You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
WHITE KARDEŞLER<br />
SEMİH SÜREN
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
ARKA KAPAK<br />
Bahse Varım Normal Bir Sayfaya Benzeyen Böyle Bir Arka Kapak<br />
Yazısı Görmemişsinizdir<br />
Bu novella, <strong>White</strong> Kardeşler’in, üçüzlerin, altmış yıla yayılan<br />
renkli, tutkulu, olağanüstü, enteresan, nefes kesen hayatlarını hikaye<br />
ediyor. Sizler sayfaları şaşkınlıkla çevirdikçe talih bir kardeşten<br />
diğerine konacak, yıkım bir kardeşin peşini bırakıp ötekine musallat<br />
olacak. Satır aralarında ansızın beliren gizemi, ürpertiyi, karanlık<br />
noktaları, cinsel çekimi, hain planları, nefreti, dostluğu, kardeşliği,<br />
ruhsuzluk ve kalpsizliği, yer yer merhameti yüreğinizde kıpırtılar<br />
halinde duyacaksınız. Kardeşlerden birisi Figo ve Beckham kadar<br />
yakışıklı, Messi ve Ronaldo kadar yetenekli bir futbolcu olacak. Sonra<br />
bir bakacaksınız ki, futbol süperstarı olan kardeş zoraki emekliliğinin<br />
ardından kopkoyu bir uçuruma yuvarlanıp hayatının kalanını bir enkaz<br />
olarak yaşarken, diğer kardeş beklenmedik gelişmelerle Mourinho<br />
kadar karizmatik ve başarılı bir teknik adam oluverecek. Yo, yanlış<br />
saymadınız, üç kardeş var. Ancak birisi, en parlak ve en akıllı olanları,<br />
kardeşleri sırayla dünyayı fethederken, bilim heveslisi akademisyen<br />
babalarının yanlış bir ecza uygulaması yüzünden ömrünün üçte birini<br />
zihinsel ve bedensel engelli olarak geçirmek zorunda kalacak. Tabii ki<br />
o da bir <strong>White</strong> ve talih onu da sonsuza kadar karanlıkta bırakmayacak.<br />
Hâlâ kararsız mısınız? Peki bakalım buna ne diyeceksiniz. Sinem ve<br />
Scott <strong>White</strong>. Anne babaları. Öyle çılgın bir çift ki bu ikisi, zamanında<br />
karadaki mal varlıklarını satıp Allegria ismini verdikleri bir tekne<br />
satın alarak ilişkilerini okyanuslara taşıyorlar. Üçüzlerin Ümit Burnu<br />
açıklarında gerçekleşen doğumunu bizzat babaları üstleniyor. Çatlak<br />
ebeveynler çocuklar büyümeye başladığında dahi karaya yerleşmeyip<br />
üçüzleri teknede kendi başlarına deneysel bir eğitime tabi tutuyorlar.<br />
<strong>White</strong> Kardeşler biraz da bu yüzden böylesi tuhaf karakter özellikleri<br />
gösteriyor, inanılmaz başarılar tadıyor, olmadık talihsizlikler yaşıyor.<br />
Artı, hikayede hem joker hem de bonus görevi gören ilik gibi bir<br />
hatun var. İpek. O olmasaydı bu üçüzlerin hayatları böylesine sıra dışı<br />
gelişmezdi. İpek, geçmişte uğruna destanlar yazılan, imparatorluklar<br />
yıkılan nadir hatunların günümüzdeki yansımalarından birisi. Neler<br />
yapıyor neler. Öğrenmek için hemen okusanız ya?
Birinci Kısım
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
1<br />
Doğum<br />
Scott, eline geçirdiği bir maket bıçağıyla bebeklerin göbek bağlarını<br />
dikkatle kesti. Üçüzleri tek tek kucağına aldı. Onları sırtüstü, masanın<br />
üzerine serili, altında yumuşak havlular olan ince muşambaya sırayla<br />
yatırdı. Üzerinde kan, et ve ölü doku parçaları olan üç küçük vücut<br />
kıpkırmızıydı. Tenlerinden belli belirsiz bir buhar yükseliyordu.<br />
Üçer santimlik göbek bağı kalıntılarını steril beyaz bantlarla<br />
bebeklerin gövdelerine yapıştırdı. Scott küçük parmağıyla çocukların<br />
pipilerine dokundu gülümseyerek. Huylanan bebekler muşambayı<br />
hışırdatarak kıpırdadılar. Gözlerini sımsıkı yummuşlar, var güçleriyle<br />
ağlıyorlardı. Scott ılık suya batırdığı pamuklarla temizledi onları.<br />
Yatıştılar. Daha sonra, yalnızca başlarını açıkta bırakarak, bebekleri<br />
teker teker kalın havlulara sardı. Üçünü yan yana beşiğe yatırdı.<br />
Scott saatini kontrol etti. Sinem yirmi dakika kadar önce kendinden<br />
geçmişti. Bebeklerin ikincisinin başı ve sağ kolu ortaya çıktığı an,<br />
çektiği acının şiddetine dayanamayarak bilincini yitirmişti. Scott<br />
deterjansı kır çiçeği kokan sarı bir havluyu Sinem’in terlemiş alnına<br />
ve boynuna dokundurdu. Ardından dakikalarca, en ufak bir tiksinti<br />
duymadan, dahası, derin bir şefkat hissiyle, Sinem’in üzerindeki kan<br />
ve doku kalıntılarını temizledi. Temizliği sona erdiğinde sedye<br />
mekanizmasının kolunu hızlı hızlı çevirerek Sinem’in ayrık<br />
bacaklarının yan yana, rahat bir biçimde uzanmasını sağladı.<br />
Doğumun kayda alınması için ısrarcı olan Sinem’di. Fakat, ortalığı<br />
toparladıktan sonra, Scott kaydı yok etmek zorunda kaldı. Üçüncü<br />
bebeğin boynuna kordon dolanmış, nefessiz kalmış, ıslak siyah saçlı<br />
küçük başı mosmor, neredeyse siyah olmuştu.<br />
Saat sabahın dördünü biraz geçiyordu. Yıldızların aydınlattığı,<br />
büyülü, yumuşak havalı, inanılmaz derecede tatlı bir geceydi.<br />
Gökyüzü siyahın beş tonunda, kadifemsiydi. Denizin yüzü hafif bir<br />
esintiyle kırışıyor, dalgalar bir anlığına soluk mermer beyazlığında<br />
köpürüp sönüyorlardı.<br />
En yakın kara parçası Güney Afrika topraklarıydı. Ümit Burnu’nun<br />
160 km güneydoğusunda olan Agulhas Burnu’ndan güneybatı<br />
yönünde yetmiş dokuz mil açıktaydılar.<br />
Dört yaşındaki teknenin ismi Allegria idi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
2<br />
İsimler<br />
Sinem derin uykusundan ancak ertesi gün akşamüzeri uyanabildi.<br />
Scott’ın zoruyla bir iki lokma bir şey atıştırdıktan sonra bebeklerinin<br />
yanına gitti. Üçü de derin uykudaydı. Oy, oy, nasıl tatlılardı, nasıl.<br />
Küçük burunları, pembe dudakları, yarı şeffaf gözkapakları her<br />
soluklarında hareket ediyordu. Yüzünde bir gülümseme, bir süre<br />
büyülenerek seyretti onları. Eğilip burnunu pembe alınlarına,<br />
boyunlarına dokundurdu, derin derin kokladı her birini.<br />
Bebeklerin aç olduklarını sanıyordu Sinem. Onları uyandırmaya<br />
nasıl kıyacaktı, bilemiyordu. Nemli gözleriyle, mutlu bir ifadeyle<br />
baktı kocasına. Scott’ın yüzünde en sevimli, en yakışıklı gülümsemesi<br />
vardı. Yanına yaklaşıp güçlü kollarıyla sımsıkı sardı Sinem’i.<br />
Saçlarını öpüp kokladı onu.<br />
Scott bileğinden kavradığı Sinem’i teknenin başka bir bölümüne<br />
götürdü. Çalışma masasının üzerindeki bilgisayarın ekranında Sinem<br />
uyuyordu. Scott uzanıp orta parmağıyla space tuşuna hafifçe dokundu,<br />
video devam etti. Kamerayı yataklarının karşısındaki kitaplığın<br />
raflarından birine koymuştu. Yatağı karşı çaprazdan, yukarıdan<br />
çekiyordu. Kollarını bacaklarını deniz yıldızı şeklinde açarak yatar bir<br />
pozisyon almış olan Sinem’in sol bacağı ve sol kolu kadrajın dışında<br />
kalıyordu. Videoyı izlerken Sinem’in yanakları pembeleşti, yüzünü<br />
ateş bastı, kulakları ısınıp kızardı. Videodaki Scott Sinem’in<br />
üzerindeki kendi gömleğinin düğmelerini teker teker açtı. Sinem’in<br />
mevsimsel yarı kavurucu Atlantik güneşiyle yanmış dolgun göğüsleri<br />
meydana çıktı. Scott içeriye gidip bebekleri birer birer annelerinin yarı<br />
çıplak bronz gövdesinin yanına getirdi. Baygın haldeki, derin<br />
uykudaki Sinem’in ruhuna duyurmadan bebeklere kırk dakika<br />
boyunca meme emdirdi. Sinem Scott’ın da meme sırasına girmesini ve<br />
bebeklerin karınlarını doyurduktan sonra sütünün tadına bakmasını,<br />
hmmm yapmasını izlerken dayanamayıp ona bir güzel dirsek geçirdi.<br />
Akşam yemeğini uzun tuttular. Scott Sinem’i yemeğe zorladı.<br />
Sinem yemeklere yüz vermedi ama tatlısını iştahla çatalladı. Keyifle<br />
sohbet ettiler. Yemeğin ardından tekrar bebeklerin yanına gittiler.<br />
Biri Sean Hakan, birisi Stanley Kaan, birisi de Steven Arda ismini<br />
alacaktı. Hangisinin hangisi olacağına karar vermeleri çok uzun sürdü.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
3<br />
Le Violon Rouge<br />
Üçüzlerin birinci doğum günleri Avustralya’da, karada, ikincisi ise<br />
Karayip Denizi’nde, Panama kıta sahanlığında, teknede kutlandı.<br />
İkinci kutlamada tek başlarına değillerdi. Son birkaç haftadır<br />
Hollandalı emekli bir çiftin koyu kırmızı teknesiyle yan yana, art arda<br />
seyahat ediyorlardı. Yedi senedir okyanusları arşınlayan, nadiren<br />
karaya çıkan, tutkulu, cömert, iyi kalpli insanlardı. İnsanların<br />
ikiyüzlülüğünden kaçıyorlardı. Altmışlı yaşlarını sürüyorlardı.<br />
Mülklerini satıp mavi yolculuğa çıktıkları ilk sene, adam hayat<br />
sevinciyle dolmuş, rüyamsı gün batımlarının sayesinde akciğer zarı<br />
kanserini yenmişti. Teknelerinin ismi Le Violon Rouge’du; Kırmızı<br />
Keman. Sinem bayılmıştı bu isme. Deniz işlerinden anlayan, tekneyi<br />
çekip çeviren adam değil kadındı. Adam usta bir pastacıydı. <strong>White</strong>lar<br />
hayatlarındaki en güzel kekleri, kurabiyeleri, tartları onun elinden<br />
yediler. Kadın, Scott gibi, tam bir kitap kurduydu. İkisinin de favori<br />
kitabı aynıydı; Moby Dick. Allegria üç sene sonra Le Violon Rouge’a<br />
Akdeniz’de tekrar rastladı. Bu defa kadın tek başınaydı. Eşini önceki<br />
sene Japonya açıklarında kaybetmişti. Bir başına, hiçbir bağı<br />
bulunmadığını söylediği karadan uzakta, denizlerin büyükannesi gibi<br />
gezip duruyordu. <strong>White</strong>lar’ı gördüğüne inanılmaz mutlu oldu.<br />
Kocaman olmuşlar dediği çocuklarla öz torunlarıymışçasına vakit<br />
geçirdi. Birbirlerinden ayrılırlarken uzun süre gözyaşı döktüler. Takip<br />
eden aylarda Allegria ve Le Violon Rouge telsiz vasıtasıyla irtibatta<br />
kaldılar. Bir kış gecesi bağlantıları koptu. Çocuklar bu masalcı<br />
büyükannenin yokluğu yüzünden gecelerce uyuyamadılar.<br />
Allegria sıcak denizlerde binbir serüven yaşıyordu. <strong>White</strong> kardeşler<br />
belki de dünyanın en şanslı çocuklarıydılar. Böylesine renkli, keyifli,<br />
maceralı bir çocukluk evresine tarih boyunca az kişi sahip olmuştur.<br />
İngiltere’den ve Türkiye’den, <strong>White</strong> ve Barış aileleri, özellikle<br />
çocukların büyükkanneleri, büyükbabaları ve Scott ve Sinem’in yakın<br />
arkadaşları onları yıllardır eleştirip duruyorlardı. Scott kendini bildi<br />
bileli durumu uygun olduğunda denize yerleşmeyi, sular üzerinde bir<br />
aile sahibi olmayı ve çocuklarını deneysel eğitime tabi tutmayı<br />
arzulardı. Otuz dokuz yaşında bu düşü gerçek oldu ve kanına girdiği<br />
genç eşi Sinem’le birlikte birlikteliklerini okyanuslara taşıdılar.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
4<br />
Yüzen Okul<br />
Scott ve Sinem üçüzleri birlikte eğitiyorlardı. Henüz dört<br />
yaşlarındayken okuma yazma öğrenmişlerdi. Şaşırtıcı bir hızla<br />
kendilerini geliştiriyorlardı. Aralarında öğrenmeye en isteklisi ve en<br />
zeki görüneni Steven Arda’ydı. Saatlerce hiç sıkılmadan resimli çocuk<br />
kitapları okur, babasının kucağında belgesel izler, detayca zengin<br />
resimler çizerdi. Steven Arda sessiz, düşünceli, ciddi, mantıklı bir<br />
çocuktu; Stanley Kaan ve Sean Hakan ise Steven Arda’ya nazaran<br />
daha hareketli, yaramaz, çabuk sıkılan çocuklardı. Sürekli birbirleriyle<br />
yarışırlar, solukları kesilinceye kadar kavga ederler, anne babalarına<br />
sezdirmeden birbirlerine kötülük eder, kin güderlerdi. Scott iki kardeş<br />
arasındaki anlaşmazlığı ve yarış tutkusunu gelişimleri açısından<br />
yararlı buluyor, Sinem’in onlara karışmasını engelliyordu.<br />
Scott ve Sinem çocuklara isimlerini kendi koydukları dersler<br />
veriyorlardı. Üçüzler babalarından ‘Centilmen İngilizcesi’, ‘Yeryüzü<br />
Harikaları’, ‘Tapılası İnsanlar’, ‘Harika Kitaplar’, ‘Pratik Matematik’,<br />
‘Yaratıcı Empati’ gibi isimleri olan on dört adet ders görüyorlardı.<br />
Anneleri ise onlara ‘Modern Türkçe’, ‘Irklar ve Devletler’,<br />
‘Muhteşem Sanat Tarihi’, ‘Bizden Önceki Nesillerin Barbar ve Kanlı<br />
Tarihi, Savaşları, Zararlı İnançları ve İnsanlık Dışı Öbür Durumları’,<br />
‘Kendimizi Tanımalı’, ‘Hayvancıklar, Bitkicikler, Sevimli Böcekler<br />
ve Öteki Dostlarımız’, ‘Kafamızı Çalıştıralım’ tarzı yirmi bir ders<br />
veriyordu. Scott derslerini İngilizce, Sinem ise Türkçe işliyordu.<br />
Sinem çocukların beden eğitimleriyle de ilgileniyordu. Haftanın altı<br />
günü uyacakları bir antrenman programı hazırlamıştı. Programın<br />
şiddetini çocukların gelişimine göre iki ilâ altı haftada bir artırıyordu.<br />
Arka güvertede, sekiz metrekarelik bir alanda sıkışmış üç kardiyo aleti<br />
önlü arkalı duruyordu. Çocuklar pedal çevirirken, kürek çekerken ve<br />
koşarken teknenin köpürttüğü okyanus sularını seyrediyorlardı.<br />
Scott’sa tıkış tıkış laboratuvarında küçük hayvanlar ve bitkiler<br />
üzerinde karmaşık çalışmalar yürütüyordu. Ailesini daha güçlü, daha<br />
dayanıklı, daha zeki kıldığına inandığı şeyler üretip duruyordu.<br />
Çocuklar Scott’ın karamel esansıyla tatlandırdığı, gıda boyasıyla<br />
renklendirdiği hep şekerli ve hep pembe olan hapları, şurupları,<br />
jelibon ve bonibonları, minik kekleri, krakerleri zevkle tadıyorlardı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
5<br />
Arada Karada<br />
Çocukların hayatının büyük bölümünün su üzerinde geçtiği<br />
doğruydu. Ama tamamı değil. <strong>White</strong>ların bazen haftalar, bazen<br />
aylarca karada yaşadığı olurdu. Allegria’yı marinanın birinde kiralık<br />
kilitli bir su garajında bırakırlar ve bulundukları ülkenin diledikleri bir<br />
kentine seyahat ederlerdi. Scott burada eşyalı bir daire ve bir aile<br />
arabası kiralardı. Uzun kalacaklarsa Sinem çocuklarla birlikte kentin<br />
fitness merkezlerinden birine üye olurdu.<br />
Allegria’yı karaya yanaştırmadan haftalar önce Sinem teknenin<br />
bakımıyla ilgilenebilecek insanlarla internetten temas kurardı.<br />
<strong>White</strong>lar kaldıkları kentte büyük bir iştahla alışveriş yapar, aldıkları<br />
şeylerin Allegria’ya yerleştirilmesi için bu onlarca koliyi kargoyla<br />
teknenin bakımıyla ilgilenen kişilere gönderirlerdi. Kitaplar, filmler,<br />
albümler, PlayStation oyunları, kutu içinde oyunlar, bozulabilecek<br />
teknolojik cihazlar için yedek aksamlar, mutfak gereçleri, Scott’ın<br />
deneyleri için pek çok türde kafes kafes küçük hayvan, özel<br />
mahfazalarda çeşitli bitki saksıları, ilaçlar ve Allegria’nın ileride<br />
yanaşacağı küçük liman kentlerinde bulamayacakları bir ton ıvır zıvır.<br />
<strong>White</strong>lar denizler üzerindeki o sıra dışı yaşama büyük tutku<br />
duyuyorlardı ve olanca çekiciliğine, çeşitliliğine, renkliliğine,<br />
konforuna rağmen karadaki yaşama uzun müddet katlanamıyorlardı.<br />
Mavi dünyaları onları çekiyordu. Kum gibi saçılmış sayısız yıldızın<br />
aydınlattığı nemli geceler, dört yanda ufuk çizgisiyle sonlanan<br />
kesintisiz ve ferah manzara, tertemiz okyanus bulutlarından düşen ılık<br />
ve ağır yağmur damlaları, insanın ciğerlerine ve tüm bedenine<br />
yerleşen taptaze okyanus esintisi, karadan millerce uzak denizlerin<br />
korkucutu sessizliği ve dünya sularının kendilerine has bin bir sesi,<br />
kokusu, rengi, ışıltısı onları çekiyordu. <strong>White</strong> kardeşler karada yeni<br />
edindikleri arkadaşlarından, sosyal çevreden, göz kamaştırıcı<br />
hareketlilikten bir zaman sonra sıkılıyorlar ve denizleri özlüyorlardı.<br />
Allegria yılda bir defa İngiltere bir defa da Türkiye sularına demir<br />
atıyor ve üçüzleri onları özlemle bekleyen büyükannelerine ve<br />
büyükbabalarına kavuşturuyordu. Scott’ın ebeveyleri Büyük <strong>White</strong>lar<br />
Londra Westminster’da müstakil binada, Barış ailesi ise İstanbul<br />
Moda’da aile apartmanında oturuyorlardı; kibar, kültürlü insanlardı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
6<br />
İpek<br />
İpek, Barış Apartmanı’nın ikinci katında kirada oturan ailenin tek<br />
kızıydı. İnce yapılı, uzun boylu, beyaz tenliydi. Gözleri bal<br />
rengindeydi. Uzun kumral saçları dalgalıydı. Üçüzlerden iki yaş<br />
büyüktü. İlk önce Steven Arda ile tanışmıştı. Steven Arda, akşam<br />
yemeğinden sonra karanlıkta tek başına, apartmanın karşısındaki<br />
çocuk parkında bankta oturuyor, elindeki Rubik küresiyle<br />
uğraşıyordu. İpek onu odasının penceresinin kenarındaki küçük<br />
dikdörtgen kaktüs saksılarını sularken görmüş, annesinden izin alıp<br />
yanına inmişti. Arda’yla tanıştıktan sonra (Steven Arda ona ilk ismini<br />
söylememişti) ona abileriyle neden anlaşamadığını sormuştu. Bu soru<br />
Steven Arda’yı kızdırmıştı. Kendisi gibi saatlerce eğilip kitap<br />
okumayan, ondan daha hareketli olan diğer iki kardeşi Steven<br />
Arda’dan onar santim daha uzundu. Üçüz olduklarını bilmeyen herkes<br />
Steven Arda’yı onlardan küçük zannediyordu.<br />
Ertesi gün, gönlünü almak için, İpek ona bir Snickers hediye etmek<br />
istedi. Arda babasının hazırladığı birer lokmalık veya birer yudumluk<br />
karamelli pembe gıdalar haricinde ağzına şekerli şey koymazdı. Bir<br />
çocuk olmasına karşın, büyük bir iradeyle değil bilinçli bir<br />
alışkanlıkla, üç beyazdan (un, şeker, tuz) kaçınırdı. Arda belki de<br />
favori yiyeceği çiğ karnabahar, brokoli, havuç üçlüsü olan dünyadaki<br />
tek çocuktu. Annesi ona bu üç sebzeyi doğrar, Arda kitap okurken<br />
elini İrlanda bayrağı renklerindeki kaseye uzatır, sebze parçalarını<br />
katır kutur yerdi. Stanley Kaan ve Sean Hakan onun tuhaflıklarından<br />
yalnızca biri olan bu tercihiyle asla dalga geçmezlerdi. Çünkü Steven<br />
Arda’nın yemek konusundaki bu hassasiyeti onların öğününe daha<br />
fazla yaş pasta, daha fazla Nutella, daha kalın pizza dilimleri, daha<br />
büyük bardaklarda kola vesaire olarak dönerdi.<br />
İpek kendi parasıyla aldığı çikolatayı reddedince Steven Arda’ya<br />
fena darıldı, gözleri nemlendi hemen, ağladı ağlayacaktı. Steven Arda<br />
centilmence atıldı, İpek’e şekerli, tuzlu ve unlu şeylere karşı alerjisi<br />
olduğu yalanını söyledi ve böylece onu yatıştırmayı başardı. O esnada<br />
ılık bir yaz yağmuru atıştırmaya başladı. Steven Arda’nın kibar<br />
tavırları, yumuşak ses tonu, saçlarına düşen iri yağmur damlaları,<br />
parktan yükselen toprak kokusu birleşip İpek’i bir anda ona aşık etti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
7<br />
Yaz Aşkı<br />
O yaz İpek on üç, Steven Arda on bir yaşındaydı. Girişken olan<br />
kardeşlerinin aksine Steven Arda daha önce bir kızla hiç o kadar<br />
samimi olmamıştı. İpek’se o seneye kadar bir kız çocuğu değil bir<br />
erkekmişçesine yaşamıştı. Steven Arda İpek’in kalp çarpıntılarının<br />
ilkiydi. Steven Arda içinse İpek daima ilk ve tek olarak kalacaktı.<br />
İpek üçüzlerden Steven Arda ile çıkıyordu, fakat gününün çoğunu<br />
diğer iki kardeşle geçiriyordu. Mahalleler arasında günlerce süren bir<br />
turnuva düzenlenmişti ve İpek harika top oynayan iki <strong>White</strong> kardeşi<br />
kendi mahalle takımına aldırmayı başarmıştı. Çeşitli mahallelerden<br />
turnuvaya katılan elli dört çocuk arasında tek kız İpek’ti. Mahalle<br />
takımının defansında görev alıyordu; narin ve cılız görünmesine<br />
karşın ikili mücadelelerde ayakta kalıyor, rakibini omuz darbeleriyle<br />
yıkıyor, attığı uzun toplarla ve şık arapaslarıyla takımının ataklarına<br />
katkı sağlıyordu. Çenesi düşüktü, ikna kabiliyeti inanılmazdı; kendi<br />
mahalleleri de galip gelene kadar elli üç çocuğu motive ederek peş<br />
peşe altı turnuva düzenlemesini bildi. Steven Arda futboldan büyük<br />
keyif alıyordu, üst düzey organizasyonları (Şampiyonlar Ligi, Dünya<br />
Kupası) televizyon başında büyük bir keyifle izlerdi, ancak sahada<br />
berbat bir oyuncuydu; top ayağına yakışmıyordu, duran toplardaki<br />
başarısı ve kestiği klas ortalar haricinde göze batmıyordu, hızlı değildi<br />
ve nefesi çabuk kesiliyordu. Mahalle maçlarında o yaz görev<br />
almayarak İpek’in çantasını taşımakla ve vuvuzela çalmakla yetindi.<br />
Okulların açıldığı hafta Allegria ülke sularından çoktan ayrılmış,<br />
Cebelitarık Boğazı’nı henüz arkada bırakmıştı. İpek farklı üsluplarla<br />
kardeşlerin üçüyle de internetten yazışıyordu. Şimdilik Stanley Kaan<br />
ve Sean Hakan kankası, Steven Arda sevgilisiydi. İki sevgili son<br />
akşam Barış Apartmanı’nın çatısında doksan dakika boyunca tek<br />
kelime etmeden öpüşmüşlerdi. Çeneleri günlerce ağrımıştı.<br />
Çok değil, yedi hafta sonra, İpek, Facebook özelinden gayet resmi iki<br />
satırlık bir mesaj yazarak Steven Arda’yı terk etti. Mesajında seneye<br />
tekrar gelse dahi onunla görüşmeyeceğini kesin olarak bildiriyordu.<br />
Deli gibi sevdiği kız arkadaşından gelen mesajı okuduktan sonra<br />
Steven Arda, haliyle, ani bir hayal kırıklığı ve derin bir üzüntüye<br />
boğuldu. Vurdu başını uyudu. Gece yarısı uyandı ve içmeye başladı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
O nasıl bir sinir! İnsan düşmanına vurmaz öyle!<br />
8<br />
Sabahın erken saatleriydi. Dünya sütbeyazdı. Steven Arda bu<br />
beyazlığın tam ortasındaydı. Bir elinde babasının viski şişesi, arka<br />
güvertede dikiliyordu. Her yudumda canı yansa da durmadan içiyordu.<br />
İpek en güzel, en beğendiği halleriyle aklına geliyordu. Sabahın bu<br />
büyülü dakikalarında Steven Arda kız arkadaşıyla yaşadığı altın anları<br />
hatırlıyor, kahroluyordu. Çocukluğu boyunca az ağlamıştı. Bütün<br />
ağlamalarını bugüne, bu güzel, büyülü sabah saatine saklamışçasına.<br />
Çocuktu. Boğazından ilk defa alkol geçiyordu. Sert viski onu<br />
çabucak çarptı. Steven Arda kontrolünü yitirdi. Şişeyi denize fırlattı.<br />
Fırlatırken dirseği kıtladı. Yüzü asıldı. Kardeşleriyle birlikte uyuduğu<br />
bölmeye girdi. Orada abuk subuk hareketler yaparak, eşyaları<br />
devirerek ses çıkardı. Kardeşleri gürültüye uyandı. Onu yatıştırmaya<br />
çalıştılar. Steven Arda onlara yumruklarını savurdu. Çenesine alttan<br />
isabet eden bir yumruk yüzünden Sean Hakan dilini ısırdı. Canı feci<br />
yandı. Uyku sersemiydi. Hırsla, gözüdönmüşlükle Steven Arda’nın<br />
üzerine atıldı. Stanley Kaan onları ayırmaya çalışıyor, başaramıyordu.<br />
Baktı olmayacak, hızla ayrıldı oradan. Babasını uyandıracaktı.<br />
Sean Hakan eline bir metal pergel geçirdi. Başladı kardeşine<br />
saplamaya. Çocuğun kollarında, bacaklarında, karnında küçük yaralar<br />
açıldı. Yaralardan hemen kan geldi. Bununla kalmadı. Küçük<br />
kitaplıktan ayağının yanına lacivert flütlerden biri düştü. Flütün küt<br />
ucuyla kendinde olmayan Steven Arda’nın kafasına acımasız darbeler<br />
indirdi. Babasının sesini duydu. Yavaşladı. Ani bir korku hissetti.<br />
Scott odaya daldı. Sert bir hareketle Sean Hakan’ı Steven Arda’nın<br />
üzerinden çekti. Onu bir köşeye itti. Sinem kapıdaydı. Sesi<br />
çıkmıyordu. Elleri başının üzerindeydi. Boş bakıyordu.<br />
Scott yaralı oğlunu kucağına alıp küçük laboratuvara götürdü.<br />
Kapıyı içeriden kilitledi. Kapının ardındakileri bağırıp kovdu. Steven<br />
Arda bir şeyler sayıklıyordu. Scott çocuğun üzerindeki tişörtü çıkardı.<br />
Karnında iki delik açılmıştı. Bunlar önemli görünmüyordu.<br />
Bacağındakiler fenaydı asıl. Scott hafifçe nemlendirdiği pamuğu bir<br />
kutudaki şap tozuna batırıp yaralara bastırdı. Kanama aniden kesildi.<br />
Bir ara çocuk kendine geldi. Scott onunla konuştu, tekrar uyumasını<br />
istedi. Çocuk gözlerini yumunca yaralarına özel bir ecza damlattı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
9<br />
Dönüşüm<br />
Laboratuvarın zapzayıf bir kedisi vardı. Ailenin kedisi değildi. Scott<br />
çocukların laboratuvar hayvanlarını sahiplenmelerini, onlarla iletişim<br />
kurmalarını istemezdi. Kediye bir isim bile verilmemişti. Scott her<br />
gün düzenli olarak onu morfinle uyutur ve jiletle tıraş ederdi. Steven<br />
Arda’ya sürdüğü eczayı sadece kedi üzerinde denemişti. Normalde<br />
böyle bir tedbirsizlik yapmazdı. Medikal buluşlarını kedinin ardından<br />
domuzda, ardından mide kanseri olan şempanzede denerdi. Çocuğun<br />
yaralarını küçük ve önemsiz bulmuş olmalı ki, kendi koyduğu bu<br />
prensibi hiçe saydı. Deneme aşamasında olması gerektiğini bildiği<br />
eczayı oğlunun yaralarına damlattı. Eczadan açık ve kanamalı<br />
yaralarda iyileştirmeyi hızlandırıcı etki göstermesini bekliyordu.<br />
Scott kedinin kulaklarının arkasına neşteri belli belirsiz<br />
dokundurarak hızla kanayan birer yarık açmıştı. Kanı durdukduktan<br />
sonra yaralardan birine eczayı nüfuz ettirmişti. Bu yara diğerinden<br />
daha hızlı kabuk dökmüştü. Yani kedide işe yaramıştı. Belki çocukta<br />
da işe yarayacaktı. Fakat Scott’ın yeterince deney yapmadığı için<br />
henüz keşfetmediği bir şey vardı. Ecza açık yarayla buluştuğunda altı<br />
saat süreyle katiyen uyku hali yaşanmamalıydı. Scott eczayı<br />
uygularken Steven Arda uyuyordu oysa ki. Ne acı.<br />
Akşam yemeği yiyorlardı. Gün boyunca kimse ağzına lokma<br />
koymamıştı. Yine de yerken zorlanıyorlardı. Sofrada çıt çıkmıyordu.<br />
Göz göze gelmekten kaçınıyorlardı. Sinem ağlıyordu. Gözyaşları<br />
tabağındaki patates püresinden kaleye düşüyordu. Püreden yaptıkları<br />
kalenin burçlarında turuncu bayraklar dalgalanıyordu. Bayraklar<br />
peynirli Doritos üçgen cipslerdi. <strong>White</strong>lar pürelerini böyle yerlerdi.<br />
Teknenin arka taraflarından birden korkunç bir çocuk çığlığı<br />
yükseldi. Steven Arda’nın sesi değildi. Sanki ormanda kaplanla<br />
karşılaşıp ölesiye korkmuş bir yerli çocuğun bağırmasıydı. Boğazı<br />
yırtılırcasına. Korkunçtu. Sofrada öyle bir panikleyip gerildiler ki,<br />
Steven Arda’nın uyuduğu bölmeye doğru hep birlikte hareketlenirken<br />
neredeyse masayı deviriyorlardı.<br />
Hayır, başkası değil, Steven Arda bağırıyordu. Ama başka, hiç<br />
duymadıkları, genizden boğuk boğuk çıkan ürpertici bir biçimde.<br />
Steven Arda böylece başka birine dönüştü. On bir yaşındaydı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
10<br />
Kanserojen Düşünceler<br />
Steven Arda düne kadar <strong>White</strong> Kardeşler’in en özeli, en akıllısı, en<br />
parlağıydı. Şimdi ise hiç kendini bilmiyordu. Aklı uçup gitmişti.<br />
Bedeninin kontrolünü yitirmişti. Saatler içerisinde zihinsel ve<br />
bedensel engelli bir çocuk oluvermişti. Bakışları donuklaşmış,<br />
gözlerinde en ufak zeka pırıltısı kalmamıştı. Uyumamalıydı. Yarası<br />
eczayı emene kadar, vücudu o tehlikeli kimyayı kabul edene kadar<br />
uyumamalıydı. Ah, bilmiyorlardı. Keşke elinde heyecan duyacağı bir<br />
kitap olsaydı, uyuyacağı yerde saatlerce okusaydı. Keşke hemen yan<br />
bölmede olsaydı, babasıyla o saatlerde PlayStation oynasaydı. Keşke<br />
yunuslar çıksaydı, etraflarını sarıp Allegria ile birlikte yüzselerdi,<br />
Steven Arda onları izleseydi. Uyumasaydı. Keşke. Ama uyudu.<br />
Scott günlerdir teknenin ucunda bir başına oturuyor. Katlanır bir<br />
sandalyede. Oraya çöktü kaldı adam. Uyumuyordu. Gözleri kan<br />
çanağı. Yemekten içmekten kesildi. Yanına kimseyi yaklaştırmıyordu.<br />
Durmadan puro içiyordu. Yerinden sadece işemek için kalkıyordu.<br />
Ağlıyordu Scott. Çok ağlıyordu. Geceleyin üşütüyordu. Sabah deniz<br />
beyazlaşırken çiğden sırılsıklam oluyordu. Yeni yükselen güneşle<br />
birlikte giysileri kuruyordu. Nemli gözleri ufka dalıyordu. Dişleriyle<br />
sıktığı puro Scott nefes alıp verdikçe kendi kendini içiyordu.<br />
Türkiye’den demir aldıkları hafta Milli Piyango bileti almışlardı<br />
birer tane. Üç adet çeyrek, iki adet yarım bilet. Sadece Sinem’in<br />
biletine amorti çıkmıştı. Düşünüyordu Scott. Milli Piyango çekilişinin<br />
olduğu hafta ülkedeki birçok aileye talih gülümsüyor, ellerine ama az<br />
ama çok para geçiyordu. Hayatları yeniden şekilleniyordu. Aynı<br />
şekilde bir de kara piyango vardı. Bazı ailelere de ölüm uğruyordu.<br />
Bazı aileler bir anda gelen beklenmedik bir parayla hayata<br />
gülümserken, kimi ailelerin fertleri ansızın bu dünyadan göçüp<br />
gidiyordu. Scott bu tarz bir kara piyangonun Allegria’yı isabet<br />
aldığına inanıyordu. Evet, o talihsiz bir adamdı. Sürekli bunu<br />
düşünüyordu. İçerideki şu küçüçük laboratuvarda geliştireceği bir şey<br />
neticesinde Nobel Ödülü de alabilirdi. Şanslı olsaydı. Fakat Scott o<br />
aptal, o delice, o lanetli, evet böyle düşünüyordu, o kahrolası deneyleri<br />
yüzünden bir oğuldan olmuştu. İçerideki o çocuk, tuhaf sesler çıkarıp<br />
salyalar akıtan o yabancı Steven Arda değildi artık, değildi, değil!
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
11<br />
Islak Ve Soğuk Bir Son<br />
Günler süren uykusuzluğun, açlığın ve hareketsizliğin bünyesinde<br />
yarattığı sıkıntıyla zihni iyice bulanmış olan Scott, okyanus<br />
sabahlarının o tatlı beyazlığının yeni günün mavisine döndüğü<br />
dakikalarda, kucağında sıcak yatağından aldığı, hâlâ uyuyan Steven<br />
Arda ile ön güverteye çıktı. Makaranın yanına yöneldi, halatın ucunu<br />
kolunun kenarıyla kıstırdı ve olduğu yerde sabırla yirmi defa dönerek<br />
kucağındaki oğlunu kendi gövdesine gergin bir şekilde sabitledi. Bir<br />
makas yardımıyla kendisini makaradan kurtardı, bedenini sıkıca saran<br />
halatın açık ucunu sarmallar arasından rastgele geçirdi, ardından sıkı<br />
bir düğüm attı. İstediği şeyi hemen hemen gerçekleştirmeyi<br />
başarmıştı. Hem de çocuğu uyandırmadan.<br />
Dengesini yitirip devrilerek gürültü etmekten kaçınarak, yarım<br />
adımlarla, dikkatle, arka güverteye yürüdü. Dambıl setine yaklaştı, iki<br />
defa doğrulup eğildi, yirmişer kiloluk dambılların birisini sağ diğerini<br />
sol eline aldı. Birkaç saniye boyunca, yanağını göğsüne yaslamış<br />
uyuyan Steven Arda’nın masum yüzünü seyretti, gözleri hemen<br />
nemlendi, gözyaşlarının damlayıp çocuğu uyardırmasını istemediği<br />
için daha fazla bakamayıp başını çevirdi.<br />
Teknenin kenarına yaklaştı, çevik ama yumuşak bir hamleyle bir<br />
yükseltinin üzerine çıktı. Kendisini suya bırakmadan önce içeride<br />
uyuyan diğer oğullarını ve güzel karısını hatırına getirdi. Steven<br />
Arda’yı yatağından almadan önce teker teker onların başlarında<br />
durmuş, uyumalarını izlemiş, kafasına koyduğu şeyin katılığı<br />
yüzünden onları son defa öpmek içinden gelmemişti.<br />
Ciğerlerindeki nefesi boşaltıp üzerine bir süre daha nefessiz<br />
beklerken başını eğip suya baktı, ardından kendisini, soğukkanlılıkla,<br />
tekneye vurup köpüren dalgaların üzerine attı. Suya battığında ve hızla<br />
dibe doğru çekilmeye başladığında elindeki dambılları bütün gücüyle<br />
sıktı. Birkaç saniye sonra, belki yüzeyden on iki metre kadar aşağıda,<br />
Steven Arda’nın gözleri açıldı. O esnada, dibe doğru yol aldıkça<br />
giderek karanlıklaşan loş atmosferde baba oğul göz göze geldi ve<br />
Scott tuhaf bir his duydu. Avuçlarını açtı, dambılları bıraktı, can<br />
havliyle hareketlendi, şans eseri doğru hamleler yapmayı becerdi;<br />
bedenini saran halat Steven Arda’yı salıvereceği kadar genişledi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
12<br />
Kalpler Endişe Ve Umutsuzlukla Sıkışıyor<br />
Scott’ın kendisini oğluyla beraber suya atışının üzerinden yetmiş<br />
dakika geçti. Güneş iyice yükseldi. Scott’ın gece yere fırlatıp kırdığı<br />
şişeden zemine saçılan, güverte tahtalarının bir kısmını emdiği şarap<br />
birikintilerini güneş kuruttu. Teknede ilk uyanan Stanley Kaan oldu,<br />
fakat Steven Arda’nın yatağında olmadığını fark eden de, daha sonra<br />
onu teknenin arka kısmına yakın bir yerde çalkalanan suyun üzerinde<br />
yatar vaziyette ilk gören de Sean Hakan’dı. Gece yarısı birden esen<br />
sert rüzgarlar yüzünden deniz dalgalanmamış, Allegria demir atmamış<br />
olsaydı, Steven Arda’yı bir daha görmeleri mümkün olamayabilirdi.<br />
Sean Hakan ve Stanley Kaan kendilerini suya attılar. Zihinsel ve<br />
bedensel özrü yüzünden ters hareketler yapıp güçlük çıkaran Steven<br />
Arda’yı tekneye almaları kolay olmadı; önce Sinem’in suya atlayan<br />
oğullarının peşleri sıra saldığı katlanır asma merdivenle onu sırtlarında<br />
çıkarmayı denediler, ancak bir saatten fazla süre suyun üzerinde<br />
çırpındığı için çocuğun kollarında kardeşlerinin boynuna sarılıp<br />
bedenini taşıyabileceği güç kalmamıştı, sonra akıllarına teknenin kıç<br />
kısmındaki boş duran filika indirme mekanizmasını kullanmak geldi.<br />
Steven Arda bolca tuzlu su yuttu, kendisini tekneye çıkarmaları<br />
yarım saatten uzun sürdü, telaşlı, korkulu, uykusunu alamamış<br />
annesinin şefkatli kollarında hemencecik içi geçti, uyuyuverdi.<br />
Steven Arda’yı kurulayıp, üzerini değiştirip yatırdıktan sonra<br />
Scott’ı aramaya koyuldular ve çok geçmeden onun denize girip başını<br />
ve kulaç atan kollarını gözlerinin seçemeyeceği kadar uzağa açıldığını,<br />
veya daha kötüsü, bir şekilde denize düşüp gözün göremeyeceği bir<br />
derinliğe battığını kabul etmek zorunda kaldılar. Bekledikçe<br />
umutsuzluğa kapılan çocuklar dayanamayıp kendilerini tekrar suya<br />
attılar, anneleri onlara engel olmaya kalkışmadı, farklı yerlerden suya<br />
dalarak teknenin altını kontrol ettiler. İki saat önce ölmüş babalarının<br />
cesediyle teknenin altında bir yere takılmış vaziyette karşılaşsalardı<br />
muhtemelen akıllarını kaçırırlardı.<br />
Hava kararana değin ağızlarını açamadan gözleri sularda beklediler.<br />
Sinem bir ara, belki kocasını ölü de olsa su yüzüne çıkarır umuduyla<br />
çıpayı çekti. Çıpayı güverteye çekmeden tekrar demir attı. Scott fazla<br />
açılmıştır, er geç dönecektir umuduyla beklemeyi sürdürdüler.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
13<br />
Allegria Kül Olup Sulara Gömülüyor<br />
Sinem’in isteği üzerine Allegria ederinin çok altında bir fiyata<br />
satışa çıkarıldı; böylesine düşük bir para talep etmesi tekneden bir an<br />
önce kurtulmak istediği içindi. Kuzenlerinden biriyle bununla ilgili<br />
yaptığı bir sohbet esnasında içinde önlenemez bir arzu doğuverdi ve<br />
tekneyi umulandan daha kısa sürede hayatlarından çıkarabileceği bir<br />
diğer yol keşfetti; Allegria’yı yakmaya karar vermişti.<br />
Sinem tekneyi yok etme fikrini babasıyla paylaştı ve onun<br />
görüşlerini dinledi; babası insanın kendi malı da olsa böyle bir şeyi<br />
alenen yapmasının birtakım sıkıntılar doğurabileceğini öne sürdü.<br />
Belki yasal sakıncaları bile olabilirdi; çünkü her ne kadar tekne<br />
Sinem’in malı olsa da, onun ateşe verileceği alanda böyle bir şey<br />
yapmaya hakkı olmayabilirdi. Aile dostları olan bir avukata<br />
danışmaya niyetlendiler, ancak kadın yurt dışındaydı, ulaşamadılar.<br />
Sinem tekneyi ateşe vermeye kararlıydı. Verilen ilanlar geri<br />
çekildiği halde bir şekilde hâlâ kendisine ulaşıp tekneye talip<br />
olduğunu bildiren alıcılarla mutahap oluyor, nedenini söylemeksizin,<br />
kibarca, tekneyi satmaktan vazgeçtiğini belirtiyordu.<br />
Liseyi ve üniversiteyi beraber okuduğu veya bir şekilde hayatının<br />
bir döneminde yakınlık kurduğu, iyi vakit geçirdiği arkadaşlarına birer<br />
birer telefon açtı. Seksen civarında arkadaşıyla görüştü. Sinem<br />
bunların arasında önerdiği şeyi birlikte yapmaya takvimi müsait olan<br />
on dokuz kişi bulabildi. Kimse sözünden caymadı ve bazıları birbirini<br />
önceden tanıyan bu kişiler belirlenen vakitte bir araya geldiler.<br />
Allegria’dan yedi metre uzun ve güverte genişliği muazzam olan<br />
başka bir tekne daha kiralandı. Böylece iki tekne, mesafeleri<br />
neredeyse yan yana katederek, altı gün sürmesi planlanan Karadeniz<br />
yolculuğuna çıktı. Davetlilerin bir kısmı, Sinem’in daha samimi<br />
oldukları Allegria’da, diğerleriyse öteki teknedeydi. Türkiye kıta<br />
sahanlığından epeyi açıklarda, Samsun ile Ordu arası bir hizada, beyaz<br />
eşyadan Scott’ın labaratuvar gereçlerine içindeki her şeyle birlikte<br />
Allegria ateşe verildi. Diğer tekneden, iki mil uzaktan izlemeye<br />
koyuldular, patlamalar başladığında ve göğe yükselen alevlerin, renk<br />
renk dumanların boyları uzadığında ise bu mesafeyi artırdılar.<br />
Yangını Karadeniz üzerinden uçmakta olan on farklı uçak ihbar etti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
14<br />
Acıdan Biraz Olsun Uzaklaşmak Adına<br />
Başlarından geçen oldukça ağır, oldukça korkunç o aile dramını<br />
hatırlayadurup kederlenmesinler diye, dedeleri Mustafa Bey, Sean<br />
Hakan ve Stanley Kaan’ı semtlerinde bulunan, altyapı oluşumu en<br />
sağlam olan futbol okuluna yazdırdı. Renkleri ülke milli takımının<br />
renkleriyle aynı olan kırmızı beyazlı bu sevimli amatör kulübün<br />
başkanı ile Mustafa Bey çocukluk çağlarını beraber geçirmişlerdi.<br />
Çocukların ilgisini çeken, iki katlı, tuhaf ve hep terli bir gıdığı olan bu<br />
şişman ve kel başkan, <strong>White</strong> Kardeşler’i kendi torunlarıymışçasına<br />
sevdi; onları kulüple yeni kontrat imzalayan, aslen bir lisede<br />
matematik öğretmenliği yapan antrenöre, Hasan Hoca’ya teslim etti.<br />
Beklenmedik ağlama krizlerine tutulan, sık sık gözleri kararıp eli<br />
ayağı boşalan, kalbi yaralı Sinem’i ailesi nasıl teselli edeceğini<br />
bilemiyordu. Sinem kimseyle görüşmüyor, çoz az yiyor, az uyuyor,<br />
vaktinin çoğunu pencerenin önüne oturttuğu Steven Arda’nın yanı<br />
başında, ona kitap okuyarak ve çocuğun yedi yirmi dört durmadan<br />
akan ağzını renkli bez mendillerle silerek geçiriyordu. Aylar içerisinde<br />
birkaç yaş yaşlanmış gibiydi; ömründe ilk defa elli kilonun altına<br />
düşmüş, kasları erimiş, kemikleri çirkince ortaya çıkmış, uzun boynu<br />
ona hastalıklı bir görünüm vermişti. Tam bu sıralarda Mustafa Bey’in<br />
sadece bulutsuz açık havalarda asfalta çıkardığı, gıcır gıcır parıldayan,<br />
yavruağzı, 1960 model Cadillac arabası garajdan kayboldu. Mustafa<br />
Bey’in kızına hazırlıyor olduğu sürprize biraz daha vakit vardı, fakat<br />
ailesi Sinem’in çocukluğundan beri gece vakitleri onlardan gizli garaja<br />
inip sigara içtiğini bilmiyordu; böyle gecelerin birinde Sinem örtü<br />
altında görmeye alışık olduğu aracın yokluğunu fark edince sürpriz<br />
bozulmuş oldu. Sabahleyin, kahvaltıdan sonra, annesi ve babası<br />
Sinem’den hazırlanmasını istediler, çağırdıkları bir taksiye binerek<br />
Beyoğlu’na gittiler. Tadilat halinde olan, toz duman içinde, küçük ama<br />
pek şirin bir dükkanın önünde dikildiklerinde Sinem babasının<br />
kendine yapmakta olduğu büyük jesti hemen hemen tahmin edebildi.<br />
Sonraki ayın ilk pazartesi günü Mustafa Bey kızına anahtarları teslim<br />
etti. Elinde antika enstrümanlar satacağı bir dükkanın anahtarlarını<br />
tuttuğunu sanan Sinem üzerinde Handmade Chocolate (El Yapımı<br />
Çikolata) yazan tabelayı gördüğünde şaşkınlığa uğradı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
15<br />
Figo / Mourinho / İnter<br />
İkizler iyi top oynuyorlardı. Kısa sürede kulüpteki abilerinin<br />
hayranlığını kazanıp, yaşıtlarının kıskançlığına hedef oldular. Dedeleri<br />
her maçta, camı boydan boya çatlak, içilen sigaralarla duman altı,<br />
derme çatma şeref locasında, kulüp başkanının yanındaki yerini alıyor<br />
ve torunlarının nefes kesen performanslarını yüzünde sevimli bir<br />
gülümsemeyle, heyecanla, gururla izliyordu. Sezonun ikinci yarısının<br />
ilk haftalarında, Avrupa yakasındaki, tesisleri daha elverişsiz ama<br />
maddi imkanları ve sportif potansiyeli daha yüksek olan bir başka<br />
kulüp, ikizlerin ikisi için yirmi asgari ücret tutarında transfer teklifinde<br />
bulundu. Bu teklif Mustafa Bey’le çocukluk arkadaşının arasını açtı<br />
açacaktı, çünkü ansızın gelen teklif paragözlülüğüyle ün yapmış<br />
başkanın iştahını kabartmıştı. Uykuları kaçan Mustafa Bey, sıkıntıdan,<br />
yavruağzı arabasının satışından sonra garajda yalnız kalan lacivert<br />
motosiklerinin yanına iner oldu. Motoruna binmeyeli belki yirmi yıl<br />
oluyordu. Sabahın ilk ışıklarını bekleyip, yeni yükselen güneşin<br />
ışıklarına sırtını verip, bol bol turladı birkaç gün. Başkan çocukların<br />
transferini gerçekleştirmeye kararlıydı ve Hasan Hoca’yı bir şeyler<br />
yapıp ikizleri kulüpten soğutması için sıkıştırmaya başlamıştı. Mustafa<br />
Bey gelişmeleri kaygıyla izliyordu; işler son noktaya gelecek olursa<br />
motosiklerini elden çıkaracak, parayı bastıracak, torunlarının lisansını<br />
mı, bonservisini mi neyse eline alacak ve çocukluk arkadaşı olan o pis<br />
gıdıklı iğrenç pezenvenge siktiri çekecekti. Daha sonra SMS atıp<br />
yalvaran bankaların birinden kredi kullanacak ve çocukları Üç<br />
Büyükler’den birinin altyapı futbol okuluna yazdıracaktı.<br />
İkizlerin bütün dünyası Hasan Hoca olmuştu. Yeteneklerini ve<br />
güçlerini, Hasan Hoca’nın gözüne girmek için, büyük bir irade ve<br />
nefretle karışık bir hırs sayesinde kısa sürede geliştirmişlerdi. Hasan<br />
Hoca onların gözünde futbol tanrısıydı; o öyle dedi diye, gelmiş<br />
geçmiş en efendi, en klas, izlemesi en keyifli futbolcu Figo, en en en<br />
en karizma ve en büyük teknik adam Mourinho, en büyük ve en köklü<br />
kulüp İnter idi. Yaz yaklaşırken Hasan Hoca antrenman sırasında<br />
gözlerinin önünde geçirdiği kalp spazmı neticesinde hayata veda<br />
edince, Figo / Mourinho / İnter üçlüsü <strong>White</strong> Kardeşler’in zihnine<br />
derin bir travmayla ebediyen kazınmış oldu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
16<br />
<strong>White</strong>ların Çikolata Dünyası<br />
İkizlerden birisi Galatasaray’ı tutuyor, öteki de aslen Türkiye’de<br />
taraftarı olmaya değecek düzgün bir takım olmadığına inanmasına<br />
karşın, kardeşine inat, Fenerbahçe’yi destekliyordu; onların bu<br />
sürtüşmesi yüzünden Mustafa Bey torunlarını mecburen Beşiktaşlı<br />
yaptı. Bu haberi sevinçle karşılayan, doğuştan Beşiktaşlı Sinem, o<br />
sıralarda, ‘<strong>White</strong>ların Çikolata Dünyası’ ismini verdiği dükkanını<br />
şahane biçimde temsil edebilmiş, sosyal medyayı ustalıkla kullanmış<br />
ve kısa sürede radyolara ve tv programlarına konuk olmayı başarmıştı.<br />
Çikolata dünyasının ürünlerini İzmir’deki bir pastacılık kursundan<br />
yeni mezun olan Gizem ve interrail yaparak dünyayı gezerken<br />
parasızlıktan İstanbul’da çakılı kalmış olan Rosalba üretiyordu.<br />
Gizem, Sinem’in lisedeyken çıktığı çocuklardan birinin yeğeniydi.<br />
Müşteriler çikolatalar damaklarına temas ettiği an onun ana rahminde<br />
çikolatacılık ön eğitimi aldığından kuşkulanıyorlardı. Rosalba yirmi<br />
iki yaşındaydı, Kolombiyalı bir hatundu. Çikolatacılıktan anladığı<br />
söylenemezdi, fakat müthiş bir süsleme ve sunum içgüdüsüne sahipti.<br />
Satışlar harikuladeydi. Tüm bu güzel gelişmeler neticesinde <strong>White</strong>lar,<br />
üç artı bir, parçalı Boğaz manzaralı, arka balkonuna sürekli kuş<br />
yuvalayan sevimli bir daire kiralayıp karşı yakaya taşındılar.<br />
Peki, Steven Arda n’apıyordu? N’apsın yavrum… İnsanın içi<br />
parçalanıyor. Ah çocuk, ah. Dilerseniz ondan şimdilik bahsetmeyelim.<br />
Ya da… Neyse… Madem İpek’ten söz açacağız az sonra; Steven<br />
Arda’dan biraz söz etmek yerinde olacaktır.<br />
Sean Hakan, Steven Arda’yı çoktan silmişti bile. Kardeşine pencere<br />
pervazında duran bir saksı muamelesi yapıyordu. Steven Arda bir<br />
şekilde bunu sezmiş olacak ki, perdeler çekili olmadığı takdirde<br />
pencere civarında bulunmaktan huzursuzlanır oldu; deli deli bağırıyor,<br />
ellerinin tersiyle yüzünü şamarlıyor, kıpkırmızı ediyordu. Stanley<br />
Kaan ise Steven Arda’dan çekiniyordu, onun yanındayken tedirginlik<br />
yaşıyor, onun başına gelenin bir gün kendi başına da gelebileceğinden<br />
müthiş tırsıyordu. Yine de evde geçirdiği vaktin çoğunu, yüreğinde<br />
mahcup, vicdani, karanlık bir sızı hissederek onunla geçiriyor,<br />
hareketlerini kolluyordu; çünkü İpek’le çıkmaya başlamışlardı ve<br />
kardeşinin bunu sezdiğini sezecek olursa kahrından ölürdü.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
17<br />
İpek Yine Ortalığı Karıştırıyor<br />
Stanley Kaan, İpek için deli oluyordu, harçlığından biriktirdiği<br />
paranın tümünü onun için harcıyordu; İpek’i sinemaya, restoranlara<br />
götürüyor, AVMlerde gezdiklerinde kızın aklı bir kıyafette kaldıysa,<br />
Stanley Kaan, onu cebinde yeterli parası varsa derhal, yoksa da kalan<br />
parayı sonradan denkleştirip, kız arkadaşının hevesi geçmeden satın<br />
alıyordu. Hakkını yememeliyim, İpek’in zaman zaman Steven Arda’yı<br />
sorduğu oluyordu, gerçi vicdani rahatsızlık duyduğundan değil sırf<br />
meraktan soruyordu, olsun, sonuçta soruyordu kız, Stanley Kaan’sa<br />
kız arkadaşının bu tarz rahatsız edici sorularına kısa yanıtlar veriyor,<br />
sohbeti çok geçmeden daha ilgi çekici konulara kaydırıyordu.<br />
Sean Hakan küçük çapta peş peşe nüks eden sakatlıklar dolayısıyla<br />
sezon sonuna yarım performansla yaklaşıyordu. Onun formsuzluğu,<br />
hemen herkesin kıyasıya bir rekabet içinde gördüğü kardeşinin, ekstra<br />
performans sergilemediği halde, hızla parlamasına sebep oluyordu. O<br />
günlerde, yerel bir semt gazetesinin spor sayfasında, <strong>White</strong> Kardeşler<br />
ilk defa habere konu oldular; özellikle deplasman maçlarında<br />
kendisini kanıtlayan, son dönemin gözde ismi Stanley Kaan’ın,<br />
çıkışını sürdürür, yeteneğinin ve fiziki yapısının üzerine koyarsa,<br />
yirmi yaşına gelmeden Beşiktaş ilk on birinde forma kapabileceği<br />
yazıldı. O siyah beyaz sayfada yanlışlıkla Stanley Kaan’ın değil, Sean<br />
Hakan’ın fotoğrafı basılmıştı; bu elbette dikkatsizlikten kaynaklanmış<br />
acemice bir hataydı, çünkü tek yumurta ikizleri (hatta üçüzleri)<br />
oldukları halde kardeşler hiçbir zaman gurbetçi Hamit ve Halil<br />
Altıntop kardeşlerin birbirlerine benzediği kadar benzememişlerdi.<br />
İstisnaen benzetenler oluyordu gerçi; mesela İpek. Belki de bu<br />
yüzden, yaratılışında da hafiften bir hafiflik olan bu kızın gönlü bir<br />
kardeşten diğerine kayıp durmaktaydı ve daha da kayıp duracaktı.<br />
Vücudu tamamen iyileşince, sabahları erken kalkıp tek başına<br />
fazladan antrenman yapmaya başlayınca, Sean Hakan, Stanley Kaan<br />
ile İpek için kavga etme yürekliliğini buldu kendinde ve kardeşine<br />
ölünceye değin asla unutamayacağı feci bir dayak attı; Stanley Kaan’ı<br />
üç hafta kala sezonu kapatmak ve gelecek sezona iki hafta geriden<br />
başlamak zorunda bıraktı. Kavga nedensiz değildi. İpek bir akşam<br />
Sean ile yakınlaşmış, aklı karışmış, ertesi gün Stanley’i bırakmıştı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
18<br />
Büyükbaba <strong>White</strong>’ın Teklifi<br />
Futbola ara verilen kısa yaz tatili süresince Sean Hakan dedesinden<br />
ve anneannesinden para koparıp İpek ile gününü gün etmekten başka<br />
bir şey yapmamışken, uykusuzluğa yakalanan Stanley Kaan kendisini<br />
kitap okumaya, film izlemeye, üye olduğu fitness merkezindeki küçük<br />
havuzda yüzmeye ve arta kalan vaktinde <strong>White</strong>ların Çikolata Dünyası<br />
bünyesinde işin ucundan tutmaya başladı. Kendi buluşu olan beyaz<br />
çikolata tadında pembemsi mor çikolatalar üretiyordu, fakat muhteva<br />
yoğunluğunda zaaflar olan bu çikolatalar kalıplardan öyle eğri büğrü<br />
çıkıyordu ki, müşterilerin değil direkt kendi afiyetine kalıyordu.<br />
Temmuz yarılanmışken kapılarını beklenmedik bir ziyaretçi çaldı;<br />
büyükbabaları Mike D. <strong>White</strong>. Sinem yaşlı kayınpederini elinden<br />
geldiğince rahat ettirmeye çalıştı, kaldığı hafta süresince dükkanına<br />
neredeyse hiç uğramayarak onu kapsamlı bir şehir turuna çıkardı.<br />
Büyükbaba <strong>White</strong> torunlarının futboldaki yeteneğini, potansiyelini,<br />
coşkularını, hırslarını, hedeflerini öğrenmiş ve onlara hayatlarının<br />
fırsatını sunacağına inanarak uçağa büyük bir hevesle binmişti. Her<br />
şeyi ayarlamaya kararlıydı (İngiltere’deki ayarlamalar tamamdı) ve<br />
çocuklar en erken kırk en geç altmış gün içerisinde, babalarının ve<br />
büyükbabalarının tuttuğu takım olan (<strong>White</strong> Hanedanlığı’nın yeşil<br />
sahalardaki temsilcileri yani) Fulham forması altında antrenmana<br />
çıkacaklardı. <strong>White</strong> Kardeşler’in üçü de geçen seneye kadar Fulham<br />
taraftarıydılar, üçünün de odasının bir duvarını hâlâ Thames Nehri’nin<br />
kıyısındaki, o kibrit kutusuna benzeyen, sevimli Craven Cottage<br />
Stadyumu’nun helikopterden çekilmiş devasa posterleri asılıydı; ancak<br />
Stanley Kaan ve Sean Hakan, Hasan Hoca’nın etkisinde kalmışlar ve<br />
favori kulüpleri olarak İnter’i seçmişlerdi. Ama yanılmıyorsam Steven<br />
Arda her neredeyse hâlâ ateşli bir Fulham sempatizanıdır.<br />
Büyükbaba <strong>White</strong>, ışıl ışıl Boğaz manzaralı bir akşam yemeğinde<br />
niyetini torunlarına açtı ve hiç beklemediği iki tepki aldı: Sean Hakan<br />
teklife sanki doğduğu günden bu yana bunu bekliyormuşçasına, hatta<br />
bu teklifi kabul etmek için yaratılmışçasına atılıverdi; Stanley Kaan<br />
ise bir zamanlar Emre, Okan ve Hakan’ın yaptığı gibi İstanbul’dan<br />
dosdoğru Milano’ya gitmeyecekse Beşiktaş formasını hiçbir şartta<br />
katiyen sırtından çıkarmayacağını net şekilde belirtti. İyi bok yedi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
19<br />
Stanley Kaan’ın Ezikliği<br />
İki kardeşin en büyük alışkanlıkları, aslında alışkanlıkları yerine<br />
saplantıları da diyebilirim, birbirlerine her konuda zıt gitmeleriydi.<br />
Sean Hakan kardeşi gibi kararsız olmadığı için genelde bir fikri ilk o<br />
belirtir, seçimde bulunacaksa önce o bulunur, Stanley Kaan’a ise<br />
kardeşine mümkün mertebe zıt düşmek kalırdı. Stanley Kaan o akşam<br />
yemeğinde daha atak davranıp, Londra’ya yerleşme düşünü Sean<br />
Hakan’dan daha önce bildirmeyi dilerdi kuşkusuz, ancak her zamanki<br />
gibi çok geç kalmış, yine şoka uğramış, birkaç dakika boyunca<br />
kendini toparlamaya çalışmış, ardından söz sırası kendisine geldiğinde<br />
koyu bir Beşiktaş milliyetçisi pozu takınmıştı. Hatta o esnada kazara<br />
damarı kesilseydi, kendisini utandırmamak için öyle bir kasardı ki, o<br />
damarlar ne yapar eder kanını siyah ve beyaz pompalamayı bilirdi.<br />
Kardeşi Sean Hakan’ın kendini bildi bileli babalarına yakın<br />
olduğunu, babalarının verdiği derslerde daha çok eğlendiğini ve<br />
kendisini Türk değil daha çok İngiliz hissettiğini sezdiğinden beri,<br />
Stanley Kaan, annesine kalbinde daha geniş bir yer açmış, Sinem’in<br />
çok önem verdiği empati yeteneğini geliştirmiş, yüreğini yumuşatmış,<br />
iyi bir insan ve örnek bir Türk olmaya çabalamıştı. Sean Hakan,<br />
Steven Arda’yı zeki zamanlarında da, zihinsel ve bedensel engelli<br />
birine dönüştüğü zamanlarında da hep hor gördüğünden, onunla temas<br />
halinde olmaktan kaçındığından ötürü, Stanley Kaan, kendisini Steven<br />
Arda’ya yakınlaşmaya öylesine zorlamıştı ve buna öylesine alışmıştı<br />
ki zaman zaman onu kardeşi değil oğluymuş gibi yüce bir şefkatle<br />
sevmeyi becerebilmişti. Hayatta her şeyleri böyle, olabildiğince zıttı.<br />
Fakat İpek. İpek başkaydı. Biri ona tutuldu diye öteki İpek’ten<br />
vazgeçemiyordu. İpek sanki iki düşman hattının tam ortasında kalmış,<br />
savaşın kaderini etkileyecek, stratejik önemi müthiş bir tepe gibiydi;<br />
ama ipler İpek’in elindeydi elbette; o tepeye çok isteyen, çok gayret<br />
gösteren değil, tepenin kuşatılaşı geldiği tekinsiz anlarda ona en<br />
yakında olan taraf sahip olabiliyordu ancak.<br />
Harika vakit geçirdiği, aşk satrancındaki doğal kabiliyetiyle başını<br />
döndüren Sean Hakan’ın İngiltere yolcusu olduğunu ve kendisinin<br />
onunla gitmesinin mümkün olmadığını kesinen anladığı an, İpek ne<br />
yaptı etti, kendisini Stanley Kaan’ın kollarına attı, ötekine yol verdi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
20<br />
Kardeşlerin Yolları Ayrılıyor<br />
Havaalanında vedalaşırlarken Büyükbaba <strong>White</strong> yanağını sıktığında<br />
Stanley Kaan’ın gözleri hırsından kıpkırmızı oldu. Yerinden fırlayıp,<br />
kendisine ters ters, havalı havalı bakan kardeşinin yüzüne son bir<br />
yumruk geçirmeyi düşledi, ama kendini tuttu. İhtimal, bir karşı<br />
yumruk da kendi yüzüne isabet ederdi ki, bu o an dünyada isteyeceği<br />
son şeydi. Üç gün önce, farklı arkadaş gruplarından ayrılıp aynı<br />
vakitlerde eve dönerlerken, ıssız bir sokakta birbirlerine rastlamışlar<br />
ve güçleri tükeninceye değin saç saça, baş başa dövüşmüşler, ikişer<br />
diş kaybetmişler, parmak eklemlerini fena derecede incitmişlerdi.<br />
Oğullarının birbirlerine nefretle bakmasına daha fazla dayanamadı<br />
Sinem, gidip kayınpederini losyon kokulu yumuşak yanağından,<br />
oğlunu ise toz kokan başından öptü, arkasını döndü ve koluna girdiği<br />
Stanley Kaan ile hızlı hızlı yürümeye koyuldu. Epeyi yürüdüler o<br />
şekilde ve ardlarına baktıklarında ötekileri yerlerinde göremediler.<br />
Yeni sezonda <strong>White</strong> Kardeşler’in ikisi de takımları adına birer<br />
hayal kırıklığıydı. Fulham kulübü altyapısından sorumlu antrenörler<br />
Sean Hakan’ın katıldığı antrenmanların her birinde onun potansiyeline<br />
olan inançlarını pekiştirmişlerdi, ancak delikanlı görev aldığı maçlarda<br />
vasatı aşamıyordu. Öte yanda, İstanbul’da, durumlar daha fenaydı;<br />
Stanley Kaan, olanca enerjisi futbola yönlendiği halde, istediklerini<br />
sahaya yansıtmayı bir türlü başaramıyordu. Bu sebeple, gayet formda<br />
olduğu halde sezonun tamamına yakınını yedek kulübesinde geçirdi.<br />
Rahmetli Hasan Hoca’ları Sean Hakan’ı yaptıkları ilk hazırlık<br />
maçında santrfor olarak denemiş ve Sean Hakan o maçta birisi<br />
penaltıdan iki gol bulmuş (maçı 7 - 6 kaybetmişlerdi), sonradan<br />
pozisyonunu sevmiş, kariyerine bir golcü olarak adım atmıştı. Stanley<br />
Kaan ise doğal olarak, dizilişte santrfora en ters ve en uzak olan<br />
mevkiyi benimsemiş, kendisini stoper olmaya adamıştı.<br />
Londra’daki ikinci sezonunda, çok çalışan Sean Hakan, Fulham’ın<br />
genç takımında istikrarla goller buldu, gol pasları verdi ve adından söz<br />
ettirmeyi başardı. O sezon Stanley Kaan’ın tek başarısı ise U-17<br />
Türkiye Milli Takımı’nın İzlanda ile yapacağı tırt bir hazırlık maçının<br />
kadrosuna alınmak oldu. Sene boyunca forma bulamamıştı, formsuz<br />
ve isteksizdi, artı, yanlış mevkide oynatıldı; fakat bir harikaydı o gece.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
21<br />
Zoraki Mevki Değişikliği<br />
On sekizinci yaşlarını doldurdukları o müthiş sene <strong>White</strong> Kardeşler<br />
birbirlerine mesafe olarak ve duygu olarak değil ama, sahada görev<br />
aldıkları mevki olarak yaklaştılar. Stanley Kaan, yirmi üç ay önce<br />
parladığı o İzlanda maçının ardından her defasında defansif orta saha<br />
oyuncusu olarak sahaya sürüldü. Sean Hakan ise gençler arasında<br />
harikalar estirip, dört defa da A takım ile Premier League tecrübesi<br />
yaşadığı geçen sezonun ardından, Fulham takımı yeni sezonda Galli<br />
bir yaşlı kurta teslim edilince, kendisine hiç beklenmedik bir şekilde<br />
ilk on birde yer buldu. Ancak bu lütufa karşılık kendisinden zoraki<br />
mevki değişikliği talep edildi ve o da Premier League’de bütün bir<br />
sezon geçirebilmek umuduyla, santrfor kimliğinden vazgeçti, yeni<br />
sezonun hazırlık maçlarında ofansif orta saha olarak göründü.<br />
Stanley Kaan için işler yolunda görünüyordu. Yüzde yüz konsantre<br />
olabildiği maçlarda yeni mevkisinde sahada harikalar yaratıyordu.<br />
Zaten kariyerine inadına stoper olarak başladığını, bu mevki için fazla<br />
ağır ve fazla teknik bir futbolcu olduğunu kendisi de biliyordu. Ama<br />
defansif orta sahada başarılı olması için de çok fazla çalışması ve<br />
konsantrasyonunu uzun süre koruması gerekiyordu. Bu kolay<br />
olmuyordu. Çoğu maçta doksan dakika sahada zor kalıyordu; ilk elli<br />
dakikanın ardından Stanley Kaan birden iptal oluyor, ani bir çöküş<br />
yaşıyor, kenar yönetimi onu oyundan almak zorunda kalıyordu.<br />
Sean Hakan hayatının ilk depresyonunu İsviçre’deki hazırlık kampı<br />
öncesinde yaşadı. Artık bir ofansif orta sahaydı o, ve bu, karşı kaleye<br />
dilediği yakınlığı sağlayamayacağı, sevdiği boş koşuları yapmaktan<br />
mahrum kalacağı, dilediği pozisyonları bulamayacağı, ardı ardına<br />
goller sıralayıp egosunu tatmin edemeyeceği anlamına geliyordu.<br />
Geceleri ağlıyordu. Uyuyamıyordu. Küfrediyordu. İçmeye başlamıştı.<br />
Yalnızca alkol almıyor, fosur fosur da sigara içiyordu. Böyle yaparak<br />
hazırlık kampı maçlarına berbat bir moral çöküntüsü ve kaygı verici<br />
seviyede formsuzlukla başladı. Fakat her yeni maçla birlikte büyülü<br />
şeyler oluyor, yaptıklarına o dahi şaşırıyor, teknik heyeti de hayretler<br />
içerisinde bırakıyordu. Sanki futbol tanrıları onun aracılığıyla herkesle<br />
dalga geçiyorlardı. Kendisini ne kadar dağıtırsa sahada o denli<br />
yıldızlaşıyordu ve bu şaşılası şey kendiliğinden oluveriyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
22<br />
Rüya ve Kabus<br />
Geceleri başlarını yastığa koyduklarında, birbirlerinden habersiz,<br />
aynı şeyi düşlüyorlardı; ileride bir gün (umuyorlardı yakın gelecekte)<br />
lacivert siyahlı İnter formasıyla Guiseppe Meazza çimlerini ezmeyi.<br />
Ve aynı şey için kaygılanıyorlardı; düşlerinin er geç gerçekleşeceğine<br />
inanıyorlar, ancak denize kıyısı olmayan Milano’da yaşamın onlara<br />
nasıl da zor geleceğini kestirmeye çalışıyorlardı. Öyle ya, onlar engin<br />
maviliklerin bağrında doğmuş, orada büyümüşlerdi; okyanusların,<br />
denizlerin, akıntıların, mercanların, resiflerin, buğu altındaki adaların,<br />
ufukta görünen tüten serapların, kavurucu güneşlerin, bilinmedik<br />
diyarların, yerin ve göğün bembeyaz kesildiği sabah saatlerinin,<br />
dolunayın altın yakamozuyla göz aldığı gecelerin çocuklarıydı onlar.<br />
Zaman hızla akıyordu. Sean Hakan bir rüyayı yaşıyordu. Stanley<br />
Kaan bir kabusu. Yirmi birinci yaş günlerinde, Sean Hakan, Avrupa<br />
Şampiyonası elemeleri altıncı grup maçında, Wembley’de, Ukrayna<br />
karşısında ilk on birde ilk defa milli formayı terletti. Henüz birkaç ay<br />
önce Türkiye Futbol Federasyonu’nun teklifini geri çevirmiş, milli<br />
kariyerini İngiliz Milli Takımı ile sürdüreceğini açıklamıştı. Stanley<br />
Kaan ise o seneye dek dokuz defa Ümit Milli forması giydi, ancak bir<br />
defa olsun A Milli Takım kampına davet edilmedi. Bu gidişle de milli<br />
forma onun için hayal olacak gibi görünüyordu, çünkü çıkış<br />
gerçekleştirmesi beklenen son iki sezonun ilkinde kiralık olarak<br />
İstanbul dışına gönderildi, sezon boyu moralsizlikten ve sakatlıktan<br />
varlık gösteremedi, ardından ertesi sezon sözleşmesi tek taraflı<br />
feshedildi, ortada kaldı. Ona dedesinin memleketinin takımı, ikinci<br />
ligin gediklisi Samsunspor sahip çıktı. Canını dişine takarak kendisini<br />
hazırladığı halde istediği performansı burada da sergileyemiyordu.<br />
Ertesi sene Stanley Kaan kendi oyununu oynamayı başardı, takım<br />
arkadaşları da gayretliydi, ancak Samsunspor üst lige terfi etme<br />
şansını son haftalarda aldığı skandal niteliğindeki seri mağlubiyetlerle<br />
yitirdi. Sean Hakan’ın kanatlandırdığı Fulham ise Premier Leauge’in<br />
dev ekipleriyle kafa kafaya oynadı, ligi liderin yalnızca dört puan<br />
gerisinde üçüncü bitirdi, Uefa Avrupa Ligi’nde yarı finale kadar<br />
yükselip, ikinci maçta San Mamés Stadyumu’nda Athletic Bilbao’ya<br />
penaltılar sonucunda mağlup olarak final şansını kaçırdı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
23<br />
Sean Hakan Potansiyelinin Sınırlarını Zorluyor<br />
Babasını hatırladığında bilim sevdası uğruna hayatın zevklerinden<br />
vazgeçmiş, olmayacak hayallere kapılmış, vaktinin tamamını saçma<br />
kimyasal icatlara adamış mutsuz bir adam beliriyordu zihninde. Asla<br />
babası gibi biri olmayacak, mutsuzluktan, yalnızlıktan kaçacak,<br />
hayatını para, şöhret, başarı sahibi olmaya adayacaktı; bunun uğruna<br />
emekli olacağı otuzlu yaşlarına kadar hırslı bir şekilde gayret edecekti.<br />
Sean Hakan çağının en güçlü sporcularından birisiydi. Genlerinde<br />
taşıdığı, <strong>White</strong> ailesinin hemen hemen tüm bireylerinde görülen o<br />
enerji patlamasına o da sahipti; ne kadar az uyursa uyusun (genelde<br />
dört saat uyurdu) zinde uyanıyor, fiziksel ve zihinsel aktivitelerde en<br />
ufak bir bitkinlik sergilemiyor, vücudunu hareket halinde tutmaktan,<br />
tüm kaslarını her fırsatta çalıştırmaktan büyük keyif alıyordu. Fulham<br />
antrenörlerinin kendisini ve takım arkadaşlarını gereğinden fazla<br />
dinlendirdiğine inanıyor, haftalık antrenman programına artı olarak,<br />
kulübünden habersiz gizlilikle ek fitness programı uyguluyordu. Bu<br />
fazladan çalışmalarını daha kontrollü bir sisteme oturtmaya ve büyük<br />
bir disiplin örneği sergileyerek kendisini fiziken olağanüstü çizgilere<br />
taşımaya niyetleniyordu. Bu niyetlerini, uzun süredir dostu olan,<br />
sırlarının önemli kısmını bilen menajerine açtı ve olumlu bir tepki<br />
gördü ve menajeri Sean Hakan’a Fulham kulübü teknik heyetinin<br />
haricinde bir antrenman programı uygulatacak gizli bir ekip kurma<br />
görevini üzerine aldı. Kısa zamanda müthiş isimlerle anlaştılar. İşte bu<br />
ekstra çalışmalar neticesinde genç adam yeryüzündeki tüm aktif<br />
futbolcuları kıskandıracak bir form grafiği yakaladı ve kulübünün<br />
kasasına astronomik bir para kazandırarak, efsanevi teknik adam Sir<br />
Alex Ferguson’ın hayata veda etmesinin ardından radikal şekilde<br />
yeniden yapılanma yoluna giden Manchester United’a transfer oldu.<br />
Hollandalı eski stoper Jaap Stam’dan, o yıla kadar en zayıf olduğu<br />
konularda (top kapma, alan markajında etkin pozisyon alma, ikili<br />
mücadelelerle ayakta kalma ve hava topu hakimiyeti) özel ders aldı.<br />
Ekipteki bir diğer isimse, dünyanın gördüğü en büyük futbolculardan<br />
birisi olan, iki sezon önce sahalara veda eden Lionel Messi’ydi; Sean<br />
Hakan o büyülü adamın yönlendirmesiyle daha ince bir fiziğe kavuştu<br />
ve daha kolay adam eksiltir, oyunu içgüdüleriyle oynar oldu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
24<br />
Stanley Kaan’ın Bitmez Kederi<br />
Stanley Kaan, keder ve kıskançlık karışımı duygularla izlediği<br />
kardeşinin aksine, kendisini kaybetmişti. Samsun’a yerleşmek zorunda<br />
kaldığında, henüz kırk gün geçmemişken, İpek kendisini terk etmiş ve<br />
bir süredir gizliden gizliye flört ettiği genç bir tütün tüccarıyla<br />
çıkmaya başlamıştı. İçine sinen derin mutsuzluktan kendisini bir türlü<br />
kurtaramıyordu. Çok çalışıyor, fark yaratmak için inanılmaz efor<br />
sarfediyor, elinden geleni fazlasıyla yapıyor, ancak istediği oyunu bir<br />
türlü sahaya yansıtamıyordu. Kederli zamanlarında içtiği sigaradan<br />
ruhuna iyi geldiğini, stresini aldığını söylediği alkol partilerinden,<br />
PlayStation oynayarak sabahladığı gece eğlencelerinden uzaklaştı,<br />
dikkatini, düşüncelerini, enerjisini, olanca konsantrasyonunu oyununu<br />
geliştirmeye verdi, ancak ne yaparsa yapsın sonuç alamadı.<br />
Saçmaydı. Çok saçmaydı. Onca gayret, emek boşa gidiyordu. İçi<br />
sızlıyordu Stanley Kaan’ın. Maçların ardından, takım arkadaşlarının<br />
tümü soyunma odasını terk ettiğinde, o, sıcak duşun altında kalmayı<br />
sürdürüyor, buhar içinde kalan banyoda buğulu fayansların karşısında,<br />
gevşeyen kaslarının verdiği rahatlıkla, ayakta dikilerek dakikalarca<br />
süren hüzünlü düşüncelere kapılıyordu. Asla ama asla büyük bir<br />
futbolcu olamayacağını, değil İnter’de oynamak, bir daha İstanbul’a<br />
bile dönemeyeceğini hissediyordu, ki bu doğruydu; futbol tanrıları ona<br />
ilk zamanlar yaşıtı onca genç arasında sivrilmesini sağlayan inanılmaz<br />
derecede bir potansiyel bahşetmiş, fakat kariyerinin kalanında bu<br />
potansiyeli zorlamasını sağlayacak gizli kulvarlardan Kaan’ı mahrum<br />
bırakmışlardı. Böyle hissediyordu ve hislerinde haklıydı. Kendisi o<br />
sıralarda bilemezdi, ama ona hep bıkkınlık hisleri veren Samsunspor<br />
camiasında koskoca altı sezon daha geçirmek zorunda kalacaktı ve bu<br />
altı sene süresince üst lige çıkmayı bir defa olsun başaramayacaklardı.<br />
Finansbank Çiftlik Şubesi’nde çalışan bir bankacı kızla kısa süren,<br />
kötü sonlanan, kalbinin fena kırıldığı, büyük acılar çektiği on yedi<br />
aylık bir ilişkisi oldu. Fakat kariyerinin en kötü topunu oynadığı bu<br />
dönemde, sırf Samsunspor peş peşe gelen kötü hakem kararlarının ve<br />
şansın yardımıyla Türkiye Kupası’nda yarı finale kadar yükseldiği<br />
için, iki defa yetmişer dakika milli formayı terlettiği bir Avrupa<br />
Şampiyonası deneyimi edindi. Bu bile Stanley Kaan’ı teselli edemedi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
25<br />
Anne <strong>White</strong> Hiç İyi Değil<br />
Sinem kariyerleri arasındaki uçurumun iki oğlunu apayrı dünyalara<br />
yönlerdirmesini kabul edemiyordu; Stanley Kaan’ın mutsuz hayatına<br />
Sean Hakan’ın görkemli başarıları yüzünden yeterince üzülemediğini<br />
hissediyor, kendisinden nefret ediyordu; aynı şekilde S. Hakan’dan<br />
gelen neşeli bir telefonun ardından, yüzünde bir gülümseme, bir keyif<br />
sigarası yakmışken, aklına birden S. Kaan geliyor, boşluğa dalıveren<br />
gözleri nemleniyor, kendisine geldiğinde sigarasının kendi kendisini<br />
içtiğini, kırılmış uzun küllerin eteğinin üzerinde olduğunu görüyordu.<br />
<strong>White</strong>’ların Çikolata Dünyası, birisi şehrin anadolu yakasında olan<br />
üç şubeye sahip oldu. Avrupa’nın önde gelen birtakım klas gurme<br />
dergilerinde <strong>White</strong> ailesinin nefis çikolataları haberlere konu oluyor<br />
ve Sinem yurt içinde ve dışında yiyecek içecek üzerine birçok<br />
programa davet ediliyordu. Fakat Sinem’in yaralı kalbi içten içe sızım<br />
sızım sızlıyordu. Futbolcu oğullarının arasındaki adaletsiz rekabet,<br />
birbirlerinden nefret eder dereceye gelmiş olmaları, Scott’a hâlâ<br />
duyduğu tükenmez aşk ve derin özlem, engelli oğlu Steven Arda’nın<br />
içler acısı durumu Sinem’i zaman akıp geçtikçe çok daha fazla<br />
sarsıyordu. Geceleri yalnız yatağına girerken ve sabahları gözünü<br />
açtığı ilk dakikalarda, yaşadığı trajediler zihnine hücüm ediyor ve onu<br />
istemsiz ağlama krizlerine sokuyordu.<br />
Sonunda herkesten sakladığı, onu içten içe tüketen, amansız bir<br />
hastalığa yakalandı; belirtileri görmezden geldiği, kendini olduğundan<br />
güçlü sandığı, önünde daha çoook uzun seneler varmış ve torunlarının<br />
büyüdüklerine, koca adamlar, kadınlar olduklarına şahit olacakmış<br />
gibi hissettiği için hastalığına karşı hiçbir önlem almadı, hatta ondan<br />
dikkatle kaçarak hastalığını tanımaya bile razı olmadı.<br />
Böylelikle, bir zaman geldi ki, ansızın çöküverdi. Stanley Kaan’ın<br />
Samsun’a kök saldığı, S. Hakan’ınsa harikalar yaratıp Ada futbolunu<br />
yıllar sonra tekrar dünyanın göz bebeği yaptığı zamanlara denk geldi<br />
bu. <strong>White</strong> Kardeşler’in yirmi altıncı yaşlarından gün aldıkları hafta,<br />
Steven Arda’nın iştahsızlıktan epeyi zayıfladığı sıralarda, Sinem iyice<br />
kötüledi, iyice güçten düştü. Bir gece eğlencesinde düşüp bilincini<br />
yitirdi. Apar topar hastaneye yetiştirildi, yoğum bakıma alındı. Bu<br />
tatsız gelişme <strong>White</strong> Kardeşler’i seneler üzerine bir araya getirdi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
26<br />
Felaketlerdir Aileyi Bir Arada Tutan<br />
Stanley Kaan ve Sean Hakan hastanenin kafeteryasında yan yana<br />
oturdular. Sean Hakan sigara paketini masanın üzerine koydu. Yer<br />
gibi, sigaraları peş peşe içmeye başladılar. İki saate yakın bir süre<br />
birbirleriyle göz teması kurmadılar, tek çift laf etmediler. Sonra, Kaan,<br />
kardeşinin birkaç hafta önce Arsenal’e attığı akılalmaz gole iltifat etti.<br />
Konuşmaya başladılar. Bu esnada bir basın ordusu hastane çevresini<br />
kuşattı. Kafeterya açıktaydı. Sokaktan yükselen birbirinden lüzumsuz<br />
sorulara ve röportaj isteklerine dayanamarak içeri geçtiler. Anneleri<br />
için koridordaki banklarda gece yarısına kadar oturdular. Sabahın<br />
ikisine doğru çıkıp fasıl parçaları çalan bir meyhaneye gittiler.<br />
Karınlarını doyurdular, eski defterleri açtılar, kafaları çektiler.<br />
Taksiyle eve döndüler. Bakıcısı uyumuştu, Steven Arda uyanıktı,<br />
yatağında sessizce uzanıyor, yağmur damlalarının pencereye vuruşunu<br />
dinliyordu. Odaya girdiklerinde ışığı kısık bir şekilde açtılar. Oda tatlı<br />
bir alacasarılığa büründü. Stanley Kaan yatağın kenarına oturdu. Sean<br />
Hakan da yatağın yanına sandalye çekti. Çocukken birlikte neşeyle<br />
söyledikleri şarkıları mırıldandılar. Beşinci şarkıyı yarıladıklarında<br />
Steven Arda huzurla uykuya daldı. Uyuyunca yüzü güzelleşti. Ondan<br />
bu denli nefret ettiği, onun acı varlığından utandığı için Sean Hakan<br />
kendisini kötü hissetti. Benzer hisleri, ama daha derinini, Stanley<br />
Kaan da hissetti. Işığı söndürüp çıktılar odadan.<br />
Sinem üç gün sonra kendine geldi. Bir ertesi gün de taburcu oldu.<br />
<strong>White</strong> Kardeşler kulüplerinden izin almışlardı. On gün boyunca, Anne<br />
<strong>White</strong> iyice toparlanıncaya, yüzüne kan gelinceye kadar onunlaydılar.<br />
Anneanneleri, dedeleri ve Sinem onları havaalanından uğurladılar. İki<br />
kardeş yaşadıkları şehirlere döndükler, birbirleri hakkında normalden<br />
daha sıcak hisler duyarak. Fakat birinin süren başarısı, ötekinin bitmez<br />
performanssızlığı bir zaman sonra aralarına yine soğukluk sokacaktı.<br />
Emekli oluncaya değin bunun böyle süreceğini biliyorlardı.<br />
Sinem çocuklarını tekrar bir arada görmenin verdiği moralle hızla<br />
toparlandı. İçi huzurla doluydu. Onları yan yana oturur, sohbet eder,<br />
şakalaşır görünce, birbirlerinden sonsuza değin nefret etmeyeceklerini,<br />
ileride bir gün temelli bir araya gelip eski günlerdeki gibi hep beraber,<br />
mutlu olabileceklerini düşündü ve bunu ne zaman düşünse içi ısındı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
27<br />
Başarı, Şöhret, Servet<br />
Hırsı Sean Hakan’ı ele geçirmişti. Başarı, şöhret, para, mutluluk<br />
onda doygunluk yaratmıyor, kısa vadeli hedeflerine umduğundan daha<br />
kısa sürelerde ulaştıkça, büyük bir hevesle daha fazlasını istiyor ve<br />
mesleğine kendisini tutkuyla adamayı sürdürüyordu. Manchester UTD<br />
ona adanın en yüklü maaşını ödüyordu ödemesine, ancak diğer<br />
Avrupa devlerinin kendisini kadrolarına katmaya yönelik artan<br />
girişimleri ve durmadan yükselen istikrarı sayesinde gerek ülkede<br />
gerek Avrupa ve dünya çapında ödüllere doymuyor oluşu, onu sıra<br />
dışı bir konuma sürüklüyor, şımarıklaştırıyor, iştahını kabartıyordu.<br />
Futbolcu maaşlarının, futbola yönelik yatırımların çığırdan çıkmasının<br />
ardından, bir önceki jenerasyonun en çok kazanan futbolcusu<br />
vatandaşı David Beckham’ın kulüplerden ve sponsorlardan elde ettiği<br />
gelirin neredeyse yedi katı bir geliri elinde tutuyor, spor dışında<br />
gerçekleştirdiği yatırımlarla servetini büyütüyordu. Şato benzeri bir<br />
malikane, yüzen bir saray olan ultralüks bir yat, en ucuzu yarım<br />
milyon Euro olan klasik ve spor araçlardan rengarenk bir filo ve<br />
dünyanın en çok arzu edilen, perileri andıran güzellerin yanında geçen<br />
dudak ısırtan hareketli bir yaşam sahibiydi. Üç senedir adından en çok<br />
söz edilen adamlardan birisiydi ve doymuyordu, dahasını istiyordu.<br />
İnsanlığını yitiriyordu ama. Ondaki şeytani bir hırstı. Elini attığı her<br />
alanda mutlak başarı istiyordu ve elde etmesi için gereken insanüstü<br />
gayreti hakkıyla gösteriyordu. İsmi Pele ve Maradona’yla, Messi’yle,<br />
iki Ronaldo’yla, Zidane’la anılıyordu. Futbol, evet, değişmişti, 21.<br />
yüzyıla has, tuhaf, hareketli, dinamikleri kestirilemeyen bir oyun vardı<br />
artık ve Sean Hakan bu yeni futbolun en büyük sihirbazı, yaşayan<br />
efsanesiydi. Forvette değil, orta sahanın ilerisinde oynadığı halde, tüm<br />
forvet oyuncularından daha fazla gol buluyor, özel antrenörleri olan<br />
Andrea Pirlo, Alessandro Del Piero ve Luis Figo ile Karayipler’deki<br />
bir adada inşa ettirdiği özel sahada senelerdir duran top antrenmanları<br />
yapıyordu ve daha şimdiden futbol tarihindeki en fazla frikik golü atan<br />
futbolcu ünvanını almıştı. Deniliyordu ki, büyük ihtimalle, insanlığın<br />
futbola olan ilgisinin kaybolacağı ve futbolun devrinin geçeceği gün<br />
bu ünvan hâlâ kendisine ait olacaktı. Dile kolay; yüz yedi frikik golü.<br />
Sean Hakan kelimenin tam anlamıyla inanılmazdı. İnsan değildi o.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
28<br />
Bir Rüya Gerçekleşiyor<br />
Dünya tarihinde kazancı milyarın üzerine çıkan ilk sporcu oldu. Bu<br />
noktadan sonra sapıtmaya başladı. Servetine servet katmak için<br />
ülkelerarası silah kaçakçılığına sardı. Arap baharı ismiyle anılan<br />
olaylar dizisinin son halkalarına gizliden dahil oldu. O dönemde,<br />
uluslararası kimi kanuni açıklardan yararlanıp hukiken legal fakat<br />
ahlaksız kazançlar elde etti, büyük vurgunlar yaptı; yetinmeyip, yasal<br />
olmayan yollardan korkunç miktarlarda kanlı ve kirli paralar elde etti.<br />
Karanlık girişimlerini aktif futbol kariyeri sonlanana kadar, dünyanın<br />
dört yanında kazan-kazan ilişkisi içinde bulunduğu sansasyonel devlet<br />
adamlarının kanatlarının gölgesinde soğukkanlılıkla gizleyebildi.<br />
Futbol kitlelerin afyonuydu. Sean Hakan’ın üzerinde gerilen efsane<br />
perdesi ise kitlelerin kafasının trilyon olmasını sağlıyordu. Ancak<br />
hakkını vermek gerekiyor. Çocuk gerçekten bir harikaydı. Oyununda<br />
hile yoktu. Yeryüzünden geçmiş en büyük sporculardan birisi, belki<br />
en iyisiydi. Performansı uyuşturucuydu. İzleyene sonsuz haz verirdi.<br />
Yirmi dokuz yaşını yarıladığında çocukluk hayallerini süsleyen<br />
imzayı attı ve dört yüz kırk milyon Euro bonservis karşılığında<br />
İnternazionale oyuncusu oldu. La Gazzetta della Sport, transferini<br />
tarihi bir manşetle, yayın tarihindeki en çarpıcı, en büyük puntolarla<br />
ve oldukça esprili dille şöyle duyurdu: ‘Sir <strong>White</strong>, peygamberliğini<br />
tebliğ etmek için kitleleri Giuseppe Meazza’ya davet edecek.’<br />
O sezon yalnızca Türkiye’de yirmi altı milyon adet orijinal İnter<br />
forması satıldı. Yüz bir milyon nüfusu olan bir ülke için gayet sarsıcı<br />
bir rakamdı bu. Sean Hakan’ın göz kamaştırıcı performansı sayesinde<br />
İnter seneler üzerine tekrar Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu; en son<br />
2010 yılında José Mourinho önderliğinde bu kupayı kazanmışlardı. Ve<br />
Sean Hakan <strong>White</strong>, Şampiyonlar Ligi’nde o sezon rakip fileleri otuz<br />
bir defa havalandırarak, iki yıl önceki, kendisine ait olan Şampiyonlar<br />
Ligi gol krallığı rekorunu kırmayı başardı. Bu rekor günümüzde hâlâ<br />
kırılamamıştır. <strong>White</strong>’ın zoraki emekliliğinin on altı sene ardından,<br />
başka bir İnterli, Macar forvet Szabolcs Laluska rekora ortak olacaktı.<br />
Sean Hakan <strong>White</strong> kendisine suikast düzenlenen (hatta defalarca)<br />
ilk sporcu olarak da tarihe geçmişti. Ama çeşitli devletlerin istihbarat<br />
birimlerince fevkalade bir biçimde korunuyordu. Kılına zarar gelmedi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
29<br />
0 - 8<br />
Bir maç hayal edin ki, ilk yarı taraflardan birisi rakibine 8 - 0’lık<br />
üstünlük sağlıyor, fakat ikinci devre, mağlup olan ekip bir çift sarı kart<br />
bir de direkt kırmızı karttan dolayı dokuz kişi kalıyor, ama öyle bir<br />
mücadele sergiliyor ki, son otuz yedi dakika iki kişi eksik oynadığı<br />
halde, ilk yarıdaki korkunç hezimetin aksine, kalesinde tek gol olsun<br />
görmüyor. İşte bu maç, aynı sahayı San Siro ve Giuseppe Meazza<br />
isimleriyle paylaşan, ezeli rakipler AC Milan ve İnter arasındaydı.<br />
Henüz üçüncü dakika dolmamışken, İnter, Sean Hakan <strong>White</strong>’ın<br />
yirmi sekiz metreden kullandığı ve iki yüz on dört milyon Euro<br />
değerindeki dört kişilik AC Milan barajından aşırmayıp, direkt İsrailli<br />
kaleci Maor Shushan’ın üzerine vurduğu sert ve düzgün frikikle öne<br />
geçti. Milan takımı ev sahipliği yaptığı maçta kalesinde erkenden<br />
gördüğü bu şok golün etkisini atlatamamışken, dört dakika sonra,<br />
lacivert siyahlıların Uruguaylı sol bekinin oldukça uzak mesafeden<br />
çektiği ve tam doksana isabet eden enfes şutla ikinci golü yedi.<br />
İsrailli file bekçisi takip eden dokuz dakikada, ikisi bariz kendi<br />
hatasından kaynaklanan, çünkü moral ve motivasyonu epeyi kötü<br />
etkilenmişti, üç seyri güzel gol daha yedi. Böylece, henüz ilk yarım<br />
saat tamamlanmadan, ezeli rakipleri inanılması güç şekilde beş gol<br />
buldu. Takım kuşkusuz alt üst olmuştu. Stattan çıt çıkmıyordu.<br />
Sonraki iki golü atan da, ondan sonraki gole şık bir ortayla asist<br />
eden de Sean Hakan <strong>White</strong>’tı ve bu karşılaşma hiç şüphesiz İngiliz<br />
oyuncunun kariyerindeki en parlak maçlarından biriydi.<br />
Soyunma odasına vardıklarında sevinçten ne yapacaklarını şaşırıp<br />
deliler gibi eğlendiler. Alman teknik adam Franke ikinci devre için<br />
oyuncularına herhangi bir taktik vermedi, çünkü hem kendileri, hem<br />
stadı dolduran Milan taraftarları, hem de maçı tv başında izleyen yüz<br />
milyonlar, İnter’in maçı en az on gole taşımadan bitirmeyeceğini<br />
düşünmekteydiler. Hakemin kolayca ve ucuzca çıkarttığı kırmızı<br />
kartların ardından, abartmıyorum, yirmi bine yakın kırmızı siyahlı<br />
taraftar ağız dolusu küfürler savurarak, kimilerinin kucağında gözleri<br />
yaş içinde minik taraftarlar vardı, stadı tarihi bir hayal kırıklığıyla terk<br />
ettiler. Ancak AC Milan ikinci yarı deyim yerindeyse sahaya yüreğini<br />
koydu ve çok daha büyük bir hezimete izin vermedi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
30<br />
Milano Göğünü Rengarenk Boyayan O Görkemli Düğün<br />
Sean Hakan, Milano’daki dördüncü ayını doldururken, görkemli bir<br />
düğünle dünya evine girdi. Orta Çağ’dan kalma bir manastırdan<br />
bozma gizemli bir butik otelde gerçekleşen rüya düğün tamı tamına<br />
dört milyon Euro değerindeydi. Gecenin onur konukları, birer ayakları<br />
çukurda olan Umberto Eco ve Berlusconi idi. Bir gece için cebinden<br />
çıkan bu paranın S. Hakan’a pek koyduğu söylenemezdi, çünkü geçen<br />
pazar gecesi, derbide, menajeri aracılığıyla üçü Jamaika menşeli olan<br />
onlarca offshore bahis bürosundan, devre arasında, maçın ikinci yarısı<br />
için canlı bahis oynamış ve düğün gecesi savurganlığına yaklaşır<br />
miktarda para kaybetmişti. O gece tek gol, İnter yalnızca bir tek gol<br />
daha kaydedebilseydi, Sean Hakan <strong>White</strong>, göz alıcı koleksiyonuna<br />
Rio’daki bir oto fuarında gözüne kestirmiş olduğu gıcır gıcır bir Rolls<br />
Royce daha ekleyecekti. Nasip değilmiş. Olmayınca olmuyor.<br />
Seksi posterleriyle dünya genelindeki on milyonlarca genç kızın<br />
duvarlarını, bilgisayar ve telefon masaüstlerini ve hayallerini süsleyen<br />
gözde bekar Sean Hakan’ı kafalayıp nikah masasına oturtan şanslı<br />
isim İpek’ten başkası değildi. İpek tütün tüccarı flörtünden hevesini<br />
çabuk almış ve rotasını başarılı futbolcuya çevirmiş, onunla temasa<br />
geçmeyi başarmış ve Milano’ya ilk uçup dudaklarını genç adamın<br />
dudaklarıyla buluşturup onu yatağa devirdiğinde, her nasılsa, hamile<br />
kalmayı becermişti. Sean Hakan, evet, dünyadaki erkeklerin büyük<br />
çoğunluğunun ağzının suyunu akıtan, farklı sektörlerden, birbirinden<br />
meşhur güzellerle olaylı birliktelikler yaşamıştı, ancak kalbinin ilk ve<br />
tek sahibi, bunu herkesten gizlerdi, İpek’ti. İpek’se <strong>White</strong> Kardeşler’in<br />
üçünün de kendisine fena halde hasta olduğunu biliyor, yeri zamanı<br />
gelince kardeşlerden dilediğini şıp diye elde ediveriyordu.<br />
O gece Stanley Kaan inadına oradaydı ve geç vakitte eğlence sona<br />
erip davetliler dağılana kadar gözlerinden mutluluk akan çifte dik dik<br />
baktı durdu. Fakat bir rüyayı yaşıyor olmaktan dolayı tatlı bir baş<br />
dönmesine tutulmuş olan çift onu fark etmedi bile. Stanley Kaan,<br />
dertli dertli bir köşeye çekildi, kendisine iş atan güzel İtalyan kızlarla<br />
ilgilenmedi, kolunu masaya dayadı, boynunu büktü, omuzları düştü,<br />
yarım şişe visti, iki koca kalıp bütün bademli bitter organik İsviçre<br />
çikolatası, altı puro, dört kadeh şampanya tüketti; haliyle zom oldu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
31<br />
Ülkeyi Yasa Boğan Atalanta Deplasmanı<br />
Atalanta deplasmanında, İnter korner kullanmak üzereyken, konuk<br />
takımın kaptanı otuz altı yaşındaki Romano Monti ansızın yere yığıldı.<br />
Kulağına bir kurşun isabet etmiş, deneyimli stoper oracıkta ölmüştü.<br />
Maç iptal edildi. Tribünler karıştı. İnsanlar can havliyle çıkışlara<br />
akın ettiler, müthiş izdiham yaşandı. Atleti Azzurri d’Italie Stadı’nın<br />
üzerinde helikopterler belirdi. Bazıları sahaya iniş yaptı. Stadın çıkış<br />
kapıları kapatıldığı için taraftarlar çılgına döndü, koltukları söktüler,<br />
meşaleler, ateşler yaktılar, birbirlerini ezdiler. Kulakları tıkayan bir<br />
uğultu hakimdi. Futbolcuları önce uç uca park ekip bir dikdörtgen<br />
oluşturan yedi ambulansın ortasına aldılar, orada her birine çelik yelek<br />
ve kurşun geçirmez kask giydirdiler, ardından çevik kuvvet ekipleri<br />
nezaretinde tek tek soyunma odasına gönderildiler. Monti’nin hayatını<br />
kaybettiği anons edildi. O esnada emniyet helikopterlerinin yanı sıra<br />
tv kanallarının kiraladığı başka helikoplerler göründü yukarıda.<br />
Coşkulu maç atmosferi cehennemi bir havaya bürünmüştü. Çığlık<br />
çığlığa ağlayan, küfreden, haykıran onca insanın yüksek perdeden sesi<br />
mahşeri bir hava yaratıyordu. Stat sahaya atılan meşaleler yüzünden<br />
giderek kalınlaşan bir sis altında kalıyordu. Anonslarla yatıştırılmaya<br />
çalışılan çepeçevre kalabalık, aralarından birinin ölümün ta kendisi<br />
olduğunun bilinciyle, dakikalar geçtikçe geriliyor, çılgına dönüyordu.<br />
Olayların kontrol altına alınıp stadın tamamen boşaltılması sabahın<br />
dördünü buldu. O felaket dakikalarına tüm çizme ekran başından şahit<br />
oldu. Kanlı olay ertesi gün tüm dünyanın manşetindeydi.<br />
Kimliği ertesi hafta belirlenen Pakistan asıllı tetikçi emniyet güçleri<br />
tarafından ele geçirilemedi. Güvenlik kameraları temiz yüzlü orta yaşlı<br />
adamın hareketlerini saniye saniye kaydetmişti. Adam, Sean Hakan’a<br />
nişan almış, ancak son anda genç <strong>White</strong> kendisini marke eden<br />
Atalantalı defansla itişmiş, sendelemiş ve kurşun ona değil, hemen<br />
arkasında bulunan Monti’yi bulmuştu.<br />
Seria A üç hafta tatil edildi. Sezonun kalan maçlarında da Seria<br />
A’dan Seria C’ye ülkedeki takımların tümü resmi maçlara siyah<br />
pazubentlerle çıktılar ve ilk düdükten evvel milli oyuncu Romano<br />
Monti adına birer dakika saygı duruşunda bulundular.<br />
Monti anısına İnter ve Atalanta her yaz hâlâ dostluk maçı oynuyor.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
32<br />
Adam Öldürmek<br />
Bir insanın ömründe yaşayacağı en uç deneyimi, başka bir insanı<br />
öldürmeyi, Sean Hakan, yirmi dokuz yaşındayken tattı. Bir gece yarısı<br />
gizli numaralara kapalı telefonu gizli bir numara tarafından arandı,<br />
Sean Hakan hattaki sesle kısa bir konuşma yaptıktan sonra duş aldı,<br />
hazırlandı, golf arabasına binerek malikanesinin dış kapısına yöneldi.<br />
Malikanenin geniş topraklarında ufuk çizgisi bile olan devasa bir göl<br />
yaptıran Sean Hakan, Milano’da değil hâlâ İngiltere’de yaşıyor,<br />
antrenmanlara iki şehir arasındaki mesafeyi bir saatten az sürede<br />
kateden özel jetiyle katılıyordu.<br />
Yüreğinde bir sıkışma ve endişe duyarak, Sean Hakan, soğukta on<br />
beş yirmi dakika kadar eldivenlerine hohlayarak bekledi. Sonra farlar<br />
malikane girişindeki koruluğa vurdu. Gri bir limuzindi. Sean Hakan<br />
tanımadığı adamların karşısına oturdu. Ona içki ve puro ikram ettiler.<br />
Boğazını ve ciğerlerini yakarak hızlı hızlı dört parmak votka içti.<br />
Sean Hakan’ı arpa, pirinç ve bulgur çuvallarıyla dolu bir fabrikaya<br />
getirdiler, asma katta bulunan bir ofise soktular. Ağzı burnu dağılmış,<br />
kan tüküren, üç numara tıraşlı, zayıf bir adam döner sandalyeye<br />
bağlanmıştı. Yamulmuş, kan sızan burnuyla zor soluyordu. Atalanta<br />
maçındaki suikastçıyı tanıdı Sean Hakan. Silah uzattılar. Silahı aldı ve<br />
hiç tereddüt etmeden adamın sol gözüne dayadı, ateşledi. Parçalanan<br />
kafatasının ve beynin parçaları duvarda iğrenç, pembe bir leke bıraktı.<br />
Döndüğünde İpek uyanmış, bej rengi kaşmir geceliği içerisinde,<br />
iyiden iyiye belirginleşen karnını pencereye, ay ışığına dönmüş, şarap<br />
kadehinden meyve suyu içiyordu. Sean Hakan güzel karısına yaklaştı,<br />
ona arkadan sarıldı, saçlarını çekip beyaz, yumuşak boynunu öptü,<br />
kulağına fısıldadı, suikastçıyı vurduğunu itiraf etti, yatak odasına<br />
dönüp kaynar bir duş daha aldı, başını yastığı kor koymaz uyudu.<br />
Sabah kahvaltıda İpek ona Pakistanlının isminin ne olduğunu bilip<br />
bilmediğini sordu. Suikastçının kamuoyuna açıklanmamış olan ismi<br />
Ahmad Akbar Aslam’dı. İpek karnını sıvazladı ve Sean Hakan’ı deli<br />
eden kararını açıkladı. Oğullarının ismi Ahmet Ekber olacaktı. Sean<br />
Hakan öfkelendi, tartıştılar, İpek’e feci bir tokat patlattı. İpek diretti.<br />
Sean Hakan’ı, adı bu olmayacaksa çocuğu, her ne kadar kürtaj evresi<br />
geçmiş olsa da, iğneğle öldürtüp düşük yapmakla tehdit etti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
33<br />
Prematüre Bebek Yüz Dört Günlükken Atılan Şu Meşhur Gol<br />
Ahmet Ekber, karlı bir ocak sabahı, altı buçuk aylıkken dünyaya<br />
geldi. Çocuğa neden bu ismi verdiklerini kimseye açıklamadılar. Bir<br />
Hristiyan olarak yetiştirilecek Ahmet Ekber bebek, dedesi Mike D.<br />
<strong>White</strong>’ın ricası üzerine Jesse ismiyle vaftiz edildi. Stanley Kaan,<br />
annesiyle birlikte bebek ziyaretine geldiğinde, Ahmet Ekber otuz<br />
dokuz günlüktü. Dünya tatlısı bir şeydi. Gözleri, burnu aynı babasıydı.<br />
Amcası ona on kilo Eti Cici Bebe getirmişti, ancak bebeğin sütten<br />
kesilmesine daha epeyi vakti vardı. Bu ziyarette, Sean Hakan’ın özel<br />
antrenörlerinden eski futbolcu Andrea Pirlo da oradaydı. Pirlo bebeği<br />
her kucağına aldığında bebek ağlamaya başlıyordu. Yaşlandıkça yüz<br />
çizgileri derinleşmiş, saçlarında tek tük griler belirmiş, bakışları<br />
sertleşmişti Pirlo’nun; çocukcağız ağlamasın da n’apsındı.<br />
Ahmet Ekber babasına şans getirmedi. Sean Hakan tam yüz gün gol<br />
bulamadı. Bir türlü gol atamıyordu. Yüzde yüzlük gol pozisyonlarını<br />
berbat son vuruşlarla harcıyordu. Dört de penaltı kaçırmıştı. Elbette<br />
bunun suçlusu minik <strong>White</strong> değil, aşil tendonundaki geçmeyen, çok<br />
sancılı, son dönemde sık nükseden, ama çabuk düzelen zedelenmeydi.<br />
Ahmet Ekber’in doğduğu sezonun Şampiyonlar Ligi yarı final ilk<br />
maçında, Giuseppe Meazza’da, Liverpool karşısında, Sean Hakan göz<br />
doldurdu. İki gol, bir asistle oynadı ve maçın adamı seçildi. En şık<br />
gollerinden birine imza atmıştı: Frikik kullanmış, top barajdan sekip<br />
yine tam önüne düşmüş, baraj daha öne atılmadan, henüz dağılmadan,<br />
hemen hemen aynı noktadan, topun sekmesine müsaade etmeden,<br />
tekrar bir plase vurmuş ve topu üst direğin sol tarafına çarptırarak<br />
bütün stadı coşkuyla ayağa kaldıran, dargınları birbirlerine sarıltıp<br />
barıştıran, tv başındaki insanların gözlerini kocaman kocaman açtıran<br />
harika bir gol bulmuştu. Hızla üzerine gelen topu bir an gözden<br />
kaçıran Liverpool kalecisi, Giuseppe Meazza bir anda uluduğu için<br />
şok olmuş, başını aniden kale içine çevirdiği için boynu kıtlamış, kısa<br />
süreli sakatlık geçirmişti. Maç bitimine kadar her beş on dakikada bir<br />
bu süper golü stadyumun dev ekranları yavaş çekimde tekrar tekrar<br />
göstermiş ve her gösterimde taraftar mest olmuş bir şekilde kendinden<br />
geçerek, hep bir ağızdan, muhteşem ‘Oley!’ler çekmişlerdi.<br />
Son golüydü.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
34<br />
Yeşillenmiş Sol Ayak<br />
Gözlerini açmadan önce, Sean Hakan <strong>White</strong>, elinin tanıdık bir elin<br />
içinde olduğu duydu. Elini İpek’in kokusu burnuna gelen kremli<br />
avucundan çekti, bu defa kendisi onun elini avucuna aldı, özlemle<br />
sıktı. Kendisine ne olduğunu hatırlamıyordu, hatırına hiçbir şey<br />
gelmiyordu, ama karısına dokunmayı özlediğini duyuyordu. Gözlerini<br />
açmaya çalıştı, açamadı. Kirpiklerinin arasından bile zor bakıyordu.<br />
Bulunduğu hastane odasının normal, yumuşak ışığını kör edici bir<br />
parlaklık olarak algılıyordu. Bir hastanede olduğunu beline kadar<br />
çekilmiş çarşaflara sinmiş ecza kokusundan anlamıştı.<br />
Birden bir çığlık koyverdi. Sol ayağı yerinde değildi. Kıpırdamaya<br />
çabaladı. Her yanı ağrılar içerisindeydi. Gözleri yaşardı. Bilinci kapalı<br />
yattığı müddetçe akmamış olan gözyaşları göz aklarını yaktı. Ayağını<br />
sordu İpek’e, zayıf bir sesle, bir yandan ağlamaya çalışırken. İpek ona<br />
verecek cevap bulamadı. Günlerdir bu sorunun kendisine sorulacağı<br />
anı hayal etmiş, soruya onlarca, yüzlerce yatıştırıcı cevap üretmişti;<br />
ancak o an gelip çattığında hiçbir şey diyemedi. Hıçkırarak ayrıldı<br />
odadan. Beş dakika sonra Sinem girdi odaya. Sean Hakan’ın saçlarını<br />
okşayarak, eğilip onu alnından öperek, yüzünü koklayarak ve arada<br />
kendisi de ağlayarak, olanı biteni bildiği kadarıyla anlatmaya başladı.<br />
İpek bir gece yarısı bacağına sürülmüş yapışkan bir ılıklık sezdi,<br />
yataktan korkuyla fırlayıp ışığı yaktı, bütün çarşafın kocasının sol<br />
ayağına dürülü olduğunu gördü, çığlığı bastı. Çarşaf kopkoyu bir kan<br />
içerisindeydi. Kanın büyük kısmı henüz kurumamıştı. Sean Hakan<br />
baygındı. İpek onu kendine getirmeye çalıştı ama genç adamın gözleri<br />
açılmak bilmiyordu. Son çare olarak kocasının göğüs kafesini var<br />
gücüyle yumrukladı, ardından eline büyük bir kumaş makası geçirip<br />
sivri ucuyla soluğu düzenli baygın adamı sağından solundan dürttü.<br />
Hemen ambulans çağırdı. Malikanenin merdivenlerine, asma katın<br />
kalın perdelerine, devasa saksılardaki gerçekçi yapma çiçeklere, her<br />
şeye aslında, her şeye sinmiş olan tuhaf kokuyu acil sağlık ekibi<br />
personali hemen aldı. Mutfağa yöneldi içlerinden birisi ve ocakta altı<br />
açık unutulmuş, fokur fokur kaynayan, içindeki su buharlaşıp dibe<br />
inmiş, üzeri açık düdüklü tencerede, saatlerdir kaynaya kaynaya birazı<br />
yeşilleşmiş kesik ayağı gördü, lavaboya zor yetişip böğk diye kustu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
35<br />
Bazı Sıkıntılı Zamanlarda Ruhumuz Çürüyebilir<br />
Sean Hakan, kariyerini sonlandıran, hayatını karartan, kendisini<br />
sonu gelmez bir acıya, eksik bir adam olmaya mahkum eden kişi veya<br />
kişilerin kimliğini hiçbir zaman öğrenemedi.<br />
Büyük keyif aldığı bahçeleri gezesi, yapay gölde gondol turu yapası<br />
gelmiyordu. Kimseleri kabul etmiyor, insanlardan kaçıyordu. İnterli<br />
elçiler sözleşmesinin karşılıklı feshini belgeleyecek evrakları ona<br />
imzalatmak için geldiklerinde dahi onları istirahat odasına aldırmadı.<br />
Kendisini arayıp teselli etmek isteyen takım arkadaşlarının, teknik<br />
direktörünün, özel antrenörlerinin telefonlarına çıkmadı. Bir akşam<br />
Sean Hakan erkenden uyuduktan sonra, İpek onun İtalya’daki sayısız<br />
metreslerinden birine yazdığı, bir daha asla Milano’ya gitmeyeceğine<br />
dair öfkeli SMSleri okudu. Yıllar sonra bu yeminini bozacak, ateşli<br />
fakat kalbi kırık bir taraftar olarak, bir kez daha Giuseppe Meazza’nın<br />
sadık bir müdavimi olacaktı. Milano şehrine birdenbire yüz çevirmesi<br />
tuhaf karşılanmıştı, çünkü Milano’daki dairelerinden birinde değil,<br />
İngiltere’deki kendi malikanesinde, yatağında saldırıya uğramıştı.<br />
Aksileşti Sean Hakan. Dünyanın en aksi adamlarından birisi oldu.<br />
İpek ona başlarda büyük empatiyle yaklaştı, tekrar hayata dönmesi<br />
için çaba sarfetti, fakat her defasında Sean Hakan haksız yere güzel<br />
karısının kalbini kırdı. Sonunda hayat İpek için de katlanılamaz bir hal<br />
aldı ve Ahmet Ekber’in onun sakat bacağından korktuğunu bahane<br />
ederek Sean Hakan’ı terk etti, Türkiye’ye döndü. Boşanma dilekçesi<br />
çok geçmeden kocasına ulaştı. Sean Hakan arıza çıkarmadı, yıldırım<br />
hızıyla, tek celsede, şak diye boşandılar. İpek, Sean Hakan’ın müthiş<br />
servetinden tek kuruş istemedi. Oğlunun güzel bir eğitim alması için<br />
gerekli olan masrafların karşılanması kafiydi.<br />
Dünyada tek başına kaldığını ve buna kendi aksiliğinin sebep<br />
olduğunu hissedince, Sean Hakan <strong>White</strong>, kendisini ruhunun karanlık<br />
eğilimlerine teslim etmeye başladı. Dünyanın sağlıklı, mutlu, huzurlu<br />
kısmından intikam almak istiyordu. Önünde gözle seçilemeyen bir<br />
amipten devasa bir ispermeçet balinasına yeryüzündeki tüm canlı<br />
formlarını yok etmesini sağlayacak bir buton olsaydı, Pakistanlının<br />
canını aldığı gece gösterdiği kararlılıkla, hiç tereddütsüz basardı ona.<br />
Öylesine derin, öylesine yoğun bir acı çekiyordu. Ruhu çürüyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
36<br />
Le Violon Rouge, fils<br />
Ligler bittiğinde, Stanley Kaan banka hesabından yüklü miktarda<br />
para çekti ve ülkeden ayrıldı. Batık teknenin haberini yabancı internet<br />
sitelerinde rastgele dolaşırken tesadüfen bulmuştu. Le Violon Rouge<br />
isimli Fransız yapımı, Hollanda bandıralı tekne, içindeki insan iskeleti<br />
ile birlikte Hint Okyanusu’nun Sri Lanka kıyılarına yaklaşık sularında<br />
neredeyse bir enkaz halinde, solmakta ve çürümekteyken bulunmuştu.<br />
Teknenin kalıntıları Maskeliya ismiyle bilinen ve özellikle günün son<br />
dakikalarında büyüleyici bir güzelliğe bürünen küçük bir kasabadaydı.<br />
Kasaba sakinleri, eğer Stanley Kaan ortaya çıkıp onu sahiplenmemiş<br />
olsaydı, Le Violon Rouge’un kalıntılarını o akşam yakacaklar, alevler<br />
ışığında eğlence düzenleyeceklerdi. S. Kaan, gün batımının ardından<br />
telefonunu çıkarıp kalıntıları fotoğrafladı. Hâlâ sağlam görünen kimi<br />
kalın parçaları çocukların yardımıyla kenara ayırdı. Enkazın kalanını<br />
ateşe verdi, eğlenceye kendisi de katıldı.<br />
Dokuz ay sonra, malikanesini sislerin örttüğü serin bir sabah, Sean<br />
Hakan, başında akşamdan kalma bir ağrıyla uyandı. Beyni betondu<br />
sanki. İki kopkoyu, acı kahve içtiği halde kendisine gelemedi. Bir saat<br />
geçmemişti ki, internetten oğlunun son yüklenmiş olan fotoğraflarına<br />
bakıyorken, evin baş kahyası odasının kapısını nazikçe tıklattı ve Sean<br />
Hakan’a kardeşinin kendisini ziyarete geldiğini birdirdi. Sean Hakan<br />
kahyanın yüzündeki muzip ifadeyi fark ettiyse de üzerinde durmadı.<br />
Çabucak hazırlanıp kardeşinin yanına indi. Stanley Kaan’ı samimi bir<br />
sıcakkanlılıkla karşıladı. Başı fena halde zonklamasına karşın neşesi<br />
yerindeydi, yeni yeni kullanmaya başladığı protez ayağı hakkında şık<br />
espriler yapıyordu. Kahvaltı ettiler. Birbirlere sürekli gülümsüyorlardı.<br />
Kahvaltının ardından Stanley Kaan ona siste bir gezinti yapma<br />
teklifinde bulundu. Çiseliyordu. Kahya onlara sarı birer yağmurluk<br />
getirdi. Eteklerinde yapay gölün bulunduğu tepelere doğru yürüdüler.<br />
Suya en yakın tepeyi, birbirlerinin koluna girmiş, büyük bir ihtiyatla<br />
iniyorlarken, sisin ardında kocaman bir siluet gördü Sean Hakan ve bu<br />
karaltıyı derhal tanıdı. Le Violon Rouge. Çocukluk düşlerini süsleyen<br />
kırmızı tekneye yaklaştıklarında Le Violon Rouge’u ilk gördükleri<br />
haliyle, sanki geçmişten kopup gelmişçesine, hatıralarında olduğu gibi<br />
karşılarında buldular. Tekneye çıkarlarken S. Hakan sevinçten ağladı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
37<br />
Kırmızı Keman<br />
Stanley Kaan, Le Violon Rouge’u yıllar önce özenli ve disiplinli bir<br />
çalışmayla dünyaya getiren tersane ekibinden iki kişiye ulaşabildi ve<br />
teknenin birebir ölçekte bir kopyasını yapabilmeleri için cömertçe bir<br />
meblağ sunarak teknenin yeniden yaratımını hızla gerçekleştirebilecek<br />
dinamik bir ekip kurdurdu. Orijinal teknenin mühendisi hayattaydı ve<br />
proje hakkında kendisini bilgilendirdiklerinde kişisel arşivini araştırıp<br />
teknenin çizimlerini yeni kurulan ekibe iletmeyi seve seve kabul etti.<br />
Le Violon Rouge, fils isimli yeni tekne, böylelikle, orijinalinin tıpa tıp<br />
benzeri olarak, yedi buçuk ay gibi kısa bir sürede inşa edilerek Stanley<br />
Kaan’a teslim edildi. Eski teknenin son kalıntılarının bir şenlik ateşine<br />
odun olduğu akşam enkazdan kenara ayırdığı sağlam destek kirişlerini<br />
Stanley Kaan Venedik’teki bir keman atölyesine götürdü ve bunlardan<br />
verniğine koyu kırmızı boya karıştırılan usta işi bir keman yaptırdı.<br />
Sean Hakan gözleri mutluluk yaşları içerisinde teknenin içine girdi.<br />
Teknenin içerisi çocukluklarındaki orijinalinin tarzında, eski teknenin<br />
içindeki hoş eşyaların ve tasarımın bulunabilen en yakın benzerleriyle<br />
döşenmişti. İnanılmaz derecede orijinal olanı andırıyordu. Sean Hakan<br />
kardeşinin hafızasının çocukluk dönemlerinde kalmış o mutlu mekanı<br />
böylesine canlılıkla koruyabilmesine şaştı. Asıl Le Violon Rouge’un<br />
açık denizde harap oluşunun, sağının solunun okyanus güneşi altında<br />
kuruyup çatırdayarak dökülüşünün, batıp deniz dibini boylayışının, su<br />
altında şişerek çürüyüşünün öyküsünü kardeşinden dinlerken hüzünle<br />
iç geçirdi, çünkü gizemli bir şekilde kendisinin ruhu duymadan yapay<br />
göle taşınmış olan bu teknenin, ilkine mucize derecede benzeyen bir<br />
kopya değil, hünerli bir restoranyondan geçmiş orijinal tekne olduğa<br />
inanmak istemişti. İki kardeş, birbirlerinin kolunda, tekneyi gezdiler.<br />
Stanley Kaan’ın, Sean Hakan’a keyifli bir sürprizi vardı. Kokusu<br />
insanı başka âlemlere götüren özel bir mahfazaya koydurttuğu, orijinal<br />
Le Violon Rouge’u ayakta tutan kirişlerin gövdelerinden meydana<br />
gelmiş olan harika bir kırmızı keman. Enstrümanı yaptırırken, Stanley<br />
Kaan, kardeşinin ona derin bir gönül bağıyla bağlanacağını, Avrupalı<br />
meşhur bir virtüözden keman dersleri alacağını ve böylece, kendisini<br />
Batı müziğine adayarak, geçmişindeki insanüstü başarılarını hatırlayıp<br />
hatırlayıp kendisini üzmeye son vererek avunabileceğini hayal etmişti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
38<br />
Anneyi Toprağa Vermek<br />
Sean Hakan kemana bir defa olsun elini sürmedi. Kırmızısı bakanın<br />
içine dokunan hoş enstrümanın kendisine hediye ediliş niyetini sezdi.<br />
Bunu istemiyordu. Çektiği acıdan uzaklaşmaya niyeti yoktu. Acısı onu<br />
besliyordu. Acısını derin bir lezzet alarak yaşıyor ve acının, içindeki o<br />
belalı karanlığı büyütüşünü şevkle izliyordu. İçerisindeki olağanüstü<br />
kokuyu son defa soluduktan sonra mahfazası kapadı, Stanley Kaan’a<br />
uzattı, onu Ahmet Ekber’e hediye etmesini ve çocuğun Türkiye’nin en<br />
iyi keman eğitmenlerinin gözetiminde Batı müziğini öğrenmesini<br />
istedi. Sonraki iki gün Stanley Kaan ile iyi vakit geçirdi, fakat Stanley<br />
Kaan’ın gideceği gün kasıtlı olarak kardeşinin kalbini kırdı ve ikisini<br />
senelerdir dünyanın ayrı yerlerinde yaşamaya zorlayan nefretin tekrar<br />
alevlenmesini sağladı. Stanley Kaan öfkeyle terk etti malikaneyi.<br />
Birbirleriyle uzun müddet şayet mümkünse yıllarca karşılaşmamayı<br />
umuyorlardı. Fakat altı hafta sonra gök yarılmışçasına yağmur yağdığı<br />
cenaze törenine katıldılar, öfkelerine bir an olsun ara vererek omuz<br />
omuza durdular, genç bir kapkaççının bıçak darbeleriyle hayatından<br />
olan annelerini birlikte toprağa verdiler. İki kardeş şehre cenazenin<br />
defnedileceği günün sabahında geldiler. Annelerinin başına gelenleri,<br />
cenaze namazının kılınmasını bekledikleri sırada, o semtin en gözde<br />
muhallebicilerinden birinde salep içerlerken İpek’ten dinlediler.<br />
İki gece önce, saat on bir gibi, Sinem bir taksiye binerek nöbetçi<br />
eczane aramış, evine çok uzakta olmayan eczaneden antibiyotik içeren<br />
ilacını almış, dönüşte yürümek istemişti. Bir yokuş başında karşısına<br />
uzun boylu bir genç çıkmış, Sinem’in çantasını çekiştirmiş, direndiği<br />
için bıçak çekmiş, Sinem’i oracıkta dokuz yerinden yaralamıştı. Bir<br />
mobese kamerası bu korkunç sahneyi saniye saniye kaydetmiş, kayıt<br />
bütün haber bültenlerinde tekrar tekrar yayınlanmıştı. <strong>White</strong> Kardeşler<br />
kayıdı izlemediler. Annelerine karşı son vazifelerini gerçekleştirdikten<br />
sonra hemen o gece ilk uçakla şehirden ayrıldılar.<br />
S. Kaan ertesi hafta kardeşini aradı. Annelerinin mezarı açılmıştı.<br />
Emniyet Müdürlüğü’yle işbirliğinde bulunmak için tekrar İstanbul’a<br />
döndüler. Çok sonra, vasiyeti üzerine ölümünün ardından yayımlanan<br />
hatıratında, Sinem’in naaşını kaçırtanın Sean Hakan olduğu, annesini<br />
malikanesine ait korunun kalbine gömdürdüğü ortaya çıktı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
39<br />
Bir Karanlık Ki Bitmek Bilmiyor<br />
Otuzuncu yaşında Sean Hakan servetinin neredeyse yarısını yitirdi.<br />
Yersiz harcamalar yapmış, günlerce süren eğlenceler düzenlemiş, para<br />
balyalarıyla dolu valizleri koluna takıp dünyayı gezmiş, kumarhane<br />
masalarında sabahlamış, hapla kafayı dağıttığı bir gece Tayland’daki<br />
ucuz bir lokalde soyulmuştu. Lüks yatını, jet uçağını ve şık araçlardan<br />
oluşan koleksiyonunun yarısını elinden çıkarmak zorunda kaldı. Bu<br />
yıkım yalnızca dört aylık kısa bir sürede oldu. Sonunda kendisine dur<br />
diyebildiğinde artık epeyi geç kalmıştı, farkındaydı. Kalan servetini<br />
koruması gerekiyordu. Eski gözükaralığını yitirmişti. Eskiden olduğu<br />
gibi silah ticaretiyle, kaçakçılıkla ve diğer karanlık işleriyle uğraşacak<br />
denli taşaklı hissetmiyordu kendisini.<br />
Yirmili yaşlarının ortalarına doğru bulaştığı o karanlık dünyadan<br />
koptuğu söylememezdi; sadece, zamanında devletlerarası işlerde dahi<br />
ismi anılırken, son dönemde kendine güvenini kaybetmesiyle beraber,<br />
bu sinsi ve ahlaksız âlemde zayıflamış, bunu ne yazık ki diğerleri fark<br />
etmiş ve Sean Hakan’ın konumu zayıflamıştı. Bedel ödemek zorunda<br />
kalıyordu. Birisi veya birileri, tanıdığı ya da tanımadıkları, gece<br />
yarıları malikaneyi basıyor, S. Hakan’a stres dolu dakikalar yaşatıyor,<br />
para dolu çantalarla veya imzalatılmış, kolayca paraya çevrilebilecek<br />
belgelerle oradan ayrılıyorlardı. Eli kolu bağlıydı bu konuda.<br />
Kendisini yalnız hissediyordu. Çok öfkeliydi. Kalbi çok çok kırıktı.<br />
Haftalarca yanında kalan fahişeler kiralıyor, onlardan kendisini çok<br />
ama çok seven biricik karılarıymış gibi sıcak davranmalarını istiyordu.<br />
Fakat bu yapmacık oyunlar da yüreğine huzur vermeye yetmiyordu.<br />
Son dönemde İspanyol bir ahbabıyla av gezilerine katılır olmuştu. Sıkı<br />
paralar harcamıştı bunlar için de. Bir gergedan avında az kalsın nalları<br />
dikiyordu. O günden sonra uslandı, duruldu. Derken, okuma listesinde<br />
bulunan kimi kitaplar sayesinde ruhu biraz huzur bulmuşken, sevdiği<br />
bir adam olan kahyasının zamansız intiharıyla yıkıldı. Adam kendisini<br />
Sinem’in kabrinin bulunduğu korunun girişindeki asırlık ağaçlardan<br />
birisine asmış, ölüsünü günler sonra Sean Hakan, oralardan doru bir<br />
atın sırtında dört nala geçerken fark etmişti. Yaşlı Perulunun ölüsü<br />
içler acısı bir durumdaydı. Havaların nem yüklü seyretmesinden ötürü<br />
kurtlanmış, erken bozularak mosmor, tanınmayacak hale gelmişti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
40<br />
Toz<br />
Üniversite eğitimi sebebiyle dört seneliğine Samsun’da yaşayacak<br />
olan Gaziantepli bir güzelin sayesinde Stanley Kaan bir nebze olsun<br />
mutluluk tattı. Bir kafede tanıştırdılar onları. Birbirlerine tutuldular. O<br />
güzel Kürt kızı, kız yurdundan çıkış aldı ve Stanley Kaan’ın dairesine<br />
yerleşti. Hayat onlara mutluluk yönünden oldukça cömert davranıyor,<br />
hatta zaman zaman aşktan öyle sarhoş oluveriyorlardı ki, birbirleri için<br />
yaratılmış olduklarını düşündükleri oluyordu. Kız şehre o sene gelmiş,<br />
dört sene boyunca Stanley Kaan’ın her şeyi olmaya ant içmişti.<br />
Samsunspor her zamanki Samsunspor’du. Stanley Kaan’ın futbol<br />
hayatı sıkıcı bir rutine bağlanmıştı. Bütün dünya kendisini unutmuştu.<br />
Ancak asıl şaşırdığı, kardeşinin de aynı unutuluşun içinde olmasıydı.<br />
Öylesine meşhur, öylesine insanüstü bir oyuncunun kariyerinin hemen<br />
ardından insanların kalbinden ve ilgisinden silinmiş olmasını oldukça<br />
tuhaf karşılıyordu. Ama tabii içten içe buna seviniyordu, çünkü onca<br />
sene kardeşinin başarılarına zor katlanmıştı; Allah biliyor, kaç defa<br />
intihara kalkışmış, son anda caymıştı. Şimdiyse mutluydu. Yapması<br />
gereken tek şeyin bu mutluluğu koruması ve sevgilisinin kalbini asla<br />
kırmaması olduğunu düşünüyordu. Kızmazdı da. Kızdan korkuyordu.<br />
Sevgilisinin ürpertici yanları vardı. Sömestr tatilini gözlerden uzak<br />
bir yerde baş başa geçirmek yerine, birlikte İstanbul’a gitmeyi önerdi;<br />
Steven Arda ile tanışmak, onunla ilgilenmek, bir şekilde onun karanlık<br />
yaşamına ışık olmak istiyordu. Kız bir Süryaniydi. Tılsımla, büyüyle,<br />
doğaüstü güçlerle, perilerle ve meleklerle dolu efsanevi bir soy ağacı<br />
hikayesi anlatıp duruyordu Stanley Kaan’a. Soyunun, taşıdığı kanın<br />
kutsal olduğuna dair sonsuz bir inanç besliyordu.<br />
İstanbul’da bir sabah, Stanley Kaan’ın önüne, içinde iki yüz gram<br />
kadar, altın renginde parıltılı toz olan deri bir kese koydu. Söylediğine<br />
göre kesedeki toz yedide biri bu dünyadan olmayan yüzü aşkın madde<br />
içeriyordu. Kullanışını gösterdi; küçük parmağının ucunu diliyle ıslattı<br />
ve nemli parmağı ile toza dokundu, tozun küçük bir kısmı parmağında<br />
kaldı, daha sonra sandalyesinden kalktı, Stanley Kaan’ı da kaldırdı,<br />
birlikte Steven Arda’nın odasına gittiler, engelli genç adam her zaman<br />
olduğu gibi yine pencerenin önünde salya akıtıyordu, kız diğer elini<br />
kullanarak Steven Arda’nın ağzını araladı ve tozu damağına sürdü.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
41<br />
İç Ürpermesi<br />
Gece yarısı Stanley Kaan ona biraz kitap okumak için kardeşinin<br />
odasına girdi. Seçtiği kitabı okumaya bir türlü başlayamıyordu. Çünkü<br />
Steven Arda’nın bakışlarında bir şeyler görüyordu. Aklı başında bir<br />
adam gibi anlamlı bakıyordu. Stanley Kaan tedirgin oldu. Steven Arda<br />
ona sanki kendisindeki bir şeyin onu tedirgin ettiğini fark etmiş gibi<br />
çekinerek bakıyordu. Bir ara Steven Arda konuşacakmışçasına ağzını<br />
açtı. Bu jesti Stanley Kaan’ın içini ürpertti. Çabucak ayağa kalktı, ışığı<br />
kapattı, odadan ayrıldı. Sinirlerinin yatışması için kız arkadaşıyla biraz<br />
sohbet etmeye niyetlendi, oturma odasına geçti, ancak kız uyumuştu.<br />
Kız arkadaşının kahvaltı hazırlarken çıkardığı gürültüler uyandırdı<br />
onu. Bu gürültüler mutlu etti Stanley Kaan’ı. Yatış pozisyonu değişti.<br />
Sırtüstü uzandı, ellerini ensesinin altında birleştirdi. Yüzüne sevimli<br />
bir gülümseme geldi. Mutfakta kahvaltı hazırlayan sevgilisi hakkında,<br />
ilişkileri hakkında, mutluluklarına ilişkin küçük detaylar hakkında bir<br />
sürü düşünce toplandı zihninde. Öyle keyifli bir andı ki, üşenmese o<br />
an yataktan fırlayacak, kıza arkadan sarılacak, onu öpecek, ardından<br />
evlenme teklifinde bulunarak kızı şoke edecekti. Stanley Kaan’ın Kürt<br />
kökenli güzel sevgilisini, yıllar sonra bile, onunla tanışmış olan herkes<br />
kolayca hatırlayabiliyordu. Ancak yalnızca görünüşünü. Her nasılsa<br />
kızın ismini Stanley Kaan dahi bir defa olsun hatırına getiremedi hiç.<br />
<strong>White</strong> Kardeşler’in hikayesini anlatırken Kürt güzelinden söz etmem<br />
gerektiğinde ismini veremememin sebebi budur. Hiç öğrenemedim.<br />
Kürt güzeli sıktığı taze portakal suyunu paylaştırdığı bardaklardan<br />
birine pipet koydu. Meyve suyunu içirmek ve ona ezberinden destansı<br />
Kürt şiirleri okumak için Steven Arda’nın odasına girdi. Bardağı onun<br />
ağzına yaklaştırdı, pipeti dudaklarının arasına koydu, Steven Arda taze<br />
portakal suyunu keyifle hüptürmeye başladığında, Kürt güzeli de en<br />
sevdiği şiirin ilk dizelerini seslendirmeye başladı. İşte bu sırada karşı<br />
koltuğun üzerinde açık defteri, kitaplığın bulunduğu rafların altında<br />
olan masanın üzerindeyse o defterten koparılmış sayfalara düzgün bir<br />
el yazısıyla yazılmış uzun mektubu gördü. Bardak boşaldığında pipeti<br />
engelli adamın ağzından çekti, ıslak dudakları ve salya sızmış çeneyi<br />
havlu bezle sildi. Onu yataktan kaldırdı, tekerlekli iskemlesine oturttu.<br />
Ardından masadaki sayfalara hızlı hızlı göz attı. Okudukça içi ürperdi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
42<br />
Satırlarına Korku Sinmiş Sayfalar<br />
Kürt güzeli, yüzünde bir kaygı ifadesi, elindeki sayfalarla yatak<br />
odasına girdiğinde Stanley Kaan pantolonunu giyiyordu. Sayfaların ne<br />
olduğunu sordu. Kız açıklamaya çalıştı. Stanley Kaan’ın kaşları çatıldı<br />
birden. Giyinmeyi sürdürdü. Sayfaları aldı yatağa oturdu, okudu hızla.<br />
Mektup ikisine hitaben yazılmıştı. Kardeşinin odasına girdi. Onunla<br />
konuşmaya çalıştı, ama Steven Arda her zamanki gibiydi, bilinçsizdi.<br />
Stanley Kaan mektubu yazanın kardeşi olduğundan en küçük şüphe<br />
duymuyordu. Görünen oydu ki Steven Arda’nın bilinci yıllar üzerine<br />
yerine gelmişti. Mektuptan anlaşıldığına göre kendisini hâlâ bilincini<br />
yitirdiği yaşta zannediyordu. Mektubu kendisini tanımadığı bir binada,<br />
yan odada uyuyan tanımadığı bir çiftin yanında, aynaya baktığında da<br />
yine tanıdamadığı birinin bedeninin içinde bulunan on bir yaşındaki,<br />
çok korkmuş bir çocuk kaleme almıştı. Kendisinin bu bedenin sahibi<br />
olmadığını, aslında o an Allegria isimli bir İngiliz teknesinde ailesiyle<br />
birlikte bulunduğunu iddia ediyordu, hatırladığı son şey, kardeşleriyle<br />
kavga ettiği için yaralanmasının ardından babasının onu teknedeki<br />
laboratuvara götürüp onunla ilgilendiğiydi. Laboratuvarda kendinden<br />
geçip uykuya dalmış olmalıydı. Yaşadığı korkunç şeyin gerçekçi ve<br />
anlaşılmaz bir rüya olması gerektiğine inanıyordu. Yazanlara göre, ilk<br />
şoku atlattıktan sonra dairenin içinde keşfe çıkmış, yandaki odada bir<br />
kadına sarılmış olarak uyuyan, aynada gördüğü, içinde bulunduğu<br />
bedene sima olarak ikizmişçesine benzeyen bir adam görmüş, korkusu<br />
artmıştı. Ancak uyuyan çifti uyandırmaktan korkmuştu. Çünkü rüya<br />
denen tuhaf âlemin kurallarını bilmiyordu ve eğer yanlış bir şeyler<br />
yapacak olursa kendi hayatına geri uyanamamaktan korkuyordu.<br />
Mektubun son kısımları karışıktı. Ne söylediği anlaşılmıyordu. Acı<br />
sayıklamalarla doluydu. Son sayfayı da okuduktan sonra Stanley Kaan<br />
dağıldı. Kız onu yatıştırmaya çalıştı. Bunlara Steven Arda’nın ağzına<br />
sürdüğü büyülü tozun neden olduğunu, Steven Arda’nın toz sayesinde<br />
sağlıklı bilincini geri kazandığını söyledi. Stanley Kaan’ın inanmaktan<br />
başka çaresi kalmadı. Kürt güzelinin Steven Arda’ya ikinci defa toz<br />
yutturmasına izin verdi. Ardından gergin bir bekleyişe girdiler. Steven<br />
Arda’nın ağır bir uykudan kendi kendine uyanması akşam saatlerini<br />
buldu. Gözlerini açtı Steven Arda. Yine o aynı, korkunç rüyadaydı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
43<br />
Veda<br />
İstanbul’da birkaç hafta daha kaldılar. Bu süre zarfında Steven Arda<br />
ile kurdukları doğaüstü iletişimde birtakım yalanlara başvurdular. Onu<br />
üzmemek için. O bir çocuktu. Gerçekleri bilmesi onun için bir işkence<br />
olurdu. Kız arkadaşı ve Stanley Kaan bir karar aldılar ve Steven Arda<br />
eski bilinciyle aralarında olduğu süre boyunca onu iyi niyetli yalanlar<br />
ile kandırdılar. Yalanlar şöyleydi: Burası bir diğer âlemdi. Yaşadığı bu<br />
inanılması güç deneyim, kendisinin de kuşkulandığı gibi, son derece<br />
gerçekçi bir çeşit rüyaydı. Denizlerde geçen o hayat, Allegria isimli o<br />
tekne gerçekti ve kendisi gerçek hayatında, burada bulunduğu süre<br />
zarfında bir çeşit koma halindeydi. Ailesi yanındaydı. Bilinci bir nevi<br />
bir seyyahtı ve başka bir âlemi ziyaret etmekteydi. Kendisine geldiği<br />
zaman burada yaşadıklarını başlarda belli belirsiz hayatırlayacak fakat<br />
bir süre sonra yaşadıkları hafızasından sonsuza kadar silinecekti. Buna<br />
inandı Steven Arda ve o günden sonra deneyimini keyifli bir oyunmuş<br />
gibi yaşamaya başladı. Kendilerini başka kimliklerle tanıtan Stanley<br />
Kaan ve kız arkadaşıyla birlikte iyi vakit geçirdi, bol bol eğlendi.<br />
Ama günler günleri kovaladı, zaman doldu ve Stanley Kaan ağustos<br />
ortalarına doğru Samsun’a dönmek zorunda kaldı. Steven Arda’yı geri<br />
getiren o sihirli tozun kırkta birini bile kullanmamışlardı henüz. Fakat<br />
Stanley Kaan içini acıtan bir karar verdi, Steven Arda’ya böyle bir şey<br />
yapmasının haksızlık olduğuna inandığından, ona son defa, rüyalarda<br />
görülen mutlu günlere benzeyen bir gün geçirtti, gün boyunca Steven<br />
Arda’nın yüzünde eksik olmayan gülümsemeyi her gördüğünde içi bir<br />
fena oldu ve gece yarısı, kardeşi kendisine iyi geceler dileyip odasına<br />
çekildiğinde, gizlediği yerden toz dolu keseyi aldı, lavaboya gitti, tozu<br />
alafranga tuvaletin içerisine boşalttı, sifonu çekti.<br />
Ertesi sabah uyandığında tatsızdı. Kahvaltıda gözleri dolu doluydu.<br />
Yüzünde ağladı ağlayacak bir ifadeyle dolaştı tüm gün. Kız arkadaşı<br />
da büyük hayal kırıklığı yaşıyordu, çünkü o doğaüstü tozun tekrardan<br />
meydana gelmesi fiziki ve fiziküstü kanunlara göre mümkün değildi.<br />
Olayı olabildiğince hızlı unutmaya çabaladılar. Son gün, Steven Arda,<br />
onlar oradayken memleketinde tatilde olan, dün akşam dönen bakıcıya<br />
teslim edildi. Bakıcı kadın hiçbir şeyden kuşkulanmadı. Stanley Kaan<br />
maneviyatı bozuk, sinirleri altüst olmuş bir şekilde şehirden ayrıldı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
44<br />
Kürt Güzelinin Esrarengiz Kayboluşu<br />
Sean Hakan gizemli bir e-mail aldı. Mailde dört tane fotoğraf vardı.<br />
Steven Arda, Stanley Kaan ve güzel kız arkadaşının yanında, ayakları<br />
üzerinde, gayet sağlıklı, onlarla yan yana yürürken görüntülenmişti. O<br />
dört fotoğrafa neredeyse bir saat boyunca şaşkınlıkla bakakaldı. Nasıl<br />
bir tepki vermesi gerektiğini kestiremiyordu. Saatlerce bunu düşündü.<br />
Sonunda bir tanıdıkları vasıtasıyla edindiği Stanley Kaan’ın mailine o<br />
gizemli maili olduğu gibi gönderdi ve bir açıklama bekledi. İki üç saat<br />
sonra Stanley Kaan ona telefon etti, inanılmaz gerçekleri anlattı, fakat<br />
S. Hakan kandırıldığını hissetti, kardeşiyle tartıştı telefonda. Akşama<br />
doğru bu sefer kendisi onu aradı ve büyük öfke kusarak, hem onu hem<br />
de bir ömür boyu engelli rolü yaparak ailesinin hayatını mahveden,<br />
babalarının ölümüne neden olan Steven Arda’yı kardeşlikten sildi.<br />
İçi içini yiyordu. Uykuları kaçıyordu. Kimsenin haberi olmamasını<br />
sağlayarak İstanbul’a gitti, Steven Arda’yı ziyaret etti, bakıcı kadın<br />
arka odada ütü yaparken kardeşiyle kırk dakika yalnız kaldı, kendisini<br />
kaybetmiş gibiydi, zavallı engelli adamı uzun müddet tartakladı ancak<br />
sonuç alamadı. Şehirden ayrılırken, uçakta darmadağındı, moralsizdi,<br />
ne yapacağını, neye inanacağını bilemiyordu. Ancak uçağı henüz ülke<br />
hava sahasını terk etmemişken aklında bir plan şekillenmeye başladı.<br />
Engelli kardeşini içeriden duyulmasın diye kısık sesle yalancılıkla<br />
suçlayıp tartaklamasının üzerinden on bir gün geçmişti. Bir puro yaktı.<br />
Bir haftadır tıraş etmediği sert sakallı yüzüne aynada şöyle bir baktı ve<br />
yüzünde en azından bir saat kalacağını umduğu ruhsuz bir ifade seçti.<br />
Tavanı yüksek, geniş, karanlık bir konuk odasında, duvarlara asılı şık<br />
ve birbirinden pahalı modern tabloların arasında, lacivert kadifeden<br />
bir üçlü koltuğa elleri çarmığa gerilmiş İsa gibi açık vaziyette denizci<br />
halatıyla bağlanmış oturan Kürt güzeli, Stanley Kaan’ın simaen tıpatıp<br />
benzeri, ancak vücut olarak kendini salmış, hafifçe göbeklenmiş, adım<br />
atarken bir tuhaf görünen, kirli sakallı, şeytani soğukkanlılıkla bakan<br />
bir adam gördü karşısında. Adamı elbette tanıyordu. Medya sağ olsun,<br />
Türkiye’de yaşayıp da <strong>White</strong> Kardeşler’i tanımayan yoktu.<br />
Sean Hakan kızın bağlı olduğu koltuğun çaprazında bulunan berjere<br />
oturdu. Bacak bacak üstüne attığında yukarı çekilen paçasının altından<br />
protez ayağı meydana çıktı. Doğrudan kızın gözlerine bakıyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
45<br />
Ne Anlatmış Olabilir Ki Kız?<br />
Sean Hakan kıza tozu sordu. Kız anlattı. Bu anlatılanların aynısını<br />
kardeşinden de dinlemişti. Yeni bir şey söylemiyordu kız. Sean Hakan<br />
böyle söyleyince, kız oturduğu yerde doğruldu, bakışları sertleşti, puro<br />
dumanı iyice seyrelince Sean Hakan’ın gözlerinin tam içine baktı, ona<br />
şuna benzer bir şey söyledi: Kendisi dahil, tüm ailesi, sülalesi, kısaca,<br />
onunla aynı kanı taşıyan tanıdığı tanımadığı tüm insanlar kutsal, gizli,<br />
açığa çıkması hem kendileri hem insanlık için hiç de iyi olmayacak<br />
birtakım saklı ilimlere sahipti. Kendisine bahşedilmiş birbirinden özel<br />
dokuz ilimden biri ise kendi başına gelecek kötü, belalı, ürpertici, feci,<br />
nahoş olayları matematiksel kesinliklere benzeyen bir doğru sanıyla<br />
sezebilmesiydi; ve o esnada, bulunduğu malikanenin kendisine kabir<br />
olacağını, ölümle burada buluşacağını sezmekteydi. Bu beklenmedik<br />
sözler üzerine Sean Hakan biraz gerildi, öyle ki, hiç adeti olmadığı<br />
üzere purosundan ardı ardına derin nefesler aldı ve hararetlenen puro<br />
parmaklarını yakmaya başladı.<br />
Kızın ölümüne yönelik niyeti yoktu. Kız bir müddet sustu, sonra,<br />
onun aslında böyle bir şeye niyetlenmediğini bildiğini ama birazdan<br />
söylemek zorunda olduğu bazı şeyler yüzünden buna karar vereceğini<br />
ve kendisini saatler gece yarısını vurmadan önce öldürmüş olacağını<br />
söyledi. Sözleri Sean Hakan’ı endişeli bir merak içerisinde bıraktı. Bir<br />
şey soracaktı, soracağı şeyi unuttu.<br />
Ve kız hâlâ nefes alabiliyorken sarfettiği son sözcüklerin büyüsüne<br />
kendisini kaptırarak, ağır ağır, kelimelerin tadını çıkara çıkara, gözleri<br />
Sean Hakan’ın gözlerine dikili olarak, sakin, tutarlı, düzgün ve akıcı<br />
bir anlatımla yirmi dakika boyunca konuştu. O gece malikanede olan<br />
şeyleri, Kürt güzelinin anlattıklarını bilebilmeyi çok isterdim doğrusu.<br />
Malikane hizmetlilerinin kendi odalarına çekildikleri geç bir saate<br />
kadar ölünün yanında kaldı Sean Hakan. Yeleğinin cebinde bulunan<br />
diğer puroları da peş peşe içerek birtirmiş, ne ile oyalanacağını bilmez<br />
halde geniş odanın içerisinde ileri geri yürüyor, kırdığı boynu korkunç<br />
bir açıyla yamulmuş duran ölüye iğrenerek bakıyor, kızdan dinlediği<br />
kahredici gerçeklerin ağırlığı altında eziliyordu. Açık havaya çıkmasa<br />
çıldırabilirdi. Ölüyü pencereye kadar taşıyıp aşağı attı. Bahçeye indi.<br />
Boynu ve düştüğünde kolları kırılan ölüyü arabayla koruya götürdü.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
46<br />
Yarin Memleketine Yolculuk<br />
Stanley Kaan antrenmanlara mutsuz katılıyordu. Performansı berbat<br />
haldeydi. Son iki maçta on sekiz kişilik maç kadrosuna alınmamış ve<br />
takım arkadaşlarının bazıları kendisine karşı cephe almıştı. Güzeller<br />
güzeli sevgilisini özlüyor, onun için endişeleniyordu. Kızın kaçırıldığı<br />
aklına bile gelmiyordu. Belirsiz bir nedenden ötürü Kürt güzelinin onu<br />
terk ettiğini ve okulunu dondurup memleketine döndüğünü sanıyordu.<br />
Otuz yaşındaydı Stanley Kaan. İçinde futbola karşı en ufak bir tutku<br />
kırıntısı kalmamıştı. Artık her şey zorlamaydı, her şey birer keyifsizlik<br />
örneğiydi. Gelecek sezon sözleşmesini yenilememeyi, oynadığı mevki<br />
göz önüne alınacak olursa, yeşil sahalara gönüllü erken veda yapmayı<br />
istiyordu. İsteğini kulüp yönetimine açtığında kendisine mani olmaya<br />
kalkışan olmamıştı. Bu kararı şimdilik taraftarlardan gizlenecekti.<br />
Samsunspor ile manevi bağlarını kopardığı ve son dönemde son<br />
derece formsuz olduğu için, en azından bir hafta sürecek bir kafa<br />
iznine çıkma talebinde bulunduğunda ona karşı gelmediler. Bavulunu<br />
topladı Stanley Kaan ve sevdiği kızı yeniden elde etmek için Antep<br />
uçağına bindi. Aile üyelerinin de kız arkadaşı gibi mistik kimseler<br />
olmasını normal karşılamaya hazırdı, ama kız arkadaşının abilerinden<br />
birisi kendisini havalimanında karşıladığında içine ürpertiler salan bir<br />
şaşkınlık duydu. Kürt güzelinin, ailesine kendisiyle olan ilişkisinden<br />
bahsedip etmediğini bile bilmiyordu. Telefonu sürekli kapalı olduğu,<br />
sosyal medya hesaplarındaki mesajları da yanıtlamadığı için Stanley<br />
Kaan Gaziantep’e geliyor olduğunu kız arkadaşına bile bildirmemişti.<br />
Kürt güzelinin kardeşi olduğu yüzünden belli olan, uzun boylu, geniş<br />
yapılı, sakallı, takım elbiseli bir adamın elinde ‘Sporcu Kaan Bey’<br />
yazılı tabelayı gördüğünde hissetmişti ilk şaşkınlığı. Kürt güzelinin<br />
ailesiyle olmadığını, dahası, ailenin de kendisinden haber alamayıp<br />
kaygılandığını, kendi yaşlarında olan sakallı adamla beraber bindikleri<br />
takside öğrendi. Adam konuşurken kesin bir ifade ve tavırla ‘görmek’<br />
sözcüğünü kullanıyordu; Stanley Kaan ile kızlarının ilişkisini, kızın<br />
ansızın ortadan yitişini, kendisinin kızı aramak için oraya gelişini ve<br />
bundan sonra kendisiyle birlikte atılması gereken adımları birer birer<br />
sırasıyla ‘görmüşlerdi.’ Stanley Kaan taksinin geçtiği güneş altında<br />
parıldayan sokakları seyrediyor, sıkıntılı bir sessizlikle susuyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
47<br />
Bir Tedirginlik<br />
Aile eski bir taş konakta oturuyordu. Stanley Kaan’ı geniş mi geniş<br />
serin bir salona geçirdiler. Yer sofrası kurulmuştu. Vakit henüz öğlen<br />
olmamıştı, ama Stanley Kaan yemek davetini kabul etmezlik edemedi.<br />
Kızın babasının tam karşısına oturmuştu. Adamın simsiyah, kabarık,<br />
ilginç bir posbıyığı ve çenesinde bir tutam uzun sakalı vardı, saçlarını<br />
arkadan lastikle bağlamıştı, yanaklarındaki sakalları kazınmıştı, yeşil<br />
gözlerinin birisine kan oturmuştu, o göz sanki hafifçe kısık bakıyordu.<br />
Konuşurken Stanley Kaan’a ‘oğlum’ diye hitap ediyor, Stanley Kaan<br />
önündeki ayranı yudumladığında adam sürahiye uzanıyor ve konuğun<br />
bardağını tekrar ağzına kadar dolduruyordu. Epeyi uzun ve sıkıntılı<br />
süren yemeğin ardından Stanley Kaan kayıp kız arkadaşının babası ve<br />
abileriyle birlikte nargile odası denen ve kış bahçesine benzer şekilde<br />
güzelce döşenmiş camlı bir mekana geçti.<br />
Kızın babası açık sözlüydü. Soğukkanlıydı. Tipi, duruşu, oturuşu,<br />
tavırları, sıcak sıcak bakan gözleri hiç öyle söylemese de, konuşmaya<br />
başladığı an karşınızdakinin taş gibi kaskatı yürekli, adamına göre<br />
acımasız ve eşkıya ruhlu olabilen birisi olduğunu anlıyordunuz. Lafı<br />
dolandırmadan, sakin tavırlarla, sesi hiç titremeden, gözlerinden belli<br />
belirsiz bir üzüntü perdesi bile geçmeden, Stanley Kaan’a kızlarının<br />
Sean Hakan tarafın kaçırılıp öldürüldüğünü ve malikanesinin kalbinde<br />
bulunan koruya hayvan leşi gömermiş gibi saygısızca gömüldüğünü<br />
söyledi. Stanley Kaan ilk anlarda bir tutukluk geçirdi, ardından itiraz<br />
edecek oldu, ama onu yatıştırmayı bildiler; şakağına gümüş renginde,<br />
ahşap kabzalı bir altıpatlar dayadılar. Bunun üzerine S. Kaan kulağını<br />
iyice açıp anlatılanları sakin sakin dinledi.<br />
Akşam saatlerinde Stanley Kaan kızın babasıyla birlikte konaktan<br />
gri bir atın sırtında ayrıldı. Düşmemek için yaşlı adamın beline sımsıkı<br />
sarıldı; adamın balıksırtı ceketinin arkası kebap dumanı kokuyordu.<br />
Atı yosunlu bir akarsuyun yanındaki bir söğüt dalına bağladılar. Yirmi<br />
dakika boyunca yan yana yüreyerek zemini yumuşak, çakıllı bir patika<br />
katettiler. Yirminci yüzyılın son gecesinden beri yerin altında yaşayan,<br />
gün ışığına çıkmayan, gözlerine perde inmiş, zayıflıktan ve yaşlılıktan<br />
beli iki büklüm bir ihtiyar kadını ziyaret ettiler. Toprağın dört beş<br />
metre altında kalan, modern tasarımlı, penceresiz bir daireye indiler.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
48<br />
Cici Anne Hatun<br />
Stanley Kaan yaşlı ev sahibesini gördüğünde onun doksanında falan<br />
olduğunu düşündü. Haklıydı da. Cici Anne Hatun ismiyle karanlık bir<br />
ün salmış olan cadımsı ihtiyar, Stanley Kaan’ı evine kabul ettiği sene<br />
doksan altıncı yaşını sürüyordu. Ağzı bozuk hatundu. Misafirlerinin<br />
yanında ağız dolusu küfretmekten çekinmiyordu. Stanley Kaan’dan<br />
daha yakına gelmesini, yanına oturmasını istedi, genç adamın bileğini<br />
kavradı, birden bağrını açıp Stanley Kaan’ın elini kırış kırış bağrına,<br />
sarkıp porsüyüp yok olmuş iki memesinin ortasına koydu, ardından<br />
ağıda benzeyen, nece olduğu anlaşılmayan, insanı gerim gerim geren<br />
bir ezgi mırıldandı. Bu gizemli törenlere alışık olduğu rahat tavrından<br />
belli olan yaşlı adamsa, odanın diğer köşesine, rengarenk bir kanepeye<br />
oturmuş, ellerine bolca döktüğü tütün kolonyasıyla bıyıklarını ıslatıp<br />
keskin kokuyu ciğerlerine çekiyordu.<br />
Kadın Stanley Kaan’ı rahat bıraktıktan sonra diğer konuğuyla bir<br />
şeyler konuşmaya başladı. Kürtçe konuşuyorlardı. İhtiyar kadın uzun<br />
uzun bir şeyler söylüyor, adam onu sakince dinliyor, kafa sallıyor ve<br />
nadiren sözünü kesiyordu. Kolonya bu kez Stanley Kaan’daydı, sol<br />
elini, kadının bağrına soktuğu elini kolonyalıyordu boyuna.<br />
Konuşmaları bitince kadın ayağa kalktı, başka bir odaya geçti, bir<br />
süre dönmedi. Adam fırsattan istifade Stanley Kaan’a birazdan olacak<br />
şeyleri özetledi. Duydukları karşısında Stanley Kaan’ın kanı dondu.<br />
İtiraz etmeye yeltendi, ama adam belindeki altıpatları çekip Stanley<br />
Kaan’a doğrultunca sesi kesildi. Stanley Kaan korkuyla yutkundu. Az<br />
sonra kendisini bir nevi ameliyat edeceklerdi. Burnuna eterli mendil<br />
dayayıp bayıltacak, vücudundaki bir yeri bıçakla yaracak, oraya, etin<br />
içine, güya bu dünyadan olmayan, başka bir âlemde Debişol ismiyle<br />
bilinen meyveleri tuzlu bir ağacın reçinesinden yapılmış insan figürü<br />
şeklinde bir tılsım koyacak, sonra açık yarayı, adamın işaret ettiği,<br />
duvarda asılan, Süryani ermişlerinden birine ait olduğu rivayet edilen<br />
bin yaşındaki paslı palanın küt ucunu kızdırarak dağlayacaklardı.<br />
Dediklerini harfiyen uyguladılar. Stanley Kaan günler boyunca ateş<br />
içerisinde kıvrandı, titreme nöbetlerine tutuldu, dudaklarına bastırılan<br />
nemli mendillerdeki birkaç damla şekerli su ile beslendi. Ayıldığında<br />
ise toparlanması güç oldu. O yer altı dairesinden üç hafta ayrılamadı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
49<br />
Depresyon<br />
Gaziantep’ten ayrılmadan evvel, ölen kız arkadaşının tekinsiz aile<br />
fertleri Stanley Kaan’ı teker teker bir köşeye çekip ona ömrü süresince<br />
sır gibi sakladığı (bu yüzden burada sayamayacağım) birçok tembihte<br />
bulundular. Bu sırlardan birisi -belki de kurallar demeliyim bunlara-,<br />
tahminime göre, kız arkadaşını acımasızca öldüren Sean Hakan’dan<br />
asla nefret etmemesi gerektiğiydi. Neden bu kanıya vardım: Stanley<br />
Kaan, çocukluklarından şu yaşlarına kadarki evrede kardeşi ile yoğun<br />
bir nefretleşme içerisindeydi. Zaman zaman hayat onları çeşitli şekilde<br />
sınamış, kalplerini yumuşatacak olaylar yaşamışlar, belirli zamanlarda<br />
bir arada bulunup ortak hisler duymuş ve birbirlerine yakınlaşmışlardı.<br />
Ancak bir şekilde aralarındaki nefrete gerek duymuş, onu olur olmaz<br />
sebeplerle körüklemişlerdi. Belki de, özellikle çocukluk evrelerinde<br />
yaşanan aile travmasından ötürü, yaşama tutunabilmeleri ve hayattan<br />
zevk alabilmeleri için birbirlerine nefret beslemeye korkunç, zalimce<br />
bir gereksinim duyuyorlardı, bilemem. Ama şunu kesinlikle biliyoruz<br />
ki Stanley Kaan ve Sean Hakan on ve otuz yaşları arasında geçen<br />
sürede birbirlerine kin gütmüşlerdi. Siz sayfaları ağır ağır çevirdikçe,<br />
ben anlattıkça öğreneceksiniz, ama ben bulunduğum yerden biliyorum<br />
ki, kitabımın kalanına konu olacak sonraki otuz sene boyunca nefretin<br />
en küçük bir gölgesi dahi girmedi aralarına. Benim bundan anladığım,<br />
ailenin, karanlık bir nedenden ötürü, Stanley Kaan’a Sean Hakan’dan<br />
nefret etmeyi yasaklamış olması ihtimalidir.<br />
Samsun’a döndüğünde Stanley Kaan <strong>White</strong> bedenen ve ruhen tam<br />
manasıyla bir enkazdı. Yoğun bir depresyon içerisindeydi ve ruhu bu<br />
depresyonu akla hayale gelmeyecek boyutlarda yaşayarak hayatı genç<br />
adama zindan ediyordu. Evinden çıkmıyor, antrenmanlara katılmıyor,<br />
telefonlara bakmıyor, kapı çaldığında açmıyordu. İnsanlıktan çıkmıştı.<br />
Varoluş nedeni belirsiz kendi halinde bir organizmaymışçasına asalak<br />
bir yaşam sürüyordu. Akşama kadar tv karşısında, bir battaniye altında<br />
pinekleyerek, ülkenin dört bir yanına dağılmış mutsuz ev hanımlarını<br />
oyalamaya yönelik bomboş programlar izliyor, derinliksiz, basit, sığ,<br />
onlarca defa tekrarı verilen Yeşilçam melodramlarını boş bakışlarla<br />
takip ediyor, ağzına lokma koymuyor, hareket etmiyor, günden güne<br />
kasları eriyor, başına ağrılar saplanıyor ve kondüsyonu yok oluyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
50<br />
Balmumu Heykeller<br />
Sean Hakan da, kardeşi Stanley Kaan’la eş zamanlı olarak, bir çeşit<br />
depresyondaydı, triplerdeydi. Çabuk öfkeleniyor, düşünmeden hareket<br />
ediyor, çocukça davranıyordu. Hayatının tamamını saran huzursuzluk<br />
illetine tutulmuştu. Boğuluyordu. İçi sıkılıyordu. Kötü, şeytani birisine<br />
dönüşmeyi, ruhunun tamamıyla canavarlaşmayı arzuluyordu, kötülük<br />
etsin, durmadan can yaksın istiyordu, ancak kalpleri yumuşacık, sevgi<br />
dolu bir ana babadan doğmuştu o; <strong>White</strong> Kardeşler, üçüzler, tutkulu<br />
bir aşkın meyveleriydiler. Şeytanlaşmayı saplantı haline getiren Sean<br />
Hakan’ın mayasında iyilik vardı daha çok; ne yaparsa yapsın içindeki<br />
yumuşak noktayı silip atamıyordu ve bu onu çılgına çeviriyordu.<br />
Hatıralar çekiyordu onu. Her bir köşesi modern mimarinin bir başka<br />
şık temsili olan harikulade malikanesine sığamıyor, günlerini Stanley<br />
Kaan’ın hediye ettiği Le Violon Rouge, fils içinde geçiriyordu. İpek’le<br />
telefonlaşıyordu ara sıra. Ahmet Ekber’in müziğe yaratılıştan eğilimi<br />
olması, sanatta hızla kademe atlaması, daha şimdiden kendi çocuksu<br />
doğaçlama bestelerini üretmeye odaklanması onu müthiş mutlu ediyor<br />
ve yüreğini gururla çarptırıyordu. Oğlunu nadir hediyelerle şımartmak<br />
istiyordu, ancak Ahmet Ekber incelikli, özel bir çocuktu; kendisinden<br />
varlığını esirgeyen, insanlardan kaçan, katı kalbini yumuşatmaya hiç<br />
de hevesli olmayan babasının hediyelerini geri çeviriyordu. Babası ve<br />
annesi boşandıktan sonra ondan yalnızca bir kez kazara hediye almıştı.<br />
Kırmızı Keman’ı. Kemanı ona amcası hediye etmişti. Bu hoş kemanın<br />
aslında babasına hediye edildiğini, kendi eline geçmesini babasının<br />
istediğini öğrendiğinde çoktan bağlanmıştı ona; yoksa bir saniye olsun<br />
tereddüt etmeksizin duvarlara çarparak kemanı parça parça ederdi.<br />
Sean Hakan bir gün internette gezinirken insanları göz kamaştıran<br />
bir ustalıkla balmumu heykellere çeviren bir sanatçıya rastladı. Özel<br />
bir davet göndererek heykeltıraş kadını malikanesinde ağırladı ve ona<br />
dünyanın kalanından gizlemesini istediği, varlığından yalnızca ikisinin<br />
haberinin olacağı bir dizi balmumu heykel sipariş etti. Dudakları<br />
uçuklatan cinsten bir para karşılığında, heykeltıraş, ona oğlu Ahmet<br />
Ekber’in İpek’le boşandıkları sıralardaki halini tıpatıp yansıtan bir<br />
heykel yarattı. Ardından çocuğun şimdiki halinin bir ikizini. Ve takip<br />
eden her Noel’de oğlunun güncel bir heykeli S. Hakan’ın eline ulaştı.
İkinci Kısım
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
51<br />
Küllerinden Doğmak<br />
Sözleşmesi sürdüğü halde kulüp ile ilişkisini kesmiş bir görüntü<br />
çizen Stanley K. <strong>White</strong>, Samsunspor yönetimince uluslararası futbol<br />
mahkemelerine şikayet edildi; Fifa tahkim kurulunun Stanley Kaan’a<br />
gönderdiği açık muhtırada derhal kulübüne dönmeyecek olursa rekor<br />
bir tazminat ödemesi gerekeceğine yönelik maddeler yer almaktaydı.<br />
Bu ikazlar sonuç verdi ve Stanley Kaan Samsunspor tesislerine geldi,<br />
kulüp yöneticileriyle saatler süren bir toplantıda bulundu. Kondüsyon<br />
seviyesi yerlerdeydi, bu yüzden fizik antrenörü gözetiminde bir buçuk<br />
ay süresince takımdan ayrı düz koşu yapması gerekti. Bunun peşi sıra,<br />
fiziken toparlanıp takım ile toplu antremanlara çıkmaya başladığında<br />
kendisinde akıl erdiremediği değişiklikler sezdi. On seneyi aşkın bir<br />
zaman, kariyerinin başından beri elde etmek için büyük bir disiplinle<br />
uğraştığı şeyi, yani zihnindeki oyun planını sahaya yansıtmayı artık<br />
büyülü bir kolaylıkla gerçekleştirebildiğini fark etti. Stanley Kaan’ın<br />
gösterdiği performans farklılığını antrenörleri ve elbette teknik adamı<br />
da görmekte gecikmedi ve bunun sonucunda, kısa süre öncesine kadar<br />
fiziksel ve zihinsel bir enkaz halinde bulunan Stanley Kaan belirlenen<br />
toparlanma sürecinin tamamlanmasını beklemeksizin formayı kaptı ve<br />
ilk on birdeki yerini garantiye aldı.<br />
Samsunspor senelerdir alt ligdeydi. Güncel sezonda yine bekleneni<br />
verememiş, ligin henüz ilk yarısı tamamlanmamışken liderin on dokuz<br />
puan gerisinde kalarak tablonun orta yerlerinde çakılı kalmıştı. Ancak<br />
takip eden haftalarda, Stanley Kaan’ın alkış alan çıkışı ve rakiplerini<br />
kıskandıracak denli temiz ve istikrarlı performansı sayesinde topladığı<br />
puanlar neticesinde ligin ikinci yarısında tabloda liderliğe güreşmeye<br />
başladı. Sezon sonu geldiğinde ligi üçüncü bitiren Samsunspor playoff<br />
mücadelesine çıkma hakkı kazandı ve eşleştiği Kasımpaşaspor’u<br />
Stanley Kaan’ın hat trick yaptığı müthiş maçta mağlup ederek üst lige<br />
çıkma biletini aldı. Performansı ona yine milli takımın kapılarını açtı,<br />
Uruguay asıllı Makedonyalı bir teknik adama teslim edilen Türkiye A<br />
Milli Futbol Takımı’nın yaz döneminde İsviçre ve Ukrayna ile yaptığı<br />
dostluk maçlarının kadrosuna çağrıldı ve deyim yerindeyse döktürdü<br />
Stanley Kaan. İki mevsim öncesine kadar neredeyse herkesin ismini<br />
unuttuğu futbolcu böylelikle piyasa değerini dörde katlamayı bildi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
52<br />
Sportif Başarı + Maddi Refah<br />
Samsunspor kimsenin beklemediği bir şekilde, kadrolarının market<br />
değerleri yüz milyonlarca lirayı bulmuş olan Üç Büyükler’i ardında<br />
bırakıp ligin ilk yarısını lider kapattı. Başarının mimarı, elbette, kaptan<br />
sıfatıyla her maç doksan dakika sahada yer alarak takımını sırtlayan,<br />
vasat oyunculardan kurulu takım arkadaşlarını kimsenin anlayamadığı<br />
biçimde motive etmeyi bilen Stanley K. <strong>White</strong> idi. Ara transfer sezonu<br />
açıldığında Fenerbahçe ve Galatasaray kendisini kıskaca aldılar, otuz<br />
yaşını aşmış bir futbolcu için Samsunspor tarihinin görüp görebileceği<br />
en dolgun bonservisi ödemeye gönüllü oldular. İstanbul’dan gelen iki<br />
teklif öylesine cazipti ki, kulüpten ayrılmayı kesinen düşünmediğini,<br />
Samsun’da gayet mutlu olduğunu belirten Stanley Kaan’a Samsunspor<br />
camiası gönül koydu. Kulübünün maddi refaha ermesine yarayacak ve<br />
Samsunspor’a gelecek sezonlara yönelik radikal bir yapılanma imkanı<br />
sağlayacak teklifi Stanley Kaan’ı ikna etmenin mümkün olmadığı için<br />
üzülerek geri çevirmek zorunda kaldılar. Ancak Stanley Kaan <strong>White</strong><br />
şampiyonuk, artı, ertesi sezonlar için Avrupa kupalarında başarı sözü<br />
vererek yönetimin ve taraftarın gönüllerini almayı bildi.<br />
Defansif orta saha mevkisinde, savunmaya yönelik oynadığı halde<br />
Stanley Kaan o sezon on dokuz gol buldu, bunun yanı sıra on sekiz de<br />
asist yaparak asist kralı ünvanını elde etti. Ligin son üç haftasında<br />
sıralamada ilk dokuz içerisinde yer bulan üç takımla yaptığı maçları<br />
berabere bitirmesi sonucunda, Samsunspor, kulüp tarihinde ilk defa lig<br />
şampiyonluğunu tattı. Alt ligden gelen bir takımın sezonu şampiyon<br />
bitirmesi futbolda nadir rastlanır başarılardandı ve bu inanılmayacak<br />
çıkışın hemen her basamağını Stanley K. <strong>White</strong> hem kaptan futbolcu<br />
hem de asistan menajer sıfatıyla tek başına elde etmişti.<br />
Ertesi sezon için, Üç Büyükler’in haricinde, Stanley Kaan <strong>White</strong>’ı<br />
renklerine bağlamak isteyen takımların arasında AS Roma, Liverpool,<br />
Borussia Dortmund, Atlético Madrid gibi Avrupa devleri yer alıyordu.<br />
Gerçi Samsun ekibi artık milli futbolcu Stanley Kaan’ı göndermekten<br />
vazgeçmiş görünüyordu, çünkü beklenmedik bir şekilde gelen sportif<br />
başarıların ardından kulübün kasası tatmin edici miktarlarda gelirler<br />
elde etmişti ve bu, büyük bir aksilik olmadığı sürece, böyle süreceğe<br />
benziyordu. Allah nazardan saklasın, ne diyelim. Amin, deyin siz de.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
53<br />
İpek Yine Rahat Durmuyor<br />
Çiftlik Mahallesi’nden geçtiği için herhalde, Samsunluların Çiftlik<br />
dediği İstiklal Caddesi’ni kesen sokaklardan birisine Stanley Kaan’ın<br />
ismi verildi. Kentin dört yanında fotoğraflarına rastlanıyordu. Samsun<br />
insanı kendisine büyük bir sevgi ve hayranlık besliyordu. Dünyaya<br />
gelen oğlan çocuklarına Kaan ismi veriliyordu. Stanley Kaan ömründe<br />
ilk defa bu denli popüler oluyordu; yüksek reytingli talk showlarda<br />
boy gösteriyor, yerli sermayeyle dünyaya açılmış tekstil firmalarına<br />
modellik yapıyordu, ayrıca, en büyük pazarlarından birisi Türkiye’de<br />
olan çok uluslu otomotiv firmalarından birinin reklam yüzü, bir başka<br />
çok uluslu saat firmasının marka elçisiydi. Sevgili babasının ismini<br />
verdiği (Akademi Scott) bir şubesi de İstanbul’da olan bir futbol okulu<br />
kurmuştu. Tecrübeli futbolcu kariyerinin sonbaharında olduğu biliyor,<br />
bu yüzden elde ettiği parayla yatırımlar yapıyordu. Anneleri öldükten<br />
sonra kendisi ile kardeşlerine kalan meşhur çikolata dünyası zincirinin<br />
kardeşlerinde olan diğer üçte ikilik hissesini üzerine alarak markayı<br />
İzmir, Antalya ve Samsun’da açtığı şubelerle Anadolu’ya taşımıştı.<br />
Yeğeni Ahmet Ekber’i oğlu gibi severdi. Sean Hakan gibi, çocuktan<br />
uzak kalmayı sürdürüp bunun yerine evine Ahmet Ekber temalı bir<br />
balmumu müzesi yaptırmak yerine, her fırsatta çocuğu ziyaret ediyor,<br />
ona sıcacık bir baba şefkati hissettirmeyi başarıyordu. Bunu gerçekten<br />
içinden geldiği için yapıyordu, ama bu samimi efora bonus olarak, o<br />
henüz sezmemiş olsa da, bir yandan eski aşkı İpek’in gönlünü de elde<br />
etmişti. İpek, oğluna gösterdiği şefkatin (aslına bakılacak olursa daha<br />
çok da S. Kaan’ın başarısının ve popülerliğinin) sebebiyle ona tekrar<br />
tutulmuştu. Oğluyla birlikte her hafta televizyonun karşısına geçiyor,<br />
Stanley Kaan’lı Samsunspor’un maçlarını büyük bir keyif ve tuhaf, iç<br />
gıcıklayıcı, tutkulu bir kamaşma duyarak izliyor, Samsunspor İstanbul<br />
deplasmanına geldiğinde tribünde yerini alıyor, Stanley Kaan şehirden<br />
ayrılana değin de tüm vaktini onunla geçirmeye çalışıyordu.<br />
İpek ilgisini öylesine belli ediyor, eski kaynına öylesine açıktan kur<br />
yapıyordu ki, Stanley Kaan şöyle bir durup düşünmek zorunda kaldı,<br />
kendisinin de onca yıl üzerine İpek’e karşı hala boş olmadığını anladı.<br />
Bir ekim akşamı Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynanan (3 - 1 yenildiler)<br />
Türkiye Kupası maçından sonra, eve döndüklerinde, beraber oldular.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
54<br />
Benden Söylemesi, Bu Bölüm 18+ Bir Sahne İçeriyor, O Yüzden,<br />
Okumadan Önce Çocukları Yatırdığınızdan Emin Olun<br />
İpek, Ahmet Ekber ile birlikte, Stanley Kaan’ın duş alıp, üzerini<br />
değiştirip, stadı terk etmesini beklediler arabanın içinde. Stanley Kaan<br />
geldiğinde İpek arabayı ailesinin hâlâ kirada oturduğu, orada doğup<br />
büyüdüğü Barış Apartmanı’na sürdü. Çocuğu anneannesine bıraktılar.<br />
Ardından klas bir İtalyan lokantasında karınlarını doyurdular. Oradan<br />
dans edebilecekleri, başlarını döndürmeye, onları çılgınlıklar yapmaya<br />
itecek bir ruh haline sokmaya yetecek kadar içecekleri bir eğlence<br />
mekanına geçtiler. İpek’in, mülkiyeti Sean Hakan’ın üzerinde olan,<br />
lüks ve modern eşyalarla döşeli geniş dairesine vardıklarında saat gece<br />
yarısını epeyi geçiyordu. Kalpleri çılgınca çarpmaya başlamıştı.<br />
İçeriye henüz girmişler, kapıyı henüz kapatmışlardı, Stanley Kaan<br />
daha çişini bile yapmamıştı, İpek uzanıp öptü onu. Dudakları yıllar<br />
üzerine tekrar buluştuğunda Stanley Kaan ve İpek iç organlarını altüst<br />
eden bir heyecana tutuldular. Yıllardır kimseyle sevişmeyip aseksüel<br />
takılmış iki insan gibi, biraz ne yaptığını bilmezlikle, biraz hayvansı<br />
bir içgüdüyle ve sanki biraz da bu çılgınca sevişmenin ölmeden önce<br />
yaşayacakları son sevişme olacağından korkuyormuşçasına öpüştüler.<br />
Öpüşmeyi sürdürüp yan yan yürüyerek oturma odasına geldiler, orada<br />
ağır hareketlerle, sanki odadaki bir başka kişi bu ateşli anların her<br />
saniyesini fotoğraflayacakmışçasına yavaş yavaş soydular birbirlerini.<br />
İpek, Stanley Kaan’ın kaslı, ince, atletik vücudunu sert bir hamleyle<br />
koltuğa itti, genç adamın kot pantotolunu bacaklarından sıyırıp attı ve<br />
eskiden, çıktıkları sıralarda, Stanley Kaan yalvardığı halde bir defa<br />
olsun yapmadığı o malum aşk oyununu oynamaya başladı. Kaan yarı<br />
loş bir ışıkta yaşadığı o haz dolu sahneyi izlerken başının döndüğünü,<br />
kulaklarına kadar kızardığını duydu, ardından belinden tutarak İpek’i<br />
ayağa kaldırdı, tamamen soydu onu, baş döndüren bir parfüm kokusu<br />
saçan bembeyaz bedeni karşı kanepeye uzandırdı, eğilip başını İpek’in<br />
krem kokan baldırlarının arasına soktu, biraz önce onun yaptığı aşk<br />
oyununun başka bir çeşitlemesiyle İpek’i deliye çevirdi; parmakları<br />
Stanley Kaan’ın saçlarına geçmiş, saçları yolacakmışçasına çekiyordu,<br />
ardından dayanamadı, soluk soluğalardı, tenleri ateş gibiydi, uzun ve<br />
bakımlı tırnaklarını kaslı omuzlarına batırarak Kaan’ı üzerine çekti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
55<br />
Restleşme<br />
İpek’in o gece Stanley Kaan ile birlikte olmasının tek nedeni vardı:<br />
Onun çocuğunu doğurmak. Ertesi gün Stanley Kaan İpek’i ertesi gün<br />
hapı alıp almadığını kontrol etmek için aradığında İpek yalan söyledi.<br />
İpek, onun çocuğunu taşıdığını Kaan’a beş buçuk ay sonra itiraf etti,<br />
kendisiyle evlenmek istediğini söyledi.<br />
Hazırlıklar sürerken, eski eşiyle evlenecek olmasını ilk kendisinden<br />
duymasının daha doğru olacağına inanarak, Stanley Kaan, kardeşinin<br />
malikanesini ziyarete gitti. Kış ayı olmasına, sisli ve yağışlı havaların<br />
buz gibi olmasına karşın Sean Hakan hâlâ yapay göl üzerinde demir<br />
atmış olan kızıl teknenin içinde yaşıyordu. Stanley Kaan’ın onu son<br />
gördüğüne nazaran değişmişti; yedi kilo almış, yüzündeki kırışıklıklar<br />
belirginleşmiş, göz altları kararmış, cildi bozulmuştu. Kısacası berbat<br />
haldeydi. İki kardeşin karşılaşması sıcak olmadı. Daha ilk dakikalarda<br />
Stanley Kaan ona iki tane kötü haber vereceğini söylemişti çünkü.<br />
Kardeşinin verdiği ilk haberi, İpek’le evleniyor olduklarını duyunca<br />
Sean Hakan’ın yüzü kıpkırmızı kesildi, lafın ucunun kendi annesine<br />
dokunduğunu belli ki fark edemeyerek hırsla ‘orospu çocuğu’ tabirini<br />
kullanarak küfretti ona. Ancak soğukkanlılığını koruyan, iğrenmeye<br />
benzeyen bir bakışla onu süzen Stanley Kaan, Sean Hakan’ın öfkesini<br />
başka bir kulvara, şaşkınlık ve korkuya yönlendirdi diğer konudan söz<br />
ederek; ona, eski kız arkadaşını, Kürt güzelini kaçırıp öldürdüğünü ve<br />
buraya, korunun kalbine gömdüğünü bildiğini söyledi. Sean Hakan bir<br />
puro yaktı. Söylenene bir itirazı olmadı. Bir süre düşündü. Evlenecek<br />
olurlarsa oğlunun vesayetini üzerine alacağını söyledi. Stanley Kaan<br />
bunu duygusuz bir tavırla reddetti. Kendisinden bahsedilen çocuğa ait<br />
son balmumu heykeli hayranlıkla süzerek, Sean Hakan’a oğlunun ona<br />
karşı en küçük bir olumlu duygu beslemediğini hatırlattı. Sean Hakan<br />
sessizleşti bunun üzerine. Yüzü kalın ve gri dumanlar arasında kaldı.<br />
Stanley Kaan söyleyeceklerini söylemiş, ayaklanmıştı, tekneyi terk<br />
etmek üzereydi. Ölüm tehdidi o zaman geldi. Bu tarzda bir mutluluğa<br />
izin vermesinin mümkün olmadığını söyledi Sean Hakan. Kaan dönüp<br />
kardeşine acımayla baktı, ters bir şey söyledi ve son olarak elinden<br />
geleni ardına koymamasını öğütledi, düğün davetiyelerinin yanında<br />
bulunan bir tasladığını tv ünitesinin üzerine bıraktı ve çıktı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
56<br />
Bu İpek var ya… Neyse… Bir Şey Demiyorum!<br />
İpek, Orta Çağ’dan kalma bir manastırdan bozma büyülü bir butik<br />
otelde gerçekleşen ilk düğünü unutamamıştı. İkinci düğününde ilkinde<br />
olan şaşaayı istemiyordu, daha sade, daha sıcak bir düğün arzuluyordu<br />
ancak bir noktada dirediyordu; yine Milano’da, aynı butik otelde olsun<br />
istiyordu tören. Her ne kadar rahatsız olsa da Stanley Kaan bu dileği<br />
geri çevirmedi. Tekneden ayrılırken kenara bırakıverdiği davetiyenin<br />
üzerinde Milano’daki butik otelin ismi yazmaktaydı. Kardeşi oradan<br />
çıkar çıkmaz Sean Hakan hemen yerinden kalktı, davetiyeye çabuk bir<br />
göz attı. Yüzü yine kıpkırmızı oldu, elini yakınlardaki bir çekmecenin<br />
içerisine soktu, ardından arka güverteye fırladı, sisler arasında sadece<br />
bacaklarının alt kısmı belli olan kardeşinin belli belirsiz seçilen sırtına<br />
doğru nişan aldı, tabancayı ardı ardına ateşledi. Uzaklardan acı bir<br />
feryat işitti. Onu vurmuştu. Tekneden ayrılıp kıyıya çıktı. Malikanenin<br />
önüne kadar yürüdü, içeri girip hizmetlilerle konuştu, golf arabasına<br />
atlayıp bahçeleri gezdi, ancak Stanley Kaan’ın izine rastlayamadı.<br />
Stanley Kaan’ın omzunu sıyıran kardeş kurşununun yarası çabucak<br />
iyileşti. Damatlık provalarında sargı bezinden sızan kan gömleklerde<br />
nokta nokta leke bırakmıştı, ancak bu sorun düğün haftası yaşanmadı.<br />
Güzel bir düğün oldu. O gece çeyrek tona yakın şampanya içilmiş.<br />
İpek manyaktı biraz. Gerçi bunu çoktan anlamışsınızdır. Anlaşılmaz<br />
emrivakilerinin sonuncusu skandal niteliğindeydi: Doğacak olan oğlan<br />
çocuğuna amcasının ismini verecekti. Bunu tartışmaya yanaşmıyordu<br />
bile. Stanley Kaan’a göre bu aptalca istek, Sean Hakan’a açıkça ‘gel<br />
birader, kaşındık biz, gel bizi boğ’ demek anlamına geliyordu, fakat<br />
çocuğuna kardeşinin ismini vermeye sonunda razı oldu. Yoksa İpek<br />
çocuğunu hiç sevmeyecek, ona analık yapmayacak, çocuğu evlerinde<br />
istemeyecekti, böyle söylüyordu. Yine de, Stanley Kaan, bundan daha<br />
çok, İpek’in çocuğu bir Müslüman olarak yetiştirmek istemesine şaştı.<br />
Bu daha bir şey değildi: İpek o çocuğu gerçekten de sevemedi. Dokuz<br />
yaşına geldiğinde çocuğun okulunu Anadolu’nun ücra kentlerinden<br />
birine naklettirdi ve ülkede pek de popüler olmayan, pek köklü de<br />
olmayan tarikatlardan birisine yolladı, molla olarak yetiştirilsin diye.<br />
Stanley Kaan ömrü süresince aradığı, İpek’in kimliğini de değiştirttiği<br />
oğullarının izini bir daha hiç bulamadı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
57<br />
Hayattaki Kırılma Noktaları<br />
Stanley Kaan bir sabah menajerinden gelen heyecanlı bir telefonla<br />
uyandı. İnter kendisiyle ilgileniyordu; kulübün resmi internet sitesi<br />
üzerinde kullanıcıların şık ekleyip oylayacağı interaktif online anket<br />
düzenlenmiş ve lacivert siyahlılara gönlünü vermiş olan taraftarlar<br />
yeni sezonda Giuseppe Meazza çimleri üzerinde izlemek istedikleri<br />
futbolcular arasında kendisini de göstermiş ve Stanley Kaan <strong>White</strong><br />
oylamanın bittiği dakikalarda anket paydasında en büyük dilimi alan<br />
ilk beş isim arasında yer almıştı. Giuseppe Meazza’da, hayallerini<br />
süsleyen o görkemli futbol mabedinde kardeşi gibi forma giyebilmek<br />
Stanley Kaan’ın çocukluk düşüydü ve aldığı bu sevindirici haberle<br />
birlikte morali tavan yaptı.<br />
Üç gün sonra Şampiyonlar Ligi ikinci ön eleme turunda Avusturya<br />
ligi ekiplerinden Wacker Innsbruck ile 19 Mayıs Stadyumu’nda karşı<br />
karşıya geleceklerdi. Stanley Kaan, Internazionale kulübü bünyesinde<br />
görev alan bazı adamların kendisini izlemek üzere statta bulunacağını<br />
öğrenmiş, bu yüzden olanca konsantrasyonuyla maça hazırlanmıştı.<br />
Maç sabahı tesislere giderken kontrolünü yitirdi, aracı takla attı ve<br />
Stanley Kaan beyin travması şüphesiyle müşahede altında tutulurken<br />
asıl acı haberi, futbol hayatının sona erdiğini, büyük olasılıkla bir daha<br />
yürüyemeyeceğini öğrenerek kahroldu.<br />
Kaza onun için öylesine bir yıkım olmuştu ki, defalarca intihar etme<br />
girişiminde bulunmuş, bunlar yakınları tarafından son anda şans eseri<br />
önlenebilmişti. Sonradan, İpek’in ve Ahmet Ekber’in manevi desteği<br />
sayesinde, yavaş yavaş hayata tutunmaya başladı. Yarı olimpik yüzme<br />
havuzlarının birinde İsveçli yaşlı bir fizyoterapistin gözetiminde katı<br />
bir rehabilitasyon süreci geçirdi. Gayreti ve yitirmediği umudu sonuç<br />
verdi ve Stanley Kaan kazadan iki yüz gün sonra ilk adımlarını atmayı<br />
başardı. Ne yazık ki, öngörüldüğü üzere, sahalara tekrar dönemedi.<br />
Kendisi sayesinde ligin en tehlikeli ekiplerinden birisi haline gelen<br />
ve Avrupa’da isminden söz ettirmeye başlayan Samsunspor Stanley<br />
Kaan’a vefa borcunu ona teknik direktörlük teklifi götürerek bir nebze<br />
olsun ödemiş oldu.<br />
Stanley Kaan <strong>White</strong>, otuz üç yaşında, formasını çıkarıp gardırobuna<br />
astı ve takım elbiseye bürünerek sahanın kenarındaki yerini aldı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
58<br />
Kıskançlık<br />
Kardeşinin artık teknik direktör olduğunu öğrendiğinde Sean Hakan<br />
içinde küçümseme duydu. Stanley Kaan’ın futbolculuğunda olduğu<br />
gibi bu yeni kariyerinde de asla büyük bir başarı yakalayamayacağına<br />
inanıyordu. Çünkü, ona göre, Stanley Kaan bir ezikti. Kaybetmeye, ne<br />
kadar çabalarsa çabalasın, sportif alanda hatırı sayılır bir başarı elde<br />
edememeye mahkumdu. Aklına ilk anda gelen yatıştırıcı düşünceleri<br />
bunlarsa da, bazen bu konu üzerinde ciddi ciddi düşündüğünde içini<br />
sıkıntılar bastığı da oluyordu. Ya başarırsa? Ya bir gün dünyaca ünlü<br />
bir teknik adam olursa? Böyle bir şey gerçekleşirse neler hissederdi?<br />
Kardeşi her zaman kendisinden daha çalışkan, daha disiplinli, çok çok<br />
daha özverili olmuştu, bunu biliyordu, ama Sean Hakan’ın inanışına<br />
göre Stanley Kaan’da yetenek yönünde derin bir eksiklik vardı.<br />
Korkulu bir merak duyarak Stanley Kaan’ın bu yeni alandaki ilk<br />
tecrübelerini izlemeye koyuldu. Teknik adamlığa şaşırtıcı derecede iyi<br />
bir başlangıç yaptı Stanley Kaan. Samsunspor ilk sezonunda, bir defa<br />
olsun mağlubiyet yaşamadan, ama bolca maçı berabere bitirerek ligi<br />
üçüncü sırada tamamlamaya başardı. Stanley Kaan oyun için detayları<br />
kendine has bir 4-2-2-2 dizilişi benimsemişti. Çift defansif orta saha<br />
ve çift ofansif orta saha oyuncusu kullanıyor, ileriye bir pivot forvet<br />
sürüyor, onun hemen yanına, ama oyun içinde kendi inisiyatiflerine<br />
sahip, özgür bir ikinci forvet koyuyordu; bu serbest mevki kimi zaman<br />
ofansif orta sahayı üçlüyor, kimi zamansa uzun bölümler süresince<br />
sabit pivot forvetten daha uç bir konumda, rakip savunmanın arasında<br />
pozisyon arıyordu. Bu joker mevki için Stanley Kaan ayağına çabuk,<br />
süratli, topa hakim, kolay adam eksiltebilen, son vuruş kabiliyetinden<br />
öte, top tekniğiyle göze batan, fazla uzun boylu olmayan, devamlılığı<br />
sağlam ve en önemlisi kendine güveni sonsuz, biraz da başına buyruk<br />
oyuncular kullanıyordu. Dörtlü savunması, karşıdaki rakibin kimliğini<br />
önemsemeksiniz hep ileri kuruyor, arkada, savunma çizgisi ve kale<br />
arasında, spor basını tarafından sürekli eleştirilen genişçe bir alan<br />
bırakıyordu. Oyuncularını birbirlerine alışılmadık denli yakın oynatıp<br />
onlardan son düdüğe kadar yorulmak bilmez bir etkin pres bekliyordu.<br />
Samsunspor’un başarısının tek sahibinin Stanley Kaan’ın yönetimi<br />
olduğu konusunda herkes hemfikirdi; <strong>White</strong>’ın önü açıktı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
59<br />
Szabolcs H. Laluska<br />
Stanley Kaan’ın kötü olduğu bir konu varsa o da genç oyuncuların<br />
potansiyellerini öngörememesiydi. Gerçi ilerleyen yıllarda bu zaafını<br />
kapatmayı başaracaktı. Teknik adamlığının ikinci senesinde, takımı<br />
kamptayken, yetenek avcılarından oluşan heyet kendisine on sekiz<br />
yaşında olan Macar bir genci önerdi. Delikanlının ismi Szabolcs H.<br />
Laluska’ydı. Yarı amatördü. Henüz hiçbir takımla profesyonel kontrat<br />
yapmamıştı. Hızlıydı, hırslıydı ancak Stanley Kaan oyun içinde bazı<br />
anlarda parlayan, çoğu zamansa vasat görüntü sergileyen bu çocuğu<br />
altyapıya kazandırmanın akıllıca olacağı görüşünde değildi. Eskiden,<br />
<strong>White</strong> Kardeşler henüz doğmamışken, Samsunspor, Finlandiyalı genç<br />
bir spoperi hazırlık antrenmanlarında denemiş, ancak onda potansiyel<br />
görmeyerek delikanlıyı ülkesine göndermişlerdi. Sami Hyypiä isimli<br />
bu defans oyuncusu sonradan kendisini geliştirmiş ve Avrupa’nın<br />
önde gelen oyuncularından birisi haline gelmiş, Liverpool forması<br />
altında 2005’te İstanbul’da oynanan ve futbol kamuoyunca gelmiş<br />
geçmiş en olağanüstü Şampiyonlar Ligi final karşılaşması kabul edilen<br />
maçta AC Milan’a karşı alınan galibiyetle kupa sevinci yaşamıştı.<br />
Yukarıda ismi anılan Macar çocuk da Samsunspor’un peşin hükümde<br />
bulunup hatalı karar verdiği ikinci bir örneğe konu oldu. Takip eden<br />
senelerde Macar forvet Fifa tarafından defalarca en değerli oyuncu<br />
seçildi, Avrupa’nın birbirinden büyük takımlarının formasını giydi,<br />
İspanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nda ülkesinin final oynamasını<br />
sağladı ve aynı organizasyonda gol kralı ünvanını hak etti. Stanley<br />
Kaan onu elinden kaçırdığı için uzun seneler boyunca, kader onlara<br />
sonradan birlikte çalışma şansı verene kadar büyük bir eksiklik duydu.<br />
Samsunspor, Stanley Kaan <strong>White</strong> yönetiminde sonraki beş sezonun<br />
ikisinde Şampiyonlar Ligi’nde mücadale ettiyse de gruplardan çıkıp<br />
sonraki turlarda yer alma başarısı elde edemedi. Fakat bu katılımlar<br />
teknik adamın Avrupa’da ismini duyurmasına, hakkında spekülasyon<br />
oluşmasına yaradı ve Samsunspor’un başında olduğu altıncı sezonu iki<br />
domestik kupayla sonlandırmasının ardından heyecan verici kimi<br />
Avrupa kulüpleri Stanley Kaan While ile ciddi manada ilgilenir oldu.<br />
Stanley Kaan ise Avrupa’da çalışmak için biraz daha zamana ihtiyacı<br />
olduğunu düşünüyordu. İlk hedefi Türk Milli Takımı’nı çalıştırmaktı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
60<br />
La Coruña<br />
İki aydır milli takımın teknik direktör koltuğu boştaydı. En büyük<br />
aday Stanley Kaan <strong>White</strong>’tı. Futbola yaz arası verilmişti. <strong>White</strong>, karısı<br />
ve yeğeni ile birlikte keyifli bir Karayip tatilindeydiler. Kendisini<br />
psikolojik olarak milli takımı çalıştırmaya hazırlıyordu. Fakat hiç de<br />
beklemediği bir anda, İspanya’nın, La Liga’nın köklü ekiplerinden<br />
olan ve Tunuslu bir milyarder aileye satıldıktan sonra son dönemde<br />
Avrupa’da da eski parlak günlerini yakalama umudu vermiş olan ve<br />
lakaplarından birisi de Los Turcos (Türkler) olan, mavi beyazlı klasik<br />
çubuklu formasıyla efsaneleşmiş olan Deportivo De La Coruña kulübü<br />
kendisine yazılı görkemli bir sunumla menajerlik teklifinde bulundu.<br />
Teklif gerek sportif olanakları, gerek başarı potansiyeli, gerek maddi<br />
yeterlilik olarak değerlendirildiğinde reddi imkansız bir teklifti. Milli<br />
takımın başında geçirmeyi arzuladığı zaman dilimini belirsiz bir tarihe<br />
erteledi böylece. Tatil dönüşü İpek ve Ahmet Ekber’le birlikte Galiçya<br />
şehri olan fırtınalı denizi bir başka güzel olan La Coruña’ya taşındılar.<br />
Deportivo De La Coruña kadrosu Türk milli takımının daimi sol<br />
beki yirmi dokuz yaşındaki Mustafa Fırat İlkerol’a sahipti. Mustafa üç<br />
sezon önce Fenerbahçe’den bonservisi elinde olarak ücretsiz transfer<br />
edilmişti. Farklı saç tarzıyla, değişik giyimiyle, komik gol sevinçleri<br />
ve çat pat konuştuğu İspanyolcasıyla kentin maskotu haline gelmişti.<br />
Filiz isminde tatlı bir eşi vardı. <strong>White</strong>lar ve İlkerollar aralarındaki yaş<br />
farkına rağmen kısa sürede iyi anlaşıp sıkı aile dostları oldular.<br />
La Liga’da klasikleşmiş Barcelona ve Read Madrid hegemonyası<br />
on yıllardır sürüyordu. Şampiyonluğu hemen her sezon iki takımdan<br />
ya birisi tadıyordu, ya ötekisi. Deportivo De La Coruña tarihinde bir<br />
kez, yalnızca bir kez, 99/00 sezonunda, Roy Makaay’lı, Djalminha’lı,<br />
Conceição’lu kadrosuyla lig şampiyonu olabilmişti. Ama Avrupa’dan<br />
henüz ülkesine kupa kazandırmışlığı yoktu, en fazla yarı finallere dek<br />
yükselebilmişti. Stanley Kaan <strong>White</strong>’tan beklentiler yüksek değildi.<br />
Kulübe geçmişindeki gibi ve son senelerdekine benzer parlak sezonlar<br />
yaşatması kafiydi, ama eğer kıyasıya yarışacağı bu üç ünvandan bir<br />
veya birkaçının sahibi olabilirse şüphesiz ki La Coruña’da efsane bir<br />
isim olarak ebediyen anılırdı. Kulüp yönetimi kendisine gayet makul<br />
bir transfer bütçesi ayırmıştı. Sürpriz bir şekilde, transfer istemedi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
61<br />
Kemanın Talibi<br />
Stanley Kaan oyuncularının çoğunluğu ile ana dili, pardon baba dili<br />
olan İngilizceyle anlaşıyordu, kalan oyuncularla ise İngilizceye hakim,<br />
kültürlü bir kitap kurdu olan genç bir çevirmenin yardımıyla iletişim<br />
kuruyordu. Toplu çalışmaların son derece keyifli geçmesini sağlıyordu<br />
ve böylece morali, motivasyonu yüksekte tutmayı başarıyordu.<br />
Kırkıncı yaşına kulübün düzenlediği özel bir davetle girdi. Gerçi<br />
nezle olduğu için o gece pek eğlenemedi. Burnu akıp duruyordu. İpek<br />
geceye damga vurması için oğlu Ahmet Ekber’i haftalar öncesinden<br />
özel bir çalışma programına sokmuştu. Ahmet Ekber iki yüz elli kişiyi<br />
aşkın davetli topluluğunu, çeyrek saat süren, kendi modern doğaçlama<br />
bestelerinin birbirine eklenmesiyle oluşan enfes performansıyla adeta<br />
büyüledi. Davetliler arasında kutup bölgelerine, buz dağlarına turistik<br />
amaçla seyahat düzenleyen firmalardan birinin yeni inşa edilip denize<br />
indirilmiş bir transatlantiğe ismini verdiği yaşlı bir denizci vardı. Gece<br />
boyunca yaşlı adamın gözleri Ahmet Ekber’in üzerindeydi. Bakışları<br />
fark eden İpek oldu, adamın yanına oturdu, onunla gece üzerine tatlı<br />
bir sohbete koyuldu. Adam çok geçmeden sözü Ahmet Ekber’e getirdi<br />
ve on dakika konuştuysa bunun yedi sekiz dakikası çocuğun değil o<br />
kırmızı kemanın hakkındaydı. İpek onun niyetini sezer gibi olduğu<br />
için yaşlı adamın sözünü kesti ve kemanın hikayesini, ahşabının <strong>White</strong><br />
ailesine ait özel hatıralarda yaşayan kızıl bir tekneden geldiği anlattı,<br />
son olarak ise oğlunun kemanına kalbi bir bağla bağlı olduğu belirtti.<br />
Adam sakalını sıvazlayarak bir süre düşündü. Daha sonra İpek’e oğlu<br />
hakkında bir iki soru yöneltti, sordukları yanıtlanınca da, acaba Ahmet<br />
Ekber’in yanlarına gelip kendilerine katılmak isteyip istemeyeceğini<br />
öğrenmek istedi. İpek yerinden kalktı, kendisinden uzun boylu olan iki<br />
kızla kakara kikiri sohbete dalmış olan Ahmet Ekber’in yanına gitti ve<br />
ona kendisiyle tanışmak isteyen (daha doğrusu kemanıyla ilgilenen ve<br />
bu yüzden de fazla yüz göz olmamasını tembihlediği) yaşlı bir Hırvat<br />
beyefendi olduğunu söyledi.<br />
Ahmet Ekber kızlardan müsaade istedi ve annesinin zarif bir çene<br />
işaretiyle gösterdiği yaşlı Hırvat’ın yanına gitti. Adam çocuğu ayakta<br />
karşıladı. El sıkıştılar. Davetlilerin çoğunun dans pistinde olduğu aşırı<br />
gürültülü mekanın çıkışına doğru kol kola, sohbet ederek yürüdüler.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
62<br />
Ürperten Teklif<br />
Yaşlı Hırvat, lafı hiç dolandırmadan, enteresandır, tuhaf bir Türkçe<br />
ile (annesinden çocuğun İngilizceye henüz yeterince hakim olmadığını<br />
öğrenmişti), Ahmet Ekber’e kendisinin ölmüş olan kimselerle iletişim<br />
kurabildiğini ve hatta bazılarını, öldürülmüşleri, görebildiğini söyledi.<br />
Doğası gereği Ahmet Ekber mistisizme yatkın ve ilgili bir çocuktu, bu<br />
yüzden olağandışı şeyleri olağan karşılamaya müsaitti. Dikkatle, ilgi<br />
ile dinliyordu muhatabını. İhtiyar ona kırmızı kemanının doğaüstü bir<br />
gücü olduğundan söz etti. Bu gece kendisi doğaçlama bestelerini icra<br />
ederken, tarihin başlangıcından bu yana bulundukları bina civarında<br />
hayatını kaybetmiş insanların maneviyatlarının salonu ziyaret etmiş<br />
olduğunu söyledi. İddia ettiğine göre, kahverengi çuha giyinmiş, beli<br />
çevresinde kalın ip bağlanmış bir cizvit keşişi, şiş karınlı bir hamile,<br />
yedi yaşlarında, uzun sarı saçları ışıltılı, zayıf bir kız ve modern giysili<br />
olup, bacaklarında bir kot şort bulunan top sakallı bir genç adam, bir<br />
saat önce Ahmet Ekber kendisini kaptırmış bir halde kırmızı kemanını<br />
çalmaktayken kalabalığın arasında birer birer görünmüş, ruh okşayıcı<br />
müziği müthiş bir dinginlikle dinlemiş, ardından yok olmuşlardı.<br />
Ahmet Ekber heyecanlanmış görünmüyordu. Yüzünde endişeden ve<br />
korkudan eser yoktu, sevimli gülümseyişiyle yaşlı Hırvatı dinliyordu.<br />
Adam sustuğunda, çocuk, dinlediklerini tuhaf karşılamadığı, çünkü bu<br />
tarz, kemanından kaynaklanan ürpertici deneyimleri sık sık kendisinin<br />
de yaşadığından bahsetti; sözgelimi, odasında kendi doğaçlamasının<br />
yaratımı olan notalara kulak verirken, parçanın tam da biraz sonra bir<br />
şekilde takılacağını hissettiği anlarda, görünmeyen birisi veya birileri<br />
ensesine hohluyor, çalış pozisyonunu bozarak gayriihtiyari arkasına<br />
dönüyor, bir süre tedirgin tedirgin bekliyor, ardından tekrar konsantre<br />
olarak parçayı sürdürdüğünde beklemediği ilhamların esintine kapılıp<br />
inanamayacağı türden incelikli ve estetik ezgiler üretiyordu. Benzeri<br />
birtakım başka olaylardan da örnekler verdi. Adam şaşarak dinledi.<br />
Kırmızı kemanını satmayı reddediyordu. Çünkü kemanının bir ruhu<br />
olduğuna veya içinde cin yaşadığına, kendisinin kemanı her çalışında<br />
ona hayat veriyor olduğuna inanıyordu. Ölümün eşiğinde olan Hırvat<br />
inançsız bir adamdı. İlk insanın Adem olduğuna inanmıyordu. Çocuğa<br />
birlikte dünyayı gezip yaşamış ilk insanlarla temas kurmayı teklif etti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
63<br />
Ahmet Ekber’i Yolluyorlar<br />
<strong>White</strong>lar gizemli Hırvat’ın Ahmet Ekber’e yaptığı teklif uzun uzun<br />
tartıştılar. Çocuk heyecanlanmıştı. Yaşlı adamla mistik bir dünya turu<br />
düzenlemeyi istiyordu. Annesinin buna mani olacağını sanmıştı ancak<br />
İpek duyar duymaz bu fikri desteklemişti. Son söz Stanley Kaan’daydı<br />
ve onun buna kesinen karşı çıkacağını sanıyorlardı. Stanley Kaan’ın<br />
hayatta en önem verdiği şeylerden birisi, insanların bireysel farklarını<br />
öne çıkararak hayatta özel bir konuma sahip olabilmeleriydi. Ahmet<br />
Ekber’in ileride adından çokça söz ettirecek ünlü bir müzisyen olacağı<br />
kuşkusuzdu. Ancak dünyada biribirini alt edebilecek denli disiplinli ve<br />
yetenekli sayısız çocuk yaşta müzisyen vardı. Eğer Ahmet Ekber yaşlı<br />
Hırvat ile dünyayı gezer ve ölü insanlarla temas etmeyi başarabilirse,<br />
işte o zaman hiçbir insanın sahip olamayacağı bir konumu elde etmiş<br />
olacaktı. Kemanını öyle bir çalacaktı ki, icrasına huzur bulmaya gelen<br />
sıkıntılı ruhlar eşlik edecekti. Onun ilerideki konserlerini hayal ediyor,<br />
Ahmet Ekber kendisini çalmaya kaptırmışken, salonun gizli yerlerinde<br />
konuşlanmış, parapsikoloji kürsülerine bağlı mistik araştırmacıların<br />
doğaötesi frekanslara hassas teknolojik cihazlarla mekanın ürpertici<br />
ziyaretçilerini saptamaya çalıştıklarını gözününü önüne getiriyor, daha<br />
sonra bu insan aklını zorlayan bulguların raporlara dönüşerek dünyayı<br />
sarsacağını ve Ahmet Ekber’i yeryüzündeki en özel sanatçılardan biri<br />
yapacağını umut ediyordu. Dolayısıyla, fikre destek verdi.<br />
Stanley Kaan güzeller güzeli Kürt kız arkadaşının kaybedene, onu<br />
aramak için Gaziantep’e gidene kadar materyalist birisiydi. Duyuların<br />
ötesinde başka âlemler olabileceğine ihtimal vermiyordu. Zaten Sinem<br />
ve Scott çocuklarına dini eğitim vermemiş, onlara ampirik birer bakış<br />
açısı kazandırmışlardı. Ancak Gaziantep’te düşüncelerinin ötesinde,<br />
akıl yürütmeyle anlamlandıramadığı pek çok gizemli enteresanlıklar<br />
deneyimlemek zorunda bırakılmış ve katı zihnini o zamandan sonra<br />
doğaötesi algısına açmıştı.<br />
Gece yarısı, bir türlü uykuya dalamamasının ardından, biraz İpek’in<br />
huzurlu soluğunu dinledikten sonra yataktan çıktı, buzdolabından bir<br />
şişe soda aldı, sodayı bir dikişte içti, sonra balkona çıkıp biraz nefes<br />
alıp verdi, ardından sessizce yeğeninin odasına girdi, ışığı biraz açtı ve<br />
kırmızı kemanı eline alarak incelemeye koyuldu. Kokusu ne de hoştu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
64<br />
Kaybedilen Sevgiliye Dökülen Gözyaşları<br />
Yaşlı Hırvat’ı o hafta akşam yemeğine davet ettiler. Yemekleri İpek<br />
ve Stanley Kaan internetten izledikleri yemek programlarına bakarak<br />
birlikte yaptılar. Çorbasından ara sıcağına, salatasından tatlısına tamı<br />
tamına dokuz çeşit yemek hazırladılar. Fakat yaşlı konukları renk renk<br />
yemeklerin kokularına ve görünüşlerine, sofra sunumuna, masanın şık<br />
atmosferine iltifatlar ettiyse de, yemeklerin hiçbirini, mezeleri dahi bir<br />
çatal olsun tatmadı. Bir sürahi soğuk suyun eşliğinde yanında getirdiği<br />
kapkara hurmaları yedi sadece. Sorduklarındaysa ruhani âlemle daha<br />
rahat temasta kalmasına sağlayan özel bir diyet uyguladığını söyledi.<br />
Çocuk da sofrada olduğu için, nasıl öğrendiğini sormamalarını rica<br />
ettiği aksanlı, tuhaf Türkçesiyle konuşuyordu. Bahsettiği anlaşılması<br />
güç konuları ev sahibi çiftin daha rahat kavrayabilmesi adına çok hoş<br />
alegorik hikayeler anlatıyor, böylece çocuğun da dikkatini vermesini<br />
sağlıyordu. Kendisi hakkında konuşmaktan kaçınıyordu. Planlarından<br />
bahsetmeyi yeğliyordu. Ahmet Ekber ile öncelikle tarihe geçmiş kimi<br />
katliamların gerçekleştiği yerleri ziyaret etmek istiyordu. Toplu olarak<br />
ölüme gönderilmiş insanların yaşayanlarla temas kurmaya biraz daha<br />
gönüllü olduğunu görmüştü. Hem de birçok ruhaniyete kulak verildiği<br />
için kendilerinden elde edilen bilgilerin doğruluk payı artıyordu.<br />
İlerleyen saatlerde İpek’ten kışkırtıcı bir teklif geldi. Eski eşi Sean<br />
Hakan’ın malikanesine gitmelerini, keza malikane topraklarında insan<br />
gömülü olduğunu bildiğini, bunların bazılarının kendisi orada yaşıyor<br />
iken gece yarıları gizlilik ve çabuklukla defnedildiğini söyledi. Öneri<br />
Stanley Kaan’ın moralinin bozulmasına yol açtı. Yaşlı Hırvat cidden<br />
ölüler ile temas kurabiliyorsa, Kürt güzelini er geç öğrenecekti İpek.<br />
Bunu istemiyordu. Fakat bilmeği, İpek’in bildiğiydi. Kızdan haberi<br />
vardı. Kızı acı şekilde öldürdükten sonraki haftalarda vicdanı sızlayan<br />
ve korku duyan Sean Hakan İpek’i aramış, yaptığı büyük kötülüğün<br />
detaylarını ona anlatmıştı. İpek bundan söz etmeye başladı. Stanley<br />
Kaan eliyle yüzünü, daha doğrusu, akmaya başlayan acı gözyaşlarını<br />
gizledi. Ona dokunmadılar. Yaşlı konuk ve İpek sohbete kaldıkları<br />
yerden devam ettiler. Böylelikle mistik dünya turunun ilk rotası belli<br />
olmuştu. Yalnız, malikane topraklarına Stanley Kaan’ın arzuladığınca,<br />
gizlice girilmeyecekti. Ertesi gün çocuk babasına telefon açacaktı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
65<br />
Kimseye Etmem Şikayet<br />
Ahmet Ekber babasının görünüşüne epeyi şaşırdı. Sean Hakan onun<br />
hatırladığı son haline hiç benzemiyordu. Gözle görünür bir biçimde<br />
yaşlanmıştı; Stanley Kaan ile yan yana gelselerdi, onun kardeşinden<br />
on yaş daha büyük olduğu düşünülürdü. Oğlunu ve beraberinde gelen<br />
yaşlı arkadaşını (ikili arkadaş gibi davranıyordu) coşkuyla karşıladı.<br />
Le Violon Rouge, fils dışarıdaki sert esinti yüzünden tatlı bir ritimle<br />
hafifçe sallanıyordu. Sean Hakan yaşlı konuğuna viski ve puro ikram<br />
ettiği sırada, Ahmet Ekber kendisine olağanüstü derecede benzeyen<br />
son balmumu heykelin önünde hayranlıkla dikiliyordu. Savrulan puro<br />
dumanları ahşap tavana ağır ağır yükselmeye başladığında bile Ahmet<br />
Ekber hâlâ heykelin yanındaydı. Sean Hakan’ın gözü hasretle özlediği<br />
oğlunun üzerindeydi. Yüzü gülüyordu. Yaşlı Hırvat’ın gözlerindeyse<br />
kibirli bir gülümseme vardı. Sean Hakan ile zamanında bir ortaklıkları<br />
olmuştu. Bir kış ayı, medeni dünyanın unuttuğu iki Afrika hükümetini<br />
birbirlerine düşürerek, iki tarafa da mühimmat pazarlayarak yüklüce<br />
bir miktarda para kaldırmışlardı. Hırvat, geçen kuşağın belki en büyük<br />
futbolstarı olan Sean Hakan <strong>White</strong> hakkında hemen her şeyi biliyordu,<br />
ancak Sean Hakan kendisini tanımıyordu; zaten ortaklıkta bulunduğu<br />
kimseleri şahsen hiç görmemiş, onlarla tanışma imkanı bulamamıştı.<br />
Malikanenin yeni kahyası yanındaki hizmetli kızlarla birlikte belirli<br />
aralıklarla tekneye gelerek ikramlarda bulundu. Ahmet Ekber önceden<br />
hiç tatmadığı bir meyveyi denedi yalnızca. Asıl tuhafına gidense, yaşlı<br />
Hırvat’ın, önüne konan bütün tabaklara oburca elini uzatmasıydı. Aynı<br />
adam daha iki gün önce kendi sofralarındayken sadece hurma yemişti.<br />
İkram faslının ardından, yaşlı Hırvat, Ahmet Ekber’den, babasına jest<br />
olarak, biraz keman çalmasını rica etti. Çocuk malikaneye koyu kızıl<br />
vernikli özel kemanını değil, ondan pahaca çok daha üstün olan yedek<br />
kemanını getirmişti. Bunu çocuğun tam da anlayamadığı bazı kapalı<br />
nedenler öne sürerek yaşlı Hırvat önermişti. Ahmet Ekber ilkin kendi<br />
bestelediği parçalardan ikisini çaldı. Sean Hakan’ın gözleri mutlulukla<br />
nemlendi. Daha sonra yaşlı Hırvat çocuğun kulağına yaklaşıp bir şey<br />
fısıldadı. Çocuk, hiç görmediği dedesi Scott <strong>White</strong>’ın bayıldığı Türkçe<br />
parçalardan olan Kimseye Etmem Şikayet’i çalmaya başladı ve Hırvat<br />
hoş nağmelere yumuşak Türkçesiyle eşlik edip parçayı seslendirdi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
66<br />
Bir Dolap Dönüyor Yine<br />
Ziyaretime aileden olmayan birisi geldiğinde, Nurhayat Hanım ona<br />
on dakika süre tanır, on dakika dolduğunda kapıyı tıklatmadan odaya<br />
girer ve beni ziyaretçiden kurtarırdı. Son gelen ihtiyar beni huzursuz<br />
etmişti. Pencereye dönüktüm, penceredeki yansımadan çapraz duvarda<br />
asılı saati gözlüyor, dakikaların geçmesini bekliyordum. Fakat dakika<br />
dolduğu halde Nurhayat Hanım odaya girmeyince ters giden bir şeyler<br />
olduğunu anladım. İşte o zaman kendi kasti mırıltılarımdan ötürü ne<br />
dediğini duymamayı başardığım adamı dikkatle dinlemeye koyuldum.<br />
En sonunda inadı bırakıp kendisini dinlediğimi fark edince yaşlı adam<br />
oturduğu sandalyeyi götürüp kapının koluna dayadı. Nurhayat Hanım<br />
istese bile giremeyecekti odaya. Öd kopması nedir, o esnada yaşadım<br />
diyebilirim. Şaşkınlıktan kıpkırmızı kesildiğimi hissediyordum.<br />
İnsanlardan sakladığım gerçeği her nasılsa biliyor gibiydi. Yine de<br />
o konuşadursun tedbiri elden bırakmıyor, rol yapmayı sürdürüyordum.<br />
Yanında getirdiği sarı zarfı o zaman açtı. Gece yarıları tebdili kıyafet<br />
evden ayrılıp sokaklarda sürterken çekilmiş onlarca fotoğrafım vardı<br />
elinde. Numara yapmayı kestim haliyle. Belimi doğrulttum, tekerlekli<br />
iskemlemden kalktım, vücudumu esnettim, ohh, boynutu kütürdettim.<br />
Kim olduğunu sordum ona. Herkesin bildiği kimliğini açıkladı ve<br />
bunun asıl kimliği olmadığını da. Ardından uzun bir müddet sustum ki<br />
konuşsun, ne biliyorsa, bana şov yaparcasına anlatsın. Anlattı. İhtiyar<br />
bildiklerini anlattıkça öfkeden kudurdum. Üzerine atılıp onu boğasım<br />
geldi. Kimse de benden bunu yaptım diye hesap soramazdı. Fakat o<br />
konuşmayı sürdürdükçe onu boğmamın imkanı olmadığını sezdim ve<br />
yapmamı dilediği şeyleri sıraladığında isteklerini mantıklı buldum. El<br />
sıkıştık. Tekrar ziyaretime geleceği ana değin sabırsızlık duydum.<br />
Ertesi haftanın başında, gece yarısı, Nurhayat Hanım yaşlılığına has<br />
ölüm uykusuna yatmışken, önceki gelişinde kalıbını aldığı ve herhangi<br />
bir anahtarcıda basitçe çektirdiği kopya anahtarla daireye girdi. Yanı<br />
sıra birini daha getirmişti. Adam benim bire bir kopyamdı. Annem ve<br />
babam, tövbe estağfurullah, tekrar hortlayıp bir araya gelseler, bana bu<br />
denli benzeyen bir herif mümkünü yok doğmazdı. İşgüzar ihtiyarımız<br />
yaşlı adamı haplamış, öyle getirmişti. Herif ayakta zor duruyordu, onu<br />
tekerlekli iskemleme oturttuk. Gerginliğimizi alsın diye sigara yaktık.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
67<br />
Meğerse<br />
Sigaraya doyamadık. Birer tane daha yaktık. Sonra birer tane daha.<br />
Odam iyice duman altı oldu. Ceket cebinden bir ustura çıkardı ihtiyar.<br />
Bana ikizlerim gibi benzeyen herifin tişörtünü çıkarmamı istedi. Okey,<br />
yaptım dediğini. Herifi öne eğdik. Usturayla sırtına iki tane çizik attı.<br />
Bu kez cebinden küçük parmağıma benzeyen şeffaf, cam bir şişe çıktı.<br />
Kapağını açtı, şişenini ağzına parmağının ucunu dayadı, şişedeki ıslak<br />
şeyle nemlenmiş parmağını herifin sırtındaki, ustalıkla incecik çizilip,<br />
doğru dürüst kanamamış bile olan kesiklere sürdü. Ardından ceketinin<br />
ceplerini tekrar karıştırdı ve hayatımda gördüğüm en minik şırıngayı<br />
çıkardı oradan. Siyah tişörtünü tekrar giydirdik, onu geriye yasladık.<br />
Sol eliyle çenesinden kavradı onu, ağzını açtı, dilinin altına, yumuşak<br />
dokuya şırınganın iğnesini batırdı ve içindeki sıvıyı enjekte etti. Sırt<br />
bölgesinde bulunan kesiklere uygulanan ecza sayesinde adam benim<br />
önceki halim gibi zihinsel ve bedenli engelli olacak, dil altına batırılan<br />
iğne sayesinde de ekstradan salya akıtıp duracaktı. Keşke bu sıvıdan<br />
haberim olsaydı, diye düşünmeden edemedim, tükürüğümü biriktirip<br />
salya gibi akıtmaktan nefret ediyordum çünkü.<br />
E tanımışsınız artık; Steven Arda, ben. Başından beri dehşetle takip<br />
ettiğiniz bu novellayı kaleme alan kişi; <strong>White</strong> Kardeşler’in en akıllısı.<br />
Bilincim yirmi sene kapalıydı. O sıralar ne âlemlerdeydim bilemem.<br />
Kardeşim Stanley Kaan esmer güzeli o hatunla ziyaretime geldiğinde,<br />
hatırlarsınız, bana büyülü bir toz yutturdular. Gerçi, hani kaşıkla zorla<br />
yuttururlar, öyle değil, damağıma birazcık sürdüler, ben onu sonradan<br />
yuttum gitti, ondan diyorum. Neyse. Bilimcim ilk yerine geldiğinde<br />
nasıl da dehşete kapılmıştım! Aklım başımdan gitmişti. Bu tabir pek<br />
uymadı farkındayım, çünkü aklım zaten başıkda değildi. Of, niye lafı<br />
uzatıp duruyorsam! Çeneme vurdu herhalde onca yılın acılı yalnızlığı.<br />
Onlarla o senesi güle oynaya güzel vakit geçirdim. Sonra bir şekilde,<br />
dönüş vakitlerine yakın, kardeşimde huzursuzluk sezdim. Ne kadar<br />
anlamamazlıktan gelsem de, beni kandırdıklarını anlamıştım, bir rüya<br />
değildi yaşadıklarım; babam yüzünden tam yirmi koca senem gitmişti.<br />
Nasıl fark ettim bilmiyorum, Stanley Kaan’ın niyetini sezdim; bana bu<br />
yalanı daha fazla yaşatmamak için tozdan kurtulacaktı. Yok canım! O<br />
kadar kolay değildi işte o iş! Tozu yok olmaktan kurtarmayı başardım.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
68<br />
Türk İşi Seyreltilmiş Büyü<br />
Bana tozu gün aşırı uyguluyorlardı. Bir gün benimle geçiriyor, bir<br />
gün kendi başlarına gezip tozuyorlardı. Onlar gezerlerken ben eski<br />
halimde bilinci kapalı olarak kalıyordum. Derken büyülü tozun yerini<br />
buldum. Anlaşılmayak küçük bir kısmını zulaladım. İyi geceler dileme<br />
vaktim geldiğinde, uyumadan önce tozdan bir tutam yutuyordum ki<br />
uyandığımda aklım başında olsun. Tabii onlar bunu bilmiyor, mamamı<br />
yedirdikten, salyamı sildikten sonra hiç utanma duymadan karşımda<br />
öpüşüyor, yiyişiyor, hızlarını alınca toparlanıp gezmeye çıkıyorlardı.<br />
Onlar evde yoklarken babamın laboratuvarında tanık olduğum bazı<br />
deneyleri hatırlamaya zorladım hafızamı ve toz üzerinde birtakım<br />
çalışmalarda bulundum. Hatta bir gün çıkıp parasız kaldığı için kaçak<br />
kürtaj yapan esrarkeş bir eski kimyagerle saklı muayenehanesinde<br />
görüşüp tozun seyreltilebileceğini ve bunun nasıl yapılacağını adım<br />
adım harfiyen öğrendim. Adam tozla pek ilgilenmemişti ve anlatmaya<br />
kalkıştığımda da kendisiyle kafa bulduğumu düşünmüştü, ama yine de<br />
oyunuma ortak oldu; tozu seyreltme yöntemini öğrenmekle kalmayıp<br />
aslına çok benzeyen bir kese plasebo çakma toz da ürettik. Kardeşimin<br />
üzerine sifon çektiği o içinde mısır ununa kadar bir sürü bok püsür<br />
olan toz sahteydi anlayacağınız.<br />
Büyülü tozun aslını ne kadar seyreltsem de etkisi değişmiyor. Şu an<br />
zulamda yedi çuval seyreltilmiş toz var. Tadını falan da güzelleştirmiş<br />
olduğumuz için bazen dayanamayıp yemek kaşığıyla ağzına tıktığım<br />
oluyor. Dozajındaki değişiklik etkisini değiştirmiyor; dilimin ucuna<br />
bir tutam değdirmemle, boğazımdan aşağı bir maşrapa sulandırılmışını<br />
dökmem hiç fark etmiyor.<br />
Yeri gelmişken: Kullandığım üslup sizi yanıltmasın. Bu novellayı<br />
yazmaya, şu son bölümlerde hikaye ediyor olduğum zamandan yirmi<br />
yıl sonra, altmış yaşımı doldurduğumda başladım. Ailemin hikayesi<br />
olan kitap, üç kardeşin altmış yaşlarına kadarki hayatını anlatıyor.<br />
Tekrar hayata dönüp yerime hayatını elinden aldığım bir benzerimi<br />
koyduğumu, yaşlı ortağım haricinde bir kişi daha biliyor: Pek sevgili<br />
yeğenim Ahmet Ekber. Tanıdığım kadarıyla söyleyebilirim ki kendisi<br />
çok çakal ve düzenbaz bir çocuk, ama aynı zamanda büyük bir keman<br />
virtiözüdür. Karanlık bir ortaklık içerisindeyiz üçümüz. Hah ha.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
69<br />
Yaşlı Hırvat’ın Asıl Amacı<br />
Yaşlı Hırvat’ın aslında öte âlemlere karşı ilgisi yoktu, hatta onun bu<br />
âlemlerin varlığına inandığından bile şüpheliyim. Yeğenimin kırmızı<br />
kemanını istemesinin nedeni, bunu kendisi açıkladı, çocukluğumuzda<br />
karşılaştığımız Le Violon Rouge teknesinin sahibesine ömrü boyunca<br />
aşık olması, kadının teknede tek başına ölmesi, kemanınsa teknenin<br />
omurgasındaki kirişlerden yapılmasıydı. Bütün ömrü boyunca aşkıyla<br />
yanıp tutuştuğu, kendisinden on üç yaş büyük olduğunu öğrendiğim<br />
kadından kendisine kalan tek hatıra bu kemandı. Le Violon Rouge, fils<br />
isimli teknenin orijinalinin eş kopyası olduğunu bildiği için, ihtiyar,<br />
kardeşim kendisini teknede ağırladığında duygu dolu anlar yaşamıştı.<br />
Onlar teknedelerken, yeğenim Ahmet Ekber yanında getirdiği yedek<br />
kemanıyla Sean Hakan’a babamızın sevdiği parçalardan bir potpuri<br />
icra etmekteyken, kırmızı kemanın haftalar önce hazırlanmış ustaca<br />
bir kopyasını Hırvat’ın adamları aslıyla değiştirmişlerdi. Yaşlı Hırvat<br />
keman çalmayı bilmiyordu, bu sebeple hayatının son dönemlerini, bir<br />
camekanın içerisine koyduracağı kızıl kemanı yaşlı gözlerle süzerek<br />
ve Ahmet Ekber’in kırmızı kemanı çalarak doldurduğu demo kayıtları<br />
yürek yakıcı eşşiz acısıyla dinleyerek geçirecekti. Zamanında kendisi<br />
meteliksiz bir adam olduğu için, kocası ölüp aşkla bağlı olduğu kadın<br />
okyanuslarda yapayalnız kaldığında onun izini sürüp de aşkını itiraf<br />
edememişti. Karanlık işlere girip eli paralandığındaysa izini sürdüğü<br />
artık o kadın değil, kadınla birlikte suların derinliğini boylamış olan<br />
tekne enkazıydı. Yüreğim sıkışarak dinledim hayat hikayesini.<br />
Hollandalı kadının bizi çocukluğumuzda torunlarıymışçasına sevip<br />
anne babamıza da aynı şekilde büyük bağlılık duyduğunu öğrenmiş ve<br />
kendisi de bizi yıllar yılı araştırdıkça her birimize sempati beslemişti.<br />
Kardeşlerimin sportif kariyerlerinin yükselişlerinde olsama bile bu<br />
yükselişlerin istikrarını korumasında gizliden gizliye katkısı olmuş ve<br />
özellikle Sean Hakan’ın göz kamaştıran müthiş servetini elde etmesine<br />
yardımı dokunmuştu, ancak onu tehlikeli ortaklıklardan, cinayetlerden<br />
ve başına gelen trajediden korumakta başarılı olamamıştı. Şimdilerde<br />
ise Ahmet Ekber sayesinde aileye karşı açıktan bir yakınlık kurabilmiş<br />
ve beraber zaman geçirdikçe bağlandığı Ahmet Ekber’e alışıp torun<br />
sevgisini tadabilmişti. Gözlerinden anlıyordum. Bizi seviyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
70<br />
En Zor Şeyidir Dünyanın, Ne İsteyeceğine Karar Vermek<br />
Resmi olarak yeryüzünde değildim. Kimliksizdim. Sahte hüviyetler<br />
ile dolanıyordum. Görünür ve karanlık iş çevrelerinde ihtiyar Hırvat<br />
beni insanlara yaveri ve manevi oğlu sıfatıyla takdim ediyordu. Bir<br />
dizi estetik operasyon geçirmiş, kardeşlerimi andıran kırk iki yıllık<br />
yüzümden kurtulmuştum. Yeni görünüşümle sanki daha karizmatik bir<br />
adam olmuştum. Param vardı, nüfuzum vardı ve dilediğim her alanda<br />
olanaklar alabildiğine önümde seriliydi. Ne istersem yapabilir, nasıl<br />
biri olmayı arzularsam öyle bir adam olabilirdim. İtiraf etmeliyim ki<br />
başlarda odağımı şaşırdım; on yıllar boyunca bir odaya hapsolmuş<br />
biriyseniz, hayatınız birden değişip bütün olanaklar önünüze serildiyse<br />
atılacak bir sonraki adım için (veya en basitinden canınızın neler neler<br />
istediğiyle ilgili) öyle kolay kolay karar veremiyorsunuz.<br />
Ciddi ciddi, oturup düşündüm bunu. Bir karar vermem gerekiyordu.<br />
Yoksa niye yaşıyordum ki? Beni hayata bağlayacak, küçük şeylerden<br />
zevk almamı sağlayacak, kanımı ısındıracak bir hedefim, hedeflerim<br />
olmalıydı. Çocukken heves ettiğim gibi ressam olmayı düşledim. Çok<br />
özenirdim yaptığım resimlere. Yahu bu yaşta çocuk bu kadar detaylı<br />
nasıl resmediyor, derdiniz görseydiniz. Bir diğer düşüm de bir ekiple<br />
birlikte gecemizi gündüzümüze katıp büyük bir şevkle dünyanın dört<br />
yanında her şey hakkında belgeseller çekmekti. Safari belgeselleri, av<br />
belgeselleri, tarihi belgeseller, kozmik belgeseller, daha bilimsel olan<br />
belgeseller, arkeolojik belgeseller… Karar veremiyordum. Zordu.<br />
Sonunda kararımı verdim. Benim istediğim İpek’ti. Nabokov’un o<br />
satırlarındaki gibi; İpek, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım,<br />
ruhum. İpek’e hâlâ aşağım. Bilincim yirmi yıl üzerine yerine geldiği<br />
an inanın ilk düşündüğüm İpek’imin çocuklukta kalan o güzelim yüzü<br />
olmuştu. İpek şu an kırk dört, kırk beş yaşlarında olmalı. Bense kırk<br />
ikiyim, ama bunun yalnızca yirmi ikisini gördüm, duydum. Anladınız<br />
ne demeye çalıştığımı; hâlâ bir delikanlıyım ben, hâlâ. Onu istiyorum.<br />
Kardeşlerimden Stanley Kaan’ı hep daha çok sevmişimdir, ama İpek’i<br />
elde etmek için ömrümün en büyük ikinci kötülüğünü ne yazık ki ona<br />
yapacağım. Kardeşimin mutluluğunu elinden alacağım. Ve muvaffak<br />
olacağıma inancım tam; kardeşimin çok sorumluluğu var, benimse<br />
İpek için vaktim, enerjim, imkanlarım. Aşığım ulan! Var mı dahası?
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
71<br />
Yirmi Birinci Yüzyıl Beyefendisi<br />
İşim zordu, kolay değildi. İşleri başından aşkın Stanley Kaan’ı fazla<br />
hafife alıyordum. Onun yerine göre tam bir aşk meşk adamı olduğunu<br />
unutuyordum. Bense öylesine toydum ki bu işlerde. Ama kafaya bir<br />
kere koymuştum. İpek benim olacaktı.<br />
Öncelikle kendimi aileye nasıl takdim edeceğimi bulmalıydım. En<br />
iyisi belki Ahmet Ekber’in musiki çalışmaları ve dünyaca tanınması<br />
için olanak sağlamak, anne babası ile bunu kullanarak yakınlaşmamdı.<br />
Evet, en doğrusu buydu. Yeğenim ile görüştüm. Benim tekrar ailesinin<br />
kopmaz bir parçası olabilmem için işbirliği yapmaya hazırdı.<br />
O sıralarda yaşlı Hırvat’ımız, çocuğun kemanını ele geçirdiği için,<br />
biraz geri plana çekilmek isteyip kendisine seyahat etmesinin sakıncalı<br />
bulunduğu bir hastalık icat etmişti. Mistik dünya turları şimdilik rafa<br />
kalkmak zorunda kalmıştı böylece. Ahmet Ekber ile İspanya’ya dönüp<br />
çocuğu tamamen müzik çalışmalarına yönlendirdi. Bense hazırlıklarla<br />
uğraşmaktaydım. Kendimi İpek gibi zarif bir kadının hoşuna gidecek<br />
şekilde geliştiriyordum. Çok eksiğim vardı. Kalabalık meclislerde, şık<br />
kokteyllerde, galalarda, iş toplantılarında, toyluğum yüzünden elim ve<br />
ayağım birbirine dolanıyor, hareketlerimi nasıl yönlendireceğimi, nasıl<br />
konuşmam gerektiğini, duruşumu, tavrımı nasıl etkin kılabileceğimi<br />
tam kestiremiyordum. Yaşlı Hırvat dostumun, Ognjen Bey’in nüfuzu<br />
sayesinde bulunduğum şehirdeki kalburüstü etkinliklere çağrılıyor ve<br />
bu tarz elit toplantılarda acemiliğimden, eksikliklerimden kurtulmaya<br />
çabalıyordum. Ognjen Bey, bana yol yordam öğretmesi için, nereye<br />
gitsem eşlik eden, son derece tatlı, modellik yapan yirmi dört yaşında<br />
bir kızla tanıştırdı. Kız, Ognjen Bey’in ailesinin uzak kanadından bir<br />
akrabasıydı. Araları da çok iyiydi. Şimdi düşünüyorum da, o dünyalar<br />
sevimlisi, tatlı Jelena olmasaydı, kendimde kesinlikte İpek’in karşısına<br />
çıkacak cesareti bulamazdım. Yirmi birinci yüzyılın henüz girdiğimiz<br />
ikinci yarısında, seçkin hanımların kalplerini çarptıracak niteliklerde<br />
uygar bir beyefendi nasıl olursa layığıyla öyle olabilmemi Jelena ile<br />
olan tanışıklığıma borçluydum şüphesiz ki.<br />
Bir öğle vakti İspanya’dan telefon aldım. Bir bayan sesi. Tanımam<br />
imkansızdı. İpek’ti hattın öte ucundaki. Kendisini tanıttığı ve çocuğu<br />
için sağladığım olanaklar adına teşekkür ettiğinde soluğum kesiliverdi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
72<br />
Caz Dinletisi<br />
Jelena’yı beraberimde gelmeye ikna ettim. İpek’in üzerinde daha<br />
yoğun bir etki bırakabilmem için Jelena sevgilimmiş gibi rol yapacak<br />
ve böylesi hoş bir genç bayanı elde edebilmiş olmam İpek’in ilgisini<br />
çekecekti. Biletlerimizi aldığımız sabah İspanya’dan ikinci bir telefon<br />
aldım. Bu defa arayan kardeşimdi. Telefonu kendisiyle henüz tanışma<br />
fırsatı bulamamış bir yabancı edasıyla yanıtladığım halde kardeşimle<br />
sohbet etmek bana iyi geldi, mutluluk duydum, onu özlemiş olduğumu<br />
fark ettim. Çalıştırdığı takım ile İspanya Kral Kupası’nı, Copa Del<br />
Rey’i almış ve geleceğim akşam, kaldığı villanın bahçesinde toplu<br />
davet düzenliyormuş, buna katılacak olmam onları sevindirmiş falan.<br />
Olanca ikiyüzlülüğümle tebrik ettim onu; izlememiş olduğum halde<br />
final maçının rövanşında takımının gösterdiği nefis performansla tv<br />
karşısında nasıl da büyülendiğimden söz ettim.<br />
Aeropuerto de La Coruña dış hatlar çıkış peronunda bizi kendisinin<br />
bizzat almaya geldiğini görünce onore oldum. Takınmam gereken rolü<br />
az kalsın unutuyor, yıllardır görmediğim kardeşimin boynuna hasretle<br />
sarılıyordum. Neyse ki güzel Jelena kolumu hafiften şöyle bir dürterek<br />
toparlanmamı sağladı. Kendine nasıl da bakmıştı Stanley Kaan. Çakı<br />
gibiydi. Maşallahı vardı. Yakışıklı kardeşimle gurur duydum. Diğeri<br />
ise, Sean Hakan, duyduğuma göre berbat haldeydi. Kan öksürüyor,<br />
hızla kilo kaybediyordu. Sean Hakan’ın onca servetine karşın yalnız<br />
kalması ne acı. İnsanlardan nefret etmemem ve başımdan ne geçerse<br />
geçsin kalbimi katılaştırmamam gerektiğinin en canlı örneği odur.<br />
Nihayet o beklenen an geldi. İpek bizi villanın girişinde bekliyordu.<br />
Stanley Kaan’ın aracından indik. Sıcakkanlı bir tavırla geldi yanımıza.<br />
Yanaklarımızdan öptü bizi. Gördüğüm en güzel kadındı. Gözlerimin<br />
içine içine bakarak konuşması aklımı başımdan almaya yetti. Sizlere<br />
yemin ediyorum, kadın hiçbir şey yapmadan iki dakikada sarhoş etti<br />
beni. Gece boyunca da en çok bizimle ilgilendi. Bunu belki S. Kaan<br />
istemişti ondan, belki de gözlerimi üzerinden zor ayırışım yüzünden.<br />
Son dönemde dünya çapında popüler olmuş, isimlerini sık işittiğim<br />
bir caz grubu sahne alıyordu bahçede. Dört yüzü aşkın davetli vardı.<br />
Deportivolu futbolcularla, antrenörlerle, kulübün başkanıyla, sportif<br />
direktörüyle, kongre üyelerinden bazılarıyla tanıştırıldım.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
73<br />
Mümkün Değil Şu İpek’i Anlamak<br />
Evinde istirahatte olduğu zannedilen Ognjen Bey’in aslında Çad’da<br />
olduğunu yalnızca ben biliyordum. Kendisinden haber alamıyordum<br />
günlerdir. Evlerinde ağırlanmak üzere İspanya’ya gideceğimiz haftaya<br />
kadar düzenli olarak Ahmet Ekber ile görüşebiliyordum, fakat son altı<br />
gündür telefonu sürekli kapalıydı. Stanley Kaan havaalanında Jelena<br />
ve beni karşılayana kadar bir şeylerin ters gidiyor olduğundan korkup<br />
telaşlanmıştım. İpek’le karşılaştıktan sonraysa tamamen rahatladım.<br />
Gece boyunca Ahmet Ekber’i ortalarda göremedim. İpek’e sordum.<br />
Midesinden rahatsız olduğunu, ilaç içip erkenden yatağına girdiğini,<br />
kendisini kahvaltıda görebileceğimi söyledi. Üzerinde durmadım.<br />
Gece sonlanıp davetliler villadan ayrıldığında İpek bizi bizim için<br />
hazırlanan odaya çıkardı. Üzerimi değiştirdikten biraz sonra ben tekrar<br />
bahçeye indim. Jelena çok içmiş, sarhoş olmuştu, çarşafı açmadan küt<br />
diye yatağın üzerine devrilmiş, hemen uyumuştu. Güzel esiyordu hava<br />
ve dolunay vardı. Mutluluktan şaşkın haldeydim. İpek’e bunca yakın<br />
olabilmenin mutluluğuydu bu. Ardı ardına sigara yakıyordum farkına<br />
varmadan. Üzerimdeki parlak yıldızlar sanki ruhumun göğe dağılmış<br />
parçalarıydılar. İçim öylesine ferahtı.<br />
Sallanan hasır bir sandalyedeydim. Bacaklarımı uzatmıştım, keyif<br />
çatıyordum. Arkamda bir çakmak çaktı. Başımı çevirdim. Anlaşılan<br />
İpek de uyuyamamıştı. Kibarca selamladı beni. Sigarasını tutuşu, içişi,<br />
serin esinti yüzünden hırkasına sarılışı, ağzına giren saç tellerini geri<br />
atışı, kısaca her şeyi öylesine büyüleyiciydi ki o gece. Ben de selam<br />
verdim. Konuşmaya başladık. Ayakta dikilmekten sıkılınca karşımda<br />
duran hasır kanepeye oturdu. Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu.<br />
İpek birden gece boyunca neden sürekli kendisini izlediğimi sordu.<br />
Yanımda dünyalar güzeli bir kız olduğu halde. Ben bu ani soruya bir<br />
yanıt ararken, yine ansızın, benimle sevişmek istediğini söyledi. Yine<br />
öyle gözlerime bakıyordu. Göz temasımız bu defa epeyi heyecanlıydı.<br />
Kalbim delice çarpıyordu. Boynumdaki nabız atışını duyuyordum. İki<br />
dakika kadar sessizce durduk. Tepki vermekte gecikmiş, belki de bu<br />
yüzden utanmasına neden olmuştum, belki de, daha kötüsü, ne kadar<br />
toy birisi olduğumu sezmiş ve bana acıdığı için, kendisine kızdığı için<br />
susuyor, kalkıp gitmek için küçücük bir jestimi bekliyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
74<br />
Dört Tekerli Pembe Garsoniyer<br />
Yer yarılsa da içine girsem diye bekliyordum ki, İpek gene, hafiften<br />
bozulmuş bir sesle, deminki gibi ansızın, kendisiyle sevişmek istiyor<br />
muyum istemiyor muyum öğrenmek istedi. Üzerime lanet olası bir<br />
tutukluk gelmişti. Dayanamadı sonunda, ayağa kalktı, elinde tuttuğu<br />
paketteki son sigarayı dudaklarına koydu. Çakmağın titrek alevi güzel<br />
yüzüne vurdu. Kendisini izlememi söyleyip yürümeye başladı. Dışarı<br />
çıktık. Pembe arabasına bindik. Arada böyle çılgınlıklar yaptığını ama<br />
kesinlikle kocasının evinde başkasıyla sevişmediğini söyledi.<br />
Heyecanla soluyordum. Böylesi heyecanları insan rüyalarında bile<br />
nadiren yaşar. Zaten nedense insan rüya görüyorken normal hayata<br />
nazaran daha ihtiyatlı oluyor, ancak uyandıktan sonradır ki, lan keşke<br />
şöyle şöyle davransaydım, rüyaymış, ne bileyim, falan diyor. Karanlık<br />
bir yoldan ilerledik. Issız bir kırsaldan geçtik az sonra. Yoldan çıkardı<br />
bizi İpek, araba eğimli, tümsekli, çimenlik bir arazide tangır tungur<br />
dalgalanmaya başladı. Sertleşmiş ve ıslanmıştım. Bir kontrol ettim ki<br />
şortumun üzerine bile geçmiş ıslaklık; tam rezillik. Derken büyük mü<br />
büyük bir ağacın kalın gövdesinin önünde durduk. İpek farları kapadı.<br />
İncecik bedeniyle uzanıp dokunmatik kontrol ekranındaki göstergeye<br />
basmasıyla birlikte oturduğum koltuk mekanik bir yumuşak tıkırtı<br />
çıkararak arkaya yattı. İpek elbisesini kalçasının hizasına kadar sıyırdı<br />
ve çevik bir hamleyle, yüzü bana dönük, kucağıma oturdu. O elbiseyi<br />
üzerinden tamamen sıyırırken ben de şortumun düğmesini çözdüm,<br />
fermuarımı açtım, şortu çıkarıp dizlerimden aşağı ittim zorlanarak.<br />
Başımı kaldırdığımda, ay ışığı sayesinde oluşan harika alacakaranlıkta<br />
İpek’in dolgun göğüslerinin yüzümün tam önünde olduğunu gördüm.<br />
Vücudu yirmili yaşlardaki genç bir kadının vücudu gibi diriydi hâlâ.<br />
Tutkuyla, heyecandan nefes nefese, bedenlerimiz ateşler içinde yana<br />
yana, biraz sertçe, biraz hırpalayarak, ısırarak, tırmalayarak, kızartarak<br />
ve yolarak, bazen gözlerimizi yumarak, rahat ve zevkten kıvrandırıcı<br />
olan pozisyonumuzu hiç değiştirmeden, uzun uzun öpüşerek seviştik.<br />
Dönüş yolunda gözlerimiz kapanıyordu. Pembe araba çok düşük bir<br />
hızla ilerliyordu. Yolda İpek bir kez konuştu. Kim olduğumu bildiğini<br />
söyledi. Gözlerim o an zınk diye açıldı. Geceyi uykusuz geçirdim.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
75<br />
Liverpool’a<br />
İpek önceki gece aklımı başımdan öylesine almıştı ki uykusuzluğun<br />
da etkisiyle kahvaltıda elim ayağıma dolanıyordu. Kendisi ise normal<br />
davranıyordu, demek ki böyle kaçamaklara alışkındı, toparlanabilmiş,<br />
hiçbir şey olmamışçasına sakinleşebilmişti. Tanışmamı istediği birisi<br />
olduğunu söylüyordu Stanley Kaan. Kahvaltı bitiminde beni yanına<br />
aldı, üst kata çıktık. Tanışmamı istediği kişi Mike’tı; babamın sakat<br />
kalmama yol açan eczasının bir benzeri sebebiyle yerimi alan talihsiz<br />
adam. Nurhayat Hanım’ın kalbine yenildiğini öğrenince kötü oldum.<br />
Kadının ölümünün ardından, ona yeni bir bakıcı aramak yerine Kaan<br />
ben sandığı Mike’ı bakımını burada sürdürmek için evine almıştı.<br />
İpek, Ahmet Ekber’in kendisinden bir şeyler gizlediğini, bir şeyler<br />
çevirdiğini anlamıştı ve oğlunun ağzından girmiş burnundan çıkmış,<br />
sırrımızı ona itiraf ettirmişti. Zavallı yeğenim utancından yüzüme bile<br />
bakamıyordu. Müsait bir zaman kollayıp onunla yalnız kaldım, sorun<br />
olmadığını, kendisine kızmadığımı söyledim. Hâlâ dosttuk yani.<br />
Stanley Kaan gün boyu evde olmuyordu. İpek ile baş başa kaldık<br />
hep. Her fırsatta delileler gibi seviştik. Benimle (ve başka adamlarla)<br />
yatıyordu, ancak İpek kocasına aşıktı. Kendisinin fuck buddy’lerinden<br />
biriydim yalnızca, ilişkimiz, söylediğine göre, ben istedikçe sonsuza<br />
değin sürebilirdi. Bunu şimdilik bu şekilde yürütecek, İpek’in kalbini<br />
ileriki zamanlarda elde etmeye çabalayacaktım. Ne yalan söyleyeyim,<br />
mutluydum. Olaylar bekletimin üzerinde olumlu gelişmişti.<br />
Futbola yaz arası verilmişti. Ama Stanley Kaan takıma yeni sezon<br />
için takviye olacak olası transferlerin peşinden koşuyordu. Baş başa<br />
oturup uzun uzun sohbet ettiğimiz bir gece bana hayalinin gelecekte<br />
bir gün İnter’in başına geçmek olduğunu söyledi. Eğer bir gün bu düşü<br />
gerçekleşirse kulüp kendisini zorla kapı dışarı edene kadar İnter’den<br />
ayrılmayacak, ayrılmak zorunda kalırsa da, bu teknik direktörlük için<br />
erken bir yaşta gerçekleşecek olsa bile kariyene son verecekti.<br />
İspanya’dan derin bir huzurla ayrıldım. Bu huzurdan uzun süre ayrı<br />
kalamazdım. Yeni sezon başlamadan önce La Coruña’ya yerleştim bir<br />
sebep bulup. Fakat, şu talihsizliğime bakın ki, sezonun ilk haftasında<br />
kardeşim şok bir kararla Deportivo’yla sözleşmesini feshetti ve Ada<br />
ekiplerinden Liverpool’u çalıştırmak üzere ailesiyle İngiltere’ye göçtü.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
76<br />
Kardeş Ziyareti<br />
Onların peşine hemen harekete geçip Liverpool’a gitmeyi kendime<br />
yediremedim. Böyle yapsaydım hem kardeşimi kuşkulandırır, hem de<br />
İpek’in gözünde değersizleşirdim. Dişimi sıkmalı, bir müddet İngiltere<br />
dışındaki ülkelerde oyalanmalı, İpek’i yılda birkaç defa görmeye razı<br />
olmalıydım. Türkiye’ye döndüm ben de. Stanley Kaan ve İpek beni<br />
kimi varlıklı ailelerin koleksiyonlarına katmak istedikleri orijinalliği<br />
kuşkulu eserleri araştırmak üzere özel olarak görev alan sanat tarihçisi<br />
Profesör Yiğit Özaldem olarak tanıyordu. Bu kimliğimi bir nebze daha<br />
inanılır kılmak için sanat tarihi üzerine çeviri yayınlar yapacak olan<br />
küçük bir yayınevi kurdum. Yoğun bir şekilde kitap okumaya ve boş<br />
zamanlarımda bir şeyler karalamaya bu sıralarda merak saldım.<br />
Ognjen Bey, bakire olduğu yalanıyla kendisine yutturulmuş, ama<br />
aslında turistlere daha yüksek ücret karşılığında pazarlanmak üzere<br />
yakın zamanda vajinasını diktirmiş, olduğundan genç gösteren yerli<br />
bir kadından belsoğukluğu kapmış, fakat hastalığının semptomlarını<br />
geç göstermesi yüzünden ağır, sancılı bir başka rahatsızlığa kapılmıştı.<br />
Beni kendisine nasıl yakın gördüğünü şuradan hesap edin; akrabalarını<br />
değil direkt beni aradı. Gittim Çad’a. İlk uçağa atlayarak. Ne yazık ki<br />
kaldığı hastaneye vardığımda dünyasını değiştirmişti. Çok ağladım.<br />
Madem ki Ahmet Ekber’in bir nevi sponsoruydum ve Sean Hakan<br />
da oğluna onun heykelini yaptıracak denli kalben bağlı bir babaydı, o<br />
zaman kardeşime şöyle bir görünmenin vakti gelmişti. Bunu aslında<br />
İngiltere’ye gidecek bir sebebim olsun diye istemiştim. İpek’e yakın<br />
olmak için. Biraz da, çocukluk hatıralarımdan birinin somut örneği<br />
olan kopya kızıl tekneyi görmeyi arzuladığım için. Aralık ayında Sean<br />
Hakan’ın malikanesine gittim, ancak tekneyi görmem mümkün olmadı<br />
çünkü iki ay önce fırtınalı bir akşamüzeri üzerine yıldırım düşmüş,<br />
tekne çatırdayarak yanmaya başlamış, kardeşim bu üzücü sahneyi içi<br />
yanarak izlemişti. Olayı bana anlatırken gözyaşlarını gene tutamadı.<br />
Malikanenin yukarıdaki katları tadilattaydı. Kardeşim beni Stanley<br />
Kaan’ın kız arkadaşını öldürdüğü odada ağırladı üç gün. Ancak o sıra<br />
bunu bilmiyordum. Bu kitabı yazmaya başlamadan evvel insanlardan<br />
bilgi toplarken fark ettim kaldığım o odanın o oda olduğunu. Benden<br />
hâlâ nefretle bahsediyordu, karşısındakinin ben olduğunu bilmeden.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
77<br />
Skandal<br />
Birkaç hafta sonra, yeni yılın ilk ayında, beni mutluluktan uçuran<br />
bir gelişme oldu. Channel 5’te yayınlanan yüksek reytingli bir dizinin<br />
baş aktristi olan Venezuela kökenli bir oyuncunun ada magazinini<br />
epeyi süre meşgul eden gayrımeşru bebeğinin babasının Stanley Kaan<br />
olduğunun ortaya çıkmasının ardından, İpek kardeşimi terk etti, bana<br />
kaçtı. Bir sene önce Stanley Kaan Deportivo renklerine bağlamak için<br />
Manchester City altyapısında bulunan bir futbolcuyu gözlemek üzere<br />
adaya gelmiş, genç aktris ile bir eğlence mekanında tanışmış, o gece<br />
birlikte olmuşlardı. İpek’in saçma kararları ve takıntıları yüzünden şu<br />
sıralar Anadolu dergahlarından birinde yaşayan, Sean Hakan’ın adaşı<br />
olan oğlunun izini yitirmişti. Yeğeni Ahmet Ekberi çok seviyordu ama<br />
bir öz evladın ihtiyacını çekiyordu, bu yüzden, o geceden sonra da<br />
görüşmeyi sürdürdüğü aktristen çocuğu doğurmasını istemişti. Kız da<br />
zaten inancı gereği asla kürtaj masasına yatmayacak cinsten birisiydi.<br />
Aslına bakılırsa İpek’im böylesi konularda oldukça geniş birisiydi.<br />
Stanley Kaan’ın başka birinden çocuğu olduğunu ilk duyduğunda hiç<br />
de kötü hissetmemişti, çünkü kendisinin de yapmaktan geri durmadığı<br />
gibi, kocası dilediği kişiyle düşüp kalkmakta özgürdü, ama bu tarz<br />
çarpık ilişkilerin mutlaka gizli kalması gerekiyordu. İpek’i rahatsız<br />
eden şey basına malzeme olup rezil olmalarıydı. Buna katlanamazdı.<br />
Boşanma dilekçesini İstanbul’daki daireme yerleştiği gün ben dikte<br />
ettirdim İpek’e. Sevinçten yerimde duramıyordum o esnada.<br />
Boşandılar. Ahmet Ekber amcasıyla yaşamayı sürdürdü. Babası ile<br />
olan ilişkileri de aşama kaydetmişti. Fırsat buldukça malikaneye gidip<br />
orada öldürülmüş zavallıların ruhlarının kendisine görünmesi için boş<br />
tepelerde keman çalarak geziniyordu. Bazense kafasına esiyordu, bizi<br />
ziyarete İstanbul’a geliyordu. Son ziyaretinde, kısa süre önce babasına<br />
benim aslında asıl Steven Arda olduğumu, ben sanıp evinde beslediği<br />
o adamınsa karanlık planıma kurban gitmiş birisi olduğunu söylediğini<br />
öğrendik. Bunu babasına açıklamış olmasına kızmadık. Aksine bu iyi,<br />
rahatlatıcı bir haberdi. Üzerimizden yük kalkmıştı.<br />
Stanley Kaan bir sabah kapımızı çaldı. Sabah haberlerinde onun az<br />
evvel Atatürk Havaalanı’nda görüntülendiğine rastlamıştım. Kahvaltı<br />
hazırlamış bekliyordum. Kapıyı çalışı asıl İpek için sürpriz oldu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
78<br />
Finale Ramak Kala<br />
Dünyanın en çok kazanan altıncı teknik adamı olan Stanley Kaan<br />
çalıştırdığı üçüncü takım olan Liverpool’dan memnundu, kafasındaki<br />
oyunu sahaya istediği şekliyle yansıtabilen üst düzey oyuncuları vardı.<br />
Daha ilk sezonunda Avrupa Ligi’ni ve Süper Kupa’yı kulüp müzesine<br />
yerleştirerek büyük başarıya imza attı. Başarının ardından Liverpool<br />
kasasına yüklü miktarlarda para girdi, yönetim kendisine ciddi bir<br />
transfer bütçesi ayırdı. Takıma sadece iki takviye yaptı, kan kırmızı<br />
formayı iki Türk’ün sırtına geçirdi; Fenerbahçe’den Koray Urallı ve<br />
Borussia Mönchengladbach’tan Zafer Müjde.<br />
Yönetim Stanley Kaan’ı takımın başına getirdiğinden bu yana takım<br />
hiç maç kaybetmemişti. Yakaladıkları form umut vericiydi. Gelecek<br />
sezonda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu için favori adaylardan birisi<br />
olarak gösteriliyorlardı. Taraftarlar Stanley Kaan’a çılgıncasına destek<br />
veriyor, ona olan sevgilerini akla hayale gelmedik yaratıcı pankartlar<br />
açarak gösteriyorlardı. Ancak bu tatlı ortam Stanley Kaan’ın yaptığı<br />
bir söyleşide İnter kulübüyle çalışmaya yönelik tutkusundan kazara<br />
söz etmesiyle riske girdi. Ada basını teknik adamın bu sözlerini onun<br />
İnter’e gitmek üzere yavaş yavaş yol yaptığına, Liverpool ruhunu hiç<br />
benimsememiş olduğuna ve kulübünü asıl hedefine ulaşmak için bir<br />
basamak olarak gördüğüne yordu.<br />
Kendisine eleştiri oklarını savuranlara Stanley Kaan sezona müthiş<br />
bir hız ile başlayarak cevap verdi. Şampiyonlar Ligi üçüncü ön eleme<br />
turunda, geçen sezonu kendileri gibi ligde hayal kırıklığıyla kapatıp<br />
liderin birkaç basamak gerisinde bitirmiş olan İnter’le eşleşti, İtalyan<br />
rakibini 4 -1 ve 2 - 5 skorlarıyla iki defa bozguna uğrattı. Gruplarda<br />
Alman devi Bayern Münih, son dönemde iyi bir ivme yakalamış olan<br />
Portekiz ekibi Boavista ve eski günlerini arayan Fransız Marseille ile<br />
eşleşti. On üç puan toplayarak grubu lider bitirdi. Sonraki turlardaysa<br />
Palermo ve Real Madrid’i eleyerek kendisiyle birlikte Ada’yı temsil<br />
eden bir diğer İngiliz ekibi Manchester United ile yarı final oynama<br />
şansını yakaladı. İki maç da golsüz bitti. Uzatmalarda da taraflardan<br />
gol sesi çıkmayınca karşılaşma penaltılara uzadı. Liverpool çektiği üç<br />
penaltı atışından da yararlanamadı ve Anfield Road’da, elli yedi bin<br />
taraftarının ıslıkları altında final biletini rakibine teslim etti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
79<br />
Yad Edildi O Eski Mutlu Günler<br />
Sean Hakan uzun süre üzerine kabuğundan çıkmaya karar verebildi.<br />
Liverpool’un geçtiğimiz sezonki iç saha maçlarının tamamını Anfield<br />
Road’da, başkanın iki arkasındaki koltukta, şeref locasında izledi.<br />
Onca yıl kendisini malikanesine hapsettiği için büyük bir pişmanlık<br />
içerisindeydi. Yılların acısını hiç olmadığı kadar sosyalleşerek biraz<br />
olsun dindirmeye çabalıyordu. Liverpool’da, Mathew Street’te hoş bir<br />
daire kiralamış, orada yaşamaya başlamıştı. Stanley Kaan ve Ahmet<br />
Ekber ile dostluk kurmuştu. Pek anlaştıkları söylenemezdi. Diğer ikisi<br />
Sean Hakan’ı idare ediyorlardı. Onun gibi ne zaman ne yapacağı belli<br />
olmayan adamlarla sıkı fıkı olmaya gelmezdi.<br />
Şükran Günü’nde İpek ile ben de onlarla birlikteydik. <strong>White</strong> ailesi<br />
uzun zaman sonra bir araya geliyordu. Mike da bizimleydi. Yaşlanmış<br />
gördüm onu. Kolları incelmiş, boynu kürdan gibi uzamış yüzünün sert<br />
kemikleri ortaya çıkmıştı, sanki biraz da saçları seyrelmişti. Gerçek<br />
Steven Arda’nın ben olduğumu, Mike’a yaşattığım dramı Sean Hakan<br />
o gece öğrendi. Tepkisi beklenmedikti. Kalkıp sarıldı bana. Seneler<br />
önce kaybettiği bir yakınının tanıdığı birisinin içine girmesi karşısında<br />
sevinsin mi üzülsün mü bilemeyen birisinin halleri içerisindeydi. Çok<br />
eskiden, Allegria’da geçirdiğimiz günlerde olduğu gibiydik, bir arada<br />
olmayı (iki dakika bile birbirimizle geçinemiyor olsak da) özlemiştik.<br />
Ahmet Ekber’e ve Sinem’e çocukluğumuzu anlattık; Güney Afrika<br />
açıklarında, Ümit Burnu’na yakın konumda doğuşumuzdan başladık,<br />
hem evimiz, hem oyun alanımız, hem kreşimiz, hem okulumuz olan<br />
Allegria’yı tüm detaylarıyla, birbirimizin hafızasına destek olarak tarif<br />
ettik, doğumda boynuna kordon dolanan bebeğin hangimiz olduğuna<br />
yönelik ateşli ama keyifli bir tartışmanın içine daldık, Le Violon<br />
Rouge’u, teknenin sakini olan masalcı büyükanneyi, pastacı dedeyi<br />
andık, teknemizi bağlayıp eşyalı daireler kiralayarak yaşadığımız<br />
ülkeleri, şehirleri bir bir saydık, <strong>White</strong> ve Barış ailelerinin tuhaflıkları<br />
üzerine uzun uzadıya konuştuk, anne ve babamızın bizlere verdiği o<br />
birbirinden eğlenceli deneysel dersleri (tapılası insanlar, kafamızı<br />
çalıştıralım vesaire) hatırladık, babamızın enteresan deneylerinden söz<br />
ettik, teknedeki mini laboratuvarda yer alan denek hayvanlarının tuhaf<br />
alışkanlıklarını saydık ve bu uzun sohbet bizi birbirimize bağladı.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
80<br />
Bir Rüya Gerçekleşiyor<br />
Liverpool ertesi sezon koyu bir milliyetçi olan çılgın bir milyardere<br />
satıldı. Deli herif futbol tarihine geçen akılalmaz miktarlarda tazminat<br />
ödeyerek takımdaki yabancı oyuncuların, antrenörlerin tümünü, hatta<br />
hızını alamayarak sevgili kardeşim Stanley Kaan’ı kovdu. Kişiliğinde<br />
tuhaf yanlar olan kardeşim bunu bir tatil fırsatına çevirdi ve futbol<br />
kamuoyuna iki sezon süresince takım çalıştırmayacağını duyurduktan<br />
sonra izini kaybettirdi. Dizisinin final bölümünü çekmiş, boşa girmiş<br />
olan Venezuelalı seksi sevgilisiyle yalnızca ailele bireylerinin çağrılı<br />
olduğu mütevazı bir törenle dünya evine girdi. Ardından onların izini<br />
biz de yitirdik. Sevimli bebekleriyle beraber ortadan kayboldular.<br />
Stanley Kaan söz verdiği gibi iki değil, altı sene sonra (kendisine<br />
buradan oha diyorum), menajerlik koltuğunu yapışmış gibi bırakmak<br />
bilmeyen, yedi sezondur takımın başında olan Alman teknik adam Ulf<br />
Leistner’in bir uçak kazasında hayatını yitirmesinin ardından İnter’in<br />
kendisine sözleşme önermesi üzerine kariyerine tekrar döndü. Bir<br />
zaman Sean Hakan’ın lacivert siyahlı formayı sırtına geçirmesi gibi,<br />
sonunda Stanley Kaan’ın da rüyası böylece gerçek oldu.<br />
Takımıyla çıktığı ilk maç, yıllar evvel, Sean Hakan’ın da sahada<br />
bulunduğu maçta, Sean Hakan’ı vurmak için ateşlenen uzun namlulu<br />
bir silahtan çıkan kurşuna hedef olup oracıkta feci şekilde hayatını<br />
yitiren Romano Monti anısına, her sene sezon öncesi gelenekselleştiği<br />
üzere Atalanta ileydi. İzleyicisine dört dörtlük bir seyir zevki sunan bu<br />
müthiş maç 4 - 4 sona erdi. İnter gollerinin dördü de Stanley Kaan’ın<br />
transferini ısrarla istemiş olduğu Macar santrfor Szabolcs Laluska’nın<br />
ayağından geldi. Gollerin birisi şık bir Panenka penaltısıydı.<br />
O sezon İnter tarihindeki üç rekorun kırıldığı efsanevi bir sezon<br />
oldu. Szabolcs Laluska, nihayetinde kupayı kaldırdıkları Şampiyonlar<br />
Ligi’nde rakip fileleri otuz bir defa havalandırarak yıllar önce Sean<br />
Hakan’ın yine İnter formasıyla elde ettiği gol krallığı rekoruna ortak<br />
oldu. Uzatmalarda buldukları frikik golüyle Arsenal’e karşı 3 - 2 galip<br />
geldikleri final maçını Barcelona’da, Nou Camp’ta tribünde izleyenler<br />
arasında Sean Hakan da vardı. Maç yayını sırasında reji kendisini sık<br />
sık kadraja aldı. Yine eski bir İnterli olan, kendisinden bir kuşak sonra<br />
forma giyen emekli Romen kaleci Vlad Roşu’nun yanında oturuyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
81<br />
Toz Bulutu<br />
Ognjen Bey öldüğünde vasiyetinde servetinin önemli bir kısmını<br />
<strong>White</strong> ailesini bir arada tutmam ve afiyetlerini sağlamam için bana<br />
bıraktığını açıkladığı ortaya çıkmıştı. Kırmızı keman da tekrar aileye<br />
dönmüştü. Kemanı artık koca bir adam olan yeğenimde bulunan<br />
kopya kemanın yerine koydum. Kopya kemanın iki üç yerinde çizik<br />
görmüş, bunları mecburen orijinal kemana aynen yansıtmak zorunda<br />
kalmıştım. Taklit kemanı atmadım ama. Bir kenara kaldırdım. Olur da<br />
orijinalinin başına bir şey gelirse, taklide tekrar ihtiyaç duyabilirdim.<br />
Mike’ı kaybettik. Ölümü hepimizi derinden üzdü. Sinem, Stanley<br />
Kaan’ın izini bulamadığımız dönemde <strong>White</strong>’ların Çikolata Dünyası<br />
ile ilgilendi. Dört elle sarıldığı işleri büyüttükçe büyüttü. Sanıyorum<br />
çikolatalarımızın tadına henüz bakmamış olan çok az insan kalmıştır.<br />
Stanley Kaan tekrar ortaya çıktığında tüm hisseleri kendisine ait olan<br />
şirkete Sinem’i CEO olarak atadı. Sinem yaman bir iş kadınıydı, bunu<br />
hak etmişti. Ben de bu esnada yayınevimle ilgilendim, kurgu kitaplar<br />
da basmaya başladım. Elbette konusunda sanat tarihine göndermeler<br />
yapılmış olması koşuluyla. Bu dönemde bir roman yazmaya başladım<br />
ama hemen başında anladım ki romancılık hiç de bana göre değilmiş.<br />
Şu kitabı yazarken bile öylesine daraldığım anlar oluyor ki, inanın<br />
altmış yaşımdan sonra sivilce sahibi oldum yeniden.<br />
İnter, Stanley Kaan’ın kontrolündeki ikinci sezonunda da Avrupa’yı<br />
domine etmeyi bildi. Şampiyonlar Ligi’ne tekrar uzandılar. Bu defa<br />
Süper Kupa’yı da aldılar. Tartışmasız dünyanın bir numarası olarak<br />
gösterilen kardeşim daha şimdiden iki Şampiyonlar Ligi, iki de Süper<br />
Kupa zaferi tattı. En çok kazananlar listesinde ise ikinci basamakta yer<br />
alıyordu. Birinci olması zaten pek muhtemel değildi. Dünyanın en çok<br />
kazanan teknik adamı, çalıştırdığı kulübün aynı zamanda sahibiydi.<br />
Kişilik bozukluğu olduğunu düşündüğüm megaloman birisiydi, tam<br />
bir asalaktı. Futbolseverlerin neredeyse tamamı kendisinden nefret<br />
etmekteydi. Babasının elinde tuttuğu nüfuzdan ve servetten yararlanan<br />
bir diktatör oğlu gibi iticiydi bu adam.<br />
Richter ölçeğine göre yedi şiddetinde olan bir depremde içinde bir<br />
sürü anımız olan yaşlı Barış Apartmanı yerle bir oldu. Otuz sekiz tane<br />
insan enkaz altından cansız çıkarıldı. Birisi de İpek’in annesiydi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
82<br />
Entelektüel Gelişim<br />
Kardeşim Stanley Kaan, babamızın ismini vererek açtığı Akademi<br />
Scott futbol okulunda eğitimini sürdüren on dört yaş altı altı çocuğu<br />
Milano’ya çağırdı, onları İnter altyapısına kazandırdı. Akademi Scott<br />
saygı gören bir okuldu. Burada yetişen gençlerden yedisi ilerleyen<br />
yıllarda milli takımda görev almıştı. O çocuklardan ikisi Avrupa’ya<br />
transfer olmuştu. Kendileriyle gurur duyuyorduk.<br />
Ahmet Ekber sakin bir kafayla birbiri ardına besteler üretmek için<br />
babasının malikanesinde yaşamaya karar verdi. Malikaneye sonradan<br />
dokuz kişiden oluşan bir arkadaş grubunu da davet etti. Kasıntılıktan<br />
hoşlanmıyordu. Henüz oraya yerleşmeden uzun süredir malikanenin<br />
bakımıyla ilgilenen hizmetlilere yol verdi. Arkadaşlarıyla beraber bir<br />
çeşit komün hayatı yaşamaya başladı. Ara ara ziyaretine gidiyordum.<br />
Bu bohem gençler nasıl eğleneceklerini iyi biliyorlardı. Yanlarında<br />
olduğum sürece ben de kendimi genç, dinamik, çılgın hissediyordum.<br />
Ahmet Ekber son gidişimde arkadaşlarından birisiyle aramı yaptı. Hiç<br />
beklemediğim bir anda genç bir sevgili sahibi olunca tuhaf bir keyif<br />
aldım bundan. Genç kız arkadaşım şehir hayatına dönmek istemiyor,<br />
malikanenin sunduğu dingin imkanlardan yararlanmayı yeğliyordu, bu<br />
yüzden ben de oraya yerleştim. Tabii arada İstanbul’a dönüp işleri<br />
başından aşkın tutkulu iş kadını İpek’le sevişmekten geri kalmıyor,<br />
ellilerinin ortasında olmasına karşın hâlâ ateş saçan milf aşkım İpek ve<br />
kusursuz beyaz teni ve atletik bedeniyle (harika karın kasları vardı)<br />
beni daima baştan çıkarmış olan genç sevgilim arasında yoğun bir aşk<br />
trafiğinde günümü gün ediyordum.<br />
Sanat tarihi üzerine düzenlenen sempozyumlara, panellere çağrılı<br />
olduğum zamanlarda malikanenin yapay nehri gören pencerelerinden<br />
birinin önüne oturuyor, kürsüye çıktığımda beni dinleyecek olan onca<br />
insanı gülmekten kırıp geçirecek eğlenceli denemeler kaleme alıyor,<br />
bunların prova taslaklarını malikanedeki genç dostlarıma okuyor, ilk<br />
tepkilerini ölçtükten sonra metinlerim üzerinde son ana dek çalışmayı<br />
sürdürüyordum. Sahte kimliğimi tam manasıyla benimsemiştim artık.<br />
Dünyanın dört yanındaki üniversite öğrencilerinden, meslektaşlarım<br />
ve diğer branşlardaki akademisyenlerden okuduğumda beni kıvanca<br />
boğan sayısız mail alıyordum. Giderek daha dolu biri oluyordum.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
83<br />
Korunun Kalbindeki Gizli Mezarlık<br />
Genç kız arkadaşım, eğitim için geldiği Londra’daki okulunu yarıda<br />
bırakmış bir Gürcüydü. Gece yarılarına, bazen sabahlara dek baş başa<br />
vakit geçiriyor, aramızdaki yaş farkını sorun etmeksizin olabildiğince<br />
eğleniyorduk. Favori eğlencelerimizden birisi olan koruda saklambaç<br />
oyununu dolunaylı gecelere saklıyorduk. Birimiz malikanenin büyük<br />
basamaklarında gözlerini yumarak bine kadar sayıyor ve bu esnada<br />
diğerimiz korunun girişlerinden birisini seçiyor ve o yöne doğru var<br />
gücüyle koşuyordu. Basamaklarda oturan diğerinin koruya ulaşıp iyice<br />
kendisini gizleyebilmesi için yavaş yavaş sayıyordu. Sayması bitince<br />
golf arabalarından birine atlıyor -arabanın farlarını kullanmak yasaktı-<br />
ve koruya kadar onunla gidiyordu. Korunun girişinden on on beş adım<br />
sonra zaten sıklaşan ağaç gövdeleri arabanın daha fazla ilerlemesine<br />
müsaade etmiyordu. Burada da yine el feneri, telefon ışığı türü cihaz<br />
kullanmak yasaktı; korunun içine sızmayı başaran parçalı ay ışığıyla<br />
idare etmek durumundaydık. Baykuşların, puhuların, tilkilerin, diğer<br />
gece yırtıcılarının sesleri oyunumuza karanlık bir derinlik katıyordu.<br />
Meğersem o gece kız arkadaşım karanlıkta sırıtarak kaçarken gölge<br />
altında kalmış ince bir ağacın gövdesine yüzünü çarpmış, alnı çizilip<br />
kanamış. Eline yüzünden kan bulaştığını anlayınca, en yakın çıkışa<br />
doğru yönelip korudan ayrılmış ve malikaneye dönmüş. O malikane<br />
yolunu yarılamışken, benim golf aracının üzerinde koruya ilerleyişimi<br />
görmüş ancak bana seslenesi gelmemiş. İstemiş ki orada tüm gece<br />
boyu sersem sersem onu arayayım, onu kaybettiğimi sanıp ümitsizliğe<br />
kapılayım. Gerçekten de bir saat onu aradıktan sonra oyun oynamayı<br />
bir kenara bıraktım ve yüksek sesle kaygılı bir biçimde onu çağırmaya<br />
başladım. İşte tam bu sırada, devrilmiş görünüşü veren kalın ve yosun<br />
kaplı ağaç gövdeleri çıktı karşıma. Merakıma yenildim ve gövdelerin<br />
yakın olan birine tırmandım. Yirmişer, belki otuzar metre uzunlukta<br />
olan ağaç gövdeleri genişçe bir üçgen oluşturacak biçimde uç uça<br />
yıkılmıştı ve bunların üzerinde çapları alttakilere nazaran daha ince<br />
olan ikişer gövde daha yer alıyordu, sarmaşıklarla tutturulmuşlardı.<br />
Gözlerden uzak, yeryüzünün ayak basılan kısımlarından saklanmış,<br />
gizli, küçük, uğursuz bir mezarlıktı gördüğüm. Kabri açılıp kaçırılan<br />
sevgili annemin de orada yattığından o zaman henüz haberim yoktu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
84<br />
Üzerinde Elbisesi, Zarif Bir İskelet<br />
Etraf yarı yarıya karanlıktı. Yatırılmış ağaç gövdelerindeki sarmaşık<br />
ve yosunlar kahverengiye çalan bir grilikteydi. Üzerlerinden de sanki<br />
belli belirsiz ipince bir sis tütmekteydi. Sis buğusu duman mavisiydi.<br />
Ayağımda sandalet vardı. Zemini örten çimenlerin üzerindeki ıslaklığı<br />
parmaklarımda hissediyordum. Güzel kokuyordu burası. Ne olduğunu<br />
çıkaramadığım birtakım böcekler ötüyor, hışırdıyordu.<br />
Tümsek halindeki mezarlar yüksek değildi. Zeminden yedi parmak<br />
yukarıda ya varlar ya yoklardı. Biçimleri dikdörtgen değil ovaldi. Orta<br />
yerlerinde, bir uçtan öteki uca, kesik alçı parçalarıyla isimler yazılıydı.<br />
Igor, Dirk, Khalid, Marianne, Berke, Maureen, Jale… On yedi mezar<br />
saydım. Bir tanesi, üçgen mezarlığın tam kalbindeki, diğerlerine göre<br />
daha genişti. Şeklinin de oval olduğunu söyleyemem. Belki beşgendi.<br />
Bu büyük mezarın üzerinde isim yazmıyordu. Toprağında fesleğen ve<br />
adaçayı bitmişti.<br />
İleride kavrama yerleri üzerine örtülü bezin dışında kalmış bir el<br />
arabası gördüm. Tekerinin önünde su hortumu vardı. Yanına gittim ve<br />
bezi kaldırdım. İçinde uçları çıkarılmış, sapı katlanır birer kazma ile<br />
kürek duruyordu. Heyecanlandığımı duydum. Kazma küreği arabanın<br />
içinden aldım, monte ettim. Sonraki kırk beş elli dakikayı o mezarı<br />
dikkatle açmakla geçirdim.<br />
İki iskelet gömülüydü. Soldaki bir kadındı. Elbisesi üzerindeydi.<br />
Kardeşim Sean Hakan buraya bir çift gömmüş veya gömdürmüştü<br />
anlaşılan. Kafataslarının yüzleri birbirlerine dönüktü. Sevgililerdi bana<br />
kalırsa. O an kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Gömleğimin cebinden<br />
kavun aromalı bir sakız çıkarıp ağzıma koydum. Düşüncelere daldım.<br />
Açtığım mezarın başına çömelmiş, cak cak sakız çiğniyor ve içimde<br />
tuhaf düşüncelerin uyanışını izliyordum.<br />
İçimden bir ses elbiseli iskeletin Stanley Kaan’ın otuzlu yaşlarının<br />
başında birlikte olduğu Kürt güzeline ait olduğunu söylüyordu. Mezarı<br />
süzdükçe, bu fikre giderek daha çok inandım ve sonunda bir şekilde<br />
emin oldum. Ayağa kalkarken sakızımı yuttum.<br />
Niyetim iskeleti elbisesiyle birlikte kucaklayıp yan tarafa serdiğim<br />
bezin üzerine yatırmaktı. Fakat kemikler birbirinden ayrılmıştı. Önce<br />
elbiseyi serdim beze, ardından içine kemikleri teker teker yerleştirdim.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
85<br />
Tövbe Estağfurullah! Anneminmiş Ya La O İskelet!<br />
Elbiseli iskelet anneminmiş. Bilemezdim.<br />
Ha bu arada; başlığı neden böyle yazdığımı garipseyebilirsiniz. Bir<br />
anda içimden böyle yazmak geldi. Demin, bir önceki bölümü bitirmek<br />
üzereyken Stanley Kaan aradı, onunla konuştuk biraz. Bu başlıktaki<br />
cümleyi kullandım. Sonra garibime, sonra da komiğime gitti, yazayım<br />
mı yazayım dedim, yazdım işte. Kusuruma bakmazsınız artık. Neyse.<br />
Yanılmakta haklıydım ama. Elbise genç işiydi. Hem de hiç öyle<br />
annemin giyeceği tarzda bir şey değildi. Zaten tekne günlerinden beri<br />
annem elbise giymedi. Belki özel gecelerde şıkırtılı pıkırtılı şeyler<br />
giymiştir, bilemem. Ama Sinem Hatun spor kıyafetler, rahat parçalar<br />
giyerdi. Bol kot pantolonlar, kalın fitilli kadifeler, salaş tişörtler falan.<br />
Hemen ertesi gün Türkiye’ye, Gaziantep’e uçtum. Havalimanında<br />
beni bir şok bekliyordu. Otuz bircinin kralı olduğu yüzündeki koca<br />
koca sivilcelerden belli olan, yapılı, uzun boylu bir delikanlı üzerinde<br />
ismim olan bir çıktı tutuyordu: ‘Sporcu <strong>White</strong> İkizlerinin Kardeşi<br />
Arda Bey’. Hatırlayacaksınız, bu Stanley Kaan’ın da başına gelmişti.<br />
Anlattığında inanmamıştım. Gördüm de yine inanamadım gördüğüme.<br />
Delikanlıyla takside sohbet ettik. Harbi profesyonel otuz birciymiş.<br />
Hafta başında indirdiği dört yüz terabaytlık, on yedi dakikalık, kokulu<br />
ve dokunmatik bir porno videoyu yarım saat övdü bana kerata. Onu<br />
dinlerken bir yandan benim Gürcü fıstığı düşünüyordum ki, düşüncem<br />
ondan kayıp İpek’i buldu. Tenim İpek’im için hafiften alevlenmeye<br />
başlamıştı. N’apıyor diye bir aradım onu hemen ama ulaşamadım.<br />
Elbiseli iskeleti (anacığımın kemiklerini, ah, bilemedim) belinden<br />
nazikçe ikiye kırıp katlamış, şifreli krom bir valize sığdırmıştım. Biraz<br />
naftalin koymuştum içine, biraz da tütün kolonyası serpmiştim.<br />
Kızın babası daha hayattaydı. İyice kocamıştı. Aklı başındaydı hâlâ.<br />
Gözlerimle şahit olduğum en yaşlı insandı. Ama kendisinden de yaşlı<br />
bir hanım varmış, Cici Anne Hatun. Kadının otuz yedi bölüm önce<br />
kardeşimin üzerinde gerçekleştirdiği ameliyat benzeri müdahaleden<br />
bahsetti. İlgiyle dinledim. Kardeşim bunu benden gizlemişti nedense.<br />
Yer altında yaşamını hâlâ bir köstebek gibi sürdüren bu gizemli nine<br />
artık evine misafir kabul etmiyormuş. Ölmeyi beklediği sanılıyormuş.<br />
Bazılarına gelmek bilmiyor ölüm. Misal Samsun’daki Nazan Hanım.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
86<br />
İskeleti İhtiyara Beğendiremedik<br />
İsveç asıllı Nazan Hanım anne tarafından aile dostumuz olur. Ona<br />
bir selam olsun diye, kısaca adını anayım istedim. Yaşının kaydını<br />
tutmayı yıllar önce, daha çocukken bırakmıştım. Korkuturdu beni.<br />
Düşünsenize, vampir midir nedir artık, Felak ve Nas surelerini eğer<br />
hâlâ hatırlıyor olsam okurdum şu an, dedemiz öğretmişti, bu kadın<br />
bizim anneannemizin doğumunda bulunmuş ve onu bebekken bir iki<br />
defa emzirmiş. Lan ben dede olacak yaştayım be. Oradan hesap edin.<br />
İhtiyar amcayla karşılıklı oturduk. Nargile tüttürdük. Tattığım en<br />
kaliteli nargileydi. Bizim çikolatalardan getirmiştim. İkram ettiler.<br />
Evin içerisinde, bize hizmette bulunan, çok güzel bir kız vardı. Gözüm<br />
hep ona kaydı. Bence anladılar. İstesem onu bana verirler mi diye<br />
düşünmedim de değil. Öyle bir güzeldi hatun. Dişlerini yediğimin…<br />
Annemizin mezarını açtırıp naaşı malikanesine getirttikten sonra<br />
Sean Hakan, ölünün üzerindeki kefeni yırtmış, hafiften kurtlanmaya<br />
başlamış ölü bedene kendi elleriyle giydirmiş elbiseyi. İntiharından<br />
sonra elimize geçen yazısında detaylıca bahsediyor. Altmış sene ömrü<br />
boyunca yediği haltların tamamına yakınını güzelce itiraf etmiş.<br />
Valizi getirttim. Yaşlı adam haricinde, ben valizi açarken, odada üç<br />
akrabaları daha vardı. İhtiyarın gözleri dolu dolu oldu. Yerinden bir<br />
süre kıpırdayamadı. Sonra dizlerinin üzerinde emekleyerek valize<br />
yaklaştı. İskeletin yüzük parmağı kemiklerinin bir boğumunu aldıktan<br />
sonra oturduğu yere döndü. Gözlerini yumdu. Bir şeyler mırıldanarak<br />
kemiği avucunun içinde sımsıkı tuttu. Sonra, şaşakaldım, bozuk para<br />
atar gibi kemiği valizin içine fırlattı baş parmağının üzeriyle.<br />
Yanlış iskeleti getirmiştim. Valizdeki kemikler kızlarına ait değildi.<br />
Eliyle ‘götürün, götürün’ yaptı. Valizi baştaki kayışının ucundan tutup<br />
ağır hareketlerle, tuhaf bir törenle odanın dışına çektiler.<br />
Akşam şerefime kuzu çevirdiler. Yanında ismini duymadığım bir<br />
çeşit alkollü erik hoşafı sundular. İnanılmaz kafa yapıyordu. Kontrollü<br />
içmemi tavsiye ettiler, o yüzden fazla kaçırmadım.<br />
Bana bir kitap yazacağımı söyledi ihtiyar. Yazmakta olduğum şu<br />
kitaptan bahsetti. Fakat onunla bu kitaptan bahsettiğimi unutacak ve<br />
yıllar sonra kitaba başlayıp şu bölüme gelene dek o geceyi hayal<br />
meyal hatırlayacaktım. İster inanın ister inanmayın dediği gibi oldu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
87<br />
Holografik Led Zeppelin Konseri<br />
Malikaneye döndüğümde iskeleti bulduğum gibi defnettim. Arkaya,<br />
kafatasının arkasına küçük bir taş koymak zorunda kaldım ama. Yoksa<br />
onu ilk bulduğum gibi diğer iskelete muhabbetle bakamıyordu. Sonra<br />
dosdoğru İpek’e gittim, birlikte olduk, muradıma erdim. O da beni çok<br />
özlemişti. Detayları atlıyorum, perişan etti beni, iliklerimi tınlattı.<br />
Ertesi hafta, sağ kolumu Gürcü fıstığımın omuzuna atmış, ağzımda<br />
el işi bir puro, kalın dumanı yeşillenen cinsten, öbür elimde bir bardak<br />
bira, İnter - Lazio maçını izliyordum. Sol yanımda Sean Hakan vardı.<br />
Stanley Kaan aşağıda, kulübenin önünde karizmatik karizmatik ayakta<br />
dikiliyordu. Takımı daha maçın başında iki kolay, erken gol bulmuştu.<br />
Stanley Kaan maç sonu röportajının uzamasına izin verdiği için<br />
holografik Led Zeppelin konserinin ancak ikinci yarısına yetişebildik.<br />
Grup bizi mest etti. Babamız Scott bu adamların hastasıydı. Annem,<br />
çocukken, grubun bateristi öldüğü, sonrasında grup dağıldığı zaman<br />
babamın üzüntüden yemeden içmeden kesildiğini anlatırdı. Konserin<br />
sonlarına doğru Milano’da bulunan Ahmet Ekber de katıldı bize.<br />
Ahmet Ekber kendi ismiyle bir prodüksiyon şirketi kurmuş, holografik<br />
konserler furyasının bir ucundan tutmaya başlamıştı. Gelecek yaz<br />
Müzeyyen Senar’ı ve hâlâ hayatta olduğu halde sahnelerden emekli<br />
olmuş Sertab Erener’in gençliğini diriltmeyi planlıyordu. Bense Sezen<br />
Aksu dönsün dilerdim. Kalbim Ege’de Kaldı parçasını seslendirsin.<br />
Sakat kaldığım sene teknemiz Allegria Ege sularındayken İpek’in beni<br />
terk edeceğini sezmiştim. Şu an İpek’i dilediğim her an kollarıma<br />
alabiliyor olsam da (çok şükür), bu parçayı her dinlediğimde hâlâ<br />
kalbime bir tornavida sokuluyormuş gibi hissederim. 1980 (Sigaramın<br />
Dumanına Sarsam) isimli diğer nefis parçanın Ezgi’nin Günlüğü’nce<br />
enfes yorumlanışı da bünyemde benzer etki yapar. Ama, kim ne derse<br />
desin, şu eşsiz holografi teknolojisiyle hayata döndürülmüş en kral<br />
performanslar Queen’inkiler. Bohemian Rhapsody, derim, susarım.<br />
Konserin ardından otele döndüğümüzde Gürcü fıstığımın hamile<br />
olduğunu öğrendim. Baba olacaktım. Çocuğumun büyümesini sağlıklı<br />
kafayla izleyebilecek kadar miktarda sihirli tozum vardı zulamda. Bir<br />
gün hesap yapmıştım. Daha fazla inceltmemin mümkün olmadığı toz,<br />
ömrüm olursa -olmaz da, hani olursa- yüz yetmiş yaşıma kadar yeter.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
88<br />
Sıkılıyorum Çocuk<br />
Bir oğlumuz oldu. İpek tutturdu, çocuğun adını o koyacakmış.<br />
Yahya oldu oğlanın ismi. Kerata öyle sevimli bir bebekti ki. Bebeği<br />
görmeye geldiğinde, İpek hepimizin ortasında açtı memesini, dayadı<br />
çocuğun ağzına. Çocuk memeyi cok cok cok emdi. Gerçi sütü yoktu.<br />
İpek, Yahya’yı emzireceği zaman memelerinin ucunu toz şeker, krema<br />
veya (daha sonraki aylarda) Nutella ile ovuyor, çocuk da bu dolgun,<br />
tatlı, bembeyaz memeleri büyük bir iştahla ağzına alıyordu.<br />
Yahya fantastik bir biyolojiye sahipti. Sanırım bünyemdeki sihirli<br />
tozdan kaynaklandı bu. Röntgen filmlerinde iskeleti görünmüyordu.<br />
İlk dişini çıkardığında durum anlaşıldı. Dişleri süt mavisiydi. Okyanus<br />
sabahları mavisi. Beyazımsı, güzel, temiz bir mavi. Yaşı ilerledikçe<br />
rengi normal maviye döndü. Doktoru Çiçek Hanım, yirmili yaşlarına<br />
vardığında oğlumuzun dişlerinin laciverde döneceğini, yaşlılığındaysa<br />
gülümsediğinde zift gibi kapkara görüneceğini öngörüyordu.<br />
Bunun haricinde Yahya’nın damarları içinde gezinen kanı örten yarı<br />
şeffaf bir bejlikteydi. Hiçbir damarı belli olmuyordu dışarıdan. Tuhaf,<br />
ürkütücü, manyak bir bebekti o. Daha altıncı ayını doldurmadan bazı<br />
kelimeleri telaffuz etmeye başladı. Bok. / Gonuşma. / Götüm. İkinci<br />
yaşında ise koca bir adam gibi bizimle sohbet edebiliyordu. Sözlerine<br />
şunları ekliyordu: Gelgelelim / Bakın ama… / Ancak şu da var ki… /<br />
Ya, hiç öyle düşünmemiştim. Vallahi böyle konuşuyordu eşşoğlueşek.<br />
Sonraki sene ölülerle konuşma huyu çıkardı. Parka değil mezarlığa<br />
gitmek istiyordu. Bir mezarın kenarına oturuyor, bıdı bıdı dakikalarca<br />
konuşuyordu. Ancak her ölü ona sadece bir cümle söyleyebiliyordu.<br />
Kardeşlerim sayesinde medyada popüler oldu oğlan. Kendi kendini<br />
popüler yaptı. Bizden gizli tv kanallarına telefon açıyor, onları peşine<br />
takıp şehir mezarlıklarında mistik turlar düzenliyordu. Hatta, eminim<br />
bunu hatırlıyorsunuzdur, TRT kendisini canlı yayın ekibiyle atamızın<br />
uyuduğu Anıtkabir’e götürmüştü. Ülke tarihinin en büyük reytingi.<br />
Yüz kırk milyon kişi nefesini tuttu, atamızın kuracağı cümleyi bekledi<br />
ve sonunda Yahya’nın dudaklarından içimizi sızlatan şu dokunaklı<br />
cümle döküldü: “Sıkılıyorum çocuk.”<br />
Dört yaşında kaybettik Yahya’yı. Bunu ilk burada öğreniyorsunuz.<br />
Basından gizledik hep. Onu odasında kemikleri cıvalaşmış bulduk.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
89<br />
Atlantik Okyanusu’na<br />
İpek, Yahya’nın Türkiye’de yetiştirilmesini istemişti. Ben de zaten<br />
ülkeye dönmek istiyordum. Gürcü sevgilimin çocukla alâkası yoktu.<br />
Doğumdan sonra onu hiç görmedim. Yahya’yı benim başıma bıraktı.<br />
Hamilelik süresinde büyük sıkıntı yaşadık. Gürcü aşkım çocuğun gece<br />
gündüz demeden kendisini içeriden parmakladığını söylüyordu. Bazı<br />
gecelerse ıslık çalıyormuş içinde. Bunlar beni hayrete düşürüyordu.<br />
Kızcağızın kafayı sıyırdığına inanmıştım. O bizi bırakmasa, ben onu<br />
terk edecektim, o dereceye gelmiştim. Meğersem suçlu bizimkiymiş.<br />
Yahya’yı damacanayı andıran, geniş, pembe bir cam mahfazanın<br />
içine koydurdum. Çocukken annem bize ezcane vitrininde sergilenen<br />
bebek ölülerini göstermişti. Oradan heves etmişim demek ki. Böylece<br />
oğlanın turşusunu kurduktan birkaç ay sonra ondan ürkmeye başladım<br />
ve kemikleri olmadığı için kamyon altında kalmış gibi görünen oğlanı<br />
mahfazasıyla birlikte gömdürdüm. Nereye gömüldü bilmiyorum ve<br />
bilmek de istemiyorum. Ara ara aklıma gelir. Keşke gelmese.<br />
Türkiye, futbolla yatıp futbolla kalma alışkanlığını hâlâ kıramamıştı<br />
ve bu yüzden hemen her gün Stanley Kaan’ı gazetelerde, televizyonda<br />
görüyor, sokakta yürürken milletin ağzında duyuyordum.<br />
Ertesi sene İnter, Stanley Kaan’a yaz süresince, Dünya Kupası<br />
boyunca Türkiye’nin başına geçebilmesi için bir kereliğine izin verdi.<br />
Aldığımız ilk ve tek Dünya Kupası budur. Hâlâ da futbola doyamadık<br />
ya ona şaşıyorum.<br />
Yine aynı sene Fenerbahçe’den komik bir teklif aldı. Kısaca şöyle<br />
diyorlardı; birader, al, takımı sana veriyoruz, bundan böyle adı da,<br />
‘Fenerbahçe Kaan <strong>White</strong>’, yeter ki gel başımıza geç, bize Şampiyonlar<br />
Ligi şampiyonluğu kazandır. Kardeşim teklifi geri çevirdi. Çünkü o<br />
zaten hayallerindeki takımı çalıştırıyordu. Parasında değildi.<br />
Sean Hakan yıllar üzerine döndüğü malikanesinde bizi bir araya<br />
topladı. Güldük eğlendik. Gecenin sonunda bizlere reddemeyeceğimiz<br />
bir teklifte bulundu. Atlantik Okyanusu’na gidip babamızı yeryüzüne<br />
çıkarmanın vakti gelmiş, geçiyordu. Yeni sezon kampına katılmadan<br />
önce Stanley Kaan’ın önünde beş hafta vardı. Son senelerde kampı<br />
yardımcı antrenör heyetiyle başlatıp, takımının başına ilk resmi maçın<br />
oynanacağı hafta katılma alışkanlığı edinmişti.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
90<br />
Scott <strong>White</strong>’a Son Elveda<br />
Sicilyalı bir kaptanın kumanda ettiği gösterişsiz bir yatla dört kişi<br />
yola koyulduk. Ahmet Ekber ve İpek de bizimle gelmeye niyet ettiler<br />
ancak onları yanımızda istemedik.<br />
Keşke Sean Hakan annemizin kemiklerinin kendisinde olduğunu<br />
itiraf etseydi. Kendisinin intiharından sonra yaptığımız şeyi o zaman<br />
yapardık. Kemikleri dibi kiremit döşeli bir bavula koyup babamızı<br />
yitirdiğimiz koordinatlarda deniz dibine yollamak. Evet, bunu o gün<br />
değil ama, birkaç yıl sonra Stanley Kaan ile birlikte yaptık. Hakan’ın<br />
küllerini de oradan savurduk. Bizim gideceğimiz yer de orası.<br />
Elimizde belirli bir koordinat vardı. Yüz dört mil çapında. Scott<br />
<strong>White</strong> on yıllardır süren ıslak uykusunda bu koca daire dahilindeydi.<br />
Onu bulacağımızdan emindik. Elimizde doksan bin dolar değerinde<br />
teknoloji harikası bir radar vardı. Fakat radar koordinatlar içerisinde<br />
su altında bulunan seksen dört farklı insana ait kemik bulguladı. Her<br />
birini gün yüzüne çıkardık ve hangi parçaların babamıza ait olduğunu<br />
saptayabilmek için bir dizi DNA testi uygulattık. Babamız aralarında<br />
değildi. Sonrasında çemberi üç katına genişlettik. Okyanustan çıkan<br />
üç yüz altı kimliksiz iskeletten hiçbirisi babamız değildi.<br />
Jelena’yı hatırlıyor musunuz? Jelena aradı bir akşam. Ümitsiz sona<br />
eren çabalarımızı duymuştu. Babamızın kemiklerinin yerini bildiğini<br />
söylüyordu. Kemikleri seneler önce Ognjen Bey çıkarıp sahiplenmişti.<br />
Sean Hakan’a özenerek, içinde gerçeğinin kemiklerinin bulunduğu bir<br />
Scott <strong>White</strong> balmumu heykeli yaptırmıştı. Heykel, Ognjen Bey’in<br />
akrabalarına ait özel bir müzedeydi. Kahire’deydi bu müze. Heykeli<br />
bize vermeye gönüllü olmadılar. Ne teklif ettiysek yaramadı. Son çare<br />
Sean Hakan onları müzeyi havaya uçurmakla dahi tehdit etti. Yanıt<br />
tekrar olumsuz olunca bu dediğini yaptı. Müze kundaklamasını gerekli<br />
yerlere aktardığımız paralarla örtbas etmeyi başardık. Ardından enkazı<br />
ateşe verdirdik. Oradan çıkan yüz kırk metreküp tozu Atlantik’teki<br />
koordinatlar dahilinde bulunan geniş çember üzerinden uçakla geçerek<br />
her köşeye eşit olarak boşalttık.<br />
Babamızın balmumu heykelinin karşısında üçümüzün omuz omuza<br />
durup gözyaşı döktüğümüz o öğle vakti hatırımdan gitmiyor. Heykel<br />
camekanın ardındaydı. Kucağındaki tüysüz kobay kediyi seviyordu.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
91<br />
Bunalıyordum<br />
Futbol otoritelerinin tamamına yakını Stanley Kaan’ı gelmiş geçmiş<br />
en başarılı teknik adam olarak kabul ediyordu. Alanında kırılmadık<br />
rekor bırakmamıştı. Böylesine görkemli bir kariyer bir daha zor inşa<br />
edilirdi. Kardeşimle gurur duyuyordum. Keşke babamızın ömrü uzun<br />
olsaydı da kardeşlerimin başarılarını paylaşabilseydi.<br />
Hayat ilk otuz sene Sean Hakan’a, sonraki otuz sene ise Stanley<br />
Kaan’a oldukça cömert davranmış, kardeşlerime hayallerinin ötesinde<br />
başarılar tattırmıştı. Kendimi de şanslı sayıyorum. Bana da ikinci bir<br />
şans verilmişti. Yeniden dönebilmiştim hayata.<br />
Kendim üzerine son dönemde fazla düşüncelere dalıyordum. Bana<br />
bahşedilen doğaüstü geri dönüşü yeterli bulmuyordum. Hayat belki<br />
bana daha fazlasını vermek istiyor, bende bu potansiyeli yaratıyor,<br />
ancak ben ne yöne doğru gideceğime karar veremediğim için yerimde<br />
sayıyordum. Sabahlara kadar oturuyor, düşünüyordum. İşte tam da bu<br />
bunaltı dönemimde aklıma Gaziantep’teki ihtiyarın söyledikleri geldi.<br />
Onca süre bunu hatırlayamayışıma şaştım.<br />
Ben bir yazar olacaktım. Bir yazar. İçimde bir kitap saklıydı.<br />
Hayatımın bir döneminde, birkaç sene evvel yaptığım gibi, gene<br />
kitaplara gömüldüm. İstanbul’un Anadolu yakasında, Bostancı’da,<br />
denize yakın, adresini ve telefonunu kimselerle paylaşmadığım güzel<br />
bir daire tutup döşedim. Kendime bir çalışma odası tasarladım. Burası<br />
benim mabedim oldu. Günde on altı saat, on sekiz saat çalışıyordum.<br />
Olağanüstü miktarlarda okuyor, bir yandan da hikayesi beni saracak,<br />
okuyanı cezbedecek bir kurgu tasarlamaya çalışıyordum.<br />
Ne kadar sürdü bilemiyorum. On bir veya on üç ay. Yoğun çalışma<br />
temposu neticesinde bitkin düştüm. Yaşım da ilerlemişti. Bedenim<br />
güçten düştüğünde, kendimde yaşlılık belirtileri gözlemler olduğumda<br />
zihnim de yenilgiyi kabullenmekte gecikmedi. Kafamdaki kitaplardan<br />
birini kendi çabamla meydana getirebilmem mümkün değildi. Gözüm<br />
korkmuştu. Ancak en korkuncu da üzerinde adım olmayan bir eser<br />
bırakamadan dünyadan göçüp gidecek olmamdı.<br />
Böylece genç yazarları takibe başladım. Kanı soylu bir av arayan<br />
bir vampir, ihtiyar bir kan içici gibi davranmaya başladım. Kariyerleri<br />
başlamış, ilk kitabını veya kitaplarını yayımlamış gençleri izliyordum.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
92<br />
Luke ve Eda<br />
Birisi İngiliz, birisi Türk olsun istiyordum. İngiliz olan erkek, Türk<br />
olan kız olsun istiyordum. <strong>White</strong> Kardeşler’in tohumlarını atan Scott<br />
ve Sinem gibi.<br />
Luke ve Eda’yı buldum.<br />
Kuşku uyandırmamak için rotamı kitabını yayımlamayı başarmış<br />
gençlerden, henüz bir yayımcı bulamamış fakat inanılmaz derecede<br />
gelecek vaat eden gençlere çevirmiştim. Zamanında dev yayımcılarla<br />
çalışmış amansız yetenek avcılarına teslim ettim bu işi. On ay sonra<br />
ekibim bana yirmi bir isimden oluşan bir liste sundu. Listenin yalnızca<br />
yedisi Türk’tü ve Türk’lerin sadece birisi kızdı. Eda bambaşka biriydi.<br />
Onu yerine hiç alternatif aramaksızın benimsedim. Luke’un ismi ilk<br />
dört listede yoktu. Beşinci liste ise Luke’tan ibaretti.<br />
Stanley Kaan’dan iki milyon Euro istedim. Niyetimi öğrenemedi.<br />
Sağ olsun sormadı da. Beni seviyordu. Dilesem bütün servetini bana<br />
vakfedebilirdi. Sean Hakan’dan ise belirsiz bir süre malikanesinde<br />
konaklamayı rica ettim. Evleri değiş tokuş ettik. Sean Hakan Bostancı<br />
sakini oldu böylece. Son günlerini denizin kıyısında geçirdi. Umarım<br />
bir nebze olsun huzur bulmuştur orada. Bu süre zarfında herkesten söz<br />
aldım. Kimse malikaneyi ziyaret etmeyecek, beni kendi halime bırakıp<br />
yokmuşum gibi hayatlarını sürdüreceklerdi.<br />
Böylelikle Eda ve Luke yirmi sekiz ay arayla malikanenin yeni<br />
sakinleri oldular. İkisi de yirmi sekiz yaşındaydı. Malikaneye geldiği<br />
yıl Eda yirmi altısındaydı. Luke ise o dönem kasaplık yapmaktaydı.<br />
Luke’un geldiği hafta, birbirlerini tanıma imkanı tanımadan, onları<br />
evlendirdim. Kendilerine sunduğum, insanın hayatında bir defa sahip<br />
olabileceği teklifin koşullarından birisi buydu. Birbirlerine kısa sürede<br />
alışacaklarını, kalben sevişeceklerini peşinen biliyordum. Yalnız kafa<br />
olarak değil, fiziki görünüm olarak da eşlerine az rastlanır çarpıcı genç<br />
insanlardı. Yalanım yok, yüzlerine bakmaya doyamazdım.<br />
Kendilerini minyatür bir cennet köşesinde birer Adem ve Havva<br />
gibi hissetmeleri için gençlere modern dünyanın olanaklarını sundum.<br />
Eda altı yıl süren uzun bir ilişki ve gözü yaşlı bir nişanlı bırakmıştı<br />
ardında. Luke ise canı gibi sevdiği, ölmek üzere olan mide kanseri bir<br />
anneyi. Ancak teklifim reddedilemeyecek denliydi. Tek hayalleriydi.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
93<br />
Morukcuğum<br />
Şüphesiz kandırdım onları. Kanlarına girdim. Bir meleği oynadım.<br />
Yüzümden gülümsemeyi eksik etmedim, kibarlığı, nezaketi asla elden<br />
bırakmadım. Beni akşam yemeklerinde masalarına oturan dost bir<br />
tanrı gibi benimsediler. Kalplerinde yer verdiler. Büyükleri, patronları,<br />
ev sahipleri değildim, hayır, arkadaşlarıydım. Bana ‘moruk’ diye hitap<br />
etmelerini istemiştim. Luke dahi bana bu Türkçe lakapla sesleniyordu.<br />
Adım buydu benim. Moruk veya Morukcuğum.<br />
Halihazırda bir yayınevi olan <strong>White</strong> Publishing’i satın aldım. Piyasa<br />
dahilinde bulunan kitapları derhal geri çektim, sözleşmeleri feshettim,<br />
yazarları geçimlerini sağlayacak yüklü tazminatlarla uğurladım.<br />
Luke ve Eda’ya teklifim şuydu: Benim sağladığım nezih ortamda,<br />
kendi kurallarıyla, olanca özgürlükleriyle, içlerinden geldiği, içlerine<br />
sindiği şekliyle yazabilecekleri en güzel kitapları yazmalarını istedim.<br />
Kısa sürede ardı ardına birçok kitap tamamlamak veya aynı kitap<br />
üzerinde yıllarca çalışmak tercihi onlara aitti. Diledikleri zaman yeme<br />
içmeden kesilip günlerce çalışmakta veya diledikleri müddetçe yayılıp<br />
keyif çatmakta özgürlerdi. Çalışmalarını yakınen izleyecektim ve o an<br />
geldiğinde kendilerine bildirecektim. Eserlerini teslim alacak, bilinen<br />
tüm dillere çevrilmesini sağlayacak, dünyanın kitap satılıp okunan her<br />
köşesinde eş zamanlı olarak piyasaya sürecektim.<br />
Üzerinde hevesle ve aşkla çalıştıkları biricik eserlerinin, gecelerini<br />
gündüzlerine katıp büyük bir şevkle kurdukları dünyalarının benim<br />
olacağını, benim adım altında yayımlanacağını bilmiyorlardı. Niyetim,<br />
birbirine hemencecik uyum sağlayan bu oldukça dinamik, üretken ve<br />
parlak ikiliden olabildiğince çeşitli ve enteresan eserler almak ve son<br />
olarak da onları ana hatlarını kafamda belirlediğim <strong>White</strong> Kardeşler<br />
hikayesini, kardeşlerimle benim hayat hikayelerimizi birlikte kaleme<br />
almaya teşvik etmekti. Kitapları yazdırdıktan sonraki akıbetleri ne<br />
olacaktı, henüz karar vermemiştim. Modern tıbbın geldiği nokta hafıza<br />
silmeye yetiyorsa hafızalarını sildirirdim muhtemelen, böyle bir şey<br />
mümkün değilse de aklımda hafızalarını komple kapatacak alternatif<br />
senaryolar türetmek zor değildi.<br />
Ben morukla birlikte çok mutlulardı. Mutlulukları gözlerinde pırıl<br />
pırıl parlıyordu. Canlarım benim. Siz perilerimdiniz çocuklar.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
94<br />
Büyük Yanılgı<br />
Bir gün bana bu müthiş gençleri bulan yetenek avcılarından birine<br />
memnuniyetimi bildirmek üzere bir teşekkür mektubu kaleme aldım.<br />
Gecenin geç bir vaktiydi. Mektubu zarfa yerleştirdim. Masanın ışığını<br />
söndürdüm. Yapay gölden esen yosun kokulu tatlı rüzgarla serinlemiş<br />
olan yatak odama gittim, yatağıma girdim ve uyudum.<br />
Uyandığımda mektup çalışma odamda değildi. Deliye döndüm, kan<br />
beynime sıçradı. Çünkü satır arasında planlarımdan da söz etmiştim.<br />
Ve görünen oydu ki, çocuklar mektubu okumuşlardı.<br />
Malikanede üçümüzden başka kimse yaşamıyordu. İç temizliğini ve<br />
bahçe düzenlemesini kendimiz yapıyorduk. Onlara birer at almıştım.<br />
Atları yerinde bulamadım. Çıldırmak üzereydim. Büyük bir öfkeye<br />
kapılmıştım. Gözüm dönmüştü.<br />
Koyduğum kural gereği malikane topraklarından ayrılmalarına veya<br />
yapay gölde gözün görmeyeceği bir mesafeye açılmalarına müsaade<br />
etmiyordum. Onları gölde bulamayacağımı biliyordum. Kaçmışlardı.<br />
Emindim bundan. Yine de golf arabalarının birine atlayıp her yanda<br />
uzun müddet dolaştım, izlerini aradım, seslerini duymayı umdum.<br />
Geç kalkmıştım o gün. Yorgun düşüp içeri dönmeye karar verdiğim<br />
zaman hava neredeyse kararıyordu. Büyük salonun ışıkları yanıyordu.<br />
Yine de kaçıp gitmemiş olduklarına sevinemedim. Ben bir köşeyi<br />
yoklarken onların öte köşede at biniyor olmaları umurumda değildi.<br />
Büyük bir aksilikle, devasa dış kapının kanatlarını çarparak girdim<br />
içeriye. Beni bu öfkeden kudurmuş halde görünce şaşırıp korktular.<br />
Eda çalışma odamı temizlemiş, mektubumu hiç açmadan, çünkü bu<br />
yasaklarımdan biriydi, hiç ellemeden çekmecelerden birine kaldırmış,<br />
masayı sildikten sonraysa aldığı yere öylece bırakmayı unutuvermişti.<br />
Bunu ertesi gün, öğlen, öfkem dindiğinde fark ettim ve saatler boyu<br />
hıçkırarak ağladım, dövündüm.<br />
Mektubu okudukları ve niyetlerimi öğrendikleri zannıyla üzerlerine<br />
yürüdüm. Çıtları çıtmıyordu zavallıların. Bir koşu, soluk soluğa üst<br />
kata çıktım. Pompalı tüfeklerden birini aldım. Tüfeğe mermi sürdüm.<br />
Onları önüme kattım, koruya doğru ağır adımlarla, diyalog kurmadan<br />
yürüdük. Daha doğrusu ben bitmez bir tirada başlamıştım. Niyetlerimi<br />
detaylıca itiraf ediyor, küfrediyordum. Şoka girmişlerdi yavrularım.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
95<br />
İşe Sonradan Uyandım<br />
Bir açıklamada bulunmam lazım. Okumakta olduğunuz bu kitabı<br />
kendi hikayemi anlatmak niyetiyle yazmaya başlamadım. Eğer o fena<br />
yanılgıya düşmeseydim, Eda ve Luke bu kitabı yerime yazacaklardı ve<br />
planladığım üzere beni de hikayeye dahil edeceklerdi. Onların yerine<br />
benzer potansiyelde başka gençler ikame edip planımı yürürlükte<br />
tutabilirdim. Fakat istemedim bunu. Hikayemizi kendi başıma yazmak<br />
istiyordum artık. Kitabım üç kardeşin değil, Stanley Kaan ve Sean<br />
Hakan’ın hikayesi olacaktı yalnızca. Kendimi geri planda tutacak ve<br />
kardeşlerimin kariyerlerine odaklanacaktım. Ama, sanıyorum altmışlı<br />
bölümlerde, kendimi bir anda aktif olarak hikayeye dahil ediverdim.<br />
Yeni amacım, kitabı bir an önce bitirip <strong>White</strong> üçüzlerinin enteresan<br />
hayatlarını gelecek kuşaklara ulaştırmaktı. Evet, gelecek kuşaklar için<br />
yazmaktaydım, çünkü kardeşlerimin inanılmaz şöhretleri sayesinde<br />
hikayemiz ama yanlış ama doğru olarak sizler tarafından biliniyor. O<br />
pasparlak başarı hikayeleri sizin çağınızda yaşandı, tanık oldunuz.<br />
Fakat şu son bölümleri yazıyorken kitabta sakıncalı birçok şeyden<br />
bahsettiğimin ancak farkına varabildim. Yahu, düşünüyorum, bu kitap<br />
çıksa, okunsa, bilinse… E yandım o zaman ben! Ne kadar edepsiziz,<br />
ne kadar hayvanız, ne kadar şuyuz, buyuz, katiliz, duygusuzuz,<br />
hepsini bir bir sayıp döktüm yahu. Bu kitabın yayımlanması demek,<br />
ömrümün şu son dönemini içeride geçirmem demek. Kendi kendimi<br />
ihbar etmek. Bir sonraki bölümde okuyacaksınız, o gece o güzelim iki<br />
gencecik insanı kalpsizce öldürdüm ben.<br />
Böyle olmayacak. Kitabı yayımlamaktan şu an cayıyorum. Büyük<br />
kafasızlık benim yaptığım. Değil kitabı yayımlamak, bunu şu an en<br />
yakınlarımın bile okumasını istemiyorum.<br />
Bu kitap, <strong>White</strong> Kardeşler’in kalan ikisi de (ben ve Stanley Kaan)<br />
öldüğünde yayımlanacaktır. Kararım kesindir. Gerekeni yapacağım ve<br />
kitabı bahsettiğim güne kadar koruyacağım, o günün hemen ertesinde<br />
ise yayımlanma prosedürlerinin başlanması için hazırlık yapacağım.<br />
Bakın ne kadar değişiğiz, marjinaliz, başarılıyız, olağanüstüyüz ve<br />
doğaüstüyüz, manyağız, sevimliyiz, dünya tatlılarıyız, bambaşkayız<br />
biz diye hevesle kaleme almaya başladığım kitabın resmen kontrolünü<br />
yitirdim arkadaş. Ne rezilliğimiz kaldı, ne katilliğimiz…
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
96<br />
Son Sarılış<br />
Onlar önde ben arkada koruya girdik. Tüfeği ortamızdan yürüyen<br />
Luke’un tam ensesine doğrultuyordum. Çocukken en sevdiğim adam<br />
öldürme yöntemi enseden kurşunlamaktı. Filmlerde görür ve heyecan<br />
yapardım. Düşünüyordum, pompalıyla ensesine ateş etsem ne olurdu?<br />
Boynu kopup kafası gövdesinden ayrılır mıydı? Onlara gerçekten ateş<br />
edebilecek miydim, bilmiyordum. Korkuyordum bir yandan. Oğlan<br />
hop diye üzerime atılsaydı, sıçardım, orası kesin.<br />
Mezarlığa duvar olan devrilmiş ağaç gövdelerinin önünde durduk.<br />
Küçük bir aralık vardır arka tarafta. Oradan sırayla içeriye süzüldük.<br />
Gördükleri atmosferi betimlemelerini istedim.<br />
Seksen dördüncü bölümün ilk paragrafında yaptığım betimlemeyi o<br />
gece çocukların yaptıkları betimlemeden arakladım. O paragraf biraz<br />
önce ikisinin burada yaptığı ortak betimlemedir. Ancak onlar benim<br />
ilk buraya geldiğim gece gördüğüm gibi ortadaki büyük mezarın<br />
üzerinde bitmiş fesleğen ve adaçayını göremediler. Çünkü mezarı iki<br />
defa eştim ben daha önceden.<br />
Sırtım ağaç gövdesinden duvara sürtünceye kadar geriledim. Tüfeği<br />
hâlâ üzerlerine doğrultmaktaydım. Kazma küreği alıp işe koyulmasını<br />
istedim Luke’tan. Eda da ona yardım etti. Artık nasıl bir psikoloji<br />
onları esir almışsa, hızlı hızlı kazdılar. Kendi mezarlarını kazdıklarını<br />
bildikleri halde. Ağlamamaları, mutsuz görünmemeleri garibime gitti.<br />
İskeletler ortaya çıkınca Eda’dan ‘hiayyk!’ benzeri bir cırlama çıktı.<br />
Luke of çekti. Başını ümitsizce kaldırıp korunun üzerinden geçen, ayı<br />
çevreleyen ince gri bulutlara baktı. Yeni yükselmeye başlayan ay ışığı<br />
bulutların kenarlarını sarının turuncunun tonlarında sırmalıyordu. O an<br />
bir düşünce belirdi aklımda. Korunun ortamı harikaydı. Burayı bensiz<br />
keşfetmiş, mezar açılmamış ve iskeletler belirmemiş olsaydı, mutlaka,<br />
eminim bundan, bir mezarlıkta dikildiklerini boşverip öpüşürlerdi. Ne<br />
harika bir büyüdür o saatlerde orada bulunmak. Birazdan ay yükselip<br />
büyülü renk tonlarını yitirecek, giderek solacaktı. Tam zamanıydı.<br />
Hayatta gördükleri son manzara bu olmalıydı. Yoksa yazık olacaktı.<br />
Onları öldüreceğimi, birbirlerine son bir veda öpücüğü vermelerinin<br />
hoş olacağını söyledim. Öpüşmeyip uzun uzun sarıldılar. Birbirlerinin<br />
boyunlarını kokladılar. Çok dokunaklıydı. Elim tetikte ağlattılar beni.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
97<br />
Biz İhtiyarlara İçirmeyin, Cıvıtıyoruz Sonra<br />
Ölüleri ayaklarından çekerek diğer iskeletlerin üzerine düşürdüm.<br />
Yüzlerini birbirine çevirdim. Ellerini tutuşturmayı beceremedim ama.<br />
Çukurun içine ve yavaş yavaş katılaşan, hâlâ ılık, genç karı kocanın<br />
üzerine kürek kürek toprak attıkça kendimden iğrendim. Ben bir aşk<br />
evliliğinin meyvesiydim. Anne babam ellerinden geldiğince çok sevdi<br />
beni. Ben neden böyle oldum? Bana bir canavara dönüşmem için mi<br />
bu ikinci şans verildi? Bunları düşünürken baktım ki mezar kapanmış.<br />
Sean Hakan’ı ve Stanley Kaan’ı aramak, suçumu itiraf etmek, içimi<br />
dökmek istiyordum. Kendimi tuttum. Tam aramız düzeldi derken gene<br />
aramıza nefret girebilirdi. Kulaklarım çınlıyordu dönüş yolunda.<br />
Viski doldurdum dört parmak. Nasıl daralıyordum, anlatamam. Bir<br />
üst kattaydım, bir ondan da üst katta, bir çatı katında, bir de bakmışım<br />
en alt katta. Ne yapıyordum, bilmiyordum. Belki hayaletler dolmasın<br />
diye odaları capcanlı ama kokuşmuş varlığımla şereflendiriyordum.<br />
Ne yaptım, diye dövündüm. Ömrümde ilk defa duvara doğru depar<br />
atıp alnımı küt diye körlemesine vurdum. Tarifsiz bir acı duydum,<br />
ama bunu üç defa daha tekrarladım. Sonuncusunda epeyi incindim,<br />
belim de kıtladı. Kendime daha fazla eziyet etmeyip yatağıma gittim.<br />
Uyuyamadım. Vakit daha erkendi. İpek’i aradım. Anlatacaktım.<br />
İpek neşeli açtı telefonu. Neşesi anında beni de kavradı. Ummadığım<br />
anda kendimi kakara kikiri bir sohbetin ortasında buldum. Başım<br />
çarpmaların etkisiyle zonkluyordu. Alnım yüzülmüş kanıyordu. İpek<br />
bunları bilmiyordu. Ben de onun nasıl göründüğünü bilmiyordum.<br />
Derken nasıl göründüğümüz değil, birbirimizi nasıl hayat ettiğimiz<br />
üzerine bir sohbete daldık ve ömrümde ilk defa bir kadınla telefonda<br />
sanal seks yapmış oldum. Yarım saatten uzun sürdü bu. Çok da saçma<br />
ve gereksiz buldum. Bir daha ölsem yapmam herhalde.<br />
Üçü de birbirinden berbat üç film izledim peş peşe. Korku filmiydi<br />
güya bunlar. Ohoo, dedim içimden, manyak mısınız siz evladım, insan<br />
denen kan içici iblis böyle korkar mı? Gelin malikanemize ben size<br />
interaktif bir korku kuşağı sunayım da aklınızı başınızdan alayım. Ne<br />
demiş Shakespeare Birader? Hell is empty and all the devils are here.<br />
Cehennem bomboş ve tüm iblisler aramızda. İyi dememiş mi? Milleti<br />
efektle, bok püsürle korkutacağınıza, ilhamı hayatın kendisinden alın.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
98<br />
Kendine Kıymak<br />
Çocukları hakladıktan sonraki salı günüydü. Yataktan sıçrayarak<br />
uyandım. Müthiş bir gürültüydü. Bir üst kattan geliyordu. Malikanede<br />
yalnızdım. Ben uyurken içeri birisi girmişti. Duyduğumun silah sesi<br />
olduğuna emindim. Sesi rüyamda duymuş olmayı umdum. Uyku ile<br />
uyanıklık arasındaki o ince alanda duymuş olmayı.<br />
Dirseklerimin üzerinde korkuyla doğruldum. Ardından bacaklarımı<br />
yataktan sarkıttım. Ayaklarım terlikleri aradı. Yoğun bir tedirginlik ve<br />
korku bedenimi esir almıştı. Dudaklarım titriyordu. Pencere önünde<br />
duran sandalyenin arkalığına astığım yeleğe uzandım. Yeleği çabucak<br />
sırtıma geçirdim. Odadan ayrılırken kalbim deli gibi vuruyordu.<br />
Merdivenleri tırmanmadan önce yukarıya seslendim. En ufak bir<br />
tıkırtı bile gelmiyordu. Malikane her zamanki sessizliği içerisindeydi.<br />
Yavaş yavaş, korkarak çıktım merdivenleri. Sean Hakan’ın bir dönem<br />
çalışma odası olarak kullandığı, daha sonradan gözden düşen eşyaların<br />
kaldırılıp tozlanmaya bırakıldığı yüksek tavanlı aydınlık odanın kapısı<br />
aralıktı. Orada birisinin olduğundan emindim.<br />
Titreyen elimle kapıyı içeriye doğru iterken kalbimin duracağını<br />
zannettim. Güneş karşı camdaydı. Odayı kızıl ışığıyla doldurmuştu.<br />
Gözlerimi kısarak girdim odaya.<br />
Kardeşim oradaydı. Sean Hakan. Sırt yerinin desen dikişleri attığı<br />
için buraya kaldırılmış ahşap ayaklı tekli koltuktaydı. Mide bulandırıcı<br />
bir sahneydi. Bol ışık yüzünden her detay apaçık ortadaydı. Kardeşim<br />
kendisini ensesinden kurşunlamıştı. Yüzünün yarısı yok olmuştu. Başı<br />
öne doğru eğilmiş, göğsüne çekilmişti. Hafifçe yan duruyordu cansız<br />
baş. Silah ölünün kabarmış ensesindeki tümsek ile koltuğun sırtı<br />
arasında asılı kalmıştı. Silahı kavramış, namluyu ters ama usta bir<br />
hareketle arkadan burun hizasına doğrulmuş, ardından tetiği çekmişti.<br />
Kolu boşa çıkmış, koltuğun yanına savrulmuştu.<br />
Genzime bulantı yükseldi. Çok kalamadım orada. Önce polisi ve<br />
ambulansı, ardından Stanley Kaan ve İpek’i aradım. Ahmet Ekber’in<br />
telefonu kapalıydı. Ağlamak istiyor yapamıyordum. Çok feciydi.<br />
Alt kata inip yüzümü ılık su ve portakal özlü sabunla iki defa iyice<br />
köpürterek yıkadım. Dişlerimi de iki defa sertçe fırçaladım. Havluyla<br />
yüzümü kuruladım. Oyalanıyordum. Cesaretim yoktu tekrar bakmaya.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
99<br />
Kardeşime Ağıdımdır<br />
Biraz önce yine oradaydım. Vakit gece yarısını çoktan geçti. Odada<br />
kısılmış bir ışık sürekli yanıyor. Odanın alacakaranlık dokusu, verdiği<br />
sevimsiz his, oradayken insanın içine sinen melankoli, yüreğe oturan<br />
hüzün dolu anılar, hatırlayışlar… Koltuğun üzerinde siyah bir çarşaf<br />
serili. Çarşafı İpek oraya koltuğu tozdan koruması için değil üzerinde<br />
bulunan kan ve doku parçası lekelerini gizlemek için serdi. Geceleri<br />
koltuğa kuruluyorum, sırtımı arkaya yaslıyorum, sağ elimi silah yapıp<br />
enseme dayıyorum ve kendimi Sean Hakan’ın yerine koyuyorum. İşte<br />
orada hâlâ. Çıkmıyor lekesi. Ahşap zemine sıçrattığın ölüm lekeleri.<br />
Biraz önce yine oradaydım. Yine ağladım. O acı günü hatırlamak,<br />
bunu yazmak bir işkence. Yazmalıyım yine de. <strong>White</strong> Kardeşler bu<br />
kitabın ismi. Ve <strong>White</strong> Kardeşler ne yazık ki bunu da yaşadı.<br />
Yaratılışında senin bir arıza vardı kardeşim. Kendini olduğundan<br />
hep daha yaşlı duyardın. Kaprisli, şımarık, eğlence düşkünü bir çocuk<br />
değil aksine kendisine o yaşta ulaşılabilir hedefler koyabilen hırs<br />
küpünün tekiydin. Ergenliğinde koca bir adamdın. İş hayatına atılmış,<br />
ekmeğini eline almış taş gibi hatunlarla çıkardın. Kariyerinde her daim<br />
profesyonel, olgun ve ne istediğini bilendin. Normal halinde kendine<br />
güvenirdin. Özgüven sorunu yaşadığında bunu sindiremez, hayatını<br />
zindana çevirirdin. Hataların oldu. En büyüğü bendim. Affedildin.<br />
Biraz önce yine oradaydım. Kendimi yine senin yerine koydum.<br />
Altmışıncı yaşını süren birisi ruhen nasıl bir enkaza döner, bedenen<br />
nasıl yetmişlerinde seksenlerindeymiş gibi olabilir, anlamaya çalıştım.<br />
Zamanında bütün dünyanın gıpta ettiği, insanüstü rekorlara imza atmış<br />
bir sporcu nasıl olur da ömrünün ikinci yarısında enkaza döner, işte<br />
buna kafa yordum. Seni şimdiden özledim kardeşim, kanım, canım.<br />
Biraz önce yine oradaydım kardeşim. Ancak bu kez canına kıydığın<br />
koltukta güneş odayı kızıla boyayıncaya değin kalmadım. Kitabımızı<br />
bitereceğim bu gece kardeşim. O yüzden. Ruhun ve öte dünyanın var<br />
olduğuna inanmayan bir babanın, aslolanın ahiret, yaşanılanın bir rüya<br />
olduğuna inanan bir ananın çocuğusun sen. Hangisi haklıydı, şu an sen<br />
biliyorsun. Ya bir yoklukta kayboldun, ya sonsuz varoluşuna kavuştun<br />
kardeşim. Bu kitaptan sağlığında sana bahsetmedim. Seni tanıdığım<br />
kadarıyla, kalemim yettiğinde yansıttım. Hoşça kal. Seni seviyorum.
semihsuren.com<br />
<strong>White</strong> Kardeşler<br />
100<br />
Haliyle Okyanusta Biter Bu Hikaye<br />
<strong>White</strong>’ların Çikolata Dünyası’nın ilk şubesinde bir araya geldik.<br />
Ben, Stanley Kaan, İpek, Ahmet Ekber. Dördümüz. Gece yarılanalı,<br />
dükkan müşteriye kapatılalı epeyi olmuştu. Güneşliği indirmiş, içeride<br />
loş bir spot aydınlatmayı açmıştık.<br />
Sean Hakan’dan arta kalanları Atlantik Okyanusu’na, babamızın<br />
yanına serpmiş, ülkeye yeni dönmüştük. Ahmet Ekber biraz gecikti, o<br />
gelene kadar biz İpek’le ağlaştık, aramızda en dayanıklı görünen Kaan<br />
ise Sean Hakan’ın ölümü sebebiyle siyah pazubentli forma ile sahaya<br />
çıkan takımının Juventus deplasmanı maçının son yarım saatini izledi.<br />
Ahmet Ekber içeriye sırılsıklam girdi. Deli bir yağmur yağıyordu<br />
dışarıda. İpek onun çırılçıplak soyunması için diretti. Oğluna bir servis<br />
önlüğü getirdi. Ahmet Ekber dizlerinin altına kadar uzanan önlüğü<br />
boynuna geçirdikten sonra yanımıza oturdu. İpek önüne bir tabak taze<br />
kurabiye koydu. Genç adamın karnı kazınıyordu. Kurabiyelerin peşine<br />
iki dilim yaş pasta yedi, peşine de sıcak kakao içti bir fincan.<br />
Kendimizi hazır hissettiğimizde Sean Hakan’dan arta kalan yazıları<br />
ortamıza aldık. Avukatı bize bir dosya içerisinde iletmişti onları. Açtık<br />
dosyayı ve kitap tutarında olan yazıları sırayla yüksek sesle okuduk,<br />
yorumladık, üzerinde tartıştık. Güneş doğumuna kadar sürdü bu. Üç<br />
defa çay demledik. Sabahleyin çalışanlar kapıyı tıklatınca oradan çıkıp<br />
Ahmet Ekber’in dairesine gittik. Dışarıdan sipariş verip karnımızı bir<br />
güzel doyurduktan sonra bir ertesi gün doğumuna kadar incelikli bir el<br />
yazısıyla kaleme alınmış sayfaları acele etmeden değerlendirdik.<br />
Sean Hakan’ın bilmediğimiz karanlık yönlerini öğrenmek bizi epeyi<br />
sarstı. İpek onun sırdaşıydı. İpek’in bile şaşkınlıktan ağzının bir karış<br />
açık kalmasına neden olan kısımlar okuduk. Okudukça telaşa kapıldık.<br />
Tüm bu sayfalar, kendisinin ‘hatırat’ olarak nitelendirdiği bu itiraflar<br />
yayımlanacaktı. Avukatı girişimlere kardeşim aramızdan ayrılmadan<br />
önce başlamıştı bile. Avukatı, o rezil herif, intihar edeceği günü, saati<br />
ve intihar şeklini de kesinen biliyordu önceden. Bunlar da yazılıydı.<br />
Gaziantep’e kadar götürüp getirdiğim, üzerine Eda’yı canlı canlı<br />
gömdüğüm, elbise içindeki iskeletin anneme ait olduğunu o zaman<br />
öğrendim. Kaan’a durumu özetledim. Mezar tekrar açıldı. Annemizin<br />
kemiklerini Eda’nın altından çıkardık ve bir tekne kiraladık.