KokuOLCOBAY ŞAKİRçev. İBRAHİM TÜRKHANBeli iyice bükülen ihtiyar kadının tek derdi etrafına yayılan kokuydu. O koku kendindenkaynaklanıyordu. Burnuna artık tanıdık gelen o koku kendisini rahatsız etmiyorduancak eve girer girmez oğlu, gelini ve torunlarını fazlasıyla rahatsız ediyordu. Onlar ne zamaneve gelseler, ihtiyar kadına iğrenerek bakarlar ve hemen pencereleri, balkon kapısını açmayakoşarlardı. İlk zamanlar nahoş bir kokunun ortalığa hâkim olduğunu kimse açık açık dillendirmiyorduama son günlerde eve girer girmez burunlarını tutarak “ööf, öf!” demeye başlamışlardı.Başkaları neyse de, kendi canından yaratılan oğlu Meder’in “anne, pencereleri açıp öyleotursan daha iyi olmaz mı!” diye söze ilk olarak başlaması yok muydu? Biçare ihtiyar kadınson günlerde buna benzer sözleri sık sık duyduğu için utanmaya başladı ve elinden gelse birköşeye saklanıp oradan çıkmamayı diler oldu. Meder’in annesine yaptığı muameleden cesaretaldığı için midir, bilinmez; ‘saygıda kusur etmez.’ dedikleri gelin de son günlerde kaynanasınadil uzatmaya, lafla da olsa itip kakmaya başladı. “Gel büyük anne, buraya otur.” diyen torunlarıbile artık “Büyük anne, sen çok kokuyorsun.” diyerek yanından kaçıyorlardı. Daha önceçocuklarının buna benzer yakışıksız yaramazlıklarını engelleyen Meder, şimdilerde tamamensessizliğe büründü. Hatta çocuklarının “Büyük anne öyle oturma, böyle otur.” şeklindeki konuşmalarınıduymasına rağmen ses çıkarmamaya bile başladı.Evleri iki odalıydı. Birinde Üpöl nine yalnız başına yatıyordu. Eskide üç torunu ile birliktebu odada uyurlardı. Onlar büyük annelerini çekişirler, paylaşamazlar; en sonunda sırasıylaonun koynuna yatmaya razı olurlar ve bunu çok severlerdi. İhtiyar kadın da torunlarını o günlerde“Oy benim kokarcalarım!” diyerek severdi. Şimdi ise “Büyük annem kokuyor.” sözünütorunları da babaları Meder ile anneleri Canara’nın izinden giderek söylemekten çekinmemeyebaşladılar. En büyük torunu “Büyük annemin yattığı odada yatmayacağım.” der demez, sonrakilerde “Biz de senin yattığın odada yatmak istiyoruz.” derler, inatlaşırlardı. Anne baba isesonunda çocukların sözüne gelirler ve büyük odada hep birlikte uyumaya razı olurlardı.62eylül-ekim-kasım2012
Zavallı ihtiyar Üpöl’ün hayattaki tek dayanağı,bir oğlu ile bir kızıydı. Daha gençliğinin enateşli yıllarında, bir yastığa baş koydukları kocasıİkinci Dünya Savaşı’na gitmiş ve geri dönmemişti.Taze gelinlik çağında dul kalsa da, ömürçok hızlı bir şekilde geçip gitmişti. Çevredekilerinısrarına rağmen yeniden kocaya varmadı.“Oğlumla kızım üvey baba azabını çekmesinler.”diyerek, evlenmek için kapısına dayanan nice erkeğinümidini kökünden kestiği günler, dün gibiaklında. “İkisinin yüzünü de yere baktırmam.”diyerek, çocuklarını kaslarına et, bacaklarına güçdolmamış çağlarında babasız olarak büyütmüştü.Oğlu ve kızı için gecesini gündüzüne katıp;durup dinlenmeden çalışarak en sonunda kolhozsağıcılarının en birincisi olmuş ve onların başkanlığınıyapmaya başlamıştı. Çocuklarına birgün bile ‘yetim’ dedirtmedi. Hele eline ne geçerse,yemeyip içmeyip iki çocuğuna bölüştürüpvermesine ne demeli! Onca güzel yıllardan sonrasabahtan akşama kadar bu şekilde evde hapsolurcasınaoturarak, çocuklarının küçüklük günlerinihatırlamak tek meşgalesi oldu. Bazen gözyaşlarınhâkim olamadığı ve kendini tutamayarak hüngürhüngür ağladığı da oluyordu. Oğlu Mederile kızı Zeynep’in bir kundağa sarılığı hâllerinidüşündükçe yüreğinin bir köşesinin acıdığını dahisseder, “Çocukların karşında oturmasına rağmen,onların küçüklüklerini özlemek ne kadarda zormuş meğer.” derdi kendi kendine. Her günfarklı bir zorluğa duçar olduğu bu ihtiyarlık günlerinde,oğlu ve gelini ile torunlarının ikide birpencere ve kapıları açarak evi havalandırmalarınıgördükçe kaderine kızdığı da oluyordu. “Bu kokuda neyin nesi?” diye kendisine sorduğu soruyaverecek cevap bulmaktan zorlanıyordu. Her haftacuma günleri kızı Zeynep gelerek, banyo yaptırıpsaçını taradıktan sonra giysilerini değiştirdiğininhemen ertesi günü torunları “Büyük anne, sendenkoku geliyor!’ demeye başlıyorlardı. Her seferindekoku hakkındaki buna benzer lafları duydukça,yapacak bir şey olmamasından dolayı içten içebir düşünce seline kapılmaya başlıyordu.“Ah keşke, dışarı çıkıp sağa sola biraz adımlayıprahatlasam, bu koku gider mi acaba?” Ancakdışarı çıkıp gelmeye derman nerde? Eli ayağıağrıdığı için dokuz katlı apartmana inip çıkmasızordu. Asansörden ise eskiden beri korkardı. Binecekolsa hemen başı dönmeye başlardı. Bunlaryetmezmiş gibi bir keresinde, dışarı çıkmak istediğiniduyan oğlunun “Kara kışın ortasında dışarıçıkıp da ne yapacaksın?” diye öfkelenmesine desebep olmuştu. Elinden sadece saat başında banyoyagiderek alelacele temizlenmek geliyordu.Ancak kolları yarı felçli olduğu için sağ eli solkoltuğuna, sol eli de sağ koltuğuna ulaşmıyordu.Köyüne gitmeyi düşündü bir ara ama şehirdehem hastane hem de kendisine bakacak oğlu vekızı varken nasıl gidebilirdi! Meder ile Zeynep’e‘annesine bakamadılar’ diye laf getirmek de istemedi.Kalmasının bir sebebi de insanların içindeoğluyla kızına karşı koruyuculuk yapmak istemesiydi.Zeynep imkânları elverdiğince haftada birgelerek banyo yaptırır, saçlarını tarardı. Kendisigelemediği zamanlarda kızı Cibek’i gönderirdi.Aslında gelini Canara da kötü aileden gelme birisideğildi. Bazen vicdanı elvermediği için midir,“Sizi ben de yıkayıp giyindirebilirim.” dediğiniduydukça içten içe razı olsa da, kaynana değil mi;çekinirdi. “Zeynep gelir yapar.” diyerek bahaneuydurur, gelinine el açmamaya dikkat ederdi.Ona rağmen bile, gelininin etrafa yayılan kokudankurtulmak istediği için öyle söylediğini düşündükçeyüreği sızlardı. Bu düşünce aklına gelincegelininin söylediği sözler ona dağlar kadarağır gelir, yere göğe sığmazdı sanki. Hemen içerigirer, kapıyı kapatarak yatağın olduğu köşeye varır,büzüşür otururdu…Eskiden sofraya oğlu gelini ve torunlarıylabirlikte otururlardı; ortalığa koku yayılmaya başladıktansonra ihtiyar kadına ayrı bir sofra kurmayabaşladılar. Yemek hazır olana kadar mutfaktahep birlikte eğleşirler, hazır olduktan sonra,tamam; seyretmeyi gerektirecek bir program olmasabile ‘televizyon seyredeceğiz.’ bahanesiyleihtiyar kadını mutfakta yalnız bırakırlardı. Mutfaktakendi başına yemek yer, oturur, dinlenirdi.İhtiyar kadın yemeğini yedikten sonra, odasınageçer geçmez hepsi birlikte mutfağa koşarlardı.63eylül-ekim-kasım2012
- Page 2 and 3:
Muhterem Okurlar,Kardeş Kalemler
- Page 4:
de mankurtlar tarafından kuşatıl
- Page 7 and 8:
MİRLANBEK NURMATOVile Kırgız Dos
- Page 9 and 10:
u kadar yoğun bir şekilde yaşad
- Page 11 and 12: nun içinde Osmonkul Aliyev, Bazark
- Page 13 and 14: da oldukça iyi biliyordu. Bu yarat
- Page 15 and 16: gizli kalanları, halkın bilmedikl
- Page 17 and 18: a çocuk öğrenim yeteneği ve bab
- Page 19 and 20: sunarak dil için durmadan çalış
- Page 21 and 22: K. Tınıstanov, yukarıdaki yarı
- Page 23 and 24: Kırgız Edebiyatı 20. asrın baş
- Page 25 and 26: Kasım Tınıstanovile ilgili Kırg
- Page 27 and 28: nov birkaç bilimsel çalışma yap
- Page 29 and 30: ları hakkında ayrıntılı bilgi
- Page 31 and 32: o geceye “Akademi Geceleri” ad
- Page 33 and 34: Kasım Tınıstanov'dankısa hikây
- Page 35 and 36: Keçi de hemen kendi lüzumundan ba
- Page 37 and 38: efendi şarpadan kömöçü yakalay
- Page 39 and 40: şair ve yazarlığınınyanında,
- Page 41 and 42: SALİCAN CİGİTOVçev. KEMAL GÖZK
- Page 43 and 44: lışmaların sanki değişen hiçb
- Page 45 and 46: ken edebî zevk için norm aramanı
- Page 47 and 48: koruması ve sağladığı imkânla
- Page 49 and 50: MAMASALI APIŞEVçev. ABDRASUL İSA
- Page 51 and 52: ği balla ye”. O günden bu güne
- Page 53 and 54: Kırgızca veya Rusça basılan ese
- Page 55 and 56: mıştır. Hemen bütün hikâyeler
- Page 57 and 58: BEN KENDİMİBen kendimi ev dışı
- Page 59 and 60: ÇINARA SASIKULOVA*Kırgız öyküs
- Page 61: Bu öykünün diğerlerinden farkı
- Page 65 and 66: Otobüslerin birisine binerek düş
- Page 67 and 68: nelerin olduğunu kim bilsin, yaşa
- Page 69 and 70: Anarbay'ın köprüsüKASIM KAİMOV
- Page 71 and 72: Sadece kulakları iyi işitmiyordu.
- Page 73 and 74: sonraki köprülerin Anarbay ile bi
- Page 75 and 76: olaylar sırasında öldürüldüğ
- Page 77 and 78: cek olanlar da yanılacaklardır;
- Page 79 and 80: “Akşamleyin çocukların oynadı
- Page 81 and 82: ÖZGE MEKÂN…Aşkın derin deryâ
- Page 83 and 84: KardedevletlerdlrobleMUHSİN İLYAS
- Page 85 and 86: ustalıklı bir şekilde kullanarak
- Page 87 and 88: üfleme çalgıları çalan müzisy
- Page 89 and 90: Türk şiirindeHazreti Peygamber186
- Page 91 and 92: Gubeydullin, Şabdanov, Jubanov, Ş
- Page 93 and 94: Rusedebiyatındanbeslenen,Gogol’u
- Page 95 and 96: Soldan sağa: İl Kültür Müd. Ta