11.07.2015 Views

DÜŞÜN VE SANAT DERGİSİ - Ankara Ağın Derneği

DÜŞÜN VE SANAT DERGİSİ - Ankara Ağın Derneği

DÜŞÜN VE SANAT DERGİSİ - Ankara Ağın Derneği

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

a¤›nDÜŞÜN <strong>VE</strong> <strong>SANAT</strong> DERGİSİKASIM - ARALIK 2010


AĞIN DÜŞÜN <strong>VE</strong> <strong>SANAT</strong> DERGİSİ<strong>Ankara</strong>-Ağın Kültür ve DayanışmaDerneği tarafından yayımlanan veElazığ’ın en uzun soluklu dergilerindenbirisi olan Ağın Düşün ve Sanat Dergisihakkında sizleri aydınlatmadan önce,güzel Elazığ’ımızın küçük, küçük amaşirin ilçelerinden birisi olan Ağın’ın konumu,çeşitli sorunları ve sosyal-kültüreldurumuna kısaca değinmenin yararlıolacağını düşündüm.Ağın; Keban Baraj Gölü kenarında,yeşilin her tonunun görülebildiği, sessizliğin,sakinliğin hüküm sürdüğü ve deyimyerindeyse tam kafa dinlenecek yer diye tanımlanabilengüzel bir ilçedir. 1954 yılında ilçe konumuna getirilenAğın’ın, Elazığ’a uzaklığı yaklaşık 85 km’dir.Kışın nüfusu oldukça azalsa da; ana-baba-akrabaarkadaşözlemini çekenlerin, çocukluk anılarını tazelemekisteyenlerin, büyük şehirlerde bulamadıkları dostluk,arkadaşlık, komşuluk ilişkilerini yaşayabilmekiçin yaz aylarında koşup geldikleri yerdir, Ağın…Okuma-yazma oranının % 98’lere ulaştığı bir ilçedir,Ağın…Son nüfus sayımında nüfusu 1980’lere düşen birilçedir, Ağın!..Ancak Ağın, Ağınlılar için bir tutku, bir sevda,bir aşktır…“Mum dibine ışık vermez” diye meşhur bir atasözümüzvardır. Buradaki ‘mum’ sözcüğünü ‘KebanBarajı’ olarak algıladığımızda, bu atasözü sankiAğın için söylenmiş gibidir. Çünkü, ülkemizin enerjigereksinimine önemli ölçüde katkıda bulunan KebanBarajı; Ağın’ın 5 yerleşim yeri ile birlikte, en verimliarazilerinin de bir kısmını (370 km 2 ) yutmuş,nüfusun azalmasını tetiklemiş ve belki de en önemlisikarayolu bağlantısını kesintiye uğratmıştır. Buarada, bazı yerleşim yerleri de ulaşım zorlukları nedeniyleAğın’dan ayrılarak Keban’a bağlanmışlardır.Feribot bağlantılı geçişler; ulaşımın, günün ancakbelirli saatlerinde ve bir ücret karşılığında yapılmasınızorunlu hale getirmiştir.Bundan dolayı Ağınlı; hastasını zamanında hastaneyeulaştırmakta zorlanmakta, iklim koşullarının bozukolduğu dönemlerde gölün karşı kıyısındaki köyçocuklarının taşımalı sistemle gerçekleştirilebilen eğitimleriaksamakta, yük/yolcu taşımacılık ücretlerininAltan İLTERAltan İLTERdolaylı olarak artması vb. olumsuzluklarında ortaya çıkmasına neden olmaktadır.Sonuç olarak, Keban Barajı özetle“Türkiye’ye yarar, Ağın’a zarar” getirmiştir.Tüm bu olumsuzlukları bir anlamdagiderecek olan Ağın-Karamağara Köprüsü’nün;2001 yılında ihalesinin yapılmasınave temelinin 2002 yılında atılmasınakarşın; bu iş için ayrılan ödeneklerin çokkısıtlı olması, yıllarca inşaat işlerinin ipe-sapagelmez gerekçelerle savsaklanarak, 7-8yıl sonra proje değişikliğine gidilmesi, inşaatişlerini önemli ölçüde sekteye uğratmış ve bundandolayı da her yıl ancak arpa boyu yol alınabilmiştir.Ve sonunda, Ağın-Karamağara Köprüsü’nüneski projesi tasfiye edilerek, yeni hazırlanacakprojenin (2011 yılında genel seçimlerin yapılacağıhususu da göz önünde bulundurularak) 2011 yılındayeniden ihaleye çıkarılacağı açıklanmıştır!..Yaklaşık 40 yıldır kendi kaderiyle baş başa bırakılanAğın ve Ağınlı’nın çektiği çilelerin artık bir sonbulması ve sorunlarının süratle çözüme kavuşturulabilmesiiçin, Hükümetimizin artık boş lafları bir tarafabırakarak, neredeyse betonları çürümeye yüz tutanköprümüzü bir an önce bitirmesi tek dileğimizdir.* * *Şimdi gelelim Elazığ’ın belki de en uzun yaşamlıdergisini tanıtmaya:Ağın Fikir ve Sanat Dergisi:<strong>Ankara</strong>-Ağın Kültür Derneği tarafından, 1967yılı Ocak ayından itibaren Ağın Fikir ve Sanat Dergisiadıyla bir dergi çıkarılmaya başlamıştır.Derginin başlangıç sayılarındaki sahipliğini Dr.Vâkıf Özkul, yazı işleri müdürlüğünü ise Nihat İspirüstlenmiştir. Sonraki dönemlerde ise sahipliği, sırasıyla;Güner Özmen, Gülçin Baytaş, Muammer Niksarlıve Dr. Kemal Köseoğlu, yazı işleri müdürlüğüde Mehmet Salim Özer ile Hüseyin Kabasakal tarafındanyürütülmüştür.Dergi; 1967 yılı sonuna kadar 1 forma iken,1968 yılı başından itibaren 2 forma (32 sayfa) olarakçıkarılmaya başlanmıştır.Ekonomik nedenlerden dolayı, 41 sayı çıkarılanderginin yayın hayatına 1970 yılı Nisan-Mayıs sayısındanitibaren son verilmiştir.ağın Kas›m-Aral›k 20103


BARAJLI AĞIN’DA GÜNEŞLE GEZİ‹smail N. BEYDEM‹RGün Pulur’dan bizim ele doğanda,Ölen karanlığa kefin biçilmez,Aladağ’dan-Karadağ’dan bu yanda,Tarla-çalı okşanmadan geçilmez.Ekirek’le Hozakpur’un başında,Sevgili çağıllar yüz bin yaşında,Sulakların gürül gürül suyundan,Buz gibidir, diş dayanmaz, içilmez.İsmail N. BEYDEMİRSürsülüklü dere, paharın nerde?Kim düşürdü bizi, bu derin derde?Güvercine yuva olan kayalar,Kereviz’ler dolmuş, koyup geçilmez.Bak, şu bol çamurun cığızlığına,Dolmuş, değirmenin doğuzluğuna,Zeyniğin Mişmişlik yerinde midir?Galacuk’dan dik aşağı uçulmaz.Andiri’yle Apuşma’da, bir dize,Fellahlar’la Aluşağı, göz göze,Gobbik’den sıyrılıp dereye indik,Bu önemli yıkım, nasıl seçilmez?Hacıgilin Mezarlık’dır burası,Ordan başlar, işte gönül yarası,Ne bağ kalmış, ne de Faris dayımız,Değirmen yok, çaygara’dan içilmez.Muhtargil’in Bağ’ın, bak şu halına,Balık yuva yapmış, cevüz dalına,Ne yol kalmış, ne derede daşşik’ler,Atlavuçla bu dereden geçilmez.Özlem duydum, Hoşirik’le bağlara,Dönüp gittim burdan, eski çağlara,Dar zuvağın, yeri bile yok olmuş,Değirmen yok, goşgoş nerde seçilmez?Yıkılgan’ın karşısından, dereye,Yol inerdi anımsayam, nereye?Kasım Dayı, bağı ile yok olmuş,Saatçı’sız, bu yollardan geçilmez.Gurtgaya’yla Pijtutluğ’un arası,Gene bayır-bacak durur, orası,Şaşıp kaldım, tanınmaz olmuş burlar,İğdeler yok, baygın koku saçılmaz.Pağnik yolu, hark altından giderdi,Karadayı, bize selam ederdi,Harmanlarda ne ekin var, ne düğen,Yıkım gelmiş, bu yerlere göçülmez.Gemi yolu nerde, seçebildik mi?Bu derinliğe, boy biçebildik mi?Bağ-bahçe yok olmuş, gökler yeşil su,Türküler çaldığım, yollar aşılmaz.Fırat, Eğin Ağzı söylemez oldu,İçime, çok eski anılar doldu,Adalar-kavaklar, hani nerdeler?Kesildi soluğum, bu su içilmez.Fırat yatağının, yeri belli mi?Sato Dayı gene, tatlı dilli mi?BEYDEMİR der, artık geri dönelim,Buralardan Süderek’e geçilmez.6 ağın Kas›m-Aral›k 2010


Merhaba Atam,Doğduğumda, 17 yıldır sensizdik.Çocukluğum, coşkulu 23 Nisanlar,29 Ekimlerle ve üzgün 10 Kasımlarlageçti. Nedenini bilemesem de seni çoksevdim.Gençliğim, sağcı-solcu hayhuyuiçinde, üniversiteye kadar geldi. Nutkunuokudum. Öğrendikçe, ilkeleriniyolum bildim.Seni, tanıdıkça daha çok sevdim.Açtığın yoldan, sunduğun nimetlerden yararlananbir öğretmen olarak; öğrencilerime, bağımsızolmanın önemini ve ilkelerinin kıymetini iyibilmelerini öğretmeyi, borç bildim.Bir ulusu; esirlikten, geri kalmışlıktan kurtarmanınzorluğunu gördükçe, sana saygımı büyüttüm.Bir kadın olarak, nüfusta bile adımın olmadığı,yanımda erkek olmadan sokağa çıkamayacağımATA’YA MEKTUPLARNalân AYBEKNalân AYBEK - Selçuk AYBEKülkelerde yaşamadığıma şükrettim.Ben seni, yaptıklarınla tanıdım.Ben seni, tanıdıkça sevdim.Senden sonra kendine yeten bir ülkeolamadık. Birbirimize saygılı ve tahammüllüolamadık. Bilim ve kültüreönem veremedik.Torunlarımın, Afganistan gibi birülkede yaşamasını istemiyorum. Devrimleriniyok etmek isteyenlere, seninsevginle direnmeyi, borcum biliyorum.Ve bugünkü siyasetçileri gördükçe, seni dahaçok seviyorum.Ben, senin sayende:Esir değil, özgürüm.Mal değil, kadınım.Cahil değil, öğretmenim.Ben, seni sevmeyeyim de kimi seveyim?Kızın NalânSevgili Atatürk’üm,na, güzel sanatların güzelliğini katacağız.Onları ayartan, yoldan çıkaran içÖnce saygıyla ellerinden öperim;cennet bahçelerindeki tüm İstiklal Savaşıve Devrim kahramanlarının da el-İnsanlarımız, dünyanın sonu gel-ve dış güçlerin gücünü kıracağız.lerinden öperim.mez aç gözlülüğünden, itiş kakışından,sapkınlıklarından kurtulacak; ya-Bizi sorarsan mutsuz ve endişeliyiz.Açtığın yararlı ve uygar yola, çukurlarkazılmış, molozlar dökülmüş,nacak.şamları göklerin maviliğiyle aydınla-dikenli teller çekilmeye çalışılıyor,Bunları yaparken, gözümüz hepSelçuk AYBEKgüçlükle ilerliyoruz.sende olacak. Bazen düşüp bir yerlerimizikanatsak bile, kalkıp arkandan geleceğiz. Bi-Bunları yapan bizim kardeşlerimiz, atsan atamayız;aileden aldatılmış kişiler çıkabilir. Ne yapacağızpeki?bizden beklediği de budur.ze yakışan budur; Evrenin sahibi yüce yaratanınBiz, önce sağlam duracağız. Akıl ve bilimle Ne diyem Atatürk’üm, babam, yol gösterenim,can dostum, seni unutmayacağız.davranacağız. Onlara aş ve iş vereceğiz. Aileninbu sapkın çocuklarını akıl ve bilimle eğiteceğiz. Sevgiyle ellerinden öperim.Gerektiğinde kulaklarını çekeceğiz. Onların ruhu-Oğlun Selçukağın Kas›m-Aral›k 20107


ir adamı kesin kabahati yok iken hapis ve sürgüneder. Geçim çarkını bozarak yoksulluk ve sefaletçektirirler kimse sesini çıkaramaz. Şahsi hükümettegazeteler işbaşında bulunan kimselerin dalkavukluğuile geçinirler. Hükümet bir kötü iştebulunsa da yine överek ve yücelterek göklere çıkarırlar.Yapılan kötülüğü iyilik biçiminde göstermeyeçalışırlar. Asıl amaçları vatana ve milletehizmet olmayıp para kazanmaktır. Para kazanmanınyolu da böyle olur.”Ziya Paşa’nın yurt dışında yayımlanan bu yazısı,yurt içinde büyük bir rahatsızlık yarattı. Döneminüst düzey yöneticileri İngiltere’ye baskı yaptılarve Ziya Paşa’yı Londra’da tutuklattılar. Kısabir tutukluluk süresinden sonra kefaletle salıverilenZiya Paşa, Londra’da yayımlanmasına izin verilmeyengazetesini önce Paris’te, sonra Cenevre’deyayımlamaya çalıştı; ama bu iki girişimindede başarılı olamadı.“En sakıncalı sözcük” damgalı “cumhuriyet”,ülkenin üst düzey yöneticilerini rahatsız ediyordu;ama aslında ülkenin halkını da, padişahını da hiçrahatsız etmiyordu.Çünkü halk, anayasa rejimi, halkın kendi yönetimi,ya da grev gibi kavramları da, bunların endoğal hakkı olduğunu da bilmiyordu. O nedenlehalk, bunları elbette istiyor değildi. Halkın “iyiyönetim”den anladığı, haklarını çiğnemeyen, varlıklarınımemurların keyfi yönetimine bırakmakzorunda olmadıkları bir yönetim biçimiydi.“Cumhuriyet” sözcüğü, halkı bu nedenle rahatsızetmiyordu; padişahı ise, halkının bu özelliğini çokiyi bildiği için rahatsız etmiyordu.Mustafa Kemal’in aydınlatması sonucu aynıhalkın torunları yıllar sonra “cumhuriyet”i, bir“uygar yaşam biçimi” olarak tanıyabildi ve onatüm susamışlığı ve hak edişiyle sahip çıktı.Halkın, “cumhuriyet”i yeni tanımaya başladığıgünlerde yaşlı bir kadın, elinde bir kâğıtla MustafaKemal’e yaklaştı ve biraz yaşı, biraz da heyecanınedeniyle titreyen sesiyle sordu:- Beni tanıdın mı oğul? dedi. Sizin Selanik’tekomşunuzdum. Bir oğlum var, devlet demiryollarınagirmek istiyor. Siz ‘Onu alsınlar’ demiştiniz;ama müdür bey dinlemedi. Oğlumu işe almadı.Ne olur bir kere de siz söyleseniz...Mustafa Kemal’in gözlerinde bir anda sevinçışıltıları parıldadı. Elleriyle hareketler yaparak,çevredeki herkesin duyabileceği yüksek bir seslekarşılık verdi:- Oğlunu işe almadılar mı? dedi. Hem de bentavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyiolmuş... Çok iyi yapmışlar...Sonra da karşısındaki yaşlı kadını bıraktı, çevresindekitopluluğa heyecanla şöyle dedi:- İşte cumhuriyet böyle anlaşılacak... İştecumhuriyetten beklediğimiz sonuç...“Cumhuriyet”in ilanından birkaç ay sonra,yurt içi gezilerinden birinde gittiği ilde, yollarındüzgünlüğü ilgisini çekmişti. Valiye, bu yollarınasıl böyle dümdüz yapabildiklerini sordu.- Merkeze yakın köylerdeki halkı jandarmalarlatoplattırıp, yol onarımında çalıştırdık, GaziPaşa Hazretleri, dedi vali.Mustafa Kemal’in kaşları çatıldı:- Vali Bey, ‘Corvee’ nedir bilir misiniz? dedi.Valinin duraksamasından sonra şöyle sürdürdüsözlerini:- Öyle ise ben söyleyeyim: ‘Angarya’ demektir.Ve şu anda bilmeniz gerekir ki, hiçbir vatandaşıkanunsuz olarak işinden alıkoyamaz, onu çalışmayazorlayamazsınız. Cumhuriyette, angarya diyebir şey yoktur.Başka bir gezisinde, “Her şeyi yapan sensin,bütün varlığımızı sana borçluyuz; sen olmasaydın,başka hiç kimse, hiçbir şey yapamazdı, bundansonra da yapamaz. Allah seni başımızdan eksik etmesin...”demek istediler. Mustafa Kemal’in neşesikaçtı, bunalmaya başladı, konuyu kapatmakistedi:- Bütün yapılanlar, herkesten önce büyük Türkulusunun eseridir, dedi. Onun başında bulunmamutluluğuna ermiş bulunan bizler ise, ancak onunbilinçli özverisi sayesinde, düşünce ve inanç birliğiiçinde ortak görev görmüş, öylece başarı kazanmışinsanlarız. Gerçek budur.Çevredeki halktan, “Bu kadar yüksek tevazu...”sözlerini duyunca, sesini bu kez biraz yükselterekkonuştu:- İzin verin, ortada tevazu filan yok, gerçeğindile gelişi vardır, dedi. Önümüze çıkan sorunlarhakkında, her zaman uzun uzadıya konuşur, danışırım.Herkesi söyletir ve dinlerim. İtiraf edeyimki konuşulacak sorunların çözüm biçimleri hakkındaaçık bir fikre sahip olmadan görüşmeleregirdiğim olmamıştır. Bu konularda, ancak arkadaşlarımıyani sizleri dinledikten sonradır ki kanıyavarmışımdır. Dolayısıyla uygulamada olduğugibi, verilen kararlarda da hepinizin payı vardır,bunu bilesiniz.”Bir süre konuşmadı, sonra şöyle sürdürdüsözlerini:ağın Kas›m-Aral›k 20109


- Şimdi konunun asıl ince noktasına geliyorum.İçeride ve dışarıda şahsıma karşı suikastlartertip edilmesinin nedeni ve gizi nedir? Bunu hiçdüşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanlarınbenimle kişisel bir alıp veremedikleri mi vardır?O da değil... Sizin sözlerinizin de onların sakatmuhakemesine uygun olduğunu bilmem farkedebiliyor musunuz? Eğer içtenseniz, bu düşünceyikafanızdan çıkarınız. Hatta böyle düşünenlererastlarsanız, onları da uyarınız. Herkes ulusalgörev ve sorumluluğunu ve memleket sorunlarıüzerinde bu zihniyetle, düşünüp çalışmayı alışkanlıkedinmelidir.Mustafa Kemal, bu doğrultudaki görüşünü birakşam, sofrasında konuklarına da açıkladı:- Efendiler, size şunu söyleyeyim ki, DevrimciTürkiye Cumhuriyeti’nin benim şahsımla ayaktadurduğunu sananlar çok aldanıyorlar. TürkiyeCumhuriyeti her anlamıyla, büyük Türk ulusununöz ve sevgili malıdır. Değerli evlatlarının elindeher zaman yükselecek, sonsuza değin kalıcı olacaktır.Bir gezisinde çevresindekiler, Mustafa Kemal’esordular:- Madem bu meclis kendisini cumhuriyeti ilanetmeye yetkili görüyorsa, dediler. O halde bir başkameclis de kurulsa ve o meclis de meşrutiyetigeri getirmeye kalksa, o zaman ne yapacağız?Mustafa Kemal, tebessüm ederek karşılık verdive “Eğer böyle hevesliler çıkarsa, onların hepsinisopayla kovalarız” dedi.Cumhuriyetin on ikinci yıldönümü kutlamalarıiçin çeşitli yazılar hazırlanmıştı. Mustafa Kemal,hazırlanan yazıları gözden geçirmek istedi. Listede,“Atatürk bizim en büyüğümüzdür”, “Atatürkbu milletin en yücesidir”, “Türk Milleti asırlarsonra bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı” gibisözler sıralanmıştı.Mustafa Kemal, bu ve bunlara benzeyen sözlerinüstünü karaladı. Tümünün yerine yalnızca şutek sözü yazdı:“Atatürk, bizden biridir.”AĞIN’AYOLCULUKNiyazi Yıldırım GENCOSMANOĞLUAkçadağ’dan çıktım işler tersineTren de dayandı Beyderesi’neFırladım dışarı düdük sesineYamandır yolculuk yaman Niyazi.Neyse geldik şen Elazığ’aİşi de bağladık sağlam kazığaRastlamadık yolda sütü bozuğaTemizdir herkesin sütü Niyazi.Oradan da geldik Hıdıroz’aBurası nahiye olsa farazaMüdürü muhtarı gelir marazaAhalisi Kürttür çatma Niyazi.Arkada bıraktık kazayı şehriYolumuza çıktı Karasu nehriGemiye binmeden içeydim zehriKefen koltuğunda korkma Niyazi.Çoluk çocuk çıktı geldi önümeYüz sene eklendi sanki ömrümeKim olsa delirmez benim yerimeGaliba itibar fazla Niyazi.Bir günde yer idim sekiz on ekmekHakkaten zor idi derdimi çekmekAğın’da çok yenir sırın ve ekmekTadına doyulmaz bunun Niyazi.Bu şiir, kardeşi Nezihe Tırmaş tarafındandergimize verilmiş olup, hiçbir yerde yayımlanmamıştır.10 ağın Kas›m-Aral›k 2010


BAZI ŞAHISLARIN SEMBOLİK SÖZLERİOrhan ERCANSakkara varken balığa ne ki.Değirmenci Mehmet YılmazDeğirmeni çırotladım.Rıza DelibaşıBeş yirmilik, bir onluk.Nazlı BibiBeyim, iyi yakıştı.Terzi Metin ÖzçelikNasıl olacak?Berber Fevzi AkgülOrhan ERCANEl elde, baş başta.Zabıta Mehmet SucuErhan, yavriğim.Ömer KavuncuAdana’da iken...Berber Bedri AktaşŞahra geçerdi.Kaya UçkunkayaOturki anladam.Mehmet ÖrenDeve devüren. (Simson tüfek)ŞekeroğluGel gözüm.Polis Ahmet KayaSen ne anlarsın çaydan.Kahveci NecmettinYap bir Adana.Kahveci Ali AkkoyunNe içmesi yahu, yeyir yeyir.Yalancı HâkimGeçti ömür.Süleyman DirlikSerhan nerede?Kemal PolatKivra geldin mi?Serhan PolatOyun kimde kaldı?Hüsnü EmmiSen daha onun neyini gördün ki?Öğretmen Soner ÖztürkBilmediklerin var.Öğretmen Mehmet ÇelenkAynen kazan. (Kemaliye)Rasim ÖrenUlan be, yahu işittin mi?Öğretmen Hüsnü AydoğmuşAynısının, tıpkısının, benzerinin bir örneği.İbrahim Eralpİçinde neyim var…Kepekçi Mustafa KaradağUy! Diş çekecekler, kayıp olam.Halim BaltacıO eskidendi.Mükremin Ertuğrulİki yanım dolu.Taşcı Mustafa Selçukİmanım gel.Öğretmen Süleyman ErbenKıldırladiler.Lutfi KortikoğluBak gine dalga geçir.Vahşenli OsmanHaberim yok.Andirili Baki14 ağın Kas›m-Aral›k 2010


Gırmızi ayular.Hozakpurlu İbrahimO adam, ziyansuz falan.Hozakpurlu MehmetLav nere?Motorcu Mehmet AliSöz...Tozlu Nuri DayıAvandime söleyem.Mehmet İkinci (Katil)Yavrucuğum.Öğretmen Hüseyin ÖztürkUlen.Öğretmen Mualla EfirDuble yaptım.Öğretmen Sezayi EfirArkadaşımın oğlu.Kâtip Hasan ÖğünçNeyin gerek.Abdullah Küçükİki horozun ortasına aldın mı... (Tüfek)Süleyman KoçerSiz adamı deli edersiz.Bahattin KoçerSu kime gedir?Ahmet UyanıkDeğirmende.Vahit NiksarlıKaymaz uram.Kâmil NiksarlıTam göreceksin. (Fotoğraf mak.)Kemal NiksarlıGörmem lazım.Orhan NiksarlıAntep mali.Mustafa SakallıHarmandan harmana gider.Yemenici Hüseyin ŞahinBana eski günlerimi hatırlatmayın.Hikmet ŞahinBu işin şakası olmaz.Mahir BaykutTaziyi sala seyir edesin.Mehmet Delikanlı (Çakmak)Getür yaparım.Adıgüzel Emmi (Kırmıtik)Gel efendim gel, vardur, bulunur.Ağa Dayı (Uygan)Süyünkleri köpüçledim.Hasan SarıoğluSoğulcan parçası.Haççe SarıoğluBir dakka.Öğretmen Kemal SarıoğluBir gün...Polis Mahir SarıoğluHele buraya gel ki diyem.Mehmet OrhanMusluğu kapatın.Hacı İbrahim AmcaBalığa bir daha gidebilsem.BıccalaVallah billah ben yemin etmem.Hakkı EroğluYa Allah, ya septah.Cümbüşcü Mehmet ÖlmezSade olsun.EzzeBabamın sağlığında.Mehmet Samur (Kambur)Gözümsün.Yıldırım Fahrettin Uzunoğluağın Kas›m-Aral›k 201015


Sen olmazsan vermezdim.Mehmet Onat (Açıkbaş)Yavrum geldin mi?Kuluçgil’in Osman AydoğmuşFransa’da iken...A. Tuncer AlpKırmızı kırmızı elmalar.H. Sait TürkHer şey güzel.Günerkan AydoğmuşPantolonun küçüğü büyüğü olmaz, aynı fiyat.Terzi Kenan SoydamOrada da düşer miydi?Tapucu İbrahim YazgınUla Muhlis, ceketimi tiksene, ditiririm.Ahmet AlpEski fiyattan.Manifaturacı Celal ÖzkanEfendi, balıklar fırıl fırıl geçtiler.Minayikli Ali Paşa ÖzerDavar gettu mi?Sağır SultanSabırlı ol.(PTT) Hüseyin NiksarlıSatacağım.Nevzat GermikarlıÇağam su getür.Emine YurtçuHısım.Osman YurtçuGel götür.Hüseyin ÇınarHıım… Çek.Kalaycı Osman ErbakanTopladım.İbrahim ErbakanBinlikler kucağında.Ahmet KapusuzYılanın ısırdığı yer, aynen serik.Mehmet GündüzMelehe bülür.Ahmet KaragözRahatım.Öğretmen Mehmet KaraoğluTatlım, kıymetlim, gülüm benim.Öğretmen Faruk ErdemAğır iş temiz çıkar.Marangoz Nurettin TürkmenLaf anlamazlar.GülefendiHepisini toptan satacağım.Tenekeci NazmiBüldüğün gibi değül.Kenan ÇobanoğluSonra gel.Sabri BaykutPekiale.Salih ÖzpekYook… ağabeycim bu iş burada biter.Vedat ÖzpekÖküzüm büyük olsun da çüte getmesün.İhsan AktaşUla ben ölmüş müyüm?Mustafa KüçükDingin taşını dişledim.Yaşar SamurListeye bir bakayım.Öğretmen Mustafa ÇavdarKöyüm.Öğretmen Turgut ÖzerMesafe bırakacaksın.Erhan Özçelik16 ağın Kas›m-Aral›k 2010


HikâyeTOLLİ İLE OTOMOBİLTolli, Ağın Lollar Mahallesi’nde1925’li yıllarda hatırladıklarımın enyaşlılarındandır. Asıl adı neydi, kiminnesiydi, aslen nereliydi, kaç yaşındaydıbilmiyorum. Tolli diye çağrılırdı.Dinmeyen bir ağrının iniltileri gibi, bizesöylediklerinden, oğullarının seferberliğegittiklerini, şehit haberleriningeldiğini bilirdik…Gözünün biri sakattı. Yüz yıla yakınyaşı, bükülmüş beli, titrek kemikleşmişelleri, bir deri bir kemik kalmış vücudu ileyine de canlı ve hareketliydi. Yüzü derin buruşuklarlakaplı, gözleri çukurlarına gömülü, tek gözününsabit bakışları çok keskindi. Uzun ömrününçok görmüş, çok çekmiş şeridinde yoksul doğununacıklı macerası sıralıydı. İyi kalpli, yumuşakhuyluydu. Görünürde malı, mülkü, geliri yoktu.Yüzyıllar görmüş harap evi ile yamru yumru değneğindenbaşka serveti yoktu. Nasıl geçinir, neyer ne içer bilinmezdi. Elbisesi yamalı fakat temizdi.Velhasıl o, Ağın’da kendi aleminde ve kendinebenzeyen bir tipti. Herhalde bunun için onuçok severdik.En tatlı, en rahat “Saklambaç”ı onun karanlıkbir mağraya benzeyen duvarları güherçile ile çiçeklenmişavlusunda oynardık. Hatta üst katta,kapıları daima açık duran odalarına kadar girersaklanırdık. O zaman Tolli’nin muzipliği tutar,daima oturduğu Tuz taşı veya avlunun damından,ebeye değneği ile işaret eder, bizi ele verirdi. Yakalanışınüzüntüsü ile “Olur mu Tolli, olur mu?..kabul etmem” diye tarizde bulunurken, o ağzınınboşluğuna doğru gömülmüş buruşuk dudaklarınıtoparlamaya çalışarak kıkır kıkır gülerdi. Sonrayaptığından memnun, alnını değneğinden destekalmış yumruklarına dayar, uyku ile uyanıklık arasıbir hareketsizliğe dönerdi.Hüseyin KABASAKALHüseyin KABASAKALGünlerimizin çoğu zamanı, Tolli’ninkendine özgü atmosferi içindegeçerdi. Çocukluk paralelinde duyuş,düşünüş, anlayış noktasından bir farkımızyoktu. O da bizim kadar çocuktu.Evi çeşmeye yakındı. Ama, birelinde küçük su kabağı ile değneğindengüç almaya çabalayarak çeşmeyegidiş gelişi çok acıklı olurdu.Her kapının önünde durur, dinlenir“Erzayil, Erzayil” diye inlerdi. Biz buçağrışların anlamını çocukluk duygusunun yarı aydınlığındafark eder, hemen koşar, kabağını alır,koluna girerek evine götürürdük. Bizim bu çocuksuilgimizle, onun küçücük dünyasında yalnızlığının,kimsesizliğinin, umumî hayat gidişindenkopmuşluğunun, maddî ve manevi yıkılmışlığınınızdırabını unutur gibi olur, yine şakacılığına, tatlılığınadönerdi.Tolli’nin evini oyunlarımızla alt üst ettiğimizbir gündü. Sıcak bir gün… Delioğlugil’in Süleyman’ınnaralarıyla oyun durdu.Süleyman; kıpkırmızı yüzünden terler akaraknefes nefese yanımıza geldi. Telaştan kesik kesikanlattığı haber genel şaşkınlık yarattı. Samsor’unbayırından Ağın’a doğru bir “kara dev” geliyormuş!..Tekerlekleşmiş gözlerle o tarafa bakıyoruz.Evet o ana kadar görmediğimiz bir heyülâ. Tozudumana katarak, korkunç homurtularla bize doğrukoşuyordu. Korkmuştuk. Hele daha küçükyaştaki çocuklar, çığlık atarak kaçıştılar.Ne olduğunu kestiremediğimiz garip nesneyiÇukur bağların üstüne gelince daha iyi görebildik.Siyah uzun gövdesi üstünde, geriye taşkın tentesi,kamaştırıcı yankılar yapan farları, yüksek tekerlerleriylezihnimde bir yakınlaşma oldu. Babamın kitaplarındanbirinde buna benzer bir resim görmüş-ağın Kas›m-Aral›k 201017


MENEMEN OLAYI <strong>VE</strong> ŞERİATM. Baki ÖZALPM. Baki ÖZALPİslamiyeti kabullendiği yıllardanberi yüce Türk ulusu dinini tam öğrenememişve kendini mahalle aralarındanyetişmiş hocaların bilgi ve öğretilerinebırakmıştır. İşte bu yüzdendir ki;reform geçirmiş Hıristiyanlık zamanınen büyük imparatorluğunun dinine tepedenbakmış ve halkını hor görmüştür.İslamiyet, birçok din bilgini yetiştirmişise de yazının ve kitabın Türktoplumunda dışlanmış olması, matbaanınuzun süre toplumda günah diye ülkeye girememesinedeniyle Türk halkı; Kuranıkerimin insanlarane emrettiğini öğrenememiştir ve kendini diniaçıdan işte bu bilgisiz ve çıkarcı hoca takımının ellerinebırakmıştır. Kaldı ki okuma yazma oranınınyüzde 1’lerde olduğu bir ülkede matbaa daha önceolsa bile yazılanları okuyacak kimse olmayacaktı.Diğer taraftan, ülkeyi yöneten padişahların daiyi bir dini eğitim görmemeleri, halkına önderliğideğil hükmetmeyi esas alan bir yönetim tarzı seçmeleri;halkını ümmet olarak kabullenmeleri, diniaçıdan bir sakınca gösterdiği halde bunu daima istismaretmeleri; ulusumuzu bu anlayışa adeta kurbanetmiştir.Padişaha adeta bir peygamber edası ile bakanbu zavallı halk; bu teslimiyetle köy ve kasabalardakendini padişah adına yönetenlere tam bir itaate vekayıtsız şartsız teslim olmaya zorlanmıştır. İşte hocalarda bu yöneticilerin içine bu nedenle girmiştir.Çünkü, dini çocuklarına kendisi bilmeyen anne vebabalar nasıl öğretecektir. Kuran kursunda; alfabeyiöğrenme ve duaları ezberleme dini eğitimdekitek husustur. Bunu da hocalar yapmaktadır.Ulu Önder Atatürk bu din istismarcılığını dahaçocukluk yıllarında gittiği mahalle mektebindeuzun sopası ve başında sarığıyla öğretmene benzemeyenkişilikte görmüş ve kabullenememiştir.Anadolu’da İslamiyetin; namaz kılmak, oruçtutmak, paran varsa hacca gitmek kavramları arasınasıkıştığını gören Ulu Önder, bu darkalıplardan İslamiyeti çıkarmak, moderndünyanın kabulleneceği bir dinhaline getirmek için neler yapabileceğinihep düşünmüştür. Bu nedenle ülkeyidüşmandan temizler temizlemez,ilk iş olarak din ile ilgili müesseselerindurumunu ele almış, bu alanda halkınhem Cumhuriyete hem dinine daha yakınolmasını sağlamak için; ilk engelolan saltanatı kaldırmıştır. Ata biliyorduki padişah orada durdukça Cumhuriyet büyüyemeyecekve nesiller yetiştiremeyecekti. Halkınbirdenbire dini lider olarak gördüğü; padişah vehalifenin ikisinin de aynı anda birden kaldırılmasıbelki bir anlayış zorluğu getirebilecekti. Bu nedenlehalifeye dokunmadan işe başladı.Genç Cumhuriyeti ve yenilikleri halka anlatmakiçin gece gündüz durmadan ülkeyi geziyordu,ancak bu yeterli değildi; halka Cumhuriyetianlatacak öğretmenler yetiştirmek gerekiyordu.Hemen kollar sıvandı ve Anadolu’da öğretimi dinitemellerden uzaklaştırıp modern dünyanın kabulettiği alfabe ile yazılmış bilgileri halka anlatacaköğretmen yetiştirme okulları açıldı. BizzatGazi kendisi sokaklarda kara tahtalara yazarakhalka yeni alfabeyi öğretmeye başladı. Öte yandanyetişen genç öğretmenleri hemen yurdun dörtbir köşesine yollayarak çocuklara ve yetişkinlerealfabe öğretilmeye başlandı. Bu dönemde bir taraftanda halkı adına şeriat dedikleri ve fakat şeriatlailgisi olmayan hurafelerden uzaklaştırmakiçin tekke ve dergâhları kapattı. Ancak eğitiminbirleştirilmesi (tevhidi tedrisat) için kanun çıkardığında;halifenin karşı çıkması ve mali yöndenzayıf olan maliyeye daha çok yük getirecek isteklerdebulunması üzerine, halifeliğin kaldırılmasınınçok önemli olduğunu gören Ulu Önder; derhalbir kanunla halifeliği kaldırdı ve ailesi ile birlikteistediği ülkeye gitmesine müsaade etti.ağın Kas›m-Aral›k 201019


Ancak meczuplar durmuyorlardı; kapatılan dergâhlarınıevlere, kahvelere taşıdılar buralarda diniayinler yapıp Cumhuriyet ve Mustafa Kemal aleyhindekonuşmalara devam ettiler. Bu esnada Nakşîşeyhi Esat Erbinli, İstanbul’dan Anadolu’ya fetvalargöndererek Cumhuriyetin yıkılacağını, halifeliğintekrar geleceğini, 2. Abdülhamit’in oğlu Selim’inhalife ilan edileceğini söylüyordu. İzmir bölgesinde,Manisa Hastanesi’nden emekli hoca Lazİsmail Esat Efendi ile bölge arasında kuryelik yapıyoronun isteklerini bölgede halka duyuruyorduİstanbul’a gittiği dönemlerde ise yerine esrarcıDerviş Mehmet’i de vekil tayin ediyordu. Buzat; aklıselimi iyi olmayan, esrar kullanan, ancakkendisini dini bütün bir ermiş olarak halka tanıtıyorve onlara Cumhuriyet ve Atatürk aleyhindeileri geri laflar ediyordu. Bu müessif olay 1925’deayaklanan ve bastırılan Şeyh Sait İsyanı’ndan sonraNakşibendîlerin, Cumhuriyeti ve onun devrimleriniyıkmaya çalıştıkları 2. ayaklanmadır.Mustafa Fehmi Kubilay, Giritli bir ailenin çocuğuolup 1906 yılında Adana’nın Kozan ilçesinde doğdu.Babası Hüseyin, annesi Zeynep Hanım olup, aile1902 yılında Girit’ten göç etmiştir. İlköğrenimini AntalyaNumune Okulunda gördükten sonra, İzmir ÖğretmenOkulunda okumuş, bu okulda da Kubilay soyadınıalmıştır. Son sınıfta öğretmeninin çalışkanlığıdolayısı ile kendisine Mustafa adını verdiği okul kayıtlarındanöğrenilmiştir. Yine son sınıfta iken BursaÖğretmen Okulu’na geçmiş ve 1926 yılında ilkokulöğretmeni olarak mezun olmuştur. Cumhuriyete hizmetaşkıyla yanan Kubilay, Aydın’a atanır. Ancak askerliğigelmiştir. Ama kendisinin Menemen’e, hanımınında Gönen’e tayini çıkar. Menemen’de görevebaşlar ama askere çağrılır, Balıkesir’e acemi eğitiminegider. Eğitimi müteakip Menemen’e tayini çıkar.Çok sevinçlidir, görev yerinde askerliğini yapacaktır.Menemen’de yedek subaylık görevine başlar, bir taraftanda halka sokak aralarında yeni alfabeyi öğretmeyedevam etmektedir. Bu sırada halktan sevgi veiltifat görmektedir. Ancak şeriatçı kesimin de uzaktanuzağa dikkatini çekmektedir.23 Aralık 1930 sabahı; isyancılar, Menemen’detoplanırlar. Müftü Camiinde sabah namazı kılındıktansonra; Derviş Mehmet, camide toplanan kalabalığa,“<strong>Ankara</strong> Hükümeti’ni düşürüp, ikinci Abdülhamitoğlu Selim’i halifeliğe getireceğini, Menemen’inyetmiş iki bin Müslüman Arap tarafındankuşatıldığını” bildirdi ve halkın yeşil bayrak altındatoplanmasını istedi. Bir kısım halkın da katılmasıylaolay, kısa sürede ayaklanmaya dönüştü. Asiler yeşilbayrak altında hükümet konağına yürüdüler.Derviş Mehmet, hükümet konağının önünde yaptığıkonuşmada da, “Şapka giyen kâfirdir. Din eldengidiyor. Saltanatı ve hilafeti geri getireceğiz” diyerek,kendisinin mehdi olarak geldiğini, şeriatı uygulayacağınıve herkesin şapkasını çıkartıp kendisiylebirlikte zikir etmesini istedi.Olayı öğrenen ilçe jandarma komutanı yüzbaşıFahri, hemen olay yerine gitmiş, ancak gericileriyatıştıramayınca, hükümet konağına giderek, telefonla43. Piyade Alay ve Garnizon Komutanlığındanyardım istemiştir. Menemen Garnizon Komutanlığı;karışıklık çıktığını öğrenince, kalabalığı dağıtmaküzere, askerliğini yedek subay olarak yapmaktaolan asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay komutasındakibir mangayı görevlendirmiştir. MustafaFehmi Kubilay, olayı bastırmak için birliği ile birlikteasilerin üzerine yürümüş, ikazla dağılmayan topluluğukorkutarak dağıtmak amacıyla; manevra fişeğitaşıyan askerlerine ateş emrini vermiştir. Asilerdağılmamışlar, manevra fişeklerinin etki etmediğinianlayınca da; “kendilerine kâfir mermilerinin zararvermeyeceğini” söyleyerek askerlere saldırmışlardır.İsyancılar, Kubilay’ı önce yaralamışlar, sonra daKubilay’ın yaralı olarak sığındığı caminin musallataşında başını kesip yeşil bayrağın tepesine takarakbir süre Menemen sokaklarında dolaştırmışlardır.Bu sırada kendilerine engel olmak isteyen Şevki veHasan adlı iki bekçiyi de öldürmüşlerdir. Olay yerinegelen yeni askeri birlikler; isyancıları dağıtmış;bu arada kendisini mehdi ilan eden yobaz DervişMehmet ve iki adamını yaralamışlardır. Diğer olayakarışanlar ise teker teker yakalanmışlar, Atatürk’ünemri ile kurulan mahkemede kısa sürede yargılanarakmahkûm olmuşlardır.Menemen’de Kubilay’ın şeriatçılar tarafındankatledilmesini telin etmek için her yıl 23 Aralık20 ağın Kas›m-Aral›k 2010


günü anma törenleri yapılmaktadır. Garnizon komutanlığıve vatandaşlarca şehre hakim tepede, üçbasamakla çıkılan dört köşeli ana kaide üzerindepiramidal bir kütle halinde anıt yaptırılmıştır. Buanıtın bir yüzünde Kubilay olayının anlatıldığımermer kaide üzerinde elinde mızrak tutan birgenç heykeli bulunmaktadır.Bu anıtın yapılması için açılan yarışmayı heykeltıraşRatıp Aşır Acudoğlu kazanmış ve anıt1932 yılında açılmıştır.Menemen olayına katılıp yargılanmayımüteakip idam edilenler aşağıdadır:Manisa’dan; Giritli Derviş Mehmet, ManifaturacıOsman, Hafız Cemal, Tabur imamı İlyasHoca, Âli Paşazade Ragıp Bey, Şeyh Hafız Ahmet,Giritli İbrahimoğlu İsmail,Menemen; Boz alan’dan Hoca Mustafa, Hacıİsmail, Hacı İsmailoğlu Hüseyin, Göriceli Abdülkerim,Yukarıcumalı Ramiz, Çıtaklı Molla Süleyman,Hayimoğlu Jozef, Şımbıllı Âli, OsmanoğluMehmet, Arnavut Yusufoğlu Kâmil, Kerimoğluİbrahim, Selimoğlu Boşnak Abbas, Alaşehir’den;Şeyh Ahmet Muhtar, Esat’ın oğlu Mehmet Ali(Mehmet Ali Erbil’in dedesidir, dedesinin babasıŞeyh Esat çok yaşlı olduğu için onun yerine oğluMehmet Ali idam edilmiştir), Manisa Hastanesiimamlığından mütekait Laz İbrahim Hoca, Manisa’danEmrullahoğlu Mehmet.İdam cezası hapis cezasına indirilenler:Manisa’dan; Nalıncı Hasan idama bedel (24)yıl hapis (20) yaşında, Çoban Ramazan idama bedel(24) yıl hapis (20) yaşında, Giritli Küçük Hasanidama bedel (24) yıl hapis (17) yaşında, Menemen’denHarputlu Ömer oğlu Mehmet idamabedel (24) yıl hapis (65) i mütecaviz, İzmir’denLaz Mehmet Âli Hoca idama bedel (24) yıl hapis(65) i mütecaviz, Erbilli Şeyh Esat idama bedel(24) yıl hapis (65)i mütecaviz.Allah bu millete bir daha böyle acıları yaşatmasın.Faydalanılan kaynaklar:Meydan Larousse,Genelkurmay Başkanlığı, Harp D.Bşklığı Yayınları, No:8Mustafa Müftüoğlu, Menemen Vakası, Risale Yayınları, s:70-7128 Aralık 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesi.AĞIN’A HASRETH. Tahsin GENÇOSMANOĞLUEteğine serpilmiş iki dağın,Bağrından su akar beyaz toprağın.Yeşillik diyarı bahçe ve bağın,Hayalinle yatar kalkarım Ağın.Ayrılalı senden kırk yıl oluyor,Hasretin yüzünden benzim soluyorNerde ansam seni gözüm doluyor,Geçen yıllarıma yanarım Ağın.Gurbette hasretin sözü çok olur,Kavuşunca sana hasret yok olur.Hicranın içimi delen ok olur,Her gelenden seni sorarım Ağın.Dizinde titreşir halayın, barın;Değmiş dallarında üzümün, narın.Benliğimi sarar her türlü varın,İçimden geçtikçe coşarım Ağın.Arada sırada gelir giderim,Dönerken içimde artar kederim.Bu hale bir çare bulayım derim,Korkarım hep böyle kalırım Ağın.ağın Kas›m-Aral›k 201021


“ESKİDEN DIZDIZCILAR VARMIŞ”Osman Sulhi AKSUEmel ARMUTÇUOsman Sulhi Aksu’nun yıllarınıverdiği ‘Ansiklopedik Polis Sözlüğü’,şimdi tarihin tozlu raflarında:1960’ların sonlarında, polis okulunaalınan talebelerin ortaokul mezunuolmasına ve bilgi seviyelerinin düşüklüğüneiçerlemektedir Osman SulhiAksu. Şöyle örnekliyor: “Kaldırıyorsun,evladım Tekke ve Zaviye Kanunu’nubiliyor musun? Evet. Peki, zaviyenedir? Açı efendim, diyor!” İşte bubilgi seviyesini biraz yükseltmek için kolları sıvar;kimse ondan böyle bir şey istememiştir, hattaniye bunlarla uğraştığı için şaşırmışlardır bile...O ise aldırmaz, ‘Ansiklopedik Polis Sözlüğü’nühazırlamak için kolları sıvar. Aslında on cilt olarakdüşünür ama evindeki telefonun parası ancak birkalın cildin baskısına yeter.Bin sayfalık sözlük, Aksu’ya göre polise yararlıolabilecek olayları, genel kültür bilgilerini,kişileri, deyimleri içeriyor. Emniyet müdürlerininözgeçmişleri ve kimi kanunların nasıl uygulanacağınadair açıklamalar da var. Tabii 1970’e kadar...“Bekâret nedir?” den pişmanlık dilekçesininnasıl yazıldığına, kamu suçunun ne olduğundanevlat edinmenin şartlarına, şantajla mücadele yetkisininkimde olduğundan demirperdenin ne anlamageldiğine kadar pek çok sorunun cevabı varansiklopedinin maddelerinde. Mesela, “Kabristanlarakarşı cürümler...”, “Kaşgarlı Mahmut kimdir?”,“Egzistansiyalizm nedir?”, “Silahını satanemniyet mensubunun cezası...”Dızdızcılar ve Vaybabamcılar:(S) harfini açınca, sarhoşlukla ilgili şu suçlarınaçıklamalarını görüyorsunuz. Sarhoşluk suçu,sarhoş olup saldırıda bulunma suçu, sarhoşluğualışkanlık haline getirme suçu, sarhoşluğa sebepolma suçu, sarhoşa içki tedarik etme suçu, sarhoşukendi haline bırakma suçu, sarhoşolarak göreve gelme suçu... Bir de,“Polis deyimleri” var. Mesela, “Dızdızcılık.”İşte açıklaması: Hırsızlık şekli.İnsanların ilgisini başka yöne çekereküzerinden para veya kıymetli eşyasınınyankesicilik suretiyle çalınması...“Vaybabamcılık” ise iskelelerde, garlarda,özellikle Anadolu’dan gelmiş,biraz da safça görünen yolcuya yaklaşıp,“Vaaaay babam hoş geldin” diyesarılmak, o şaşkınlıkla bakakalırken cüzdanını yürütmek...Günümüzde hırsızlığın artık bin bir yoluolduğu için Aksu’ya, “Bunlar hâlâ geçerli mi?”diye soruyoruz, geçerli olduğunu söylüyor.Buraya elbette ki çok çok azını yansıtabildiğimizbütün bu bilgileri içeren ve Aksu’nun yıllarınıverdiği Ansiklopedik Polis Sözlüğü, şu anda tarihintozlu raflarında. 1970’te bin tane bastırtabilmiş,üçüncü hamura basılı olan yarısını öğrencilerinedağıtmış, birinci hamur olanları ise EmniyetGenel Müdürlüğü’ne yollamış. Şu anda elinde sadecebir tane var. Yıllar sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nesorup bir tane almak istemiş ama nemümkün! Bulunamamış bile...İşte bu da Türkiye tarihinde emeğe, bilgiyeverilen önemin bir göstergesi. Görünen o ki bu kitapda Aksu’nun kendi imkânlarıyla bastırdığı diğerkitapları kadar değer görmüş: ‘Polisin ElRehberi’, ‘Açıklamalı Sendikalar Kanunu’,‘Polis Meslek Mevzuatı’, ‘Zabıta Sözlüğü’ veşimdi özel güvenlik memuru olan herkesin cebindeolduğuna inandığı ‘Özel Güvenlik Rehberi’...Oysaki insan böyle bir çalışmanın sürekli güneuyarlanabileceğini, çok işe yarayabileceğini ve ilgilikurumların da buna sahip çıkması gerektiğinidüşünüyor. Belli ki Osman Sulhi Aksu da bir zamanlarböyle düşünmüş...22 ağın Kas›m-Aral›k 2010


Koşun! Tasallut varBari anılar bir yayınevinin ilgisine mazhar olsun,diye iç çekerek devam edelim, Osman Sulhi’ninzaman yolculuğuna...Yıl 1948. Şişli Merkez Karakolu’na telefongelir, “Burası Notre Dame De Sion, tasallut var,hemen gel.” Aksu, nöbetçi memuru SeyfettinEfendi’ye daktiloyu kucaklamasını söyler, tramvayaatlarlar. Rahibeler telaşlı, kapıda beklemektedir.Arkalarına düşüp üst katta koridorun ucundakisınıfa gelirler. Kapı önünde birkaç rahibebeklemekte ve aralarında, “Adam içerde mi, neyapıyor, kaçmak istedi mi?” gibi konuşmalar geçmektedir.“İşte tasallut” diyerek kapıyı açarlar vebizim genç komiser, kâtibiyle birlikte sınıfa dalar.İçerde tebessüm eden kız öğrenciler ve bir köşededuvara yaslanmış, ürkek bir orta yaşlı adam durmaktadır.Aksu, “Kimsin, burada ne işin var?” diyebağırır. Adam ürkek ama kendinden emin birhalde, “Adım Muzaffer, Nişantaşı’ndaki okuldaöğretmenim, buraya fizik sınavına mümeyyiz olarakgeldim” deyince, Aksu’ya özür dilemek düşer.Gerisini şöyle anlatıyor:“Bu kadar öğrenci arasında nasıl tasallut olabilirdi.Rahibe arka sıralardan bir kızın eteğini kaldırdı.Bacaklarında, sıkıştırmadan ya da ısırmadanmütevellit bereler olacağını zannederek baktım,kopya kalemi ile yazılmış birkaç fizik formülüvardı, kızlar gülümsemeye devam ediyordu. Durumaçıklığa kavuşmuştu. Oysa rahibeler bu adamıhapse atın, diye feryat ediyorlardı. İşlem yapmamagerek olmadığını söyleyince kaymakamaşikâyet etmişler, ben okuldayken kaymakam aradıve zabıt tutmamı istedi. Emir vermek çok kolayda tek parmak daktilo ile ve ilkokul mezunu polisleben bu işi ne kadar zamanda yapabilirdim.Kızı kürsüye oturtarak bacaklarını açmasını istedim.Lise son sınıf öğrencisi Josephine adlı güzelkız, ben, polis ve öğretmen bekârdık. Fizik formüllerinizapta geçirmek bir hayli uzun sürdü.”Seksüel prodüktürlerOsman Sulhi Aksu’nun en renkli anıları1950’lerde, Ahlak Zabıtası Müdürlüğü yaptığıyıllara ait. Vali Fahrettin Kerim Gökay dönemi…“O tarihte peze...kler sınıf sınıftı” diyor Aksu.“Lokanta Pez...gi, Taksim Meydanı Pez...gi, RandevueviPez...gi, Lüks otel Pez...gi… Bunlardanbiri kendine kartvizit bastırarak ‘seksüel prodüktör’unvanı bile vermişti. Selim ve Salim diye ikikardeşi sık sık yakalatır, nezarete aldırırdım. Bunlardanküçük olanı Salim, ‘Abi biz muhtaç olanlarayardımda bulunuyoruz, namuslu pez...giz’ derdi.Yıllar sonra bir gün otobüse bindiğimde Salim’igördüm. ‘Ne o benim gibi yaya kalmışsın’dedim. ‘Abi, ben hep size biz namuslu pez...ngiz,derdim inanmazdın, şimdi inandın mı’ dedi.’’1950’lerde İstanbul’da 70 kadar genelev varmış.Oralara düşen kızları gördükçe Aksu’nun içisızlarmış. Barları pavyonları bastıkça, kendine göre‘tam düşmemiş’ olanları, sokaktan kedi getirirgibi eve getirirmiş. Eşiyle birlikte bakarlarmışonlara. Sonunda Fahrettin Kerim Gökay onu birkaçhanımla tanıştırmış ve “Bir kadınları korumaderneği kurun” emri vermiş. Derhal bir tüzük hazırlanmış;Vali derneğe tahsisat bağlarken, SporSergi Sarayı’nın üç odasını da vermiş. DernekBaşkanı, o dönem Nişantaşı Kız Lisesi’nin Müdiresiolan Mediha Gezgin. Ama dernek bildiğinizkadın hakları derneklerinden değil. Bütün yaptıkları,kızlara bakmak, diktikleri şeyleri satmak veasıl olarak da onlara koca bulmak! “Damat adaylarınıntahkikatını yapmak benim işimdi” diyorOsman Sulhi Aksu. “105 kız evlendirdik böyle.Ben sonra Kaçakçılık Dairesi’ne geçtim ama oderneğin faaliyetleri uzun süre devam etti.”Uluslararası gönül hırsızıOsman Sulhi Aksu, çok gençken bir kıza âşıkolur. Adının Fatma olduğunu söyleyen kız aslındaErmeni’dir ve asıl adı Flor’dur. Aksu ona evlenmeteklif ettiğinde ağlayarak bu gerçeği itiraf eder.Fakat Aksu için bunun bir önemi yoktur, mesleğinibile bırakacak kadar seviyordur onu. Kız birkaçgün sonra cevap vereceğini söyleyerek ortadankaybolur. Aksu günlerce arar, bekler onu. Sonrada unutur.ağın Kas›m-Aral›k 201023


Yıllar geçer. 1954’te elinde Osman SulhiBey’in fotoğrafı olan bir Fransız kadın, uçaktaniner inmez soluğu polis merkezinde almış ve EmniyetMüdür Muavini Necdet Uğur’un odasına çıkarılmıştır.“Charles Boyer’e benzeyen polisi görmekistiyorum, ona âşık oldum” diye tutturanmatmazele yardım etmek biraz zordur, çünkü İstanbul’daüç binden fazla polis vardır ve çoğu karakaşlı kara gözlüdür. “Biraz gayret” der Uğur,“Bir ipucu ver de şu gönül hırsızını bulalım.” Kızelindeki fotoğrafı göstermekte ve, “Adı da Osgargibi bir şey” demektedir. Anlattığına göre fotoğrafıbir arkadaşından almış ve baka baka âşık olmuştur.O sırada odada olan Milliyet polis muhabiriBedirhan Çınar fotoğraftan Osman Sulhi’yitanır. Kadını kaptıkları gibi ona götürürler. Rossa,karşılaştıkları anda içini çekerek, “Evet aradığımbudur” der.Ancak yapacak bir şey yoktur. Aksu bir yılönce evlenmiş, bir de çocuğu olmuştur. Rossa,“İslamiyette dört kadın alınıyormuş, ikinci zevcenizolmaya hazırım” dese de onu ikna edemez.Apar topar ülkesine gönderilir. Aksu 3 yıl sonrasonra, 1957’de Fransa’ya gittiğinde, adresini bulupRossa’yı ziyaret etmek ister ve asıl hikâyeşimdi başlamaktadır. Nice’teki evin kapısını çalıpRossa’yı sorar, Türkiye’den bir arkadaşı olduğunusöyleyince, kapı yüzüne kapanır. Bu kez bitişiktekievin bahçesine geçer, amacı komşudanRossa’yla ilgili bilgi almaktır. Kapıyı çocuklaraçınca, “Annenizle görüşebilir miyim?” diye sorar,o sırada anne görünür. Karşısında ilk aşkıFlor vardır. Günlerce, aylarca aradığı Flor... Ailesibir Türk’le evlenmesin diye Flor’u apar toparFransa’ya kaçırmış, orada Rossa ile komşu vearkadaş olan Flor, yıllar sonra evlenirken OsmanSulhi’nin fotoğrafını ara sıra bakmak üzere Rossa’yavermiştir. O da o fotoğraftan ona âşık olmuştur.İkisinin de gözleri buğulanır. Flor, Rossa’nınartık akıl hastanesinde olduğunu anlatır.Ayrılırlar.Değerli hemşehrimiz Osman Sulhi Aksu’yu, 19 Mayıs2007 tarihinde kaybettik. Bir kez daha rahmetle anıyoruz.SEVDİMMuharrem YILMAZSeni sevmek için sevdim,Başımın tacı olasın diye,Yanımda yakınımda olasın diye,Seni sevdim.Işığım olasın diye,Dünyamı aydınlatasın diye,Bana yâr olasın diye,Seni sevdim.Çiğimi pişiresin diye,Yaşantımı renklendiresin diye,Soframı şenlendiresin diye,Seni sevdim.Varlığın aileye güç versin,Evimin direği olasın diye,Güneşim gücüm olasın diye,Seni sevdim.Yuvamın nadide aynası,Çocuklarımın biricik anası,Güzelliklerin anası olasın diye,Seni sevdim.Sen benim canım oldun,Yerine göre cananımsın,Huzurum, umudumsun,Seni onun için sevdim.Girdik kol kola,Birlikte çıktık yola,Gelecekler hayrola,Her süreçte seni sevdim.Sen kokulu Sümbül’ümsün,Nadide gonca gülümsün,Dalda şakıyan bülbülümsün,Seni çok sevdim.24 ağın Kas›m-Aral›k 2010


Çocuk KöşesiÖNEMLİ NUMARALARLABAŞIM DERTTEBir pazartesi akşamıydı. Berilödevlerini yapmaya çalışıyordu. Öğretmeniödev olarak polis, ambülans,itfaiye ve trafik polisinin numaralarınıöğrenmelerini istedi. Beril bu numaralarçok önemli diye düşünüyordu.Gerçekten de çok önemliydi.Beril’in bu önemli numaralarla başıdertteydi. Bir türlü öğrenemiyordu.Annesinden yardım istedi. Annesi yardımetti. Okulda yine aklından kaçmıştı.Bir şey hatırlamıyordu. Beril, bu numaralarlabaşım dertte diye düşündü. Evde her zaman çalışıyordu.Öğretmeni soruyor, Beril cevap veremiyordu.Utanıyor, arkadaşlarına küçük düşüyordu.Bu Beril’i çok üzüyordu.Bir gün Beril evde tek başınaydı. Annesi işegitmişti. Karnı çok ağrıyor, midesi bulanıyordu. Neyapacağını bilemedi. Yanlış ilaç içti. Karnının ağrısı,midesinin bulantısı hâlâ devam ediyordu. Hastaneyegitmek istedi ama numarayı bilmiyordu veyanlış numaraları aradı. Herkesten özür dileyip, telefonukapattı. “Ben numarayı öğrenemedim” diyeçok utandı. Annesinin ve babasının telefonunu daEce ERCANTRENEce ERCANbilmiyordu. Çok korktu. Sonra yanınabiraz para alıp evden çıktı. Bir taksiyebindi. Ve sürücüye, “Beni en yakın hastaneyegötür” dedi. Beril taksi parasınıverdi. Hastaneye girdi, doktor muayeneetti, ilaç verdi. Ancak parayı veremedi,“Annem verir” dedi. Çıktı eczaneyegitti. İlaçları aldı. Yine parası olmadığıiçin, “Annem verir” diye çıktı.Eve giderken çok korkup kayboldu. Neyapacağını bilemedi. Oracıkta oturdu.Annesi eve gelince Beril’i bulamadı. Çok korkup155’ten polisleri aradı. Polisler Beril’i bulupannesine haber verdiler. Annesiyle kavuştu. Annesi,“Elindeki poşet ne?” diye sordu. Beril,“Karnım ağrıdı, doktora gittim para veremedim.Eczaneden ilaç aldım, para veremedim” dedi.Annesi anladı, para işini halletti.Sonra Beril gayret ederek çok çalıştı. Artıkönemli numaraları öğrenmişti. Öğretmeni soruncacevap veriyor, arkadaşlarına küçük düşmüyordu.Beril bu olaydan hep çalışmayı ve gayret edip pesetmemeyi öğrendi. Bir şey olunca artık önemlinumaraları arıyordu.İlke TOKERBir ağ gibi sarıyorYurdun dört bir yanınıSanki bir bir tanıyorYurdun ovalarını.Ninni gibi geliyorTrenin “çuf çuf” sesiAyrılırken sarıyorBir hüzün hepimizi.Nedendir bilinmez bu sesHüzün verir insanaYavaş yavaş ilerlerUzaktaki dostlara.Sıcacık bir yuvadırKüçücük kompartımanPaylaşılır dostlarlaHazırlanan azıktan.Yavaş yavaş yaklaşırHasret çekilen yereUlaştırır beni deGüzel memleketime.ağın Kas›m-Aral›k 201025


TürkülerimizKARA ERİK ÇAĞALAHarput’ta yaşantı artık tek düzeliktençıkmıştır. On dokuzuncu asrın sancılı günlerien acımasız ve en tipik tarihi olaylarıylayaşanmaktadır. Henüz harbin yaralarıçok tazedir ve yaralar kanamaktadır. Yıllaryılı debdebelerle geçmiş olan Harput yaşantısıüzerine bir kâbus çökmüştür. Birkaçyıl öncesine kadar hiç kimse ne olupbittiğinin farkında değildir. Bir imparatorluğunbitişine şahit olduklarının bilincindedeğillerdir. Ne Harput ve ne de Harputlular,Harput’un bittiğini, gün be gün tükendiğiniyeni yeni fark etmektedirler. Her geçen günHarput’tan bir şeyler kopartmakta, bir şeyler götürmektedir.Dünya sosyoloji tarihinde eşine ender rastlanılırolaylar Harput’ta cereyan etmektedir ki, kocamanbir şehir ahalisi evlerini kendi elleri ile yıkıp, aşağıdakiovaya, mezraya göç etmektedirler. Hiç kimsede bu işe akıl sır erdirememektedir. Bazı devlet memurlarıda, tayin isteyip gitmektedirler.Rahmetli babam Yusuf Bican, o yıl on altı yaşındadır.Harput’ta bu göç hareketi sürdüğü sıralarda,babam da düzenli olarak atı ile mezraya gidip, işlerinihalledip tekrar Harput’a dönmektedir.Ben, o yıllarda yaşanan bu sevda olayını, babambir arkadaşına anlatırken dinleyip şahit oldum. Babamınçok sevip saydığı Hamedili Veli Efendi adındabir arkadaşı vardı. Onun için, ‘Veli, insanın namusunuemanet edebileceği bir dosttur.’ derdi. VeliEfendi bir gün babamı ziyarete gelmişti. Evimizinbahçesinde oturuyordu. Annem çay yapmış, ben iseçayları dolduruyordum. Tarih 25 Nisan 1966, -ikigün önce 23 Nisan Bayramına katılmıştım, oradanhatırlıyorum- erikler çiçek açmıştı.Veli Efendi, erik çiçeklerine bakarak, “Yusuf, bukaçıncı erik çiçekleri?” deyiverdi. Babam, “Kırk yedi...”derken gözlerinden bir damla yaş düştü. Şaşırmıştım,babam durduk yere neden hüzünlenmişti.Veli Efendi, “Hele anlat, nasıl olmuştu o iş?”dedi.Babam anlatırken sanki ben orada yokmuşum gibiydi.O sadece Veli Efendiye anlatıyordu. Çünkü çocuklarınyanında aşk meşk hikâyeleri anlatılmazdı.Zekeriyya BİCANZekerriyya BİCANÇok merak etmiştim. İyi ki de dinlemişim.O gün çok hoşuma gitti. Hiç mi hiçunutmadım. Bundan sonrasını babamşöyle anlattı:“Veli, yaşım altmış üç oldu. Olayınüzerinden kırk yedi yıl, evet, tastamamkırk yedi yıl geçti. Erikler, tam kırk yedikere meyve verdiler, çoğu kuruyup gitti.Her günkü gibi, bizim beyaz ata binmişMezre’ye gidiyordum. Harput’unçıkışındaki çıkmalı evin pencere camıbirkaç kere çalındı. Hem de o kadar şiddetliki, cam kırılacak gibiydi. Bakıp bakmamaktatereddüt ettim. İçimden bir ses, dönüp bak, dedi.Dönüp bir baktım ki, ne göreyim, bir ay parçası, birhuri kızı, başından oyalı yazması kaymış, bir çift yeşilgözle gülüyor. Eliyle ‘gel gel!’ diye de işaret ediyor...Deli olacağım. Sabahın bu vaktinde rüya mı, hakikatmi farkında değilim. Harput gibi bir yerde, çokender rastlanabilecek bir durumdu. Bir kızın böyleserbest, böyle özgürce hareket etmesi pek normalkarşılanmazdı...Yaklaştım atı pencerenin altına çektim. ‘Yusuf!’dedi. Adımı bile biliyordu. Ama ben, daha önce onuhiç görmemiştim. Gözlerim, gözlerine takılı kalmıştı.Dilim tutulmuştu. O konuşuyor, ben dinliyordum.Ama cevap veremiyordum. Nutkum tükenmişti. İçinedüştüğüm o iki yeşil göz, beni esir almıştı. Kız,sarı ipek saçlarını da hiç gizlemiyordu. O an, o sarıipek saçların bir ömür boyu, boynuma dolanıp kalacağınıbilmiyordum. Dalıp gitmiştim...‘Yusuf, al sana bir kara erik yolda yersin’ dedi.Eriği aldım. Erik değil, sanki gökteki dolunayı banavermiş gibiydi. Alıp mendilimin içine koydum. Sonra,‘Yusuf, beni buradan al. İstersen dünyanın ötesinegelirim. Ama beni mutlaka al. Yeter günlerdir yolunubeklediğim. Dün gece uyumadım, bekledim sabahakadar. Uykuda kalırsam seni göremem diyeçok korktum...’ dedi. Sadece, ‘Peki peki, tamam...’diyebildim. Ah bu cahil kafam, niye acele edip de, ogün alıp gitmedim. O gün Mezre’ye de gitmedim.Atımı eve çevirdim.26 ağın Kas›m-Aral›k 2010


Meydan Mahallesi’ne bir rüzgâr gibi girdim.Anam, Pembe Hanım, pencereden görüp korkmuş.Yusuf niye böyle telaşla erkenden geri döndü diye.Hemen aşağıya, kapıya inmişti, ‘Oğlum, hayrola. Buhalin ne böyle?’ dediğini duyar gibiyim. ‘Ana’ dedim‘gir içeri kapı ağzında anlatamam. Ben bittim.’Anamın gözleri büyüdü birden. ‘Hayrola ne varoğul’ dedi. Bir solukta olanı biteni anlattım. Anamkahkahalarla gülmeye başladı. Ben bu defa anamakızıyordum. İşin ciddiyetini anlamamış gibi davranıyordu.‘Ana, gülmeyi bırak. Eğer o kızı yarın banaistemezseniz şu Harput Kalesi var ya; giderim, oradankendimi aşağıya atarım. Bütün Harput da banaağlasın, sen de ağla.’ dedim. Anam, ‘Delisin sen.’dedi. ‘Bir kız için insan kendini kaleden mi atarmış;o kız senin gadan ala oğul, bir çaresine bakarız.’ derkenişin ciddiyetini de anlamıştı. Anam da, ben de,sabaha kadar yatamamıştık. Anam endişe duymuştu.Bense hayaller ülkesindeydim. Sabaha kadar düğünümüzühayal ettim. ‘Yusuf beni buradan al!..’ sözüsabaha kadar kulaklarımda çınladı durdu.Anam konuyu babama açtığında, babam pekönemsememiş. Kızın ailesini, babasını çok yakındantanıdığını, memur Mehmet Efendi’nin kızı olduğunu,bize de münasip bir gelin olabileceğini belirtmiş.Lâkin işlerinin o günlerde çok yoğun olduğunu; Halep’ekülliyetli miktarda gön ve tabaklanmış hayvanderisi göndermesi gerektiğini, askeriyenin ayakkabıihtiyacının çok önemli olduğunu falan söylemiş.Bense, bu arada, geçen üç günümün, üç asır gibigeçtiği biliyorum ama sonradan bir ömre bedelolacağını bilmiyordum.Dördüncü gün; babamın yüzüne bakarak -o devirdebir evlât babasına böyle bir konuda asla bir şeysöyleyemezdi- ‘Baba, benim işim ne oldu?’ dedim.Babam, şöyle cevapladı, ‘Galiba geç kaldık. MehmetEfendi’nin tayini Payitaht’a çıkmış. Üç gün önce gitmişler...’Gök kubbe başıma düşmüştü. Başım dönüyordu.Yine dilim tutulmuştu. Öylece babamın yüzünebakıyordum. Babam durumumu görünce sarsıldı.‘Demek bu kadar önemliydi.’ dedi. Yüzümü öptü.‘Sana çok daha güzel bir eş alacağım, merak etme;unutursun bu günleri, sonra da gülersin haline.’ diyerekelimden tutup yukarıya çıkardı.Divanın üstüne abanmış ağlıyordum. Babam‘Hiç görülmemiş bir şey...’ dedi. Babamın cevabıkulaklarımda çınlıyordu; ‘Onlar gitti, şimdi üç günlükyoldalar...’Üç günlük yol nedir, bilmiyordum. Sandım ki,dünyanın öteki ucuna gitmiştiler. Oysa, olsa olsaKömürhan Köprüsü’nü ya geçmiştiler, yahut oradaydılar.Bugünkü aklım olsaydı, gider bulurdumonu. Niye biliyor musun? Ben ona söz vermiştim. Obana gönül vermişti. Ama o gerçeği bilmiyordu. Bilmeyecekti.Mutlaka intizar etmiştir bana.”Cüzdanından bir kara erik çekirdeği çıkardı. “İştebana bu kara eriği vermişti. Eriği yemeye kıyamadım.Mendilimin içinde çürüdü. Sadece çekirdeğikaldı. Askere giderken de yanımda götürdüm. Tamyarım asır geçti. O nerededir şimdi? Veli kardeş, birhaber alsam, bilsem yerini, gider bulurdum. Dayayıpdizlerine başımı, derdim ki, ‘Ben sözümde durdum.Babamın da kastı yoktu. Sizin gideceğinizi neredenbilecektim...”Bu olay Harput’ta duyulmuş. Babamın arkadaşları“O eriği niye yemedin?” diye yıllarca takılıp, şakayaparlarmış. Anlayacağınız dile düşmüş:“Kara erik çağala, ye ki yaran sağala”On altı yaşında yaşadığı ve asla unutamadığı buolayı, elli yıl sonra anlatırken gözlerinin yaşardığınıgördüğümde hayret etmiştim. Hakikaten eskininaşkları başkaymış. Şimdi, kendisini de, yaşadığı büyükaşkı da saygı ile anıyorum...Bu olayı anlattıktan bir yıl sonra babam vefat etti.‘Kara eriğin çekirdeği’, hâlâ cüzdanındaydı. Sonrane oldu, ben de bilmiyorum. Ona ve Harput’unbağrında yatan tüm dostlara Tanrı’dan rahmet diliyorum.Derler ya: ‘Harputlu severse tam sever. Harput’unsevdaları bir ömür sürer.’Bu vuslata ermemiş sevda da, bir ömür sürmüşmeğer...Kara erik çağalaYe ki yaran sağalaHangi kitap yazirBen sevem eller alaOy nedem nedem nedemOy nedem nedem nedemYâr seni alam gidemEvi barkı terkedemYârin kolunda şeveKim odur yârim seveAcep o gün olur muAlam götürem eveYusuf BİCANağın Kas›m-Aral›k 201027


YAZARLARIMIZI TANIYALIMİsmail Nazım BEYDEMİR1925 yılında Ağın’da doğdu. İlkokulu Ağın’da, ortaokuluArapgir’de bitirdi.1946’da askere gitti. Bu dönemde müzik bilgisinigeliştirdi ve askerlik sonrası müziği ticari olarak da icraetti. Ağın müziği ve folkloru üzerindeki çalışmalarınıaralıksız olarak sürdürdü ve Ağın düğünlerine klarnetiyleiştirak etti. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonraTCDD’de göreve başladı. Adana ve Malatya’da görevyaptıktan sonra, 1979’da emekliye ayrıldı.Ağın Düşün ve Sanat Dergisi’nde yazı kurulu üyeliğiyapan ve derginin 1967’li yıllardan beri en üretkenyazarları arasında yer alan Beydemir’in; ‘YöresiyleAğın’, ‘Yöresiyle Ağın Ezgileri’ ve ‘Yaşamımdan Esintilerve Ekintiler’ adlı 3 kitabı bulunuyor.Ağın-Hacıyusuf Mahallesi’nden Saniye-Kırmıtikgil’inAdıgüzel Beydemir’in oğlu olan İsmail NazımBeydemir, 2007 yılında Diyarbakır’da yaşamını yitirmişolup, 5 çocuk babasıdır.Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI1938 yılında Ağın-Andiri Mahallesi’nde doğdu.Andiri İlkokulu, Akçadağ Köy Enstitüsü ve Bitlis Lisesi’nibitirdi.Tatvan ve Ahlat’ta öğretmenlik, Şereflikoçhisar’ınŞerefli Köyü’nde başöğretmenlik yaptı. Bu arada <strong>Ankara</strong>Hukuk Fakültesi’ne girdi ve 1962-63 dönemindemezun oldu. O yıl Maiyet memurluğu görevine atandı.Girdiği sınavı tek olarak kazanarak Roma ÜniversitesiHukuk Fakültesi’ne kaydoldu ve Hukuk doktoru olarakburadan mezun oldu.1969’da yurda döndü. <strong>Ankara</strong>’da 1 yıl hâkim adayıolarak çalıştıktan sonra, <strong>Ankara</strong> Üniversitesi HukukFakültesi’ne asistan olarak girdi. 1980’de Doçentliğe,1987’de Profesörlüğe yükseldiği bu fakülteden2005’de emekliye ayrıldı.Atatürk Dil ve Tarih Kurumu Atatürk Kültür Merkeziüyeliği ile TRT Kurumu yönetim kurulu üyeliğive başkan yardımcılığı görevlerini de yürüten, yayımlanmışbirçok bilimsel eser ve yüzlerce makalesininyanı sıra ‘Kılcı Rıza Destanı’ ile ‘Ağın Destanı’ adında 2şiir kitabı da bulunan Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları,Ağın-Akpınar Mahallesi’nden Emine-Rıza (Kılcı Rıza)Hafızoğulları’nın oğlu olup, evli ve 2 çocuk babasıdır.Altan İLTER1946 yılında Ağın’da doğdu. <strong>Ankara</strong> Turgut Reisİlkokulu ve Yıldırım Beyazıt Lisesi’nden sonra, Gazetecilikve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’ndan mezunoldu.1967’de TED <strong>Ankara</strong> Koleji Vakfı’nda çalışma hayatınaatıldı. 1973’de TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’negeçti ve burada çeşitli daire başkanlıklarında çalıştıktansonra, 2005’de Basın-Yayın ve Halkla İlişkilerMüşavirliği biriminden Şube müdürü unvanıylaemekliye ayrıldı. Buradaki görevi sırasında; Demiryolu,Demiryolcu, Tren Magazin, Rail Life vb. dergilerdeyazı kurulu üyeliği ve yazı işleri müdürlüğü yaptı.<strong>Ankara</strong>-Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği yönetimkurulunda genel sekreterlik dahil uzun yıllar sorumluluküstlendi, ayrıca Ağın Düşün ve Sanat Dergisiyazı kurulu’nda görev aldı. Halen, Ağın Düşün ve SanatDergisi sorumlu yazı işleri müdürlüğü görevini yürütmektedir.Ağın-Tatarağası Mahallesi’nden Ümmügülsüm-Damatgil’in Burhan İlter’in oğlu olan Altan İlter, evlive 3 çocuk babasıdır.Ömer ÖZER1952 yılında o dönemler Ağın’a bağlı olan Minayik(Dürümlü) Köyü’nde doğdu. Minayik İlkokulu veAğın Ortaokulu’nu bitirdikten sonra, Tunceli ÖğretmenOkulu’nun 2. sınıfından ayrıldı.1971’de Keban Barajı inşaatındaki AmerikanEbasco Services firmasında işe başladı ve bu firmada23 yıl teknik ressam olarak görev yaptı. 1993’de ElazığDSİ IX. Bölge Müdürlüğü emrine tayin oldu ve buradabölgedeki birçok projenin çiziminde görev aldıktansonra, 2010’da emekliye ayrıldı.Keban-Dürümlü Köyü’nden Peruze-Ali PaşaÖzer’in oğlu olan ve yılın büyük bir bölümünü köyündegeçiren Ömer Özer, evli ve 3 çocuk babasıdır.Nalân AYBEKBandırma’da doğdu. Marmara Üniversitesi AtatürkEğitim Fakültesi, Türkçe/Edebiyat Bölümü’nden1976 yılında mezun oldu.İzmir Cumhuriyet Lisesi ve Bandırma Ortaokulu’ndagörev yaptıktan sonra emekliye ayrıldı.Halen İzmir’de ikamet eden ve Atatürkçü DüşünceDerneği üyesi olan Nalân Aybek, Öğretmen SelçukAybek’le evli olup, 2 kız çocuğu annesidir.Ece ERCAN2002 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul-Beylikdüzü,Siteler İlköğretim Okulu 3. sınıfında öğrenim görüyor.Piyano çalmak, tiyatro, müzik ve yüzme sporubaşlıca hobileri arasında yer alıyor.Ece Ercan, Ağın-Şenpınar Mahallesi’nden Sevim-Atilla Ercan çiftinin kızıdır.28 ağın Kas›m-Aral›k 2010


DOĞUMLARMAHALLE/KÖYÜ ÇOCUĞUN ADI SOYADI BABA ADI DOĞUM YERİ DOĞ. TARİHİAşağıyabanlı Köyü Efe AKTAŞ Nazım Bakırköy 19.10.2010Müd. Hüs. Ef. Mah. Kerem KILINÇ Mehmet İngiltere 25.10.2010Pul Köyü Sina ALPER Ömer Mahir Üsküdar 28.10.2010Müd. Hüs. Ef. Mah. Mısra DİNCER Mürşit Elazığ 01.11.2010Pul Köyü Zeynep Bera ÖZER Murat Esenler 01.11.2010Akpınar Mah. Şeyma ERDOĞAN Vedat Konak 01.11.2010Şenpınar Mah. Bennu AKBAŞ M. Tarık Malatya 02.11.2010Akpınar Mah. Elif Naz KORKMAZ M. Hilmi Malatya 05.11.2010Demirçarık Köyü Yaren ÖZER Mehmet Esenler 06.11.2010Demirçarık Köyü Rabia ÖZKAN M. İbrahim Pendik 09.11.2010Öğrendik Köyü Tanem ÖZÇELİK Fatih Tire 10.11.2010Uzungil Mah. Elifsu GÜLER İbrahim Silivri 12.11.2010Kaşpınar Köyü Ali Efe SELÇUK Hüseyin Elazığ 13.11.2010Pul Köyü Alanur Rengin ÖZER Abdullah Buca 14.11.2010Müd. Hüs. Ef. Mah. Elif Nur ASLAN Eyüp Elazığ 15.11.2010Dibekli Köyü Tauna GÜNER B. Bayram Bakırköy 20.11.2010Kaşpınar Köyü İlker Mehmet SELÇUK Soner Üsküdar 21.11.2010Kuzgeçe Mah. Yaren İSPANAKCI S.Volkan G. Osmanpaşa 23.11.2010Akpınar Mah. Doruk YAMAN İ. Onur Avcılar 24.11.2010Tatarağası Mah. Ecrin Naz KÜÇÜK Serdar Güngören 24.11.2010Altunayva Köyü M. Kayra GÜLTEKİN Mahmut Ağın 26.11.2010Beyelması Köyü Seyhun KARA M. Selçuk Kocasinan 29.11.2010Beyelması Köyü Eslem AKBAY Fatih Elazığ 30.11.2010Akpınar Mah. Elif GÜLTEKİN Ufuk Elazığ 06.12.2010Akpınar Mah. Efe DEVİREN Mehmet Engin Çankaya 09.12.2010Beyelması Köyü Ela TOPALOĞLU Bülent Bahçelievler 10.12.2010Demirçarık Köyü Elif ÖZKAN Mehmet G. Osmanpaşa 14.12.2010Samançay Köyü Azra YALÇIN Emin Konak 16.12.2010Beyelması Köyü Kerem ÜNAL İsmayil Aydın 18.12.2010Altunayva Köyü Elif Nisa GÜLTEKİN Metin Elazığ 20.12.2010Dünyaya yeni gelen yavrularımıza yaşam boyu sağlıklar dileriz.EVLENENLERMAHALLE/KÖYÜ ADI SOYADI EVLENENİN ADI SOYADI EVLENME YERİ EVL. TARİHİAltunayva Köyü Eyüp AYSUNDU Aslı YILMAZ Şişli 31.10.2010Modanlı Köyü Ahmet YILMAZ Nazime DİNÇ Arapkir 04.11.2010Başpınar Mah. Murat SELÇUK Gülfer KARABAY Hatay 05.11.2010Bahadırlar Köyü Seda KARAAĞAÇ Murat KARA Şehitkâmil 05.11.2010Demirçarık Köyü Özgür ÖZDEMİR İlknur SEZER Karamürsel 06.11.2010Dibekli Köyü Arife AKARSU Zafer KAYNAR Esenler 07.11.2010Demirçarık Köyü Süleyman KAYA Şeyma ALTUN Ağın 08.11.2010Demirçarık Köyü Cihat METİN Elif KILIÇ Sultangazi 09.11.2010Balcılar Mah. Dursun ŞEKER Nazife ERSOY Ağın 10.11.2010-Demirçarık Köyü M. İbrahim ÖZKAN Gözde GÜNDOĞDU Pendik 11.11.2010Modanlı Köyü Bükre BUDAK Mehmet ÇIKMAN Çınarcık 12.11.2010Demirçarık Köyü Serhat ÖZTÜRK Pelin KÜÇÜK Bağcılar 13.11.2010Saraycık Köyü Yasemin SARAYCIKLI Hasan AKTAŞ Midyat 20.11.2010ağın Kas›m-Aral›k 201031


Dibekli Köyü Ece Özlem SEZER İlker KEKLİK Üsküdar 20.11.2010Beyelması Köyü Hatice CUMURCU Ferdi KESKİN Çiğli 20.11.2010Uzungil Mah. Emre BEYDEMİR Meryem GÜLTEKİN Maltepe 28.11.2010Bademli Köyü Fahrettin ÖZDEM Meliha BAĞ Mamak 11.12.2010Altunayva Köyü Merve ERDOĞAN Türker DEMİRTAŞ K. Çekmece 15.12.2010Dibekli Köyü Ayşe YAKAR Hulusi Umut GEZGİN Fatih 19.12.2010Saraycık Köyü Gürler ÇEVİK Yağmur FİDAN Malatya 22.12.2010Müd. Hüs. Ef. Mah. Sinan AKTAŞ Esma ŞAHİN Ağın 27.12.2010Çiftleri kutlar, yaşam boyu mutluluklar dileriz.ÖLÜMLERMAHALLE/KÖYÜ ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ ÖLÜM YERİ ÖLÜM TARİHİUzungil Mah. Yüksel UZUNOĞLU 05.02.1942 Beykoz 29.08.2010Kuzgeçe Mah. Fatma DİRLİK 22.07.1929 Beşiktaş 27.10.2010Aşağıyabanlı Köyü Vahap TOPALOĞLU 15.06.1938 Elazığ 28.10.2010Bahadırlar Köyü Ahmet Yaşar ŞAHİN 29.10.1951 Malatya 05.11.2010Tatarağası Mah. Nevzat GENCOSMANOĞLU 20.05.1932 Sincan 12.11.2010Uzungil Mah. Ertuğrul GÜLEÇ 15.10.1953 Yenimahalle 15.11.2010Akpınar Mah. Hatice Melahat UZUNOĞLU 01.02.1934 Altındağ 02.12.2010Saraycık Köyü Şadiye TAŞKIN 21.04.1931 Seyhan 04.12.2010Şenpınar Mah. Rukiye ÖZBEN 02.05.1924 Malatya 06.12.2010Balkayası Köyü Hava ERŞEN 25.09.1926 Bağcılar 06.12.2010Akpınar Mah. Ayşe Ayten DEMİR 06.02.1943 Ağın 07.12.2010Saraycık Köyü Sabri ŞAHİN 25.02.1927 Ağın 09.12.2010Yedibağ Köyü Serdar AYDIN 19.10.1978 Yenişehir 10.12.2010Beyelması Köyü Türkan ÖZEL 01.07.1934 Gebze 12.12.2010Samançay Köyü Fatma AYAN 25.09.1927 Karabağlar 13.12.2010Modanlı Köyü Münire ŞAHİN 10.06.1931 Karabağlar 18.12.2010Şenpınar Mah. Nuriye KAYA 01.07.1911 Yenimahalle 19.12.2010Aşağıyabanlı Köyü Hamide GENÇ 23.10.1928 Sultanbeyli 19.12.2010Ölenlere Tanrı’dan rahmet, tüm yakınlarına başsağlığı dileriz.TÜM OKURLARIMIZIN <strong>VE</strong>HEMŞEHRİLERİMİZİNYENİ YILINIEN İÇTEN DUYGULARIMIZLA KUTLAR,SAĞLIK <strong>VE</strong> MUTLULUKLARDİLERİZ.AĞIN

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!