11.07.2015 Views

tıklayınız

tıklayınız

tıklayınız

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

AYLIK FIKIR VESANAT DERGİSİKurucusuHALİDE NUSRETZORLUTUNASahipveNeşriyat MüdürüEMİNE IŞINSUAnkara TemsilcisiŞEVKET YAHNİCİSekreterAFİFE ENÇDOÇ. DR. N. HACIEMİNOĞLUAydın ile Halkm MücadelesiDR. BİROL EMİLBitmeyen BuhranlarDOÇ. DR. EROL GÜNGÖRBatılasma ve Türk KültürüDOÇ. DR. MEHMET EROZTürk Ulusları, Urukları,Boy ve OymaklarıHakkında Kısa BilgiPROF. DR. ORHAN TÜRKDOĞANDoğu Anadolu'da KalkınmayıEtkileyen SebeblerAdres:Hocapaşa, Taya Hatun Sok.No I, Kat 3/302Sirkeci — İSTANBULAnkara BürosuKonur Sok. 53/2Bakanlıklar — ANKARAHer türlü haberleşme ve havale:Emine IŞINSUP.K. 630, Karaköy, İstanbulSAYI: 36 (8) YIL: 4OCAK 1972Fiatı: 2,50 TL.AboneşartlarıYıllık : 30.00 TL.Reklâm tarifesi:Tam Sahife: 1200 TL.1/2 Sahife: 600 TL.1/4 Sahife: 300 TL.ESKİN MATBAASI — İSTANBUL


GENEL DURUMYENİHÜKÜMETAralık ayında, Türkiye'nin siyasî tansiyonu âni olarak yükseldi. Öncell'lerin, sonra birinci Erim hükümetinin istifası etrafında çeşitli talimin veyorumlar yapıldı. Ancak, Nihat Erim'in tekrar Başbakanlığa tayin edilerekyeni hükümeti kurması ile «tansiyon» şimdilik, normal seviyesine düştü.Geçen hafta Millet Meclisinden güven oyu alan ikinci Erim hükümeti,12 Marttan sonra kurulan birincisi Ue mukayese edildiği takdirde, gerek halktarafından, gerekse iş çevrelerince, oldukça müsbet ve munis karşılandı.Esasen, başlarında Koçaş ve Karaosmanoğlu gibi, millete hiç de itimat telkinetmeyen kimselerin bulunduğu ll'lerin istifası, başlı basma bir ferahlıkve sevinç vesilesi olmuştu. Zira, 12 Mart öncesinin ülkemizi saran zehirli havası,Ordumuzun tam zamanında yaptığı müdahale ile bir an dağılır gibi olmasınarağmen, «hüviyetleri» malum Karaosmanoğlu ekibinin hükümete girmesiUe yeniden ağırlaşmıştı. Sırf bu ekip yüzünden, Türk Milleti birinciErim hükümetine hiç ısınamamışt!. Herkes, memleketimizin kaderi üzerindetehlikeli oyunların oynanmak istendiğini seziyor ve endişelerden kurtulamıyordu.İşte bunun içindir ki, sadece ll'lerin istifası bile, denizlerden esen ânibir meltem gibi, mUletimizi ferahlattı. Ona, altında ezildiği hayat pahalılığıve geçim sıkıntısını dahi, bir an için, unutturdu.MUletimizde güven ve ferahlık yaratan ikinci mühim hadise de, ll'lerin«üst perdeden konuşan» bir üslupla hazırladıkları «istifa gerekçesine. GenelKurmay Başkam Orgeneral Memduh Tağmaç'ın, tam bir Türk Paşasıtavrı ile cevap vermiş olmas.dır. Dar bir «aydın kamu oyu» dışında, herkeseâdeta harb Uan eden ve bütün millete kafa tutan ll'lerin mahut istifa gerekçesinekarşı Memduh Paşanın bu cevabı, hakikaten, mUletimizin duygave düşüncelerine tam tercüman olmuştur. Tağmaç, Türk'ün dört bin yıllıkdevlet ve ordu geleneğinin hiç sarsılmadan devam ettiğini bir kere dahagöstermiştir.


NECMETTİN HACIEMİNOĞLÜSOSYOLOJİAYDINİLEHALKINMÜCADELESİMillet, aralarında soy, dil, töre, kültür, tarih, din ve ülkü birliğiolan fertlerden teşekkül eder. Bazı fikir adamları bu mânevi unsurlarasınırları belli bir vatanda ve aynı bayrak altında yaşamak .şartınıda katmaktadırlar. Fakat ilâve edilmek istenen bu sonuncu unsurlar,bizce, millet olabilmenin zarurî şartı sayılamaz. Çünkü bir milletinyerleştiği coğrafî mekân (vatan) çeşitli sebeplerle değişebilen bir dışunsurdur. Küçülebilir, genişleyebilir, bölünebilir hattâ tamamiyle değişir.Ama cemiyetlere millet olabilme vasfını sağlayan diğer temelunsurlar böyle kolay ve çabuk değişemez. Nitekim, Türk Milleti uzuntarihi boyunca zaman zaman vatan değiştirip, ayrı coğrafyalarda ayrıdevletler kurduğu halde, daima aynı millet olarak kalmıştır. Bugünde, dünyanın üç kıt'asmda, uzak ve ayrı vatanlarda oturup, başka siyasîbayraklar altında yaşamak zorunda kalan 70 milyon Türk, heryönü ile bizim gibi ve bizim ile beraberdir. Hepimiz birden 110 milyonlukTürk Milletini teşkil etmekteyiz. Zira, Doğu Türkistan'dan Batı5


NECMETTİN HACIEMİNOĞLUTırakya'ya, Sibirya'dan Kerkük ve Kıbrıs'a kadar, geniş coğrafyadayaşamakta olan bu 110 milyonluk kitle dili, töresi, kültürü, tarihi veülküsü ile tam bir bütündür. Aynı millî tarih şuuruna sahiptir. Aralarındamekân birliği, siyasî bağ ve herhangi bir maddî menfaat ortaklığıolmadığı halde, Türkiye'deki insanı Özbekistan veya Üsküp'-te oturan Türke bağlayan şey nedir? Kerkük, Kıbrıs ve Batı Tırakya,siyasî hudutlarımızın, yâni şimdiki vatanımızın dışında kaldığı hâlde,onları bize, bizi onlara unutturmayan hangi duygu, hangi manevîkuvvettir? İşte bu, fertleri ve zümreleri aynı millete mensup olmanınşuuru içinde tutan dil, kültür, töre ve ülkü birliğidir. Yahya Kemal,filozofların sayfalarla anlattıkları bu hakikati, şu beyit ile ifade etmiştir:Dili bir, gönlü bir, imânı bir insan yığınıGörüyor varlığının bir yere toplandığını.Gerçekten de, kısa fakat en geniş mânâsı ile millet bu mısralardabelirtilen «dil, gönül ve imân birliği» içinde olan insanlar topluluğudur.Öte yandan, aynı vatanda ve bir bayrak altında yaşadıklarıhalde, birbirine yabancı hattâ düşman gözü ile bakan zümreler devardır. Meselâ ülkemizde halk ile aydının birbirine karşı tavrı böyledir.Çünkü bu iki zümre arasında, aynı vatanda oturmaktan başka.onları birbirine kaynaştıracak manevî bağ kalmamıştır. Yalnız vatanbirliği de tek başına buna yetmemektedir. Töresi, kültürü, imân veülküsü farklı olan insanları toprak yahut bayrak birliği sayesindekaynaştırmak mümkün olsaydı, yeryüzünde «azınlık» meselesi kalmazdı.Halbuki zümre ve gurupları millet bütünlüğü haline getirenasıl bağlar bu ruhî ve manevî unsurlardır. Eğer fertler veya guruplararasında bu ruhî bağlar kopmuşsa, o cemiyette artık tam bir milletbütünlüğünden bahsedilemez. Bu yüzdendir ki Türkiye'de aydınile halk yan yana fakat iki ayrı millete mensup zümrelermiş gibi yaşamaktadırlar.Üstelik bunlar sadece birbirlerine karşı ilgisiz, yahutbarış halinde de değildirler. Aralarında daimî bir çekişme vardır. Denilebilirki, Türkiye'nin son 150 yıllık tarihi bu iki zümrenin —halkile aydının— açık veya gizli mücadelesinden ibarettir. Bu asırlık mücadelehangi isim ve kisve altında olursa olsun tek bir konu etrafındatoplanmaktadır. Zaman zaman patlak veren bütün sosyal ve siyasîbuhranların temelinde yatan asıl sebep de budur. Bir asırdır:Aydın halka : «Millî kültürünü, töreni ve dinî inancını terk edip.batılılaşacaksm!» demektedir.6


AYDIN İLE HALKINHalk da aydına: «Millî kültürümü, töremi ve dinî inancımı terketmiyeceğim, ama çağdaşlaşacağım!» cevabını vermektedir.Halkı daima rahatsız ve tedirgin etmekle ün salmış olan Türkaydını bugüne kadar bazan fikir adamı, bazan siyasetçi, bazan dakurtarıcı hüviyeti ile ortaya çıkmıştır. Ama hepsinin zihniyeti ve tavrıaynıdır. Getirmek istediği rejime bazan Tanzimat, bazan Meşrutiyet,"bazan Cumhuriyet, bazan da Demokrasi demiştir. Ama halkakarşı o ezici ve mütehakkim tavın hiç değişmemiştir. Ayrıca bütünbunları halka hiç danışmadan, «tepeden inme» yapmıştır. Gerçekleştirmekistediği yeniliğe bazan ıslahat, bazan inkılâp, bazan da reformadını vermiştir. Ama daima şekilde, dış görünüşte ve mücerrette kalmıştır.Kabul ettirmeğe çalıştığı yabancı töreye bazan batılılaşmak,bazan asrîleşmek, bazan da medenileşmek etiketini yapıştırmıştır. Fakatdaima millî bünyenin direnişi ile karşılaşmıştır. Hakimiyeti altınagirmekte mahzur görmediği Avrupa kültürüne bazan yenilik, bazanümanizm, bazan da ilericilik demiştir. Ama her defasında halkın tepkisinesebep olmuştur. Hasılı, aydınların bütün «teklif» leri Türk halkıtarafından reddedilmiştir. Aydın, halkın bu tavrına çok kızmıştır.Onu anlamaya, onda güven duygusu uyandırmaya çalışacak yerde,hatasında ısrar ederek metod değiştirmiştir. Ama normal «teklif» mahiyetiniaşan «baskı ve tehdit» leri de halk gene bir arslan esneyişi ileseyr eylemiş ve sonra bir yüce dağ mukavemeti ile geri itivermiştir.Yıllarca süren bu üstü kapalı mücadele, bir noktaya kadar geldiktensonra açığa vurulmuş ve cepheler teşekkül etmiştir. Bugün aydın ilehalk artık her bakımdan karşı karşıyadır. Aydın, yıllardan beri halkateklif edip de red cevabı aldığı yabancı kültürü, yabancı töreyi tereddütsüzbenimsemiştir. Millî olan, halka ait olan her şeyi de toptanbırakmış veya unutmuştur. Bu yüzden aydının artık halkmkindenbaşka bir dünyası vardır. Değer ölçüleri, zevki, hayat görüşü, memleketyahut kendisi için kurduğu hayal, halkın tasavvur ettiğinden tamamiylebaşkadır. Halk da, aydına karşı şimdiye kadar yürüttüğü«pasif mukavemet» safhasını aşmıştır. O da artık sadece memleketidaresinde söz sahibi olmak hakkını elde etmekle yetinmiyecektir.Töresine, kültürüne ve millî değerlerine de sahip çıkacaktır. Bağrından,kendisi ile zıtlaşmayan, kendisine yabancılaşmamış yeni ve sağlamaydınlar doğuncaya kadar da bu mücadeleyi devam ettirecektir.Yoksa Türk halkının günümüz aydını ile «barış içinde ve bir aradayaşaması» mümkün değildir. Bu kanaati, müşahadelere dayanancanlı misallerle kuvvetlendirmek isteriz.7


NECMETTİN HACIEMİNOĞLUIIHer cemiyette fertler ve sosyal dilimler arasında bilgi, görgü vedavranış bakımından bazı farklar vardır. Bu farklar, tahsil seviyesiumumiyetle düşük olan halk ile tahsili yüksek ve bilgisi geniş aydınarasında daha da fazladır. Fakat bu, hiç bir zaman bir «mahiyet farkı»değil, sadece bir «derece farkı» dır. Bizde ise, aksine, halkın kültürü,töresi, görgüsü, inancı ve dünya görüşü ile aydmmki arasında tammanasıyle bir «mahiyet farkı» vardır. Bu, tabiî, her iki zümrenin değerölçülerine, zevklerine, davranış ve yaşayışına da aksetmekte, böylece,aradaki uçurumu derinleştirmektedir. Meselâ Türk halkı dindardır.Kendisini idare etmek mevkiinde olan aydınların da hic değilsemanç plânında, dine bağlı ve saygılı olmasını istemektedir. Aydın ise'bunun tam tersine, dine ve dindar insana karsı soğuk, ilgisiz hattâkızgındır. Halbuki fertleri birbirine yaklaştıran en kuvvetli duyguiman beraberliğidir. Tanrıya birlikte ibâdet etmek, birlikte şükr etmekinsanları kopmaz bağlarla birbirine bağlar. Aynı siyasî partiyemensup, yahut aynı spor kulübünü tutan kimselerin birbirine karşıduyduğu ruhî yakınlığı düşününüz. Bu, nihayet basit bir duygu birliğidir.Böyle bir beraberlik en yüce duygu olan iman ve ibâdet noktasındabirleşince, ne kadar tesirli olur. Türk halkı, asırlarca, hükümdarıile, komutanı ile, âlimi, san'atkârı ve idarecisi ile, hiç olmazsahaftada bir vakit yanyana namaz kılmıştır. Böylece, kendisini idareedenlerin de kendinden biri olduğunu görmüş ve anlamıştır. Bu sayedede onlara hem gönülden bağlanmış, hem de güvenmiştir. Şimdiise, bu en sağlam bağ kopmuş bulunmaktadır. Aydınların bir kısmıdinî inancı lüzumsuz saydığı için, bir kısmı da açıkça ibâdet etmenindm istismarı olacağını sandığı için, halk ile beraber camiye gitmemektedir.Bu tutum halkı aydından soğutmuştur. Üstelik de halk bizimaydınların örnek aldıkları batı dünyasında en büyük âlimlerle enyüksek makam sahiplerinin sık sık kiliseye gittiklerini okuyup öğrenmektedir.İnsanları birbirine yaklaştıran, ısındıran mühim bağlardan biride aynı sevinci beraber duyup, beraber kutlamalarıdır. Bayramlarınbaşlıca vazifesi de budur. Türkiye'de ise, ne gariptir ki, halkın bayramıile aydının bayramı (daha çok bürokrasinin) âdeta ayrılmıştır. Halk,hakikî bayram sevincini yalnız dinî bayramlarda duymakta, millî bayramlarıda sadece tatil günü olarak görmektedir. Aydın ve bürokrasi8


AYDIN İLE HALKINise, millî bayramlarda giyinip kuşanarak resmî kutlama törenleriyaptığı halde, dinî bayramlara ancak tatil olarak bakmaktadır. Yalnızcamahallî kurtuluş bayramlarını bürokrasi ile halk beraber kutlamaktadırlar.Çünkü o günün mânâ ve değerini halk anlayıp taktiredebilmektedir. Halk ile aydının sevindirici hâdiseler karşısındakiferdî davranışları da çok farklıdır. Halk kendisini memnun eden birbaşarıyı ya kurban keserek, ya mevlid okutarak, yahut da bir evliyatürbesine mum dikmek suretiyle kutlarken, aydın meyhaneye gidipşampanya patlatmayı tercih etmektedir. Halk ile aydının nezaket,terbiye ve ayıp telâkkileri de birbirinin tamamiyle zıddıdır. Kapalıbir yere girildiği zaman aydın şapkasını, halk ise ayakkabısını çıkarır.Aydın çevrelerde ayakkabı çıkarmak, halk arasında da şapka çıkarmakayıp sayılır. Aydın çevresinde bir hanıma güzel olduğu söylenirse,eşi veya kardeşi bunu bir iltifat sayarak «teşekkür» eder. Aynıdurumla halktan bir kimse karşılaşırsa, «teşekkür» değil kavgaeder. Halk ile aydının değer ölçüleri de çok farklı ve birbirine zıddır.Kurtuluş savaşamm dört büyük komutanı arasından halk FevziÇakmak ile Kâzım Karabekir'i daha çok sevdiği halde, aydın MustafaKemal ile İsmet İnönü'yü daha fazla sevmektedir. Halk, çocuğunuumumiyetle imam hatip okuluna, öğretmen okuluna ve askerî liselerevermek istediği halde, aydın, çocuğunu kollejlere, konservatuvarave liseye vermeyi tercih etmektedir. Halk ile aydının düğün, dernekve eğlencesi de birbirine benzemez. Halk kendi millî sazı ile, millîmüziği ile kendi oyunlarını oynar. Aydın ise —şehir burjuvası da bunadahil— caz orkestırası ile çılgınca dans eder. Halktan bir kimseöldüğü zaman, cenazesi bizim dinî geleneğimize uygun olarak tekbîrlerle,çelenksiz ve bandosuz kaldırılır. Aydın zümreden biri ölmüşise, cenaze, bando refakatinde Schubert'in marşı ile ve çelenklerledonatılmış olarak götürülür. Halk ölüsünün ruhu için Fatiha okur,aydın ise «bir dakika susar». Halk ile aydının çocuklarına vurduklarıisimler bile, âdeta birbirinden ayrılmıştır. Biri «Ayşe» ve «Mehmed»iseverken, diğeri «Göksel» ve «Tansel» gibi isimleri tercih etmektedir.Bunlar, rastgele seçilmiş örneklerdir. Dikkatle düşünülürse, hayatınher sahasında aynı farklılaşmanın olduğu görülür. MeselâAnadolu'nun küçük şehirlerinde halk ile aydın arasında, yalnız duyguve inanç bakımından değil, maddî mânâda da kaim duvarlar vardır.Kasabanın bütün memurları boş saatlerinde «şehir kulübü»ne,öğretmenler «öğretmenler lokali» ne, subaylar da «subay gazinosu» na9


NECMETTİN HACIEMİNOĞLUgiderler. Halk da mahalle kahvesinde oturur. Bu iki zümrenin sosyalmünasebetleri de kendi aralarındadır. Halktan bir aile ile bir memurailesinin ahbaplık kurduğu çok nadirdir.Daha çok duygu, inanç ve kültür plânında görülen bu zıtlaşma,ahlâkî davranış sahasına da uzanmıştır. Halk, tek tek fert olarak değilsebile, umumiyetle eski Türk töresini, Türk - İslâm ahlâkını hâlâdevam ettirmektedir. Misafir-perverdir, iyilik ve yardım etmeyi sever.Büyüğe, ana-babaya, hocaya ve kadınlara karşı terbiyeli, saygılı veitaatlidir. Yabancıya, garibe, kimsesizlere acır, ilgi gösterir. Kalenderve fedakârdır. Şekilci ve hayal-perest değil, gerçekçidir. Şerefine,izzeti nefsine çok düşkündür. Maddî menfaat için bunlardan fedakârlıkyapamaz. Sabırlı ve soğukkanlıdır. Duygu ve niyetini pek açığavurmaz. Gelenek ve göreneğe çok bağlıdır. Mühim bir sebep olmadıkçayaşayış ve alışkanlıklarını değiştirmez, bırakmaz. Pragmatiktir,boş söze ve kuru vaitlere kolay aldanmaz. İki yüzlü ve içten pazarlıklıdeğil, açık ve tok sözlüdür. Mert ve cesurdur. Aydın ise, gene umumîolarak, bu millî ve tarihî hasletlerimizden mahrum kalmıştır. Gelenek,görenek ve töresini terk etmiştir. En fenası millî gurunu yitirmiştir.Taklitçi, şekilci ve gösteriş budalasıdır. Son derece hayalperesttir.Tabiî, kapitalist batı dünyasının materyalist kültürü üebeslendiği için, maddeci, menfaatçi ve bencildir. Millet ve memleketuğruna, isteyerek, hiç bir fedakârlığa katlanmaz. Hareketlerine yönveren tek şey, şahsî menfaat ve rahatının garanti yahut tehlike altinda.. Oİup olma y ı § ldır - Hasılı, halk millî ve maneviyatçı bir dünyagörüşünü, aydın ise kozmopolit ve maddeci bir görüşü temsil etmektedir.Bu yüzden ikisi arasında «derece farkı» »değil, «mahiyet varkı»»vardır. İşte bu «mahiyet farkı» giderilmedikçe, ülkemizdekisosyal ve siyasî buhranlar dinmiyecektir. İdare edenlerle idare edilenlerarasında sevgi ve güvene dayanan «ebedî barış» sağlanamayacaktır.Ancak, bu durumda ortaya bir mesele çıkmaktadır: Halk ileaydın arasındaki «mahiyet farkı»nı giderip, uçurumu kapatmak için,kim fedakârlık edecek? Aydın mı halka yaklaşacak, halk mı aydınayaklaşacak? Elbette aydın halka yakın, halk gibi, halktan biri olacaktır.Yâni aslına dönecektir. Çünkü milletten kopan, uzaklaşan,millete yabancılaşan ve «ters düşen» odur.Not: Şu hususu belirtelim ki, halkın içinde fert olarak, yukarıdasaydığımız umumî vasıflardan mahrum nice insan bulunacağıgibi, aydın arasında da bahsettiğimiz kusurlardan tamamiyle uzak,pek çok mükemmel insan vardır. Biz burada iki zümrenin kültürünü,töresini, ruhî ve millî yapısını umumî olarak mukayese ettik.


BİROL EMİLMilletlerin buhran devirleri, kendivarlıklarını derinden hissettikleri, temeldeğerlerinin farkına vardıkları, kuvvet vezaaflarının tam bir açıklıkla ortaya çıktığızamanlardır. Herşeyin, dıştan, alabildiğinebir anarşi manzarası gösterdiğiböyle devirlerin, bütün cemiyeti kökündensarsan zelzeleleri yanında, içten, cemiyetebu şuuru kazandırmak gibi müsbetbir tarafı vardır. Denilebilir ki, bukran,zehri ve şifasıyla beraber gelir. Doğrudandoğruya o milletin tarihinden ve mazidekitecrübelerden doğan bu şifalışuuru izah etmeden önce, onun hangizehrin panzehiri olduğunu görmek lâzımdır.Bir cemiyette buhran zehrinin yarattığıen tehlikeli netice, onu yutan insandabaşlayan çözülmedir. Evvelâ fert dağılır.Onu devletine ve milletine bağlayankuvvetler, coğrafya, tarih ve mazi, kültür,din, müşterek inanç ve ideal, kanun,müessese duyguları ve sorumluluk hissigittikçe zayıflar. İçindeki bütün besleyicive diriltici kaynaklar kurumak üzeredir.Medet uman gözlerle çevresine bakınca,etrafını alan manzara ise âdeta bir mahşerdennişanedir: Fert, devrin kendinekadar gelen çalkantıları içinde ihtilâl rüzgârlarınınkasırgalaştığını, bir yığın siyasîihtiras ve ideolojinin kol gezdiğini,dört bir tarafının hakikat mi, sahte mi olduğuBİTMEYEN bilinmeyen fikir ve slogan tuzakla-rıyla görür. Kendilerine «Baskı grupları»,B U H R A N L A R «Zinde kuvvetler» diyen zümreler türemiştir.Basın durmadan heyecan sömürür.Köşe başı demagogları, nasiplerinikargaşalıkta gören fırsatçılar, sokaklaradökülmüş başıbozuk sürüleri, onların is-11


«var olmak veya olmamak» mücadelesineatıldığı görülür.Buhran devirlerinin müsbet tarafı, iştebudur.O zaman derin bir ümitsizliğe kapılmışferdî ruhlar da birdenbire canlanırlar,içlerinde bir «yemden doğuş» hissederler.Ve anlarlar ki, yaşadıkları buhranın kargaşalıkve çalkantıları ebedi bir kader değildir;tarih göstermiştir ki, şimdiki zamanınsosyal ve siyasî atmosferi ne kadarboğucu olursa olsun, bir çıkış yolu daimavardır. Ahmet Hamdi Tanpmar'm dediğigibi Cemiyet fikri —ilâve edelim, tarihve mazi şuuru— işe karıştığı için kadertrajedisi de değişir.îşte bugünün Türk insanı, daha doğrusu Türk aydını, içinde bulunduğu buhranınkarışıklığından biran sıyrılır ve milletinintarihteki macerasını düşünürse,Türklüğün nice buhranlar yaşadığını veher defasında onları yendiğini .bundansonra da mutlaka yeneceğini anlar.Pek az millet, bizim kadar dış ve içdüşmanlarıyla uğraşmak, millî varlığınıkorumak için bizim kadar boğuşmak zorundakalmıştır. Türk tarihinin süreklibir mücadele tarihi olmasını başka türlüizaha imkân yoktur. Tarihimizin göçebelikdevri, muhtelif Türk boylarının, dış düşmanlarkadar kendi aralarında da mücadeleleriyledoludur. O asırlarda «boyculuk»fikri, sürekli bir devlet teşkiline mânioluyor. «Ebedî Türk Birliği» bir türlükurulamıyordu. Tarihin için yalpalayarakyürüyorduk. Sonra, belki de Oğuz Kağan'ınrüyasındaki o doğudan batıya uzananaltın yay sembolüne uyarak batıyadoğru akmağa başladık. Gönlümüzde «Kızılelma»hayali, Asya steplerinde asırlarcasürdürdüğümüz galebe çalma ve hâkimiyetiradesi, hiç bir zaman uyanmak14BIROL EMİListemediğimiz cihangirlik rüyası, maşerîhafızamızda Ötüken ormanlarının hatırasıve kulağımızda o harikulade manâlı «gökbakışlı, gök yeleli kurdun» gürleyişi, yenibir diyar aradık. Anadolu'ya geldik. İslâmiyetgöçebe Türk'ü atından indirerektoprağa bağladı. Yeni bir coğrafyada yenibir milliyet ve devlet olarak teşekkülettik. Selçuklu macerasını Osmanlı takibetti. Ve Osmanlı, kurucusu Osman Gazi'-nin rüyasındaki ağaç sembolü gibi. buyeni coğrafyada gittikçe yayılarak, Romadansonra dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğunukurdu. Bugün o kadar haksızyere kötülediğimiz bu imparatorluk,sadece kaba kuvvete dayanan bir cihangirlikmacerası değil, teferruatına kadarişlenmiş mükemmel ve ince teferruatlıyeni bir medeniyet sistemi idi. «Ordu-yıHümâyûn»un girdiği her yere bu yeni medeniyetindamgası basılıyor, derhal cami,medrese, han, hamam, kervansaray vetürbeleriyle orada Osmanlı yükseliyordu.İstanbul'un fethiyle beraber imparatorlukçağına girdik. Daha kuruluştan itibarenher birinin nabızlarında Oğuz Kağan'mcihangirlik ideali atan büyük fâtihve devlet adamı padişahlar yetiştirdik.Zengin bir şiir ve musikimiz, imparatorluğunsüsü mimarimiz, el sanatlarımız,çağlarında ileri ilim ve irfan müesseseleriolan medreselerimiz, ruh terbiyesinin en'asilini veren tarikatlarımız, tekkelerimizdisiplinli ve daima muzaffer ordumuz,mükemmel işleyen iktisadî nizamımız,çakır - pençe padişah ve devlet adamlarınınelinde kuş uçurtmayan merkezî devletotoritemiz vardı. Artık herşeyiyle ebedîsandığımız bir imparatorluktuk. Bununiçindir ki, kurduğumuz devlete, osmankcanınen manâlı sıfatlarından biriyle«Devlet-i ebed - müddet-i Osmaniye» dedik.


BİTMEYEN BUHRANLARBu ebediyet rüyasına o kadar kapanmıştıkki, gittikçe açığa çıkan zazaflarımızıgöremiyorduk. Halbuki çanlar bizimiçin de çalmağa başlamıştı. Daima galipedasıyla seyrettiğimiz mağlup Avrupa, rönesansı,reformu, ilmi ve teknik gelişmeleri,keşifleri, inkılâp ve ihtilâlleri, kültürve felsefesiyle çoktan toparlanmıştı. Asırlarınbiriktirdiği kin ve intikam duygusunuüzerimize kusmak için savaş meydanlarınıda kâfi bulmuyor, İstanbul kapılarınakadar dayanıyordu. Artık onun nazarında«Hasta Adam» dik. Bütün 19. asrıbu hasta adamın mirası meselesi meşguletti. Avrupanın diplomatik entrikalarına,iktisadî hırslarına, askerî ve teknik üstünlüğünemukavemek edemiyorduk. Üstelik,vaktiyle kuvvetimizi yapan bütünmüesseseler birer zaaf unsuru olmuştu.Dahası var: Asırlarca en geniş bir müsamahaile adeta istiklâllerini koruduğumuzazınlıkların üst üste ihanetlerine uğruyorduk.Bütün bunlara karşı koymak için içimizdeneler yapmadık... Avrupa usulünceordu kurduk, olmadı.. Okullar açtık, beceremedik.Tanzimat, İslahat fermanlarıfayda vermedi. Kaç ihtilâl yaptık, sonuçalamadık. Reform teşebbüslerimiz kısırkaldı. Rejim değiştirmek istedik, bu uğurdapadişahlar feda ettik, gene hiç! Devletadamları bile Avrupa'yı taklitten başkaçare olmadığını söylediler, her sahada onuda denedik, sonunda gene iflâs! Hattaedebiyatçılarımız bile siyaset yaptılar.Çeşitli ideolojilerin sunduğu reçeteleresarıldık, ellerimiz yine boşlukta kaldı.Üstelik bütün bu gayretlerimiz, bizi hâlâkurtulamadığımız bir ikiliğin, bir kültürve medeniyet krizinin içine attı. NihayetFransız ihtilâlinin sloganlarına oturtulmakistenilen II. Meşrutiyetle beraberDünya Harbi'nin savaş felâketleri yetmiyormuşgibi, Avrupa'nın kaç asırlık rüyasınıyapan o idam yaftası, Sevr, boynumuzageçirildi.İşte o zaman bir defa daha «Var olmakveya olmamak» meselesi ile karşıkarşıya kaldık. Görünüş oydu ki, var olmayabilirdik.Çünkü 20. asır başı Avrupa'sınınilâhları susamışlardı. Kurbanistiyorlardı ve gene bizi seçmişlerdi. Mensupolduğum nesil, 1918 -1923 Türkiye'sininşartlarını, bunun ne yaman bir kaderolduğunu ve nasıl imkânsız denebilecekbir mücadelenin içinden CumhuriyetTürkiyesine geldiğimizi, o yılları idrâkedenlerden ve hâtıralarından bir masal,bir efsâne gibi dinledik. Mücadeleninimkânsızlığı şuradaydı ki, sadece dışdüşmanla ve istila ordularıyla değil, kendiiçimizde, bizden olanlarla da mücadelezorundaydık. İstanbul ve Ankara, ikiayrı zihniyeti, birbirine zıt iki devlet vemillet görüşünü temsil ediyordu. Böylecetarihin ' büyük hakikati bir defa dahameydana çıkmıştı: Bir millet, kendi içindebir bütün halinde kenetlenmezse, omillet millî birlik şuuruna sahip değilse,yaşama hakkı yoktur.O yıllarda istila ordularını bir kurtarıcıgibi görenler, manda fikrini hür vemüstakil Türkiye'ye tercih edenler, oşartlara rağmen İslâm birüği'nin ve hilâfetinyaşayacağına inananlar, kurtuluşordusuna karşı gaza ve cihâd ilân edenler,işbirlikçiler, mütareke ve işgal senelerindebüyük vurgunlar yapan menfaatgrupları, devrin üniversitesi Darülfünunda,basınında Anadolu'daki Milliyetçi Hareket'ekarşı olan ilim ve kalem sahiplerive daha niceleri hep bu hakikatin inkârınıtemsil ediyorlardı.Ancak düşmanlar gibi, onların da karşılarındabir lider ve onun iradesi altındabirleşmiş millet çoğunluğu vardı. Ata-15


"•BİROL EMİL.türk'ü tecrid ederek değil de, Türk tarihininfakat behemahal yaşatmamız gerekenen buhranlı bir devrinin ve hadise­hür ve müstakil Türkiye ve son bağımsızlerin ışığında gördüğümüz zaman şu vakıaTürk Devleti var. Bunun için, açık ve semaaçıkça ortaya çıkar: Atatürk, uçuruçikbir tarih ve mazi şuuruyla, kuvvetle­sarkmış, başı dönen Türk milletini, rimizin ve zaaflarımızın muhasebesinio bir çeşit hatifi şada «Ya istiklâl, ya çok iyi yapmak zorundayız. Nereden geldik,ölüm!» parolasıyla titretip kendine getirenhangi noktadayız ve nereye gide­ve Türk milletinin ezelî ve ebedî o ceğiz? Hangi zaaflar yolumuzda dikendir,temel duygusunu, hür ve müstakil birhangi kuvvetler onları biçip bizi ya­millet olarak yaşama iradesini temsil rının aydınlık, mesut, müreffeh Büyükeden kahramandır. Ve Atatürk örneği bir Türkiye'sine götürecektir? Tarih boyuncadefa daha göstermiştir ki, Türk milletinin«Var olmak veya olmamak» mücadelesiasıl kuvvetimizi teşkil etmiş olan Türkhalkı, bugün, bu soruların cevabını, ken­yaptığı buhran devirlerinin bir çıkış disine inanmayan bir takım reform ha­yolu daima vardır ve böyle zamanlarda varilerinden, gökte yıldız ararken önündekikendini milletiyle aynîleştiren «Sâhib-zuhûr»kuyuvu göremeyen «turfa münec­bir lider daima çıkar.cimlerden, gene tarih boyunca en mühimzaaf unsuru olan ve daima ihanet et­Türkiye'de sosyal ve siyasî gelişmelerII. Meşrutiyet'e kadar nisbeten ağır birtempo ile devam etmiş, o tarihten itibarenbaş döndürücü bir sürat kazanmıştır.Hakikî bir «yeniden doğuş» olan İstiklâlSavaşı'ndan sonra, Cumhuriyet'in ilk yıllarındatiği için, bugün de bir ihanet cephesi gibigördüğü bir kısım «aydın kamuoyu»ndandeğil, kendisinden saydığı milliyetçiTürk aydınlarından bekliyor. Unutmayalımki, bir devrin siyaset, kültür ve me­zarurî görülen otoriter rejim, onu deniyet hadiselerinin hesabnn, hele buhtiğitakib eden tek parti - tek şef sistemi, sonraçok partili hayat, Demokrat Parti'nin,on yıllık, sonu - hazin iktidarı, 27 Mayısihtilâli ve ihtilâl sonrasının zamanımızakadar gelen karışıklığı, 12 mart, nihayetran devirlerinin hesabını, ve topyekûn birmilletin hesabını, tarihe ve istikbale karşıhalk değil, aydınlar verir. Çileli Türlehalkı, bunların bir kısmı yüzünden nelerçekmemiştir? Fakat şâirin.içinde bulunduğumuz bugünkü durum, biziNeler çeker bu gönül söylesembütün tarihimiz gibi, son yarım yüzyıl­lık dönem üzerinde de dikkatle düşündürmelidirlumşikâyet olur.mısramdaki ruh hâli içinde, daima maz­.itaatli, mütevekkil, katlanagelmiş-Bugün de II. Meşrutiyet sonrasını hatırlatantir. Şikâyet bile etmemiştir. Bugün de,yeni bir buhran geçiriyoruz. Fert­bir kâbustan fırlamış ifrit çehresi gibite ve sosyal bünyede yeniden bir çözülme gördüğü ve korkulu gözlerle baktığı o birvardır. Sadece buhranın cereyanları ve kısım «aydın kamuoyu», onu hâlâ takatsloganları değişiktir. Ve en mühimi, yakıngetiremeyeceği yükler ve ıztıraplar altındazamanlara kadar bu derece cür'etliolmamış bir cereyan, komünizm, sosyalbünyede ideolojik bir kanser tümörü gibibir defa daha tecrübe etmek, bunla­ra katlanmanın bir vatandaşlık görevi olduğunuiddia etmek istiyor. Türk halknvsıçrama ve sirayet iddiasındadır. Gerçi da tahammül sonsuzdur. Şüphesiz geneartık kaybedecek imparatorluğumuz yok, katlanır. Gene belki isyan ve şikâyet et-16


BİTMEYEN BUHRANLARmez. Ama, onun yaşama ve gönül ıztırabınayakından kulak verenler, orada AbdülhâkHâmid'in beytinden akisler bulacaklardır:Bahsetme bana dağdağa-yı ye's üelemdenOl tecrübeden nezd-i kemâlimdeguıâ var..İşte milliyetçi Türk aydınlarının bugüniçin görevi, iktidarda bile olsa o birkısım «aydın kamuoyu»na, sonuna kadarmukavemet ederek, bu «Tecrübe»ye, birdaha yaşanmamak üzere son verdirmek,ve çok yalan bir gelecekte, Türk halkıylaelele yarınki «Büyük Türkiye» rüyasınıhakikat yapmaktır.Bu rüya bir gün mutlaka hakikat olacaktır.Bu inanış, her türlü sosyal buhranınve ferdî ıztırabın üstündedir.TÜRKİYE KÜLTÜR ENSTİTÜSÜSUNAR0 BÜYÜK TÜRKİYE RÜYASIPROF. DR. MEHMET KAPLAN# YAŞADIĞIM GİBİPROF. AHMET HAMDİTANPINARKÜÇÜKDÜNYAROMANEMİNE IŞINSU® SON BLOKLARMUSTAFA NECATİSEPETCİOĞLUFiatı 5 T.L.İsteme adresi:Yağmur YayıneviAnkara Cad. 123İSTANBULİsteme adresi:Hocapaşa, Taya Hatun Sok.No: 1, Kat 3/302SirkeciİSTANBUL17


EROL GUNGORBATILILAŞMAVETÜRKKÜLTÜRÜBatılılaşma veya Batı medeniyeti dairesine girme problemi bugünAvrupa, Kuzey Amerika ve Japonya dışında komünist ülkeler dedahil olmak üzere bütün memleketlerin ortak problemidir. Sosyalilimlerin şimdiki seviyesinde bu kültür ve medeniyet değişmesi hâdiselerininne kadar süreceği, ne gibi safhalardan geçeceğini ve hangineticeye varacağını bilemiyoruz. Hangi metodun bir memleketi dahakolay ve sür'atle modernleştireceği hakkında söyleyebildiklerimiz debüyük ölçüde spekülâsyondan ibaret kalmaktadır. Herşeyden önceBatı medeniyetinin nelerden ibaret olduğu üzerinde bir anlaşmayavarılmış değildir. Fakat modernleşme çabasındaki memleketlerin bumedeniyetten beklediklerini aşağı - yukarı şöyle öze tüyebilir iz: Milletlerekendi başına ayakta durabilecek gücü vermek için gerekli ilimve teknik seviyesine ve bunlarla organize edilecek bir sosyal bünyeyekavuşmak. Modern medeniyet batı memleketlerinde geliştiği için,ona sonradan katılan ülkeler ister - istemez batı memleketlerini örnekalmakta ve bu yüzden kalkınma, modernleşme, batılılaşma gibikavramlar çok defa aynı mânâda kullanılmaktadır. Türkiye de buyolda uzun ve ıztıraplı bir istihaleye girmiş bulunuyor. Geçirdiğimizdeğişmenin değerlendirilmesi ve bundan sonra tutulacak yol hakkındaşimdiye kadar çok şey söylendi. Biz burada yeni bir modernleşmemetodu teklif etmek yerine bu konudaki bazı apaçık yanlışlarıtesbit etmek ve bunların Türk kültürü bakımından ne gibi neticelereyol açtığını kısaca belirtmek istiyoruz. Ele alacağımız konular imparatorluğumuzunyıkılma devirlerinde ortaya çıkmış problemler olacaktır.18


BATILILAŞMA VEİki yüz yıllık siyasî düşünce tarihimiz tıpkı devletimizin iki yüzyıllık siyasî tarihi gibi şaşkınlıklar, hayal kırıklıkları, ümitsizliklerve devamlı bir perişanlık halindedir. Türkiyenin kurtuluşu hakkındafikir yürüten münevverlerimizi bugün okurken onların yüzme bilmeyenbir insanın kendisini ölüme daha çok yaklaştıran çırpınışlarınabenzer fikirleri karşısında sempati duymamak elden gelmiyor. ReşidPaşadan Talât Paşaya, Namık Kemal'den Ahmet Rıza'ya ve AbdullahCevdet'e kadar hepsi de memleketlerini yenilgiden kurtarmak içinçalıştılar; üstelik Türkiyenin başına gelen binbir felâketi biz kitaplardaokurken onlar bizzat yaşadılar. Yanlış düşüncelerinden dolayıonları şahsen mahkûm etmek veya devletimizin yıkılışından onlarısorumlu tutmak hakikate ve insafa yakışmaz. Sosyal olayları polismetodlarıyla anlamaya çalışanlar için suçlu bulmak zor değildir; üstelikbizim imparatorluğumuzun son yıllarında bu konuda delil teşkiledecek hâdiseler de çok boldur. Genç Osmanlıların İstanbuldakibazı frenkler tarafından teşvik ve idare edildiklerini, Rus ve Fransızihtilâlcilerinden aldıkları ilhamla ihtilâl cemiyetleri kurduklarım,İttihatçıların Türk hükümetini yıkmak için Ermeni ve Bulgar komitecileriyleişbirliği yaptıklarını, Ahmet Rıza ve arkadaşlarının Türkiyeyemüdahale etmeleri için İngiltere ve Fransa nezdmde teşebbüsegeçtiklerini, Mithat Paşa ve arkadaşlarının Sultan Abdülaziz'i devirmekiçin yabancı devletlerle anlaşmaya vardıklarını, Prens Sabahattin'inFransız hükümetinden para aldığını bilmiş olmamız o devirlerdekifikir hareketlerini kıymetlendirmekte bize pek az yardımcı olur.Ayrıca, insanların düşüncelerini onların şahsî motiflerine bağlayarakşahıslarıyla birlikte fikirlerini de birer tesadüf gibi kabul etmeninilmî bakımdan doğu bir yol olmadığını bilmemiz gerekir.Ziya Gökalp'm kültür ve medeniyet ayırımı kendi zamanında oldukçamüsbet karşılanmış ve Türkçüler kadar İslamcılar tarafındanda benimsenmişti. Onun kültür ve medeniyet muhtevası olarak gösterdiğiunsurlar üzerinde münakaşa yapılabilir, nitekim bundan öncekiyazımızda biz de bazı itirazlar ileri sürdük. Fakat Gökalp'm bukonuda takındığı tavır muhteva münakaşalarından daha ötede birönem taşımaktadır: Medeniyet çeşitli kültürlerin ortak taraflarınıtemsil ettiğine göre, bir cemiyet hem millî bir kültüre, hem de müşterekbir medeniyete sahip olabilir. İşte milliyetçilerle her türlü beynelmilelcileribirbirinden ayıran asıl kriter bu fikrin birinciler tara-19


EROL GÜNGÖRfmdan benimsenmesine karşılık ikinciler tarafından reddedilişidir.Milliyetçilerin bu görüşü millî hakimiyet ve millî devlet kavramlarınıda birlikte getirmektedir. Devlet dediğimiz siyasî organizasyon birmilletin maddî ve manevî kültürünü ayakta tutmak, onu yaşamaktanve gelişmekten alıkoyacak tehlikeleri ortadan kaldırmak için kurulur.Millet haline gelmek isteyen toplulukların bir an önce siyasî bağımsızlığakavuşmak için çırpınmaları bu yüzdendir. Bilhassa Türklergibi devleti millî varlığın temel direği haline getirmiş bir milletinsiyasî organizasyonundaki sarsıntılar ve çözülmeler millî hayatın devamıbakımından en büyük tehlikeyi teşkil eder. Halbuki imparatorlukdevrinde hürriyet mücadelesi adı ile vaftizlenen ve hâlâ pek çokmünevverlerimizin gözünde kutsal bir değere sahip bulunan siyasîçekişmeler Türk devletinin bir an önce yıkılmasını kolaylaştırmıştır.Kuvvetli bir Türkiye kurmak üzere girişilen teşebbüslerin devletitamamen yıkacak yönde gelişmesi ve böylece Batı dünyası karşısındahiç bir dayanağımızın kalmaması kolay izah edilecek bir hâdisedeğildir. Bu neticeye yol açan birçok sebepler arasında bir tanesi üzerindebilhassa durmak istiyoruz: Tanzimattanberi gelişmekte olanmaarif hayatı Türkiyede devlet sorumluluğu yüklenen münevverlerindışında ikinci bir münevver zümrenin doğuşuna imkân verdi. Batılıdüşüncenin tesiri bakımından bu iki münevver zümresi arasındaönemli bir fark yoktu. Esasen batılılaşma hareketlerinde en büyükinsiyatifi daima muhafaza etmiş olan saray ve Babıâli, devlet hizmetinegirecek kimseler arasında batılı tahsil görenlere daima önceliktanıyordu. İdareci yüksek tabakaya dahil olan münevverlerle bu tabakanındışında kalanlar arasındaki iktidar mücadelesinde birincilerdaha ölçülü ve gerçekçi, ikinciler ise radikal ve romantik çözüm tarzlarıile ortaya çıktılar. Uzun müddet şiddetli muhalefet yaptıktansonra önemli bir mevkie geldiği zaman eski ideallerini terketmiş gibigörünen münevverlerdeki bu değişmeyi menfaatperestlik ve satılmışlıkgibi ahlâkî zaaflarla izah etmek çok güçtür. Muhalefetin davranışlarındadaha ziyade arzu ve heveslerin, iktidarın davranışında isezorunlulukların hakim olduğu her devirde görülebilir. Netekim bizimBirinci Meşrutiyetten sonraki devirde devlet adamlarının uğraştıklarıproblemlerle muhalif münevverlerin zihnini işgal eden heveslerarasındaki fark gerçek ile rüya arasındaki farktan daha az olmamıştı.İttihatçıların macerası bu iki tip davranışa iyi bir örnek teşkileder. Memlekette meşrutiyet kurulduğu takdirde kurt ile kuzununyanyana yaşayacağını zanneden İttihatçılar monarşik iktidarı devir-20


BATILILAŞMA VEmek üzere Ermeni ve Bulgar komitecileri ile anlaşarak birlikte hareketetmişlerdi. Komitecilerin gayesi Türk devletini yıkarak toprak veistiklâl kazanmak, İttihatçıların gayesi ise iktidarı ele geçirerek kendimetodlarıyla daha kuvvetli bir Türkiye kurmak olduğu için bu işbirliğiçok kısa sürdü. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra İttihatçılarErmeni ve Bulgar komitecileriyle boğazlaşmak zorunda kaldılar.İmparatorluğun Rumeli toprakları elimizden çıktı, Ermenilerdoğuda yüzbinlerce Türkü ana karnındaki çocuklar da dahil olmaküzere öldürdüler, hattâ bu katliâmdan İttihatçıların liderleri bilekurtulamadılar. İttihatçılar devlet sorumluluğunun dağ başlarındakitatlı hayallerden çok farklı olduğunu acı bir şekilde öğrendiler: Kendielleriyle kurmuş oldukları meşrutiyeti yine kendi elleriyle boğdular.Monarşik idarenin muhalifleri devlet tarafından maaş bağlanaraksürgüne gönderiliyordu, hürriyetçilerin siyasî muhalifleri özelkatiller tarafından sokak ortalarında öldürüldü, yahut Merkez Kumandanlığınınhapishanesinde tırnakları söküldü.Tanzimat hareketi Türk devletinin Üçüncü Selimdenberi büyükdikkat ve gayret sarfettiği modernleşme hareketleri içinde önemlibir adım teşkil etmektedir. Fakat Tanzimatm diğer yenileşme hareketlerindençok büyük bir farkı vardır ki bu farkı hâlâ pek çoğumuzgöremiyoruz. Tanzimat ve Gülhane fermanları Türkiye'yi modernleştirmekiddiasıyla Batılı devletler tarafından empoze edilen bireranlaşma mahiyetindedir. Her ikisinin de asıl hedefi Türk devletininkendi vatandaşları ve kendi ülkesi üzerindeki hükümranlık haklarınısınırlamak ve bilhassa Avrupalıların yerli temsilcisi durumundabulunan azınlıklara imtiyaz vermekti. Türk devleti bundan sonrabütün vatandaşlarına adalet ve şefkatle muamele edeceğini, artıkkimseye zulüm yapılmayacağını, her işte kanunun hakim olacağınıilân ederken kendi siyasî ve sosyal nizamının o ana kadar despotikbir sistemden ibaret bulunduğunu kabul ediyordu. O devrin çok nüfuzlubir yazarı olan Şinasi kendi devletimiz ve kültürümüz için hakaretifade eden bu fermanları medeniyet müjdecisi diye alkışladı.Siyasî gücü çok zayıflamış devletlerin başkaları tarafından empozeedilen şeyleri medeniyet ve selâmet yolunda alınmış birer tedbirdiye göstermeleri bir dereceye kadar mazur görülebilir. NitekimTanzimatm devlet adamları bu fermanların muhtevasını devletinresmî ideolojisi haline getirdiler. Hâdiselerin dışında kalan fikiradamları sonradan Tanzimatı tenkid ederken onun ciddî bir batılılaşmave modernleşme programı olarak hazırlandığını kabul ediyor-21


EROL GÜNGÖRlardı. Fakat bu münevverlerin büyük çoğunluğu Tanzimatı yanlışdeğil, eksik ve ahenksiz bir teşebbüs saydılar. Hakikatte bütün modernistlerinTanzimatı bir modernleşme hareketi saymaları için kuvvetlisebepler yok değildi. Batılı devletlerin Türk hükümetine kabulettirdikleri prensipler bir taraftan da Türk münevverine Avrupamedeniyetinin birer tezahürü hâlinde intikal ediyordu. Bu yüzdenmeselâ Şinasi'nin Reşid Paşa için yazdığı övgüleri basit bir dalkavuklukşeklinde görmek yanlış olur. Türk münevveri o zamanın Avrupacıdevlet adamlarını kendisince medeniyet diye bilinen şeylerigerçekleştirdikleri için büyük adam mertebesine çıkardı. Avrupadakiaydınlanma felsefesinin tabiî hukuk, adalet, ferdî haklar, kardeşlikv.b. kavramları münevverlerin kafasında yıldız gibi parlarken,devlet adamları birçok müesseselerde esaslı reformlar yapmaya çalışıyorlar,zayıflayan devlete kuvvet aşılamak için uğraşıyorlardı. Fakatdevlet sorumluluğu dışındaki Türk münevveri millî varlığın enbüyük dayanağı olan Türk devletini bu yaldızlı kavramların üstündegöremedi.Avrupalı olma gayretinin en kuvvetli saiklerinden biri de Avrupalılarındüşmanlığından kurtulmak ve böylece ardı ardına gelenhaçlı seferleri felâketine bir son vermekti. Bu yüzden bazı münevverlerBalkan Harbindeki yenilgimizi bile bize Avrupalı olma zaruretinidaha çok hissettireceği için hayırlı bir olay sayıyorlardı.Merhum Peyami Safa, gençliğinde kendisinin de dahil bulunduğuAvrupacılara ait fikirleri gözden geçirirken bunların Avrupalılaşmakveya modernleşmek için ortaya koyduğu programı şöyleözetliyor: Tek kadınla evlenmek, fesi kaldırmak, devlet hizmetindebulunan herkese yerli malı giydirmek, kadınların kıyafetlerini serbestbırakmak, görücülük âdetini kaldırmak, tekkeleri kaldırmak,medreselerin yerine Fransız modeli kolejler açmak, Yenicami önündekiüfürükçülerle mücadele etmek, bâtıl itikadları düzeltmek, Osmanlıcaüzerinde başka dillerin nüfuzuna mani olmak, yerli sermayeve serbest teşebbüsü hakim kılmak, Avrupa alfabesini ve Avrupakanunlarını kabul etmek. İşte Avrupacılara göre bütün bunları yaptığımıztakdirde hem kalkınacak, hem de Avrupanm düşmanlığındankurtulacaktık. Fakat Avrupa kavramı onların kafasında dahaçok kendi bildikleri Avrupa memleketleri ve düşünürleri olduğu içingetirdikleri tekliflerde birtakım ahenksizlikler de vardı: İngiliz ve.22


BATILILAŞMA VEFransız eğitim sistemlerinin birbirinden farklı oluşu, İngiltere'ninlâik olmayışı, İsviçre gibi medenî bir memlekette kadın haklarınınkısıtlanması gibi hususlar onları pek rahatsız etmedi. Fakat programlarınaesas olan Avrupa korkusu onları modernleşmeden ziyade«Avrupaya benzeme» üzerinde durmaya zorluyordu.Avrupalıların bize düşman olduklarını kimse inkâr edemez. Milletlerarasımünasebetlerde devamlı dostluklar veya devamlı düşmanlıklarbahis konusu olmadığı için, birtakım diplomatik manevralarbizi nikbin davranmaya sevkedebilir. Fakat Avrupa'nın bize asıl düşmanolan tarafı onun diplomasisi değil, kamuoyudur. Temelini Hristiyan- İslâm çatışmasından alan ve yüzlerce yılın hadiseleriyle pekleşenbu düşmanlık Avrupalıların nazarında Türkiyeyi ve Türkleridevamlı bir nefret objesi hâline getirmiştir. Bu düşmanlık nasıl ortadankaldırılabilir? Avrupa bizden daha kudretli olduğuna göre bizimkendimizi onlara tanıtmamız, yâni bize düşmanlık yapmalarıiçin sebep bulunmadığını belirtmemiz gerekir. Bu sebepler neler olabilir?Türkiye'nin hristiyan dünyası karşısında rakip bir ideolojiyitemsil etmesi, vaktiyle Avrupa'ya boyun eğdiren bir nizamın devamınıteşkil etmesi, Avrupalının kendi kültüründe bulunmadığı içinakla ve tabiata, medeniyete aykırı sandığı âdet ve geleneklere sahipolması, hristiyan azınlıklara Türklerle eşit hak tanımaması ilh. MedenîAvrupa kendisine benzemeyen şeyleri medeniyet - dışı sayıyordu.Sosyal ilimlerin ve milletlerarası münasebetlerin çok gelişmiş olduğubugün bile batılılar kendilerine benzemeyen, kendileri gibi giyinmeyen,kendilerinin muaşeret usulüne yabancı olanları hazmedemiyorlar.Avrupalının bizim için hoş görmediği bütün bu hususları AvrupacıTürk münevverleri başka bazı sebeplerle de hoş görmediler.Onlara göre bizim kültürümüzün Avrupalı tarafından hor görülmesibir düşmanın kin ve nefretini değil, fakat medenî âlemin bize bakışınıaksettirmektedir. Memleketi parlamentosuz idare etmek, birdenfazla kadınla evlenmek, savaş sırasında Tanrı'dan yardım dilemek,kökünü geri bir kültürden alan kanunlar meydana getirmek,fes ve şalvar giymek, Avrupa mektepleri yanında medreselere de yervermek, heykel yapmamak ilh. bizim medenî olmamıza en büyük engelleriteşkil etmektedir.Biz bugün yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki bilgilerimiz vetecrübelerimize dayanarak eski Avrupacıların modernleşme teklifleriniyanlış buluyoruz ve bir memleketin bu vasıtalarla kalkmama-23


EROL GÜNGÖRyacağını söylüyoruz. Meselâ bize göre batılıların hukukî ve sosyalbünyesini kopye etmenin hiçbir faydası olamaz. Fakat o zamankiAvrupacıların tekliflerinin doğru bir tarafı var. Bizim onları yanlışbulmamız farklı gayelere sahip olmamızdan ileri geliyor. Bir memleketAvrupalı olmak isterse onun herşeyiyle Avrupayı kabul etmesindentabiî birşey olamaz, çünkü bunları almadıkça Avrupalı olmayaimkân yoktur. Hacı olmak için Kâbeye gitmek, evli olmak için karşıcinsten biriyle yaşamak ne kadar zorunlu ise Avrupalı olmak içinde onun gibi bir hayat yaşamak gerekir. Üstelik bu iş başarılırsa Avrupadanartık hiçbir tehlike gelmeyeceği de muhakkaktır. Teslimolan bir ordu için zafer kadar yenilgi de bahis konusu olamaz. Şuhâlde Avrupalıların iddiaları «Avrupalı olursak Avrupalılaşırız» veya«Avrupalılaşmak için Avrupalı olmak lâzımdır» gibi bir totolojidenibaret kalıyor.Avrupalılaşmak isteyenler bu gayelerin gerçekleşmesini büyükölçüde devletten bekliyorlar ve devlet adamları onlara itibar etmediğizaman şiddetli bir muhalefete geçiyorlardı. Fakat devlet de millîkültürün bir müessesesi olduğu için bu arzulara karsı elden geldiğikadar direndi, çünkü devletin görevi Avrupanın baskısına karşı kendimilletinin varlığını korumaktı. Bir memleketin sorumluluğunuelde tutan ve bu sorumluluğu yürütmek için gerek içeriye gerek dışarıyakarşı otorite sahibi olmaları gereken kimselerin Avrupa devletleriemrinde memur gibi çalışmaları elbette beklenemezdi. Avrupacılarbu mukavemeti devlet adamlarının cahilliğine ve kötü niyetine,yahut padişahların keyif düşkünlüğüne verdiler. Hakikatte devletde bir müessese olarak tıpkı cemiyet gibi bir bünyeye sahiptiryanı orada da fertlerin iradeleri ve şahsî motifleri yegâne tâyin edicifaktör değildir. Bu müessesenin mahiyeti icabı olarak değişmelerekarşı geleceğini düşünmek de doğru olmaz, çünkü başarılı bazı değişmelerindevlet otoritesini ve bünyesini kuvvetlendirdiği haller azdeğildir.Modernleşmek için yapılan birçok teşebbüslerde devletin zayıflamasınave böylece her türlü ileri hamle için en büyük dayanağınkaybolmasına yol açacak hareketlere bugün de rastlıyoruz Türkmilliyetçileri kendilerine eski sorumsuz münevverlerden intikal edenbu kotu geleneği tamamen ortadan kaldırmak için çalışmalı ve bağımsızbir Türk kültürünün sağlam bir siyasî organizasyon olmadangelişemeyeceğini gözden uzak tutmamalıdırlar24


YÛNUS'ASESLENİŞALIMIZI AL EYLEDİK•GÜLÜMÜZÜ GÜL EYLEDİKHIRKAMIZI ŞAL EYLEDİKYÛNUSLAYIN GİRDİK SÖZEAŞK ODUNA YANAYIMSENSİZ BENİ NEDEYİMKO KAPINDAN GİDEYİMGÖZYAŞLARIM SÜZE SÜZETANRI HAK'DUR, TANRI HAK'DURAÇ GÖZLERİN, HAKK'A BAKDURGÜNAHIMIZ GAYET ÇOKDURYALAN DÜNYA KALMAZ BİZE.NusretÇam25


MEHMET ERÖZTÜRK ULUSLARI,URUKLARI,BOY veOYMAKLARIHAKKINDA KISA BİLGİURUKBize göre, «uruk», «Ulus»tan küçük,«boy» dan büyüktür. Babür'ün «Vekayi»inde bu kelimenin manası iki şekilde gösteriliyor:1 — Hısım, akraba ve taalûkat,2 — Hükümdar eşyası. Uygur Sözlüğü'ndede kelimenin iki manaya geldiğinigösteriliyor: 1 — Nesil, kuşak, soy,torunlar, 2 — Tohum, ekin.«Uruk sözü eski türkçede kan bağıile bağlı birlikleri ifade etmek için yerindekullanılan bir deyimdir. Urug veyaUruk sözünün esas anlamı, tohum, nesil,zürriyet ve soy demektir. Fakat aynı söz.Göktürk harfleri ile yazılmış Kırgız yazıtlarındanberi, çok küçük boylar için dekullanılan bir deyimdir». Kelimeninsonraları «boy» dan büyük cemaatleri ifadeiçin kullanıldığı anlaşılıyor. (Onuncuasırda Peçenekler birçok uruğlardan baş-ka, sekiz büyük uruğa ayrılmışlardı. Birasır sonra ise bu uruğlarm miktarının onüçe baliğ olduğunu görüyoruz ki bunlarumumî Peçenek adından başka bir de kabilereislerinin isimleriyle yadolunuyorlardı.Bu hadise daha sonraki devirlerdekiTürk kabilelerinde dahi görülmektedir.»Prof. Z. V. Togan, «Uruk» un, «oymak»,«Arış», «Soy», «Tire.» «Ara» gibitali bölümlere ayrıldığını söyler ve «Türkmenurukları», «Yağma ve Çiğil urukları»ndan bahseder.BOYKaşgarh Mahmut kelimenin Oğuzlehçesinde, kabile, aşiret, hısım manasınageldiğini söyleyerek, şu açıklamada bulunur.«Birbirini tanımayan iki adam karşılaştıklarızaman önce selamlaşırlar, son-26


MEHMET ERÖZra «boy kim» diye sorarlar. Hangi kabiledensin?»demektir. «Salgur» diye cevapverir. Yahut... (başka boy adlarından birisinisöyler».Bu ifadeye göre Oğuzların 24 şubesibirer «boy» dur. Halbuki Uzun Hasan Bey«Bayındırsın «Ulus» olduğunu ifade ediyordu.Türkçe konuşan, fakat kendilerine«Kürt» denen Kozan Türkmenlerinden,Aslanlı Köyü halkından Musa Sedefoğlu'-dan aldığım şu mısralar, «boy» ve «boybeği»kelimelerinm Anadolu, Yörük veTürkmenleri arasında yaşadığını gösterir.Bozuluk bahçesi bağıYıkıhk avlığı dağıDundarlıeli'ne boybeğiNenni Süleymamm nenniRefahiye (Orçur)nin, Zenber Nahiyesinebağlı Zaba beylerine «Boybeği» dendiğiniduyduk.Osmanlı kaynaklarında «boybeği»tabiri geçmektedir. Meselâ: «Pürtek boybesisi Cafer Bey...», «...zikrolunan cemaatve aşiretlerden rastgeldüğün cemaatve aşiret boy beğlerini ve kethüda ve işerleriin ve sairlerini...» «LekvanikEkradı boybeğisi... ve kethüdaları»«...Reyhâniye aşireti boybeğisi Mürsel- zade merhum Ahmet Paşa'nın oğluMustafa Şevki Bey gelip...»1717 yılında Kazak Ham tarafındanIII. Sultan Ahmed'e; hediyelerle beraberbir elçi gönderilmiş, Sultan Ahmed tarafındanda Kazak Hanına «Türkistan Beylerbeyi»payesi verilmiştir.OYMAKKaşgarh Mahmud'un divanında«Oğuş» kelimesi oymağı ifade etmektedir.Anadolu'nun birçok köy ve Yörük - Türkmenlerinde«oymak» kelimesi bilinmekteve kullanılmaktadır.Güney Doğu Azerbeycan'da, Meragayakınlarında bir bölgenin adı «Çar-Oynıakstır.Bugün Anadolu Yörüklerinin birarada konup göçenleri bir «oba» teşkileder. Beş on çadır bir «oba» dır. Mekânifade eden bir kelimedir . «Oymak» ise,«oba» halkının veya bir iki «oba» nın teşkilettiği sosyal grubun, içtimai hey'etinadıdır.Söğüt karakeçilileri, vagon şeklini andırankeçe çadırlarına «Oba» adını verirler.Yeni Osmanlı Yürüklerinde, çadırtopluluğu manâsına geldiği gibi, komşumanâsına da geliyor, «Oba»mn en yaşlısıoba başkanı olur. Son devir Osmanlı kaynakları,ve Devlet idaresi, «oba» yerine«mahalle» kelimesini kabul etmiştir. Bugünbirçok Yörük boyu, oymağı da, «oba»yerine «mahalle» kelimesini kullanmaktadır.Bunların başmda «kethüda» bulunurdu.Yörükler «kethüdasya «kâhya» derler.Konya Ereğlisi köylerine yerleşmiş olanBekdik'ler «oba» nın hatırı sayılır şahsına«oba başı» adını verirler. «Oymak reisi»mukabilidir. Bekdik'lerde «Oba baskını»adı verilen, yarı şaka baskınlar olur. Bekdik'lerdebir ata sözü şöyledir: «Oğlunlaoba ol, kızınla komşu ol.»Prof. Abdülhakir İnan'm adı geçeneserinin 614 -16 mcı sayfalarında. «Oba»hakkında iyi, zengin bilgi vardır.SOY - SOP«Yakutların bugün semiyyeye verdikleriisim (Sib) kelimesidir ki (Soy-Sop)kelimesindeki (Sop) ile müteradiftir. EskiTürklerde (Sop) kelimesi (Soy) manasınaolup, gerek (Soy) ve gerek (Sop) kelimeleribu iki kelimeden müştaktır. O halde(Olan) kelimesinin Türkçedeki mukabilişark Türkçesinde (Sop) ve Oğuz Türkçesinde(Soy) dur. (Soy-Sop) tabiri ikisin-27


aşkadır. Bazı tarihçi ve araştırıcılar,kelimeyi yanlış kullanmaktadırlar.Oğuz'lar hakkındaki güzel bilgiyi KaşgarlıMahmud vermektedir. Arap ve Farskaynaklarının verdiği bilgiyi ve Oğuzlarınahvalini, Prof. Faruk Sümer ve Prof.Osman Turan, Prof. Mükrimin Halil Yinançve Prof. İbrahim Kafesoğlu'nuneserlerinden takip etmek mümkündür.Oğuzlar önce «Bozok» ve «Üçok» diye ikikola ayrılırlar. Bu ana kollar da on ikişer«Ulus» veya «Boy» a ayrılır. BöyleceOğuz İli, 24 Ulus veya Boy'dan meydanagelir. Bunlar: «Kayı» (Türkiye'nin muhtelifyerlerinde 25 adet Kayı köyü vardır);«Kara-Evli» (Bu isimde 8 köyümüzvardır); «Yazır» (17 adet köy adı); «Avşar(Afşar)» (Bu isimle anılan 48 köyümüzmevcuttur. Fakat Avşar köyleri dahaçoktur, fakat hepsi Avşar ismi almamış,oymak isimlerile anılmakta bulunmuştur.Sadece Kayseri'de yüz elli kadarAvşar köyü mevcuttur. İsparta'nın Gelendostkazasında on kadar, Adana, Maraşarasında ve muhtelif yerlerdeki Avşarköylerinin toplamı birkaç yüzü bulur);«Karkın» (13 Karkm köyü vardn-); «Bayındır»(20 adet bu isimde köyümüz vardır.Ayrıca İzmir'in bir kazasının adı daBaym'dır); «Peçeııek (Becenen)» (ikiköy) «Çavnldur (ÇaVHcdtır) (on bir köy),«Çepni» (Köy adlarımızla on sekiz kadarÇepni köyü adı vardır. Halbuki Karadenizsahillerinin Rize'den Sinop'a kadaruzanan kıyılar halkının büyük ekseriyetiCepni Türklerindendir. Vaktiyle bura ÇepniîleriAlevî idiler. Sonradan Sünnileşerek,Çepni adını kaybettiler, köylü ve şehirlihaline geldiler. Yiğit Çepniler vaktiyle kadımve erkeği ile, Rum-Pontus devletinekarşı kahramanca savaşmış, onların muntazamaskerî birliklerini geri püskürtmüşlerdi!*.Halen Gerze, Ünye dağların­MEHMET ERÖZda, Giresun'un Anadolu'ya bakan yaylalarında,Çayeli'nin «Büyükköy Nahiyesi»nde çok sayıda Çepni olduğunu duyduk.Artık «Çepni» değil, «Çetmi» »adıyla anılmaktadırlar.Giresun'un Dereli'sine bağlı«Yıldız Köyü» ve Espiye'ye bağlı «ElmahbelenKöyü» halkı, Çepni'dir. Ege'dede bir çok Çetmi köyü vardır. Balıkesir'ebağlı olanlar: Karagedik, Karaman, Çukurhüseyim,Macarlar, Söğütlün, Soğanbükü,Kabakdere, Kepsut; Smdırgı ve Bigadic'ebağlı Çepni köyleri: Kocasinan,Güvem, Kozpınar, Akyar, Elyapan, Yumrukluçetmi,İnkaya, Kuşkaya köyleri. Aydın'ınSöke'sine bağlı Sofular ve Terzilerköyleri hep Çepni köyleridir); «Salur» beşSalur köyümüz vardır. Salurlar, Yalvaçve Karaman boylarma ayrılır. İsparta,Yalvaç ve Karaman boylarına ayrılır.İsparta Yalvaç Kazasmm bir mahallesininadı «Salursdur. Burdurun KaramanlıNahiyesi, eski Karaman'lılar tarafındankurulmuştur. Konya Ermenek tarafında,epeyce Karaman köyü vardır. Suriye'deLâzkiye Vilayetine bağlı Bayır - Bucaknahiyelerinde iki Karaman köyü vardır,bugün halâ Türkçe konuşmakta, Türklüklerinibilmektedirler.); «Ala-Yundlu» (birköy vardır); «Eymür» (yirmi dört köyadı vardır. Ömrünün en kıymetli yirmibeş yılını, Osmanlı arşiv kayıtlarına verenkıymetli bir dostumuzun verdiği bilgileregöre, Rumeli'de, Varna'da on altıncıasırda iki Eymür köyü vardı: EymiroğlukuyusuKöyü ve Eymiroğulları Köyü.Bundan sonra, Rumeli köylerine ait vereceğimizbilgi, aksi gösterilmedikçe, bukaynaktandır. «Bayat» (Otuz bir Bayatköyümüz vardn-. Kerkük'te de birçok Bayatköyü bulunmaktadır. İran'da da Bayat'larve Bayat köyleri olduğu bilinmektedir),«Kınık» (İzmir'de bir kazanın adıdır.Selçukoğulları da bu boya mensup-29


TÜRK ULUSLARItur. Otuz sekiz tane Kınık isimli köyümüzünvarlığı biliniyor. Hüseyin Namık'ınyazdığına göre, sadece İsparta'da beşadet Kınık köyü olup, köy adlarımız kitabındamevcut bulunmamaktadır); «Yıva»(Otuz kadar köy); «İğdır» (On beşkadar köy adı); «Yüregir» (altı köy);«Dodıırı?;a» (on bir köy); «Döger» (SadeceUrıa, Siverek'te bir köy; «Kızık» (Onyedi köy). Mevcut Oğuz boy ve köyleribunlardır. Urfa ve Kayseri Sarız'da Baciîllıadi verilen ve Türkçeyi unutmuşolan ve Anadolu'nun diğer taraflarındada bulunması gereken Beğdili'lerle ilgiliköy adlarına rastlanamamıştır.Doğrudan doğruya «Oğuz» adını alanyedi köyümüz vardır. «Türk» ve «Türkmen»adlarıyla kayıtlı altmış beş köyümüzmevcuttur. Yirmi bir köyümüz de«Yörük» adı almıştır. Urfa'mn Birecik Kazasındabir köyümüzün adı da «Bozok»-tur.Ege'de birçok köy Türkmen olduğugibi, Afyon'un Emirdağ'ına bağlı köylerinçoğu Türkmen köyüdür. Dinar'ın Dombayovasıve Çölovası'ndaki köylerin çoğuda Danişmend Türkmenidir. Keskin'ebağlı Türkmen köyleri: Mehmetbeyovası,Kenanbeyobası, Hüseyinbeyobası, Büyükoba,Halifeli, Gazibeyli, Konur, Efendiköyü,Eminefendiköyü, Armutlu. Maşatlı,Kevenli, Battalobası, Karakasıklı, Danacaobası.Hacıaliobası, Göçbeyli, Olunlu,Solaklı, Kacıömersolaklısı, Dağsolaklısı,Kayasolaklısı, Kavurgalı ve Kaçak köyleri.Akşehir civarında Taahhütlü Köyü deTürkmen'dir.Batı Türkistan ve Afganistan'dakiTürkmen'lerin «Teke» Boyu, «Tohtamış»ve «Otamış» oymaklarına ayrılır. Otamış'msonraki şekli «Ödemiş» tir, İzmir'ebağlı bir kazamızın adı Ödemiş olduğu30gibi, Kırşehir, Çankırı ve Zonguldak'abağlı bu isimde üç köyümüz vardır. AfganistanOtamış Boyu veya oymağı,«Bahsi» ve «Sıçmaz» oymaklarına ayrılır.Bahşi'lere Türkiye'de Bahşiş Yörüğü denir.Bunlar yazın Hadim - Ermenek arasındakiBarcın - Balgusan Yaylalarındayaylıyan ve kışm Anamur, Gülnar köylerindekışlayan Yörüklerdir. «Sıçmaz» İzmir,Aydın bölgesi Karatekeli'lerinin biroymağının adıdır ki, Afganistan Tekelilerineaynen uymaktadır. İzmir'in Cumaovası,Torbalı civarındaki Kaplancık,Hortuna, Oğlananası, Tekeli, ve Tire'yebağlı Alayh, Doyranh köyleri, Aydm'mSelâtin, Balatcık köyleri; Adapazarı KarasıKazasına bağlı bir iki Yörük köyüve Balıkesir'de birkaç köy ve SamsunBafra'sına bağlı «Yörükler Köyü» halkıKaratekelidirler. XVI. Asırda Varna'dabir «Tohtamış Köyü» ve Bahşiş'lerin kurduğuiki köy vardı.Karakeçililer; Ertuğrul Gazi torunlarıolduklarını, Kayı Boyundan geldiklerinisöylerler. Bozüyük'e bağlı Karakeçililer:Kızıltepe, Yörükçetmi (Dibekli),Bozazlan, Dardere, Eceköy, Oğlakçı (yeniadı: Aşağıarmutlu), Muratdere, Derealmacık,Aksutekke, Kızılcapmar, Çaydere,Kapanalan, Kuyupmar köyleri. Pazaryerinebağlı olanlar: Bakraz (Yeni adı: Günyurdu),Küçükelmah, köyleri. Eskişehir'ebağlı köyler: Aşağıguzfmdık, Yukarıguzfındık,Kartal, Dutlu, Yusuflar, Durgutlar,Akçayır, Karacaşehh*, Eşenkara,Mollaoğlu, Karacaören, Yarımca, Margı,Kır avdan, Kuyucak, Yörükyayla köyleri.Gördes'te otuz iki parça Karakeçili köyü,Salihli'de beş Karakeçili köyü vardır.Urfa'mn Siverek kazasına bağlı 60 -70 kadar Karakeçili köyü vardır ki,Türkçelerini unutmuşlardır, kendilerineKürt demektedirler. Bunlar Yürüklere,


MEHMETERÖZKarakeçili Yörükleri bunlara akraba olduklarınısöylemektedir. Siverek KarakeçilileriniBelgelerle Türk Tarihi Dergisinde,bir dizi yazı halinde ele almış bulunuyoruz.Diğer Oğuz (Türkmen - Yörük). boyve oymaklarının bazıları da şunlardır:Araph - Arapcı.Türkmenler arasında bulunduklarıgibi, Orta Asya Özbekleri arasında dagörülür. İran'ın Şahseven Türkmenleriarasında da bir Arapgirlü oymağı olduğunubiliyoruz. Bu isimle anılan seksenbeş köyümüz mevcuttur. Bir kısmının ismideğiştirilmiştir. Bunların Arap'lıkla ilgileriyoktur, arı Türk'türler, Yörük -Türkmen'dirler. Tarihi kayıtlarda, Manisa- Balıkesir bölgesinden, Rumeli'ye gönderilipiskan edilen «Buğurçu Arapları»bugünkü Araph Yörüklerinin dedeleridir.Buğur (Buğra) denilen, çift hörgüçlüdamızlık, erkek, Orta Asya devesinibeslediklerinden bu isim verilmiştir. Arapismi, Prof. Ömer Lütfi Barkan'ı şaşırtmıştır.Kadınlarının ve erkeklerinin adı,çok eski Türkçe olan bu göçebelerin Arapismiyle yadedilmelerine bir mana verememiştir.Karasu'ya bağlı Denizköyü,Araph Yörükleri tarafından kurulmuştur.On altıncı asırda Silistre'de de bir AraplarKöyünün olduğunu biliyoruz.Atçekenli. Galiba Kayı'lardan gelmedirler.Karaman'ın Ortaoba Köyü ve civarındakibirkaç köy Atçekenli'dir.Bozdoğan. Büyük bir Yörük boyudur(aşiretidir). Ahmet Refik Beyden öğreniyoruzki, Karahacılı'lar, Kürkcülü'-ler, Tekelü'ler, Melmenci'ler, Alâdinlüler,Keşşaflılar, Bozdoğan'hlardandır.Böyle olunca, Anamas Dağlarında konupgöçen, kışın Antalya'ya inen Karahacılılar'ıBozdoğan'h sayacağız demektir. Keşşaftılar,Keşefli adıyla Ermenek civarında,Balgusan'da ve bilhassa Yellibel'deyaylarlar, kışın Mut'taki köylerine inerler,Manisa'nın bir kazasının adı Menemen'dir.Burayı bu boy kurmuş demekdir.Silifke'nin Taşucu Nahiyesi halfa Menemençiboyundandır. Ermenek, Yellibelcivarında Menemencilerin bir köyü vardır.Bozdoğan adıyla bir kazamız Aydın'abağlıdır. Bunu da Bozdoğan'hlarm kurduğunubiliyoruz. Adana taraflarında çoksayıda Bozdoğan köyü vardır.Cabar - Çapar. Caber Kalesi adını buboydan almıştır. Ahmet Refik Beye göre,bunlar Yeniil Türkmenlerine bağlıdır.Kayseri, Adana, Gaziantep ve Aydm'daÇapar'lar çoktur.Cerit. Yiğit bir Yörük boyudur. Ege'devaktile Yörük, Cerit Osman diye ünlü birefe vardı. Sultan Aziz tarafından Bulgarkomitecilerinin fesadını önlemek üzereBulgaristan'a gönderilmiş. Çakırcah'nınbabası ve maiyetleri ile birlikte bu işibaşarmışlardn-. Keskin'e bağlı on sekizCerit köyünün varlığını biliyoruz. Adana.Sivas taraflarında da Cerit köyleri vardır.Gaziantep'te «Kuscucerit», Maraş'ta «Çağlayancerit,Küçükcerit. Yumaklıcerit»köyleri bilinmektedir.Çıtak. Ali Rıza Yalgın'a göre, Kayseri'deÇıtak, «Oynak» demektir. DinarTürkmenlerine göre, kavgacı, nizacı demektir.Rumeli Türkleri arasında da bumanaya gelir. Yunanistan ve BulgaristanTürkleri arasında birçok Çıtak vardır.Halen Anadolu'da beş parça Çıtak isimliköyümüz mevcuttur.Hayta. Bir Yörük boyudur. Vuruculuk,kırıcılık, gezicilikleri yüzünden tanınmış,«Hayta gibi gezmek», «Hayta,Haytalık» deyimlerine kunu olmuşlardır.31


Ege ve Akdeniz sahillerinde pek çokturlar.Anamaz yaylalarında yaylar, kışınAntalya'ya iner veya İsparta civarındakalır veya Aydın'a giderler. Eski Türkvasıflarını ençok devam ettiren bir boydur.Çok sayıdaki Yörük boyunu ve köyünüyazmağa imkân yoktur. Beş altı ayiçkide çıkarmağı umduğumuz bir kitaptabunları çok geniş olarak ele alacağız.Kısaca birkaçına da temas edelim.Nevşehir'de on altı Herikli Köyü vardır.Nevşehir'de Boynuinceli Yörükleri deçoktur. Bunların bir kolu Silifke-Erdemli'-dedir. Honamlı'lar Konya, Antalya, Adanataraflarında köyler kurmuştur. Antalya.Konkuteli'de on kadar YeniosmanlıYörük köyü vardır. Eskiyörük, Yeniyörük,Çakallı, Karakoyunlu, Burhanlı, Muratlı,Sarıkeçili, Sarıtekeli, Kızılkeçili, Akkeçili,Akkuzul, Farsak, Bolacalı, Kızılışıkh,Horzum boylarının kurduğu köyler, izmir,Aydın, Denizli, Muğlar, Antalya, İsparta,Burdur, Mersin, Konya, Adana taraflarındayüzleri bulur. Konya Ereğlisi'nde beşon tane Bekdik köyü vardır. Kurgutlar,Yağmurlar gibi köylerimiz de çoktur.Diğer Türk İl, Ulus ve Urukları:Ağaçeri. Büyük bir Türk şubesidir.Karakoyunlular arasında da bir oymağınadı bu şekildedir.Avar. Kafkasya'da dillerini kaybetmişTürklerdir. Gerede'de üç sülale vardır.Avarlar, Çongarlar, Alamanlar. BuAlaman kelimesinin asimi kitabımızdaaçıklayacağız. Köy adlarımız arasındaki«Avan, Avana» kelimeleri, Avar'ın bozulmuşşekli olsa gerektir.ÇigU. Büyük bir Türk şubesidir. İzmir'de,Denizli taraflarında, Çiğil köy vehahiyeleri vardır. Konya, Ilgın kazasınabağlı bir nahiye ve bir köy Çigil köyüdür.32TÜRK ULUSLARIMaraş, Pazarcık Kürt Alevileri arasındabir iki köy Çiğil köyüdür ve kendileri de«Çiğilli» »olduklarım kabul eder ve bununlaöğünür.Kuman - Kıpçak. Karadeniz'in kuzeyindengöç eden Türklerdir. Bugünkü Kazanve Kn-ım Tatar'larının dedeleridir. BuTürkler bir ara Moğol hakimiyeti altınadüştükleri için kendilerine Tatar denilmiştir.Türkçeleri Kuman - Kıpçak lehçesidir.Halis Türk'türler, fakat Hüseyin NamıkBeyin dediği gibi, inatla Tatar ismini taşırlar.Balıkesir, Bursa, Eskişehir, İstanbul,Ankara'da kalabalık halde bulunanve Tatar dediğimiz cemaatler, Kuman-Kıpçak Türklerinden, kısmen de PeçenekTürklerinden başka birşey değildirler.Kazan. Rus Kossak'larından bu Türkleriayırmalıyız. Rus'lara yanlış olarakKazan denilmiştir. Bugün Orta Asya'dasözde bir Kazakistan Cumhuriyetinde enaz 6 - 7 milyon Kazak Türk'ü yaşamaktadır.Doğu Türkistan'da, Çin esaretinde depek çok Kazak Türk'ü vardır. İstanbul'da,Salihli'de, Konya'da, Adana'da ve Ulukışla'nınKazak köyünde, Gerede ve Koçhisar'dabir iki Kazak köyü bulunmaktadır.Anadolu'da birçok Karluk köyü devardır. Birkaç Özbek köyü, bir iki Hun köyüvardır. Diğer Türk şubelerinin etraflıaçıklamasını çıkaracağımız kitaba saklıyoruz.Son söz ve öz olarak şurasını belirtelimki, Anadolu'muz halis Türk vatanıdır.Çokluğu Oğuz (Türkmen) olmaküzere, çeşitli Türk uruk ve boyları tarafındaniskan edilmiş, kurulmuş, Türkleştirilmiştir.Bu vatan üzerinde büyük birsoy, modern mânada bir millet halinegelmektedir. Bu millete, Türk milliyetinedahil Türk ulubları, urukları da yabancıkalamaz. Bu konuları da gelecek ve sonyazımızda inceleyelim.


ORHAN TÜRKDOĞANİKTİSATDoğu Anadolu'daKalkınmayıEtkileyenSebeplerEğitim, Üniversite, toprak ve tarım reformları gibi birçok millîreformların tartışma konusu olduğu şu günlerde, bölgeler arası dengesizliğinen yoğun olduğu Doğu Anadolunun kalkınma meselesinive burada girişilecek reform hareketlerini etkileyebilecek olan sebepleritoplum açısından değerlendirmek gerekir.Kalkınmanın ilkelerini sadece ekonomi, tarım ve tabiî kaynaklarınişletilmesi gibi, birçok temel unsurlara bağlamak kalkınmanınhedef ve stratejisi bakımından fonksiyonel bir görüştür. Az gelişmişülkelerde bu tür bir fonksiyonel teori, toplum gerçeğine dayanmadığısürece, kalkınma modellerinin verimli sonuçlar doğurmadığıyakın tarihî tecrübelerle tespit edilmiştir. Toplumlar, temelde yatanmeseleleri araştıracakları yerde, çok defa siyasî alanlara öncelikvermek suretiyle, millî ve kültürel değerlerine ters düşen bir takımaşırılıklara yönelerek ülkelerini ideolojik kavgalara itmişlerdir.Orta Doğu, Güney Amerika ve Uzak Doğu Asya ülkelerinden çoğuhenüz bu ideolojik çıkmazın içindedirler. Bu denemelerin sonuçlarındanyararlanarak ülkemiz için de gerçekçi kalkınma biçimini kendişartlarımıza, tarihî gelişimimize ve kültür yapımıza uygun bir şekildearaştırmak zorundayız. Bu sebeple kalkınmanın tekçi (monist)görüşler dışında, toplumun kültür yapısı, değerler sistemi ve teşkilâtıile derinden ilgili olduğunu biliyoruz. Ekonomik büyüme, veteknolojik ilerlemeler aslında temelde yatan bu sosyal, kültürel ve33


DOĞU ANADOLU'DApsikolojik sebeplerle karşılıklı bağlılık içindedir. Hattâ ilkel ve moderntoplumlar üzerinde yapılan geniş araştırma ve açıklamalar da gösteriyorki toplum evrimi ile ekonomik kalkınma teorisi arasında büyükçapta benzerlikler mevcuttur. (1) Çünkü modern ekonomik kalkınma,sosyal değişme gibi, aslında bir toplumdaki insanlararasıkarşılıklı bağlantıların ürünüdür. Kalkınmada önemli olan husus,toplumun gelenekçi bir düzenden modern düzene geçişini sağlamaktır.Gelenekçi ve modern toplumlar esasta bir bütünün ikiye bölünmesigibi, birbirinden kopmuş dikomatik yapılar değildir. Çağdaşdünyamızın üçde ikisini kaplayan gelenekçi toplumlar; gelişmemiş,az gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş toplumlar olmak üzere belirlibir çizgi üzerinde sıralanabilirler. Böylece, gelişme çizgisi gelenekçidenmodern toplumlara doğru olmak üzere bir öz (mahiyyet) farkıortaya koyar. Bir Batılı sosyolog (2) ülkemizle ilgili bir araştırmasında,gelenekçi - modern kavram çiftini ortaya koyarken bir hususadaha işaret ediyordu ki bu da intikal merhalesidir. Lerner'e göretoplumumuz, gelenekçi - modern kuruluşlar yanında ne gelenekçi,ne de modern olan fakat gelenekçilikten modernleşmeye yönelmişbir kalkınma çizgisi üzerindedir. Bu sebeple toplumumuzda, özellikleDoğu Anadoluda kalkınmanın hedef ve stratejisi tesbit edilirkenbu gelenekçi yapı ve bu yapıyı ayakta tutan toplum sistemini açıklamakgerekir. Ancak, bu suretle gelenekçi bir düzenden modern toplumkuruluşuna geçebiliriz. Aksi takdirde sadece yüzeyde kalan denemelerhem malî kaynakların tüketilmesini, hem de toplumumuzunistenilen düzeye en kısa zamanda ulaşmasını engeller.Toplum sistemi, toplum yapısı ve değer yönelimi denilen fertlerarası teşkilâtlanmış tutum ve davranışlarla ilgili karşılıklı düzenlenmişideal biçimlerdir. Yâni bir toplum sadece fertlerin düzlenmesiolduğu halde, bir toplum sistemi fikirlerin teşkilâtlanmasından ibarettir.Bu duruma göre, toplum sistemleri bir takım genel kavramlarveya soyutlaşmış ideal tipler olarak ifade edilebilinir. Bu anlamdadin, ekonomi, aile, sağlık, tarım, mülkiyet ve politika birer toplumsistemidirler. Bu açıdan incelendiğinde toplum sistemlerinin aslındatoplum kültürünün bir ürünü olduğu ortaya çıkacaktır. Çünkü,bütün bu kurumlar insanlararası karşılıklı münasebetlerin teşkilâtlanmışşeklidir. Bu bakımdan her toplumun kültürü o toplumunkendine has yapısını ortaya çıkarır. Bu husus bize aynı zamandaiki gerçeği de belirtir: a) Toplumların ilerlemesi için dışardan ya-34


ORHAN TÜRKDOĞANbancı modeller ithal etmenin yersizliği, b) kalkınmanın itici gücününbizzat o toplumun kendi millî yapısında aranması gerçeği..Görülüyor ki kalkınmanın ana ilkesi toplum yapısını temsil edenkültür değerlerine ve onun da ürünü olan toplum sistemine dayanır.Bir toplumda kültür biçimi ve niteliği tanınmadan o topluma dışardanherhangi bir yeniliği kabul ettirmek sosyolojinin kanunlarınaaykırıdır. Bu hususta, konunun aydınlatılmasına faydası olur düşüncesiyleUNESCO tarafından tesbit edilen bazı temel ilkeleri buradakısaca açıklamak istiyorum:a) Her halkın kültürü canlı bir birimdir. Bunun bir yönündebeliren bir değişme diğer yönlerini de etkiler. Meselâ çiftçilik tekniğindebir değişme yapmak istersek o halkın toplum yapısını da değiştirmekgerekir. Çünkü biri diğerini etkiler. Traktör kullanan bir köyünaile yapısında bazı değişmeler meydana gelir. Bu durum karşısındakadınlar tarla işlerinde çalışmayabilir. Böylece fertlerin tutumlarıdeğişir. Tutumların değişmesi de fertleri yeni fikirleri benimsemeyedoğru iter.b) Her değişme, yâni yeniliğin benimsenmesi işi fertler yoluylagerçekleşir. Şöyle ki: Bir ülkede gelir hayvanlarının ıslahı sadecehayvanların ıslahı meselesi olmamalıdır, asıl hedef halkın ıslahıdır.Çünkü, gelir hayvanlarının ıslahı herşeyden önce onlara sahip olanhalkın da ıslahını gerektirir (3).c) Bütün değişmeler yeniliğin sunulduğu halkın mutlak tasvibinialmak suretiyle gerçekleştirilmelidir. Bu nokta, kültür değişmesininbiricik ilkesidir. Bu bakımdan hukukî yetkileri kullanarak halkabaskı yapmak verimli bir sonuç yaratmaz.Görülüyor ki toplum değişmesi veya dar anlamda kültür değişmesi,sosyal yapı ve değerler yöneliminin düzenli bir biçimde farklılaşmasıdır.İşte, Doğu Anadolunun kalkınması bu çerçeve içinde ele alınmalıdır.Bu bölgede herhangi bir alanda yapılacak olan bir değişme(yenilik) sosyal sistemin sınırları içinde değerlendirildiği takdirde,her türlü reform projesinin kâğıt üzerinden uygulama alanınageçişi de mümkün olabilir.Doğu Anadoluda kalkınmayı etkileyen sosyal sebeplerin en belirginolanlarını sırasiyle inceleyelim:a) Aile ve akrabalık sistemleri. Gelenekçi toplumlarda aile kurumuher türlü ekonomik ve teknolojik değişmeleri etkileyici rol oy-35


DOĞU ANADOLU'DAnarlar. Çünkü bu tür toplumlarda aile, fert sayısı ve büyüklük bakımındanmodern toplumlardaki küçük veya çekirdek aileye nazaranfarklı bir kuruluşa sahiptir. Bu tür geniş ailelerde yetki, babaveya baba soyuna bağlıdır. Aile canlı bir bütündür. Gruptaki ilişkiler,karar verme işleri erkek soyuna, dayanır. Bu yüzden her türlü yemliğinbenimsenmesi veya reddi grubun kararma bağlıdır. Ailede fertsayısı arttıkça (geniş ataerkil aileler) gelenekçi tutum değişmeyekarsı bağışıklık kazanır.Doğu Anadoluda köy bölgelerinde ataerkil aile sistemi devam etmektedir.1968 yılında yurt çapında (4500) ev halkını kaplayan biraraştırmada (4) yalnız karı-koca ve çocuklardan ibaret olan çekirdek(modern) ailenin oranı bu bölgede %67 dir. Köylerde ise bu oranyarı yarıya düşmektedir. Yine aynı yıllarda 220 köy ve 5244 kişiyleyapılan mülakatın verilerine göre (5) Doğudaki ailelerde bulunanortalama fert sayısı 7.1 dir. Oysaki bu oran Marmara ve Ege bölgesinde5.7 dir. Bu araştırmalardan sekiz yıl önce yapılmış yine yurtçapında 458 farklı köyü kaplayan ve 35.000 den fazla köylüyle yapılanmülakatın verilerine göre Doğu Anadoluda bir hanede oturan 9veya daha fazla fertlerin sayısı %30 u teşkil etmektedir. Oysaki aynıdönemde Türkiye ortalaması %23 idi. Bunun gibi bir odalı ev sayısıyine aynı bölge için %32.3; Türkiye ortalaması ise %19 dur (ö).Geniş ataerkil ailelerde gelenekçi tutum grubun dünya görüşünüve yaşayışını her yönden etkiler. Vaktiyle Kars bölgesinde yaşıyanMalakanlarm 86, Kocagöl yöresindeki (Manyas) Rus Kazaklarının290 yıl kadar Türk toprakları üzerinde yaşadıkları halde eritilmeyişierinde(asimilasyon) bu tür aile yapısı önemli rol oynamıştır;Çekirdek ailede eğitim ve çocuğun topluma katılma işi ferdi başarıyadayanır. Çocuk, ailede küçük yaşlardan itibaren ferdî sorumlulukve kabiliyetine göre şahsiyetini geliştirir. Böyle bir eğitim ailedeferdî yaratıcılığı uyarır. Bu suretle fertte, toplumun hemen herkatındaki faaliyetlere katılma ruhu ve dinamizması gelişir. Bu ise,ferdin çevresiyle münasebeti sonucu önderlik yapısının gelişiminisağlar. Kısacası modern veya çekirdek ailenin en önemli görevi toplummeselelerine katılan «kitle - insan» tipini yetiştirmek olmuştur.Oysaki, gelenekçi ailede ferdileşme yerine grup dayanışması ve bağlılığıgüçlenmiştir. Aile karşılıklı yükümlülük esasına dayanır. Aileninbu yapısı çoğu toplumlarda ekonomik hayatın sömürülmesinede yol açabilir. Meselâ Sioux Kızılderililerinde, bütün konuklarınıbeslemek ve doyurmak bir ev sahibi için şerefli ve zarurî bir görev-36


ORHAN TÜRKDOĞANdir. Bu da servet birikimine engel olacağından, toplumun gün geçtikçefakir düşmesine yol açar. Bunun gibi bazı toplumlarda ailedekikarşılıklı yükümlülük duygusu işçi ücretinin değerini etkileyebilir.Amerikan Samoalarında sosyal ve siyasî yükümlülükler bir takımözel merasimleri gerektirir. Bu da uzun zaman alır. Oysa ki hayatınıçalışarak kazanan bir Avrupalı işçi ve köylü için bu asla mümkünolmayan bir şeydir. Görülüyor ki aile kuruluşu ve akrabalık biçimleritoplumun bütün faaliyetlerine etkide bulunur. Doğu Anadolu bölgesindeaile ve akrabalık yapısiyle ilgili bu tür çalışmalar maalesefelimizde mevcut değildir. Genellikle Doğu bölgesinde yaygın olankirvelik (7), başlık, kaim, saçı, çeyiz ve yüz sorumluluğu gibi geleneklerçoğu aile ve kabilelerde tasarruf gücünün dışına taşan tüketimfaaliyetleridir.b) Toplum yapısı içinde bir diğer etken de sınıf kurulusudur.Gelenekçi toplumlarda tabakalar arası hareketlilik son derece" serttir.Bu yüzden gelenekçi bir kast sistemi, sosyal hiyerarşi doğmasınasebep olur. Aile yapısında olduğu gibi, bu konuda da yapılmış hiçbiraraştırma mevcut değildir. Yalnız Doğu Anadolunun bazı yörelerindesosyal bir kastın varlığından söz edilebilinir.Fertlerin sahip olduğu sosyal statünün doğuştan oluşu, lâkapve şöhret zihniyetinin devamlılığı bu tür kast sisteminin belirginörneklerini teşkil ederler. Ağanın oğlunun da ağa olması hâlâ yürürlüktedir.Böyle bir ortamda marabacı ve ortakçının mal sahibi olmasıbir başka deyimle tabakalar arası hareketlilik son derece kısıtlanmıştır.Bu yüzden sınıf yapısıyla ilgili bir takım toplum değerleriortaya çıkar ki bunlar da çok defa ekonomik gelişmeye ve teknolojikilerlemelere engel olurlar. Çünkü sınıf çıkarı her şeyin üzerindedir.Foster'in de belirttiği gibi (9), gelenekçi toplumlarda bazıgrup ve fertlerin kazanılmış haklarını (vested interests) vardır kibunların değişmeye karşı koymaları çıkarları icabıdır. Meselâ köyebeleri, halk doktorları (folk doktor) modern tıbbın köy içinde yayılmasınaizin vermezler. Aksi takdirde grup içindeki statü ve nüfuzlarımkorumakta güçlük çekerler. Erzurumda yapılan bir araştırmadaörnekleme tekniğine göre seçilen 224 kişinin (hasta olduğunuzdadoktoru mu tercih edersiniz?) sorusuna %64 ü «hayır» cevabınıvermişlerdir (10). Yine bunun gibi Erzurumun 37 köyünde 298kişiden ancak %16 sı hastalığın sebebini «mikroba» bağlamışlardır.Geriye kalan %84 ü mikrobu bilmemektedir.3T


DOĞU ANADOLU'DAGelenekçi normların bu katılığı ve bu normları temsil eden halktababeti, modern tıbbın gelişmesini etkileyen başlıca sebepler arasındadır.Sağlığın sosyalizasyonu, aile plânlaması ve modern tıbbîtedavi şekillerine karşı bu statü ve rol sahipleri gelenekçi normlarlaengellemeye devam ederler.Sınıf durumu ile ilgili olarak bir diğer husus da maraba, kiracı,ortakçı ve mülk sahibi arasındaki ilişki biçimleridir. Burada, bilhassamülk sahipleri arasında absentee kurumunun yaygın oluşu, arazisinibizzat işleyen mal sahibine nazaran farklı bir durum ortayakoyar. Sonuncusunda ağa veya mal sahibi çoğu defa maiyetindeçalışan işçilerin eğitimi ve tutumlarındaki değişmelere taraftar olmadığıhalde, ilkinde ortakçılar ve kiracılar çiftçiliğin makinalaşmasıııave köye girmesine engel olurlar. (11).Doğu bölgesinde, bilhassa belirli yörelerde ağa, genellikle köydeyaşamayan fakat köyde önemli nüfuzu olan büyük arazi sahibi veyabir çeşit feodal yapının yahut aşiret düzeninin kalıntıları olarakailevî temele dayanan otoritenin temsilcisidir (Türk köylerinde modernleşmeeğilimleri). Son yıllarda bu tür ağalar ile köylüler arasındatoprak kavgaları sürüp gitmektedir. Nitekim geçenlerde Mardin'inMağara köyünde ağa - köylü çatışmasında ağanın adamlarından200 kişinin köye baskın yapmaları bu günün hukuk ölçülerinindışına taşdığmı göstermektedir.Doğu Anadoluda işlenen arazilerin %59 u ortakçının yönetimialtındadır. Keza köyde arazisi olup da başka yerlerde (şehire) yerleşenlerinoram da %42 dir. Bu rakamlar absentee mülkiyet sisteminindoğuda nekadar yüksek olduğunu göstermektedir. Ortakçı veabsentee kurumu arasındaki ilişki biçimleri üzerinde hiçbir sosyoekonomikaraştırmanın bulunmayışı, doğuda bu meselenin yerinitesbit etmeyi güçleştirmektedir.c) Kalkınmayı etkileyen bir önemli sosyal sebep de dinî inançve geleneklerdir. Çoğu defa geleneksel toplumlarda dinî hayat, ekonomik,sosyo - kültürel ve siyasî kurumlar ile kültürel normların özüteşkileder. Bu bakımdan eski bir toplumda değişme ve ziraî yayımuzmanları kültür yapısındaki dinî tesirlerin derecesini tesbit etmedenhiçbir olumlu değişmeyi başaramazlar. Erzurum ve Kars yöresindeyaptığımız araştırmalarda, toplum hekimlerinin tifo salgınıiçin kaynatılmış su içme teklifine, «hasta olan insan ancak kaynatılmışsu içer» demek suretiyle tepkide bulunmuşlardır.38


ORHAN TÜRKDOĞANBilindiği gibi dünyanın her yerinde yaygın olan görüş şudur:«Halk değişmeyi kabul edebileceği gibi değişmeye karşı da koyabilir.Fakat, değişmeye karşı koma, kabul etme sürecine nazaran daha belirgindir.Bu durumda dinî motifler en tesirli olanıdır. Din, bazı toplumlardadeğişmenin uyarıcısı olabileceği gibi, bazılarında da engelleyicirol oynayabilir. Bunun en tipik örneğini Budist toplumlardaveba ve benzeri hastalıkların önlenmesi için Batılı uzmanların hastalığınsebebi olan hayvanları yok etmeleri fikri «hiçbir canlı öldürülemez»inancından ötürü, tesir sağlayamamıştır.Doğu Anadolunun bazı yörelerinde halkın, merinosu, domuzabenzediği için yetiştirmemesi ekonomik sebebi de aşan inançlar sistemindenileri gelmektedir. Frey, araştırmalarında dine düşkünlükoranının Güney Doğu bölgesinde %54 iken, Ege bölgesinde %24 olduğunuifade etmektedir.Bu tür inanç ve gelenekçi normlar sağlık alanında da yeniliklerietkilemektedir. Erzurum yöresinde köylünün %97 si modern tıbbakarşı, halk tababetinin etkisi altındadır.Sonuç: Gelenekçi toplumlarda yeniliğin halka sunulması herşeyden önce sosyal sistem ve kültür değerlerinin bilinmesi ve ona uygundavranışların düzenlenmesiyle mümkündür. Toplum yapısınınbir, unsuru olarak rol ve statü farklılaşması yeniliğin benimsenmesindeönemli bir aşamayı teşkil eder. Doğu Anadoluda halk ile genişarazi sahipleri, ağalar ve idareci sınıflar arasındaki çeşitli statü verol durumları mevcuttur. Bu üç kategori arasındaki ilişkiler genellikledikey hareketlilik esasına dayanır. Bir takım geniş arazi sahipleridoğuştan sahip oldukları durumları sayesinde bir takım yetkileresahiptirler. Bunlar çoğu defa ileri sürülen yeniliğe karşı direnmektedirler.Keza, idareci kadronun halk ile olan ilişkileri de şekilden verimsizdir.Bu yüzden birçok değişmelerin halka iletilmesi ve halklaolan yüz yüze temaslar düzensiz bir kanal içinde cereyan etmektedir.Bu bakımdan Doğu Anadolunun kalkınmasında sosyal sistem vekültürü kalkınmanın gerçekleşmesinde itici güç olarak düşünmekzorundayız. Son yıllarda Birleşik Devletlerde çiftçilerin kredi ve benzerikonulara karşı davranışlarında sosyal sistemin en önemli etkenolduğu çeşitli araştırmalarla belirtilmiştir.39


TUYUKKâinaim zîri var, bâlâsı var,Âşık'n Mecnûnu var, Laylâsı var.Dembedem daldık cihanın seyrineHerkesin dünyâda bir mânası var.AZMİ GÜLEÇ(1) Joseplı Spengler, Social Evolution and the Theory of Economics Development,s. 243, (Social Change in developing Areas, edit. by H. R. Barringer) 1965.(2) Daniel Lerner, The Passing of Traditional Society, ss. 1 -15, 1958.(3) Margaret Mead, Cultural Patters and Tecnical Change, ss. 288 - 289, 1955.(4) Türkiyede aile yapısı ve nüfus sorunları araştırmasının veri toplama teknikleri(1968). Hacettepe Üniv. Nüfus Haberleri Bülteni. Eylül, 1971.(5) Türk köylerinde modernleşme eğilimleri araştırması, Rapor 1, DPT, 1970 Ankara.(6) Frederick W. Frey, Regional variatiöns in rural Türkey, Report No: 5, 1966.(7) Ayşe K. Sertel, Ritual Kinship in Eastern Turkey, Anthropological Quarterly,rolüme 44, January, Number 1, 1971.(8) Son yularda Doğu Anadolu ile ilgili birkaç araştırma yapılmışsa da bunlargenellikle siyasî amaçlar taşıyan ideolojik nitelikteki incelemelerdir.(9) George M. Foster, Traditional cultures, Harper, ss. 104-105, 1962.(10) Orhan Türkdoğan, Doğu Bölgesinde Sağlık ve Hastalık Sisteminin ToplumsalAraştırması, 1965 - 1966, Erzurum (basılmaktadn-)(11) R. Linton, Cultural and personalty factors affecting economic growth (BerthF. Hoselitz, edit. The Progress of underdeveloped areas), ss. 81-82, 1952.40


mmmmmt%m%Bmm$iTC.2İRAAT BANKASIHERYERDEHER2AMAN'hizmetinizde bulunmaktan kıvanç duyarMiKOŞEBAŞI YAYINLARISUNAR:MUKAYESELİ İSLÂM TARİHİ KRONOLOJİSİİsteme adresi:ERGUN GÖZEYağmur YayıneviAnkara Cad.123, İstanbul


İTHALATVE DEMİR HIRDAVAT SANAYİİTahtakale Cad. 40/A .Eminönü - İstanbulTel. : 22 46 88Telgraf: İPERMAN - İSTANBULHER YILYENİ BİRİLKOKULYAPANMobil(/ÛZ S//L//IŞAN TECRÜBESİyLE


Ey Türk !Üstte Gök ÇökmedikçeAltta Yer DelinmedikçeSenin ilini ve TöreniKim Bozabilir ?FIATI : 250 KURUŞ

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!