11.07.2015 Views

Kasım Tınıstanov'dan kısa hikâyeler - Bizim Kulliye Dergisi

Kasım Tınıstanov'dan kısa hikâyeler - Bizim Kulliye Dergisi

Kasım Tınıstanov'dan kısa hikâyeler - Bizim Kulliye Dergisi

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Muhterem Okurlar,Kardeş Kalemler’in Genel Yayın Yönetmeni AliAkbaş, Ocak 2007’de, derginin ilk sunumunda;her dergi yeni bir misyon üstlenmek ve mevcutyayın yelpazesi içinde kendisine bir yer aramakiçin çıkar, demiş ve bütün Türk dünyasına,yeryüzünde Türkçe’nin konuşulduğu çok geniş bircoğrafyaya sesleneceklerini belirtmişti. O gündenbu güne; Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Afrika’danOrtadoğu’ya, Avrupa içlerine kadar durmaksızınseslenen Kardeş Kalemler, seslendiği yerlerde “tatlıbir ünsiyet” peyda ederken Anadolu’da edebiyatdergisi çıkaranlara da övünç oldu.Hevesten mi, başımıza gelenlerin ıstırabındanmı, yoksa uzaktaki kardeşlerimize bir selamgönderme ihtiyacından mı; bu sayımızda biz deKardeş Kalemler’in hem konusunu hem temasınıüstlendik.Ama asıl tetikleyici sebep Kırgızistan Dostlukve Kültür Derneği’nin talebi… KardeşlerimizinTürkiye Türklerince pek de bilinmeyen Kırgızyazı dilinin temelini atan şair, yazar, TürkologKasım Tınıstanov’u tanıtma arzuları önündeduramayışımız.Gelecek sayımızın dosya konusu “Edebiyat veEstetik”.Nice güzelliklerde buluşmak dileğiyle Allah’aemanet olunuz.<strong>Bizim</strong> Külliye


NAZIM PAYAMOlgun okurlar,edebiyatçınınnasıl söylediğiyleilgilendiği kadarne söylediğiyle deilgilenirler. Buna ‘niyetokuma’ diyebilirsiniz.Çözümlemeler,suçlamalar,savunmalar niyetokuyucuların sürümleridoğrultusundaderinleşir, genişler.Bazı roman yazarları,sanki şehrimin, mahallemin,sokağımın insanıymışgibi gelir bana. Evden çıktığımda,kendilerine ya da kahramanlarındanbirine “Ne haberkomşu?” diye sesleneceğimhissiyle dolarım. Romandan çıkmış fakat isim değiştirmiştipleri de tanımakta gecikmem. Eskiler, yenilerbir yerlerde buluşur, konuşuruz. Mesela NecipMahfuz’un sokaklarında… O sokakların bitimindedünyanın bütün sokaklarının birbirine bağlandığınabayağı inanmışımdır. Mahfuz, kuşkusuz ki kenditoplumunun hayatını, kültürünü anlatmaktaydı. Sanatçıdaortak değerler çoğaldıkça paylaşım da çoğalıyor.Okurun görevi, metinlerden doğan alınyazısınıgerçeklemedir. Dikkatsiz okur, kalemin fısıldadığıilhamı amaçsız bırakabilir. Aytmatov’u okurkende geçmişi hayatından koparılanların nasıl bir karaboşluğa düştüğüne tanık olmuş, çevremizin gitgi-3eylül-ekim-kasım2012


de mankurtlar tarafından kuşatıldığı düşüncesinekapılmışımdır. Ürküntüm, tedirginliğim yineonun romanlarına, hikâyelerine efsanelerden,destanlardan aldığı yüzlerle giderilmişti. Sovyetsisteminin aidiyet damarlarını tıkama, parçalamaçabasına karşın Aytmatov’un romanlarına,hikâyelerine gizlediği mazi kıvılcımlarıyla ışıldayanyüzler, psikiyatrları imrendirecek güçteydi.Edebiyatın işlevlerinden biri de kendi kültürünüsavunma ve yaymadır.Mahkûm vatan kaygısını sırtında ve tek başınataşıdığına inanan Bahtiyar Vahapzade’ninşiirleri de töresiyle bezenmiş özgürlüğe çağrıdır.Ona göre asıl ortaklık, ortak ruh; tarihi, dili, dini,didinişi bir kardeşlerin özgür iradesinden doğacaktır.Eğer insanı ve insanlığı sömürenlere taşatılacaksa bu birliktelikle kaldırılıp atılmalıdır.“Gözümde göllendi, güllendi yaşlar / Dağıldıbaşımdan dostlar, tanışlar/ Bedbahtlık- yüreğeçapraz dağ çeken/ Tekliğin zamanda ikiz kardeşi/Teklik – gönül sıkan, teklik bel büken / Dünyanınen büyük, en ağır taşı!”Gaspıralı İsmail gibi Vahapzade de kardeşleriyle;Cengiz Aytmatovlarla, Cengiz Dağcılarla,Muhtar Şahanovlar, Adil Yakubovlar, MuhammedHüseyin Şehriyarlar, Oraz Yağmurlarlave Balkanlılarla, Kemallerle, Buğralarla varlıkpenceresini güneşe açmaya, “Dilde, fikirde, işdebirlik”i, hayata sevk etmeye, bütünlük içinde dirileşmeyeniyetliydi. Ömrü bu niyetle tükendi.Roman inandırmaya dayanır, şiir inanmışlığa.Bundandır ki toplumlar büyük değişim talepleriyle,yeni bir ülküyle karşılaştıklarında ilkinbunların temsilcileri olarak gördükleri şairlerinmısralarına eğilirler. Ancak böylesi şairlerin uyarıları,heyecanları; mevcut düzeni, erinci sarsarakfarklı algılar oluşturacağından çoğunluğu veyahâkim güçleri rahatsız edebilir. Etmiştir de. Yaşadıklarıdönemde birçok şair dünya okurlarıncailgi görmesine rağmen kendi ülkelerinde dışlanmış,sürgün edilmiş, hücreye konulmuş yahut öldürülmüşlerdir.Vahapzade’nin, niyetinden tedirgin olanlar,kızanlar da onun yaşama hakkını elinden almayakalktılar. Yalnızca ona değil, yakınlarına, arkadaşlarınada öldürücü ıstıraplar yaşattılar. Sokaktaolsun, evinde olsun çok zaman yalnız kaldı.Nâzım Hikmet de öyle idi: “Bir gece bir denizdeyalnız yıldızlar ve bir yelkenli vardı./ Bir gecebir denizde bir yelkenli yapayalnızdı yıldızlarla.”“Yazılarım otuz kırk dilde basılır/ Türkiye’mdeTürkçemle yasak”Nurullah Ataç, “Şeyh Bedreddin” denemesindeNâzım Hikmet’in şairliğinin, konusuna,fikirlerine hâkim olmasından kaynaklandığını,kendisinde bulunan musiki gücü ile şiirlerini birersenfoni hâline getirdiğini, kulak gibi gözü deişlediğinden, anlatmak istediği şeyi gördüğünü vegördüğü için de anlatabildiğini belirtir.Ataç’ın tespiti, büyük şairlere mahsus doğrulukkazanmış bir tespittir.Nâzım da büyük şairdi.Acımasızca öğüten gerçek bizi çaresiz bıraktığındaNâzım’ın mısraları hâlâ saatimizin akrebioluyorsa, iflah olmaz çıkar ilişkilerini görüp duyduğumuzdaiç sızıyla “Yine kimin dostlar/ yinekimin boynun vurdular?” demekten kendimiziçekip alamıyorsak Nâzım büyük şairdi.Fakat büyük şairimizin bir büyük yanılgısı vardı;kabullenemeyeceği manzaralardan topyekûnkabullendiği despot bir sistem çıkarmak.Olgun okurlar, edebiyatçının nasıl söylediğiyleilgilendiği kadar ne söylediğiyle de ilgilenirler.Buna ‘niyet okuma’ diyebilirsiniz. Çözümlemeler,suçlamalar, savunmalar niyet okuyucularınsürümleri doğrultusunda derinleşir, genişler.Evet, niyet okuyucular, Nâzım’ın şiirlerini insanodaklı olmaktan çok karın tokluğuna Sovyet SosyalistCumhuriyetler Birliği halklarından biri olmayaözendirici bulmuşlardı.Bulgular kimi edebiyatçıyı sesiyle, kimini niyetiyle,kimini ise hem sesi hem niyetiyle bırakırbize. Nâzım’ın niyetinden zevklenen üç beş binkişi elbet vardı. Ama keşke Türkçemize kulak verenmilyonlar göz ardı edilmeseydi.■4eylül-ekim-kasım2012


MANAS’IN KÜMBETİNDE** çev. İbrahim TürkhanKASIM TINISTANOVTepelerden gayret içinde getirip taşYendiler engelleri bir bir, yavaş yavaş.Başlayarak Ala Dağ’dan Çüy’e doğru,Ayna gibi berrak nehirleri akıtır Talas.Saygı dolu gözyaşları içinde o kümbeteGömülmüş bir zamanlar Yiğit Manas.Kümbetin ne zaman kurulduğunu anlatıyorYüzyıllar öncesinden olanları yansıtıyor.Manas’ın halkını korumasını; zafer kazanmasınıNasıl bir insan olduğunu haykırıyor.Ziyaret etmeye gelenlere söyleyecekleri,Dört bir yanındaki kitabelerde yazıyor.Ne var ki, merhametsiz yabancıların ellerinden,O eşsiz yazı ve süslemeler hoyratça harcanıyor.Hâlâ da ayaktadır kümbet şaşırtarakGörenleri düşündürüp aklını başından alarak.Uzakta kalıp görmeyenleri haşmetiyleİç çektirir her zaman kendine hasret bırakarak.Dağ rüzgârı gece gündüz okuduğu masallarlaEsmektedir kümbete nice türlü sırları anlatarak.Şimdiki nesillerin ahvalini beyan etmektedir,Uykudan yeni uyanmışçasına hayrette bırakarak.Ala Dağ gökyüzüyle kucaklaşmaktadırGurur dolu göğsünü dikerek yarışmaktadır.‘Manas’ım halk içinde iki kat yiğit’ diyerekGüneşle, ayla onu denk tutmaktadır.Vadiler, büyük zirveler, uzun boylu ağaçlarSırasıyla kümbetin başında bekçilik yapmaktadır.Vadiden nefes nefese çıkan berrak pınarSözlerine Manas’ın sözleriyle başlamaktadır.Halkının yüreği ve gönlü yaralıdırGeçmiş zamanların derdinde kalarak.Ozanlar ismini ekleyerek şiirlerini süslerkenKopuzcular mest olurlar içli bir ezgiye kapılarak.Ressamlar özlem duyup resim çizerkenGençlerin kanı kaynar, yürekleri yanarak.İnleyen her bir kopuz çoktan beriYasını tutuyor Er Manas’ı hatırlayarak.6eylül-ekim-kasım2012


MİRLANBEK NURMATOVile Kırgız Dostluk ve Kültür derneği üzerineHer şeyi bir plana programa sokmak gerekiyor.Akademisyenlerimizi ayrı organize ediyoruz. İşadamları kolumuz oluşuyor. Öğrenci kurulu,sanatçılar kolu, kadınlar kolu diye ayrı ayrıgruplara ayırdık. Kadınlar kolumuz çokaktif bir şekilde çalışıyor.AYDIN KARABULUTSizi tanıyalım isterseniz sohbetimizin başında.Biraz kendinizden, akademik çalışmalarınızdanbahseder misiniz?İsmim Mirlanbek, soy ismim Nurmatov. 2000yılında Konya Selçuk Üniversitesi Fen- EdebiyatFakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisanstahsili yapmak için Kırgızistan’dan geldim.2005 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal BilimlerEnstitüsü Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümündeyüksek lisansa başladım. Tezimde Türkiye Türkçesive Kırgız Türkçesindeki deyimlerin karşılaştırmalısözlüğünü hazırladım. Hâlihazırdaaynı enstitüde doktora yapmaktayım.Kırgızistan Türkiye Dostluk ve Kültür DerneğiGenel Sekreterliğini yürütüyorsunuz.Dernek, Türkiye’deki Kırgızlara yönelikçalışmalar yürütüyor. Derneğin amacı,misyonu hakkında neler söylemek istersiniz?Ayrıca ne gibi faaliyetleriniz oluyor?Kırgızistan Dostluk ve Kültür Derneği adı üstündedostluğa ve kültüre çok önem veriyor. Şuanda Türkiye’de İstanbul ve Ankara’da faaliyetyürütmekteyiz. En kısa zamanda da Antalya gibiBursa gibi Kırgızların yoğun yaşadığı yerlerdede şubeler açacağız. Genel Sekreterlik görevibana verildiğinden beri elimden geldiğince kültürişleri üzerine yoğunlaştım. İnsanı bu hayattaen çok mutlu eden şeylerden biri kendi kültürüneyaptığı hizmettir. Dünyayı saran teknoloji çağınıniçerisinde insanı en çok mutlu eden kurulandostluklardır.Derneğin yeni yerini Kırgızistan CumhurbaşkanıSayın Almazbek Atambayev açtı.Dışişleri Bakanı, Kültür Bakanı ve Türkiye’denbirçok resmî davetli vardı açılışta. Açılışa SayınCumhurbaşkanın katılması derneğinizi nasıletkiledi?Sayın Cumhurbaşkanımız Almazbek Atam-7eylül-ekim-kasım2012


ayev bütün Kırgızların lideri. Onun bizzat gelipderneğimizin açılışını yapması bizi çok onoreetti. Cumhurbaşkanımızın derneğimizi açmasıbirçok yönden etkiledi. Türkiye’deki resmî kurumlarlabizim bağımızı daha da güçlendirdi.Misyonumuzun çok büyük olduğunu etkili birşekilde halka anlatma fırsatı doğdu.Dernek oldukça geniş bir yere taşındı. Derneğiniçinde hangi birim ve bölümler var?Derneğimiz 450 metrekarelik bir ofiste faaliyetiniyürütüyor. Toplam 12 odası var. YönetimKurulu, Konsolosluk, Genel Sekreter, ÖğrenciKurulu birimlerinin hepsinin ayrı ayrı odalarıvar. Sosyal alan diye bir bölümümüz var. Bubölümde bekleme salonumuz, çocuk odası,toplantı salonu var. Ayrıca bu bölümde mutfakve Kırgız Kültürevi diye bir bölümümüz var. Buodada genelde misafirlerimizi ağırlıyoruz. TamamenKırgız millî kültürüne ait eşya ve işlemelerledolu bu yere, mini bir etnografya müzesidiyebiliriz. Bekleme salonunda, çocuk odasında,toplantı salonunda, Kırgız Kültürevi’nde plazmatelevizyonlar var. Uyduya bağlı. Kırgızca yayınyapan kanallar seyrediliyor. Kültürel bir dernekolduğumuz için paneller, seminerler düzenleyebilmekiçin ayrıca 50 kişilik konferans salonumuzvar. Bu salon çağın teknolojisine göre donatıldı.Akıllı tahta, yansıtıcı var.Dernek birçok faaliyete imza attı. CengizAytmatov Kültür Günleri, Kurmancan Datkave başka programlar. Bu faaliyetler hakkındaneler söylemek istersiniz?Cengiz Aytmatov, Kurmancan Datka Kırgızlarıngurur kaynağı, bizim adımızı dünyayaduyuran önemli şahsiyetlerdir. Cengiz Aytmatovsadece Kırgızların değil bütün Türk dünyasınamal olmuş bir yazardır. Çıngız’ı tanıyan Kırgız’ıtanır derler. Burada tekrar ruhunu rahmetle yâdetmek istiyorum. Kurmancan Datka Kırgız kadınlarınıniçinden çıkmış büyük bir kahramandır.General unvanını, Kırgızca tabirler Datkaunvanını alan bir hanımefendidir. Emperyalizmekarşı kendi vatanını ve milletini korumaya çalışmıştır.Kırgız tarihi açısından çok önemli birşahsiyettir.Dernek kurulduğu yıldan itibaren yoğun birprogramın içerisinde. Basından takip ediyoruzzaman zaman. 2012 yılı içerisinde hangi kültürelfaaliyetleri yapmayı planlıyorsunuz?Yeni yerimize taşındığımızda tarih 15 Ocak2012 idi. Yani biz yeni yılda yeni bir başlangıçyapmış olduk. Türkiye’deki Kırgızistan vatandaşlarınıve Türkiyeli kardeşlerimizi kucaklayabilmekiçin bazı güzel kültürel programlar yaptık.Hafta sonları öğrencilerimiz için çok güzelseminerler düzenliyoruz. Derneğimize üye olanailelerin çocuklarına yönelik kültürel programlaryaptık. Halk Ekmek Fabrikasına, KartepeKayak Merkezine gezi düzenledik. Bu programada oldukça yoğun bir katılım oldu. TürkiyeliKırgızlardan ressam Tacıgül Küntüz Kırgız motiflerinintarihi üzerine bir seminer verdi. Ordaçocuklar ekmeğin soframıza ulaşıncaya kadarhangi aşamalardan geçtiğini gördüler. Önümüzdekihafta çocuklar için müze gezisi düzenlemeyiplanlıyoruz.Kırgızistan’dan Türkiye’ye resmî ziyaretamacıyla gelen devlet adamları, milletvekilleri,bakanlar; ticarî amaçla gelen iş adamları, geziamaçlı gelen Kırgızistanlı turistler KırgızistanDostluk ve Kültür Derneği’ni mutlaka ziyaretediyorlar. Gelen resmî heyetler KırgızistanCumhuriyeti İstanbul Konsolosluğu ile birliktegelip dernek yönetim kuruluyla Türkiye ve Kırgızistanilişkileri ve vatandaşların meseleleriüzerine konuşuyorlar. Bu konuyla ilgili nelerisöylemek istersiniz.Kırgızistan Cumhuriyetinin bağımsızlığına20 yıl geçti. Türkiye Cumhuriyeti devlet tecrübesiolarak çok ileride. Üniversiteleri, önemlikurumları, Yunus Emre Vakfı gibi önemli kuruluşlarıyurt dışında Türkiye’yi temsil ediyor. AlmanlarınGoethe Enstitüsü var. Yine İngilizlerin,Rusların enstitüleri var. Kırgızların dünyada yoğunolarak yaşadığı ülkeler var. Rusya’da oldukçafazla Kırgızistan vatandaşı var. İkinci sıradaKazakistan’da üçüncü sırada da Türkiye’de yoğunolarak vatandaşlarımız yaşıyorlar. Kırgızlar8eylül-ekim-kasım2012


u kadar yoğun bir şekilde yaşadığı bir yerde birkültür ortamını oluşturmazlarsa zamanla kaybolurlar.Bunun için biz dernek kurduk. BuradakiKırgızların haklarını hukuklarını korumaya, heralanda onlara moral vermeye çalışıyoruz. Vatandaşlarımızınbir araya gelip dertlerini müzakereedeceği bir platform gibi de kullanıyoruz burayı.Burayı başka bir tabirle Kırgızların evi yapmayaçalışıyoruz. Türkiye’de bulunan bize kardeşhalklar, ilgi duyanlar da derneğimize gelebilirler.Türkiye’deki ve Kırgızistan’daki devlet daireleriylearamızın nasıl olduğunu sordunuz. Biztamamen kendi üyelerimizin desteğiyle ayaktakalan bir derneğiz. Türkiye’deki Kırgızistan vatandaşları,derneğin kurulmasında ve yapılanmasındasorumluluk aldılar. Herkes taşın altınaelini koydu, derneğimizi imece usulüyle kurduk.Derneği büyük bir kültür merkezine dönüştürmekiçin çalışıyoruz. Türkiye’de yaşayan Kırgızistanvatandaşların entelektüel hayata dahafazla katkı yapmasını amaçlıyoruz.Derneğin www.kyrgyzstan.org.tr adresindebir web sitesi var. Bu sitede Türkiye’de yaşayanKırgızistan vatandaşları ve dernek hakkındahaberler yer alıyor. Ayrıca derneğin içerisindeİş Dünyası diye bir bölüm açılmış. Biraz da işadamlarına yönelik çalışmalara değinelim isterseniz.Teknolojinin hızla ilerlediği bir çağda yaşadığımıziçin zamanın gereklerini yerine getirmeyeçalışıyoruz. Derneğimizin güzel bir websitesi var. <strong>Bizim</strong> hakkımızda güncel her şeyeburadan ulaşılabiliyor. Önceden herkes gelsin,çay içelim, tanışalım usul ve mantığıyla gidiyorduk.Artık dernek çok büyüdü. Her şeyi bir planaprograma sokmak gerekiyor. Akademisyenlerimiziayrı organize ediyoruz. İş adamları kolumuzoluşuyor. Öğrenci kurulu, sanatçılar kolu,kadınlar kolu diye ayrı ayrı gruplara ayırdık.Kadınlar kolumuz çok aktif bir şekilde çalışıyor.İktisadi bir hayat içerisinde yaşıyoruz. Ekonomioldukça önem arz ediyor. Türkiye’nin seçkinüniversitelerinde eğitimini tamamlayıp ya kendiişini kuran ya da üst düzey firmalarda çalışan200’e yaklaşan Kırgızistanlı iş adamaları kitlesivar. Biz bunlarla bir araya gelerek, başka ülkelerleirtibata geçerek, iş adamlarımızın çalıştığısektörlerdeki hedefledikleri atılımlara yardımetmek istiyoruz. Yani bir irtibat merkezi gibi düşünebilirsinizderneği. Sadece Türkiye’dekilerideğil, dünyanın dört bir yanında ticaret yapaniş adamlarımızı birbirlerinden haberdar etmekistiyoruz.Derneğin içerisinde Konsolosluğa ayrılmışbir oda var. Bu odanın işlevinden bahsedelim.Konsolosluk, elçilik bunlar devlet makamları.Vatandaşlar çok işleri düşmedikçe buralaragitmek istemezler. Resmiyet vardır bu yerlerde.Dernekler biraz daha rahat yerlerdir. Gurbetteolan insanların her türlü sıkıntısı olabiliyor.Vatandaşlarımızın problemlerinin dinleneceğibir yerin olması gerektiğini düşündük. <strong>Bizim</strong>üyemiz olan Abdulatip Juraev Bey’i cumhurbaşkanımızave Dışişleri Bakanlığına teklif ettik.Bir ay gibi yoğun bir diplomatik programa tabituttular kendisini Bişkek’te. Ondan sonra resmîşekilde Kültür, Eğitim ve Migrasyon Ateşesiolarak ataması yapıldı. Haftanın belli günleridernekte belli günleri konsoloslukta bulunuyor.Dernekte bulunduğu günlerde vatandaşlarımızsıkıntılarını dinlemekte, konsoloslukla vatandaşarasındaki irtibatı sağlamaktadır. Türkiye’de 20yıldır yaşaması, prosedürleri ve resmiyeti çok iyibilmesi bu uygulamada etkili oldu. Bu pilot biruygulama. Başarılı olunduğunda diğer ülkelerdede uygulanacak. ■9eylül-ekim-kasım2012


HÜSEYİN KARASAYEVile Kasım Tınıstanov üzerineHer halkın medeniyet temelini atan mimarları, yetenekliaydınları vardır. Kasım, yetenekli bir hoca aynı zamanda dadevlet adamıydı. İlk halk mimarlarındandı. Kısaca söyleyecekolursak Kasım Tınıstanov Kırgızların Lomonosov’udur.TENTİ OROKÇİYEVçev. ÖMER KÜÇÜKMEHMETOĞLUHüseyin hocam, Kasım Tınıstanov’u sizdendaha iyi bilen kimse yok herhâlde. Sohbetimize,onunla tanışmanızdan, kader yolunuzun nasıl kesiştiğindensöz açarak başlayalım.Kasım Tınıstanov ile 1914-1916 yıllarındaKarakol’da Rus Tüzem Mektebinde birlikte okuduk.Aynı yaştaydık. Ancak çocukken o kadar yakındantanışmıyorduk. Sonra 1923 yılında yineKarakol’da tanıştık. O zaman ben Kasaba DevrimKomitesi’nin (Selrevkom) Başkan Yardımcılığınıyürütüyordum. Bir arkadaşım gelip: “Gençler,Taşkent’e okumaya gitmişler; biz de gidelim. Tınıstanovdiye orda bir tanıdığım yakın arkadaşım var.O, orada okuyor. Onunla konuşalım,” dedi. Tamamdedik ve Karakol’da Çin mimarisinde yapılmış evegittik. Eve girecekken bizi bir kız karşıladı. Ona“Kasım evde mi?” diye sorduk. Biz konuşurken Kasımda geldi. Baktım, çocukluğundaki siması değişmiş.Çehresi ablaklaşmış, delikanlı olmuş. Üstündeşalvara benzeyen askılı bir pantolon vardı. Sohbetetmeye başladık. Amacımızı, düşüncelerimizi onasöylediğimizde o, “Gelin, Taşkent’te Talim TerbiyeEnstitüsü var. Orada Kazak-Kırgız Enstitüsünün birbölümüne girersiniz,” dedi. İlk defa böyle tanıştık.1924 yılında Sovyet Sosyalist Kırgız Muhtar Cum-huriyeti kuruldu. Devlet adamları hemen bizleriçağırıp görevlendirdiler. Kasım’a “Sen alfabedensonra okuma yazma öğrenme kitabını yaz, başkahiçbir işle meşgul olma,” dediler. Ondan sonrabizleri (Osmonkul Aliyev, Sıdık Karaçev, MustapaAkmatov ve beni); sizler de Erkin Too gazetesini çıkaracaksınızdediler. İsa Arabayev’e “Alippe” (Alfabe)yazma görevi verildi. Kasım’a Ekim Devrimiile ilgili şiirleri Kırgızcaya tercüme etme görevi ekolarak verildi. Böylece işe koyulduk. Orada TürkistanHalkı Aydınlatma Başkanına bağlı Kara Kırgızİlim Komisyonu vardı. Bu komisyonda OsmonkulAliyev, Sıdık Karaçev, Mustapa Akmatov ve bençalışıyorduk. Bizden önce Kasım Tınıstanov, İsaArabayev, Sarnogoyev ve Daniyar çalışmış. Böyleceokulu bir yana bırakıp bir tek bu işle meşgulolmaya başladık. O yıllarda Kasım, enstitüde sonsınıf öğrencisiydi. Enternasyonal marşını o zamantercüme etti.Hocam, Kasım Tınıstanov çalışırken nasıl birmetot izlerdi? Uzun yıllar birlikte çalıştınız. O, büyükbir ilim adamı idi, şairdi, çok yönlü biriydi.Kasım Tınıstanov, 1926 yılında Bakü’de düzenlenenTürkoloji Kongresi’ne katıldı. Delegasyo-10eylül-ekim-kasım2012


nun içinde Osmonkul Aliyev, Bazarkul Daniyarov,Osmonkul Bölöbayev vardı. Yetenekli ilim adamıBartold, Türk halklarının hepsinin tarihi, onlarıaraştırmanın bundan sonraki mesuliyeti hakkındageniş bir tebliğ hazırlamış. Konuşmasında,Kırgızlardan oldukça çok bahsetmiş. O zamanKasım, Bartold’a “Siz Kırgızlar için ayrı bir tarihkitabı yazar mısınız?” diye dileğini bildirince o da,olur, demiş. Bartold, 1926 yılında eserini bitirir ve1927 yılında basıma verir. Bu eser 1928 yılındaKırgızistan Akademi Merkezi tarafından yayımlandı.1928 yılında ben okumaya giderken KasımTınıstanov ile Takçoro Coldoşov “Bunu üstadınagötürür teslim edersin,” diye bana verdi. Eseri alıpBartold’a verdim. Kırgız tarihi hakkında ilk eserinyazılmasına da Kasım Tınıstanov vesile oldu.Tınıstanov’un her yazdığı şiir bir fikri içeriyordu.Onları şu anki toplum bilmiyor artık. Buna bir misalverelim. Onun “Şakirt” başlıklı bir şiiri var. Buşiiri yazdığında öğrenciymiş. Sene 1920. Kazakçayazılmış bir şiir.Tün mezgil el uktagan tınç tangAy jarık jatır düynö uyku koyuvJalgız ak şakirt otur kitep okup,Şırak pen tüz jakpagana av-gavKiteptin bardık katı tüsüp közgö,Oy kirbey kökürökkö anan özgö.Jüröktü jarıp çıkkan nazik süyüü,Baylanıp ulut degen jalgız sözgö.Çetinen bir kitepti açıp körüp,Bekemdep adabiyat aldı bölüp.Tekşerip eng tüpkürün karap körsö,Terengdep bagıt alıp ketken örüp.Sol zatı jok, bol jetken bar kılmakçı,Tabuvga tezden izdep kayrımaçı?!(Anlamı: Gece vakti millet uyuyor çıt yok. Ayışık saçıyor uyku koyu. Talebe yalnız başına oturmuşkitap okuyor. Mum ışığında tam olarak seçilemiyor,kitabın yazıları göze yansıyor. Düşüncesarmıyor insanın sinesini, özünü. Gönlün yarıpçıkan nazik sevgi yalnızca tek bir millet sözünebağlanmış. Bir kitabı ucundan açıp bakarak iyiceinceleyip edebiliğini yoklayıp en ince ayrıntısınakadar baksa)O zamanlar hepimiz Kazakça okuyor, Kazakçayazıyorduk. Kasım’ın kalbinin daha genç yaşlardaKırgız halkı için nasıl çarptığını bu mısralardan görüyoruz.Değerli üstat, 1926 yılındaki Ürkün’ü siz deKasım da yaşadı. O zamanki halkın çektiği sıkıntıanlatılamaz. Bununla ilgili Kasımalı Bayalinov’un“Acar” (Acar), Cusup Turusbekov’un “Acal orduna”(Ecel Yerine), Aalı Tokombayev’in “Kanduucıldar” (Kanlı Yıllar) adlı eserleri var. Buhikâyelerin her bir ayrı sanat eseri her biri ayrıtarih. O devirden Kasım da siz de bahsetmediniz,neden?Ordaki azabı Allah dosta değil düşmana bilegöstermesin. Yolda dağ geçitlerinden geçerken Kal-11eylül-ekim-kasım2012


makların zulmü, bir yıl zarfında halkın yaklaşık %30-40’ı öldü. Hayatta kalanlar tekrar vatanlarınadöndüler. Dönenler de suçlandı ve evlerine yerleşmelerineizin verilmedi; dağlara sürüldüler. Çin’de,Kırgızların kızları, gelinleri, çocukları heder oldu,kayboldu. Birçoğu hizmetçi olarak satıldı. Birçoğunundili Kalmakçaya, Uygurcaya döndü; ana dilleriniunuttular. Çocuklar, kızlar hizmetçi oldular.Kasım bütün bu hâdiselerin canlı şahididir. Ben deÇin’den 1921 yılında döndükten sonra Erkin Toogazetesinde “Ne zaman rahata kavuşacaklar, dönecekler,çoğu hizmetçi olarak yaşıyor,” diye küçükbir makale yazdım. Kasım da bu durumdan oldukçamuzdaripti. Çin’e kaçan göçmenlerin vaziyeti onudüşündürüyordu. O yıllarda hükümet girişimlerdebulundu. Ukombez’in [1] (Gizli Güvenlik Teşkilâtı)sekreteri Usubakun Kangeldiyev göçmenleringeri dönüşü için girişimlerde bulundu. O sıralardaKakşaal’dan yazılan sıkıntılarla dolu mektubu ErkinToo gazetesinde yayımladık. “Suraçı dosumsuraçı” (Sorsana Dostum Sorsana) adlı Kasım’ınşiiri de tam bu temayı işliyordu. Kasım’ın ve benimÜrkün hâdisesini işlemediğimizi söylemekkuru laftan, lakırtıdan ibaret. Kasım, milletini sevenbiriydi. Eğri oturup doğru konuşmak gerek. OnunKazakça ve Kırgızca şiirlerinin çoğu vatanperverlikleörülü. O, bunları yazdığında bıyıkları yeni terliyordu.Şimdiki gençliğin, 20 yaşlarındakilerin neyaptıklarını çok iyi biliyoruz. Tek işleri televizyonseyretmek. Kasım’ın şairliğinden ister bahsedeyimisterseniz de bahsetmeyeyim; hepsi gün gibi aşikâr.Şairlik yeteneğini, eleştirmenler daha ayrıntılı biliyorlar,anlatıyorlar.Demin Kasım Tınıstanov’un bazı şiirleriniokuyup genel olarak bu şiirlerdeki poetikaya, fikirleredeğindiniz. O, aynı zamanda nesirde de ustaydı.Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?Genel olarak Kırgızlarda konuşma yeteneği var.Bunu Manas destanından ve halk efsanelerinden anlıyoruz.Ama bunların birçoğu günümüze ulaşmadı;derlenip basılamadı. Edebiyatımıza büyük yol açanbu işleri başlatan Kasım Tınıstanov’dur. Onun şiirlerininbazıları nesre yakındır. Canıl Mırza manzumesinibuna örnek verebiliriz.Men turdum, tışka çıktım, ay arası1. Upravlenie Komitet BezopasnostiBolgondoy tumandangan toonun başıÇetinen ala bulut çubap ötüpAgaydın ubayımdı köz karaşıKıroogo üstü-başı çılk orongon,Kiygendey kümüş kımkap saydın taşı.Koroboy iz tüşürüp tülkü, börü,Ençileş cazılganday şıbagası(Anlamı: “Ay ışığında kalktım dışarı çıktım.Dağın başı sislenmişti, bir ucunda bulut şekil almışkuyruk gibi görünüyordu. Hocanın duruşu hüzünlüydü.Kırağı her tarafı kaplamıştı. Nehrin taşlarıgümüş bir kına girmiş gibiydi. Tilki ve kurt usulca izbırakıp gitmişlerdi. Nasipleri birdi.”)Bu edebî bir tablo… Böyle mısralar şiirlerindeoldukça fazla. Kasım’ın nesri de aynı ustalıktadır.O, edebiyatımızın ilk eseri “Mariyam menen köl boyunda”(Mariyam ile Göl Kıyısında) adlı hikâyeyiyazdı. Bu eserin kahramanını da tanıyorum. Onunlahanımım Ayşa’nın akrabası evlendi. O adam, yakındavefat etti. Onunla Kasım’ın arasında bir alakavardı.Hangi yıllardı?1923 yılıydı. Böylece Kasım nesirde de önemlibir yol açtı. Onun şiir tercümeleri de güçlüydü.Tercümelerinin çoğu yayımlanmadı. ManasDestanı’nda “Almambetin comogu” (Almambet’inHikâyesi) adlı bölüm var. Bu bölümü KırgızcadanRusçaya tercüme etti. Bu tercümeyi daktiloda yazankişinin ağladığını gördüm. Rus edebî dilini, ana diligibi yazabiliyordu. Rusça şiirlerde yazdı; ama bunlaryayımlanmadı. Onunla birlikte çalışan Rus arkadaşları“Şiirlerinin Puşkin’den eksiği yok,” diyeonu övüyorlardı. O, Rusçayı biraz aksanlı konuşsa12eylül-ekim-kasım2012


da oldukça iyi biliyordu. Bu yaratılıştan verilmiş biryetenek. Söz sanatını iyi bilen insan sanata da yakınoluyor. O, her zaman Karamoldo’yu evine daveteder, ondan komuz dinlerdi. Ara sıra Kasım, şakaylakarışık “Moldo ağa, çal bakalım. Bir zamanlartoprak ağalarına çalıyordun, şimdi bize çalıyorsun,”dedi. Ne zaman gitsem Moldo evindeydi. Sanatı iyibildiği bundan da anlaşılıyor.Üstat, siz çok güzel bir şeyden bahsettiniz.Karamoldo’yu her zaman evine davet edip, komuzdinlediğini söylediniz. Demek onun sanatına çokdeğer vermesinin yanında, müziği dinlemesi deboşuna değilmiş.Ondan sonra Kasım, Boogaçı’nın sürgünegönderildiğini duyup bana şöyle dediğini dün gibihatırlıyorum: “Hey, Hüseyin! Bu nasıl iş? Aydınlarsürülüyor. Bu adam kendisi okul yaptı. Onun sayesindeNarın bölgesinden Moldobasan, Musa gibiyetenekler çıktılar,” dedi. Kederlendi. KazaklarınMağcan Cumabayev adında bir şairi vardı. O, KasımTınıstanov’un hocasıydı. 1923 yılında varsam,Mağcan Taşkent’e gidiyormuş. Kasım benden ikisınıf üsteydi. O sıralar Kasım, mandolin çalmayauğraşıyormuş. Mağcan, ona “Mandolin çalma, sanatilgi ister. Sanatın diğer dalı seni kendine çeker.Sen şairsin şiir yazman gerek,” diyerek onu yönlendirdiğiniduymuştum. Mağcan geldi. Saçı, kâkülüoldukça güzeldi. Çok yakışıklı bir delikanlıydı.Daha sonra kurşuna dizilerek idam edildi.Siz, Kasım çok şakacıydı diyorsunuz.Sayakbay’ı Karkıra’dan getirip, Kasım ile ilk defatanıştırdığınızda ilginç bir olay olmuş. Bunu daanlatır mısınız?Sayakbay Karalayev’i Frunze’ye (Bişkek) getirdiktensonra Kasım “Akademik toplantı, programdüzenleyelim, para ayıralım,” dedi. Onun dediğinikabul edip birçok meşhur insanı davet ettim. Bu konudanoldukça çok bahsedildi; bunları şimdi tekraretmeyeyim. Sayakbay Karalayev gelip oturdu. Ozaman daha otuz yaşında bile değildi; delikanlıydı.Onu görünce Kasım şöyle dedi: “Sana çok iyibakmışlar. Yağız doru koşu atı gibisin. Bakalım nekadar koşabileceksin? Manas’ı benim gibi okuyabilirmisin?” deyip başladı Manas okumaya; destanınderinliklerine daldı. Ondan sonra “Haydi bakalım,destanı benden daha iyi anlatabilecek misin, anlaştıkmı?” diyerek dışarı çıktı. Biraz sonra hanımımAyşa “Gelir misin?” diye beni çağırdı. Gittiğimde“Deminki boynu kalın, iri kafalı Manasçı mı?”diye Sayakbay Karalayev soruyor. Ben ona, “Yok;o, Manasçı değil.” dedim. “Destanı ezberden anlatıyor;onu ben de yaparım. Ezberden kim olsa o,okur. Yoksa Manasçı olmasından mı korkuyorsun?Korkma,” diye Sayakbay’ın heyecanını giderdim.Hepimiz o zaman şerine [2] yiyorduk.Kasımalı Cantöşev, Kasım Tınıstanov ve benbir araya gelip piyes yazıyorduk. Mesela “MayluuTang” (Yağlı Tan) adlı bir piyes yazdık. Bu tamamenkomedi eseriydi. Bunu tekrar tekrar anlattırıpgülüyordu. Onun bulunduğu yer şen şakrak olurdu.Üstat, ben de Kırgız dilcisiyim. Kırgız diliüzerine çalışmalar yapıyorum. Bir şeye çokşaşırıyorum. Kırgız dilinin gramerini, fonolojisini,morfolojisini, sentaksını başka dillerle mukayeseettik. Elbette ilk önce Rus diliyle karşılaştırdım.Mesela Kırgız dili fonolojisinde, morfolojisindezamir, sıfat, isim, fiil gibi terimler Rusçadan tercümeedilse de Kırgızcaya tam olarak uyuyor. Bunuyaparken herhâlde Kazak, Özbek ve Tatar dillerindenve bu kardeş edebiyatlardan istifade etti.Her ne şekilde olursa olsun, Kasım Tınıstanov’uneserlerinin eşi benzeri yok.- Kasım gerçek bir ilim adamıydı. Enstitüyü tamamlayamamışolmasına rağmen, yaratılıştan akıllıbiriydi. Kırgız dili meselesi gündeme geldiğindeonun oluşturduğu dil terimleri üzerine çalışmak gerek.Kasım, morfolojiyi ilk kendisi yazdı. O zaman,demin bahsettiğin terimleri oluşturdu. Bu terimleriustalıkla, estetik zevkle düşünüp bulmuş. Morfolojikitabını okuduklarında, ilim adamları şaşırıp:“Bu çalışmasıyla hemen akademik unvana layık,”demişler. Bir yönden tam olarak bu doğru. Diğertaraftan da bu Kırgızlara ait bir değer. Kasım, Altaydil ailesinin gramerlerini, Kazak, Kırgız, Özbekgramerlerini çok iyi mukayese etti herhâlde. O, ilkokuma öğrenme kitabını, bu eserin içinde morfolojiyive sentaksı yazdı. Bu ilklerin adamının ismielbette ebediyete kalacak. Her halkın medeniyettemelini atan mimarları, yetenekli aydınları vardır.Kasım, yetenekli bir hoca aynı zamanda da devletadamıydı. İlk halk mimarlarındandı. Kısaca söyleyecekolursak Kasım Tınıstanov Kırgızların Lomonosov’udur.■2. Şerine: Bir tür millî Kırgız yemeği13eylül-ekim-kasım2012


ABDULMACİT MURZAYEVile Kasım Tınıstanov üzerineAalı Tokombayev o zaman Lenin hakkında bir manzumeyazmıştı. İşte bu manzumeye Kasım Tınıstanov tanıtım yazısıyazar. Bu yazıda Aalı Tokombayev’in daha tam pişmemiş,ham mısraları olduğunu yazmaktadır. Bu eleştiriyi AalıTokombayev yanlış anlayıp beni kıskanıyor diye düşünür.MEERİM TAŞIBEKOVAçev. ÖMER KÜÇÜKMEHMETOĞLUAbdumacit Bey, Kasım Tınıstanov ile ilgilenmenizene vesile oldu?1990’lı yıllardan önce cerrah Prof. Dr. ErkinTınıstanov beni okutmuştu. Onu hoca olarak tanıyordum.Önceleri biz onun kim olduğunu bilmiyorduk.Kasım Tınıstanov ile soy isim benzerliğivar, diye düşünüyorduk. 29 Aralık 1989tarihinde “Moldo Kılıç ile Kasım Tınıstanov’unEserlerini Değerlendirme” adı altında KırgızistanKomünist Partisi Merkez Komitesi’ninkararı çıktı. Bu karardan sonra Kasım Tınıstanovhakkında birçok makale yayımlandı. Bumakaleler sayesinde Erkin Tınıstanov’un KasımTınıstanov’un oğlu olduğunu öğrendik. Buzamana kadar bu gizli kalmıştı, bilmiyorduk.Ben, ona babası hakkında ilginç şeyler sordum.Arşivlerden, kütüphanelerden bilgi ve belgelertoplamaya başladım. O zamanlar Kasım Tınıstanovhakkında oldukça sınırlı bilgi vardı. Onunhakkında yayımlanan yazılar arşivlerde gazetesayfalarından koparılarak yok edilmişti; bir türlüulaşamıyorduk. Kısacası imkân da yoktu aramakiçin… Bütün bunlardan sonra daha da fazla ilgilenmeyebaşladım. Bilenlerden sordum. Akrabalarından,onu tanıyanlardan, el yazısıyla yazdığıbazı kaynakları toplayarak parça parça matbuatorganlarında yayımlamaya başladım.Böylece büyük yazar hakkında “Kuuguntuk”adlı kitabınız yayımlandı. Biraz bu kitabınızdanbahsetseniz?Bu kitabın birinci bölümünde kendi araştırmalarım,topladığım materyaller yayımlandı.İkinci bölümü “Öçpös İzder” (Silinmez İzler)olarak adlandırılmaktadır. Bu bölüme Kasım Tınıstanovhakkında akademisyenlerin, yazarların,gazetecilerin gazete ve dergilerde yayımlananyazıları, arşivlerden alınmış materyaller koyuldu.O zamanlar yazar, ailesi çok büyük soruşturmave baskı altındaydı. Bu durum hakkında14eylül-ekim-kasım2012


gizli kalanları, halkın bilmediklerini anlatabilirmisiniz?1933 yılında “Akademiya Keçeleri” (AkademiAkşamları) hakkında opera-bale tiyatrosundapiyesler oynandı. Ondan sonra KasımTınıstanov’a eskiyi özleyen, burjuvazi yanlısı,halk düşmanı gibi yakıştırmalar yapıldı. Birçoktenkit yazıları yayımlandı. Ve daha sonra KasımTınıstanov işinden çıkarılarak tutuklandı. Sonraonun hayatı tam bir trajediye dönüştü. Tutuklandıktansonra sadece ailesi, çocukları değil; tanıdıkları,hısım akrabası da halk düşmanı, halkdüşmanının kuyrukları gibi suçlamalara maruzkalıp kovuşturuldular. Bu kitapta bu anlattıklarımhakkında çok geniş bilgi var.Bu duruma Aalı Tokombayev’in çok büyükkatkısı olsa gerek.Aalı Tokombayev o zaman Lenin hakkındabir manzume yazmıştı. İşte bu manzumeye KasımTınıstanov tanıtım yazısı yazar. Bu yazıdaAalı Tokombayev’in daha tam pişmemiş, hammısraları olduğunu yazmaktadır. Bu eleştiriyiAalı Tokombayev yanlış anlayıp beni kıskanıyordiye düşünür. Tokombayev bu eleştirileri dikkatealmadan Lenin Manzumesini yayımlar. Bu olaydansonra ikisi arasında anlaşmazlık başlar.Bu durumun Kasım Tınıstanov’a çok zararıdokundu herhalde?Elbette, Kasım Tınıstanov bu olaydan sonrabirçok tenkide maruz kalır. 1927-1937 yıllarıarasında çeşitli eleştiriler yapıldı. GenellikleAlaş Partisi ile ilişkisi var diye suçlandı. Eleştirmenleronun eserlerinde ideolojiye ters düşünceleriaramışlardır. Bu eleştirmenlerin öncüsüAytkulu Ubukeyev idi.Kasım Tınıstanov’un çocuklarının, neslininrepressiyadan sonraki kaderlerine kısaca değinsek…Onun Tendik, Erkin adlı iki oğlu ve Birdikadlı bir kızı var. Kasım Tınıstanov kendisi enternasyonaldi.Enternasyonal marşını Kırgız dilinetercüme etti. Çocuklarına Erkin (Svaboda:Hürriyet), Tendik (Ravenstva: Eşitlik), Birdik(Yedintsva: Birlik) adlarını koymuştur. Bu onunsosyalizme inanmasının en büyük delilidir. Tendik,Büyük Vatan Muharebesi’ne [1] katılıp başındanyaralanır. Askerî hastanede tedavi edildiktensonra memleketine döner. Kırgızistan Devlet TıpEnstitüsü’ne kayıt olur. Enstitüde okumaya başlar;ama bir süre sonra başındaki yara yüzündenvefat eder. Erkin ise tıp fakültesini bitirdiktensonra Kırgızistan’ın güneyine doktor olarak tayinolur. Doktorasını tamamlar ve akademisyenolur. Uzun yıllar Kırgız Devlet Tıp Enstitüsü’nünCerrahi Bölümü’nde öğretim görevlisi, dahasonra da Sağlık Bakanlığı’nda baş cerrah olarakçalışır. Kızı hakkında ise bir bilgim yok.Kasım Tınıstanov hakkında sadece bir kitaplayetinecek misiniz?Kasım Tınıstanov hakkında toplanan bilgilerdenüç kitap çıkar. Bu sene ikinci kitap basılacak.Üçüncü kitap ise önümüzdeki yıllarda hazırolacak.Kitabın basım masraflarını kim karşılıyor?“Kuuguntuk” adlı kitap Kasım Tınıstanov’undoğumunun 100. yılı için hazırlandı. Para olmadığıiçin ancak 2007 yılında basılabildi. Bu kitabınyayımlanmasına KAMEK Kliniği’nin müdürüErkin Mamatov Abdrahmanoviç büyük katkıyaptı. İkinci kitap parasızlıktan yayımlanamıyor.“Kuuguntuk”un Millî Eğitim tarafındanokul müfredatına alınacak diye duyduk.Bu kitap Eğitim Akademisi tarafından incelendi.Birçok okul müdürü kitabı överek MillîEğitim Bakanlığı’na başvurdu. Bu başvurularaKasım Tınıstanov hakkında müfredata girecekbilgiler var, diye cevap verildi. Ama bunu yüksektirajla basmaya bakanlığın bütçesi yok denildi.Bu yüzden çok az tirajla basıldı. Hâlâ müfredataalınma işi beklemektedir. Kırgız dilcileri ve edebiyatçılarıtarafından bu kitap hakkında olumlueleştiriler gelmektedir.■1. Büyük Vatan Muharebesi: Sovyetler Birliği’nin içindekiTürk dilli halkların literatüründe İkinci Dünya Savaşı buterimle anlatılmaktadır.15eylül-ekim-kasım2012


SIMBAT MAKSUTOVAçev. GÜLDANA MURZAKULOVAKasım’ın dilin gelişmesiiçin binlerce kelimetopladığına dairsöylentiler vardır. Bazıuzmanlar onun derlediğikelimelerin altmış bineulaştığını belirtiyorlar.Şimdi Sanat Müzesi’ninbulunduğu arazideeskiden Kasım’ın evivardı. Oradan Kasım’ıhapse götürdüklerizaman üzeri örtülüsiyah arabaya onunçalışmalarını dayükleyerek götürürler.Kırgız yazılı edebiyatının temelini atanların biriolan yazar, şair, dram yazarı, Kırgız alfabesinioluşturan dilci, Kırgızların ilk profesörü Kasım Tınıstanov,10 Eylül 1901 tarihinde Isık Göl ilçesine bağlıÇırpıktı köyünde doğdu. Bu sene bilim adamı KasımTınıstanov’un doğumunun 110. yıldönümüne yönelikanma programları üniversitelerde düzenlenmektedir.Yakında Isık Göl ilçesinde Kasım Tınıstanov ile CusupAbdrahmanov’un 110. yıldönümleri doğrultusundaanma törenleri ve Isık Göl ilçesinin kurulmasının 80.yıldönümünü kutlama faaliyetleri düzenlenecektir.Gençlik yılları, ilk aşkıKasım, doğuştan zeki ve yetenekliydi. On iki yaşınagirene kadar babası Tınıstan ona Arapça okuma yazmayıöğretir. On iki yaşındayken babası onu Karakol’dakiRus tuzem okuluna götürür, fakat bu okul çocuğu kabuletmek istemez ve Özbek okuluna yönlendirir. Kasım,Rusça eğitim görmeyi çok istese de çaresiz Özbek okulundabir yıl okur. Ders sonrası amele olarak köylülerinyanında çalışır. Zor günleri geçirerek Karakol’danAnanyevo’ya gelir. Burada Kırgızlar için açılan yatılıokul vardı; fakat Kasım’ı bu okul da almaz. Kasım,Tınçtık (Barış) yargıcının Kırgız tercümanına hizmetçiolarak çalışarak öğrenimini devam ettirir. Bir yıl son-16eylül-ekim-kasım2012


a çocuk öğrenim yeteneği ve babasının altı somrüşveti (günümüzün 6 bin somu) sayesinde okulaalınır. Rus yatılı okulunda öğrenim görmeye başlamasından1 yıl sonra “Ürkün” patlak verir. Kasımanne babasıyla birlikte Çin’e kaçar ve Kulca şehridışında, Tekes, Cıldız adlı yerlerde bulunur. Amelelikyaparak geçinirler ve 1917 yılının sonundaKarakol’a dönerler. Kasım “Ürkün” sonrası kendiköyü Çırpıktı’ya gitmez, Ak Suu ilçesine bağlı Tepkeköyünde dayılarının yanında kalır. Buradayken17 yaşındaki Kasım ilk aşkına rastlar. Onun aşkolduğu kız, Tenizbay boyunun zengini Cayılkan’ınkızı Mariyam’dır. Kasım kıza ithaf edilen şiirler yazar.Bu şiirler dışında, öğrencilik döneminde “Mariyamile Göl Kıyısında” adlı uzun hikâyesini yazar.Kasım ilk aşkı olan Mariyam’la evlenemedi, çünküonun söz kestiği nişanlısı vardı.Kasım Tepke köyünde yaşarken, buradaki bazıinsanlar onu muhacir, seyyah, fakir diyerek kendilerinedenk saymazlar. Sonraları Kasım, Tepke köyündenpolis dayısı Sadıbakas Ismayılov’un yardımıylaAlma Ata’ya, oradan Taşkent’e gider ve Kazak-KırgızPedogoji Enstitüsü’nü kazanır. Buradaokurken 1924 yılında “Mariyam ile Göl Kıyısında”hikâyesini Kazakların “Cas Kayrat” dergisinin dörtsayısında Kelgin (muhacir) takma adıyla yayınlar.O, sonraları da Kelgin müstearını kullanır.Kazak şairlerinden etkilenmeTaşkent’teki öğrencilik yılları, onun hayatındaönemli değişimlere neden olur. Çevik, Rusça’yı çokiyi bilen, aktif bir delikanlı olan Kasım dersleri dışındatoplumsal faaliyetlere katılarak öğretmen veaydınların beğenisini kazanır. Onu, Mayıs 1920 yılındasiyasi “Canı Örüs” gazetesinin “Türkistan’ınKomünist Gençler Birliği” bölümünün editörü olmayadavet ederler. O, gazetede kendi bölümünegelen makaleleri denetleyip düzeltmekle birlikte,Ekim Devrimi’ne ithaf edilen şiirleri de gazeteyeyerleştirmekle uğraşır. Kazak şairlerinin şiirleriniokuyarak gazete sayfalarına yerleştirmekle uğraşması,onun şairliğine yeni bakış açısı ve yenicoşkunluk katar ve Kazakçayı yeni öğrenmeyebaşlayan Kasım, ilk on iki tane şiirini Kazak dilindeyazar. O dönemin meşhur Kazak şairi MağcanCumabayev, onun üzerinde büyük etki bırakmıştır.Kasım gazetecilik işi dışında, Taşkent’teki öğrenimgördüğü Kazak yatılı okuluna bağlı olarak gençlerbirliğinin kolunu (şubesini) kurar. Bu olaydan sonra,onda devlet ve halka yönelik siyasi bakış açısıgelişir ve o genç olmasına rağmen ağır sorumluluklarıalmaya başlar.Kasım 1922-1923 yıllarında daha öğrenciykentatile memleketine geldiğinde folklor bilgilerinitoplamaya başlar. Bilgi toplarken Tepke köyününgençleri eğitimlerini devam ettirmek istediklerinisöylerler. Kasım onları Kazak-Kırgız Eğitim Enstitüsünedavet eder. Cunuş Irıs Uulu, Kuseyin Karasayev,Hayridin Kaşimbekov, Mustafa AkmatovTaşkent’e gider ve enstitüye kayıt olurlar. Kasımsayesinde, onlar sonraları işe de başlarlar. Kasım,Sıdık Karaçev ile birlikte 1923 yılında saha çalışmalarıyaparken, Karakol’un ileri gelenlerindenUygur Zunnahun’un Turdubübü adlı kızını görüpâşık olur. Turdubübü de ona âşık olur. İkisitanışıp konuştuktan sonra Kasım, Turdubübü’yüKarakol’dan Tepke’ye dayılarının evine kaçırır.Böylece Kasım ile Turdubübü evlenir ve Taşkent’egiderler.ÇalışmalarıKırgız yazılı edebiyatı tarihinde ilk defa KasımTınıstanov’un “Kasım’ın Şiirleri” derlemesi 10 binnüsha olarak Moskova’dan yayımlanmıştır. Bu kitaptaon iki tane Kazakça, yirmi iki tane Kırgızcaşiir, Krılov’un “Karınca ile Yusufçuk” fablınınKırgızca çevirisi ve “Canıl Mırza” adlı manzumegirmişti. Fakat bu kitap yayınlandıktan sonra kitabıeleştirenler çok fazla olur. Eleştirmenler “Sevgiyiniye yazıyor?” diye eleştirirler. “Akademi Buluşmaları”adlı piyesi sahnede oynandıktan sonra kınanır,parti üyeliğinden çıkarılarak zor durumdakalır. Bundan sonra o, şiir yazmayı bırakır ve dilbilimini geliştirmeye ve toplumsal işlere yönelir.Geleceği görebilme yeteneğiKasım Tınıstanov 1924 yılından itibaren çalışmaalanını kesin olarak değiştirerek, bilimsel çalışmayayönelir; fakat o, 1925 yılında Sovyetler BirliğiKomünist Partisi Kırgız Vilayet Komitesi’ninisteğiyle ilk Rus ihtilalinin 20. yıldönümü doğrultusundaRusça şiirleri Kırgızca’ya çevirerek “DeğişimŞiirleri” adlı kitabı çıkarır. 1925 yılından itibarenBilim Kurulu’nu yöneten Kasım, tüm bilgi vegücünü Kırgız milletinin gelişmesi için harcayarak,17eylül-ekim-kasım2012


gece gündüz demeden çalışır. Kırgız Muhtar SovyetSosyalist Cumhuriyeti kurulurken Kasım’ın katılmadığıçalışma, yapmadığı iş kalmaz. Bu yıllardaonun asıl isteği, yeni Kırgız edebiyatını oluşturmakolmuştur. O, Kırgız dilinde Sovyet edebiyatını geliştirmeyeçaba gösterir. Bunun için sabit bir alfabegerekiyordu. Kasım, 1925 yılında “Canı AlfavitKoomunun Dostoru” (Yeni Alfabe TopluluğununDostları) teşkilatını kurar ve bu teşkilatı 1927 yılınakadar yönetir. Kırgızlardan başka komşu ülkelerdede dil meselesi gündemdeki yerini koruyordu.Dolayısıyla 1926 yılında Bakü şehrinde TürkDili konuşan halkları bir araya getiren 1. Kongregerçekleşir. Kasım 26 Şubat - 5 Mart 1926 tarihleriarasında gerçekleşen Türkoloji Kongresi’ndesunduğu bildiride, Latin alfabesine geçmenin gerekliliğinive Türk dili konuşan halkların kültürü,edebiyatı ve biliminin, kendi aralarındaki ilişkide,aynı düzeyde gelişmesinde dilin önemli rol oynadığınıvurgular. Onun bildirisini Özbek, Kazak,Azerbaycan aydınları ve V. Bartold, S. Oldenburg,B. Çobanzade, K. Yudahin, A. Samoyloviç,L. Şerba, S. Malov gibi büyük bilim adamlarınıntümü beğenir. Bakü’den döndükten sonra Kasım,bu bildirisini “Erkin Too” gazetesinin 8 Nisan 1926tarihli 15. sayısında yayınlar. Kasım Bakü’deyken,tarihçi V. Bartold’dan Kırgızların tarihini yazmaricasında bulunur. Bartold, Kasım’ın teklifini kabuleder ve Pişpek’e geldiğinde yapacağı çalışmanınkitap olarak basılmasını rica eder. Bartold,halkla tanışıp dolaşarak Kırgızlar hakkında birçokkıymetli çalışma yapar. Sonraları Kasım, sözünütutarak Bartold’un bu yazdıklarını kitap olarakbastırır ve bu kitabın 10 nüshasını Kuseyin Karasayevvasıtasıyla Leningrad’a, Bartold’a gönderir.Arap alfabesinden Latin, Latin’denKiril alfabesine geçişKırgız yazı tarihinde Arap harflerinden vazgeçilerekLatin harflerinin kullanılmaya başlamasında,Kasım’ın büyük emeği geçmiştir. O, 24 harf ve yumuşatmasimgesinden (kıbaçı) oluşan alfabeyi hazırlarve bu alfabe “Erkin Too” gazetesinin 29 Haziran1925 tarihli sayısında yayımlanır. Gazeteninaynı sayısında Kasım, “Latin alfabesini niye kullanacağız?”başlıklı uzun makalesini yayımlar ve bumakalesinde şöyle der: “Her okur şunu iyi anlamasıgerekir ki, Latın alfabesine geçmemizin amacı,doğunun beyaz sarıklı imamlarını yok etmek değil,basit bir yol ile edebiyatımızı ve kültürümüzü geliştirmek;bizim amacımız, Latin harflerini kullanarakLatin veya Fransız’a dönüşme veya soldan sağ tarafayazarak uygar milletlere özenme değil, basit vekısa yol ile millî edebiyatımızı, millî kültürümüzübiraraya getirerek bunlar vasıtasıyla onlarınki (uygarmilletlerinki) gibi tekniğe sahip olmaktır”.1926 yılının sonunda Kırgızistan’da Yeni AlfabeTopluluğu kurulur, buraya Kırgızistan YürütmeKomitesi’nin başkanı Abdıkadır Orozbekov veOrozbekov’un yardımcısı olarak Kasım Tınıstanovtayin edilir. Kasım 1926 yılından itibaren E. Polivanovile beraber Latinleşen alfabeyi esas alarakKırgızlar ve Dunganlar için alfabe oluşturma çalışmasınaciddi bir şekilde başlar. Kasım 1927 yılındaKırgız Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti EğitimKomiserliği’nin komiseri, aynı yıl Kırgız AlfabesiMerkezi Komitesi başkanı olur. İtiraf etmekgerekir ki, Kasım Kırgızların şart ve duruma görehalkın gelişmesi için etkili olacak soldan sağa doğruyazılan Latin alfabesine geçmesinde önemli roloynamışsa, sonraları aynı şartlar gereği, halkın kısazamanda okuryazar hale gelerek gelişmesi için Kirilalfabesine geçmeye davet etmiştir. Kasım TınıstanovRus alfabesine geçilmesi hakkında 10 Mayıs1937 tarihinde sunduğu “Kırgızistan’daki Yeni Alfabeİçin Mücadelenin 10. Yılı” konulu bildirisininson paragrafında şöyle der: “SSCB’deki milletlereRus dilinin kültürel etkisi büyük ve bu tarihi zorunluluktanortaya çıkmıştır. Evvelen, Rus işçileriRusya’da kapitalizmin ortadan kalkmasında öncülüketti ve bundan sonra da sosyalizmin kurulmasındaöncülük edecektir. İkinci olarak, sosyalizmintoplum tarafından benimsenmesi için sosyo-ekonomik,bilimsel ve teknolojik bilgilerin diğer milletlerdeyerleşmesi Rusça sayesinde mümkündür.Soruna bu cihetten baktığımız zaman gramerin, terminolojinin,imlanın ve dil kuruluşunun meseleleridaha kolay çözülecektir”. Kasım Kırgız milletininhangi istikamet ve yol olsa da adım atarak büyükmilletleri örnek alarak onlarla yan yana yükselmesinive gelişmesini istemiştir. Kasım’ın dediği olmuş,onun bu konuşmasından ve vefatından üç yılsonra Kırgız milleti Rus alfabesine geçmiştir. Kasım,Arap harflerini kullanan Kırgız milletini Latinalfabesine, on yıl sonra Rus alfabesine geçirmekiçin birçok bilimsel toplantı ve kurulda bildiriler18eylül-ekim-kasım2012


sunarak dil için durmadan çalışmıştır. Toplantılardayabancı kelimelerin Kırgız diline etkisi hakkındada fikirlerini belirtiyordu. O, ölümüne kadar Kırgızdiliyle ilgili bilimsel çalışmaların devam ettirmiştir.Söz üreticiKasım’ın dilin gelişmesi için binlerce kelimetopladığına dair söylentiler vardır. Bazı uzmanlaronun derlediği kelimelerin altmış bine ulaştığını belirtiyorlar.Şimdi Sanat Müzesi’nin bulunduğu arazideeskiden Kasım’ın evi vardı. Oradan Kasım’ıhapse götürdükleri zaman üzeri örtülü siyah arabayaonun çalışmalarını da yükleyerek götürürler.Bundan sonra Kasım’ın götürülen çalışmaları bulunmaz.Kasım Tınıstanov bir dönemde üniversiteöğretim görevlileri ve öğrenciler için ders programlarınıve birçok terim geliştirmiş, ekonomik, teknikve zooloji terimlerini Kırgızca’ya çevirmiştir.Bunların hepsi muhafaza edilmemiştir. Kasım,Kırgız diline birçok yeni kelime katmıştır. Bununlailgili Salican Cigitov şunları söylemiştir: “Elbette,bazı gelişmiş dillerin hazinesine bir iki kelime kazandırmak,bazen büyük üstatların da elinden gelmeyebilir.Örneğin, Lev Tolstoy, yüzden fazla büyük eserbıraksa da Rus diline bir tane bile kelime kazandırmamıştır.Fedor Dostoyevski ise eserlerinde birçokyeni kelimeyi kullansa da onlardan sadece üç tanesiRusça’ya mal olmuştur. Büyük yazar, Rus diline üçkelime kattığı için çok övünür, gururlanırmış. Bu örneklerlekıyasladığımız zaman, Kasım’ın büyük işlerbaşardığını görebiliriz; o, Kırgız diline iki üç değil,onlarca yeni kelime kazandırdı. Bunların tamamı özKırgız kelimesi gibi benimsendi.” Bu değerlendirmelerebakarak Kasım Tınıstanov’un dahi olduğunu söylemekmümkündür.Kasım Tınıstanov ee (özne), bayandooç (yüklem),etiş (fiil), süylöm (cümle), atooç (isim), müçö(ek), tamga (harf), barış (-e hali), catış (-de hali), çıgış(-den hali), kiriş söz (ön söz), kirindi söz (arasöz), tire(uzun çizgi), ütür (virgül), ilep belgisi (ünlem işareti)gibi birçok kelimeyi bizim lügatimize katmıştır. SalicanCigitov bununla ilgili düşüncesini şöyle belirtir:“Bunların tamamı düşünce sonucu ortaya çıkanyeni kelimeler olsa bile, denilmesi kolay, doğal vekulağa hoş gelen, en önemlisi halk tarafından çabukbenimsenen terimlerdi. Tabî, böyle terimler ordusunusadece konuya hâkim, dilin inceliklerini iyibilen, dilin sesini duyabilen şair yapabilirdi.”Salican Cigitov, Kasım Tınıstanov’un söz üretmeyöntemlerini sonraki bilim adamlarının çalışmaları,ders kitapları, makaleleri ve çevirileriylekıyasladıktan sonra çok üzülür. Bundan dolayı o,şimdiki durgun yazılı dilden kurtulmak için, KasımTınıstanov’un başlattığı yola adım atmamız veonun tecrübesine dayanarak çalışmalar yapmamızındoğru olacağını söylemiştir.Asra bedel çalışmalarKasım Tınıstanov Arapça, Rusça, Kazakça veÖzbekçe okuyup yazabilir, Latin, Uygur, Azeri,Dungan dillerini çok iyi anlayıp okuyabilirdi. Ben,Kasım Tınıstanov’un 37 yıllık kısa ömrünün on dokuzyıllık zaman diliminde Kırgızlar için asra bedelhizmetler yaptığının farkına vardım. Bu on dokuzyıl içerisinde nasıl çalışmalar ortaya çıkardığınıözel sistem çerçevesine alarak inceledim. O, sadeceyazar, şair, dram yazarı, gazeteci değildi. O, bireğitmen, Kırgız dil biliminin kurucusu, Kırgız alfabesinioluşturan, terimler üzerinde çalışan, kültüradamı, Manas araştırmacısı, tarihçi, tercüman vebesteci de olmuştur. O, acımasızca öldürülmeseydi,Kırgızlar için daha birçok çalışma meydana getirirve miras olarak bırakırdı.Ailesi ve çocuklarıKasım’ın babası Tınıstan kısa boylu, sağlam vücutlu,esmer bir adamdı. Annesi Arpabek çok güzel,emçilik yaparak bitkilerle hastaları iyileştirebilenbir kadındı. Tınıstan ile Arpabek’in Kasım, Batmakan,Botalı adlı üç çocuğu olur. Kasım’ın kız kardeşiBatmakan, Keminli Sulaymankul adlı delikanlıylaevlenir ve altı oğlan çocuğu doğurur. Onların enküçüğü Kimya anabilim dalında doktor olan KakinSulaymankulov’dur. Tınıstan’ın Kasım’dan sonrakioğlu Botaalı Frunze’deki Pedagoji Teknik Okulu’undaeğitim görür. Tınıstan’ın Botaalıdan sonrakievladı, kendisinin küçük kardeşi Mukanbet’inoğlu Ormon’dur. Kasım ile Turdubübü annenin üççocuğu olur. En büyüğü Tendik savaşta şehit olmuş,dolayısıyla evlenememiştir. Ortancası Birdik’in kocasıünlü bir toplum eylemcisi Emil Abakirov’dur.Üçüncü çocuğu Erkin, uzun yıllar cerrah olarak çalışmıştır.Birdik Tınıstanova’nın Marat ve Elmiraadında iki çocuğu, Erkin Tınıstanov’un Stella, İndira,Laura ve Tendik olmak üzere dört çocuğu vardır.Kasım’ın bu torunları şimdi Bişkek’te yaşıyor.■19eylül-ekim-kasım2012


A.E.ABDIKERİMOVAçev. ÖMER KÜÇÜKMEHMETOĞLUKasım Tınıstanov,Maksim Gorki’yemektup yazıpondan yardımistemiş, komünistidarenin ve ideolojieleştirmenlerinin dilegetirdikleri siyasî,fikrî hataların nelerolduğunu tespitetmesi için kendiyazdığı ikinci bölümüRusçaya tercüme edip,mektupla birlikte onapostalamıştır.Kasım Tınıstanov, Ekim Devrimi’nin dalgasıylaKırgız halkının içinden yükselen aydınların enseçkinlerindendir. Millî edebiyata, matbuata, halkı aydınlatmaya,dil bilimine en büyük hizmetleri yapmış biridir.Bunun yanında Tınıstanov, modern Kırgız edebiyatını şekillendirenen baş mimarlardandır. Onun sanatında, eserlerindehayattayken de repressiya kurbanı olduktan sonra daöne çıkan özelliği edebiyatımıza bıraktığı mirastır. O, kendidevrinde nesirde, nazımda, dramaturgiyada, şiir tercümelerindekalemini sınamıştır.K.Tınıstanov’un sanat hayatı içerisinde 1921’de ve1930’lu yılların başında olmak üzere iki defa drama türündeeser yazdığını, ilim adamı Çabalday Canıbekovbelirtmektedir. 1921 yılında halk arasında propaganda işleriniyürütmenin gerekliliğinden “Alımkul” adlı piyesiyazdı. Maalesef bu piyes kaybolmuştur. 1930’lu yıllardaKırgız millî tiyatrosunun edebî seviyesini yükseltme isteğive bu yönde hükümet tarafından ilan edilen yarışma, K.Tınıstanov’un dram eseri yazmasına sebep olmuştur. Böylebir ilgiyle yazılan “Akademiyalık keçeler” (Akademi Geceleri)Kırgız tiyatro tarihinde güzel bir yere sahip olmasınınaksine, yazılıp sahnelenmesinden fazla zaman geçmedenideolojik mücadelenin yıkıntıları altına gömülerekyazarı K. Tınıstanov’un trajik sonunu hazırlamıştır.20eylül-ekim-kasım2012


K. Tınıstanov, yukarıdaki yarışma ilan edildiği1931 yılında, Kırgız Dram Tiyatrosu’nda müdür olarakçalışmaktaydı. Bu yüzden yarışmaya katılmak vede tiyatronun edebî seviyesini yükseltmek için “Akademiyalıkkeçeler” (Akademi Geceleri) adlı piyesinüzerinde yoğun bir şekilde çalışmıştır.İlan edilen yarışmanın şartları şöyledir:1. Sosyal dram2. Tarihî dram3. Sosyal komedi4. Yazarın kendi isteğiyle seçeceği her türlü konudakikomedi veya dram eseri5. Yarışmada en iyi dört eser dereceye girecektirYarışmanın katılım şartlarını oluşturmada KasımTınıstanov’un ne kadar etkili olduğu bilinmemektedir.Kasım Tınıstanov’un fikrine göre “Akademiyalıkkeçeler” (Akademi Geceleri) Kırgızların tarihinin üçdevrini yansıtmakta; üç önemli amacı gütmekte, birbirindenbağımsız üç piyesten oluşmaktadır.1. Kırgızların eski devirlerdeki sosyal hayatını yansıtanpiyes2. Feodalizmden pazar ekonomisine geçme döneminitasvir eden piyes3. Sosyalizmin yerleştiği dönemi anlatan piyesBu silsilenin amacı sanatın, sınıf mücadelesininönemli bir silahı olduğunu gösterme, Kırgız halkınıntarihindeki sınıf mücadelesinin ilerlemesinin önemlibir dönemini yansıtma, yeni sosyal hayat için mücadeledeemekçilerin temel silahının proleter edebiyatolduğunu ortaya koymuştur. Böyle zor bir işi kısazamanda gerçekleştirmek, tek bir adamın elinden gelecekbir şey değildir. Bu yüzden Kasım Tınıstanov,“Akademiyalık keçeler” (Akademi Geceleri) piyesiniyazmak için K. Cantöşev, A. Sopiyev, Ş. Kökönov ilebir grup oluşturup bu işi kendi yönetmiştir. Maalesefbu silsilenin ilk metinleri günümüze ulaşmamıştır.Çeşitli bilgileri, Kasım’ın “Menin colum, çıgarmaçılıgım,menin betim” (Benim Yolum, Sanatım, BenimYüzüm) adlı makalesini süzgeçten geçirerek birincipiyese özümsetilmiş; ayrıca Manas Destanı’nın özetialınmış; ikinci piyeste Manap Şabdan’ın hayatındanbir kesit yansıtılmış; üçüncü piyeste Kırgız topraklarındaSovyet hâkimiyetinin yerleşmesinin bir kesititasvir edilmiştir şeklinde görüşler beyan edilmiştir.(10: 185)Günümüzde okuyucuların, araştırmacıların elindebulunan eser “Akademiyalık keçeler” adlı piyesin“Köz körgöndör” (Gözün Gördükleri) adlı ikinci piyesidir.Bu eser “Kapitalizm dooru” (Kapitalizm Devri)diye de adlandırılmaktadır. Bilgilere, hatıra yazılarınagöre bu piyesi Kasım Tınıstanov’un kendisi yazmıştır.Maalesef bugün bu piyesin orijinali elimizde mevcutdeğildir. Yazarın Rusçaya yaptığı tercümesi tekrarKırgızcaya tercüme edilmiştir. Rusça tercümesi,halk kahramanı, büyük yazar, akademisyen TügölbaySıdıkbekov’un şahsî arşivinde yıllarca muhafaza edilmiş,K. Tınıstanov’un ismini korkmadan, açıkça zikretmeimkânı oluştuğunda ortaya çıkmıştır. Bu eseriKırgızcaya Ziyaş Bektenov tercüme etti. Piyesin orijinalmetni muhafaza edilmediği için tercümenin orijinalmetinle ne kadar örtüştüğünü söylemek mümkündeğil. Başında kara bulutlar dolaşmaya başladığında,Kasım Tınıstanov, Maksim Gorki’ye mektup yazıpondan yardım istemiş, komünist idarenin ve ideolojieleştirmenlerinin dile getirdikleri siyasî, fikrî hatalarınneler olduğunu tespit etmesi için kendi yazdığı ikincibölümü Rusçaya tercüme edip, mektupla birlikte onapostalamıştır. Ama Maksim Gorki’den hiçbir şekildecevap gelmediğini Kasım Tınıstanov’un eşi Turdubübüanne söylemiştir (9).“Kapitalizm dooru” (Kapitalizm Devri) ve “Közkörgöndör” (Gözün Gördükleri) adlı piyesi tür bakımından7 tane edebî resimden oluşan tarihî dramaolarak tarif edilmiştir. Bu eserde Kırgızların EkimDevrimi’nden önceki sosyal hayatı geniş şekildeyansıtılmıştır. Piyes oldukça zengin bir muhtevayasahiptir. Her perdesi değişik bölümlerden oluşuyor.Birinci perdede “Şabdan cana Kemel” (Şabdan veKemel), “Murdagılar cana casool” (Öncekilere Muhafız),“Casool cana Şabdan” (Muhafız ve Şabdan),“Irçı cana murdagılar” (Şarkıcı ve Öncekiler), “Moldocana Şabdan” (İmam ve Şabdan), adlı dokuz bölümden;ikinci perdesi “Manaptar, biy, moldo, strajnikter,Aşımbay, İtibay cana Alım” (Toprak Ağaları,Zengin, İmam, Asayiş Memuru, Aşımbay, İtibayve Alım), “Asan, İman cana murdagılar” (Asan,İman ve Öncekiler), “Serkebay cana murdagılar”(Serkebay ve Öncekiler), “Mirzacan, Aşım canamurdagılar” (Mirzacan, Aşım ve Öncekiler), “Acar,Andaş cana murdagılar” (Acar, Andaş ve Öncekiler),“Nigmat, Metrey cana murdagılar” (Nigmat, Metreyve Öncekiler), “Kerimbek, İman cana murdagılar”(Kerimbek, İman ve Öncekiler) adlı sekiz bölümdenoluşmaktadır. Bunun gibi üç perde bir bölümden,dördüncü perde altı bölümden, beşinci perde ikibölümden, altı ve yedinci perdeler ikişer bölümdenoluşmaktadır. Bu piyesin tarihî ve edebî değeri Kırgız21eylül-ekim-kasım2012


Edebiyatı’nda ilk defa ezen sınıfın temsilcilerininkendine has bir şekilde anlatılmasıdır. Bunlarkapitalist pazar ekonomisine geçmiş Şabdan ve onunçocukları, eski usule göre yaşayan ama ticaretlemeşgul olmaya başlayan millî burjuvazinin ilktemsilcileri zenginler, toprak ağaları, Rus Sömürgeİmparatorluğunun yöneticileri, din adamları,zenginlere ve toprak ağalarına müzik çalıp söyleyenşarkıcılar, sanatçılardır. Bunların hepsi birbirine çokyakın alakadadır; çabaları, sosyal amaçları aynıdır.Ama piyeste bu grupları tarih sahnesinden silecekgüç de gösterilmiştir. Bu güç emekçi halkla, Bolşevikpartisidir. Piyes “Yaşasın Devrim!” çığlıklarıyla sonaermektedir. Bu düşünce yazarın eserde söylemediğidüşünceler sembolik olarak şöyle anlatılmaktadır. Kızılgüneş nur saçmakta herkes uzanarak onu karşılamaktadır.Piyesin amacının oldukça ilginç olduğunuA. Erkebayev bildirmektedir. Bu eser tarihi, sanatıngözüyle anlatma veya tarihin sanata yansıtılmasıdır.Mesela bu piyeste Şabdan’ı öven şarkıcılar, sanatçılarvar. Halk şarkılarıysa tam aksine ezilen işçi sınıfınınağır kaderini, karmaşık hayatını, ezen sınıfa karşımücadelesini anlatmaktadır. Kısaca piyes türü bakımındandevrimden önceki Kırgız toplumunun sosyalhayatının devirlerini sahnede birkaç saatlik bir eserdetiyatrolaştırmaktadır. Bu eserde halka yabancı, toplumazararlı fikirleri bulmanın zor olduğunu araştırmacılargöstermiştir. (10: 185)Ama “Akademiyalık keçeler” (Akademi Geceleri)sahnelendikten sonra çok geçmeden 1 Nisan 1932tarihinde Kırgız Bölge Komitesinin sekreterliğinintoplantısında “Kırgız millî tiyatrosunda Akademiyalıkkeçeler meselesi” başlığında ele alınmıştır. Bumeselenin böyle bir üst makam tarafından gündemealınmasında gazete ve dergilerde peş peşe yayımlananeleştiri yazıları etkili olmuştur.Çok geçmeden Pravda gazetesinde yayımlanan“Proletardık internatsionalizmdin tuusun cogorukötörölü” (Proleter Enternasyonalizmin BayrağınıYukarı Kaldıralım), “Burjuaziyaçıl-kulaktıkulutçulduktun kaldıktarın akır ayagına çeyin talkalaylı”(Burjuvazi Milliyetçiliğin Kalıntılarını Sonuna KadarYok Edelim) adlı makaleler Kasım Tınıstanov’unmeşum akıbetini hızlandırmış, üzerinde dolaşan karabulutlar daha da zulümata gömülmüşlerdir.1933 yılının Mart ayında Kırgız BölgeKomitesi’nin meclisinde Pravda gazetesindeki makalelerinadilliği, Kasım Tınıstanov’un öncülük ettiğiA. Sopiyev, Ş. Kökönov, K. Cantöşev “Akademiyalıkkeçeler” (Akademi Geceleri) adlı eserin içine gizlenerektiyatro sahnesinde açıktan açığa milliyetçi propagandayapıp burjuva ideolojisini, feodalizmi yenidencanlandırmaya gayret ettikleri belirlenmiştir. Bununlailgili Kırgız Bölge Komitesinin toplantısında “Manas”ve “Şabdan” piyesleri Kırgız tiyatro sahnesindenkaldırılsın; Kırgız edebiyatı hakkında komiteninönceki kararına göre yaptıkları milliyetçi hata yüzündensuçlanan Tınıstanov ile Kökönov yoldaşlar eğerbundan sonra partinin halk siyasetinde en küçük birsapma gösterirse partiden ihraçları hatırlatılsın; ikiside suçlarını kabul etsinler, kararı çıkmıştır. Bu iftiralardankurtulmanın çaresini arayan Kasım Tınıstanov,kendisine yöneltilen suçlamaları kabul edip, hatayaptım demiş, ama onun vaziyeti iyileşmemiş aksinedaha da kötüleşmiştir.Netice itibariyle K. Tınıstanov “Akademiyalıkkeçeler” (Akademi Geceleri) adlı eserinde antiinkılâpçılık, milliyetçi ideolojileri yansıttığı için yıkıcıfaaliyet gösteriyor suçlaması, Alaş Orda ve SosyalTuran partilerinin üyeliğiyle siyasî olarak suçlanması,günahsız yere tutuklanmasına ve kurşuna dizilerekidam edilmesine neden olmuştur. ■Kaynaklar:Akmataliyev, Akmatali, Akademiçeskiye veçera K.Tınıstanova, Tandalmalar 3-tom, Bişkek, 2002Artıkbayev, Kaçkınbay, 20. Kılımdagı Kırgız adabiyatınıntarıhı, Bişkek, 2004Canıbekov, Ç, Kasım Tınıstanov: jizn i tvorçestvo,Bişkek, 2003Canıbekov, Ç, Kasım Tınıstan uulu, Biyiktik Basması,Bişkek, 2006Cigitov, Salican, Caşında cayragan carkın talant,Kırgızstan Madaniyatı, 1991, No: 88Kasım Tınıstan uulu, Adabiy çıgarmalar, AdabiyatBasması, Bişkek, 1991Kasım Tınıstanov i oteçestvennaya kulturnaya istoriya20. vek, Materialı yubileynoy konferentsii, Bişkek,2001Stanaliyev, Samsak, Tutulgan aydın carıgı ceKasım Tınıstanovdun ömürlük carı Turdubübü enemenen angeme, Mezgil-Okuyalar-Tagdırlar, Mektepbasması, Frunze, 1990Ulut madaniyatının başatında, Kırgız tuusu, 18Avgust 1991Erkebayev, A., Canı madaniyatıbızdın köç başı,Kasım Tınıstanov Adabiy çıgarmalar, Adabiyat basması,Bişkek, 199122eylül-ekim-kasım2012


Kırgız Edebiyatı 20. asrın başında ilk yazılı edebiyat ürünlerini vermeye başlamasınarağmen çok büyük yazarlar, dilciler, sanatkârlar çıkarmış bahtiyar bir edebiyattır.Bu edebiyatın içinde yetişen ilklerden biri de Kasım Tınıstanov’dur.ÖMER KÜÇÜKMEHMETOĞLUKırgız Edebiyatının kurucusu, büyük devletadamı Kasım Tınıstanov, 9 Eylül 1901 tarihindePrjevalski’ye bağlı Çok Tal kasabasına bağlıÇırpıktı köyünde dünyaya gelir. Babası çiftçiliklehayatını temin eden Markatay oğlu Tınıstan’dır. K.Tınıstanov küçük yaşlardan itibaren babasına tarla işlerindeyardım etmeye başlar. Babasından Arap alfabesiyleokuma yazmayı öğrenir. 1912-1914 yıllarındadeğişik Özbek mekteplerine devam eder. 1914-1916yılları arasında Karakol şehrindeki Rus Tüzem Mektebindeokur. 1916 yılında meşhur olaylar patlak verinceailesiyle birlikte Çin Türkistanı’na kaçar. OrdaGulca şehrinde yaşarlar. 1917 Bolşevik İhtilali ileÇarlık devrilince Kırgızlara yeniden vatanlarına dönmeyolu açılır. Tınıstanov ailesiyle birlikte Çırpıktıköyüne döner.1919 yılında önce Almata’ya gider. Oradan SovyetSosyalist Türkistan Cumhuriyeti’nin merkezi olanTaşkent şehrinde açılan Kazak-Kırgız Halk PedagojiEnstitüsünde okumak üzere yola çıkar. Bu enstitüdeKazakların önemli aydınlarından Ahmet Baytursunovve Mağcan Cumabayev onun hocası olur. Taşkent’teyayımlanan Cas Kayrat, Canga Öris, Sana, Ak Col adlıKazak gazetelerinde çeşitli görevlerde çalışır. Ayrıcayine Kazakca çıkan Uçkun, Tilçi, Örüş adlı gazetelerdede yazılar yayımlar. Bu yazılarında “Kıt” müstearınıkullanır. 1920-1921 yılları arasındaki ilk şiirleriniKazakça kaleme alır. “Tang” (Tan), “Bugingi Kün”(Bugünkü Gün), “Bulbulga” (Bülbüle) gibi şiirler buyıllarda kaleme alınmış Kazakça şiirlerden bazılarıdır.1922-1924 yılları arasında Kırgızca, Cangıl Mırzamanzumesini yazar. Aynı yıllarda yirmiye yakınKırgızca şiir yazar. Kırgızca ve Kazakça yazdığıbu şiirleri ve Cangıl Mırza manzumesini bir kitaptatoplayarak “Kasım Irlarının Cıynagı” (Kasım’ın ŞiirlerininCemi) adıyla Moskova’da bastırır. Kırgızcanınyanında Kazakça, Özbekçeye de hâkimdir. Rusçayıda ileri derece de bilmektedir. Bu yönüyle çevresindekibirçok insanın takdirini toplar. Tınıstanov kendisiyleaynı enstitüde okuyan Kazakların millî şairi MağcanCumabayev’in şiirlerinden etkilenmiştir. Onunbazı şiirlerine nazire de yazmıştır. Bu da ayrıca dikkatçeken bir husustur. Bu konuyla ilgili Kırgız edebiyataraştırmacıları birçok makale yazmışlardır. KasımTınıstanov sosyal içerikli, pedagojik hikâyeleriyle,şiirleriyle, eğitimciliğiyle, dilciliğiyle, gazeteciliğiyle,aydın kimliğiyle tanınmış bir insandır.Kırgız Edebiyatı 20. asrın başında ilk yazılı edebiyatürünlerini vermeye başlamasına rağmen çokbüyük yazarlar, dilciler, sanatkârlar çıkarmış bahtiyarbir edebiyattır. Bu edebiyatın içinde yetişen ilklerdenbiri de Kasım Tınıstanov’dur. Onun “Mariyam MenenKöl Boyunda” (Mariyam ile Göl Kıyısında) adlıhikâyesi Kırgız Edebiyatının ilk eseri olarak kabul23eylül-ekim-kasım2012


edilmektedir. Bu hikâye 1924 yılında Taşkent’te Kazakçayayımlanan Cas Kayrat gazetesinde neşredilir.Yazar bu eseri yayımlarken Kelgin müstearını kullanır.Eserde Kırgız geleneklerinde bugün de yaşatılmaktaolan “kız kaçırma” âdeti anlatılmaktadır. Böylecemodern Kırgız Edebiyatının temeli atılmış olur.Bazı yazarlar Kasımalı Bayalinov’un “Acar” adlıuzun hikâyesini ilk eser olarak kabul etmektedirler.Bu Kırgız yazar ve eleştirmenlerinin çoğu tarafındankabul görmemektedir. Acar’ın yayım tarihi de tartışmalıdır.Bazı kaynaklar 1926 derken bazı kaynaklarise 1928 yılını göstermektedir. Ayrıca bu eserin uzunhikâye mi roman mı olduğu da tartışılmaktadır.“Mariyam Menen Köl Boyunda” adlı eserin ardındanmektep talebeleri için küçük pedagojik hikâyelerve şiirler yayımlar. 1926 Bakü Kongresi’ne katılır.Orda “Türk Tilderinde Alfavit Tüzüü Pirensipteri”(Türk Dillerinde Alfabe Oluşturma Prensipleri) adlıbildiriyi sunar. Daha sonra kongreyle ilgili görüşleriniKırgızistan matbuatında Erkin Too gazetesinin10 Nisan 1926 tarihli 115 numaralı sayısında “BakıKalaasında Bol Oturgan Turkologiya Sıyezdi CanaAnın Kadırı” (Bakü Şehrinde Gerçekleşen TürkolojiKongresi ve Onun Değeri) başlığıyla yayımlar.Bakü Türkoloji Kongresi’ndeki bildiride birbirlerininedebiyatını rahat okumak ve medeniyet alışverişindebulunmak için Türk halklarının hepsinin aynı Latinalfabesini kullanması gerektiğini dile getirir.Kasım Tınıstanov 37 yıllık kısa hayatına birçokeser sığdırmıştır. Kırgız Arap alfabesinin, imlasının,Kırgız Latin alfabesinin kurucusudur. Bütün bu konularlailgili kitaplar yazmıştır. İlk Kırgız gazetecilerinden,dilcilerinden, yazarlarından, şairlerinden, eğitimcilerindenolması, yani onun bu çok yönlü kişiliği,arkadaşlarının bakışlarını üzerine çekmiş ve büyükbir haseti başlatmıştır. Çevresindeki yazar arkadaşlarıonun Sovyet sistemi içerisinde eleştirilecek yönleriniaraştırmışlardır.1933 yılında “Akademiya Keçeleri” (AkademiAkşamları) piyesi Bişkek’te Opera Bale Tiyatrosu’ndasahnelenir. Akademiya Akşamları piyesi yüzündenKasım Tınıstanov’a eskiyi özleyen, burjuvazi yanlısı,halk düşmanı gibi yakıştırmalar yapılır ve hakkındabirçok eleştiri yayımlanır. Daha sonra Aalı Tokombayev,Lenin hakkında bir manzume yazar. KasımTınıstanov, Lenin Poeması’na yazdığı tanıtım yazısında,takdimde bu eserin daha tam olgunlaşmadığınıacele edilmemesi gerektiğini yazar. Aalı Tokombayevyanlış anlar. Lenin Poemeası yayımlanır ve böyleceTokombayev ile Tınıstanov arasındaki münakaşa başlamışolur. Kasım Tınıstanov bu olaydan sonra birçoktenkide maruz kalır. Kasım Tınıstanov’a daha çokAlaş Partisi ile ilişkisi olduğu suçlamaları yapılır. Onueleştirenler arasında ön saflarda Aalı Tokombayev ilebirlikte Aytkulu Ubukeyev yer almaktadır. Bu eleştirilerve şikâyetler yüzünden işinden atılır ve tutuklanır.1937 yılında Stalin Repressiyasının kurbanı olur.İdam edilir. Daha sonra aklanır ve itibarı iade edilir.Kırgız Edebiyatının büyük eleştirmeni SalicanCigitov aslında Kasım Tınıstanov’un ona haset edenaydınların, arkadaşlarının kurbanı olduğunu onunhakkında yazdığı uzun makalesinde ayrıntılı şekildeanlatmaktadır.Ailesine kısaca değinecek olursak Kasım Tınıstanov,Karakol şehrinde meskûn Uygur TürklerindenZunnahun adlı bir zenginin Turdubübü isimli kızıylahayatını birleştirir. Daha sonra hanımını Taşkent’egötürür. Kasım Tınıstanov’un Tendik, Erkin adlı ikioğlu ve Birdik adlı bir de kızı olur. Çocuklarına Erkin(Svaboda: Hürriyet), Tendik (Ravenstva: Eşitlik),Birdik (Yedintsva: Birlik) adlarını koymuştur. Tendik,İkinci Dünya Savaşı’na katılıp başından yaralanır;askerî hastanede tedavisi tamamlanır. Daha sonraBişkek’e döner. Kırgızistan Devlet Tıp Enstitüsünekayıt olur ve okumaya başlar; ama bir süre sonra başındakiyara yüzünden ebedî âleme göçer. Erkin isetıp fakültesini bitirir. Sonra Kırgızistan’ın güneyinedoktor olarak tayini çıkar. Akademisyen olmak içindoktorasını tamamlar. Önce Kırgız Devlet Tıp EnstitüsününCerrahi Bölümünde öğretim görevlisi, dahasonra da Sağlık Bakanlığında başcerrah olarak çalışır.Kızı hakkında kaynaklardan bir bilgiye ulaşamadık.■Kaynaklar:Kasım Tınıstanov, “Adabiy Çıgarmalar”, Adabiyat Basması,Bişkek, 1991.Abdumecit Murzayev, Ayımkan Musayeva, “K.Tınıstanov: KılımdarKırında”, Turar Basması, Bişkek, 2011.Çabalday Canıbekov “Kasım Tınıstan Uulu Madaniy KuruluşColbaşçısı”, Kasım Tınıstanov Koomduk Fondu, Bişkek, 2006.Kaçkınbay Artıkbayev, “20. Kılımdagı Kırgız Adabiyatının Tarıhı”,Kırgız Respublikasının Bilim Cana Madaniyat Ministirligi, Bişkek,2004.Meerim Taşıbekova, Abdumacit Murzayev Menen Mayek: “KasımTınıstanov Kimin Ayınan Repressiyalangan?”, Cangırık Apta Gazetası,No: 27, 30 Oktyabr 2008.“Salican Cigitov ve Dünyası”, Kırgızistan-Türkiye Manas ÜniversitesiYayınları: 78, Hazırlayanlar: Orhan Söylemez, Kemal Göz,Bişkek, 2006.Kasım Tınıstanov, Algaçkı Emgekter, Soros Fondu, Bişkek, 2001.24eylül-ekim-kasım2012


Kasım Tınıstanovile ilgili Kırgızistanarşivlerindeki belgelerçev.ABDRASUL İSAKOV**Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü DoktoraÖğrencisi.No. 78Kırgız Dilinde Edebî Eserlerin YayınlamasıHakkında Komünist Partisi’nin VI. Kırgız PropagandaKomisyonu Oturumunun ProtokolüFrunze Şehri27 Mayıs 1929Katılımcılar: Cumabayev, Tınıstanov, Tokombayev,Coldoşev, Ailçinov, Şarbayev.Dinlendi:1. Edebî eserleri yayınlama hakkında kararkabul edildi:1. Devletin ekonomik gelişmesiyle birlikte,kültürel gereksinimlerin arttırılması belirlensin. İşçilerarasında Kırgızca edebî eserlere yönelik ilgigözükmektedir.Kırgız Devlet Basımevine Kızıl yazar ve şairlerinverdiği el yazmaları, günümüze kadar işlemetabi tutulmamıştır. Bunlar olmadan millî yazarlarlaşairlerin sayısı ve hazırlığını saptamak zordur. Yukarıdabelirtilenler nedeniyle şunlar zorunluluk olarakbelirlensin:1. Gelecek faaliyet doğrultusunda, 1929-1930 yıllarında işçilerin çoğunluğuna yönelik Kırgızcaedebî eserler serisi yayınlansın.2. Halk tarafından talebi artan Manas ve SemeteyDestanlarını basmaya itiraz yoktur. Destanlarıbasma işi Eğitim Halk Komiserliği tarafından yürütülsün.Basma işinin bütün ayrıntıları planlanarakİl Başkanlığı UNBÇ’nin onayı alınsın.3. Millî yazarlarla şairlerin eğitim düzeyinikontrol etmek için sınav düzenlensin, bu doğrultudaaşağıda adı sıralanan yoldaşların içinde bulunacağıkomisyon oluşturulsun:1. Tınıstanov, 2. Tokombayev, 3. Telegin, 4. Naamatov,5. Ailçinov.Onlara beş günlük zaman içerisinde sınavın koşulları,zamanı ve çapı problemlerini çözme işi verilsin.(Davet için yoldaş Tınıstanov)Başkan: CumabayevSekreter: PunegovaKIRGIZ CUMHURİYETİ MERKEZİ DEV-LET ARŞİVİ F. 20 C. 5. K. 34. 134 b aslından.No.86Kasım Tınıstanov’un Derlediği ve OluşturduğuKelime Hazinesini Esas Alarak Kırgız DilindeAçıklama Sözlüğünü Yayına Hazırlamayı GeliştirmeHakkında Eğitim Halk Komiserliği Kurulu KararıKopyası.Frunze şehri.14 Şubat 1932 yılı.1.Kırgız dilinin mücevherlerini toplamak içinyoldaş Tınıstanov’un geliştirdiği tablolar, Kırgızkelime hazinesini derlemeyi hızlandırmakla, değerliteknik usul olarak sadece Kırgız dili değil, başka25eylül-ekim-kasım2012


milletlerin (Dungan, Sart-kalmak, Uygur v.s.) dillerininkelime hazinesi için de önemli olduğu belirlensin.2.Yoldaş Tınıstanov’un tablosu, derlenen sözlersosyal esasları açıklamaz, birçok teknik, tıp vs.terimleri içermez diyen eleştiriler, onun sonuçlarıistatistikle uğraşan memurların kelime hazinesineboyun eğerek şablonların kısa zamanda dilin bütünzenginliklerini içine aldığından şüphe duyulmayacakşekilde hazırlansın.3.Yoldaş Tınıstanov’un çalışmalarının Kırgız dilininaçıklama sözlüğünü yayınlamakla gerçekleştirmelazım olarak görülüp yoldaş Tısıntanov’a EğitimHalk Komiserliğine sözlüğün planın, onu yayınlayacakpersoneli ve basım planın verme önerilsin.4.Yoldaş Tınıstanov’un tablosunu kullanmanınyollarıyla, onun çalışmalarının Sovyet toplumunungeniş çevresine tanıtmak için basında bu meseleyiyansıtarak, parti, Komsomol ve mesleki en faal üyeleriçekmekle beraber Frunze şehrindeki öğretmenlerintoplantısında tablolar ve kendisinin derlediğilügat hakkında Tınıstanov’un beyanına yer vermegerekli olarak görülsün.Doğrulandı:Kırgız Otonom Sovyet Sosyalist CumhuriyetiEğitim Halk Komiserliği’nin Sekreteri Muhtarov.KIRGIZ CUMHURİYETİ MERKEZİ DEV-LET ARŞİVİ F. 869. C. 3. K.199. 13 s. kopyadan.No. 92Beşinci Sınıflar İçin Morfoloji Ders KitabınıOluşturmaya Tınıstanov’un Görevlendirmesi HakkındaKırgız Otonom Sovyet Sosyalist CumhuriyetiEğitim Halk Komiserliği’nin Kurulunun №1Protokolü’ndenFrunze Şehri2 Eylül 1933 yılıKatılımcılar: Kurul üyeleri Çistyakov, Toyçinov,Daniyarov, Akmataliyev, Kulov, Nogoyev, Tsıganov,Cumayev, Mihalov, Babaşalin.Dinlendi:1.Daimi ders kitaplarını yayınlamanın yapısıhakkında (Daniyarov, RSFSC Eğitim Halk Komiserliğitemsilcisi Çaplin, Toyçinov) karar kabul edildi:Paragrafı bulun 1.4. Beş yıl okuyanlar için (Morfoloji)ders kitabını oluşturmaya yoldaş Tınıstanovgörevlendirilsin. Yoldaş Tınıstanov’a bir gecelikzaman içerisinde bu görev için anlaşma gerçekleştirmeönerilsin.7.Ders kitapları dışındaki çalışmalardan Bayımbetov5 Eylüle kadar, Abdukaimov ile Tınıstanov 10Eylüle kadar derhal muaf tutulsun.Başkan ColdoşovKR SD BMA F. 10. C. 5. K.115. ss. 67-68.Teyitli kopyadan.No. 98KASIM TINISTANOV’UN BİLİMSEL ÇA-LIŞMALARI HAKKINDA FİKİRLERFrunze Şehri.1935 yılı.Kİİ’nin İnşaat Enstitüsü’ne verdiği önerileri kısacatekrarlamakla beraber, şöyle talimatları gerekliolarak görüyorum.1.Kırgızistan’daki ulusların dil meselesi üzerindeçalışanlar içinde Kasım Tınıstanov, şüphesizönde yer almaktadır.2. Sözcük bilimi meselelerinden tutun,Tınıstanov’un özel yeteneği, dile söz kazandırmabecerisi meselede sonuca gitmede, teorik ve pratikkullanımda çok önemli rol oynayabilir3. Sözlük üzerinde çalışma Tınıstanov’u “Morfoloji”olarak bilinen meseleye getirmiştir: KasımTınıstanov Morfoloji terimiyle (Batı Avrupası’ndason 5-6 yılda ortaya çıkan) Batı Avrupası dilbilimcilerininbununla ilgili çalışmalarından haberdarolmamasına rağmen, o Kırgız dili alanındakimorfolojiye yönelik sorunu kendi gücüyle çözmeyegirişerek birkaç meseleyle ilgili net bir çözümeulaşabilmiştir (Tınıstanov’un Projelerinde bu doğrultudakibilimsel çalışmanın sadece bazı yönleriyansıtılmıştır).4.Kırgızistan’ın dil alanı veya Kırgız dili bilimindeyoldaş Tınıstanov önemli rol oynadı veoynamaktadır. Yukarıda belirtilenleri göz önündebulundurarak, kendi bilimsel birikimini Avrupa dilbilimcilerinieserlerin okuyarak geliştirme gereksinimiolmasına rağmen, Tınıstanov kendi uzmanlıkalanında profesör unvanına lâyık görülmektedir.Profesör PolivanovYoldaş Tınıstanov Kırgız dilini bilimsel öğrenmealanında ilk iz bırakanlardandır. On dört yıliçerisinde Kırgız dilini öğrenmede Kasım Tınısta-26eylül-ekim-kasım2012


nov birkaç bilimsel çalışma yaptı. Bunlar Kırgızdili ilmine çok büyük katkı sağladı. Şu an yoldaşTınıstanov bu alanda özverili ve başarılı şekilde çalışmaktadır.Kırgız Pedagoji Enstitüsü’nde yoldaşTınıstanov, üç yıldır çağdaş Kırgız dili ve Kırgız dilitarihi profesörü görevini yürütmektedir. Bilim adamı,kendi alanının en iyi uzmanı yoldaş Tınıstanov,çok değerli öğretmendir. Kendi bilimsel araştırmalarınıesas alan dersleri yüksek kuramsal seviyesiylesivriliyor. Bunun yanı sıra yoldaş Tınıstanov Kırgızmillî kültürünün tanınmış şahıslarından olmuştur,bu onun “Sosyo-ekonomik Terimler Sözlüğü” gibibazı bilimsel çalışmalarında ve “Üç Dönem” gibiedebî eserlerinde yansımıştır. Bunlar nedeniyle yoldaşTınıstanov 1934 yılındaki tasfiyedede partidençıkarılmıştır (onun parti faaliyetiyle ilgili rapor şuan Moskova’da tasfiyeye yönelik merkez komisyondabulunmaktadır).Enstitü müdürü BapşevParti örgütü başkanı MihlinaYerel Komite DenisovKIRGIZ CUMHURİYETİ MERKEZİ DEV-LET ARŞİVİ F. 869. C. 3. K.199. s. 4-6. aslındankopya.No. 99KASIM TINISTANOV’UN YAŞAM ÖYKÜ-SÜNDEN KISA BİR BÖLÜMFrunze şehri.10 Haziran 1935 yılı.Edebiyat çalışmalarını 1919 yılının sonlarındabaşlar, bu dönemde Kazak burjuva aydın kesimininetkisi altında olur. Kendi çalışmalarında 1923 yılınınsonlarına kadar burjuva milliyetçilik fikrini yayar.1929 yılında millî burjuva fikrinden vazgeçerekKomünist Partisi safında yer alır. Kırgız dili alanındakibilimsel faaliyetini 1922 yılında başlayıp, bualanda gerçekleştirdiği ilk çalışmaları 1924 yılındanitibaren Kırgız bilim komisyonu araştırmacısıolarak çalışır. 1925-1927 yıllarında bu komisyonunbaşkanı, 1928-1930 yıllarında Kırgız Muhtar SovyetSosyalist Cumhuriyeti Eğitim Halk Komiserliği’ninbaşkanı olur, 1930-1931 yıllarında sağlık sorunlarınedeniyle çalışmamıştır.Çağdaş edebiyat alanındaki faaliyetini 1924 yılınınsonlarında başlamıştır. 1925 yılının başlarındayeni alfabeye geçme, Kırgız dili ve yeni alfabe projesihakkında birkaç makale yayınlamıştır. 1925-1927 yılları “Yeni Alfabenın Dostları İdaresini”,1927 yılından itibaren yeni alfabe merkez komitesini,eski alfabe kullanımdan tamamen çıkıncayakadar yönetmiştir. 1926 yılında Latinleştirilmiş alfabeyitemel alan Dunganlar için yazı geliştirmeyeyönelik çalışmaların yönetimine katılmıştır.Kırgız Pedagoji Enstitüsü’nün Kırgız edebiyatıöğretmeniyken kaleme aldığı özgeçmişi:Eğitim faaliyetine 1924 yılında başladım, Temmuz1925’ten Ocak 1926’ya kadar Karakol şehrindeöğretmenlik kurslarında dil ve edebiyat dersleriverdim. 1925’ten 1927 yılına kadar Frunze şehrindekiöğretmenlik kurslarında ders verdim. 1933yılının Eylül ayından günümüze kadar profesörlükyapmakla birlikte Kırgız Pedagoji Enstitüsü’ndeçağdaş Kırgız dili ve bu dilin gelişme tarihiyle ilgiliders verdim. Şu an bilimsel gramer ve Kırgız diliningelişme tarihi alanında bilimsel araştırmamı da devamettirmekteyim.Dil ve yazı hakkında ana çalışmalarımın listesişöyledir:1.Kırgız Tili Boyunça Hrestomatiya, (KırgızDili ile İlgili Seçmeler, Kırgızca), Türkmambas,Taşkent, 1934.2.Çondor Üçün Alippe, (Yetişkinler İçin AlfabeKitabı, Kırgızca) , Merkez basımevi, Moskova,1926.3.Kırgız Tilinin Grammatikası, (Kırgız Dili Grameri,Kırgızca), 1. Kısım, Kırgmambas, Frunze,1927.4. Kırgız Tilinin Grammatikası, (Kırgız DiliGrameri, Kırgızca), 2. Kısım, Merkez basımevi,Moskova, 1931.5.Kırgız Tili Boyunça Okuu Kitebi, (Kırgız DiliDers Kitabı, Kırgızca), Kırgmambas, Frunze, 1924.6.Baldar Sözdügün Östürüü Boyunça Kitep,(Çocukların Kelime Hazinesini Arttırmaya YönelikKitap, Kırgızca), OAPMB, Taşkent, 1932.7.Sotsialdık-Ekonomikalık Atalmalar, (Sosyo-Ekonomik Terimler, Terimler Sözlüğü), Kırgmambas,Frunze, 1933.8.Kırgız Adabiy Tilinin Canğı OrfografiyasınınDolbooru, (Kırgız Edebi Dilinin Yeni YazımınınProjesi, Kırgızca ve Rusça), Kırgmambas, Frunze,1934.9.Kırgız Tilinin Morfologiyası, (Kırgız DiliMorfolojisi, Kırgızca), Kırgmambas, Frunze, 1934.27eylül-ekim-kasım2012


10. “Alfavitti Almaştıruu Jönündögü MaselegeKarata” (“Alfabeyi Değiştirme Hakkında MeseleyeYönelik”), Erkin Too Gazetası, Mayıs-Haziran1925.11. “Alfavitti Almaştıruu Zarılçılıgı Tuuraluu”(1925-Jıldagı Syezddegi Dokladdın Stenografıyası),(“Alfabeyi Değiştirme Gereksinimi Hakkında”,1925 Yılında Gerçekleşen Kongrede Sunulan BildirininStenografisi), Erkin Too Gazetesi, Haziran1925.12. “Canğı Alfavitti Kuruunun Negizgi TutumdarıTuuraluu”, (“Yeni Alfabeyi OluşturmanınTemel Esasları Hakkında”, Birinci TürkolojiKongresi’nin Bildiri Metinleri), Bakü, 1926.13. “Çet Ölkölük Atalmaların Taasiri Cönündö”,(“Yabancı Terimlerin Etkisi Hakkında”, Bildiriözetleri), Canğı Madaniyat <strong>Dergisi</strong>, Frunze, 1928.14.Kırgız Tilinin Kuruluşu, (Kırgız Dilinin Oluşumu,SSC Bilimler Akademisi Konferansı’ndaSunulan Bildirinin Kısaltılmış Stenografisi), “Kirgiziya”derlemesi içinde, SSCB B.A. Basımevi,Leningrad, 1934.El Yazması Çalışmaları15. “Ene Til-Madaniyattı Kötörüüdögü KubattuuRıçag”, (“Ana Dili, Kültürü Geliştirmede KuvvetliBir Etken”), Kırgız OSSC İKA Derlemesi içinde,1934’de basıldı.16. “Kırgız Tilinin Sintaksisi”, (“Kırgız DiliSözdizimi”, El yazması baskıya hazır), 1935.17. “Kırgız Tilinin Lenindik Körönğösü”, (“KırgızDilinin Leninlik Temeli”, Yüz bin civarında kelimedenoluşan sözlük malzemeleri), 1935.10 Mayıs 1935. Frunze şehri. TınıstanovKIRGIZ CUMHURİYETİ MERKEZİ DEV-LET ARŞİVİ F. 869. C. 3. k. 199 3-3 s. KopyadanNo. 100Kırgız Atasözleri (“Masallar”) Derlemesini Yayınlamakİçin Yazı Kurulu Oluşturma GereksinimiHakkında Komünist Partisi Kırgız Bölge Komitesibürosunun 126 No’lu Oturumu ProtokolündenFrunze şehri10 Kasım 1935 yılı1.Bölge Komitesi Kırgız Enstitüsü ile EğitimHalk Komiserliği Kırgız atasözlerinin yayınlamasıüzerinde günümüze kadar ciddi çalışmadı, masallarve atasözleri alanında hiçbir şey yayınlanmadı diyedüşünüyor.2. Bölge Komitesi 1936 yılında masallar ve atasözleriderlemesinin yayınlanmasını gerekli görüyor,bu amaçla Ailçinov (başkan) ve Tınıstanov yoldaşlarıniçinde bulunduğu yazı kurulu oluşturulsun.3.Yazı kuruluna hemen malzemeleri toplamagörevi, yazılmış, enstitüde ve yoldaş Yudahin’deolan malzemeleri siyasi açıdan kontrol edip, Kırgızdilinde folklorun (masal ve atasözlerinin) birkaçadlandırılmasını Bölge Komitesi’ne incelemeye 15Kasım tarihine kadar gönderme ve yazı kurulunaRusçaya tercüme etmek ve yayınlamak için BölgeKomitesi’nin incelemesine gönderme önerilsin.Komünist Partisi Kırgız Merkez Komitesi SekreteriM. Belotskiy.KIRGIZ CUMHURİYETİ SİYASİ BELGELERMERKEZİ DEVLET ARŞİVİ F. 10. C. 1. K. 639.17 s. asıl nüshadan.5 Mayıs 1937Manas Destanı’nın Rusça Yarı Cildinin danışmanıve Editörü Olan Manas Uzmanı KasımTınıstanov’u Moskova’ya Acilen Gönderilmesi İçin“Hudojestvennaya Literatura” Yayınevinin Kırgızİlçesi Komite Başkanı Jumabaev’e, Kırgız SSC HalkKomiserler Başkanı İsakeev’e MektubuMoskova şehriDevlet edebiyat yayınevi Kırgızların ManasDestanının yarı cildini kısa süre sonra tamamlayacaktır.Fakat şair ve tercümanlar S. Lipkin, L, Penkovskiy,M. Tarkovskiy çalışma esnasında bazı kelimeve deyimleri anlamakta zorlanıyor. Kitabın baskıyagönderilmesinden önce, tercümanlara Manas’ınKırgızca editörünün danışmanlığı gerekiyor, danışmanRusçası çok iyi olan konuya hâkim editörolması lazım. Bunula birlikte, açıklanması gerekenyerleri hemen açıklayan ve baskıdan çıkacak Manaskitabının bölümlerinin özetlerinin hazırlanması,Rusça metinin müellifleri ile göze göz çalışabilenbiri olması gerekiyor. Kitabın güzel görünümlü olmasıiçin de Kırgız editörün görüşlerinin alınmasıihtiyacı doğuyor. Yayınevi ve tercümanların kanısıncabütün bunların üstesinden yoldaş Tınıstanovgelebilecektir. Bundan dolayı o, 15 Mayısa kadarMoskova’ya gelmesi lazımdır. Eseri baskıya gönderdiktensonra, kitap üzerinde çalışanlar Manasçalışma grubuna ve bütün Kırgız halkına çalışma-28eylül-ekim-kasım2012


ları hakkında ayrıntılı bilgi vermek için Frunze’yegitmesi yerinde bir hamle olur. Bu teklif zamanındaYoldaş İsakeev tarafından iletilmişti. Manas tercümanlarınınFrunze’ye giderek “Chong Kazat”ınikinci cildininin tercümesinde oralı meslektaşlarıyladanışması, bundan sonraki çalışmaları hızlandıracak,engelleri ortadan kaldıracaktır. Devlet edebiyatyayınevinin meselesine sizlerden en kısa zamandacevap bekliyorum.Kültür Yayınevi MüdürüNakoryanovSSC Halkları Çalışmaları Bölüm BaşkanıMusaelyanKIRGIZ CUMHURİYETİ SİYASİ BELGE-LER MERKEZİ DEVLET ARŞİVİ F. 350. C. 1. K.51. s. 61-61 Asıl nüshadan.Kırgız SSC Halk Komiserler Komitesi BaşkanıBayalı İsakeev 7 Haziran 1937 tarihinde, HudojestvennayaLiteratura Yayınevi Müdürüne “Manas”Destanı meselesiyle ilgili danışman olarak K.Tınıstanov’un Moskova’ya yollandığını bildirmiştir.KIRGIZ CUMHURİYETİ SİYASİ BELGELERMERKEZİ DEVLET ARŞİVİ F. 350. C. 1. K. 51.s. 60. asıl nüshadan.Arşiv belgelerini tercüme eden Tülön AkmatalievYeni kültürümüzün önderiKasım Tınıstanov sadece dilbilimci ve devletadamı değil, yazar, şair ve tercüman da olmuştur.Hakikaten, onun edebî mirasi o kadar da fazla değil,fakat fikir ve yaratıcılık, tür ve tarz bakımındandikkat çekiyor ve okuyup öğrenmeye layıktır. İlkşiirleri Taşkent’te okurken, ilk önce Kazak dilinde,sonra Kırgızca Kazak gazete ve dergilerinde yayınlanmayabaşlar. 1925 yılında “Kasım Irlar Cıynagı”(Kasım’ın Şiirleri Derlemesi) adıyla Moskova’dankitap olarak basılır. Vurgulanması gerekir ki, bu,Sovyet döneminde ana dilimizde yayınlanan ilk özgünşiir kitabı olmuştur. O dönemin ölçüsünü gözönünde bulundurursak, derlemenin hacmi epeycebüyük, derleme biçim, tür ve konu bakımındançeşitli, yaratıcılık bakımından da epeyce farklıdır.Kitap, otuz iki özgün şiir, bir çeviri (İ. Krılov’un“Karınca ile Yusufçuk” fablı) ile “Canıl Mırza” adlıuzun şiiri içerir.İlginç olan nokta şu ki, “Kasım’ın Şiirler Derlemesi”yayınlandığı dönemde, ne yazar arkadaşlarıne de yeni oluşmaya başlayan Kırgız edebî eleştirisininkitaba yönelik bakışları kendini göstermiştir.Bu doğrultuda ilk tarafsız görüşünü söyleyen, başkabir değişle, derlemenin olumlu ve olumsuz yönlerinieşit biçimde değerlendirerek yazarın genel vemesleki seviyesini saptayan şahıs Tokçoro Jaldoşevolmuştur. Tokçoro Joldoşev bu görüşünü belirtmegayretini, 1927 yılında “Erkin Too” (sonraki “KızılKırgızstan”) gazetesinde “Güzel Edebiyatımız veŞair-Yazarlarımız” adlı özel seri şeklinde yayınlananmakalesinde gerçekleştirmiştir.Ömrünün son yıllarında Kasım Tınıstanov,dilbilimle ilgili araştırmalarını devam ettirmeninyanı sıra, arkadaşı olan ünlü dilbilimci E.Polivanov’la beraber “Manas” destanını Rusçayaçevirme çalışmasına katılır. Sözün kısacası,hangi yönünden bakarsak bakalım (şairlik olsun,yazarlık ve gazetecilik olsun, tercümanlık olsun,tiyatro yeteneği olsun, dilbilimi olsun, devlet işleriolsun) Kasım Tınıstanov her yerde tüm yeteneğive bilgisini yeni zamana, yeni iktidara, akıllıcaseçerek katıldığı partisine, öz halkına, başka milletlerindostluğuna hizmet etmeye harcamıştır.Abdıganı ErkebayevKIRGIZ CUMHURİYETİ MERKEZİ DEV-LET ARŞİVİ F. No. 2869, C. 1, K. 72, s. 5-9.Kısaltılmış şekli.Tınıstan Uulu KasımBu kişi ile birlikte eskiden padişahlık dönemindeyerel halk için açılmış Tuzem Okulu’nda bir yılokudum. Benimle yaşıttır. 1901 yılında doğmuşolsa gerek. O dönemde onu o kadar da iyi tanımıyordum.1916 yılında Ürkün nedeniyle Çin’e kaçtık.1921 yılında ancak öz vatanım Isık Göl’e dönebildim.O zamanlar Kasım, Taşkent’teki Kırgız-KazakPedagoji Enstitüsü’nde okumaktaydı. Ben de aynıenstitüye 1923 yılında başladım. O, üst sınıfta, benise alt sınıftaydım. O, bana kıyasla çoktan zihni açılmış,gazetelere Kazakça şiirler yayınlayan hâle gelmişti.Ozandı. Çok neşeli ve bir araya gelinen yerlerdegrubun en iyisiydi. İnsanlara tam isabetli lakapbulurdu. Onun lakabına, takma isime layık görülenkişi de razı olurdu. Rus dilini çok iyi bilirdi. EnstitüyüKırgızistan Muhtar bölge olduğu dönemdebitirdi. Hemen işe alındı. Kırgız okullarının ikincisınıfları için “Okul Kitabı” oluşturma görevi verildi.29eylül-ekim-kasım2012


Bu görevini zamanında yerine getirebildi. Bu kitapErkin Too gazetesi ile aynı dönemde yayınlandı.İşenalı’dan sonra ders kitapları hazırlayan tek kişiydi.Kitabı çok iyi yazılmıştı. Şimdi de örnek olmabakımından ilk sırada yer alıyor.1925 yılında “Kasım’ın Şiirleri Derlemesi” adlıkitabı Moskova’da basılmış ve halk arasına yayılmıştı.Kırgızistan’ın muhtar bölge ilan edildiği dönemdeBilim Komisyonu Başkanı olarak çalıştı,sonra Eğitim Komiseri oldu.Kısmetmiş Kasım’la birlikte çalışmak nasipoldu. Kasım’la ortaklaşa makale yazdık. Latin alfabesinegeçtiğimizde, onun projesini beraber geliştirdik.Kasım’la beraber Semerkand’da ve Bakü’degerçekleşen toplantılara gittik......1934 yılında Karakol’da başıboş gezdiğim, birgün çalışırsam iki gün boş oturduğum dönemdi. İyikalpli bir insan, bana eski dönem evlerinden birinivermişti. Sınıf çatışması şiddetlenerek insanlarınbirbirini çakal olarak gördüğü dönemdi. Kasım,Bişkek’ten görevle gelmişti. Kırgızistan’ın oluşumununonuncu yıldönümüne malzeme toplamayagelmiş olmalı. Her şeyin ucuz olduğu dönem. Komşularımızlabirlikte koyun keserek etini paylaşıyorduk.Kasım’ın geleceği o gün de, komşu delikanlıylabirlikte koyun kesmiştik. Koyunu kesen komşum,koyunun başını bile ikiye bölmüştü. Koyununbu yarı başını pişirip, Kasım’a ikram ettim. Kasımbir şey demeden yemişti. Ertesi gün İlçe KomitesiSekreteri Tınayev Osmonkul bize geldi. Kasım’ıngeldiğini duymuş olsa gerek. Osmon beni de seviyordu.O, “Et var mı?” diye şakalaştı. O zaman Kasım“Geceleyin bana başın yarısını ikram etti. Diğeryarısını sen yiyeceksin.” diye şaka yapmıştı. İkigün sonra Kasım’la birlikte akşamleyin Tınayev’inevine gittik. Ben önce kapısını çaldım, Osmon koşarakçıktı. “Eve girin.” dedi. Ben “Kasım da yanımda.”dediğimde “İkiniz de girin, misafirim olun.”dedi. O sırada diğer kapıdan birkaç karalı alacalıkişi geçti. Ben “Onlar kim?” dediğimde, “Ne yapacağın?Gir, büyükler.” dedi. Ben “Yok, giremem,beni gördüklerinde tiksenerek içip yediklerini sindiremezler.Milliyetçi, ters insanla nasıl oturabilirler,Kasım kalsın, ben gideyim.” dediğime bakmadanevine soktu.Tınayev Osmonkul’un Rus eşi vardı. Aşırı anlayışsızkadındı. O terk ederek gitmiş, bir Özbek delikanlıyıgetirterek önemli misafirlere yemek yaptırdığızamandı. Gelen misafirler Törökul AytmatUulu, Erkinbek Esenaman Uulu, Saymasay TatıbekUulu’ydu. Hepsini tanıyordum. Yalnız tanımak değil,hatta beraber çalışmıştım. Yaşıttık. İçten benisevdiklerini biliyordum. Votka, şarap içildi. Ben degeri çevirdim. Onlarla beraber, ben de sarhoş olmuştum.Büyük tepsiyle et getirdiler. Birer taneustukan (kemikli et) aldık. Et doğrayacak kişi yoktu.Bir anda Kasım “Kuseyin, kemiği bırakıp etidoğrasana, et doğrayıp yiyen biyin (zenginin) oğludeğil misin?” dedi. O zaman ben, “Kasım, biyin(zenginin) oğlu kendi eti doğramazdı, başka birisinedoğratarak yerdi. Sen çeviksin ya, sen doğra.”dediğimde herkes güldü. Bunu dememin sebebi,Kasım’ın babası eskiden “Tek atlı Tınıstan” olarakbilinirdi. Yeni Ekonomi Planı sayesinde oğlu belinidoğrultmuş, zengin olmuş galiba. Ukrayna’ya sürülmüştü.Kasım da “yabancı unsur” olarak nitelendirilmeyebaşlamıştı. İçkinin olduğu yerde gülmede artar ya. Bir ara içkili hâlde olan Saymasay TatıbekovAlaş’ın şarkısını söylemeye başladı. Onunladaha Taşkent’te okurken, Komsomol faaliyetindetanışmıştım. Şimdiyse o Motor Traktör İstasyonuBaşkanıydı. Parti tasfiye komisyonunun amiriydi.Kılıcından kanın damladığı dönemdi. Fakat söylediğişarkı buydu. İnsanların içiyle dışı birbirindenfarklı olan zamanmış ya. Törökül içmeden yattı. Nede olsa eğlence iyi geçti. Hepsi birbirine saygı duyardı.Gene devam edeyim. Galiba 1932 yılıydı. DilEdebiyat Enstitüsü’nde Kasım, ben, Acıyman ŞabdanUulu, Kasımalı Cantöş Uulu ile beraber çalışıyorduk.Yazın şerine (bir şenliktir ki üyelerindenher biri sıra ile ötekilerine ziyafet çeker) oluşturduk.Bu şerinede Aalı Tokombay Uulu, AbdıldaAyılçı Uulu, Turdaalı Toktobay Uulu vardı. BazenCaynak Saaday Uulu da katılıyordu. Asan RıskeldiUulu, Börü Kenensarı Uulu vs. de vardı. Kasım, K.Cantöş Uulu ve ben bir araya gelince olmayan komikşeyleri meydana getiriyorduk. Sözlü “MayluuTanğ” (Bereketli Tan) adlı piyesi ortaya çıkardık.Bir gün Kasım “Hey, yiğitler, bende bir fikir var.Sanatın sınıfa (feodal sınıfa) nasıl hizmet ettiğini,başka bir deyişle sanatı sınıf (feodal sınıf) kendiçıkarı için nasıl kullandığını halka gösterelim mi?”dedi. Hepimiz kalem alarak piyes yazmaya giriştik.Ben Ayçürek’in Amu Derya boyunda kırk kızıylagezerken Semete’yle buluşmasını yazdım. Kısacası,30eylül-ekim-kasım2012


o geceye “Akademi Geceleri” adını verdik. Tiyatroile bir aylığına anlaşıp oyunu hazırladık. Devletyönetim üyeleri gelip izlediler, beğendiler. Olan ondansonra oldu. Ak emeğimiz başımıza bela oldu.Fırsatçılara gün doğdu. Beni Celal Abad’a sürdüler.Gerekçe “ili kalkındırmak”. Kasım, AkademikGecelerde ustalığını konuşturdu. Onu beğenenlerinönü kesildi. Tembel, dilencilerin önü açıldı. İyi niyetlilergelişemediler. İnsan ömrü sinek ömrü değerikadar değer görmüyordu. “Turna’yı bey yaparsan,başından bela eksik olmaz”, “Nereye gidersen git,aynı çile” devri başladı. Durum gittikçe zorlaşıyordu.Olur olmaz gerekçelerle insanlar partiden ihraçedildiler. 1933 yılında Kasım bir günü bana şunudedi:-Hey, Kuseyin! Zaman bozuldu ki. Çare kalmadı.Ben Maksim Gorki’ye mektup yazdım. Bunuokuyayım, diye mektubu gösterdi.Mektubu gönderdik, maalesef, Gorki’den cevapgelmedi. O mektubu K. Yudahin ikimiz, Gorki’inadını taşıyan Dünya Edebiyat Enstitüsü’nün müdürüolan Arfa Petrosyan adlı kadına gönderdik. Sonralarıo mektubun aslı bulundu. Mektubu ProfesörB. Yunusaliyev’e verdik. Şimdi mektup bu kişininarşivinde olmalı.Oldukça fazla insan Kasım’a yapışmıştı. Onun:“Ayazla ıslık çalarak,/ Geldi ihtiyar kış./ Bahardabizde öten,/ Sıcak yerlere gitti göçmen kuş./ Ne zamangider ihtiyar kış,/ Ne zaman çiçeklenip sevinir,/Sıcak yerlere giden yaşlı kuş./ Ne zaman gelip öterler.”şiirinde “ihtiyar kış” diye Bolşevikleri anlatıyor;“Ne zaman gelir göçmen kuş” diyerek, yabancıülkede olan “akları” çağırıyor diye eleştirdiler.Kasım, ders kitabına “Hububatın varsa oroodo(hububat muhafaza etme için çukurda), hayvanınvarsa kışlada” atasözünü yazmıştı. Bu atasözüne yapışarak“Baksana, hububatını hükümete vermedenorada sakla diyor ya. Bu kulak (zengin çiftçi, sömürücü)propagandasıdır.” diye hücum ettiler. “Kasımsadece eski hayatı çok istiyor. Şimdiki yeni hayathakkında şiiri de yok” diye yapıştılar.Bunların sesini bastırmak için Kasım, “Be, Gökçe,yürü. Bu sene devlete bol hasat olsun!” diye birkaçmısra şiir yazdı. Eleştirenler, “Kasım hep eskiGökçe atını görür, yenilikleri görmek istemiyor.”diye gene eleştirdiler. Kasım cevap olarak “Gelir,gider traktör, gelir, gider.” diye yeni şiir yazar. Eleştirenler,“Şuna bak, yer kazan traktörü görmüyor,geliyor, gidiyor diye bağırıyor. Kasım’dan adamolmaz.” sonucuna varırlar. Kasım da dayanamayıponlara yapıştı. Olay şöyle oldu: Kasım bir günü konuşurkensözü bu konuya getirdi:-Ben birçok dedikoducunun tercüme ettiği,Stalin’in “Kısa Kurs”una baktım. Tercümede birsürü siyasi hata mevcut. Üslup, yazım kurallarındaneser yok. Şimdi ben bunu onların yüzüne vuruyumne diyecekler, dedi.Bu konuşmadan çok geçmeden Kırgız KomünistPartisi Başkanı Bayalı İsakeev’e mektup yazdı.İsakeev hemen bir toplantı düzenledi. Kasımtercüme ile ilgili bildiri sundu. Tahtanın bir tarafınaStalin’in Leninizm hakkındaki sonucunu, öbür tarafınaKırgızcasını yazdı. Çeviride Marksizm, Kapitalizmolarak yazılmış. Tercüme yapanlar bir lafedemediler. Bir sürü üslup, imla hatalarını gösterdi.İtiraz eden çıkmadı. Çünkü Kasım işini iyi bilen dilci,Rusçayı da çok iyi bilen bir aydındı. İsakeev birhayli sinirlendi ve:-Tercüme çok kötü çevrilmiş. Bu tür yazılar halkasunulmaz. Tercüme olmamıştır. Bu kutsal eserişinin ehli kimselere verilsin, dedi.Daha sonra örneklere bakarak, Kalim Rahmatulinadında birinin önderliğinde, resimli bir albümhazırlamışlar. Bastırmak için İsakeev’e götürürmüşler.İsakeev, tekrar toplantı düzenler ve Kasım’ı daveteder. Kasım çalışmaya baktıktan sonra:-Bu olmamış. Bu halk dili değil, Molla dilinebenzemiş.” diye dediğini tekrar ispatlar. Neden dilcilerledanışmadan hazırladınız, dilcilerle birliktehazırlayın emri verilir. O zaman dil uzmanı olarak,ben, Şatmanov ve Kasım var. Bizi zengin neslindendiye o tür işlere sokmadıkları bir dönem. Bu tür işlerçok yaşandı. Böylece Kasım fırsat geldiğinde, dedikoducutercümanların dersini vermekten çekinmedi.Neden bir avuç Kırgız aydını bir takım olarakçalışamadı? Onları birbirine düşüren sınıf mücadelesidir.Cetlerinde soylu birini buldu mu, hemenonu partiden ihraç etme, onları itekleme normal işlerdendi.Kasım Bişkek şehrinde 1924 yılından itibarenyaşamaya başladı. Komşusu Adamkalıy, ooz komuzu(millî çalgı “ağız kopuzu”) çok iyi çalabilen birinsandı. Ben Kasım’a sık gidiyordum. Her gittiğimdeKasım’ın evinde meşhur kopuzcu Karamoldo’yukomuz çalarken görürdüm. Her zaman o kişi komuzçalarken, Kasım “Çal, hocam, çal. Eskiden manap-31eylül-ekim-kasım2012


lara (baylara) komuz çalardın ya, şimdi benim içinçal.” derdi. Meğer Kasım kopuzdan çok iyi anlayanbir insanmış. Hatta Kasım Taşkent’te öğrenciykenhocası olan Magcan Cumabay öğrencisinin mandolinçaldığını gördüğünde ona:-Kasım sen şairsin. Mandolin çalma. Sanat dediğintabaktaki yemektir.” diye nasihatte bulunur.Kasım’a mama gibi yapışan eleştiriciler “Kasım,eski hayatın yanlısıdır. O Sovyet hükümetini sevmez.Sovyet hükümetine ün kazandıran (öven) şiirde yazmaz.” dediler. Bu apaçık bir yalandı. KırgızlardanSovyet hükümetini ilk öven Kasım olmuştur.Bu sözümü kanıtlamak için şu örneği verebilirim ki,Kasım, 1920 yılında yirmi yaşındayken aşağıdakişiiri yazdı. O dönemde Kırgızların öz diline uygunolan ve sahiplendikleri alfabesi yoktu. Bütün Türkhalkları Arapların 28 harfi ve Fars, Türklerin eklediği3-4 harfle yazarak birbirinin edebiyatını okuyabiliyordu.Bunların içinden bize en yakını Kazakdiliydi. Kırgızların hepsi Kazak dilinde kullanılanArap harflerini kullandı. Baytursunov’un Kazakçayazılmış “Til Kuralını” (Dil Aleti) okulda okuttu.İlk şairimiz Kasım da, şiiri Kazak dilinde yazdı.Kırgızların ilk okuyan gençleri, Kazak kardeşlerimizinöğretmenlerinden eğitim gördüler. Bundandolayı ana dili gibi çok iyi Kazakça konuşabiliyorlardı.Kasım’ın şiirini de Kazak dilinde sunuyorum:Bugünkü GünBugün şulelerin parıldadığı gündür,Dünkü umutsuzlukların giderildiği gündürDökülen kanlar hakkında ses çıkmazdı,Şimdi onları açık söyleme günüdürMaksatların gerçekleştiği bir gündürHer insanın payını aldığı günKan içen kimselereTabiatın başını eğdiği bir günBitkiler, hayvanatlar gülen bir günEzilen, kalplerin ferahladığı bir günUzun yıllar eziyet çekenlerSağ salim birbirlerine kavuştuğu bir günYoldaşlar bayrağı kaldırıp öne yürüyünEvde boşuna yatmayın halkla birlikte olBüyüklerin dediği atasözü varHalktan ayrılan adam olmaz(Sürüden ayrılanı kurt kapar)1920 yılıBuna benzer “Tan” adlı şiirini de yayımladı.Buna rağmen iftiralar durmak bilmedi. Yalanı gerçekgibi konuştuklarında gerçek utancından buralardanuzaklaştı. Dostum, meslektaşım, fikirleşelimhayatta olsaydı neler neler yapardık. 1933 yılında,ilk hapse atma ve öldürme işi gerçekleştirildi. O zamanlarKırgızların yetişmekte olan değerli insanlarıyok edildi. Ben de o zaman hapse atıldım. Okuluyeni bitirdiğim dönemdi. O zaman Kasım da hapseatılacaktı. Fakat o dönemde sekreter olan Belovskiy,Kasım’ı hapse girmekten kurtardı. 1936 yılındaStalin’in anayasası ilan edildi. Sınır çatışması birdendurdu. Birbirini “milliyetçi” “yabancı unsur”diyenler, şartlar gereği olsa gerek dost kesildiler.Tam o zaman beni “Rusça-Kırgızca Sözlük”oluşturmaya Moskova’ya davet etti. Ailemle gittim.Hızlıca gazaplı 1937 yılı geldi. Kasım da ManasDestanı’na “Baş söz” yazacağını söyleyerekbir aylığına eşiyle beraber Moskova’ya geldi. O döneminMoskova’daki Kırgız temsilcisi CamansariyevAsanbay’ın evine yerleşti. Benim üzerinde çalışmaktaolduğum “Sözlüğe” yönelik de iftiralar artmıştı. Birgün eşimle Camansariyev’in evine geldiğimizde Kasımyoktu. Biraz sonra geldi. Kederliydi. Neler olduğunusorduğumda:-Zaman bozulacak gibi. Sen Moskova’dan çıkma,dedi.-Ben de Moskova’da kalayım demiştim.Ancak İsakeev çağırıp:-Belovskiy’den telgraf geldi. Kasım’ı getir demiş,dedi. Çare var mı? Patronun götüreceğim diyorsa, neredekalabilirim ki. Gideceğim, diye içini çekti.Bundan bir kaç gün önce benim geçici olarak kaldığımeve gelmişti, konuk olmuştu. Nedense,-Kuseyin, senin evinde sarhoş olasım geliyor.Çok derdim var, demişti.Sözün kısacası, Kasım’ı İsakeev götürdü. O gelincehapse atmışlar. Böylece bu, canım gibi gördüğümyazı arkadaşımla son buluşmam oldu...Isık Göl İl Devlet Arşivi’nden alındı.Akademik Karasayev’in fonu.F-1041, tüzüm No. 1, s. 63-68.■32eylül-ekim-kasım2012


Kasım Tınıstanov'dankısa hikâyelerçev.: HALİT AŞLARÖMER KÜÇÜKMEHMETOĞLUİlim bitmez zenginlikBir adamın iki oğlu vardı. Baba, büyük oğlunu daha çok seviyordu. Servetinin tamamınıbüyük oğluna miras olarak bırakacak oldu. Anne her iki oğlunu da seviyor birini diğerinden ayrıtutmuyordu. Kocası onu dinlemedi; azarladı, dövdü. Kadın dayaktan kaçarak bir kara çiyin dibinevardı. Hıçkırıklar içinde ağlayarak oturdu. Yoldan geçen bir yolcu kadını gördü.-Niçin ağlıyorsun?diye sordu. Kadın ağlamasının nedenini anlattı. Yolcu hikâyeyi dinledikten sonra kadına şöylededi:-Siz boş yere ağlamayın. Küçük oğlunuzu okumaya gönderin. Bilim bitmez zenginliktir. Babanınservetiyse elin kiri gibidir. Çabuk tükenir.Kadın yolcunun söylediklerine inandı. Oğlunu çok uzaklara okumaya ilim öğrenmeye gönderdi.Çocuk yıllarca yılmadan okudu. Sanatını eline aldı ve sanatıyla zengin oldu. Ağabeyinin ise babasınınservetiyle başı döndü, sanat ilim öğrenmedi. Baba serveti çabuk tükendi. Beş parasız kaldı.Düşkünleşti. Kardeşine ekmek parası için yalvardı.Evet, iki tane güzel atasözümüz var: “Enege balanın alalıgı cok” (Anneye çocuğun kötülüğüyok); “Bilim tügönbös baylık” (İlim bitmez zenginlik).HırsızÖğrencilerden birinin çakısı çalındı. Kimin çaldığı bir türlü bulunamadı. Çakının çalınmasıöğretmenin kulağına gitti. Öğretmen bu duruma çok üzüldü. Çocuklara şöyle dedi:33eylül-ekim-kasım2012


-Okul talebesinin içinden hırsız çıkması hiç yakışıkalmıyor. Okul hırsız yetiştirmez. Örnek insanyetiştirir. Bu hırsızı bulmalıyız. Kendi içinizden üçöğrenciyi komisyona seçiniz. Benim hırsızı bulankedim var, şimdi onu getireceğim.Çocuklar komisyon başkanlığına Abıl’ı seçtiler.Komisyondaki çocuklar öğretmenle beraber öğrencileriyalınayak hizaya dizdiler. Öğretmen kedisinigetirip öğrencilere:-Şimdi hepiniz gözünüzü kapatınız. Kedi birazsonra çakıyı çalan çocuğun baldırına yapışacak,dedi.Çocuklar gözlerini yumdular.Abıl,-İşte yapıştı, diyerek bağırdı.Çakıyı çalan çocuk çığlık atarak olduğu yereoturdu. Çakıyı çalan öğrencinin adı Cangıbay idi.Çocukların hepsi ayıp, yazık, günah diyerekuğuldaştılar.Cangıbay kızardı, bozardı utancından ağlamayabaşladı. Öğretmen Cangıbay’ı evine götürdü. Nasihatetti. Sonra arkadaşlarının huzuruna çıkardı.Onlardan özür dilettirdi. Ondan sonra okulda birdaha hırsızlık olmadı.Arpa ile buğdayArpa:-Haydi gidip altın çıkan yerde bitelim, dedi.Buğday:-Bıyığınız uzun ama aklınız kısa arpam. Biz niçinaltının peşinden gidelim. Altın bize kendi gelir,dedi.Kırgızlarda atasözü var: “Arpa buuday aş bolot,altın kümüş taş bolot” (Arpa buğday aş olur, altıngümüş taş olur).Arpa buğdayın çok olursa altın kendi gelir.Niçin böyle yaratılmış?Ağız bir tane insandaKulak iki tane bu ne?Şunun için yaratılmışİyi dinle de az söyleAğız bir tane insandaGöz iki tane bu ne?Şunun için yaratılmışİyi gör noksansız söyleAğız bir tane insandaKolsa iki tane bu ne?Kendin düşünüp buluverÇok fazla çalış da az ye…Mektepte talebelerin tertip düzeniAbıl’ın okuduğu mektepte tertip düzen yoktu.Derste öğrenciler paldır küldür oynuyorlardı. Çocuklarbirbirlerine kötü söylemeyi, küfür etmeyi deihmal etmiyorlardı. Bir gün hoca “Çocuklar, mekteptedüzeni kendiniz sağlamalısınız,” dedi. Çocuklartertip düzeni yoluna koymak için aralarındatoplantı yaptılar. Toplantıyı yönetmek için Abıl’ıbaşkan seçtiler. Abıl, konuşmak isteyenlere sıraylasöz verdi. Çocukların çoğu konuşma yaptıktan sonraAbıl oylama yaptırdı. Evet deyip el kaldıranlarınsayısı çokluğu teşkil ettiği için şu karara vardılar:Kim dersteyken gevezelik edip milleti rahatsızetse bir birilerine kötü söyleyip küfür etse onu arkadaşlığımızdançıkaralım. Onunla oynamayalım.Bu karardan sonra mektebe tertip düzen geldi.Mektebe tertip düzeni ancak talebeler kendileri verebilirler.Hayvanların tartışmasıBir gün hayvanlar arasında münakaşa çıktı. Herbiri kendisinin insana lüzumundan bahsetti.-Bensiz Kırgız’ın görecek günü yok. Ben arabayerine yük taşıyorum. Benim yünlerim olmasaydıKırgız çıplak kalırdı, diyerek kendi lüzumunuanlattı.- Hayır, sendense ben faydalıyım. Ben insanınkanadıyım. Güce dayalı işleri de herkesteniyi yapıyorum. Etim de sütüm de işe yarıyor.Sütümden yapılan kımız bütün hastalıklara devaoluyor. Velhasıl bensiz gün geçmez.-Benim etim sütüm olmasa Kırgız’ın günügeçmez diye inek de kendi lüzumundan bahsetti.-Sütümle etim bir yana benim yünüm olmazsaKırgız bozüysüz [1] kalır. Ben yeri geldiğindeKırgız’ın işine yarayan para gibiyim, dedi koyun.1. Bozüy: Kırgız çadırı34eylül-ekim-kasım2012


Keçi de hemen kendi lüzumundan bahsetti.Hayvanlar münakaşa ederek sahiplerinin yanınagittiler.- Size kim daha çok gerekli, diye sordular.-Hepiniz gereklisiniz. Hepinizi bunun için besliyorum,diyerek hayvanları önüne katıp dağıttı.Tarlada tay bitmişAbıl babasına,-Bana at al, diye durmadan söylüyordu. Abıl’ınsözlerine babası çok kulak asmıyordu. Bir gün atabinip gezen çocukları görüp iç geçirdi.-At satın al, diyerek babasının sakalından asılmayabaşladı.Babası,-Tamam oğlum, bahar çıksın, okulunu bitiriptatil olsun, ben senin atını hazırlarım. O zamanakadar sen güzel güzel derslerine çalış, dedi.Bahar sona erdi. Okul tatil oldu.Abıl,-Konuştuğumuz atı ne yaptın, dedi.-Bahsettiğim tayı tarlaya örkledim, orda büyüyüpat oldu, seni bekliyor, dedi babası.Tarlada tay nasıl büyüsün diyerek uzaklaştıAbıl.Bir gün-Haydi oğlum, atını sulayıp yemleyelim, diyerekoğlunu yanına alarak tarlaya gittiler. Abıl hâlâhayretler içerisindeydi.-İşte oğlum senin yürük atın, diyerek yenidenbüyümeye başlayan darıları gösterdi.-Bu darı, dedi Abıl.-Bu darılara bakıp büyütürsek güzün at olur,dedi babası.Abıl babasının söylediklerine inandı. Darıdançok bol mahsul çıktı. Güzün Abıl darıları kenditoplayıp harman meydanına yığdılar. Çuvallarladarı çıktı. Bozocular darının fiyatını kızıştırıp yükselttiler.Koyçuman, iki çuval darısına bir doru yürükat satın aldı.- Abıl oğlum, işte o tarlaya örklediğim tay, doruat oldu.Tarlada at bitmesine Abıl o zaman inandı.YalancıAbıl’ın okuduğu okulda Capay adlı bir çocukvardı. Capay derslerini fazla umursamıyordu. Birgün okumaktan bıktı. Okul arkadaşlarıma, akranlarımaöyle bir oyun oynayayım ki neye uğradıklarınışaşırsınlar diye düşündü.-Okulun koyunlarına kurt girdi, diyerek bağırmayabaşladı. Çocukların elleri ayaklarına dolaştı.Koyunlara doğru koştular. Hayvanların yanındakurttan iz yoktu; her şey yerli yerindeydi.Capay,-Yalan söyledim; sizi aldattım, diyerek kıs kısgüldü.Bir gün gerçekten koyunlara kurt saldırdı. Kurtlarıntalanını Capay gördü. Can havliyle arkadaşlarınıçağırdı.-Yalan söylüyorsun, yalancı, dediler.Kurtlar karınlarını tıka basa koyunlarla doyurdular;hayvanların çoğunu kırdılar. Artık çocuklarCapay’a ‘yalancı’ lakabını taktılar. Onunsöylediklerine kimse inanmaz oldu. Halk arasındada çocuklar onu adıyla değil de ‘yalancı’ diye çağırmayabaşladılar. Capay bir köşeye çekilip ağladı.Bir gün Abıl, Capay ile konuştu.- Akranlarından özür dile. Bundan sonra kimseyialdatma, kimseye yalan söyleme. Sana çocuklaryalancı demesinler.Capay, Abıl’ın söylediklerini kabul eti.Akranları toplandılar Capay onlardan özür diledi.-Arkadaşlar benim suçumu bağışlayın. Bundansonra yalan söylemeyi bıraktım, diyerek ağlamayabaşladı.-Tamam, affettik, diyerek çocuklar bağrıştılar.Capay bütün arkadaşlarıyla tokalaşıp barıştı.Ondan sonra Capay bir daha yalan söylemdi. Arkadaşlarıhep onu ismiyle çağırdılar.Atasözü: “Bir colu kalpın bilinse, sözgö algısızbolorsun” (Bir kez yalanın anlaşılırsa, bir daha senikimse dinlemez).Aldar kösö ile şeytanAldar Kösö ile Şeytan ava çıktılar. Nasiplerindebir toy kuşu vurmak varmış. Toy kuşunu benalacağım, yok ben alacağım diye münakaşaya tu-35eylül-ekim-kasım2012


tuştular. Avı birbirlerine layık görmediler. Sonundakim daha büyükse avı o alsın dediler. İkisi yaşlarınısorup doğum tarihlerini araştırmaya başladılar.Aldar Kösö,-Sen kaç yaşındasın, hangi yıl doğdun, diyesordu.-Doğduğum yılı bilmiyorum, yerin yaratılmasıtamamlanırken ben 7 yaşındaymışım, dedi Şeytan.Aldar Kösö, Şeytan’ın boynundan kucaklayıpağlamaya başladı. Şeytan hayretler içerisinde kaldı.- Niçin ağlıyorsun Aldar Kösö?-Yerin yaratılması tamamlanırken benim yediyaşındaki çocuğum kayboldu. Seni ona benzetiyorum.Kaybolan biricik evladım sen olmayasın,diyerek hıçkırıklara boğuldu. Şeytan aldatıldığınıanladı.- Aferin! Sen tam Aldar Kösö imişsin. Baş eğdimAldar Kösölüğüne. Toy kuşunu sen al.Atasözü: “Aldar Kösö şeytandı da aldaptır”(Aldar Kösö şeytanı da aldatmış).AlbastıAbıl yemeğini yer yemez yatmaya gidiyordu.Bunu alışkanlık hâline getirmişti. Yemeği sindirmedenyatmanın uyumanın ne kadar zararlı olduğunuAbıl bilmiyordu. Yatarken her zaman sarınıpsarmalanıp yattı. Bir müddet sonra bir şeyler basmışgibi oldu. Göğsünün üstündeki ağırlık gittikçearttı. Sanki nefes alamıyordu. Abıl, gayret etti babasınaseslenmek istedi; ama sesi çıkmıyordu. Birazdinlendi, derin bir nefes aldı. Babasını çağırdı.Uykuda olanları anlattı.Babası,-Oğlum seni albastı basmış, diye Abıl’ı korkuttu.Abıl’ın yüreği düştü. Abıl albastının varlığınainandı. Ondan sonra Abıl’ı her gün albastı basmayabaşladı. Abıl ne yapacağını bilemez oldu. İyice zayıfladı.Öğretmen Abıl’ın vaziyetini görüp bir günona,-Abıl, sen hasta mısın, diye sordu.Abıl konuşamadı,-Albastı, diyerek ağlamaya başladı.-Dur ağlama hallolur. Bundan sonra yediğinyemeği sindirmeyi ihmal etme. Yatarken fazla sarınıpbürünme. Vücudunu temiz tut. Bu dediklerimiyaparsan albastının olup olmadığını öğreneceksin,dedi.Abıl öğretmenin söylediklerini tuttu. Kirdenpasaktan uzak durdu. Yediklerini sindirmedenyatmadı. Korktuğu albastı artık gelmez oldu. Abıloldukça rahatladı.-Albastı geliyor mu, diye bir gün öğretmen sordu.- Abıl ortalarda gözükmüyor, dedi gülerek.Okumuş insanların albastıya inanması ayıp.Kirli pasaklı olsa yediği yemeği sindirmese sarılıpsarmalanıp yatsa insanın kan dolaşımı yavaşlar.Kan dolaşımı yavaşlarsa insan rahat nefes alamaz.Bu durumu halk albastı diye adlandırıyor. Abıl ondansonra albastıya bir daha inanmadı.KömöçKocakarı,-Kara çuvalı silkeleyip kara ineğin yağındankaldıysa bir kömöç [2] gömsene, diye ihtiyar kocahanımına söyler. Kocakarı hamur yoğurup içineyağ koyup ocağın içine gömer. Kocakarıyla ihtiyaryanlarını ocağın sıcağına verip kaşınarak oturupbeklemeye başlamışlar. Kömöç piştiğinde ihtiyarkarısına:- Elini ıslat, kömöç piştiyse al da yiyelim, demiş.Kocakarı elini yıkayıp ocağa uzanmış amatam o sırada kömöç ocaktan çıkıp kaçmış. Kocakarı,ihtiyar kovalamışlar ama yakalayamamışlar.Kömöç kaçıp at çobanının yanına varmış.-Çoban hey çoban, yakalayabilirsen ye, yakalayamazsantaş ye, demiş.Çoban kovalamış ama tutamamış. Kömöç yoldakoyun çobanına rastlamış. Ona da aynı şeylerisöyleyip kaçmış. Sonra yolda tilkiye rastlamış.-Yakalayabilirsen ye, yakalayamazsan taş ye,demiş.Tilki,- Ne diyorsun? Yakın gelip söyle. Kulağım sağır,duyamıyorum, demiş.Kömöç tilkiye yaklaşıp söyleyeceği esnada tilki2. kömöç: ocağa ateşin içine gömülerek pişirilen ekmek36eylül-ekim-kasım2012


efendi şarpadan kömöçü yakalayıvermiş.Atasözü: “Tük orunsuz kaçkandın, tülkü bersinsazayın” (Nereye kaçtığı belli olmayanın tilki gelsinhakkından).Elden düşen köpekBir zengin avlusunda köpek besliyordu. Obahçeye, evin yakınına kimseyi yaklaştırmıyordu.Ağıla gelen kurtları perişan ediyordu. Köpekyaşlandı. Ağzında diş, dizlerinde derman kalmadı.Gözlerinin feri söndü, görmesi iyice zayıfladı. Geceleriağılın yanında havlamayı da kesti. Köpeğinmecalinin kalmadığını gören zenginin neşesi kaçtı.Köpeğe yal vermeyi bıraktı. Karnı acıktığında çaresizher yandan kesilen köpek hırsızlık yapmayabaşladı. Köpeğin hırsızlık yapmasına zengin hiddetlendi.Köpeği peşine takıp nehre atmak içingötürdü. Onu nehre attı. Köpek nehirden yüzerekçıktı, yalvararak gelip zenginin ayağının dibine yıkıldı.Zengin köpeğin boynuna büyük bir taş bağlayaraknehre doğru sürüdü. Köpek direndi; amazengin bu kez köpeğin başını taşla yardı. Köpekbayıldı. Zengin, köpeği bir yarın başından nehrefırlattı. Köpeği nehre atarken yarın başı sallandıdengesini kaybeden adam da nehri boyladı. Adamoldukça sıkı giyinmişti. Bir türlü suyun üstüne çıkamıyordu.Çaresiz kaldı; suyun dibine batmayabaşladı. Canından ümidini kesti. Zenginin ağzınaburnuna su doldu. Nefes alamaz oldu. Suyun akıntısınakapıldı. Bir anda bir şekilde köpek boynunabağlanan ipten, taştan kurtuldu. Köpek suyun üstündebaygın şekilde yatan sahibini gördü. Yarıkbaşına aldırmadan sahibine doğru yüzdü. Hemenona ulaşıp pantolonunun paçasından dişledi. Suyunakıntısıyla boğuşarak zavallı köpek sahibini sürüyereknehrin kenarına kuru yere çıkarttı. Ağzındanburnundan su gelen zengin baygın şekilde yattı.Biraz zaman geçtikten sonra adam kendine geldi.Başucunda yüzü gözü kan içinde dimdik oturanköpeği gördü. Köpeğin boynuna sarılıp ağlamayabaşladı. Köpeğe yaptığı affedilmez işten dolayıçok pişman oldu. Zengin köpeği evine götürüp kuştüyüne yatırıp baktı.Atasözü: “Naadandın kılgan kastıgın, cakşılıkmenen cengip al” (Cahilin yaptığı kötülüğü, iyilikleyen).Dayır ile nabekNabek adlı bir Arap’ın çok yağız bir atı vardı.Bu atın namı bütün Arap yurtlarına yayıldı. Bu ataDayır adında bir bedevî göz koydu.-Bütün malımı mülkümü vereyim. Ağılımdakikoyunları, atlarımı, develerimin tamamını al; amaatını bana ver diyerek Dayır, Nabek’ten atını istedi.Nabek atı vermedi.At, Dayır’ın rüyalarına girdi. Dayır atı o kadarçok istedi ki nerdeyse hasretinden yataklara düşecekti.Ata duyduğu özlem yüzünden kurnazlıklardüşünmeye başladı. Bir gün Dayır yüzünü gözünüboyayarak dilenci kıyafetlerini giyinip yol boyunaçıktı. Bu yoldan Nabek, atını idman yaptırarak geçiyordu.-Dur atlı! Benim gibi aç dilenciyi de götür. Üçgündür açım. Yerimden kıpırdayacak mecalim yok.Yardım et, dedi.-Gel, atla ardıma, evime gidelim, dedi.-Yerimden kımıldayacak dermanım yok, dedidilenci.Nabek attan sıçrayıp indi. Dilenciyi kaldırıp atabindirdi. Ata biner binmez dilenci atı mahmuzlayarakNabek’e doğru bağırdı:- Ben Dayır’ım. Atını götüreceğim.Nabek atı geri alamayacağını anladı; peşindengitmedi.-Dur beni dinle! At sana kurban olsun. Sen dileğineulaş; ama atı benden nasıl aldığını el âlemeanlatma, dedi Nabek.-Niçin böyle söyledin, diye sordu Dayır.-Eğer sen bu hileyi halka anlatırsan çok kötüolur. Gerçek dilenciler, düşkünler yol kenarındaatlılardan yardım istediklerinde ‘Dayır gibi düzenbazdır.’diyerek halk onlara yardım etmez. İştehalkın arasında yardımseverliğin yok olmasına sensebep olursun, dedi Nabek. Dayır bu söz karşısındayelkenleri suya indirdi. Attan indi Nabek’e sarıldı,atı ona geri verdi. Nabek ile Dayır ömür boyu dostoldular. ■37eylül-ekim-kasım2012


ANNECİĞİM*Anneciğim! Senden parlak tan var mı?Şulen senin ebediyen tükenmez.Bilemem ki, senden güçlü can var mı?Hangi yiğit senden yardım istemez!“Anne” desem, hatırası bilirim,Hemencecik belirir göz önüne.Düşlerimde uzun yoldan gelirim,Yaslanırım o sımsıcak göğsüne.Zorda kalsam çağırırım yardıma,Sevincimi paylaşmaya koşarım.Gülümseyip çıkıp kalsan karşıma,Keder biter mest olurum, coşarım.Büyüsem de ak saçını okşayıp,Utanmadan, çocuk olmak isterim!“Oğlum!” diye saçlarımı tarayıp,Şımartmanı ödül diye bilirim.Anneciğim! Yaşlansan da an be an,Vermem seni ihtiyarlık yalvarsa.Ömür gemi, kurtulamaz rüzgârdan,Çabuk söyle diyeceğin söz varsa.Anneciğim, fısıltıyla söyle sen,Özleyince yâd edeyim hepsini.Yaparım ben; ödevdir, der, annemden,Söyle haydi, varsa başka emrini.Gülümsersen şefkatinle yavruna,Altın beşik vatanımda sanırım.Düşümde de basıyorsun bağrına;Hatırlasam hayaline rastlarım.Anneciğim, senden parlak tan var mı?Şulen senin ebediyen tükenmez.Anneciğim, senden güçlü can var mı?Hangi güçlü senden yardım istemez?AALI TOKOMBAYEV* çev. İbrahim Türkhan38eylül-ekim-kasım2012


şair ve yazarlığınınyanında, gazeteci,eleştirmen ve yayımcıdırda. Edebiyat sahasındaşiir, hikâye, roman,tiyatro ve tercümefaaliyetlerine varıncayakadar birçok edebîtürlerle ilgilenmiş, bualanlarda büyükbaşarılar sergilemiştir.hayatı ve edebi kişiliğiAALI TOKOMBAYEVHÜSEYİN ŞAHANÇar askerlerinin,kaçan Kırgız halkınıöldürmesi, açlık,bulaşıcı hastalıklar,soğuk gibi nedenlerdendolayı birçok kişihayatını kaybeder.Yazar, birçok Kırgız’ıncanlarını kurtarabilmekumuduyla çıktıklarızorlu Çin yolculuğunda;beş kardeşini yakınzaman aralıklarıylaaçlık ve soğuk gibisebeplerden dolayıkaybeder.Aalı Tokombayev, 1904 yılında Kemin ilçesinin“Kayındı” köyünde fakir bir çiftçiailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. BabasıTokombay, iri yapılı, güçlü, doğru sözlü biridir.Annesi Uulbala, Kırgız sözlü halk edebiyatlarındanhikâye, masal, tekerleme, bilmece gibi edebî türleriçok iyi bilmektedir. Aalı’nın çocukluk yıllarında,annesinden dinlediği Kırgız sözlü edebiyatı, onunileride Kırgız edebiyatının büyük bir yazarı olmasınaönemli katkılar sağlamıştır.Aalı, Kırgızistan’daki 1916 yılı isyanında ailesiylebirlikte Çin’e kaçmak zorunda kalır. Buyolculuk esnasında, Çar askerlerinin, kaçan Kırgızhalkını öldürmesi, açlık, bulaşıcı hastalıklar, soğukgibi nedenlerden dolayı birçok kişi hayatını kaybeder.Yazar, birçok Kırgız’ın canlarını kurtarabilmekumuduyla çıktıkları zorlu Çin yolculuğunda;beş kardeşini yakın zaman aralıklarıyla açlık vesoğuk gibi sebeplerden dolayı kaybeder. 1917 yılındakaçan Kırgızların tekrar Kırgız topraklarınadönmeye başlamasıyla Aalı da annesi ve babası ilebirlikte vatanı Kırgızistan’a geri döner. Narın şehrininKoçkor ilçesi yakınlarında Ortotokoy adlı biryerde babası Tokombay vefat eder. Çok geçmedende annesi Uulbala, ebedi âleme göçer.39eylül-ekim-kasım2012


Bütün aile bireylerini kaybeden Aalı Tokombayev,bakımını üstlenecek yakın akrabaları olmadığıiçin 1922 yılına kadar bir yerde hizmetçi olarakçalışmak zorunda kalır. 1922 yılında Aalı Tokombayev,Taşkent’te bulunan Sovyet Parti Okulundaokumaya başlar. Derslerinde başarılı olunca, OrtaAsya Komünist Enstitüsünde eğitimine devameder. 7 Kasım 1924’te, Kırgızların ilk gazetesi olan“Erkin-Too”nun ilk sayısında “Ekim Ayı Gelince”adlı şiiri yayınlanır. 1927’de enstitüyü bitirdiktensonra, 1929 yılına kadar Kızıl Kırgızistan (şu ankiKırgız Tuusu) gazetesinin baş editörü olarak görevyapar. 1930-1931 yılları arasında Kırgızistan MillîDevlet Basımevi’nde baş redaktör olarak çalışır.1931 yılında Tergi Çabuu (şu anki Ala-Too dergisi)dergisinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar.Daha sonra bu derginin baş redaktör yardımcısıolarak çalışmaya başlar.Aaalı Tokombayev, 1958 yılına gelindiğindekırktan fazla kitabın yazarıdır. Bunların ikisi nesir,üçü drama, geri kalanlar da şiir kitaplarıdır. 1927yılında, o güne kadar yazdığı şiirleri “Lenin Hakkında”adıyla birinci şiir kitabını yayınlar. 1929 yılındakadın hürriyeti konusunu ele alan “KadınlarınPenceresi” adlı ikinci şiir kitabını yayınlar. 1935yılında “Kanlı Yıllar” adında uzun ve tarihî gerçekleredayanan bir roman yazmıştır. Bu eserde 1916yılındaki Kırgız isyanı anlatılmaktadır. Yazarın bueseri bazı sebeplerden dolayı değişiklikler yapılıpyayınlanmıştır. Bu eser “Kanlı Yıllar” adıyla1935yılında, “Tan Ağarırken” adıyla 1962 yılında, ensonunda da yazar öldükten sonra eser, “Kanlı Yıllar”adıyla 1991 yılında tekrar yayınlanmıştır. 1933yılından itibaren eserleri Rusçaya çevrilmeye başlar.1987 yılına kadar eserleri, Kazak, Özbek, Tacik,Ukrayna dillerine çevrilip yayınlanmıştır.Aalı Tokombayev’in nesir biçiminde yazdığıilk eseri “Kurmanbek Batır” adlı eseridir. Bu eser1923 yılında Kazak dergisi “Şolpan”da yayınlanır.Bundan sonra yazar, Kırgız edebiyatında önemlibir yeri olan “Yaralı Yürek” eserini yazmıştır. II.Dünya Savaşı yıllarına kadar Aalı Tokombayev,“Ezginin Sırrı”, “Akay Avcı”, “Akıllının Cevabı”,“Yol Hikâyeleri” ve “Ölüm Kimleri Korkutmuyorki” adlı eserlerini yayınlar. 1940’lı yıllardan sonra“Aşırbay”, “Bir Avuç Toprak” adlı kısa eserleriniyayınlar. Savaş yıllarından sonra da“Zaman Uçar”, “Bir Zamanlar Asker İdik” adlıeserlerini yayınlar. Bu yıllarda “Toktogul” adlı eserininilk bölümünü ve “Kendi Hayatım” adlı eseriniyazıyor.Aalı Tokombayev, ileriki yıllarda drama alanındayazdığı eserleriyle de yetenekli bir yazar olduğunuispat etmiştir. Bu alanda yazdığı “ÖlmezlerinMeyvesi” ve “Günün Doğuşu” adlı drama eserleriKırgız tiyatrolarında oynatılmış ve halkın beğenisinikazanmıştır. Bu eserler savaş dönemindeki Kırgızkadınının ve erkeğinin vatanlarını kurtarma uğrundagösterdikleri kahramanlıkları anlatmaktadır.Aalı Tokombayev, yazdığı eserlerle Kırgızhalkının takdirini kazanmıştır. Aalı Tokombayev,edebiyat alanındaki çalışmalarından dolayı sadeceKırgız halkının değil Sovyet yönetiminin de takdirinikazanmıştır. Sovyet yönetimi tarafından “Lenin”ve “Emek Kızıl Bayrak” ödüllerine layık görülmüştür.Aalı Tokombayev, ayrıca “Kanlı Yıllar”adlı romanı ile de “Toktogul” adlı devlet ödülünelayık görülmüştür.Aalı Tokombayev, şair ve yazarlığının yanında,aynı zamanda gazeteci, eleştirmen ve yayımcıdırda. Edebiyat sahasında şiir, hikâye, roman, tiyatrove tercüme faaliyetlerine varıncaya kadar birçokedebî türlerle ilgilenmiş, bu alanlarda büyük başarılarsergilemiştir. Yazar, 1988 yılında ölmüştür.KAYNAKÇA:1. Abazov, R., “Çarlık Yönetimi Altındaki Kırgızlar”Türkler, C.18, Ankara, 2002.2. Abdırakmanov, C., Kırgızların 1916 Yılındaki İsyanı,Bişkek, 1991.3. Akmataliyev, A., Sanat Eserleri ve Tarihi İnsanlar, Bişkek,1999.4. Asanaliyev, K., Door menen Birge, Firunze, Kırgızistan,1981.5. ---------------, K., Kırgız Sovyet Eserlerinin Toplamı,Firunze, 1960.6. ---------------, K., Millî Tarih ve Edebiyat Anlayışı, KırgızistanMadaniyatı, 1992, 6 Şubat.7. Erkebayev, A., Kırgız Prozasının Kontrattarı, Firunze,Kırgızistan, 1963.8. Gorkiy, M., Edebiyat Hakkında, Moskova, Sovyet Yazarı,1976.9. İbraimov, İ, Kızıl Kırgın, 1991, No: 7.10. İlyasov, S.İ., Sovyet Kırgız Tarihi, II. Kitap, Firunze,1986.11. Kaçkınbayev, A., Kasımalı Bayalinov’un YazarlığıHakkında Birkaç Söz, Ala-Too, 1968.12. Tokombayev, A. Yaralı Yürek, Mektep Basması, Firunze,1971.13. -----------------, A., Eserler Toplamı, C.1, Firunze, 1958.40eylül-ekim-kasım2012


SALİCAN CİGİTOVçev. KEMAL GÖZKırgız edebiyatınınuzun bir geçmişe sahipolmaması nedeniyleolgunlaşma sürecinigeçirmekte olduğunugündeme getirdiğimizzamanlarda meseleyeduygusal olarak yaklaşanbir kısım ilim adamlarımızkarşı görüş olarakCengiz Aytmatov’uneserlerini örnek olarakgöstermektedir.17 Ekim İhtilâli’ne kadar geçen süreçteKırgız dilinde, hatta genel itibariylebu dilin bazı diyalektlerinde birtakım metinlerkaleme alınmış olsa da bahsi geçen metinlerdeişlenen dil tam mânâsıyla bir yazı dilinin özelliklerinitaşımıyordu.Meselâ zamanın süreli basın yayın organlarındadil olarak Kırgızca’dan yararlanılmıyor,ilköğretim okullarında “Kırgız dili” adında birders yer almıyor, Kırgızca başlı başına bir dilolarak değerlendirilmediği için herhangi birokulun programındaki dersler arasında yer almıyordu.Devlet dokümanlarında ve devletlerarası yazışmalarda ise hiç kullanılmıyordu.Bahsi geçen dönemde kaleme alınan metinler(bu metinlerin çoğu şiirdi) ise bizim “literatura”mânâsında anladığımız edebiyatın standartlarındanuzak, çağdaş mânâda kabul edilenedebî kriterlerin seviyesinde değildi. Batıdangiren türlerin işlenmesiyle ortaya çıkan Çağdaş41eylül-ekim-kasım2012


Kırgız edebiyatı ise Sovyetler Birliği dönemindeortaya çıkmıştır. Nitekim 70 yıllık Sovyetler Birliğidöneminde Batı edebiyatından giren türler Kırgızdili kullanılmak suretiyle işlenmiş, edebî metinlerkaleme alınmış ve bu sürecin sonucunda ortaya çıkaneserler ise şimdilerde Çağdaş Kırgız edebiyatıolarak tarif ettiğimiz genelin temellerini oluşturmuştur.Fakat Kırgız edebiyatı olarak ifade ettiğimizgeneli oluşturan ve Sovyetler Birliği dönemindekaleme alınan bu eserler, tarlada sapıyla samanıylakarışık bir halde duran buğday yığınlarından farksızdır.Nitekim bu yığınlar nasıl uzun uğraş ve çabalarneticesinde belli bir süreçten geçirilip ayıklanıyor veortaya nihayetinde buğday tanesi yani fayda çıkarılıyorsa,geride bıraktığımız 70 yıl içerisinde kalemealınan edebî nitelikteki metinlerin ayıklanması veKırgız edebiyatı için faydaya dönüştürülmesi yerinegetirilmesi gereken zarurî bir gerekliliktir.Yukarıda anlatmaya çalıştığımız meseleyi başkabir şekilde ifade edecek olursak, Kırgız dili vasıtasıylakaleme alınan edebî metinleri, yüzyıllar içerisindegelişimini tamamlayarak belli bir seviyeyegelmiş olan diğer millî edebiyatların ulaşmış olduğubilgi birikiminden, bu edebiyatların geliştirmiş olduğuedebî kriterlerden ve bakış açılarından yararlanarakyeniden gözden geçirmek, iyi ve kötü arasındakifarkı objektif bir bakış açısıyla belirleyerek son yetmişyıl içerisinde kaleme alınan bu eserleri en baştanaraştırmanın zarurî bir ihtiyaç olduğu şeklindeki birfikri öne sürmenin yazının ilerleyen satırlarında daifade edileceği gibi birçok geçerli sebebi bulunduğunuitiraf etmekte hiçbir sakınca yoktur. Bu anlattıklarımızıKırgız edebiyatının tarihî gelişimini objektifve ilmî olarak, eleştirel bir bakış açısıyla yeniden elealmak ve ele alınan eserleri tarafsız bir bakış açısınınsüzgecinden geçirerek zamana yenik düşen eserleriayıklamak, yaşayabilecek kapasitede olanları ise belirlemekşeklinde ifade etmek de mümkündür.Zira Sovyetler Birliği dağıldıktan ve üzerine kurulduğukomünizm doktrini iflas ettikten sonra ortayaçıkan yeni dengeler, yukarıda anlattığımız meseleninhayata geçirilmesini yani Kırgız edebiyatınıngelişim sürecini ve bu süreç dahilinde ortaya konulaneserlerin yeni baştan değerlendirmeye alınmasıişini zorunlu bir gereklilik haline getirmiştir.Maalesef Kırgız edebiyatı dahilinde kaleme alınanve basılan edebî metinlerin bundan sonra dayaşayabilecek düzeyde olanlarını zamana yenik düşenlerdenayıklamak ve belli dönemlerde son derecepopüler olan yazarların ciltlerle ifade edilebilecekkülliyatlarının profesyonel bir kalem tarafından yenidengözden geçirilerek edebî kriterlerimize cevapverebilecek seviyede olanlarının yeni baskılarınınyapılması meselesi el değmemiş halde araştırmacılarıve eleştirmenleri beklemektedir. Bu bağlamdaher ne kadar bazı yazarların eserleri onların yakınakrabalarının sağladığı malî imkânlarla basılıyorolsa da bu yeni baskılar eskilerinden hiçbir fark taşımamakta,yazarın değerli değersiz bütün eserleri bubaskılara girmektedir.Diğer taraftan Kırgız edebiyatının Sovyetler Birliğidönemindeki gelişme sürecini araştırmak şeklindetarifi mümkün olan ilmî çalışmalar Kırgızistanbağımsızlığını kazandıktan sonraki dönemde de çalışmaalanı edebiyat olan ilim adamlarımız tarafındanSovyetler Birliği dönemindeki gibi, bu dönemdeyerleşen gelenek ve kriterlerden herhangi bir kopmaolmadan yürütülmektedir. Nitekim üniversitelerdeSovyetler Birliği dağıldıktan sonraki dönemde deedebiyat konulu, bu ilim dalının bir takım problemlerininincelendiği eserler kaleme alınmakta, birkısım yazarlarımızın hayatlarını ve yapıtlarını konualan doktora ve bitirme tezleri hazırlanmakta, savunulmaktave nihayetinde bu çalışmalar basılmaktadır.Fakat bahsi geçen bu ilmî çalışmalarda SovyetlerBirliği zamanında yerleşen edebî ölçütlerin, bakışaçılarının ve eserleri değerlendirme kriterlerinin,kısacası Sovyet ideolojisinin miflerinin çok az birdeğişiklikle olduğu gibi korunmakta olduğunu belirtmekdurumundayız.Nitekim geçtiğimiz on yıl içerisinde kaleme alınanbu çalışmaların yazarlarını komünist ideolojininçökmesi, bu çöküşle beraber sosyo- ekonomik yapınınbozulması ve nihayetinde meydana gelen yenişartların etkisiyle estetik kriterlerin değişmesi pek dealâkadar etmiyor gibi görünmektedir. Zira bu edebiyatçılarımızKırgız edebiyatının, doksan derecedeğişen şartların getirileri ışığında edebiyat ilmindekaydedilen gelişmeleri de göz önünde bulundurularaktarafsız bir bakış açısıyla en baştan incelenmeyemuhtaç olduğunu ya anlamak istememekte ya da budurumu idrak edememektedirler.Neticede Kırgız edebiyatını konu alan, bu edebiyatdahilinde ortaya konulan eserler ile önemliyazarların hayatları ve eserlerine dair yapılan ça-42eylül-ekim-kasım2012


lışmaların sanki değişen hiçbir şey yokmuşçasınaSovyetler Birliği döneminde yerleşen kriter ve bakışaçılarıyla kaleme alınması; bu ilim adamlarının vücutlarınıngünümüzde kafalarının ise eskilerde, SovyetlerBirliği döneminde yaşadığını düşünmemizesebep olmaktadır.Elbette millî edebiyatımızı inceleyen ilim dalıgünümüzdeki seviyesinde ve kalitesinde kalmayacaktır.Genç edebiyatçılarımız, özellikle Kırgız edebiyatınıntarihî gelişim sürecini gelecekte araştıracakolan genç araştırmacılarımız, inceleyecekleri meseleninaçıkça görülebilen bir kısım sıradışı özellikleriolduğunu daima akıllarında tutarak kalemlerini ellerinealacaktır.Yukarıda bahsini ettiğimiz genel durum bu makaleninyazarını, Kırgız edebiyatının hangi esaslardahilinde incelenmesi gerektiği meselesi üzerindedüşünmeye sevk etmiş ve vardığımız sonuçlar aşağıdakigibi sıralanmıştır.Kırgız Edebiyatı-Orta Asya’da yaşayan küçükbir halkın edebiyatıTakdir edileceği gibi nüfusun az olması bir halkiçin her zaman avantaj olamıyor, bu durum halklarınruhî medeniyetlerinin bu bağlamda da edebiyatlarınıngelişmesine önemli etkenler, kuvvetli nedenlerortaya çıkaramıyor.Özellikle yazı dili olan bir halkta kaleme alınanedebî kitapların tirajı; okur kitlelerinin ilmî seviyesi,satın alma gücü ve edebî metinleri okuma alışkanlığıkazanıp kazanmadığıyla yakînen alâkalı olduğugibi bu kitlelerin nüfus oranındaki ağırlık merkeziile de sıkı bir şekilde bağlantılıdır. Daha basit biranlatımla edebî kitapları satın alan ve okuyan, bizedebiyatçıların kitap dostu dediğimiz kitleler, nüfusuçok olan halkların içinde çok oluyor. Neticedekitapların basılması, satılması ve ekonomik birsektör haline gelmesi çabuklaşıyor. Diğer taraftankitaba ilginin çok olması tirajı yakından etkiliyor,tirajın yüksekliği ise yeni kitapların yazılmasızorunluluğunu doğuruyor ki bu durum, edebî metinkaleme alan yazarların bahsi geçen halk arasındançok çıkmasını, yani millî edebiyatın gelişiminisağlıklı ve seviyeli bir ortamda yürütmesini sağlıyor.Kısacası nüfusu çok olan halkların içinden yazarlarda kitap dostları da çok çıkıyor. Örneğin yüzotuz milyon Rusun ve sayıları yüz milyon civarındakiikinci dili Rusça olan Sovyet Cumhuriyetlerihalklarının yaşadığı eski Sovyetler Birliği’nde, Rusdilinde basılan bazı kitap ve dergilerin tirajı 1, 5- 2milyon civarındaydı. Nüfusunun çok olması şimdikiRusya Federasyonu’nda özelleştirilse dahi basımevlerinin ticarî faaliyetlerini kesintiye uğramadandevam ettirmelerine imkân sağlamakta ve neticedebu durum Rus edebiyatının gelişimini herhangi birduraklamaya uğramadan normal düzeyde devam ettirmesineneden olmaktadır.Fakat Kırgızistan’da nüfus, Sovyetler Birliği’ninkurulduğu yıllarda 600- 700 bini, dağıldığı yıllardaise 2, 5 milyonu ancak bulmuştur. Sovyetler Birliğiyönetiminin Kırgız dilinde edebî eser yazılmasınıödediği yüksek miktarlardaki telif ücretleriyle desteklemesine,bu eserlerin basılmasını yazarları içinproblem olmaktan çıkarıp dağıtımının ve satışınınsağlıklı bir şekilde yapılmasını sağlamasına, hattabu kitapların maliyetlerinin çok altında fiyatlarda satılmasıiçin ek ödenekler ayırmasına rağmen; edebiyatçısı,eleştirmeni, şairi ve yazarı ile birlikte Kırgızhalkının içinden yeni türlerde eser veren beş yüz kalemancak çıkabilmiştir. (Kırgızistan Yazarlar Birliğiüye sayısı: 229) Kırgızca yazılan edebî kitapların ortalamatirajı ise on bini geçmemiştir. Elbette ki yetmişyıl içerisinde birtakım kitaplar otuz bin tiraj ilebasılmış, (Örnek: Manas üçlemesinin ek varyantı,1958; Cengiz Aytmatov’un Elveda Gülsarı adlı kitabı,1978) kitap evlerinin raflarında son derece ucuzbir fiyat karşılığı alıcılarını beklemiş, uzunca bir süredaha raflarda bekletildikten sonra fiyatları neredeyseyok pahasına denecek kadar ucuzlatılmış fakat bunarağmen yıllarca tozlu raflarda bekletildikten sonraçare kalmadığı için kağıt kazanımına gönderilmiştir.Okuması yazması olan Kırgızlar nedense kendi anadillerinde yayınlanan kitapları satın alma alışkanlığıkazanmamıştır.Zira XX. yüzyılda Kırgız dilinde yazılan ve basılankitap sayısı Fransız ya da İngiliz dilinde sadecebir yıl içerisinde basılan kitap sayısından yüzlercekat daha da azdır. Örneğin Fransız dilinde her yılbinlerle ifade edilebilecek rakamlarda roman basıldığınıfarz edelim, Sovyetler Birliği’nin kuruluşundanyıkılışına kadar geçen 70 yıllık süre içerisindeKırgız dilinde ancak 72 (yetmiş iki) roman basıldığınıburada belirtmek durumundayız.Sovyetlerin yıkılmasından sonra kitapların ucuzfiyatlarla satılabilmesi imkansız hâle gelmiş ve ya-43eylül-ekim-kasım2012


zarların telif ücretleri için ayrılan ek ödenekler kaldırılmış,neticede yeni edebî kitaplar çok az çıkmayabaşlamıştır. Elbette bu şartlar altında yazarlığın başlıbaşına bir meslek olduğu eski günlerdeki gibi ev geçindirebilen,yaşamak için gerekli temel ihtiyaçlarıkarşılamak için yeterli olan bir meslek dalı olmaktançıkmasıyla edebiyatımızın gelişimi de sekteyeuğradı, edebî gelişim süreci tamamıyla durmamaklaberaber son derece yavaşladı, kitapların tirajı da sayısıda her geçen gün daha da azaldı. Kırgız halkınınnüfusunun az olması ve genel itibariyle ülkenin fakirliğielbette bu durumun ortaya çıkmasında önemlifaktörler arasındadır.Demek ki Kırgız edebiyatını ilmî prensipler dahilindeincelerken ve bu edebiyatı dünya edebiyatlarıile karşılaştırırken küçük ve ekonomik olarak zordurumda olan bir halkın edebiyatı olduğunu daimagöz önünde bulundurmak gerekmektedir.Kırgız Edebiyatı- XX. yüzyıla kadar sosyal vetarihî gelişimden uzakta kalan halkın edebiyatıHepimizin bildiği gibi Kırgız uruuları [1]yüzyıllarca konar göçer bir hayat tarzı yaşamalarınedeniyle dünya medeniyetinin kazanımlarındanuzakta kalmış, insanoğlunun değişik alanlardayapmış olduğu icatlardan habersiz yaşamışlardır.Son derece gecikmeli olsa da çağımızın medeniyetve kültür alanlarında kaydetmiş olduğu kazanımlarlatanışan Kırgızların bahsi geçen ilerlemelerin bilgiyığınlarını bu yollardan çok daha önce geçmiş birmedeniyetin dili aracılığı ile öğrenmekten başkaçaresi yoktu. Fakat yabancı bir dili tam mânâsıylaöğrenerek bu dilin bilgi hazinesine direkt olarakhükmedebilme kabiliyeti kazanmak hem bireylerhem de genel itibariyle bir toplum için yapılması çokzor, ağır bir iştir. Bu yüzden gelişerek diğer dünyamilletleri için örnek haline gelen medeniyetlerin,Kırgız halkı, özellikle de Kırgız aydınları tarafındantam mânâsıyla anlaşılması son derece çetrefilli birsürecin neticesinde olmuştur. Bu durumun ortayaçıkmasında, geniş halk kitlelerinin yabancı birdili öğrenebilmesi için gerekli şartların ve maddîkaynakların bulunmasının zorluğu etkili olduğugibi Kırgızların kafa yapısının bahsi geçen medenîgelişimi tam mânâsıyla kavrayarak bu medeniyetikendi malıymış gibi kullanmaya müsait olmamasıda bunda etken rol oynamıştır.1. Uruu: boy.Kısacası Kırgız yurdu, belli bir dönemden sonradünyada lider haline gelen Hıristiyan uygarlığınınmedenî devletlerini, bilim ve teknik açıdan kaydettiğigelişmeleri, bunlardan başka özellikle sosyalbilimler alanındaki yenilikleri Sovyet Rus varyantında,yani ideolojik bir bakış açısının süzgecindengeçtikten sonra, yani eksik öğrenilmiş, yarım yamalakbir biçimde ulaşılan bilgiler yüzeysel olarak fikirsahasında kullanılmak istenmiş, yani medenîleşmeişi yarım kalmıştır.Demek ki Kırgız edebiyatını ilmî temeller dahilindeinceleyecek olan ilim adamlarının bu edebiyatıortaya koyanların daha yüz yıl öncesine kadar göçebebir hayat yaşayan halkın içerisinden çıkan kalemlerolduğunu, bu halkın öğrenmeye çalıştığı medeniyetiyarım yamalak, yüzeysel bir şekilde ancakanlayabildiğini ve Kırgız edebiyatının dünya bilgimerkezlerinin çok uzağındaki bir coğrafyada kalanküçük bir halkın edebiyatı olduğunu göz önünde bulundurmalarıgerekmektedir.Kırgız Edebiyatı- Dünyadaki en genç edebiyatlardanbiriHerhangi bir şeyin gençliği, onun birçok açıdançiğliğinin, tecrübesizliğinin ve yetişmeye muhtaç olduğununbelirtisi değil midir?Bir çocuğun doğar doğmaz konuşmaya başlaması,on yaşlarına basınca buluğ çağına girmesi, etrafındakiyiğitlerin beyi olması, devlerle güreşmesi,onları yenmesi halkı kötülüklerden tek başına korumasıgibi garip haller sadece masallarda tesadüfedilebilecek durumlardır. Gerçek hayatta ise her birbirey doğar doğmaz otomatik olarak son derece meşakkatlibir sosyalleşme sürecini yaşamaya başlar,kendisini bireyi olduğu toplumun dilini, örf- adet vegeleneklerini ve medeniyetini öğrenme devresindengeçerken bulur. Bu sosyalleşme devresi 20- 25 senelikbir zaman talep eden meşakkatli bir dönemdir.Millî yazı dilinin meydana gelmesiyle birlikteortaya çıkan millî edebiyat da ancak uzun bir zamandiliminin verdiği birikimle ortaya çıkar ki bu birikiminneticesinde ortaya çıkan dil ile klasik olaraknitelendirebileceğimiz eserler vücuda getirilir. Bukonu ile alâkalı Amerikan- İngiliz edebiyatının mühimüstatlarından Henry James şunları söylemiştir:“Büyük bir tarihî geçmiş yoksa, az da olsa gelenekgörenek kurulmaz; büyük bir geçmişe dayanan geleneklerdensöz edemeyeceksek çoktan oluşması gere-44eylül-ekim-kasım2012


ken edebî zevk için norm aramanın mânâsı da yokturve eğer edebî zevkin uzun yüzyıllar boyu büyük birsabırla işlenerek oluştuğundan bahsedemeyecekseköyle veya böyle sanattan yani ‘iskustva’dan söz etmeninimkânı yoktur.”Herhangi bir millî edebiyatın kemale ereceği,klasik eserler vücuda getirilebilecek seviyeye ulaşabileceğidöneme kadar elbette ki birtakım emeklemedevrelerinden geçmesi doğaldır. Bu duruma örnekolarak Rus edebiyatını göstermek mümkündür.Hepimizin bildiği gibi Rus edebiyatının bütündünyada tanınması ve klasik çıkarmış hatırı sayılıredebiyatlar arasına girerek dış dünyada tanınması,A. S. Puşkin, L. N. Tolstoy, F. M. Dostoyevskiy veA. P. Çehov’un başını çektiği yeteneklerin XIX. yüzyıldaortaya koydukları eserler sayesinde olmuştur.Fakat Rus edebiyatının yukarıda ismini zikrettiğimizedebiyat adamlarının verdikleri eserlerle dünya edebiyatlarıarasına girmesi bir anda meydana gelen birolgu değildir. XIX. yüzyıla kadar bin yıl boyunca,özellikle de XVII. yüzyıldan sonra dünyanın hemekonomik hem de kültürel açıdan önde giden halklarınınmedeniyet ve edebiyat alanlarında edinmiş olduklarıtecrübeleri öğrenmeye çalışan Ruslar, özelliklehayatın görünüşlerini kelimelerle anlatmak,ifade etmek ve betimlemek fiillerinin olmazsa olmazkurallarını öğrenmekle meşgul olmuş ve bu tecrübelerikendi edebiyatlarına aktarmışlardır. Değişik birşekilde ifade edilecek olursa Rus edebiyatının anlaşılmazbir muvaffakiyetle gelişmesinde Rus ruhîmedeniyetinde özellikle de Rus edebiyatı ve yazıdilinde binlerce yıl içerisinde edinilen temel birikimetkili olmuştur.Fakat, ancak bir asırlık kısa bir zaman dilimi içerisindeişlenen Kırgız edebiyatında dünya standartlarındaklasik eserlerin vücuda getirilmesine temelolacak medenî ve edebî özellikler günümüzde deoluşumunu devam ettirmektedir. Elbette bu eksikliğinen önemli sebebi edebiyatımızın uzun bir geçmişesahip olmayan genç bir edebiyat olmasıdır.Kırgız edebiyatının uzun bir geçmişe sahip olmamasınedeniyle olgunlaşma sürecini geçirmekte olduğunugündeme getirdiğimiz zamanlarda meseleyeduygusal olarak yaklaşan bir kısım ilim adamlarımızkarşı görüş olarak Cengiz Aytmatov’un eserlerini örnekolarak göstermektedir. Fakat millî sembolümüzhaline gelen Aytmatov’un iki dilli bir yazar olduğunedense hiçbir zaman akıllara gelmemektedir.Elbette ki tartışmasız, Cengiz Törökuluulu Kırgızmilletine mensuptur. Onun birçok eserinde Kırgızhalkı, yurdu, hayatı betimleniyor. Nitekim Aytmatov,eserlerinin üçte birini Kırgızca kaleme almışya da Rusça’dan Kırgızca’ya çevirmiştir. NihayetindeAytmatov’u Kırgız edebiyatının gelişim sürecinekatkıda bulunan yazarların arasında saymak için birçokneden var.Diğer taraftan Aytmatov’un eserlerinin üçte ikisiniRus dilinde kaleme aldığı ve bunların başkalarıtarafından Kırgızca’ya çevrildiği gerçeğini ise gözardı etmemiz mümkün değil. Cengiz Aytmatov gibiiçinden çıktığı halkın hayatını Rus dilinde kaleme aldığıeserlerinde son derece etkileyici betimlemelerleanlatan Abhaz yazar Fazıl İskender de, yine Rusdilinde kaleme aldığı hikâye ve uzun hikâyelerindeçoğunlukla Odesalı Yahudilerin günlük hayatını, doğasınıve kültürünü anlatan Yahudi dinine mensupEmanuel Babel de Rus edebiyatı çerçevesi içerisindedeğerlendirilen yazarlardır. Bu yüzden eserlerininüçte ikisini Rusça yazan Cengiz Aytmatov’un daFazıl İskander ve Emanule Babel gibi Rus edebiyatıyazarlarından değerlendirilebilecek yanları var. NitekimCengiz Aytmatov’u Kırgız yazarların geneliniyansıtan, Kırgız edebiyatı dahilinde eserler verenkalemlerin yazarlık seviyelerini bizlere anlatan birçıta olarak kabul etmek imkânsızdır. Neticede onuneserlerindeki estetik yapıyı Kırgız nesrine mal etmekve bu eserleri Kırgız nesrinin gelişim sürecini gösterenkilometre taşları olarak kabul etmek gerçeklebağdaşmayan, edebiyat metodolojisi açısından dasakıncalı sonuçlar doğurabilecek bir bakış açısıdır.Neticede Kırgız edebiyatını araştırmak isteyenilim adamlarının, üzerinde duracak oldukları edebiyattarihinin ve edebiyatın, köklü bir geçmişe sahipolmayan temeller üzerine kurulduğunu anlamaları,Rus edebiyatı dahilinde de değerlendirilmeye müsaityanları olan Cengiz Aytmatov’u ve onun kalemealmış olduğu eserleri Kırgız edebiyatının ortalamagelişim sürecini gösterecek kıstaslar olarak kabuletmenin, araştırmalarını son derece yanlış sonuçlarasürükleyeceği gerçeğini akıllarından çıkarmamalarıgerekmektedir.Kırgız Edebiyatı- Ancak XX. yüzyılın başlarındakağıt üzerine yazılmaya başlayan, yetmiş yıliçerisinde birtakım gelişmeler gösterse de hâlâ tamolarak oturmamış, günümüzdeki dünya bilgi akışınınve dünya medeniyetlerinin kazanmış olduğu45eylül-ekim-kasım2012


ilgi birikiminin milyonda birini belki yeni yenianlamaya başlayan yazı dili vasıtasıyla ortaya konulanedebiyat.Esasında her bir halkın yazı dili, sözlü dili temelalmak suretiyle ana dili, bahsi geçen sözlü dil olanaydınların nesiller boyu uğraş vermeleri ile ortayaçıkar, uzun yıllar içerisinde belli bir çerçevenin içineoturur ve sözlü dilden uzaklaştığı kadar bizim yazıdili dediğimiz kavram meydana gelir. Ve elbettemillî yazı dili dediğimiz kavramın gelişmesi, bu yazıdilinin temel aldığı sözlü dilde konuşan, özellikle deedebî metinler kaleme alan aydın kitlesinin hem sayısıylahem de yetenekleri ve ilim seviyeleri ile yakındanbağlantılıdır.Yazı dili, halk dilinin gramatikal ve leksikolojiközelliklerinden faydalanarak gelişim yoluna başlarkenbu süreç içerisinde, fikir ve duyguları ifadebiçimleri, hayatın görünüşleri ve tabiatı betimlemeşekilleri açısından sözlü dilden farklı bir kulvaragirer, kısacası sözlü dilden uzaklaşır ve sözlü dilinifade imkânlarını kat be kat aşan yapma bir dil halinialır. Bu duruma örnek olarak Fransız yazı dilini göstermekmümkündür. “Fransız yazı dili ile sözlü dilibirbirinden alabildiğine uzaklaşmıştır” şeklinde birtespitte bulunan ünlü dil bilimci J. Vanderes sözlerinindevamında “Bu yüzdendir ki Fransızlar yazarkenkullandıkları dil ile hiçbir zaman konuşmazlar,konuşma dili ile arada sırada bir şeyler karalasalarda hiçbir zaman yazmazlar” demektedir.Neticede tuzu kuru olan, sözlü dilden uzaklaşan,aydınlar tabakasının kullandığı yazı dili, bahsi geçenyazı dilini temel alan sözlü dilde konuşan yeninesiller için herhangi bir yabancı dilden farksızdır.Nitekim bu dil, sadece ilköğretim okullarının veyaüniversitelerin müfredatlarına konulan edebiyatderslerinde değil diğer derslerde de öğretilir. Yazıdilinin bütün üslup zenginliklerinin, gramatikal veleksikolojik özelliklerinin yeni nesiller tarafındanbelli bir düzeyde öğrenilmesi 15- 20 yıl gibi uzun birzaman dilimi içerisinde ancak gerçekleşir.Kırgız yazı dili ise esasında taşradaki ilköğretimokullarında, az da olsa üniversitelerde, yüksekokullarda ders olarak okutulmakta, haber alma vebasın- yayın organları tarafından işlenmekte, bazıdevlet dairelerinde kullanılmaktadır. Fakat ana dilimiz,siyaset, din, diplomasi, felsefe, psikoloji, mantık-sosyoloji ve kültür tarihi gibi alanlarda işlenmemekte,daha doğru bir tabirle kullanılmamaktadır.Yani yazı dilimiz ile konuşma dilimiz birbirindenhâlâ uzaklaşmış değildir, yani Kırgız yazı dili yukarıdada değindiğimiz gibi yazı dilinden beklenenşartlara cevap vermekten uzaktır. Bu durum Kırgızdilinin gelişmiş bir yazı dili olarak oluşumunu hâlâtamamlamadığını ve bu oluşum sürecini yaşadığınıgöstermektedir.Neticede her türlü edebî metnin - bir an için buedebî metinlerin tamamını edebiyat diye ifade edelim-yazı diline, yazı dilinin leksikolojik, morfolojikve üslup repertuarına biriktirdiği betimleme, ifadeetme ve etkileme özelliklerinden yararlanılarak ortayakonulduğunu kabul etmek durumundayız. Yazıdili olma sürecine girmiş fakat tam mânâsıyla kemaleermemiş Kırgız dilinde ise ilmî, siyasî ve dinîüslup özellikleri oturmadığı için Kırgız edebiyatıgenellikle konuşma dilinin sınırlı imkânlarına dayanarakortaya konulmuş, edebiyatımız, gelişiminikonuşma diline dayanarak sürdürmüştür.Eğer her bir halkın aydın tabakasının duygularının,düşünme yeteneklerinin ve kelimelerle duygularınıifade edebilme gücünün, ana dilinin yazı türündekişeklinin üslup açısından ne derece geliştiği ileyakından alâkalı olduğu fikrini kabullenecek olursakbu takdirde Kırgız yazı dilinin hâlâ tam olarak gelişimsürecini tamamlamamış olması durumunun,Kırgız yazarların edebî düşünme özelliklerini ve kalemgüçlerini eksik bıraktığını ve eserlerinin edebîkalite açısından olumsuz etkilendiğini düşünmemizson derece doğal bir sonuçtur.Demek ki Kırgız edebiyatına dair yapılacak olanilmî çalışmalarda, bu edebiyatın oturma süreciniyeni yeni tamamlama yoluna giren, kemale ermemişbir yazı dili vasıtasıyla ortaya konulan bir edebiyatolduğu meselesi hiçbir zaman akıllardan çıkarılmamalıdır.Kırgız Edebiyatı- Devlet desteği ile ortaya çıkan,devletin verdiği maddî yardımlarla gelişim sürecinidevam ettiren fakat diğer taraftan yine devletin politikalarınınpropagandasını yapmakla mükellef,kesintisiz olarak resmî otoritenin kontrolünde olanbir edebiyat.İster kabul edelim ister etmeyelim ÇağdaşKırgız edebiyatı olarak ifade edilen kavram, yaniÇağdaş Kırgız edebiyatı, Sovyetler Birliği’nin siyasîistekleri, maddî yardımları ve değişik alanlardasağladığı imkânlarla ortaya çıkmış ve yine devletin46eylül-ekim-kasım2012


koruması ve sağladığı imkânlarla gelişimini yetmişyıl boyunca herhangi bir kesintiye uğramadan devamettirmiştir. Kısacası Kırgız edebiyatı, hükümetinekonomiye müdahalesinin olabildiğince kısıtlı olduğu,özel mülklere serbestlik tanınan ve özgür birtoplumda değil, yeni bir sosyal yapı kurma endişesindekidevlet gücü tarafından ortaya çıkarılmıştır.Her ne kadar Sovyetler Birliği döneminde devlet,Kırgız edebiyatını ve bu edebiyat dahilindeeserler veren yazarları her açıdan desteklemişse debu destekle beraber edebiyat üzerinde her zamansansür baskısı olmuş, Kırgız edebiyatı Sovyet hükümetlerininaçtığı kampanyaların propagandasınıyapan siyasî bir organ olarak kullanılmıştır. Bu yüzdenedebiyatımız, Sovyetler Birliği yıkılana kadardış dünyadan habersiz kalmıştır. Bu kapalılığın vesansürün sonucunda ise sosyal yapının, hayallerin,arzuların devletle herhangi bir alıp vereceği olmayanözgür olarak nitelendirilebilecek aynası olmaktanuzak kalan Kırgız edebiyatı, propaganda aracı halinedönüşmüş, Parti’nin siyasî görüşlerini ve ideolojisiniyansıtan bağımlı bir edebiyat olmuştur.Fakat her türlü baskı ve sansür uygulamalarınarağmen Kırgız edebiyatını ortaya koyan nesiller, anadillerini işleyerek, örneğin olay halkaları kurmak,kurulan olay halkalarını verilen tasvirlerin de eşliğiile ilginç hale getirmek, hayattan aldıkları kesitleri,insanları, tabiat görünüşlerini canlı bir şekilde betimlemek,şahıs ve olay örgüsü arasındaki bağlantıyıkurabilme becerisinin yanı sıra Kırgız dilini kullanarakpsikolojik tahliller yapmak gibi edebiyatın temelteori alanlarında kendilerini yetiştirmişler, dünyaedebiyatlarının, özellikle de daha rahat anlayabildikleriRus edebiyatının yüzyıllar içerisinde birikiminiyapmış olduğu beğeni çizgisini az da olsa kendi kafalarındaoluşturabilmişler, bu çizgiyi yakalamayaçalışmışlardır.Demek ki Kırgız edebiyatını konu alan ilmî çalışmalarda,bu edebiyatın Sovyetler Birliği dönemindebizzat devlet eliyle kurulduğu, sansür baskısıaltında geliştiği ve dünya standartları ile karşılaştırıldığızaman birçok eksiklerinin olduğu göz önündebulundurulmalı, yetmiş yıl içerisinde gelecekte yazarolacak genç kalemlerin dayanabilecekleri bellibir temelin ancak oluşturulabildiği unutulmamalıdır.Kırgız Edebiyatı- Genel olarak herhangi birentelektüel temeli olmayan, yazarlık meziyetleriaçısından yetersiz ve dünya standartlarının altındaeğitim almış yazarlar tarafından ortaya konulanedebiyat.Elbette her şeyin bir başlangıcı vardır. Kırgızedebiyatı da bir noktadan başlamış, gelişme yolunagirmiştir ki takdir edileceği gibi bu başlangıcı yapacakolan kalemler olmadan bunun olması düşünülemez.İlk yazarlarımızın en büyük eksikliği isekendilerinden önce örnek alabilecekleri bir temelinolmamasıdır. Temeli onlar atmış, bu yüzden eğitimaldıkları yıllarda ders kitaplarında Kırgız edebiyatıdiye bir kavramla karşılaşmamışlardır. Modernmânâda eğitim almamaları, şahsî olarak düşünmeyetilerinin çeşitli sebeplerden dolayı gelişememesi,düşünmek denilen şeyin insana verdiği azabı, buazabı kağıt üzerine dökme ıstırabını çekmemelerigibi eksiklerine rağmen millî bir edebiyatın temellerinionlar attılar.Sonraki nesillerde eğitim açısından iyileşmegörülse de, genel kültür, dünya görüşü ve orijinaldüşünme yetileri açısından bu yazar nesilleri neBatı’nın ne de Sovyet Rusya’nın kendileri ile zamandaşkalemlerinin düzeyine denk olabildiler. Elbettebunun sebepleri vardı. Şehirde doğup büyüyenbir- ikisi haricinde bu yazarların çoğu köy ilköğretimokullarından, ideolojinin ayyuka çıktığı ders kitaplarından,yetersiz öğretmenlerden ilim almış, üniversiteyıllarında ise geriye dönük bu eksikliği kapayamamış,bilgi fakiri ana dillerini işleme gayretindekikalemlerdi. Bu yüzden bu kalemler ne kadar gayretettiyse de Batı medeniyetinin yetiştirdiği kalemlerinseviyesine hiçbir zaman ulaşamamıştır.Diğer taraftan hayatını yüksek miktarlardakiakademik burslarla kazanan ve geçindirmesi gerekenbir ailesi olmayan Alıkul Osmonov, komünistrejim tarafından Kırgız halkının içerisinden çıkanSovyet yanlısı ilk yazarlar olmaları sebebiyle şımartılanve çeşitli ayrıcalıklar verilen T. Sıdıkbekov ileA. Tokombaev ve nihayetinde millî gururumuz CengizAytmatov haricindeki diğer yazarlarımız ise gündüzlerihükümet dairelerindeki işlerinde çalışmış,eserlerini ise ancak boş vakitlerinde yazabilmiştir.Yani yazarlarımızın büyük çoğunluğu için edebî yaratıcılıkişi tam mânâsıyla geçimlerini sağladıklarıprofesyonel bir meslek olmaktan çok boş vakitlerinideğerlendirdikleri bir uğraş, ek olarak gelir eldeedebilecekleri ikinci bir iş olarak görülmüş, esasındaiçinde bulundukları şartlar bunu zorunlu kılmıştır.47eylül-ekim-kasım2012


Demek oluyor ki Kırgız edebiyatını incelemekisteyen bir araştırmacı bu edebiyatın genel mânâdailim ve estetik kriterler açısından kendisi ile zamandaşAlman, İngiliz, Fransız ve Rus yazarlarla denkolamayan ve yazarlığı profesyonel bir meslek olarakgöremeyen yazarların kaleminden çıkan edebiyat olduğunuaklından çıkarmamalıdır.Kırgız Edebiyatı- İçerik ve tür olarak Batı edebiyatındaişlenerek ortaya çıkan ve başka halklarınedebiyatlarına da geçen edebî türlerde verileneserlerle ortaya çıkan ve bu türlerin belli ölçülerdeyerleştiği edebiyat.Kırgız edebiyatının temellerini atan kalemler şiir,piyes, hikâye veya roman türündeki eserleri Çin,İran, Arap veya Hindistan edebiyatlarında gelişen,oluşan ve bu halkların dilleri vasıtasıyla işlenen türleritaklit ederek kaleme almış değillerdir. Çünkü ilkyazarlarımız yukarıda bahsi edilen halkların dilini deedebiyatlarını da bilmiyorlardı. Sonraki yazar nesilleriarasında da Doğu halklarının diline ve edebiyatınavakıf olan bir kalemin çıktığını söylemek çok zor.Diğer taraftan yazarlarımız, ilk kaleme aldıklarıhikâyeleri, uzun hikâyeleri veya romanları yazarkenKırgız destanlarında faydalanılan olaylar zinciri şekillerinden,tasvir usullerinden veya kahramanlarınkonuşma biçimlerinden yararlanmamışlardır. Ya dailk yazarlarımızın kaleme aldıkları ilk piyesler içinKırgız folklorunda örnek alabilecekleri bir tür gelişmemişti.Ve Kırgız edebiyatında örneği verilen modernmânâda anladığımız şiir türü hem işlenen temalarhem de şekil açısından sözlü destan türlerindenbambaşkaydı.Örneğin Kasım Tınıstanov’un 1919 yılındayayınlanan “Ayga”, “Bayçeçekke” adlı şiirlerini elealalım. Bu şiirler aya ve ömrü kısa olan bir çiçeğe,kardelene yazılmış. Başka bir tabirle şair, ay vekardelen çiçeğine sıcak duygular beslediği bir insana(örneğin güzel bir kıza) gösterebileceği yaklaşımınbir benzerini göstermiştir. Bu şekilde içeriği olanşiirleri sözlü edebiyattan mum yakıp özel olarakarasak dahi bulamayız. Neticede okuma yazmasıolmayan herhangi bir halk şairinin ayı, kardelençiçeğini veya bir ağacı romantik gözlerle seyredip,birden bire duygulanarak sevdiğini aklına getirmesi,bu sembollere şiirler yazması yanlış anlaşılması amadüşünülmesi zor bir ihtimal.Kısacası, çağdaş Kırgız edebiyatı halk edebiyatınınuzantısı olarak ortaya çıkmamış, gelişimindekitemeller hiçbir zaman folklor olmamıştır.Çağdaş Kırgız edebiyatının temellerini atanyazar nesli içerisinden bir- iki kalem haricindeRusça’yı bilen olmadığı için bu yazarlar ilk kalemealdıkları eserleri, özellikle de şiirleri, Kazak, Özbekve Tatar dillerinde kaleme alınan orijinal eserlerinveya bu dildeki çevirilerin etkisinde kalarak kalemealmış, kaleme aldıkları edebî metinleri bu dillerdeverilen eserlere benzetme çabasında olmuşlardır.Fakat yeni tipte oluşmaya başlayan Kazak, Tatar veÖzbek edebiyatlarında bahsi geçen zaman dilimiiçerisinde işlenen türler Rus edebiyatından örnekalınmıştı. Rus edebiyatında işlenen bu türler iseBatı’da gelişmiş, işlenmiş Rus edebiyatına geçerekuzun bir zaman dilimi içerisinde bu edebiyat dahilindeen mükemmel seviyesine ulaşmıştı.Kırgız edebiyatının temellerini atan yazar nesilleriRus dilini tam mânâsıyla öğrendikten sonra hemRus dilinden hem de bu dil vasıtasıyla dünya edebiyatlarındanders almaya başlamıştır. Fakat ilk yazarnesillerimizin Batı edebiyatının, hatta Rus edebiyatınınyüz yıllar içerisinde edinmiş olduğu edebî birikimve neticesinde oluşan edebî zevkleri anlaması,edebî türlerin Kırgızca’da örnek olarak nitelendirilebilecekşekillerini ortaya koymaları hiç de kolayolmamıştır. Bu yüzden şayet vermiş olduğu eserlerleRus edebiyatı dahilinde de değerlendirilmeye müsaityanları olan Cengiz Aytmatov’u istisna olarak kabuledecek olursak Kırgız edebiyatında Batı standartlarınıkarşılayabilen klasik mânâda eserlerin günümüzekadar kaleme alınmadığını söylemek durumundayız.Fakat bütün olumsuzluklara rağmen millî edebiyatımızın,Batı edebiyatlarının açtığı yolda gitmekteolduğunu, ilk yıllardaki tür kargaşasını atlattığını vegelişim sürecini yaşamaya başladığını söylemeklede yanlışa düşmüş olmayız.Netice itibariyle Kırgız edebiyatı tarihini kendilerinearaştırma konusu olarak seçen ilim adamı veöğrencilerin bu edebiyatın Doğu halkları edebiyatlarınıntesiri altında gelişmediğini, aksine Avrupa,özellikle de Avrupalılaşmış Rus edebiyatından hemtür hem edebî yaklaşım hem de teorik ve estetikaçıdan etkilenerek inkişaf ettiğini, fakat dünya edebiyatlarıseviyesine çıkma sürecini de hali hazırdayaşamakta olduğunu unutmamaları gerekmektedir.■48eylül-ekim-kasım2012


MAMASALI APIŞEVçev. ABDRASUL İSAKOV **Aytmatov ve Bayciyev’inson derece başarılıeserler ortayakoyabilmelerininnedeni, onların millîmateryalleri çok iyibilmeleri, gerektiğindebu malzemeleredışarıdan bakabildikleriki, bu özellik zaten ikidilli edebî düşünceninana etkenidir ve ünlüyazarların çalışmalarınada yansımıştır.Kırgızistan topraklarında yaşayan halklarınözünde kadimden beri karşılıklı anlayışve toleransa olan heves mevcuttu. Buralarda, yerelbazı çatışmalara rağmen asırlar boyunca ruhenbirbirlerini zenginleştiren farklı milletlere mensup,türlü kültür ve dilleri taşıyan kimseler yaşadılar.İki dillilik bizim için hâlen önemli bir konudur.Konuya siyaset dışı bakmanın, yan yana ve etkilişekilde kullanmanın zamanı gelmiş bulunmaktadır.Bu bağlamda Kırgız ve Rus dillerinde yazanünlü Kırgız yazarları Cengiz Aytmatov ve MarBayciyev’in eserlerinin incelenmesi son dereceönemlidir. Onların eserlerinde iki dilli çalışmanınözelliklerini daha net görebiliyoruz.Edebiyatta iki dillilik, çok zor, çok tabakalı* Bu makale Edebi Kırgızistan dergisinin 3. sayısındayayımlanmıştır (Mamasalı, Apışev, “Ç. Aytmatov,M. Baydciev: Gorizontı Dvuyazıçnogo Tvorçestva”,Literaturnıy Kırgızistan, Sayı: 3, Bişkek: Turar Yay., 2011,s. 158-168)**Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü doktoraöğrencisi.49eylül-ekim-kasım2012


olaydır. İki dilli sanata yönelik inceleme eserlerigenelde bölük pörçük mahiyettedir. Ve son dönemde,iki dillilik doğal bir durum olarak kabul edildiktensonra, edebiyatçılar (yazın bilimciler) konuylailgili ciddi bir şekilde çalışmaya başladılar.Sovyet döneminde Kırgızlar, diğer SSCB halklarıgibi ana dili yanında zorunlu olarak Rusça eğitimde aldılar.Ünlü Kırgız edebiyatçısı Cengiz Huseynov“Çok Milletli Sovyet Edebiyatı”ndaki tipleri şu şekildesınıflandırır:Ana dilde yazmak ve yazarın onu Rusçaya tercümeetmesi; Rusça yazmak ve onu kendisinin anadiline çevirmesi; aynı zamanda ana dilde ve Rusçayazmak ve çevirinin devre dışı bırakılması; geçiciveya daimi şekilde iki dillilikten tek dile Rusçaveya ana diline geçmesi ve bunu yaparken eserinmüellifi tarafından tercüme edilmemesi; sadeceRusça yazmak bunu yaparken yazar kendisini Rusyazarı olarak değil, mensup olduğu halkın yazarısaymasıdır.Genel olarak Huseynov ile aynı fikri paylaşmaklabirlikte, sayılan bütün iki dillilik tiplerininpratikte kombine şeklinde karşımıza çıktığını belirtmeliyim.İki dilli çalışma, diğer çalışmalar gibiderin bireyseldir.Aytmatov ve Bayciyev’in eserlerinde, yazarlarınşartlar gereği erken yaşlardan itibaren hemRusça hem Kırgızca bilmelerinden dolayı, yukarıdaadı geçen iki dillilik türlerinin tamamını uyumlubir şekilde içinde bulundurur. Bununla birlikteonların kendileri birkaç defa, kendi tecrübelerindenyola çıkarak iki dilli çalışmanın doğası hakkındayazmışlardır.Araştırmacılar her yazarın dil tercihi konusundahakkının olduğunu kabul ederler, ama konumillî çerçeveye girdiğinde veya yazarın millî kimliğinitanımlamaya çalışıldığında hararetli tartışmalar,birbirlerini dışlayan nedenler sıralanmayabaşlar. Bazen Osetyalı edebiyatçı Nafi Jusoyti’nindediği gibi saçma “Aytmatov Rus yazarı” gibisindeniddialar da ortaya atılır.Dünya edebiyat tarihi pek çok ana dili dışındaçok güzel eserler yaratan ve resmî şekilde hemtemsil ettiği dilinin hem temsil ettiği milletin yazarıolarak bilinen yazarları tanıyor. Aslen Leholan ve İngilizce yazan Joseph Conrad, İngiliz yazarıolarak tarihte kaldı. Bununla birlikte Amerikalıyazar Mavi Baykuş lakaplı Vesha Kuonnezin,aslen Kızılderili olmasına rağmen bütün eserleriniİngilizce yazdı, ama resmî kitaplarda ve okurlararasında Kızılderili yazar olarak biliniyor. Galiba,yazarın milliyetini belirlerken, yazarın çalışmalarınıkapsamlı incelemek, sadece eserin dilini veyasadece yazarın millî kimliğini veya ülkesini önplana çıkarmamak gerekiyor.İki dilde yazan edebiyatçının dil ve konu meseleleritek dilde yazan geleneksel yazara kıyasladaha kritiktir. Bu konuda V. Nabokov’un yazdıklarıçok ilginçtir.“Üç yaşımda ben Rusçaya kıyasla İngilizceyidaha iyi konuşuyordum. Dokuz, on iki yaşlarımdaben daha çok İngiliz yazarları: Wells, Kipling,Shakespeare’i okumama rağmen bazı dönemlerigöz önünde bulundurmazsam İngilizce çok azkonuşuyordum. Fransızcayı altı yaşımda öğrendim”diyor Nabokov 1975 yılında Bernar Pivo’yayazdığı mektubunda ve devam ediyor: “Benimdedelerimin dili, benim şiirlerimde kendimi hissettiğimdildir. Ama ben hiçbir zaman Amerikalıbirine dönüştüğüme pişman değilim. Fransız dilidaha doğrusu benim Fransızcam (bu o kadar özelbir şeydir ki) benim akıl gücümle bükmek istememerağmen bükülmüyor. Onun söz dizimi benimbazı serbestliklerimi sınırlıyor ki, ben bunu diğeriki dilde kendime müsaade edebiliyorum. Elbette,ben Rus dilini seviyorum, ama İngilizce kullanımaçısından onu geçiyor.”Aytmatov ve Bayciyev’in tecrübelerinden yolaçıkarak cesaretle diyebiliriz ki, iki dillilik demek,iki dilin aynı zamanda kullanılıyor olmasıdır; ikidilde de fikir yürüterek düşünce sınırlarını zorlamak,yazarların bu avantajını eserlerine yansıtmasıdır.Önemli temel sorunların biri, iki dilli yazarlarınhangi dili anadili olarak görmeleridir? Çalışmadilini mi veya anne ile babalarının dilini mi?Bu konuda ünlü Kalmuk şairi David Kugultinovşu beklenmedik fikrini bildirmiştir: “İnsananadilindeki hangi sözleri ilk olarak söylediğini vene anlama geldiğini hatırlamaz ki... Fakat o, başkabir dilin anlamını ne zaman kavrar ve hayat tecrübesiedinir, o zaman işin seyri değişir. Hatırlıyorumda, Rusça “ekmek” kelimesinin anlamınınasıl öğrendiğimi. Sobadan çıkarılan sıcak ekmeğidildiler ve içtenlikle ikram ettiler: “Al, ekme-50eylül-ekim-kasım2012


ği balla ye”. O günden bu güne çok uzun zamangeçmesine rağmen, ne zaman “ekmek” kelimesiniduysam onun kokusu, tadı ve o an hissettiğim anavatandanve büyüklerin danışmanlıklarına kadarkelimeyle ilgili her şey, gözümün önüne gelir.”Kim bilir, belki Ruslaşmış Danimarkalı VladimirDal’ın “Açıklamalı Canlı Büyük RusSözlüğü”nün müellifi olması bununla açıklanabilir.Belki de, insan iki milletin kavşağında olursa,dillerini de başka türlü hissedecek, dil ve kültürünkendine has özelliklerini daha iyi görecektir. Rusdil bilimcisi Konstantin Yudahin Kırgızlaşmıştı veansiklopedik mahiyetteki Kırgızca-Rusça sözlüğühazırlamıştı.Cengiz Aytmatov ve Mar Bayciyev’in ruhi veentelektüel dünyası Kırgız ve Rus dilleriyle zenginleşti.Mesele sadece millî folkloru bilmek, dünyaedebiyatını öğrenmek değildir, bunları kendiçalışmalarının temeline oturtmaktır.Yeni başlayan pek çok yazar çeviri işleriylemeşgul olmak zorunluluğu hissederler. Aytmatovve Bayciyev bu “okul”un yanından geçmemişlerdi.Aziz Saliev, Adabiy Gezit gazetesindeki hatıralarında,50’li yıllarda genç zootekni uzmanıCengiz Aytmatov ve dil bilimi öğrencisi MarBayciyev’in Manas Destanı’ndan kelime kelimesinetercümeler yaptığını anlatır. Aytmatov çevirileriylebirlikte “Yazar-Köprü” hikâyesini de getirirve bu hikâye daha sonra “Literaturnıy Kırgizistan”edebiyat yıllığında basılır.Kuşkusuz, kelime kelimesine çeviriler ilerdeyazarların yazarlık sanatına derinden bakmasınısağlamıştır, çünkü çevirmen çalışırken, yazarınbastığı yolu yabancı bir dilde tekrar yürüyecektir.Aytmatov hiçbir zaman eserlerinde millîetnografikunsurları okurlarına karşı dalkavukçasömürmemiştir. Eserlerinde doğal yaşam, millîrenkler dayatılmaksızın, göze batırılmaksızınverilir vs. Aytmatov’un çalışmalarında Rusçayıkullanmasının nedenlerini analiz ederken çoğueleştirmen, Rus tercümanların onun eserleriniRusçaya çevirirken Kırgız gelenek görenek ve dilinceliklerini bilmediklerinden eserleri iyi çeviremediklerinive yazarın bundan memnun kalmadığınısöylerler.Aytmatov’un “Selvi Boylum Al Yazmalım”uzun hikâyesi Rusça “Yazarın Kırgızcadan tercümesi”şeklinde yayınlanmış ve uzun hikâyeninKırgızcası yaklaşık yirmi yıl sonra 1981 yılındabasılmıştır.Yazar, Rusçaya geçme nedenini, cumhuriyetlerdeki“edebî eleştiri düşüncesinin sınırlı kalmasına”ve korunma içgüdüsüne bağlamıştır. Amabunun o kadar da önemli rol oynadığını söylemekbiraz zor.Aytmatov “Kopar Zincirini Gülsarı” eseriniyazarken, Rusça, cumhuriyet dillerine üstünlüğünükurmuş, daha geniş kitle tarafından benimsenmişdurumdaydı. Millî diller ise cumhuriyetsınırları dâhilinde etkili olarak kalmıştır. BurayaRusça olarak yayımlanan edebiyat yayınlarını daekleyebiliriz; “hacimli” edebiyat dergileri, “romangazete” özel sayıları vs. Rusça çalışmak millî dildeyazmaktan çok daha avantajlıydı. Üstelik Rusçayazarsan, eserinin başka dillere çevrilme ihtimalida vardı.1967 yılında düzenlenen, iki dilli çalışmameseleleri sempozyumunda Aytmatov, iki dilinuyumluluğu ile ilgili şunları bildirmektedir:“Eğer kitap Kırgızca yazıldıysa, ben onu Rusçatercüme ederim veya tersine. Bunu yaparken de buiki yönlü çalışmadan çok keyif alırım. Bu, yazarınkendini geliştirmesi için büyük fırsat tanıyanilginç iç çalışmadır ki, bence yazarın yönteminigeliştirmesini, dilinin çift yönde zenginleşmesinisağlar”.“Rusça yazmak benim için, resmi geniş bir açıdançekmek demektir”, “büyük “edebî tecrübe” ilebaşka dile hâkim olmak ve o dil sayesinde kültüründenistifade etmek, benim görüş açımı genişletiyor,üretken olmamı sağlıyor”.“Düşünüyorum da, daha doğrusu umut ediyorumbir kişi için yazıyorum. Bu insan, benimkendisi için telaşlandığım, mücadele verdiğim, onakarşı dürüst olduğum, ona en gizli düşüncelerimisöylediğim ve bunu nasıl söylersem onu heyecanlandıracağını,hareketlendireceğini, kanatlandıracağınıdüşündüğüm biri. Eğer böyle olduysa benmuradıma ermişim demektir. Eğer böyle bir insanbulunursa, ben inanıyorum ki, beni başkaları daanlayacak, belki çoğu anlayacak, belki halk da anlar.Eğer baştan eserini kitleye yönelik yazma hedefikoyarsan, baştan hesapların ona göre olacak,bu ise düşüncenin değer kaybetmesine ve edebîeserin (elinin kolunun) bağlanmasına sebep olur.”Yukarıda söylenenler, yazarın öncelikle hazır,51eylül-ekim-kasım2012


arayış içindeki okurlara yöneldiğini gösteriyor.Georgiy Gaçev, “Cengiz Aytmatov ve DünyaEdebiyatı” kitabında, “Onda Rus kökenli yazarlardaolmayan ve Rus hayatını yazarken de kullanamadığıRus edebiyat geleneğinin konusu, mitolojisive tarz derinliği var. Böyle bir şey XIX. yüzyılınilk yarısında Rus edebiyatına azınlık temsilcisiUkraynalı Nikolay Gogol’un girmesiyle gerçekleşmişti.Bütün bu Soroçinliler (Ukrayna’da birgrup), Mirgorodlular, Parubkiler, Zaparojest Kazaklarıkendilerine has yaşam tarz özellikleriyle,mitleriyle, dil ve fıkralarıyla daha önceden sınırlıolan Rus edebiyatına derya gibi akarak zenginleştirmiştir”,der.Kırgız yazarlarından Cengiz Aytmatov ve MarBayciyev eski efsane ve mitleri, destanları sentezleyipgünümüze uyarlayarak eserlerinde sık sık kullanmışlardır.Bununla birlikte hem Aytmatov’unhem Bayciyev’in destanın ana fikrini, unutulmayayüz tutmuş veya meşhur bir efsaneleri yenidendönüştürdüğünü, kendi edebî güçlerini kullanarakyeni bir fikir olarak insanlığın huzuruna sunduklarınıgörüyoruz. Geyik Ana Efsanesini ilk defaiki yüzyıl önce Çokan Valihanov kaleme almıştı.Bu efsane Kırgız yazarları tarafından birkaç kerekısa alıntı şeklinde kullanılmıştı, ama o efsaneye“Beyaz Gemi” eserinde Aytmatov ve “EskiMasal” dramında, “Eskiden Bir Zamanlar” uzunhikâyesinde Bayciyev yeniden hayat verdiler. Bayciyevböylelikle eski efsanenin ana fikrini yenidencanlandırarak, konuyu dünya çapında kamuoyununtartışmasını sağlar.Dram yazarı Mar Bayciyev’in iki dilli ustalığı,özellikle bu efsanenin edebî-entelektüel yorumundanet olarak görülmüştür. Burada iki dilli edebîdüşüncenin etkisi görülmekle birlikte millî folklorikmateryaller insanlık sesi seviyesine çıkar. Buefsane Bayciyev tarafından “Eskiden Bir Zamanlar”uzun hikâyesinde de kullanılmıştır. Başkatürden olmasına karşılık, bu eserlerin her birininartı tarafları mevcuttur. Yazar, bunların her birindeorijinal edebî dünya yaratmayı başarmıştır.Efsane temelinin kullanılmasıyla yeniden işlenmişve buluntularla zenginleştirilmiş yeni çalışmanınortaya çıkarılması, yazarın özgün biri olduğununkanıtıdır.Kırgızlar, kendilerini ve doğayı bir bütün olarakgörmüş, doğaya karşı gelmeyi ahlaken suç saymış,böyle yapan insanları da doğanın cezalandıracağınainanmıştır. Mar Bayciyev tam bu noktayavurgu yaparak, eserine çağdaş renk veriyor.Aytmatov ve Bayciyev’in son derece başarılıeserler ortaya koyabilmelerinin nedeni, onlarınmillî materyalleri çok iyi bilmeleri, gerektiğinde bumalzemelere dışarıdan bakabildikleri ki, bu özellikzaten iki dilli edebî düşüncenin ana etkenidirve ünlü yazarların çalışmalarına da yansımıştır.Müellifin çevirisi, iki dilli edebî çalışmanınayrılmaz parçasıdır. Aytmatov, ilk hikâyelerindenitibaren çeviri işiyle ilgilenmişken, Bayciyev bütünçalışma hayatı boyunca bu alanda çalışmıştır.Yazar, dram yazarı Bayciyev’in özgünlüğü iki dilliçalışma özellikleriyle ilgili zengin bilgi vermektedir.Yazar hangi dilde yazarsa yazsın, daha sonramutlaka yazar tarafından eserin “ikinci doğumu”gerçekleşmiştir.Burada ister istemez şu soru ortaya çıkabilir:Neden iki dilli yazarlardan Aytmatov ağırlıklı olarakRusça yazmaya başlarken, Bayciyev iki dildeyazmaya, daha sonra bunları kendisi çevirmeyedevam etti?Millî edebiyat tarihinde belirgin şahıs olanBayciyev’in eserleri, okur ve seyircilerine büyükzorluklar sonrasında ulaşıyor, resmî eleştirmenlerineleştirilerine hedef oluyordu. Kırgız edebiyatındamuhalif edebiyat yoktu. Bayciyev’in çalışmalarıylamuhalif edebiyat ortaya çıktı. Bayciyevminnettarlıkla “Benim Sadık Dostum, Rus Dili”makalesini boşuna yazmamıştır. Kırgızistan’daonun eserleri, oyunları haksızca ve çok ağır bir dilleeleştirilerek, kitap ve dramları piyasadan kaldırdığında,o, çalışmalarını Moskova ve Petersburg’agönderir ve oyunları SSCB’nin pek çok tiyatrolarındasahnelenir, kitapları Rusça olarak yüz binbaskıya ulaşır. Edebî dille söyleyecek olursak,Bayciyev son uçuşunu yapan ama her zaman konacağıyedek havaalanı bulunan bir pilota benzerdi.Belinskiy, metin tercümesinde çevirmenin “eklemeve eksiltme” hakkının olmadığını, metni olduğugibi eksikleriyle, hiçbir şeyini değiştirmedençevirmesi gerektiğini” yazmıştır. Fakat bu, esersahibini kapsamıyor; burada çeviri çalışması özelbir türde olacaktır.Cengiz Aytmatov ve Mar Bayciyev’in ikincidilde “kendi eserlerini yeniden yazması”nın ortayaçıkardığı ders verici mahiyetteki ortak noktaları,52eylül-ekim-kasım2012


Kırgızca veya Rusça basılan eserlerini daha da güzelşekilde çevirip basmalarıdır.“Orijinal” bir şekilde Kırgızcadan Rusçayaçevrilmesi, birinci defasında gözden kaçanlarınikinci keresinde tamamlanma fırsatı yaratmış,sonuçta bu güzel yazarlarımızın eserlerinin genişkitleler tarafından beğenilerek okunmasını sağlamış,eserler devrin sınavından geçmiştir.Bayciyev’in tiyatro alanındaki iki dilliliği, dünyatiyatro sanatı tarihindeki özel bir durumdur.Dramlarını Kırgızcaya çeviren Bayciyev,oyunlarını yeni seyirciler için yeniden hazırlıyor.Bu da anlaşılır bir durum, çünkü Bayciyev’in piyeslerindeele alınan konular aslında insanlık içindir.O, bu millî malzemeyi aynı seviyede dünyayasunar. Bu durum ona dünya tiyatrolarının kapılarınıaçıyor. Bayciyev, kendi piyeslerini RusçadanKırgızcaya çevirerek, onlara derin bir millî unsurve imaj katıyordu.Bayciyev’in kendi çevirileri sadece millî rengeboyanmıyor, aynı zamanda olayları seyircilerinyerli ve öz olarak kabul etmesini sağlıyor.Yazarın “Manas, Semetey ve Seytek HakkındaBeyan” kitabının basılmasını, abartmadan ManasDestanının Rusça olarak yeniden doğuşu, önemlibir olay diyebiliriz. Onlarca yıldan beri destan,dünya toplumunun merak ettiği bir konudur. Fakatçok az kişi, bu muazzam eserin Rus okuruyla buluşturulmasınınpek zor bir iş olduğunu biliyor.Destanı, Rusçaya kazandırma girişimi çok fazladır,ama bunlar başarılı olamadı. Geçen yüzyılınortalarında bu işe bir grup Moskovalı mütercimlerel attı. Destanın ana dilini bilmedikleri içintercüme metinlere başvurmak zorunda kalan bumütercimlerin Moskova’da 1946 yılında bastıklarıeser pek çok yanlışı ve doğru olmayan unsurlarıiçeriyordu.Yazarın “Manas, Semetey ve Seytek HakkındaBeyan” kitabının basılması, Kırgız destanınadünya edebiyat okyanusunda yeni imkân ve yollaraçmıştır.Bayciyev’in bu kitabının değeri, yazarınındestan konusunu esas alarak Rusça destanın kendivaryantını ortaya koymasıdır. Bu müthiş birolaydır! Yazar doğru bir yol seçmiş, bin yıllaryok olmadan halk hafızasında yaşayan efsaneyi,değerinden hiçbir şey eksiltmeden Rus okurunaulaştırmıştır. Şota Rustaveli’nin “Arslan DerisiTaşıyan Kahraman” uzun şiiri, Alıkul Osmonovtarafından, tam da bu tarzda Kırgızcaya çevrilmişve Kırgız okuru bu uzun şiiri sevmiş, benimsemiş,çocuklarına Aftandil, Tariel, Nestan ve Tinatinisimlerini vermiştir.“Manas, Semetey ve Seytek Hakkında Beyan”kitabında destanın ana hatları ve başkahramanlarıntipleri, destanın trajedisi Rus dili aracılığıylaedebî ‘şah eser’ olarak verilmiştir. Okur, eserin sonsayfasını kapatırken bu muhteşem esere hayranlıkduyacaktır.“1856 yılında Valihanov, Manas destanını bozkır“İliyada”sı olarak tanımlamıştı. Ben de destanı“Dağ ve Bozkır Kutsal Kitabı” olarak görüyorum.Bundan dolayı Kutsal kitaptaki motifleri destandakorumaya, netleştirmeye ve genişletmeye çalıştım.İmkânlarım dâhilinde destanın konusunu kurallarçerçevesinde vermeye, kahramanların hareketlerinimantıklı şekilde ve olayların gelişimini akıcışekilde aktarmaya, Kırgız dilinin güzelliğini yansıtmayaçalıştım.” itirafında bulunur yazar.Ünlü edebiyatçı, Profesör Georgiy Hlıpenskiy,“Manas, Semetey ve Seytek Hakkında Beyan”kitabı ile ilgili çok doğru bir tespitte bulunuyor:“Başka bir zorluk, yabancı okurlara yani Rus okurlarınayönelik eserdeki millî şiirselliğin korunmasımeselesidir. Burada tercüman-ozan olarak karşımızaaracı ihtiyacı duymayan iki dilli yazar çıkıyor.“Manas, Semetey ve Seytek Hakkında Beyan”üçlemesi, birinci el folklor kaynaklarından yararlanılarakyazılan yeni bir çalışmadır.”Yukarıdaki dediklerimizi özetleyecek olursak,diyebiliriz ki, müellif tercümesi, çok yönlüçalışma sürecidir. Bu süreçte iki dilin sınırlarındadolaşan söz ustasının iki dilde düşünmesi söz konusudur.Bu bağlamda Cengiz Aytmatov ve MarBayciyev’in eserleri çeşitli halklara mensup okurlarınbilincine yerleşmiş, Kırgız halkı ve onlarınruhi zenginlikleri hakkında Rusça vasıtasıyla dünyayıbilgilendirmiştir. Bu onların “Kopar ZinciriniGülsarı”, “Beyaz Gemi”, “Gün Olur Asra Bedel”,“Eski Masal”, “Düello”, “Eskiden Bir Zamanlar”,“Sonbahar Yağmurları” eserlerinde özellikle görülebiliyor.Böylelikle gündemdeki en önemli millîmeseleler, insanlık meselesi derecesinde ses getirmiş,bunlar dünya halkının ortak sorunu, ahlakitemeli hâline gelmiştir ki, dünyadaki hayat dabuna dayanmaktadır.■53eylül-ekim-kasım2012


HALİT AŞLARKaleme aldığı eserlerle âdeta devrinin aynası,halkının sesi olmuş Mukay Elebayev,38 yıllık kısa ömrüne birçok hikâye, şiir, bir tiyatroeseri ve bir de roman sığdırmasını bilmiş bir edebiyatâşığıdır. Neredeyse ömrünün tamamı büyük sıkıntılarlageçen yazar hedeflerine ulaşabilmek içinbüyük mücadeleler vermiştir. O, henüz oluşmuşbir edebî çevrede gerek edebî eserleri gerek eleştirimakaleleriyle çağdaşlarından ayrılmış, sadece onlaradeğil, gelecek nesillere de örnek olmayı başarabilmişbir yazardır. Özellikle Frunze (günümüzdeBişkek) şehrindeki Merkezi Eğitim Fakültesindeöğrenim gördüğü yıllarda zamanının çoğunu okumakve yazmakla geçirerek edebî bilgisini artırmış,o yıllarda profesyonel yazarlığa giden yolda eminadımlarla yürümüştür.Elebayev, edebiyata özel ve büyük bir sorumluluklayaklaşmak gerektiğini kaleme aldığı hemenher makalede belirtmiş ve bu doğrultuda hareket etmiştir.Çağdaş Kırgız edebiyatının sorunlarını doğrutespit etmiş, bu sorunların çözülmesi için çabasarf etmiştir. Devrinin eleştiri anlayışının yanlışolduğunu, eserleri proleter (işçi/emekçi sınıfı) dünyagörüşü çerçevesinde değil, “edebiyat” çerçevesiiçinde değerlendirmek gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.Edebî eleştiride ise eleştirmenin geniş birbilgi birikimine sahip olması, eleştirinin objektifve kaliteli olması gerektiğini dile getirmiştir. Meslektaşlarınınedebiyata üstünkörü yaklaştığından,edebiyatı hafife aldıklarından şikâyetçidir.Kırgızistan devlet matbaası redaktörlüğü görevisırasında Kırgız halkının asırların derinliklerindengünümüze taşıdığı efsane ve destanların yayınlanmasıişlerini yürütmüş, bazı şairlerin edebî içeriktenyoksun, sadece propaganda amaçlı şiirlerinin yerinehalkın bu sözlü edebiyat ürünlerini okumasınındaha yararlı olacağını belirtmiştir. Aynı zamandaKırgız atasözlerinin derlenmesi işini de ele almış,atasözlerinin bir halkın mirası olduğunu, atasözlerinitanımayan, bilmeyen halkın kendi benliğiniunutacağını ifade etmiştir. Bu noktada o, geçmişlebağlarını koparmaksızın geleceğe uzanmak gerektiğinidüşünen aydın bir yazardır.Elebayev neredeyse bütün yazarlığı boyuncayerli tip ve konuları yazarlık hayal gücüyle birleştiriphikâyeleştirmiş; ilk hikâyelerini Kazak, Rusve Batı edebiyatının tesiri altında Kızıl Kırgızistangazetesi muhabirliği yaptığı sıralarda kaleme al-54eylül-ekim-kasım2012


mıştır. Hemen bütün hikâyelerinde gerçek hayattankesitler, yerli konu ve tipler yer alır. Hemen bütüneserlerinde yazarın ya kendisini ya da onun hayatadair düşüncelerini temsil eden kahramanlar bulunur.Yazarın bazı hikâyeleri ise okura hayata dairbilgiler veren didaktik bir hüviyete sahiptir. Bubağlamda Elebayev didaktik, okurlarına doğruyuve gerçeği göstermeye çalışan bir yazardır.Çocukluğu ve ilk gençlik yılları zorluklar vesıkıntılarla geçen yazar, edebiyata gönülden bağlıdır.Elebayev hayattaki en büyük arzusunun eğitimgörmek ve iyi bir edebiyat adamı olmak olduğunuher fırsatta belirtmektedir. Yazar yaşam mücadelesiverdiği yıllarda bile okumak, yazar/şair olmak arzusunuhiç yitirmemiş ve hep bunun mücadelesinivermiştir. Elebayev iyi bir yazar olmak olabilmekiçin yazarın sürekli kendini geliştirmesi ve dahaönce yazdığı eserleri ileride eleştirebilmesinin gerektiğinibelirtir. Gerçek anlamda iyi bir yazar olabilmekiçin yazarın önündeki engelleri birer birerkaldırması, lafa, söze, dedikoduya aldırmaması gerektiğinisöyler. Etrafında olup biten olumsuzluklarakarşı mücadele etmesini, bir kenara çekilmemesinibelirtir. Aynı zamanda yazarın/şairin sadeceedebiyatla değil, diğer bilim dallarıyla da haşır neşirolması gerektiğini söyler.O, henüz şekillenmekte olan çağdaş Kırgızedebiyatına sadece edebî eserleriyle değil, aynı zamandaeleştirmenliği ile de hem renk katmış hemde gelişmesini sağlamıştır. 1930 ve 40’lı yıllardaElebayev’in eleştirisi her ne kadar kendisine veözel hayatına zarar getirmişse de onun değeri edebiyattarihinde her zaman var olacaktır. Daha açıkbir ifadeyle, dönemin edebî eleştirisini kaldıramayanaydın yazar kitlesi ve aynı şekilde KırgızistanYazarlar Birliği Başkanı Aalı Tokombayev veçevresi Mukay Elebayev’e rahat vermemişlerdir.Aynı şekilde, 1940 yılında kaleme aldığı ve KırgızEdebiyatında Sovyet rejimini eleştiren ilk eserolma özelliği olan Tartış piyesi de yazar hayattaykenyayınlanmamıştır. Yani, Sovyet rejimini eleştirenilk edebî eser yukarıda belirttiğimiz çevrelercecezalandırılmıştır. Elebayev gerçekleri çekinmedensöyleyebilen, bu yüzden de sıkıntılar çeken ve çağdaşKırgız edebiyatında birçok ilke imza atmış, cesurbir kalem erbabıdır.Mukay Elebayev Kırgız sözlü edebiyatı ve folkloruylailgili de önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir.Kırgızmambas›ta (Günümüzdeki Kırgızistanmatbaası)nda edebiyat redaktörlüğü yöneticisi olarakçalıştığı sürede, Kırgız efsanelerini, ünlü halkşairi Toktogul›un eserlerini kitap olarak bastırmıştır.Yazar öğrencilik yıllarında Tatar, Özbek veKazak Türkçesinde çıkan eserleri okumuş, Rusçayıiyice öğrendikten sonra ise dünya klasikleriniRusça üzerinden okumaya başlamıştır. Elebayevözellikle küçük hikâye alanında başarı göstermişusta bir kalemdir. Kaleme aldığı hikâyeler devrinsüreli yayınlarında yayımlanmıştır. Daha sonra ise1938 yılında Kızın Kezen (Zor Zamanlar) başlığıylabirçok hikâyesi kitap hâlinde yayınlanmıştır.Realist roman ve hikâye anlayışına bağlı olarakElebayev bize ferdî ya da sosyal hayattan alınmışbir olayı veya bu hayata ait bir kesiti sunar. Yazarhikâyelerinde dönemin yaşantısına eğilmiş; gördüklerini,başından geçenleri ve tanık olduğu birtakımolayları hikâyelerine konu etmiştir. Yazarınhikâyeleri 1916-1943 yılları arasındaki Kırgız sosyalyaşantısını aksettirir.Mukay Elebayev’in ilk hikâyesi Yeni MedeniyetYolunda adlı dergide yayınlanan “Yürek AğzaGelince” adlı hikâyesidir. Hikâyede, rüyada görülenbir kâbus anlatılmaktadır. 1930-33 yılları arasındaKızıl Kırgızistan gazetesinde “Kitap Ararken,Karşılaşma, Pamukçular Pazarında ve Uşak Arteli”adlı hikâyeleri yayınlanır.Yazarın “Pamukçular Pazarında” adlıhikâyesinde ülkenin güneyindeki halkın yaşantısıanlatılır. “Karşılaşma” adlı hikâyesinde iki eskidostun tesadüfen karşılaşıp geçmiş günlerini yâdetmeleri hikâye edilmektedir. Hikâyede diyaloglararacılığıyla yazarın hayata ve eski günlerinedair düşüncelerine rastlanır. “Kitap Ararken” adlıhikâyesinde okumayı çok seven hikâye kahramanınınRus ve Dünya edebiyatına ait eserleri bulmakiçin Leningrad, Moskova ve Taşkent gibi şehirleregidişi anlatılır. “Uşak Arteli” adlı hikâyesindeSovyet hükümetinin yeni yeni hüküm sürmeyebaşladığı 1920’li yıllarda Tolubay ve Baymuratgibi zengin kimselerin mallarını kaybetme korkusuişlenmektedir. Yazar bu hikâyesinde kahramanlarınınpsikolojik derinliklerine de inebilme başarısıgösterir. “Son Bir Gün” hikâyesinde olay II. DünyaSavaşı döneminde cephe gerisinde, Kırgızistan’ınNarın bölgesinde geçmektedir. Kocası savaşta ölen55eylül-ekim-kasım2012


Saykal ve parti görevlisi olarak bildiri dağıtmakamacıyla diyar diyar dolaşan Kencegul arasındakihenüz filizlenmekte olan aşk konu edilir. Hikâyesosyal içeriğinin yanında bu yanıyla da bir aşkhikâyesi hüviyetine sahiptir. “Uzaktaki Dağdan”adlı hikâyesinde II. Dünya Savaşı sırasında cephedekiaskerlere erzak temini anlatılır. Halk varınıyoğunu askerlere gönderme kararı alır. “Baysal”adlı hikâyede Baysal adlı gencin akrabalarının yanındakalışı, yengesiyle sürekli kavga edişi, civarköylerde uşaklık yaparak yaşam mücadelesi verendostları konu edilmektedir. “Yolda” adlı hikâyesibaşlığından anlaşıldığı üzere bir tren yolculuğukonu edilir. Hikâye kahramanı bu yolculuk esnasındabaşına gelenleri, gördüklerini anlatır. MukayElebayev’in hikâyeciliğinde zirveye ulaştığı hikâyeise “Fırtınalı Gün” adlı hikâyedir. Hikâye yazarınsonunda belirttiği “gerçi bunda şaşırılacak bir şeyyok, bu o günlerde geçirdiğim günlerden sadecebiri” şeklinde olmasına karşın yazar bu hikâyesindeo dönemin Kırgız sosyal yaşantısını usta bir yazartitizliğiyle gözler önüne sermektedir. “Zor Zamanlar”adlı hikâyesi uzun hikâye olarak değerlendirilmektedir.1916 ayaklanmasında Çin’e göç eden birsüre sonra da memleketine geri dönen Kabıl adlıKırgız gencin bir Rus’un yanında uşaklık edişi vebaşına gelenler konu edilmektedir. Hikâye 1920’liyıllarda Kırgız Türklerinin Isık Göl civarındaki yaşayışınıanlatması bakımından değerlendirilebilir.“Zarlık” hikâyesinde okuma ateşiyle yanıp tutuşanZarlık adlı gencin bu amacına ulaşma gayretleri anlatılmaktadır.Mukay Elebayev›in hikâyelerinde konu, çoğunluklayazarın bizzat yaşadığı, tanık olduğu olaylardır.Hemen bütün eserlerinde yazarın kendisinibulabiliriz. Örneğin, “Fırtınalı Gün” hikâyesindekigenç adam, “Son Bir Gün”de Kencegul, “Zor Zamanlar”adlı uzun hikâyesinde Kabıl, “Zarlık” adlıhikâyesinde Zarlık adlı kahramanlar yazarın kendisidir.“Ömrümde gördüğümün dışında başka birşey yazmadım.” diyen yazar, XX. yüzyılın ilk çeyreğindeKırgız toplumunda meydana gelen gelişmelerikendi penceresinden aktarır okura. Örneğin,yazarın 1936 yılında kaleme aldığı Uzak Yol adlıromanında 1916 yılındaki Kırgız Türklerinin RusÇarına karşı ayaklanması ve ardından KırgızlarınÇin’e göç edişi, yazarın kendisi ve yakın çevresianlatılarak aktarılır. Hikâyelerindeki mekân ise yazarınçoğunlukla bizzat bulunduğu Türkistan coğrafyasınaait yerlerdir.Mukay Elebayev gibi çağdaş Kırgız edebiyatınınönemli yazar ve şairlerini Türk okuruna tanıtmakgerekmektedir. Sadece tanıtmakla yetinmeyiponlar üzerinde ilmî çalışmalar da yapılmalıdır. Buçalışma, bir yüksek lisans tezi olmasının yanındayukarıda sözü edilen amaçlara da cevap vermesidüşünülerek hazırlanmıştır.■BİBLİYOGRAFYA1. Omor Sooronov. Mukay. Bişkek:1998.2. Kırgız Sovyet Adabiyatının Tarıhı. Frunze:İlim Basması, 1987.3. Salican Cigitov. Irlar Cana Cıldar. Frunze:Kırgızstan Basması, 1972.4. Salican Cigitov. Keçeekinin Sabaktarı, Bügünkünün Talaptarı.Frunze:Adabiyat, 1991.5. Kaçkınbay Artıkbayev. XX.Kılımdagı Kırgız Adabiyatının Tarıhı. Bişkek:2004.6. Mukay Elebayev. Carıyalanbagan Çıgarmalar. Frunze:Adabiyat, 1990.7. Kırgız Adabiyatının Tarıhı 6 (XX. Kılımdın Adabiyatı, 20-60.Cıldar).Bişkek:2002.8. Oçerki İstorii Kirgizskoy Sovyetskoy Literaturı, Akademiya Nauk KirgizskoySSR İnstitut Yazıka i Literaturı, Frunze: İzdatel’stvo KirgizskoySSR, 1961.9. Mukaş Tülebagılov. Kırgız Adabiyatındagı Tarıhıy Cana Ömür BayanRomandarı. Frunze:İlim Basması, 1978.10. Kırgız Adabiyatının Tarıhınan. Kırgız Respublikasının İlimder UluttukAkademiyası (Makalalar Cıynagı), Bişkek:1999.11. B. Malenov. Mukay Elebayevdin Çıgarmaçılıgı. Frunze:1959.12. S. Baygaziev. Cazuuçunun Çıgarmaçılık İndividualduulugun MektepteÜyrönüü Mukay cana Cusup. Bişkek: Mektep, 199313. Mehmet Kaplan. Hikaye Tahlilleri. İstanbul:Dergah Yay. 1998.14. Şerif Aktaş. Edebiyatta Üslûp ve Problemleri. Ankara: Akçağ, 1998.15. Şerif Aktaş. Refik Halit Karay. Ankara:Akçağ, 2004.16. Berna Moran. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış (I, II, III)İstanbul:İletişim, 2002.17. Berna Moran. Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul:İletişim, 1999.18. Mehmet Tekin. Roman Sanatı I. İstanbul: Ötüken, 2002.19. Bilge Ercilasun. Orhan Veli Kanık (Hayatı, Sanatı, Eserlerinden Seçmeler).İstanbul: MEB, 2004.20. Ömer Faruk Huyugüzel. Halit Ziya Uşaklıgil. Ankara:Akçağ, 2004.21. Hüseyin Tuncer. Tarık Buğra’nın Hikâyeleri Üzerinde Bir İnceleme.İstanbul:MEB, 1992.22. Prof. Dr. Durali Yılmaz. Roman Kavramı ve Türk Romanının Doğuşu.İstanbul:Ozan, 2002.23. Gennadiy N. Pospelov. Edebiyat Bilimi. (Çev.Yılmaz Onay).İstanbul:Evrensel, 1995.24. Emin Özdemir. Eleştirel Okuma. Ankara:Bilgi Yayınevi, 2002.25. Terry Eagleton. Edebiyat Kuramı, Giriş. (İng.çev: Tuncay Birkan).İstanbul:Ayrıntı, 2002.26. Satkın Sasıkbayev..Ala-Too Menen Koştoşuu. Bişkek Şamı, 1 Kasım1991.27. K. Beyşembayev. Eldin Süyüktüü Cazuuçusu. Isık-Köl Pravdası.28. Tukey Kekilikov. Mukay. Kırgızstan Madaniyatı, 1 Ocak 1987.29. Köpbay Kümüşaliyev. Nuskaluu Cazuuçu. Kırgızstan Madaniyatı, 28Haziran 1973.30. Satkın Sasıkbayev. Partalaş kurbum Mukay. Ala-Too, 1985, no.10-12.31. Sovyetbek Baygaziyev. Emi Men Şorduu Calgız. Kırgız Madaniyatı,no.4, 24 Ekim 1991.32. Ziyaş Bektenov. Zamandaşım. Ala-Too, 1975. no.4.33. Kirgizsko-Russkiy Slovar.34. Rusça-Türkçe Sözlük.56eylül-ekim-kasım2012


BEN KENDİMİBen kendimi ev dışından dinlesem,Öksürüğün kuru sesi duyulur…Sona ermiş hayatımı görürsem,Üzülürüm, gönlüm o an kırılır…Ben kendime bakınca bir sokaktan,Sanki yürür, halsiz zayıf siluet…Güçlü yiğit, olmuş şimdi yarım can,Dermansız bir derde dönmüş, içte dert.Ben kendime göz atınca uykuda,Yatar sanki bir ölü can, kanı yok.Kalp gücünü damarından sayınca,Yorgun atar, hali zordur hem de çok…Ben kendime öldüğümde bir baksamBoylu poslu er yatıyor, gülerek.Bu gerçek ki, kaderinde vardır tam,Yazgısına minnet duyar giderek…Bilen bilir, bilmeyene ne çareTaş kalpli gün, derdi kime az vermiş?Eli açık, gönlü geniş biçareGüç yaşamış, tekrar tekrar yeşermiş..Ben kendime yüzyıl sonra bakıncaTaa uzaktan, toz kaldıran yel vururÖlmezliğin buyruğundan kaçıncaEr yürekli nice diri can durur…ALIKUL OSMONOV* çev. İbrahim Türkhan57eylül-ekim-kasım2012


BİR AVUÇ TOPRAKAtalardan miras kalan ömür gibi,Bir avuç toprak,Bir avuç toprak,Kara toprak.Bu kadar yüzyıl,Bu kadar zaman bildirmedenKucağında bize dikkatlice bakarlar!Hayattayken gönderdikleri bir selam gibi.Bir avuç toprak,Bir avuç toprak,Kara toprak.Bu dünyaya direk olarak kalamadanGittiğimiz gün seni üzerimize atarlar.Sen ki hanın, sen ki kulun ardındaki mirassın,Birkaç kelimelik cümle gibi her zaman;Dünyadaki zenginliklerden geri kalmazsın,Bir avuç toprak,Bir avuç toprak,Kara toprak...ANATAY ÖMÜRKANOV* çev. İbrahim Türkhan58eylül-ekim-kasım2012


ÇINARA SASIKULOVA*Kırgız öyküsü Türkiye öyküsüne göre dahada genç sayılır. Batı tarzındaki ilk Kırgızöyküleri 1920’lerde kendisini tanıtmaya başlar. İlköyküler gazete ve dergilerde yayımlanır. Kalitesitam bir öyküye uymayan bu örnekler, doğal olarakdaha çok gazete makalelerine yakındı. Konu olarakda bunlarda “Yeni Çağ’ın getirdiği yenilikleri işlenmektedir..Mesela, fakir ve sefillerin eğitime kavuşması,kızların özgürlüğü, sömüren tabakanın hakettiği cezayı alması gibi konular. Bazen feletonabenzemeyen eserler de yayınlanır. Örneğin, “KızılKaarmandar Sabında” (Kızıl Kahramanlar faaliyette)isimli feletonda’n kzıl orduya çağırılan gencingördüğü eğitim. “Acar,Acar” öyküsünde mutlu olmakiçin mücadele veren kızın mahkeme yoluylaaşkını koruyarak mesut olması anlatılır. Bunun gibieserler ne feletona, ne gazete haberlerine, ne deöyküye benzer. Fakat her şeye rağmen bu yazılanфельетондор öyküye geçişte önemli bir görev taşır.Zamanın yazarları Aalı Tokombayev, Sıdık Karaçev,Kasımalı Bayalinov, R.Şükürbekov, UzakbayAbdukaimov vs. hepsi sömürülen tabakanıntemsilcileriydi.1924 yılında yayımlanmaya başlayan Erkin*Ardahan Üniversitesi Öğretim Görevlisi– Too (Özgür Dağ) gazetesi, Canı Madaniyat Colunda(Yeni Medeniyet Yolunda) dergisinde, KızılKırgızistan gazetesinde Sıdık Karaçev’in “ErikTanında” (Azatlık Tanında), “Üylönüüdön Kaçtı”(Evlenmekten Kaçtı), “Süygönünö Koşula Albadı”,“Eriksiz Kündördö” (Esir Günlerde), “SüygönünöKoşula Almadı” (Sevdiğine Kavuşamadı), “Kükükile Zeynep” öyküleri yayımlanmıştı. Yazar, 1937 yılındaStalin’in kurşuna dizdikleri listesinde yer alır.Onun için yazarın fazla eseri yoktur.“Erik Tanında” öyküsünün başkişisi Akmat,memleketi olan Isıkköl’ün bir köyündeki olayı anlatır.Olay Sovyetlerin ilk yıllarındaki iç savaş zamanındageçer. Köydeki Meder isimli bir ağanınikinci eşi (Kırgızca tokol) vefat eder ve o köydekiEsenbay’ın 13 yaşındaki bir kızıyla evlenmeyekalkışır. Akmat ise ilk komünistlerden olduğu içinbuna şiddetle karşı çıkar ve Meder ile Esenbay’ıtutuklatır. Akmat’ın annesi eski düşünceli olduğundanakrabaları Esenbay’ı tutuklattığı için oğlunakızar. Ama öykünün sonunda Akmat’ın annesi düşüncelerinitamamen değiştiren, yenice düşünen birkahraman olarak karşımıza çıkar. annenin düşüncelerininasıl değiştirdiğini yazar bize açıklamamasıtabii ki öykünün eksiği… Kurgu, kişilerin karakterleriniaçıklamada yazar tecrübesiz olduğu için59eylül-ekim-kasım2012


aşarısız, ama bu sadece Sıdık Karaçev’e özgü birdurum da değildir. O zamanın yazarlarının çoğundabu tür başarısızlıklar vardır. (Artıkbayev K. KırgızSovet Adabiyatının Tarıhı. F.1982. s. 37.)Yazarın ikinci öyküsü “Eriksiz Kündördö”ise başkişi Cıpar, köyün saygıdeğer hacısı olanKendirbay’ın kızına ait. Kendirbay kızı Cıpar’ıMamırbay Ağaya dördüncü eş olarak vermek ister.Cıpar ise okuma yazma bilen, eski düşünceli değil,yenice yaşamayı seven bir kızdır. Üstelik Cıpar’ınsevgilisi de var. Çaresizlikten dolayı Cıpar, sevgilisiCunuş ile kaçmaya karar verirler. Ama anlaştıklarısaatte, anlaştıkları yere Cunuş gelmez. Cıpar daMamırbay’ın eşi olmaktansa ölmem daha da iyi derve uçurumdan kendini atar. Cunuş’un neden gelmediğiyazar tarafından okuyucuya açıklanmaz. Bu daeserin başkişisi olan Cıpar’ın karakterini açıklamadaeksikliklere neden olur.20. asrın ikinci yarısında Kırgız edebiyatındayeni öyküler yazılmaya başlanır. Örneğin,K.Bayalinov’un “Tülkü Menen Suur” (Tilki ve Marmot),“Çabalekey Cana Cılan” (Kırlangıç ve Yılan),“Cetimdin Ölümü” (Yetimin Ölümü) gibi öyküleriyayımlanır. Bu öykülerin “... her hangi masalların,efsanelerin, bulmacalı hayvan masalların mayasıylayazıldığı şüphesiz” (Kebekova B. Kırgız Sovet AngemeJanrının Ösüş coldoru. F.,1967. S.17-б.). Halkedebiyatının materyallerini kullanmaları doğaldır.Bu süreç Türkiye öyküsüne de özgüdür. ÖrneğinAhmet Mithat Efendi’nin öyküleri… Halk edebiyatınınbu motifleri zamanın talebine göre kullanılır.Mesela, yılan ve tilki gibi hayvanlar sömürenler ise,kırlangıç ve marmot gibi hayvanlar sömürülen tabakayıçağrıştıran alegorik kahramanlardır. Tabii kibu çatışmada zafer marmot ve kırlangıcın olur. Halkedebiyatındaki masalların esas görevi; sömüren vesömürülen mücadelesini anlatmaktır.Aalı Tokombayev Kırgız Sovyet edebiyatındaçok önemli yazar ve şairdi. Ama zaman değişinceyazarın ancak esas edebiyat olarak algılanan eserlerideğerini koruyabildi. İdeoloji için yazılan eserleriise sadece tarih olarak kaldı.A.Tokombayev’in “Ötköndögü Mun” öyküsündeSovyet iktidarından önceki hocalardan öğretimgörmüş gençlerin yaşamı anlatılır. Okuma yazmayıöğrenmeye hevesli olan Sadık isminde genç veonun hocasının olumsuz davranışları anlatılır buöyküde. Sadık’ın hocasını anlatırken yazar doğayıda siyah boyayla anlatır. Bu yöntem de halk edebiyatınınetkisidir. Sovyet edebiyatında kahramanlarolumlu ve olumsuz olarak ayrılırdı. <strong>Bizim</strong> hoca daolumsuz kahramandır. Dolayısıyla hocanın portresiçirkin olarak çizilmiştir. “...gözleri domuzunki gibi,yanakları çökük, burnu iri, sakalı keçininki gibi, tipsizbir yaratık”. (Ötköndögü Mun. 1931, 14 Kasım).Söz konusu tarihlerde yeni sistemi övmek Kırgızedebiyatındaki eserlerin önemli ve esas konularıdır.Bu konuyu ele almış yazarların kullandıklarıyöntemler genelde birbirlerine benzer. Öyküleri deçizelgeleri de böyle olur. Öyküdeki başkişi eski zamandasömürülür, hakkını arayamaz ama yeni zamangelince sömürülen hakkını arar, eğitim almaolanağına sahip olur. Eskiden eğer öykünün başkişisibayansa babası onu ağaya ikinci eş olarak verir,yeni sistemde ise kız istediği ve sevdiği kişi ile evlenir.Tabii evlendiği genç de yenice düşünen nesildenolur. Бул жазуучулардын ичинен К.Баялиновбираз айырмаланат.Kubanıçbek Malikov’un “Caş Calın” (Yeni Kıvılcım)öyküsünde Kırgız yazarlarından ilk olarakKırgız işçilerinin karakterini işlemekle Kırgız edebiyatındayeni konuyu ele alır. Öykünün başkişisiSultan, çocuk esirgeme yurdunda büyür. Oradanmezun olunca işçi olarak fabrikada çalışmaya başlar.Aynı zamanda da komünist okullarında gece öğretimindeeğitim alır.M. Abdukarimiv’un “Caşagım Kelet” (Yaşamakİsterim) öyküsünde birkaç olay anlatılır. Amabu olayların birbirleri arasında bağlantı yok gibi.Olayların gelişmesi muhtevadan, öykünün talebindendolayı değil, yazarın kalıp düşünceleri ile izlekoluşturur. (Kebekova B. S.32). Öyküdeki kişiler hareketlideğildirler, fazla konuşurlar. Yine öykününbaşkişisin neden değiştiği tam olarak anlatılmamıştır.<strong>Bizim</strong> düşüncemize göre bu noksan yazarınyeteneksiz olduğundan değil, o zamanlar öykününKırgız edebiyatında yeni olduğundan, halk edebiyatınaözgü anlatım tarzından tam kurtulamadığındandır.K. Malikov’un “Ayluu Tündö” (Mehtaplı Gecede),“Caş Calın” (Yeni Kıvılcım), “Açılgan Ayıp”(Belli Olmuş Kusur), “Kamış Kulak”, “Kızıl Alay”,“Sarala Kozu” isimli öykülerde köydeki değişmelerve yenilikler anlatılır. Bu öyküler içerisinde “SaralaKozu” öyküsü belirttiğimiz başarısızlıkları yenmişve Batı anlayışındaki öykü türüne layık seviyedeyazılmıştır. Öyküde Kırgız köylerinde kolhozlaşmasürecinin gerçekleşmesi anlatılır. Kırgızlar için yabancıolmayan koyun beslemenin Sovyet kolhozundanasıl fark edildiği ve bunun yeniliği ele alınır.Mukay Elebayev’in “Boroonduu Künü” (BuhranlıGünde) öyküsü başkişinin bir gününü anlatır.60eylül-ekim-kasım2012


Bu öykünün diğerlerinden farkı; Sovyetlerden öncekidönemi eleştirmemesidir. Sadece kışın bir günyolda giderken fırtınalı bir akşam yoldaki bir çadırevinde geçirdiği geceyi anlatır. O çadır evinde yaşlıbir nine vardır. Çadır evi de çok eskidir. Öyküdeolay yok. Sadece durum anlatılır. Bu durumda Rusedebiyatçısı Yuriy Kuranov’un “öykü yaşamın birdurumunu, özel bir olayını özelleştirir ve ona büyükbir önem verir” (Куранов Ю. Бессюжетныхрассказов нет.//Вопросы литературы, 1969. №7.С.71. ) deyişi aklımıza gelir.1920-1930 yılları arası yayımlanmış öykülerinkonuları hemen hemen aynıydı. Eski sistemde sömürülentabaka iktidarın değişimiyle hak ve hukuklarınaulaşır, sömürenler ise hak ettikleri cezalarınıalırlar. Öykülerin kurgusu ise halk edebiyatının etkisindentam kurtulamamıştı. 1930’un ikinci yarısındaise öykü yeni aşamalara varır. Konu açısındanise daha çok emeği öven eserler yazılır.Cusup Turusbekov’un “Bir Olmuş İş” öyküsüde kolhozlaşma konusunu ele alır. Çatışma kolhozunreisi Çoro ile at çiftliğinin başkanı Kerimkularasında geçer. Çoro, Kerimkul’un kızı ile evlenmekister. Ancak bunu Kerimkul istemez. ÇünküKerimkul yeni sisteme göre düşünen bir kimsedir,dolayısıyla kızının da kendisinin karar vermesinisöyler. (Турусбеков Ж. Бир болгон иш.//Советтикадабият жана искусство. 1940. №2.). Buna karşıkin besleyen Çoro iftira ederek Kerimkul’u hapseattırır. Hapiste Kerimkul, Çoro’nun arkadaşı ile tanışırve bu komplonun nasıl kurulduğunu öğrenir.Öykünün akışında Kerimkul’un suçsuz olduğu ortayaçıkar. Olaylar öykünün başkişisi Tolgonay’ınetrafında gelişir. Bu olayların hepsi Tolgonay’ın kişiliğiniaçıklamada görev taşır. Eserin kurgusu dağınıkdeğildir. Amaçsız kullanılan anlatılar da yeralmaz.Kırgız edebiyatında fantastik tür de bu dönemortaya çıkmıştır diyebiliriz. Bunu da KuseyinEsenkocoyev’in “Sayakatçı Bala”, “Üçünçü Şar”,“Rodinanın Uulu” (Vatanın Oğlu) gibi eserleri ispatlar.Maalesef yazarın genç yaşta vefatından sonrabu konuyu ele alan kimse olmadı. Eğer yazarhayatta olsaydı romantikalı fantastik türü gelişirdifikrindeyiz. Kırgız edebiyatında bir Jules Verne çıkabilirdi.1940’lı yıllarda tüm Sovyet edebiyatının ortakkonusunu Almanya ve Sovyetler Birliği arasındakisavaş oluşturuyordu. O yıllardaki eserlerde sadececephedeki savaş değil, savaştakilere destek için çalışanköylülerin hayatı da anlatılır; halkın vatanseverlik,fedakârlık duyguları güçlendirilmek istenirdi.Bu konuda eser vermek yazarlar için pek kolayda olmadı: “Öykü kahramanlık aşılayan tarzda yazıldığındandolayı, öykünün dilinde halk edebiyatınaözgü geleneksel benzetmelere, paralelizmlere,atasözlerine çok rastlarız.” (Kebekova.s.77).T. Sıdıkbekov’un “Paydaga Çeçilgen Çatak” öyküsüde karakterlerin, diyaloglar aracılığıyla açıklanmasındandolayı söz konusu dönem için yenisayılır. Eserdeki kişilerin karakterleri yazarın anlatmasıyladeğil, olaylar örgüsü esnasında kişilerindavranışları, konuşmaları aracılığıyla verilmiştir.T. Sıdıkbekov’un bu öyküsünü yazarken Rusyazarı N. Gogol’un “İvan İvanoviç, İvan Nikiforoviçile nasıl tartıştığı hakkında hikâye”sindenetkilendiğini K. Asanaliyev “Orus klassikalık canasovet adabiyatının kırgız adabiyatındagı traditsiyalarınınkee bir maseleleri” adlı makalesinde yazar.(K.Asanaliyev //Sovettik Kırgızistan. 1954, № 8).“Muzdakta” (Soğukta) eseri savaş yılları kadınlarıncephedeki askerler için nasıl çalıştıklarınıkonu eder. Eserin vakası çok basittir. Kolhozun atlarınıbesleyen iki kadının hikâyesidir. Bu kadınlarınkarakterleri aracılığı ile yazar zamana özgü özlem,hasret gibi kavramları açıklar.“Sagınbadımbı” (Özledim) öyküsünün başkişisi,babasını özleyen çocuk. Aynı konu “Kütüü”(Beklemek) öyküsünde devam eder. KüçükCetkin babasının savaştan dönmesini beklerkensuya düşer. Babası Mambet de bu olayın üstündençıkar. Çocuğunun ölümle mücadelesini görenMambet, savaştaki mücadeleyi hatırlar vesavaşın cephede ne kadar bir felaket ise buradada aynı derecede felaket olduğunun farkına varır.(Sıdıkbekov T.n156-б.).K. Bayalinov’un “Al Emi Cetim Emes” (OArtık Öksüz Değil) öyküsü savaş yıllarında annesini,babasını kaybeden küçük Lyalya OsipovaLeningrad’dan Kırgızistan’a gelir. Isık Göl’ünSaruu köyünde Amantur ve Maani adındaki anneve babasını bulur. K. Bayalinov’un bu eserine birtür belgesel diyebiliriz. Çünkü eserdeki kişilerinisimleri, adresleri gerçek ve doğru verilmiştir.Bu dönem yazılan eserlerin eksik yanı da, vakaçoğu zaman derinden anlatılmaz. Düşmanlar eserlerdezayıf, olumsuz, korkak olarak verilir. Böyleceyazar gerçekçi tasvirden uzak kalır. Ama Kırgız öyküsününbu ilk dönemi kendinden sonra gelen başarılıve kaliteli yazarlara zemin hazırlar. Dünyacaünlü yazarımız Cengiz Aytmatov bu zeminin üzerinekendi eserlerini kurmuştur.■61eylül-ekim-kasım2012


KokuOLCOBAY ŞAKİRçev. İBRAHİM TÜRKHANBeli iyice bükülen ihtiyar kadının tek derdi etrafına yayılan kokuydu. O koku kendindenkaynaklanıyordu. Burnuna artık tanıdık gelen o koku kendisini rahatsız etmiyorduancak eve girer girmez oğlu, gelini ve torunlarını fazlasıyla rahatsız ediyordu. Onlar ne zamaneve gelseler, ihtiyar kadına iğrenerek bakarlar ve hemen pencereleri, balkon kapısını açmayakoşarlardı. İlk zamanlar nahoş bir kokunun ortalığa hâkim olduğunu kimse açık açık dillendirmiyorduama son günlerde eve girer girmez burunlarını tutarak “ööf, öf!” demeye başlamışlardı.Başkaları neyse de, kendi canından yaratılan oğlu Meder’in “anne, pencereleri açıp öyleotursan daha iyi olmaz mı!” diye söze ilk olarak başlaması yok muydu? Biçare ihtiyar kadınson günlerde buna benzer sözleri sık sık duyduğu için utanmaya başladı ve elinden gelse birköşeye saklanıp oradan çıkmamayı diler oldu. Meder’in annesine yaptığı muameleden cesaretaldığı için midir, bilinmez; ‘saygıda kusur etmez.’ dedikleri gelin de son günlerde kaynanasınadil uzatmaya, lafla da olsa itip kakmaya başladı. “Gel büyük anne, buraya otur.” diyen torunlarıbile artık “Büyük anne, sen çok kokuyorsun.” diyerek yanından kaçıyorlardı. Daha önceçocuklarının buna benzer yakışıksız yaramazlıklarını engelleyen Meder, şimdilerde tamamensessizliğe büründü. Hatta çocuklarının “Büyük anne öyle oturma, böyle otur.” şeklindeki konuşmalarınıduymasına rağmen ses çıkarmamaya bile başladı.Evleri iki odalıydı. Birinde Üpöl nine yalnız başına yatıyordu. Eskide üç torunu ile birliktebu odada uyurlardı. Onlar büyük annelerini çekişirler, paylaşamazlar; en sonunda sırasıylaonun koynuna yatmaya razı olurlar ve bunu çok severlerdi. İhtiyar kadın da torunlarını o günlerde“Oy benim kokarcalarım!” diyerek severdi. Şimdi ise “Büyük annem kokuyor.” sözünütorunları da babaları Meder ile anneleri Canara’nın izinden giderek söylemekten çekinmemeyebaşladılar. En büyük torunu “Büyük annemin yattığı odada yatmayacağım.” der demez, sonrakilerde “Biz de senin yattığın odada yatmak istiyoruz.” derler, inatlaşırlardı. Anne baba isesonunda çocukların sözüne gelirler ve büyük odada hep birlikte uyumaya razı olurlardı.62eylül-ekim-kasım2012


Zavallı ihtiyar Üpöl’ün hayattaki tek dayanağı,bir oğlu ile bir kızıydı. Daha gençliğinin enateşli yıllarında, bir yastığa baş koydukları kocasıİkinci Dünya Savaşı’na gitmiş ve geri dönmemişti.Taze gelinlik çağında dul kalsa da, ömürçok hızlı bir şekilde geçip gitmişti. Çevredekilerinısrarına rağmen yeniden kocaya varmadı.“Oğlumla kızım üvey baba azabını çekmesinler.”diyerek, evlenmek için kapısına dayanan nice erkeğinümidini kökünden kestiği günler, dün gibiaklında. “İkisinin yüzünü de yere baktırmam.”diyerek, çocuklarını kaslarına et, bacaklarına güçdolmamış çağlarında babasız olarak büyütmüştü.Oğlu ve kızı için gecesini gündüzüne katıp;durup dinlenmeden çalışarak en sonunda kolhozsağıcılarının en birincisi olmuş ve onların başkanlığınıyapmaya başlamıştı. Çocuklarına birgün bile ‘yetim’ dedirtmedi. Hele eline ne geçerse,yemeyip içmeyip iki çocuğuna bölüştürüpvermesine ne demeli! Onca güzel yıllardan sonrasabahtan akşama kadar bu şekilde evde hapsolurcasınaoturarak, çocuklarının küçüklük günlerinihatırlamak tek meşgalesi oldu. Bazen gözyaşlarınhâkim olamadığı ve kendini tutamayarak hüngürhüngür ağladığı da oluyordu. Oğlu Mederile kızı Zeynep’in bir kundağa sarılığı hâllerinidüşündükçe yüreğinin bir köşesinin acıdığını dahisseder, “Çocukların karşında oturmasına rağmen,onların küçüklüklerini özlemek ne kadarda zormuş meğer.” derdi kendi kendine. Her günfarklı bir zorluğa duçar olduğu bu ihtiyarlık günlerinde,oğlu ve gelini ile torunlarının ikide birpencere ve kapıları açarak evi havalandırmalarınıgördükçe kaderine kızdığı da oluyordu. “Bu kokuda neyin nesi?” diye kendisine sorduğu soruyaverecek cevap bulmaktan zorlanıyordu. Her haftacuma günleri kızı Zeynep gelerek, banyo yaptırıpsaçını taradıktan sonra giysilerini değiştirdiğininhemen ertesi günü torunları “Büyük anne, sendenkoku geliyor!’ demeye başlıyorlardı. Her seferindekoku hakkındaki buna benzer lafları duydukça,yapacak bir şey olmamasından dolayı içten içebir düşünce seline kapılmaya başlıyordu.“Ah keşke, dışarı çıkıp sağa sola biraz adımlayıprahatlasam, bu koku gider mi acaba?” Ancakdışarı çıkıp gelmeye derman nerde? Eli ayağıağrıdığı için dokuz katlı apartmana inip çıkmasızordu. Asansörden ise eskiden beri korkardı. Binecekolsa hemen başı dönmeye başlardı. Bunlaryetmezmiş gibi bir keresinde, dışarı çıkmak istediğiniduyan oğlunun “Kara kışın ortasında dışarıçıkıp da ne yapacaksın?” diye öfkelenmesine desebep olmuştu. Elinden sadece saat başında banyoyagiderek alelacele temizlenmek geliyordu.Ancak kolları yarı felçli olduğu için sağ eli solkoltuğuna, sol eli de sağ koltuğuna ulaşmıyordu.Köyüne gitmeyi düşündü bir ara ama şehirdehem hastane hem de kendisine bakacak oğlu vekızı varken nasıl gidebilirdi! Meder ile Zeynep’e‘annesine bakamadılar’ diye laf getirmek de istemedi.Kalmasının bir sebebi de insanların içindeoğluyla kızına karşı koruyuculuk yapmak istemesiydi.Zeynep imkânları elverdiğince haftada birgelerek banyo yaptırır, saçlarını tarardı. Kendisigelemediği zamanlarda kızı Cibek’i gönderirdi.Aslında gelini Canara da kötü aileden gelme birisideğildi. Bazen vicdanı elvermediği için midir,“Sizi ben de yıkayıp giyindirebilirim.” dediğiniduydukça içten içe razı olsa da, kaynana değil mi;çekinirdi. “Zeynep gelir yapar.” diyerek bahaneuydurur, gelinine el açmamaya dikkat ederdi.Ona rağmen bile, gelininin etrafa yayılan kokudankurtulmak istediği için öyle söylediğini düşündükçeyüreği sızlardı. Bu düşünce aklına gelincegelininin söylediği sözler ona dağlar kadarağır gelir, yere göğe sığmazdı sanki. Hemen içerigirer, kapıyı kapatarak yatağın olduğu köşeye varır,büzüşür otururdu…Eskiden sofraya oğlu gelini ve torunlarıylabirlikte otururlardı; ortalığa koku yayılmaya başladıktansonra ihtiyar kadına ayrı bir sofra kurmayabaşladılar. Yemek hazır olana kadar mutfaktahep birlikte eğleşirler, hazır olduktan sonra,tamam; seyretmeyi gerektirecek bir program olmasabile ‘televizyon seyredeceğiz.’ bahanesiyleihtiyar kadını mutfakta yalnız bırakırlardı. Mutfaktakendi başına yemek yer, oturur, dinlenirdi.İhtiyar kadın yemeğini yedikten sonra, odasınageçer geçmez hepsi birlikte mutfağa koşarlardı.63eylül-ekim-kasım2012


Hepsi bir yana, bu hareket ihtiyar kadını daha çokrencide eder, utandırırdı. Yaşı doksana çıkmasınarağmen, yarı felçli elleri ve ayaklarından hariçvücudunun geri kalan kısmı hâlâ genç görünümlüydü.Yaşıtlarının tamamı çoktan terk-i dünyaetmişlerdi. “Allah benim canımı neden almıyor?”diyerek, her gün üzüntülü bir şekilde düşünceleredalardı. “İnsanoğlunun en büyük düşmanı meğerihtiyarlıkmış.” sözünü her adım başı söylemekgibi bir âdet edinmişti. Her gün güneşin doğmasıve batmasına bakarak, “Beni de alacağın günlergelir mi acaba!” diye fısıldardı, dua edercesine…Daha ne kadar yaşayacağını kim bilecekti?Bir gün üzüntüsünü iyice artıracak bir olay yaşandı.İşten geç vakitte dönen Meder, mutfaktayemek yerken biraz özlemle biraz da acıyarakvarıp karşısına oturdu. Canara ses çıkarmadanyemek yemekte olan Meder’in karşısında oturankaynanasının önüne bir tabak yemek koydu. İhtiyarkadının yemek isteği yoktu. Ana-oğul olarakbirkaç kelam konuşmak niyetiyle oğluna yaklaşmıştı.Oğlunun huyunu bildiği için biraz çekinenzavallı sözü önce kızına getirdi:-Bugün Zeynep geldi, bana banyo yaptırdı, temizgiyimler giydirdi.-Güzel olmuş.-İzin verirsen birkaç günlüğüne Zeynep’inevine varıp geleyim…Meder ses çıkarmadı. Zavallı kadın bu sıradavücudundan koku yayıldığını fark edemedi.Adam ise annesinden taraftan burnuna gelen kokudandolayı içten içe öfkeleniyordu. “Tabağı elimealarak odaya geçip, orada mı yesem.” diye düşündü.Tam o sırada oğlunun işten yorgun argıngelip iyice acıktığını düşünen annesi kendi tabağındakietleri toparlayarak oğlunun tabağına koyarkoymaz, daha fazla dayanamayarak patladı:-Tabağındaki yemeği kendin yesen olmaz mı,diyerek önündeki tabağı tiksinircesine ileri doğruittirdi.-Kurban olduğum, senin acıktığını düşünmüştüm…Sonrasında ne diyeceğini bilemedennefesini almaya korkarak kalakaldı. Bir şeylersöylemek istedi ama kendi canından olma oğlunakarşı içinde daha önce hiç duymadığı bir soğuklukoluştu. Meder ise salona geçip televizyonunsesini iyice açarak sessizce izlemeye başladı. Eliayağı titretmeye başlayan ihtiyar kadın, elineasasını alarak doğruca dışarı yöneldi. Bu sıradaihtiyar kadının dışarı çıkıp çıkmamasıyla kimseilgilenmedi. Canara mutfağı toparladı, torunlarda babaları ile televizyon seyrederken uykuyadaldılar…Canara ertesi gün erkenden kalkarak kahvaltıyıhazırladıktan sonra önce kaynanasının karnınıdoyurmak için onun odasına girdi, girer girmezgeri çıktı.-Meder, annen nerede?-Banyoya girmiştir.-Banyoda yok.Meder, ihtiyar kadının yattığı odaya kendisigirdi. Koku yoktu. Annesinin o gece evde sabahlamadığınıkokunun olmamasından yola çıkarakşüpheyle karışık tahmin etti. Döşeği yokladı; soğuktu.Hep birlikte koşturarak dışarı çıkıp sağasola baktılar, ihtiyar kadın ortalıkta yoktu. Kışınbu en soğuk günlerinde nereye gittiği bir bilmeceyedönüştü. “Zeynep’in evine gitmiş olmasın?”Hemen ona telefon ettiler. Ancak sabahın bu erkenvaktinde ne diyeceklerini bilemediler. Olanlardanhaberi olmayan Zeynep telefonu kulağınayanaştırıp karşısındakinin ağabeyi olduğunu öğrenince:-Annem nasıl, iyi mi, dedi önce.-Annem de nasıl olsun, iyi. Sabahleyin bacımınhatırını sorayım diye aramıştım… Yarımağız cevap verdikten sonra ahizeyi yerine koydu.“Nereye gitmiştir ki?” Meder bu soruya cevapverebilmek için düşüncelerini bir noktaya odaklayamadı.Canara ile birlikte alelacele dışarı çıkıpkomşu binaların girişlerine baktılar tek tek;insanları rahatsız ederek. İhtiyar kadını görenbir kişi bile çıkmadı. Çaresiz kalan Meder, KayıpArama Merkezine kadar gitti ama oradan dabir sonuç, bir güzel haber alamadı. Arama ikincigüne sarktı. Komşular “Annenin fotoğrafı varsa,gazete ve televizyona ver de ilan edilsin.” deyince,annesinin tek başına çekilmiş bir fotoğrafınıalarak birkaç gazete ile televizyon kanalına başvurmayakarar verdi…64eylül-ekim-kasım2012


Otobüslerin birisine binerek düşünceli birhâlde yol almaktayken, yolculardan birinin telefonuçaldı. Ön kapının hemen yanındaki genç bayançantasından ivedilikle telefonunu çıkararak,ahizesini kulağına dayayıp:-Alo, baba… Baba, ben şu an morga doğrugidiyorum. Beş dakikaya kalmaz biter, sonra tamam…dedi.Aradan beş dakika geçti ya da geçmedi; otobüsgürültü çıkararak önce sağa sola yalpaladı,sonra da ani bir frenle güç bela yolun ortasındadurdu. Morg kelimesini duyunca “Acaba morgada bir baksam mı ki; belki de burada bulabilirim…”diye düşünmekte olan Meder dengesinikaybederek tepetaklak yıkıldı. Otobüsün arka taraflarındaoturanlar ve ayakta duran yolculardanbirkaçı da yığılırcasına onun üzerine düştü. Otobüsüniçi bağırtı çağırtı ve feryatlarla doldu. Kimisiinliyor, kimisi başını tutuyordu. Bazılarınınise yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Herhangi biryara almadan kurtulan yolcular arasında Mederde vardı. Kaza sonrası eğrilen kapının açılmasıylagüç bela dışarı çıkıp üstünü başını düzeltenMeder, biraz önce “Baba ben şu an morga doğrugidiyorum. Beş dakikaya kalmaz biter, sonra tamam.”diyerek konuşmakta olan kızın, az ilerideasfalt yolun ortasında boylu boyunca yatan kanabulanmış cesedini gördü. Görgü tanıklarının söylediğinegöre, arabanın ani fren yapmasıyla kızön camdan dışarı fırladıktan sonra bir süre yerdesürünmüş, kafatasının parçalanmasıyla da oracıktacan vermişti. Olayın olduğu alanın etrafı kısasüre içinde meraklı insanlarla doldu. Tam bu sıradayerde yatmakta olan kızın telefonu acı acıbirkaç kere çaldı ama etraftakilerin biri de telefonueline alıp cevap vermeye cesaret edemedi.Telefonun sesi birkaç defa daha çaldıktan sonrakesildi…Kaşla göz arasında meydana gelen olayı merakederek etrafı saran insanların arasında kazanınşokundan dolayı vücudunun titremesiningeçtiğini hisseden ve kendini toparlayan Meder,kaybolan annesinin fotoğrafını gazete ve televizyonavermek üzere yoluna devam etti. İhtiyarkadının kayıp ilanının ertesi gün yayınlanmasınıtembihledikten sonra geri dönerken “KardeşimZeynep bu olayı duyarsa, hâlimiz ne olur?” sorusuMeder’in beynini kemirmeye başladı. Aradabir yoldaki kaza gözlerinin önünde canlanmayadevam etti. Evine doğru yol alırken birkaç saatönce kaza sırasında önünden geçtiği morgun yakınınageldiğini fark etti. Aklına bir şey takıldı.Bir de oraya bakmaya karar verdi. Morgdaki beyazgiyimli görevli kadın Meder’i doğruca yenigetirilen cesetlerin muhafaza edildiği soğuk havalıkısma götürdü. Sağlı sollu dizilen cesetlerinarasında bir tanesini görünce Meder’in içi bir hoşoldu, vücudunu titreme bastı. Otobüsün kaza yapmasındanaz önce “Baba ben şu an morga doğrugidiyorum. Beş dakikaya kalmaz biter, sonra tamam…”diyen genç bayanın cesedi yüzü açık birşekilde boylu boyunca yatıyordu. Bugünkü kazayeniden gözlerinin önünde canlanıp vücudununtitremesi artarak, cesetlerin arasında ilerlemeyedevam etti. Tam bu sırada burnuna birden tanıdıkbir koku geldi; tam da annesinden gelen kokugibi. Kalbinin atışı hızlanarak sağlı sollu bakınmayabaşladı. Az ilerideki cesetlere biraz dikkatlibakınca annesinin iyice beyazlaştığı için tanınmazhâle gelen simasını güç bela tanıyabildi;karşısında sessizce yatmaktaydı. Kokusu iseortalığı iyice kaplamıştı. Annesinin cansız vücuduo an yerinden doğrularak, Meder’e bedduaedecekmiş gibi geldi. Sağlığındayken, özellikleson zamanlarda bir kere bile sarılıp kucaklayıpöpmediği annesinin üzerine abanarak hıçkırıklarlaağlamaya başladı zavallı adam. Burnunaiyice tanıdık gelen koku ortalığa yayıldıkça,kendini iyice suçlu hissetti ve boğulurcasınaağlamaya devam etti. Bu koku bu sefer iğrenilecekgibi değil de, çocukluğunda bilinçaltınayerleşen annelere has koku gibi hissedildi. Yerdeyatan cenazenin vücudu da adamın ağlamasındandolayı titriyordu. Ömrü boyunca bu morgunönünden belki bir kere bile geçmemişken şimdisanki kendi vücudundan da can gidiyormuş gibiteninin soğuduğunu hisseti. Epey bir süre sonranedendir yarı açık ağzından “Morga geldim, bitti…”sözleri döküldü…■65eylül-ekim-kasım2012


Kuytudaki evÇOLPONBEK ABIKEYEVçev. İBRAHİM TÜRKHANSık ağaçlı bahçenin içindeki oturaklarda oturmakta olan iki ihtiyar kadın konuşuyorlar.Bu yaştaki insan neyi konuşabilir ki? Geçmiş zamanda yaşadıklarını, yâd ediyor olmalılar.Konu komşunun yaşadığı yenilikler hakkında laflıyorlar. Gördüklerini, duyduklarınıbirbirlerine anlatıyorlar. Birinin ağzından çıkan diğeri için bulunmaz bir şey gibi. Ağızlar türlülafları ederken elleri de boş durmuyor, aynı zamanda ha bire çalışıyor. Biri yün çorap, eldiven,kazak örerken, diğeri de şırdak* kenarını çevirmekle meşgul. İki ihtiyar için de bugün farklıbir yenilik var. Sarı ihtiyar, evinin yanında yer alan eski evini kiraya verdi. İkisinin de laflarıbitmek bilmiyor, ağızlarını şapırdatarak konuşmaya devam ediyorlar.-Nerden buluyorsun, bilmiyorum. Böylesi evin yolunu yitirmiş biri de kiracı olur muymuşcanım!-Öyle deme komşu. O, gerçekten de iyi bir adam. Genç görünüyor. Genç olmasına rağmenmemur olarak çalışıyormuş. ‘Anneciğim’ diyerek yalvarınca kıyamadım. ‘İçki içmiyorum’diyor. Evine gelen geçen herkesi alıp, müziğin sesini iyice açıp da konu komşuyu rahatsızetmeden yaşayacaksan, gel dedim.Buruşuk yüzlü sarı olanı, beli bükülmüş olan kara kadına gözlüğünün üstünden baktı.-Böylelerini iyi bilirim. Önce yalvarırlar, sonra söz verirler. Benim elimden buna benzerniceleri gelip geçti. Az çok bir maaş alıp, kâğıt karıştırılan yerde çalışsalar tamam; ‘memuruz,tertipliyiz’, diyerek övünürler. Kendin de farkında değil misin? Dinlendirilen aygır gibi böbürlenerekdurmasına baksana! Her gün akşam bir arkadaşıyla gelip sabaha kadar yüksek seslemüzik dinleyip hepimizin rahatını kaçırıyorlar ya!Kara ihtiyar kadın çenesi çenesine değmezcesine konuştur.-Olursa olur ne yapalım. Zaten günümüzün gençlerini önceden anlamak mümkün değil.Dışından baktığın zaman taşı sıksa suyunu çıkaracak gibi görünüyorlar ama düşüncelerinde66eylül-ekim-kasım2012


nelerin olduğunu kim bilsin, yaşamayasıcaların.Biraz yaşayınca her şey ortaya çıkar. Eğer baştadediğinin tersine, kötü biriyse, evden kovarımsanki.Sarı olanı, kara olana biraz da olsa katıldığınıbelirtti.-Ah, ne yazık ki, şimdiki gençler iyice yoldançıkmadılar mı? Ya bizim zamanımızda nasıldı?Gece bir arkadaşımızla şöyle bir araya gelecekolsak bile yanlış anlaşılacağız diye yüzümüz kıpkırmızıolurdu. Şimdikiler ne yapıyor peki? İsterotobüste olsun, ister cadde sokakta olsun, yeterki fırsat bulsunlar, istedikleri gibi davranıyorlar.Yüzlerinin kızarması bir yana bir de çevrelerinekarşı gururla bakmazlar mı?! Hele bir de içmeleriyok mu, yerden kafalarını kaldıramadan ayaklarınısürüyerek gitmeleri…-Deme gitsin…-Bir süre sonra bunu da görürsün. Her gün içkiyedoyup evinin barkının tozunu attırır. O zamankovmak için vakit harcayacaksın. Çık dediğinzaman, ‘seni karanlıkta yakalar öldürürüm.’diyerek korkutanları bile oluyor.-Nerden bilebiliriz ki? Her adama kötü gözlebakmak da doğru değil.Bu sırada yeni genç kiracı, dış kapısı bulunduklarıbahçeye bakan evi temizleyip badanayapmakla meşguldü. Üzerinde eski bir önlükvar. Evi hiç olmazsa bir beş yıl kimse temizleyipbadana yapmamıştır belki de. Öğrenciler, işçilervelhasıl her türlü adam bu evde geçici bir süreliğineyaşadıkları için duvarın her yerine gelişigüzelçivi çakmışlar. Her taraf çizik içinde, tavanınboyası gitmiş; odaların kokusu bile değişik, kötübir koku hâkim. Odaların sadece adı oda, oldukçadar yapılmışlar. İlk bakışta özellikle kiraya verilmekiçin yapılmışlar gibi görünüyor. ‘Kuytudakiev’ denmesinin sebebi var: Çatılı büyük beyazeve ek olduğu için planının küçük olması az gelmişgibi bir de yanındaki büyük ceviz ağacı, dallarıylaevi iyice çevrelemiş…Aradan birbirini kovalayan günler geçti. İkiihtiyar kadının günlük lafları güzel güzel giderken,laf dönüp dolaşıp da ‘kuytudaki evin’ yenisakinine gelince, sohbet tartışmaya dönüşmeyebaşladı.-Demek ki, insanların hepsine de kötü dememekgerekiyormuş. Şu ihtiyar hâliyle insanaadaletle muamelede bulunmak daha doğru olsagerek. Yeni kiracı dürüst biriymiş. Geldiğindenberi epey vakit geçti. Girmesi, çıkması, tertip düzeniyerinde.Sarı ihtiyar âdet edindiği üzere gözlüğününüzerinden baktı. Çünkü her zaman aşağıya doğrubaktığı için gözlüğü burnunun ucunda zorla dururdu.İkide bir yukarı ittirip koymak da istemediğiiçin düzeltmeye gerek görmezdi.Tam o sırada ‘kuytudaki eve’ ellerinde valizlerleiki genç yaklaştı ve ihtiyar kadınlara başlarıylaselam verip, eve girdiler. Bir an afallayankara ihtiyar kadın fırsat bulmuş gibi konuşmayabaşladı.-Bunlar gibi suratsızlara sen de inanıyorsan…Vay başımıza gelenler… Sakin bir şekilde durupşimdilik hiçbir şey belli etmemeye çalışıyorlar.‘Hele sırtımı bir sağlama alayım’ dercesine. Birazdangöreceğiz. Şu sallanarak gelenler, boş yeremi geldi diyorsun? Ellerindeki valizlerin içindebir iki şişe vardır... Biraz vakit geçsin müzikleribağırmaya başlar… Biraz sonra da kendileri…Evde bağırmayı bir yana koyarak bir de bahçeyeçıkarlar. Yaklaşıp erkeksen, ‘yeter artık!’ diyerekbir konuş bakalım. Bir yumrukta yere sersin.Sarı ihtiyar bu sözlere diyecek bir şey bulamamanınsıkıntısıyla yerinden kalktı ve evineyöneldi. Giderken de belli belirsiz mırıldandı:-Gençlerin hepsine kötü gözle bakmamak gerek.Kara ihtiyar haklı çıkmanın verdiği güvenledayanamadı:-Vay vay!.. Görürsün sen ilginç olanı…Karşıdakini beğenmezcesine dudaklarını büktü.Bugün de her zamanki gibi sakin bir şekildegeçti. Bağırtılı çağırtılı müzik sesi duyulmadı.Bahçede alışılagelmiş sakinlik hâkimdi. Kara ih-67eylül-ekim-kasım2012


tiyar kadın ikide bir dışarı çıkıp merakla bakıyor.Akşama doğru gelen iki genç dışarı çıktı. Evdeki,onları yolcu eylemek üzere birlikte çıktı. Üçü dedüzgün bir şekilde yürüyorlar. Seslerinde bir değişmeyok, her zamanki gibi normal. Kara ihtiyarkadın, gözlerine inanamamanın verdiği şaşkınlıklaonların her bir adımına göz atıyor. Sarı ihtiyarkadın bu sırada, evin içinde penceresinin önündedışarıdan kulağını alamadan olanları, dinliyor.Kiracı genç bu sırada önüne çıkan kara ihtiyarkadına, “İyi akşamlar nineciğim…” diyerek mütebessim,eğilerek selam verip içeri girdi. Kadınnedendir bilinmez, öfkelenip iğrenmişçesinekafasını salladı ve yalancıktan gülümsedi. Ertesigünü erkenden kara ihtiyar kadın, ‘kuytudakievin’ kapısını vurdu. Kapıyı açan genç kiracı,şaşkınlık içinde gözlerini ovuşturarak karşıladı:-Buyurun nineciğim…Kara ihtiyar kadın, eşikten içeri geçmeden:-Ev yapımı rakı alır mısın oğlum? Al! Temiz!Güçlü mü güçlü! Koklaman bile zor. Gizli birşey söylüyormuşçasına yarı fısıltılı bir şekildekonuştu.Genç kiracı iyice şaşırarak uykulu hâlindenkurtulup gözlerini birkaç defa daha kuvvetliceovuşturarak cevap verdi:-Hayır, nineciğim… Gerek yok, almıyorum.-Bence almalısın!... Elindeki büyük çantanınağzını açarak rakı şişesinin ucunu gösterdi. Ucuzaveriyorum. Paran yoksa sonra da versen olur.Şunun şurasında komşu değil miyiz?!-Hayır, bana rakı gerek değil…Kara ihtiyar kadın onun sözünü bitirmesinefırsat vermeden lafını böldü:-Kurban olduğum! Senin gibi yiğide de gerekolmayacaksa… Eşin dostun geldiğinde…-Nineciğim, gerçeğini söylemek gerekirse, içkiylehiç aram yok. Başka komşulara da bir gidin.Belki onlar alırlar… Eğer nişanlıma uygun giyimfalan varsa alayım. Size para gerek olmalı…Kara ihtiyar kadın, genç kiracıya hışımla birbaktı ve o hızla evine doğru yöneldi. Sarı ihtiyar,komşusunun evine doğru ikide bir bakarak giderayakkendi kendine öfke dolu bir sesle konuştu:-Tüh yüzüne… bu da erkek mi yani?.. Bir deerkeğim diyerek… Yazıklar olsun…Ertesi gün herkes yerine oturduktan sonra sarıolanı:-Ey, komşu… Bunların evi bu gece de sakindisanırım… Başı ile ‘kuytudaki evi’ işaret edereksözüne devam etti: Biz insanlar ne kadar da ilgincizdeğil mi? Birinin gerçekte nasıl olduğuna çokdikkat etmeden hemen dış görünüşüne bakarakfiyat biçiyoruz.Kara ihtiyar kadın iyice öfkelenerek elindekişırdağı silkeledi:-Gepgenç hâliyle gelmiş, kuytu bir evde yaşıyor.Madem erkekse erkek gibi yaşasa olmuyormu? Doğrusu ben senin kiracının erkekliğindenşüpheleniyorum!...Ertesi günü kiracının nişanlısı geldi. Bahçedeoturan ihtiyarlara selam vererek içeri girdi. Elindekieşyaları bıraktıktan biraz sonra birlikte çıktılar.Oturanların meraklı bakışları altında ilerlerkenonlara selam vermeyi de ihmal etmediler.Kendi gençliklerini hatırlamanın verdiği heyecanlaellerindeki işlerini bir süreliğine bıraktılarve gençlerin arkalarından bakakaldılar. Bir süresonra, sarı olanı yerinden kalkarken:-Gerçekten de her insana kötü gözle bakmamakgerek cancağızım. İnsan insana hep iyi gözlebakmalı, diye mırıldanarak eve doğru yöneldi.Kara ihtiyar kadın söyleyecek hiçbir şey bulamayarakkızarıp yerinde kalakaldı. Sonra zorduyulur bir ses tonuyla sarı ihtiyara seslendi:-Senin kiracın, nişanlısı için el örgüsü bir şeylerolsa alacağını söylemişti, dedi.Sarı ihtiyar tam duymamış gibi kara kadını birazsüzdü ve sonra:-Ben ona parasıyla vermek için değil de, annelik-ninelik şefkatimle hediyelik bir şey örüyordumzaten. Sonra elindeki bitmek üzere olankolu kısa kazağı göstererek içeri girdi… ■* Şırdak: Keçenin dokunmasıyla yapılan süslemeliKırgız halısı.68eylül-ekim-kasım2012


Anarbay'ın köprüsüKASIM KAİMOVçev. HALİT AŞLARBin huylu dağ suyunun heybetine kapılmamak ne mümkün. Sıra sıra dağların şefkatli koynundasakin ve geniş dereliğin güzelliğine güzellik katan, insanı heyecanlandıran onun gürleyensuyu ile yemyeşil ormanıdır. Irmağın kenarındaki hışırdayan ormanın bazı yerleri gayet gür,bazı yerleri ise seyrekleşerek derenin eteğine doğru azalıyor, nehir ise diğer çaylardan dökülen sularile daha da kuvvetlenerek dağın yeli ve gücüyle derenin sınırından uzaklara, uçsuz bucaksız düzlüğedoğru yol alıyordu.Bu vadinin başka bir özelliği ise hem tepe kısmı hem de eteği ikiye ayrılmış, daha doğrusu, oküçük iki dereden başlayarak orada bitiyor olmasıydı.Nehri ikiye bölen de dağ sırtıydı, onu kendi koynuna alarak birleştiren de. Dağ güzel ve sakin olduğuiçin belki ondan şikâyetçi olan hiç kimse yoktu. İnsanları düşünceye salan tek şey, gürleyerekakmakta olan dağ suyuydu.Yukarıdaki dereden başka bir dere doğuran tümsekli dağ sırtının eteğinin kırmızı dar bir şerit gibiuzanmış kısmının yükseldiği yerde nehir taşlara çarparak daralıyor, kayalar çınlıyordu. İşte tam buradaeskiden beri hiç durmadan insanların gelip geçtiği bir köprü vardı. Bu köprüye halk Anarbay’ınKöprüsü derdi. Köprünün herhangi bir yeri yıkıldığında paçaları birbirinden ayrılmış bir pantolongibi oluyor, vadi de birbirinden ayrılıveriyordu.Bu köprüye neden Anarbay’ın köprüsü denilmişti? Anarbay bir usta mıydı? Veya bu bir yer ismimiydi? Bununla gelen geçenler hiç ilgilenmiyorlar mı? Yol düzgün, köprü sağlam olduktan sonradaha başka ne gerek olabilir ki?Bir gün Anarbay’ın köprüsünün başına ani bir su baskını sonucu bir felaket geldi. Şiddetle akmaktaolan bulanık dereden sıçrayan sular köprünün üstünden gelen geçenleri ıslatmaya başladı.Kağnılarıyla geçmek isteyenler, atlılar köprünün hem bu yakasında hem de öteki yakasında büyükbir şaşkınlık içinde öylece kalakaldılar. Herkesin gözü köprüdeydi. Bu vadinin tarihinde gözün gördüğükulağın duyduğu tek değerli şey bu köprüydü. Bu köprü bugüne kadar defalarca taşan nehrinazgın sularına karşı birçok kez sınav vermişti.Yaklaşık üç metre yüksekliğindeki köprünün ortasında bulunan destek ayrı bir güzelliğe sahipti.Bu üçgen şeklindeki destek suya karşı dayanıklı ağaçlardan çaprazlama yapılmış, kalın tellerle sarılmışve ortası kazan büyüklüğündeki taşlarla doldurulmuştu. Üstelik bu destek, akıntının tesirindenkorunması için, uygun bir şekilde yerleştirilmişti. Su ne kadar hızlı akarsa aksın akıntının boyununüç metreyi aşması mümkün değildi. Destek ise uzun yıllardır çürümediğinden bu dilsiz düşmana hiçde yenileceğe benzemiyordu. Yani bilginlerin tahminlerine göre bu köprü daha çeyrek yüzyıl boyuneğmeyecekti ezeli düşmanına.69eylül-ekim-kasım2012


Dağ suyunun huyunu anlamanın mümkün olmadığınıinsanlar bugün anladılar. Su ulaşamaz dedikleriüç metre yüksekliğindeki köprünün üstünetaşan dalgalar yayılmıştı. Destek çatırdamaya başlayıncaköprüden gelen geçenler arasında bir uğultudurbaşladı.-Anarbay işini tam yapmamış, bir metre dahayüksek yapsaymış iyi olurmuş!-Ama desteği de destekmiş!-Ne diyorsunuz? Anarbay dediğiniz kişi çoktanalemden göçtü.-Vefat etmeden önce bunları düşünseymiş iyiolurmuş!-Yanılıyorsunuz, bu köprü Anarbay vefat ettiktençok sonra yapıldı, dedi birisi.Su baskını gittikçe güçleniyor, Anarbay hakkındakitartışma da giderek artıyordu.-Peki, Anarbay hayatta mıymış? Gerçeği bilenbiri var mı?-Kim bilsin, köprüden bahsetsene!-Size lazım olan sadece köprü… Anarbay var mıyok mu, bu sizin için önemli değil!-Bunun neyini tartışıyorsun? Köprüyü yapanusta hakkını almıştır. Daha ne gerekiyor?Dağ suyunun yaralı bir ayı gibi kükremeleri,yarı yolda kalmış olanların sakin sakin konuşmalarınafırsat tanımadı. Uğultular, mırıldanmalar artmayabaşladı.Bir süre sonra şiddetli bir gürültü sesi duyuldu.Büyük bir felaket olacağını bekleyenler donakaldılar.Bu korkunç gürültü duyulduğunda bilginlerindaha çeyrek yüzyıl ayakta kalır dedikleri desteksanki tam ortasından kırılmış gibi dağ suyunun bulanıkve azgın sularında kayboluverdi. Sadece nehirsularının yanından sarkan ağaçlar görünüyordu.Tam bu sırada köprünün iki tarafındaki bağlar kopup,ortalık tamamen toz duman içinde kaldı.Böylece, biraz önceki tartışmayı nehrin kendisibitirmiş oldu. Bu tartışmaya katılanlardan biri şöylemırıldandı:-Anarbay’ın köprüsü bugünkü şartlara uygundeğil, yeni bir köprü yapmayı daha önceden düşünmeliydik.Diğerleri ise onun söylediklerine katılıp, hiçbirşey demeden sessizce durdular.İşte, köprü yapma işini zamanında düşünmedikleriiçin bütün işleri, yolculukları yarım kalmış oldu.Suyun seviyesi düşmedikçe buraya köprü yapmakmümkün değil. Bu azgın dağ suyunun seviyesikolaylıkla indirilebilir mi?İki küçük vadinin ve onların hepsini içine alanbüyük vadinin birbirleriyle olan tüm bağlantısı tamamenkesildi…* * *İnşaat işleri, geleneğin dışında, su seviyesi düşürülmedenbaşladı. Böyle bir olayla daha öncehiç karşılaşmayan köylüler, özellikle ihtiyarlar ileçocuklar gece gündüz inşaata gelip hayran hayranbakıyorlardı. Irmağın hem o yüzünde hem de buyüzünde aynı teknoloji; taş, inşaat malzemelerinitaşıyan araçlar ve buldozerler… İnsanları özelliklehayretler içinde bırakan şey inşaat malzemelerininarasında ağacın olmamasıydı. Malzemelerin hepsidemir ve taştan ibaretti. Köylüler arasında “Taşköprü” yapılacak sözleri yayıldı.İhtiyarlar inşaatın etrafını terk etmeden dağ burnunungölgesine oturup eskiden ve bugünden bahsediyorlar,ancak acıktıkları zaman evlerine gidiyorlardı.Çocuklara demir köprü çok ilginç geliyordu.Orada oynuyorlar, hafif malzemelerin taşınmasınayardım ediyorlar, yük taşıyan şoförlerin yanına oturarakoraya buraya geziyorlardı.Bu hummanın içinde sadece bir ihtiyar farklıgörünüyordu. O, kendince, daha çok köprünün nasılyapılması gerektiğiyle meşgul oluyor, kâh projeüzerinde çalışan uzmanların, kâh işçilerin yanınageliyordu. Köprüyü bir an önce bitirip gitmek isteyeninsanlarla onun ne işi olabilirdi? Onun ne beyaztakkesine, ne de gür bıyıklarına dikkat eden birivardı.İşçiler ve inşaat malzemeleri Anarbay’ın köprüsününyıkılmasının hemen ardından gelmişti. İlkönce onlar köprünün her iki tarafını birbirine bağlamakiçin asma bir köprü yaptılar. İşçiler ile acilişleri olan kişileri ilk sırada köprüden geçirmek istediler.İnşaat mühendisi kalabalığın arasından birazönceki beyaz takkeli ihtiyarı ve çocuklu bir kadınıasma köprüden geçmeleri için çağırdı. Çocuklu kadıngeldi. İhtiyar ise hayır anlamında başını salladı.Vakit öldürmeye gelmiş biri galiba diye düşünüldüğündenonunla hiç kimse ilgilenmez olmuştu.İş iyice yoğunlaştı. Kıyının her iki tarafına daişçiler için çadırlar dikilip, her türlü demir ve betonparçaları konuldu. Ekskavatörler durmaksızın çalışıyordu.Diğer ihtiyarlar onun kadar gelmiyor, o ise güneşindoğuşuyla gelip batışıyla dönüyordu. Yüzündefazla kırışıklık olmayan, oturması kalkması derlitoplu olan bir ihtiyardı o. Gözleri de sapasağlamdı.70eylül-ekim-kasım2012


Sadece kulakları iyi işitmiyordu. Onunla konuşmadıktansonra onun kulağının sağlam olup olmadığınınereden bilsinler.Aslında, elindeki bastonuna o kadar da ihtiyacıyok gibi görünen ihtiyar her gün başı önde yavaşyavaş geliyordu. Yürürken bazen hafifçe salladığı,bazen de koltuğunun arasına aldığı bastonunu sadeceoturup kalkarken kullanırdı.Her geldiğinde önce eskiden köprünün olduğuboşluğu bir süzüyor, suyun bazen bir nar gibi kızardığını,bazen de bir yılan gibi kıvrılarak aktığını,içinde yüzen nesnelerin bir belirip bir kaybolduğunuzevkle seyrederdi. Su, bu şiddette akarkenkim bir köprü kurabilir? Bunlar çok hilekâr veyatecrübesiz kişiler olsa gerek. Belki inşaat malzemelerinitoparlayıp, hazırlıklar bitene kadar su baskınıbiter. Öyle düşünmek istese bile onların yüzlerindesudan merhamet bekleyen bir ifade yoktu. Planlarınainanıyormuş gibi bir halleri var. Plan dediğinnedir ki, altı üstü bir kâğıt parçası. Dilsiz düşmanplana boyun eğer mi? İhtiyar bu düşüncelerini inşaatişçilerine her ne kadar anlatmak istese de onlarınkendisinin bunamış biri olduğunu sanmasınlar diyesusmayı tercih ediyordu.İhtiyara göre köprünün iyi olabilmesi onun yüksekliğineve desteğinin sağlam olmasına bağlıydı.Yapılacak köprünün desteğinin sağlamlığı noktasındaonun herhangi bir şüphesi yoktu, çünkü o demirdenyapılıyordu. Asıl önemli olan onun yüksekolmasıydı.Beyaz takkeli adam bir köşede bastonuna dayanmışişin gidişatını dikkatle izlerken buldozercigenç köprünün diğer tarafını kazmaya başladı.Sarhoş mu bu diye düşündü ihtiyar. Sarhoş daolsa, aklı başında da olsa bu yaptığı doğru değildi.Ardından daha fazla susmaya sabrı yetmeyince bastonunusallayarak o gence doğru bağırdı:-Hey, evladım, durdur!Bu beyaz takkeli ne istiyor acaba diye düşünengenç motoru durdurup ona kulak saldı.-Durdur diyorum, durdur!-Benim sadece bir şefim var!Genç motoru tekrar çalıştırdı. İhtiyar onun buimasını anlamamış gibi bastonunu kaldırmış yinebir şeyler diyordu. Genç bu ihtiyardan bir an öncekurtulabilmek için şefine doğru el salladı. Beyaztakkeli bu işareti anlamış olacak ki, yavaş yavaş yürüyerekmühendisin yanına geldi.-Evlat, köprü kuracağınız yeri niçin alçaltıyorsunuz?Mühendis ona şaşkın gözlerle bakarken:-Ne istiyorsunuz, dede?-Yüksek sesle söylesene! - dedi ihtiyar ve onakulak kabarttı.-Köprünün yükseği iyi olmaz mı? – İhtiyar onumüzakerede bulunmaya çağırmak ister gibi kulağınıyeniden kabarttı.-Evet, yüksek köprü iyi olur!İhtiyar ona doğru yaklaşmak istediğinde mühendisgenç konuşma bitmiş gibi başka bir yere gitti.Tam bu sırada buldozer orayı iyice kazdı ve başkabir tarafa gitti. Oraya diğer işçiler gelip çukurutaş ve çimento ile tekrar doldurdular. İşte böyleceköprünün temeli sağlam ve yüksek olmuş oldu. İhtiyardeminden beri boşuna onları rahatsız ettiğini,onlara kötü göründüğünü anladı.-Aferin size!, - dedi onlara memnuniyetini bildirerek.Köprünün yüksek olacak olmasıyla rahatsızlığıbir nebze azalsa da, inşaat etrafında hâlâ dolaşıyordu.Kafasını karıştıran bir sorun daha vardı. Deliceakmakta olan azgın dağ suyunun seviyesini düşürmedenköprünün desteğini nasıl kuracaklardı?-Acaba hangisi kazanacak, gençlerin gücü mü,yoksa azgın dağ suyu mu? – diye düşünüyordu ihtiyar.Bunu kendi gözleriyle görmek, onun için hayatınınunutulmaz anlardan biri olacaktı, hatta belkide nesilden nesile aktarılacak bir efsane… İhtiyaro günü büyük bir sabırsızlıkla beklemeye koyuldu.İhtiyar oradan uzaklaşmadan bir köşede bağdaşkurup, köprüye bakarak düşünceye daldı. İnsanı büyükbir hayrete düşürecek olayı görmesine artık çokaz bir zaman kalmıştı.İş gittikçe uzuyordu. Hava oldukça sıcaktı. Yaşlıbeden yorulmuş, uyumak istiyordu. O tüm yorgunluğunave ihtiyarlığına rağmen uyumamak içinolağanüstü bir güç sarf etti. Fakat kirpikleri yavaşyavaş birbirine yapışmaya başlamıştı…Birdenbire büyük bir korkuyla irkildi. Hemenköprüye doğru baktı. Büyük ve uzun demirler köprününher iki tarafına da yerleştirilmişti. “Allah Allah,bu da ne?” İhtiyar hızla yerinden kalkıp kıyıyayaklaştı. Evet, desteği olmayan demir bir köprü!Desteği olmayan bir köprü de olur muymuş?-Gördüklerin görmediklerinden daha çoktur dedikleribu olsa gerek! Aferin çocuklar. Bunu görmeseydimgözlerim açık ölürdüm herhalde.İhtiyar işçilerin yanına gelip “Aferin çocuklar”diye bağırdı, ancak işçiler suyun gürültüsündenonun sesini duymayıp kendi işlerine devam ettiler.71eylül-ekim-kasım2012


Artık işin geri kalan kısmı ihtiyarın ilgisini çekmiyordu,devasa demirlerin üstünün neyle örtüleceğini,kalan işin nasıl biteceğini biliyordu.Bu, vadideki ilk demir köprüydü. Akla hayalesığmayan bu işin nereden çıktığını anlamak istercesineetrafına şöyle bir bakındı. Elinde balta olan birkişi bile yoktu. Her taraf demirlerle doluydu. Demirleriişleyenler, onları taşıyıp oraya buraya götürenlerkara saçlı, iki ayaklı normal insanlardı. Yaniher taraf insan ve demir; demir ve insandı.Bastonuna dayanarak ayakta duran ihtiyar gözleriniyumdu… Bir şey hatırlar gibi oldu… Uzuncabir zaman…İnşaat işleri gece gündüz devam etti. O beyaztakkeli, bıyıkları dışarıya doğru sarkan ihtiyar orayaartık hiç gelmiyor, onun gelip gelmediğini de hiçkimse fark etmiyordu.* * *İnşaat sona ermişti. İşçiler de, mühendisler debir yandan ayrılmak için hazırlanıyorlar, bir yandanda köprüyü teslim edecekleri komisyonu bekliyorlardı.Bu sırada dağ tarafından gelen, eyerinearttığı kımızı ve kuzusuyla dikkatleri çeken bir atlıgöründü. Bu atlı, o beyaz takkeli ihtiyardı. Fakat obu sefer başına beyaz bir kalpak takmış, üzerine dedeve yününden yapılmış sarımtırak bir kaftan giymişti.Elbiselerini değiştirmiş ve bir de at üstündedaha farklı bir görüntü içerisinde olan ihtiyarla dahaönce bizzat tanışmamış kişiler onun o pos bıyıklıkişi olabileceğini tahmin ettiler.Sıcak hava insanları iyice susatmıştı. Eğer atlıkişi genç biri olsaydı, etraftakiler kımızını sat diyerekonu attan sündürerek indirebilirlerdi, fakat buihtiyara hiç kimse bir şey demeden ona yol açıp selamverdiler.-Selam aleyküm!-Aleyküm selam!Kendisine verilen selama karşılık verdi ihtiyarve onları bırakıp gitmek istemiyormuşçasına atınındizginlerini çekti.Mühendis ihtiyara heyecanla:-Dede! Yol açık! Korkmadan geçebilirsiniz!-Evladım, sen beni nereye geçireceksin?-Nereye gidiyorsunuz?-Beni boşverin de, siz şunları bir indirin bakalım,- dedi ihtiyar.Sanki sırf bu sözü bekliyormuş gibi duran gençlerkuzuyla kımızı hemen ağacın gölgesine götürdüler.Tanıdık bu ihtiyar da atından indi. “Bunlarıkime getirdi acaba? Satmak için mi?” - gibi düşüncelerherkesin aklına gelmeye başladı.Mühendis, ihtiyarı takip ederek gölgede toplananinsanların yanına geldi.-Haydi, kımızdan içmeyecek misiniz? – sözünüduyana kadar herkes büyük bir sabırla bekliyordu.Saf ve buz gibi kımıza işçilerin çullandığı sıradaihtiyar söze başladı.-Evlatlarım! Yeni köprünüzü kutlamaya geldim!Durumu anlayıp sevinen gençler ona memnuniyetlerinibelirtmek için başlarını eğdiler.-Evlatlarım! Ben eski köprüyle vedalaşmayageldim.Bu sözler hiç kimse için bir anlam ifade etmedi.-Evlatlarım! Sizlerin benimle vedalaşmanız içinde geldim. İhtiyarın bu ciddi ve şaşırtıcı konuşmasıetraftakilerin ona şaşkın gözlerle bakmasına nedenoldu.-Artık, beni tanıyabilirsiniz! Anarbay adlı kişibenim, - dedi ihtiyar.Herkes susmuştu. Herkesin yüzünde şaşkınlıklakarışık bir mahcubiyet ifadesi vardı. Sanki içtiklerikımız hiç birinin boğazından geçmiyor gibiydi.Günlerdir aralarında gölge gibi dolaşan bu ihtiyaradamla bir defa bile insanca konuşmadıkları içinutanan gençleri o çok iyi anlamıştı.-Her şeyin bir zamanı var. – İhtiyar bastonuylayere biraz vurdu. Tanışacağımız ve konuşacağımızzaman işte gelip çattı. Siz önce kımızlarınızı için vekuzuyu bir yeyin bakalım.Kuzu hemen kesilip bir kazana konuldu. Kımızise hala içiliyordu. İhtiyar uzun konuşmasına başlamadanönce bir iki sual sordu.-Anarbay’ı siz nasıl biri olarak tanıyorsunuz?-Usta…-Hayır, öyle değil. Benim bir ustalığım yok, -deyip ikinci sorusunu sordu ihtiyar.-Geçen gün suyun yıktığı köprünün kimin olduğunubiliyor musunuz?-Anarbay’ın.-Hayır, öyle değil! O köprüyü sizin gibi kişileryaptı.İhtiyar bastonunu yere bırakıp usulca oturdu.Uzun bir söze başlayacak gibi bir hali vardı.Herkes susmuştu. Çoktandır açılmayan sır açılıyor,Anarbay kendini tanıtırken herkes onun herbir sözünü aklında tutmak için pür dikkat onu dinliyordu.Hatta, aşçı bile işini bırakıp Anarbay’a kulakkabarttı.-Anarbay’ın köprüsü yapılalı elli yıldan fazlaoldu. O köprü sadece üç yıl ayakta durdu. Ondan72eylül-ekim-kasım2012


sonraki köprülerin Anarbay ile bir ilgisi yok.“Bu ihtiyar kimin başını ağrıtıyor” diye düşündüonu dinleyenlerin bir kısmı.-Eskiden bizim vadinin halkı çok cesurdu, - dediAnarbay – dış düşmanlarla değil hep kendi aralarındasavaşırlardı. Ben o zamanlar daha gençtim…Vadinin bir tarafını Kızılbaş, diğer tarafını Karabaşyönetirdi. Onlar hayatları boyunca birbirleriyle savaştılar,nice kanlar ve gözyaşları döküldü, birçokyiğit öldü, bir kısmı sakat kaldı. Bazen bir taraf yeniyor,boyun eğdiriyordu, bazen de diğer taraf. Fakathiçbir zaman tamamen galip gelen taraf olmadığındansavaş böyle devam etti durdu…Bu çarpışmalar bazen derenin bu tarafında, bazende diğer tarafında olurdu. O zamanlar bu köprününyerine iki uzun sırıkla yapılmış esnek ve taşınabilirbir köprü vardı. Kaçan taraf hemen aceleyleköprüyü kendilerine doğru çeker böylece kovalayanlardiğer tarafa geçemezdi. Yani o zamanlar köprübir oyuncak gibiydi, kim kaçıyorsa onu hemenkendi tarafına çekiverirdi…Böylece vadi bu taraf ve diğer taraf olmak üzereikiye ayrılmış, her iki taraf arasındaki düşmanlık dagiderek artmıştı. Bu düşmanlık halinden halk iyicebıkmış ve bitâp düşmüştü.Sonradan Sovyet hükümeti kurulunca beni iyiniyetli ve fakir çocuğu olduğum için buraya muhtarseçmek istediler. Ben önce kabul etmek istemedim,hatta direndim muhtar olmamak için, “Ben dahaönce halkı hiç yönetmedim, eğitimli değilim” dedim,ancak söylediklerime halk pek kulak asmadılarve sonunda muhtar olmayı sadece bir şartla kabulettim.Muhtar olarak ilk emrim, “İki tarafı birleştirecekbir köprü yapacağız!” idi.Halk bu şartımı büyük bir sevinçle kabul etti veherkes işe koyuldu. Ben de onlara katıldım. Birlikteağaç kestik, taşları taşıdık ve daha önce hiç kimseningörmediği güzel bir köprü yaptık. “Soysuzmuhtar, kendi emrindekilerle birlikte köprü inşaatındaçalışıyor” diyerek beni aşağılamaya çalıştızenginler. Tabii onların bizim köprünün manasınıanlayabilecek durumları yoktu… İşte halk o köprüyeAnarbay’ın köprüsü adını verdi. Hiç kimse oköprüye bir zarar veremedi, halk huzur içinde yaşamayabaşladı.O zamanlar köprü için iki felaket korkusu vardı.Biri tarafların düşmanlığı, ikincisi ise su baskını. İlkfelaket korkusu tamamen ortadan kaldırıldı. Ancakikinci felaket korkusundan aradan elli yıl da geçsekurtulamadık. İşte bu felaketi sizler de gördünüz.Anarbay düşünceli bir halde sakalını sıvazlayarakmühendis gence baktı.-Evladım, senin adın ne?-Turar.-Turarım, işte köprünün tarihi böyle.Bu sırada yemek hazırlanmıştı. Konuşma durdu.Kuzunun eti yenildikten sonra ihtiyar yeniden sözebaşladı.-Son bir sözüm daha var. Razıysanız yemeğedua etmeden önce bunu bir konuşalım, müzakereedelim.-Biz razıyız, baba!-O halde söyleyeyim, önceki köprülerin hepsibirbirine benzer tahta köprülerdi. Onların hepsiAnarbay’ın köprüsüydü. Şimdiki köprü ise bırakınAnarbay’ın yaptığı bir köprü olmasını, Anarbay’ınaklına bile gelmeyecek, harikulade bir köprü. Herşeyi kendi adıyla adlandırmak daha iyidir. Eğerbenim fikrimi uygun görüyorsanız, bu köprüye“Turar’ın Köprüsü” adını verelim. Haydi, evladımTurar, kalkıp halktan dualarını iste!-Efendim, yanılıyorsunuz! – dedi telaşlanan Turar,- adı halk koyar.-Biz halkız, - dedi Anarbay. İşte şimdi dua ederekköprüye senin adını vereceğiz. Sonra bütün halkbu köprüye “Turar’ın Köprüsü” diyecek.Diğerleri ne der acaba gibisinden etrafına bakındıAnarbay. Diğerleri ihtiyarın bu sözüne gülüyorlardı.Bunu görünce Anarbay’ın kaşları çatıldı,hiddetlendi:-Ben sizlere işin gideceği yeri anlatıyorum, yoksaAnarbay bilgin filan değil, üstelik demir bir köprüyapacak kadar usta da değil. Böyle davranmanızhoş değil, - deyip Turar’a buyurarak şöyle dedi:-Haydi, dua iste!-Yoksa köprü Anarbay’ın olarak kalır.-Sizin bu çabanıza halk her zaman saygı gösterir.Halkın onun bu sözlerini kabul etmeyeceğinianlayan Anarbay cesaretini kaybedip yerine oturdu.Diğerleri dua etmeden yerlerinden kalktılar.Anarbay ile tanışmak ne kadar gayet ilginç vegüzel olduysa onunla vedalaşmak da bir o kadarağır ve zor oldu. Suratı asılan ihtiyar çok üzgündü.Onu, mühendis Turar ata bindirdi, Anarbay gitmedenönce gençlere son bir defa gözünün ucuyla baktı.Gayet keyifli görünüyorlardı.Anarbay gittikten sonra köprünün yazı levhasınalehimle büyük harflerle bir yazı yazıldı:“Anarbay’ın Köprüsü, 1969”■73eylül-ekim-kasım2012


MUSTAFA SEVER*Yazıldığı dönemdeçeşitli Türk boylarınınkonuştuğu Türkçeyi,Türkçenin söz varlığını,sözlü kültürdeki sav,sagu, koşuk gibi türleri,gelenek görenekve inançları, yemeiçme, giyim kuşamgibi maddî kültürunsurlarını maddebaşlıkları şeklindesıralayıp somutörneklerle göz önüneserer.İslamiyetin kabulü sürecinde bir geçiş dönemiürünü olan Divânü Lügâti’t-Türk, Türkçenin bilinenilk sözlüğüdür. Akalın, kitabın 1072’de yazılmayabaşlandığını, dört kez düzeltildikten sonra 1074’tetamamlandığını belirtir (2011:1). Yazıldığı devirdekiTürk dilini, Türk kültürünü, Türk boylarının toplumsalyapılarını ve yaşayış özelliklerini yansıtması bakımındaneşsiz bir eserdir. Eserin yazarı, eserinde verdiği(DLT I/3) bilgilere göre, Muhammed oğlu Hüseyin’inoğlu Mahmud’dur. Mahmud, Emirler soyundan geldiğini,babasının Türk illerini Samanlı oğullarından olanbey olduğunu (DLT I/112) belirtir.Ercilasun, Kaşgarlı Mahmud’un KarahanlıHanedanı’na mensup bir şehzade olmasının kuvvetlemuhtemel olduğu kanısındadır. Ona göre Mahmud’unbabası Hüseyin Çağrı Tigin 1056-1057 yıllarından önceBarsgan emiridir. Babasının babası Muhammed BuğraHan 1056-1057 yıllarında Kaşgar’da Doğu Karahanlıhükümdarıdır ve 1057’de yerini Hüseyin Çağrı’yabırakır. Bu yıllarda Kaşgar’da çok şiddetli taht kavgalarıgörülür. Kaşgarlı Mahmud’un dedesi MuhammedBuğra Han’ın ikinci karısı, ailenin bütün fertlerini öldürterekkendi oğlu İbrahim’i tahta çıkarır; fakat İbrahimde hanedanın başka bir üyesi tarafından öldürülür.Kaşgarlı Mahmud’un babası Hüseyin Çağrı’nın da bu* Doç. Dr., Gazi Üniv., Güzel Sanatlar Fak.74eylül-ekim-kasım2012


olaylar sırasında öldürüldüğünü ve 1057-1059 yıllarıarasında Mahmud’un Kaşgar’dan kaçtığını tahminetmek mümkündür (2004:320).Divânü Lügati’t-Türk’ün bugün için tek nüshası,Muhammed İbn Ebî Bekr İbnî Ebi’l-Feth tarafından1266’da Şam’da asıl nüshadan kopya edilennüshadır. Hâlen Millet Kütüphanesi’ndedir. AliEmirî Efendi tarafından 1915 yılında İstanbul’dabir sahafta bulunmuştur (Kurt 2008:19).Kaşgarlı Mahmud, eserinin girişinde (I/3-8) Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarındandoğdurduğunu, onların mülkleri üzerinde göklerinbütün teğrelerini döndürmüş bulunduğunugördüğünü, Tanrı’nın onlara Türk adını verdiğini veonları yeryüzüne ilbay kıldığını, devrin hakanlarınıonlardan çıkardığını, dünya milletlerinin idareyularını onların ellerine verdiğini ve onlarıherkese üstün eylediğini; kendilerini hak üzerekuvvetlendirdiğini, onlarla birlikte çalışanları,onlardan yana olanları aziz kıldığını ve dileklerineeriştirdiğini ve aklı olanın yapması gerekeninTürklerin yolundan gitmek ve onların dilleriylekonuşmak olduğunu belirtir. Mahmud, sözlerinedayanak olarak Buharalı ve Nişaburlu iki imamdanduyduğu Hz. Peygamber’in “Türk dilini öğreniniz;çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır”sözünü gösterir ve “Bu söz (hadis) doğru ise -sorgusukendilerinin üzerine olsun- Türk dilini öğrenmekçok gerekli (vâcib) bir iş olur; yok, bu sözdoğru değilse, akıl da bunu emreder.” diyerek hemdinî hem de akli açıdan Türk dilini öğrenmeningerekliliğini vurgular. Kaşgarlı Mahmud, kendisininTürkler arasında en uz dilli, en açık anlatanı,akılca en incesi, soyca en köklüsü, en iyi kargı kullananıolduğunu söyler ve Türk illerini baştanbaşadolaşarak Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma,Kırgız boylarının dillerini, yaşayış özelliklerini,kültürlerini bellediğini ve bunları en iyi şekildeeserinde sıraladığını, düzenlediğini belirtir. Kitabınıkendisine bir ün, bitmez tükenmez bir azık olsundiye, Tanrı’ya sığınarak Divânü Lûgati’t-Türk/Türk dilleri kamusu şeklinde adlandırarak devrinhükümdarı Ebu’l-Kâsım Abdullah’a sunduğunusöyler.Kitabındaki maddeleri [1] belli bir sıraya göredizmiştir. Böyle yaparak -kendi ifadesiyle (DLTI/5)- kelimelerin anlam derinliğini ortaya çıkarmış,1. Akalın, Besim Atalay’ın üç ciltlik çevirisinin 1943yılında yayımlanan “endeks”inde verilen sözcük sayısının8783 olduğunu belirtir (2011: 4).katılıklarını yumuşatmıştır. Türklerin görgülerini,bilgilerini göstermek için, söylediklerini sagularla,koşuklarla, destan parçalarıyla örneklemiş; Türklerinkaygılı ve sevinçli günlerinde yüksek düşüncelerlesöylenmiş savlara yer vermiştir. Böylece kitaparılıkta son kerteye, güzellikte son yüksekliğe erişmiştir.Divânü Lügati’t-Türk’te Türklerin ve çevrelerindekidiğer milletlerin yaşadıkları coğrafyayıgösteren bir haritaya da yer verilmiştir ki bu haritabugün için bilinen ilk Türk haritasıdır. KaşgarlıMahmud, “bu harita üzerinde gezip dolaştığı dağları,denizleri, ırmakları, ovaları, köyleri, kasabaları,şehirleri, memleketleri belirlemekte, araştırmayaptığı Türk topluluklarının yaşadığı coğrafyanınsınırları dışında kalanları da haritasında işaretetmektedir.” (Yıldırım 2008: 109).Divânü Lügati’t-Türk; Türkle, Türklükle ilgiliher türlü bilgiyi içermesi açısından Türk kültürününeşsiz bir eseridir. Yazıldığı dönemde çeşitliTürk boylarının konuştuğu Türkçeyi, Türkçeninsöz varlığını, sözlü kültürdeki sav, sagu, koşuk gibitürleri, gelenek görenek ve inançları, yeme içme,giyim kuşam gibi maddî kültür unsurlarını maddebaşlıkları şeklinde sıralayıp somut örneklerle gözönüne serer. “O bütün bu özellikleriyle bir arayagetirdiği metinlerden ördüğü eserinde, bir Türkmedeniyeti mimarisi tasviri yaratır. Eseri okuyanher kişi, orada, bu mimarinin içinde yer alan hayatıntüm alanlarını kapsayan ve her bağlamda herihtiyacı en ince detayına kadar ifade eden bir ‘metin’çeşitliliği ve zenginliği ile karşılaşır.” (Yıldırım2008:115).Kaşgarlı Mahmud’un yaşadığı devir İslamiyetinTürkler arasında yaygınlık kazandığı bir devirdir.Ancak Müslümanlığı benimsemeyen, eski kamlıkinançlarına bağlı veya Budist, Maniheist Türkboylarının da olduğu unutulmamalıdır. Bu sebepleMahmud’un, İslam dışı inançlardan ve İslamı benimsemeyeninsanlardan söz ederken onları aşağılayansert bir dil kullandığı görülür. Zira o dini bütünbir Müslümandır. Ancak, İslam öncesi Kamlıkinancının çeşitli uygulama ve kut-törenlerinden sözederken kimi zaman daha ılımlı, kimi zaman da tarafsızbir üslupta ifadeler kullanır. Çünkü bu inancınuygulama ve kut-törenlerini “İslamiyetle boyölçüşebilecek bir din olarak değil de atalardan, dedelerdenkalan ve bir yere kadar saygı gösterilmesigereken inançlar” (Canpolat 1974: 22), uygulamalarolarak görür. Söz gelimi “Tengri” kelimesiniaçıklarken “Ulu Tanrı. Şu savda dahi gelmiştir: To-75eylül-ekim-kasım2012


yın tapugsak, Tengri sefinçsiz/Toyın tapmak ister,Tanrı memnun değil (Müslüman olmayan Türklerdin ulusu Tanrı’ya tapınır; fakat yüce Tanrı onlarınyaptığı işten hoşnut değildir.” (III/376) derkentarafsız davranan Kaşgarlı Mahmud, açıklamasınısürdürürken “yere batası kâfirler, göğe Tengri derler.Yine bu adamlar büyük bir dağ, büyük bir ağaçgibi gözlerine ulu görünen her şeye Tengri derler.Bu yüzden bu gibi şeylere yükünürler (secde ederler).Yine bunlar bilgin kimseye Tengrigen derler.Bunların sapıklıklarından Tanrı’ya sığınırız.”(III/377) şeklinde ağır sözler söyler. İfadelerindekibu çeşitliliğe rağmen Mahmud, eserinde eskiTürklerin kutsal saydıkları Tengri, Umay, vb. ilahîvarlıklar, tapınma ve kut-törenler, halk hekimliğineait tedavi şekilleri, büyü ve kâhinlik, vb. hakkındaönemli bilgiler verir:Kutlu ve mübarek olan her nesne, DivânüLügati’t-Türk’te “ıdhuk” (I/65) olarak adlandırılır.Idhuk, kurbanlık olarak belirlenen, bu nedenle deüzerine yük vurulmayan, sütü sağılmayan, yünü kırkılmayanhayvan için de kullanılır. Yada taşı’ndanbir inanç ve uygulama olarak “yatlattı”(II/355) ve“yatladı” (III/307) kelimeleri açıklanırken bilgiverilir. Bu bilgilere göre yada taşı, kamların yüceTanrı’nın izniyle rüzgâr estirmek, yağmur yağdırmakiçin afsun yapmada kullandıkları bir taştır.“Irk” (I/42); falcılık, kâhinlik ve bir kimseningönlündekini bilmektir. “Yat” (III/159) ise, taşlarlayağmur ve rüzgâr getirmek için yapılan Kamlıktır.Efsunculuk, kâhinlik, hekimlik, vd. görevleriyerine getiren kişiler o dönemde Kam olarak adlandırılıyor;bu kişilerin olağanüstü güçlere sahipoldukları, gizli güçlerle, ruhlarla ilişki kurduklarınainanılıyor, onlardan gerektiğinde çeşitli olay vedurumlarda yardım isteniyordu. Söz gelimi Kamın,cin çarpmasına karşı birtakım afsunlar yapmasına,dualar etmesine Divân’da “arwaşmak”(I/236) adıverilmektedir. Böylesi afsunlar yapan kama “arpagcı”veya “afsuncu” adı verilir; yaptığı afsunakarşılık olarak da “örüng” (I/134) denilen ve günümüzde“el yeğniliği” olarak adlandırılan ücretödenir. Çeşitli amaçlar için adanan, ıdhuk olarakbelirlenen ve kurban edilen hayvan, Divân’da “yagış”(III/10) olarak adlandırılmaktadır.Divân’da insanüstü varlıklar, sihir ve büyü, buhusustaki inanç ve uygulamalar hakkında bilgilerverilir. Bunlardan “abaçı” (I/136) açıklanırken bununumacı olduğu, çocukları korkutmak için “abaçıgeldi” dendiği belirtilir. Bostanları, bahçeleri gözdeğmesinden korumak için bostan ve bahçelere“abakı” (I/136) veya “kösgük” (II/289) adı verilenkorkuluk dikilir. Çıwı (III/225), cinlerden bir bölükolup Türklerin inanışına göre, iki ordu savaşırkenbu iki ordunun vilayetlerinde oturan çıwılar dakendi aralarında savaşırlar. Çıwılardan hangi grupgalip gelirse, onların ait olduğu vilayetin ordusu dagalip gelir. Çıwılardan hangi grup kaçarsa, onlarınbulunduğu vilayetin hakanı da kaçar. Türk askerlerigeceleyin cinlerin attıkları oklardan sakınmak içinçadırlarına girerler. Bu, Türkler arsında yaygın birinançtır. Tiki (III/230), geceleyin işitilen sestir. Busesi her kim işitirse öleceğine inanılır. Türkler, öylesanırlar ki ruhlar, her sene yaşamış oldukları yerlerdebir gece toplanır ve yaşayan insanları ziyaretederler.“Kumlak” (I/475), Kıpçak illerinde yetişen sarmaşıkgibi bir ottur. Bu otun gemiye alınması durumundafırtına çıkacağına, denizin dalgalanacağına,geminin batacak gibi olacağına inanılır. “Kaş”(I/152), beyaz ve siyah temiz taştır. Bu taşın beyazınıyüzük kaşı yaparlar. Böylece şimşekten, yıldırımçarpmasından ve susuzluktan korunurlar. Bu taşbir beze sarılıp ateşe atılsa, ne bez ne de taş yanar.Susayan kişi, bu taşı ağzına alsa susuzluğu gider(I/22). Kırgız, Yabaku, Kıpçak ve daha başka boylarınhalkı and içtiklerinde yahut sözleştiklerindedemiri ululamak için kılıcı çıkararak yanlamasınaönlerine koyup “Bu, gök girsin, kızıl çıksın” derler.Yani, “Sözünde durmazsan kılıç kanına bulansın;demir senden öcünü alsın.” demektir. Çünkü demiriulu sayarlar (I/361).Kaşgarlı Mahmud, eserindeki her maddeyi açıklarken“kimi zaman, onlara bağlı veya ilintili anlatı,atasözü, şiir parçaları ve bağlam cümleleri ilede açıklama ve yorumlarını daha anlaşılır durumagetirmeye özen göstermiştir.” (Yıldırım 2008:115).Yıldırım’ın belirttiği gibi Mahmud, kimi zaman birmaddeyi açıklarken o maddeyle ilgili ayrıntılara dayer verir. Söz gelimi “pars” kelimesini açıklarkenbize eski Türk takvimi hakkında da bilgi verir:“Pars, yırtıcı bir hayvan. Türklerin on iki yılındanbiri. Bu şöyle olmuştur: Türkler on iki çeşithayvanın adını alarak on iki yıla ad olarak vermişler;çocukların yaşlarını, savaş tarihlerini ve dahabaşka şeyleri hep bu yılların dönmesi ile hesapederler. Bunun kökü şöyle olmuştur: Türk hanlarındanbirisi kendisinden birkaç yıl önce geçmişolan bir savaşı öğrenmek istemiş, o savaşın yapıldığıyılda yanılmışlar; onun üzerine bu iş için Hakanulusuyla geneş (müşavere) yapar ve kurultayda‘Biz bu tarihte nasıl yanıldıksa bizden sonra gele-76eylül-ekim-kasım2012


cek olanlar da yanılacaklardır; öyle ise, biz şimdigöğün on iki burcu ve on iki ay sayısınca her yılabirer ad koyalım; sağışlarımızı bu yılların geçmesiyleanlayalım; bu, aramızda unutulmaz bir andaçolarak kalsın.’ dedi. Ulus, Hakan’ın bu önergesinionayladı. Bunun üzerine Hakan ava çıkar; yabanhayvanlarını ‘Ilısu’ya doğru sürsünler diye emreder.Bu, büyük bir ırmaktır. Halk bu hayvanları sıkıştıraraksuya doğru sürer. Bu hayvanlardan avlarlar;birtakım hayvanlar suya atılırlar; on ikisi suyugeçer. Her geçen hayvanın adı bir yıla ad olaraktakılır. Bu hayvanlardan birincisi sıçgan/sıçan imiş.İl önce geçen bu hayvan olduğu için senenin başıbu adla anılmış ve sıçgan yılı denilmiş. Bundansonra sırasıyla geçen hayvanların adları yıllaraverilmiş: ud/öküz yılı, pars yılı, tavışgan yılı, nek/timsah yılı, yılan yılı, yund/at yılı, koy/koyun yılı,biçin/maymun yılı, takagu/tavuk yılı, it yılı, tonguzyılı. Sayı tonguz yılına varınca dönülerek yine sıçganyılından başlar (DLT I/344).Böylesi açıklamaları Divânü Lügati’t-Türk’ünpek çok madde başında görmek mümkündür; ki bumaddelerde köken açıklayıcı (etiyolojik) anlatılarada yer verilmiştir. Bu tür anlatılar, Türklerin yaşadıklarımekânları nasıl adlandırdıkları veya değişikTürk boylarının adlandırılmasında hangi olay vedurumların yaşandığını göstermesi bakımdan Türkkültürü için son derece önemlidir. Söz gelimi “öge”maddesi açıklanırken Uygur Türklerinin yaşadığıbölgeye yakın bir dağ olan Altun Kan’ın neden buadı aldığı şöyle anlatılır:“Zülkarneyn Çin’e dek ilerleyince Türk Hakanısavaş için Zülkarneyn üzerine gençlerden toplanmışbir bölük asker gönderir. Hakanın veziri ‘SenZülkarneyn’in üzerine gençleri gönderdin; onlarıniçerisinde denenmiş, yaşlı savaş eri adamların dahibulunması gerekti’ deyince Hakan, yaşlı ve tecrübelianlamına olarak ‘Öge mi?’ demiş. Vezir ‘Evet’cevabını vermiş. Bunun üzerine Hakan; yaşlı, sınanmışbir kimse göndermiş. Zülkarneyn’in ilerikolları üzerine bir gece baskını yapmışlar, düşmanlarıyenmişler. Türklerden biri Zülkarneyn’inaskerlerinden birine bir kılıç vurmuş, herifi göbeğinedek parçalamış. Öldürülen adamın belinde, içerisindealtın bulunan bir kemer varmış; kemer dekesilmiş, altınlar kana bulaşarak dökülmüş. Ertesisabah Türk askerleri kana bulaşmış olan altınlarıgörerek birbirlerine ‘Bu ne?” demişler. ‘Altun kan”cevabı verilmiş. Orada bulunan bir dağa hemen buadı vermişler.” (I/90). Bunun gibi “Uygur (I/111),Çiğil (I/393), Türk (I/350), Türkmen (I/353;III/412), Kaz (III/149), Kaz suvı (III/151)”, vd. birçokmadde başı açıklanırken yukarıda verdiğimizörnekte olduğu gibi, köken açıklayıcı anlatılarabaşvurulmuştur. “Türkmen” maddesi açıklanırken“Şu Destanı”na; “Alp (I/41), Ödhlek (I/102), Telindi(I/147), Usıtgan (I/155), Ögreyük (I/159), Ulışdı(I/188), İrteldi (I/245), Kürküm (I/486), Çengeşti(II/209), Kurtıldı (II/233), Kevretti (II/334)” gibimaddelerin açıklamasında da “Alp Er TungaDestanı’na ait parçalara yer verilmiştir.Divânü Lügati’t-Türk’te çeşitli maddelerinaçıklanması, örneklenmesi sırasında manzumelerdenfaydalanılmıştır. Divân’da bu amaçla kullanılan“149 dörtlük, 79 adet beyit vardır. Ayrıca 9dörtlük de ikişer defa kullanılmıştır.” (Kaya 2002:42). Sözlü kültürün hâkim olduğu bir devirde yazılanDivân’da Kaşgarlı Mahmut, manzum sözleringücünden de faydalanarak açıkladığı kelime vekavramların daha iyi anlaşılacağını ve akılda tutulacağınıdüşünmüş olabilir.Divânü Lügati’t-Türk’te eski Türklerin gündelikyaşayışları, inançları, âdetleri ve gelenekleriyleilgili bilgilere, yine maddelerin açıklanmasıvesilesiyle yer verildiği görülür. “Öz” maddesininaçıklamasında (I/45) verilen dörtlükte insanın konuğunuiyi ağırlanmasıyla ününün artacağı belirtilirken“eşük” maddesinin açıklamasında (I/72)hanlardan, beylerden birisi öldüğünde mezarınınüzerine kumaş örtüldüğü, daha sonra da bu kumaşınbölünerek yoksullara dağıtıldığı;. “kedhüt”(I/357) maddesinde gelin ve güveyinin düğünlerinegelen hısımlarına armağan olarak elbise vermeleriâdetinden söz edilir. “Tuzgu”(I/424) maddesindeyolculara yemek sunulmasından, “boşug” (I/372)maddesinde uzaktan gelen hısıma şölen yapılması,armağanlar verilerek yolcu edilmesinden, “tayak”(III/166) maddesinde de gelinin hizmetine bakmasıiçin geline köle hediye edilmesinden söz edilir.Divânü Lügati’t-Türk’te hastalıklar, hastalıklarıntedavisi için yapılan uygulamalar hakkındabilgiler vardır. Divân’da “ig” (I/48), “kem” (I/338,At kemlendi: At hastalandı), “mun” (III/140; hastalık,ayıp), “sükel” (I/394; Oğuz dilinde hasta),“çerlendi” (II/244; Er özi çerlendi: Adam hastalandı,vücudu ağırlaştı) kelimeleri hastalık, rahatsızlıkanlamlarında kullanılmaktadır. Verilen bilgileregöre hastalıkların tedavisinde “emci”ler (I/38) ve“otaçı”lar (I/35) bitkilerden, hayvani mahsullerdenilaç yapmakta, sihir ve büyüden faydalanmakta,ateşle dağlama ve kan alma yöntemlerini kullanmaktadırlar.77eylül-ekim-kasım2012


Hastalıkların tedavisinde bitkilerden veyahayvanların çeşitli mahsul ve kısımlarından faydalanılmaktadır.Söz gelimi “ang” (I/40) adlı kuşunyağından ilaç yapıldığı, bu ilacın avuç içinesürüldüğünde elin üst tarafına geçtiği; “Kunduzkayrı”nın (I/458, kunduz taşağı) ilaç olarak kullanıldığıbelirtilmekte, ancak bunların hangi hastalıklarıntedavisinde kullanıldığı belirtilmemektedir.“Közlük” (I/478) veya “közüldürük” (I/529),at kuyruğundan yapılan bir tür dokuma olup gözağrısına ve kamaşmasına karşı gözün üzerine konulmaktadır.Yoğurt ile sütün karıştırılması yoluylaelde edilen “iprük” (I/101), yemek yedikten sonramidesinde ekşime olan, midesinde katılık hissedenkişinin içini sürdürmek için kullanılır. Karın ağrısına“angduz” (I/115) kullanılmaktadır. Angduz,topraktan çıkarılan bir kök olup toz hâline getirilipatın burnuna üflendiğinde at karın ağrısından kurtulur.Karın ağrısını gidermede kullanılan başka birilaç da “egir”dir (I/53). Egir de topraktan çıkarılanbir köktür ve karnı ağrıyan kişi yerse, karın ağrısıgeçer. Divân’da “üzerlik” karşılığı olarak geçen“ilrük”ün (I/105) tohumu, safra ve balgam söktürücüolarak kullanılmaktadır. “Awılku” (I/489),kırmızı meyvelerinin suyu, göz ağrısına kullanılanbir bitkidir. “Çaxşu” (I/423) otu da göz ağrısı içinkullanılır. “Sıgun otu” (I/409), kökü insana benzeyenve cinsî gücü zayıflayanlar kullandığı bir ottur.Bu otun erkeği ve dişisi vardır. Erkeği erkeğe, dişisikadına verilir. “Topulgak” (I/502), yaraya konulanbir ottur. Fındık büyüklüğünde kırmızı meyveleriolan “yakrıkan” (III/56) adlı bitki, dudak çatlaklarınasürülür.Divân’da sihir ve büyüden tedavi yöntemi olaraksöz edilmektedir. Sihir ve büyü karşılığı olarak“yalwı” (III/33), büyücü karşılığı olarak da “yalwıçı”(III/33) sözleri kullanılmakta, büyücünün hastakişiye okuyup üflemesi ise, “sufşamak” (III/286)olarak adlandırılmaktadır. Bu yönde çeşitli uygulamalaryapılmaktadır. Söz gelimi, göz değen çocuğuntedavisinde, çocuğun yüzüne, safrana birtakımmaddelerin karıştırılmasıyla elde edilen ve adına“egit” (I/51) denilen ilaç sürülür. Çocuğu perilereve göz değmesine karşı afsunlarken çocuğun yüzünetütsü verilir ve bu arada “ısrık ısrık” denilir;ki bu sözle “Ey peri ısırılmış olasın” (I/99) denilmektedir.Divân’da dağlama, kan alma, yakı yakma gibiyöntemlerin de çeşitli hastalıkların tedavisinde uygulandığıbilgisi verilmektedir. Atın göğsünde çıkanve “çildek” (I/477) veya “çılday” (III/240) denilençıban, “tüknemek” (III/301, dağlamak) suretiyletedavi edilir. Yine atlarda görülen ve “etilgen”(I/158) denilen beze, yarılıp temizlenerek tedaviedilir. Yaraların üzerine “yakıg” (III/74, yakı, sargı)konularak yara iyileştirilir. “Kanagu” (I/477)adı verilen aletle kan alınarak da hasta tedavi edilir.Divânü Lügati’t-Türk’te Türkler arasında oynananoyunlardan, sporlardan da bahsedilmiştir.Çeşitli kelimelerin (“kapışdı” (II/88); “tanğuk”(III/365); “egişdi” (I/187) açıklanması sırasındaçevgenle oynanan ve günümüzde polo olarak bilinenoyuna benzer bir oyundan bahsedilmektedir.Bu oyun, topa veya topaca çevgenle vurularak oynanmaktadır.Divân’da bir yarışma olarak ok atışmaktan,at yarıştırmaktan ve güreşmekten bahsedilmiş;ancak nasıl yapıldıklarına dair yeterli bilgiverilmemiştir. Bunlarla ilgili kelimeler ve açıklamalarındaverilen cümle örnekleri:“Atışgan” (I/157), “Ol mening birle ok atışgan.”/“Onun benimle –yarışmak için- ok atışmakâdetidir.”. ““Atlaşu” (II/226), “Ol mening birle ot attıatlaşu”/”O, ortaya ödül olmak üzere at koyarak benimleok atıştı.”“Özüşdi” (I/184), “Ol mening birle at özüşdi.”/“O benimle at koşturmakta yarış etti.”“Yarışdı” (III/72), “Ol anıng birle at yarışdı.”/“O, onunla at yarışı yaptı.”“Çalış” (I/368), Çelme, güreş. “Bagdattı”(II/327), “Ol anıng adhakın bagdattı.”/ “O, Onunayağını güreşte sarmaya aldırdı.”“Münğüz münğüz” (III/363), Divân’daki açıklamasınagöre bir çocuk oyunudur ve şöyle oynanır:Çocuklar ırmağın kenarına diz çöküp otururlar.Bacaklarının arasına akıcı yaş kum doldururlar.Sonra elleriyle kuma vururlar. Onlardan birisi (ebe)“münğüz münğüz” der. Diğer çocuklar ona “nemünğüz” diye sorarlar. Ebe, boynuzlu hayvanlarıbirer birer saymaya başlar. Diğerleri de bunu tekrarederler. Bu arada ebe, deve ve eşek gibi boynuzsuzhayvanlardan birinin adını söylerse suya atılır.Çocukların oynadığı bir başka oyun da “köçürme”(I/491) oyunudur; ki “ondört” adıyla da bilinir.Yere kale gibi dört çizgi çizilir, sonra bu dört kaleyeon kapı yapılır. Fındık veya fındık gibi şeylerle bukapılar üzerinde oyun oynanır. Ceviz oyunu da çocuklarınoynadığı bir oyundur; ancak nasıl oynandığıhakkında bilgi verilmemiştir. “Atıç” (I/52) ve“eteçlik” (I/151) kelimeleri açıklanırken bu oyununoynanması için çukur açıldığı bilgisi verilmiştir.“Karagun” (III/243) kelimesinin açıklamasında78eylül-ekim-kasım2012


“Akşamleyin çocukların oynadığı bir oyunun adı”diye bilgi verilmiş, ancak oyunun nasıl oynandığıhakkında bilgi verilmemiştir. “Tepük” (I/386),çocukların oynadığı ayaktopu oyunudur. Divân’daverilen bilgiye göre, kurşun eritilip top şekline getirilir.Üzerine keçi kılı veya başka şeyler sarılır.Çocuklar bunu teperek oynarlar.Divân’da Türklerin yaşayış özelliklerine, medeniyetseviyelerine ilişkin bilgiler, bu bağlamdagiyim kuşamları, kullandıkları ev aletleri, yemekkültürü, vb. hakkında değerli bilgiler mevcuttur.Bu bilgilere göre, XI. Yüzyılda Türkler mendilkullanıyor, giysilerindeki kırışıklıkları ütüyle düzeltiyorlardı.“Ulatu” (I/136), kelimesi, “kişininburnunu temizlemek için koynunda taşıdığı ipekkumaş parçası” olarak açıklanır ki bu da bildiğimizgibi mendildir. “Ütük” (I/68) için Divân’da “malabiçiminde bir demir parçasıdır ki dikiş yerleriniyatıştırmak için kızdırılarak elbise üzerine bastırılır.”denilmektedir. Bu da anlaşılacağı üzere ütüdür.Hayvancılık ve tarıma dayalı bir iktisadî hayatlarıolduğunu bildiğimiz XI. yüzyıl Türkleri, deriyiişledikleri gibi yünü de işleyip keçe hâline getiriyorlar;keçeyi de çizme yapıp giyiyorlardı. “Olmandga oyma basışdı /O, bana keçeden çizme yapmaktayardım etti” (II/100) sözünde geçen “oyma”,özellikle Türkmenlerin keçeden yaptıkları çizmeyeverilen isimdir. Erkeklerin giydikleri sarığa“suwluk” (I/201), kadınların başörtüsüne de “bürünçük”(I/201) deniliyordu. Kadınlar takı ve süseşyası olarak o devirde “yinçü/inci” (I/273), miskile râmekten yapılan boncuk olan “bodh-monçuk”(III/121), “bilezük” (II/82), saçlarına takma olarakkeçi kılından yaptıkları zülüf olan “öngik” (I/135),kullanıyorlar, kemerlerine altın veya gümüşten yapılan“tuş/toka” (III/125) takıyorlar, yanaklarınaise “englik/allık”(I/115) sürüyorlardı. Delikanlıkız ve oğlanlar alınlarına “but/değerli firuze taşı”(III/120) takıyorlardı.XI. yüzyıldaki Türklerin hayat şeklini aksettirenönemli bir unsur da onların beslenme kültürüdür [2] .Divân’da Türklerin mutfağa “aşlık” (I/114), aşlıktabulunan kap kacağa ise, “ayak” (I/84) adını verdikleri,ancak Oğuzların ayak kelimesini bilmedikleriiçin onun yerine “çanak” (I/84) dedikleri bilgisiverilmektedir. Aşlıkta bulunan başlıca kap kacaklarolarak “aşıç/tencere” (I/52), “biçek/bıçak” (I/384),2. Daha geniş bilgi için bkz. Reşat Genç, KaşgarlıMahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, TKAE Yay.Ank. 1997, s. 229-236.“etlik/et asılan çengel” (I/101), “bart/bardak”(I/341), “kumgan/ibrik, güğüm” (I/440), “örküç/sacayağı”(I/95), “sac/tava” (II/147), “sagrak/sürahi,kâse” (I/471), “kendük/un, vb. şeyler konulan küp”(I/480) “bukaç/su kabı” (I/357), “çançu/şehriyehamuru açmakta kullanılan oklava” (I/417), “çömçe/kepçe”(I/417), “kaşujk/kaşık” (I/383), “körke/ağaçtan yapılan tabak” (I/430), “kasuk/kımız tulumu”(I/479), “tagar/dağarcık, çuval” (I/411) vb.mutfak aletlerinden bahsedilmektedir.Mutfakta kullanılan kap kacaklardan da anlaşılacağıüzere Türklerin XI. yüzyılda hayvancılığa vetarıma dayalı bir beslenme kültürleri vardır. Hayvanlardanelde ettikleri besin maddelerinin başındaet gelir. Diğer besin maddeleri ise, süt ve süttenyapılan mahsullerdir. Bunların yanında yumurta vebal da hayvanlardan elde edilen besin maddeleridir.Türklerin etinden faydalandıkları hayvanlarınbaşında koyun gelir. Diğer hayvanlar (at, keçi,tavuk, kaz, balık, vd.) ikinci derecede hayvanlardır.Bu yüzyılda Türkler, mevsimlere bağlı olarakyayla-kışla arasında göç ettikleri gibi yerleşik olarakda tarımla uğraşıyorlardı. Her iki durumda dahayvan sürüleri mevcut olan Türkler, hayvanlarınetinden, deri veya yününden, sütünden faydalanıyorlardı.Kesmek üzere özel olarak beslediklerihayvanlara “etlik” (I/101) diyorlardı. Bu devirde“etçi/kasap”ların (II/48) olduğu, “ekdi/mezbaha”da(I/125) hayvanların kesildiği bilgisi mevcuttur.Türkler eti pişirerek yedikleri gibi, sonra yemeküzere tuzluyor veya kurutuyorlardı da. Kurutulanete “kak et” (II/282), güz mevsiminde birtakım baharatlarlaterbiyeledikleri ve kuruttukları ete ise,“yazok et/pastırma” (III/16) diyorlardı.Divân’da verilen bilgilere göre o devir Türklerieti, karaciğeri ve baharatı karıştırıp bağırsağa dolduraraksucuk yapıyorlar, adına da “soktu” (I/416)diyorlardı. Koyun, keçi gibi hayvanların başınıüterek (I/193) temizliyor, pişirerek yiyorlardı. Etve baharatı karıştırıp bağırsağa doldurarak günümüzdede bilinen bir yemek olan bumbar dolmasıyapıyorlardı. İşkembe ve bağırsağı iyice kıyarakbağırsağın içine dolduruyor kızartmak veya pişirmeksuretiyle “yörgemeç” (III/55) adlı yemeği yapıyorlardı.At sütünden kımız (I/365) yaparken diğerhayvanların sütlerinden yoğurt, “suvuk/ayran”(III/164), yağ, “kayak/kaymak” (III/167), “udhıtma/peynir”(I/143) yapıyorlardı. Ayrıca arıcılık yapıyor,bal üretiyorlardı. Suvarlar, Kıpçaklar, Oğuzlar“bal” derlerken diğer Türk boyları bala “arı79eylül-ekim-kasım2012


yağı” (III/156) diyorlardı. Bal, doğrudan yenildiğigibi “buxsı” (I/423) denilen yemeğe da katılıyordu.Buxsı şöyle yapılırdı: Buğday pişirilip içerisinebadem taneleri atılır, üzerine bal ve süt ile pişmişbulamaç dökülür. Ekşitildikten sonra yemeğinbuğdayları yenir, suyu içilir. Bal, ayrıca “kumlak”(I/475) adlı otla karıştırılarak şarap yapılır. Türklerbaldan başka günlük beslenmelerinde “bekmes/pekmez” (I/458) de tüketiyorlardı. “Talkan kimingbolsa angar pekmes katar.” (I/440) sözü, pekmezinbuğday veya arpa unundan elde edilen ve adına“talkan” (I/440) denilen kavuta katılması şeklindeyenildiğini göstermektedir.Türkler besledikleri kaz veya tavukların yumurtalarındanda faydalanıyorlardı. Divân’da“yumurtga”nın (III/4333), “türmeklendiği/dürümiçine konulduğu” (II/276) vaya doğrudan “yutmak”(II/313) şeklinde yenildiği bilgisi verilmektedir.Kaşgarlı Mahmut, eserinde Türklerin tarımyaptığına, buğday, arpa vb. tahılları yetiştirdiklerineve bunlardan çeşitli usullerle faydalandıklarınadair bilgiler verir. Buğdaydan en başta un, undan da“etmek/ekmek” (III/57), “yuwka” (III/33), “tokuç/çörek” (I/358), “yerküç/çörek” (I/452) yapıyorlardı.Türkler, yağlı yemeklere düşkündüler. Çünküyağlı yemek onlara göre “özlüg aş” (I/45) idi.Yağlı yemek, tok tutucu, besleyici yemek demekti.Böylesi yemekler “çiwgin aş” (I/443), yağsız,yalın, tok tutmayan yemek de “kewgin aş” (I/443)olarak adlandırılıyordu. Buğday ve arpa unununkarıştırılması suretiyle “awzurı” (I/145) adlı yemeğiyapıyorlardı; ki bu yemek bir çeşit erişte idi.Hamuru serçe dili gibi eğri keserek erişte yapıyorlarve adına “kıyma ügre” (III/173) diyorlardı.Hamurun nohut büyüklüğünde kesilmesi suretiyleyapılan “sarmaçuk” (I/527) adlı şehriye çorbasınınhastalara verildiği bilgisi mevcuttur. Su, kar veyabuz ile soğutulup içine baharat konularak yenen birbaşka şehriye çorbası da “letü ?/litü ?”dür.Kaşgarlı Mahmut’un Türklerin en ünlü yemeğidediği “tutmaç” (I/452), bedeni güçlendiren, yüzekırmızılık veren, kolaylıkla sindirilemediğinden kişiyitok tutan bir yemektir; fakat nasıl yapıldığınadair bir bilgi verilmemiştir. Bir çeşit helva olan “kagut”(I/406) darıdan yapılır ve yeni doğum yapmışkadınlara verilir. Darıdan yapılan başka bir yemekde “kürşek” (I/478) tir. Pirinç ile baharatın karıştırılıpbağırsağa doldurulması ve pişirilmesi şeklindehazırlanan “sogut” (I/356), bumbar dolmasıdır. Birtür sütlaç olan “uwa”(I/90), pirincin pişirilip soğuksuya konması, sonra suyunun süzülüp içine şekerkatılmasıyla yapılan bir tatlıdır.Mahmut, eserinde XI. yüzyılda Türklerin yetiştirdiğisebzelerden söz etmiş, ancak “büstelli”(I/493) ve “kabak” (I/382) yemeklerinden başkayemeklerden bahsetmemiştir. Verilen bilgiye göre,büstelli, kara pazıdan yapılan yemektir. Kabak ise,yaş iken yemeği yapılan bir sebzedir. Ancak karapazının veya kabağın yemeğinin nasıl yapıldığınadair bilgi yoktur.XI. yüzyılda Türklerin içilen her şeye “içkü”(I/128) dedikleri, ancak şarap türü içkilere “süçik”(I/408) veya “bor” (III/121) adını kullandıklarıgörülmektedir. Türklerin en çok tükettikleri içki,şüphesiz kımızdı. Kısrak sütünün ekşitilmesi/mayalandırılmasışeklinde yapılıyordu. “Ugut” (I/50),buğday ile arpanın pişirilmesi ve hamurla mayalandırılmasısonucu elde edilen bir içkidir. Buğdaydanyapılan “agartu” (III/442); buğday, darı,arpa gibi tahıllardan yapılan “bengi” (I/434) deDivân’da adı geçen içkilerdir. Bir içki olarak değilde içecek olarak sözü edilen “bekni” (III/60), günümüzdede içilen bozadır. “Bekni yewüldi/bekniolgunlaştı.”(III/81) sözünden bekninin de boza gibimayalandırılarak yapılan bir içecek olduğunu anlıyoruz.Divânü Lügati’t-Türk, yazıldığı devirde diğermilletlere göre oldukça ileri bir Türk kültür ve medeniyetininvarlığını göstermesi bakımından oldukçaönemlidir. Türk dili ve edebiyatından coğrafyaya,tarihten sosyolojiye, ilahiyattan halk kültürüne,vd. bilim dallarına kaynaklık eden bir eserdir.■KAYNAKLARAKALIN, Ş. Halûk 2011, “Kaşgarlı Mahmud veDivânü Lügati’t-Türk”,CANPOLAT, Mustafa 1974, “Divânü Lügati’-Türk’teŞamanizm İzleri”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı-Belleten,Kültür Bak. Yay., Ank., s. 19-34.ERCİLASUN, Ahmet B. 2004, Başlangıcından YirminciYüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yay., Ank.GENÇ, Reşat 1997, Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI.Yüzyılda Türk Dünyası, TKAE Yay., Ank.http://tdkterim.gov.tr/dlt/?kategori=divan (27.6.20011).KAYA, Muharrem 2002, “Divânü Lügâti’t-Türk’ünHalkbilimi Açısından Önemi”, Folklor-Edebiyat <strong>Dergisi</strong>, c.VIII,sayı 31, s. 39-49.KURT, Şaban 2008, Kitâbu Divânı Lugâti’t-Türk (Tıpkıbasım),Kültür ve Turizm Bak. Yay., İst.YILDIRIM, Dursun 2008, “Kaşgarlı Mahmud : İlk Türk SözlüKültür Bilimcisi [=Folklorist], Kaşgarlı Mahmud Kitabı, (ed. SemaBarutçu Özönder), Kültür Bak. Yay., Ank. s. 107-119.80eylül-ekim-kasım2012


ÖZGE MEKÂN…Aşkın derin deryâsını,Yara yara geldim Sana!..Ömrün ma’nâ dünyasını,Kura kura geldim Sana!..Kudretin var ten harcında;Nefesin var can burcunda!..Bir yüreği, nefs içinde;Öre öre geldim Sana!..Bahtım, eler eleğimi;Edep yükler dileğimi!..Umut kokan çiçeğimi;Dere dere geldim Sana!..Sözde ihlas, özde iman;Kerem eyle Sen’in bu can!..Öz içimde özge mekân,Sora sora geldim Sana!..Yolcu gerek yola uya;Dört kapıya, bir can koya!..Bu hikmeti, duya duya,Göre göre geldim Sana!..Yâ Rab, kulum Sen’de karar;Her an artar bu intizâr!..Tâ Elest’ten bir yaram var,Sara sara geldim Sana!..RIFAT ARAZ81eylül-ekim-kasım2012


ŞEFKAT SİLLESİYokladım kalbimi ne var kendimde?Bu kez ayacığım taşa değdi de;Gafletimden kurtulmaya uğraştım,Bir tomurcuklanma oldu gönlümde.Güçlü ve kuvvetli bildim ben beni,Sandım ki demirden tül var tenimde.Günaha, sevaba “hayal” mi derdim,Cahillik isyanı varken dilimde."Bir damlasın" demek, her hal bu ikaz,Okyanuslar dolu büyük evrende,Kin, haset ve gurur kalmadı biraz,Şefkat sillesini yiyen sinemde.UYGUN AHMET EKER82eylül-ekim-kasım2012


KardedevletlerdlrobleMUHSİN İLYAS SUBAŞIElazığ’da 20.si düzenlenen “Hazar ŞiirAkşamları”nın davetlisiydim. Bu güzelşehrimize, 10. Hazar Şiir Akşamları’nda da gitmiştim.O zaman da, buraya Kardeş devletlerdenşairler gelmişti, bu defa da… On yıl önceki, şairlerle,bu yıl gelenler arasında dillerinin anlaşılırlığıbakımından hissedilir bir düzelme olduğunu sevinerekgördüm. Yine tercüme edilen şairler olsa da,biraz daha anlaşılır Türkçe ile şiir okudular. Bunarağmen, onlara dillerini Anadolu Türkçesi’ne yaklaştırmalarıgerektiğini söylediğim zaman umulmadıkbir tepki gördüm. Sanki böyle bir şey yapmakla,kendi kimliklerini kaybedeceklermiş gibibir psikolojik tedirginlik vardı. Enteresandır; buifadelerimden sonra baktım bana karşı hep me-safeli davrandılar. Dil, varlık sebebimiz ise, onunmüşterekliği gücümüzü arttırır. Çünkü dil aynızamanda sosyalleşmemizin tek hâkim unsurudur.Aklın tek vasıtası dildir. Dilimizi tanzim, düzeltmekendimizi tanzim ve düzeltmedir. Onun sağlıklıbir dil etrafında yeniden örgünleşmesi, kimseninkimliğine müdahale olmaz, olmamalıdır. <strong>Bizim</strong>yurdumuzda da mahalli dil kullananlar vardır. Bizonları kültürel zenginlik olarak algılıyoruz, amahepimiz aynı dili kullanmak suretiyle daha etkili,dolayısıyla kalıcı eserlere imza atıyoruz. Böyle birtalep yalnızca aklın gereği değil, aynı zamanda varolabilmemizin ve yarınlarımızı elimizde tutabilmemizintek besleyici unsurudur. Benim temennimetavırları, kendilerini farklı bir yerde ve farklı83eylül-ekim-kasım2012


Düşünebiliyor musunuz, 200 milyonu aşan nüfusu, 5 milyonkm²’ye yaklaşan alanıyla Türk dünyası ortak dil imtiyazınakavuşursa neler olmaz ki? Bunun farkında olan dış güçler,bu ülkeler üzerinde, “kültür emperyalizmi” dediğimizsilahı çok ustalıklı bir şekilde kullanarak bunları yalnızcaTürkiye’ye karşı değil, birbirlerine karşı da mesafeli haldetutabilmeyi başarmışlardır.bir kimlikte gördüklerinden mi kaynaklanıyordu,anlayamadım?Aslında meselenin aslı öyle mi? Elbette ki değil.80 yıl hâkimiyetleri altında kaldıkları Rus ideolojisi,onları, ayrı milletmiş gibi ayrı lehçelerdetutmuş birini diğerine yaklaştırmamak için özengöstermişti. Bunu, Rus ordusunda pilot albaylığakadar yükselmiş bir Azeri Türkü bana şöyle itirafetti: “Biz, Bakü’nün işgaline kadar kendimizi Türkolarak görmüyorduk. O işgal bize Türklüğümüzühatırlattı ve bizim Ruslara karşı başkaldırı hareketimizondan sonra ciddi boyut kazanabildi.” Ogüne kadar bu insanlara Rusların yaptığı telkin;“Siz Türk değil, Azeri’siniz. Azeriler ayrı bir millettirve ayrı bir dilleri olmalıdır.” Sömürge ideolojisi,bölüp parçalama stratejisi üzerine inşa edilir.Selçuklu ve Osmanlı devletleri tecrübesi göstermiştirki, Batı, bizim bütünlüğümüzden ciddi şekilderahatsızlık duymaktadır. Rusya kendisini kuşatanböyle bir coğrafyanın bütünleşmesi halindeyaşayacağı siyasi travmayı çok iyi bilmektedir.“Türk Birliği”nin siyasi alanda gerçekleşmesi onlariçin ciddi bir handikaptır. Bunu fark edebilsek,mesele kendiliğinden çözülecektir. Bakınız biz,merhum ve mağfur Kaşgarlı Mahmut’un, “Divan-ıLügatü’t Türk”ünde kullandığı dille yetinseydikbugün 8-10 bin kelimeyle konuşabilen bir millethalinde kalırdık. Hâlbuki bugün Türkçe sözlüklerimizde150 binin üzerinde kelime vardır. <strong>Bizim</strong>onları davetimiz bu zenginliği paylaşmak içindir.Değilse kimsenin, yerel ağzına müdahale değildir.Geçmişimizde görmüşüzdür: MalazgirtSavaşı’nda bizi 50 bin kişilik askerimizle, 200 binkişilik Bizans gücüne karşı galip getiren silah üstünlüğümüz,ya da sadece olağanüstü kahramanlığımızdeğildi elbette. Bunların payı olsa da, esasolan, onların, Balkanlardan topladığı, Uz, Peçenek,Avar gibi Türk topluluklarının çocuklarındanoluşan askerlerinin, karşılarında kendi dillerinikonuşan bir milletle savaşa sürüldüklerini anlayınca,saf değiştirmiş olmalarıdır. Bunun sonucundadırki, Bizans ordusu yarım gün gibi bir zamaniçinde çözülerek çöküp dağılmış ve bize galibiyetinnimetini sunmuştur. Bu olay, dil denen silahınher türlü gücün üstünde olduğunu göstermektedir.Bunu elbette Ruslar da bilecektir ve ona göre tedbirleralacaklardır. 80 yıl boyunca uygulanan budil politikası, bizim kardeşlerimizde öylesine birmilli kimlik değeri haline gelmiş ki, Türkmen’leKazak’ı, Azeri ile Kırgız’ı bir arada tatlı bir sohbetiçerisinde görmeniz mümkün değildir. Bunlarbirbirlerine karşı bile mesafeli iken, bize karşımesafeli olmaları şaşırtıcı gelmedi bana. Ancakbu insanlar, okumuş, aydın, toplumun meselesinikendisine dert edinen kimselerdi. Bunlarda sağduyunun,ortak duyarlılık ve kabul anlayışının çokdaha önemli olması gerekmez miydi?Düşünebiliyor musunuz, 200 milyonu aşan nüfusu,5 milyon km²’ye yaklaşan alanıyla Türk dünyasıortak dil imtiyazına kavuşursa neler olmaz ki?Bunun farkında olan dış güçler, bu ülkeler üzerinde,“kültür emperyalizmi” dediğimiz silahı çok84eylül-ekim-kasım2012


ustalıklı bir şekilde kullanarak bunları yalnızcaTürkiye’ye karşı değil, birbirlerine karşı da mesafelihalde tutabilmeyi başarmışlardır. Bakınız, banagöre sarsıcı bir itiraftır: Bakü Üniversitesi’nden birBilim Adamı Türkiye’den tanıdığı şairlerin kimlerolduğu sorulunca sadece üç isim verebilmiştir. 4.İsim yoktur, devamı yoktur. Kaldı ki, Azeri Türkleribize en yakın dili kullanan bir topluluktur. Bukahredici sonucu doğuran sebep nedir? OnlarınKiril Alfabesini kullanmalarından doğan dar alanmahkûmiyetidir; bizim edebiyatımızı okuyarak tanımaşansına ulaşamamış olmalarıdır. İngilizceyiöğrendikleri için Batılı edebiyatçıları bizim edebiyatçılarımızdançok iyi bilen bu insanlar, Türkçeokuyup yazamadıkları için bizi tanımamaktadırlar.Bundan yirmi yıl önce; 1992’de “I. Türk DünyasıYazarlar Kurultayı” toplandı. Oraya kardeşülkelerden katılan şair ve yazarların hemen hepsinebu meseleler anlatıldı. İki yıl sonraki 1994toplantısında da vardım. Orada bir konuşma dayaptım ve ısrarla bu meseleleri dile getirmeye çalıştım.Rahmetli Cengiz Aytmatov o gün oradaşunları söyledi:“Edebiyat zamanımızın aynasıdır, göstergesidir.Edebiyat zamanımızın büyük düşüncesi, felsefesi,tarihi ve bir büyük cereyandır. Kısaca söyleyecekolursak, edebiyat nasılsa biz de öyleyiz. BizSovyet esaretinden yeni kurtulmuş bir edebiyatıtemsil ediyoruz. Türkiye’de, başkent Ankara’da biraraya gelmemiz ise çok tabii bir şeydir. Çünkü dinimiz,dilimiz, tarihimiz, kültürel değerlerimiz birkaynaktandır. Düne kadar bizim edebiyatımız Rusdiline aktarılıp oradan dünyaya yayılıyordu, artıkbizim edebiyatımız bizim ortak dilimizle gelişecekve dünyaya yayılacaktır. <strong>Bizim</strong> ana lehçemizTürkiye Türkçesi’dir. <strong>Bizim</strong> kitaplarımız Türkçeyeaktarılarak dünyaya yayılacaktır.”O da rahmetli oldu, Bahtiyar Vahapzade ile konuştum.Hatta o bu toplantıda uzunca da bir konuşmayaptı ve ısrarla şunları söyledi:“Bakın biz daha önce Moskova’da Kazak,Türkmen, Özbek, Tatar kardeşlerimle Rusça ileanlaşırdık. Şimdi Allah’a binlerce şükür buradaTürkçe ile anlaşmaktayız. Bu büyük bir ihtilaldir.Biz artık bununla da yetinmeyecek ortak alfabeyegeçeceğiz. <strong>Bizim</strong> bundan başka kurtuluş yolumuzyoktur. Bakın eskiden Arap Alfabesi Türk dilindekonuşan bütün milletleri birleştiriyordu. Bu alfabeyiterk ettikten sonra birliğimiz yıkıldı. YaniTürk dilli halklar birbirinden ayrıldı. Mademki,Türkiye Latin alfabesini kullanıyor, biz de çok gecikmedenbuna geçmek durumundayız. Azerbaycanönümüzdeki yıl buna geçecektir. Diğer TürkCumhuriyetleri’nin de vakit kaybetmeden geçmesinidiliyorum. Rusya dilimizi elimizden alarakyıllarca bizi mahvetti, perişan etti ve sömürdü.Şimdi birleştik. Bu defa sizin bu yeni uydurmadiliniz çıktı ortaya. Hadi bizim aydınlar bunu anlasın,ama bizim köylümüz bunu nasıl anlayacak,biz nasıl birleşeceğiz? Kendi zenginliğiniz varkenniçin yüzünüzü Batı’ya dönersiniz anlamak mümkündeğil.”Bu iki yaklaşımın önemli tarafı, bizimle paralellikortaya koymasındadır. Çünkü bu bir temennideğil, idealdir. Bir soyun var olma idealidir.Bugün hala Azeri Türkçesinde Kiril alfabesindenharfler kullanılmaktadır. Anlayamadığım birşey, bizim dilimizde (x) diye bir harf yoktur, (w)yoktur, (q) yoktur, ters (e) yoktur ama Azerbaycanaydını bunda ısrarlıdır.Burada tamamıyla bu kardeş ülkelerimizede haksızlık ettiğimiz sanılmasın. Onları çokiyi anlıyorum: Biz, Latin alfabesine geçerken,bin yıllık bir ihtişamlı geçmişin birikimini birelimizle kenara ittik ve seksen yıldır da bununsıkıntısını çekmekteyiz. <strong>Bizim</strong> devlet adamlarımızböyle bir girişimde bulunurken önümüzdebize rehberlik edecek, yol açacak, bize öğretecekbir Türk Ülkesi yoktu. Biz kendi göbeğimizikendi ellerimizle kestik ve bu günlere geldik.Bugün Kardeş devletlerimizin önünde bizim birasra yaklaşan bir tecrübe ve birikimimiz var.Bundan faydalanıp soydaş devletler olarak geleceğimizibirlikte inşa edelim. Hissi yaklaşımlarbu milli ideali budanmamalıdır. Çünkü kaybedenşahıs değil millet olacaktır… Bunu anlamamakmilletimize kıymak olmaz mı?■85eylül-ekim-kasım2012


ÇOLPON CAPAROVAile Kırgız müziği üzerine1996 yılında Amerika’ya gittim ve orda bir buçuk yılyaşadım. Orada folklara ilgi duymaya başladım.Kırgızistan’daki yakınlarımdan Kırgızcamüziklerin olduğu DVD, CD istedim. Banahiçbir şey gönderemediler; çünkü bu tür şeylero zamanlar yoktu bizde. Ondan sonra nedenKırgızların müzik CD’leri yok diye düşünmeyebaşladım.ÖMER KÜÇÜKMEHMETOĞLUKırgızların Yüzyıllar Öncesine Ait Müziğini, DestanlarınıDünyaya Tanıtan Ordo Sahna Grubunun Şefi ÇolponCaparova:“Kırgızlarda ‘At adamın kanadı,’ atasözü var. Bu konuylailgili beş yıl çalıştık. Büyük İskender, Cengiz Han,Manas gibi kahramanların atlarına ithaf ettiğimiz parçalardanbir albüm oluştu.”Çolpon Hanım Türkiye’ye hoş geldiniz.Kırgızistan Dostluk ve Kültür Derneğinindüzenlediği Nevruz etkinliklerine katılmak içinİstanbul’dasınız. Kısaca kendinizden bahsedermisiniz? Sizi tanıyalım.Müzik sanatıyla uğraşıyorum. Kırgızistan’dakonservatuar bitirdim. Piyanistim. Konservatuarıbitirdikten sonra Abdıray Müzik Okulu’nda öğretmenlikyaptım, ders verdim. Öğrencileri konserlerehazırlıyordum. Klasik müzik eğitimi aldım.Aslında hiçbir zaman folklor enstrümanlarıilgimi çekmedi. Klasik müziği çok seviyordum.Sizin yönettiğiniz Ordo Sahna grubu çok güzelbir müzik resitali verdi İstanbul’a. Grubunkurulması ve tarihinden bahsetseniz.Kırgızların çok zengin bir müziği var. Ancakbu zenginliği uluslararası platformda tanıtmakiçin çok düşündüm. 1996 yılında Amerika’ya gittimve orda bir buçuk yıl yaşadım. Orada folklarailgi duymaya başladım. Kırgızistan’daki yakınlarımdanKırgızca müziklerin olduğu DVD, CD istedim.Bana hiçbir şey gönderemediler; çünkü butür şeyler o zamanlar yoktu bizde. Ondan sonraneden Kırgızların müzik CD’leri yok diye düşünmeyebaşladım. Folklor müzik grubu kurma fikrihâsıl oldu. Kırgızların folklor enstrümanlarınıtoplayıp bir tiyatro açmayı düşündük. Bu fikrimiağabeyim Şamil Caparov da destekledi. Onundesteklemesiyle sanatçıları toplayıp 1998 yılındaOrdo Sahna grubunu kurduk.Ne gibi güçlüklerle karşılaştınız?Birçok engel çıktı karşımıza. Bunların içinde86eylül-ekim-kasım2012


üfleme çalgıları çalan müzisyenlerin yetersizliği,kaliteli enstrümanları bulmak oldukça zor oldu.Bu meseleleri hallettikten sonra iki yıl boyuncahaftanın beş günü prova yaptık. Bazı sanatçılarçopo çoor, ağız komuz gibi enstrümanları üflemeyiorkestranın şefi Nurlan Nışanov’dan öğrendi.Ordo Sahna grubu kurulduktan sonra dünyanınbirçok ülkesinde konserler verdi. Hangiülkelerde konserler verdiniz?<strong>Bizim</strong> ilk konserimiz komşu Kazakistan’daoldu. 2002 yılında Amerika’da Dağlık ÜlkelerFestivali oldu. Biz de bu festivale katılıp ülkemizitanıttık. 2004 yılında Fransa’da, 2005 yılındaGüney Kore’de, 2005 yılında tekrar Fransa’daParis’te, aynı yıl Japonya’da konserler verdik. İsviçre,Almanya, Çin, Rusya’da değişik şehirlerdekonserler verdik. 2010 yılında Amerika’nın 12eyaletinde konserler verdik. Konserlerimiz büyükmemnuniyetle karşılandı ve katılımlar oldukçayoğundu.Sanatçıların giysileri de Kırgız kültürüne aitoldukça iyi tasarlanmış. Özel tasarımcılarla mıçalıştınız?1990’lı yıllarda millî giysilerimizi tasarlayacakprofesyonel tasarımcılar yoktu. Bu yüzdentarih kitaplarına bakıp, Kırgız nakışlarını, sembollerinikullanarak giysileri tasarladık. Bu giysilerigümüşlerle bezedik, seçkin güzel bir tasarımortaya çıktı. <strong>Bizim</strong> millî giysilerimiz başka ülkelerdekiinsanların her zaman ilgisini çekmektedir;çünkü doğal malzemeler kullanılarak dikildi,nakışları orijinal.Kırgız müzik dünyasına büyük katkılar yaptınız.Dört tane albüm çıkardınız. Bu konu hakkındaneler söylemek istersiniz?İlk albümümüz “Ulamış Külörü” (EfsaneMelodileri) 2000 yılında piyasaya çıktı.Kırgızların ruh zenginliği, efsaneleri, musikisihalk şarkıları olarak bestelendi. Bu eserlereyeniden hayat verdik desem yanılmış olmam.İkinci albümümüz “Köçmöndör ırı” (GöçebelerŞarkısı) adıyla çıktı. Kırgızların göçebe hayatınıanlatıyor. Ondan sonra “Toguz ak” (Dokuz Ak)projemizin temelinde dağlık bölgelerde yaşayanhalkın hayatını, sosyal düzenini anlatan kliplerdenseçmelerin yer aldığı albüm dinleyicilerlebuluştu. Kırgızlarda “At adamın kanadı,” atasözüvar. Bu konuyla ilgili beş yıl çalıştık. Büyükİskender, Cengiz Han, Manas gibi kahramanlarınatlarına ithaf ettiğimiz parçalardan bir albümoluştu. Şimdi “Kayberen” adlı projemizinüstünde çalışıyoruz. Repertuar seçiminde birçokgüçlükle karşılaşıyoruz. Günümüzde yetenekli,işinin ehli kompozitörler az. Bu yüzden eserlerin87eylül-ekim-kasım2012


uzunluğuna, nasıl seslendirildiğine çok dikkatediyoruz.“Calınduu at” (Yeleli At) adlı albümünüzdekiparçaların muhtevası nasıl? Atların dörtnalakoşturulmaları mı, kişnemeleri mi yoksa onlarındünyası mı yansıtılmaya çalışılıyor. Bestelerinmelodileri hakkında neler söylemek istersiniz?Mesela biz Amerikan atına ait parçayı seslendirdiğimizdemutlaka Amerikan folklorik müziğindenistifade ediyoruz. Rusların atına ait parçayıicra ettiğimizde Rusların millî kaşıklarıylaparçaya renk katıyoruz. Napolyon’un atına ithafettiğimiz parçada Fransız müziğinden esintilerduyuyorsunuz. Bu eserleri dinleyen insan melodidende hemen anlayabiliyor parçanın kime ithafedildiğini. Tabi bu melodileri Kırgız folklorunaait enstrümanlarla ifa ediyoruz. Temel amacımızfolklor enstrümanlarımızı dünyaya tanıtmak. <strong>Bizim</strong>enstrümanlarımızdan dünya müziğinin seslerininçoğu çıkıyor. Kendimizi ispat ettik. Buprojeyi gerçekleştirdiğimiz için memnunuz. Şimdiyeni bir fikir hâsıl oldu. Bizde dünyaca meşhuryönetmenler var. Şimdi atlar üzerine büyük birproje üzerine çalışıyoruz.İstanbul hakkında neleri söylemek istersiniz?İstanbul’u beğendiniz mi?İstanbul’da birçok defa bulunduk. Ancaken güzel seyahatimiz bu seferki diyebilirim.Bu seyahatimizde buradan büyük başarılarve unutamayacağımız hatıralarla ayrılıyoruz.Kırgızistan Dostluk ve Kültür Derneği YönetimKurulu Başkanı Aybek Sarıgulov’un liderliğindegerçekleşen Nevruz etkinlikleri üst düzeyprogramlarla geçiyor. Bu bayrama Van’da yaşayanKırgız kardeşlerimiz de katıldılar. Onların sosyalhayatları, yaşayışları hakkında bilgi sahibi olduk.Birçok tarihî mekânı ziyaret edip Türkiye’ninkültürel zenginliklerine şahit olduk. Ankara,Kocaeli ve Hendek’te de konserler vereceğiz.Önünüzde daha başka nasıl hedefleriniz var?“Calınduu Attar” (Yeleli Atlar) projemizin devamıolarak bizdeki asil atları içine alan büyükbir kutlama düşünüyoruz. Elbette büyük amaçlarımızvar. Hedeflerimizin gerçekleşmesi ümidindeyiz.■88eylül-ekim-kasım2012


Türk şiirindeHazreti Peygamber1860-2011AHMET FARUK GÜLERProf. Dr. İsmail Çetişli, gerek akademik hayattaortaya koyduğu çalışmalarıyla gerekse kişiliğiile edebiyat dünyası içerisinde çok önemli bir yeresahiptir. Memduh Şevket Esendal –İnsan ve Eser-,Batı Edebiyatında Edebî Akımlar, Cahit Külebi veŞiiri, Metin Tahlillerine Giriş1-2 gibi eserlere imzaatmış olan Prof. Dr. İsmail Çetişli, oldukça hacimlibir çalışma ile yine okurlarının huzurunda.Türk milletinin İslamiyet’i seçmesiyle birliktebaşlayan edebî süreçteki değişim, dinî metinlerdeön plana çıkarken, bu metinlerde özellikle Hz.Peygamber’e yazılmış şiirler önem kazanmıştır. 11.yüzyıldaki ilk İslamî eserlerden bugüne Hz. Peygambermerkezli yazılmış metinleri ele alan müstakilçalışmalar çok azdır. Prof. Dr. İsmail Çetişli bunoktadan hareketle Tanzimat Edebiyatının başlangıcındanbugüne, yani 1860-2011 tarihleri arasındakiTürk şiirinde Hz. Peygamber çalışmasına imza atarakoldukça hacimli bir eserle karşımıza çıkmaktadır.Nitekim yazar, eserin oluşturulma amacından bahsederken“Amacımız; Tanzimat sonrası Türk şiirindeHz. Peygamber konusunu kronolojik bir bütünlük,ihtiva ettiği unsurları ayrıntılı biçimde ortaya koyacakbir derinlik ve genişlik, sahip olduğu sevgi veestetik kıymetleri okuyucuya taşıyacak bir duyarlılıkiçinde ortaya koyabilme”nin yükünü omuzlayarak743 sayfalık bir çalışma ortaya koymuştur.Yüzlerce şairin Hz. Peygamber’e dair eserleriniedebiyat sanatı içerisinde değerlendiren ve dinî,biyografik bir eser olmadığı özellikle vurgulananeserde 500 şairin 1600 manzumesi incelenmiştir.150 yıllık dönem içerisinde sayıca daha fazla eserinolduğu muhakkaktır, ancak eksiksiz bir şekildederlenmesi çok zor alan bu süreç içerisinde böyle birsınırlandırmanın mecburiyetini yazar, eserin ön sözündeifade etmektedir.Eser, “Giriş” dışında: “Hz. Peygamber’e DairŞiirlerde Muhteva”, “Hz. Peygamber’e Dair ŞiirlerdeYapı” ve “Hz. Peygamber’e Dair Şiirlerde Dil veÜslûp” olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır.“Hz. Peygamber’e Dair Şiirlerde Muhteva” adlı ilkbölümde şairlerin Hz. Peygamber algısı bütün detaylarıylaortaya konulmuştur. “Hz. Peygamber’e DairŞiirlerde Yapı” başlıklı ikinci bölümde 1600 manzumeninyapısal özellikleri; nazım şekilleri, mısrave beyit yapıları, kafiye ve redifleri, türleri, nazımbirimleri üzerinde durulmuş ve muhtevanın bu yapısalözellikler içerisinde nasıl ele alındığı incelenmiştir.“Hz. Peygamber’e Dair Şiirlerde Dil ve Üslûp”başlıklı üçüncü bölümde ise manzumelerdeki dilinkullanımı ve şairlerin ortak üslûp özellikleri izahedilmiştir. Kitap; “Sonuç”, “Genel Kaynakça”, “Şairve Şiir Kaynakçası” bölümleriyle son bulmaktadır.Dergimiz şairlerinin de bulunduğu 500 şair içerisindeNamık Kemal’den, Necip Fazıl Kısakürek’e;Harputlu Rahmi’den, Nurullah Genç’e birçok şairinmanzumeleri yer almakta. Dergimizde şiirleri yayınlananşairlerden Nazım Payam, A. Vahap Akbaş,Yahya Akengin, Rıfat Araz, Bahtiyar Aslan, FaikGüngör, R. Mithat Yılmaz, A. Tevfik Ozan, MahmutBahar’a ait Hz. Peygamber’e yazılmış şiirleri degörmek mümkün. ■89eylül-ekim-kasım2012


Kurşunlanan TürkolojiBERNA YÜKSELTürk milletinin veaydınlarının uğradığıkatliam, sürgünve baskıları anlatan KurşunlananTürkoloji adlıeserin ilk baskısı hakkındaçeşitli dergi, gazeteve internet sayfalarındadeğişik kişiler tarafındançok güzel yazılar yazıldı.Şimdi eserin üçüncü baskısıçıktı. Akçağ yayınevi tarafındanbasılan eserin üçüncü baskısı, gözdengeçirilmiş ve genişletilmiş baskıdır. Birincibaskıda 396 sayfa olan eser, üçüncü baskıda560 sayfaya çıkmış. Bu durum, kitabın birincibaskıya göre 164 sayfa arttığını, neredeyseyeni bir kitap olacak kadar eklemeler yapıldığınıgöstermektedir. Üçte bir oranında eklemeyapılan eserin bu haliyle okuyucuya yenidentanıtılması gerektiği de açıktır. Dolayısıyla bizbu eklemeleri dikkate alarak eseri yeniden tanıtmakistedik.Bu yazıda eserin yazılış amacına değin-“Millete hizmet etmek istiyorsanelinden gelen işle başla…”Gaspıralı İsmailmekle birlikte asıl olarak ikinci baskıya yapılaneklemelerden bahsedeceğiz. Kurşunlanan Türkoloji,Türk milletinin yaklaşık yüz yıllık sancılıdönemini anlatan, tarihi gerçeklere; belgelere veyaşanan olaylara dayanan bir araştırma kitabıdır.Şiirler, mektuplar, hatıralar ve günlüklerle desteklenentespitler, yaşanan olayları okuyucuya yaşatarakanlatmaktadır. Türk dünyasında yaşanmışkanlı tarihi, belgelerle sunan eserin amacını vebu ismi almasını yazar ön sözde şu şekilde açıklamaktadır:“Türkler söz konusu olunca Uluslararası hukukun,adalet ve insan haklarının işe yaramadığınıbiliyordum. Bu durumda beynimde Gaspıralı’nınsözleri yankılandı: “Millete hizmet etmek istiyorsan,elinden gelen işle başla…” Evet, bunlarıyazmak elimden gelebilirdi ve ben çeşitli kaynaklardayer alan, ancak kamuoyu tarafından çokayrıntılı olarak bilinmeyenbu olayları yazmaya başladım.Bu çalışma vesilesi ile öğrencilik yıllarımdanberi adlarını ya da bir kısım eserini bildiğim Samayloviç,Polivanov, Hocayev, Çobanzade, Cumabayev,Baytursunov, Tınıstanov, Atnagulov,90eylül-ekim-kasım2012


Gubeydullin, Şabdanov, Jubanov, Şonanov, Aliyev,Asan, Kurmanov, Simumyagi, İpçi, Zebirov,Şeref, Hasanov, Arabayev, Azizoğlu... gibi birçokdilbilimci-Türkoloğun cezalandırıldığını vegenellikle de kurşuna dizilerek öldürüldükleriniöğrenince gerçekten çok üzüldüm. Elbette öldürülenlerburada sayılanlarla sınırlı değildi ve dahabirçok şair, yazar, devlet adamı öldürülmüştü. Öldürülenbu şair yazar fikir ve devlet adamları, Türktopluluklarının fikir ve kanaat önderleriydi. OnlarTürk toplumuna yol gösterecek, Türk dilini işleyecekve Türk aydınlanmasını gerçekleştirecekti.Onları yok etmek, Türk milletinin yolunu aydınlatacakışıktan yoksun bırakmak demekti. Onlarsadece bir can değil, bir millet demekti... Onuniçin bu kitabın adına “Kurşunlanan Türkoloji”İkinci bölümün alt başlığına da –Dilimizin ve BilimimizinSoykırımı- dedim.Bu eserde biz, Türk dünyasında meydana gelensürgün, baskı, soykırım ve insan hakları ihlalleriile birlikte, “Türkoloji”nin siyasal ve sosyaltarihine dikkat çekmeyi amaçladık. Siyasal vesosyal tarih, bu bilim alanında çalışan insanlarınyaşama biçimlerini, ilişkilerini, değer yargılarını,çektikleri sıkıntıları ve zorlukları tanımamızısağlayacak; hangi fedakârlıklarla, hangi imkân yada imkânsızlıklarla, nereden nereye geldiğimizibize gösterecektir. Siyasal ve sosyal tarih, bu bilimalanının geleneklerinin oluşup oluşmadığınıortaya koyacak; eski bilgi-yeni bilgi ilgisini nekadar kurduğumuzu ve neleri nasıl anladığımızı,nasıl ifade ettiğimizi ve ne kadar değiştirdiğimiziortaya çıkaracaktır. Ayrıca, Türklük biliminin siyasalve sosyal tarihi hangi ideoloji, yönetim vetoplumların, hangi dilden dinden ve soydan insanlarınbu bilim alanına nasıl yaklaştıklarını daortaya koyacaktır. Oryantalist, emperyalist, ideolojikve siyasal yaklaşımlarla bilimsel yaklaşımlararasındaki zihniyet farklarını gösterecek ve bazıkonuları daha doğru anlamamızı sağlayacaktır.Bu eserde biz, dünyada hiçbir bilim kolu mensubununyaşamadığı dramatik ve trajik olaylarıyaşayan ve canları pahasına Türkolojiye hizmeteden insanlara karşı vicdani görev ve sorumluluğumuzuyerine getirmeye çalıştık. ÖzellikleTürkiye Türklerinin bugüne kadar Türklükbiliminin siyasal ve sosyal tarihine ışık tutacakeserler yazmamış olmalarını büyük bir eksiklikolarak gördüğümüzü belirtmek istiyoruz. İşte buçalışmayla biz karınca kararınca bu sorumluluğumuzuyerine getirmeyi ve onların hatırasını ölümsüzleştirmeyiamaçladık. Onun için eserin adı:“Kurşunlanan Türkoloji” dir. ” (s. 15-16)Manas Yayıncılık tarafından Elazığ’ da 2007yılında basılmış olan eserin ilk baskısı 396 sayfaidi. Yazarın daha sonraki eklemeleri ile eserinhacmi neredeyse bir kitap kadar daha artmıştır.İkinci baskısı 551(2010), üçüncü baskısı ise 560sayfa olarak, 2011) yılında Ankara’ da faaliyetgösteren Akçağ Yayınevi tarafından basılmıştır.Eser; Ön Söz, Kısaltmalar, Korku Tüneli ( birincibölüm), Kurşunlanan Türkoloji ( ikinci bölüm) veKaynaklar ana bölümlerinden oluşmaktadır.Eserin “Korku Tüneli” ( 23-259 s.) adlı ilk bölümünde“20. Yüzyılda Türklerin Uğradığı Sürgün,Baskı ve Soykırımın Genel ve Kısa Tarihçesi”ana başlığı altında Türk dünyası coğrafyasında,özellikle sivil insanlara dönük sürgün, kıyımve katliamlar anlatılmaktadır.“Balkanlarda” adını taşıyan başlıkta, 93 Harbive Balkan savaşı sonrasında çekilmenin yaşandığıBalkanlarda, Bulgar, Sırp çeteleri ile Yunanlılarınyaptığı kıyımlardan bahsedilmekte ve bu süreçteOsmanlının Avrupa’daki topraklarının % 83’ünü,nüfusunun da % 69 ‘unu kaybettiği belirtilmektedir.“Adalarda” adını taşıyan başlıkta ise yine Rumve Yunan çetelerinin Kıbrıs ve Girit’te yaptığı zulümleranlatılmakta, bu adaların nasıl kaybedildiğiaçıklanmaktadır.“Sovyetler Birliği’nde” başlığı altında verilenler,ilk baskıya göre oldukça artmıştır. Bubölümde Sovyetler Birliği coğrafyasında yaşayanTürk halkına yapılan sürgün ve katliamlardanbahsedilmektedir. Eserin ikinci baskısına“ 1937-1938 Yılları Arasında NKVD organlarıTarafından Mahkum Edilenlerin Sayısı, ÇalışmaKampları ve Bulundukları Yerler, 1 Ekim 1937’de İTL NKVD SSCB Kamplarındaki TutuklularınMilliyetlere Göre Dağılımı, 1 Ekim 1938’ de91eylül-ekim-kasım2012


İTL NKVD Kamplarındaki Tutuklu Sayısı, GU-LAG Kamplarındaki Mahkum sayısı ve İktisadiFaaliyetleri, Yıllara Göre GULAG KamplarındakiMahkumların Aldığı Cezalar, İdam MahkumlarınınVeda Mektupları” adlı altı başlık altında çeşitlitablolar ve açıklamalar eklenmiştir. Kırım’da, İdil-Ural’da, Kafkaslar’da, Batı Türkistan’dayaşanan olayları da bu başlık altında tek tekaçıklayan yazar, ikinci baskıda Batı Türkistanbaşlığı altında anlatılan Kırgızistan alt başlığına“Roza Aytmatova’nın Günlüğünden ve TörekulAytmatov’un Son Mektubu” adlı iki başlık altındaeklemeler yapmıştır. Bu bölümdeki ekleme sadecebu başlıklarla sınırlı değildir, birinci baskıdavar olan bölümlere de eklemeler yapılmış; Kırgızistan,Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistanbaşlıkları altındaki bölümler de artmıştır.“Doğu Türkistan’da” Çin baskısı altında olanhalkın sıkıntılarının anlatıldığı bölümdür. Bu bölüme2009 yılında Urumçi’de meydana gelenolaylar hakkında kısa bir bilgi eklenmiştir.“Irak ve İran’da” adlı başlıkta ise 1959 Kerkükkatliamı ve bu coğrafyadaki Türklerin uğradığı kıyımlarbelgeler ve fotoğraflarla anlatılmıştır.“Türkiye’de” adlı başlıkta Ermeni ve Rumlarınyapmış olduğu katliamlar ile 1944 yılındaTürkçü aydınların uğradığı baskı ve yargılamalaranlatılarak H. Nihal Atsız ve O. Şaik Gökyay’ınSavunmaları tam metin halinde verilmiştir.Eserin “Kurşunlanan Türkoloji –Dilimizin veBilimimizin Soykırımı-” isimli ikinci bölümündeise Doğubilimi ve Türkolojinin Doğuşu, CezalandırılanŞair, Yazar ve Türkologlar isimli iki anabaşlık bulunmaktadır.“Doğubilimi ve Türkolojinin Doğuşu” adlıbaşlıkta ilk baskıda Doğu bilimi ve Türklük Biliminianlatan yazan ikinci baskıya bunlara ekolarak, Sovyet Türkolojisi ve Birinci UluslararasıTürkoloji Kurultayı, Sovyet Türkolojisi, 1926Bakü Türkoloji Kurultayı, Kurultayın Etkisi veSonuçları başlıklarını eklemiştir.“Cezalandırılan Şair, Yazar ve Türkologlar”bölümünde ise Sovyetler Birliği’nde başlığınaÇarlık dönemi, Sovyet Dönemi ve Repressiya, LeninDönemi, Stalin Dönemi ve Kruşçev Dönemi”alt başlıkları eklenmiştir. Sovyetler Birliği’ndeRus, Ukrayna, Estonyalı Türkologların, Özbek,Türkmen, Azerbaycanlı, Kırgız, Kazak, Tatar-Başkurt,Kırımlı, Nogay, Kumuk ve Karaçay-Balkarşair, yazar ve Türkologların yaşadıkları sürgün vekatliamlardan bahsedilmiştir. İkinci baskıda hembu bölümlerde daha önce bulunan kişiler ile ilgilibilgiler arttırılmış hem de yeni isimler eklenmiştir.Özellikle Azerbaycanlı Şair, Yazar ve Türkologlarbaşlığına birçok Türkolog eklenmiştir.İkinci baskıya eklenen ilginç konulardan biri deedebi mahkemelerdir. Azerbaycan’daki bazı edebieserlerdeki tiplerin nasıl yargılandıkları hakkındakiaçıklamalar da Azerbaycan başlığı altındaverilmiştir. Üçüncü baskıda ayrıca Türkmen Türkologlarıbölümünde beş yeni isimin yürek burkanhikâyeleri de yer almaktadır.Kitabın ikinci bölümünün sonlarında Çin’dekiuygulamalardan ve baskılardan söz edilmiş veTürkiye’de tutuklanıp yargılanan, işkenceye maruzkalan Türkologlardan bahsedilmiştir.Kitapta tutuklanan, cezalandırılan çok sayıdaaydının adı geçmektedir. Ancak özellikle adlarınabir başlık açılarak hayatları hakkında bilgi verilenkişi sayısı 52’dir. Bunların önemli bir kısmı Türkologlardır.Birkaç isim de özellikleri ve önemleridolayısıyla kitapta yer almıştır.Prof. Dr. Ahmet BURAN bu eseri hazırlayarakönemli bir aydın sorumluluğunu yerine getirmiştir.Türk milletinin çektiği acıları ve uğradığı sürgün,kırım ve kıyımları, ölüm ve zulümleri gençnesillere duyurarak onların tarihten ders almalarınayardımcı olmuştur. Aynı zamanda bu eserle,Türkolojiye hizmet eden meslektaşlarının hatıralarınıda ölümsüzleştirmiştir. Böylesine acı bir tarihi,akıcı ve sade bir üslupla ele aldığı KurşunlananTürkoloji adlı eserinde herkese ibret olmasıgereken olayları belgeler, fotoğraflar, mektup veanılarla sunmuştur.Her Türk evladının okuması gereken bu kitabıyazdığı için öğrencisi olmaktan gurur duyduğumdeğerli hocam Prof. Dr. Ahmet BURAN’ a bu vesileylebir kez daha saygılarımı sunar, hizmetlerinindevam etmesini dilerim.■92eylül-ekim-kasım2012


Rusedebiyatındanbeslenen,Gogol’u,Tolstoy’u,Puşkin’i veGorki’yiözümseyenElebayev’inZor Zamanlaradlı hikâyekitabı, CharlesDickens’inZor Zamanlarromanıylaaynı adı taşır.Elebayev’inkitabınınadı her nekadar Seçmehikâyelerdenoluşuyormuşhissi verse de,ilk bölümdeElebayev’inhayatı veedebi kişiliğihakkındaönemlimalumatlarverilir.SAMET AZAPZor Zamanlar, Ünlü Kırgız şair ve yazar MukayElebayev’in seçme hikâyelerinden ve makale ile fikir yazılarındanoluşan bir eserdir. Eser üç ana bölümden oluşur.Birinci bölümde, Elebayev’in hayatı yer alırken ikinci bölümZor Zamanlar, Son Bir Gün, Fırtınalı Gün, Karşılaşma,Zarlık, Uşak Arteli, Dört Yolcu adlı yedi hikâyedenoluşur. Eserin üçüncü bölümünde ise, Elebayev’in Makaleve fikir Yazılarından örnekler yer alır. Eserin çevirisini,Prof. Dr. Orhan Söylemez ile Halit Aşlar yapmıştır.Kardeş Kalemler dergisinin Mukay Elebayev’in doğumunun105. Yılı münasebetiyle ünlü yazara ayrılan sayısındaSöylemez ve Aşlar söz konusu kitabın bölümlerindekiElebayev’in hayatının olduğu kısmı, Fırtınalı Gün, Karşılaşmahikâyeleri ile Genç Yazarlar İçin Bir İki söz adlıfikir yazısının çevirisini yayınlamışlardı. Kitap, yayınla-93eylül-ekim-kasım2012


nan kısımlara ek olarak alınan hikâyelerle dahaderli toplu olarak okurla buluşmuştur.20. yüzyılın başında diğer Türk milletlerigibi, birçok Kırgız’ın da yakından hissettiğibaskıyı, zulmü ve sürülmeyi yaşayan Elebayevhikâyelerinde bu zulmü anlatmış, yarattığı kahramanlarıylayaşamış, yaşatmıştır. Nitekim kitabaadını da veren Zor Zamanlar hikâyesi de,1916 ayaklamasında Çin’e göç eden, bir süresonra da memleketine geri dönen Kabıl adlı Kırgızgencinin yaşadığı çileli hayatı anlatır. TıpkıÇin’e sürülen Elebayev gibi. Karşılaşma adlıhikâyesinde yıllar sonra karşılaşan iki eski arkadaşınsıradan hayatlarını ilgi çekici bir üsluplaaktarılır. Son Bir gün adlı hikâyesi ise, CengizAytmatov’un Aşk masalını andıran Cemile’siylekıyaslanacak kadar ilgi çekici bir aşk hikâyesinikonu edilir. Uşak Arteli hikâyesi, Sovyet hükümetininbaskıları neticesinde yıllarca çalışarakbiriktirdikleri mallarını kaybetme korkusunuyaşayan Kırgızların hissiyatlarını gözler önüneserer. Baysal adlı hikâyesi, bir genç ile uşaklıkyaparak yaşam mücadelesi veren insanların öyküsüüzerine kurgulanmıştır. Yolda hikâyesindeise, bir gezi yazısını andıran söyleyişle trenyolculuğu esnasında bir gencin gördükleri,yaşadıkları anlatılır. Elebayev, en ilgi çekicihikâyelerinden biri olan Fırtınalı Gün’de, KırgızSosyal yaşantısını ve bir gün içinde gelişen olaylarıusta bir titizlikle anlatır. Yazarın kitapta yeralan bir diğer hikâyesi Zarlık’ta, okuma aşkıylayanıp tutuşan bir gencin çırpınışları anlatılır.Yine yolculuk hikâyelerinden biri olan Dört Yolcuhikâyesinde ise, dört yol arkadaşının yaşadığıilginç olaylar anlatılır. Söylemez ve Aşlar’ında belirttiği gibi Yazarın hemen hemen bütünhikâyelerinde kahramanlarıyla bütünleştiğini vehikâyelerde kendi hayatından kesitler sunduğugözlemlenir.Rus edebiyatından beslenen, Gogol’u,Tolstoy’u, Puşkin’i ve Gorki’yi özümseyenElebayev’in Zor Zamanlar adlı hikâye kitabı,Charles Dickens’in Zor Zamanlar romanıyla aynıadı taşır. Elebayev’in kitabının adı her ne kadarSeçme hikâyelerden oluşuyormuş hissi verse de,ilk bölümde Elebayev’in hayatı ve edebi kişiliğihakkında önemli malumatlar verilir. Kitabınson bölümünde yer alan, Elebayev’in makale vefikir yazılarından seçilen örneklerde ise, Yazarlığıözümsemiş ve yaşam şekline dönüştürmüşbir yazarın özellikle genç yazarlar için verdiğinasihatler önemli yer tutar. “Genç Yazarlar İçinBir İki Söz” adlı fikir yazısında Elebayev, iyiyazar olmanın çalışmakla eşdeğer olduğunu belirterek,gençleri sahiplenmenin ve kalemlerinisağlam tutmaları için cesaret aşılamanın gerekliliğiüzerinde durur. “Edebiyatımızdaki HatalaraDair” yazısı ise, yazarın edebiyat dünyasındakendini rahatsız eden adam kayırma ve dalkavuklukmeseleri üzerinde eleştiri oklarını açıkçaisim vererek yönelttiği bir eleştiri yazısı hüviyetitaşır. “Genç Yazarlar Üzerine” adlı yazısında,genç yazarlara yol gösteren, iyi bir yazar olmanınsabır ve çalışmakla eş değer olduğunun altınıçizen Elebayev, “Folklor Üzerine” yazısındaKırgız sözlü kültür ürünlerinden destanlar üzerindekısa; ama önemli malumatlar verir.Yazarın yazılarında kullandığı üsluba bakılırsa,karşısındakiyle konuşuyormuş gibi kendinirahatça hissederek yazdığı görülür. Akıcıbir kaleme sahip olan Elebayev, Yazmanın çokçalışmayı gerektiren bir uğraş olduğunu belirtirken,iyi bir yazar olmanın emek, sabır ve erliğinürünü olduğunu fikir yazılarında belirtir. Edebiduyarlığı yürekten hisseden yazar, “YazarınGünlüklerinden Notlar” adlı yazısında, bu duyarlılığışu şekilde belirtir: “Yazar arkadaşlar,edebiyatın değerini bir anlasınız! Ah, sizlereyalvarıyorum!”Ana hatlarıyla vermeye çalıştığımızElebayev’in sağlam kalemini okurla buluşturanbu eserin, okundukça ve üzerine çalışıldıkçanice zengin bilgiyi içinde barındırdığı görülecektir.■94eylül-ekim-kasım2012


Soldan sağa: İl Kültür Müd. Tahsin Öztürk, Elazığ TSO Bşk. Ali Şekerdağ,Elazğ Belediye Bşk. Süleyman Selmanoğlu, Elazığ Valisi Muammer ErolM. HALİSTİN KUKULBu yıl, 21-24 Haziran 2012 tarihleri arasındayirmincisi düzenlenen “ UluslararasıHazar Şiir Akşamları”na ben de davetli olarakkatıldım. Tertip heyetini; başta, Elâzığ ValisiMuammer Erol olmak üzere, Elâzığ BelediyeBaşkanı Süleyman Selmanoğlu, Fırat ÜniversitesiRektörü Prof. Dr. Feyzi Bingöl Elâzığ TSOYönetim Kurulu Başkanı Ali Şekerdağ ile İl KültürVe Turizm Müdürü Tahsin Öztürk’ü tebrikederim.Elâzığ şehrinin güzide insanlarıyla beraberolmanın bahtiyarlığını yaşarken; bir şehrintopyekûn, şiire olan hasretinin de şahidi oldum.Ayrıca; bu vesileyle, senelerdir görüşemediğimizgönül dostlarımızla kucaklaşmamız da mümkünoldu. Sebep olanlara binlerce teşekkür gönderiyorum.Bu gönül dostlarımız kimler mi? Mesela;Elâzığ’da, <strong>Bizim</strong> Külliye adlı sanat ve edebi-yat dergisini çıkararak, sadece Elâzığ’ın sesiniTürkiye’ye değil; Türkiye’nin sesini de bütünTürk dünyasına ulaştıran Nazım Payam’laBedrettin Keleştimur’la,; Kayseri’den, Erciyes<strong>Dergisi</strong>’ni otuz beş senedir büyük bir azimleneşreden Nevzat Türkten’le, Âlim Gerçel veMuhsin İlyas Subaşı’yla; Eskişehir’den MehmetAli Kalkan, İsmail Sağır ve İsa Kahraman’la;Salihli’den <strong>Bizim</strong> Ece’nin senelerdir yükünüçeken Ahmet Otman’la ; Balıkesir’den AkhasanoğluYusuf Akgül’le; Gümüşhane’den Herfene<strong>Dergisi</strong> yayıncısı Talât Ülker’le; Çanakkale’denMustafa Berçin’le, İstanbul’dan M. UluğtekinYılmaz ve daha niceleriyle buluşmamızı sağlayanlarateşekkürlerimi sunuyorum.Sadece bu kadar değil elbette!Bu şölende, Türkiye’nin ve Türk dünyasınında birçok şair ve şairleriyle buluşmanın, konuşmanın,muhabbetin hazzını yaşadım.95eylül-ekim-kasım2012


Türkiye’den; Muhsin İlyas Subaşı’dan, AliAkbaş’tan, Âdem Yeşil’e, İsmet Binatlı’dan,Dursun Elmas’tan, Mehmet Ali Kalkan’dan,Tuncer Sönmez’e, Cemal Safi’ye, İsmail Yakıt’a,Fadıl Karadağ’a, Nevin Kurular’a, Okan Alay’a,Talât Ülker’e, Mehmet Nuri Parmaksız’a, HalilGökkaya’ya, Suat Yığmatepe’ye, İshakTanoğlu’na kadar kimler yoktu ki!Bu şiir akşamında; Türk dünyası âdetaElâzığ’da şahlandı: Aysel Elizade (Azerbaycan),Dauletbek Baytursınulı (Kazakistan), ElmaraMustafayeva (Kırım), Toktarali Tanjarık ( Kazakistan),Altynbek İsmailov (Kızgızistan), BestiElibeyli (Azerbaycan), Nurala Göktürk (DoğuTürkistan), Qismet Rustemov (Azerbaycan), HasiyetRustamova ( Özbekistan) ve Osman Ahmetoğlu(Gürcistan), bu gecenin ihtişamına ihtişamkatanlardandı.TRT AVAZ vasıtasıyla bütün dünyaya duyurulanbu güzel şölenin daha mükemmele ulaşmasıbakımından, gözden kaçmış olabilecek bazıhususları ifade etmekle kendimi vazifeli addediyorum.Bütün samimiyetimle söylüyorum ki, bütünmillî oyunlarımıza olduğu gibi, “Çaydaçıra”yahayran değil, müptelâyım dersem hiçbir mübalâğayapmış olmam. Millî Kültür <strong>Dergisi</strong>’nin Aralık1981 tarihli sayısında yayınlanan “ Titrer AsırlarBoyu” başlıklı şiirimin ilk dört mısraı şöyledir:“ Çaydaçıra ışıtır geceyi dolunayla;Titrer asırlar boyu bu ezgiyle bu yayla!Bu, klarnet sesidir, Harput Kalesi’nden oyy!Doğmuşuz at üstünde, büyüdük okla yayla!”O gece (23 Haziran), -dikkat ettim, dolunayyoktu, hilâl vardı. Amma; yine de, şölenden önce,kimseye bir şey diyemeden “Çaydaçıra”yı bekledim.Diyeceğim o ki; Elâzığ’da, “çaydaçıra” seyredemedenKaradeniz sahillerine döndüm!Maksadımız, güzelin daha güzellerini hedefalmak ve onlara ulaşmak olduğuna göre, naçizane,birkaç hususa daha temas edelim istiyorum:* “Hazar Şiir Akşamları”nın başında bulunan”uluslararası” ifadesi bana hiç cazip gelmedi/gelmiyor.Bunun birinci sebebi, “ millet” gibiharika bir kelimenin Moğolca olan iğreti bir kelimeyetercih edilmesi ve onunla yer değiştirilmesidir.Kaldı ki; yirminci Hazar Şiir Şöleni, tamamen“ Türk Dünyası Şiir Şöleni’dir. (Küçük)Hazar’dan (büyük) Hazar’a akan bir gönül selive Türk dünyasını kucaklayan bir gönül sesidir,bir gönül meşalesidir. Ve bu şölen, sadece, Türkdünyasının şair ve şairleriyle icra edilmiştir.* Yunus Emre’ye ithaf edilen bu üstün seviyedekibir şölende okunan şiirlerin hepsinin, “Yunus Emre” ile ilgili olmasını arzu ederdim.Sonunda (veya başında), bu şiirler, bir “YunusEmre Güldestesi” olarak değerlendirilirdi. Yani,bir kitap hâline de getirilirdi. Kaldı ki; YunusEmre ile ilgili çok az şiir okunduğu gibi; bazılarıda, onun fikrî ve bediî anlayışıyla hiç irtibatlıdeğildi.* Şölenden önce bastırılıp dağıtılan ve şair/şairlerin fotoğraflarının, hayat hikâyelerinin veşiirlerinin bulunduğu kitapçığın 6. ve 7. sayfalarındaki( Öğüt Kitapçığı) kaynak gösterilen yazılarındil ve fikir yapısı külliyen yanlıştır. <strong>Bizim</strong>,böyle bir lisanımız/Türkçemiz yoktur. Kaldı ki,bu yazının kim tarafından kaleme alındığı da belirtilmemiştir.Niçin?Mesela; tasavvuf, İslami bir mefhumdur.Onun Yeni- Platonculuk ile alâkası nedir? YunusEmre’yi, Kur’an Kerim’in ve hadis-i şeriflerindışına atmak veya itmek isteyen bu anlayışnereden türemiştir ve burada niçin yer almıştır,bilmek isteriz.*Az da olsa, bazı kişilerin, mikrofonu, kendiarzu ve emelleri istikametinde kullanmaları,hem şairlere hem konuklara ve hem de canlıyayında televizyon seyircilerine karşı yapılmış,umumi birlik havasını ve ruhunu zedeleyen yanlışbir tavır olmuştur. Bu tavır içeresinde bulunmasımuhtemel her şairin, kendisini, murakabealtına alması cihetinde ikaz edilmesinin gereğineinanıyorum.Ve inanıyorum ki; Elâzığ’ın, bu üstün millîşuurlu ve şiir sevdalısı insanları ve öncüleri, daimaen yüksek mevkide mertebe bulacaklardır.Harput Kalesi’nden Fırat’ın çağıltılarıylakucaklaşan “ Çaydaçıra” coşkusuyla ve YunusEmre’nin deyişiyle, bütün “ Dost bahçesi bülbülleriniselâmlıyorum!Elâzığ, çok daha güzel şeylere lâyıktır; müşahedeettiğim bu gönül birliğini, bunun, en barizişareti olarak görüyorum.■96eylül-ekim-kasım2012

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!