10.07.2015 Views

Türk ve Japon Modernleşmesi: 'Uygarlık Süreci' - Birikim

Türk ve Japon Modernleşmesi: 'Uygarlık Süreci' - Birikim

Türk ve Japon Modernleşmesi: 'Uygarlık Süreci' - Birikim

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

12AYŞE ÖNCÜfarklı anlamlarını tartışarak başlıyor. Batı’nın kendine atfettiği en önemli özellikolan ‘medeni’ sıfatının, Fransızca, İngilizce <strong>ve</strong> Almanca’da değişik etimolojileriniinceliyor. Medeniyet ‘gerçekten’ nedir sorusunu bir kenara bırakıp, onun dildekurulan anlamları üstünde durduğu için, Elias’ın bugünkü anlamda bir ‘deconstruction’(yapıbozum) çabası içinde olduğunu düşünüyoruz. Medeni sözcüğününBatı’nın kendini kavramakta <strong>ve</strong> görmekteki önemini vurgulaması, hemenbize -bugünün okuyucuları olarak- Edward Said’in Şark <strong>ve</strong> Şarkiyatçılıkkavramlarını deşifre etmesini hatırlatıyor.Ancak ikinci bölümde Elias farklı bir istikamete yöneliyor. Kendi ifadesiyle,‘medenileşme’ sürecinin ilk evrelerine geri dönüp, henüz Avrupa kendisini “Batımedeniyeti” olarak görmeye başlamadan önce, ‘medeni davranma’ fikrinin nasılkristalize olduğunu anlamaya çalışıyor. Böylece insanın ‘medenileşmesi’ sürecininbir mikro-tarihini yapmak üzere yola çıkıyor. Ortaçağlardan itibaren,“medeni” sözcüğünün gündelik yaşamın kıvrımları içinde nasıl içerik kazandığını,insan bedeninin en ‘doğal’ fonksiyonlarının, ne zaman adaba <strong>ve</strong> muaşereteaykırı olarak tanımlanmaya başladığını <strong>ve</strong> giderek utanma, yüz kızarma gibiduygulara dönüştüğünü aktarıyor. Kitabın bu bölümü, gerçek bir tour de force;okuması çok zevkli bir gündelik pratikler tarihçesi sunuyor. Bizler -bugününokuyucuları olarak- hemen Foucault ile paralellikler kurup, Elias’ın ‘medeniyetinarkeolojisi’ni yaptığını düşünüyoruz.Böylece kitabın üçüncü bölümüne (II. cildin ilk bölümü) değin, Elias’ın aslındaBatı medeniyetinin ‘yükselişinin’ öyküsünü anlattığı - yani klasik bir ‘dönüşüm’problematiği etrafında döndüğünü, tam kavrayamıyoruz. Çok kabacaözetlemek gerekirse, merkezî devletin şiddet kullanımını kendi monopolü altınaalmasıyla başlayan <strong>ve</strong> giderek daha çok alana yayılan <strong>ve</strong> derinleşen sosyaldenetim ağlarının, kişiler üstündeki ‘dış’ baskı <strong>ve</strong> kontrolleri yoğunlaştırdığınısöylüyor Elias. Toplumsal yasakların, bireyin iç dünyasının <strong>ve</strong> kişilik yapısınınbir parçası haline gelerek ‘iç’ disipline <strong>ve</strong> öz-kontrole dönüştüğünü vurguluyor.Bireyin her türlü şiddet eğilimlerini, hissî temayüllerini, bedenî ihtiyaçlarını‘ayıp’-‘gayrı medeni’ olduğu için kendinden <strong>ve</strong> başkalarından gizlemek zorundakalmasının, modern özneyi -kendi kendine yeterli <strong>ve</strong> başkalarıyla mesafeli- ortayaçıkardığını söylüyor. Hemen teslim etmek gerekir - benim burada aktardığımdançok daha sofistike bir çözümleme yapıyor. Evrimci mantığın ‘tek neden’arayışından uzaklaşıp, birbirine rakip bir dizi sosyal oluşumun ‘figürasyonu’ üstündenaçıklamalar getiriyor. Alman burjuvazisi ile saray çevreleri arasındakiilişkilerin, Fransa <strong>ve</strong> İngiltere’den farklılığını vurguluyor. Ancak aynı zamandaFreud’un fikirlerini hiç sorgulamadan, bir leitmotiv olarak kullandığı ölçüde,Avrupa’nın ‘medenileşmesini’ üç yüzyılda gerçekleşen özgün bir evrim süreciolarak kavramlaştırıyor. Norbert Elias’ın bize sunduğu öyküde, Batı muhayyilesindekigayri-medeni (ilkel) dünyaya hiç atıf yok.Zygmunt Bauman, Elias üstüne bir yazısında, şöyle bir değerlendirme yapıyor:

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!