zail olacağına ve zulüm ile âbâd olanın âhirinin berbatolacağına inanarak hareket eder. “İnsanları idare etmeyiüzerine alan bir kimse kendini ve ailesini düşündüğü gibiyönettiği <strong>kimseleri</strong> düşünmedikçe kıyamet gününde cennetinkokusunu bile alamaz.” (Buharî, Ahkâm 8) hadîsinintehditkâr ifadelerini dâima göz önünde bulundurur. AyrıcaPeygamber Efendimiz’in, kendisine en sevimli ve kıyamettederecesi en yüksek <strong>kimseleri</strong>n adaletli yöneticiler,en sevimsiz ve âhirette azabı en şiddetli olan <strong>kimseleri</strong>nise zalim idareciler (bkz. Tirmizi, Ahkâm 4) olduğunu bildirensözlerini nazarından eksik etmez.Kur’ân ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu konudaki emirve tavsiyelerini çok iyi kavramış olan Müslüman idareciler,tarih boyunca idare ettikleri toplumlarda adaletinikamesini hayatlarının gayesi yapmışlardır. Bu çerçevedehaksızların ve haksızlıkların karşısında olmak, hakkın vehaklının yanında yer almak, zayıf ve çaresizleri korumakonların en büyük şiarı olmuştur. Bu ilkeleri benimsedikleriiçin yönetimde adaletin en güzel örneklerini İslâm’ın şanlıidarecileri vermişlerdir. Meselâ Hz. Ebu Bekir’in (r.a.)halife seçildiğinde irad ettiği ilk hutbesinde dile getirdiği,güçlülük değil haklılık esasını benimsediğine, güçsüzde olsa mutlaka haklının yanında yer alacağına ve onunhakkını kendisinin takip edeceğine dâir sözleri, (bkz. Ma’merb. Raşid, Cami, 2/336) İslâm’ın yönetimde adalet anlayışınınen çarpıcı örneklerindendir. Yine bu anlayış sebebiyledirki, Hz. Ömer (r.a.), adaletin timsali olmuştur. Onun, birKıptî’ye tokat atan Mısır Valisi Amr b. As’ın oğlunu sorgulayıpceza olarak Kıptî’nin de ona tokat atmasını istediğindesöylediği, “Anaları insanları hür olarak doğurmuştur.Siz onları ne zaman köleleştirdiniz.” (Muttakî, Kenzü’l-ummâl,7/660) sözü, Müslüman bir yöneticinin adalet anlayışınınen güzel ifadelerindendir.Şahitlikte AdaletŞahitlik meselesi de hak ve adaletin tesis edilmesi gerekenhususlardan biridir. Şahitlik, hakkın tevzii ve adaletinikamesinde önemli bir görevdir. Bu ister bir davada olsun,isterse insanlar arası basit bir anlaşmazlıkta olsun fark etmez,şahitlik önemli bir görevdir. Tanık olduğu bir husustakişinin herhangi bir sebeple şahitlikten kaçması ya da gerçeğiolduğu gibi aksettirmeyip değiştirmesi, tahrif etmesi,hilâf-ı vâki beyanda bulunması veya olmamış bir şeyi olmuşgibi göstermesi mühim hak kayıplarına sebep olduğuiçin büyük bir vebaldir. Bu sebeple Allah celle celalühu;“<strong>Ey</strong> iman edenler! Hakkı yerine getiren ve adaletle şahadeteden kimseler olun.” (Maide sûresi, 5/8) âyetiyle dosdoğruşahitlik yapmayı emretmiş, meselenin ehemmiyetine binaenKur’ân’da ciddi tahşidatta bulunmuştur.Kur’ân-ı Kerîm’in, “<strong>Ey</strong> iman edenler! Haktan yanaolup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin.Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüzve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız veyakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zenginveya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizdendaha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarakadaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeğiolduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitliktenkaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”(Nisa sûresi, 4/135) âyeti şahitlikte gerçeğe uygunve adaleti tesise yönelik tanıklık yapmayı emretmektedir.Peygamber Efendimiz kendisinden bir hususta şahadetetmesi istendiğinde mevzuu tahkik etmiş, meselenin haksızlığadayandığını görünce,“Ben haksızlık üzerine şahitliketmem.” (Müslim, Hibât 14-16) buyurarak Müslümanlara örnekolmuştur.İslâm şahitlik dışında beşerî münasebetlerde, hattâ irtibatkurduğumuz insanların sosyal çevreleriyle olan ilişkilerimizdede adaletin ikame edilmesini talep etmektedir. Buçerçevede Kur’ân, Müslümanlarda birilerine karşı taşıdığıhisler sebebiyle, onların çevresindekilere karşı adaletsizdavranmama hassasiyeti geliştirmektedir. “Bir topluluğakarşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğesürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareketbudur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah yaptıklarınızdanhaberdardır.” (Maide sûresi, 5/8) âyetinde Allah (c.c.),kin ve öfke gibi duygularımızın adaletsizliğe sebep olmamasınıda talep ediyor. Bu sebeple bir Müslüman sevmediğibirinin yakınlarına karşı o kişi sebebiyle düşmanlık veyahaksızlık edemez, münasebetini o nefret üzerine kuramaz.Yoksa adaletsiz davranmış olur.Yargıda AdaletHak ve adaletin tesis edileceği yerlerden biri de, mahkemelerdegörülen davalarda hâkimin vereceği hükümlerdir.İslâm, hükümde adalet ilkesini getirir ve insanlar hakkındaherhangi bir makam, mevki farkı gözetmeksizin adaletinsağlanmasını ister. Bu yüzden Müslümanlar nazarında âdilmahkemeler, Allah’ın Hak ve Adl isimlerinin tecelligâhısayılmıştır. Adaletle hüküm vermeyi temin edecek yegânekaynak ise, Allah’ın indirdiği hükümlerdir. “Aralarında,Allah’ın sana indirdiği ahkâm ile hükmet! Asla onların keyiflerineuyma! Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmındanseni caydırmalarından sakın!” (Maide sûresi, 5/49) âyetibu hakikati açıkça göstermektedir. Peygamberimiz (s.a.s.)âyette geçen “Allah’ın sana indirdiği ahkâm ile hükmet!”kısmını adaletle irtibatlayarak “Kur’ân ile hükmeden adaleteder.” (Darimi, Fezailü’l-Kur’ân 1) şeklinde tefsir etmiştir.10
Davalarda adaletle hükmetmenin önüne birtakım engellerinçıkması kaçınılmazdır. Bunlardan biri, haksızınhaklı çıkmak arzusuyla birtakım deliller ileri sürerek yargımakamını yanıltmasıdır. Şüphesiz ki bir hâkim hükümverirken delillere bakar ve onlardan hareketle vicdanındaoluşan kanaati hüküm olarak ortaya koyar. Bu durumdahâkimi yanıltacak ve adaletsizce hüküm vermesine sebepolacak tarzda deliller ileri sürmek veya delilleri karartmakda büyük bir vebaldir. İnsan belki bu yolla dünyevî bir şeyelde edebilir; ancak âhirette cehennemden bir parça ateşiboynuna takmış olur. Nitekim adalet konusunda çok titizdavranan Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.), “Ben ancakbir beşerim. Sizden davalılar bana geldiğinde bazınız delilgetirmede diğerinden daha becerikli olabilir. Ben de doğrusöylüyor zannıyla onun lehinde hüküm verebilirim. Şuhalde sizin ifadenize göre bir kimseye mü’min kardeşininhakkını alıp verirsem, onu ister alsın isterse bıraksın bu,cehennemden bir parçadır.” (Buharî, Mezalim 16) sözleriylebu mevzuda sahabeyi uyarmıştır.Davalarda adaletle hükmetmede hâkimleri en çok zordabırakan hususlardan biri de davalı veya davacıların makam,mansıp, mal ve itibar sahibi kimseler olmasıdır. Çünkü butür statüler hâkimi baskı altında bırakır. Ama hâkim bunlarada itibar etmemeli, adalet ne ise, onu gerçekleştirmelidir. Budurumda hâkim kendisinin zarar göreceğini zannedebilir.Ancak şu hususu iyi bilmelidir ki, adaleti gözettiği süreceAllah kendisiyle beraberdir. Aksine adalet kaygısıyla hareketetmediğinde, kendisini Allah’ın terk etmesi tehlikesinemaruz bırakır. Nitekim Efendimiz (s.a.s.) bir hadîslerinde“Bir hâkim adaletten ayrılmadığı sürece Allah kendisiyle beraberdir.Adaletten ayrılır da zulmederse Allah onu yalnızbırakır.” (Tirmizî, Ahkâm 4) buyurmuştur.Yargıda adaleti yerine getirmede statülere itibar etmemeninen güzel misâlini de Peygamber Efendimiz’in(s.a.s.) uygulamalarında görüyoruz. Kureyş’ten hırsızlıkyapan soylu bir kadına hak ettiği cezanın uygulanmamasınıisteyen ailesi, Efendimiz’in çok sevdiği Hz. Üsame’yi(r.a.) aracı göndermişlerdi. Bunun üzerine Peygamberimizbu aracılığı reddetmiş ve şöyle buyurmuşlardı: “İsrailoğulları,haksızlık yapmaları yüzünden helâk oldular.Bunlar fakirler üzerinde en şiddetli cezaları tatbik eder,nüfuzlu ve zengin olanları cezadan muaf tutarlardı. VallahiMuhammed’in kızı Fatıma da aynı işi yapsa elini keserdim.”(Müslim, Hudud 11) Allah Resûlü'nün (s.a.s.);“Kızım Fatıma dahi yapsa elini keserdim.” buyurması,sosyal statüsü yüksek olanlara cezai işlemlerin uygulanmayıpsadece zayıflara uygulanmasını içtimaî çöküşünsebebi olarak görmesindendir.İslâm’da adalet anlayışı, bir arada yaşamaktanve insanlar arası ilişkilerden ortaya çıkaninsan hakları temeline dayanır. Adalet,bu hakları olması gereken yere koymak,hakkı olanlara vermek demektir. Adaletinzıddı ise zulümdür ve o da bir şeyi yerliyerine koymamak veya uygun olan yerdenbaşka yere koymak anlamlarına gelir.Müslümanlardaki yargıda adalet hassasiyetinin bir başkaörneğini de şu hâdise göstermektedir: Bir defasındaUbey b. Kâ’b (r.a.), hilâfeti döneminde Hz. Ömer (r.a.)aleyhine dava açmıştı. Zeyd b. Sabit hâkimlik göreviniyürütüyordu. Hz. Ömer mahkemenin huzuruna gelinceZeyd b. Sabit, halife olması hasebiyle ona hürmet gösterdi,Hz. Ömer ise; “Bu senin hükümdeki ilk adaletsizliğindir.”ikazını yaparak davacı Ubey b. Kâ’b’ın yanına oturdu.Ubey’in delili yoktu. Bu durumda “Yemin davalıya gerekir.”kuralınca Hz. Ömer’in yemin etmesi gerekiyordu.Hilâfet makamında bulunması hasebiyle Zeyd b. Sabit,Ubey’in bu haktan feragat etmesini istedi. Fakat Hz. Ömermahkemede hâkimlik yapan Zeyd b. Sabit’e, “Eğer seninnazarında Ömer ile herhangi bir adam müsavi değilse, senbu göreve lâyık değilsin.” diyerek sert bir karşılık verdi.(Şiblî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, 2/93-94).Adalet yalnızca Müslümanlar arasında görülen davalardadeğil, Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında görülendavalarda da esastır. Bir kimse gayr-i müslim diye mahkemedehakkı gasp edilemez, karşısındaki Müslüman, makamı,mansıbı, sosyal statüsü ne olursa olsun, farklı muamelegöremez, adaletin tesisi esas alınır. Nisa sûresinin 105-112. âyetleri bu konuda Peygamber Efendimiz’e bir uyarıdabulunarak, insanlar arasında Allah’ın bildirdiği şekildehükmetmesi için kendisine kitabı indirdiğini, kendilerinehıyanet edenleri savunmaması gerektiğini, dünyada onlarsavunulsa bile, kıyamet gününde Allah’a karşı onları savunacakkimsenin bulunmayacağını, günah işleyip sonra onumasum birinin üstüne atan kimsenin büyük bir vebal yüklenmişolacağını bildirmektedir. Müfessirler bu âyetlerinbir hırsızlık hâdisesi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.Görünüşte Müslüman olan Tu’me b. Übeyrik adındabiri, bir Müslüman’ın evinden çaldığı kalkanı bir Yahudi’yeemanet bırakmış, emarelerden hareketle kalkan Yahudi’ninevinde bulunduğunda onun ifadesine binaen adam yakalanmış;fakat yemin ederek hırsızlığı Yahudi üzerine atmışve buna da akrabalarını şahit göstermiştir. Yemin ve şahit-11
- Page 2 and 3: YENi ÜMiTTemmuz Nisan / Mayıs / A
- Page 4 and 5: içindedir ki, sanki bu mübarek k
- Page 6 and 7: anlaşılmasını problemli gördü
- Page 8 and 9: YENi ÜMiTProf. Dr. Muhit MERT *Nis
- Page 16 and 17: manlar; sıddîklar da, hayâl, tas
- Page 18: YENi ÜMiTBilal ÜNSAL *Nisan / May
- Page 21 and 22: Osmanlının son dönemlerinde eği
- Page 23 and 24: Allah dostlarının, Cenab-ı Allah
- Page 25 and 26: yorum.’ Bir de baktım ki, o zât
- Page 27 and 28: önemli bir mesaj iletmekte, diğer
- Page 29 and 30: Mekkî âyetlerin ayırıcı muhtev
- Page 31 and 32: Bu resmî kayıtlara göre 1456-154
- Page 33 and 34: cektir. Ancak mukarada tahvili Tür
- Page 35 and 36: E F E S L E RBir GeceOndört asır
- Page 37 and 38: talim etmek üzere bir rahmet olara
- Page 39 and 40: ibadeti, maddeden mâneviye, Yüce
- Page 41 and 42: gün bu tarz üzere devam ediyor. 7
- Page 43 and 44: YENi ÜMiTOsman KARYAĞDI *Nisan /
- Page 45 and 46: Üstad’ın ifadesiyle Nurların b
- Page 47 and 48: Lezzetleri tahrib edip acılaştır
- Page 49 and 50: ütün insanları öldürme, bir in
- Page 51 and 52: urnunu, kulağını kesilmesini) ya
- Page 53 and 54: türlü mücadelelerinde böyle bir
- Page 55 and 56: siledir. Geçmiş milletler arasın
- Page 57 and 58: tün engelliler diğer insanların
- Page 59 and 60: günlük hayatlarında düstur edin
- Page 61 and 62:
Muaviye adlı bir kadının evindek
- Page 63 and 64:
irlikte omuz omuza mücadele ettikt
- Page 65 and 66:
İbadet ve TaatıKendisindeki sekî
- Page 67 and 68:
YENİ ÜMİTNisan / Mayıs / Hazira