddia etmektedir. Başoğlu, Makdisi’nin builimlerin nasıl öğrenildiği konusuna da dikkatçektiğini aktardı. Makdisi’ye göre, üstattalebeilişkisi metoduyla öğretilmeyen builimler, en azından bürokrat <strong>ve</strong> entelektüelçevrelerden gelenler için medrese sistemiiçerisinde öğretilmiyordu. Fakat Abbasidönemine gelindiğinde bu metodun yeterliolmamaya başlamasıyla kendi kendineöğrenme denilebilecek bir sistem ortayaçıkmıştır. Makdisi ilimler tasnifine daireserlerin de kendi kendine öğrenmeyibeslemek <strong>ve</strong> kolaylaştırmak gibi bir kılavuzlukgörevi gördüğünden bahsetmektedir. AncakBaşoğlu, ilimler tasnifinin başka felsefîgerekçeleri olduğunun Makdisi tarafındangöz ardı edildiğini söyleyerek onun ilimlertasnifini tüketici anlamda incelemediğini dehatırlattı.Panelin son konuşmacısı Harun Yılmaz ise,tebliğini üç ana bölüm halinde sundu. İlkolarak, “Makdisi’den önce medreselerüzerine neler yazıldı?” sorusuna yanıt<strong>ve</strong>rmeyi hedefledi. Makdisi’den ev<strong>ve</strong>lIgnaz Goldziher’in Introduction toIslamic Theology and Law adlı eseriylenizamiyeler üzerinden medreselertartışmasına girdiğini söyleyenYılmaz, Goldziher’in iddiasınıMedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAM73


74MedeniyetAraştırmalarıMerkeziMAMşu şekilde özetledi: İslâm dünyasındamedreseler Eşariliği savunmak içinkurulmuş müesseselerdir <strong>ve</strong> akılcılıkgelenekçilikmücadelesinde Eşariliğinmedreseler üzerinden akılcılığa, Mutezilemezhebine karşı bir zafer kazanmıştır.Yılmaz, ikinci olarak Johannes Pedersen’inmedreseler hakkında söyledikleriniaktardı. Pedersen’a göre, İslâm dünyasındamedreseden bahsedilemez, asıl olanmescitlerdir; zaten medrese de mescitlerdenbağımsız bir müessese değildir. Üçüncüisim olarak da Ahmed Çelebi’ninyazdıklarına değinen Yılmaz, Çelebi’ninmedrese hakkındaki yorumunu şöyledeğerlendirdi: Medrese tamamen fizikîşartların zorlamasıyla ortaya çıkmıştır, zirabir müddet sonra mescitlerde devam edenilmî faaliyet çoğalarak arttığı için dahakapsamlı olan medreselere ihtiyaç duyuldu.Makdisi, kendisinden önceki bu yorum<strong>ve</strong> iddiaları reddedip medreselerin asılamacının fıkıh öğretmek olduğu iddiasınıBağdat’taki nizamiyelerle desteklemektedir.Makdisi’ye göre, sadece fıkha hasredildiği<strong>ve</strong> fıkıh dışındaki ilimler onun dışına itildiğiiçin medresenin dışlayıcı bir karakteri vardır.Ayrıca, Makdisi mescitte <strong>ve</strong> medresededevam eden ilmî faaliyet arasında da kesinbir ayrımda bulunmaktadır. Mescitteki dershalkalarının daha genel <strong>ve</strong> herkese açıkolduğunu söylerken, medreselerdeki ilmîfaaliyetin yükseköğretim denilen <strong>ve</strong> belli birilmî seviyeye erişmiş talebeleri kabul eden biryapısı olduğunu söyler.Makdisi’nin medrese modeline yöneliktenkitlerden de bahseden Yılmaz, ilk isimolarak Abdul Latif Tibawi’yi zikretti. Tibawi,Makdisi’nin çok iyi organize olmuş <strong>ve</strong> boşlukkabul etmeyen yapısına dair söylediklerinieleştirmekte <strong>ve</strong> medreselerin Eşarilik <strong>ve</strong>fıkıhla irtibatlı bir kurum olduğu iddiasınıreddetmektedir. Makdisi’yi eleştiren ikinciisim olarak Gary Leiser’i sayan Yılmaz,Leiser’in medreselerin kurulma sebebinedair tezini, Fatımî ulemaya karşı Sünniulemayı destekleme siyaseti şeklindeözetledi. Ardından, Joan Elizabeth Gilbert’inŞam medreseleri üzerine yaptığı araştırmasonucunda eriştiği sonuçlara değinen Yılmaz,Gilbert’in tezini de medreselerin İslâmhukukunu topluma yaymak maksadını güdenmeslekten âlim grupları yetiştirmek amacıylakurulduğu şeklinde aktardı.1990’lı yıllarda Makdisi’yi tenkit hususundaJonathan P. Berkey, Michael L. Chamberlain<strong>ve</strong> Daphne Efrat’ın çalışmalarına değinenYılmaz, bunların Makdisi’ye yönelik enbüyük eleştirilerinin onun anakronizmhatasıyla ilgili olduğunu söyledi. Bubağlamda araştırmacılar, Makdisi’ninBatılı anlam haritasında anlamlı yeri olanama İslâm toplumlarında yeri olmayankavramları kullanmasını kritik ettiler.Makdisi’ye yöneltilen bir diğer tenkit ise,İslâm Dünyasının coğrafî genişliğiningetirdiği çeşitlilik <strong>ve</strong> farklı karakterlerdenötürü medreselere yönelik bir genellemeyapılamayacağıdır. Problematiklerin dedeğiştiğini belirten Yılmaz, Makdisi’yekadar medrese literatürünün“medreseler niçin ortaya çıktı?”sorusunu sorarken 1990’lı yıllardansonra artık “medreselerin konumu<strong>ve</strong> fonksiyonu neydi?” sorusunusormaya başladığını ifade etti.


molaHazırlayan: Turgal ŞafakSen Bir Kuş Olur Gidersin Bir TrenleCahit ZarifoğluUzun bir geçmişimiz varHiç yorulmadanEn azından bir kereeğlenceli beşikha biz varızha biz maskeli baloSaygıya durup üstün bir gecedeBir sır payı katlayıpsade bir kah<strong>ve</strong>denKeyifsiz bir detayın hükmüyleha biz yokuzha biz seferdeYa bu kez ölenleri görmeliysekYa sen kuş olup gitmeliysen bir trenleParka dolalımPark bizi alır önceSeyrimizden bir sabah kazanırEğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförleSayısız rampaya katlanırya güneşten daha zenginsofraya diz çökerizya sen kuş olup gidersin bir trenleOysa sergimize kuşlar gelir uzanır.


5 Nisan 2012Değerlendirme: Reyhan ÇorakSAM Kırkambar TezII. Bayezid DönemiTezhip <strong>Sanat</strong>ıGülnihal KüpeliProf. Dr. Çiçek Derman yönetiminde,Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Güzel <strong>Sanat</strong>lar EnstitüsüGeleneksel Türk El <strong>Sanat</strong>ları AnasanatDalında 2007 yılında hazırladığı “II. BayezidDönemi Tezhip <strong>Sanat</strong>ı” başlıklı doktora teziyleKırkambar Tez-Makale Sunumları’nın konuğu,bu alanda yapılmış altıncı akademik çalışmanınyazarı Gülnihal Küpeli oldu.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMTezinin amacını, “Osmanlı tezhip sanatıiçinde gölgede kalmış bir dönemi analizci biryöntemle incelemek, Osmanlı sanatı üsluplarıiçindeki yerini belirlemek <strong>ve</strong> bu dönemi birsanatkâr gözüyle ele almak” şeklinde sıralayanGülnihal Küpeli, çalışmasını “Giriş” <strong>ve</strong> “Sonuç”bölümleri hariç altı başlıkta toplamaktadır.Birinci bölümde dönemin siyasî <strong>ve</strong> kültürelortamı hakkında genel bilgiler <strong>ve</strong>rilmiş, devrinsanat üzerindeki etkilerinden bahsedilmiştir.İkinci bölümde Osmanlı saray nakkaşhânesininhenüz düzenli olmayan çalışma biçimi <strong>ve</strong> II.Bayezid döneminde bir sisteme oturtulmasıüzerinde duran Küpeli, ilk defa düzenlikayıt tutma geleneğinin de bu dönemdebaşlatılmış olduğunu ifade etti. Eserlerindeimza bulunan bulunmayan nakkaşların <strong>ve</strong>müzehhiplerin tespiti <strong>ve</strong> görsel malzemelerledönem içindeki yerlerinin değerlendirilmesiyine ikinci bölümün konularını oluşturmuştur.Bu bölümde II. Bayezid devrinin tezhipüslubunu en iyi yansıtan üç nakkaş; Hasan b.Abdullah, Fazlullah Nakkaş <strong>ve</strong> Derviş Mahmudolarak tesbit edilmiş. Dönemin üslubunuşekillendiren bu sanatçıların, eserlerine imzaatmış olmalarının öneminden <strong>ve</strong> her birininfarklı bir üslubun temsilcisi olmalarındanSAM Yuvarlak Masa ToplantılarıKKIRKAMBAR TEZII. Bayezid Dönemi Tezhip <strong>Sanat</strong>ı Gülnihal Küpeli • 5 Nisan 2012KIRKAMBAR SOHBETTürkiye’de Dilbilimi Çalışmalarının Bugünkü Durumu Hayati De<strong>ve</strong>li • 16 Şubat 2012İstanbul’da Kadınların Yaptırdığı Çeşmeler Hatice Aynur • 3 Mart 2012Osmanlı’dan Günümüze Ayasofya Görünümleri Hasan Fırat Diker • 10 Mayıs 2012KIRKAMBAR KİTAPTürk Romanında Yazar <strong>ve</strong> Başkalaşım Jale Parla • 17 Mart 2012İktidar Oyunları <strong>ve</strong> Resimli Kitaplar: Tülün Değirmenci • 7 Nisan 2012II. Osman Devrinde Değişen Güç Simgeleri76KüreselAraştırmalarMerkeziKIRKAMBAR ÖZEL ETKİNLİKKOD 333 Bir Yasağa Baştan Bakmak Gülnur Güner • 3 Nisan 2012KAMSANAT TARİHİNE MÜMKÜN BAKIŞLARBir <strong>Sanat</strong> Formu Olarak Hareketli Görüntü Ahmet Albayrak • 14 Ocak 2012Mekân/Yazı/Ses: Osmanlı’da Kadınların Camii Nina Ergin • 22 Mart 2012Hamiliğine İlişkin Bir İnceleme<strong>Sanat</strong>ta Doğu İmgesi Semra Germaner • 14 Nisan 2012Modern <strong>Sanat</strong> Tarihi Nasıl Yazıldı? Zeynep Yasa-Yaman • 17 Mayıs 2012KLASİK TÜRK EDEBİYATI KONUŞMALARIEski Bahçeye Bir Nev-Râh Açmak:Kadim Metinlere Yeni Bir Gözle Bakmak Dursun Ali Tökel • 19 Ocak 2012Eski Köye Yeni Âdet Getirmek (mi?): Klasik Metinleri İsmail Güleç • 25 Şubat 2012Modern Kuramlarla Anlamak Mümkün müdür?Osmanlı Edebiyatında Himaye Geleneği Üzerine Düşünceler Tuba Işınsu İsen Durmuş • 23 Mart 2012Klasik Türk Edebiyatı Ekseninde Türk- Fars Münasebetleri Ahmet Kartal • 13 Nisan 2012FOTOĞRAF NEYİ ANLATIR?Bir Fotoğraf Projesi Hazırlamak: Arabesk Haluk Çobanoğlu • 29 Mart 2012TÜRKİYE’DE SİNEMA DERGİCİLİĞİ SÖYLEŞİLERİModern Zamanlar: Merkezin Uzağında Sinema Dergiciliği Tuncer Çetinkaya • 28 Ocak 2012Sinema Dergilerinin Türkiye Sinemasına Etkisi Zahit Atam • 3 Mart 2012PANELKorku <strong>ve</strong> Yakarışın Menzilleri: 21 Nisan 2012Zarifoğlu <strong>Sanat</strong>ının İmkânları


ahsedilmiştir. Bu dönem eserlerinde tesbitedilen, az renk kullanılması, altın <strong>ve</strong> laci<strong>ve</strong>rtdengesinin korunması, bezeme alanında“sayfa formu”na geçilmiş olması, simetrininçok fazla kullanılması <strong>ve</strong> ara pervazların çok azkullanılması gibi özellikler, devrin genel üslupanlayışını tayin eder.Küpeli, bir analiz çalışması olan <strong>ve</strong> tezinen hacimli kısmını oluşturan “KatalogBölümü”nün, dönemin en seçkin dokuz eseriüzerinden hazırlandığını ifade etti. Bu eserler,Türk hat ekolünün kurucusu <strong>ve</strong> II. Bayezid’inde hocası olan Şeyh Hamdullah tarafındankaleme alınmış Kur’an-ı Kerim’lerdir. Eserlerbütünden parçaya doğru geri dönüş yapılaraken küçük birimlerine kadar analitik biryöntemle irdelenmiştir. Bunun sebebi döneminüslubunu anlayabilmek <strong>ve</strong> müzehhibineseri nasıl tasarladığını kavramaktır. Bu çalışmaneticesinde anlaşılmıştır ki dönemi mükemmelkılan şeylerden biri, aynı eserde iki farklı motifgrubunun, birlikte ele alındığında (örneğinRumi <strong>ve</strong> Hatayi grubu motifleri, ayrıca bu ikigrubu birarada ele alma geleneği de II. Bayeziddöneminde yaygınlaşır) ya da ayrı ayrı elealındığında, tasarımdaki ahengin bozulmadan,aynı mükemmellikte oluşunun tesbitedilmesidir. Bu da tasarımcının kalitesinin<strong>ve</strong> dönemin sanat anlayışının ne kadar üstdüzeyde olduğunu gösterir.Tipoloji bölümünde, bütün eserler içindekiformlar <strong>ve</strong> motifler tek tek ele alınarak biranaliz çalışması yapılmış <strong>ve</strong> en yalın motiften<strong>ve</strong>ya formdan en girifte doğru bir sıralamaoluşturulmuştur. Dolayısıyla tezde devrin motif<strong>ve</strong> form zenginliğini tablolar halinde görmek demümkün olmuştur.Sonraki bölüm, dönemin tezhip sanatınınüslup özellikleri üzerinedir. Seçilen eserlerinortak yönleri <strong>ve</strong> farklı yönleri tesbit edilipdeğerlendirilmiştir. Timurî-Herat, Türkmen <strong>ve</strong>2012 BAHAR DÖNEMİ SAM SEMİNERLERİ LİSTESİGİRİŞ SEMİNERLERİ1 Edebiyata Giriş: Temel Kavramlar Berat Açıl2 <strong>Sanat</strong> Tarihi Kuramları II: Nicole (Nur) Kançal<strong>Sanat</strong>a 21. Yüzyıldan BakmakTEMEL SEMİNERLER1 Edebiyat Konuşmaları Hasanali Yıldırım2 Günümüz <strong>Sanat</strong> Pratiklerine Giriş Ahmet Albayrak3 Musiki Üzerinden Yalçın ÇetinkayaMedeniyet Okumaları4 Sinema Tarihi İhsan Kabil-Celil Civan5 Şiir <strong>Sanat</strong>ı M. Lütfi ŞenÖZEL SEMİNERLER1 Film <strong>Sanat</strong>ı Faysal Soysal2 Oğuz Atay’ı Okumak Neslihan Demirci3 Osmanlı’da Ermeni Edebiyatı Mehmet Fatih Uslu4 Örneklerle Osmanlı Şiiri Reyhan Çorak5 Senaryo Yazmak Gökhan YorgancıgilOKUMA GRUPLARI1 Çocuk Edebiyatı Okumaları Melike Erdem Günyüz2 Edebiyat <strong>ve</strong> İktisat Mustafa ÖzelATÖLYELER1 Fotoğrafın Dili Üzerine Kamil Fırat2 Hayal Perdesi İhtisas Murat Pay3 Hayal Perdesi Yapım Murat Pay4 Hayal Perdesi Yazım İhsan Kabil5 İslam Düşüncesi <strong>ve</strong> Şiir Zeynep Gemuhluoğlu6 İslam <strong>Sanat</strong>ı <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Düşüncesi Ayşe Taşkent-Araştırma Atölyesi:Nicole (Nur) KançalTasvir Teorileri <strong>ve</strong> İslam <strong>Sanat</strong>ı7 Kötülük Felsefeleri: Romanlar <strong>ve</strong> Yaylagül CeranFilmler Ekseninde Günah Kavramı8 Kuramlara Osmanlı Berat AçılEdebiyatından Bakmak9 Müzik Odası Yalçın Çetinkaya10 Senaryo Atölyesi Gökhan Yorgancıgil11 Şiir <strong>Sanat</strong>ı Atölyesi M. Lütfi Şen12 Yazı İşliği Hasanali Yıldırım13 Güncel <strong>Sanat</strong> Gezileri Rumeysa Kiger<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM77


<strong>78</strong><strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMBaba Nakkaş üslubu dönem sanatkârlarınıetkileyen belirgin üsluplardır. Timurî-Heratüslubunda geometri hâkimdir. Tasarımiçerisinde Rumi <strong>ve</strong> Hatayi grubu ayrı ayrıpaftalarda yer alır. Baba Nakkaş üslubu (BabaNakkaş Fatih dönemi nakkaşlarındandır)çok renklidir. Aynı tasarım üzerinde4-5 farklı rengi kullanabilme imkânımevcuttur. Motifler iri <strong>ve</strong> yuvarlak hatlıdır<strong>ve</strong> fırça hareketleri nüanslıdır. Türkmenüslubu ise diğer iki üsluba göre çok dahayalındır. Simetri hakimiyeti sözkonusudur.Bilhassa küçük bir birimin ele alınıponun çoğaltılmasıyla hazırlanan ulamakompozisyon biçimi kullanılır. Bu formunözü ise bir sonsuzluk fikri oluşturmasıdır.Görülen alan ancak cet<strong>ve</strong>lle sınırlanıpkesilebilir. Form, büyümekte olan OsmanlıDevleti’nin fikri zenginliğinin sanattakiyansıması ya da dışa vurumu olarak daadlandırılabilir.Küpeli, zahriye sayfalarındaki bezemealanında, “sayfa formu”na geçilmişolmasını, dönemin en önemli üslup farkıolarak değerlendirdi. Yazı bulunmadığı içinmüzehhibin kendini en iyi ifade ettiği alanzahriye sayfalarıdır. Daha önceki dönemlerdebu alanda mekik ya da daire formundabezemeler görülürken bu dönemde formdikdörtgen şeklini almıştır. Bu, “sayfa formubiçimi” olarak isimlendirilir <strong>ve</strong> etkisi XVIII.yüzyıl ortalarına kadar devam eder.II. Bayezid devrinin renk anlayışı da çokbelirg<strong>indir</strong> <strong>ve</strong> ayırt edici bir özelliğe sahiptir:Altın <strong>ve</strong> laci<strong>ve</strong>rt önplandadır. Ancak altındaha baskındır. İlk bakışta algılanamayacakdüzeyde siyah <strong>ve</strong> çimen yeşili dekullanılmıştır. Tuğra bezemeciliği de budönemde ortaya çıkmıştır. İlk bezenen tuğra,II. Bayezid’e aittir <strong>ve</strong> Baba Nakkaş üslubununetkisiyle hazırlanmıştır.Gülnihal Küpeli, tezin “Değerlendirme”kısmında “kitap sanatları”nın etkilenmişolduğu, adı geçen üç üslubun yansımalarıüzerinde durdu.Sultan Bayezid dönemi, Osmanlı tezhipsanatı için de çok önemli bir yere sahiptir.Büyük gelişmelerin <strong>ve</strong> değişmelerin olduğubir dönemdir. Bulut <strong>ve</strong> sarılma Rumi motifleri<strong>ve</strong> bezeme alanında sayfa formu bu döneminOsmanlı tezhip sanatına olan katkılarıdır.Kompozisyonda sonsuzluk fikrininhakimiyeti, renkte sadeleşmeye gidilmesi,altın <strong>ve</strong> laci<strong>ve</strong>rdin önplanda tutulması yinebu devrin ayırt edici özelliğidir. Bütün bunlarİstanbul üslubu denilen yeni bir üslubunoluşmasına sebep olmuştur. Bu da SultanBayezid’in gayreti, sanata olan desteği <strong>ve</strong>himayesiyle ortaya çıkmıştır. İstanbul üslubu,bir nevi, Osmanlı’nın İstanbul’la özdeşleştiğidönemin ürünüdür. Bu döneme kadarOsmanlı’da farklı şehirlerde nakkaşhânelermevcut olmasına rağmen bir şehir adı ileanılan <strong>ve</strong> Osmanlı zevkini bu denli iyi ifadeeden bir şehir üslubu sözkonusu değildir.Motif, form, renk <strong>ve</strong> üslupta ciddi atılımlar <strong>ve</strong>değişimler yapılarak kitap sanatlarında pekçok yenilik ortaya konmuştur.Son bölümde ise kaynakça, görsel malzeme<strong>ve</strong> konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcıolan sözlük kısmı yer almaktadır.Küpeli, çağımızın tezhip sanatı üslubununoluşabilmesi için Osmanlı dönemi tezhipüsluplarının, sanatkârların, yüzyıllaragöre kültür ortamı farklılıklarınınöncelikle doğru anlaşılması gerektiği,bu tarz analitik çalışmaların sayısınınartması <strong>ve</strong> farklı disiplinlerinbirarada çalışması ile sağlıklısonuçlar elde edileceği gerçeğinevurgu yaparak, konuşmasınısonlandırdı.


SAM Kırkambar SohbetTürkiye’de DilbilimiÇalışmalarının BugünküDurumu16 Şubat 2012Değerlendirme: Halim BilginXxxHayati De<strong>ve</strong>liİstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi Edebiyat Fakültesibünyesinde 2010 yılında açılan DilbilimiBölümü Başkanı Prof. Dr. Hayati De<strong>ve</strong>li ile hemzaman hem konu bakımından oldukça genişbir alana yayılan sohbette genel olarak dünya<strong>ve</strong> Türkiye dilbiliminin tarihi, temel kavram<strong>ve</strong> yönelimleri üzerinde duruldu <strong>ve</strong> dilbiliminTürkiye’de bugün geldiği durum konuşuldu.Katılımcılar, akademik dozu hayli yüksekolan konunun içine, slaytlar eşliğinde yapılanoldukça keyifli <strong>ve</strong> bilgilendirici bir anlatımlaçekildiler. Dilbilimle ilgili temel kitapları daberaberinde getiren Hayati De<strong>ve</strong>li, yeri geldikçetanıttığı kitapları elden ele dolaştırarak alanlailgili bilgisini daha da derinleştirmek isteyenlereuzun soluklu bir katkıda bulundu.De<strong>ve</strong>li, Avrupa’da gelişen yeni yöntem <strong>ve</strong>kavramları Türk dili <strong>ve</strong> dil araştırmacılığınauygulayan ilk isimlerin, bugünkü durumunaksine, Türk diliyle uğraşan yerli ilim adamlarıolduğuna dikkat çekti. Bahsi geçen isimleribaşında Darülfünûn’a 1909’da Türk lisanıhocası olarak atanan Necip Asım Yazıksızgelmektedir. Yazıksız, burada, “ilm-i lisân”dersleri <strong>ve</strong>rmiştir. “İlm-i lisân” ŞemsettinSami’nin tam da “lengüistik”e karşılık olarakönerdiği bir kelimedir. Necip Asım, 1917’deİlm-i Lisân adıyla bir kitap yayımlamış,1923’te karşılaştırmalı dilbilimin önemlitemsilcilerinden biri olan çağdaşı <strong>ve</strong>Saussure’ün öğrencisi Antoine Meillet’ninbirkaç makalesini de Türkçeye kazandırmıştır.Günümüzde pek bilinmeyen bir diğer isim,bazı kaynaklarda Namık Kemal’in torunuolarak da geçen M. Cezmi Ertuğrul’dur.Lisanımız <strong>ve</strong> Edebiyatımız adlı kitabındaedebiyat <strong>ve</strong> dil meselelerini irdeleyenErtuğrul, Lisaniyât adıyla bir kitap dahayazmıştır. Lengüistik olarak çevrilebilecekbu kitap, yazarı genç yaşta öldüğü içinbasılamamıştır.Lengüistik, Necip Asım’dan sonra İstanbulÜni<strong>ve</strong>rsitesi Türk Dili <strong>ve</strong> EdebiyatıBölümünde 1943’e kadar bilim dalı olarakvarlığını sürdürmüştür. Ragıp Hulusi Özden1943’te ölünceye kadar burada Lengüistikdersleri <strong>ve</strong>rmiş; Tarihsel Bakımdan Öztürkçe<strong>ve</strong> Yabancı Sözcüklerin Fonetik Ayraçları,Dil Türeyişi Teorilerine Toplu Bir Bakış, DilMükemmelliği Görünceleri adlı küçük risaleşeklinde eserler kaleme almıştır.Lengüistik, 1943’ten sonra İstanbulÜni<strong>ve</strong>rsitesinde Batı Dilleri Bölümündedevam etmiştir. Batı dillerinde öğrenimgörenlerin yabancı dildeki yayınları takipedebilme imkânları, dışarıdan gelenaraştırmacıların da katkısıyla dilbiliminülkemizdeki gelişmesini hızlanmıştır. Budönemde Ankara’da kurulan Dil TarihCoğrafya Fakültesi bünyesinde delengüistikle ilgili çalışmalar olmuştur.Buradaki ilk çalışmalardan biri NecipÜçok’un Genel Dilbilim adlı kitabıdır.Agop Dilaçar’ın Necip Üçok’tandaha önce 1939’da yayımlanmışPrag Lengüistik Mahfili <strong>ve</strong> YeniFonoloji Disiplini adlı bir eseri<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM79


80<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMvardır. Bunların yanı sıra Basel’in 1953’teLinguistic Form adlı bir eseri İstanbul’daİngilizce olarak yayımlanmıştır. Basel’inöğrencisi de olan Özcan Başkan, 1955’teFonemik: Tahlilde Kıstaslar Meselesiadlı doktorasını tamamlamış <strong>ve</strong> 1967’deLengüistik Metodu adlı kitabını yayımlamıştır.Türkiye’de Lengüistiğin kurucularından olanBaşkan’ın bu yayınlarının ardından lengüistikalanındaki yayınlar artmıştır.İlk çalışması Dilbilim Sorunları’nı 1968’teyayımlayarak çalışmalarına oldukça erkendönemde başlayan Berke Vardar’ın Türkiye’dedilbilim çalışmalarında bir ekol oluşturduğusöylenebilir. Saussure’ün Genel DilbilimDersleri gibi çok temel kitap çevirilerinin yanısıra telif eserleri <strong>ve</strong> terim öneriyle de Vardar,Türkiye dilbilimine yön <strong>ve</strong>rmiştir.19<strong>78</strong>’ten sonrası ise Türkiye’de dilbilimçalışmaları hızlanmış Saussure <strong>ve</strong> Martinetgibi dilbilimcilerin, dilbilimin temelyönelimlerini <strong>ve</strong> alanını belirleyen metinleriTürkçeye çevrilmiştir.Türk Dil Kurumu da belli başlı metinlerinTürkçeye çevrilmesini sağlayarak dilbilimintanıtılmasına <strong>ve</strong> yaygınlaşmasına büyükkatkıda bulunmuştur. Ancak TDKyönetiminde 1983’te gerçekleşen köklüyönetim değişikliğinden sonra dilbilimselyayınlarla ilgili 2002 yılına kadar süren uzunbir fetret dönemi yaşanmıştır. 2002’de Dil<strong>Bilim</strong>i Düşününde Dönüm Noktaları I:Socrates’ten Saussure’e Batı Geleneği adlı birçeviri yayımlanmıştır.Son yıllara kadar Türk dili <strong>ve</strong> edebiyatıbölümlerinde dilbilim yöntemlerine soğukbakan bir akademik geleneğin hâkimolması bu bölümlerin dilbilimsel bakışaçısına ilgisiz kalmasına sebep olmuşolmalıdır. Örneğin, dilbilim yöntemlerinegöre yazdığı doktora tezi reddedilen Türkdili filologu Efrasiyab Gemalmaz, uzun birsüre hiçbir şey yazmamıştır. Yine Türk dilifilologu olan Mehmet Akalın 1983’te Almandilbilim ekolünden Modern Lengüistiğe Girişİletişim <strong>ve</strong> Dil Lengüistik Yapılıkçılık adlıeseri Türkçeye tercüme etmiştir; ancak buçalışmaların devamı gelmemiştir.Bugün Türkiye’de dilbilimle ilgili yaşananen büyük sıkıntı, üzerinde yeterince uzlaşmasağlanmış bir terminolojinin olmamasıdır.Çeviri eserlere hâkim olan aşırı Öztürkçecitutum, yabancı dili yetersiz olanların alananüfuz etmesini güçleştirmektedir.Son yıllarda üni<strong>ve</strong>rsitelerde dilbilimbölümlerinin sayısı artmaktadır.Bu bölümlerden en yenisi İstanbulÜni<strong>ve</strong>rsitesinde açılan Dilbilimi Bölümüdür.Burada dilbilimsel yaklaşım, öğrencilereTürkçe üzerinden öğretilmektedir.Henüz dilbilim yöntemleriyle hazırlanmış birtane bile gramer kitabımız bulunmamaktadır.Bunun iki önemli sebebi vardır: Türkiye’debugüne kadar dilbilimle uğraşanların Türkdilinin tarihine Türkçenin tam bir gramerinihazırlayacak kadar hâkim olmaması <strong>ve</strong> Türkdilinin tarihine her yönüyle hâkim olan Türkdili araştırmacılarının dilbilimsel yöntemesoğuk bakması <strong>ve</strong> ilgi göstermemesidir.Ancak bugün gelinen noktada bir dilprofesörü olan Hayati De<strong>ve</strong>li’nin Dilbilimibölümünü kurması <strong>ve</strong> başına geçmesiylegörülmektedir ki Türk dili araştırmacılarıartık eskisi gibi dilbilime soğukbakmamaktadır. Dilbilim neticede biryaklaşım, bir metottur. Dil çalışmasınıkural koyuculuğa hasretmeyip dilibir iletişim dizgesi olarak ele alandilbilim giderek daha geniş bir icraalanı buluyor kendine.


İstanbul’da KadınlarınYaptırdığı Çeşmeler3 Mart 2012Değerlendirme: Ayşenur GönenHatice AynurÜçüncü bir dünya savaşının olası sebepleriarasında sayılan su meselesinin geçmişte deen az bugünkü kadar toplumların gündeminimeşgul ettiği bilinmektedir. Bugünkaynakların azalması sonucu boy gösterenbu sorun, geçtiğimiz yüzyıllarda daha ziyadesuyun dağıtımı meselesi çerçe<strong>ve</strong>sindegündeme gelmekteydi. Büyük medeniyetlerinbüyük sular etrafında kurulan şehirlerdefilizlendiği göz önünde bulundurulursasuyun dünyaya bahşettiği nimetin sırfbiyolojik bir ihtiyaca cevap <strong>ve</strong>rmek olmadığı,kültürel bağlamda da gelişmenin temelparametrelerinden birisi olarak görüldüğürahatlıkla söylenebilir. Konu İstanbul’agelince su daha çok bu kültürel çağrışımlarlahatırlanır. Mesela sokakta sırtlarında sutaşıyan sakalar eski İstanbul temsillerininvazgeçilmez unsurlarındandır. Sebiller<strong>ve</strong> çeşmelerse İstanbul resimlerinin en azcamiler kadar merkezi unsurlarıdır.<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi’nin KırkambarSohbet programı konuğu Hatice Aynur,“İstanbul’da Kadınların Yaptırdığı Çeşmeler”başlıklı bir sunum yaparak suyun çeşmelerüzerinden izini sürdü <strong>ve</strong> İstanbul’da kadınlartarafından inşa ettirilen çeşme <strong>ve</strong> sebillerüzerine yapılan bir envanter çalışmasını anlattı.İstanbul’un su kaynaklarının kullanımı <strong>ve</strong>dağıtımı denilince ilk akla gelen Romalılarıngelişmiş su mimarisi teknikleri olmaktadır.Romalıların içme suyu mimarisinin temelunsurları sayılan büyük sarnıç <strong>ve</strong> kemerler,bu mimarinin diğer unsurları olarak dasuyolları, maksemler, kanallar, büyük sutoplama havuzları, çeşmeler <strong>ve</strong> ayazmalarsunumun girişini oluşturdu. Bu aşamadabize ilginç gelebilecek tarihi bir bilgi aktarıldı.Aynur, Roma <strong>ve</strong> Bizans döneminden kalanönemli bir su dağıtım yerinin bugünküİstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesinin bahçesindebulunduğunu; 16. yüzyıl seyyahlarınınçeşmenin varlığından bahsettiğini ancakne zaman yok olduğu hakkında bir bilgiyerastlanmadığını söyledi.Osmanlı dönemine gelindiğinde dinî <strong>ve</strong>kültürel hayatın değişmesiyle birlikte sudağıtımında da farklı unsurlar devreyegirmiştir. Su ihtiyacının karşılanmasıihtiyacının ötesinde bu çeşit işlere vaatedilen sevap sebebiyle su dağıtımı bir vakıfmüessesesi olarak ikame edilmiştir. Sarayerkânı <strong>ve</strong> şehrin ileri gelenleri çeşme <strong>ve</strong>sebil yaptırmayı hem sevap hem de itibar<strong>ve</strong>silesi saydıklarından, çeşme <strong>ve</strong> sebil inşasıgönüllülük esasına dayalı bir iş halini almıştır.Sunumun bu aşamasında Aynur, Osmanlıdönemine ait tespit edilen en eski kitabeliçeşmenin Hilmi Tanışık’ın kayıtlarına göre1498 tarihli Davut Paşa Çeşmesi olduğunusöyledi. Beyoğlu bölgesinin en eski çeşmesi iseHasköy’deki 1424 tarihli Hasköy Çeşmesi’dir.Bu çeşme Yasep adlı bir Musevi tarafındanyaptırılmıştır. Anadolu yakasının en eskiçeşmesi ise Kadıköy Camii yakınındaki1506 tarihli Babüssaade Mehmet AğaÇeşmesi’dir. İstanbul çeşme <strong>ve</strong> sebilleriile ilgili en önemli iki kaynaktanbiri olan Hilmi Tanışık’ın 1943-45yılları arasında basılan İstanbul<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM81


82<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMÇeşmeleri adlı kitabında sadece kitabesi olan<strong>ve</strong> yaptıranı belli 794; Affan Egemen’in 1993yılında yayınlanan aynı adlı kitabında ise 1165çeşme <strong>ve</strong> sebilin adı geçmektedir.Hatice Aynur’un sunumunun da konusu olan“Osmanlı’da Kadınların Yaptırdığı Hayratlar1: İstanbul Çeşmeleri <strong>ve</strong> Sebilleri” isimliçalışması yaklaşık yirmi yıl önce başlatılanbir envanter çalışmasıdır. Ulus-aşırı birkatılımcısı da var bu çalışmanın. Elde edilen<strong>ve</strong>rilerin dijital tabanda değerlendirilmesiJaponya’daki bir firmaca üstlenilmiş.Bu çalışma çerçe<strong>ve</strong>sinde elde edilen <strong>ve</strong>rileregöre bugün mevcut olmayan fakat birkadın tarafından yaptırıldığı bilinen ilkçeşme II. Bayezid’in (1481-1512) kızı HaticeSultan’ın Edirnekapı’daki Çukurbostan’dacami <strong>ve</strong> mekteple birlikte inşa ettirdiğiKüçükçeşme’dir. İlk sebil ise yapım yılıtam olarak bilinmeyen ancak XVI. yüzyıldayapıldığı bilinen Sakine Hatun Sebili’dir.Kadınların yaptırdıkları su yolları dabulunmaktadır: Mihrimah Sultan, MihrişahSultan, Mahpeyker Kösem Sultan suyolları. Bunlardan başka Mihrişah <strong>ve</strong> Adilesultanların yaptırdıkları bendler de var. GalataMevlevihânesi’nin bahçesindeki şadırvanı <strong>ve</strong>Beylerbeyi’ndeki Mevlevi su kuyusunu AdileSultan’ın yaptırdığı da bilinmektedir.Hatice Aynur, bireysel teşebbüsü ile hayatageçirdiği bu uzun soluklu <strong>ve</strong> devam etmekteolan araştırmasına temel kaynak olarakMir‘at-ı İstanbul, Hilmi Tanışık <strong>ve</strong> AffanEgemen’in İstanbul Çeşmeleri isimli eserleri<strong>ve</strong> dîvanların tevârih kısımlarını gösterdi.Belediyelerce yapılan restorasyonlarındeğerlendirilmesinin de yapıldığı sunum, butip bir araştırma yapmaya niyetli olanlarayol gösterebilecek ipuçları <strong>ve</strong> tavsiyeler debarındırmaktaydı.SAM Kırkambar KitapTürk Romanında Yazar <strong>ve</strong>Başkalaşım17 Mart 2012Değerlendirme: Neslihan DemirciJale ParlaOğuz Atay Günlük’te kendi çizdiği birkarakterden bahsederken“Hikâyeninkahramanı hem romancı olmak hemde roman kahramanı olmak zor iş diyedüşünüyor” diyor. Böylelikle kendikurgusunun mutfağından, kahramanındünyasını ele <strong>ve</strong>riyor. Biz okurlar yazarınmutfağından <strong>ve</strong>receği sırlara bayılırız.Eleştirmenler de bunun farkında olmalılarki kahramanı yazar olan kurmaca metinlerleince ince uğraşıyorlar. Edebiyat eleştirisideyince Berna Moran’la birlikte akla gelenisimlerden biri olan Prof. Dr. Jale Parla,Türk Romanında Yazar <strong>ve</strong> Başkalaşımadlı kitabında yazar kahramanların yeraldığı romanları başkalaşım kavramınınmerceğinden inceliyor. Yeni kitabı TürkRomanında Yazar <strong>ve</strong> Başkalaşım’la (İletişim,2011) <strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi’ninKırkambar Kitap konuğu Jale Parla’ylabaşkalaşım kavramı üzerine konuştuk.Başkalaşım (metamorphosis), değişimdenfarklı bir kavram. Parla bunu hızlı,gözü kara, denetlenemeyen dönüşümolarak tanımlıyor. Metindebaşkalaşım, “bedeni de içine alanşekil değişiklikleriyle, bedenin <strong>ve</strong>benliğin sınırlarının yok olması<strong>ve</strong> kimliksizleşmeyle belirlenir”.Dolayısıyla sınırları ortadankaldıran, denetlenemeyen<strong>ve</strong> tekinsiz bir alana da<strong>ve</strong>teder okurunu, belki deonu da kendisiyle beraber


aşkalaşıma çeker; tıpkı Tutunamayanokurunun da birer tutunamayan olmayakışkırtılması gibi.Aslında başkalaşım şiirsel imgeye dayananbir teknik. Modernist metinlerin vazgeçilmeztekniği başkalaşım, hep arayış içindekimodernist sanatçının sanatı merkeze alanestetik anlayışıyla benimsediği bir deneyim.Yazarın kitaptaki ifadesiyle, “<strong>Sanat</strong>çı yabaşkalaşıma uğrar ya da başkalaşmış nesnelerarasında silikleşir”. Parla, bir teknik olarakbaşkalaşımın iki önemli özelliğinden sözetti: Fiziksel değişimle beraber benliğinde değişmesi <strong>ve</strong> dilin kaybedilmesi. Buaçıdan bakınca kavram, içinde çok derinbir yabancılaşma barındırıyor. Başkalaşımauğrayan kahramanlar hayvana, bir başkasına,heykele, robota, kuklaya vs. dönüşebiliyor. İlkakla gelen örnekler, durmadan şekilden şeklegiren, boyut değiştiren Alice, Kafka’nın böceğedönüşen Gregor Samsa’sı, Wilde’ın heykeledönüşen Dorian Gray’i…Başkalaşım, karşılaştırmalı edebiyat için<strong>ve</strong>rimli bir malzeme sunuyor, çünkü farklıbilim dallarıyla dirsek temasına el<strong>ve</strong>riyor.Mitolojideki meşhur Echo <strong>ve</strong> Narcissushikâyesini psikanalist okumayla yorumlayanFreud’un narsizm tespiti gibi psikanalizinalanına giren pek çok konunun yanındabaşkalaşım metinleri; sosyolojinin, dinin,evrim kuramının, estetiğin de ilgi alanındabulunuyor. Örneğin yapısökümcüler dildekideformasyonla yakından ilgileniyorlar.Postmodern edebiyatın metinlerarasılıközelliği başlı başına metnin başkalaşımı olarakyorumlanıyor.Parla’ya göre başkalaşıma başvurmanın altında;bilinçdışı fantezileri, ceza <strong>ve</strong>ya arınma isteğinidile getirme, kaçma, kurtulma, özgürleşme,kimlik arayışı, özne olarak kurgulanmışolmanın farkındalığı, bunun getirdiği tedirginlikgibi motifler yatıyor. Başkalaşım imgelerininen yoğun kullanıldığı dönem Rönesans <strong>ve</strong>(yaklaşık olarak 1890’lardan 1940’lara dek)modern dönem. Başkalaşım öğelerinin alınarakyeniden üretilmesi ise Batı edebiyatındasıkça gördüğümüz bir uygulama. Mitoloji<strong>ve</strong> Homeros başta olmak üzere Ovidius’unBaşkalaşımlar adlı eseri, bu üretimin temelbaşvuru noktaları. Parla, kitabıyla ilgili katıldığısöyleşilerde kendisinin değil, Ovidius’un kitabıüzerinde duruyor. Ovidius, M.Ö. I. yüzyıldayaşamış, devrinin üç önemli şairinden biri.Jale Parla, sunumunda iki yüz elli başkalaşımhikâyesinin yer aldığı <strong>ve</strong> Avrupalı yazarlarüzerinde etkileri çok görülen Başkalaşımlar’dançeşitli örnekler <strong>ve</strong>rdi. Parla’nın vurguladığıhikâyenin ilki, Echo ile Narcissus. Mite göreEcho’nun sevgisine cevap <strong>ve</strong>rmeyen, göldegördüğü yansımasına hayran olan Narcissus’unsonu (Ovidius’un <strong>ve</strong>rsiyonunda) nergis çiçeğinedönüşmektir. Bu hikâye, Freud’dan Lacan’a,Kristeva’dan Derrida’ya çok farklı okumalarazemin oluşturmuştur. İkinci hikâye Pygmalion<strong>ve</strong> Galatea’da Pygmalion kendi yaptığı heykeleaşık olur <strong>ve</strong> eserinin gerçek bir kadına dönüşmeisteği tanrılar tarafından kabul edilir. Bubaşkalaşım hikâyesi mutlu sonla, evlilikle biter.Bu hikâye de sanatçının yaratımı üzerinefarklı okumalara imkân <strong>ve</strong>riyor.Konuğumuzun sunumu sonrasındakisöyleşide daha çok Türk edebiyatındakiörneklerden yola çıkarak kitapta yeralan Halit Ziya, Ahmet Hamdi, OğuzAtay, Orhan Pamuk gibi yazarların,romanlarında eksik yazar figürasyonu<strong>ve</strong> başkalaşım deneyimine nasılyer <strong>ve</strong>rdikleri üzerinde duruldu.Jale Parla’yla edebiyat sohbeti,<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM83


84<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMkimileyin masal dinleme tadında, kimileyinbu masalların kuramsal uzantılarınadokunmanın hazzıyla <strong>ve</strong>rimli bir akşamdangüzel izler bıraktı. Devamı, yazarın kitabındakeşfedilmeyi <strong>ve</strong> iz sürülmeyi bekliyor.İktidar Oyunları <strong>ve</strong> ResimliKitaplar: II. OsmanDevrinde Değişen GüçSimgeleri7 Nisan 2012Değerlendirme: Kadir PurdeTülün Değirmenci<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı <strong>Sanat</strong> AraştırmalarıMerkezi’nin Kırkambar Sohbet etkinliğikapsamında Pamukkale Üni<strong>ve</strong>rsitesi <strong>Sanat</strong>Tarihi Bölümü öğretim üyesi Tülün Değirmenciile İktidar Oyunları <strong>ve</strong> Resimli Kitaplar: II.Osman Devrinde Değişen Güç Simgeleri (Kitap,2012) adlı kitabı üzerine konuştuk.II. Osman’ın iktidarının hemen başında, Medhîisimli bir meddah, Sultan II. Osman’a öncedenyazdığı kitapları sunmuş <strong>ve</strong> ayrıca yazmaküzere üç kitap daha teklif etmiştir. Sultanüç kitap arasından Şehnâme-i Firdevsi’yiseçmiş; Medhî de sultanın isteği üzerine özet<strong>ve</strong> mensur olarak bu eseri Türkçeye tercümeetmiştir. Tülün Değirmenci bu anekdotunTürkçe Şehnâmelerin başında yer almaklabirlikte Sultan ile Medhî arasında gerçektenyaşanıp yaşanmadığının bilinmediğinibelirttikten sonra; kurgu ya da gerçek, buanekdotun ima <strong>ve</strong> rüyalarla yapılan anlatımıse<strong>ve</strong>n Osmanlı düşünce sistemine çokyakıştığını vurgulayarak konuşmasına başladı.II. Osman devrinin Osmanlı resimli kitapüretiminin en yoğun <strong>ve</strong> en son devirlerindenbir tanesi olduğunu söyleyen Değirmenci,bu devrin ardından resimli kitapların birkaçörnek dışında sarayda üretilmediğini söyledi.II. Osman devrinde üretilen resimli kitaplarıkonu edinen Değirmenci’nin çalışmasınagöre bu süre zarfında sarayda üç tür eserüretilmektedir: Bunlardan birincisi bir destanolan Şehnâme tercümesi, ikincisi bir âlimbiyografisi olan Tercüme-i Şakaik-i Numaniyye<strong>ve</strong> üçüncüsü de Nadirî’nin güncel bir tarihyazısı olan Şehnâme adlı eseridir. Değirmenci,birbirinden muhteva olarak farklı olan bueserler ile sonrasında resimlenecek diğerkitaplar vasıtasıyla yürütülecek siyasetin <strong>ve</strong>sultanla kurulacak bağın önemli olduğunu <strong>ve</strong>bu ilişkinin niteliğinin ne olduğu sorusununkendi çalışmasının gidişatını belirlediğinisöyledi. “Sultanlar <strong>ve</strong> devlet adamları resimlikitapları neden yaptırıyordu? Amaç sadeceresimli bir kitaba sahip olmak mıydı?”gibi sorular etrafında kitabını oluşturanDeğirmenci, Osmanlı sarayında hazırlananresimli kitapların sadece edebi bir zevkinsonucunda üretilmediğini, içinde yaşanılantarihin siyasî <strong>ve</strong> kültürel dinamikleriyleşekillenen çok farklı roller üstlendiğini belirtti.II. Osman’ın tahta çıkışı, onu tahta çıkarankişiler <strong>ve</strong> yeni sultanın meşruiyeti birşekilde bu kitaplar üzerinden sağlanmayaçalışırken, diğer yanda da sarayda değişengüç odakları <strong>ve</strong> bu odaklar arasındakimücadele ile sultanın bulunduğukonum yine resimli kitaplar üzerindenokunabilmektedir.Değirmenci, II. Osman devrindesarayda hazırlanan üç kitaptanTürkçe Şehnâme’nin sultanınresimli bir kitaptan nebeklediğini anlamaya en uygun


kitap olduğunu çünkü bu eserin zikredilenüç eser içerisinden II. Osman’ın doğrudanisteği üzerine hazırlandığı bilinen tek eserolduğuna değindi. Nitekim Şehnâme, İslamcoğrafyasında her zaman kabul gören bir eserolmuş <strong>ve</strong> Topkapı Sarayı’ndaki nüshalarındananlaşılacağı üzere Osmanlılar tarafından hemTürkçe hem de Farsça olarak okunmuştur. LâkinŞehnâme, Osmanlı sarayında, sultanî imgenin,saray ideolojisinin sunumunu üstlenen bir rolalmamıştır. Bu rolü, özellikle XVI. yüzyıldakitarih yazmaları üstlenmiştir.Konuşmasının devamında Medhî <strong>ve</strong> TürkçeŞehnâme hakkında bilgiler <strong>ve</strong>ren Değirmenci,II.Osman’ın, eski saray projelerini dikkate almayıpkendine yeni bir tercüme yaptırmak istediğini <strong>ve</strong>yazar olarak Meddah Medhî’yi seçtiğini zikretti.Bu seçimde aracı olan kişi ise Şehnâme-i Türkîprojesinin başlıca sorumlusu, yürütücüsü el-HacMustafa Ağa’dır. Medhî’nin Türkçe Şehnâme’sidönemin meşhur hattatı Cevrî tarafındanistinsah edilmiş, mensur <strong>ve</strong> özet olan bu eser, ikicilt olarak <strong>ve</strong> hassaten padişah için yazılmıştır.Medhî’nin tercümesi hem metniyle hem deresimlerinin ikonografisiyle seleflerinden farklılıkarzetmektedir. Medhî varolan bir metni yenidenşekillendirmiş <strong>ve</strong> bu şekillendirme devrin siyasîkonjonktürüne de etki etmiştir.Değirmenci, II. Osman devrinde meydana getirilenüç eser üzerinden hareket ederek, sarayda değişengüç odaklarını, hami <strong>ve</strong> sanatçı ilişkisini <strong>ve</strong> enönemlisi bu değişen ilişkilerin resimli kitaplaranasıl yansıdığını ortaya koydu. Tülün Değirmencihikâye dinlemeyi çok se<strong>ve</strong>n II. Osman’ın sarayındahazırlatılan çalışmaların haminin ilgisindenbağımsız olamayacağını <strong>ve</strong> bu suretle de MeddahMedhî ile kıssahan Nadirî’nin eser hazırlamasınınmakul karşılanacağını belirtti. Bu eserlerin enönemli noktalarından bir tanesi de II. Osman’ınkatlinde etkili olan kişilerin bir şekilde eserlerdeyansıtılmasıdır.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMSAM Kırkambar Özel EtkinlikKOD 333:Bir Yasağa BaştanBakmakGülnur Güner3 Nisan 2012Değerlendirme: Kübra Soğukkanlı<strong>Sanat</strong> AraştırmalarıMerkezi’nin Kırkambar Özel Etkinlikprogramının konuğu olan fotoğraf sanatçısıGülnur Güner, “Kod 333: Bir Yasağa BaştanBakmak” isimli projesi üzerine bir sunumgerçekleştirdi. Proje ismini 2007 Açık Öğretimİlahiyat Fakültesine kayıtlı bir öğrencininbaşörtüsü üzerine peruk takarak girdiği için“kılık kıyafet yasası”nı ihlâl ettiği gerekçesiylesınav sonuç kağıdına herhangi bir açıklamayapılmaksızın 333 işaretinin konulmasıolayından alıyor.Proje, ülkenin farklı bölgelerinden <strong>ve</strong> farklısosyal çevrelerinden başörtüsü yasağınıyaşamış otuz dört kadının fotoğrafındanoluşuyor. Kadınların yüzleri robot resimlekapatılmış. Bu işlem polislerin suçlu eşkâlibelirlemek için kullandıkları yazılımlardanbiri ile gerçekleştirilerek başörtüsüyasaklarının sebep olduğu suç suçluluk,saklanmak yasaklanmak gibi temelolguların sorgulanması amaçlanmış.Kadınların bir kısmı peruklu birkısmı ise başörtülü şekilde çekilmiş.Sunumda projede yer alan fotoğrafkarelerinden seçtikleri üzerine,85


86<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMfotoğraftaki kadınların hikâyelerinden sözeden Güner, yasağın insanların yaşamınaolan psiko-sosyal etkilerinden söz etti.Fotoğrafları çekilmiş hanımlar ülkenin farklıyerlerinde üni<strong>ve</strong>rsite <strong>ve</strong>ya kamuda yasağamaruz kalmışlar. Projedeki fotoğraflarınçoğunu üni<strong>ve</strong>rsite sürecinde yaşanmış olanyasak hikâyeleri oluşturuyor. Fotoğraftakibazı kadınlara medyadaki haberleriüzerinden ulaştığını ifade eden Güner,çekimlerin bir kısmını olayın meydana geldiğimekânda gerçekleştirirken bir kısmının isekişilerin özel hayatlarına ait mekânlardagerçekleştirmiş. Bu tutumunun meseleyimağduriyet düzleminde ele almamasından <strong>ve</strong>kişilerin kendi dünyalarına ait farklılıklarınıgöstermek istemesinden kaynaklandığınıbelirtti.Güner, “Başörtülü insanlar için sınıflandırmayapmak çok zor, çok farklı ailelerdenfarklı kültürlerden farklı çevrelerden geleninsanlar var” diyerek yasağın tanıklarınınhikâyelerindeki çeşitliliği anlattı. Fotoğraftakikadınlarla proje öncesi çekim yapılacakyerlere birlikte karar <strong>ve</strong>rdiklerini, onlarınrahat olmasının kendisi için çok önemliolduğunu söyledi. Özellikle kadınlardanbazılarının yaşadığı süreci hikâyesel biranlatımın haricinde analiz ettiğini ifade etti.Sunum süreci boyunca projedeki hikâyeleresunuma katılanlar da kendi yaşadıklarımağduriyetleri anlatarak ortak oldular.Başörtüsü yasaklarının uygulanmasıgenellikle üni<strong>ve</strong>rsite hocaları, gü<strong>ve</strong>nlikgörevlileri hatta öğrenci işlerinde görevlimemurları eliyle gerçekleşmiş. Yasaklaöğretmenlik sürecinde karşılaşan bir kadınöğretmenin muhafazakâr okul müdürütarafından peruk takması için tehditedilmesi gibi örnekler de meydana gelmiş.Memuriyetin iyi bir şey olması üzerindenyakın çevresi tarafından baskı altına alınarakyasağa uyması istenmiş. Yasak sürecindekimileri ailelerinin ısrarı ile okula devametmenin serencamını yaşarken, kimileriyasak yüzünden uzaklaşmak zorundakaldıkları çevrelerinin meydana getirdiğikültürel ortama özlem duymuş. Yasağıngetirdiği psikolojik süreç insanların özelyaşamını doğrudan etkilemiş, intihar etmeteşebbüsüne varan olaylar görülmüş.Yasağa rağmen farklı yöntemlerle okulunutamamlayan ya da eğitim hayatına son<strong>ve</strong>rip öncesine göre çok farklı hayatlaryaşayan kadınların, başını açarak kamudahizmet etmeyi sürdüren, eşinin mesleği<strong>ve</strong>ya anne olması sebebiyle yasağa maruzkalmış kadınların hikâyelerinin yanında herhikâye kendi içinde ayrı bir önem taşıyor.Projede yasakla Türkiye’de kalarak mücadeleedenlerin yanı sıra çözümü Viyana gibiyurtdışı tercihlerini kullanan kadınlarınfotoğraflarına da yer <strong>ve</strong>rilmiş.Yasağın tekdüzeliğine karşı herkesinhayatında farklı şekilde tezahür ettiğinisöyleyen Güner, fotoğraflarda kişilerin <strong>ve</strong>mekânların çok önemli olmadığını düşünerekkişilerin isimlerini özellikle belirtmediğiniifade etti. Projeye <strong>ve</strong>rdiği ismin amacıyladoğrudan ilişkili olduğunu, başörtüsüyasağının tamamen çözüldüğündenbahsedilemeyeceğini, ülkedekiherkesin meseleye baştan bakarakgeçmişi <strong>ve</strong> içinden geçtiğimizsüreci değerlendirmesi gerektiğinisöyleyerek sözlerine son <strong>ve</strong>rdi.


SAM <strong>Sanat</strong> Tarihine Mümkün BakışlarBir <strong>Sanat</strong> Formu OlarakHareketli Görüntü14 Ocak 2012Değerlendirme: Nermin TenekeciAhmet AlbayrakHareketli görüntü bir sanat formu olaraknasıl işler? Nasıl bir süreç geçirmiştir?<strong>Sanat</strong>çılar hareketli görüntü üretmeyöntemlerini nasıl dolaşıma geçirmektedir?İçinde bulunduğumuz <strong>ve</strong>ri kültürü sanatınasıl şekillendirir?Erciyes Üni<strong>ve</strong>rsitesi Güzel <strong>Sanat</strong>lar FakültesiResim Bölümü öğretim üyesi AhmetAlbayrak, sunumunda seçilmiş sergilerden<strong>ve</strong> Nicolas Bourriaud, Miguel Chevalier,Ryan Cotton, Marcel Duchamp, JunichiKakizaki, Douglas Gordon, Tracey Emin gibisanatçıların yapıtlarından derlediği örneklerüzerinden, son yıllarda Türkiye’de de sanatortamlarında karşılaştığımız bir sanat türüolan hareketli görüntüyü ele aldı.Albayrak’a göre, özellikle son dönemdebilgisayar yardımı ile görüntününüretilebilirliğini sağladığı için bu adı alanhareketli görüntü, tasarımsal <strong>ve</strong> zihinselkodlarla örülü farklı algı düzeyi <strong>ve</strong> “aura”sısayesinde günümüzde birçok sanatçıtarafından tercih edilen bir araç haline geldi.<strong>Sanat</strong>ın zanaatsal yönünün törpülendiğimodernizm süreciyle birlikte gelenekselformlar dışlanmış, sanatçı artık gelişenteknikleri deneysel bir biçimde çaprazlayarak<strong>ve</strong> birçok unsuru harmanlayarak yapıtınayaklaşmaya başlamıştı. Özellikle MarcelDuchamp’ın hazır-yapımlarıyla birlikte,avangard rüzgârın da tetiklemesiyle sürekliyeniye ilişkin bir arayış olarak cazibe kazandıhareketli görüntü.1960’lı yıllardan itibaren sanatçıların birsanat üretim aracı olarak yöneldiği video,sanat ortamında farklı kültürel manzaralaroluşmasını sağladı. Sözgelimi John Cageazami beş dakika boyunca bir sürü sesi <strong>ve</strong>görüntüyü kurguladığı bir video gösterisiylesesin <strong>ve</strong> görüntünün izleyici üzerindekietkisini deneyimledi. Koreli sanatçı Nam JunePaik ise televizyonun değiştirilebilir imgelersunduğunu keşfetti <strong>ve</strong> ekrandaki görüntülerimıknatısla bozarak ürettiği eserlerini büyüksanat galerilerinde izleyiciye sundu. Paikdaha sonra yüzlerce TV’yi üst üste istifleyerek<strong>ve</strong> her birine farklı bir görüntü yerleştirerekbirtakım kolajlar meydana getirdi; o zamankipop ikonlarından <strong>ve</strong> gündelik yaşamdakireklamlardan kesitler alarak sürekli ışıkdevinimiyle oluşturduğu bir mekansalalan yarattı. <strong>Sanat</strong>çı böylece hareketligörüntünün aynı zamanda resim <strong>ve</strong>ya diğersanatlardan farklı bir biçimde bir illüzyonkaynağı olabileceğini gösterdi. Monitörleriheykel figürleri <strong>ve</strong>ya figüratif bir düzenlemehalinde de kurduğu için, Paik’e özgü “videoheykel”denilen bir kavram da ortaya atıldı.Dolayısıyla, sanatın modernizmden sonrakien önemli temel stratejisi belli olmuştu;hareketli görüntü, sanatçı için manipüleetmeye <strong>ve</strong>ya kodlayarak işlemeye büyükderecede hizmet eden bir araçtı artık.Günümüze doğru geldiğimizde,sanatçının önünde dijital kültür denilenbir alan açıldı <strong>ve</strong> sanatçı artık <strong>ve</strong>rilerleoynamaya, “<strong>ve</strong>ri yazarlığı” yapmayabaşladı. Dijital alan, sanatçının<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM87


88<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMbozmak, yeniden yapmak, alıntılamakgibi kimi stratejilerle birtakım göstergeleriyan yana getirerek melez (hibrid) anlatılaroluşturduğu en uygun mecraydı kuşkusuz.Dolayısıyla, biricik, dokunulmazlığı olan <strong>ve</strong>işini tekil bir biçimde savunan sanatçınınyerini bu kültürle birlikte mühendisler,sanatçılar, ses tasarımcıları, koreograflar aldı<strong>ve</strong> birarada üretme mantığıyla sürece iştirakettiler.Özellikle 90’lı yıllardan sonra sanatçılar içinvideo prodükte etme teknikleri, interaktifsayısal videolar büyük önem taşıdı.<strong>Sanat</strong>çının tuvali, çekici <strong>ve</strong>ya fırçası videoediting denilen yazılımlardı artık; reklamdünyasına yakın işler. 2000’lerin sonuylabirlikte sanat ortamının üzerinde durduğumesele ise hibridlik, yani tanımlanamayansanat formlarıydı; ne video ne yerleştirme neşu ne bu… Video, ses, performans, internetgibi birden fazla üretim mekanizmasınasahip; tarihsel, mitolojik, dinsel referanslarıbulunan; bir formu, bir imgeyi yerinden edenavangard yapının korunduğu; sanatçının–max render gibi programlarla– kodaistediği biçimde hükmettiği bu süreç sanatnesnesinde çoklu alanlar ortaya çıkardı.Peki, geleneksel yöntemlerle çalışansanatçılar bu alanın dışında mı kaldı? Elbettehayır. Geleneksel anlamda disiplinlerin tekbaşına vardığı uygulamalar sürekliliğinikorumakla beraber, aynı zamanda buaraçlar günümüz sanatı için farklı bir diledindi. Teknolojinin sunduğu <strong>ve</strong>ri yazarlığısanatçıya son derece büyük sanat eseriprogramlama gücünü <strong>ve</strong>rse de –Bill Viola,Andy Warhol, Sam Taylor Wood gibi– hâlâgörüntüyü kameranın kendi teknik olanaklarıiçinde, etkili bir biçimde kullanan sanatçılarvar. Aynı zamanda fotoğrafçı olan Wood,geleneksel resim sanatının vazgeçilmezteması olan “ölü doğa”nın yani natürmortunüzerinde oynamalar yaparak, ölümden doğanyaşam gibi birtakım varoluşsal süreklilikaşamaları kaydettiği işler üretti.Albayrak’a göre, hareketli görüntü özellikleson dönemde izleyici üzerinde iyileştiricietkiler bırakan, sanat eseriyle izleyici arasındaşimdiye kadar görülmeyen türde bir bağkuran <strong>ve</strong> o atmosferi en iyi şekilde yansıtanbir araç haline geldi. <strong>Sanat</strong> eserinin yarattığı“tekinsiz” kavrama karşı duran <strong>ve</strong> her zamanzihinsel bağlamda en iyi okunan bir araç olmaözelliğini koruyan hareketli görüntünün,günümüzde günah, öte dünya, ölüm, yüce,arınma, su, kür gibi varoluşsal konularüzerinden gitmesi de bu olguyu tetikliyor.Mekân/Yazı/Ses:Osmanlı’da KadınlarınCami Hamiliğine İlişkinBir İnceleme22 Mart 2012Değerlendirme: Zeynep GökgözNina Ergin<strong>Sanat</strong> Tarihine Mümkün Bakışlar dizisininMart ayı konuğu Koç Üni<strong>ve</strong>rsitesiArkeoloji <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Tarihi Bölümüöğretim üyelerinden Nina Erginoldu. Çalışmalarını sanat tarihindeihmal edilen ses <strong>ve</strong> koku kaynaklarıüzerinden yürüten Ergin,sunumunda Atik Valide Külliyesinises, mekân <strong>ve</strong> yazı boyutlarıyla elealırken, külliyenin hamiliğinin


üstlenen Nurbanu Sultan üzerinden dekadın hamilik meselesinin farklı boyutlarınadeğindi.<strong>Sanat</strong> tarihinde büyük kadın sanatçılarıngörülmediği kabulünün haksızlık, hamilikiçinse aynı söylemin yersizlik taşıdığını ifadeeden Ergin, bu kabullerin araştırmalarla nasılzaman içinde değişime uğradığını belirterekhamiliğin ne olduğu, neden yapıldığı,kaynağın nereden bulunduğu, bu hamilerinkendine özgülüklerini yapılarına taşıyıptaşımadıkları gibi sorulara açıklık getirdi.Hamilik, ataerkil toplum yapısında kadınlarınkendilerini görünür kıldığı bir alan açmıştır.Bu sayede de kadınlar varlıklarını <strong>ve</strong> güçlerini,daha önemlisi konumlarını sergileme imkânıbulmuşlardır. Kültürel üretime belki desanatçı olarak yapacaklarından çok dahafazla fayda <strong>ve</strong> katkı sağlamışlardır. Kadınhamilerin maliyetli yapılara girişmeleriekonomik açıdan bağımsızlıklarına işarettir.Bu durum Batı’da Rönesans dönemindebile görülmeyen bir durumdur. Osmanlıtoplumunda kadın hamilerin gelirlerini isemiras, çeyiz, vakıf gelirleri, armağanlar, ticarîkazançlar gibi kalemler oluşturmaktadır <strong>ve</strong>idare de kendilerine aittir.Saray kadınlarının rol modellerini SabaMelikesi Belkıs Peygamberin ailesindekihanımların oluşturabileceğini dile getirenErgin’e göre kadınlar, kendilerindeki bugücü eğitimlerinden, eşlerinin <strong>ve</strong> oğullarınınstatüsünden <strong>ve</strong> mali bağımsızlıklarındanalmış olmalıydılar.Nurbanu Sultan özelinde ise hem eş olarakhem de Valide Sultan olarak gücünündoruğunda bir kadın ile karşı karşıyayız.Nurbanu, Şehzade Selim’in gözdesidir <strong>ve</strong>Kanuni’nin ölümü ile 1566’da Topkapı’yataşınır. 1571’de Selim’in nikâhlı eşi olur.Düğün armağanı 110.000 altındır. Günlükharçlığı 2.000 akçedir. Aynı sene kendini hayırişlerine <strong>ve</strong>rir. Yenikapı’da <strong>ve</strong> Üsküdar’dabirer saray inşa ettirir, külliyesinin yapımınıbaşlatır. 1583 yılında oğlu III. Murad tahtaçıkar <strong>ve</strong> kendisi de valide sultan olur. Aynısene <strong>ve</strong>fat eden Nurbanu Sultan, eşininyanına gömülür. Cenaze merasiminiLokman’ın Şehinşahnâme minyatürlerindenizlemek mümkündür ki bu da bir kadınsultan için tek örnektir.Ergin, konuşmasının devamında külliyeyi üçboyutuyla ele aldı: Mekân/Yazı/SesMekânValide Sultanın hayatındaki aşamaları AtikValide Sultan Külliyesi’nin inşa sürecindegörmek mümkündür. İnşanın ilk aşamasında,1571-1574 tarihlerinde Nurbanu, II. Selim’innikahlı eşi <strong>ve</strong> şehzade annesidir. Bu dönemdecaminin küçüklüğü <strong>ve</strong> Mimar Sinan’ınhizmetlerinden kısıtlı olarak yararlandığıgörülmektedir. İkinci aşama 1574-15<strong>78</strong> yıllarıarasında Valide Sultan olduğu <strong>ve</strong> MimarSinan’ın Edirne’den döndüğü bir dönemdir.Nurbanu bu zaman diliminde sadecemimariyi büyütmekle kalmaz, ikinci birminare de ekletir ki bu sadece padişahlarınkullandığı bir ayrıcalıktır. GülruNecipoğlu’na göre Nurbanu bu inşayaValide Sultan olarak başlasaydı büyükihtimalle karşımızda daha muazzambir yapı sözkonusu olacaktı. Üçüncüaşama ise oğlunun saltanatına <strong>ve</strong>ölümünden sonrasına denk gelir.İnşa için anıtsal etki sağlaması<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM89


90<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMdüşünülerek yüksek bir tepe seçilmiştir.Hatta öyle ki bu yapı şehircilik üzerineyaptığı katkılarla da araştırılması gerekenbir başka boyut açar. Bu sayede Üsküdar’ınnüfusunun üçte bir artışını anlatır ÂşıkMehmed. Etrafının boşluğu yeni iskânlarayol açar. Böylece Nurbanu’nun şehrindokusunda da kendini ebedileştirdiğinigörürüz. Sonrasında diğer valide sultanlariçinde bir gelenek başlatır <strong>ve</strong> Üsküdar’ınçehresi değişir.Camiin merkezi planında yerleşik kurallarabağlı kalınması, hamilikte kadın erkekfarkının olmadığını gösterir. Tek fark çifteminaredir. Bir diğer önemli husus da,oğlunun İstanbul’da hiç camii yaptırmamışolmasıdır. Bu da eşinin <strong>ve</strong>kâletini kendisininüstlendiğine bir işaret olabilir.YazıKülliyenin diğer bir inceleme boyutunuyazı oluşturur. Ergin, bu boyutu sınırlısayıda kişinin görebildiği vakfiyeler <strong>ve</strong> camiiduvarlarını süsleyen kitabeler olarak ikikategoride ele aldı.Vakfiyenin, özellikle dua <strong>ve</strong> maksat kısmındahamisine ilişkin pek çok bilgi taşıdığıgörülmektedir. Hayırse<strong>ve</strong>rliğiyle cennetegirme arzusunu buradan okuyabiliriz.Ayrıca oğlunun savaşçı olmamasınagetirilen eleştirilere de burada bir savunuvardır. Oğlunu dindar bir halife, Allah’ınbuyruğundan çıkmadan dinini savunanbiri olarak anlatır <strong>ve</strong> ö<strong>ve</strong>r. Kitabeler ise biranıtın özgün mesajını yansıtan en görünürunsurlardır. Burada hamiliği hakkındakiipuçlarını, hangi ayetlere yer <strong>ve</strong>rip <strong>ve</strong>rmediğigibi seçimler üzerinden edinebiliriz.Giriş kitabesinde çifte minare örneğindeolduğu gibi yine cesur bir ilk örneğe rastlarız.İlk satırda kendi ismi geçer. Aslında bu,kadın sultanların eşlerinin <strong>ve</strong>ya oğullarınınisimlerine yer <strong>ve</strong>rilen önceki örneklereaykırıdır. İç kısım kitabelerinde ise diğerMimar Sinan örneklerinde görülen kural<strong>ve</strong> geleneklere bağlı kalındığını amaözellikle bir konuya vurgu yapan ayetlerinçoğunluğu oluşturduğunu görürüz. Bu daAllah’ın bağışlayıcılığı <strong>ve</strong> merhameti konuluayetlerdir.SesKaynak olarak kullanılmayan ancak Ergin’inözel ilgi alanını oluşturan ses boyutu, aslındakıraatin sadece düşünsel değil, duygusal <strong>ve</strong>tinsel etkisi <strong>ve</strong> de Kur’an kıraatinin ilk vahyincanlandırılışı olduğu bilgisi ile önemi ıskalananbir alandır. Sesin doğru <strong>ve</strong> düzgün dağılımı,yankısı gibi meselelerin de mekân kuruluşundabelirleyici etkileri unutulmamalıdır. Nina Erginarşiv kayıtlarından Atik Valide Külliyesi’nin sesprogramını çıkartarak hangi gün <strong>ve</strong> saatlerdeneler okunduğu, kimlere ne kadar ödendiği,hangi okumalara sıklıkla yer <strong>ve</strong>rildiği gibibilgileri diğer kayıtlarla karşılaştırarak burayaözgülüklerin peşine düşmüş, Al-i İmransuresinin sık okunduğunu saptamış. Yazıprogramındaki vurguların seste de karşımızaçıkması ifadelerin güçlendirilmesine yönelikolmalıdır. Allah’ın bağışlayıcılık, affediciliközelliklerinin öne çıkarılmasında NurbanuSultan’ın kendi kişisel tarihine göndermeolduğu kadar, çevrenin gayrimüslimsakinlerinin de etkisi olmuştur şeklindedüşünülebilir.Tek bir külliye üzerinden isterşehircilik, ister toplumsal cinsiyet,ister hamilik, isterseniz de mekânkuruluşu, ses, yazı ya da kokuçalışın tüm bu ayrımların ötesindebütünlüklü bir bakışı önceleyen


<strong>ve</strong> önemseyen Ergin için ulaşılan tümbilgilerin vardığı sonuç, bütün duyularlaeş zamanlı olarak hissedilmesi amaçlanan,birbirinin etkisini çoğaltarak büyüten birmekânsal etkiye ulaşmak, caminin içindeolma deneyimini eşsiz kılmaktır. Toplantınınsonunda hepimizin dilinden şu temennidöküldü: Zamanın ses <strong>ve</strong> koku ortamlarınınyeniden yaşatılacağı birkaç örnekistifademize sunulsa keşke. Hem böylecesorun mekânların çıplaklığında mı yoksabizde mi bir test sürüşü de yapabilirdik!SAM Klasik Türk Edebiyatı KonuşmalarıEski Bahçeye Bir Nev-RâhAçmak: Kadim MetinlereYeni Bir Gözle Bakmak19 Ocak 2012Değerlendirme: Reyhan ÇorakDursun Ali TökelAraştırmalarını “kadim metinlere yeni birgözle bakmak” üzerine yoğunlaştıran Samsun19 Mayıs Üni<strong>ve</strong>rsitesi Türk Dili <strong>ve</strong> Edebiyatıöğretim üyesi Dursun Ali Tökel, klasikedebiyat metinlerini göz önüne alarak “yenibir anlama yolu bulabilir miyim?” sorusuetrafında yaptığı çalışmalarla tanınıyor. KlasikTürk Edebiyatı Konuşmaları serisinin Ocakayı konuğu olan Tökel, konuşmasında busahada yaptığı çalışmalardan <strong>ve</strong> yapılmasınaihtiyaç duyulan çalışmalardan bahsetti.Batı medeniyetinin kendi metinlerini yeniden<strong>ve</strong> sürekli olarak okuması <strong>ve</strong> değerlendirmesiyani “eş-süremli” okuma yapması hemdiğer disiplinlerin bir biçimde metinlerdenfaydalanmasına hem debu malzemenin günceltutulmasına sebep olmaktadır.Türkiye’de ise kadim metinler,tarihî eleştiri metoduile “art-süremli” olarakokunup değerlendirilmekte,sosyal bilimlerin diğeralanlarında kullanılanyeni yöntemler edebiyatauygulanamamaktadır. Klasikedebiyat kavramlarınıntanımları bile geçmişte yapılmış halleriylemuhafaza edilmekte, dolayısıyla tanımınındışında kalan fakat tanımlanan kavramınkapsamında olan kimi ibareler üzerineçalışılmamaktadır.Modern edebiyat kuramları (yapısalcı, biçimci,ontolojik, anlambilimsel…) Batı kaynaklıolduğu için Batı insanının dünya algısı <strong>ve</strong>medeniyetiyle alakalıdır. Dolayısıyla bukuramlar, bizim metinlerimize uymayabilir,eksik kalabilir. O zaman kuram eksik telakkiedilmeli <strong>ve</strong> bize uygun hale getirilerektamamlanmalıdır. Çünkü elimizde birmetni sağlıklı olarak inceleyebilecek –klasik yöntemin dışında– bir başka yöntembulunmamaktadır. Bu klasik yöntemin mimarıolan Ali Nihat Tarlan da 1930’lı yıllarda divanedebiyatını inceleyecek yöntemlerimizinbulunmayışından yakınır. Tarlan, Batılıyöntemleri “pedagoji ile çok karıştırılmış<strong>ve</strong> geniş, hayati bir edebiyatı incelemekgayesiyle vazedilmiş olduğundan buradamütalaa edeceğimiz mevzunun hususicephesiyle” ilgisi bulunmadığınısöylemiş <strong>ve</strong> şu an üni<strong>ve</strong>rsitelerimizdekullanılan yöntemi teklif etmiştir.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM91


92<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMTunca Kortantamer de bu sahada çalışanlarınen büyük eksikliğinin modern terminolojibilgisi olduğunu ancak eski edebiyatkavramlarını tam olarak bilmeden modernyöntemleri uygulamanın da çok mahsurlarıbulunduğunu vurgulamıştır. Özellikledil <strong>ve</strong> üslup incelemeleriyle metin şerhikonusunda yapılacak çalışmalar azami dikkatgerektirmektedir.Dursun Ali Tökel yeni kuramların eskimetinleri daha iyi anlamak için geliştirilmişaraçlar olduğunu, kuramın tıkandığı yerdeeski edebiyata göre desteklenmesi gerektiğini<strong>ve</strong> kendi iddiasının kuramların birebiruygulanması değil bu metinleri anlamadayardımcı olacak kadarının kullanılmasıolduğunu ifade ettiğini söyleyerekGreimas’dan bir örnek <strong>ve</strong>rdi. Bilindiği üzereGreimas’ın “anlatıda eyleyenler” isimli birtabiri bulunmaktadır. Greimas’a göre karşıtolmak üzere, anlatıda üç eyleyen vardır: Özne<strong>ve</strong> aradığı nesne, gönderici <strong>ve</strong> alıcı, destekleyici<strong>ve</strong> engelleyici. Öznenin eksikliğini hissederekpeşine düştüğü şeye nesne denir. Nesneyedoğru giderken de ortaya engelleyiciler çıkar.Divan şiirine bakıldığında bu temel üç eyleyenrakip, sevgili <strong>ve</strong> âşık olarak düşünülebilir. Âşık,özne; maşuk, nesne; rakib ise engelleyicidir.Fakat rakib aynı zamanda “koruyan gözetleyenkollayan” anlamında Allah’ın bir sıfatı olmasıhasebiyle olumlu bir anlama da sahiptir. Budurumda rakib sevgilinin değerini artıranbir mefhum olur. Greimas’a göre bir denesneyi elde etmeye çalışan <strong>ve</strong> özneylesürekli rekabet halinde bulunan “sahteözne” vardır. Rakip bir engelleyici değil, aynınesnenin peşinde olmak ortak paydasında,sahte özne olarak da değerlendirilebilir; yanirakibin yaptığı şey sevgilinin konumunugüçlendirmek <strong>ve</strong> belirlemektir. Çünkü rakipneredeyse sevgili de oradadır. Bu açıdanLeyla <strong>ve</strong> Mecnun Mesnevisi’ne bakıldığındaLeyla nesne, Mecnun ise öznedir. Greimas’agöre düşünülürse Mecnun adlı özne Leylaadlı nesneye ulaşmaya çalışır. Onu eldeederse mutlu olacağını düşünmektedir. Fakathikâyenin sonunda Mecnun Leyla’yı tanımaz.Bu durumda Greimas’ın teorisi burada tıkanır.Eğer özne bir nesneyi elde edip mutlu olacaksao zaman demek ki Leyla da bir sahte nesnedir.Fakat Greimas’da sahte nesne diye bir şeyyoktur. Dolayısıyla yapılan bu tür çalışmalarBatı edebiyat kuramlarını tamamlayacak<strong>ve</strong> dönüştürecektir. Çünkü eldeki malzemebunu zorunlu kılmaktadır. Nihai anlamdabakıldığında ise aslında Leyla’nın gerçek nesnedeğil gerçek nesneye ulaşmayı engelleyen asılrakip olduğu görülür. Bu durumda Mecnun’unLeyla’ya kavuşmasını engelleyenler aslındaMecnun’un gerçek nesneye kavuşmasınıhızlandıranlardır. Rakip, öznenin nesneyibulmasını çabuklaştıran unsurdur. Greimas’ınyöntemi akabinde şöyle bir soruyu da getirir:Mecnun’un elde ettiğinde mutlu olacağınesne nedir? Greimas’da bunun cevabı dayoktur. Ama mesnevinin en başına dönersekFuzuli zaten “mecaz yoluyla hakikati talepederek Leyla’yı bahane edip Allah’ın vasıflarınıaçıkladığını <strong>ve</strong> niyazını Mecnun’un diliyle dilegetirdiğini” söyler.İşte Greimas bu sonuca ulaşmayıhızlandırmaktadır. Biraz daha ayrıntılıdüşünüldüğünde divan şiirindekitasavvufî görüşün, Greimas’ınbelirtmeye çalıştığından çok daha derin<strong>ve</strong> karmaşık eyleyenler sisteminesahip olduğu da görülecektir. Aslındatasavvuf gerektiği kadar bilinseydibu yönteme gerek kalmazdı. Çünkütasavvufta varlıklar bu açıdan üçkategoriye ayrılır: Fail-i muğlak/


fail-i mutlak, muğlak özne/mutlak özne,muğlak engel/mutlak engel. Bunlarıntespit edilip metinlere uygulanması kuramihtiyacımıza cevap <strong>ve</strong>rdiği gibi Greimas’ınyönteminin de geliştirilmesine <strong>ve</strong>sile olurdu.Kendi öz malzememizle doğrudan temasetmenin, yani onu Batılı kuramlara göreçarpıtmamanın, hiç de küçümsenemeyecekbir faydası da kuramların bize özgü alanlardabizim tarafımızdan geliştirilmesidir.Eski Köye Yeni AdetGetirmek (mi?): KlasikMetinleri Modern KuramlarlaAnlamak Mümkün müdür?25 Şubat 2012Değerlendirme: Mukadder Gezenİsmail GüleçKlasik Türk Edebiyatı Konuşmaları dizisinindördüncü konuğu Sakarya Üni<strong>ve</strong>rsitesiEğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümüöğretim üyesi İsmail Güleç oldu. Güleç,konuşmanın başlığından bu tarz yaklaşımlarakarşı olduğu anlamı çıkabileceğini,bunun çok da haksız olmamakla beraber,itirazlarının bu yaklaşımla ortaya konanmevcut çalışmalardan kaynaklandığınıvurgulayarak konuşmasına başladı.Güleç, eski Türk edebiyatı araştırmacılarıarasında oldukça popüler olmaya başlayanklasik Türk edebiyatı sahasına ait metinlerinmodern kuramlarla incelenmesi metodununbir kutuplaşmayı da beraberinde getirdiğine<strong>ve</strong> kutuplaşmanın olduğu bir ortamda eskiedebiyatı anlamanın mümkün olmayacağınadikkati çekti. Bir tarafta eskimetinlere modern kuramlarlayaklaşılmasını asla kabuletmeyen bir grubun, diğertarafta ise her kuramı eskiedebiyata uygulamaya devamedenlerin bulunduğunusöyleyen Güleç, kuramsalaltyapıyı tam anlamıylaoluşturmadan <strong>ve</strong> eski şiirinpoetikasına hâkim olmadaneski edebiyata modernkuramlarla yaklaşmanın doğru sonuçlaraulaştırmadığının altını çizdi.Eski edebiyat araştırmalarına konu olanmetinler ağırlıklı olarak XVI. <strong>ve</strong> XVII. yüzyılmetinleridir. Eski edebiyat uzmanlarındanAhmet Atilla Şentürk’ün Yücel Dağlı ileberaber yaptığı çalışmalara değinerek,gelenekten gelen bir isim olan Şentürk’ünXVI. <strong>ve</strong> XVII. yüzyıldaki bütün metinlerinkelime hazinesini ortaya döktüğünü <strong>ve</strong>onlar arasında bağlantı kurarak metinleriaçıkladığını anlattı. Yapılan bu işleminaslında yapısalcıların çalışma alanı olduğunu;ancak, Şentürk’ün, bunu, yapısalcılaryaptığı için değil; eski edebiyatı daha iyianlamak için yaptığını belirtti. Temelde butarz yaklaşımlara mesafeli duran Güleç,eski edebiyatı çok iyi bilerek uygulananmodern yaklaşımların bu sahayı daha ileriyegötüreceği görüşünde.Osmanlı şiirinde “hüner” başlığı altındasınıflandırılan şiirlerin diğer şiirlerdenayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.Çünkü deneysel şiir başlığı altındageçen çalışmaların çoğu, klasikedebiyatta sanattan ziyade birhüner olarak kabul edilmektedir.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM93


94<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMŞiirde noktalı harfleri kullanarak, noktasızharflerle <strong>ve</strong>ya sadece dişli harflerle yazarakşair, kendisinin ne kadar zeki, becerikli,dile ne kadar hâkim olduğunu göstermeyeçalışmaktadır. Bunu Osmanlı’daki hamiilişkisiyle ilintilendirmek gerekirse şair aslındahimayesinde bulunduğu kimseye “Ben mutlakadaha iyi görevlere layığım”; bir hami sahibideğilse de “Bakın ben birinin himayesinegirecek kadar akıllı bir adamım” demek içinyazmaktadır. Bu amaçla yazılmış şiirleri sadecenoktalı, noktasız oluşları benziyor diye deneyselşiir olarak değerlendirmek eski edebiyatıanlamakta çok büyük sıkıntılar yaşatacaktır.Eski edebiyatta sanatlar, lafza <strong>ve</strong> mânâyadair sanatlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.Buna ek olarak ayrı bir başlıkta da hünerler yeralmaktadır. Oysa deneysel şiir başlığı altında geçençalışmaların bir kısmı hünerleri, bir kısmı da lafzadair sanatları konu edinmektedir. Bu önemli birsorun olmakla birlikte eski edebiyattaki lafza dairsanatlar ile hünerleri, Batı’nın deneysel şiirininkarşısına koyup karşılaştırmaktansa Batı retoriğiile belagatı karşılaştırmanın daha uygun biryöntem olduğunu belirten Güleç, Cicero’da zir<strong>ve</strong>olmuş, kuralları belirlenmiş birinci <strong>ve</strong> ikinci yüzyılRoma’sının retoriğinin bugün, Batı’nın ortayakoyduğu çalışmaların anlaşılabilmesi için bilinmesigerektiğini aksi taktirde bu tarz çalışmalarınakademik çalışmalar olarak kabul edilmesinin zorolacağını söyledi.Konuşmasının devamında, Ali Nihat Tarlan’ıneski edebiyat çalışmalarında yöntem olarak“metnin kendisini incelediğini (yapısalcı)”,“şairin bilinçaltında olan <strong>ve</strong> farkında olmadanyazdıklarını anlamaya (psikanalitik)” <strong>ve</strong> “şairinzihin <strong>ve</strong> his dünyasının işleyişini kavramaya(psikolojik)” çalıştığını belirten Güleç, Tarlan’ınçıkardığı sonuçların yapısalcılıkla örtüştüğünüancak bunları uygularken eski edebiyatı tamolarak bilmenin gerekliliği üzerinde durdu. Eskiedebiyat bilgisinin yeterli olmadığı durumdadüşülebilecek hataları ise şöyle sıraladı:Öncelikle Güleç’e göre şairin bilinçaltında olan<strong>ve</strong> farkında olmadan yazdıklarını anlamaktamamen psikanalitik bir yaklaşımdır. Bunuyaparken göz önünde bulundurulması gerekennokta, eski edebiyatın bütün şairlerinin o günkümevkileri, makamları, inançları <strong>ve</strong> ideolojileridışında bir de klasik bir şair olabilme iddiasıylaoynadıkları roldür. Buna dikkat edilmez ise,devrin şeyhülislamının şarap içtiği sonucuçıkarılabilir yahut fiziki özellikleri bilinen iricüsseli bir şairin hasretten kıl gibi olduğusonucuna varılabilir ki bu bir tehlikedir. Tarlan’ındiğer bir önerisi de “şairin zihnini, iç dünyasını,işleyişini kavramaktır”. Tam olarak yapısalcılıklaörtüşmemekle birlikte Walter G. Andrewsile çalışan Stacy Waters’ın böyle bir çalışmayaptığını; kelimelerin hepsine numara <strong>ve</strong>rerekmatematiksel dile çevirdiğini belirten Güleç, dilimatematiksel bir dizgeye çevirerek her şairindil haritasını bu yöntemle çıkartarak, kime aitolduğu bilinmeyen bir şiirin hangi şaire aitolduğunun tespit edilebileceğini söyledi. Eskiedebiyat sahasında Güleç’e göre önceliklebir şairin tüm metinlerini inceleyerek oşairin dili ortaya çıkarılabileceği gibiformların özellikleri de tam anlamıylatespit edilebilecek çalışmaların yapılmasıgerekmektedir.Güleç, konuşmasının başındabelirttiği eski edebiyat araştırmacılarıarasındaki görüş farklılıklarınada değindi. Bir tarafta klasikmetotlarla çalışılsın diyenler,bir tarafta modern kuramlarlayaklaşılmasına sıcak bakanTunca Kortantamer <strong>ve</strong> MineMengi gibi isimler, diğer birtarafta da klasik metinlerinmodern kuramlarla


yeniden ele alınması gerektiği görüşündekiDursun Ali Tökel, Yavuz Bayram, İlhan Gençgibi isimler bulunmaktadır. Yavuz Bayram’ında eski edebiyatı bilmeyen kimselerin bu metotile yola çıkarak eski edebiyatı anlayamayacağıgörüşünde olduğunu ekledikten sonra yapısalcıyaklaşımla ele alınmış bir makalenin analizinegeçen Güleç’in analiz ettiği makalede üzerindedurduğu nokta, eski edebiyat hakkında<strong>ve</strong>rilen hükümler oldu. Şerh geleneğininmahiyetini anlamadan şârihleri “kapasitesisınırlı”, şerhleri de “keyfî” ilan etmeninyanlış olduğunu; ne tefsirde ne şerhlerdekimsenin keyfî davranamayacağını söyleyenGüleç, mutasavvıf bir şairin şiirini bir başkamutasavvıfın yorumlamasına terminolojidekeyfî değil zevkî denildiğini sözlerine ekledi.Makalede değinilen “çağdaş okur merkezlikuramlarla klasik metinleri yorumlama”nındoğru olmayacağını; çünkü klasik şairlerin“okur” kaygısının olmadığını vurgulayarakokur merkezli kuramlarda şairlerin, okuru dadüşünerek yani okuru da metinin bir parçasıhaline getirerek yazmaya başladıklarınısöyledi. Dolayısıyla modern zamanlara aitolan bu düşüncenin eski edebiyat bağlamındadüşünülemeyeceğini çünkü bugünün okurununzaten bu şiirin muhatabı olan okur olmadığını;yaşayan bir edebiyatın değil devrini tamamlamışbir edebiyatın sözkonusu olduğunun altını çizdi.İsmail Güleç, psikanalitik <strong>ve</strong> psikolojik okumalarınfaydalı olacağını, eski edebiyat metinlerinebu şekilde yaklaşılabileceğini, okur merkezlikuramların ise fantastik olduğunu düşünüyor.Güleç’e göre, klasik edebiyatın temel mantığını,poetikasını herkesin anlaması <strong>ve</strong> iyi öğrenmesigerekiyor, tabii dilbilimini <strong>ve</strong> kuramları da. Zira,klasik şiiri <strong>ve</strong> uygulanacak kuramı özümsemedenbu tarz çalışmalara kalkışmak metin analizi adınatehlikeli sonuçlara yol açabilir.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMOsmanlıEdebiyatındaHimayeGeleneğiÜzerineDüşüncelerTuba Işınsu İsenDurmuş23 Mart 2012Değerlendirme: Meryem BabacanHalil İnalcık’ın Şair <strong>ve</strong> Patron: PatrimonyalDevlet <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Üzerinde Sosyolojik Bir İncelemeisimli eseriyle dikkat çektiği hamilik meselesineTutsan Elini Ben Fakirin: Osmanlı EdebiyatındaHamilik Geleneği adlı kitabı <strong>ve</strong> bu konudayaptığı çalışmalarla katkıda bulunan TubaIşınsu İsen Durmuş, Klasik Türk EdebiyatıKonuşmaları program dizisinin beşinci konuğuoldu. Akademik çalışmalarını daha çokOsmanlı edebi ürünlerinin kültür tarihinenasıl <strong>ve</strong> ne gibi bir malzeme sunduğuüzerine yoğunlaştıran Durmuş, “OsmanlıEdebiyatında Himaye Geleneği ÜzerineDüşünceler” başlıklı sunumundaOsmanlı’daki himaye geleneği, bugelenekte hami <strong>ve</strong> sanatçının konumu<strong>ve</strong> bu sistemin hami ile sanatçıya negibi getirileri olduğundan bahsetti.Konuşmasının ilk bölümünde“himaye” <strong>ve</strong> “hami bulma”nınOsmanlı’da neden önemliolduğu üzerinde duran95


96<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMDurmuş, himayenin aslında yazarın meydanagetirdiği eseri tanıtma işlevi gördüğünü,eserin <strong>ve</strong> dolayısıyla müellifin akıbetinin,eserin değerlendirmesini yapacak olan kişiye,yani haminin iltifatına bağlı olduğunu söyledi.Nitekim biyografi kaynaklarının <strong>ve</strong>rdiği bilgilerde Osmanlı toplumunda hamisi olmayansanatçıların <strong>ve</strong> dolayısıyla eserlerinin çoktanınmadığını göstermektedir. Bununlabirlikte bilhassa Cumhuriyet dönemindensonra Osmanlı edebiyatına yapılan <strong>ve</strong> büyükbir kısmı olumsuz olan eleştirilerden bir tanesiolan “şairler şiirlerini para için yazıyorlardı”düşüncesi de yine hamilik geleneğiyle alakalıdır.Bu gibi eleştiriler karşısında ise objektif bir bakışaçısına sahip olmak gerektiğini vurgulayanDurmuş, “para için yazmıyorlardı” demeninde çok doğru bir yaklaşım olmayacağını; zirakaynaklarda tamamen maddi beklentilerleeser <strong>ve</strong>ren sanatçılar bulunduğunu da ifadeetti. Ancak Osmanlı’daki eser üretiminintamamen maddi karşılık beklentisiyle deaçıklanamayacağını söyleyen Durmuş, bukonuda çok keskin söylemler yerine daha orta biryol benimsenmesi gerektiğini sözlerine ekledi.Durmuş’un dikkat çektiği önemli bir nokta dagünümüzde sanatçının ürettiği eserin karşılığıolarak telif almasının gayet normal karşılananbir durum arzederken, Osmanlı döneminde debunun benzer bir karşılığı olmasının geleneğinbir parçası olduğuydu.Hamiliğin bir değerlendirme biçimi olduğunusöyleyen Durmuş, bunun yalnızca Osmanlı’yaözgü bir sistem olmayıp hem Doğu’da hem Batı’dabenzer değerlendirme biçimlerinin olduğunusözlerine ekledi. Klasik Türk edebiyatı daha çoksaray çevresinde gelişen bir edebiyat olduğu içinhimaye sistemi de büyük ölçüde saray <strong>ve</strong> sarayçevresi ekseninde yürütülüyordu. Batı’da ise aynıdönemlerde Mozart, Da Vinci, Bach gibi sanatçılarda benzer şekillerde bir himaye sistemindenfaydalanıyor, ancak Osmanlı’dan farklı olarakfaaliyetlerini ya krala bağlı olarak sürdürüyorya da dönemin aristokrat aileleri tarafındanhimaye ediliyorlardı. Durmuş, bu noktadaMediciler gibi hami ailelerinin Osmanlı’dayaygın olmadığını, ancak bugün bilim <strong>ve</strong> sanatalanında destekleyici tutumlarını gördüğümüzSabancı <strong>ve</strong> Koç gibi ailelerle Batı’daki hamiailelerinin ilişkilendirilebileceğinin altını çizdi.Batı’da <strong>ve</strong> Doğu’da eserin değerlendirilmesihami tarafından yapılıyor <strong>ve</strong> bu değerlendirmeşekli hamiye göre değişebiliyordu. Öncelikleeseri değerlendirme şekli tamamıyla eserinhaminin ilgisine yönelik olup olmamasıyladoğrudan ilintiliydi. Hami, kendisine sunulaneser karşılığında “yüce ihsanlarda” bulunabileceğigibi eseri beğenmeyebilirdi de. Bu noktadaönemli olan bir husus da haminin sanatçıya<strong>ve</strong>rdiği ihsanın miktarıyla esere dair olan estetikgörüşünün dolayısıyla bilgisinin doğru orantılıolmasıdır. Bu da hami <strong>ve</strong> sanatçı arasındaki ilişkiyibasit bir alış<strong>ve</strong>riş olmaktan uzaklaştırmaktadır.Nitekim hamiliği bir gelenek haline dönüştürenII. Murad’dan itibaren sanatçılara büyük ilgigösteren Osmanlı sultanları, hem sanatıdestekliyor hem de sanat alanında –bilhassaşiirde– eserler <strong>ve</strong>riyorlardı. Sultanların,özellikle de şiir alanında divan sahibiolacak derecede sanatla ilgilendikleridüşünülürse, bu edebiyatta bir sanatüslubunun oluşmasında <strong>ve</strong> şiiringelişimi noktasında çok etkili olduklarıgörülebilir.Durmuş’un üzerinde durduğubir diğer konu da Osmanlı’da“şiirin nasıl sunulduğu”meselesiydi. Hamilik eksenindedüşünüldüğünde bununbir teşrifata dönüşüpdönüşmediği <strong>ve</strong> şiirin


–bilhassa kaside bağlamındadüşünüldüğünde– sultana sunulma zamanınınne olduğu hakkında İsen, her şairin istediğizamanda sultana şiir sunamadığını belirtti.Şiir, bayramlar <strong>ve</strong> Nevruz dışında padişahıncülusunda, şehzadelerin düğün <strong>ve</strong> sünnettörenleri gibi zaman dilimlerinde padişahasunuluyordu. Bununla birlikte sultan kimizaman da yazılan şiirleri kendisi görmekisteyebiliyordu. Ancak şiir doğrudan padişahasunulmayıp daha çok bir aracıyla sultanaulaştırılıyordu. Buna örnek olarak Âşık Çelebitezkiresinde Zâtî’nin padişaha şiirlerini nasılulaştırdığını kendi ağzından anlattığı kısımdakullandığı “dönemin şairleri şiirlerimizi toplayıpiçeri <strong>ve</strong>rdik” ifadesi gösterilebilir. Ayrıca XVI.yüzyılın büyük şairi Bâkî’nin henüz Kanuni’ninçok yakınında olmadığı zamanlarda padişahınbir şiirine yazdığı iki nazireyle birlikte sunduğumektupta yer alan üçüncü bir kişinin “aracı”olarak mektubu özetlediği <strong>ve</strong> padişaha sunduğugörülmektedir. Durmuş, bu aracı kişilerin sultanaçok yakın kişiler olabileceği gibi sarayda bulunanfakat daha düşük rütbeli kişiler olabileceğinibelirtti. Buna ek olarak sultana sunulan şiirlerinher zaman iltifata tabi olmadığının bilinmesindede fayda var. Zira Osmanlı’da eserin değerinibelirleyen kriter hami olduğu için kimi zamanşairin ihsan beklentisiyle sunduğu eseri, hamininbeğenmemesi durumunda hiçbir karşılık<strong>ve</strong>rilmiyordu. Maddi karşılık <strong>ve</strong>rilen şairleri isebu konuda bize kaynaklık edecek belgeler olanhediye, ruznamçe, icmal, caize, inamat, ehl-ihıref <strong>ve</strong> atiyye defterlerinden öğreniyoruz. Budefterler aynı zamanda şiirin nasıl sunulupnasıl karşılık bulduğuna dair de <strong>ve</strong>riler eldeedilebileceğimiz kaynaklar arasında yer alıyor.Osmanlı’daki hamilik geleneği göz önünealındığında maddi anlamda genelde şairinbir kazanımı olduğu ancak haminin de busistemde hem büyük bir prestij kazandığı hemde kendi tebaası gözünde olumlu bir imajasahip olduğu görülüyor. <strong>Sanat</strong>çı açısındankazanımlar arasında maddi karşılıklara ekolarak Hz. Muhammed’den gelen bir sünnetolan hilat da bulunuyordu. Bunun yanı sıraOsmanlı toplumundaki padişah algısıyla birliktedüşünülürse sultanın yakınında olma şansıda şiirlerin beğenilmesiyle paraleldi. Geneldepadişahların musahiplerinin şairler arasındanseçilmesi bu şairler arasında büyük bir rekabetyaratırken bu aynı zamanda şairlere, maddikarşılıkla ölçülemeyecek kıymette bir ödüloluyordu. Hamilik sistemi kültürel anlamda birdinamik olmakla birlikte ihsanın belli bir miktar<strong>ve</strong> standardı olmaması sebebiyle şairler arasındaçeşitli eşitsizlikleri de beraberinde getirmiş,kimi şairler tarafından sistem eleştirilmiştir.Fuzuli’nin ünlü Şikayetnâme’si sisteme dönükeleştirilerden bir tanesidir. Osmanlı şiirininmihenk taşlarından biri olan şair, bu eserialamadığı dokuz akçe için değil sisteme duyduğukızgınlık sebebiyle yazmıştır.Durmuş, konuşmasının son bölümünde himayesisteminin, toplumsal yapı çok farklı olmaklabirlikte, bugün de devam eden bir sistemolduğunu <strong>ve</strong> devlet eliyle sürdürüldüğünübelirtti. Sponsorluk terimi bugünkü anlamdahimayenin karşılığıdır ancak yalnızcamaddi boyutuyla öne çıkmaktadır. Her nekadar sponsorluk devlet eliyle yapılıyorolsa da Sabancı, Koç, Ülker <strong>ve</strong> çeşitliüni<strong>ve</strong>rsitelerin de sanata <strong>ve</strong> sanatçıyabazı destekler <strong>ve</strong>rdiği görülmektedir.<strong>Sanat</strong> <strong>ve</strong> sanatçının desteklenmesininbüyük önemi olduğunu belirtenDurmuş, <strong>ve</strong>rilen desteklerinkültür sanat anlamında dahada gelişmesini dileyerekkonuşmasında sonlandırdı.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM97


98<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM13 Nisan 2012Değerlendirme: Turgay ŞafakKlasik Türk EdebiyatıEkseninde Türk-FarsMünasebetleriAhmet Kartal<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi tarafındandüzenlenen Klasik Türk EdebiyatıKonuşmaları’nın altıncı oturumu EskişehirOsman Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi Türk Dili <strong>ve</strong> EdebiyatıBölümünden Prof. Dr. Ahmet Kartal’ınkatılımıyla gerçekleşti. Konuşmanın başlığı herne kadar “Klasik Türk Edebiyatı Ekseninde Türk-Fars Münasebetleri” olsa da Kartal, daha çokedebiyat <strong>ve</strong> klasik edebiyat tanımları merkezealınarak Türklerin İslam edebiyatı geleneğine,daha çok da Fars şiirine yaptığı katkıları ele aldı.Konuşmasına milletlerin idamesini sağlayanen önemli unsurun o milletin dili olduğu <strong>ve</strong> bubağlamda Türklerin de idamesini sağlayan enönemli unsurun Türkçe olduğunu vurgulayarakbaşladı. Türklerin dillerine karşı ilgisinin,kullanım <strong>ve</strong> alakasının onları yok olmaktankurtardığını belirterek başlayan Kartal, Türklerinçeşitli <strong>ve</strong>silelerle medeniyetlerini, dinlerini <strong>ve</strong>alfabelerini değiştirdiğini ama dillerini hiçbirzaman değiştirmediklerini söyledi. TürklerinTürkçeye karşı tutumları her zaman aynıderecede olmamıştır. Türk devletlerinin tarihigöz önünde bulundurulduğunda bazen Türkçebazen Farsça <strong>ve</strong> Arapça gibi dillerin dahaönplanda olduğu görülecektir. Konuşmasınabu şekilde giriş yapma sebebinin klasik Türkedebiyatına yönelik eleştirilerin ne derece haksızolduğunu ortaya koymak istemesi olduğunuifade eden Kartal, Türklerin ortaya koyduğueserlerin kendi hüviyetlerini yansıtmadığı,onların Araplaştığı <strong>ve</strong>ya Farslaştığı, Türkhanedanların hakimiyetleri döneminde ortayakonan eserlerin Arapça <strong>ve</strong>ya Farsça olduğu<strong>ve</strong> Türkçe eserin neredeyse hiç olmadığı gibieleştiriler olduğunu söyledi. Çünkü Türkçe, aynıkültür havzasında bulunduğu diğer kültürlerdenbazı kelime <strong>ve</strong> kavramları ödünç almıştır.Nitekim bugün nasıl İngilizce <strong>ve</strong> Fransızcadanödünç kelimeler alınıyorsa eskiden de Arapça <strong>ve</strong>Farsçadan kelimeler alınmıştır.Kartal, klasik Türk edebiyatının XIII. yüzyıllabaşlatıldığını ancak hiçbir edebiyatın kendikendine aniden ortaya çıkamayacağını,edebiyatın çeşitli süreçlerden belli şartlaroluştuğu zaman ortaya çıktığını belirtti. Bubağlamda düşünüldüğünde Anadolu’da XIII.yüzyılda oluşmuş olan Türk edebiyatının birdenbire ortaya çıkmadığı görülmektedir. Yazılımetinler konusundaki eksikliklerden dolayıklasik Türk edebiyatının en büyük problemininbizim için henüz yeterince tanınmaması,esrarlı bir şekilde varlığını sürdürdüğü <strong>ve</strong> oesrar perdesini araladığımızda Anadolu’dakiedebiyatın anlaşılabileceğini ortaya koyanKartal, Anadolu’daki edebiyatı anlamayada öncelikle Türkistan coğrafyasındanbaşlanması gerektiğini iddia etti.Klasik edebiyatın çeşitli tariflerininyapıldığını belirttikten sonra kendisininde bir tanımı olduğunu dile getirenKartal: “Müslüman Türklerin Arap<strong>ve</strong> Fars edebiyatları etkisi altında <strong>ve</strong>İslam öncesi edebi birikimlerininbir devamı olarak, kendi zevk<strong>ve</strong> anlayışlarıyla ilk örnekleriniAsya’da Fars diliyle <strong>ve</strong>rip İranedebiyatının gelişimine katkıdabulundukları; özellikle XIII.


yüzyıldan sonra Türkçenin İslâmî kültür <strong>ve</strong>edebiyat gelenekleriyle adapte olmasıyla daOsmanlı, Azeri <strong>ve</strong> Çağatay sahaları merkez olmaküzere yoğun bir biçimde Türk diliyle icra ettikleri,öz <strong>ve</strong> şekil itibariyle ortak İslâmî değerlere bağlıkalmak kaydıyla vücuda getirdikleri bir edebiyat”şeklinde bir tanım yaptı.Bu tanımda en dikkat çekici taraf, Kartal’ınbu edebiyatı, bilinenin aksine XIII. yüzyıldabaşlatmayıp Türklerin hâkim olduğu <strong>ve</strong> edebiürünlerin Farsça <strong>ve</strong> Arapça <strong>ve</strong>rildiği dönemegötürmesidir.Konuşmanın en önemli <strong>ve</strong> ilgi çekici noktalarındanbiri de Ahmet Kartal’ın Farslılar <strong>ve</strong> Araplar içinbir klasik edebiyattan bahsedilip edilmeyeceğinisorgulaması oldu. Zira Kartal, Arap edebiyatınınCahiliye şiirinden sonra en görkemli dönemininAbbasiler dönemi olduğunu <strong>ve</strong> bunda da Türklerinbaşat rol üstlendiklerini iddia etti. Yine aynışekilde Fars şiirinin de en görkemli dönemininGazneliler dönemi olduğunu <strong>ve</strong> tamamen Türkşairler tarafından oluşturulduğunu belirtti. Kartal’agöre bugün klasik edebiyatının da kaynaklarıarasında sayılan bu iki edebiyat, Türk edebiyatçılartarafından oluşturulmuştur. Dolayısıyla kaynaklarıitibariyle aslında Türklere aittir.Kartal’ın konuşmasında dikkat çeken <strong>ve</strong>tartışılan bir diğer konu ise Firdevsi’ye ait olduğuiddia edilen Yusuf u Züleyha mesnevisinde,Firdevsi’nin Şehnâme’yi yazmış olmaktanpişmanlık duyduğunun anlaşılıyor olduğuydu.Hâlbuki bu eserin Firdevsi’ye ait olmadığıhem şairin üslubu hem de dönemin üslubuincelenerek reddedilmişti.İranlı edebiyat araştırmacılarının, milliyetçiyaklaşımlarla Türk asıllı şairleri eleştirdiklerinedeğinen Kartal, Türklerin neden Farsça <strong>ve</strong>yaArapça edebi ürünler <strong>ve</strong>rdiği sorusuna da şuşekilde bir cevap <strong>ve</strong>rdi: “Karahanlılar dönemindeçok önemli Türkçe eserler<strong>ve</strong>rildiği halde Gazne<strong>ve</strong> Selçuklu dönemindeherhangi bir Türkçeeser telif edilmemişolmasının sebebiniKarahanlı hükümdarınınTürk olduğu gibi hâkimolduğu tebaanın da Türkolmasına bağlayabiliriz. ZiraGazneliler’in tebaasındaTürklerin yanında Farslarında yaşıyor olmasından dolayı eserler Farsçakaleme alınmıştır. Öte yandan Anadolu’daTürklerin nüfus olarak yoğunlaşmasının ardındanTürkçe eserler kaleme alınmaya başlanmıştır.”<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM99SAM Türkiye’de Sinema DergiciliğiModern Zamanlar: MerkezinUzağında Sinema Dergiciliği28 Ocak 2012Değerlendirme: Barış SaydamTuncer ÇetinkayaHayal Perdesi Sinema Dergisi ekibindenBarış Saydam <strong>ve</strong> Esra Tice’nindüzenlendiği “Türkiye’de SinemaDergiciliği” başlıklı söyleşi dizisininOcak ayındaki konuğu ModernZamanlar dergisinin genel yayınyönetmeni Tuncer Çetinkaya’ydı.Modern Zamanlar dergisininortaya çıkış sürecinden, yazarkadrosundan <strong>ve</strong> dergininiçeriğinden bahsederek söze


100<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMbaşlayan Çetinkaya, Antalya’da düzenli birsinema dergisi çıkarmanın zorluklarını anlattı.İstanbul’da bile hâlihazırda yeterince basılısinema dergisi yokken, merkezin uzağında birsinema dergisi çıkarmanın en büyük zorluğununsürekli yazı yazacak <strong>ve</strong> yazılarında derinleşecekbir yazar kadrosu eksikliği olduğunu belirtti.Günümüzde sadece sinema yazınında değil,genel olarak bütün alanlarda uzmanlaşma <strong>ve</strong>derinleşme gibi unsurların göz ardı edildiğini,günlük, haftalık <strong>ve</strong> aylık yayınlarda yeralan yazıların popüler kültüre hizmet ettiğidüşünüldüğünde, Çetinkaya’nın eksikliğinihissettiği öğelerin aslında merkezdeki dergilerinde temel sorunu olduğunu söylemek mümkün.Özellikle 60’lı <strong>ve</strong> 70’li yılların dinamik <strong>ve</strong> etkilieleştiri ortamını düşündüğümüzde, bugünböylesi bir ortamdan eser kalmamasınınnedenlerinden biri de entelektüel <strong>ve</strong> yeteneklibir yazar kuşağının yetişmemiş olmasıdır. Bueksiklik bir yanıyla da Yeni Türkiye Sinemasınınanlaşılmasını zorlaştıran asli problemlerindenbiridir. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz,Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim <strong>ve</strong> RehaErdem gibi yönetmenlerin 90 sonrasındaoluşturmaya çalıştığı sinema dili yeterinceanlaşılamadığından, bu yönetmenlerin Türksinemasına katkısı <strong>ve</strong> sinemanın geçirdiğidönüşüm süreci de yeterince açıklanamıyor.Türkiye’deki film eleştirileri de II. DünyaSavaşı’nın ertesindeki sinema ortamı gibi, AndréBazin’in tabiriyle filmlerin “silik” <strong>ve</strong> “filmedönük” kısmına yönelik kalarak yüzeyselliktenkurtulamıyor.Modern Zamanlar’ın merkeze uzak bir dergiolması, bu noktada bir dezavantaj yarattığı kadarbir avantaja da dönüşüyor. Merkezde bulunanana-akım medya ayakta kalmak için birtakımticarî yükümlülüklerin içerisine girmek, tabiricaizse dişlinin bir parçası haline gelmek zorundakalıyor. Çıkar ilişkileri üzerinden yürüyen <strong>ve</strong>gittikçe çarpıklaşan bir düzenin içerisindeyüzeysellikten kurtularak derinleşmek de gittikçezorlaşıyor. Reklam <strong>ve</strong>renlerin, festivallerin<strong>ve</strong> vizyona çıkan büyük bütçeli Hollywoodyapımlarının gölgesinde sinema yayıncılığıyapmak bir süre sonra bütün sanatsal <strong>ve</strong> estetikkaygıların bir kenara bırakıldığı, her şeyinmetalaştığı <strong>ve</strong> ticarî değere dönüştüğü, “artıkdeğer”in peşinde koşulan bir sürece dönüşüyor.Bu açıdan bakıldığında, merkezden uzaktaolmak <strong>ve</strong> bağımsız bir şekilde yayın yapmak,dezavantajları kadar avantajları da olan özgünbir yapıyı da beraberinde getiriyor. Çetinkayada söyleşinin önemli kısmında bu durumdanbahsederek, sinema yayıncılığında özgürlüğünönemine vurgu yaparak, Modern Zamanlar’ıngündemi yakından takip etmemesine karşıniçerik anlamında özgün <strong>ve</strong> özgür bir dergiolduğunun altını çizdi.Yeni bir sinema kuşağının yetişmesi için sinemadergilerinin çok önemli bir işlevi olduğunadeğinen Çetinkaya, Türkiye’de çıkan sinemadergilerinin kıyaslama yapılacak kadar çokolmamasının yarattığı soruna da dikkat çekerek,bu alandaki kısırlaşmaya <strong>ve</strong> tekelleşmeyedikkat çekti. Bazı sinema dergilerinintemsil ettikleri grupların bazı filmlerinkabullenilmesinde <strong>ve</strong> reddedilmesindeönemli bir etki yarattığını, bunun dasinemamıza ilerleyen zamanlardaolumsuz bir şekilde geri döneceğindenkorktuğunu sözlerine ekledi.Söyleşinin son kısmında, Türkiye’ninen köklü film festivallerindenolan Antalya Altın Portakal FilmFestivali’nin düzenlendiğişehirde, festival haricindekisinema ortamının çok hareketliolmadığını <strong>ve</strong> seyircilerinfilm izleme alışkanlığınınİstanbul’a oranla farklılık


gösterdiğini aktaran Çetinkaya, bu nedenleModern Zamanlar’ın şehirdeki sinemaylailgili birtakım organizasyonlarda da öncübir rol oynadığını söyledi. Sadece bir sinemadergisi olarak kalmayı amaçlamadıklarını,aynı zamanda dernek tarzı bir yapılaşmaylaAntalya’daki sinema etkinliklerini daha genişkitlelere ulaştırmayı hedeflediklerinden bahsetti.Sinema Dergilerinin TürkiyeSinemasına Etkisi3 Mart 2012Değerlendirme: Sümeyye CansızZahit AtamYaşanılan siyasî olayların, toplumu dolayısıylasanatı, edebiyatı <strong>ve</strong> sinemayı doğrudanetkilediğini, bu açıdan sinema dergiciliğininserü<strong>ve</strong>nini anlamamız açısından bu olaylarınönemine işaret eden Zahit Atam, konuşmasınınomurgasını “dönemler” üzerine kurdu.Türkiye’deki sinema dergiciliğini piyasadergileri <strong>ve</strong> bağımsız dergiler olarak ikiyeayıran Atam, piyasa dergilerinin arkalarında dönüştü.sermaye grupları olduğunu, işleyişin reklamadayandığını, yazarın kaleminin özlük değerininpara etmediği, yeteneğe bakılmadığı <strong>ve</strong> herşeyin sahtecilik üzerine kurulduğunu dilegetirdi. Piyasa dergilerini çıkaran kişilerininanmadıkları işleri yaptığından bahsetti.Atam’a göre sinema dergiciliğinde asıl kritikdönemi 1960-1980 arası <strong>ve</strong> 80’den sonrakileroluşturur. 1960-80 arası yazarların kalemlerininaltına imza attıkları mert bir söylemin olduğubir dönemdir. 80 darbesi ile birlikte toplumdabüyük bir yalancılığın <strong>ve</strong> sahtekârlığınyaşandığını, bu yalancılığın toplumun herkesimine yayıldığını söyleyenyazar, riyakârlığın doğal birşey haline geldiğini belirtti.Bu dönemdeki sinemadergiciliğinin ilk olarakİstanbul Film Festivali’ylebaşladığını <strong>ve</strong> bu dönemdeçıkan dergilerin sanat dergisikis<strong>ve</strong>si altında “piyasa”dergileri olduğunu söyledi.Zahit Atam, 90’lı yıllaragelindiğinde ise durumundeğiştiğini, Hollywood’un bir devlet politikasıolarak Türkiye’ye getirildiğini, Türk filmlerinden<strong>ve</strong>rgi alındığı halde Hollywood filmlerinden <strong>ve</strong>rgialınmadığından bahsetti. Dergilere Hollywoodfilmlerinin girmesiyle birlikte, dergilerinreklam <strong>ve</strong>rmeye başladığını <strong>ve</strong> bu reklamlarında eleştiriye etkisinin yıkıcı olduğunu söyledi.Dergilerin artık Hollywood’un bir bayisi gibiçalıştığını, en sıradan <strong>ve</strong> kötü filmlere övgülerdüzdüklerini belirten Atam’a göre 70’lerdeyazarların kendi tecrübesinden yola çıkarakokuyucuyu inandırmaya çalışmak esas gaye iken90’larda ise, bu, tamamen filmin pazarlanmasınaSinema yazarı olmak isteyenlerin önceliklekendilerine karşı dürüst olmaları gerektiğinevurgu yapan Atam, her zaman Mevlana’nın“ya göründüğün gibi ol ya da olduğungibi görün” düsturunu şiar edindiğini<strong>ve</strong> gençlere de bunu tavsiye ettiğinibelitti. Kişinin büyük yazar olması içinvicdanın yükünü taşıması gerektiğini,son olarak ise edebiyatın hem yazarhem de yönetmen olarak kişiyi dahaçok beslediğini sözlerine ekledi.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM101


102<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM29 Mart 2012Değerlendirme: Nihal ŞenSAM Fotoğraf Neyi Anlatır?Bir Fotoğraf ProjesiHazırlamak: ArabeskHaluk Çobanoğlu<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi’nin Mart ayındayedincisini düzenlediği “Fotoğraf Neyi Anlatır?”başlıklı oturumun konuğu Haluk Çobanoğluoldu. 1986 yılından beri fotoğrafla uğraşanÇobanoğlu, hem yurt içinde hem de yurt dışındaçeşitli dergilerde çalışmaları yayınlanan, kitaplarıbasılan <strong>ve</strong> akademik geçmişe sahip bir isim.Başlıca çalışmaları arasında Kuşbazlar, NewYork Subway <strong>ve</strong> Arabesk bulunan Çobanoğlu,Arabesk isimli çalışması özelinde fotoğrafçılık <strong>ve</strong>bir fotoğraf projesi hazırlamak üzerine konuştu,belgesel fotoğrafın bugünü <strong>ve</strong> yarınına değindi.Çobanoğlu konuşmasının başında fotoğrafınakıp giden bir nehir olduğunu <strong>ve</strong> bu akıntıyadâhil olabilme adına belgesel yaptığını ifade etti.Belgeselci için de bir tanım yapan Çobanoğlu,onun, geçmişi anlayan, bugünü yorumlayan,yarına belge bırakmaya çalışan bir kişi olduğunusöyledi.Merakın, projelerini oluşturma aşamasında önemlibir yere sahip olduğunu düşünen Çobanoğlu’nunilgi alanlarını şehirler, göç, doğu-batı sorunu,kültür tarihi gibi konular oluşturuyor. Müzikle bubağlamda ilgilenen Çobanoğlu, ülkemize özgümüzik denince akla ilk gelen tarzlardan biri olanarabeski belgesel konusu olarak seçmiş. Projesinianlatmaya, arabeskin Türkiye’de ortaya çıkmasının<strong>ve</strong> yayılmasının kısa tarihiyle başlayan Çobanoğlu,bu müzik hakkında “Cumhuriyet tarihinde ortayaçıkmış en özgün tarz” ifadelerini kullandı.Proje fotoğraflarının gösterimiyle devam edenprogramda daha sonrasında Çobanoğlu’nunçekim sürecinde başından geçenlerianlatmasıyla renklendi. On yıl süren çekimleringüzel tarafları olduğu kadar sıkıntılı taraflarınında olduğunu ifade eden Çobanoğlu, insanıninsan olduğu noktaları çekmeye gayret ettiğinivurguladı. Bu anlamda karar anını önemsediğini<strong>ve</strong> hiçbir şekilde kurguya başvurmadığını dasözlerine ekledi.Çobanoğlu, fotoğrafın bugün geldiği durumdanbahsederken fotoğrafın bezirgânlaştığı budönemde bilgiyle üretilen işlerin kalıcı olacağınıifade etti. Ayrıca herkesin fotoğraf üretiminekatılmasıyla demokratik bir sürece girdiğimizisöyledi. Fakat yine bu süreçte, bir fotoğrafmalzemesinin alınıp e<strong>ve</strong> götürüldükten hemensonra daha iyisinin çıktığını, bunun da insanlığayakışmadığını sözlerine ekledi. Türk fotoğrafınınserencamına da değinen Çobanoğlu, onun, bellibir tahakküm altında, Batı resmine dayanan,piktoryalist bir tarzda geliştiğini ifade etti.Belgesel fotoğrafı eğer gelişecekse, bunun birsistematiğe, bir felsefeye dayanması gerektiğinisöyledi.Konuşmasının son bölümünde Çobanoğlu,kendisinin de kurucularından olduğu PhotoAraf’ı anlattı. Photo Araf, belgesel fotoğrafüreten bir haber ajansı. Diğer haberajanslarından farklı olarak günlük haberüretmeyen, çalışmalarının uzun sürelereyayan <strong>ve</strong> konu seçimlerinde özgür bir ajans.Çobanoğlu’nun ifadesine göre hiyerarşikolmayan, özgürleştirici bir yapıya sahip.Çobanoğlu Türkiye’de fotoğrafın hâlâistenen noktalara gelememesinden,gençlerin yaratıcı projelerüretememesinden dem vursa dakonuşması boyunca, gelecekadına ümitvar olduğunu herfırsatta dile getirdi.


21 Nisan 2012SAM PanelKorku <strong>ve</strong> YakarışınMenzilleri: Zarifoğlu<strong>Sanat</strong>ının İmkânlarıI. Oturum: Anlatının Zarif’çesiDeğerlendirme: İlhan Süzgün<strong>Sanat</strong> Araştırmaları Merkezi’nin “Korku <strong>ve</strong>Yakarışın Menzilleri: Zarifoğlu <strong>Sanat</strong>ınınİmkânları” adıyla düzenlendiği Cahit Zarifoğlupaneli iki oturumda gerçekleşti. Panelin “AnlatınınZarif’çesi” başlıklı <strong>ve</strong> başkanlığını MustafaDemiray’ın yaptığı ilk oturumunda Zarifoğlu’nundüzyazıları hakkındaki tebliğlere yer <strong>ve</strong>rildi.Üç tebliğin sunulduğu birinci oturumun ilkkonuşmacısı Se<strong>ve</strong>ngül Sönmez, “Yaşamak’ınKıyısında” başlıklı tebliğinde Zarifoğlu’nungüncesinden yola çıkarak “yaşamak” kavramınınonda önemli bir yer tuttuğunu <strong>ve</strong> şiirlerindede bazen tecrübeler toplamı bazen denemeyanılmabazen de sınama şeklinde karşımızaçıktığını söyledi. Sonrasında ise Zarifoğlu’nagöre “yaşamak”ı şu sözlerle ifade etti: “Zarifoğlugüncesinde dünya nimetlerine teslim olmayan,olmak istemeyen ama bunların bir kısmından davazgeçmeyi beceremeyen bir adam olarak kendiruhunun içtenlikli savaşını dile getiriyor. Bunlarıanlatırken de yaşamanın bir varolma biçimi olarakne olduğunu sorgulamaya çalışıyor. Yaşamak,kitabın tüm metni haline geliyor. Çünkü Zarifoğluyaşamaktan ölmeyi de anlıyor.”Parçalı kurgusu nedeniyle Yaşamak’ın Türkçeninen orijinal kitaplarından biri olduğunu ifade edenSönmez, Zarifoğlu’nun bilinçli müdahalesiylekurgulanmış bir günce olarak, düz, çizgisel <strong>ve</strong>kronolojik yapının kırılmasıyla metnin parçalıbir hale gelmesi gibi türün diğer örneklerindenoldukça farklı özellikler taşıdığını belirtti.Güncesinde yaşamına dair çok az bilgininbulunduğunu belirtmekle beraber, bir kısmınındenemelerden bir kısmının da eleştiri yazılarındanoluştuğunu ifade etti. Ayrıca Sönmez, birdurumu anlatmak <strong>ve</strong> anlamak için kullanmanındışında olaylara, mekanlara, kişi, kitap <strong>ve</strong> dergiadlarına da Zarifoğlu’nun güncesinde pek yer<strong>ve</strong>rmediğini bildirdi. Konuşmasının sonlarınadoğru Zarifoğlu’nun Yaşamak’ta kendilik imgesinikurguladığını, bu kurgu ile klasik günlüklerdenfarklı bir yöntem seçtiğini, sadece günlüklerden,gün dökümlerinden <strong>ve</strong> kişisel hayatlardanesinlenmediğini, edebiyatı çevreleyen diğer bütüntürlere metnin içinde göz kırptığını ifade etti.Panel’in ikinci konuşmacısı Bahar Gökpınar,“Zarifnâme’leriyle Bir Kültür Adamının Dünyası”başlıklı tebliğiyle Zarifoğlu’nun mektuplarınıdiğer metinleri içerisinde konumlandırmayaçalıştı. Gökpınar, mektuplarının genel olarakkişisel dünyasının dış atmosferinde kaldığını,özel <strong>ve</strong> şahsi mektupların yazarın iç dünyasınıtanımak için her zaman okuyucunun daha çokilgisini çektiğini belirterek, birkaç mektubundanörnekler sundu. Şairin <strong>ve</strong>fatından yirmi üçyıl sonra altmış altı mektubunun basıldığınıifade eden Gökpınar, bunların dışında başkayerlerde yayımlanan birçok mektubunda bulunduğunu fakat daha çok 1974-1984 yılları arasındaki mektuplarınınelimizde olduğunu ifade etti. Bazendaktilo bazen de el yazısı ile yazdığımektuplarının samimi ancak dağınıkolduğunu söyledi. Zarifoğlu’nunkaleme aldığı mektupları<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM103


104<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAMedebi açıdan da değerlendiren Gökpınar,Abdurrahim Balcıoğlu’na yazdığı 1974 tarihlimektubun hikâye <strong>ve</strong> kurgu lezzeti <strong>ve</strong>rdiğini,ancak diğer mektuplarında böyle edebi biranlatımın olmadığını ifade etti. Bazı eserlerideğerlendirdiği mektuplarda ise, yetişmekteolan edebiyat sevdalıları ile kendi deneyimlediğiedebiyat sürecini muhakeme ettiğini belirtti.Panelin üçüncü konuşmacısı ÜmitAksoy ise “Büyüklere Masallar, KüçüklereRomanlar: Romanlardan Çocuk HikâyelerineZarifoğlu’nun Ontolojik Diline Dair BazıNotlar” başlıklı konuşmasında, özelde Türkromanının, genelde de Türk edebiyatının netür problemleri olduğunu <strong>ve</strong> Zarifoğlu’nun buproblemleri aşmakla ilgili bize ne tür imkânlarsunduğuna değindi. Gerçeklik algısınındeğişmesi <strong>ve</strong> bireyciliğin önplana çıkmasıylaromanın bize kıstasları <strong>ve</strong> değer yargıları farklıbir dünya sunduğunu belirtti.İlk dönem romanlarında yazma eğiliminintutkuların <strong>ve</strong> arzuların içinden geldiğini ifadeeden Aksoy, bunun hiçbir zaman ontolojik birnoktaya nüfuz etmediğini <strong>ve</strong> Türk romanınıntemel sıkıntısının da bu olduğunu söyledi.Zarifoğlu’nun hem çocuk metinleri hemmasalları hem de romanlarının bu anlamdamuazzam bir imkân sunduğunu belirterek,metnin içinde duygularla, akılla, ihtiraslarla,karamsarlıkla <strong>ve</strong> marazilikle ilgili sadece budünyaya değil, onun ötesinde başka yerlerede gönderme yaptığını ifade etti. Aksoy, Türkromanının böyle bir niteliği taşımadığını ancakZarifoğlu’nun bu imkânı beraberinde getirdiğinisöyledi.Zarifoğlu’nun mümkün olduğu kadar doğrubir şekilde yerel değerlere temas ettiğini <strong>ve</strong>romanlarında dinî bir yaşayışın görüldüğünü,bunun da iyi temsil edildiğini belirtti. Şiiryazan birinin romanlarındaki anlaşılmazlığındaha yukarıda olduğunu ifade eden Aksoy, buanlaşılmazlığın ontik olmayan ancak ontolojik biryerden bizi sarıp sarmalayan bir nokta olduğunusöyleyerek konuşmasını tamamladı.II. OTURUM: Şiir <strong>ve</strong> PoetikaDeğerlendirme: Reyhan KorkmazCahit Zarifoğlu’nun sanatını tartışmayıamaçlayan panelin ikinci oturumundaZarifoğlu’nun şiirleri <strong>ve</strong> poetikası konu edildi.Başkanlığını Berat Açıl’ın yaptığı “Şiir <strong>ve</strong>Poetika” başlıklı oturumun ilk konuşmacısıYalçın Armağan, genel olarak imge <strong>ve</strong> anlamkavramlarına değindi. Armağan, imge kelimesininbir edebiyat terimi olarak 1960’lardan sonrakullanılmasının bir rastlantı olmadığını belirtti.İkinci Yeni Şiiri’nin günlük konuşma dilindenfarklı bir dille yazıldığını <strong>ve</strong> bu farkı ifadeetme ihtiyacı doğduğundan, imge kavramınınkullanıldığını vurguladı; yani İkinci Yeni tarzı,modernist, özerk bir dille şiir yazıldığında imgekullanılmış oluyordu. Bunun karşısında ise,şiirde anlamı önemseyen bir taraf oluştu. 1960<strong>ve</strong> sonrasında şiir yazan şairlerin çoğununimge <strong>ve</strong> anlam konusuyla ilgilenmekzorunda olduğunu ifade eden Armağan,bu dönemde şiirler yazan Zarifoğlu’nunimge-anlam meselesine dair görüşlerinipaylaştı. Armağan’a göre Zarifoğlu’nunşiirleri <strong>ve</strong> şiir anlayışı iki ayrı dönemdeincelenebilir: Modernizm etkisindekaldığı 1965-1975 arası ilk dönem <strong>ve</strong>politikadan beslenen şiirler yazdığı1975-1986 arası ikinci dönem.Armağan, Zarifoğlu’nunilk dönem şiir anlayışına


dair çeşitli röportajlardan alıntılar yaparakkonuşmasına devam etti. Şairin maaş alanbir memur gibi şunu ya da bunu yazmasıgibi bir gerekliliğin şairi kısıtladığını söyleyenZarifoğlu’nun, bu açıklamasıyla şiirin kendiiçin varolması gerektiğini ifade etmiş olduğunuvurguladı. Armağan, kapalı bir şiir yazdığınısöyleyerek şiirini sorgulayanlara ise, “Ben debotanikten anlamam” diyerek cevap <strong>ve</strong>renZarifoğlu’nun, bu şekilde okuyucusundanentelektüel bir sermaye talep ettiğinin de altınıçizdi. Edip Canse<strong>ve</strong>r’in “Kapalı şiir yoktur,şiire kapalı insan vardır” sözünü hatırlatarak,Zarifoğlu’nun da bu paralelde düşündüğünübelirtti. Bu hatırlatmayla birlikte Armağan,Zarifoğlu <strong>ve</strong> İkinci Yeni ilişkisine değindi.Zarifoğlu ısrarlı bir şekilde kendini İkinci Yeni’denayırmaya çalışmaktadır. Bunun iki nedeniolabilirdi. Birincisi, daha yüzeysel <strong>ve</strong> basit olanpolitik neden; ikincisi daha derin olan “kaçınmaendişesi”. Birinci neden, görüşleri, amaçları <strong>ve</strong>yaşantıları kendisinden çok farklı olan bu gruplabirlikte anılmak istememesidir. Asıl nedenolarak ise, bütün şairlerin, kendilerinden önceyazılan şiiri aşmak, kendini varlığını kanıtlamakçabasında olduğu gerçeği görülmektedir. Buyüzden Zarifoğlu’nun İkinci Yeni şiirini biranlamda görmezden geldiği söylenebilir.Armağan, 1975’ten sonra Zarifoğlu’nun değişenşiir anlayışının nedenlerini söyleşilerinde açıkçadile getirdiğini belirtti. Bir söyleşide “angajeoldum” diyen Zarifoğlu, kendine bir ara formülgeliştirmiştir. Bu formülün en önemli noktasınıZarifoğlu, “Çağının insanı olmakla ideolojiyikarıştırmamak gerekir’’ sözleriyle ifade etmiştir.Yalçın Armağan, Müslümanların katledildiği <strong>ve</strong>çocukların öldürüldüğü bir zamanda yazılanşiirlerin, anlam olarak yere basması gerektiğinisavunan Zarifoğlu’nun yine de bu meseleyiböylece kabullenmediğini ifade etti.Oturumun ikinci konuşmacısı Metin Kaygalak,Zarifoğlu’nun Berdücesi şiirini, Sezai Karakoç’unMona Rosa <strong>ve</strong> Cemal Süreya’nın Ü<strong>ve</strong>rcinkaşiiriyle birlikte ele almak gerektiğini söyledi.Berdücesi şiirinin tıpkı Mona Rosa <strong>ve</strong> Ü<strong>ve</strong>rcinkagibi bir “yabansılık” üzerine kurulduğunubelirten Kaygalak, Mona Rosa’daki kaybedilmişkadın, Ü<strong>ve</strong>rcinka’daki tanımlanamayan kadın <strong>ve</strong>Berdücesi’ndeki kayıp hatta yok kadın imgeleriüzerinde durdu. Daha sonra “Bu şiirin üç ayrıbölümünde üç ayrı kadın var gibidir” diyerek şiirüzerine incelemesini sundu.Birinci bölümde anlatılan kara kadının, yanikaybolmuş, delikanlı kucaklarda dolaşan, plastik,inorganik kadının, ikinci bölümde giderek dahatanımlı hale geldiğini, “sen” zamirine bürünerek,sevgiliye yakın bir özneye dönüştüğünü belirtti.Bu noktada okurun çok çabuk bunun bir aşkşiiri okuduğu hissine kapılabildiğini belirtenKaygalak, şiirin ikinci bölümünün ilk kısmındaolduğu gibi, şairin, okuru şiirin dışına çıkarıponu okurun algısındaki işlevselliğe aykırı yerleresürükleyen bir tarzı olduğunu vurguladı. Üçüncübölümde ise sen imgesinin çok uzaklarakonumlandırıldığını, şairin ulaşılmazlığıkabullenilmiş kıza adeta ulaşmakistemediğini belirtti. Metin Kaygalak şairin,şiirini bu kayıp üzerine kurduğununfarkında olduğunu söyleyerekkonuşmasına son <strong>ve</strong>rdi.<strong>Sanat</strong>AraştırmalarıMerkeziSAM105


molaHazırlayan: Turgal ŞafakAnılar Defterinde Gül YaprağıCahit ZarifoğluAnılar defterinde gül yaprağıGibi unutuldum kurudumBaşıma düştü sevda ağıBir başıma tenhalarda kahroldumSen kim bilir rüzgârlı eteklerinle kim bilirHangi iklimdesinBen sensiz bu sessizlikleDeliler gibiyimSensiz bu sessizlikle.Ayrılıkla Başım BeladaGözlerini Çevir GözlerimeYoksa BenSensiz Bu SessizlikleDeli GibiyimSensiz Bu Sensizlikle.


TAM Tez/Makale SunumlarıTereke Defterleri <strong>ve</strong> OsmanlıMaddi Kültüründe DeğişimFatih Bozkurt(1<strong>78</strong>5-1875 İstanbul Örneği)16 Ocak 2012Değerlendirme: Kadir YıldırımSakarya Üni<strong>ve</strong>rsitesinde tamamladığı doktoratezi çerçe<strong>ve</strong>sinde Fatih Bozkurt ile İstanbulörneği üzerinden 1<strong>78</strong>5-1875 yılları arasındaOsmanlı’da sıradan insanlar <strong>ve</strong> elit tabakanınsahip oldukları maddî kültür araçları hakkındakonuşuldu.Temel kaynak olarak kadı sicillerindeki terekedefterlerini merkeze alan Bozkurt, şeriyye sicilleri<strong>ve</strong> arşiv belgeleriyle de zenginleştirdiğiçalışmasında, dönem itibariyle Osmanlıtoplumunun modernleşme <strong>ve</strong> Batılılaşmatecrübesinin maddî kültür boyutununanlaşılmasına katkı yapmayı hedefliyor.Modernleşme, Batılılaşma olarak tanımlananTürk toplumunun Batı tesirinde yaşadığı değişim<strong>ve</strong> dönüşümü konu edinen çok sayıda çalışma<strong>ve</strong> zengin bir literatürün varlığına rağmen,Bozkurt’u bu alanda çalışmaya yönlendirentemel saik ise, Osmanlı toplumunun gündelikhayatında ortaya çıkan değişimleri ele alan yayınsayısının azlığıdır. Toplum <strong>ve</strong> dolayısıyla insanodaklı olmasıyla bu çalışma, askerî alandakiyeniliklerden Batılı tarzda eğitim kurumlarınınortaya çıkışına, idarî sahadaki düzenlemelerdenyeni siyasî fikirlerin benimsenmesine kadarmodernleşme merkezli çalışmalardan farklı biryaklaşımla literatüre özgün bir katkı sunmaktadır.TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMMüslüman-Gayrimüslim, asker-reaya, kadınerkek,zengin-fakir vb. toplumun farklıkesimlerinin kıyafetlerinden ev eşyalarına,kitaplarından mutfak âletlerine kadar,hayattayken sahip oldukları her türlü mal, eşya<strong>ve</strong> objeyi ihtiva eden zengin içerikli 800 civarındatereke defterlerini örneklem olarak kullandığıçalışmasında Bozkurt, bu kayıtlar üzerindenOsmanlı toplumunun içinde yaşadığı eşyaevrenini, yüzyıllar içinde yaşanan değişimlebirlikte ortaya koyuyor. Bu incelemeyiTAM Yuvarlak Masa ToplantılarıTEZ/MAKALE SUNUMLARITereke Defterleri <strong>ve</strong> Osmanlı Maddi Kültüründe Fatih Bozkurt • 16 Ocak 2012Değişim (1<strong>78</strong>5-1875 İstanbul Örneği)Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku Said Nuri Akgündüz • 20 Şubat 2012Hezarfen Hüseyin’in Tarihinde Yeni Bir Roma, Cumhur Bekar • 5 Mart 2012Bizans <strong>ve</strong> İstanbul AlgısıTekirdağ <strong>ve</strong> Yöresinde Şehirleşmenin Tarihi Hacer Ateş / 2 Nisan 2012Süreci (XVI.-XVII. Yüzyıllar)BİR KİTAP-BİR YAZARZaman İçinde BediüzzamanY. Kenan Beysülen-Cemalettin Canlı6 Şubat 2012Fetih <strong>ve</strong> Kıyamet: 1453 Feridun Emecen • 19 Mart 2012Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler <strong>ve</strong> Ayhan Aktar • 14 Nisan 2012Ekonomik DönüşümTARİH OKUMALARIOsmanlı Öncesi Anadolu Kronikleri II: Turgay Şafak • 30 Ocak 2012Dânışmendnâme-SaltuknâmeOsmanlı Öncesi Anadolu Kronikleri III: Harun Yılmaz • 27 Şubat 2012Rahatu’s-Sudur Ayetu’s-SürurOsmanlı Öncesi Anadolu Kronikleri IV: Sara Nur Yıldız • 26 Mart 2012el-Evâmirü’l-Alâiyye fi’l-Umûri’l-AlâiyyeOsmanlı Öncesi Anadolu Kronikleri V: Kadir Turgut • 30 Nisan 2012Bezm u RezmSOHBETYerel Tarihçilerle Buluşuyoruz VIII: Lütfü Seymen • 12 Mart 2012Bir Ömür Kastamonu TarihiOtobiyografik Bir Anlatı V: Yavuz Cezar • 23 Ocak 2012Türkiye’de İktisat TarihçiliğiOtobiyografik Bir Anlatı VI: Süha Göney • 16 Nisan 2012Türkiye’de Coğrafya


ilk olarak tereke defterlerinin niteliklerindeniçeriklerine, yapısal özelliklerinden tarihselsüreçte yaşadıkları dönüşüme kadar ele alacakşekilde ayrıntılı bir tanımlamayla başlatıyor.Bu doğrultuda cevabını bulmaya çalıştığı temelsorulardan biri, toplumsal tarih çalışmalarınıntemel –<strong>ve</strong> belki de en mühim– kaynaklarındanolan tereke defterlerinin nasıl okunması, içerdiği<strong>ve</strong>rilerin nasıl değerlendirilmesi gerektiğidir.Tereke defterlerine yönelik ayrıntılı biraraştırmayı zorunlu kılan bu sorunun cevabı,Bozkurt’un XV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadargeçecek uzun bir dönemde tereke defterlerinindiplomatik özellikleri açısından yaşanandönüşüm <strong>ve</strong> değişimi görmesine imkân tanıyor.Bunun yanında mübâyâ‘a-ı eşya, hibe <strong>ve</strong> nefy-imülk gibi uygulamalar ile miras paylaşımındamalların gizlenmesi; icareteynli vakıf mülkleriüzerinden de tereke defterlerinin Osmanlıvatandaşlarının ser<strong>ve</strong>tlerini temsil etmedekieksiklikleri gösteriliyor. Tereke defterleriüzerinden Osmanlı ailesinin kaçkişiden oluştuğu, çocuk sayısı, çekirdek ailegibi unsurlar üzerine yaptığı incelemeler iseBozkurt’u oldukça ilginç sonuçlara ulaştırmıştır.Bu kayıtlara yönelik önceki çalışmalarda Osmanlıailesinin çocuk sayısının 2 olarak belirtilmesineyönelttiği eleştiri de bu sonuçlardan birisi.Bozkurt, “insan ömrünün kısalığı”, “yarımkalmış aileler” gibi dikkat çekici tanımlamalarla,tereke defterlerinin aynı zamanda erken yaştaölümler <strong>ve</strong> beraberinde yarım kalan ailelereişaret ettiğini, ancak bu resmin tam olarakgörülememesi halinde de Osmanlı aileleriiçin birey sayısını eksik göstererek yanlışyönlendirebileceğini tesbit ediyor. İncelediğidefterlerin yaklaşık %60’ının varis olanyetimlerin haklarını korumak için mahkemelercetutulduğuna dikkat çekerek, tereke defterlerineyönelik çalışmalarda ölen kişiden ziyade, geridekalan kişilerin kimliklerine odaklanmanın önemiüzerinde duruyor. Tereke defterlerinin girişkısımlarında başlangıçta Arapça olan dilin XVII.yüzyıl ortalarından başlayarak 1670’ler itibariyletamamen Türkçeleşmesi; başlangıçta sadece2 satır olarak kaleme alınan bu kısmın XVIII.yüzyılda uzayarak olgunlaşması; XIX. yüzyıldaIslahat Fermanı sonrasında gayrimüslimunsurların etnik <strong>ve</strong> dinî farklılıklarını da2012 BAHAR DÖNEMİ TAM SEMİNERLERİ LİSTESİGİRİŞ SEMİNERLERİ1 Türk Felsefe-<strong>Bilim</strong> Tarihi II İhsan FazlıoğluTEMEL SEMİNERLER1 Cumhuriyet Dönemi Siyasi Düşüncesi H. Emre Bağce2 Osmanlı Balkan Tarihi Gülçin Tunalı Koç3 Osmanlı Tasavvuf Düşüncesine Giriş II Semih Ceyhan4 Tarih Kaynakları: Yazma Eserler Nevzat Kaya5 Türkiye’de Sosyoloji Yücel BulutÖZEL SEMİNERLER1 İstanbul’un Asayiş Tarihi Murat Yıldız2 İstanbul’un Tarihsel Coğrafyası Mehmet Karakuyu3 Modernleşme Sürecinde Fatma Tunç YaşarOsmanlı Âdâb-ı Muâşereti4 Osmanlı’da Kadın Olmak II Betül İpşirli Argıt5 Osmanlı’da Sol: İşçi Hareketleri Kadir Yıldırım6 Osmanlı’da Tarikat-Siyaset İlişkisi Muharrem Varol108TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM7 Resimli Cumhuriyet İsmail KaraDin Dersleri Tarihi II8 Türkiye’de Hukuk <strong>ve</strong> Siyaset Macit Kenanoğlu-Nihat BulutOKUMA GRUPLARI1 Kaynak Metinlerinden Tahsin ÖzcanOsmanlı Toplumsal Tarihi2 Osmanlı İktisat Tarihi Kaynakları Baki Çakır3 Osmanlı Tasavvuf Tarihi Reşat Öngören4 Osmanlıca Okuma Grubu Ömer Faruk Köse5 Sosyoloji Okuma Grubu Yücel BulutATÖLYELER1 19. Yüzyıl Hukuk <strong>ve</strong> Macit KenanoğluSiyaset Atölyesi2 Balkan Tarihi Fatma Sel Turhan3 Fetva Mecmuaları Neşir Grubu Süleyman Kaya4 Mevzuâtu’l-Ulum Neşri Ahmet Süruri5 Sözlü Tarih Atölyesi


içerecek şekilde çeşitlenmesi gibi değişimlerde, Bozkurt’un tereke defterlerinin tarihîserü<strong>ve</strong>nine yönelik yaptığı uzun solukluincelemesinde ortaya çıkan yapısal <strong>ve</strong> biçimseldönüşümlerdendir.Çalışmanın ikinci ana konusu ise maddî kültürüzerinde şekilleniyor. Bozkurt, burada Osmanlımaddî kültüründe değişim, yani Batılılaşmanın seriyor.ne zaman <strong>ve</strong> hangi yıllarda başladığı, toplumunhangi gruplarının bu değişimde öne çıktığı<strong>ve</strong> hangilerinin bu değişime direnç gösterdiğigibi sorulara cevaplar arıyor. Bu soruların engenel cevabı ise aynı zamanda Osmanlı’dahalkın, yani toplum dediğimiz büyük parçayıoluşturan bireylerin tüketim kalıpları açısındanyaşadığı değişimi <strong>ve</strong> farklı dünyaları görmemizeimkân sağlıyor. XVIII. yüzyıl sonu ile XX. yüzyılbaşında Osmanlı toplumunun maddî kültüraçısından iki farklı dünya yaşadığını belirtenBozkurt, İstanbul üzerinden somut eşya <strong>ve</strong>obje örnekleriyle Osmanlıların değişen tüketimalışkanlıklarını <strong>ve</strong> sosyal yaşamlarını gösteriyor.Alafranga kültürün İstanbul’da yaygınlaşmayabaşladığı dönem olarak XVIII. yüzyıl öneçıkarken, imparatorluktaki gayrimüslimunsurların öncülük ettiği bu değişime Müslümanunsurların ise uzun süre direnç gösterdiklerigörülüyor. Örneğin alafranga kültürün önemlisimgelerinden biri olarak mutfaklarda çatalkullanımına ilk kez 1749 yılına ait 2 gayrimüslimterekesinde rastlıyoruz. İngiltere’de dahi ancakkonuşuldu.XVIII. yüzyıl başlarında yaygınlaşan çatalı, 1<strong>78</strong>5yılına ait gayrimüslim terekelerinde ise, yaygın birşekilde görüyoruz. 1820 yılına ait Karamanlıca birkitapta çatalın nasıl kullanılacağının anlatılmasıise, bu eşyanın Osmanlı’da artık toplumsal birkarşılığı olduğunu gösteriyor. Müslümanlar içinçatala rastlanan ilk tereke defteri 1845 yılına ait.Diğer eşyalardan da örneklerle XIX. yüzyılın ikinciyarısında alafranga sofra düzenine Müslümanunsurun gösterdiği direnci ortaya koyan Bozkurt,Müslüman-gayrimüslim toplumun çeşitlikesimlerinin terekelerinde yer alan sandalye,masa, konsol vb. birçok eşya ile İstanbul evlerininiç-dış dizaynı üzerinden maddî kültürde yaşanandeğişimi <strong>ve</strong> böylece Osmanlı insanının tüketimalışkanlığı, yaşam biçimi <strong>ve</strong> tüm bunların nesillerarasında nasıl değişip dönüştüğünü göz önüneTanzimat Dönemi OsmanlıCeza Hukuku20 Şubat 2012Değerlendirme: Sedat AlbayrakTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM109Said Nuri AkgündüzTürkiye Araştırmaları Merkezi bugüne değindüzenlediği çeşitli aylık toplantılarla OsmanlıDevleti’nde hukuk meselesini gündeme getirdi.Bu programlardan bazıları BSV Notlar olarak dayayınlandı (bkz. “Tanzimat Çağında OsmanlıHukuku”, Notlar, sy. 5, 2007). Bu minvalde 2012Şubat ayının tez konusu da, Osmanlı’da cezahukuku uygulamaları idi. Said Nuri Akgündüz ileMarmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal <strong>Bilim</strong>ler Enstitüsüİslâm Hukuku <strong>Bilim</strong>dalında tamamladığı“Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza HukukuUygulaması” başlıklı doktora üzerineTanzimat dönemi kanunlaştırmafaaliyetleri birçok araştırmanınkonusunu teşkil ederken döneminceza hukuku <strong>ve</strong> kanunları, üzerinepek çok iddia ileri sürülmesinerağmen, nisbeten daha azçalışılan bir alandır. Bu durum,Akgündüz’ün tez konusunu


110TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMbelirlemede önemli bir role sahip. Konuyubelirleyen diğer faktör, konunun salt fıkıh-hukukeksenli olmamasıdır. Prof. Dr. Celal Yeniçeridanışmalığında hazırlanan, bir İslâm hukukuçalışması niteliğini haiz tezin ele aldığı dönemise 1839-1923 yıllarını kapsıyor. Akgündüz, budönemi Tanzimat süreci olarak nitelediğinin dealtını çiziyor.Akgündüz’ün ifadesiyle, Tanzimat Fermanındataahhüt edilen “emniyet-i can <strong>ve</strong> mahfûziyet-i ırz<strong>ve</strong> namus <strong>ve</strong> mal” prensibi gereğince ilan çıkarılanilk kanunlardan biri 3 Mayıs 1840/1 Rebiülev<strong>ve</strong>l1256 tarihli Kanun-ı Ceza’dır. Bu kanun klasikOsmanlı kanunnamelerine benzemektedir; küllibir kanun (code) olmayıp yalnız bazı suçlarıdüzenler. 1851/1267 tarihli Kanun-ı Cedid iseönceki kanunun eksikliklerini gidermek maksadıyladüzenlenmesine rağmen, yine bazı suçlarla sınırlıkalmıştır. 1858/1274 tarihli Ceza Kanunname-iHümayun’u ise 1810 Fransız Ceza Kanunu’ndan(Code Pénal de 1810) tercüme edilerek bazıdeğişikliklerle birlikte uyarlanmıştır. Tez, dahaönceki iki kanun yürürlüğe girdiğinde henüzNizamiye Mahkemeleri kurulmadığı <strong>ve</strong> bu kanunlarŞer‘iye Mahkemeleri’nin yetki sınırları içerisindebulunmadığı için bu üçüncü kanun üzerineşekillenmektedir. Tanzimat dönemi adlî teşkilatınınkarışık yapısına da değinen Akgündüz’ün kaynaklarıise daha çok arşivden; Meclis-i Vala, Divan-ıAhkâm-ı Adliyye iradeleri. Bu iradelerin yekûnunutemyiz teşkil etmekle birlikte Tanzimat sonrası idamkararlarının kanunen Padişahın onayına sunulmasımecburi olduğu için bütün idam kararları da buiradelerde bulunabilmektedir. Yine, Adliye Nezaretitarafından neşredilen, içinde örnek mahkemekararlarının bulunduğu Ceride-i Mehâkim’denörneklere çokça rastlıyoruz tezde.Beş bölümden oluşan tezinin ilk bölümünüTanzimat öncesi Osmanlı ceza hukukunaayıran yazar, ikinci bölümde Tanzimat dönemiceza hukukunun kaynakları <strong>ve</strong> adliye teşkilatıhakkında genel bir çerçe<strong>ve</strong> sunarak döneminadlî yapısını anlamayı kolaylaştırıyor. Tezin asılkonusunu inceleyen üçüncü bölümde ise maddîhukuk açısından suç <strong>ve</strong> cezaların incelenmesibaşlığı altında konuyu tekrar sınırlamak adınabazı temel suçlar seçilerek, bu suçların İslâmhukukundaki konumu, Tanzimat öncesi durum,kanunlardaki ilgili hükümler <strong>ve</strong> uygulamayadair örnekler yer alıyor. Bazı temel suçlarıntercih edilmesinin zorunluluğuna değinenaraştırmacı 1858 kanununda hadlerin <strong>ve</strong>kısasların düzenlenmediğini hatırlatıyor. 1840kanununda kısaslara atıf varken, 1851 kanunubazı had suçlarını (kazf, şürb) düzenliyor. CezaKanunname-i Hümayunu’nda hadler <strong>ve</strong> kısaslardüzenlenmeyip, bu kanunun İslâm hukukundaulu’l-emre tanınan tazir koyma yetkisine bağlıkalınarak çıkarıldığının belirtilmesini Akgündüzmanidar buluyor. Zira bu meşrulaştırmadayanağına göre had <strong>ve</strong> kısaslar zımnen ilgaedilmiştir. Mesela 1858 kanununda zina suçuhadlerden ayrık bir şekilde şarta bağlanmıştır.Bir had suçu olarak irtidat ise kanundadüzenlenmemekte, ancak iradelerden anlaşıldığıkadarıyla, istisnalar bulunmakla birlikte,bu fiil için idam cezasının uygulanmadığıgörülmektedir.Tanzimat sonrası ceza hukuku uygulamasınıdeğerlendirdiği dördüncü bölümde ise yazarkanunların büyük çaplı eleştiriye maruzkalmadığının altını çiziyor. Araştırmacıyagöre, Darülfünun Hukuk muallimlerindenKirkor Zöhrab’ın nitelikli tenkitleri,Beyânu’l-Hak (1908) dergisinde bir dizimakaleyle ceza kanununa eleştirilergetiren İbn Hâzim Ferid’in kanununtatbikatçılarından şikayet etmesiönemli bir yöne işaret etmektedir.Buna karşın, halktan alınantepki <strong>ve</strong> ulemanın eleştirilerinedair elimizde yeterli bir


ilgi bulunmamaktadır. Cevdet Paşa’nın1858 kanununu hazırlayan komisyondayer almasına rağmen Mecelle konusundakihassasiyetini burada göstermemesi, bukanunların bölgede uygulanmaması isteğinedair bazı Arap eyaletlerinden gelen belgeler dekonuyla ilgili dikkat çekeci hususlardır. Diğertaraftan, genel olarak 1858 kanunu, bazı tadil<strong>ve</strong> zeyllerle birlikte, 1926 tarihli ceza kanununakadar uygulanmıştır. Son olarak modernaraştırmacıların konuyla ilgili tespitlerinebakıldığında, kanunname geleneği <strong>ve</strong> bukanunları, laiklik hareketleri olarak okumatemayülü göze çarpıyor. Bu yaklaşım, döneminmeşrulaştırma endişesini doğru anlayabilmeimkânını ortadan kaldırıyor.Hezarfen Hüseyin’inTarihinde Yeni Bir Roma,Bizans <strong>ve</strong> İstanbul Algısı5 Mart 2012Değerlendirme: Osman KocabaşCumhur BekarBoğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde Cumhur Bekar tarafından2011 yılında tamamlanan “A New Perceptionof Rome, Byzantine and Constantinople inHezarfen Hüseyin’s Uni<strong>ve</strong>rsal History” başlıklımaster tezi, Osmanlı tarihçilerinin Roma <strong>ve</strong>Bizans tarihine bakışlarını <strong>ve</strong> bu konu üzerindenOsmanlı dönemi tarihçilerinin gözündeki farklıİstanbul perspektiflerini incelemektedir. Bir dünyaimparatorluğu kuran Osmanlı’nın kendisindenönceki benzerlerine (Roma <strong>ve</strong> Bizans) bakışınıyansıtan tez Osmanlı tarihçiliğinin genel şemasınıda çizerek Hezarfen Hüseyin’in tarihçilikteki yeri<strong>ve</strong> öneminden bahsetmekte, Osmanlı evrenseltarih yazımı <strong>ve</strong> sorunlarınaodaklanmaktadır. Bu noktadaBekar, Gelibolulu Mustafa Âligibi pek çok Osmanlı evrenseltarih yazarı hakkında yeterliçalışmaların bulunmadığınadikkat çekiyor. Bekar’agöre, bunun en temelsebebi, Türkiye’de Osmanlıtarihçileri üzerine yapılanaraştırmalar, bu tarihçilerinkendi yaşadıkları zaman<strong>ve</strong> mekânla ilgili eserlerini dikkate alıp diğercoğrafya <strong>ve</strong> farklı zamanları anlatan eserlerini isegöz ardı etmeleridir. Bekar’ı tez konusu olarakHezarfen Hüseyin Efendi’yi seçmeye iten temelsaik de budur. Aynı zamanda Hezarfen, Osmanlıtarihçiliğinde Yunan <strong>ve</strong> Latin kaynaklarını kullananilk tarihçidir.Çerçe<strong>ve</strong>si Hezarfen Hüseyin Efendi’nin,Tenkihu’t-tevarihi’l-müluk adlı eserinin Roma<strong>ve</strong> Bizans tarihiyle ilgili bölümlerinden hareketleoluşturulan tez üç kısımdan oluşur. Birinci kısımHezarfen’in yaşadığı ortam <strong>ve</strong> bu bağlamda 17.yüzyıl Osmanlı entelektüel camiasının genelgörünüşü, ikinci kısım Hezarfen’in eserindeRoma <strong>ve</strong> Bizans tarihine ilişkin yazdıklarınıtahlil etmektedir. Son bölüm ise FenerlilerinRoma <strong>ve</strong> Bizans tarihi araştırmalarındakiyerini ortaya koymaktadır.Tezinin ilk bölümünde Hezarfen’inyaşadığı dönemi tasvir edebilmek için17. yüzyıl Osmanlı entelektüel ortamınadeğinen Bekar burada, Osmanlı’daortaya çıkan yeni entelektüel tipiüzerinde durmaktadır. Bekar’agöre, XVII. yüzyılın bilimadamları,kendisinden öncekilere göre dahaevrensel bakış açısına sahiptirler.TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM111


112TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMEserlerinde Osmanlı coğrafyasını aşaraktüm dünya kültür, tarih <strong>ve</strong> coğrafyasına yer<strong>ve</strong>rmektedirler. Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi gibiâlimlerden mülhem Çelebiler çağı olarak daadlandırılan bu dönemin ilim adamlarının enayırıcı vasfı, pek çok ismin medreseden değilbürokrasiden gelmesidir. Köprülüler dönemindeilmiye alanında yapılan yenilikler <strong>ve</strong> önemliçalışmalar (örn. özel kütüphanelerin kurulması<strong>ve</strong> Batı eserlerinden yapılan çeviriler) gerekdevlet sisteminde gerek imparatorluğun diğerunsurlarında yaşanan sıkıntılara yeni çözümlerarayan <strong>ve</strong> Avrupa ile ilişkilerin artmasıyla ilgialanları genişleyen bu entelektüel kitleye büyükkatkılar sağlamıştır.XVII. yüzyılın yeni entelektüel ortamındayetişen Hezarfen’in hayatına dair ise elimizdeyeterli bir bilgi yoktur. İstanbul’da okuyupdevlet kademelerinde çalıştığı, Fazıl AhmedPaşa himayesinde kaldığı <strong>ve</strong> sonra devletgörevinden ayrılarak kendisini ilmî çalışmayaadadığı bilinmektedir. Telhîsu’l-beyan adlımeşhur eseriyle tanınan Hezarfen, unvanındanda anlaşılacağı gibi birçok alanda kitaplaryazmış, İstanbul’a gelen pek çok oryantalist deeserlerinde Hezarfen Hüseyin’den bahsetmiştir.Bu tez çalışmasının temel kaynağı niteliğinihaiz Tenkihu’l-tevarihi’l-müluk da onun önemlieserlerindendir. Dokuz bölümden oluşan eserdiğer evrensel tarihçilerin aksine Hz. Âdem’dendeğil İran İmparatorluğu tarihinden başlar.Kronolojik bir sıra takip etmeyen eserin ilkbölümü Osmanlıları anlatır. Roma <strong>ve</strong> Bizans,Çin, Hindistan <strong>ve</strong> İslâm tarihini de içeren eserinson bölümünde coğrafyaya değinilir. Esere genelolarak bakıldığında bilhassa Roma <strong>ve</strong> Bizanstarihi özet bilgi niteliğindedir. Sadece önemligörülen mevzularda ayrıntıya girilmektedir.Bu sebeple Hezarfen’in hangi kaynaklardanyararlandığı hakkında bilgi sahibi olmak zordur.Bu eser 1670-1673 arasında yazılmış <strong>ve</strong> IV.Mehmed’e sunulmuştur.Tezin ikinci bölümünün odaklandığı Romatarihine Truva Savaşı’nı anlatarak başlayanHezarfen, burada, meşhur at efsanesine yer<strong>ve</strong>rmemektedir. Bekar’a göre, Hezarfen’ineserine Truva’yı anlatarak başlaması Truva,Roma <strong>ve</strong> İstanbul üçgenini oluşturmak iç<strong>indir</strong>.Bu, Fatih dönemi tarihçilerinin savunduğu birideolojidir ki İstanbul’un fethini düşünsel olarakdesteklemek amacıyla ortaya atılmıştır. Şöyle ki,esere göre Roma şehri Truva Savaşı’ndan kaçanYunanlılar tarafından kurulur. Roma tarihinianlattıktan sonra on yedi Yunan felsefecisinianlatır <strong>ve</strong> akabinde Konstantin’in hayatınıayrıntılı şekilde incelenir. Konstatin <strong>ve</strong> şehrinkuruluşunun bu kadar incelenmesinin sebebiFatih’in İstanbul’u fethetmesine karşı çıkan <strong>ve</strong>bu fethi; İstanbul’un bir putperest tarafındankurulduğu, Tanrı tarafından lanetlendiği <strong>ve</strong> busebeple uğursuz olduğu, eğer kudsiyeti olsaydıdaha önceki Müslüman liderler tarafındanfethedileceği gibi gerekçelerle önemsizgören kitlelere karşı Fatih’in oluşturduğuantitezdir. İstanbul’un lanetli olduğunu iddiaedenler, Yanko b. Medyan adlı, tamamenTürk tarihçilerinin uydurduğu putperestbir kurucudan bahseder. Yazıcıoğlu gibitarihçilerin eserlerinde de bahsedilen buvakalar efsanelerle süslenerek anlatılmıştır.Fatih, bu iddialara cevap niteliğindeBizans tarihçilerinin eserlerini çevirtir.Saray tarihçileri de fethe karşı olangörüşün çürütülmesi yönünde çabasarf ederler. Ancak onların da ortayaatılan bu efsanelerden etkilendiğigörülmektedir.Hezarfen bu hususta diğerlerindenfarklı bir yaklaşım ortayakoyar; Konstantin’i şehrin


kurucusu olarak görür. Konstantin’in hayathikâyesini anlatırken Hezarfen, bazı bölümlerigizleyerek <strong>ve</strong>ya değiştirerek adeta Konstantin’ihak dine inanan bir yönetici gibi gösterir. Buhikâyede Konstantin bir hastalığa tutulmuştur.Etrafındaki doktorlar bu hastalıktan kurtulmanıntek çaresinin çocuk kanlarından mürekkebbir banyo olduğunu söylerler. Konstantin’inemriyle çocuklar toplansa da hükümdarçocukların ağlamalarına dayanamaz <strong>ve</strong> hepsiniserbest bırakır. O sırada Aziz Sil<strong>ve</strong>stre gelir <strong>ve</strong>Konstantin’in bu iyiliğinden ötürü onu imanada<strong>ve</strong>t eder. Konstantin putları kırarak İsa’ya imaneder. Genel olarak bakıldığında Hezarfen, olayıİslâmî bir süzgeçten geçirmiştir. Ardından şehrinkuruluş hikâyesine değinen Hezarfen, bu olayıyine efsanelerle süslemiştir. Konstantin, bütünputların kırılmasını <strong>ve</strong> yakılmasını emreder ki buayrıntı İstanbul’un kurucusuna putperest diyentarihçilere cevap niteliğindedir. Çemberlitaşhikâyesinden de bahseden Hezarfen, Konstantindöneminin en önemli olayı olan İznik Konsülü’neeserinde yer <strong>ve</strong>rmez; çünkü bu olay Hezarfen’inoluşturduğu çerçe<strong>ve</strong>ye uymamaktadır. Hezarfen,Ayasofya’nın kurulmasından <strong>ve</strong> Bizans tarihininönemli hadiselerinden biri olan Leon <strong>ve</strong> onunortaya çıkardığı ikonakırıcılıktan bahseder.Buraya kadar Hezarfen, bu şehrin kurucusuhakkında yapılan olumsuz imajı kırmaktadır.Daha sonra Hezarfen’in eserini oluştururkenkendilerinden çokça yararlandığı Fenerlilerüzerinde durur. Devlet kademelerinde hizmeteden Fenerliler, kendi soylarının Bizans’adayandığını düşünürler <strong>ve</strong> bir üst imparatorlukkimliği oluşturan Osmanlı’yı desteklerler. Bu,Osmanlı tarihçilerinin Bizans kaynaklarınaulaşmasında Fenerlilerin önemli rolüne işaretetmektedir.Tekirdağ <strong>ve</strong>YöresindeŞehirleşmeninTarihi Süreci(XVI.-XVII.Yüzyıllar)2 Nisan 2012Değerlendirme: Esra EvsenTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMHacer Ateşİstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde tamamladığı “KuzeyMarmara Sahilleri Ard Alanında ŞehirleşmeninTarihi Süreci: XVI.-XVII. yüzyıllarda Tekirdağ <strong>ve</strong>Yöresi” başlıklı doktora tezini bizlerle paylaşanHacer Ateş, sunumunda çalışmasının anamalzemeleri olan tahrir defterleri <strong>ve</strong> kadı sicilleriçerçe<strong>ve</strong>sinde XVI. <strong>ve</strong> XVII. yüzyıllarda Tekirdağ<strong>ve</strong> yöresinde şehirleşme sürecini anlattı. Ateş’egöre, 1980’lerden sonra şehir tarihleri çok revaçtaçalışmalar haline gelmiş <strong>ve</strong> bu çalışmalar sayesindeimparatorluğun geneli <strong>ve</strong> taşrası hakkında genişbilgiler elde edilmiştir. Bu tür çalışmalaraöncülük eden önemli eserlerin başında ÖmerLütfi Barkan’ın tahrir defteri incelemelerigelmektedir. Ayrıca bu defterlerin nasılinceleneceği <strong>ve</strong> bunlarda mevcut <strong>ve</strong>rilerinnasıl değerlendirileceği ile ilgili çalışmalarınetkisiyle aynı dönemde kaza <strong>ve</strong> sancakçalışmaları da artmıştır.Tekirdağ, Rumeli’nin fethindensonra ilk Osmanlı yerleşimi olmasıhasebiyle büyük önem kazanan birliman kasabasıdır. Antik dönemde,Romalılar <strong>ve</strong> Bizanslılarda olduğu113


114TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMgibi, Osmanlı döneminde de bölge ticaretindemühim bir yer edinmiştir. Bölgeyle ilgili en eskitahrir kaynakları 1486 tarihlidir. Bu defterdeşehrin merkezi ile ilgili bilgi bulunmamakta, dahaçok kırsal alanla ilgili bilgiler yer almaktadır. Ateş,çalışmasının ilk bölümünde kazanın ana yerleşimmerkezi olup kırsal alandan farklı bir görünümarzeden kasabalar üzerinde durmaktadır. Ateş’intezi, sunumunda da değindiği üzere, Tekirdağ <strong>ve</strong>yöresindeki şehirleşmeye dair şu tespitleri ortayakoymaktadır:Tekirdağ kazasında şehir özelliği gösteren üçana yerleşim yeri bulunmaktadır. Tekirdağkazasının merkezi olduğu <strong>ve</strong> limanı bulunduğuiçin Rodoscuk, kazanın en önemli yerleşimalanlarından biridir. Kazanın kadısı da bubölgede ikamet etmektedir. Bugün Barbarosdiye bilinen ikinci yer Banados, XVI. yüzyılakadar herhangi bir Müslüman yerleşkesinesahip olmamış bir kasabadır. Burada beş altıcivarında gayrimüslim mahalle mevcuttur.Fetihten sonra bölgenin bütün Rumları,Rodoscuk <strong>ve</strong> Banados civarında toplanmıştır.Üçüncü yer ise Osmanlı döneminde İnepazarıdiye adlandırılan İnecik’tir. İlk zamanlar antikdönem yerleşimlerinin bir devamı niteliğindeyapılanmış bir kasaba görünümünde olduğusöylense de 1960’ta yapılan çalışmalarbu bölgede antik dönem yerleşmelerininbulunmadığını göstermiştir. Tahrir defterlerinegöre bu bölge 1480’lerden sonra pazar yerininkurulması <strong>ve</strong> onun etrafına cami, kervansaray,han gibi yapıların ila<strong>ve</strong>siyle klasik bir Osmanlıkasabası görünümü kazanmıştır.Bu ana yerleşimler arasında Rodoscuk, ticarîaktiviteleri, şehirleşme özellikleri, fizikselyapılarının çokluğu, mahalle sayısının fazlalığı,iskelenin burada olması <strong>ve</strong> kazanın yargı merkeziolması gibi sebeplerle önemli bir kasabadır.Rodoscuk’a ait bilgiler ilk defa 1515 yılınaait bir defterde görülmektedir. Bu defterlerincelendiğinde ilk Müslüman yerleşmelerinfetih yönü olan şehrin batı tarafında <strong>ve</strong> sahildenuzak tepede kurulduğu görülmekte <strong>ve</strong> Türklerinburayı fethettiklerinde gayrimüslimlerle beraberyaşamayıp mahallelerini uzakta kurduklarıanlaşılmaktadır. İstanbul’un fethinden sonraşehrin gelişimi çok hızlanmış <strong>ve</strong> bu gelişme fizikîanlamda da şehre yansımıştır. XVI. yüzyılın ikinciyarısından itibaren şehrin batısında Müslümanmahallelerin sayısının arttığı görülmektedir.İskelenin aktivitesinden sonra büyük ticarîgelişmelerle zenginleşen yerli halk da şehrinfiziksel yapısına katkıda bulunmuştur. Ticarîaktiviteler sebebiyle Balkanlar’dan, Moratarafından Tekirdağ bölgesine geniş çapta göçlerolduğu görülmektedir. Ticaretle uğraşanlarınkurduğu mahallelerin sayısının artmasıyladaha önce parça parça şehir görüntüsü taşıyanşehir XVII. yüzyılda bir bütünlük arzetmeyebaşlamıştır. Şehrin güneyinde varoş olarakadlandırılan kısımda yeni Ermeni mahallelerkurulmuş, XVI. yüzyılda Celali İsyanlarındankaçan Ermeni gruplardan bazıları burayayerleşmiştir. Ermeniler dışında Tekirdağ’daRumlar <strong>ve</strong> Yahudiler mevcuttur. Bu gruplararasında sosyal çatışmaların yaşandığı daanlaşılmaktadır.Şehirde dikkat çeken diğer bir mekân XVI.yüzyılın ikinci yarısında merkez iskeleninalternatifi olarak kurulan Rüstem Paşaİskelesidir. Bu iskeleden daha çok ticarîemtia taşınmıştır. Rüstem Paşa İskelesiyakınlarında Balkanlar’dan devletiçin alınan ürünlerin toplandığı mirîmahzenler kurulmuş; ayrıca imaretler,cami, kervansaray, hanlar gibi yapılarda yapılmıştır. Balkanlar’dan gelenürünler Rodoscuk’ta toplanarakİstanbul’a, Bursa’ya <strong>ve</strong>yaAnadolu’ya geçirilmektedir.Mısır tarafından gelenticaret güzergahı da buradasonlanmaktadır. Burada


Venedik, Ceneviz gibi yabancı milletlerin ticarîtemsilcileri bulunmaktadır.Şehir büyük göç almaya başlayıp şehirdekievler bu nüfusu barındırmakta yetersiz kalıncaRodoscuk ileri gelenleri tarafından, gelirleri kendivakıflarından sağlanmak üzere büyük odalarkurulmuştur. Şehir halkı oldukça gelişmiş birekonomik düzeye sahip olduğu gibi hanımları davakıf idarelerinde <strong>ve</strong> dükkan sahibi olarak sıkçagörmek mümkündür. Rodoscuk İstanbul’unfethinden sonra Fatih evkafına dâhil edilmiştir.Buradaki değirmenlerin, bağların <strong>ve</strong> çeşitli vakıfişletmelerinin gelirleri Fatih evkafına aittir.16. yüzyıl ortalarında Arnavutluk’tan, Mora’dan,Batı Anadolu’dan çeşitli gruplar Osmanlıyönetimine Tekirdağ tarafına gelip yerleşmekistediklerini yazmışlar, kendilerine izin <strong>ve</strong>rilince deyeni gayrimüslim köyler kurmuşlardır. Bu köylerbölge sarp olduğu için “derbentçi köyler” diyeadlandırılarak çeşitli <strong>ve</strong>rgilerden muaf tutulmuştur.Fetih esnasında 9 mahallesi bulunan Tekirdağ XVII.yüzyılda 22’si Müslüman, ikisi Ermeni <strong>ve</strong> altısıRum mahallesi olmak üzere 30 mahallesiyle şehirgörünümünde bir yer haline gelmiştir.TAM Bir Kitap Bir YazarZaman İçinde Bediüzzaman6 Şubat 2012Değerlendirme: Seda KaravuşYusuf Kenan BeysülenCemalettin CanlıZaman İçinde Bediüzzaman (İletişim, 2010),geçmişin <strong>ve</strong> bugünün Türkiye’sinde önemlibir yere sahip Bediüzzaman hakkında yenibir okuma <strong>ve</strong> perspektifle bugüne değinyazılan <strong>ve</strong> anlatılanların pek çoğundan farklıbir Bediüzzaman profiliçıkartıyor karşımıza. Kitabınyazarları (CemalettinCanlı, Yusuf KenanBeysülen) Bediüzzaman’ıkerâmet-<strong>ve</strong>lâyet meseleleriüzerinden değil belli birtarihsellik <strong>ve</strong> sosyallikiçinde konumlandırarakdeğerlendirdiklerini iddiaetmektedir.Yazarların bu yaklaşımlarıkaynak seçimlerini de belirliyor. Bediüzzamanile ilgili mevcut birçok bilgiyi mercek altınaalan yazarların kaynakları, rivayet nevindenbilgileri de tamamen göz ardı etmemekle birlikte,Bediüzzaman’ın kendi yazdıkları, onu doğrudantanıyan bilen insanlar –talebeleri– ile yapılangörüşmeler <strong>ve</strong> yazılı belgelerden müteşekkil.Yine Bediüzzaman ile ilgili literatürde AbdülkadirBadıllı’nın Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı kitabı,Şükran Vahide’nin çalışmaları <strong>ve</strong> Şerif Mardin’inBediüzzaman Said Nursi Olayı isimli eseriöne çıkmaktadır. Yazarlara göre, bu eserlerinpek çoğunun temel problemi Bediüzzaman’ıtarih dışı bir karakter olarak tasvir etmeleridir.Kitabın yazarlarından Beysülen’in Bediüzzamanliteratürüne dair dikkat çektiği hususlardanbiri de Bediüzzaman sonrasında yazılanların,anlatılanların çok duygusal olduğu ya dahiçbir temel dayanak olmaksızın reddetmetemayülü içermesidir.Kitabın ortaya çıkış serü<strong>ve</strong>ni, bir belgeselprojesini gerçekleştirme arzusuylabaşlıyor. Bediüzzaman kendi yazdıkları,yaşayan talebeleri, kendisinden sonraanlatılanlar, yazılanlar, temelleriniattığı Nur cemaatinin varlığı <strong>ve</strong>etkisinin genişliği sebebiyleTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM115


116TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMbelgesele konu ediliyor. Aynı zamanda, bumalzeme fazlalığı, söz konusu çalışmanınbelgesel olmaktan da öte kitaplaşmasınazemin hazırlıyor. Netice itibariyle denilebilir ki,Bediüzzaman kimdi? Ne yaptı? Neden bu kadaretkinlik alanı yaygınlaştı? nevinden sorularınizini süren “bu çalışma her şeyden çokmerakın kovalanmasıdır” (s. 21). Bu minvaldetoplantının çerçe<strong>ve</strong>si de Bediüzzaman’ınneden bu denli etkili bir düşünür olduğu<strong>ve</strong> etkisinin niçin geniş bir kitlede karşılıkbulduğu, Cumhuriyet döneminde Said Nursitavrının özgünlüğü, II. Meşrutiyet dönemi <strong>ve</strong>sonrasındaki faaliyetleri, II. Abdülhamid’eilişkin düşüncelerinin değişmesi <strong>ve</strong> sebepleri,eserleri, O’nun İslâmî yorumunun başarılı olupolmadığı soruları üzerinden şekillendi.Canlı’ya göre, Bediüzzaman’ın kişiliğininşekillenmesinde XIX. yüzyılın Kürdistanmedreselerinin dönüşümü, Kadirilik,Nakşibendilik <strong>ve</strong> bu cemaatin reaksiyonerkarakterinin etkisi rol oynar. Bu atmosfer içindeyetişen Bediüzzaman’ın geniş kitlelere yayılanetkisini açıklayabilmek için, II. Meşrutiyet ileHilafetin kaldırılmasına kadar geçen sürecebakmak <strong>ve</strong> Bediüzzaman’ı ihya geleneğiiçinde değerlendirmek gerekmektedir. BirMüslüman olarak döneminin koşullarındaİslâm toplumlarındaki sıkıntılara bizzatşahit olan Bediüzzaman İslâm’ın geçirdiğibu buhran döneminde çareyi İslâm’ı pozitifbilimlerle buluşturmak, yani bilebildiği,öğrenebildiği kadarıyla Kur’an ile mevcutbilimsel gelişmeler arasında bir uyum <strong>ve</strong>referans noktası oluşturmaya çalışmaktabulmuştur. Bediüzzaman’ın bu çabalarıİslâm’ı ihya etme gayretidir. Daha sonrakidönemde, özellikle Cumhuriyetin ilanı <strong>ve</strong>sonrasında, Bediüzzaman’da bir dönüşümgözlenir: Önceki dönemlere göre bu dönemdedaha arkaplanda kalmayı tercih etmiştir.Bediüzzaman Cumhuriyet’i kuran kadrolarlaçatışmaya girmenin bir fayda getirmeyeceğinibizzat sürecin içine dâhil olarak görebilmiştir.Ankara’da iken meclisin dışında farklıdüşüncelerin tasfiye edildiğini, kültürelçeşitlilikten ziyade homojen bir yapınınoluşturulmaya çalışıldığını, Cumhuriyetikuranların ideallerinin bambaşka olduğunufark etmiştir. İşte bu fark ediş, Bediüzzaman’ı“imanı kurtarma derdi”ne düşürmüştür.Cumhuriyetin yer altına ittiği İslâmî unsurları,devletle doğrudan temasa geçmeksizin,farklı bir kanal yaratarak, kendi olanaklarıylavaretmeye çalışmıştır. Bediüzzaman’ınCumhuriyet dönemine ilişkin duruşuna dair“Reddetmiyoruz, kabul de etmiyoruz” şeklindekullandığı ifadesi onun nerede durmakistediğini özetler niteliktedir.Canlı, Risale-i Nur Külliyatı’nın Cumhuriyetinuyguladığı politikalara direnç oluşturan birözellik niteliği taşıdığı görüşündedir. Bukitabın oluşumunda özellikle Bediüzzaman’ınBarla yıllarında kendisine sorulan sorulara<strong>ve</strong>rdiği yanıtların biraraya getirilerek yazılmasıetkilidir. Canlı’ya göre, bu külliyat birplandan, projeden teşekkül etmemiş, bilakisbir bireyin inancı noktasında yaşayacağısıkıntıları, çelişkileri ortadan kaldırabilecekbir malzeme sunması açısından spontanegelişen bir durumu ortaya koymuştur.Ayrıca risalelerin sadeleştirilmesi meselesirisalelerin dünyevileştirilmesi anlamınagelmektedir. Neticede bu tarihsel zeminiçinde, Cumhuriyet dönemi politikalarıBediüzzaman’ın düşüncesinin başarılıolmasını beraberinde getirir. Diğertaraftan Bediüzzaman’ın İslâmîyorumu da devlet nezdinde makulgörülmüştür ki bu özelliği onunbu denli yayılmasının bir başka<strong>ve</strong>çhesini açıklar.


Fetih <strong>ve</strong> Kıyamet: 145319 Mart 2012Değerlendirme: Betül SezginFeridun EmecenFetih <strong>ve</strong> Kıyamet 1453 (Timaş, 2012): İlk kezgün yüzüne çıkarılan belgeler, savaş resimleri<strong>ve</strong> haritalar ışığında İstanbul’un fethiniyeniden okumak…Prof. Dr. Feridun Emecen tarafından yayınahazırlanan kitap, bir çağı kapatıp, bir başkaçağı açan, sonraki yıllarda Osmanlı’yı Viyanakapılarına kadar götüren hedeflerin zemininihazırlayan İstanbul’un fethine tanıklıketmeye götürüyor bizi. Emecen, İstanbul’unfethini üç bölümde ele alıyor kitabında. Fetihile ilgili mevcut çalışmalardaki boşluklar,fethin izini yeniden sürdürüyor Emecen’e.Öncelikle “eğer fetih bu kadar önemliise, Osmanlı kaynaklarının bunu nedengeçiştirdiği” sorusunun ardına düşüyor. Bukonuda muhtelif cevapların bulunduğunudile getiren Emecen’e göre konunun siyasal<strong>ve</strong> neticeleri itibari ile sosyal çerçe<strong>ve</strong>siüzerinde durulmakla birlikte askerîyönü epey ihmal edilmiştir. Fethe dairbilgilerimiz de daha ziyade Bizans <strong>ve</strong> Latinkaynaklıdır. Batılı tarihçilerin, gözlemcilerin,din adamlarının kaleme aldıkları, bazengünlük olarak tutulmuş kronik sayılabilecekliteratürden... Osmanlı kaynaklarında ise bukonu 5-6 satırı geçmiyor.Zaman içerisinde fethe büyük bir ilginindoğduğunu görüyoruz. Bunun 1910’danitibaren başlayan bir arkaplanı var. Zira odönemde, iktidardaki partinin görüşleridoğrultusunda tarihi, hamasi bir görüş ilesunma eğilimi var. Bu, milli benliği ortayakoyabilecek biçimde ele alındığı için farklıhususlar ortaya çıkarıyor. Fetih de buhususların başında yer alıyor. Aynı olayı1953 senesinde farklı bir biçimde görüyoruz.500. yıl kutlamaları çerçe<strong>ve</strong>sinde fetihle ilgiliciddi teşebbüsler yapılır. Ama bu çalışmalaruzun soluklu olmamıştır. İstanbul <strong>ve</strong> fetihleilgili dergiler çıkarılmaya başlandıysa dabunlar 5-6 sayı ötesine geçememiştir <strong>ve</strong> sonrakesintiye uğramıştır. 2003 yılında da fethin550. yılı olması dolayısı ile birtakım hazırlıklaryapılır. Türk Tarih Kurumu’nun –Emecen’inde içinde bulunduğu– projesi Fatih’indefterlerinin yayınlanması <strong>ve</strong> tüm fetihdöneminin külliyat şeklinde toplanmasınıöngörse de uygulamaya konulmamıştır.Fethi <strong>ve</strong> Kıyamet, “ele aldığı konuya farklıbir çerçe<strong>ve</strong>den bakma gayreti” Emecen’inifadesiyle… Fetih konusunun İslâmdünyasındaki yankısına dikkat çekenEmecen, kitabının ilk bölümünde bunoktaya ışık tutuyor <strong>ve</strong> böylece İstanbul’unHz. Peygamber’in övdüğü bir şehirolmasının yanında karanlık bir yüzünü deortaya koyuyor, fethi Ayasofya efsaneleriçerçe<strong>ve</strong>sinde ele alan yaklaşımlardanfarklı olarak. Bu, kitabın çerçe<strong>ve</strong>sini debelirliyor aynı zamanda. Burada ilk dikkatçekici husus, Hz. Peygamberin meşhurhadisinin, Osmanlı’nın meşhur üçfetihnamesinde yer almamasıdır.Ayet <strong>ve</strong> hadislere yer <strong>ve</strong>rilmesinerağmen meşhur hadisi göremiyoruzbu kaynaklarda. Hadis <strong>ve</strong> ayetlerTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM117


118TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMde sadece kıyametle ilgili. Emecen bubağlamda, niye bu hadisin fetihnamelerdeyer almadığını sorguluyor <strong>ve</strong> bunun siyasîsebepleri olabileceği, ancak ayet <strong>ve</strong> hadislerüzerinden düşünüldüğünde İstanbul’unfethinin kıyametle yakından ilişkilendirildiğisonucuna ulaşıyor. İstanbul’un fethi ilekıyametin kopacağı beklentisi var. Zira bunudestekleyen olaylar İstanbul’un fethindensonra görülmeye başlanıyor. Şehirde <strong>ve</strong>basalgını baş gösteriyor. II. Bayezid dönemindede devam eden kıyamet beklentisi sık sıkyaşanan zelzeleler ile körükleniyor. Hicri900 senesinde daha da ciddiyet kazananbu beklentiyi güçlendirecek sallantılarınİstanbul’da devam ettiğini kaynaklardanöğreniyoruz. Nihai kertede Emecen, odönemin halkının zihnindeki İstanbul’unlanetli bir şehir olduğu inancının efsanelericanlı tuttuğu çıkarımına ulaşıyor.Eserin ikinci bölümü, Fatih’in çocukluğu <strong>ve</strong>yetişmesindeki temel faktörlere odaklanıyor.Fatih’i “Fatih” yapan faktörler bunlar. Bubölümün üzerinde durduğu konulardan biri12-14 yaşlarındaki bir şehzadenin rekabetiçerisindeki saltanatı. “Bu yaşlardaki bir sultanacaba ne yapabilirdi?” sorusunun izini sürenEmecen, küçük yaşında babasına ciddi birşekilde direnen, Çandarlı <strong>ve</strong> ekibi ile hareketeden genç sultanın siyasetini Varna Savaşı gibidönemin önemli olayları <strong>ve</strong> Halil İnalcık’ınFatih Devri Üzerine Tetkikler <strong>ve</strong> Vesikaları’ndaortaya koyduğu siyasî gerilime daha farklı nasılyaklaşılabileceği üzerinden değerlendiriyor.Bu konuda yazarın imdadına Zaifi’ninOsmanlı’nın fetihle ilgili askerî <strong>ve</strong> siyasîgerilime dair bilgiler içeren Gazavatnâme’siyetişiyor.Kitabın son kısmı askerî meseleler üzerineeğiliyor: Fetih için yapılan hazırlıklar,büyük topun fonksiyonu vs. Büyük topun,tarihî surları yıkması konusundaki farklıyaklaşımları mercek altına alan Emecen’egöre, surlar çok kuv<strong>ve</strong>tli <strong>ve</strong> yıkılması zorolmakla birlikte büyük topun çok önemli birfonksiyon icra ettiğini söylemek mümkündeğildir. Zira elimizde topun birkaç defa arızayaptığına <strong>ve</strong> çatladığına dair belgeler vardır.Bunun yanı sıra ilk defa batarya tipli dokuzkademeli toplar da kullanılmıştır. Emecenburada kendisinin Bizans kaynaklarındantespit ettiği bir noktaya daha dikkat çekiyor:Söz konusu kaynaklar, çöken bazı burçlarınyıkılmasında lağımcıların etkisindenbahseder. Bu, fetihle ilgili değinilenyeniliklerden biridir.Son olarak, kılıçla alınan bir şehrin tasarrufuönemli olduğu için Sultan Mehmed’inİstanbul’u kılıç gücü ile almaya ehemmiyet<strong>ve</strong>rdiğini vurguluyor Emecen. Kılıç ile şehrinalınması askerî <strong>ve</strong> siyasî olarak devlete dahafazla güç <strong>ve</strong>recektir. Uzun bir dönem fethinkılıç gücü ile mi yoksa bağış yolu ile mialındığı tartışılmıştır. Bu konuya kitabındadeğinmemekle beraber konuyla ilgili farklıdönemlerde farklı yaklaşımlar sergilendiğini,konunun en son Kanuni döneminde yenidenortaya çıktığını dile getirdi sunumunda.Kanuni döneminde İstanbul’un fethinetanıklık eden kişilerin olup olmadığıaraştırılır <strong>ve</strong> biri 120 diğeri 130 yaşında ikiyeniçeriye ulaşılır. Yeniçerililer şehrin“kara tarafından kılıç gücü ile deniztarafından bağış yolu ile” fethedildiğinisöylerler. Bu hadise sonrası <strong>ve</strong>rilenfetva (Ebussuud’un fetvası) da fethinkaradan kılıç gücü ile alındığınıbildirir <strong>ve</strong> böylece yapılantartışmalara son <strong>ve</strong>rilir.


Türk Milliyetçiliği,Gayrimüslimler <strong>ve</strong>Ekonomik Dönüşüm14 Nisan 2012Değerlendirme: Mehmet Ali DoğanAyhan AktarTürkiye Araştırmaları Merkezi bünyesindeyeni bir özel toplantı serisine başlandı.Ayhan Aktar’ın misafir edildiği bu toplantıdizisinin ilk oturumunda kendisinin sondönem makalelerini biraraya getirdiği TürkMilliyetçiliği, Gayrimüslimler <strong>ve</strong> EkonomikDönüşüm (İletişim, Mayıs 2006) adlı kitabıüzerine tartışıldı. Ermeni tehciri, Türk-Yunannüfus mübadelesi, Şark Ticaret Yıllıkları,Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşmakitabı, İstanbul <strong>ve</strong> Bursa’da ekonomikfaaliyetler gibi temalar etrafındaki tartışmalar,kitap oturuma katılanlar tarafındanokunduğundan dolayı soru cevap şeklinde birsohbet havasında gerçekleşti.Toplantıdaki tartışma konularının ilki,Aktar’ın kitabının ilk bölümlerinde ele aldığıErmeni tehciriydi. Bu konuyu, Meclis-iMebusan zabıtları ile mukayeseli bir şekildeinceleyen Aktar, Ermeni tarihçileriningenelde Ermeni tehcirinde hayattakalanlarla değil ölenlerle, kurtaranlarla değilöldürenlerle ilgilenmek yönünde bir yaklaşımsergilediklerini vurgulamaktadır. Aktar’a göre,Ermeni tehciri ile alakalı üstümüze üstümüzegelen <strong>ve</strong> insanları siyah ya da beyaza iteniki tür anlatım vardır. Ancak meseleyisağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek içingri alanlarda dolaşmak gerekmektedir. Bugri alan ise hikâyelerde mevcuttur; YüzbaşıSarkis Torosyan <strong>ve</strong> onun From Dardanellesto Palestine isimli anı kitabında olduğugibi: Torosyan Kayseri’de doğar, topçumektebinden mezun olur, üç aylık kursiçin Almanya’ya gider, dönüşünde I. DünyaSavaşı patlak <strong>ve</strong>rir, Çanakkale Boğazı’nıngirişindeki Ertuğrul tabyasına komutanyapılır, bir düşman gemisi batırır, En<strong>ve</strong>rPaşa’dan takdir <strong>ve</strong> madalya alır. Ailesi tehciredilen Torosyan, Galiçya’dan sonra Suriye’yeyollanır, Halep’te bir kampta kızkardeşinibulur <strong>ve</strong> ondan anne <strong>ve</strong> babasının Islahiyeçıkışında kurşuna dizildiğini öğrenir,Şerif Hüseyin’in ordusuna katılır <strong>ve</strong>Osmanlı ordusuna karşı savaşır. Böylece,Torosyan’ın adı Çanakkale Savaşı’nın resmitarihinden silinmiştir. 1915’te ne oldusorusu sansürlenmiş <strong>ve</strong> İttihat <strong>ve</strong> TerakkiCemiyeti diktatoryası yüzünden 1918’densonra, bilhassa İttihatçı karşıtları tarafından,konuşulmaya başlanmıştır.Peki, Ayhan Aktar’ı azınlık meselesiyleilgilenmeye sevk eden amil nedir? Kendisinibir çeşit “kader kurbanı” olarak niteleyenAktar, liseyi bitirdikten sonra BoğaziçiÜni<strong>ve</strong>rsitesi’nde İşletme-İktisat’a başlar,ancak bu bölümde okumaktan pek hoşnutkalmaz. Şerif Mardin, Sosyal <strong>Bilim</strong>lerBölümünü açtıktan sonra bu bölüme geçenAktar, hayatta tesadüflerin çok <strong>ve</strong> önemliolduğuna inanmaktadır: Kendisinin varlık<strong>ve</strong>rgisini çalışması bir tesadüftür <strong>ve</strong> bu türkonulara azınlıklarla başlamak kendisiiçin ufuk açıcı bir etkiyi beraberindegetirmiştir. “Üstten ısıtmalı dizelmotorum. Bir konuya girişmem içinepey bir ısınmam lazım” diyenTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM119


120TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMAktar, Mavi Kitap ile alakalı makalesindeolduğu gibi bazen bir şeye sinirlendiğindeyazar; bazen de “gazetelerin ömrü 24 saat, buyazını genişlet de dergide basalım” şeklindekiarkadaş tekliflerini kıramayarak. Diğer taraftangelişme sosyolojisi ile uğraşan bir kişi olarakAktar’a, hatırat okumak cazip gelmektedir;zira hatıratlarda bütün sübjektivitesi ilebirlikte bir adam, bir hikâye anlatılmaktadır.Kitap, Niyazi Berkes <strong>ve</strong> Türkiye’deÇağdaşlaşma adlı kitabı üzerine yeni birokuma gayretini de içerir. “Ne olacak bumemleketin hali” tartışmaları içindeki1970’lerin Türkiye’sinde, hazır klişelerboldur, herkes kendinden aşırı em<strong>indir</strong>,soru sormayı yok eden bir ortam vardır, amaBoğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi yine de kurtarılmışbir bölge gibidir Aktar’a göre. Bu yıllardaİngiltere’ye giden Aktar, orada Niyazi Berkesile tanışır. Onun ifadesiyle, “Türkiye 1938’ekadar altın çağını yaşamıştır ondan sonrada bozulma başlamıştır” fikrini her ne kadarpopüler yapan Attila İlhan ise de ilk telaffuzeden Niyazi Berkes’tir. “İngilizce yazmayabaşladığınızda yabancı okuyucuya göreyazarsınız” diyen Aktar, bütün anıların birotosansürden geçtiğini <strong>ve</strong> Berkes kadar,yaşadığı dönemi iyi analiz eden adamlarınsayısının çok az olduğunu savunmaktadır.Kitapta, dolayısıyla toplantıda ele alınanbir başka konu Türk-Yunan mübadelesiidi. Mübadele ile alakalı arşiv malzemesini,kamu yöneticisinin dikkatini çeken birolay olduğunda kayıt altına alınan, değilsealınmayan bir şey olarak açıklayan Aktar, BatıAnadolu’da yaşanan felaketin Yunanistansınırları içindeki Türkler üzerindeki büyüketkisine dikkat çeker. Kendisinin dilegetirdiği üzere, mübadele uzmanı bir tarihçiolmamakla beraber mübadele çalışmasındakravatlı siyah elbiseli birtakım adamların,bir masa etrafında oturup “<strong>ve</strong>r Rumlarımı,al Müslümanlarını” şeklinde karikatürizeedilebilecek bir pazarlıkla insanlarıngıyaplarında karar <strong>ve</strong>rmelerinin mantığıylailgilenmektedir. Diğer bir ifadeyle, bir ağacıyerinden söküp başka bir yere atma hoyratlığıonun araştırma konusunu teşkil etmektedir <strong>ve</strong>mübadele bunu anlaması için bir araçtır.Aktar, son olarak, tüketime karşı olanhocalarından Şark Ticaret Yıllıkları’ndaki cıvılcıvıl ortama, Lozan zabıtlarının Yunancayaçevrilmediğinden İTO’ya 1990’larda mezkuryıllıklarla ilgili sundukları projenin hikâyesinekadar daha pek çok konuda bol anekdotlaraktardı katılımcılara. Sohbet, Ayhan Aktar’ın“tartışma güzeldi, sorular güzeldi, bana bir çokşeyi tekrar düşündürdünüz” sözleriyle sona erdi.30 Ocak 2012Değerlendirme: Veysi TunçTAM Tarih OkumalarıOsmanlı Öncesi AnadoluKronikleri IIDânişmendnâme-SaltuknâmeTurgay Şafakİstanbul Medeniyet Üni<strong>ve</strong>rsitesi Fars Dili<strong>ve</strong> Edebiyatı Bölümü öğretim görevlisiDr. Turgay Şafak ile XI.-XII. yüzyıllarınAnadolu’sunda ortaya çıkan <strong>ve</strong>Anadolu’nun fethi <strong>ve</strong> fatihlerini konuedinen Anadolu Türk destanlarındanDânişmendnâme, ağırlıklı olarak daSaltuknâme üzerine konuşuldu.Anadolu <strong>ve</strong> Balkanlar’ınİslâmlaşması sırasında ortayakonulan büyük mücadelelere


değinerek sunumuna başlayan Şafak’a göre,bu mücadeleler halkın psikolojisinde derinizler bırakır. Batılı güçlere karşı yüzyıllar boyusürdürülen savaşların, birtakım destanımsıanlatılar yaratması bu anlamda kaçınılmazdı.Bu olgunun büyük kahramanları, yenianlatıların da çıkış noktasıdır. Söz konusuanlatılardan Battalnâme, Dânişmendnâme <strong>ve</strong>Saltuknâme bu dönemin öne çıkan eserleridir.Osmanlı öncesi Anadolu <strong>ve</strong> Balkanlar’ınİslâmlaşmasında önemli roller üstlenen BattalGazi, Danişmend Gazi <strong>ve</strong> Sarı Saltuk gibi halkarasında çokça tanınan <strong>ve</strong> sevilen kahramanlarhakkında yazılan az sayıdaki eser günümüzekadar ulaşmıştır. Bu eserlerden, Osmanlıöncesi Anadolu’nun sosyal, dinî <strong>ve</strong> ekonomikyapısı hakkında önemli bilgiler elde etmekmümkündür. XII.-XV. yüzyıllar arasında kalemealınan halk edebiyatına ait bu eserler, dahaçok, fetih <strong>ve</strong> gaza konularını içeren İslâmî Türkdestanlarıdır. Battalnâme <strong>ve</strong> Dânişmendnâme,Anadolu’nun fethini <strong>ve</strong> bu mücadeleninkahramanlarını anlatmakta, Saltuknâme isetasavvufî nitelikli menkıbeler içermektedir. Buyönüyle diğer iki eserden ayrılır.Sarı Saltuk, Anadolu <strong>ve</strong> Rumeli’nin fethiesnasında gazalara katılan, kahramanlığı<strong>ve</strong> <strong>ve</strong>layeti <strong>ve</strong>silesiyle, yaşarken efsanevî birşahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdır.Hayatı etrafında oluşan menkıbelerin diğergazi <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>lilerin menkıbeleriyle iç içe geçmesi<strong>ve</strong> tarihî kaynaklarda onun hakkındakibilgilerin gerçek dışı <strong>ve</strong> çelişkili olmasınedeniyle hayatına dair gerçek bilgileri eldeetmek de son derece güçtür. Denilebilir ki,XIII. yüzyıl alperenlerinden Sarı Saltuk’undestanî şahsiyetiyle ilgili bilgiler çeşitlimenakıbnâmeler <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>layetnâmelerdebulunabilse de, bu konuda en önemli kaynak,hiç şüphesiz, Sarı Saltuk’un hayatını konualan Saltuknâme adlı eserdir. Sarı Saltuk’tansöz eden diğer kaynaklar ise İbn Battûta <strong>ve</strong>Evliyâ Çelebi’nin seyahatnameleridir.Saltuknâme’nin yazarı Ebü’l-Hayr-ı Rûmî,Fatih Sultan Mehmed’in şehzadesi CemSultan’ın halk arasındaki sözlü menkıbelerinderlenmesi <strong>ve</strong> kitap haline getirilmesiisteği üzerine, Anadolu <strong>ve</strong> Rumeli’yi yediyıl boyunca adım adım dolaşarak, SarıSaltuk’un menkıbelerini derlemiş <strong>ve</strong> yazıyageçirmiştir. Hazırladığı eseri 1480 yılındaSultan’a sunmuştur. Saltuknâme tam metinolarak Şükrü Haluk Akalın tarafından latinizeedilmiş <strong>ve</strong> Kültür <strong>ve</strong> Turizm Bakanlığıtarafından üç cilt halinde yayımlanmıştır.Eserin birinci cildinde Sarı Saltuk’un çocuklukdönemi anlatılmaktadır. Saltuknâme’yegöre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır’dır.Şerif Hızır üç yaşındayken babası SeyyidHasan <strong>ve</strong>fat eder. Şerif’in yetiştirilmesi işiniSeravil adındaki bir lala üstlenir. Kısa süredeata binmeyi, ok atmayı, kılıç kullanmayıöğrenen Şerif Hızır, Türk destanlarındakialp tipinin önemli bir örneğini teşkil eder.Şerif Hızır’a Saltuk adını, savaşta yendiğiAlyon adlı bir düşmanı <strong>ve</strong>rmiştir. Saltuk da,Müslüman olan Alyon’a İlyas adını <strong>ve</strong>rir.Eserin ikinci cildinde Sarı Saltuk’un çeşitliülkelere (Türkistan, Frenk diyarı, Cezayirvb.) gerçekleştirdiği seferler ayrıntısıylakonu edilmektedir. Yine bu ciltte yer alanbir menkıbede, Türkistan’dan gelipAnadolu <strong>ve</strong> Rumeli’ye yerleşerek, bubölgelerin İslâmlaşmasında önemli roloynayan gazi-dervişlerin faaliyetleri,kerametleri anlatılmaktadır.Üçüncü ciltteki menkıbeler ise SarıTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM121


122TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMSaltuk’un birçok farklı bölgede (Mağrib,Arabistan, Edirne) gerçekleştirdiği savaşlarıkonu almaktadır. Eserin “kıssa-ı gaza <strong>ve</strong><strong>ve</strong>fat” başlığını taşıyan bölümünde ise SarıSaltuk’un şehadeti anlatılmaktadır.Menkıbeler araştırmacılar tarafındankonularına göre üç grupta incelenmektedir;ilk grupta tarihî olaylar, ikinci grupta efsanevîdiyarlarda geçen savaşlar, üçüncü gruptaise Hindistan, Habeşistan, Arabistan gibidiyarlarda geçen savaşlar <strong>ve</strong> kerametlerbulunmaktadır. Son gruptaki menkıbelergerçek mekânlarda gerçekleşmesine rağmenbu menkıbelere de masal üslûbu hâkimdir.Eserde anlatılan olaylar genel olarak XIII.yüzyılda geçmektedir <strong>ve</strong> bu olaylar iki türmekânda gerçekleşmektedir. İlk mekân türüAnadolu, Rumeli, Arabistan, Kırım, Mısır,Hindistan gibi gerçek mekânları içerir.Sıralanan yer adları göz önüne alındığında,Saltuknâme’nin sadece Anadolu-Türk destanıolmadığı, dönemin Türk dünyasını kapsadığıgörülür. İkinci gruptaki yer adları ise Kaf Dağı,Cinnistan gibi masal <strong>ve</strong> efsane ülkeleridir.Saltuknâme’de Sarı Saltuk farklı kimliklerlekarşımıza çıkmaktadır: Bazen savaşçı, bazenkeramet gösteren bir <strong>ve</strong>li, bazen Kaf Dağı’nagiden, cadılarla <strong>ve</strong> devlerle savaşan bir masalkahramanı, bazen de Osman Gazi, NasreddinHoca, Karaca Ahmed, Mevlana gibi şahıslarınyanında bulunan tarihî bir kişilik. Sarı Saltuk’unolağan üstü güçleri Saltuknâme’de mübalağalıbir şekilde anlatılmaktadır. O bir destankahramanında bulunması gereken bütünözelliklere sahiptir. Kahramanlığı, merhameti,bilgisi, inancı, fedakârlığı, kerametleri ilealperen tipinin önemli bir örneğini teşkiletmektedir. Sarı Saltuk’un mücadele ettiğidüşmanları ise kâfirler, zalimler, cadılar, devler,canavarlar <strong>ve</strong> kötü cinlerdir.27 Şubat 2012Değerlendirme: Mustafa ÖztürkOsmanlı Öncesi AnadoluKronikleri IIIRahatu’s-SudurAyetu’s-SürurHarun Yılmaz1957 yılında Farsça aslından TürkçeyeTarih Kurumu öncülüğünde Ahmed Ateştarafından kazandırılan iki ciltten müteşekkilRâ<strong>ve</strong>ndî’nin Selçuklu hanedanını anlatanRahatu’s-sudûr ayetu’s-sürûr adlı eseriMarmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nden Harun Yılmaz’ınsunumu ile tartışıldı.Yılmaz, öncelikle Râ<strong>ve</strong>ndî hakkındadinleyicileri bilgilendirdi. Müellif, ulemaailesine mensup biri… Büyük Selçuklular’ındağılma sürecinde yaşamış <strong>ve</strong> hanedanınIrak kolundan Tuğrul’un gözde nedimleriarasında bulunmuş. Râ<strong>ve</strong>ndî eğitiminidayısından almış. Yılmaz, yazarın bukonuya sıklıkla değindiğine dikkat çekiyor.Ayrıca dayılarının güzel yazı yazma sanatınısultana <strong>ve</strong> saray çevresine öğretmelerininRâ<strong>ve</strong>ndî’nin sarayda kalmasında etkili bir<strong>ve</strong>sile olabileceği kanaatinde.Saray çevresinde vakit geçirmesi birçokâlimle irtibat kurmasına yol açıyor. SultanTuğrul’un elçilik görevlerinde bulunuyor<strong>ve</strong> 1189 yılında ülkede çıkan siyasîkarışıklıklar sonrasında sarayla irtibatıkesiliyor. Râ<strong>ve</strong>ndî bu olaylardansonra zengin bir ailenin himayesinegiriyor. Harzemşahlar’ın bölgeyehakimiyetinden sonra uzleteçekilen yazar, Konya’daKeyhüsrev’in yanına gelene


kadar sarayla irtibat kuramıyor. 1203 yılındansonra da eserini yazmaya başlıyor. Yılmaz’agöre, Âl-i Selçuk <strong>ve</strong> Keyhüsrev’e ithafedilen eserin iki farklı yazılış amacı olabilir.Bunlardan ilki –yazarın kitapta beyan ettiğigibi– öldükten sonra arkada kalıcı bir eserbırakma endişesidir. Satır aralarından okunanikinci amaç ise, hayatta maddî-manevîkazancının tamamını Selçuklular’dan eldeeden birinin, geçmişte yaşadığı izzet <strong>ve</strong> ikramıtekrar geri kazanma isteğidir. Eser üslup <strong>ve</strong>metot açısından şiirler <strong>ve</strong> darbımesellerledili ağırlaşan muhtasar bir üsluba <strong>ve</strong> düzenlibir yapıya sahip. Yazar, sultanları anlatmayabaşlamadan önce onların doğum tarihlerini<strong>ve</strong>riyor. Daha sonra kaç yıl hükümdarlıkyaptıklarını, <strong>ve</strong>zirlerinin <strong>ve</strong> hâciplerinin kimlerolduğunu aktarıyor. Bu bilgilerin ardındanRâ<strong>ve</strong>ndî, sultanların fiziksel özelliklerinden,kişiliklerinden <strong>ve</strong> ahlâklarından bahsediyor.Öte taraftan, müellifin sarayda bulunması <strong>ve</strong>Selçuklu Sultanı Tuğrul’a yakın olmasındandolayı kitabın kaynak değeri oldukça yüksek.Irak Selçukluları’nın 1194’teki yıkılışınıanlatarak son bulan eserin muhtevasınabakıldığında siyasetnâme <strong>ve</strong> nasihatnâmeliteratürü açısından dikkate değer bilgilerkarşımıza çıkıyor. Eser kendisinden önceyazılanlardan istifade ettiği gibi, Tevârih-iÂl-i Selçuk gibi sonraki dönem kitaplarada kaynaklık ediyor. Muhteva açısındandikkate değer bir diğer nokta, özellikle İslâmsiyaset düşüncesi çalışmalarında önplanaçıkan bazı lakapların <strong>ve</strong> unvanların kitabıntarih kısmında zikrediliyor olmasıdır. Eser,Âl-i Selçuk hakkındaki değerlendirmeleri,savaş sanatı <strong>ve</strong> tekniği hakkındaki görüşleri,satranç, ok atmak, güzel yazı yazmak, sultanınordusuna nasıl davranması gerektiği, onlarınavları, eğlenceleri <strong>ve</strong> içki gibi bahisleri deiçinde barındırıyor. Ayrıca her bir bölümün <strong>ve</strong>kitabın sonunda yazar, Keyhüsrev’in öncekisultanların hayatlarından <strong>ve</strong> yaptıklarındanneleri kendisine ders olarak alması gerektiğinede değiniyor.Yılmaz eseri, hayatta kazandığı her şeyiSelçuklular’a borçlu olan bir adamın,yani Râ<strong>ve</strong>ndî’nin eski günlerine dönmearzusunun bir sonucu olarak değerlendiriyor.Bununla birlikte, kitabın orijinalitesinindiğer siyasetnâme <strong>ve</strong> nasihatnâme türündekieserlerle karşılaştırmalı bir çalışmayla ortayakonabileceğinin de altını çiziyor.26 Mart 2012Değerlendirme: Cumhur BekarTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMOsmanlı Öncesi AnadoluKronikleri IVel-Evâmirü’l-Alâiyyefi’l-Umûri’l-AlâiyyeSara Nur YıldızAlman Orient Enstitüsünden Sara NurYıldız’ın sunumuyla tartışılan İbn Bîbî’nin el-Evamirü’l-Alaiyye fi’l-Umuri’l-Alaiyye isimlieseri, Yıldız’ın akademik çalışmalarına dayön <strong>ve</strong>rmiş. Yıldız, Chicago Üni<strong>ve</strong>rsitesi’ndeerken Osmanlı <strong>ve</strong> Karamanlı Beyliğidönemi üzerine çalışmayı düşünürken,İbn Bîbî’nin eserini okuduktan sonra,karar değiştirip, eserin de konusuolan Moğol dönemi Anadolu’sunayöneliyor <strong>ve</strong> yaklaşık on yıldan buyana bu konu üzerine çalışıyor.123


124TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMXIII. yüzyıl Anadolu tarihinin en önemli <strong>ve</strong>en kapsamlı kaynağı olmasına rağmen çokaz çalışılan İbn Bîbî’nin bu eserinin yalnızcaSelçuklu tarihini anlatmak maksadıylayazılmadığını belirten Yıldız, bu bağlamdaeserin kaleme alındığı yıl olan 1277 yılındasona eren büyük Türkmen isyanınınönemine dikkat çekti. Zira bu eser, o yılKonya’ya gelen Bağdat Valisi Cü<strong>ve</strong>yni’ninTürkmen isyanının nedenlerini <strong>ve</strong> dahaönemlisi bu karmaşık coğrafyayı nasıl iyiyönetebileceğini öğrenmek istemesi üzerineyazılır. Dolayısıyla bu durum, eserin içeriğinide belirler. Eserin asıl dinleyici kitlesi,Cü<strong>ve</strong>yni ile beraber Moğol bürokrasisidir.Bu nedenle Moğol <strong>ve</strong> İlhanlı tarihi iyibilinmeden eserin doğru anlaşılabilmesi demümkün değildir. Bu noktada önemli birdiğer husus, İbn Bîbî ile Cü<strong>ve</strong>yni arasındakigeçmişe dayanan ilişkidir. Burada Bîbî’ninailesine odaklanan Yıldız, Bîbî’nin annesininHarzemşahlar sarayında müneccim olarakgörev yaptığını, yine burada bürokrasidegörev yapan Cü<strong>ve</strong>yni’nin ailesiyle bu <strong>ve</strong>sileile tanıştıklarını <strong>ve</strong> bu ilişkilerin Moğol istilasısonrası da devam ettiğini ifade ediyor. Bir deönemli bir tespiti var Yıldız’ın: Moğol istilasısonrası, İranlı bürokratlar başka devletleraltında çalışmaya devam eder. Bu süreklilikönemli bir unsurdur.İbn Bîbî’nin eserinin en önemli yanının onunretoriği olduğunu söyleyen Yıldız’a göre, buretoriğin temelinde, Cü<strong>ve</strong>yni’yi haklı çıkarma<strong>ve</strong> onu savunma niyeti yatar. Bu bağlamda,Moğolların Bağdat’ı ele geçirdikten sonraCü<strong>ve</strong>yni’nin Bağdat valisi olarak atandığını,Abbasi halifesinin yokluğunda önemlibir görev üstlendiğini <strong>ve</strong> Cü<strong>ve</strong>yni’ninkendisini bir Moğol valisi olarak değil,Abbasi halifesinin varisi olarak gördüğünümüşahede ediyoruz. Ve nihayetinde,Moğollardaki Budist yanlıları iktidarda güçkazandıktan sonra, Cü<strong>ve</strong>yniler tasfiye edilir.İbn Bîbî’nin eseri ise, Cü<strong>ve</strong>yni’yi savunarak,onun asıl amacının İslâm dünyasını PaganMoğollardan korumak olduğunu anlatır.Bu noktada, İbn Bîbî’nin eserinin Abbasihalifeliği sonrası oluşan yeni siyasî ortamdayazıldığını unutmamak gerekir.Eser, I. Keyhüsrev (1192-1196) ile başlar<strong>ve</strong> Selçuklu sultanlığının en güçlü dönemisayılacak Alaeddin Keykubad (1220-1236)dönemine özel bir önem atfeder. Eserinönemli bir kısmı bu döneme ayrılmıştır.Karışıklık dönemini <strong>ve</strong> Kösedağ Savaşını daanlatan İbn Bîbî, Moğollar <strong>ve</strong> Anadolu’dakiyönetimlerin nasıl kurulduğu hakkında çokaz bilgi <strong>ve</strong>rmektedir. Eserin sonunda iseII. Mesud’un Karadeniz’den Azerbaycan’agelip İlhan Ahmed tarafından sultanlığagetirildiğinden bahsedilmektedir. İbn Bîbî,ihanetle suçlanan <strong>ve</strong> Moğolların gözünde kötübir figür olan II. Mesud’un babası II. İzzettinKeykavus’u temize çıkarmaya <strong>ve</strong> Keykavus’unhatasından pişmanlık duyduğunu söyleyerekII. Mesud’un Moğol yönetimi karşısındadurumunu güçlendirmeye çalışmıştır. Eser,İbn Bîbî’nin patronajlığını yapan Cü<strong>ve</strong>yni’ninövülmesiyle biter. Burada bir kez daha bueserin asıl hitap ettiği kesimin, Moğol yöneticibürokrasisi olduğunu hatırlatan Yıldız’agöre, bu nedenle, eserin Moğol bölümlerigöz ardı edilebilir. Bununla birlikte, İbnBîbî’nin eseri Moğol dönemi Anadolu’suiçin vazgeçilmez bir kaynaktır. Eserdekibilgiler, nümizmatik, sanat tarihî <strong>ve</strong>arkeolojik çalışmalarla desteklenerekhakkında çok az yazılı kaynağınbulunduğu bu dönem daha iyiaydınlanabilir.


TAM SohbetYerel Tarihçilerle Buluşuyoruz VIIIBir Ömür Kastamonu Tarihi12 Mart 2012Değerlendirme: Fatih TığlıLütfü SeymenTAM Sohbet programları çerçe<strong>ve</strong>sindedüzenlenen “Yerel Tarihçilerle Buluşuyoruz”serisinde Edirne, Trabzon, Bursa, Konya,Afyon <strong>ve</strong> tekrar Edirne derken nihayet sıraKastamonu’ya geldi. Kastamonu/Cideliaraştırmacı, sahhaf, yayıncı <strong>ve</strong> “Üsküdar’aKadar” Kastamonu adlı kitabın editörü –kitap muhiblerince Sakallı Lütfü namıylamaruf– Lütfü Seymen, Kastamonu’yu anlattı.Çocukluğu sahil ilçesi olan Cide’de <strong>ve</strong> ilkgençlik yılları Abdurrahman Paşa Lisesi’ndekieğitimi dolayısıyla Kastamonu merkezdegeçen Seymen, böylelikle Kastamonu’nunkültür bakımından iki farklı bölgesini deayrıntılı bir şekilde tanıma şansına sahipolur. Sohbetin ilerleyen zamanlarında sahilşeridi ile iç bölgeler arasındaki farkı soran birdinleyiciye bu konu hakkında daha ayrıntılıbilgiler de <strong>ve</strong>rir.Seymen’in Kastamonu <strong>ve</strong> Cide tarihineyönelik ilgisi çocukluk yaşlarındakimerakına dayanır <strong>ve</strong> bu merak bugünekadar yaptığı çalışmalarının temelinioluşturur. Nitekim Seymen, çocukluğundabüyüklerden dinlediği olayları, okuma-yazmaöğreniminden sonra kitabî boyutlara taşır.Kendisini yerel tarihçiden ziyade yerel birmeraklı olarak niteleyen Seymen, meselenintemelini “merak dürtüsünün boyutununyüksekliği <strong>ve</strong>ya alçaklığı” olarak tanımlıyor.Cide’de Deli Sabri namıyla anılan gazeteciSabri Yılmazer’in ölümünden sonra yaklaşıksayısı 2.000’ni bulan büyük bir kütüphaneyesahip olması çocukluk yıllarının büyükşansıdır da, aynı zamanda. Bu kütüphaneniniçinde Talat Mümtaz Yalman’ın bir ciltbasılan Kastamonu Tarihi de yer almaktadır.Sohbetin ilerleyen kısmında bu tarihinII. cildinin peşine düştüğünün <strong>ve</strong> izinibulduğunun müjdesini <strong>ve</strong>riyor.Yerel tarihçiliğin “en baba örneği”niReşat Ekrem’in İstanbul Ansiklopedisi’nintemsil ettiğini düşünen Seymen, buansiklopediyi esas alarak, Cide ile ilgiliCide’nin delilerinden tutun da gazilerinekadar toplumun her tabakasından insanınyer alacağı bir eser hazırlamak istiyor.Seymen’e göre hazırlanan çalışmalarıninsan faktöründen, yörenin folklorundanuzak olması yerel tarihçiliğin en büyükeksikliklerinden biri. Sohbetin bu kısmındaplanlanan eserde yer almasını düşündüğüiki isim <strong>ve</strong> hikâyelerinden kısaca bahsediyor:Deli Kamil <strong>ve</strong> Hanımcığım lakabıyla anılanannesi. Deli Kamil her işi yapar fakat onunlaözdeşleşen önemli bir işi daha vardır.Belinde taşıdığı tahtadan tokmağa benzerbir aleti ile öküz olması istenen hayvanlaragereken ameliyeyi gerçekleştirmek. Tekbaşına bir danayı yere yatırıp gerekliişlemi yapacak kadar güçlü birisidirDeli Kamil. Ayrıca İstiklal Savaşı’ndasavaştığını iddia edip madalya talebindebulunanlar, yerel çetelerle iş birliğiyapanlar, bir bayram günü birköyde çam ağacının kabuğununiçinde yer alan <strong>ve</strong> soymuk adı<strong>ve</strong>rilen sarı liflerden çıkan yağ ileTürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM125


126TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAMpişirilen yumurtanın tadı vs. hepsi birdenSeymen’in malzemeleridir. Bütün bunlaransiklopedinin şahıs, sosyal <strong>ve</strong> gündelikhayat merkezli bir yerel tarih çalışmasıüzerine bina edileceğinin bir göstergesidir.Kastamonu ile ilgili kısmı ise şahit olduğubu olaylardan sonra sürdürdüğü sahhaflıkmesleği sırasında elde ettiği belgeler,kitaplar, haritalar, kartpostallar, resmî <strong>ve</strong> özelyazışmalar oluşturmaktadır. Anlattıklarınagöre Kastamonu’ya ilişkin kısım daha çokbelgeye dayalıdır. Editörlüğünü yaptığıkitapta da kullanılan belgelerin büyükbir kısmı bu koleksiyonundandır. Buradayeri gelmişken biriktirmenin öneminevurgu yaparak biriktirilen malzemenindaha sonra bir parçayı, parçaların ise birbütünü oluşturacağı üzerinde duruyor.Örnek <strong>ve</strong>rdiği şeyler ise: Kastamonu İstiklalMahkemesinin III. Beyannamesi, Kastamonumeşhurlarından Ahmed Mahir Efendininkütüphanesinin listesi, Vilayet Matbaasındabasılan kitaplar…Öte taraftan, Kastamonu’da eğitim hayatıkonusunda hâlihazırda yapılmış birçalışmanın bulunmadığından, siparişedildiği halde yazılamadığından, konuylailgili kapsamlı bir çalışmanın gerekliliğindenbahseden Seymen, Kastamonu’nun kabuğunuyırtmasının müsebbipleri olan VilayetMatbaası’nın <strong>ve</strong> Abdurrahman Paşa Lisesi’ninşehir için önemine dikkat çekti. TaşbaskıdanHurufata: Kastamonu Vilayet Matbaası <strong>ve</strong>Bastığı Kitaplar <strong>ve</strong> Kadıköy’ün Şekercisi: CaferErol başlıklı çalışmalara imza atan Seymen,yakın zamanlarda Kastamonu Kütüğü isimlibir dergi çıkartmayı da planlıyor.Ziya Demircioğlu, Aziz Demircioğlu, İhsanOzanoğlu, Talat Mümtaz Yalman, AhmetGökoğlu, Abdülkerim Abdülkadiroğlu, AliMuhlis Tümtürk <strong>ve</strong> Emrullah Demirkaya gibiKastamonu kültür hayatına hizmet etmişkişileri, bir yayıncı olarak Abdülhalim GalipPaşa’nın Kastamonu folkloru <strong>ve</strong> ağzı ile ilgili birhazine niteliğini taşıyan Mutâyebât-ı Türkiyyeisimli eserinin basıma hazır beklediğinifakat talihsiz bir olay neticesinde basımınıngeciktiğini de öğreniyoruz Seymen’den.23 Ocak 2012Değerlendirme: Seriyye AkanOtobiyografik Bir Anlatı VTürkiye’de İktisatTarihçiliğiYavuz CezarTürkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği“Otobiyografik Bir Anlatı” program serisininOcak ayı konuğu Yıldız Teknik Üni<strong>ve</strong>rsitesi,İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. YavuzCezar idi. Sayın Cezar ile hayat hikâyesininizleğinde Türkiye iktisat tarihçiliği üzerine <strong>ve</strong>rimlibir toplantı gerçekleştirildi.Saint-Joseph Lisesi’nden mezun olanCezar, 1965’te İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi İktisatFakültesinde lisans eğitimine başlıyor.60’ların ortalarında Türkiye’de planlıekonomiye geçişin etkisiyle iktisat bilimininrevaç bulması <strong>ve</strong> yüksek tahsilinden ev<strong>ve</strong>ledindiği yurtdışı tecrübesi sebebiylesosyal mevzulara ilgisinin artması Cezar’ıiktisat eğitimi almaya sevkediyor.Üni<strong>ve</strong>rsite yıllarında, 40’larda yoluİstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesinden geçmişAlman hocaların görgüsü, bilgisi<strong>ve</strong> kültürüyle yetişmiş, son derece<strong>ve</strong>rimli, çalışkan <strong>ve</strong> üretkenhocalardan istifade etme imkânıbulan Cezar’a göre, İktisatFakültesine devam ettiği yıllar


fakültenin en iyi dönemleridir aynı zamanda.Zira yıllarda fakülte, hiçbir mecburiyetbulunmamasına rağmen yabancı dildeyayın yapmakta, başarılı, seçkin öğrencilerikendisine çekmeyi başarmaktadır. Yine oyıllarda bölümlerin henüz kurulmadığını,ders gruplarının bulunduğunu, bir derstenkalanın grubun bütün derslerini tekrar almakzorunda olduğunu öğreniyoruz Cezar’dan.Cezar’ın akademik kariyeri ise, İstanbulÜni<strong>ve</strong>rsitesi İktisat Tarihi Kürsüsüneasistanlık müracaatıyla başlar. Kürsüdeherkes Osmanlı iktisat tarihi çalışmayasevkedilmektedir. Bu noktada Cezar,doğrudan kendi tarihimizi çalışmaktanziyade, farklı coğrafyaların iktisat tarihlerinioraların yerli bilim adamlarıyla yarışacakseviyede çalışmayı önemsemektedir. Yinebu yıllarda Türkiye iktisat tarihçiliği, yurtdışındaki akımların, bilhassa kliometrinin(matematiğin tarihte aşırı şekildekullanılması) etkisi altında gelişir. Bu akımınetkisiyle arşi<strong>ve</strong> giren Cezar, Osmanlı’nındış ticaret haddi, gelir dağılımı gibi <strong>ve</strong>rilerearşiv kayıtlarından arzu edildiği şekildeulaşmanın aslında mümkün olmadığınıgözlemler. Zira arşiv kayıtları sözü edilenbüyüklükleri çalışmak için gü<strong>ve</strong>nilir, gerçekanlamda istatistikte kullanılabilecek <strong>ve</strong>rileriiçermemektedir.O dönemin arşivinin samimi atmosferine dedeğinen Cezar, Halil Sahillioğlu tarafındanmaliye çalışmaya teşvik edilir. Böylece,sonradan Osmanlı Maliyesinde Bunalım<strong>ve</strong> Değişim Dönemi adıyla kitaplaştırdığıdoktora tezini hazırlar. Kitap, 1986’da SedatSimavi Sosyal <strong>Bilim</strong>ler Ödülüne lâyık görülür.Osmanlı’nın pek bilinmeyen geçiş dönemini,XVIII. yüzyılı, Osmanlı örneğinden hareketledaha geniş bir perspektifle ele alan çalışma,bu yönüyle de kriz <strong>ve</strong> değişimle alâkalı birteori sunar.Bir ara formatını bizzat kendisinin belirlediği,interdisipliner, farklı dillerden makaleleriçeren Toplum <strong>ve</strong> Ekonomi dergisini deçıkaran Cezar, İktisat tarihinin mukayeseliçalışılmasını çok önemsemektedir. Bir dönemtesirinde kaldığı kliometrik yaklaşımı, insanunsurunu ihmal ettiği için yeterli görmeyerekdaha bütüncül bir tarih yaklaşımı benimser.Kurumların öne çıkarılmasının bugünitibariyle daha doğru bir yaklaşım olarakgörmektedir. Önyargılardan, Osmanlı’yıaşırı yüceltmelerden titizlikle kaçınılmasıgerektiğini sözlerine ekleyen Cezar’a göre,bu bakışla bilim yapmak mümkün değildir.Hukuk metinlerinde her ne kadar idealsistemler öngörülse de gerçek tablo farklıdır.40’lı, 50’li yılların iktisat tarihçiliği çerçe<strong>ve</strong>siartık aşılmak zorundadır. Yeni paradigmalar<strong>ve</strong> bakış açılarının oluşturulması elzemdir.Tarihçilikteki en büyük yanlışlardanbiri de arşiv belgelerinin olduğu gibiyayınlanmasıdır. Burada, M. A. Cook’un1972’de yayımlanan, 50-60 Tahrir defterindensondajlama usulüyle gerekli <strong>ve</strong>rilerin alınarakhazırlanan Population Pressure in RuralAnatolia, 1450–1600 adlı eseri örnek gösterenCezar, arşiv belgelerindeki sayısal <strong>ve</strong>rilerikullanmanın bir yöntemi olduğuna dikkatçekiyor. Her sayısal <strong>ve</strong>riyi gelişigüzelkullanmanın, özellikle Osmanlı’dakidüzeni anlama noktasında modernistatistik yöntemleriyle yorumlanacak<strong>ve</strong>rilerin, bilimsel açıdan bir kıymet-iharbiyesi olmadığının altını çiziyor.TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM127


128TürkiyeAraştırmalarıMerkeziTAM16 Nisan 2012Değerlendirme: Tuba Nur SaraçoğluOtobiyografik Bir Anlatı VITürkiye’de CoğrafyaSüha Göney“Otobiyografik Bir Anlatı” serisine SühaGöney ile devam edildi. Göney ile Türkiye’deCoğrafyacılık konusu, kendi tecrübeleriüzerinden tartışıldı.Göney, Vefa Lisesinde okuduğu yıllarda fenbilimleri branşındadır. Daha sonra birtakımsebeplerle üni<strong>ve</strong>rsitede coğrafya okumayabaşlar. Hocalarının da etkisiyle bölümübitirmeye <strong>ve</strong> İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesindeakademik kariyerine devam etmeye karar <strong>ve</strong>rir.Üni<strong>ve</strong>rsitede derslerine ilk girdiği hocası Ord.Prof. Ahmet Ardel onda bu alana bir dikkat <strong>ve</strong>merak uyandırmış, genç üni<strong>ve</strong>rsiteli artık iyi bircoğrafya uzmanı olma yolunda ilerlemektedir.Üni<strong>ve</strong>rsite okuduğu yıllar coğrafyanın saygınbir bilim olarak ilgi gördüğü yıllardır. Bölümünhocaları her biri sahasının uzmanı, Darülfünun <strong>ve</strong>İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi terbiyesine sahip kişilerdenoluşmaktadır. 1960’lı yıllara kadar Kıta Avrupasıekolünün etkili olduğu coğrafya bölümündebu tarihlerden sonra coğrafya çalışmaları hemmuhteva hem de şekil itibariyle değişmiştir.Konuşmasında bu değişimin sonuçlarına dadeğinen Göney’e göre coğrafya fiziki <strong>ve</strong> beşeriolmak üzere iki kısımdır; bir tabiat bir de beşervardır. Bunların ikisini bir mekâna <strong>indir</strong>irsiniz <strong>ve</strong>üzerinde çalışırsınız. 60’lardan sonra ise coğrafyadaihtisaslaşmaya doğru gidilmiştir. Amerika’danesinlenerek ortaya çıkan bu ihtisaslaşmayla beraberfiziki coğrafya <strong>ve</strong> beşeri coğrafya ayrılmış, fizikicoğrafya mühendislik <strong>ve</strong> fen bilimleriyle beraber,beşeri coğrafya da siyasî, idarî <strong>ve</strong> iktisadî bilimlerleberaber okutulmaya başlanmıştır. Böylece birküll, bir bütün olan coğrafya ikiye bölünerek birtarafı fen bilimlerinde, diğeri sosyal bilimlerdebırakılmıştır. İhtisaslaşmanın ikinci önemlineticesi ise ortaya çıkan uzmanlık sahalarınınteknik üni<strong>ve</strong>rsitelerdeki benzer bölümlerle boyölçüşemeyecek durumda olması hasebiyle giderekdeğer kaybına uğramasıdır. Bu durumun iki önemlineticesi olmuştur, birincisi coğrafya kimliğinikaybetmiştir, ikincisi ise ihtisas yapılan sahateknik üni<strong>ve</strong>rsite bölümleri yanında ikinci, hattadaha geride kalan tali bir görev alanı olmuştur. Budönemin hem coğrafyanın ruhunu zedelediğinihem de coğrafyacı kimlik <strong>ve</strong> kişiliğinde bir düşüşeyol açtığını söyleyerek sözlerine devam edenGöney, çözüm yolu olarak coğrafyayı eski kimlik<strong>ve</strong> kişiliğine dönüştürme <strong>ve</strong> orada gelişme fikrinibenimsemektedir ki üni<strong>ve</strong>rsite yıllarında hocalarıda bu durumun farkında olarak bu yönde bir dirençgöstermişlerdir.Kendisine yöneltilen bir soru üzerine 1960 ihtilalisırasında üni<strong>ve</strong>rsitede yaşanan hadiseleri dedeğerlendiren Göney’in ifadesiyle, 60 ihtilalinde114 sayılı tasfiye kanunu çerçe<strong>ve</strong>sinde 147 öğretimüyesi <strong>ve</strong> yardımcısı üni<strong>ve</strong>rsitelerden tasfiye edilir.Bu, coğrafya bölümünü de derinden etkiler.Bölümün iki hocası üni<strong>ve</strong>rsiteden uzaklaştırılır.Bunlardan biri rektörlük <strong>ve</strong> dekanlıkgörevlerini yürüten Ord. Prof. Ali Tanoğlu’dur.Tanoğlu, kanunun çıktığı tarihte DışişleriBakanlığı talimatıyla Avrupa üni<strong>ve</strong>rsitelerirektörler konseyine iştirak etmek üzeretemsilci olarak yurtdışına gitmiştir. Odönemde yaşanan bu tür çelişkileredikkat çeken Göney’in, yaşanan buolaylar karşısındaki tavrı ise daimakanuna, hukuka duyarlı bir şekilde,sokakta değil masa başında birmücadeledir.


MEcMUA2000’lere Doğru Türkiye’nin Kültür Politikası ÜzerineBazı DüşüncelerSeyfettin Manisalıgil 130


2000’lere DoğruTürkiye’ninKültür PolitikasıÜzerine BazıDüşünceler1302000’lere Doğru Türkiye’ninKültür Politikası ÜzerineBazı Düşünceler *Seyfettin ManisalıgilGirişİlginç olan şu ki yüzyılımızın ilk on yıllarında Türksiyasal hayatındaki tartışmalar, değişik değişkenler<strong>ve</strong> şartlarla gerekçelendirilmiş olsalar da yüzyılın sonon yılını oluşturan günümüzdeki tartışmalarla hemenhemen aynı temalar etrafında sürüyordu. Tabii kiburada temel fark, öncekilerin imparatorluk topraklarınıkorumak gibi bir endişeyi taşımalarına karşın,günümüzdeki tartışmaların dışa dönük <strong>ve</strong> nisbetennüfuzunu yaymak isteyen bir ülkenin nasıl ortaya çıkarılabileceğinitemel almaları. Elbette günümüz Türkiye’sininyaşadığı etnik huzursuzluklar karşısındaoluşan tepkiler <strong>ve</strong> çözüm önerileri, ülkenin bütünlüğününsürdürülmesi hedefini taşıyor. Ancak, butür görüşlerin de nihai olarak dışa dönük bir Türkiyeanlayışını taşıdıklarını söyleyebiliriz. Zira taraflarınöngördükleri en radikal değişiklik, ülkenin küçülereksınırsal değişime uğraması sonucunu doğurmayan,* Genç yaşta kaybettiğimiz değerli araştırmacı, akademisyenSeyfettin Manisalıgil’in (1957-1992) kütüphanesi <strong>ve</strong> bir kısımevrakı ailesi tarafından <strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakfı Kütüphanesi’nebağışlanmıştı. Merhumun <strong>ve</strong>fatından iki ay önce tamamlayıpneşrine imkân bulamadığı bu makalesi de yine ailesi tarafından<strong>ve</strong> yayınlanmak üzere bir süre önce bize teslim edilmişti.Doktora tezini tamamlayamadan aramızdan ayrılan Manisalıgilmerhumun <strong>ve</strong>fatının 20. yılı münasebeti ile <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>sile-irahmet bâbında çalışmayı bu sayımızda yayınlamaya karar<strong>ve</strong>rdik.yapısal bir değişikliği ifade eden –taraftar olmamanın<strong>ve</strong> marjinal olmasının yanı sıra, ülkemizin topyekûnyapılarının uygulamaya imkan <strong>ve</strong>rmediğine inandığımız–federasyon fikridir. Federasyon taraftarlarıda bu yapısal değişikliği bir nüfuz yayılmasının temelşartı olarak görüyorlar. Dolayısıyla son tahlildeTürkiye’nin uluslararası etkinliğini <strong>ve</strong> dışa açıklığınıdoğrudan etkileyecek bir değişken değildir.Ülkemizin 2000’li yıllarına doğru kültür politikasınıkonu almaya girişen bir çalışmaya, genel siyaseteilişkin düşüncelerle başlamak kuşkusuz gereksiz görülebilir.Ancak, bizi bunu yapmaya yönelten saik,ülkemizdeki kültür problemlerinin, genel siyasettekiproblemlerle hemen hemen aynı düzlemde oluştukları<strong>ve</strong> karşılıklı etkileşim içerisinde olduklarıvarsayımıdır. Ülkenin siyasal hayatının, son tahlildetoplumun bütünü içerisinde, iç <strong>ve</strong> dış etkileşimlerisonucunda ortaya çıkan bir ürün olduğunu düşündüğümüzde,kültürün toplumsal yapı <strong>ve</strong> işleyiş içerisindekiönemli yeri, bu varsayımımızı gerçeğe oldukçayaklaştırmaktadır. Bu çalışma, 1950’lerde başlamışsosyal <strong>ve</strong> ekonomik tabanlı Türk toplumsal değişmesinin,1980’lerde yaşadığımız iletişim <strong>ve</strong> dil açılımı ilevardığı yeni insan tipinin kültürel ihtiyaçlarına karşılık<strong>ve</strong>rebilecek bir kültür politikasının ana kaynakları<strong>ve</strong> kanallarına nisbi bir açıklık getirebilmek için bazıyorum <strong>ve</strong> eleştirilere, dolayısı ile olgunlaştırılmaya<strong>ve</strong> değiştirilmeye açık düşüncelerden müteşekkildir.Sosyolojik yaklaşım olarak yapısal <strong>ve</strong> çatışmaca fonksiyonalizmibirlikte esas almakta olan çalışma, bu haliylebir modeli önermemekte, modele zemin olabilecekana temaları belirlemeye çalışmaktadır.Çalışmanın birincil uygulama alanı olarak bugünküTürkiye belirlenmesine karşın, gelecekteki muhtemelgelişmeler düşünülerek, diğer Türk cumhuriyetleri<strong>ve</strong> İslâm Dünyası da ikincil alan olarak gözönünealınmıştır. Bu alanlara yönelik kültür politikası, bir


2000’lere DoğruTürkiye’ninKültür PolitikasıÜzerine BazıDüşünceler131dış tanıtım politikası kapsamında değil, bir kültürelentegrasyon, pazar bütünleşmesi aracı olarak elealınmıştır. Ayrıca, yoğun kitle iletişimi, mal, bilgi <strong>ve</strong>norm mübadelesi sonucu ortaya çıkan global kültürde önemle gözönünde tutulmuştur.Çalışmada toplumsal hayatın en önemli unsuru olanfert, kimi zaman toplumsallığından soyutlanarak bağımsızbir entite olarak irdelenmiştir. Buna nedenolarak şekillenme hızı oldukça artmış, günümüz tarihikarşısında bireyin yarattığı tarihe yabancılaşmasınıgösterebiliriz. Gerçekten bu hızlılık içerisinde bireyinkendisine kuşaktan kuşağa aktarılmış <strong>ve</strong> kendisininde gelecek kuşaklara devredeceği “bir öğrenilmiş <strong>ve</strong>aktarılmış değerler dizgesi, birikimi” olan kültürel değer<strong>ve</strong> ahlak ölçütlerini uygulaması, kişiliğini uyarlamasıya da yeni kültür <strong>ve</strong> ahlak kriterleri oluşturması,seçmesi olağanüstü derecede güçleşmiştir. Bu yönleriile günümüz insanı, hayatının her anında, toplumsaletkileşiminin hemen hemen her boyutunda depremşokunu yaşamaktadır. Ayrıca çağımız insanının muhatapolduğu bilgi <strong>ve</strong> seçenekler, algı <strong>ve</strong> karar düzeyininhayli üzerinde oluşmaktadır. Günümüz insanıbu şok <strong>ve</strong> yetersizlik içerisinde tarih <strong>ve</strong> toplum karşısındakendinin farkına varamamakta, geleneksel,çoğu kez “mutlakçı” (absolutist) ahlak ölçülerini terkedip,tamamı ile kendini ya da birincil çevresini önplana çıkaran “durumcu” (situasyonalist) bir ahlakgeliştirmekte <strong>ve</strong> bu süreçte kendini yalnızlığın labirentindebulmakta, mutsuzlaşmaktadır. Bu açıdankültür planlayıcılarının çoğu zaman bu yeni birey tipinianlamayı ön plana almaları bir zorunluluk halinegelmektedir. Burada kültür planlayıcılarından kastımızın,sadece bürokratik bir yapı olmayıp, toplumunsivil kesimlerinde yer alan, hangi düzeyde olursa olsun,toplumsal sorumluluk taşıyan <strong>ve</strong> bunu etkin birkatkıya dönüştürmek isteyen birey ya da grupları daiçerdiğini belirtmeliyiz.Daha önce de belirttiğimiz gibi, çalışmamız bu aşamadanihai bir metni <strong>ve</strong> modeli ifade etmemekte,yalnızca başlangıç düşüncelerini tartışmaya <strong>ve</strong> geliştirilmeyeaçık biçimde sunma gayretini taşımaktadır.Ana Kavram <strong>ve</strong> KaynaklarİslâmTürk kimliğinin, şüphesiz en önemli belirleyicisi olanİslâm, yaşadığımız yüzyılı kriz içerisinde geçirmiştir.Kanaatimizce bu kriz, bir din olarak İslâm’ın kendiniteliği, kuruluşu <strong>ve</strong> temel prensiplerinden kaynaklanmamaktadır.Sorun İslâm’ın değil Müslümanlarınsorunudur. Müslümanların İslâm’ı algılayışları <strong>ve</strong>onu toplumsal organizasyon içerisinde bir hayat tarzıolarak yeniden üretememe!erindedir. Toplumsal örgütlenmegeleneği zirai-militer bir ortamda oluşmuşolan geleneksel İslâmî toplum anlayışı, günümüz endüstriyel<strong>ve</strong> yoğun iletişimli, dolayısı ile sosyal kontrolüzayıf yapılarının ihtiyacına cevap <strong>ve</strong>rememektedir.Günümüz toplumunda, kabul edelim etmeyelim,geleneksel İslâmî toplum anlayışından (büyük ölçüde<strong>ve</strong> problematik düzeyde) farklı olarak bireyin kendiiç dengeleri ön plana çıkmaktadır. Günümüz insanıiç <strong>ve</strong> dış iletişimi açısından bırakın insan-ı kâmilolmayı, sıradan bir mümin olmanın bile güçleştiğinihayatının her anında hissetmekte, yaşamaktadır. Bunoktada destek sistemlerinin yetersiz, çoğu kez uyumsuzkalmaları bireyi yabancılaştırmakta, kimlik bunalımınasürüklemektedir. Bu açıdan İslâm’ın yeni fizikiçevrede yeniden örgütlenmesi önem kazanmaktadır.Bu görüşümüz, İslâm’ın temel prensiplerinin yenidenyorumlanması olarak algılanmamalıdır. Düşündüğümüz,çağımızda insanın bireysel <strong>ve</strong> toplumsalhayatına katılan yeni değişkenlerin hesaba katılmasıile İslâmî toplum <strong>ve</strong> bireyin yeniden tanımlanmasıdır.Bu noktada, endüstri-iletişim öncesi dünyanın confor-


2000’lere DoğruTürkiye’ninKültür PolitikasıÜzerine BazıDüşünceler132mist-statik yapılarında ulaşılan alt-kültür İslâm’ı-üstİslâm uzlaşmasının, çoğulcu bir yapıda <strong>ve</strong> dinamikbir zeminde yeniden kurulabileceği kanaatindeyiz.Bu görüşlerimizde kültür kavramını salt sosyo-antropolojikbir bağlamda ele almamakta onu bir dünyagörüşünü (Weltanschau) biçimlendiren değerler dizgesi,yaşama-algılama formu olarak ele almaktayız.Bu açıdan bireyin <strong>ve</strong> her türlü çevresinin niteliği ile dışdünyası ile kurduğu iletişim <strong>ve</strong> dengeler, onun yaşadığısürece katkısını da belirlemektedir. Bu sürecin sağlıklılığıonun kendi varlığı <strong>ve</strong> kimliği hakkındaki kabulleriile doğru orantılıdır. Bu noktada hızlı değişmesürecinin yarattığı kaotik ortamda bireyin düştüğükimlik <strong>ve</strong> onur (izzet) problemlerinin çözümüne yardımcıolacak çabalar hayli önem kazanmaktadır. Bunedenle, İslâm’ın bireyi <strong>ve</strong> onun potansiyel krizlerinihedef alan boyutlarının araştırılmaları <strong>ve</strong> kurumlaştırılmalarıgerekmektedir. İslâm’ın, günümüz modern<strong>ve</strong> post-modern toplumlarının, toplumsal sorumluluğuyüksek kesimlerinde benimsenmesinin <strong>ve</strong> biralternatif yaşama formu olarak tutunmaya, gelişmeyebaşlamasının temel nedeni, birey, cemaat <strong>ve</strong> cemiyetsorunlarına bütüncül olduğu kadar özel çözümler desunabilmesindedir.TarihGünümüz dünyası geçmişe nazaran daha küçük birdünyadır. İletişim <strong>ve</strong> ulaştırma alanlarındaki çarpıcıdeğişimler toplumlararası münasebetleri yoğunlaştırmıştır.Mübadeleden, mutfak kültürüne kadar hayatınhemen hemen tüm alanlarına yayılan bu etkileşimortamında uluslararası arenada yer alan aktörleriç <strong>ve</strong> dış kimliklerini yeni değişkenleri de hesaba katarakyeniden tanımlamak zorundadırlar. Bu ortamdadünün nüansları bugünün büyük çatışma sebeplerihaline gelebildiği gibi, dünün düşmanları, rahatlıkladostluk, iletişim <strong>ve</strong> ittifak kurulabilir taraflar olarakalgılanabilinmektedir. Bu durum Türkiye’nin yakın <strong>ve</strong>uzak perspektiflerinde daha da önem kazanmaktadır.Günümüz siyasal ortamında kültürel bütünleşmeyitercih etme aşamasına gelmiş olan Türk Dünyasıbünyesinde farklı tarih anlayışlarını <strong>ve</strong> toplumsal yapılarıbarındırmaktadır. Bir Azerbaycan (Kuzey ya daGüney) Türk’ünün tarihi ile bir Anadolu Türk’ününtarihi çatışabilmektedir. Aynı durum Özbekler, Tatarlar,Kazaklar <strong>ve</strong>ya Türkmenler için olduğu gibi bütünİslâm toplulukları için de geçerlidir. Bu açıdan bu türçatışmaların önüne geçmek için, tarihteki potansiyelproblem alanları bütüncü bir yaklaşımla yenidenyorumlanmalıdır. Bu noktada, tarihin de insanlarcaoluşturulduğu, dolayısı ile güçlülüklerin yanı sırazaafların <strong>ve</strong> zayıflıkların, ihtirasların, kısaca insanîolan her şeyin barındığı bir ortam olduğu gerçeği iledeğişik bir yaklaşımla ele alınması <strong>ve</strong> günümüz insanınaayakbağı olan bugünkü yorumundan vazgeçilmesigerekmektedir. Bu arada doğmaya başlayan<strong>ve</strong> bütünleşmeyi tehdit edebilecek en büyük tehlikeolarak gördüğümüz jeosantrik <strong>ve</strong> etnosantrik yaklaşımlardanuzak durulmalıdır. Bu yalnızca tarih içindeğil gün <strong>ve</strong> gelecek konusunda da geçerlidir. Ayrıcabütünleşme yalnızca Türk Dünyası sınırları içerisindeele alınmamalı, İslâm Dünyası bağlamında düşünülmeli<strong>ve</strong> çevre kültürleri de mutlaka aktif-pasif etkileşimalanı içerisinde mütalaa edilmelidir.DilKültürün <strong>ve</strong>ya toplumsal yapıların temel taşıyıcısıolan dilin önemi, günümüzün yoğun iletişimli <strong>ve</strong> pazarağırlıklı uluslararası arenasında daha da artmıştır.Günümüz dünyasında bir dilin hayatiyetini sürdürebilmesiartık, yalnızca edebiyatçılarının <strong>ve</strong>rdiklerigüzel eserler ya da iç <strong>ve</strong> dış ahenginin yüksek oluşuile değil, aydınından sıradan insanına kadar tüm toplumsalyapının günlük hayatına cevap <strong>ve</strong>rebildiği,


2000’lere DoğruTürkiye’ninKültür PolitikasıÜzerine BazıDüşünceler133kullanıldığı pazarı genişletebildiği <strong>ve</strong> bu pazarın gereklerineuygun olarak standartlaşabildiği, değişebildiği<strong>ve</strong> kendini yeniden üretebildiği ölçüde mümkünhale gelmiştir. Çevre <strong>ve</strong> dominant dünya dilleriyleaktif-pasif ilişkilerini bağnazlıktan uzak bir biçimdekurabilen, yerel yapı <strong>ve</strong> vokabüler farklılıklarını asgariye<strong>indir</strong>ip, diyalektlere dönüştürebilen diller, sahiplerininelinde büyük bir sosyo-ekonomik araca dönüşmektedirler.Bu elbette siyaset için de geçerlidir.Entegrasyon aşamasında diller kişilerin birincil ilişkiçevresinden ziyade, ikincil ilişkilerine hâkim olabildikleriölçüde bir katalizör <strong>ve</strong> kültür taşıyıcısı olmakgörevini yükleyebilmektedirler. Çalışmamızın zemininiteşkil eden coğrafyada, kaba gözlemle, Türkçeninpazar <strong>ve</strong> kültür dili olabileceğini, ancak mübadeledüzeyinde Rusçanın, kültürel düzeyde Arapça ileFarsçanın rekabeti ile karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz.Global dil konumunda kabul edebileceğimizİngilizce ile bu aşamada rekabetin söz konusu olamayacağınıdüşünüyoruz.Türkçenin, söz konusu coğrafyada bir pazar dili olabilmesi<strong>ve</strong> standartlaşabilmesi, büyük ölçüde beşeri<strong>ve</strong> ticari münasebetlerle, fiziki iletişim kanallarınınkurulması ile mümkün olacaktır. Unutulmamalıdırki dil masa başında değil, hayatın içinde oluşan, gelişen,ayıklanan, biçimlenen bir varlıktır. Bu açıdan,birbirinden çok yapısal <strong>ve</strong> vokabüler fark <strong>ve</strong> dış etkileribünyesinde barındıran lokal Türkçelerin birbirleriile ilişkilerinin yoğun <strong>ve</strong> hızlı bir biçimde sağlanmasıgerekmektedir. Bu noktada da jeosantrik yaklaşımlardanuzak durulmalı, standart Türkçenin tesbiti pazarabırakılmalıdır.Üye Toplumsal YapılarBir kültür, bir toplumun iç, dış <strong>ve</strong> fizik çevre ilişkilerininürünüdür. Dolayısı ile temel belirleyicisi toplumsalyapıdır. Yapıdaki değişmeler kültüre de yansır. Yapısalcıyaklaşıma göre, toplumsal yapı, yeni değişkenlerinkatılması ile doğan kültür boşluğunu kendi içindeçözebildiği ölçüde dinamikleşir. Bu çözümün üretilememesiçözümün dışarıdan ithalini doğurur. Bu datoplumda çatışmaya yol açar. Yüzyılımızda yaşadığımızkrizi bu şemada yorumlayabiliriz. Ancak, biz toplumsaldeğişmede çatışmanın olumlu roller yüklenebileceğineinanıyoruz. Ta ki toplumsal yapıda çözümüretebilecek düzeyde bilgi birikimi sağlansın <strong>ve</strong> çözümüretme kanalları açık tutulsun. Bu noktada entegrasyona<strong>ve</strong> ilişkiye girdiğimiz iç <strong>ve</strong> dış toplumsal yapılarınaraştırılması önem kazanmaktadır. Bu araştırmalarentegrasyonun temel araçları arasında yer alacaktır,kanısındayız. Bu noktada Batılı hayat tarzının kurulması<strong>ve</strong> yayılıp tutundurulmasında antropoloji <strong>ve</strong> sosyolojininoynadığı rolü örnek olarak <strong>ve</strong>rebiliriz.Hinterland Kültürel Toplumsal Yapılarının TanınmasıBir kültürü oluşturan temel unsurlar arasında kendiiç dinamikleri kadar, onun etkileşim içerisinde bulunduğuçevre kültürler de dolaylı olarak yer alır. Bu etkileşimçevresi, günümüzde coğrafi olmaktan çıkmışglobal düzeyde tercih aşamasına gelmiştir. Ancakentegrasyon dönemlerinde coğrafi komşu kültürler<strong>ve</strong> onları üreten toplumsal yapılar nisbi öncelik içerisindeele alınmak zorundadırlar. Şurası bir gerçektirki günümüz Türk Dünyası –bu İslâm Dünyası için degeçerlidir– bırakın çevre kültür <strong>ve</strong> toplumsal yapıları,kendi dinamiklerini tanımaktan bir hayli uzaktır. Buaçıdan kendimizi tanımak kadar, ilişki kurduğumuzyapıların da tanınması önemlidir.Temas KültürlerDaha önce de belirttiğimiz gibi, giderek küçülen dünyamızdakültürel etkileşim artık global düzeyde ger-


2000’lere DoğruTürkiye’ninKültür PolitikasıÜzerine BazıDüşünceler134çekleşmektedir. Ve bu etkileşimi engellemeye, lokalkültür seraları yaratmaya da kimsenin gücü yetmemektedir.Bu açıdan dominant olsun olmasın, dışdünya kültürlerinin önyargısızca tanınmasına gayretsarfedilmeli, bu alanda yapılan araştırma <strong>ve</strong> geliştirilecekprojeler teşvik edilmelidir. Kitle haberleşmearaçları ile yaygınlaşan dış kitle kültürlerinin olumsuzetkilerinin telafisi, bu kültürlerin kitle iletişiminekonu olmayan kültürel ürünlerinin <strong>ve</strong> alternatif düşüncelerininaktarılması ile telafi edilebilineceği kanaatindeyiz.Kitle KültürüGünümüz dünya toplumunun yaşadığı hızlı nüfusartışı, hızlı <strong>ve</strong> sağlıksız kentleşme, iletişimin globalleşmesininyarattığı kültür boşluğunda ortaya çıkanyeni bir kültürel olgu olarak kitle kültürü, bireyi genelkültürel üretim sürecinden uzaklaştırmakta, onuyalnızca tüketici haline getirmekte <strong>ve</strong> en tehlikelisikültürel üretimi oligarşik bir yapıya dönüştürmektedir.Bu noktada lokal <strong>ve</strong> yeni kültürlerin hayatiyetlerini<strong>ve</strong> kendilerini yeniden üretmelerini mümkünkılacak bir sosyo-kültürel örgütlenme modeli geliştirilmeli,bunların üst-kültüre katkılarının sürekliliğisağlanmalıdır. Kuşkusuz, çağdaş hayatın kaçınılmazbir boyutu olan kitleleşme eğilimlerini tatmin ederekyönlendirecek, millî kültür kaynaklı bir üretim ortamınınoluşturulması ihmal edilmemelidir. Tabii ki bunoktada kastettiğimiz tek parti döneminin elitist, dolayısıile bir işe yaramaktan çok ayakbağı olan kültür <strong>ve</strong>modernleşme havarilerinden oluşan bir kadroyu değil,fonksiyonel, pratik çözümler üreten <strong>ve</strong> öneren, kültürüsadece opera, bale, tiyatro, sinema, klasik ya da tasavvufiTürk musikisinden ibaret görmeyen,–bunlarkültürün yalnızca bir boyutunu oluştururlar– onu hayatıtümü ile kuşatan bir ortak paydalar dizgesi olarakgören <strong>ve</strong> objektif, rasyonalist bir ortamdır.Alt KültürlerDünyanın küçülmesinin tabii sonuçlarından biri olanbireyin standartlaşması, kültürel üretimin <strong>ve</strong> sürekliliğinönündeki en büyük tehlikedir. Bu noktada bireyinyüz yüze ilişki çevresi (birincil-ikincil) büyük önem kazanmaktadır.Bu açıdan aile, çalışma ortamı <strong>ve</strong> küçükkomüniteler ya da alt-kültür çevresi, bireyin önündekiyabancılaşma <strong>ve</strong> yalnızlaşma tehdidini bertarafedecek temel toplumsal kurumlar olarak ortaya çıkmaktadır.Bu mekanizmaların sağlıklı biçimde oluşturulupdesteklenmediği ortamlarda bireyin tepkisi“kitsch” ya da “devyant” olarak ortaya çıkmakta, butepkiler yaygınlaştıkça anomi ortaya çıkmaktadır. Batıtoplumlarında ortaya çıkan birey ya da grup intiharları,uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması, bireyselterör, ensest <strong>ve</strong> ırza tecavüz olaylarının artışını bubağlamda değerlendirebiliriz. Üst kültür kapsamınaentegre olamayan ya da alınmayan alt-kültürler süreçiçerisinde yok olmamakta, karşı kültüre dönüşmekte,üst-kültürün değişime cevap <strong>ve</strong>rmede yetersizkaldığı dönemlerde alternatif kültür olarak ortayaçıkmaktadır. Bu açıdan lokal ya da genel alt-kültürlerdesteklenmeli, Örgütlenmeleri üzerindeki engellerkaldırılmalıdır. Bu noktada gözden uzak tutulmamasıgereken bir nokta da, artık millî kültürlerin de globalkültür karşısında giderek birer alt-kültür haline gelmeyebaşlamalarıdır. Dolayısı ile milli kültürün globalkültür kalıpları ile modifikasyonu da bir problemalanı olarak karşımıza çıkmaktadır.KanallarDokümantasyon-Araştırına MerkezleriDaha önce de belirttiğimiz gibi, bir kültürün kendisiniyeniden üretebilmesi <strong>ve</strong> iç bütünlüğünü sağlayıpyaygınlaşabilmesi, kendisi <strong>ve</strong> çevresinin bilincinde


2000’lere DoğruTürkiye’ninKültür PolitikasıÜzerine BazıDüşünceler135oluşu ile doğru orantılıdır. Gerekçelerini daha öncebelirttiğimiz bu bilincin oluşturulması için gerekli bilgibirikiminin sağlanması bu alanlarda faaliyet gösterecekdokümantasyon-araştırma merkezleri ile mümkündür.Bu merkezler yalnızca üni<strong>ve</strong>rsiteler çerçe<strong>ve</strong>sindedüşünülmemeli, devletin diğer kurumları arasındada yer alabilmeli, bu alandaki sivil kurumlaşmalar dateşvik edilmelidir. Geleceğe yönelik işbirliği <strong>ve</strong> çatışmasenaryoları üretip çözüm yollan araştıracak düşüncegrupları oluşturulup desteklenmelidir.Ayrıca bu bağlamda iç <strong>ve</strong> dış dil <strong>ve</strong> uzak lehçe eğitimide mutlaka sağlanmalıdır. Hâkim dünya dillerinesağlanan öncelik <strong>ve</strong> ayrıcalıklar uzak lehçe <strong>ve</strong> lokalsayılabilecek dillere de tanınmalıdır. Bu dil <strong>ve</strong> uzaklehçeler kabile düzeyinde olsalar bile gözardı edilmemelidir.Söz konusu coğrafyada mevcut alfabeler çevre ülkelerdekullanılmaya devam edilecekleri gözönünde tutularak,tümden terkedilmemeli, eğitimleri, bir iletişim<strong>ve</strong> mübadele aracı olarak kullanımları engellenmemelidir.Üretim İletim MerkezleriGünümüz hayatının yoğunluğu bireyi ister istemezbazı hazır çözümleri sorgusuzca kabullenmeye sürüklemektedir.Bu etkilenme bireyin “ben” problemininçözümlenmediği ortamlarda kültürsüzleşme, çözüldüğüortamlarda üretken bir katılımcı şekline dönüşmesonucunu doğurmaktadır. Bu noktada kanaatönderleri <strong>ve</strong> aydınların toplum <strong>ve</strong> kendileri karşısındakonum, nitelik <strong>ve</strong> iletişim biçimleri önem kazanmaktadır.Tanzimat’tan bu yana bu iletişimin sağlıklı birbiçimde kurulamadığı açık bir gerçektir. Öncü rolünükendilerine biçen aydınlarımız <strong>ve</strong> kendilerini bu kapsamdagören teknik kadrolarımız maalesef toplumumuzunihtiyaçlarına cevap <strong>ve</strong>rmekte yetersiz kalmışlardır.Oysa günümüz Türkiye’sinde birey, yaşadığıfiziki <strong>ve</strong> sosyal çevreden bizzat kendi benliğine kadaryayılan bir alanda, detaylar düzeyine kadar inen sorunlarlakarşı karşıyadır. Bu açıdan “Çözüm çözümdür.Basiti karmaşığı olmaz” prensibi ile küçük ayrıntılarakadar inen çözümler üretebilecek merkezlere <strong>ve</strong>bu çözümlerin tanıtılıp, tutundurulmasını gerçekleştirecekkanalların kurulmasına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacınzemininin de açık <strong>ve</strong> sivil bir toplum örgütlenmesiolduğuna inanıyoruz.Siyasal-Sosyal SistemGünümüz dünyasında otarşik, kendine yeterli <strong>ve</strong> kapalıbir sosyo-politik sistem kurmak <strong>ve</strong> yaşatmak imkansızdır.Global topluma yön <strong>ve</strong>ren temel kabuller<strong>ve</strong> kavramları gözardı etmekten ziyade onları kenditoplumsal <strong>ve</strong> kültürel yapımıza uydurmamız gerekmektedir.Bu açıdan siyasal-sosyal örgütlenmemizinhukuki çerçe<strong>ve</strong>sinin yeniden ele alınması <strong>ve</strong> dahakatılımcı, yeni arayışları da tolere edebilecek bir ortamınkurulması gerekmektedir. Özellikle alt-kültürgrupları <strong>ve</strong> hayat tarzlarının üst-kültüre katkılarınınsağlanması açısından bu değişim son derece gerekli <strong>ve</strong>önemlidir. Bu bağlamda şehirsel dini <strong>ve</strong> sosyal örgütlenmelerserbest bırakılmalıdır.Yeni Kültür Kaynak <strong>ve</strong> Ortamlarının YaratılmasıYeni değişkenlerle karmaşıklaşan günümüz hayatınageleneksel kültür çözümlerinin cevap <strong>ve</strong>remeyeceği,ihtiyaçlarına nicelik <strong>ve</strong> nitelik olarak yeterli olamayacağıaçıktır. Bu nedenle, yeni alt-kültürler <strong>ve</strong> değişikkültür yorum çabaları dışlanmamalı, genel kültürdahilinde mütalaa edilmelidir. Ayrıca geleneksel kültürkanalları da yeni değişimlerin ışığında yenilenmeli, gerekirsetümden değişik bir zeminde kurulmalıdır.


2000’lere DoğruTürkiye’ninKültür PolitikasıÜzerine BazıDüşünceler136Kırsal Kültürün Şehirselleştirilmesi, GelenekselinModernleştirilmesiKabul etmeliyiz ki elimizdeki kültür mirası, büyükölçüde günümüzden farklı bir sosyo-kültürel ortam<strong>ve</strong> teknolojik imkanlar demetinin ürünüdür. Dolayısıile günümüz toplumunun geneline hitap etmede, çözümlergetirmede yetersiz kalmaktadır. Bu niteliği iletutundurma <strong>ve</strong> yaşatmada ısrar onu marjinalleştirecek,kitleden koparacak <strong>ve</strong> toplumsal sürecin dışınaçıkaracaktır. Bu açıdan, klasik, folklorik, kırsal, kentseldemeden kültürümüzün yeni değişkenler ışığındayeniden ele alınması <strong>ve</strong> üretilmesine ihtiyaç vardır.Bu noktadaki arayışlar dışlanmamak, yozlukla suçlanmamak,eleştiri ortamında katkılarının ortayaçıkmasına yol açılmalıdır. Bu alan devletin denetimindençıkarılmalı, pazara <strong>ve</strong> eleştiri ortamına bırakılmalıdır.Devlet, kültür pazarına nihai ürün ya daproje destekleme bazında bile müdahale etmemeli,katkısını, eğitim, dokümantasyon, arşiv, kütüphane,müze gibi dolaylı fakat kalıcı çabalarla ortaya koymalıdır.Sınırlı sayıda müzenin dışında, müzeler dedoğrudan devlet kontrolünden çıkarılmalı, vakıflaradönüştürülmelidir.Evrensellik <strong>ve</strong> Türk Kavramlarının Yeniden TanımlanmasıGünümüz dünyasında artık saf kültürleri yaşatmakantropolojinin konusu olmakla mümkün hale gelmiştir.Artık millî <strong>ve</strong> yerel kültürler evrensel kültürleolan alış<strong>ve</strong>rişlerindeki sağlıklılık ölçüsünde varkalabilimektedirler.Kaldı ki Türkiye kültürü tarihinin hemenhemen hiç bir döneminde saf kültür özelliği göstermemiş,bu da onun üstün tarihi misyonunu oluşturanen büyük etkenlerden birini oluşturmuştur. Çoğulculuğubir varkalma kodu olarak özünde taşıyan bu kültürünkendini yeniden üretebilmesi, bu çoğulcu yapısınıengelleyen müdahalelerin ortadan kaldırılmasınabağlıdır. Müdahale, yapısı gereği sübjektiviteyi arttırır.Oysa kültürün <strong>ve</strong> bilincin gücü spontane olabildiği,gelişebildiği ölçüde artar. Evrensel kültürle etkileşim,millî kültüre ait objektif bilinç arttıkça pozitif, azaldıkçanegatif sonuçlar <strong>ve</strong>rmektedir. Bu açıdan günümüzTürk toplumunun müdahale ile oluşturulmuşdışa kapalı ya da hamasetle açık tanımından, dışaaçık <strong>ve</strong> fonksiyonelliği yüksek bir tanımına geçilmelidir.Türk kültürünün tabiatının gerektirdiği böyle birtanım, onun yeniden üretilip, gelecek kuşaklara aktarılmasınında zeminini oluşturabilecektir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!