12.07.2015 Views

KIR VE

KIR VE

KIR VE

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>KIR</strong><strong>VE</strong>SANATDERGİSİTÖREDEN 4GENEL DURUM 6Kültür MandacılarıDoç. Dr. NECMETTİN HACIEMİNCDĞLU 11ManzaraYETİK OZAN 18Yeni Türkiye’de Münevver TabakaDoç. Dr. EROL GÜNGÖR 20PaylaşmaGAVSEDDİN KOÇAK 29Tarım Hayalının MüesseseleşmesiProf. Dr. OKHAN TÜRKDOĞAN 30Fiyat Artışları ÇemVDr. TEVFİK ERTÜZ« 40Köy’eYÜKSEL ÖNAÇAN 44Anneler Günü’nde AnamaHALİDE NUSRET ZORLUTUNA 47Na’atARİF NİHAT ASYA 48İki Kitap İki Şair: Bir Yeni DünyaKurmuşum - Mehmet Çınarlı. AtmacaUçurumu - Yetik Ozan.YILMAZ GÜRBÜZ — İLHAN GEÇER 49Hüzün ŞarkılarıİLHAN GEÇER 53Millî Sinema Doğrultusunda Bir FilmOĞUZATA ALTAYLI 54Türk Musikîsi Nazariyatı, -I-MURAT BARDAKÇI 57TÖRE 3. CİLT İNDEKSİ 60Desenler :AHMET UĞUR 11GARİPKAFKASLI 18, 20SUZAN ÇATALOLUK 29, 53RAMAZAN YILMAZ 44Her türlü haberleşme adresi :TÖREP.K. 211Havale :Kızılay — Ankara10071978 numaralı posta çeki•Abone ŞartlanYurt içi yıllıkYurt dışı yıllık60 TL.120 TL.Genel Dağıtım : GAMEDA•Kurucusu : H ALtDE NUSRET ZORLU-TUNA — Sahibi ve Sorumlu Müdürü :EMİNE IŞINSU — Umumî NeşriyatMüdürü : G ALİP ERDEM — İdare Mii-dürii : MERİÇ COŞKUN — İdare Yeri :Konur Sokağı Nu: 1 2 /6 Yenişehir, AN­K ARA — Ankara Tem silcisi : ŞEVKETBÜLENT YAHNİCİ — îsanbul Şubesi :MithALpasa Caddesi, Küçük HayrettinEfendi Sokağa Nu: 4, B eyazıt — İstanbulTem silcisi : YA SAR OKUYAN — İstanbulŞube Sekreteri : RU H İ ÖZKANLI —Erzurum Tem silcisi - - DENİZ ŞAH İN —İlân : Özel Şartlara Tabidir — Dergimizdekiyazılar, dergimizin ism i, yazının çıktığısayı ve sayfa belirtilmeden iktibasedilemez.YIL : 6 (DEVRE :2) SAYI : 36 MAYIS 1974


’D ENSevgili okuyucularımız,Size altı sayı önce bu sütundanhitab etmiş, TÖRE’niıı malikriz dolayısıyla birkaç sayı çıkamadığınıbildirmiş ve bu krizin sebeplerinianlatmıştık. Bahar vekış aylarında satışıyla kendini kurtaranTÖRE, «ölü mevsim» denenyaz döneminde tirajının ani düşüşüyleçıkamaz duruma gelmişti.O «TÖRE’den» yazısından buyana aylar geçti. Şu anda o zamankinden1500 adet daha fazlaokuyucumuz var. O sayıdan bu tarafaher ay 200-300 yeni okuyucukazandık ve 7000’in üstünde tirajlıbir TÖRE ile karşınızdayız. İlândurumumuzu takip etmişsinizdir.Geçen süre zarfında bize tam 135TL. gelir sağlayan bir tek ilân alabildik.Fakat okuyucularımızın ilgisisayesinde, kâğıda yapılan zamve matbaalardaki ücret artışınarağmen şu anda TÖRE yine kendisinikurtarır durumdadır.Fakat yeni bir «ölü dönem»lekarşı karşıyayız. Haziran’dan itibarenalelade bir dergi şu seyri takipeder: Tiraj 2/3 ilâ 1/1 oranında4


düşer. Fakat zaten az olan satış,derginin esas gelir kaynağı değildirve ilân gelirleri bu dönemi kolaycageçirtir. TÖRE ülkü dergisiolmasının verdiği dezavantajlailân emniyetinden mahrumdur.Ancak, ülkücülüğün dezavantajınakarşılık bir de avantajı olması gerekir:TÖRE okuyucuları alelâdebir dergi okuyucusundan farklıdırve onların davranışlarıyla TÖREiçin «ölü dönem» söz konusu olmamalıdır.Ölü dönem bize şu şekilde tesireder: Okulunda, veya işinde çalışanokuyucumuz memleketine veyatatile gider. Gittiği yerde TÖREdağıtılmamaktadır. Geri döndüğüzaman çıkan sayıları almak düşüncesiile özel bir gayret göstermez.Fakat bu birkaç aylık tiraj düşüşübizi yıkmaya kâfi gelir ve okuyucumuzişine veya okuluna döndüğüzaman artık TÖRE’yi bulamaz.Bu tehlikeyi karşılamak içinokuyucularımızın ülkücülüğüne güveniyor ve onlardan:1) Ölü döneme girdiğimiz şusıralarda TÖRE’ye abone bulmalarını(Her okuyucumuzdan 3 abone),2) Yaz aylarında TÖRE almamaihtimalleri varsa kendilerininabone olmalarını,3) Gittikleri yerlerde temsilcimi^olarak çalışmalarını (Bizemüracaat ettikleri takdirde temsilcilikgörevinin nasıl yürütüleceğinikendilerine bildireceğiz.)rica ediyoruz.Bu yardımlarla TÖRE gerekmuhteva, gerekse teknik bakımdanhergün biraz daha güçlenecek vehareketimizin en kuvvetli propagandasilâhlarından biri olmayadevam edecektir.TÖRE, hareketimizin «iç çemberin»in yüksek seviyedeki dergisidir.Tanrı Türk’ü Korusun.Not :1) Abonelerimizden yaz aylarındaadreslerini değiştirecek o­lanlar gönderilen dergilerin geridönmemesi için adres değişikliğinilütfen bildirsinler.2) Yakınlarınıza en güzel mezuniyethediyesi TÖRE abonesidir.Bizden isteyeceğiniz «hediye» abonelerindepostalanan ilk sayısınıniçine TÖRE’nin armağanınız olduğunadair not konacaktır.3) Elinizdeki bu sayıyla 3. cildimiztamamlanmaktadır. 2. cildimiz38 TL, 3. cildimiz 52 TL karşılığındatemin edilebilir •5


GENEL DURUM • ÜÇ OLAY BİR TEŞHİSGeçen ayın ve -aslında- geçenbirçok senenin bir tahlilini yapmakiçin okuyucularımıza üç örnekolay sunacağız...6 Mayıs 1972, THKO üyesi üçünlü komünist tedhişçinin, ihtilâlyapmak gayesiyle işledikleri bir seribanka soyma, adam kaçırma, orduyave polise ateş açma gibi «fikirsuçları »ndan dolayı asılmalarınıntarihidir. Bu tarihten tam ikiyıl sonra, 6 Mayıs 1974’te, İstanbulyeni «fikir suçlarıma sahne oldu.6 Mayıs sabahı bir grup komünistİstanbul Üniversitesi Merkez Binasıönünde kanunsuz bir gösteriyaptılar. Polis suçluları yakaladı...6-7 Mayıs gecesi İstanbul AtatürkÖğrenci Sitesi daha büyük< çapta«fikir suçları» gördü. Bir grup devrimciöğrenci, yurttaki faşistleresaldırdılar. Son cümledeki kelimelerigerçek anlamlarıyla verirsek:Yurttaki devrimci, yani komünistihtilâlci öğrenciler, dışarıdan getirdikleribazı işsizler ve başka yurtlardakalan yoldaşlarıyla birliktefaşist, yani komünist olmayan, fakatkomünist olmamakla yetinmeyipbu düşüncelerini açığa vurmakcesaretini gösteren milliyetçi öğrencilerekarşı hücuma kalktılar.Bıçak, sopa ve demir çubuklarlagirişilen bu «harekât», polisin yurdagirmesiyle son buldu. Neticedehastahaneler - bilhassa GurebaHastahanesi - ülkücü öğrencilerle,nezarethaneler de devrimci (ihtilâlci)’lerle doldu. Bu arada AtatürkSitesi’ndeki taarruza yardımcıolmak için tam teçhizatla hareketegeçen Kadırga Yurdu sakinidevrimciler de yolda - teçhizatlarıylabirlikte - yakalanmış ve böylecegözaltına alman komünistlerin sayısı77 ye çıkmıştır. Hâdiseler 7, 8,9 Mayıs günleri sürmüş, nezaretealman komünistlerin ve hastahaneyekaldırılan ülkücülerin sayısı daartmaya devam etmiştir, (toplâm50 yaralı).6


Bu satırların yazarı - çok şükür- tarafsız değildir. Yıllardır sonbağımsız Türk Devletini yıkmak isteyenlerleonu müdafaa edenler a-rasmda sürüp giden mücadeledemüdafîlerin tarafını tutmuştur. Buyüzden yukardaki paragraf, tarafgirgörünebilir. Olayları anlatış tarzımızınobjektif olmadığı ileri sürülebilir.Ancak, ne kadar tarafsızveya taraflı olunursa olunsun, hiçkimsenin inkâr edemiyeceği bazıgerçekler vardır:1) 6 Mayıs, THKO ilerigelenlerinden bir grubun idam tarihidir.2) Yukarda saydığımızİstanbul olayları 6Mayıs’ta başlamıştır.3) Gözaltına alınanlarkendilerine «devrimci»diyenlerdir. (Not:Gözaltına alan polis;polisin başı ise CHP -MSP iktidarıdır.)4) Gözaltına alınanlararasında öğrenci olmayanlar,işsizler vardır.5) Hastahanelerde yatanlar kendilerine «ülkücü»diyenlerdir.Hastahanede yatanların, bilhassa6 metreden atlayarak belkemiğinikıranların, demir sopaylabaşı yaralananların, bıçaklananlarınbu eziyetleri kendi kendilerineyapamayacaklarını kabul edersek,tarafımız ne olursa olsun kimin saldıran,kimin saldırılan sıfatını taşıdığımanlayabiliriz.Bu olaylar karşısında bir iktidarne yapar? Tarafsızsa saldırıyakarşı çıkar. Taraflıysa, gönlü saldırgandanyanaysa susar. Birşeysöylemez^ Hastahanedekilerden nekadar nefret ederse etsin, yaralandıklarıiçin onları azarlayacak haliyoktur herhalde. Ve saldırganlarıne kadar severse sevsin, sopa, demirve bıçağı iyi kullandıkları için tebrikbeyanatı da yayınlayamaz.Acaba bizim iktidarımız neyapmıştır? Konuşmuştur!.. Ve iştekonuşmadan bir cümle: «Affuı iktidarınistediği biçimde çıkmasınınkesinleşmesi (uzak görüşlülüğe bakın!),düşünce ve anlatım özgürlüğününtam anlamıyla sağlanacağınınbelli olması üzerine bazı çevreler gençleri emellerine alet edipkışkırtmaktadırlar.» Bu sözler 25ülkücü hastahanedeyken, 77 devrimcihakkında da kanunî takibatyapılırken Ecevit tarafından söyleniyordu.12 Mayıs günü ise CHPMerkez Yönetim Kurulu bir bildiriyayınladı. Bu sırada haklarındakovuşturma yapılan devrimcilerinsayısı 100’ü, yaralı ülkücülerin sayısıda 50’yi aşmıştı: «Bir avuç faşizmözlemcisi, CHP-MSP iktidarınakarşı değişik tertip ve oyunlariçine girmişlerdir... Genel affınMeclis’ten halkın istediği şekildeçıkmasını önleyemeyenler (!) songünlerde bir avuç kişi ile gençlikkesimi içinde, üniversite, yüksek o­kul, öğretmen okulu, yurtlar ve ortaöğretim kuramlarında son birçırpınışla terör havası estirerek o­laylar yaratmaktadırlar. Özgürlü-7


nü yapan bütün girişimleri halkçı -devrimci gençlik başarısız kılacaktır.Çünkü geçmiş dönemdenbüyük dersler alınmıştır.»çok«Bir grup faşist»in saldırılarınınbaşarısız kılınması görevinindevlet kuvvetlerine değil de geçmişdönemlerden çok büyük tecrübelerkazanan halkçı - devrimcigençliğe verilmesi (12 Mart öncesigerillâ harekâtının kazandırdığıtecrübe mi kastedilmektedir?) vebu görevlendirmenin bizzat devletkuvvetlerinin yönetimine hakimolan bir iktidarın ortağı tarafındanyapılması incelenmeye değer. Fakatasıl şaşırtıcı, âdeta şok tesiriyapan hadise, bu teferruat değil,Ecevit’in ve CHP’nin bu beyanlarının«devrimci» lerin ülkücülere taarruzuüzerine yapılmış olmasıdır.İkinci örnek olayımız Ankara’da vuku buldu: 4 Mayıs 1974 günüMillî Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ,Ankara Erkek Teknik YüksekÖğretmen Okulu’nu ziyaret etti.Ülkücü öğrenci Dursun Önkuzu’nunkomünistler tarafından işkenceile öldürülmesine şahit olanbu okulda Üstündağ, kardeşlik,birleştiricilik, fikir hürriyeti konusundabir nutuk irad ettikten sonraöğrencilerden, birşey söylemekisteyip istemediklerini sordu verastgele (!) bir öğrenciye söz verdi.Bu öğrenci, okullardaki faşistbaskılar hakkında uzun bir konuşmayaptı. Bakan dikkatle dinlemekteve başıyla tasvip etmektedir...Heyecanlı faşizm nutku bitincebir başka öğrenci söz aldı... İlkcümlesi: «Siz de bilirsiniz ki bunlarınfaşist diye suçladıkları insanlargerçekte Atatürk’ün çizdiği yoldayürüyen Türk Milliyetçileridir.»Birinci konuşmada ağzını açmayanÜstündağ hemen müdahaleeder: «Gel seninle dışarda konuşalım.»Fakat öğrenci devam eder:«Acaba (faşist) i hangi mânâda anlıyorlar?Biz, iki mânâsını biliyoruz:1 - Mussolini’niıı 1922’de uyguladığıbir rejime taraftar olanlar-ki gerçek mânâsı buduı- 2 - Komünistlerinağzındaki anlamıyla:Aııti-komünist olan herkes.» Üstündağtekrar müdahale etmiş,«Teşekkür ederim.» diyerek dinlemeyeceğinibelirtmiştir. O sıradagürültüler artar... Üstündağ okuldanayrılırken, öğrencilerin yanındamüdüre döner, iki öğrenciyi işaretederek: «Müdür Bey, yakasındabozkurt rozeti olan şu iki kişi hakkındaresmî işlem istiyorum.»emrini verir. (Bozkurt rozeti takanlarhakkında yapılacak resmîişlem acaba nedir?) O sırada birmilliyetçi, göğsünde CHP rozeti taşıyanErol Kulakçı adındaki öğrenciyigöstererek «İşte bunda da CHProzeti var!» der. Sayın Bakan CHProzetine bakar, sonra tekrar müdüredönerek: «Şu iki bozkurt rozetligenç hakkında resmî işlem istiyorum.Bu konuda okullara da gereklitalimatı gönderdim.» diye tekrarlar.Fikir özgürlüğü nutku atanbir adam bozkurt rozeti hakkındaresmî işlem istemektedir. Bununğe karşı kaba kuvvetin sözcülüğii-8 GENEL DURUM


için müdürle yalnız kalmayı beklemeğedahi tahammülü yoktur. Hemenorada, derhal istemektedir.Demek ki fikir hürriyetine taraftardeğildir. Yüksek okullardaki öğrencilerinbir fikre sahip olmasını yasaklamaktadır.Fakat bu sonuç dadoğru değildir... Siyasetle ilgisi olmayan,Atatürk devrinde pullara,paralara, abidelere işlenen bir millîsembol hakkında «resmî işlem»isterken, diğer taraftan, bir siyasiparti rozetine bakmakta ve görmemezliktengelmektedir.Üçüncü ve sonuncu örnek o­lay Tunceli Öğretmen Okulu’ndaki500’e yakın -okulun çoğunluğu- öğrencininbaşka illerdeki öğretmenokullarına dağıtılması... Yukardasaydığımız hadiselerin haftasındaİçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürkve Millî Eğitim Bakanı MustafaÜstündağ, bu dağıtma kararını a­çıkladılar. Dağıtmanın sebebi, öğrencilerinTunceli’de can güvenliğininolmayışı idi. Böylece 800’ünüstündeki kapasitesiyle Tunceli ÖğretmenOkulu 300 kadar Tunceliliöğrenci dışında hizmet veremez halegeliyor, iktidar bu kararıylaTürkiye’nin bir ilindeki yüzlerceöğrencinin can güvenliğini sağlayamadığınıtasdik ediyordu. Kararınaçıklandığı basın toplantısındaAsiltürk, öğrenci olayları ile ilgilibir başka soruya cevap verirken butür olayların artık genişlemeyeceğini,bütün tedbirlerin alındığınıifade ediyordu. Soruyu soran gazetecinin(Milliyet muhabiri) o andaaklına, «Mademki bütün tedbirleralınmıştır, olay çıkmayacaktır; ohalde niçin 500 kişiyi dağıtıyorsunuz?Neden 800 küsur kişilik birokulu 300 öğrenciyle bırakıyorsunuz?»demek gelmemiş olacak...Yukarda verdiğimiz olaylarınbenzerleri bulunarak örnekler çoğaltılabilir.Fakat hepsinin bir ortaktarafı var: Olaylar ile yetkililerindavranışları ya birbirine tamamenzıt, yahut da tamamen ilgisizdir.Tek tek inceleyelim:1) Olay : Saldıranlarsolcu, saldırılanlar ülkücüdür.1) Davranış: Milliyetçilerşiddetle suçlanmaktadır.2a) Olay: Bozkurt rozetitakılmaktadır. Bozkurt,bir fikrin, TürkDevleti’nin temel felsefesiolan milliyetçiliğinremzidir.2a) Davranış: Fikir hürriyetinutku atıldıktansonra bozkurtrozeti takanlar hakkındaresmî işlem istenmektedir.2b) Olay: Bir siyasî partinin-CHP’nin- rozetitakılmaktadır.2b) Davranış: Üstündağ,bozkurt rozeti takanlarhakkında takibatistedikten sonra,kendisine gösterildiğihalde CHProzetine ses çıkarmamaktadır.GENEL DURUM 9


3) Olay: 500’e yakın öğrencican güvenlikleriolmadığı için o­kullarında kalamayacaklarımbildirmekte,iktidar müracaatıkabul ederekkendilerini nakletmekte,bir okuluyarım kapasiteninaltında çalışmayaterketmektedir.3) Davranış: Asiltürk,okullarda bütün tedbirlerinalındığım,artık hadise çıkmayacağınıbeyan etmektedir.Görüldüğü gibi iktidar mensuplarınınşahit oldukları hadiselerlebunlara karşı gösterdikleridavranışlar arasmda tam bir uçurum,bir kopukluk, bir bölünme vardır.Tıpta bu olaya -gerçek dünyaile kişinin gerçek dünyaya karşıgösterdiği reaksiyon arasındaki bölünmeye-şizofreni adı verilmektedir.Bir ansiklopediden aldığımızaşağıdaki pasajla hastalığı okuyucularımızaanlatalım:«Şizofreni (Erken bunama) :Bir ruh hastalığıdır. Dış ortamla ilgininkesilmesi, zekânın yıkılmasışeklinde ortaya çıkar... Şizofrenihastalığında yeknesak hareketlerçok görülür. Aynı hareketleri saatlerce,hattâ günlerce yaparlar. Bazanbulundukları durumda uzunzaman kalırlar. Zorla yatağa götürülüpbağlansalar bile serbest kalırkalmaz gene aynı durumu alırlar.Hastalar birbirlerine bakarak du-GENEL DURUMıorumlarmı taklit ederler.»(Hayat Ansiklopedisi, 6. cilt,«Şizofreni» maddesi).Şimdi sayın iktidarımızın durumunadönelim: Davranışlarınındış ortamla ilgisi yoktur. Hadiselerne olursa olsun, yeknesak birşekilde «Faşistler baskı yapıyor.Komandolar baskın yapıyor. Bunlarezilecektir.» sözlerini tekrarlamaktadırlar.Saatlerce, günlercedeğil, aylar, hattâ yıllardan beritekrarlamaktadırlar. İktidar partisininbazı mensupları ve onlara yakınbazı kuruluşların üyeleri (TÖB -DER, eski TÖS gibi) bu sözleri bozukplâk sadakatıyla çalarken örfîidarece yakalanmış ve bir çeşit «yatağagötürülüp bağlama» olarakvasıflandırabileceğimiz «hapse a­tılma» işlemine tâbi tutulmuşlardır.Fakat serbest kalır kalmaz aynıhareketleri, aynı sözleri tekraradevam etmişlerdir. Birbirlerinebakarak durumlarını taklit etmektedirler:Böyle konuşmayan MSP’liler de CHP’lilerden göre göre aynısözleri söyler olmuşlardır.Biz, hekimliğimiz bulunmadığıve kendilerini çok yakından tanımadığımıziçin teşhisimizin doğruluğundanyüzde yüz emin olamayız.Üstelik fertlere ait bir hastalıkolan şizofreninin grup halinde görülüpgörülmediğini de bilmiyoruz.Ancak davranışlarının bir başkaizahı daha olabileceğine de işaretedelim: Düpedüz samimiyetsizlik,yalancılık ve kendilerini çok açıkgözsaym-aıv... •


Kültür Mandacıları«İnsan bazan düşünüyor... Lozanyerine Sevr anlaşması yürürlüktekalsaydı o hava içinde yetişennesiller kültür, ideoloji ve fikirbakımından, acaba bugünkündenpek mi farklı olurdu?»Doç. Dr. NECMETTİN HACIEMİN0ĞLUiOsmanlı İmparatorluğu BirinciDünya Savaşında yenilip SevrAnlaşmasını imzalamağa mecburkaldığı zaman, o devrin bazı aydınları,elimizde kalanı da kaybederekdaha kötü bir duruma düşmememiziçin, ya İngiltere’nin yahutda Amerika’nın «Siyasî himayesi»ne sığınmamız gerektiğini ilerisürmüşlerdi. Bunlar diyorlardıki:— Yıllardan beri devam edenıı


iç çekişmeler ve savaşlar İmparatorluğunkolunu-kanadım kırmış,kanını kurutmuştur. Devletimiz,sürekli olarak hem büyük toprakkaybına, hem de nüfus kaybınauğramıştır. İktisadi bakımdan, batıülkeleri ile mukayese edilirse,çok geridir. İlim ve teknikte çağınşartlarına henüz ayak uyduramamıştır.Elimizdeki «bir avuç toprak»baştan başa harabe halinde;kaç savaştan arta kalan millet iseaçlık, hastalık ve bezginlik içindedir.Savaşa devam edebilmek için,artık ne maddî imkânımız vardır,ne de manevî gücümüz kalmıştır.Bu durumda «yedi düvele» nasılkarşı koyabiliriz? En iyisi, SevrAnlaşması ile bize verilen toprağave tanınan haklara razı olalım. A­merika veya İngiltere gibi güçlü,nüfuzlu ve «medenî» bir devletinhimayesine girmek suretiyle debüsbütün dağılıp parçalanmaktankurtulalım. Yunanistan ve İtalyagibi küçük devletlerin eline düşmektenbu daha hayırlıdır.Kurtuluş Savaşma dair yayınlananhatıralarla, o yılların gazeteve dergileri karıştırılırsa görülürki, yukarıda özetlediğimiz fikirleripaylaşanların sayısı hayli kabarıktır.Sonradan Kurtuluş Savaşmakatılan bazı askerlerle, ünlü gazetecive yazarların da ilk zamanlarbu kanaatte oldukları bir gerçektir.Bunların adlan devrin siyasîtarihinde ve millî mücadele edebiyatında«mandacı» sıfatı ile geçer.Bu «sıfat» Cumhuriyetin ilânındansonra onların almlarmda karabir leke olarak kalmış ve sırasıgeldikçe yüzlerine vurulacak ençirkin «suç» sayılmıştır. Değil şahsîve siyasî çekişmelerde, edebî vefikrî tartışmalarda dahi, vaktiyle«mandacılık formülünü» benimsemişkimseler, o ağır kusurları hatırlatılınca,meydanı hemen terketmek zorunda kalmışlardır. Çünkü,öyle fikirler vardır ki, insanınonları dile getirmesi değil, aklındangeçirmesi bile vicdanlar içinyüz karasıdır. Gene öyle hareketlervardır ki, onları yapmak değil,tasavvur ve tahayyül etmek bileTanrı katında günahtır. Şüphesiz,hangi niyetle olursa olsun, TürkMilletini bir yabancının himayesinelâyık görenler de, bu: isteklerigerçekleşmediği halde, millî vicdanımızagöre suçlu, Tanrının emirlerinegöre günahkârdırlar. Bu bakımdaneski «mandacılara» karşıtakınılan menfi tavır verindedir.Onların düşmüş oldukları hatanın,gelecek nesillere ibret dersi vermekiçin, sık sık hatırlatılmasında faydavardır. Düşman ne kadar güçlü,tehlike ne kadar büyük olursa olsun,savaşmadan teslim bayrağıçekmenin Türklere yaraşır bir davranışolmadığını herkes bilmelidir.Biz, o günkü şartların «mandacıları»mazur gösterecek kadar) kötüolduğunu bile bile, kendilerini suçluyoruz.Ancak, acaba suçlu sadeceonlar mıdır?1 İçimizde, aramızdahattâ başımızda başka «mandacılar»yok mudur? Görülmemiş midir?IIBilindiği gibi, başka milletlerisömürge haline getirmek isteyen12 HACIEMINOĞLU


emperyalist devletler, bu emellerineulaşmak için çeşitli vasıtalarkullanmışlardır. Bunlar, şartlarimkân verdiği takdirde göz koyduklarıülkeyi askerî kuvvetle istilâederler. Bu mümkün olmadığızaman da o ülkeyi ya ekonomi, yada kültüri yolu ile kontrol altınaalmağa çalışırlar. İşte Türk devletinekarşı girişilen istilâ hareketlerindebu metodlarm bazan hepsibirden uygulanmış, bazan da herbiri ayrı ayrı denenmiştir.Emperyalist güçler bizi önceaskerî yoldan istilâ etmeğe kalkışmışlardır.Bunun imkânsızlığı anlaşılıncada diğer yollara, ekonomive kültür sahasına yönelmişlerdir.İtiraf etmek lâzımdır ki, bu sonuncusahada kendi açılarından çokiyi netice almışlardır. Bugün Türkiye,ekonomi bakımından olsun,kültür bakımından olsun, yabancıdevletlerin tamamiyle kontrolüaltındadır. En fenası da, bu acı gerçeğinpek az kimsece bilinmesidir.Meselenin esası şu noktada düğümleniyor.Askerî istilâ ile onuntabii sonucu olan siyasî hakimiyet,herkes tarafından fark edildiğiiçin, hemen umumi bir direniş vetepki ile karşılaşmaktadır. Fakatkültür ve ekonomi sömürgeciliğitopsuz-tüfeksiz uygulandığı için,bunu çok az kimse görüp hissediyor.Bu yüzden, askerî istilâcılarlaişbirliği yapanlara kolayca «haiıı»diyoruz. Siyasî hakimiyet kurmakisteyen yabancı devletlere boyuneğene rahatça «mandacı» damgasınıvuruyoruz. Ama ülke ekonomisinibaşkalarının kontrolü altına verenlerle,milleti yabancı kültürlerinesiri yaparak köleleştirmek isteyenlerekarşı çoğumuz hiç ses çıkarmıyoruz.Hattâ, işin mahiyetibilinmediği için, bir kısmımız, onlarıtaktir ve minnetle anarak,kendilerine «inkılâpçı, ilerici, ıslahatçı,reformcu» gibi sıfatlar veriyoruz.Halbuki, millî mücadeleyıllarında yabancı devletlerin himayesinikabul edenlere nasıl «siyasîmandacı» damgası vurulmuşsa,ülkemizin bütün kapılarını onlarınkültürüne açan kimselere de«kültür mandacısı» damgası vurulmalıdır.Tabii, Türkiye’yi gelişmişsanayi ülkelerinin pazar yeriolarak kabul edenlere de «ekonomikmandacı» demek gerekecektir.Başımızın asıl belâsı da işte bu«kültür mandacılarındır.Bunlar, cephelerde binlerceşehit kanı pahasına kazandığımızaskerî zaferleri cephe gerisinde devamettiremeyip, denize döktüğümüzdüşmanın kültürüne teslim olmuşlardır.Bu tutum Türk cemiyetiniyarım asırda manevî bakımdanbatı dünyasının sömürgesi halinegetirmiştir. Onun için artıkbüyük bir çoğunluk, kültür, san’at,görenek, inanç, ahlâk ve değer hükümlerisahasında tam bir müstemlekehayatı yaşadığımızı farkedemeyecek derecede sömürgelilikruhunu benimsemiştir. Etrafınızabakınız. Herkes, Türkiye’de, son elliyıl içinde meydana gelen ve adına«asrîleşme» yahut «modernleşme»denilen değişikliklerden ne ka­KÜLTÜR MANDACILARI 13


dar memnun! Millî ahlâkımız,inançlarımız, töremiz ve alışkanlıklarımızlaaslâ bağdaşamayan yabancıdeğerler sisteminin devletotoritesiyle millete kabul ettirilmesi,ilim ve fikir adamları tarafındanhâlâ ülkeyi kurtaracak tek çareolarak görülmektedir. Kendisan’at geleneğimizin terk edilmesi,tehlikeli bir hastalıktan kurtulmakgibi çok sevindirici bir netice sayılmaktadır.Tarihî tecrübelerle kazanılandünya görüşümüzü, değerölçümüzü ve tamamen kendimizehas hayat tarzını, çağın şartlarıiçinde geliştirip zenginleştirmeyidenemeden, kökten kesip atışımızen başarılı hareket olarak alkışlanmaktadır.Devletin itibar ettiğigörüş de budur. Gerek bu resmî tutumu,gerekse bir takım ilim vefikir adamlarının aynı mahiyettekitavrını tenkit ettiğiniz takdirde,size, ancak yabancı bir ülkenin«kültür ajanı»na yakışır tonda cevapverildiğini de görmektesiniz.Hattâ, millî san’at, kültür ve töreyiövdüğünüz yahut savunduğunuzzaman, ucu adlî koğuşturmayakadar dayanan bir suçlamakampanyasının hücumuna uğrarsınız.Türk Milletine ait kıymetleriküçümseyip, onların yerine yabancımenşeli olanları tercih edenleriki gruba ayrılabilir.Birinci gruptakiler, savunduklarıfikrin doğruluğundan çok e­min ve cahil oldukları için, hemmüstehzi, hem de mütecaviz birüslûpla konuşurlar:— Bugün bütün dünyanınhayranlıkla kabul ettiği ve artıkinsanlığın malı sayılan eski Yunan,klâsiklerini okumayalım mı? Şekspir’leri,Hügo’ları, Göte’leri inkâredebilir misin? Bir Mozart’a, birŞubert veya Çaykovski’ye hayranolmamak mümkün müdür? Herkesinbenimsediği büyük kıymetlerireddedersek âlem bize güler. Hem,var mı senin onlar ayarında romancın,bestecin, fikir adamın?Bu sözlerin sahipleri umumiyetleTürk san’at ve kültürüne aithiç bir şey bilmedikleri gibi, hayranlıklateslim oldukları batı kültürühakkında da pek az bilgisibulunan zavallılardır. O göklere çıkardıklarıYunan - Lâtin klâsiklerinden,lise sıralarındayken, edebiyatöğretmeninin zoru ile, bir ikitane okumuşlar fakat hiç bir şeyanlamamışlardır. Hamlet’in filminigörmüş, Faust’u da radyoda dinlemişolabilirler. Mozart’ın «Türkmarşı» m, Çaykovski’nin bale parçalarını,Ştravs’m da valslerinidinlemiş olmaları mümkündür. Şubert’ide, olsa olsa, resmî cenazetörenlerinde çalman «Ölüm marşı»ndan tanırlar. Gazetelerin pazarilâvelerinde bir kaç yabancı ressamve heykeltraşm hayat hikâyesinide okumuşlardır. Ama, birfilozof edası ile, batı kültürününüstünlüğünden bahisle, tezgâhtarlığınıyapmaktadırlar. Çünkü onlarayıllardan beri devletin okulunda,kitabında ve radyosunda,gayri millî çevrelerin de gazete vedergilerinde ısrarla şu fikirler telkinedilmiştir. Her şey batıdadır.14 HACIEMİN OĞLU


Batının her şeyi güzel, her fikridoğru ve her yaptığı iyidir. Bizimhiç bir üstün değerimiz yoktur.Her şeyimiz «çağ dışı» dır. Hepsi artıkdevrini doldurmuştur. Onların,güzel san’atlardan cinsî ahlâkımıza,dinî inanç’tan görgü kaidelerinekadar her konudaki tavır, davranışve kanaatları bu yoldadır.Sayıları en fazla olan ve milletimizeen çok zarar veren bu zihniyettekiinsanlardır. Cahillikleriyüzünden kraldan çok kralcıdırlar.Okuma, araştırma ve düşünme gibiİnsanî alışkanlıkları olmadığıiçin, hayatları boyunca, işlediklerihatayı düzeltme şansları yoktur.Yanıldıklarını onlara anlatmak da.kabul ettirmek de imkânsızdır. Eskitabirle bunlar batı kültürünün-'âzad kabul etmez» köleleridir. Şifabulmaz illete müptelâ olmuş gibidirler.Böyle oldukları için, bukonuda kendilerinden farklı kanaatbesleyenleri, Türkiye’nin ilerlemesiniistemeyen «hain» ler gözüile görürler. Milliyetçiler hakkındakullanılan «gerici, yobaz, örümsekkafalı, şoven, çağ dışı, tutucu» gibisıfatlar hep bu budalacıklarmmarifetleridir.' Onların dar kafacıklarmave deniz seviyesindekikültürlerine göre, meselâ okullardaTürk musikîsi okutmak çağ dışıbir tutumdur. Resmî br davetteyabancı misafirleri Türk töresinceağırlamak, «memleketi elli yıl gerigötürmek» demektir. Kadınlarınbaşını örtmesi veya erkeklerin kalpakgiymesi çok tehlikeli bir «gericilik»hareketidir. Kendi görgü venezaket kaidelerimize uygun davranırsakAvrupalIlar bize güler, reziloluruz. Flarmoni orkestrası kurup,operalar açmazsak batılılar bizibeğenmez. Hiç bir vatandaş operadanhoşlanmasa da, devlet buuğurda milyonları harcamalıdır.İşte, Türkiye’de batı kültürününen hararetli reklâmcıları ve en titizbekçileri bunlardır. Üstelik deyabancılar hesabına gösterilenbunca gayretin Atatürkçülüğünicabı olduğunu sanacak kadar gafletiçindedirler. Onun için uyumakve esnemek pahasına da olsa, bunlaropera temsillerini kaçırmazlar.İkinci gruptakiler, çocukluktanitibaren yabancı kültürle beslenip,onu iyice hazmetmiş kimselerdir.Bunlar umumiyetle, Tanzimattansonra türemeye başlayan«alafranga» veya «asrî» ailelerle,yüksek dereceli memur ve aydınçevresinin çocuklarıdırlar. Tabii,onların ikinci, üçüncü nesli olduklarıiçin de «alafrangalık» ları köktensürmedir. Bu sebeple kendilerine«batılılık» pek yakışır. Hareketlerindeçiğlik yoktur. Mütecavizdeğillerdir. İstanbul' şivesi ile konuşabilenbir İngiliz veya Fransızıandırırlar. Türkiye’nin meselelerinekarşı ilgileri ancak o ölçüde, bakışlarıo tarzdadır. Muhakkak yabancıokullarda tahsil gördükleriiçin bir kaç dil bilirler. Ve insanlarısadece bildikleri yabancı dilinçeşidine, sayısına, derecesine göredeğerlendirirler. Bütün arzu vegayretleri, ülkemizde herkesin kendileriayarında «batılılaşmasını»KÜLTÜR MANDACILARI 15


sağlamak istikametindedir. Bunutemin için her fedakârlığa katlanırlar.Konferanslar verir, seminerlertertipler, dernekler kurar,burs ve ödüller dağıtırlar. Hasılı,İngiliz veya Fransız hükümetlerininfahri kültür ataşeleri gibi faaliyetgösterirler. Niyetleri, TürkMilletini bir an önce «batılı toplum»yapıp, gerilikten kurtarmaktır.Ben bunları, küçük yaşlardanitibaren vita yağı ile pişmiş yemeklerlebeslenen insanlara benzetirim.Böyleleri, belli bir yaştansonra mis kokulu taze tereyağ ileyapılan yemekleri yiyemezler. Tazetereyağm kokusu onlara ağır gelir.Damakları ondan lezzet alamaz,mideleri onu hazmedemez. Çekirdektenyetişme batı hayranları daöyledirler. Yetişme tarzlarının normalneticesi olarak, millî ve yerlideğerleri sevemez, beğenemezler.Onun için, elbette, üstünlüğüneinanıp benimsedikleri yabancı kültürünreklâmını yapacaklardır.Bizim başka türlü kurtulamayacağımızısanarak, batı kültürününhimayesi altına girmemiz gerektiğinisavunacaklardır. Bu da dünküsiyasi mandacılığın yerini almışolan «Kültür mandacılığı» dır. Nevar ki bunlar millî kültüre bağlıolanlara fazla kızmazlar. Birincigruptakiler kadar dar kafalı ve«devrimbaz» olmadıkları için kendilerigibi düşünmeyenlere «hain»demezler. Ne var ki, yirminci asırTürkiyesinde, hâlâ, batı kültürünübenimsemeyip, Türk kültürünü yaşatmağaçalışan kimselerin bulunuşunaşaşar ve üzülürler. Önemlimevkiler, makamlar, üniversite vesan’at çevreleri bu çeşit «yabancıkültür temsilcileri» ile doludur.Gelmiş geçmiş bütün hükümetlerve bazı devlet organları bunlarabüyük itibar göstermişlerdir. TürkiyeCumhuriyetini temsil etmeküzere, dış ülkelere hep böylelerigönderilir. Milletlerarası toplantılarabunlar katılmaktadır. Memleketikurtaracak kanunları hazırlamak,reformları yapmak vazifeside daima onlara verilmiştir. Zamanzaman devletin kaderine hakimolan güçler bile, hemen onlardanyardım isteyip, kendilerinimühim bakanlıklara getirmişlerdir.Eğer şu anda hiç de lâyık olmadığımızbir seviyede bocalıyorsak,bu, onların marifetidir. Çünküyukarıda tarif ettiğimiz birincigrubun mensupları uygulayıcı durumundaoldukları halde, bu ikincigruptakiler plânlayıcı ve emredicimevkidedirler. Onun için TürkDevletinin bir millî kültür politikasıyoktur. Sadece biraz İngiliz veAmerikan, biraz Alman ve Fransız,biraz da eski Yunan - Lâtin kültüründenrastgele( alınmış unsurlarınmeydana getirdiği derleme veekleme bir kozmopolit kültür uygulamasıvardır. Fakat bu dahiherhangi bir sistem ve programagöre yapılmamaktadır. Yalnız, millîkültürü ve değerleri yıkma işitam bir plân dahilinde yürütülmektedir.En yaygın ve önemli unsurolan Türkçe’den başlanıp, dinîinançlara, mânevi değerlere, millîahlâka; aile yapısına; edebiyat, mimarive musikî başta olmak üzere16 HACIEMÎN OĞLU


ütün san’at dallarına; oyun - eğlenceve düğün - derneğe; vatanseverlik,yiğitlik ve kahramanlığakadar Türk’e has, Türk’e ait nevarsa, hepsi birer birer yıkılmıştırveya yıkılıp bitmek üzeredir. Aksiniiddia edebilecek olan bilmem kivar mıdır? îşte millî eğitim teşkilâtınındurumu ortada! Adının ilkkelimesinden başka neresi «millî?»İşte TRT’nin hali! Adının ilkkelimesinden başka neresi «Türk?»Sayısı elliyi bulan lisede ve ikiüniversitede, Portekiz Ginesi’ndeyahut Abudâbi emirliğinde görüldüğügibi, devletimizin resmî diliile değil, İngilizce, Fransızca, Almancave İtalyanca öğretim yapılmaktadır.Devlet Opera ve Tiyatroları;Radyo ve Televizyonu; akademive konservatuvarı, tamamiyleyabancı kültürlerin sergilendiğipanayırı andırıyor. Sanki TürkiyeBirleşmiş Milletler Genel Merkezidir.Evlerimiz, eşyamız, yemeklerimizbile yapısını, biçimini kaybetmiş.Adını değiştirmiş. Günlük hayatımızdave münasebetlerimizidüzenleyen kaidelerde bize ait nekalmış? Millî hüviyeti ve şahsiyetiolmayan şekilsiz bir cemiyet halinegelmişiz. En acısı, bu durumaüzülecek yerde herkes seviniyor.Bunu ilerleme ve medeniyet sanıyor._İnsan bazan düşünüyor. Lozanyerine Sevr anlaşması^ yürürlüktekalsaydı ve İngiliz mandacılarınındedikleri olsaydı, o hava içinde yetişennesiller, kültür, ideoloji vefikir bakımından, acaba bugünkündenpek mi farklı olurdu? Kanaatımıza‘göre, akıllı bir sömürgeciidare, sömürge halkının inançlarına,zevklerine, alışkanlıklarına,musikîsine, oyununa, kılık kıyafetineve günlük yaşayışına hiç bir zamankarışmazdı. Bu konulardahalkla zıtlaşmanın bir faydası olmadığınıdüşünürdü. Bizim idarecive aydınlarımız ise onlar kadarbile millete saygılı değillerdir. •V E F A TAzerbaycan’ın Karabağ eşrafından, 1918’de kurulan bağımsız AzerbaycanCumhuriyeti’nin Vazı-ı Kanun’uMirza Cemalzade Hüseyin Cemal Yanar (Veziroğlu)«AZERİ DAYI»13 Nisan 1974 günü vefat etmiştir. Türkiye’li ve Azerbaycan'lıTürk Milliyetçileri’ne, akraba ve yakınlarına, muhterem hocamızProf. Dr. Dilşat Taliblıan Elburs’a başsağlığı ve merhuma yüceTanrı’dan rahmet dileriz.TÖRE17


Cılız sazlar dalgalanırİlk güzün kirli-yeşil batağında..Gerinmede gömleksiz yüanKızıl-karanlık yatağında.Ürperen bağrında yağız ovanınBuğday filizi muştusuz,Boşa dönüyor değirmeniki derenin çatağında.Doruktan doruğa ağanŞu cıvıltı bulutuBoz doğan korkusudurSerçenin yutağında...Kuşanıp yosundan zırhlarınıYalaz taşırlar yanardağlardanAnadolu’daki eski yangınaÇolak heykeller gene Haçlı atağında.YETİK OZANBir kurdun susuşudur çınlayanSırça duvarlarında sabrınVe büyüyen hilâllerAk gecenin otağında.19


YeniTürkiye’deMünevverTabakaDoç. Dr.EROLGÜNGÖ R


İkinci Meşrutiyetten sonra Türkaydınları üç ayrı fikir etrafındatoplanmışlardı:Garpçılık, İslamcılık veTürkçülük. Birinci Dünya Savaşı sıralarındaİslamcılık fikrinin uygulamakaabiliyetinin tükenmesiyle geride kalaniki akımdan Türkçülük gerek İstiklâlHarbi’nin, gerekseCumhuriyet'inkuruluşunun ideolojik temelini ! teşkiletti. Ancak, bilhassa CumhuriyetHalkPartisi idarecileri arasında batıcılık hızlagalebe çaldı ve bu yönde yapılan uygulamanisbetinde millî kültürden, millîdeğerlerden ve halktan uzaklaşma siiratlendi.Türk münevver zümresinin doğuşunu,gelişmesini, ve haleniçinde bulunduğu durumu araştıranbir sosyal ilimci bunu yaparken, isteristemez, Türkiye’nin fikir tarihinide anlatmış olacaktır. Geçenyazımızda da açıklamaya çalışmıştıkki Türkiye’de münevver zümre,İkinci Dünya Harbi’ne kadar,devlet kadrolarını dolduran bir bürokratikelit olarak karşımıza çıkmaktadır;bu insanların mensupbulundukları diğer zümrelere veyasırf kendi şahıslarına ait menfaatlarıyine bahis konusu olmakla beraber,hepsi de esas itibariyle devletinkuvvetlenmesi ve ayakta kalabilmesimeselesini birinci plandatutuyorlardı. Bu yüzden Türkiye’deki siyasî ve ideolojik mücadeleyibir sınıf mücadelesi şeklinde değil,fakat memleketin kurtuluşu hakkında-bilhassa gördükleri eğitiminfarklılığı yüzünden- değişik fikirleresahip bulunan münevverler arasındabir kavga olarak görmek dahadoğru olur.Münevverlerimiz arasındaki e­saslı fikir ayrılıkları İkinci Meşrutiyetlebaşlar, böylece Türk münevverlerininçeşitli cephelere bölünmeside o tarihe kadar çıkar.Yeni Osmanlı ve Genç Türk hareketlerininsiyasî bakımdan en ö­nemli ve belki yegâne yeniliği, sarayotoritesinin Batıcı bir münevverazınlık tarafından daha çokpaylaşılmasından ibaret kalıyor.Bu noktayı gayet iyi gören YahyaKemal şöyle demektedir:«...AhmedRıza Bey’in ve hepimizin o zamankifikirlerimiz, tıpkı Abdülhamid’infikirleri gibi, mevcut Memalik-iOsmaniye’de kendi millî tefevvukumuzutemin etmek hedefine müteveccihti.Ancak Abdülhamid re’sen Padişah olduğu için bu tefevvukunancak kaahir bir istibdad ilekaim olduğu neticesine varmıştı.Biz ise muhalif olduğumuzdan, butefevvukun bir meşrutiyet şekliylemeşruiyet kesbedeceğini tevehhümediyorduk.»İkinci Meşrutiyet memleketebirdenbire yeni fikirler getirmedi,sadece mevcut fikirlerin bütün serbestliğiyleortaya çıkıp münakaşaedilmesine yol açtı. Padişahın otoritesiİttihatçı liderlerin eline geçtiğiiçin bu ideolojik kavgaların bellihudutlar içinde tutulması imkânıda kalmamış, devlet bizzatbu mücadelenin taraflarından birihaline gelmişti. İttihatçıların dabir politikası vardı ve bu politika«Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak»şeklinde tecelli ediyordu.İttihatçıların yerine bir başka21


grup iktidarda bulunsaydı herhaldeonlar da aynı prensipleri benimsemekzorunda kalırlardı. Milliyetçiliksiyaseti milliyetçi fikirlerindünya çapında kuvvet kazanmasıdolayısiyle, İkinci Abdülhamid’inilk saltanat yıllarından beribir kültür milliyetçiliği başlamıştı.Avrupalılaşmanın daha eski bir tarihivardı; biz reddetsek bile Avrupadevletleri bizi buna zorluyorlardı.İslâmlık siyaseti ise zaten devletinen büyük dayanağı idi, İkinciAbdülhamid bu sayede İngilizlerekarşı uzun ve başarılı bir mücadelevermişti. İttihatçıların Türkçülüksiyaseti bile ancak İslâmcılıksiyaseti ile birlikte bir manâ taşıyordu;Enver Paşanın Türk memleketlerindebüyük itibar görmesionun Türk veya Türkçü olmasındanziyade İstanbul’daki İslâm halifesinindamadı ve ErkânıharbiyeNazırı oluşundan ileri geliyordu.İkinci Meşrutiyet devrinde iştebu zaruretler içinde toparlanmayaçalışan İmparatorluğa birideoloji peygamberi lazımdı, öyleki iktidarın içinde bulunduğu şartlarıiyi kavramış olacak ve birleştiricibir siyasî felsefenin temelleriniatacaktı. İttihatçılar bu peygamberiZiya Gökalp’m şahsında buldular.Balkan felâketinden MillîMücadele’nin sonuna kadar gitgidekuvvet kazanan milliyetçilik veya«Türkleşmek» siyasetinin başındada bir fikir adamı olarak yine ovardır. Zaten Millî Mücadele adıbile bize hemen millet, milliyet,milliyetçilik terimlerini hatırlatıyorve burada ilk akla gelen isimde Ziya Gökalp oluyor. Gerçektenbize millî hareketin neden ibaretbulunduğunu, milliyetçiliğin ne demekolduğunu ilk defa öğreten ZiyaGökalp olmuştur. Onun yetiştirdiğiveya onun temel fikirleri etrafındayetişmiş olan nesillerdir kibizi bağımsızlığımızı kaybetme tehlikesinden kurtardı. (*) Millî Mücadeleyihazırlayan ve başarı ileyürüten asker-sivil Türk aydınlarınınbüyük çoğunluğu o devrinTürkçü, şimdiki adıyla milliyetçiaydınlarıydı. Ziya Gökalp bu durumu1923’de yayınladığı TürkçülüğünEsasları adlı kitabında, kendişahsiyetini hiç öne sürmeden, şöyleanlatıyor:«Diyebiliriz ki, Müdafaa-i HukukCemiyeti hiç haberi olmadanTürkçülüğün ' siyasî programınıtatbik etti... Türkçülükle Halkçılığınnihayet aynı programda birleşmeleri'ikisinin de maksada ve gerçeğeuygun olmasının bir neticesidir...Bu ayniliğin bir neticesi deşudur ki, bütün Türkçüler hiç istisnasızAnadolu Savaşı’na katılmışlarve onun en ateşli müdafaacılarıolmuşlardır. Türkiye’de Allah’m küıcı halkçıların -yani Müdafaa-iHükuk’çuların- pençesinde(*) Bu söz millî mücadelenin Türkçülükcereyanına dayandığı manâsınagelmez. Bütün zaferlerin hakikîkahramanı olan Türk askeri yineeskiden olduğu gibi «din ve devlet»için çarpışıyordu.22 GÜNGÖR


ve Allah’ın kalemi Türkçülerin e­linde idi. Türk vatanı tehlikeye düşüncebu kalemle bu kılıç birleşti,ikisinin birleşmesinden bir cemiyetdoğdu ki adı Türk Milleti’dir».İkinci Meşrutiyetle birlikteortaya çıkan zengin fikir ve ideolojihareketlerine bakarsak, Türk aydınlarınınimparatorluğu kurtarmakve geliştirmek üzere başlıcaüç istikamet tutturduklarını görürüz:(1) Garpçılar, yani Batı kültürve medeniyetini süratle alıpBatı Dünyası ile bütünleşmemiziisteyenler, (2) İslamcılar, yani modernteknoloji dışında bütün müesseselerimiziİslâmî esaslara göredüzeltmemizi ve İslâm âlemi ilebütünleşmemizi isteyenler, ve (3)Türkçüler, yani bir tarafta Batımedeniyeti ve bir tarafta Türkkültürü esasına dayalı modern bircemiyet yaratmak, Türk âlemi ilebütünleşmek davasında olanlar.Ziya Gökalp bu üçüncü gruptabulunuyordu. Türkçlük cereyanıonun şahsî eseri değildi, fakatbu cereyan ilk defa bir kültür hareketiolarak onun da içlerinde bulunduğubir genç aydınlar grubutarafından başlatılmış, kısa zamandayaygınlaşan bu cereyanınfikir lideri olarak Ziya Gökalp önplana geçmişti. Avrupadaki felsefeve sosyoloji hareketlerini yakındantakip etmesi ona gösterdi kisosyal tekâmülün en ileri merhalesibir topluluğun millet haline gelmesidir;kısa zamanda bu milletbünyesine kavuşamayan topluluklaro merhaleye ulaşmış olanlaraher sahada mağlûp olacaklar, kendiiçlerinde de hiçbir zaman refahve huzur göremeyeceklerdi. Netekimo devirde Avrupa’nın karşısındabulunan devletlerin durumubuydu. Şu halde bizim için de milliyetçilikpolitikasından vazgeçilemezdi.Gökalp kendi zamanındaki ö­bür iki cereyanı da tamamen reddetmedi.Türkler Müslüman olduklarıiçin Müslüman dünyasına,Gökalp’m deyişiyle İslâm beynelmilelliyetinedahildiler. Modernmedeniyeti ihmal edemiyeceklerinegöre de Batılılaşmak zorunluydu.İşte bu üç noktayı gözönünde tutarakşu formülü ortaya attı: Türkmilletindenim, İslâm ümmetindenim,Garp medeniye tindenim. Fakatbu formül üç ayrı unsurun gelişigüzelkarıştırılmasından ibaretdeğildi, burada asıl yapıcı unsurTürk millî kültürü idi.Gökalp bir taraftan da Türkmilliyetinin temeli olan Türk kültürününesaslarını göstermeye çalıştı.Kültür bir milletin bütün hayatınınbir mahsulü olduğuna göre,önce millî tarihimizi bilmek gerekiyordu.Halbuki eskiden bizimonuncu yüzyıldan önceki tarihimizya hiç bilinmez, yahut ilgi görmezdi.Türklerin Anadolu’ya gelmedenönceki tarihleri gibi, Asya’da kalmışdiğer Türk topluluklarının tarihleride Türkçülük hareketiylebirlikte ilgi konusu oldu. Gökalp’msade şiirlerle destan halinde anlat­MÜNEV<strong>VE</strong>R TABAKA 23


tığı bu tarihler o devirde çocuklardanziyade gençler tarafından okunuyordu.Zaten İkinci Meşrutiyet’te iktidar, siyasî inkılâpla birliktesosyal inkılâplar da yaparak memleketinçehresini değiştirmek isteyenbir genç kitlenin eline geçmişbulunuyordu. İktidarda İttihat veTerakki adlı inkılâpçı parti vardıve Gökalp bu partinin merkez-iumumî üyesi idi. Gökalp bu mevkidebulunduğu sırada politika vedevlet idaresi ile meşgul olmadı,ama fikirlerini hem devlet adamlarıhem de gençler arasında serbestçeyaydı. İşte bu yeni nesil, memleketiçin özlediği yeni bir hayatınesaslarını Gökalp’m ağzından vekaleminden öğrendi «Yeni Hayat»nasıl olacaktı?Yeni hayat, ahlâkta, hukuk veiktisatta, edebiyatta, sanatta, kısacabir cemiyetin bütün kıymetsahalarında milliyet esasına dayanansosyal bir inkılâb yapmaktır.Buradaki milliyet veya millî kültürGökalp’m ilk defa Yeni Hayatadıyla ortaya attığı fikirlerin dahasonra Türkçülük adını almasınayol açmıştır. Türkçülük eski cemiyetinkıymet sistemini ve müesseselerinikabul etmez, çünkü imparatorluktamilliyet esasına dayananbir sosyal yapı yoktur. Fransızinkılâbından bu yana yayılanmilliyet fikirleri Türk olmayanunsurları bizden ayırdı, Türkler deelbette kendi vatanlarında kendimilliyetlerinin davasını güdeceklerdi.Böylece Türkiye’de milliyetçi,halkçı, batı medeniyetçisi birdevlet kurulacak ve biz onun sayesindemodern milletler seviyesineçıkacaktık. Milliyetçi bir devletister-istemez halkçı olacak, halkçıolunca da demokratik esaslara dayanacaktı.Lâiklik bu demokrasininzorunlu neticesiydi.Görülüyor ki bu fikirler, baştamillî hareketin lideri MustafaKemal Paşa olmak üzere Millî Mücadele’yihazırlayan ve yürütenkadronun başlıca fikirleridir. SonOsmanlı Meclis-i Mebusam’ndançıkan Misak-ı iMllî beyannamesindenbaşlayarak Cumhuriyetin kuruluşunakadar Millî Mücadele hakikatenmillî bir karakterdedir vebu karakter Gökalp’m yarattığıdüşünce atmosferi içinde yetişmişbulunan asker-sivil Türk aydınlarınıneseri olmuştur. Bunlar arasındaGökalp’m Altın Işık’mı ezberebilmeyen, Yeni Hayat’ı okumayan,veya Türk Ocağı’nda kendisini saatlercevecd içinde dinlemeyen yokgibidir.Millî Mücadelenin temelindeZiya Gökalp düşüncesinin ne kadarderin bir yer işgal ettiğini, mücadelebittikten sonraki hadiselerdende anlayabiliriz. Bilindiği gibi,memleket düşmandan kurtulurkurtulmaz hükümet Gökalp’ı hemenDiyarbakır’dan Ankara’ya getirtti,Gâzi ve arkadaşları onunlaYeni Türkiye’nin temelleri hakkındaistişare ettiler. Müdafaa-i HukukCemiyetleri’nden doğan HalkFırkası bir bakıma Gökalp’m eseridir,çünkü fırkanın prensipleri,24 GÜNGÖR


tığı bu tarihler o devirde çocuklardanziyade gençler tarafından okunuyordu.Zaten îkinci Meşrutiyet’te iktidar, siyasî inkılâpla birliktesosyal inkılâplar da yaparak memleketinçehresini değiştirmek isteyenbir genç kitlenin eline geçmişbulunuyordu. İktidarda İttihat veTerakki adlı inkılâpçı parti vardıve Gökalp bu partinin merkez-iumumî üyesi idi. Gökalp bu mevkidebulunduğu sırada politika vedevlet idaresi ile meşgul olmadı,ama fikirlerini hem devlet adamlarıhem de gençler arasında serbestçeyaydı. İşte bu yeni nesil, memleketiçin özlediği yeni bir hayatınesaslarını Gökalp’m ağzından vekaleminden öğrendi «Yeni Hayat»nasıl olacaktı?Yeni hayat, ahlâkta, hukuk veiktisatta, edebiyatta, sanatta, kısacabir cemiyetin bütün kıymetsahalarında milliyet esasına dayanansosyal bir inkılâb yapmaktır.Buradaki milliyet veya millî kültürGökalp’m ilk defa Yeni Hayatadıyla ortaya attığı fikirlerin dahasonra Türkçülük adını almasınayol açmıştır. Türkçülük eski cemiyetinkıymet sistemini ve müesseselerinikabul etmez, çünkü imparatorluktamilliyet esasına dayananbir sosyal yapı yoktur. Fransızinkılâbından bu yana yayılanmilliyet fikirleri Türk olmayanunsurları bizden ayırdı, Türkler deelbette kendi vatanlarında kendimilliyetlerinin davasını güdeceklerdi.Böylece Türkiye’de milliyetçi,halkçı, batı medeniyetçisi birdevlet kurulacak ve biz onun sa*yesinde modern milletler seviyesineçıkacaktık. Milliyetçi bir devletister-istemez halkçı olacak, halkçıolunca da demokratik esaslara dayanacaktı.Lâiklik bu demokrasininzorunlu neticesiydi.Görülüyor ki bu fikirler, baştamillî hareketin lideri MustafaKemal Paşa olmak üzere Millî Mücadele’yihazırlayan ve yürütenkadronun başlıca fikirleridir. SonOsmanlı Meclis-i Mebusam’ndançıkan Misak-ı iMllî beyannamesindenbaşlayarak Cumhuriyetin kuruluşunakadar Millî Mücadele hakikatenmillî bir karakterdedir vebu karakter Gökalp’m yarattığıdüşünce atmosferi içinde yetişmişbulunan asker-sivil Türk aydınlarınıneseri olmuştur. Bunlar arasındaGökalp’m Altın Işık’mı ezberebilmeyen, Yeni Hayat’ı okumayan,veya Türk Ocağı’nda kendisini saatlercevecd içinde dinlemeyen yokgibidir.Millî Mücadelenin temelindeZiya Gökalp düşüncesinin ne kadarderin bir yer işgal ettiğini, mücadelebittikten sonraki hadiselerdende anlayabiliriz. Bilindiği gibi,memleket düşmandan kurtulurkurtulmaz hükümet Gökalp’ı hemenDiyarbakır’dan Ankara’ya getirtti,Gâzi ve arkadaşları onunlaYeni Türkiye’nin temelleri hakkındaistişare ettiler. Müdafaa-i HukukCemiyetleri’nden doğan HalkFırkası bir bakıma Gökalp’m eseridir,çünkü fırkanın prensipleri,24 GÜNGÖR


hattâ bunların sayısı ve okla gösterilmesihep Gökalp Milliyetçiliğindençıkmıştır. Batı medeniyetininkaynaklarını öğretmek üzeredevletin batı dillerindeki temel e­serleri Türkçeye çevirtmesi deGökalp’m fikridir, netekim bu işikendisi başlatmıştı. Halk Fırkasınınhalka doğru prensibi ve bununbir neticesi olan halkevleri ve odalarıçok önceden Gökalp tarafındantasfiye edilmişti. Baro, TabiplerBirliği, Mühendisler Odası gibimeslek teşekküllerinin, üniversiteninmuhtariyet kazanması, yaniGökalp’m tabiriyle «âmme velâyetindenkurtulmaları» yine onunteklifiyle oldu.Ziya Gökalp, her büyük siyasîdeğişiklikte kendi fikirlerinde yaptığıönemli düzeltmeler dolayısiyle,sabit ve istikrarlı bir görüş sahibiolamadı, ama hakikaten İkinciMeşrutiyet devrinde ondan dahabirleştirici rol oynayan başka birTürk düşünürü gösterilemez. İttihatve Terakki gibi -Enver gibi ferdîkabiliyetlerin dışında- hem şanssızhem de kalitesiz bir iktidarınsorumluluğuna katılmamış olsaydıbelki bu birleştirici tesiri daha dabüyük olacaktı.İmparatorluk parçalanıp daCumhuriyet kurulduğu zamanGökalp ve onunla birlikte yeni iktidarsahipleri artık Türk devletiiçin yeni bir politika tesbit etmekzorundaydılar. Bu devrede Gökalp’m eski büyük rolünün kalmadığınıgörüyoruz. Genç yaşında ve Cumhuriyettenbir yıl sonra ölmemişolsaydı fikirlerinde nasıl bir değişiklikolurdu, bilmiyoruz. FakatTürkçülük hareketi içinde yetişmişolan nesil yeni kurulan merkeziyetçihükümetin politikasıyla kolaycauzlaşamazdı. Gökalp hayatta ikenyazı değişmesine şiddetle karşıkoymuş, takvim için hicrî tarihinesas tutulmasını istemiş, dilde tasfiyeciliğinaleyhinde bulunmuştu.Devlet makamlarında yavaş yavaşradikal bir Avrupacı ekibin hakimolduğu görülüyordu. Dilde tasfiyeciler,hükümetin resmî desteğiyle,Türk dilinin kaderine hakim oldular,çünkü merkeziyetçi ve tek partiliidare Dil Kurumu’nu devletinbir müessesesi sayıyor ve orada alınankararlara göre çocuklara okuldaokutulacak dili tayin ediyordu.Münevver bürokrasisi içinde Avrupamuaşereti ve Avrupa zevkleridaha çok hakim olmaya başladı.Türkçülerin milliyetçilik anlayışıve tarih görüşü resmî kongrelerdentekme ve tokatla kovuldu; Anadolu’dakurulan ve bin yıldır devameden Türk devleti bir tarafa bırakılaraktarih - öncesi çağlara dönüldü;Türklüğün başlıca alâmetiolmak üzere kafa ölçüsü alma usulürevaç buldu. Bu devirde resmîgörüşün dışına çıkmak imkânı bulunmadığıiçin, hükümetin yeni politikasıylauzlaşmayan münevverlerinsayısı ve kalitesi hakkındakesin bir fikre sahip değiliz.Cumhuriyet bürokrasisi imparatorluktandevralınmıştı; fakatbu bürokrasi on yıllık bir harptenMÜNEV<strong>VE</strong>R TABAKA 25


sonra kolunu kıpırdatamayacakhale gelmiş yorgun ve yoksul birmilletin nüfuzlu idarecileri durumunageçmişti. İmparatorluk yenildiğiiçin, ona bağlı olarak görülenherşey de onunla birlikte yenilmişsayılıyordu; bu yüzden cumhuriyetdevrindeki münevver üsttabakanın Avrupacılığı eski devirlerdekindendaha da şiddetli oldu.Bu devirde halk tabakalarının münevver-ve tabiî idareci- üst tabakayaeleman verme nisbeti artmıştı.Hükümetin verdiği imkânlardanfaydalanan birçok gençler yeniTürkiye’nin idareci, teknisyen, veakademik kadrolarını doldurmaküzere Avrupa’ya tahsile gittiler;pekçoğu da -birkaç zengin çocuğuve kabiliyetsiz hariç- muvaffak olarakdöndüler. Fakat merkeziyetçibir hükümetin karşısında münevvertabakanın durumu ne olacaktı?Bu genç ve idealist insanlar,daha önce de görüldüğü gibi, idareninhoşuna gitmeyen fikirlere vehattâ icraata önayak olursa ne yapılacaktı?Böyle bir tehlikeyi ortadankaldırmak için, mevcut bürokrasidaha da genişletilerek buyeni gelenler orada eritileceklermiydi, yoksa devlet memuru dışındaserbest meslek sahibi bir münevvertabakanın doğuşuna imkânverilecek miydi?İkinci Meşrutiyet devrinde veCumhuriyetin ilk Türk münevverlerinitoplayan en büyük gayr-i siyasîteşkilât Türk Ocakları’ydı.Türkocakları İttihatçılar tarafındandestek görmüş, onlar da ittihatçılarıdesteklemişler ve böyleceİttihat ve Terakki Fırkası âdeta-Yahya Kemal’in tabiriyle- ai*met-i farikası Türkçülük olan birparti gibi görünmüştü. Bu teşkilâtCumhuriyet devrinde de ayaktadurmayı başardı; fakat İttihat veTerakki ile eskiden çok yakın ilgisiolduğu için Halk Fırkası’yla biraradayürüyemezdi. Halk Fırkası kendidışında teşkilâtlı bir münevverkuvvetin varlığına imkân vermemeküzere Ocaklar’ı kapattı, Ocakileri gelenleri arasından/da bilhassaTürkiye dışından gelmiş olanları Halk Fırkasının kontrolü altındabulunan çeşitli yerlere -Dil ve TarihKurumu gibi- dağıttı, bazılarınaaynı zamanda mebusluk -saylavlık-verdi. Avrupa’da tahsilinibitirerek gelmiş olanlar da çeşitliyollardan Fırka bünyesinde eritiliyordu.Bunlardan bazılarının siyasîvazifeler almaları yüzünden kendiarkadaşları ile de araları açılınca,Halk Fırkası karşısında hemenhiçbir kuvvet kalmadı. İlerideAnadoluculuk cereyanının birtarihini yazacak olanlar bu konudabir hayli bilgi kazandıracaklardır.Tek partili devirde Halk Fırkası’nmkarşısında ikinci büyük teşkilâtolarak Muallimler Birliği bulunuyordu.Muallimler Birliği tekpartili idare zamanında en çok ihtiyaçduyulan ve o nisbette de korkulanbir kuvvetti. Herşeyden önce,yeni inkılâp rejiminin muallimlertarafından benimsenmesi veonlar vasıtasıyla yayılması şarttı.26 GÜNGÖR.


Fakat bu teşkilât siyasî iktidarlaihtilâfa düşerse Halk Fırkası münevverindesteğini büyük ölçüdekaybetmiş olurdu. Maamafih muallimzümresi cumhuriyetten öncede Avrupacı fikirlerle dolmuş bulunuyordu;bu yolda yapılacak reformve inkılâplar için hazır durumdaydı.Netekim Halk Fırkasıbunlardan inkılâp hususunda birreaksiyon görmedi, ama parti dışındabir teşkilât olarak devam etmemeleriiçin de gerekeni yaptı.Cumhuriyetten sonra Türkmünevverleri arasında ilk büyüksiyasî ayrılık Terakkiperver Fırka’mn kurulmasıyla ortaya çıktı. Bupartinin kurucuları da tıpkı HalkFırkası mensuplarının çoğu gibiMüdafaa-i Hukuk Cemiyetlerindengeliyorlardı. Üstelik Halk Fırkası’nclaidarenin gitgide merkeziyetçibir karakter kazanması yüzündenikinci sınıf adamlar çoğunluğa veön plana geçirilmiş olduğu haldeyeni fırka o devirde Türkiye’ninasker ve sivil en kaliteli ve şöhretliadamlarından meydana gelmişti.Aralarında Millî Mücadele içindegösterdikleri varlıkla büyük şöhretyapmış ve sivrilmiş kimselervardı. Bu partinin idarecileri Cumhuriyetrejimine ve Batılılaşmayataraftar bulunuyorlardı, fakatHalkçılar derecesinde radikal değişmetaraftarı değildiler.İkinci Muhalefet Hareketi o­lan Serbest Fırka’ya gelince, bu damemleketin münevver üst tabakasıtarafından kurulan bir parti olmaklaberaber bir çeşit sun’i muhalefetvazifesi gördürülmek üzereiktidar çevreleri tarafından kurdurulmuştu,netekim halk bu hakikatinfarkında olmadığı için SerbestFırka’ya çok büyük bir sevgive alâka gösterince parti idarecilerisiyasî mücadeleyi terkettiler, yaniHalk Fırkası onlara artık sahnedençekilmelerini tenbih etti (Okuyucubu siyasî muvazaa hakkındageniş ve çok dikkat çekici bilgi almakiçin Ahmet Ağaoğlu’nun SerbestFırka Hatıraları adlı kitabınabaşvurabilir). Terakkiperver CumhuriyetFırkası ise kuruluşununhemen ardından bir hadiseye adıkarıştırılarak kapatılmış bulunuyordu.Halk Fırkası ile onun karşısındakilerarasında ne gibi fikir ayrılıklarıbulunduğunu kestirmek çokgüçtür, hattâ aralarında herhangibir esaslı ayrılık olduğu ihtimali bileuzak görünüyor. Şimdiye kadartesbit edilebilen uyuşmazlıklar a-rasmda yegâne mühim olanı hilâfetmeselesi ile ilgilidir. Millî Mücadeleninbazı önemli ve popüler simaları(Rauf Bey, Halide Edip Hanımv.b.), İstanbul basınının ilerigelen kalemleri (Hüseyin Cahit,Velid Ebüzziya v.b.), bazı üniversitehocaları hilafetin kaldırılmasınakarşı çıkmışlardı. Fakat muhalefetitemsil edenlerin hemen hepsi deaynı nesilden olan, aynı tip mekteplerdebirbirine benzer eğitimgörmüş kimselerdi. Bu zümrenindışında kalan medreseli münevverlerise daha İkinci Meclis’ın kurul­MÜNEV<strong>VE</strong>R TABAKA 27


masıyla birlikte parlamento-dışı bırakılmış,sonra da sistemli bir şekildesindirilmişlerdi. Türk siyasîelifinin büyük kısmı Batılı tipteokullarda tahsil görmüş ve Türkiye’yiBatı örneğine göre değiştirmeyiemel! edinmiş kimselerdi.Cumhuriyet Halk Partisi’ııin resmîtarihine göre, partili münevverlerarasındaki yegâne ayrılık TürkiyeCumhuriyeti müesseselerininhangi Batı memleketinden alınacağınoktası üzerindeydi, ve herkeskendi bildiği veya benimsediği ülkeninörnek alınmasını istiyordu.Bunlardan pek farklı olmayan Terakkiperverve Serbest Fırkalarınidarecileri niçin halkı hemen kendietraflarında toplamışlardı? Muhaliflerinbu başarısı herhalde liderlerinniyet ve ideallerinden ziyadeseçmen kitlesinin ümit ve sıkıntılarındanileri gelmekteydi. Bu liderlerleHalk Fırkası münevverleriarasında sosyal menşe bakımındanda önemli bir fark yoktu.Türkiye’nin tek partili cumhuriyetdevrinde münevver tabakanınbiraraya geldiği yerler birkaççatı altına inhisar etmişti: Üniversite,Dil Kurumu, Tarih Kurumu,Parti, Meclis ve büyük şehirlerdeçok sayıda devlet memuru istihdameden devlet daireleri. Üniversitedemuhtariyet olmadığı için bumüessese hükümetin, dolayısiylepartinin kontrolü altındaydı.Tarihve Dil kurumlan ise partininhem maddî hem de ideolojik kontrolüaltındaydı. Bu devirde münevverlerinideolojik bakımdan çeşitliistikametlere ayrılmaya başladığıİkinci Dünya Harbi’yle birlikte ortayaçıkan gruplaşmalardan anlaşılmaktadır.Fakat münevver tabakabüyük çoğunluğuyla bir bürokratikelit olarak devam ediyordu vebunlarla halk arasında açık, hattâkesin farklar bulunduğu görülmekteydi.İktisaden geri kalmış ve buyüzden vergi gelirlerini bilhassafakir halktan toplamak zorundabulunan bir cemiyette maaşlı memurlarbir çeşit imtiyazlı tabakateşkil ediyordu. Maamafih, umumîgelir seviyesindeki düşüklük memuruda tatmin edemeyecek vaziyetteydi;üstelik geçmiş; yıllarınbüyük ümitleri boşa çıkmıştı. Cumhuriyetinonbeşinci yılında veİkinci Dünya Harbi’nin başındahalkın ve münevverin gözüne çarpanbaşlıca manzara, stadyomlardamarş söyleyen delikanlılar ileAnadolu’da veremden, sıtmadan,açlık ve sefaletten, idareci teröründenkıvranan milyonlardan ibaretti.Türk münevverlerinin bu manzarayakarşı aldığı çeşitli tavırlarıgörebilmek için İkinci Dünya Harbi’ninbaşlangıç yıllarını bekleyecektik.o28 GÜNGÖR


P A Y L A Ş M A Gavseddin KoçakNe varsa bölelim gel güzel yârim:Bodur gövde bana, dal sana düşsün.Çile sayfasını ver ben taşırım;Mutluluk defteri al sana düşsün.Atamdan mirastır bıyıklar bana,İpek saç, hilâl kaş, al senden yana.Bütün güzellikler dolsa cihana,En şeker dudaklar, dil sana düşsün.Aşkınla yandıkça bu dertli sine,Kulak ver ses verir inlercesine.Seherde girince gül bahçesine,Dikenler benimdir, gül sana düşsün.Bu fâni dünyada bırak gönlüme,Muhabbet yığılsın, yâr, küme küme...Üzülme gelirse şayet önüme;Zehri ben içeyim, bal sana düşsün.Vatan cammızdır bölemeyiz biz;Ne beıısiz yaşarsın ne de ben sensiz.Yalvarsak yakarsak Tanrı’ya sessiz,Koçak denen yiğit kul sana düşsün.


Tarım Hayatının MüesseseleşmesiSosyoloji Profesörü Dr. Orhan Türkdoğan, bu yazısında, Türkiye’de bugünekadar uygulanmış veya teklif edilmiş bütün tarım reformu, toprak reformu,kırlık alanların düzenlenmesi projelerinin bîr dökümünü ve tenkidini yapmakta.Projelerin insan unsurunu en önemli amil olarak ele almadıkları müddetçe geçerlilikkazanamayacakları tesbitinden sonra iimî tahlil bizi milliyetçi teze; kırnüfusunun önemli bir kısmının sanayie kaydırılmasına, kırlık bölgelere sanayiningötürülmesine ve son zamanlarda eksik bir şekilde «yeniden keşfedilen» tarımkentlerine götürmektedir.Prof. Dr. ORHAN TÜRKDOĞANVCumhuriyetimizin kuruluşundanitibaren ülkemizde, toprak vemülkiyet rejimi sisteminde önemligelişim, 1945 yılında kabul edilen4753 sayılı «Çiftçiyi TopraklandırmaKanunudur». Bu kanunun 3.maddesini Lawson şöyle yorumluyordu:a) Çiftçinin yaşama seviyesiniyükseltmek; b) işlenmemiştoprakları işleyerek, ülkenin tarımsalgücünü arttırmak; c) ülkeçapında tarımı teşvik; d) topraksızbüyük kitleler arasında, toprağıekip - biçme ve mülk edinmedeyeni bir hevesi uyandırmak» (1)Toprak - insan ilişkilerini en,1) Edward Lawson, Turkey, New Agricultural Land Bili, Foreign Agricultural,vol. 9, pp. 142-144. 1948.30


iyi şekilde düzenleyen bu değerlendirmeler,aslında bir Batılı için hiçde yabancı olunmayan tarımla -sosyal sistem arasındaki gelişimi degöstermektedir. Bu yüzden toprağasahip olma, tarımsal alandakiinsanlararası ilişkileri düzenleyenhukukî anlaşmalar değerler ve geleneklersistemini kapsar.Mücerret anlamda, arazi tasarrufsistemi, aslında kültürün biryönünü teşkil eder. Çünkü, tasarrufbiçimleri mal sahiplerinin, kiracıve ortakçıların toprakla olanilgilerini ve haklarını belirtir. Bubakımda^ tarım sistemi toplum, si-31


yaset, ekonomi ve kültür sistemlerindenayrı düşünülemez. Görülüyorki, bu açıklama tarzında önemliolan husus, toprağa sahip olmanınyalnız arazi kuruluşunun düzenlenmesiolmayıp, aynı zamandagrup yaşantısı içinde belirlenmiştoplumun kontrol ilişkilerini dekapsamaktadır.Toprak - insan ilişkisinin toplumyapısı gerçekleri içinde elealınması zorunludur. Bu açıdan bakıldığındareformun amacı toprak- tarım alternatifine ağırlığı kaydırmak,insan - toplum amilini birtarafa itmek anlamına gelmemelidir.Böyle bir anlayış tarım sisteminibütüncü (holistic) kimliğindensıyırmak, tekçi (monist) biryapıya yöneltme anlamına gelir kibu da çoğu kez başarılı reformlardaaranan tutarlılığı sağlayamaz.Bunun için de ülkemiz gerçeklerineuygun düşmesi bakımından toprakve tarım reformunu, aynı anda,köy reformu ile birlikte düşünmekgerekir.Toprak ve tarım reformu aslındaköy reformunun bir yönünüteşkil eder. Köy bütünlüğü ile elealınmadan toprak ve tarım reformunuuygulamak demek bütünüparçalarıyla açıklamak demektir.Bu makalenin konusu, toprak vetarım reformunu bu çerçeve içindedeğerlendirmektir.Ülkemizde köy ve köy altı kuruluşlarıylabirlikte (65.277) yerleşmebiçimi vardır (DPT, 1967).Bunların % 27.3’ü dağınık tipteköylerdir. Geriye kalan toplu köylerde (Nucleated villages) kendiiçinde kümelenmiş kuruluşlardırAslında bu köyler de fiziki açıdan,birbirleriyle ilişkili olarak dağınıklıkarzetmektedirler.Ülkemizde hakim olan bu türköy kuruluşları toplum, ekonomi,siyaset ve coğrafya amillerine dayanır.Fakat hiçbir dönemde yerleşmemeselesi yöneticiler tarafındanrasyonel bir tarzda düzenlenmişdeğildir. Çağların etkilerine göreömrünü sürdürmektedir. Burastgele ve düzenlenmemiş yerleşmebiçimleri, arazi tasarruf sistemini,hukukî ilişkileri ve toplumkontrolü teşkilâtlarını da yaratmıştır.Burada önemli nokta, köybirliğinin kuruluşu ve onu izleyenhukuk ve gelenek sistemlerinin ortayaçıkışıdır. Bu sonuncu yanamiller aslında toprağa yerleşmebiçimlerinin birer fonksiyonudurlar.Oysa biz reform meselesini incelerkentoprak - insan ilişkisindekivarlık sebebini (Raison d’Etre)bir tarafa itiyor, onun yerine sonucaeğiliyoruz. Böylece, tarih kültürüekonomi ve toplum zihniyeti içindeyoğurularak şekillendirilmiş olanköy ve köylü gerçeği yerine, bunlarınbir görüntüsü olan «toprak-)faktörüne öncelik verilmesi, deyimyerinde ise atı alıp sürücüsünü birtarafa itmek gibi, bir durumu ortayakoyuyor. Gerçekten toprak ileyerleşme biçimi arasında ortak yaşamaesasına dayanan (symbiotic.)bir ilişki vardır. Bunlardan biri, di­32 TÜRKDOĞAN


ğeri düşünülmeden yaşantısını sürdüremez.Toprak ve tarım reformu üzerindebilim adamları siyaset çevrelerive çeşitli baskı grupları görüşleriniaçıklarken özellikle bu meseleyekamu oyunun ve ilgililerindikkatlerini çekmenin yararlı olacağıkanaatindeyiz. Bu yüzden toprakve tarım reformu yanında, köyreformunun da temel ilkelerine kısacadeğinmek istiyorum:1. Köylerin birleştirilmesi (Konsolidasyon).Ülkemizde köy yerleşmebiçimleri; yol, taşıt, haberleşme,pazar, kitle araçları ve şehirlerindurumlarına göre düzenlenmişkuruluşlar değildir. Genellikle rastgelekurulmuş birimlerdir. İsrail’deki daire köy, Birleşik Devletlerdekimünferit çiftlik evleri (farmstead),Fransa’daki yol ve nehir kıyılarındakurulan köyler, gerçekiktisat ve cemiyet amaçlarına görekurulmuşlardır. Bizdeki köy birimlerininrastgele kuruluşları,kırlık alanların çoğalmasına ve dağınıklığınada etkide bulunur. Nitekim,son 25 yıl içinde 1834 yemköy kuruluşu ile karşılaşıyoruz.Gerçi aynı dönem içinde, toplamnüfusa oranla kır nüfusu % 13.7azalmıştır. Batı toplumlarına kıyasla,ülkemizde köy sayısı normalinüstündedir. Bu durum, kırlıkalanda yaşayan büyük çoğunluğun(% 61.3 - 1970) meselelerinin kısazamanda çözümlenmesi için deşarttır. Bunun için köylerimizi yakınkasaba veya uygun köy merkezlerietrafında toplamak suretiylesayılarını azaltmak mümkündür.Hindistan’da 400 bin üzerindekiköyler, 60 - 80 köy bir bloKteşkil edecek şekilde, bir merkezebağlanmaktadır. Fransa’da nüfusu100 kişi olan 3 bin köyü, nüfusu200 olan 300 köyü ve nüfusu 300 kişiolan 16 bin kötü birleştirme yoluna gidilmiş ve hattâ bu birimlerindışında kalan ve 500’den aşağıolan köylere hizmet götürülmemesibir kanunla kararlaştırılmıştır.(2 ).Yurdumuzda da coğrafî özellik,köylerin niteliği ve şehir kuruluşlarınauzaklık ve yakınlığınagöre köy ve köy altı kuruluşlar,15-20 kadar köy bir merkez kasabaveya köy etrafında teşkilâtlanabilir.Bu takdirde, köye götürülecekolan hizmet birimleri belirli merkezlerdetoplanacak ve aynı zamandaverimli olacaktır. Zamanlabu merkezler, şehirle ilçe arasındailişki sağlayan saçak (fringe) bölgelerdurumuna geçecektir. Bir taraftanköylülük (rurality) diğertaraftan şehir niteliği (urbanity)günümüzde olduğu gibi özelliğinikaybederek metropollerde toplumkanserleşmelerine yol açamayacağıgibi, aynı zamanda kır ve şehirarasındaki karşılıklı değer yöneı.2)A. Tolun, Fransa’da Bölge Tanzimi ve Yeni Komünlerin Kuruluşu, ss.19-22, AİE, 1962.TARIM HAYATININ33


limlerine de (rurbanity)bulunacaktır.katkıdaKöylerin birleştirilmesi zamanzaman aydınlarımız arasında veyönetici kadro tarafından ilgi görmüşve fakat hiçbir vakit köklü birçözüm yolu olarak gereken değerverilmemiştir. îlkin bu görüşlerekısaca değinmek istiyorum.a) Köylerin birleştirilmesi fikrininilk savunucusu Atatürk’tür.Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün bu görüşünüşu şekilde açıklıyor: «...Atatürkdevrini yakından bilmeyenlerve Atatürk’ü gerçekten tanımayanlar,onun köy ve toprak işleriyle ilgilendiğininfarkında değillerdir.Etimesgut’ta ilk yeni ve toplu köydenemesini yapan o idi. Geçenlerdebir defa daha yazdığım gibi, Atatürk’ünideali, Türk köylerini 500,750 ve 1000 evli, okullu, dispanserli,akarsulu birlikler hâline getirmektir...»(3)b) Dağınık köylerin sakıncalarınıönlemek amacıyla Prof. FehmiYavuz şu tedbirleri öne sürmektedir:«1) Köyleri birleştirmek suretiyleyerleşme ve İdarî birim sayısınıazaltmak; 2) Muhtarlık sayısıazaltılmakla beraber, köyleri bazımerkezler etrafında gruplandırmak.»(4).c) Keza Prof. Mümtaz Turhan’agöre: «Her 30 veya 40 köyünmerkezinde bir kültür, teknik vesanayi merkezinin kurulması düşünülecektir.Bunlar takriben bugünkükasabaların boyunda ve sayıları1000 civarında olacaktır» (5)ç) Doç. Osman Koçtürk de İsraildenemesini yansıtan Haim Halper’ingörüşlerinden yararlanarakköylerimizin kalkınma kasabalarıveya Agrindus merkezleri etrafındabirleşmeleri fikrine taraftardır.Koçtürk’e göre bu süreç «Hem toprakreformunun ugulanması bakımındanzorunlu hem de tarımınsanayileşmesi ve köylülük niteliğininsilinmesi yönünden yararlıdır.Agrindus ünitesi, 10 veya 20 köyünbirleşmesinden meydana gelecektir.Bunun için de asıl meseleköyün bugünkü yapısını değiştirmeden,köyleri belirli bir merkezîüniteye bağlamak ve endüstri tesislerinibu merkeze taşıyarak köyile, kasaba, tarım ile endüstri arasındalüzumlu dengeyi kurmaktır.»(6)(3) Falih Rıfkı Atay, Dünya Gazetesi, 8. Nisan 1970.(4) Fehmi Yavuz, Türk Mahallî İdarelerinin Yeniden Düzenlenmesi ÜzerindeBir Araştırma, Ankara - 1966.(5) Mümtaz Turhan, Köy Kalkınmasının Esasları, ss. 9-10, Sosyoloji Konferansları,1965 - 1966 Ders Yılı, Altıncı Kitap, İstanbul 1966.(6) Osman N. Koçtürk, Türkiye’nin Kalkınmasında Tarım ve Sanayi - YeniBir Düzen: Agrindus, ss: 45-46, 53, Ekim 1967, İstanbul.34 TÜRKDOĞAN


d) Toprak ve tarım reformunuköy kalkınması mentaiitesiiçinde düşünen Prof. Lütfü Ülkümende: «...Köylerin (Merkez kasabalar)etrafında toplanması vekooperatifleşmiş i (köy birlikleri)halinde teşkilâtlandırılması» gereğiniileri sürmektedir. (7)e) Köylerin toplulaştırm asıylailgili bir diğer görüş de MillîDevrimcilerin yayın organıDevrim gazetesine aittir.olanDoğanAvcıoğlu grubuna göre: «Ülkemiz,az nüfuslu dağınık bir köy yapısınasahiptir. Köy nüfusu 65 bin yerleşmebiriminde oturmaktadır. Buufak köylerin birleştirilmesi, köyüyerleşme bölgelerinde kurulmuş dağınıkköylerin tasfiyesi..» (8) Bunlaragöre köylerin birleştirilmesimeselesi büyük tarım işletmeleriçerçevesinde gerçekleştirilmelidir.f) Köylerimizin konsoiidasyonuylailgili bir diğer görüş de Dr.Yahyaoğlu’nun «Tarım Kentleri!)teorisidir. Bunun için de Yahyaoğlu’nagöre: «... Yerine ve çevresininözelliğine göre, 6-10 köyünbelli ve münasip bir yerinde (cazi ­be merkezleri) tesis etmekle işebaşlanılmalıdır. Köyleri zorla kaldırıpbir yerde toplamayı, köylüyüburada oturtmayı mecbur etmeyiistemiyor ve tasvip etmiyoruz. Köylüyüşehre cezbeden tesisler kurupaynı mahalde iş bulma imkânlarısağlamak suretiyle, köylünün buralarakendiliğinden gelmesini düşündüğümüzve bunların köylüyücezbedeceğini tahmin ettiğimiz içinbu merkezlere cazibe merkezi diyoruz.»(9)g) 1972 İcra Plânında köylerinbirleştirilmesi görüşü nihayet gerçekkimliğine kavuşmaktadır (10).Burada: «Farklı kriterlere dayalıolarak seçilen merkezî köyler aracılığıile öteki köylere hizmet sunanve genel idare kuruluşlarıncayürütülen sağlık ocakları, ana çocuksağlığı merkezleri, bölge okulu,tarım yayımı binaları, PTT şubeve ajansları ve Yol, Su, Elektrik GenelMüdürlüğünün doğrudan doğruyayaptığı hizmet yapıları ilebenzeri tesislerin farklı yerleşimleredağılmasını önleyerek, belirlimerkezlerde toplanmasını sağlamak..»esas temi teşkil etmektedir.Köy İşleri Bakanlığının yürütücülüğünebırakılan bu «merkezköyler» sistemi, aslında 1965 - 1967döneminde de adı geçen Bakanlıktarafından benimsenmiş, hattâ buhususta bir takım olumlu adımlar(7) Lütfü Ülkümen, Tatbikî Bir Görüşle Ziraî Politikamız, ss. 32-33, Ankara1966. _(8) Devrim, Haf-talık Gazete, Toprak Devrimi Sorunu, imzasız. 22 Aralık1970.(9) Tahsin Yahyaoğlu, Tarım Kentleri, ss. 118-119, Ankara 1970.(10) 1972 İcrâ Plânı, DPT, ss. 72-73, Ocak 1972 - Ankara.TARIM HAYATININ 35


da atılmıştır. İnceleme olarak «KöyEnvanter Etüdleri», uygulama alanıGenel Müdürlüğü’nün yaptığı hizmetler,satış depoları, sosyal tesis­olarak da Van’ın Özalp ilçesine ler ve benzeri kuruluşları bünye­bağlı Emek ve Dönendere merkez sinde bulunduracaktır. Böylece,köy projeleri ele alınmıştır.çiftçinin içtimai, ekonomi, tarımve günlük işleri düzenli bir şekildeh) Siyasî partilerimizden yalnızkarşılanacak; iş gücü ve yaşamabiri, Milliyetçi Hareket Partisi, seviyesi yükselecektir. Merkez köy­toprak reformunun ötesinde, köy ler, tarımdaki iş gücü fazlasını, çeşitliüniteleri fikrini savunmaktadır.tesisleriyle karşılama imkânı­«...Bu köy üniteleri, belirli miktarlardanı bulacak, köyden büyük şehirlereköyleri - on köyü bir köy olan akımlar kısmen önlenecek veünitesi kabul edip - 43 bin köyün özellikle artan nüfus için yeterli olmayansayısını küçültme ilkesine dayanır.»tarım arazilerinin yarattığı(11) 1973 seçimlerinden he­mesele çözümlenerek fert başınamen önce CHP de bu görüşü kabullenmiştir(Köy - Kentler).Köylerin birleştirilmesi fikriaslında toprak ve tarım reformunukapsayan köy ve köy toplumununkalkınması meselesidir. Bu durumagöre, kalkınmanın hedefi köyve köylüdür. Çünkü kırlık bölgelerinkuruluş biçimi ile kültür değerlerive toplum yapısının taşıyıcısıolan insan arasındaki ilişkileritanımadan hiçbir reform gerçekleştirilemez.Kısacası, toprak vetarım reformu, köylerin birleştirilmesisuretiyle fonksiyon ilişkisiiçindedir.Merkez köy sağlık ocakları,üretim - tüketim ve dağıtım kooperatifleri,bölge okulu, tarım yayımlarıbüroları, atölye ve tamirhaneler,PTT şube ve ajansları, teknikve ziraat okulları, ana çocuksağlık merkezleri, Yol, Su, Elektrikdüşen dönüm miktarı artacaktır.Kış mevsimlerinde çiftçi part-timeolarak bu merkez köylerde çalışmaimkânına kavuşacak, buradan sağladığıgelirle çiftlik alanında dahaiyi yatırım yapma şansına sahipolacaktır. Bu ise çiftçinin yarınaolan güvenini sağlayacaktır.Köylerin birleştirilmesinin tabiîsonucu olarak tarım sektöründe,ufak çapta da olsa, bir sanayileşmehareketi başlayacaktır. Merkezköyler, bağlı bulundukları köylerinürünlerini değerlendiren ticarîbir kimliğe sahip olacaktır.Günümüzün gelişmiş ülkelerindesanayi ve çiftçilik faaliyetleribir birine çok yaklaşmıştır. Bu durummodern tarımın doğmasını dasağlamıştır. Tarımın sanayi ve bütünleşmesinebazıj bilim adam la rıtarım - işletme (Agribusiness) (12)veya tarım sanayii (Agrindus) (13)(11) Alpaslan Türkeş, Dokuz Işık, s. 18-21, 3. baskı, tarih yok, İstanbul.36 TÜRKDOĞAN


adını vermektedirler. Çoğu kez tarımsektöründe sanayileşme diyetanımlayacağımız bu gelişme:1) Ağır sanayii kapsamıyor, 2'»Yalnız tarım ürünlerinin bizzatköylünün teşkil edeceği kooperatifleryolu ile pazarlanması imkânlarınınarttırılmasını; 3) Köylününverimlilik gücünün sağlanmasını;4) Köylerin kısa zamanda ticarî biryapıya ulaştırılmasını kapsamaktadır.Merkez köylerde gelişen bu süreçyani tarımla sanayinin kenetlenmesiçiftçinin üretim ihtiyaçlarınıntemini, işlenmesi, dağıtımı,stoklanması, ambalajlanması vepazarlanması gibi bir seri işletmefaaliyetlerini kapsar, tarımsal üretimgirdilerinin (inputs) önemlibir kısmı bu merkez köylerden sağlanacaktır.Buna karşılık çiftlik ü­rünlerinin değerlendirilmesi ve ticarîsektöre aktarılması çiftçininyaşama standardını, dünya görüşünüve mentalitesini büyük ölçüdeetkileyecektir. Bunun sonucu olarakda tarım ile ticaret içten birbirinebağlanacaktır.Merkez köylerde, tarımın sanayileşmesi,herşeyden önce ikiönemli olayın gerçekleşmesini dssağlar: 1) Kooperatifleşme; 2) Uzmanlaşma...Çiftçilerin arazi, işgücü, makina, gıda, barınma gibiher çeşit ihtiyaçlarının karşılanmasıiçin üretim ve tüketim kooperatifleribu merkez köyde kurulacaktır.Bu suretle çiftçi aracı sınıfolmadan, malını doğrudan doğruyadeğerlendirme imkânına kavuşacak;tüketici ortaklık yolu ilidaha ucuz ve daha kaliteli mal satınalacaktır. îş gücünün değerlendirilmesi,ürünlerin düzenli bir şekildesatışı çiftçinin kazancını etkiler.Bu ise, yeni yatırımlar, makinelitarım, sun’i gübre ve tohumlarınkullanılması hususunda çiftçininteşebbüs gücünü zorlayacaktır.Birleşik Devletler’de 1955 yılındabu tür kooperatiflerin üye sayısı7.5 milyon civarındaydı. Aynı yıldabütün kooperatiflerin ticarî fa ­aliyetleri 100 milyon dolara ulaşmıştır.Benzer gelişim Doğu blo-Meselâ Rusya’da kollektif çiftçilitve devlet çiftçiliği yanında önemliilerleme özel çiftçilik alanında göze çarpar. Bu ülkede, 1957 yılındaözel sektör kollektif çiftçileriningelirlerinin % 40’mı yumurtanın% 76’smı et ve sütün % 45’ini, yünün % 22’sini, sebzenin % 42.sinive meyvenin de % 66’smı sağlamıştır.(14) Çekoslovakya ve Polonya’da da durum bundan farklı değildir.Bu bakımdan, merkez köyleraynı zamanda, yoğun kooperatifleşmesahası da olacaktır. Koope­(12) John H. Dawis, From Agriculture to Agribusiness, Harward BusinessReview, vol. 34, 1956.(13) H. Halperin, Integration of Agriculture and Industrius (Impact ofSciences) UNESCO, vol. 17, 1967.(14) Jery F. Kracz, Soviet and East European Agriculture, pp. 18-19, Berkeley,1967.TARIM HAYATININ 37


atifleşme aynı zamanda, ülkemizdeuzun süreden beri tartışma konusuolan ve her reform tasarısındaönemli çıkmazı teşkil eden büyükişletme ve küçük işletme tercihlerinede son verecektir. Tarımişletmesibiçimi, bir toplumun sosyo- kültür ve ekonomi yaşantısıylayakından ilgilidir. Bu bakımdan,işletme tiplerini insan - kültür değerlerindenayrı düşünemeyiz. Buyüzden toprak ve tarım reformundaağırlığı sadece büyük işletmelereveya küçük işletmelere kaydırmatezleri herşeyden önce toplumyapısının dinamikleriyle yakındanilgilidir. Tek tip işletmecilik bugünRusya’da bile terkedilmektedir.Çünkü Doğu bloku ülkelerinde kolektifleştirmebir çok alanlarda başarısağlayamamıştır. Periyodik engellemelerekarşılık, bilhassa mandıraüretimleri (dairy products) vesebzecilikte, serbest köylü pazarlarıyla,ufak özel arazi Sovyet tarımınınhayatî bir dönem noktasınıteşkil eder. (15) Bunun gibi, Polonya’da(5 - 20) dönümlük arazi,tüm tarım nüfusunun % 32.8iken ülkemizde (1 - 20) dönümlüksaha tüm nüfusun % 45’inden ibarettir.Buna karşılık, adı geçen ülkede,1964 yılında bu tip çiftçilikmillî gelire % 18 oranında bir artışsağlamıştır. O halde reform tasarılarıüzerinde düşünürken önemlimesele tek tip işletmecilik yerine,her iki işletme biçimini de kapsayacaktarzda toplum, tarih ve kültüryapımıza uygun bir gelişimi izlemektir.Merkez köylerde kooperatifleş-'me son derece küçük parçalı işletmeleri,insanımız açısından, düzenleyebilecekve verimli birimler halinegetirebileceği gibi, büyük işletmelerinde parçalanmasını engelleyecektedbirler alacaktır. Bugünmodern teknoloji toplumlarmdaözellikle Birleşik Devletler’de,gelişen eğilim, çok büyük işletmelerinyerlerini küçük mülk işletmelerineterketmesidir. Küçük aileişletmeleri âdeta Amerikan halkınınistenilen imajı haline gelmiştir.Tanınmış köy sosyologlarınınkanaatlarma göre: 1) Aile işletmeleri,insan - toprak ilişkilerindendolayı duygu hayatını uyarır; 2)Fertlerde iyi yurttaş olma ve sorumlulukduygusunu yaratır; 3)Toplumda demokratik, âdil bir geleneğinkurulmasını sağlar; 4) Vekeskin sınıf farklılaşmalarını ön.ler. Aynı şekilde toplumumuzdakiadaletsiz düzeni bir takım sürtüşmeleremeydana vermeyecek tarzdayeniden onarmak istiyorsak nüfusumuzunönemli bir kesiminiteşkil eden çiftçinin toprağa sahipolmasına, teşkilâtlanmasına vetoplumun üretici gücünün arttırılmasınakatkıda bulunmamız gerekmektedir.Merkez köyler bu meselelerinçoğuna çözüm yolu getire­(15) Joel M. Halgern, The Changing Village Community, p. 102 Prentice -Hail, Inc., 1967.38 TÜRKDOĞAN


ilecek nitelikte kuruluşlar olacaktır.2 . Merkez köylerde gelişen birdiğer oluşum da çiftçilerin üretimalanında uzmanlaşmalarıdır. Buda köylerin bulunduğu bölgeninimkânlarına göre en uygun ürünçeşidinin tercihidir. Fındık, çay, elma,ipek böcekçiliği, narenciye, mısır,pamuk, yumurta, et-, peynir vebenzeri bitki ve hayvan ürünlerindenbirini veya birkaçım ele alaraküreticiyi bu alanda teşvik etmek,yeteneklerini sağlamaktır. Bununiçin de kooperatifleşme ve diğerresmî kuruluşlar çiftçiyi tek ürüntipi etrafında teşkilâtlaııdırmalıdır.Günümüzün çiftçisi, artık herşeyiyetiştiren bir kimse olmaktanziyade, belirli ürünler üzerinde uzmanlaşmışkimsedir. Bu husushem çiftçiyi, modern tarım aletlerinikullanmakta kaabiliyetli kılacak,hem de teknik üretimin gelişmesinisağlayarak, yaşama seviyesiniyükseltecektir. Doğu toplumlarıiçin kullanılan: «Köylü şehirlinineşeğidir» imajı ancak bu türbir örgütlenme sonucu silinecektir.SONUÇToprak ve tarım reformu, köyve köylü gerçeği düşünülmeden elealındığı takdirde kalkınma sorunukırlık bölgelerde bitmiş olmayacaktır.Çiftçinin ananevî düşüncesindedeğişme yaratmak, modern tarımaraçlarının kullanılmasını sağlamakgibi, önemli merhalelerintamamlanması şarttır. Bunun içinde tutum ve zihniyette sıçramalaryapabilecek nitelikte enstrümentalbilginin çiftçiye kazandırılması gerekir.Böyle bir bilgi ferdin sempatisinisağlar. Bunun için de çiftçiyihedef alacak bir çalışma programıgerekir. Bütün bunlar, ancakteşkilâtlanmış ve etkin kurumlaryoluyla gerçekleşebilir. Oysa, insanfaktörünü, yerleşme biçimini, çiftçininhayatını gözönüncle tutmayanbir reform hareketi bütüncüllükniteliğini kaybeder. Bundanötürü, insan - toprak ilişkilerindeson derece dağınık, ülke yeteneğininötesinde parçalanmış köy birimlerininbelirli bir yaşama seviyesinegetirilebilmesi için ilkin kelerinuygun merkezler etrafındatoplanması gerekir; bu sürecin sonucuolarak bu köy merkezleri tarımürünlerini ve imal etme imkânlarınısağlama amacıyla sanayiekaydırılmalıdır. Bu suretle çiftçininananevi hayat tarzı değişecek,bilgi ve görgüsü artacak, gelirseviyesi yükselecektir. Kısacası hemdevlet poltikası hem de millî politikayönünden toprağı kullananlarıntüm yaşantıları kontrol altınaalınmış olunur. Bu tür bir reformeğilimine bilim dilinde «tarım hayatınınkurumlaştırılmasın diyoruz.(16). ©(16) Bu hususta daha geniş bilgi için bk„ Orhan Türkdoğan, Türkiye’deKöy Sosyolojisinin Temel Sorunları, Atatürk Üniversitesi Yayınları,ss. 1-313, Erzurum 1970.TARIM HAYATININ 39


FİYATARTIŞLARIÇEMBERİKalkınmayı, refahı sağlamakiçin sol cepheninve bugünkü solcu iktidarıntatbik ettiği «ekonomihakkında nutuk söylemek»usulü yetmemektedir.Hiç olmazsa bir miktarekonomi bilmeye deihtiyaç vardır.Dr. Tevfik Ertiizünİktisat öğrenimine yeni başlayanher öğrenciye, iktisat ilmininamacı şu basitleşmiş cümle içindeverilir. «İktisat, kıt olan üretimkaynakları ile, sonsuz olan insanihtiyaçlarını en iyi biçimde tatminetmeye yarayan kuralları vemetotları gösteren bir bilimdir».Diğer bir ifade ile, iktisat ilmininkonusunu kıt olan kaynaklarınsonsuz ihtiyaçlar arasında bölüştürülmesiteşkil etmektedir. Bu tahsisişlemi, o şekilde gerçekleştirilecektirki, ister toplum ister fert olsunbu seçim sonunda en yüksekfaydayı sağlamalıdır. Ve bununiçindir ki, iktisat ilmi rasyoneldir,akılcıdır. Üretim kaynakları, malve hizmet haline dönüştükleri zamaninsan ihtiyaçlarını giderebilecekbir nitelik kazanırlar. Mal vehizmetlerin kıtlığının bir ölçüsü olmak,bunu bir ölçü birimi ile ifadeetmek gerekir. Bu ölçü mal ve hizmetlerinnisbî kıtlığına göre bulunacakbir ölçüden başkası olamaz.Nispî kıtlığı ise, bir yandan üretilenmal ve hizmetlerin miktarı(arz), diğer yandan onlara duyulanisteğin şiddeti (talep) tayin etmektedir.«Nisbî kıtlık» ölçüsününpara birimi ile ifadesi ise «fiyatı»vermektedir.Dinamik bir vetire içinde, malve hizmetler talebi onların arzındandaima daha hızlı olarak geliştiğinden,mal ve hizmetlerin fiyatıdevamlı bir biçimde yükselmektedir.Zaman zaman görülendurgunluklar ve harp devrelerindekidepresyonist konjonktür dönem-40


lerinde ise fiyatlar gerilemektedir.Ancak «uzun dönem fiyat trendi»daima yükselme yönündedir. Demekoluyor ki, talep fazlası olduğuzaman fiyat seviyesi şüphesiz yükselecektir.Hemen aklımıza bütünmalların fiyatları aynı seviyede miyükselecektir, sorusu geliyor. Zamaniçinde, ihtiyaçların yapısı vebuna bağlı olarak mal ve hizmetlerdenyararlanma derecesi değiştiğigibi, yeni üretilen mal ve hizmetlerde eskiden duyulmayan ihtiyaçlarıbugün duyulur hale getirmektedir.İktisat diliyle ifade edecekolursak sırasiyle mallarınönemleri, nisbî kıtlıkları ve nisbîfiyatları değişmektedir. O halde,artan genel fiyatlar trendi içinde,her mal ve hizmetin fiyatı farklıbüyüklükte artmaktadır. Sınaîmallar ile tarım malları arasındakinisbî fiyatların gelişmesi buna güzelbir örnektir. Sınaî mal arzınınelâstik, tarım malları arzının inelastikoluşu ilk bakışta artan talepkarşısında tarım mallarının nisbîkıtlığının artacağına ve fiyatlarmnyükseleceği sonucuna bizi götürmektedir.Ancak her iki grupmal için talebin şiddeti dikkatealındığında tarımsal malların talebininçabuk değişmeyişi sınaî mallartalebinin ise çok şiddetli oluşunisbî fiyatları sınaî mallar lehinedeğiştirmektedir. Burada küçükbir parantez açmayı uygun buluyorum.Son iki üç yıldır bütün dünyadagıda maddeleri, ham maddelerve enerji kaynaklarının taleplerindekuvvetli artışlar meydanagelmiş arzında ise çok büyük artışlarsağlanamamış olduğundan nisbîfiyatlar tarım mallarının lehinegelişmiştir. Bu gelişmenin mutlaıcolmadığını sadece iki üç yıl öncesifarkının bugün daha az olduğunubelirtmeliyiz.Toplam talebin, toplamarzınönünde ve üstünde gitmesinin sonucuolarak ortaya çıkan fiyat baskısınaiktisat dilinde -talep enflasyonu-adı verilir. Bu tür enflasyonunyanında «maliyet enflasyonu»ndan bahsedilmektedir. Denmektedirki bir malın talebi artmamışolsa dahi o malın üretimindekullanılan faktörlerin maliyetiartmış olduğundan malın fiyatıyükselmektedir. Sürece, bu safhadabaktığımızda bunun bir maliyetenflasyonu olduğuna hak vermekgerekir. Ancak malın maliyeti içinegiren unsurların fiyatlarının nedenarttığını inceliyecek olursakorada yine «nisbî kıtlık» haliylekarşılaşırız. Bu ara malların arztalepdengesi, talep lehine bozulmuşolmalıdır ki onlarm nisbî fiyatlarıyükselmiştir. O halde esassebep yine «talep fazlası» dır.Bu son cümle buraya kadaryaptığımız açıklamaların sebebiniizah etmektedir. Bu kadar açıklamayı,fiyat artışlarının kökündekisebebi anlamak, sonuç olan fiyatartışlarına ilk etkiyi yapan faktörübulmak için yaptık. Ve iktisat ilmininvarlığını izah eden tariften başlıyarak fiyat artışlarının mal vehizmet talebindeki fazladan ortayaçıktığı noktasına geldik. Mal ve41


hizmetlere yapılan her ödeme, karşılığındagelir yaratıyor demektir.Bu gelirden pay alanlar ise, üretimiçinde yer alan faktör sahipleridir.Fiyatların artması onların gelirleriniyükseltecek, aynı zamanda tüketimpirimi olan bu faktör sahipleriyeni gelirleri ile daha çok malve hizmet talep edecek bir sonrakisafhada mal fiyatları yeniden yükselecektir.Bu bir «Fiyat ArtışlarıÇemberi»dir. Her ekonomi bu çemberiçindedir. Ancak çemberlerinbüyüklüğü ve birinden diğerinegeçme hızı her ekonomide farklıdır.Ferdî gelirlerin artması, genel refahseviyesinin artması, bu da üretilenmal ve hizmetlerin mutlakmiktarının artması demektir. Üretilenmal ve hizmetlerin ölçüsüolan millî hasıla ve bunun artış seviyesiniifade eden gelişme hızı, gelirartışlarının büyüklüğü ile aynıanlamdadır. Bunun anlamı fiyatartışlarının, ekonomik gelişmeyihızlandırdığıdır. Toplayacak olursak,fiyat artışları sonucunda şuüç önemli ekonomik sonuç ortayaçıkmaktadır: 1 — Genel fiyat seviyesiyükselmektedir. 2 — Nispî fiyatlardeğişmektedir, 3 — Gelirlerartmaktadır.Eğer her fert üretime ve tüketimeaynı ölçüde katılsa, yani gelirdenaldığı pay ile fiyat artışlarınıyüklenme payı aynı olsa, fiyatartışlarının iç piyasada hiçbirolumsuz etkisi görünmez. Ve yineeğer bütün ülkelerde fiyatlar aynıölçülerde artarsa topyekûn fiyatartışlarının milletlerarası piyasadada olumsuz etkisi olmaz. Herhaldeiktisatçıya ihtiyaç bulunmayacak,böyle bir cennetin gerçekleşeceğinidüşünmek imkânsızdır. Bir an içiniç piyasada, her ferdin aynı tüketimyapısı içinde yaşadığını ve gelirdenaldığı payın aynı olduğunudüşünelim. Bu durumda fiyat artışlarıhangi seviyede olursa olsun,net etki olarak hiç bir ferdin nisbîekonomik gücü değişmez. İç piyasadakimal ve hizmet fiyatlarındaartış, dış piyasalarda aynı mal vehizmet fiyatlarının üzerine çıkarsa,bu malların dış piyasalara ihracıgüçleşmektedir. Yeni ihraç imkânlarıyaratılması, ancak millî paranınyabancı paralar karşısındakideğerinin düşürülmesine, yani devalüasyonagidilmekle mümkün olmaktadır.Devalüasyon işlemi sonundaaynı miktar millî para iledaha az döviz veya yabancı mal vehizmeti alınmakta, yahut aynı miktardadöviz veya yabancı mal vehizmeti almak için, daha çok millîpara ödemek gerekmektedir. Bu içpiyasada mal ve hizmet fiyatınıbir miktar daha yükseltecektir. Kısaca,iç denge şartlarının mükemmelbir statüko içinde olduğunukabul etsek dahi, açık ekonomi gerçeği içinde, belli bir seviye üzerindekifiyat artışları önce millî ödemelerdengesi üzerine ve giderek içekonomik denge üzerine bozucu etkisinimutlaka gösterecektir.Şimdi meseleyi tam realiteüzerinde inceleyecek olursak, yaniher ferdin farklı tüketim yapısıiçinde gelirini harcadığı ve artan42 ERTÜZÜN


millî gelirden farklı oranda pay aldığıgerçek ekonomik hayatı elealacak olursak, nisbî fiyatlardakiartışın hangi yönde olduğunu veekonomideki mevcut gelir dağılımınınnasıl olduğunu mutlaka dikkatealmamız gerekir.Fiyat artışları, daha ziyade,günlük tüketim malları üzerindeolmuşsa, harcama yapısı içinde bumalları öncelikle talep eden fertler,bu mallardan satın aldıklarımiktarlardan şimdi daha azını alacaklardemektir. Buna mukabiltüketim mallarının harcama yapısıiçinde önemli yer tutmadığı fertlerinsatın alma güçleri o dereceetkilenmeyecek ve düşük gelir dilimlerininreel satın alma güçlerindenisbî bir azalma olacaktır. Herferdin üretimden aldığı payın farklıolması bu etkiyi ikinci safhadadaha da büyütecektir.Zira, fiyatartışları yolunda sağlanan gelirler,herkese aynı ölçüde dağılmayacakyani gelir artışları da farklıbüyüklükteolacaktır. Daha açık olarakbir kısım fertler fiyatların tahsildarı,bir kısım fertler ise fiyatlarınödeyicisi olunca, gelir dağılımıgittikçe adaletsizleşecektir. Biryandan kullandıkları mallarınfiyatlarıyükselirken,gelirleri artmayan gruplardiğer yandanfakirleşmeyolunda büyük hamleler yapacaktır.Ve çemberin en son halkasındabu büyükfiyat artışları,bir yandan toplam talebi kısarak,FİYAT ARTIŞLARIdiğer yandan tasarruf gücününazalmasına yol açarak, ekonomikgelişmeyi imkânsızlaştıracaktır.Konuyu bilmem Türkiye şartlarıüzerinde tartışmaya ve sonzamların hangi sonuçlara yol açacağınısöylemeye lüzum var mı?Türkiye şartları üzerindeki tartışmalar şimdiye kadar çok yapıldı, halenyapılıyor ve yapılacak da. Buradasadece konunun ana çerçevesiniçizmeye çalıştım.Bu model içinde farklıdeğişkenleri yerlerine koyarakhangi sonuçlara varılacağını kestirmekzor olmasa gerek. Sadeceşu kadarını söylemek isterim. Ekonomikve sosyal yapıda büyük değişmeler,reformlar, ak günleregötürecek düzen değişikliğiyapacaklarınısavunanlardan, vaadedenlerden, milletin büyük çoğunluğununzaten içinde olduğu ekonomikgüçlüklerine, yenilerini,birsihirbaz çabukluğu ile katmalarınıbeklemiyorduk. Akaryakıta zamyapılırken, toplam benzin tüketimininsadece % 2’sini özelotolarınteşkil ettiğini, gerihalkın yakıt ihtiyacındayer tuttuğunu,kalanınınönemliher gün bindiğiotobüsün, dolmuşun, hemen hemenbütün malların nakliyelerini sağlı-yan kamyonların kullandığını, pet-ro-kimya ürünlerinin ekonomidekihayatî önemini dikkate almak,halktan yana olduklarını iddiaeden iktidarların göreviydi. •43


YÜKSELÖNAÇANK Ö Y’E ...Bilmem yolculuklarınız sırasında yemyeşil ormanlardan kurtulup,sağı-solu ya dağlara, ya da ufka kadar uzanan kıra; topraklarınsıkıştırdığı asfalta vasıtanız girdiğinde, uykunuzu bahane etmeyip,manzarayı yine seyrettiğiniz oldu mu... O ormanın gerisinde yapılacakav partilerinin ne hoş olduğunu, kadmlı-erkekli bir gurupla eğlenmeninçok şekerrenk olacağını düşünmüşsünüzdür. Şayet Anadolu’­nun çok çeşitli tabiat manzaralarını görmek, onların her şeyiyle -aş’nafişna- olmak istiyorsanız, ossaat vasıtadan inmeniz gerekir. Çünkü oufka veya dağa kadar uzanan kıraç arazinin gerisine gitmek için, şeh-44


e varıp dönmeğe lüzum yok. Çünkü yine aynı yerde vasıtadan inip,tabana kuvvet o yerlere gitmeniz gerekli...Yırtık, telleri kırık bir şemsiyeniz varsa hora geçer. Yoksa mendilinizibaşınıza bağlayıverin. Güneş çarpmasın.Yolun tozuna aldırmadan yürürsünüz. Yukarılarda, masmavi gökyüzündeakbabalar, kartallar uçuşuyorlar. Aşağıda nadasların veyaanızların içerisinde, takımlarda, yol kenarındaki taşların arasındakertenkeleler, tomuzlanlar, karıncalar, ebemböcekleri dolaşır. Ara sırasüratle kayan bir yılan görürseniz korkmayın.Ayakkabılarınızdan kalkan toz, ite ite sizi önce bir çobanla sürüsüne,daha sonra da bir köye götürecektir. Çoban; «Uğurlar ola!» diyecektir.Şayet yoruldunuzsa, sanıyorsanız, hem onunla biraz yarenlikeder, hem de yorgunluk ayranı içersiniz. Acıktıysanız çoban çıkınındançıkardığı yufkayla çökelekli bir dürüm yapacaktır size. Veya kavurmalıbulgur pilâvı yedirecektir. Bir arkadaşlık kurabilirseniz, dönüşünüzdeevinize götürmeniz için yolunuza •bir kuzu çıkaracaktır.Almaktan siz memnun olacaksınız şüphesiz. Ama o vermekten dahaçok memnun olacaktır.Köye varırsınız. Köpekler karşılarsa şaşmayın. Köpeksiz köy olmazAnadolu’da. Bir nevî teşrifatçı, kapıcı veya kapı zilidir. Sizi üç,beş derken köyün hepsi karşılar. Kim olduğunuzu sormadan karnını- 'zın açlığını soracaklardır. Ve siz ne derseniz deyin, önünüze sofra konacaktır.Oda ya keçe, ya kilim, ya da halı döşelidir. Duvarlara maketyastıkları sıralanmıştır ama, arkanıza daha rahat etmeniz için biryastık koyacaklar, altınıza da bir döşek atacaklardır. Kapının hemen yanındaayakta, eli göğsünde duran bir delikanlıya gözünüz takılacaktır.O sizin hizmet erinizdir. Su mu istiyorsunuz?. Hemen. Daha gözünüztestiye gitmeden tas doldurulmuştur. O kendisinden birşey istemenizicandan arzulayacak, gözünüzün içine bakacaktır hep.. Sorarsanız,oradaki yaşlı kimse, veya, sorunuza cevap verebilecek bir yetkili konuşacaktır.Kimin ne zaman konuşacağım siz bilmezsiniz ama onlar bilir.Bütün başlar her hangi bir sükût sonu birisine çevrilir. O kişi bilirki, kendisinin konuşması isteniyor. Giyimlerini tek tek incelersenizçoğu hoşnutsuzluğunuza mazhar olacaktır. Yamalı elbise, gömlek, çoraplar.Güneşten rengini atmış kasketler.. Oysa onların düşüncelerinindoruğuna erişebilseniz memnun olur, minnet duyarsınız onlarakarşı... Sadece erkekleri değil, kadınları da aynı anlayışla giyinir, yerve çalışırlar. Siz bir yılda istediğiniz kadar, imkânlarınız nisbetinde.ayakkabı, elbise değiştirebilir, istediğiniz kadar meyve, et v.b. yiyebilirsiniz.Köylü için durum bambaşkadır. O hiçbir zaman tüketici du-45


umuna düşmek istemez. Farkında olmadan düşerse (ki; bayat pazarındaneski, fakat modeli köyde giymeğe elverişli olmayan bir esvapalırsa,) ayıplanacak, bunu ancak koyun otlatmağa gittiği ıssızkırlarda giyecektir.Düğünlerde naftalin kokulu, ezilmiş fakat güneşten rengini atmamışgiyecekler çıkar sandıktan. Zıt renkli elbiseler... Düğün alayınıuzaktan seyrederseniz ve şimdiye kadar görmediyseniz, bir tavuskuşunun kabararak çalım sattığını zannedersiniz. Kutmu, kadife,ipekli, yanar-döner çuha elbiseler, kelep kelep altınlar, maşallahlar,gümüş bilezikler, allı-kırmızılı naylon çoraplar veya üzeri renk renkmotifli kendi işleri yün çoraplar, naylon ayakkabılar kadınların üzerindegüneşle, tozla haşır-neşir olurlar. Delikanlılar, babalarından kaçamaklı,bellerine bir kama, bir tabanca sokar.Zamanı gelince nasıl çabucak giyinildiyse, çabucak geri soyunulur.İş başlamıştır. Karıncalara çalışkan denilmiştir. Oysa hepsi biribirinebenzedikleri için bu kanâati uyandırır. Köylü kadım, erkeği,Anadolu’nun duyan, düşünen, seven, inanan makinası çalışkan olmanınüstünde bir şeydir. Gün doğmadan başlar, akşam ivezler çıkıncayakadar çalışır. Tarla dönüşü kadınlar lâstik veya naylon ayakkabılarınıneskimemes-i için bunları ellerine alır, yalın ayak dönerler evlerine.Yorgun-argm, yatmadan önce, sivrisineklerden korunmak için tezekveya ıslak saman yakılır. Artık uykuları güven altına alınmıştır. Ogün çalışmış, bir şeyler yapmışlardır, mutludur, huzurludurlar.Bu yüzden onların erkenden yatağınızı hazırlayıp: «Allah rahatlıkversin,» demelerini, sizi terketmiş olmalarına, yorumlamayın...Bir zaman uyuyamazsınız. Alışkın cleğilsinizdir erken yatmağa.Kulağınıza gelen sesler de, ne falanca düğün salonundan, ne de filancapavyondan gelen caz sesidir. Bu kulaklarınızın alışık olmadığı birserenattır ki; adı -tavandaki kirişleri sayan kentli- dir. Önce uzaktanuzağa havlayan, uluyan köpek sesleriyle başlar. Bu sesler gittikçe yakınlaşır,yakınlaşır ve pencere önündeki böceklerin seslerini de alarak,köyün dışından gelen kurbağa seslerine, mezarlıktaki baykuş çığlığınauzanır. Bu seslerden bir tanesini kulaklarınız takibederken uyuyuverir siniz.Sabah sizi, taze kır havasıyla bir ezan sesi uyandıracaktır. Avlununbir köşesinde yapılan katmerin kokusu iştahınızı arttıracaktır,acıktığınıza pişman edecektir. Mideniz sakatsa, yedikten sonra kıvrandıracaktırsizi. Herkes derdinize derman arayacak, bulamayacaktır.46


Siz köylünün meşakkatlerini görüp anlıyamadan bir eşeğin sırtındaotobüsten indiğiniz yol kenarına doğru midenizdeki ağrıyla birliktesallanacaksınız. Ve size böyle manasız (!) bir gezi yaptırdığım için banabeddua edeceksiniz. Ama şehire dönüp, eczaneden aldığınız bir müsekkinlederdinizi halledip rahatlayınca halinize şükredeceksiniz. Veevde hanımınızın ekmekleri, dairenizdeki memurların kâğıtları lüzumsuzyere telef etmelerini tenkid edeceksiniz. En önemlisi de, Anadoluköylüsünü hor görmeyeceksiniz. O zaman şu ileride giden köylününvücudunun bakımsızlığı için düşünceleriniz değişecek. Kendi kendinizekafanızda basit bir hesap yapacaksınız: «-— Bu köylüler satmağagetirdikleri şu yumurtaları sabahları yeseler, buraya bu kadar yumurtagelmeyecek. Dolayısiyle yumurta fiyatları yükselecek. Bu diğerşeyler için de böyle. Çoğu kez giyimlerini yadırgarız, istihzayla bakargeçeriz.. Biz nankörüz. Sahi! Ya kadınları da yakası kürklü mantolargiymek istese...»Ve gözlerini kaybetmiş bir kimsenin yerinde olmadığınızı düşünerekşükrettiğiniz gibi, şehirde, tüketici durumunda olduğunuza şükredersiniz.Çünkü onların nelerden mahrum, sizin de nelerden faydalanabilidiğinizianlamışsınızdır artık.Ve de bu seyahat size, ömrünüz boyu içinde bulunduğunuz durumdadaha faal, insanlara daha yararlı olmayı, enerjinizi daha yararlıişlerde sarfetmenizi, anlamsız, basit ihtiraslar için canınızı sıkmamanızgerektiğini öğretecektir. Varın, bir hayat boyu kârınızı siz hesaplayın ©AnnelerGünü’ndeAnamaAnamın azîz ruhuna - 12 Mayıs 1974Güzel torunlarınla bugün kucaklaşırken^ eP seninle doluydum canım içre can annem.Ölüm ayıramadı bizi birbirimizdenGönlümün sarayında biricik sultan annem.Allah’ımın en büyük nimetiydin bana sen...Rabb’imi tanıtan sen, ve san’atı sevdiren.Doğruluğu, vefayı....... hep senden öğrendim ben.Toprağımın bağrında sen de bir vatan, annem.HiLİDE NUSRETZORLU TUN AHâlâ sesinle uyur, sesinle uyanırım;Hâlâ gülümsüyorsun başucumda sanırım.Allah’tan sonra b ü y ü k , anam, s e n i tanırım.Kabrine nur yağdırsın rahmet-i Rahman annem.47


Sıkıntılarla bunaldıkça ruhumuz şurda,Salavatıyla ruha meltem olan;Gönülde, ma’beddeAdı «Allah» adıyla tev’em olan;Gökte Adem’den önce halk edilenVe inip embiyaya hatenı olan;N A ’ATOradan aşinası Havva’nın,Oradan aşina-yi Adem olan;Sonra hurremliğiyle ümmetininİki dünyada şad ü huırem olan;Sen ki ümmî kalansın ömrünce,Gökten «İhra’ !» sesiyle mülhem olan;Arş-ı A’îâ’da - bir gönül gecesi -Hak’la sırr-ı visale mahrem olan;Diyen, demişti ki: «İnsandır alısen-i takvim!»Demekteyiz sana biz: «Zübde-i dü âlem olan!»Burda doğmuş son âşinâ sensin...Kudümü müjde biziınçin, iifûlü mâtem olan;Şefaat et «kereminden» Nihad’a, ey rüsüMKirâm içinde - müsellem - Resûl-i Ekrem olan!•ARİF NİHAT ASYAtev’em: ikiz, eş, benzerenbiya: peygamberlerhâtem: son, sonuncuâşina-yı âdem: Adem’in tanıdığı, A­dem’i tanıyanhurrem: sevinçli, mutluşâd: sevinçli, mutluümmî: okuma - yazma bilmez, anadandoğduğu gibi kalmışİhra!: Oku! Hazreti Muhammed’e ilkvahy edilen ayetin ilk kelimesi.Sesiyle mülhem olan: sesinden ilhamalanArş-ı A’lâ: Göğün en yüksek katı, TanrımakamıVisal: kavuşma (aşkda)sırr-ı visale mahrem olan: kavuşmasırrına kimse farkında olmadanerişenahsen-i takvim: yaradılışın enörneğizübde-i dü âlem:hulâsası, özügüzeliki dünyanın özeti,âşinâ: yabancı olmayan, tanıdık, haldenanlayankudum: gelmek, dünyaya gelmeküful: kaybolmak vefat etmekrüsül-i kiram: ululukları,soyluluklarısaygıya lâyık oldukları şüphe götürmeyenbütün peygamberler,müsellem:kabul edilmişResul-i Ekrem:Hz. Muhammed.kabul edilmiş, oybirliğiyleEn kutlu peygamber:48


Ofâi- OGtap" Ofâi 4>a.ifcMEHMET ÇINARLIBir Yeni Dünya KurmuşumYılmaz GÜRBÜZMünevverimizbugün kaygılıbir düşüncenin, kanayan birızdırabm içindedir. Türkiyemizdebirçok İktisadî ve İçtimaî meseleleryanında onu üzen dertlendirenbir de dil ve sanat anlayışsızlıklarınınvarlığıdır. Sanatın, Türk kültürününkasıtlı veya cahil ellerdene acı hallere geldiğini görür, dinler.Karşılaştığı haksızlığa, milletineyapılan hakarete anında millîbir hassasiyetle cevap vermek içingazaba gelir; karşısında bir televizyonekranından, radyodan veyagazeteden başka bir şey göremez.Cevabını vicdanına verir, ızdırabını,kinini içine atar. Gazeteci veyazarın hiç olmazsa bu duygularınıaksettirip, içinden taşırarak hafiflediğini,dertlerini okuyucu ilepaylaştığını düşünürüz.Televizyondaki birçok programgibi «50 yılın şiiri» de Türkdüşüncesinin istediği şekilde dilegetirilmemiştir. Hisar’da MehmetÇmarlı’yı okurken aynı konu etrafındadaha o mahut yayını seyrederkenhep onunla aynı duygu vedüşünceler içinde bulunmuş olduğumuhatırladım. Çmarlı’nm «YeniOyunlar ve Oyuncular» yazısınıokuduktan bir hafta sonra, «BirYeni Dünya Kurmuşum» adlı yenişiir kitabını okuyorum.o şüphesiz Hisar’daki yazısındakendisinin değil, unutulan birçok usta şairimizin haklı kırgınlığınıdile getiriyordu. Yaşayan Türkdilinin ve sanatının en güzel şiirleriniyıllardır Hisar’da görmekteyiz.Millî dile, millî zevke Çınarlı,makalelerindeki millî endişeyi, cemiyetkaygısını da eklemiştir; amaşiirleri mükemmelliğinden, duygululuğundanbirşey kaybetmemiştir.Yeni eserindeki samimiyetle, hisledolu ilk şiirinde İçtimaî ve ferdî durumumuzne güzel dile getirilir:«Yenilen ekmekte göz var, içilensuda göz yaşı;Kaçacak bir yer kalmamış,kaplamışlar dağı-taşı.«Bir yeşillik görünse de,ulaşılmadan kuruyor.Hergün can damarlarını kurtlarkemirip duruyor.»«Şükür, bu kirli dünyaya tekmeyibaştan vurmuşum;Bütün pisliklerden uzak bir yenidünya kurmuşum.Şükür, san’atm sesini duyacakkulaklarım var;Bir ses ki, ölümsüz olmuş,sürecek sonsuza kadar.»Çınarlı şiirlerinde yazılarındaki«taraf»tan sıyrılıp sanatın sesiniherşeyin üstünde tutmağa çalışır;Yunus gibi «Et ve kemiği aşanulu canların sesi» olur. Şairin, bütünlüğüolan şiirlerini böyle mısramısra alıp parçalamanın insafsızlıkolacağını biliyorum. Fakat şairinbir şiiri içinde can alıcı gördü­İ K İ K İ T A P 49


ğü bir beyiti gibi, okuyucunun dabeğendiği mısralar vardır.Şairimizin müsamahasına sığınaraksöyleyim; Çınarlı ne kadarsanat endişesi taşırsa taşısın, vatan- millet kaygısını herşeyin üstündetutmaktadır. Türkiye’de komünisteylemlerin arttığı sıradaLondra’daydım. Dışardaki her vatanseverTürk gibi yurdumuzdakisol anarşiyi endişe ve üzüntü içindetakip ediyordum. Hisar geldi,Çmarlı’nm bir şiirini dilime pelesenketti. Halbuki daha önce aynıkonuda birçok makale yazmıştım.Çınarlı bana «Memleket Elden Giderse»adlı şiiriyle müşterek duyguve düşüncelerimizden yarattığıbir hap göndermişti. İşte onun şekerkadar tatlı biber kadar acışiiri:oO«Memleket elden giderse, davullar,zurnalar çalın;Bu büyük başarınıza (!) Ödülverirlerse alın.Şehit kaniyle sulanmış hazır birvatan buldunuz;«Hürriyet» deyip, en iğrenççıkarlara kul oldunuz.Memleket elden giderse, kalır mıhürriyetiniz?Yalnız bu şanlı bayrağınaltındadır kudretiniz.Verdik balın süzmesini, sütünkaymağını size;Bilginize bel bağladık, inandıksözlerinize.Ektiniz kin tohumları, açtıhainlikler çiçek,Memleket elden giderse, çizmeyalamak düşecek.»İşte hakikat.. İşte şair.. İştesanat.. Sayfalara sığmayacak duygusudüşünceyi dört beş beyitle tarihetevdi, millî edebiyata hediyeetmek... T.V. çığırtkanları Çınarlı’dan bahseder mi?Tanışmadan tanıdığım, yüzünügörmeden sevdiğim, dinlemedeniçimde duyduğum bir dostluk,bir kardeşlik bu.. Sadece Yılmaz’dan Mehmed’e değil; Van’dan Edirne’yedeğil; Altay’dan Londra’yakadar nerde bir Türk varsa aynışekilde duyup düşünebilme fazileti..Bunu millî kültür, millî şiir veriyor:«İsler, dumanlar ülkesi olmazbenim yerim,Hür dağların havasını almışciğerlerim.Hiç durmadan çalınsa da enkirli şarkılar,Kalbimde bir pınar yine heptertemiz akar.Düşman iken ışıklara aydındenildiniz;Çıkmazdadır, çıkarlara saplanmışilminiz.»Hem ince ince his, hem pırılpırıl fikir dolu bu şiirleri okurkenÇmarlı’nm ve diğer milliyetçi şairlerinniçin televizyonda unutulduğunudaha iyi anlıyorum. Onunşiirlerinde iyi, kötü, hain gaddarher çeşit insan ustalıkla anlatılır:«Şeytanla gerdeğe girer, cinlerleoynaşırsınız.Dostunuza dost görünür,düşmanla anlaşırsınız.İKİ KİTAP


Gücünüzün yetmediği yerdehaksever kesilir;Dişinizin kestiğine nasılgaddarlaşırsınız.»Benim şairin İçtimaî şiirleridiye vasıflandıracağım bu şiirleriyanında saf sanat ve duygu dolu,aşk dolu şiirleri eserde daha fazlayer almaktadır. Onun çocukluğunu,çocuk ruhunu dile getiren şiirlerihepimizin hikâyesidir:«Asmalar altında doğdum, cevizdalında büyüdüm;Tekerlek izi görmemiş dağyollarında yürüdüm.»Çocuklar«Beni hep esir ettiniz minicikellerinizle;Ne kaçmak elimden geldi, ne dekarşı koyabildim.Verecek cevabım varken enbüyük hakime bile,Sizin saf bakışlarmız önündedilsiz kesildim.»Alın Yazısında Çınarlı şahsiyetetoprağın verdiği mayayı vecizbir şekilde renkli, canlı tasvirlerleişler:«Doğduğumuz memleket bütüntaştı, çakıldı;Sert yoğrulmuş mayamız bizidik başlı kıldı.Bir çölde yapayalnız eriyipgitmedeyiz,Sevildik yasaklandı, sevdikgünah sayıldı.»Eserde Çmarlı’nın 1969 ve 1968de yayınlanmış şiir kitaplarındanalınmış bazı şiirler de yer alıyor.Ben «seçmeler» tabirini yadırgadım,yeni esere girmeyen şiirleriniaradım. Gene de birbirinden güzelbir demet çiçek arasından çocuktercihsizliği içinde bir kaçma elimiziuzatıyoruz:«Bir karanlık yola girdik de ışıkbeklemedenYürürüz hep yürürüz istemeden.En güzel meyveyi sunmuştufelekOnu dallarda çürüttükyemeden.»Mehmet Çınarlı yaşadığımızçevrenin, bizim olan şeylerin bilegittikçe yabancılaştığını, uzaklaştığınıne güzel şiirleştirir:«Bu dost bakışlara herpenceredenİniyor şimdi siyah bir perde.Dolaşırken sokaklarında nedenŞehir uzaklaşıyor gittikçe?...»Y E T İ KO Z A NAtmaca Uçurumuîlhaıı GEÇERYetik Ozan, adı pek yaygınşairlerden değildir. Bu, biraz çekingenmizacından, daha çok damilliyetçi bir şair oluşundan ilerigelmektedir. Çekingenliği gerçekdeğerinin ortaya konmasını, adınınyayılmasını biraz engeller. A­ma asıl sebep yurdunu, milletini sevenmilliyetçi bir şair olmasıdır.Sanat dünyamızı ve piyasasını e­linde tutan solcu dergi, gazete veonların kalemşörleri, sözde eleştirmecilerisolcu olmayan şair ve sanatçılarımızadaima kör ve sağırkalmışlar, eserleri hakkında tekÎKÎ KİTAP 51


s ö k etmemişler, dergi ve gazetelerindeadlarını dahi anmamışlar veanmamaktadırlar. Bu yüzden milliyetçidergilerde yazan Yetik Ozan’m şiirlerinden hiç söz edilmemiştir.Şimdi yayınlanan kitabı için deaynı derin sessizlik devam edecektir.Oysa, onun onda biri değerindebir solcu şair kitap yayınlasa korohalinde onu övmeye başlar, meşhuretmeye çalışırlar. Öte yandanbizim basmm yazarları, eleştirmecileriise hep susmuşlardır, hep susarlar.Bu yüzden de şiir, roman,hikâye ve tiyatromuz hep solcularınelinde ve tekelindedir. Hazin,ama gerçek.Şimdi de Yetik Ozan’ın yenieserine gelelim. Töre, Hisar, TürkEdebiyatı gibi milliyetçi, memleketçidergilerde yazan şairin ilkşiir kitabı «Atmaca Uçurumu» Töre-Devletyayınları arasında çıktı.Kitapta 29 şiir yer alıyor. Çeşitlikonulardaki bu şiirlerin çoğu koşmabiçiminde yazılmış. Ancak halkşiirini taklit, ondan aktarma, onuntamamen etkisinde kalma değil.Aksine Yetik Ozan şiirine yeni biröz ve hava vermeyi başarmış. Çeşitlikonuları işlediğini belirttiğimşair, daha çok ve özellikle Anayurttanuzak ve ayrı olan Türklerinhasretlerini, özlemlerini, acılarını,meselelerini, dile getiriyor. Onunvatan ve millet sevgisiyle çarpankalbinin sesi mısralarma yansımış.Sade, yapmacıksız ama pırılpırıl bir dili var. Bu dil halkımızındilidir. Zaman zaman kullandığıAzerî kelimeler şiirlerine ayrı birçeşni veriyor. Yetik Ozan’m kitabınıokuyanlar şiirlerini sevecek, anlayacak,zevkine varacak ve dildekibaşarısını alkışlayacaklardır.Şiirin gerçek ufuklarındanseslenen, sağlam yapılı mısralarkuran Ozan’m «Atmaca Uçurumunu»birlikte dolaşalım.1 «AtmacaUçurumu» Sarı Uygurların ardındansöylenmiş bir şiir:Orda Kansu’daki o yalçın yardaBir aylak atmaca döner bunalırYorulup diplere doğru ağar daİnsan kokusuna konar bunalırİnsanlığa yumuk çapaklı gözlerKara fenerlerle şeytanı izlerÖlüm bayramınca maskeli yüzlerÇirkin gülüşlerde donar bunalır«Baht Otağı» nda Kerkük Türklerinesesleniliyor:Balam Kerkük yeller düşmüşbağrınaBoz baharda tozar tozar gidersinYel neme ne eller düşmüş bağrınaLokmalanır azar azar gidersin«Son Sürgün» ve «Uyanış»daise Kırım Türkleri’nedir seslenişişairin:Umudun bıçağı paslanmış kindenNe kına oturur ne çıkar kındanNice ki zaman çift kapılı zindanYarınlar kilitli dünler kilitliEtle tırnak iken koptuk tınmadımKüçücük bir acı duyup yanmadımAdını o günden beri anmadımBelli belleğimden zorımı vaıkardaşYetik Ozan, bazan da Karacaoğlangibi sevdalıdır, şuhtur:Gül yüzünde gülücükler görendeBir sevdalı bülbül uçar bağrımdanYüreğim çırpınır selâm verendeSanki bir ceylân su içer bağrımdan52


Salınıp geçerken sen gökçe beldenDüşer devşirdiğim çiçekler eldenİncesin lâleden sümbülden güldenHangisini taksam yük başına yarBu dolaşmayı, bence kitabın engüzel şiirlerinden biri olan «Taşlaşmandanalacağımız iki kıta ile bitirelim:Yıldı mevsimlerden emel korusuGün tutuldu yazla güz arasındaBen bülbül ölüsü sen gül kurusuOluverdik kaşla göz arasındaAvcılar dünlere yaslanmış kalmışYarınlar tetikte paslanmış kalmışYorgun ceylan gibi uslanmışkalmışUmut arpacıkla gez arasmda«Atmaca Uçurumu» nun iç sayfalarıGarip Kafkaslı’nın desenlenile süslenmiş. Kapak düzeni ise S.Haremis’in. Bir Töre- Devlet yayınıolan bu güzel eseri şiir severleresalık veririz. Fiyatı: 10 lira.Hüzün§Şarkıları - 2Avuçlarımda açanGözlerin gök kırıntısıTenha sokaklarımdaBir yağmur sıkıntısıSenin kapma yönelikYaşantımın adımlarıGüze boyanmış hatıranKopmuş ümit salkımlarıYüzünde göçmen kuşlaıUzak gülümsemesiAl dudakların şimdiSolgun bir gül bahçesiSustun yosunlar gibiSis bastı kıyımızıGünaydmsız bir rüzgârKırdı dallarımızıSöyleniyor şarkımızArtık ne yaz ne baharBölüşen aşkımızıSadece hatıralarİLH A N G E Ç E R


Milli Sinema Doğrultusunda Bir Film:OĞLUM OSMANOĞUZATAALTAYLI«Oğlum Osman», millî-dinîçizgi üzerinde bir sinema anlayışınasahip olan «Elif Film» yönetmeniYücel Çakmaklı’nm dördüncüfilmi. «Birleşen Yollar - 1970»,«Çile - 1971», «Zehra - 1972»’densonra, Yücel Çakmaklı’nın yine«Elif Film» adına yaptığı «OğlumOsman - 1973», filmoğrafisindekigelişme grafiğinde belli bir seviyeninüzerine çıkıp, düz bir çizgi çizmeyebaşlamasını göstermesi bakımındanönem taşımaktadır.«Oğlum Osman», millî-dinî sinemadoğrultusunda bir tema’yave genellikle başarılı diyebileceğimizbir anlatım tekniğine sahip olmasınarağmen, dramatik yapınınkişiler - olaylar - durumlar - çevreilişkileri ve eğilimler açısından gereklisosyal boyutları kazaııamayışısebebiyle tam amacına ulaşamamaktadır.Osman, zengin ve muhafazakârbir ailenin tek çocuğudur. Ailesitarafından yüksek öğreniminitamamlaması için ilim ve tekniktebizden ileri olan Almanya’yagönderilmiştir. Ne var ki, dönüşüailesi için umut kırıcı olmuştur.Osman millî değerlerden kopmuşturve sözlüsü ile de evlenmek gereğineinanmamaktadır. Zira dönüşündenönce bir Alman sevgili edinmiştir.Temsil ettiği Batılı anlayışlaailesini son derece üzen Osmanebeveynlerini daha fazla üzmemekdüşüncesiyle tekrar Almanya’yadöner. Ancak Almanya’daki flörtününevinde TV seyrederken Dinler(*) Yapım: Elif Film; Senaryo: Salih Gökmen - B. O. Başaran - Bülent Oran:Yönetmen: Yücel Çakmaklı; Çekim: Mekki Raif (Mikâel Rafaelyan),.Oynayanlar: Aytaç Arman, Fatma Belgen.54


Tarihi ile ilgili olarak verilen birprogram dikkatini çeker ve onunmutlu sona doğru atacağı ilkadımlara sebep teşkil eder. Osmanlâkayd olduğu millî ve dinî değerlerinedöner. Sözlüsü ile inançlı vebu inançtan doğan mutlu bir hayatkuracaktır.Düz bir anlatıma son dereceelverişli olan bu konunun işlediğiöz, yani millî-dinî hayat tarzınadönmekle mutlu olunacağı tem’i,gerek senaryonun kuruluğu, gerekyan tem’alarm zayıflığı ve gerekseana düşünceyi ortaya çıkaracakmeselelere satıhtan bakılışıdolayısiyle güçsüz kalmaktadır. Buyüzden de filmin zaman zamanayağı yerden kesilmektedir. Her nekadar filmin yapımını Yeşilçam’mkendisine has ekonomi ve kültürşartlarının menfi şekilde etkilemesimümkün ise de, Batı’nm karşısındamillî-dinî değerleri savunmagörevini alan veya millî-dinî değerleraçısından Batı’yı analiz eden birfilmin bu şartlar altında dahi güçlüolması pekâlâ mümkün idi. Buda ancak Batı’nm güçlü bir şekildekritiğini yapacak sağlam bir senaryoile mümkün olabilirdi.Batılılaşma hareketlerinin o­lumlu ve olumsuz yanlarının zayıfbir şekilde vurgulandığı «OğlumOsman» da, Batı, bir davranış olarakele almıyor ve bu davranışınfikir temellerine inilmiyor, sadecetasvir ediliyor. Batı’ya böyle biranlayışla bakış sinemamızda yeniolmasına rağmen, bir tahlil metodununyokluğu da hemen kendisinihissettiriyor. Kişilerin dönüşüve temayülleri bu yüzden tabanınıbulamıyor. Burada misal olarakOsman’ın yapısındaki değişikliktensözetmek mümkündür. Osmanmmillî-dinî değerlerine dönüşününgerekçesini,; onun Batı’yıtahlil etmesine bağlamak daha dagüçlü ve inandırıcı olabilirdi. Halbukiburada, bundan önceki filmlerindeolduğu gibi Yücel Çakmaklıyine tesadüflere yer vermiş.. Belkiyanlış değil, fakat mutlaka güçsüz.Osman’ın öz değerlerine dönüşünüTV programındaki tesadüflerebağlamak bir noktada Osman’ınAlmanya’ya iyi bir aile eğitimindengeçmeden gittiğini de seyirciyehissettiriyor.Gerçekten tez, «Bizim medeniyetimizBatı Medeniyetinden dahaİnsanî bir öz taşır» ise, Batı tasvirdeğil, tahlil edilmeliydi. Ne var ki,Osman, tabiî çevresinden ve kendisinibu noktaya getiren gerçeklerdenuzaklaştırıldığı ve Türkiye’nintoplumunun şartlarının dışında düşünüldüğüve tercih edilen biçimde sadece tasvire dayandığı için buİnsanî öz gerekli boyutlarıyle birtürlü ortaya çıkamamaktadır.Batı’mn hayat tarzı, (zevk,duygu, düşünce ve davranış), bizimmedeniyetimizin maddî ve manevîdeğerleriyle yetişmiş hiç birinsanı cezbetme kudretindedeğildir,eğer buna rağmen böyleolayın varlığındanbirsöz ediliyorsa,


u takdirde millî hayat tarzına biryabancılaşma hadisesi söz konusudur.Her iki halde de mesele İçtimaîbir boyut kazanmakta ve meseleninçözümü için tahlil, usûl olarakzaruret haline gelmektedir.Tema’yı açığa çıkaracak konu’nun üzerinde gereğince durulmadığıiçin Osman’ın babasının tiplemeside yanlış yapılmıştır. Tarihboyunca Doğulu ve Batılı özelliklerişahsında senteze ulaştıran gerektiğiyerde akliyle, gerektiği yerdehissiyle hareket etmesini bilen,fakat mutlaka sağduyu sahibi Türkinsanı hiç bir zaman kendisini olaylarınseyrine bırakmamış şartlarne olursa olsun olaylara hakimolmak istemiştir. Oysa, Osman’ınbabası olaylar şiddetini arttırdıkçaanlaşılmaz bir şekilde pasifleşmekteve gittikçe ezik bir insanhaline gelmektedir. Bu yüzden oğlunu:«Hazreti Osman gibi dindar,Osman Gazi gibi kahraman» görmekistemesi, şekil bakımından birTürk - İslâm sentezi olarak görülüpanlaşılmasına rağmen, ruh bakımındanbu sentezin dinamizminiifade edememektedir.. Televizyondakidinler tarihi ile ilgili programlarolmasa, Osman’ın öz değerlerinedönüşünü babası da dahil hiçkimse sağlayamayacaktır.Bunların ötesinde, Televizyonsahneleriyle belgesel bir anlatımayönelen ve bir biçim denemesi özelliğitaşıyan filmin öğretici yanı zamanolarak son yarıda ana konuyuunutturacak derecede bir ağırlık56kazanıyor. Başarılı bir montaj, doyurucurenkler ve kitle mizansenleriyleanlatım, filmin öğretici yanınınağır bastığı bölümlerde çarpıcıbir hâl kazanıyor. Burada süperprodüksiyon (üstün yapım)ABD filimlerinden (Dinler Tarihi -On Emir - Ben-Hur) ve kendisininilk belge filmi olan Hac ve Kâbe’den alman parçaları tema istikametindeyerli yerinde kullanan YücelÇakmaklı, dinî ve klâsik musikîmizile tema’nm seyircinin ruhunainmesini ve derinlik kazanmasınıbaşarıyle gerçekleştirebiliyor.Eğer sinema, Yücel Çakmaklı’nın «Millî Sinema» açık oturumundaiddia ettiği gibi; «millî kültürümüzüanlatacak» ise, seyirciye etkilibir şekilde ulaşabilmek içinfilmlerin kahramanlarını yine okültürün soluklu ve ayağı yerde kişilerindenseçmeli, metod olarakda millî dünya görüşünün üzerindeseyirciyi düşünmeye sevkedici birbiçim bulmalıdır. Seyirciyi açık vebelirli bir telkin altındatutmak,onun, telkin edilen fikre karşı herhangifaydasız bir tepkisineaçabilir.yolBaşarılı yanları, aksayan yanlarınaağır basan ve samimi bir çalışmanıneseri olan«Oğlum Osman»!bütün okuyucularımızıngörmesinde fayda mütalâa ediyoruz.Zira geleceğin Türk Sineması,seyircisinin sinemaya olan ilgisiylemillet hayatındaki yerini alacaktır,eALTAYLI


MURAT BARDAKÇITÜRK MUSİKÎSİNAZARİYATI - ITürk dehâlarının elinden geçerekyoğrulan musikîmizin mirasıbugün için en büyük milli değerlerdenbirini teşkil etmektedir.Bu yazı, dergimizde Türk musikisinitanıtmak ve nazariyatım öğretmekmaksadıyla hazırlanan birserinin ilkidir.Musiki muhakkak ki, cemiyetlerinhayatlarında mühim bir yerişgal eder. Türlü dertler, neş’eleronunla ifade edilir. Millî felâketlerinve sevinçlerin yegâne terennümvasıtası odur.Türk musikisinin menşe’i, OrtaAsya’dır. Günümüzde bazı kimselerinkasıtlı olarak söyledikleri«Türk Musikisi Arap, Bizans malıdır»gibi hezeyanlara verilecek eniyi cevap, onlara Sadettin Arel’in«Türk Musikisi Kimindir?» adlıeserini okumalarını tavsiye etmektir.Ayrıca bu mevzuda gençlerimizinyapacakları tetkikler, musikimizeyapılacak en büyük yardımlardanve fedakârlıklardan biriniteşkil edecektir.Orta Asya’dan Anadolu’ya gelinceyekadar musikimiz büyük gelişmelerkaydetmiştir. Fakat buesasta yani kökünde olmayıp, melodilerinişlenişi ve sıralanışı yönündedir.Bugün memleketimizdekimusiki ile Orta Asya Türklerininmusikileri arasındaki melodi farkıişte bu sebepten ileri gelmektedir.Üçüncü Selim gibi OsmanlıPadişahlarının, Dede ve Itri gibidâhi bestekârların, Yusuf Paşa gibigenerallerin, Fahrettin Dede gibimevlevi dedelerinin elinde gelişerekyoğrulan musikimizin mirası,bugün için en büyük millî değerlerdenbirini teşkil etmektedir.Durum böyle olduğu halde, dilindekiağır ifade, makam ve usullerinadlarının çoğunun Arapça veFarsça olması sebebi ile, bugününgençliği tarafından pek de rağbetgörmemektedir. Bu hal, Tanzimattanberi böyle olagelmiştir. SultanMahmud’un emri ile İtalyan bestekârıDonizetti’nin memleketimizegelişi ile başlayan musikimizdebatıya açılma eğilimi ondan çokşey kaybettirmiştir. Aksaraydakiahşap evinde bir genç kız ud öğrenirken,Nişantaşındaki konaklardave saraylardaki prensesler de piyanomerakı başlamıştır. Bu hal, birgün musikimizin radyodan bile çıkarılmasıile neticelenmiştir.Makam adlarının! çoğununArapça ve Farsça olması, musikininArap ve Fars malı olduğunuifade etmez. Bu, o devrin kültürününneticesidir. Bunun tersini düşünecekolursak, Batı musikisininesasının İtalyanlara ait olduğu gibiyanlış bir neticeye varırız. ZiraBatı Musikisindeki adlar hep İtalyancadır.57


Bugünün gençliğinde, TürkMusikisi Batı Musikisinden üstündürveya Batı Musikisi Türk Musikisindenüstündür gibi çok yanlışmukayeselerin yapıldığını görmekteyiz.Türk Musikisi Türk Kültürününeseridir. O eğer tek sesliise bu millî kültürümüzün bir neticesidir.Batıdaki armoni yani çokseslilik ise, Batı Kültürünün eseridir.Bizim için Itri ne kadar büyükse,Batı için de Bach o kadarbüyüktür.Esefle müşahade etmekteyizki günümüzde musikimizin durumuhiç de iç açıcı bir mahiyetteseyr etmemektedir. Bir yanda dolmuşmüziği denilen Arap ve Hintmalı plâklar, diğer yanda radyolardaO’na çok az yer verilmiş olmasıve otoriteler arasındaki geçimsizliklerve şahsi çekişmeler, musikimizigünden güne zayıflatmaktave, ondan çok şeyleri alıp götürmektedir.Hâlâ bir musiki akademimizve bir konservatuarımız bulunmamaktadır.Halbuki hocalarıdışarıdan getirilen ve onlara muazzamücretler ödeyerek tedrisatınadevam eden bir Batı Müziğikonservatuarı bulunmaktadır. Buradanyetişenler milletin parası ilekurulmuş bir okuldan mezun olduklarıhalde, millî değerlerimizedil uzatacak kadar aşırı derecedeşartlandırılmalardır. Bütün bu genişimkânlar ile tedrisatına devameden Batı Müziği mektebine karşılıkİstanbul Belediye Konservatuarıküçük bir odaya sığınmış vetürlü imkânsızlıklar içinde yalnızsolo dersleri ile talebe yetiştirmeğeçalışmaktadır. Buranın mezunlarınayedeksubaylık hakkı bile tanınmamaktadır.Bizde bu batıperestlik hastalığıiçimize o kadar sirayet etmiştirki, Türk Musikisini sevmek âdeta,ayıp bir şeydir. Zira Arap malı birşeyle meşgul olmamak gerekir. Fakatbu gidişatın ne kadar tehlikeliolduğu hâlâ anlaşılamamaktadır.Bundan yirmi-yirmibeş sene sonraMusikimizin Avrupa’dan ithal malıhaline geleceği hiç düşünülmemektedir.Bütün bu yokluklara rağmenmusikimiz gençler tarafından yaşatılmağave idame ettirilmeğe çalışılmaktadır.Yüksek okullardabirkaç seneden beri o’na tekrar birilgi ve merak uyanmıştır. Kurulanamatör cemiyetlerde müsbet çalışmalaryapılmaktadır. Fakat bu a­rada mühim bir nokta üzerindemütalâalar yapılmamaktadır. Bu,nazariyat yokluğudur.Millî Musikimizin derinliklerinenüfuz etmek isteyenler için,mecmuamızın gelecek sayısındanitibaren Türk Musikisi Nazariyatıhakkında yaptığımız nâçiz çalışmalarımızıokuyacaksınız. Nazariyatkelimesinin manasından başlayarak,ses, makam usûl ve esernev’ileri ve bestekârlarımızın tercüme-ihalleri ile müzeyyen eyleyeceğimizmakalelerimizi, geleceknüshamızdan itibaren muhteremokuyucularımızın' faideleneceklerineinanarak neşretmeğe başlıyacağız.®


ÜLKÜCÜNÜN KİTAPLIĞI:Prof D r. Orhan Türdoğatı’ ine s a rle r i :Ziya Gökalp SosyolojisindeBazı Kavramların Değerlendirilmesi- 2. Baskı, 12 Tl.Batı Almanya’nın BirKentinde Türk İşçilerininSosyo - Ekonomik Yapısı -7 Tl.Türkiye’nin Kalkınma Yolu:Cosyo Ekonomik SistemTartışmaları - 2. Baskı, 6 Tl.Yoksulluk Kültürü - GecekondularınToplumsal Yapısı- 16 Tl.İsteme Adresi : P.K. 211,Kızılay - Ankara. Posta PuluKarşılığında temin edilebilir.10 adetten fazla siparişlerdeve kitapçılara % 20 tenzilâtlıve ödemeli gönderilir.uaVfieseöC-McöC/DOsD« sHr4ınO)T3 fiS


TÖRE III. CİLT İNDEKSİ «25 -36. sayılar»— A — B —Sayı SayfaALT AYLI, OğuzataGelin 25 63Türk Sinemasına Genel Bir Bakış: SinemamızınFikrî Yapısı 27 65Türk Sinemasına Genel Bir Bakış: SinemamızınFikrî Yapısı 32 57Millî Sinema Doğrultusunda Bir Film 36 54ARICA, Gündüz (Y. Müh.)Türkiye’nin Enerji Meselesi . 26 38ASYA, Arif NihatErgenekon 26 34Havuz 28 54Bir İmzanın Hikâyesi 29 25Fatihler 30 25Dua 32 51Ölecekler 33 35Na’at 36 48BARDAKÇI, MuratDr. Selâhattin Tanur’la Bir Konuşma 25 58Erol Sayan’la Bir Konuşma 27 60Neyzen İhsan Tür İle Bir Konuşma 28 62Türk Musikîsi Nazariyatı -I- 36 57_ c — Ç —CAFEROĞLU, Ahmet (Prof. Dr.)Türk Töresine Göre Sosyal Yardımlaşma Müessesesi 33 22CEBECİ, AhmetBulgaristan Türkleri 27 34Deliorman Folklorundan Mektuplar 29 40Ellinci Yılda Müzik Eğitimi 31 40CEBECİ. DilâverKutalmış 33 51ÇELİK, SelimProf. Mehmet Kaplan’m «Cumhuriyet Devri TürkŞiiri» Hakkında Birkaç Not 31 44ÇINARLI, MehmetSanatçı Dostlarım: Arif Nihat Asya 25 40Sanatçı Dostlarım: Gültekin Samanoğlu 26 52Sanatçı Dostlarım: İlhan Geçer 27 4960


Sayı SayfSanatçı Dostlarım: Nevzat Yalçın 29 46Sanatçı Dostlarım: Nüzhet Erman 31 51_ D — E —DOĞAN, MuharremTürkiye’de Memurun Hayat Seviyesi 27 29ENGİN, MuhabaySovyet Rusya’daki Kazak Türkleri’nin Ansiklopedisi 26 35Ord. Prof. Dr. Zeki Velidî Togan’m YayınlanmamışEserleri 29 36ERCILASIN, Ahmet Bican (Dr.)Ali Şir Nevaî’de Devlet Fikri 35 28ERDEM, GalipFikir Suçu ve Kanunlarımız 29 9Fikir Suçu ve Türk Ceza Kanunu 32 59ERGÖZ, NuriYurt Dışına İşçi İhracının Millî Kültürümüze Tesirleri 33 18ERKAL, Mustafa E. (Dr.)Değişen Dünya Şartları ve 50. Yılda Türkiye 27 15«Özgürlükçü Demokrasi» Tutkusu ve SulandırılmışMarksizm 28 8ERÖZ, Mehmet (Doç. Dr.)«Milliyetsin Himmeti İle Milliyetimize Yapılan Hücum 25 9Evlenme ve Düğün Töreni İle İlgili Türk Gelenekleri 27 21Tarım ve Toprak Reformu Kanununun ÇıkarılmasıÜzerine 29 17Din ve Sosyalizm 31 18Din ve Sosyalizm 31 18Fikir Hürriyetine Dair Bazı Fikirler 33 59ERTÜZÜN, Tevfik (Dr.)Büyük Mağazaların Ekonomimize Etkisi 26 13Plânlı Dönemde Dış Ticaret Faaliyetlerinin Gelişimi 31 32Petrol ve Türkiye 35 42Fiyat Artışları Çemberi 36 40— F — G —FELEKOĞLUDerdi Bil Dermanı Sor 32 27GENEL DURUMSeçimler ve Partiler - Enerji Sıkıntısı - YurtDışındaki İşçilerimiz 29 6Ekonomik Milliyetçilik - Kabine 31 6Koalisyonun Ekonomik Temeli - Ortak Pazar ve MSP61


Sayı- Ortak Pazar ve CHP 32Tunceli ve Irak - Zamlar - Erbakan’m Vaadleri- Gulag Ülkesi 33Fikir Hürriyeti - Bozkurt - İmtihansız Üniversite 35Üç Olay Bir Teşhis 36GENÇOSMANOĞLU, Niyazi YıldırımVeysel Öbür Dünyada 26Bozkır 29Ulaş Oğlu Salur Kazan 31GÖĞÜNÇ, Nejat (Prof. Dr.)Millî Mücadele Devri Heyecanı 27Atatürk’ün Hatıra Defteri 29GÖKDEMİR, Ayvaz«Şeftali Bahçeleri» 29«Şeftali Bahçeleri»ne Ek 35GÜÇERİ, Şinasi (Y. Müh.)Millî Endüstri Politikası 28GEÇER, İlhanHüzün Şarkılar 36Atmaca Uçurumu - Yetik Ozan 36GÜNAY, GökçenDokuz Işık’ta Sanat: Yetik Ozan’la Bir Konuşma 25GÜNAY, Turgut (Dr.)Türk Halk Müziği Üzerine: Nida Tüfekçi İle BirKonuşma 26«Tutsak» Üzerine 28Halide Nusret Zorlutuna İle Bir Konuşma 29GÜNGÖR, Erol (Doç. Dr.)Din Meselesi 29Din Meselesi 31Millî Eğitim ve Türk Kültürü 32Bir Sosyal Tabaka Olarak Türk Münevverleri 35Yeni Türkiye’de Münevver Tabaka 36— H —HACIEMİNOĞLU, Necmettin (Doç. Dr.)Ülkücülük ve Ülkücüler 28Ülkücünün Zafer Sırları 29Milliyetçilik 32Tarih Boyunca Türk Milliyetçiliği 35Kültür Mandacıları 36HAYIT, Baymırza (Dr.)Sayfa4446442138326325224535148465155111111202032218111162


Sovyetler Birliği’nde Rus Şovenizmi İle Esir MilletlerinMilliyetçiliği Arasındaki Mücadele (İngilizce’dentercüme. Çev.: Şevkiye Keskioğlu) 32HUNT, R. N. CarewMarksist İktisat ve Tenkidi (İngilizce’den tercüme.Çev.: İ. Öksüz.) 25— K — L — M —SayıKEMALOĞLUAğıt 25KESKİOĞLU, ŞevkiyeSovyetler Birliği’nde Rus Şovenizmi İle Esir MilletlerinMilliyetçilikleri Arasındaki Mücadele (Dr. BaymırzaHayıfın İngilizce makalesinden tercüme.) 32KOÇAK, GasveddinPaylaşma 36KOÇAK, İsmetTürk Mimarisi ve Ötesi 25Mimarlık Sanatı 27KÖSOĞLU, NevzatSanat - Edebiyat Üzerine 25Kanun-u Kadîm’e Sadâkat 32Tevekküle Dair 35KURAT, Yuluğ Tekin (Doç. Dr.)Türkiye’de Milliyetçilik ve Tarih Eğitimi 33KUŞKAY, Yılmaz (Y. Müh.)Ortak Pazar ve Türkiye Motorlu Taşıt Sanayii 25Sovyet Türklüğü’nde Nüfusa Bağlı Eğilimler 26Orta Doğu ve Türk Uçak Sanayii 27MELENLİOĞLU, Ahmet M. (Dr.)Yine Nüfus Meselesi 25_ O — Ö —ÖNAÇAN, YükselKöy’e 36ÖKSÜZ, Emine IşmsuGideli Bir Yıl Oldu, Siz Varsınız 25ÖKSÜZ, EnisOrta Sınıf ve Önemi 33ÖKSÜZ, İ.Marksist İktisat ve Tenkidi (R. N, Carew Hunt’tanSayfa363063629656245495411241826224474463


Sayıtercüme.) 25- S - Ş -SAYAN, ErolErol Sayan’la Bir Konuşma (Röportaj. Konuşan:Murat Bardakçı.) 1 27Türk Musikisi Ses Sistemi Üzerinde Araştırmalar - 1 32Türk Musikîsi Ses Sistemi Üzerinde Araştırmalar - II 33Türk Musikîsi Ses Sistemi Üzerinde Araştırmalar - III 35SERÇİNLİOĞLU, M.TRT Elinden Yüreğimiz Yarelidir 25TRT’nin Künyesi 31SEYYAH-I Fakir Evliya ÇelebiFakirin Fezaya Gidüp Nica Seyyareler Temaşaİttiğüdür 35ŞAHİN, Ahmet MetinDelikanlım 25ŞAHİN, MehmetArslanhane Camisi 25Batı Gözü İle Türk 26Batılı Beyninde Türk 28Aşağılık Kompleksi 32Tek Taraflı Aşk 33— T —TANUR, Selâhattin (Dr.)Dr. Selâhattin Tanur’la Bir Konuşma (Röportaj.Konuşan: Murat Bardakçı.) 25TAŞER, Dündar«Ayşe», «Töre» Oluyor 25Sunuş 25TÖRETÖRE’den 29TÖRE’den 31TÖRE’den 36TURAL, Sadık KemalMillet ve Sanatkâr 25Dokuz Işık Açısından Sanat ve Edebiyat ÜzerineNotlar 26Notlar 27Dokuz Işık Açısından Sanat ve Edebiyat ÜzerineDokuz Işık Açısından Sanat ve EdebiyattaSayfa3060555754625959391610455252583544455595564


1SayıTeşkilâtlanma 28TÜFEKÇİ, NidaTürk Halk Müziği Üzerine: Nida Tüfekçi İle BirKonuşma (Röportaj. Konuşan: Dr. Turgut Günay.) 26TÜR, İhsanNeyzen İhsan Tür İle Bir Konuşma (Röportaj.Konuşan: Murat Bardakçı.) 28SayıTÜRKDOĞAN, Orhan (Prof. Dr.)Türkiye’de Köy İncelemeleri ve Kullanılan Usuller 32Köy - Şehir Farklılaşması 33Bölge Üniversiteleri Açısından Halk - Üniversiteİlişkileri 35Tarım Hayatının Müesseseleşmesi 36_ Y — Z —YAHNİCİ, Şevket BülentSahnede Türk’e Yöneliş - Ahmet Vefik Paşa veTürk Tiyatrosu 26Tarih - Destan Tiyatrosu 33YAZGAN, Turan (Doç. Dr.)İstihdam Durumumuz 25Millî İstihdam Politikamız 26Sosyal Güvenlik Meselemiz 28Ülkemizde Ücret - Fiyat Artışları 31Yaşlılarla İlgili Sosyal Güvenlik Kurumlan 33İhtiyarlık 35YETİK, OzanDokuz Işık’ta Sanat: Yetik Ozan’la Bir Konuşma(Konuşan: Gökçen Günay.) 25Yâda Düştü 25Tutsak 26Son Sürgün 27Umut 28Taşlaşma 29Manzara3GZORLUTUNA, Halide NusretYakarış 28Halide Nusret Zorlutuna İle Bir Konuşma (Röportaj.Konuşan: Dr. Turgut Günay.) ' 29Duyuşlar 35Anneler Günü’nde Anneme 36Sayfa564662Sayfa284L36306455183142836464854122ü23391849551947


Sayı SayfaTÖRE III. CİLT DESEN, KARİKATÜR <strong>VE</strong> FOTOĞRAFLAR İNDEKSİSayıSayfaBAŞBUĞ, Mehmet (Desen) 33 22ÇATALOLUK, Suzan (Desen) 29 35BURKAY, M. (Karikatür) 32 1036 2936 53DURUR, Beyhan (Fotoğraf) 33 3635 46DÜZGÜN, Ali (Desen) 25 3831 5935 54EKİN, (Karikatür) • 33 1035 10EREN, M. (Desen) 31 1133 40GARİPKAFKASLI (Desen) 25 5427 2027 3429 2132 3432 3633 1836 1836 20KETEN, İsmet (Desen) 29 931 28OKAN, Olcay (Desen) 26 12ÖZCAN, A. (Desen) 32 43UĞUR, Ahmet (Desen) 36 11ÜMİT, Mazlum (Desen) 25 1729 1129 1729 3932 29YILMAZ, Ramazan (Desen) 36 4466


EyTürk!ÜstteGökÇökmedikçeAlttaYerDelinmedikçeSeninİiiniven y ı *TöremKimBozabilir?Fiyatı : 3 LiraAnkara B asım ve CilteviAnkara — 1973

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!