10.07.2015 Views

3-sayi-7lazslo

3-sayi-7lazslo

3-sayi-7lazslo

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

192 • Sevgi DoğanDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 193ODAKHyppolite, J., “Bilinçten Öz-bilince Geçiş”. Hegel’i Okumak, Der. TülinBumin. İstanbul:Kabalcı Yayınları, 1993.Lantz, K. A., The Dostoevsky Encyclopedia. USA: Greenwood PublishingGroup, 2004.Lenin, Vladimir İlyiç, “Tolstoy ve Modern İşçi Hareketi”. Devrimin Aynası.Çev. Zekiye Hasançebi. İstanbul: Yazı Görüntü Ses Yayınları, 2003.Luxemburg, Rosa. Tolstoy’un Yolu. Çev. Zekiye Hasançebi. İstanbul: YGSyayınları, 2003.Orwin, Donna Tussing. Tolstoy’s Art and Thought (1847-1880). NewJersey: Princeton University Press, 1993.Simmons, Ernest J. Introduction to Tolstoy’s Writings. Chicago: Universityof Chicago Press,1968.Tolstoy, Lev Nikolayeviç. “Efendi ile Uşağı,” Efendi ile Uşağı: Üç Öykü.Çev. Mehmet Özgül. İstanbul: Çağdaş Matbaacılık Yayıncılık Ltd.Şti., 2001.——. “Üç Ölüm”. Efendi ile Uşağı: Üç Öykü. Çev. Mehmet Özgül.İstanbul: ÇağdaşMatbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti., 2001——. İtiraflarım. Çev. Kemal Aytaç. İstanbul: Furkan Basın Yayın, 1994.——. İvan İlyiç’in Ölümü. Çev. Özgür Berkkaya. İstanbul: KitapzamanıYayıncılık, 2011.——. “Progress and the Definition of Education”. Tolstoy on Education.Çev. Leo Wiener. Chicago: University of Chicago Press, 1967.——. What then must we do?, Çev. Aylmer Maude. UK: Green Books,1991.Dostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur veGözyaşlarına BoğulurLászló F. FöldényiÇeviren: Nihan SoyözDostoyevski 1854 yılının baharında, dört yıllık kürekcezasının ardından er olarak Asya kıtasının büyük “Kuzeyyamacı”nda, güney Sibirya’daki Semey şehrine yerleştirilmişti.Bir köyden biraz daha büyük olan bu şehrin yaklaşık beş binolan nüfusunun yarısı, çoğu “yurt” denen çadırlarda yaşayangöçer Kırgızlardı. Yerliler kendilerini “anavatandan gelenler”dedikleri Avrupalı Ruslarla bir görmüyor, onlara şüpheylebakıyorlardı. Ne var ki “anavatandan gelenler”in sayısı sürekliartıyordu: 1827 ile 1846 arasında sürgüne gönderilenlerin sayısı159.000’e ulaşmıştı.Kenti dımdızlak bir kum çölü çevreliyordu, bu çöldene bir ağaç ne de çalı, yalnızca kum ve deve dikenleri vardı.Dostoyevski burada, geniş fakat basık bir evde yaşıyordu, eviniçinde bir yatak, masa ve sandık vardı; duvarda küçük, çerçevelibir ayna asılıydı. Burada kentin savcısı olan yirmi bir yaşındakiAleksandr Yegoroviç Wrangel’le dostluk kurdu. Wrangeltanışmalarından sonraki on yıl boyunca Dostoyevski’yeözveriyle destek olacaktı. Dostoyevski Wrangel’e hikâyelerininana hatlarını anlatır, Puşkin’den en sevdiği şiirleri okur ve ünlüaryalar mırıldanırdı. Din hakkında pek fazla konuşmazlardı—*Loránd Eötvös University, Institute for Comparative Studies,foeld@c3.humonograf 2015/3


194 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 195ODAKDostoyevski inançlı olmasına rağmen kiliseye gitmez verahiplerden hoşlanmazdı. Ancak İsa’dan büyük bir hayranlıklasöz ederdi. İstikrarlı bir şekilde Ölüler Evinden Anılar üzerindeçalışıyordu, Wrangel’e de zaman zaman müsveddelerine bakmaizni vermişti. Bu ayrıcalığın karşılığı olarak genç savcı daDostoyevski’ye kitap sağlıyordu. Kısa bir süre sonra canla başlabir kitap üzerinde çalışmaya başladılar. Wrangel anılarındaçalıştıkları bu kitabın adını vermez. Yalnızca yazarın adınadeğinir: Hegel.Augsburger Allgemeine Zeitung’a abone olan Wrangel’in,Almanya’dan Dostoyevski için Hegel’in hangi kitabını siparişettiğini bilmiyoruz. 1 O yüzden biz birini seçelim: Hegel’in 1822güzüyle 1831 baharı arasında Berlin Üniversitesi’nde tarihfelsefesi üzerine verdiği dersler. Bu ders dizisi, on bin sürgününSibirya’ya geldiği zamana rastlıyordu. Dersler ilk kez 1837yılında kitap biçiminde basıldı, daha sonra 1840’ta yenidengözden geçirilmiş bir baskısı çıktı. Wrangel’in bir göz attıktansonra bu kitabı sipariş etmiş olması mümkündür; çünkü bukitapta Hegel Sibirya’dan bahseder. Doğru, bu bahis yalnızcabirkaç kelimeden ibarettir—onlar da Hegel’in neden Sibirya’yıele almayacağını açıklar. Hegel Asya’yla ilgili incelemesini şusözlerle açar: “İlk olarak kuzeydeki eğimli alan, sularını kuzeyokyanusuna döken güzel ırmakları ile Altay sıradağlarındanbaşlayan Sibirya bizi burada hiçbir biçimde ilgilendirmez;çünkü kuzey bölgesi, daha önce belirtildiği gibi, Tarihin dışındayatar.” 2 Mum ışığında okurken bu paragrafa denk gelenDostoyevski’nin şaşkınlığını bir hayal edin. Avrupa’da kimseninonun bir fikir için –uğruna ölüm cezasına çarptırılıp sonra dasürgüne gönderildiği bir fikir için-- acı çekmesini önemsemediğigerçeğiyle yüz yüze geldiği andaki çaresizliğini hayal edebiliriz.O Sibirya’da, tarihsel olarak kabul edilebilir olanın dışında olan,dolayısıyla da, Avrupa’nın bakış açısına göre, kefaretle bilekurtarılamayacak 3 olan bir yerde acı çekiyordu. Dostoyevski,yalnızca Sibirya’ya sürgün edilmemiş, aynı zamanda hiçliğeindirgenmiş olduğunu hissediyordu. Buradan onu ancak birmucize –Hegel’in ve modern Avrupa’nın tamamen imkânsızolduğuna inandığı bir mucize-- kurtarabilirdi. Avrupa’nın ruhuTanrı’nın varlığını gür bir sesle onaylıyor ancak Tanrı’nınyalnızca evrensel buyruklar değil, kişiye özel biricik kararlarda verebileceği fikrini reddediyordu. Doğal hukuku diğer bütünhukuk türlerinin üzerine koyan –ve Dostoyevski’nin dahasonradan söyleyeceği gibi, iki kere ikiye başkaldırma olasılığınıreddeden-- Avrupa ruhu, modern anayasal devleti kabul etmiş,onun sonsuz geçerliliğini ilan etmiş ve hiçbir yasanın hukukunyaratılışını yönetemediğini unutmuştu.Muhtemeldir ki, Dostoyevski tarihten koparılıp atıldığınıöğrendiği (ve bu anlayıştan incindiği) zaman, katıksızvaroluşun tarihsel olarak anlamlandırılamayacak ve tarihte izbırakmayan boyutları olduğuna karar verdi. Katıksız varoluşunmonograf 2015/3


196 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 197ODAKağırlığını hisseden, onu yaşayan bir insan tarihten sürgünedildiği zaman, onu Semey’de de Berlin’dekiyle aynı ağırlıkezer. Tarihsel varoluşun sınırlarını bilmek için tarihin dışınaadım atmak gerekir. Ancak bu adımın mümkün olabilmesiiçin, mucizeler de mümkün olmalıdır (çünkü onlar zaman vemekânı aşar). Eğer Hegel kıta büyüklüğünde bölgeleri tarihselolarak kabul edilebilir olandan silebiliyorsa, bu demektir kitarih bitimlidir, tanrısal değil: Kendisinin ötesinde bir şeytarafından sınırlanmaktadır. Gerekli olan imkânsız olanla sınırkomşusudur, doğal olan doğaüstüyle, yasal olan keyfî olanla vesiyaset ilahiyatla. Sınırın öte yanındaki içeri girmenin yolunubulabilir. Ancak bize içimizden dokunanı dışlayabiliriz.Dostoyevski’yi mucizelere inandıran büyük ihtimalletarihten sürgün edilişiydi. Şu acımasız temel ilkeyi de yinesürgünde öğrendi: Tarih özünü ilk önce dışarı attıklarına açıkeder. Hegel felsefe tarihi üzerine derslerini on yılda verdi, ancakbu ilkeyi, bu kanunu keşfedemedi. Dostoyevski’nin düşünmekiçin on yıla ihtiyacı yoktu. O modern tarihin özünü kendicanında deneyimlemişti. O öz şuydu: Aydınlanma’ya kadarhiçbir kültür acıyı bu kadar derinden reddetmemişti, ancak acılarbunun sonucunda dinmemişti. Modern kültürün görünmeyen,gizli ıstırabı kendini ancak aydınlanmanın sınırları görünürolduğunda açık ediyordu—yani yalnızca tarihten koparılıpsürgün edilenlere görünüyordu.Mümkündür ki, Dostoyevski şu satırları Hegel’in Sibiryahakkındaki katı yargısını okuduktan sonra yazmış olsun: “[K]im bu mahvolmuş kalplerin derinliklerine inip bütün dünyadansaklanmış şeyleri okuduğunu söyleyebilir ki? ... Evet, suçbelirli, basmakalıp bir görüşten doğmaz sanırım; suç felsefesitahmin edildiğinden biraz daha güç anlaşılır.” 4 Bu mahvolmuşruhlar, “her hakları ellerinden alınarak toplum dışına atılmışve bu atılışın sonsuza dek çıkmayacak bir belirtisi olarakyüzleri damgalanmış canilerdi” 5 der Dostoyevski. Bu hatırat,Ölüler Evinden Anılar, olabilecek en cüretkâr başkaldırıyıifade eder: Kovulmuşların, bir anlam bulamayanların, evedönüş umudunda bile bir anlam bulamayanların başkaldırısı.Ancak bu kitap yine de ne bir politik başkaldırı manifestosu,hatta ne de bir ahlaki incinmenin bildirisidir. Kitabın meydanokuduğu şey varoluştur—ya da en azından, seküler tarihçilerinortaya koyduğu şekliyle varoluş. Hegel gibilerinin yazdığı tarihdünyevi ıstırabın eninde sonunda yok olacağını ima ediyordu,Ölüler Evinden Anılar işte bu felsefeye duyulan tiksintininincilidir. Dostoyevski’nin kitabını bir bütün hâlinde tutan şeyaçıklayıcı ve öngörücü diyalektik değil, acı ve ağıttır. Kitaptanyayılan umut, mucize inancı, çaresizliğinin derinliğiyle doğruorantıda artar.Elbette, Sibirya aleyhindeki bu yargı Semey’deki birokuyucunun beklemeyeceği bir şey değildi. Bu yargıya varanyol öylesine kusursuz ve mantıklı bir şekilde hazırlanmıştır kiHegel’in çıkardığı sonuç estetik tatmin bile sunabilirdi, dahamonograf 2015/3


198 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 199ODAKiyi ve insancıl bir biçimde yazılmış olsaydı. Hegel’in savlarınıntemeli şu cümledir: “[K]im dünyaya ussal olarak bakarsa,onu ussal olarak görür ve ikisi birbirlerini karşılıklı olarakbelirler.” 6 Veya belirlemez, diye yanıt verebilirdi Dostoyevski,odasının duvarındaki küçük, çerçeveli aynaya bakarak. Aynanıniçinden kimse bakışınıza karşılık vermez. Ara vermeden kendigözlerinizin içine bakmayı bir deneyin: Yabancı bir gözküresigörürsünüz, cansızca hiçliğe bakan. Bu göz ne dışarı ne deiçeri bakar. Ölüdür o, hareketsizdir, hatta yeterince uzun süreizlerseniz, hayalete benzer.Kendi kendine ussal olarak bakan dünya—Hegel’in bumetaforu çok çekicidir ve ilk kez duyduğunuzda Tanrı’dan gelenbir esin kadar aşikâr görünür. Ancak bu metaforun bağlamınıve önvarsayımlarını incelediğinizde şunun farkına varırsınız:Hegel’in akıl yürütmesi zorlanımlıdır—bastırılmış duygu vedüşünceler, batıl korkular ve en mantıksız kaygılar onu usabir şamandıraya tutunur gibi tutunmaya zorlamıştır. Adetabir akıntıya kapılıp gitmekten korkar. Hayatını çevreleyenve önceleyen zenginliği tasnif (kontrol) etmek amacıyla birtarih yaratmış ve bunu, bir file veya kafes gibi, bir olasılıklarderyasının üzerine atmıştır. Bunu yaparkenki aracı felsefedir,felsefe tarihi “bir gereç gibi ele alır, onu olduğu gibi bırakmaz,tersine Düşüncelere göre düzenler ve söylendiği gibi onu apriori kurar” (14). Tarih kurgusunun, Hegel’in tarih üretimininasıl rolü, varoluşun “nesnel” bir resmini sunmak değil, onukuranı, tarih mühendisini tasarlanamayan ve inşa edilemeyene,anlamsız ve mantıksıza batmaktan korumaktır.Hegel tarihin kendisinin ne olduğunu açıklamaz. Dersdizisinin açılış cümlesi şüphe uyandırıcı biçimde anlamsızdır:“[Tarih ve dünya tarihi] açısından hiçbir açıklama gerekme[z],çünkü kavramları kendiliğinden açıktı[r]” (14). Hegel’in tarihfelsefesi üzerinde çalıştıkça, tarihin nitelikleriyle ilgili tek birsöz bile etmeye isteksiz olduğu --sanki batıl bir inanç onu bukonuyu açmaktan men ediyormuşçasına-- son derece açık hâlegelir. Bana öyle geliyor ki, Dostoyevski en başından itibarenHegel’in felsefesinin bastırılmış, örtülü ve gizlenmiş olanınfelsefesi olduğunu anlamıştı. Bu tarih felsefesini tasavvuredebilmek için Hegel’in gözlerini kapaması gerekmişti.Eğer gözlerini açık tutmuş olsaydı Hegel ne görürdü?Sınırsız çeşitlilikle dolu bir tuval. Etrafında şunların olduğunubiliyordu: “İnsan zihnini meşgul edebilecek ve ilgilendirebilecekher şey, iyiye, güzele ve yüceye dair her his oyuna dahil olur; heryerde bizim de onayladığımız ve gerçekleşmesini dilediğimizamaçlar peşinde koşan başkalarını görürüz ve onların umutlarınıve korkularını paylaşırız” 7 . Peki, bütün bu renklilik ve faaliyetneden görmezden gelinmeliydi? Çünkü, diye cevap verir Hegel(şüphe uyandıran bir aceleyle), bütün bu bolluk olasılıktanibarettir. Hegel kendini açığa vuruşunu kısa bir sonsöze indirger:Dünya tarihinde, karşımızda en gelişmiş biçimindekötülüğün somut bir imgesini görürüz. Eğer büyük bireyselmonograf 2015/3


200 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 201ODAKolaylar yığınına bakacak olursak, tarih bireylerin ve milletlerinkurban edildiği bir sunak gibi görünür; en asil ve en güzelolanın yok edildiğini görürüz. Gerçekte hiçbir kazanımolmamış gibidir, ancak şu ya da bu fani ürün kalmıştır, bunlarda şimdiden üzerlerinde çürümenin izini taşımaktadırlar veyakında yerleri kendileri kadar fani bir başkası tarafındanalınacaktır. 8Tarihin bütün renklerinin ve bolluğunun ortasında,felsefenin dikkate almasına değmeyen “bir sunak” –yani, lafımızıesirgemeyelim, bir mezbaha-- bulunur. Zekâ, diye yazar Hegel,bireylerin yaşadığı acıları gözlemlemek için işine ara veremez:“Çünkü özel erekler evrensel bir erek içinde kaybolur” (43).Dostoyevski’nin bunu okuduğu zaman verdiği tepkiyi hayaledin. Dünya tarihi hakkında yazarken, dünya tarihinin en derinözellikleriyle ilgili hiçbir şey söylememeli miyiz? Akıl adına,yaralanma deneyimini görmezden mi gelmeliyiz—acı çekme,kendini kurban etme, anarşi gibi, insanoğlunun efendisi değil dekölesi olduğu her türlü şeyin deneyimini? Hegel her şeyden öncebir efendi gibi hissetmek istiyordu, çünkü bir efendi kölesindendaha mutludur; ancak bu ereğine ulaşmak için dünyayı kendizevkine ve emellerine göre yeniden tanımlamak zorundaydı.Felsefesini us üzerine yapılandırmaya çalışmış olsa da, buyapının en derin temelleri ussal değildi. Hegel’in felsefesindeüstü örtük biçimde, zafer kazanmaya ve bunun getirebileceğimutluluğa duyulan zayıf bir arzu vardır. Dostoyevski’ninki gibidikkatli bir göz, burada gizli olan acı ve ölüm, hayal kırıklığı vekayıp verme deneyimlerini fark edebiliyordu.Arzular, içgüdüler, kaygılar, korkular, bastırılmışlıklar,yadsımalar: Felsefi tarih yazımının bütün bunlarla ilişkisi,parlatılmış, kar beyazı, evcil bir Roma heykelinin kopyasıolduğu Yunan heykeliyle ilişkisi kadardır. Ancak yüzeyin altındakaynayan bir şeyler –bir çamur-- vardır ki, ince çatlaklardangeçerek mermeri bile boyayabilir. Hegel, Hukuk Felsefesi’nde 9dünya tarihinin adaletin, erdemin, haksızlığın, şiddet ve suçun,becerilerin, güçlü ve güçsüz tutkuların, suçluluk ve masumiyetinötesinde durduğunu yazar—yani “yaşam” dediğimiz her şeyinötesinde. Neden bazı milletler dünya tarihine dâhil değildir?Dâhil olanlar mutluluğa, şan ve şerefe, başarıya sahiptir.Hegel’in Protestan gözünde mutluluk, şan-şeref ve başarı iyiayartıcılardır. Acı ve ölümden daha çekici oldukları kesindir—ancak dolaysız yoldan (yani özgürce) açığa vurulmadıklarıtakdirde, zarar görür ve bozulurlar. Hegel mutluluğu usabağımlı kılıyorsa bunun nedeni korkudur. Mutluluğa sıkı sıkıyayapışır çünkü mutsuzluğa kafa yormak istemez. Şan ve şerefiyüceltir çünkü yenilenlerin acısıyla yüzleşmek istemez. VeHegel’in mutluluğa saplantılı olmasının nedeni her şeyin geçiciolduğundan emin olmasıdır—usun bile.Usa yapışanlar eninde sonunda mantıksızlığa kurbangiderler, hem de asıl amacı özgürce yaşamak olanlardan çokdaha hızlı ve dikkat çekici bir biçimde. Us özgürlüğün yaratıcısımonograf 2015/3


202 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 203ODAKveya efendisi değildir—usun özgürlükte bir payı vardır ancak.Özgürlük belirleyicidir; us özgürlüğün bir aracıdır, nedenideğil. Ussal ve usdışı olan her şey bu ortamların sınırları içindevar olur. Öte yandan, insanoğlunun biricik tanrısal öğesi olanözgürlük, usun da usdışının da ötesindedir. Ancak beni aşanıbularak özgürleşirim. Kendimi kaybettiğim yerde bulurum.Özgürlüğün konumu çeşitli şekillerde tanımlanabilir,ancak ona ussal (mantıklı) denemez. Hegel dünya tarihini,Tanrı’yı ve mutlak tini (veya hepsinin ortak paydasını) usahizmetkâr kılarak özgürlüğe sırtını dönmüştür. Usa uygunözgürlük, özgürlük değildir. Ussal olan us tarafından sınırlanır.Özgürlük ise sınırsızdır (yoksa özgür olamaz).Tanrı’nın kalbi olmadan Tanrı’nın adı: Us, dünya tarihiniaçıklama temeli olarak kurtuluşun 10 yerini aldığında, tanrısallıkinsan gözetimine verilmiş, yani usulca siyasetin otoritesi altınasokulmuş oldu. Bu durumun bir semptomu Hegel’in Bütün’leilgili açıklama arayışıydı; her şeyi, açıklanamayanı bileaçıklama arayışı. Modern sekülerleşme yasasına itaat ederek,Hegel her fırsatta (insan zihninin almadığı ve siyasetin ötesindeolan) “sonsuz”la ilgili açıklama yapıyordu. Siyasete ilişinolarak açıklanamayan her şeyi ise bastırdı. Örneğin Germenkabilelerinden bahsederken şöyle bir açıklama yapmıştı: Herne kadar topluluk halinde yaşamışlarsa da, bu topluluklar siyasideğildi, bu yüzden de “tarihsel sürecin dışında yaşamışlardı.” 11On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında her bir kültürelve teolojik mesele siyasi olarak yeniden tanımlanırkenözgürlük zarar gördü. Daha doğrusu (sonsuz olan şey zarargöremeyeceğine göre) dikkatler özgürlükten uzağa çekilmişti.Elbette siyasi çözümlere olan inancın üstü örtük biçimdedinî, hatta teolojik, etkileri vardır (Juan Donoso Cortés’inon dokuzuncu yüzyılın ortalarında söylediği gibi: Arkasındateolojik meseleler saklanmayan hiçbir siyasi mesele yoktur).Ancak teolojik (ilahi özgürlüğü soruşturan) meseleler disiplinve denetimle ilgili sorular tarafından arka plana itildiği içinaşkınlığa olan inanç daha az ilgi çekici hâle gelmişti.Her ne kadar Tanrı sözcüğü Hegel’in eserlerinde(ve günümüzdeki Batı yazınında) en az us kadar sık geçsede, bu bağlamda Tanrı, arkasına tanrısal olmayan ne varsatıkıştırılacak bir imgedir. Hegel’in tarih felsefesi —bu felsefedençıkarabileceğimiz temel ilke-- şudur: Tarih kişiler tarafındankendi temayüllerine ve kendi us standartlarına göre yaratılır(tabii bu standartlar, onların –kendilerine göre başka standartlarıolan-- siyasi rakipleri tarafından usdışı kabul edilir). Tarihibu şekilde yazmak usdışı, açıklanamaz ve kontrol edilemezolarak sınıflandırılan bakış açılarının dışarda bırakılmasınıgerektirir. Hegel’in döneminden başlayarak siyaset, hem bütüninsanları kapsayan bir kucaklayıcılık, hem de dışlama, bölmeve bütün insanları kapsayan baskıcılık demek olmuştur. CarlSchmitt’in dediği gibi, orta sınıf bir Tanrı ister ancak bu Tanrıuzak ve kendi hâlinde olmalıdır; yönetme otoritesi olmayanmonograf 2015/3


204 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 205ODAKbir yönetici ister; özgürlük ve eşitlik talep eder ama zenginve eğitimlilere iktidar verir (zenginlik ve eğitim fakir veeğitimsiz olanların sömürülmesini haklı çıkarırmış gibi); aileyedayanan aristokrasiyi ortadan kaldırır ama ticari aristokrasininegemenliğini destekler; ne kral ne de halk egemenliğine yetkiverir. Biz de Schmitt gibi şunu sorabiliriz: Burjuvazi gerçektene ister? 12Özgürlükten bahsetmek ancak, geçicilik ve durumsallıkdeğil de sınırsızlık ve aşkınlık ön plana çıktığında mümkündür.Usun Tanrı’sı özgürlüğün değil siyasetin, fethin ve sömürgeciliğinTanrı’sıdır. Modern Tanrı’nın dini sekülerleşmedir. Hegel’inbakış açısından bakıldığında tarih bir sekülerleşme hikâyesidirve Sibirya’nın bu hikâyede bir rolü yoktur. Ancak Hegel’inSibirya hakkında söyleyecek bu kadar az sözü olmasının nedeni,daha önce (aynı şekilde konuyla ilgisiz bulduğu) Afrika’danbahsetmiş olmasıdır. Usun misyoneri Hegel, Afrika’yı öylesinekeyif alarak, öylesine şiirsel bir esinle tarihin dışına sürgünetmiştir ki, bitirinceye kadar yaratıcılığı tükenmiştir. AncakAfrika hakkında söyledikleri Sibirya için de geçerlidir. Her ikidurumda da sorun hem çekinme hem de dehşettir: Anlaşılmazolandan çekinir, karanlıktan duyduğu dehşetle geri çekilir.Çekingen ve dehşete düşmüş, ancak bir yandan dabirdenbire tutkulu: Afrika ve Sibirya’yı reddederek Hegel açıkbir biçimde kendisinin de hissettiği duyguları istismar eder veyadsır. Bu kadar şiddetle reddettiği canavar kendi egosudur,kendi karanlık yüreğidir. Sözde Afrika’da yaşanan sınırsız zulmüayrıntılandırışındaki coşku –durmaksızın vaka üstüne vakaanlatışı, içlerinde herhangi bir güzellik, haz veya hayret verici birşey bulmadan anekdotlar, korkunç hikâyeler sunması-- Hegel’in(güvenlik içinde yaşadığı Berlin’de) korktuğu şeyin Afrikaolmadığını, onun kendi içgüdüleriyle savaş hâlinde olduğunukanıtlar. Özgürlük deneyiminden bir ışık yılı uzakta, yanılabilenbu filozof, kendisi için bir terapi olarak bir tarih felsefesi, bizzatvaroluşun bir açıklamasını icat eder. Ancak yine de gönlününderinliklerinde asıl özlemini çektiği şeyin, Rimbaud veya Genetgibi şunu diyebilmek olmuş olması mümkündür: Ben siyahım.Hegel, Afrika ve Sibirya’yı şiddetle reddedişinin ardındaTanrı’yı öldürmeye yönelik gizli bir arzu saklıyordu. Hegelaçıklanamazı açıklamaya ve böylece de onu ortadan kaldırmaya,muktedir olduğu kuruntusunun bir kurbanıydı. Kendi kendisinikösteklemek, kendi içindeki, bilinmeze, sınırsıza ve ölçülemezeduyulan kadim (ve ilahi) özlemi reddetmek zorundaydı. Afrikahakkındaki sayfalarını bir karıştırın: Bir yanda idam edilmeyeve ortadan kaldırılmaya yazgılı siyahları göreceksiniz, diğeryandaysa ruhu sakatlanmış, sürekli korkan bir beyaz adam.Parıldayan saf altından korkar bu adam; çocuklardan korkar;geceden; ölülerden; hakarete uğradıklarında kendilerini öldüreno siyah kahramanlardan korkar; kadınlardan korkar, Kleist’ın 13fillerle savaşan Penthesilea’sı 14 gibi öldürmeye muktedirkadınlardan; Afrikalı kralların yanında oturan cellatlardanmonograf 2015/3


206 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 207ODAKkorkar; kendisi gibi ölmek için doğdukları halde, yaşamlarınakatlanmanın tamamen farklı yollarını seçen bu ne yapacağıbelli olmaz varlıklardan korkar. Cesaretleri sınırsız olup kendiyaşamlarını tutkuyla heba edebilenlerden korkar. Ayrıca –şaşırtıcı biçimde sinirli ve sabırsız tonuna bakılacak olursa-- öylegörünüyor ki kendi korkusundan da korkar. Zekâ ile baş edemediğiher şeyden korkar. Hepsinin de ötesinde, Hegel Tanrı’dankorkar—Tanrı’nın kontrol edilemeyen, sarsıcı özgürlüğünden.Afrika’yı bertaraf etme işlemini tamamladığında, şöyle rahatbir nefes alması şaşırtıcı değildir: “Bunlarla daha sonra sözünüetmemek üzere Afrika’yı bırakıyoruz. Çünkü dünya-tarihsel birbölge değildir.” 15Yıl 1864. Yeraltından Notlar’ın kahramanı aklındakilerisöyler: “Kısacası, genel tarih hakkında pek çok şey, hasta birmuhayyileden ne doğarsa hepsi söylenebilir. Yalnız temkinli[ussal] hareketten bahsedemezsiniz. Daha söze başlar başlamazlaf ağzınıza tıkılır.” 16 Dostoyevski’nin bu satırı yazarken kimidüşündüğüne şüphe yok. Acı çekişimizin günün birinde biraçıklaması olacağına duyulan evrensel güven kaybolduğundanberi, insanlık korku ve dehşet içinde yaşadı. O zamandangünümüze, insanlığın geneli –Hegel vakalardan yalnızcabiridir-- tarihi bir çeşit teselli, eğitime ve insanlığın sürekligelişimine bağlanan umudun bir cisimleşmesi olarak kurguladı.Usa olan inatçı inanç Tanrı’nın yokluğundan duyduğumuzendişeye dayanmamıza yardımcı olur. Ancak birisi –meselaDostoyevski, mesela Nietzsche-- tarihe inancın kırılganlığınıortaya koyup tarihin bir kurgu, bir kendini koruma amaçlı körlükmekanizması olduğunu ifşa ettiğinde, her şey dağılıverir: Us dagider, bilime duyulan güven de. Tanrı sürgüne gönderildiğindeTanrı’nın yerini dolduracak ne kalır?İlahi bir şakanın sonucu olarak Dostoyevski Sibirya’da– Tanrı’nın bile unuttuğu sanılan, kuş uçmaz kervan geçmezbir sürgün yerinde-- Tanrı’nın varlığından ve aşkınlığın, aşkınöneminden emin oldu. 1849’un Noel arifesinde, idamını sarankomediden iki gün sonra, St. Petersburg’dan yola çıktığındayolu yalnızca yortu için süslenmiş başkentten değil (sırtınıdöndüğü) Avrupa’dan da uzağa düşüyordu. Ural Dağları’nıaşarken adeta Avrupa’nın hem mekânından hem de zamanından(tarihsel zamanından) ayrılmıştı. Dört sene sonra bir mektuptaanımsadığı gibi:Uralları aşmak üzücü bir andı. Atlar ve üstü kapalıkızaklar kar yığınlarına saplandı. Tipi vardı. Geceydi, dışarıçıkıp adamların kızağı saplandığı yerden kurtarmasını bekledik.Her yanımız kardı; fırtına bütün şiddetiyle devam ediyordu.Burası Avrupa’nın sınırıydı— önümüzde Sibirya ve gizemlikaderimiz, arkamızda bütün geçmişimiz duruyordu.Kederlendim ve gözyaşlarına boğuldum. 17Yine de, bu mektup, Dostoyevski’nin Asya’daki “gizemlikaderi”nin ona Avrupa’da –yurdunda-- eline hiç geçmeyebilecekbir avantaj sağladığını ima eder biçimde devam eder. Acısı vemonograf 2015/3


208 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 209ODAKçaresizliği ölçülemez hale gelmiş ve sınırsızlığı tecrübe etmesineneden olmuştur—yani Tanrı’yı. Avrupa’da deneyimlemişolabileceği her şeyden vazgeçerek şöyle yazar:Sana bu dört yılda ruhuma, inançlarıma, zekâma veyüreğime ne olduğunu anlatmayacağım. Anlatması çokuzun sürerdi. Ancak sayesinde acı gerçekten saklandığım kendi içbenliğimle sürekli iletişim içinde olmak meyve verdi. Şimdidaha önce hiç düşünmediğim türden birçok gereksinimlerimve umutlarım var. Ama sanırım bu söylediklerim fazla gizemliduruyor, o yüzden konuyu kapatalım. 18Ve birkaç satır sonra: “Hayatımdan tatmin duyuyorum.”Yıl 1854’tür, sürgün yıllarının ortası—mektup belki deWrangel’le bir günlük sinir bozucu bir Hegel çalışmasınınardından yazılmıştır.Ama bu “gizem” ne olabilirdi? Dostoyevski bu deneyimebütün bir kitabı adamıştır. Buna Ölüler Evi başlığını vermişolması tuhaftır, çünkü içinde yalnızca yaşayanlardan bahseder,yazdıklarından hiçbirinin idam edilme tehlikesi de yoktur.Gözlemlenen birçok yüz ölmüş değil, lanetlenmiş izlenimiverir. Lanetlenmişler: Yalnızca siyasi hükümle Sibirya’danAvrupa’ya veya Hegel tarafından tarihin dışına sürgün edilmişolanlar değil, aynı zamanda kurtuluştan cehenneme sürülmüşolanlar. Bu cehennem Dante’nin Inferno’sundan çok da farklıdeğildir (bir yüzyıl sonra, yine Sibirya’da Osip Mandelstam 19 dakendini böyle avutmuştur). Dostoyevski bu kitapla cehenneminİncil’ini yazmıştır—hemen hemen bir kuşak önce WilliamBlake’in, Cennet ve Cehennemin Evliliği’ni 20 sonlandırırken,bizzat kendisinin bu gönülsüz dünyaya getireceğini söylediğibir İncil’i. Peki ama niçin? Blake’in Jerusalem’de verdiğiyanıt: “İnsanın bir çeşit dini olmalıdır ve olacaktır: Eğerİsa’nın dininden olmazsa, Şeytan’ın dininden olur ve Şeytan’ıntapınağını inşa eder, Şeytan’ı Tanrı ilan eder ve Tanrı adı altındaŞeytan’a tapmayan herkesi yok eder.”Dostoyevski’nin kitabında cehennemi buluruz—yalnızcacehennemi. Ama eğer Dostoyevski arafın ve hatta cennetinvarlıklarından da emin olmasaydı, cehennem bu kadar canlıve anlaşılır şekilde tasvir edilemezdi. Araf ve cennete tek birsözcük bile ayrılmaz, ancak cehennemi ölçülemez olaraknitelemesi onun sınırsızın arayışı içinde olduğunu gösterir.Kuşkusuz, bir psikolog olarak Dostoyevski bir dâhiydi; ancakSibirya cehennemini betimleyişi özellikle heyecan vericideğildir—bunun nedeni onun iyi bir gözlemci olmayışı değil,yetersizliğin, sınırlamaların, kusurluluğun ötesine, ilahi olanabakıyor olmasıdır. Kitabında Tanrı sözcüğünü nadiren kullanır,ancak tarihten cehenneme, ilahi yokluğun açık olduğu bir yereyuvarlanmışken, nihayet Tanrı’yı bulmak için gerekli şartlarıkarşılıyordu.Dostoyevski’ye göre cehennemden kurtuluş mümkündür,ancak cehennemsiz kurtuluş mümkün değildir. VsevolodSolovyov’a (filozof Vladimir Solovyov’un kardeşi) söylediğimonograf 2015/3


210 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 211ODAKgibi: Sibirya’da yaşam onun için “büyük bir mutluluk” olmuştur,burada “cezai kölelik” altında güzel ve mutlu yaşamaya ve İsa’yıanlamaya başlamıştır. (Sözlerini Solovyov’un da Sibirya’yadüşmesini dileyerek sonlandırır.) Başka bir tanıdığı olan A.P. Milyukov da Dostoyevski’nin sürgün yoluyla Rus insanınıdaha iyi tanımasına ve kendi kendisini daha iyi anlamasına izinverdiği için kadere minnettar olduğunu söylemiştir. Raskolnikovda Sibirya’yı kurtarıcı olarak görür: Oradaki hayatı “bir insanınyavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, birdünyadan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyenibir gerçekle tanışmasının öyküsü”dür--Suç ve Ceza bu şekildebiter.Hegel’in bilinmeyen bir dünyayı deneyimlemek arzusuhiç yoktu, işte bu yokluk onu Dostoyevski’den ayıran en büyükşeydir. Hegel Tanrı sözcüğünü Dostoyevski’den çok daha sıkkullanmışsa da mevcut, tanıdık dünyadan başkasının gözlerönüne serilmesine, gelişmesine, ilerlemesine izin vermez.Hegel’e göre aşılması gereken hiçbir uçurum yoktur; onun içingeçişler hep sorunsuz, yalındır. Bu yüzden diyalektik yönteme,mevcut ve verili olanla yetinmekte kullanılan bu rahat ussal aracabu kadar bağlıdır. Kierkegaard diyalektik için söyle diyecektir:“Oysa uzlaştırma [diyalektik] Hegel’e göre her şeyi açıklamasıumulan bir kuruntudur ve aynı zamanda bu, Hegel’in hiçbirzaman açıklamaya çalışmadığı tek şeydir.” 21 Hegel diyalektikkonusuna hiçbir zaman açıklama getirmedi çünkü bu konu onunbastırma aracıydı—sessizce görmezden gelme aracı. Diyalektikbir evrensel açıklama ilkesi olduğu gibi, aynı zamanda daTanrı’yı azletmenin bir yoluydu.Hegel cehenneme aşina değildi. Kader onu(Dostoyevski’nin tersine) şımartmıştı, hem zaten kendisi debir prensip meselesi olarak cehennem fikrine direniyordu.Ussallığın hizmetindeki sekülerleşme bireyi aşkınlıktantamamen alıkoyar—yalnızca Tanrı’dan değil şeytandan da,cennetten olduğu kadar cehennemden de.Dostoyevski Sibirya’nın bütün dehşetleriyle cehennemolduğundan asla kuşku duymadı, buna rağmen bu sürgün içinkaderine şükretti. Acı çekti, ama acısı kurtarıcıydı; onu tarihtenve gri ustan ayırdı. 22 Daha yükseğe çıkmak üzere düşmüştü; tıpkıSibirya’daki, anlaşılması zor bir biçimde “bir çeşit umutsuzluk”umduklarını söylediği o mahkûmlar gibi.Daha sonraları romanlarında Dostoyevski Avrupa’yı,çağdaş uygarlığı, uygun ve normatif görünen her şeyi,cehenneme benzer biçimde betimleyecekti. Sibirya cehenneminta kendisiydi çünkü kutsallığın tohumlarını taşıyordu—dehşetorada yüzeye çıkmıştı, açık ve ölçülemez bir hâlde. Avrupaise Dostoyevski’ye cehennemsi baskısından ötürü dehşetengizgörünüyordu: Modern kültürün kendi kendisine dayattığı,kutsallığın, acının, ölümün ve kurtuluşun bastırılmasından –bunlara kayıtsız kalınmasından-- ötürü. Cehennem gündelikve gride, olağan ve ortalamada seçilebiliyordu. Dostoyevskimonograf 2015/3


212 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 213ODAKya şeytansı bir psikologdu, ya da meleksi. “[H]epimiz yaşamlabağını az ya da çok kaybetmiş, kör topal idare eden insanlarız”dedirtir Yeraltından seslenen adamına. “Hatta yaşamdan öylekopuğuz ki, gerçek ‘canlı hayata’ karşı adeta tiksinti duyuyor,bize hatırlatılmasına dahi katlanamıyoruz.” 23 Bütün renkleriyleresmedilen Sibirya cehennemi, Avrupa’nın gri cehennemininzıttıdır—bu ikinci cehennem yirminci yüzyılda Kafka’nın veBeckett’in yazınında, Andrey Tarkovski’nin filmi Stalker’dakendini yeniden gösterecektir: “Benlik”in mekanize olmuş, bunedenle de kişisel olmayan, imhası.Luis Bunuel bir keresinde, yarı ciddi, kendi zamanındaimanın evrenselliğinin sona erdiğinin, çünkü kilisenin cehennemikimsenin ciddiye alamayacağı kadar abarttığını söylemiştir.Şimdi geriye dönüp yirminci yüzyıla bakarsak, belki de kiliseyibu suçtan temize çıkarabiliriz. Mesele kilisenin abartmasıdeğildi. Gerçeklik eski cehennem algısını çok geride bırakmış,sonra da onu griye boyamıştı. Grilik alev dilimlerinden, ziftgöllerinden ve iblislerin dirgenlerinden daha korkunçtur,çünkü grilik hem yakınlık, hem de kaçmanın imkânsızlığınıngöstergesidir. Griliğe üstün gelmenin hiçbir yolu yoktur. Gribir cehennem fark edilmeksizin her imgelemi aşar ve hayaledilebilen her şeyi mümkün kılar.Her şeyi—kendi imhası da dâhil. Avrupa uygarlığıdaha önce hiç şu anda, yeni binyılımızda olduğu kadar üstünhissetmemişti ve bu his bazılarımızı huzursuz ediyor. ÇünküAvrupa uygarlığının varlığı hiç bu kadar tehdit altında olmamıştı.Üçüncü binyılda bir tehlike, sınanma ve kıyamet havasıvar (eski düzenin onarımı [apocatastasis] olmadan kıyamet[apocalypse]). Bu durum Tanrı’nın gözlerini bizden başkatarafa çevirdiğinin işareti olmalıydı. Hepimiz hissedebiliyoruz:Birey hiç bu kadar kayıtsızca hâlinden memnun olmamıştı—kendi başına bırakılmış, nihayet ne isterse yapabilen sorumsuzbir çocuk gibi. Ancak gece olunca çocuk bu özgürlükle neyapacağını bilemez; önce korkmaya başlar, sonra da panikler.Alacakaranlık, sonsuz uzamın sessizliği, Pascal’ı bilinenbir dehşetle doldurmuştu. Merkezsiz dünya Nietzsche’ninkorkuyla titremesine sebep olmuştu ve Heidegger, belki deson gerçek inanan, bütün inancını tek bir Tanrı’ya adadı, ancakbunu öyle bir çaresizlikle yaptı ki umudunun kırılganlığı açıktı.Bizse filozofların korkularına, titremelerine ve çaresizliğinekarşı duyarlılığımızı yitirmişiz. Bir zamanlar hayal edilemezolan bugün gerçek oldu. Uygarlığımız kontrol ve egemenliğinötesindeki meselelerde köklerini unutmuşa benziyor. Ancakseküler (her şeyden önce de teknik) başarımız sayesinde biruygarlık olarak haklı çıktığımızı hissediyoruz. Hegel’in haksıziddiaları Dostoyevski’yi ağlatmıştı, bizse daha bile kötüsüylekarşı karşıyayız. Bizi neler bekliyor?Nietzsche başarılı olduğumuz hissinin Tanrı’yıöldürmekten kaynaklandığını iddia etmişti—ve bu süreç(sekülerleşme) gösterişli değil belli belirsiz bir biçimde meydanamonograf 2015/3


214 • László F. FöldényiDostoyevski Sibirya’da Hegel’i Okur ve Gözyaşlarına Boğulur• 215ODAKgelmişti. Tanrı’yı öldüren hırs –kuşatıcı çözümler arayışımız--başlangıçta Tanrı’nın bile rızasını kazanabilirdi. Bu hırs çözümbulunamayacak yerlerde de çözümler aramaya başladığımızzaman, aşkınlık pratik bir sorun olarak yeniden tanımlandığızaman, kibre dönüştü.Modern uygarlık bütün inancını pratik çözümlere,teknolojiye bağlıyor ve iyimserliğini tehdit eden her tehlikeyisessizce göz ardı ediyor. Dehşet işlevsel bir hata, hayranolmamamız gereken her şeyin bir hatırlatması. Dostoyevski,yine cellatlardan bahsederken, onlarda bulunan inceliğigözlemlemişti (“Cinayetlerde en ince ustalıklar gösterenlerinçoğu zaman en medeni adamlar olduğuna hiç dikkat ettinizmi?”). 24 “Çağımızda hemen her kişide bir işkenceci tohumuvardır,” diye yazmıştı Sibirya’yı hatırlayarak ve şunlarıeklemişti “Bununla beraber, işkencecilerin yaşayışı pek rahattır.Paralıdırlar, iyi yerler, şarap da içebilirler.” 25 Bu sözler WalterBenjamin’in yaşarken şunları yazacağı yirminci yüzyılı tahmineder gibidir: “Uygarlığın hiçbir belgesi yoktur ki aynı zamandabarbarlığın belgesi olmasın.” 26Günümüzde bile biraz utana sıkıla olsa da Hıristiyanolduğunu iddia eden Avrupa uygarlığı teknolojiye, geçmişteTanrı’ya olan ateşli bağlılığına yakın derecede tapıyor. Hegelcibastırmanın mantığıyla, teknolojiye duyulan bu ateşli bağlılıkaraçlarını amacı haline getirip bu süreçte kendisine tapanlarıtüketmekte. Teknoloji dünyayı o kadar kontrol edilemez birhâle getirdi ki ironik bir biçimde şimdi Yaratıcı’nın umudunugerçekleştiriyor. Dünya nihayet ilahi özelliklere kavuşmuşdurumda—ancak ne yazık ki, bunların başını özgürlük değil,yokluktan farksız bir yalnızlık çekiyor.Cehenneme gelince, o konuda Bunuel haklıydı, cehennemtasvir edilenden daha az renkli. Cehennem gerçekçi birbiçimde daha doğal, daha yalın, apaçık—tıpkı Dostoyevski’ninSibirya’dan döndüğü Hegel’in dünyası gibi. Sihirden arınmış,teknoloji tarafından yönlendirilebilen, somut ve ne imkânsızlıkne de ilahilik tarafından, yalnızca olası, ussal ve sonuçta sıkıcıolan tarafından sınırlandırılmış; 1859’da artık Dostoyevski’ninbile dönebileceği buradan başka bir yer yoktu.NOTLAR1Aslında Dostoyevski’nin 22 Şubat 1854 tarihinde kardeşine yazdığı mektubundakardeşinden Hegel’in Tarih Felsefesi’ni istediğini biliyoruz. (ç.n.)2Hegel, Tarih Felsefesi, çev. Aziz Yardımlı (İstanbul: İdea Yayınları, 2010), 83.3Kefaretle kurtarılmak: Redemption, Hıristiyan inancında “salvation” (günahlardankurtulma)nın bir unsuru, günahlardan arınma, metaforik düzeyde Hz. İsa’nın inananlariçin kefaret ödeyerek (kendini feda ederek) onları günahlardan kurtarışına göndermeyapar. (ç.n.)4Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar, çev. Nihal Yalaza Taluy (1861;İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013), 18.5Dostoyevski, Ölüler Eviden Anılar, 12.6Hegel, Tarih Felsefesi, 16.7Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Lectures on the Philosophy of World History, çev. HughBarr Nisbet (1837; Cambridge: Cambridge University Press, 1975), ss. 31- 32.8Hegel, Lectures, 212.9Hukuk Felsefesinin Prensipleri, çev. Cenap Karakaya, İstanbul: Sosyal Yayınları, 2004.(ç.n.)monograf 2015/3


216 • László F. Földényi10Kurtuluş: Salvation, Hıristiyan inancında kulun günahlarından ve günahlarınınsonuçlarından kurtulmuş olma hâli, halâs. (ç.n.)11Hegel, Lectures, 172.12Bkz. Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat: Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, çev. A.Emre Zeybekoğlu (1922; Ankara: Dost, 2014). (ç.n.)13Alman oyun yazarı Heinrich von Kleist. (ç.n.)14Alman oyun yazarı Heinrich von Kleist’a ait aynı adlı trajedinin baş karakteri olanmitolojik Amazon kraliçesi. (ç.n.)15Hegel, Tarih Felsefesi, 79.16Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar, çev. Nihal Yalaza Taluy (1863;İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014), 32.17Dostoyevski’den Mikail M. Dostoyevski’ye, Omsk, 22 Şubat 1854, Selected Letters ofFyodor Dostoevsky, ed. Joseph Frank ve David I. Goldstein, çev. Andrew R. MacAndrew(New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1987), 58.18Dostoyevski’den Mikail M. Dostoyevski’ye, Selected Letters, 61.ODAK19Rusya’da devrim ve Sovyetler Birliği’nin yükselişi sırasında yaşayan Rus şair ve denemeyazarı (1891-1938). Akmeist şiir anlayışının en önde gelen temsilcisidir. 1930’larda Stalinhükümeti tarafından tutuklanıp sürgüne gönderilir. (ç.n.)20William Blake, Cennet ve Cehennemin Evliliği, çev. Tozan Alkan, İstanbul: Bordo-Siyah, 2000. (ç.n.)21Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme, çev. N. Ekrem Düzen (1843; Ankara: Pharmakon,2014), 68.22Burada “gri us” ifadesiyle Hukuk Felsefesinin Prensipleri’nin önsözündeki şu ifadelereişaret ediliyor olabilir: “Felsefe grisini gri üzerine boyadığı zaman yaşamın bir şeklidaha şimdiden yaşlanmıştır ve gri üzerine griyle gençleştirilemez ama sadece bilinebilir.Minerva’nın Baykuşu uçuşuna ilkin karanlığın çöküşüyle başlar.” (ç.n.)23Dostoyevski, Yeraltından Notlar, 138.24Dostoyevski, Yeraltından Notlar, 26.25Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar, 245, 247.Türkçe ve Kürtçe Edebiyatta Kimlik Tahayyülleri26Walter Benjamin, “Thesis on the Philosophy of History” Illuminations, haz. HannahArendt, çev. Harry Zohn (1950; New York: Schocken, 1969), 256.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!