10.07.2015 Views

Kalkınma Dergisi 47.Sayı - Türkiye Kalkınma Bankası

Kalkınma Dergisi 47.Sayı - Türkiye Kalkınma Bankası

Kalkınma Dergisi 47.Sayı - Türkiye Kalkınma Bankası

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> Yayını OCAK-MART 2008 Sayı : 47


www.tkb.com.tr


OCAKYIL : 2008 . SAYI : 47TÜRKİYE KALKINMA BANKASI A.Ş.Adına SahibiAbdullah ÇELİKYönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürs. 1 YENİDEN KALKINMA DERGİSİ’NE BAŞLARKEN…s. 2 2007 YILI GENEL DEĞERLENDİRME ve 2008’EİLİŞKİN BEKLENTİLERYazı İşleri SorumlusuYusuf ERDEMEğitim ve Halkla İlişkiler Müdürüs. 3s. 4 HABER.PLASMANLARIMIZIN YÜZDE 30 ’UNU ENERJİ VEÇEVREYE AYIRACAĞIZ…DOĞU-BATI AYRIMI YAPMIYORUZ KREDİMUSLUĞU HERKESE AÇIK…Yayın KuruluNecdet ŞAHİNKÜÇÜKDr.Mehmet TAMİRCİİbrahim SevinBurhanettin TosunMehmet Ali TOPRAKOĞLUYazışma AdresiNecatibey Cad. No:9806100 Bakanlıklar – ANKARATel :0312 417 92 00Fax :0312 418 71 04e mail :tkbdergi@tkb.com.tr• Dergide yayınlanan bütün yazılar Kaynakgösterilerek iktibas edilebilir.• Bu dergi ücretsizdir.• Dergimizde yayınlanan yazılardaki bilgive görüşlerin sorumluluğu yazarlaraaittir.s. 5 HABER.s. 6 MAKALE.s.8 MAKALE.TKB-GARANTİ BANKASI ARASINDAKIAPEKS ANLAŞMASI…CARİ İŞLEMLER AÇIKLARI ÖNEMLİMİR?*A.HAKAN ATİKDOĞADAN GELEN DOĞAL GÜZELLİK VİTRAY CAMSÜSLEME SANATI *DR.MEHMET TAMİRCİs.10 2008 YILI HİZMETİÇİ EĞİTİM PROGRAMI.s.11 MAKALE.s.15 MAKALE.s.18 MAKALE.s.21 MAKALE.s.24 MAKALE.KYOTO PROTOKOLÜ MEKANİZMALARI*ZEHRA BİROLİNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ VE İŞ DÜNYASI*ÖZMEN DEMİRKİTAP: DÜNYAYA AÇILAN KAPI*B.SITKI GÜRLERKALKINMA BANKACILIĞI VETÜRKİYE KALKINMA BANKASI*GÜLHAN BİLENULUSLARARASI PİYASALARDAKİ GELİŞMELER VETÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ*OKTAY KÜÇÜKKİREMİTÇİs.28 BEYİN JİMNASTİĞİ


Yeniden KALKINMA <strong>Dergisi</strong>’ne başlarken…<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, kurulduğu tarihtenbu yana, başta sanayi ve turizm sektörleri olmak üzereülke kalkınmasına yönelik yatırımların finansmanında,alanında deneyimli ve uzman kadrosuyla etkin olmuş;bu anlamda ülke kalkınması ve sürdürülebilir büyümeninsağlanmasını kendisine misyon edinmiştir. Bu misyonçerçevesinde kalkınmanın ve sürdürülebilir büyümeninöncüsü olarak, yatırımları bölgesel, sektörel ve teknolojikyönden destekleyen, etkin ve hızlı şekilde finanseeden, girişimcileri teknik yardım da dahil olmak üzeregüç ve cesaret vererek destekleyen uluslararası boyutlardabir kalkınma ve yatırım bankası olma yolunda hızlailerlemekteyiz. Bankamız, bu misyon ve vizyonun; kurumsallaşmış,hedeflerinin farkında ve kurum içindekibütün ögeleriyle uyumlu bir yapıyla gerçekleştirilebileceğininde farkındadır.Toplumsal işlevi açısından bir kurum, kendi ortamındayaşayan bir gerçekliktir. Aslında, bireylerde olduğugibi kurumlar da hatırlanabilen bilinçli kişilik geliştirirler.Bu bilinç, kurumun kendini yenileyerek çağın gerektirdiğibilgi ve donanıma sahip olmasını sağlar.Bir <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> olarak sürekli yenilikçi olmalıve bunu başarabilmek için de sürekli kendimizi yenilemeliyiz.Mesleki uzmanlık alanındaki başarılarımızıntemelinde günün koşulları paralelinde sürekli değişen vegelişime açık yapımızın yatmakta olduğunu da çok iyibiliyoruz.Her zaman ifade ettiğim üzere, kurumlar kimliklerinivizyonları ve misyonları sayesinde ifade ederler. Şuanda içinde yaşadığımız çağdaş bilgi toplumunda kurumsaliletişimin ve kültürün gelişmesi için öncelikle kurumiçi iletişimin önünün açılmasının gerekliliğine inanıyorum.Bu inanç ve kurum içi bilgi paylaşımının geliştirilmesidoğrultusunda; bankamız <strong>Kalkınma</strong> <strong>Dergisi</strong>ni 10yıllık bir aradan sonra tekrar yayın hayatına döndürüyorolmaktan kıvanç duyuyoruz.Çalışma arkadaşımlarımın değerli bilgi birikimleriylegelişecek olan ve deneyimlerinin aktarılacağı biriletişim aracı olarak gördüğüm <strong>Kalkınma</strong> <strong>Dergisi</strong>nin, yayınhayatına döndürülmesinde emeği geçen tüm çalışmaarkadaşlarıma en içten teşekkürlerimi iletir ve dergimizinuzun ve başarılı bir döneme imza atmasını dilerim.Abdullah ÇelikGenel Müdür1


2007 YILI GENEL DEĞERLENDİRME ve 2008’E İLİŞKİN BEKLENTİLER2007 yılında da faaliyetlerimizi artırdık. 2006’da 140 milyon YTLkredi kullandırmıştık; bu yıl sonuna kadar 200 milyonu aşması beklenmektedir.2008 yılında ise plasmanlarımızı %50 artırıp 300 milyon YTL’lik kredi kullandırarakkredi stokumuzu 640 milyon YTL’ ye ulaştırmayı hedefliyoruz. 2008, çokrahat bir yıl olmayacak ama çok da olumsuz bakmıyoruz. <strong>Türkiye</strong> için siyasibelirsizliklerin azaldığı bir yıl olacak. Tek risk yurtdışından gelebilecek hareketlilikolacak. Ama bunun da <strong>Türkiye</strong>’yi çok olumsuz etkileyeceği karamsarlığındadeğiliz. Banka olarak hızlı ve nitelikli hizmet, uygun faiz oranları, vadeler vekalkınma bankacılığı bilgi birikimiyle danışmanlık desteğinde bulunmak suretiyleyatırımcılarımıza destek olmaya devam edeceğiz Bankamız, kalkınmanın vesürdürülebilir büyümenin öncüsü olarak, yatırımları bölgesel, sektörel ve teknolojikolarak destekleyen, etkin ve hızlı bir şekilde finanse eden; girişimcileriteknik yardım dahil olmak üzere güç ve cesaret vererek destekleyen uluslararası boyutlarda bir kalkınma ve yatırım bankası olma yönünde hızla ilerlemektedirTKB, 2008 İÇİN NASIL BİR STRATEJİ İZLİYOR, HEDEF SEKTÖRLERİ ?<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, diğer bankalardan farklı olarak, kalkınma bankacılığı kulvarındadır. Buanlamıyla diğer bankalarla rekabet etmekten ziyade, yol açıcı bir rol üstlenmektedir. Buna rağmen piyasanıntakip edilmesinin gerekliliği açısından hızlı ve nitelikli hizmet, faiz oranları, vadeler ve yatırımcılara finansmanyanında, kalkınma bankacılığı bilgi birikimiyle danışmanlık desteğinde bulunmak suretiyle farklılık sağlanmayaçalışılacaktır.İmalat sanayii, turizm, eğitim, sağlık, enerji sektörlerinde faaliyette bulunan ve yatırım ve işletmesermayesi ihtiyacı bulunan anonim şirketler hedef kitlemizi oluşturmaktadır. Bu tarz şirketlere orta ve uzunvadeli ve diğer bankalara göre daha düşük faiz oranlarıyla yatırım ve işletme kredisi kullandırmaktadır.Bankamız 2008 yılında da bu sektörlere olan desteğini sürdürmekle birlikte plasmanlarının %30’ayakın kısmını enerji ve çevreye yönelik yatırımlara kanalize etmeyi planlamaktadır.DOĞU VE GÜNEYDOĞU'NUN KALKINDIRILMASI İLE İLGİLİ GEÇMİŞ YILLARDAKİ ÇALIŞMALARI-NIZ NELERDİR? 2008 BÖLGESEL KALKINMAYA YÖNELİK PROGRAMINIZ OLACAK MI?Bankamızın stratejik amaçlarından biri de, “Bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesine yönelik olarak,teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan yatırım ve üretim bilincinin sağlanması için yapılacakaraştırma sonuçlarına göre ortaya çıkacak projeleri uygulayarak, az gelişmiş bölgelerde ve göç nedeniyle degelişmiş bölgelerde ortaya çıkan sosyal problemlerin çözümüne katkıda bulunmak” tır.<strong>Kalkınma</strong> Bankacılığı’na uygun olarak belirlenen bu amaç doğrultusunda, Bankamız bugüne kadarbaşarılı uygulamalara imza atmıştır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde “Yarım Kalmış Yatırımlarınve İşletme Sermayesi Yetersizliği Bulunan İşletmelerin Ekonomiye Kazandırılması Projesi” kapsamında:♦ 1994-1998 yıllarında 23 ilde♦ 1999-2000 yıllarında 26 ilde♦ 2001-2002 yıllarında 26 ildetoplam 525 firmaya yaklaşık 100 milyon USD kullandırılmış ve 9.000 civarında ek istihdam sağlanmıştır. Bukredilerin geri dönüş rasyosu %94 olarak gerçekleşmiştir.Bankamız bu uygulama ile söz konusu illerin yatırım potansiyeli ve girişimcileri konusunda önemlibir bilgi birikimine sahip olmuştur.Bankamız bölgesel gelişmişlik farklılıklarının giderilmesinde her zaman önemli bir rol üstlenmiş, burolünü genişletme çabası içerisinde olmuştur. Bu çerçevede hâlihazırda Bankanın toplam kredilerinin içerisindekalkınmada öncelikli yörelerimizin payı %20’ler civarında iken 2008 yılı hedeflerimizde; kredikullandırımlarımızın %30’unu bu bölgelere plase etmeyi planlamaktayız.2


2006'da 140 milyon YTL kredi kullandıran <strong>Kalkınma</strong><strong>Bankası</strong>, bu yıl sonuna kadar 200 milyon YTL kredi vermeyihedefliyor. 2008 yılında plasmanlarımızı yüzde 50 artırıp300 milyon YTL'lik kredi kullandırarak kredi stokunu 640 milyonYTL' ye ulaştırmayı hedefliyoruz. Banka, hızlı ve niteliklihizmet, uygun faiz oranları, vadeler ve kalkınma bankacılığıbilgi birikimiyle danışmanlık desteğinde bulunmak suretiyleyatımcılarımıza destek olmaya devam edecek.<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, 2007 yılında uzun vadelive düşük faizli kredi olanaklarıyla işletmelerin yatırımlarınıfinanse etmeye devam etti. Hem kamu kaynaklanandan,hem de uluslararası kurumlardan uygun şartlarda fon teminederek yatırımcıların kullanımına sunan banka sadece anonimşirketlere kredi verdi. Başta sanayi ve turizm olmak üzere,enerji, eğitim ve sağlık sektöründe faaliyet gösteren işletmelere uzun vadeli kredi sağlayan <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>,özel bankaların riskli gördükleri bölgelerdeki yatırmacıya kredi imkanı sağladı. <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, KOBİ'lerikonjonktürün getirdiği her türlü olumsuz şartta ayakta tutabilmek, yatırımları ve faaliyetle-rinin devamı için yoğunçaba sarf etmekte ve desteğini sürdürüyor.<strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, Avrupa Yatırım <strong>Bankası</strong>'nın grup şirketi Avrupa Yatırım Fonu öncülüğünde kurulan vehedef büyüklüğü 200 milyon Euro olan İstanbul Risk Sermayesi Girişimi'ne katılımına ilişkin anlaşma imzalandı.Banka bu girişimde 10 milyon Euro pay ile yer alıyor. Girişimin hedef yatırım alanı olan <strong>Türkiye</strong>, nihai olarak tümsektörlerde yüksek büyüme potansiyeline ve güçlü rekabetçi yapıya sahip şirketlere yatırım amaçlıyor. Söz konusugirişim, güvenli ve sürdürülebilir bir ortam oluşturmayı ve kurumsal yönetim ilkelerine uyumu da hedeflemesinedeniyle Türk özel sermaye sektörünün gelişimine olumlu katkıda bulunacak. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde"Yarım Kalmış Yatırımların ve İşletme Sermayesi Yetersizliği Bulunan İşletmelerin Ekonomiye KazandırılmasıProjesi" kapsamında toplam 525 firmaya yaklaşık 100 milyon dolar kullandırılmış ve 9 bin civarında ek istihdamsağlandı. Bu kredilerin geri dönüş rasyosu yüzde 94 olarak gerçekleşti.<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> 2oo8'de, piyasanın takip edilmesinin gerekliliği açısından hızlı ve nitelikli hizmet,faiz oranları, vadeler ve yatırımcılara finansman yanında, kalkınma bankacılığı bilgi birikimiyle danışmanlıkdesteğinde bulunmak suretiyle farklılık sağlamaya çalışılacak. İmalat sanayii, turizm, eğitim, sağlık, enerji sektörlerindefaaliyette bulunan ve yatırım ve işletme sermayesi ihtiyacı bulunan anonim şirketler hedef kitlemizioluştururken, bu şirketle-re orta ve uzun vadeli ve diğer bankalara göre daha düşük faiz oranlarıyla yatırım veişletme kredisi kullandırılacak. Banka, 2008 yılında da bu sektörlere olan desteğini sürdürecek ve plasmanlınınyüzde 30'a yakın kısmını enerji ve çevreye yönelik yatırımlara kanalize etmeyi planlıyor. Banka, bölgesel gelişmişlikfarklılıklarının giderilmesinde de önemli çalışmalar yaparak, bu çerçevede bankanın toplam kredilerininiçerisinde kalkınmada öncelikli yörelerin payı yüzde 20'ler civarında iken 2008 yılı hedeflerinde kredikullandırımların yüzde 30'unu bu bölgelere plase etmeyi planlıyor.3


Büyük şirketlere kredi vermek için yarışan özel bankaların Güneydoğuve Doğu Anadolu'ya sırt çevirmesi, bölge halkının tepkisini çekerken,kamu bankaları ise bölgeye adeta çıkarma yapıyor.Halk <strong>Bankası</strong>'nın "bölge dışı teminatı" yasaklamasının ardından<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> da (TKB) kredi musluğunu sonuna kadar açtı.Genel Müdür Abdullah Çelik, doğu-batı ayrımı yapmadıklarının altını çizerek,kredi talep eden herkese kapılarının açık olduğunu söylüyor.Bu yıl toplam kredilerin yüzde 30'unu Güneydoğu başta olmaküzere kalkınmakta olan yörelere kullandırmayı hedeflediklerini kaydedenÇelik, "Bizim gelenlere karşı herhangi bir önyargımız yok. Yeter ki nitelikliiş yapmak için gelsinler. Planladıkları işte başarılı olabileceklerse krediBankanın stratejik hedeflerinden birisinin de bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesi olduğunu belirtenGenel Müdür Çelik, "Buna yönelik teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan yatırım ve üretim bilincininsağlanması için yapılacak araştırma sonuçlarına göre ortaya çıkacak projeleri uygulayarak, az gelişmişbölgelerde ortaya çıkan sosyal problemlerin çözümüne katkıda bulunmayı istiyoruz." diye konuştu.<strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde "Yarım kalmış yatırımların ve işletme sermayesiyetersizliği bulunan işletmelerin ekonomiye kazandırılması projesi" kapsamında toplam 525 firmayayaklaşık 100 milyon dolarlık kredi kullandırdı. Bunun sonucunda 9 bin kişilik ilave istihdam sağlandı. Bu bölgelerdeyatırım ortamının iyi olduğunu belirten Çelik, "Bankanın hedef kitlesini imalat sanayii, turizm, eğitim, sağlık,enerji sektörlerinde faaliyette bulunan ve yatırım ve işletme sermayesi ihtiyacı bulunan şirketler oluşturuyor.Yıl sonunda kredi hacmini 415 milyon YTL'ye ulaştırması beklenen bankanın 2008 yılı hedefi ise toplamda640 milyon YTL'lik kredi büyüklüğüne ulaşmak.Son yıllarda yakalanan istikrar ortamı bankaların performansını da artırdı. Ödenmeyen kredileri içinmüşteriyi takip altına alan ve ikna etmeyi başaran <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, son 5 yılda 50 milyon YTL'lik batıkkredi tahsilatı gerçekleştirdi. Geçmiş dönemlerdeki sorunlu kredileri çözdüklerini aktaran Genel Müdür Çelik,"Müşterileri ikna ederek ve ısrarlı takiplerimiz sonucunda bu sorunu çözmeyi başardık. Telkinlerimiz sonucundafirma sahibi kredisini ödememenin sonu olmadığını gördü." dedi.<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> (TKB) Genel Müdürü Çelik, Oyakbank'ın Hollandalı ING'ye satışıyla yüzde40'ın üzerine çıkan bankacılıktaki yabancı payı oranını tehlikeli bulmuyor. "Yüzde 50 sorun değil, ancak DoğuAvrupa ülkelerinde olduğu gibi yüzde 90-95'lik oran da tercih edilen bir durum değil." diyen Çelik, Borsa'dakiyabancı payını satın alanların içerisinde yerlilerin de olabileceği görüşünde. <strong>Türkiye</strong>'nin geleceğinden umutluolduğunu aktaran Çelik, şu değerlendirmede bulundu: "Büyük şirketler bir yere yatırım yaparken birçok şeyeönem veriyorlar. Batılı şirketler, <strong>Türkiye</strong>'yi çok dinamik bir pazar olduğu için tercih ediyor. Uzun vadede bu ülkeyeyatırım yaparak kazançlı çıkacaklarını tahmin ediyorlar."4


<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> ile Garanti <strong>Bankası</strong>’nın Ostim ve İvedik Organize Sanayi BölgesiKOBİ’lerine yönelik uzun vadeli ve uygun maliyetli kaynaklar sağlanmasına yönelik kredi programı, OSİAD-OSTİM Sanayici ve İşadamları Derneği Salonu’nda, TKB Genel Müdürü Abdullah Çelik ile Garanti <strong>Bankası</strong> FinansalKurumlar Birim Müdürü Kudret Akgün’ün katıldığı 06.02.2008 tarihli basın toplantısı ile tanıtıldı. Her ikiBanka yöneticileri ve işadamlarının da katıldığı toplantıya Ostim İdare Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Aydın veOSİAD Başkanı Nihat Güçlü de iştirak etmişlerdir.Kanun gereği anonim şirketler dışındaki şirketlere kredi kullandıramayan <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>(TKB), Garanti <strong>Bankası</strong> aracılığı ile TKB Kaynaklarından sağlanan 4 yıl vadeli 20 milyon YTL'lik kaynağı, OSTİM-İvedik Organize sanayi bölgelerinde yer alan esnek üretim yapısına sahip imalatçı KOBİ’lere kredi olarak kullandıracak.Toplantıda bir konuşma yapan TKB Genel Müdürü Abdullah Çelik, “Kuruluş kanunu gereği sadeceAnonim Şirket şeklinde organize olmuş kuruluşların imalat sanayii, turizm, eğitim, sağlık, enerji ve madencilikyatırımlarına uygun faiz ve vade koşullarında finansal destek hizmeti verebilen, bölgesel kalkınma adına özelgörevler de üstlenen <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, Kobilere ilişkin finansman imkanlarını artırma çabaları çerçevesinde;Avrupa Yatırım <strong>Bankası</strong>, Avrupa Konseyi <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, Dünya <strong>Bankası</strong>, KfW, İslam <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>,Fransız <strong>Kalkınma</strong> Ajansı gibi uluslararası finansman kuruluşları ile ilişkilerini geliştirerek son yıllarda yaklaşık100 milyon EURO kaynağı bu kuruluşlardan temin ederek KOBİ’lere aktarmıştır” dedi.TKB Genel Müdürü Çelik, aynı misyon ve vizyon çerçevesinde Avrupa Yatırım Fonu önderliğinde kurulanİstanbul Girişim Sermayesi Fonu'na da iştirak ettiklerini kaydederek, dünyadaki birçok kalkınma bankasıtarafından yaygın olarak kullanılan apeks sistemini yeni bir finansman aracı olarak geliştirmeyi planladıklarını,proje ortağı Garanti <strong>Bankası</strong> ile bu modelin ilk uygulama alanı olarak, Ostim ve İvedik Organize Sanayi Bölgelerinipilot bölge olarak seçtiklerini belirtti.Çelik, Bilindiği üzere apeks yönteminde, nihai kredi kullanıcısı KOBİ’lere kalkınma bankaları yaygın şubeağına sahip ticari bankalar aracılığı ile ulaşmaktadırlar. Dünyadaki birçok kalkınma bankası tarafından yaygınolarak kullanılan apeks sistemini yeni bir finansman aracı olarak geliştirmeyi planlayan T. <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>,proje ortağı Garanti <strong>Bankası</strong> ile bu modelin ilk uygulama alanı olarak, onbinin üzerinde işyerinin önemli miktardaistihdam sağladığı, faaliyet alanlarının çok değişik sektörlere yayıldığı bir bölge olan, mevcut teknoparkıile de diğer Organize Sanayi Bölgelerine örnek teşkil eden Ostim ve İvedik Organize Sanayi Bölgelerini pilotbölge olarak seçildiğini söyledi.Kredi programı hakkında da bilgi veren TKB Genel Müdürü Abdullah Çelik, OSTİM-İvedik Organize SanayiBölgelerinde yer alan esnek üretim yapısına sahip imalatçı KOBİ’lerin yatırım ve işletme sermayesi ihtiyaçlarınınkarşılanmasını hedefleyen bu programda kredi limitinin; her bir KOBİ için işletme kredisinde 150.000YTL, yatırım kredisinde 500.000 YTL olarak belirlendiğini her iki kredinin kullandırılması durumunda ise kredilimitinin 500 bin YTL’yi geçemeyeceğini ifade etti.5


Çeviren: A. Hakan ATİK Kd. UzmanEkonomik ve Sosyal Araştırma MüdürlüğüCari işlemler dengesi, anlaşılması güç (abstruse) bir iktisadî kavram gibigörülebilir. Fakat, yurt dışından mal ve hizmet satın almaya, yurt içindekinden daha fazla harcayan ülkelerde, cariişlemler, uluslararası iktisadın politik gerçeklikle çatıştığı bir noktadır. Ülkeler, büyük boyutlarda cari açık verdiğinde,iş adamları, sendikalar ve parlamenterler, çoğu kez, hemen ticaret ortaklarını suçlamakta ve adil olmayan uygulamalarbaşlatmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasında var olan, iki ülke arasındaki ticaret dengesizliğindenhangisinin öncelikli olarak sorumlu olduğu hususunda yaşanan gerilim, bazı ülkeler büyük boyutlarda ve süreklicari işlemler açığı verirken diğerleri büyük fazlalar elde ettiğinde, uluslararası finansal sistem açısından daha kapsamlıve belirgin sonuçlara ulaşılmasına ışık tutmaktadır.Görevleri arasında, açık bir uluslararası ticaret ve ödemeler sistemini teşvik etmek ve korumak da yer alanIMF, son zamanlarda, Çin, euro alanı, Japonya, Suudi Arabistan ve A.B.D. gibi büyük oyuncularla küresel dengesizliklerüzerinde çok taraflı fikir alış verişine başlamıştır. İşin özü, IMF, konu üzerindeki hissî yaklaşımı ortadan kaldırmayave cari işlemler fazlalarının ve açıklarının hala önemli olup olmadığını dikkatle gözden geçirmeye gayret etmektedir.Cari işlemlerin ölçülmesiİyi bir başlangıç noktası, cari işlemler açığı veya fazlasının gerçekten ne anlama geldiği sorusunu sormakve bir cari işlemler dengesinin çok sayıdaki ölçülme yönteminden içgörü (insights) elde etmektir. Birincisi, cari işlemler,mal ve hizmetler ihracatının değeri ile mal ve hizmetler ithalatının değeri arasındaki fark olarak ifade edilebilir.Öyle ise, açık, (cari işlemlerin, genellikle toplamın küçük bir bölümünü oluşturan faiz ve temettüler gibi netgeliri ve dış yardımlar gibi yabancı ülkelerden transferleri de içermesine rağmen) ülkenin ihraç ettiğinden daha fazlamal ve hizmet ithal ettiği anlamına gelmektedir. Bu şekilde ifade edildiğinde, cari işlemler açığı, ihracatın “iyi” veithalatın “kötü” olduğunu düşünen –ihracatın asıl nedeninin ithalat yapabilmek olduğunu galiba unutan– korumacılarıntüylerini çoğu kez diken diken etmektedir.İkincisi, cari işlemler, ulusal (hem kamu hem de özel) tasarruflar ve yatırımlar arasındaki fark şeklinde tanımlanabilir.Bir cari işlemler açığı, bu nedenle, yatırımlara göre düşük bir ulusal tasarruf düzeyini veya yüksek biryatırım oranını –ya da her ikisini birden– yansıtabilir. Düşük yurtiçi tasarruf düzeyleriyle gerçekleştirebileceklerindendaha fazla yatırım fırsatına sahip sermaye-fakiri ülkeler açısından cari işlemler açığı doğal olabilir. Her ne kadar,yakın geçmişte yapılan araştırmalar, cari işlemler açığı veren gelişmekte olan ülkelerin daha hızlı büyüdüğüne işaretetmese de (belki bunların daha az gelişmiş yurtiçi finansal sistemleri yabancı sermayeyi etkili bir şekilde tahsis edemediğiiçin), bir [cari] açık, potansiyel olarak, daha hızlı üretim artışını ve iktisadî kalkınmayı teşvik edebilir. Dahası,uygulamada, özel sermaye çoğu kez gelişmekte olan ekonomilerden gelişmiş ekonomilere doğru akmaktadır. Gelişmekteolan ülkeler ve yükselen piyasa ekonomileri sık sık fazla verirken, A.B.D. gibi gelişmiş ekonomiler cari işlemleraçığı vermektedir.* Tipik olarak, çok fakir ülkeler, GSYİH’larına nispetle, resmî hibe ve kredilerle finanse edilenbüyük cari açıklar verirler.Tasarruf-yatırım dengesi yaklaşımının altını çizdiği bir husus, korumacı politikaların, korumacılık ve tasarruflarveya yatırımlar arasında açık bir bağlantı olmadığından, cari işlemler dengesinin iyileştirilmesinde muhtemelenfazla kullanılmayacak olmasıdır.Üçüncü olarak, cari işlemler, ticaretin zamanlaması itibariyle de ele alınabilir. Dönem-içi ticaret(intratemporal trade) hepimiz alışıktır: Kumaşın, şarap karşılığında bugün değiştirilmesi. Fakat, aynı zamanda, dönemler-arasıticareti de (intertemporal trade) düşünebiliriz: Cari işlemler açığı vererek malların bugün ithal edilmesi,ve bunun karşılığında, cari işlemler fazlası vermek suretiyle malların gelecekte ihraç edilmesi. Dönem-içi ticaretaltında, bir ülke aynı anda bir malı ithal ederken diğerini ihraç edebilir; dolayısıyla bir ülkenin, mal ithalatını bugündenyapmamasının ve mal ihracatını da yarın gerçekleştirmemesinin niçin gerekli olduğuna dair bir neden bulunmamaktadır.Dönemler-arası cari işlemler teorileri, aynı zamanda, cari işlemler açıklarının ve fazlalarının oynayabileceğitüketimi-zamana yayma (consumption-smoothing) rolünü de vurgulamaktadır. Örneğin, eğer bir ülke, verimli kapasiteyeerişim becerisini geçici olarak zayıflatan bir şokla sarsılmışsa –bu bir doğal afet olabilir–, o takdirde, şokuntüm yükünü hemen üstlenmek yerine, cari işlemler açığı vermek suretiyle sıkıntıyı veya sorunu zamana yayabilir.Tam tersine, araştırmalar, büyük şoklara maruz kalan ülkelerin, ortalama, bir ihtiyati tasarruf şekli olarak cari işlemlerfazlası verdiğini de ileri sürmektedir.*A.B.D. sürekli olarak dış ticaret açığı ve cari işlemler açığı vermekte; yurtiçi yatırımlar ile yurtiçi tasarruflar arasındaki farkı finanse etmek için de yabancı sermaye kullanmaktadır.6


Süreklilik, “gereğinden fazla” olduğundaBir ülkenin ne kadar uzun süreyle cari işlemler açığı vereceğinin önemi var mıdır? Bir ülke cari işlemleraçığı verdiği zaman, borçlarını veya yükümlülüklerini, diğer ülkelerce finans hesaplarındaki akış (flow) vasıtasıylafinanse edilmek üzere, artırmaktadır. Er ya da geç, bu borçların geri ödenmesi gerekmektedir. Sağduyu, eğer birülke, dış ülkelerden borçlandığı fonları uzun-vadeli üretken kazanç elde edemeyeceği harcamalarla ziyan ederse,o takdirde, söz konusu ülkenin borcunu geri ödeyebilme gücünün (basic solvency) şüpheli hale gelebileceğini söylemektedir.Zira, borç ödeyebilme gücü, ülkenin, ne kadar borçlandıysa onu (en sonunda) geri ödeyebilecek yeterliliktecari işlemler fazlası yaratabilecek isteklilik ve kabiliyette olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, bir ülkenincari işlemler açığı (daha fazla borçlanma) verip vermemesinin gerekliliği, o ülkenin dış yükümlülüklerinin (dışborçlarının) büyüklüğüne ve borçlanmanın, ülkenin dış borçları için ödemek zorunda olduğu faiz oranından (ya dagetiri oranından) daha yüksek marjinal ürün verecek [bir] yatırımı finanse edip etmeyeceğine bağlıdır.Fakat, ülke, dönemler-arası itibariyle dış borçlarını ödeyebilmeye muktedir olsa bile (yani cari yükümlülüklergelecekte elde edilecek gelirle karşılanacaksa), o ülkenin cari işlemler açığı, eğer ülke gerekli finansmanı teminedebilme kabiliyetine sahip değilse, sürdürülemez hale gelebilir. Bazı ülkeler (Avustralya ve Yeni Zelanda gibi) onyıllardır, ortalama olarak, GSYİH’nın %4.5-5’i civarında bir cari işlemler açığı sürdürebiliyorken, diğerleri (1995’teMeksika ve 1997’de Tayland) finansal krizlerin ortasında özel finansmanın çekilmesinin ardından, cari işlemleraçıklarında keskin bir tersine dönüş (reversal) yaşamıştır. Bu tür tersine dönüşler, dış finansman artık elde edilemediğinde,daha doğrusu bir ülke geçmiş borçlanmalarını kısa sürede geri ödemek için büyük miktarlarda fazlavermeye zorlandığında, özel tüketim, yatırım ve hükümet harcamaları birdenbire azaltılmak zorunda kalınacağından,bir hayli yıkıcı olabilir. Bu, –ülkenin niçin cari işlemler açığı verdiğinden bağımsız bir şekilde (ve açık arzu edilebilirnitelikte belli başlı eğilimleri yansıtıyor olsa bile)– ülkenin ani ve zahmetli bir finansal tersine dönüş yaşayacağıihtimaline karşı, büyük ve sürekli hale gelen açıklar için bir uyarı mekanizmasına ihtiyaç duyulduğunu imaetmektedir.Herhangi bir ülkenin bu türden bir [finansal] tersine dönüş yaşayıp yaşamayacağını ne belirlemektedir?Ampirik araştırmalar, aşırı değerlenmiş bir reel döviz kurunun, yetersiz döviz rezervlerinin, yurtiçi kredi artış hızınınfazla olmasının, elverişsiz veya zararlı dış ticaret haddi şoklarının, ticaret ortağı ülkelerdeki düşük büyüme oranınınve sanayileşmiş ülkelerdeki yüksek faiz oranlarının tersine dönüşlerin ortaya çıkışını etkilediğini ileri sürmektedir.Daha yakın geçmişteki literatür de, krize yol açan borç artışında, borç dolarizasyonunun derecesi ve vadeuyumsuzluğu gibi ödemeler dengesi kırılganlıklarının önemi üzerinde odaklanmıştır. Bu literatür, sermaye girişininkompozisyonu üzerinde de önemle durmuştur (örneğin, doğrudan yabancı yatırımın nispî istikrarına karşı portföyve kısa-vadeli yatırım akışının diğer türleri). Dahası, zayıf finansal sektörler, genellikle, bankalar yurtdışından borçlanıpyurtiçine riskli bir şekilde kredi verdiğinde, finansal tersine dönüşlere karşı daha fazla kırılganlık yaratmaktadır.Aksine, esnek bir döviz kuru rejimi, daha fazla [dışa] açıklık, ihracatın çeşitliliği, finansal sektör gelişimi veuyumlu mali ve parasal politikalar, sürekli açık veren bir ülkeyi, tersine dönüşlere karşı daha az kırılgan veya hassasyapan faktörler arasında yer almaktadır.O halde, açıklar kötü müdür?İktisat bilimine yöneltilen ortak bir eleştiri, herhangi bir sorunun cevabının “şartıyla” olmasıdır. İktisat teorisinin,bir açığın iyi ya da kötü olup olmadığının, söz konusu açığı artıracak faktörlere bağlı olduğunu söylemesielbette ki doğrudur, fakat iktisat teorisi, aynı zamanda, bir açığın cazibesinin değerlendirilmesinde ne gibi hususlarabakılması gerektiğini de söylemektedir.Eğer açık, ihracatın üzerinde bir ithalat fazlalığını yansıtıyorsa, o takdirde rekabetçilik problemlerinin göstergesiolabilir, fakat cari işlemler açığının, tasarrufların üzerinde bir yatırım fazlasını da zımnî olarak işaret etmesinedeniyle açığın hayli verimli, büyüyen bir ekonomiye işaret etmesi de aynı derecede mümkün olabilir. Eğer açık,yüksek yatırım yerine düşük tasarrufları yansıtıyorsa, dikkatsizce uygulanan maliye politikası veya bir tüketim artışıcari açığa neden olabilir. Ya da, cari açık, belki geçici bir şok veya değişen nüfus bilgileri (demographics) nedeniyletamamen akla yatkın dönemler-arası ticareti yansıtabilir. Bu aktörlerden hangisinin devrede olduğu bilinmeden,açığın “iyi” veya “kötü” olduğundan bahsetmek fazla anlamlı değildir: Açıklar, zaman içinde belirli bir noktada,bir ülke için belki arzu edilebilir belki arzu edilmez nitelikteki temel iktisadî eğilimleri yansıtmaktadır.7


Dr. Mehmet TAMİRCİKredi Değerlendirme I. Mdİnsanoğlu volkanik cam veya obsidien olarak adlandırılan doğal camı çok eski zamanlarda keşfetmiş ve budoğal madeni işleyerek, bıçak, ok ucu, silah süsleme aracı ve mücevher olarak kullanmıştır.Cam işleme sanatındaki en önemli ilerleme üfleme yönteminin bulunmasıyla sağlanmıştır. Bu tekniğin M.Ö. 1.yüzyıl ortalarına doğru Finikeliler tarafından bulunduğu tahmin edilmektedir. Üfleme tekniğinden faydalanılarak camınişlenmesi, pipo adı verilen ortası boş metal bir üfleme çubuğunun kullanılmaya başlamasıyla gerçekleşmiştir. Üflemeçubuğu kullanılarak havayla şişirme yönteminin geliştirilmesi, cam yapımı konusundaki en önemli dönüm noktalarındanbiridir. Selçuklu ve Osmanlı cam süsleme sanatının ortak özelliği hepsinin üfleme tekniğiyle yapılmış olmasıdır.İnsanlık tarihi boyunca, her kültürde ve dinsel inançta, göz figürü kötülükleri önleyen güçlü bir tılsım olarakkabul edilmiştir. İnsanı kötü gözlerden koruduğuna inanılan nazar boncukları, İslamiyet öncesi Türk geleneklerindenkalma bir inanıştır. Genel olarak mavi renk ağırlıklı göz şeklinde renkli boncuklardan oluşan nazar boncukları, gerekinanış, gerek gelenek, gerekse de süs eşyası olarak pek çok kişinin günlük yaşantısında çok sık kullandığı takılardandır.Cam süsleme sanatlarından biri olan vitray, renkli cam parçalarından yapılan yarı saydam bir pencere süslemesiolarak özetlenebilir. Günümüzde çok yaygın olarak, evlerde, otellerde, yemek ve oyun salonlarında, camilerdeve bunun gibi birçok mekânda çok amaçlı kullanılan bir sanat tekniği olan vitray, kısaca cam resmi olarak da adlandırılabilir.Türklerin Orta Asya'da yerleştikleri bölgelerde yapılan kazılarda ele geçen cam parçaları, bu sanat hakkındakiileri bilgilerini ve ince kullanım biçimlerini kanıtlayıcı niteliktedir. İran üzerinden Anadolu'ya gelirken Türkler bu sanatıgetirdiler ve geliştirdiler. Selçuklu mimarları, Artukoğullarında da görülen ve şemsiye denilen cam süslemeleri kullandılar.Osmanlı mimarları ise önce Selçuklu etkisinde çalıştılar, ama sonra kendilerine özgü vitray üslûbunu buldular.Evlerde, cami, medrese, şifahane, saray gibi anıtsal binalarda vitraylar normal pencere dizisinin üstünde yer alıyordu.“Kafa penceresi” denilen bu nakışlı camlar, bitkisel ve geometrik şekillerle nefis bir bezeme biçimi oluşturuyordu. Bucamlardan süzülen ışıklar yapı içinde değişik yansımalar yapıyordu. Osmanlı vitrayının en güzel örnekleri Süleymaniye,Rüstempaşa, Yeni Cami gibi büyük camilerde, Topkapı Sarayı, Hünkâr Kasrı v.b. saray, kasır ve yalılardadır.Vitray, doğrudan doğruya renkli yapılmış veya sonradan boyanmış yarı saydam camların, kurşun çubuklar,alçı ya da çimento yardımıyla birleştirilmesiyle meydana gelir.Bu işte kullanılan camlar silis (kum), potas (odun külü) ya dasoda (deniz tuzu) yardımıyla elde edilir. Silis erirken maden oksitleri karıştırılarakrenklendirilir, sonra üflenir, soğutulur, daha sonra yapılacakdesene göre kesilir. Henüz sıcak olan cam çift kat yapılabilir, ayrı renkteiki cam levha üst üste yapıştırılır, ortaya çıkancam gravür izlenimi verir.Daha önce pişmiş olan cam, camlaşabilenrenklerle boyanabilir ve bu takdirde yenidenfırınlanır. Daha sonra cam parçaları birbirinekaynak yapılmış kurşun çubuklarla birleştirilir,ondan sonra hepsi bir arada metal çerçevelereyerleştirilir. Küçük cam parçalarından oluşanbu birleşik bütün, esnek olduğundan vitrayhem kımıldatılabilir, hem de çok dayanıklı olur.* STANDARD Ekonomik ve Teknik Dergi, Kasım 2007 sayısında yayınlanmıştır.8


Renk ve ışığı kullanarak resim yapmakolarak da tarif edilebilen vitray sanatında enönemli unsur, arkadan doğal ya da suni ışık gelmesidir.Işığın olmadığı bir ortama renkli vitrayyapılamaz.Kurşunlu, tiffany ve alçılı vitray tekniklerindecamlar motifin kalıbına göre tek tek kesilir,desenin birleştirilmesi aşamasında kurşunla, bakırfolyo ve lehimle ya da alçıyla uygulama yapılır.Mozaik tekniğinde camlar çok küçük parçalarhalinde (0,5 cm - 1 cm) kesilir yada kırılır vedesen düz camın üstüne yapıştırılarak uygulanır,en sonra derz dökülür.Asit, kumlama, boyama tekniklerindedesenin şablonu çıkarılır ve isteğe göre düz cam,mat cam veya ayna üzerine birkaç aşamalı işlemuygulanır.Yararlanılan Kaynaklar:http://renktenrenge.com/vitray teknik.htmlhttp://www.camocagi.orghttp://www.vitray-a.comhttp://www.nazarboncugu.com/Nazar Boncugu Tarihce.htmhttp://www.angelfire.com/art/vitart*Standard Ekonomik ve Teknik Dergi Kasım 2007 sayısındayayınlanmıştır.9


TÜRKİYE KALKINMA BANKASI A.Ş.EĞİTİM VE HALKLA İLİŞKİLER MÜDÜRLÜĞÜ2008 YILI HİZMETİÇİ EĞİTİM PROGRAMIPROGRAMIN ADI TÜRÜ YERİ1 Mali Tabloların Analizi Semineri Seminer Ankara2 6183 Sayılı Kanuna Göre Taşınmazların Satışı, Paraların Paylaştırılması ve Teferruğ İşlemi Seminer Ankara3 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu ve Kamu Bankaları Bakımından Uygulanabilirliği Seminer Ankara4 Bütçeleme ve Kontrol Teknikleri / Finansal Planlama Seminer Ankara5 Makro Ekonomik Politikalar Seminer Ankara6 <strong>Türkiye</strong> Muhasebe Standartları (TMS:1.10.12.16.19.21.23.26.36.37.39 Konular) Esas ve Uygulamaları Seminer Ankara7 Raporlama ve Sunum Teknikleri Seminer Ankara8 <strong>Türkiye</strong> Ekonomisi ve Finansal Piyasalar Seminer Ankara9 Pazarlama Teknikleri ve Rekabet Analizi Seminer Ankara10 Yönetim Becerileri Seminer Ankara11 Dünya Para Sermaye Piyasasının Lider Disiplini "FOREX" Seminer Ankara12 <strong>Kalkınma</strong>; Kavram,Politika,Kurum ve Uygulamaların Gelişimi. Seminer Ankara13 Teminat Mektupları Üzerine Hukuki Mevzuat Seminer Ankara14 Kıymetli Evrak Hukuku Seminer Ankara15 Sanayileşme; Dünü, Bugünü ve Geleceği. Konferans Ankara16 Mikro Finansman ve <strong>Türkiye</strong> için Uygulanabilirliği. Seminer Ankara17 Tazminat Hukuku Seminer Ankara18 Dosyalama ve Arşivleme Sistemleri Seminer Ankara19 Reel ve Mali Piyasalardaki Son Gelişmeler Konferans Ankara20 Tapu Kadastro Kanun ve İpoteğe İlişkin Mevzuat Seminer Ankara21 Enerji Kaynaklarının Tanımı ve Çevre Üzerindeki Etkileri Seminer Ankara22 Uluslararası Finansal Krizler ve Risk Yönetimi Konferans Ankara23 Stratejik Planlama Seminer Ankara24 Resmi Yazışma Kuralları Seminer Ankara25 Sermaye Hareketleri Seminer Ankara26 5520 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu Seminer Ankara27 Sektörel Toplantı Dizileri Konferans Ankara28 Yönetici Asistanlığı ve Sekreterliği Eğitimi Seminer Ankara29 Mali Suçlara İlişkin Mevzuat "MASAK 4 Nolu Tebliği" (RG.10 Kasım 2002/24932 V.Mad.) Seminer Ankara30 Alternatif Turizm Yatırım Alanları ve TKB'nin Rolü Konferans Ankara31 Dış Ticaret Bankacılığının Rolü ve İşlevleri Seminer Ankara32 Stres Altında Kalite Yönetimi Seminer Ankara33 Opersayonel Risk Yönetiminde Gelişmiş Ölçüm Yaklaşımları ve Modellemeler Seminer Ankara34 Sorunlu Kredilerde Erken Uyarı Modelleri ve Çözüm Teknikleri Seminer Ankara35 Yatırımların Ekonomik Olarak Değerlendirilmesi Seminer Ankara36 Kobilerin Finansman İmkanları ve Aldıkları Danışman Hizmetleri Konferans Ankara37 Şirket Değerlemesi Seminer Ankara38 Atom Enerjisi ve Alternatif Enerji Kaynakları Seminer Ankara39 Şirket Kredi Derecelendirmesi (Rating) Seminer Ankara40 Bilgisayar Uygulamalı Teknik Analiz Semineri Seminer Ankara41 Oryantasyon (Proje Hazırlama ve Değerlendirme Semineri) (*) Seminer Ankara42 SPK Lisanslama Eğitimi Seminer Ankara43 Bölge Toplantısı (**) Toplantı44 ANKÜSEM-Gayrimenkul Değerleme Uzmanlığı Sertifikalı Temel Eğitim Programı (**) Kurs Ankara45 Bilgisayar Eğitimleri Kurs Ankara46 Mesleki İngilizce Kurs Ankara* Oryantasyon (Proje Hazırlama ve Değerlendirme Semineri)** Bölge Toplantı yeri Genel Müdürlük Makamın Onayı ile belirlenecektir.*** ANKÜSEM-Ankara Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi Tarafından uygulanan paket program10


Zehra BİROL Kd. UzmanTeknoloji İzleme ve Araştırma MüdürlüğüÖzünde bir Avrupa projesi olarak sürdürülen ve 1992 Aralık ayında imzalanarak Mart 2005 tarihinde 55 ülkeninonayı ile yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, her ülke ve endüstriyi somut karbon emisyon kotaları ile sınırlamaktadır.Kyoto’ya giden yol aslında Birleşmiş Milletlerin 1992 yılında toplamış olduğu Rio Konferansı’nda belirlenmiştir. RioKonferansı’nda BM’in İklim Değişikliği Çerçeve anlaşması (UNFCCC) imzaya açılmış ve bu anlaşmayı imzalayan ülkelergönüllülük esasına dayalı olarak çevre kirliliğine yol açan sera gazlarının etkilerini hafifletebilecek tedbirleri almayıkabul etmişlerdir. Kyoto Protokolü bu anlaşmayı bir adım ileri götürerek belgeyi imzalayan ülkeler için 2008-2012 yıllarıarasında, başta karbon olmak üzere sera gazı salımlarını 1990 düzeylerinin %5 daha altına çekme yükümlülüğünügetirmiştir. Kyoto Protokolü ile ortaya yepyeni bir Pazar çıkmıştır ve uluslararası finans kurumları bu piyasalara çekilmektedir.Bu protokolün mekanizmaları olarak ortaya çıkan esneklik mekanizmaları diğer ülkelerle ortak hareketi gerektirmektedir.Bu mekanizmalar:1 Ortak Yürütme Mekanizması (Joint Implementation) : Protokolün 6. maddesi ile düzenlenen esneklik mekanizmalarındanbiridir. Buna göre emisyon hedefi belirlenmiş bir ülke, emisyon hedefi belirlenmiş diğer bir ülkedeemisyon azaltıcı projelere yatırım yaparsa, emisyon azaltma kredisi (Emission Reduction Unit) kazanır ve kazanılan bukrediler toplam hedeften düşülür. Ortak bir uygulama projesi örneği olarak; Kömürleçalışan bir termik santralin daha verimli kombine bir santrale dönüştürülmesinitemin eden bir yatırım buna örnek olarak gösterilebilir.Yandaki 2006 yılında Ortak Yürütme Mekanizması (JI) kapsamında gerçekleştirilenprojelerin türleri/konuları (sağda) ile JI alıcılarının dağılımı (solda)gösterilmiştir. Ortak Yürütme mekanizması ile gerçekleştirilen projelerden eldeedilen emisyon kazanımının en büyük alıcısı hükümetlerdir. 2006 yılında uygulananprojelerde ortalama ERU fiyatı 4,5 € ile 12,5 € arasında gerçekleşmiştir.Yandaki 2006 yılında gerçekleştirilen Ortak Yürütme Mekanizması kapsamındayapılan projelerde elde edilen emisyon kazanımının alıcıları (sağda) ilesatıcılarının (solda) dağılımı gösterilmiştir.2 Temiz <strong>Kalkınma</strong> Mekanizması (Clean Development Mechanism):Kyoto Protokolünün 12. maddesi ile düzenlenmiştir. Bu mekanizmaya göre emisyonhedefi belirlenmiş bir ülke, emisyon hedefi belirlenmemiş az gelişmiş birülke ile işbirliğine giderek o ülkede sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelikprojeler yaparsa “Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltma Kredisi – Certified Emission Reductions-“ kazanır ve bu kreditutarı toplam hedeften düşülür. Yani bu sertifikalar Ek I grubundaki ülkelerinkendi emisyon hedeflerini tutturmasında kullanılmaktadır. 2007 itibariyle, yıllıktutarı yaklaşık 4.4 milyar $ olan Temiz <strong>Kalkınma</strong> Mekanizması kredilerinin ulaştığıhacim dünya sera gazı salımlarının yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır.1Yandaki 2006 yılında Temiz kalkınma Mekanizması kapsamında yapılmışprojelerin türleri (sağda) ve bu projelerle elde edilen emisyon kazanımının müşterilerinin(solda) dağılımı gösterilmektedir. Bu projelerdeki en büyükalıcı özel sektördür.Yandaki2006 yılında Temiz <strong>Kalkınma</strong> Mekanizması kapsamındagerçekleştirilen projelerden elde edilen emisyon hakkı kazanımının alıcıları(sağda) ile satıcılarının (solda) dağılımı gösterilmiştir. Bu projelerdekien büyük satıcı Çin’dir. 2006 yılında gerçekleşen fiyatlar 7€/t ile 9€/tarasındadır.Scientific American Aralık 2007, sayfa 4611


Aşağıdaki şemalarda Temiz <strong>Kalkınma</strong> Mekanizması (CDM) ile sertifikalandırılan (sertifika ile kredisi oluşanprojeler henüz alıcıya ulaşmamış- piyasada alıma hazır) 1,534 projenin türleri ve projelerin gerçekleştirildiği ülkelergösterilmiştir.Ortak Yürütme ve Temiz <strong>Kalkınma</strong> Mekanizmalarınınher ikisinde de belirli özelliklerin yerine getirilmesi gereklidir.Bu özelliklerin en başta geleni emisyon azaltımınıngerçekleştiğinin kanıtlanmasıdır.3 Uluslar arası Emisyon Ticareti (EmissionTrading): Kyoto Protokolünün 17. maddesi ile düzenlenmiştir.Buna göre emisyon hedefi belirlenmiş ülkelerin taahhütettikleri indirimi tutturmak için, ilâve olarak kendiaralarında emisyon ticareti yapabilmelerine imkân tanımaktadır.Söz konusu madde uyarınca sera gazı emisyonunubelirlenen hedeften daha da fazla miktarda indirenbir EK 1 ülkesi, gerçekleştirmiş olduğu bu ekstra indirimibaşka bir taraf ülkeye satabilmektedir. Son yıllarda ülkelerin CO2 salımlarına bakıldığında, emisyon ticareti bağlamında,en büyük alıcılar ABD (Kyotoyu imzalaması durumunda), Japonya ve bazı AB ülkeleri, en önemli satıcılar iseRusya, Ukrayna, Bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve Kazakistan (Kyotoyu imzalarsa) olabilecektir.4 AB Emisyon Ticareti: Dünyada ilk defa CO2 emisyonu için oluşturulan ticaret sistemidir. AB Kyoto Protokolündentek bir emisyon azaltım hedefi alarak bu hedefin birlik içinde dağıtılmasını kendi organları ile sağlamıştır. Bununyanı sıra Kyoto protokolünün I. Uygulama Dönemine de hazır girmeyi plânlayan birlik 2005-2007 dönemini kapsayanEmisyon Ticaretini (EU ETS) 2005 yılının ocak ayında başlatmıştır. Üye devletlerdeki 12,000 kuruluşu kapsayanAvrupa Birliği Emisyon Ticaretine göre, şirketler aldıkları hedef miktarına bağlı CO2 salma hakkı kadar salım yapabileceklerdir.Uygulama dönemi sonunda şirketlere hedeflerinin üzerindeki fazladan saldıkları her bir ton CO2 için 40EURO ceza verilecektir. Kyoto uygulama döneminde ise bu ceza 100 EURO/Ton olacaktır.2Karbon emisyon kredilerinin fiyatlarındaki kararsızlık, 2006 yılında aşırımiktarda tahsis yapıldığının kamuoyuna açıklanmasına kadar, Avrupa ülkelerininyerli kirletici firmalarına gereğinden çok kredi tahsisi yapması ve bu tahsislerdekideğerleri firmaların şişirmesi ile daha da artmıştır.Bu tip piyasalar oluştuğunda,çıkarılmış karbon kredilerinin miktarı, değerlendirmesi/tespiti gerçekten zor olangerçek karbon emisyon çıktısına uygun olmalıdır. Çıkarılan tahsisler emisyon miktarındanfazla ise sonuçta permi fiyatları düşmektedir. Nitekim 2006 Nisanında ABkredi tahsis fiyatlarında yaşanan düşüş de bunun sonucudur. Kaynak: ScientificAmerican Aralık 2007 sayfa 49EMİSYON TİCARETİ VE GÖNÜLLÜ KARBON PİYASASININ İŞLEYİŞİEmisyon ticareti “Kyoto Mekanizmaları” olarak bilinen ve yukarıdaki 3. ve 4. maddede açıklanan son derecebasit bir mekanizmadır. Bir firma için belirlenen emisyon azaltımı hedeflerine, hedeflenen zamanda ulaşmak için,firmalara düşük maliyetli Pazar imkânı sağlayan bir sistemdir. Buna göre, sera gazı emisyonunu belirtilen hedeftendaha fazla azaltan bir şirket/ülke, gerçekleştirdiği bu indirimi başka bir taraf şirkete/ülkeye satabilmektedir. Emisyonpermisi olarak da adlandırılan bu sistem, emisyon miktarını belirlenmiş kota ile sınırlamakta ve permiler içinoluşacak arz ve talep koşullarına göre fiyatın oluşmasını piyasaya bırakmaktadır. Kısacası emisyon ticareti, zararlıgazlara ölçülebilir bir değer biçilmesi ile, sera gazı emisyonlarının azaltılmasını gerçek anlamda teşvik eden, piyasaodaklı bir mekanizmadır. Bu ticaretin, zararlı gaz emisyonunun azaltılmasına ve bu amaçla şirketlerin inovativ süreçve teknolojileri devreye almasının teşvik edilmesine yönelik son derece etkili bir yöntem olduğu açıktır. Nitekimuluslar arası plâtformlarda emisyon ticareti bu güne dek görülen en büyük yasal düzenleme girişimi olarak kabulgörmektedir. Emisyon ticaretinin oluştuğu ve sera gazı emisyon azaltımını teşvik eden bu piyasa da “Gönüllü KarbonPiyasası” olarak adlandırılmaktadır. Karbon Piyasasının tek işlevi karbon emisyonu salımına bir maliyet, emisyonazaltımına bir fiyat koymaktır ve bu piyasa emisyon salım hakkı için tahsisat ayrılmasına veya emisyonazaltımına kredi tahsisine imkân verir. Kyoto Protokolüne taraf olan bütün ülkeler uluslararası emisyon ticaretindekullanılabilen Sınırlanmış Miktarlar (Assigned Amount Unit) konusunda ihtilafa düşeceklerdir. 3 Sınırlı emisyon kotasıolan bu ülkeler sınırlanmış miktar hedeflerini tutturmak için, 2008-2012 Kyoto periyodunda ekstra tahsisat almakveya salım hedeflerinde aştıkları miktarın muadili olan miktarda emisyon kredisi kullanmak zorundadırlar. Bu ülkelerönümüzdeki dört yıllık dönemde diğer ülkelerden sınırlandırılmış salım haklarını satın alma yada Temiz <strong>Kalkınma</strong>/Ortak Yürütme Mekanizmaları kapsamındaki projelerle kredi alma yoluna gideceklerdir. Teorik olarak ana emisyonsalım hakkı satıcısı ülkeler Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya ve Ukrayna’dır. Bu ülkelerin reel emisyon salım miktarlarıKyoto protokolünde kendileri için belirlenen kotalarının altındadır.2 Türk Yapısal Çelik Derneği, İklim Değişikliği, Kyoto Protokolü ve Demir Çelik konulu makaleden 22.09.2005 www.tucsa.org/tuc303 Carbon 2007- 13 Mart 2007 tarihli Point Carbon <strong>Dergisi</strong> –s 312


Karbon Piyasasının İşleyişi ve AktörleriKarbon ticaretinin işleyişinde ana aktörler alıcılar, satıcılar ve aracılardır. Projenin gerçekleştirildiği ev sahibiülkeler genellikle emisyon kotasından daha az karbon kullandığı için emisyon hakkını satan ülke/firmalardır. Ev sahibiülke, proje konusu yatırım yenilenebilir/yeşil enerji yatırımları yaparak, enerji verimliliğini artıran uygulamalarile ağaçlandırma ya da metan tutumuna ilişkin projeler yaparak muhtemel karbon salımını düşürerek elde ettiğisalım tasarrufunu alıcılara pazarlamaktadır. Emisyon hakkının alıcısı olan gruplar ise yapılan söz konusu yatırım sonucuelde edilen karbon tasarrufunu miktarı ve piyasada oluşan fiyat ölçeğinde satıcıdan satın almaktadır.Uluslar arası Karbon Fonu konusundaki raporlara göre 2005 yılında 10 ilâ 25 milyon ton (Mt) CO2e büyüklüğündekikarbon ticaret hacminin, 2010 yıllarında 400 Mt CO2e’ye ulaşması beklenmektedir.4Karbon değişimi temel olarak iki şekilde gerçekleşmektedir.Birincisi; üst emisyon salım sınırını geçen kirleten firma “üst limit ticareti”(cap and trade) ile pazarlanabilir emisyon permisi veya kredisi satınalır.5İkincisi emisyon salım sınırını geçen kirleten firma, fazladan saldığıemisyonu karşılamak veya dengelemek üzere, doğrudan yaptığı yenilenebilirenerji ve/veya diğer projeler ile emisyon kredisi elde eder.Önümüzdeki üç yıl içinde karbon emisyon talebinin ise 500 Mt ulaşacağı tahmin edilmektedir. 6Aşağıdaki şemada proje tabanlı karbon ticaretini işleyişi gösterilmeye çalışılmıştır.Karbon piyasasında, kendi faaliyetleri ve müşterileri adına alıcı olan firmalar (örneğin: Havayolu firmaları,seyahat acenteleri, otomobil veya petrol şirketleri), belirliProje Tabanlı Karbon Ticaretinin İşleyişi• PROJE SAHİBİ• Sera gazı emisyonlarını azaltmaprojesinin sahibi olan firma veyahükümetlerin kullandıklarıaraçlar:• - Yenilenebilir enerji• - Enerji verimliliği• - Metan tutma• - Ağaçlandırma vb.• Emisyon azaltım projeleri• Proje faaliyetlerininfinansmanını kolaylaştırmaküzere emisyon hakkını satanproje sahipleri$$Emisyon hakkı• Emisyon Hakkı Alıcısı• Emisyon hakkını satın alanhükümetler, firmalar veyadiğer gruplar• Yasal zorunlulukları yerinegetirmek için emisyonhakkını satın alan alıcılar• Gönüllü taahhütleriniyerine getirmek içinemisyon hakkı satınalanlarfaaliyetlerdeki organizatörler (örneğin: 2005 G8 zirvesi,2006 Dünya Futbol Kupası vb) ve tüzel kişiler alıcı olabilmektedir.Satıcılar ise toptancı ve perakendeciler olarak ikiana grupta toplanabilir. Bu toptancı ve perakendeciler;emisyon hakkını satın alıp tekrar satanlar sera gazı emisyonunuazaltmak üzere yapılan projeleri geliştirenler ile buprojelerin doğrudan satıcısı olan firmalardır.Karbon piyasasında alıcı ve satıcıyı karşılaştıran vebu ticarette aracı durumunda olanlar ise proje geliştiricileriile komisyonculardır (broker). Bunun yanında emisyon sağlayıcısıfirmaları seçmekte müşterilerine yardımcı olan veofset proje evrakını hazırlayan danışman firmalar da mevcuttur.Gönüllü Karbon Piyasasının Oluşma NedenleriKyoto Protokolü ile ortaya konan mekanizmalar, sürecinbürokratik yanının yavaş ilerlemesi ve protokolün hava taşımacılığı gibi sektörleri ele alması nedeni ile, iklim değişikliğininetkilerinin azaltılmasına yönelik çabaların etkinliğini ve hızını azaltmıştır.Ayrıca çevre bilinci yüksek birey ve sivil toplum örgütlerinden gelen talepler, kurumsal sosyal sorumlulukprojeleriyle çevreye verdikleri önemi müşterilerine kanıtlamak isteyen kurumlar da Kyoto Protokolü çerçevesindeyürüyen mekanizmalardan kendi başlarına doğrudan yararlanamayacakları için bu gönüllü piyasa oluşmuştur. Bupiyasa ile STK’lar ve firmalar emisyon azaltımı konusundaki ticarette (hükümetleri Kyoto Protokolüne taraf olmasada), aktif rol alabilmektedirler. 7Aşağıdaki şemada potansiyel emisyon salım hakkı satıcısı olacak ülkeler ve bölgeler gösterilmiştir. Bütünpolitika ve tedarik plânları oluşturulduğunda ülke ve bölgelerin net açık pozisyonları görülmektedir. Doğu Avrupaülkelerinin zengin sınırlanmış emisyon salım (AAU-Assigned Amount Unit) haklarını satmak konusundatereddüt edecekleri beklenmektedir. Bunun bir nedeni,bu ülkelerin gelecekte bu fazla tahsisatlarına ihtiyaçduyacak olmalarıdır. Diğer bir neden de fazlatahsisatı olan bu Doğu Avrupa ülkelerinin çevre komşularıolan Batı Avrupa ülkelerinden gelecek dahacazip emisyon ticareti fırsatlarıdır.4 Environmental Finance article by Marc Kenber, Climate Group, Marc 20075 Scientific American December 2007 p.476 Ecosystem Marketplace Article, April 20067 Dr.Aslı Sezer ÖZÇELİK tarafından Point Carbon firması adına yapılan sunumdan alınmıştır.Uluslararası Kocaeli Çevre Teknolojileri Fuarı- 07.06.2007 sunum13


Bununla birlikte Rusya ve Ukrayna, emisyon ticareti için uygun koşullar oluştuğunda kendi fazla tahsisatlarınınbir bölümünü satma kararı alabilirler. Aşağıda 2005 ve 2006 yıllarında gerçekleşen karbon ticaretinin hacmi(milyon ton ve milyon € olarak) ve 2007 yılı için gerçekleşme tahminleri verilmiştir.82005 2006 2007Nihaî Rakamlar Nihaî Rakamlar Tahmin(Mt)(milyon€)(Mt)(milyon€)(Mt) (milyon €)AB Emisyon TicaretSistemi Toplam 362 7,218 1,017 18,143 1,750 18,503Diğer Emisyon TicaretSistemleriTemiz <strong>Kalkınma</strong> Mekanizmalarıİkincil Temiz <strong>Kalkınma</strong>Mekanizmaları7.8 52 31 300 50 500397 1,985 523 3,349 456 3,2604 50 40 571 96 1,061Ortak Yürütme Mekanizmaları28 96 21 95 45 277TOPLAM 799 9,401 1,632 22,458 2,397 23,601Aşağıda emisyon azaltım piyasasında kullanılan Kyoto mekanizmalarının2006 yılında gerçekleşen fiziksel (milyon ton CO2) ve finansal dağılımı verilmiştir.EU ETS: AB emisyon ticaret sistemi kapsamında gerçekleşen - CDM: Temiz<strong>Kalkınma</strong> Mekanizmaları projeleri - JI: Ortak Yürütme Mekanizmaları projeleri -Other: Bölgesel emisyon ticaret sistemleri kapsamında gerçekleşenGönüllü Karbon Piyasasının uygulamalarına dönük eleştirel yorumlar çevreciSTK’lar ve çevreci basından gelmektedir. Çünkü bu uygulamalar tamamen gönüllüçerçevede yürütüldüğü için, karbon emisyonu denkleştirmesi amacıyla uygulanacakprojenin gerçek anlamda bu işlevi gerçekleştirip gerçekleştirmediğini kontrol edip sınayacak kurul, kanunveya kayıt sistemi mevcut değildir. Bu piyasa aynı zamanda, Kyoto Protokolü çerçevesinde oluşan mekanizmalarınyaşanarak denendiği büyük bir öğrenme sürecidir. Bu nedenle Gönüllü Karbon Piyasasına şüphe ile yaklaşangruplar; bu proje uygulamalarının prensiplere uygun, doğru ve şeffaf olması durumunda Gönüllü Karbon Piyasasınıniklim değişikliği ile mücadeleye ciddi katkı sağlayacağını da kabul etmektedirler. Gönüllü Karbon Piyasası dâhilindegerçekleştirilen proje uygulamalarının bireysel ve toplumsal düzeyde farkındalık yaratma ve ciddi önlemlerihayata geçirme konusunda da etkisi olduğu bilinmektedir.Gönüllü karbon finansından gelişmekte olan Kyoto Protokolüne taraf olmayan ülkelerin yanı sıra İngiltere,Amerika, Kanada gibi gelişmiş ülkeler de yararlanmaktadırlar. Ülkeye yabancı sermaye girişi sağlaması, sürdürülebilirkalkınmaya sağladığı katkılar, bu projelerle enerji maliyetlerinin düşmesi ve toplumsal farkındalık yaratmasıgibi nedenler ülkelerin Gönüllü Karbon Piyasasına kucak açmasına neden olmaktadır.8 Carbon 2007- 13 Mart 2007 tarihli Point Carbon <strong>Dergisi</strong> –s 514


Özmen DEMİR Uzman Yard.İç Kontrol MüdürlüğüYirminci yüzyılın ikinci yarısında sanayi ve ticarette girilen yeni dönemde en çok sözü edilen kavramlar"globalleşme" ve "imhacı rekabet"tir. Korumacılığın büyük ölçüde kaldırılması, gümrük oranlarının azaltılması,yabancı sermayeye geniş olanakların tanınması ve diğer birçok gelişme, güçlü ve dinamik kuruluşların ulusal sınırlarınçok daha ötesine erişmelerine fırsat vermiştir. Bu yönüyle bakıldığında globalleşme geniş bir ekonomikyayılma anlamına gelir. Globalleşmenin en belirgin sonucu rekabetin sertleşmesidir. İşte bu rekabette iş dünyasındaboy gösteren firmaların ellerinde bulundurduğu pazar paylarını kaybetmemeleri, yeni pazarlar yaratmalarıya da yaşamlarını sürekli kılabilmeleri için belki de bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde insan kaynaklarına önemvermeleri gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Günümüzde İnsan Kaynakları Yönetimine gereken önemi verenişletmelerin diğer işletmelere göre daha fazla başarılı olduğunu açıkça görülmektedir.1.1. İnsan Kaynakları Yönetiminin Tanımı ve Tarihi GelişimiLiteratürde insan kaynakları yönetimi ile ilgili birçok tanımmevcuttur. Bunlardan bazıları; İnsan kaynakları yönetimi insan öğesiniön plana çıkaran, onu örgütün merkezinde gören personel yönetimineçağdaş bir bakış açısıdır. İnsan kaynakları yönetimi işletme içerisindeinsanın stratejik öneminin farkına vararak, onu bir maliyet unsuruolarak görmekten çok, işletmeye değer katan, işletmenin etkinlik veverimliliğe ulaşmasında önemli derecede katkısı olduğunu kabul edenbir yaklaşımdır.İnsan kaynakları yönetimini, herhangi bir örgütsel ve çevreselortamda insan kaynaklarının örgüte, bireye ve çevreye yararlı olacakşekilde, yasalar çerçevesinde, etkin ve verimli bir şekilde yönetilmesinisağlayan işlev ve çalışmaların tümü olarak tanımlamak mümkündür.İnsan Kaynakları yönetimini herhangi bir örgütsel ve çevresel ortamdainsan kaynaklarının örgüte, bireye ve çevreye yararlı olacak şekilde,yasalara da uyularak, etkin yönetilmesini sağlayan işlev ve çalışmalarıntümü olarak tanımlayabiliriz.İnsan Kaynakları Yönetimi, insan ilişkileri, yönetim ve personel yönetimi konusundaki bilgi ve ilkeleri birbütün içinde ve farklı bir bakış açısı ile ele alır. Dolayısıyla insan kaynakları yönetiminin tarihçesini insana ilişkinbilgilerin edinildiği ilk çağlara kadar götürmek mümkündür.İnsan Kaynakları Yönetimi 1950’li yıllarda hissedilmeye başlanmasına rağmen örgütsel ortamda insanayönelik yaklaşımlar oldukça eskidir. Böylece İnsan Kaynakları Yönetimi, insanı temelalan ve onun daha etkin, verimli, yararlı ve üretken olması, diğer yandan iş doyumunasahip ve mutlu olabilmesi için gereken düzenlemelerin tamamını kapsar. Çalışma ortamındakişinin işe alınmasından, uyum eğitimine, ücret ayarlamasına, işyeri ile olan hukukibağına, verimliliğine, performans değerlemesine, maddi ve sosyal ihtiyaçlarınınkarşılanmasına ve nihayet işten ayrılmasına kadar ki tüm süreçler, insan kaynakları yönetimiuygulamaları çerçevesinde gerçekleştirilir.Günümüzde “İnsan Kaynakları Yönetimi”nin önemi şu sorunlar nedeniyle her zamankinden çok artmıştır.1. İşgücüyle ilgili maliyetler2. Verimlilik3. Değişimler4. İşgücündeki olumsuzluk belirtileri15


1.2. İnsan Kaynakları Yönetiminin Amaçları Genel olarak İKY’nin (İnsan KaynaklarıYönetimi) amacı, ahlaki ve sosyal sorumluluk anlayışıyla çalışanların örgüte olan yaratıcı katkılarını arttırmaktır.İKY’nin diğer amaçlarını aşağıdaki şekilde sırlamak mümkündür;1.2.1.Toplumsal AmaçToplumsal amaçtan ifade edilmek istenen; toplumdan gelen istek ve baskıların örgüt üzerindeki olumsuzetkileri en aza indirilmesi, toplumun ihtiyaçlarına karşı ahlaki ve sosyal sorumluluk bilincine sahip olunmadır.1.2.2. Örgütsel AmaçİKY’nin örgütsel etkinliğe katkıda bulunmak için var olduğunu kabul etmektir. Bu anlamda insan kaynaklarıbiriminin örgütsel amacı gerçekleştirmeye yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.1.2.3. İşlevsel AmaçÖrgütün ihtiyaçlarına uygun bir düzeyde insan kaynakları biriminin katkısını sürdürmek amacıdır. İKY,örgütün ihtiyaçlarından daha fazla veya daha az karmaşık olduğunda kaynakların israf edilmesi riski olduğundanişlevsel amaç büyük önem taşımaktadır.1.2.4. Kişisel AmaçKişisel amaçlarını gerçekleştirmede işgörenlere yardım etmek. İşgörenlerin istihdamları sürdürülmek,motive edilmek isteniyorsa onların kişisel ihtiyaçları karşılanmalıdır. Aksi takdirde işgören performansı ve tatminiazalabilir ya da işgörenler örgütü terk edebilirler.1.3. İnsan Kaynakları Yönetiminin İşlevleriOrganizasyonlarda hayata geçirilmeye çalışılan İKY uygulamaları genelde Toplam Kalite Yönetimi ortamındagerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yani daha çok Toplam KaliteYönetiminin insan faktörünün vazgeçilmez bir uzantısı olarak İKY gündemegetirilmektedir. Teknik olarak İnsan Kaynakları Yönetiminin işlevlerinebakacak olursak;İnsan Kaynakları Politikasının Tespiti.Personel Organizasyonu.İnsan Kaynakları Plânlanması.Performans Yönetimi.Ücret Yönetimi.Eğitim Yönetimi.Motivasyon Yönetimi.Kalite Yönetimi.Bilgi Yönetimi.Vizyon Yönetimi.İnsan kaynakları yönetimi işlevlerinin ne kadar uygulandığınıntespiti, firmalarda olup biten hakkında genel bir tablo çıkarmamıza yardımcı olacaktır. Bunun yanında İKY’ninişlevlerinin uygulamada firmalar tarafından tamamen hayata geçirildiğini söylemek oldukça iddialı bir yaklaşımolacaktır.1.4. <strong>Türkiye</strong>’deki Firmaların İnsan Kaynakları Yönetimine Bakış AçılarıGünümüzde insan kaynakları yöneticileri personel yöneticileri şeklinde algılanmaya başlamıştır. İyi birinsan kaynakları yöneticisinden iyi bir düzeyde iş bilgisi, fonksiyonel ve organizasyonel liderlik ve hedefleri iyianaliz yapabilen etkilemeye dayalı yönetici formasyonu beklenmektedir. Diğer bir deyişle insan kaynakları yöneticilerininönceden harekete geçebilme kabiliyetine, sağlam ve kararlı bir kişiliğe, vizyon doğrultusunda çalışanlarıyönlendirebilme kapasitesine, grup yönetim becerisine, iyi bir iletişim yeteneğine ve son olarak objektifbir bakış açısına sahip olmaları gerektiği söylenebilir.<strong>Türkiye</strong>’deki uygulamalara baktığımızda mühendislerin, üretim müdürleri veya imalat müdürlerinin İKYyöneticisi olduğu yapılan araştırma sonuçlarından açıkça görülmektedir. İşletme formasyonun ise daha çok dışardanalınan kurslar seminerler veya daha sonradan yapılan yüksek lisans gibi çalışmalarla kapatılmaya çalıştığıyine yapılan araştırmalarda dikkat çeken diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.16


Ülkemizde iş dünyasına bakacak olursak, pratikte işlerlilik kazandırılmayaçalışılan insan kaynakları yönetimi uygulamalarının başarısı firma başarısına endekslendiğigörülmektedir. Sistemin başarısı ise iş sonuçları, müşteri tatmini, çalışanlarınmemnuniyeti ve topluma katkı olarak adlandırılan dört temel faktörleaçıklanmaya çalışılmaktadır. Genelde firmalar firma içerisinde yaptıkları değişiklerinhedeflerine ulaşma konusunda kendilerine ne kadar katkı sağladığını görmekiçin aynı faaliyet alanında faaliyet gösteren diğer firmalarla Bench-mark yapmaktadırlar.Bench-marking yaparak elde ettikleri sonuçlar neticesinde firmalar insankaynakları yönetiminde ne ölçüde başarılı olduklarını tespit etmektedirler.Yine ülkemizdeki firmalarda çalışan insan kaynakları uzmanlarının çoğunluğugerekli 'know-how' ve uygulamalara rehberlik edecek araştırma sonuçlarınasahip değillerdir. Uzmanlık eksikliğinden dolayı, birçok organizasyon yeterli düzeydekaliteli olmayan danışmanlık şirketlerinden yardım almakta ve/veya yerel veuluslararası platformda insan kaynakları kıyaslamalarına doğru kaymaktadırlar.Ortaya çıkan sonuç; firma dışındaki kaynaklardan ithal edilen nispeten etkili insankaynakları sistemleridir. Birçok organizasyon bu sistemlerin ihtiyaçlarını karşılamadığınıbelirtmektedir. İnsan kaynakları departmanları bir yandan işe alma-yerleştirme, eğitim ve gelişim, ücretyönetimi, kariyer yönetimi ve performans değerlendirmesi gibi daha etkili ve objektif insan kaynakları fonksiyonlarıkurmakta zorlanırken, diğer taraftan artan globalleşmeden kaynaklanan organizasyonel ihtiyaçları karşılamakiçin sistemleri yenilemek durumundalardır.Örneğin, iyice yerleştirilmiş ve etkili bir işe alım sistemine sahip olmadan, insan kaynakları departmanlarındanetkin bir işe alım sistemi oluşturmaları istenebilmektedir. Benzer olarak, iyice yerleşmiş objektif bir performansdeğerlendirmesine sahip olmadan, insan kaynakları uzmanlarından şirket satınalma ve birleşmelerinde performansyönetimi için mevcut sistemleri yenilemeleri istenebilmektedir. Dolayısıyla, asıl zorluğun öncelikler konusundakarar verememek olduğunu söyleyebiliriz. Organizasyonel açıdan baktığımızda, öncelikler organizasyonlarınyenilenmesi, şirket satınalma-birleşmeleri ve takım çalışması vb. ile ilgili olan insan kaynakları konularıdır.Akademik açıdan baktığımızda, öncelik insan kaynakları fonksiyonları içinde etkili sistemler kurarak gelecektekizorlukları karşılayabilecek sağlam bir temel oluşturmaktır.Sonuçİnsan Kaynakları Yönetimi, son zamanlarda işletmeler tarafından bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde önem verilmeyebaşlanan yeni bir yönetim disiplinidir. İnsan Kaynakları Yönetimi, personel yönetiminin yapısal ve işleyişyönünden bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmak, kapsamlılığını ve bütünlüğünü vurgulamak amacı ile yirminci yüzyılınson çeyreğinde benimsenen yönetsel bir yaklaşımdır. Bugün gerek ulusal pazara sahip gerekse de yerel birkitleye hâkim büyük, orta hatta küçük boy işletmeler İnsan Kaynakları Yönetimi’nin yükselen trendinin etkisi altındakalmışlar ve bünyelerinde bir insan kaynakları departmanının istihdamını lüksten çok mutlak bir ihtiyaç olarakalgılamışlardır.Günümüzde işletmelerin belirledikleri amaçlara en etkin ve verimli bir şekilde ulaşabilmeleri, yoğun rekabetortamında ayakta kalabilmeyi başarıp, büyümelerini ve gelişmelerini sağlayabilmeleri etkin bir insan kaynaklarıyönetimi uygulayıp uygulamamaları ile doğru orantılı olarak gelişeceği açıkça görülmektedir. İşte bu noktadagünümüz işletmelerinin insan kaynakları yönetimine gereken önemi vermeleri ve bunun için gerekli özveriyi göstermelerigerekmektedir.KAYNAKLARBUMİN, Birol; İşletmecilikte Çağdaş Yönelimler, Ankara, Gazi Kitabevi, 2003.BÜYÜKUSLU, A. Rıza; Globalizasyon Boyutunda İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul, Der Yayınları, 1998.CANMAN, A. Doğan; Çağdaş Personel Yönetimi, Ankara, Todaie Yayınları, 1994.Charles J. Fombrun, Noel, M. Tichy, Mary Anne Devanna; Strategic Human Resource Management, John Wiley&Sons, 1984.DURSUN, Bingöl; İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul, Beta Yayınları, 4.Baskı,1998.FİLİZÖZ, Berrin; “İnsan Kaynakları Yönetiminde Uluslararası Yaklaşım Gerekliliği”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi <strong>Dergisi</strong>, cilt 4, sayı 1, 2003.TÜRKEL, U. Asuman; İnsan Kaynaklarının Etkin Yönetimi, İstanbul, Türkmen Kitabevi, 1998.17


B. Sıtkı Gürler Kd.UzmanKredi Değerlendirme I MüdürlüğüÇok okuyan mı bilir yoksa çok gezen mi? ”. Öğrencilik dönemimizin bu çok ünlü münazara konusunda kazanantaraf kim olurdu, kim diğerine üstün gelirdi pek hatırlamıyorum ama eğer şimdi o münazaranın, “ Çok okuyanbilir ” tarafından biri olsam mutlaka kazanan taraf biz olurduk. Kazanırdık çünkü Stefan Zweig’ın “Yarının Tarihi ”isimli kitabının “Dünyaya açılan kapı olarak kitap” (1) başlıklı bölümde yer alan yaşanmış bir hikâyeyi anlatırdım omünazarada.Zweig’ın, iç dünyamızın, kitapların o hem görünen, hem de görünmeyen dünyasıyla ne denli derin ve yaratıcı birbiçimde kaynaşmış olduğunu anlamasını sağlayan olay şöyle gerçekleşir:Zweig bir gemi yolculuğu sırasında mürettebattan genç bir İtalyan’la tanışıp onunla arkadaş olur. Gemide alt hizmetlersayılan temizlik işlerini yerine getirmekle görevli olan bu genç gülmeyi ve şarkı söylercesine İtalyanca konuşmayısevmektedir. Bir mim dehasıyla her insanın jestlerini yakalayıp onları karikatürize ederek yansıtabilme yeteneğinesahiptir. Yetenekli ve oldukça zeki bulduğu bu gençle gevezelik etmek Zweig’a eğlendirici gelmektedir. Bir limandanhareket ettikleri bir gün genç elinde bir mektup ile gelip ondan okumasını rica eder. Zweig buna bir anlamveremez, mektubun İtalyancandan başka bir dille yazıldığını sanır önce ama hayır mektup İtalyancadır. O haldenedir istediği? Mektubu onunda mı okumasını istemektedir? Hayır, istediği, mektubu ona okumasıdır. Zweig o angencin okuma yazma bilmediğinin, o nedenle kendisinden mektubu okumasını istediğinin farkına varır. Buna çokşaşıran yazar mektubu okurken, bir yandan gencin ağzından çıkan her sözcüğü aklında tutabilmek için nasıl da büyükçaba sarf ettiğini izler. Mektubu ağır ağır iki kez okur.Bu olay yazarı çok tedirgin eder önce, sonra akıllı olduğunu bildiği, bir arkadaş gibi konuştuğu bir insanın okumayazma bilmemesi ona büyük acı verir. Dünyanın böyle yazıya kapalı bir beyne nasıl yansıyabileceğini düşünmeye,okuyamamanın nasıl bir şey olduğunu gözünde canlandırmaya çalışır önce;Eline bir gazete alıyor, ama gazete yazılı olanları anlamıyor, bir kitapçının önünde duruyor; o altın yaldızlısırtlarıyla, o rengârenk dikdörtgen biçimli şeyler onun için resmedilmiş yemişlerden ya da camın ardından kokularıalınamayan, kapalı parfüm şişelerinden farksız. O insanın önünde Goethe, Dante ve Shelley gibi kutsal adlardan sözediliyor, ama bu adlar ona hiçbir şey ifade etmiyor, cansız heceler, boş ve anlamsız bir yankı olarak kalıyor.Bu zavallı insanın, tek bir kitap satırından doğabilecek büyük mutluluklardan hiç haberi yok, betimlenmiş bir yazgınınansızın bir okurun iç dünyasında yol açabileceğiderin sarsıntıları tanımıyor. Kitabı tanımadığı için, bütünüylekendi duvarlarıyla çevrili olarak, karanlık bir yaşamısürdürüyor.Bütün ile hiçbir bağlantısı bulunmayan böylebir yaşama, boğulmadan ya da yoksullaşmadan nasılkatlanılabilir? Yalnızca gözün, kulağın rastlantı sonucukaptıklarıyla ve kitaplardan fışkıran dünya atmosferiniiçine çekmeden nasıl yaşanabilir?Okumayan, tinsel dünyanın dışında kalmış birinin yerinekendini koymayı başaramayınca, yazar bu kez, düşünmesineyardımcı olur umuduyla, kendi yaşamınıkitaplar sız tasarlamaya çalışır sonra;Fakat bunu bile başaramaz.Hangi nesneyi ve konuyu düşünürse düşünsün,bu düşünme eylemi kitaplara borçlu olduğu anılarıve deneyimleri de beraberinde getirmektedir. Her sözcük,okunmuş ya da öğrenilmiş bir şeye ilişkin sayısızçağrışımlara kaynaklık etmektedir. Daha sayısız bağlantıbirbirini itip kakarak belleğinden dışarı fırlamakta,çocukluk günlerinden bu yana okumuş ve öğrenmişoldukların tümü, bu tek sözcüğe alabildiğince zenginlikkatmaktadır.18


Zweig burada şunları yazmaktadır:“… Ve anlıyordum: Geniş boyutlu, türlü bağıntılar içerisinde düşünebilme yeteneği ya da insanoğlunabu doğrultuda armağan edilmiş olan beceri, dünyaya çeşitli düzeylerden bakabilmenin bu tekve görkemli yolu, yalnızca kendi deneyimlerimizin ötesinde, çok sayıda ülkelerden, insanlardan vezamanlardan kitaplara geçip saklanmış deneyimleri de özümseyebilmiş olana aittir; kendini kitaplarakapamış olanın dünyasının ne kadar dar olduğunu düşünmek, beni sarsıyordu...”Öte yandan bütün bunları derinliğine düşünebilmesini, okumayanların dünyanın verebileceği zevklerdenyana yoksun kaldıklarını bunca güçlü duyumsayabilmesini, yabancı birinin yazgısı karşısındaki bu sarsılma yeteneğinide edebiyatla ilgilenmesine borçlu olduğunu söyleyerek şunları yazmaktadır:“Çünkü okuduğumuzda yaptığımız, yabancı insanların iç dünyalarına girmekten, onlara kendi gözleriyle bakmaktan,onların beyinleriyle düşünmekten başka bir şey midir? ”Kitaplardan almış olduğu sayısız mutlulukları, yaşamını bilgisizliğin dar boyutlarından kurtarıp enginleştirmiş,ona değerler arasındaki farkları göstermiş, bir zamanlar ki çocuğa henüz zayıf ve olgunlaşmamış bedenindençok daha güçlü heyecanlar ve deneyimler getirmiş olan örnekleri anımsar teker teker. Okuduğu kitap ileevin dört duvarı arasına zorla giren bir dünya, aynı zamanda bir anlamda o duvarları da yıkmıştır; dünyamızınenginliğini, ölçüsüzlüğünü ve bu dünyada yitip gitme isteğini ilk kez kitaplar yardımıyla tanımıştır. Bütün heyecanları,kendi kendini aşma isteği, yaradılışının bu en iyi yanı, bu kutsal susamışlık, kitapların, onu, hep yeniyaşantıları kana kana içmeye zorlayan tuzundan kaynaklanmaktadır.Şöyle demektedir Zweig : “…Düşündükçe, tinsel dünyamızın tek tek izlenimlerin milyonlarca monadındanoluştuğunu, bunların çok azının görmekten ve yaşamaktankaynaklandığını anlıyordum - geride kalanların hepsini, o büyükkitleyi ise kitaplara, okunanlara, yazı yoluyla iletilenlere ve öğretilenlereborçluyduk. Bütün bunlar üzerinde düşünmek, olağanüstübir şeydi. Kitaplar aracılığıyla yaşadığım, çoktan unutulmuş mutluluklaryeniden aklıma geliyor, birine ilişkin anımsama bir sonrakinincanlanmasına yol açıyordu..”Dış görünüşü bakımından ondan farklı bulunmayan, amaokuma-yazma bilmeyen, düşünce dünyası hadım edilmiş ve bukusuru nedeniyle, sevgiyle ve yaratıcı bir tutumla daha yüce birdünyaya erişebilme olanağından yoksun o zavallı gençle ilgili yaşantısıyazara kitabın, her bilene her gün evreni sergileyen kitabınbütün büyüsünü duyumsatmıştır.Zweig yazısını şöyle tamamlamıştır:“ Kitap, yalnızca kendi özel yaşamlarımızda değil, ama her yerdebütün bilginin ve bütün bilimlerin başlangıç noktasıdır. Ve insanhayatın bütününü, ancak kitaplarla kurduğu içtenliğin yoğunluğuölçüsünde derinliğine yaşayabilir; çünkü sevgi dolu olan insan,ancak kitabın görkemli yardımları sayesindedir ki dünyayı yalnızcakendi gözleriyle değil, fakat bir mucize gibi, sayısız insanların ruhsalbakışlarıyla görebilir. ”1881 yılında doğan Zweig, kitapların o hem görünen,hem de görünmeyen dünyasıyla ne denli derin ve yaratıcı bir biçimdekaynaşmış olduğunu anlamasını sağlayan olayı yaşadığında26 yaşındadır ve 1907 yılında karşılaştığı genç, Avrupa’da % 7 ya da 8 olduğunu yazdığı okuma yazma bilmeyenlerinilkidir. 2000’li yılların <strong>Türkiye</strong>’sinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 12 dir. Diğer bir değişle nüfusun% 88’i okuryazardır. Peki, bu % 88 kitap okumakta mıdır? Zweig’ın değişiyle “kitaplardan fışkıran dünyaatmosferini içine çekerek mi yaşamaktadır? ” . Bu sorunun cevabı, maalesef, hayırdır.Çocuk Vakfı’nca yapılan Eylül 2006 “ <strong>Türkiye</strong>’nin Okuma Alışkanlığı Karnesi” ne (2) göre;— Nüfusun yüzde 40’ı hayatı boyunca hiç kütüphaneye gitmemiştir.— Kütüphaneye gidenlerin yalnızca yüzde 8’i kitap okuma amacıyla gitmektedir.— <strong>Türkiye</strong>’de haftalık televizyon seyretme süresi 20 saattir.— Yetişkin nüfusun yüzde 95’i yalnızca televizyon seyretmekte, yüzde 5’i televizyon seyretmenin yanı sıra kitapokumaktadır.— Öğretmenler genelde kitap okumamakta, yüzde 63’ü bazen kitap okumaktadır.— Üniversite öğretim üyelerinin yüzde 56,2’si ayda 1–2 kitap okumaktadır.— <strong>Türkiye</strong>’de düzenli kitap okuma alışkanlığı oranı binde 1 dir.— İhtiyaç maddeleri sıralamasında kitap 235’inci sıradadır.— Gelişmiş ülkelerde kişi başına yıllık kitap alımı ortalama 100 ABD doları iken <strong>Türkiye</strong>’de bu rakam 1 dolarınçok altındadır.19


Kitap okumuyoruz ya gazete?Gazete okuma alışkanlığımız konusundaki rakamlar kitap okuma daha doğrusu okumama alışkanlığımızile benzerdir. Nüfusu ülkemize yakın olan Almanya’ da satılan gazete sayısı 51 milyon adet olup her 100 kişiden63'ü gazete okumaktadır. Fransa’da bu oran yüzde 41, İngiltere’de yüzde 44, İtalya’da yüzde 38, İsveç’te yüzde61, Hollanda’da % 44 olup ülkemizde her yüz kişiden sadece 5’i gazete okumaktadır. Ülkemizde gazete satışıgünlük 3.000.000 adet civarındadır.Kitap okumamamızın nedeni “ ekonomiktir ” demek bu tabloyu ne kadar yumuşatır?Kütüphanesiz eğitim kurumlarının olduğu ülkemizde kitap okuma oranlarını artırmak için devlete düşen görev yokmudur?Eskinin kıraathaneleri şimdinin kahvehaneleri eski işlevine kavuşturulsa, halk kütüphaneleri vasıtasıylakütüphane kültürü canlandırılsa, aileler okumayı teşvik etse, kitap fiyatları devlet tarafından desteklense bu rakamlardeğişmez mi?Şöyle demiş Alman şair Goethe : “ Okumayı öğrenmek sanatların en zorudur. Ben bu işe hayatımın seksen yılınıverdim, ama yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem. ”Kitapların yalnızca varlığını bile mutluluk nedeni sayan Montaigne şöyle demiş : “İstediğim zaman onlarla mutluluğutadabileceğimi bildiğimden, yalnızca varlıkları bile beni hoşnut kılmaya yetiyor. Ne savaş, ne de barış zamanlarındayanıma kitap almadan yolculuğa çıktığım olmuştur. Fakat çoğu kez günler aylar boyunca kapaklarınıaçmadığım da olur. Kendi kendime şu ya da bu kitabı nasılsa bir gün okurum, derim, yarın ya da istediğim herhangibir zaman… Kanımca kitaplar, insanın yaşam yolculuğunda yanına alabileceği en iyi besinlerdir. ”Kitabın o sihirli, ruhu harekete geçirici gücü yanınızdan hiç eksik olmasın.2008 daha çok okuduğumuz bir yıl olsun.(1) Stefan Zweig, Yarının Tarihi, Can Yayınları, 1998, 2. basım, sayfa 69- 77(2) http://www.cocukvakfi.org.tr/soru2.htm20


Gülhan BİLEN, EkonomistKredi Değerlendirme I Müdürlüğü<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>’nın saygıdeğer mensupları ve aramıza yeni katılan sevgili uzman yardımcıları, öncelikle yaklaşıkonbeş yıllık uzun bir aradan sonra ‘<strong>Kalkınma</strong> <strong>Dergisi</strong>’nin yeniden hayata geçirilme girişimleri nedeniyle Eğitim Müdürlüğümüzyönetici ve çalışanlarını yürekten kutladığımı belirtmek istiyorum. 1990’lı yılların başında kalkınma bankalı olduğumuzdaöğrenmiştik ki Dünya’da bu tür bankacılık altın yıllarını çoktan geride bıraktı ve bazı ülkelerde yeniden yapılanma çalışmalarıyürütülmekte. Önceki <strong>Kalkınma</strong> dergimizin son sayıları için bu konu üzerine zihin yoruyorduk...Bu yazı ile Uzakdoğu’daki gelişmelere göz atarak ‘Bugün kalkınma bankaları nasıl fonksiyon görüyor ve anılıyor?’ konularınayeniden dönüyor ve Bankamızın gelişmelerini ele alıyoruz. Ayrıca sizleri Bankamız ve kalkınma bankacılığı üzerinde düşünmeyeve öğrenmeye, düşüncelerinizi ve bulgularınızı dergimizin izleyen sayılarında paylaşmaya davet ediyoruz.<strong>Kalkınma</strong> Bankacılığında Modeller<strong>Kalkınma</strong> bankalarının varlıkları için evrensel gerekçe, özel finans kaynaklarının ulusal hedefleri zamanında gerçekleştirmekiçin yetersiz olduğu durumlarda yine ulusal politikalar çerçevesinde gerekli ek kaynakları düzenli bir şekilde sağlamaktır. Dolayısıylakalkınma bankalarının oluşumlarında devlet politikaları ve öncelikli sektörler; faaliyet alanlarının özenle belirlenmesi; hükümetlerleve diğer finans kurumlarıyla iletişimler ve istikrarlı fon kaynaklarının varlığı önemli bileşenlerdir. Öte yandan kalkınmabankalarının faaliyetlerinde özerklik ve şeffaflık; finansman ve risk yönetimlerinde etkinlik; kurumsal bir yapılanma ve bunları sağlayacakdonanımlı insan kaynaklarının olması beklenir. Böyle bir yapılanma ile de gerektiğinde kalkınma bankalarından kendi kendileriniyapılandırmaları beklenir. Bir diğer ifadeyle değişen koşullara adaptasyon ve ekonomik dönüşümlerde öngörüleri çerçevesindeülkelerine yeni araçlar sunma ve uygulamaya koymada öncü olmaları gerekmektedir.<strong>Kalkınma</strong> banakacılığı literatüründe Uzakdoğu deneyimlerinin belirgin bir yeri vardır. Zira II. DS sonrası dönemde hızlıkalkınmak amacıyla hazırlanan ulusal planların devlet destekli uzun vadeli finansmanında etkin işlev gören Uzakdoğu kalkınmabankaları 1990’lardaki dönüşüm süreçlerinde başarılı örnekler sunmaktadırlar. Avrupa ve Amerika’ya göre geç ve <strong>Türkiye</strong> ile benzerhedefleri aynı dönemlerde uygulamaya başlamaları da <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>’nı değerlendirmede daha anlamlı veriler sağlamaktadır.1970’li yıllarda dünya ekonomilerinin girdiği darboğaz sonrasında, 1980’lerde, anlaşıldı ki sermaye ve yatırımlar uluslararasıbir arenada serbest hareket ediyor ve onların kararlarını geleneksel ulusal politikalarla etkilemek mümkün olmuyor. Gelişmelerkalkınma bankaları eliyle merkezden öncelikli alanlara uzun vadeli finansman uygulamalarının etkinliklerinin sorgulanması sonucunudoğurmuştur. Bu noktada vurgulanması gereken; eleştirilerin uygulamaların niteliğine (proje yaparak finansman sağlanması)değil sonuçlarına yönelik olduğudur. Nitekim 1990’ların ikinci yarısında Uzakdoğu ekonomilerinde görülen krizler sonrasında kalkınmabankalarının ‘proje fınansmanına’ dayalı plasmanlarının ticari bankalara göre daha az hasarlı ve risk yönetiminde daha etkinoldukları görülmüş ve 2000’lerde yeni bir kalkınma bankacılığı dönemi başlamıştır.Etkin olmayan geleneksel ekonomi tedbirlerinden uzaklaşmanın ilk sonuçlarından biri kamu finansmanının daraltılmasıolmuş ve bu da öncelikle kalkınma bankalarını etkilemiştir. Bu dönemde Uzakdoğu’daki kalkınma bankalarının 1980’li yılların sonundafinansman darboğazları ile karşıkarşıya kalarak yeniden yapılanmaya, diğer finans kuruluşlarıyla birleşmeye ve kapanmayayöneldiklerini izliyoruz. Artık yeni ekonomilerde farklı strateji ve kaynak yapılanması ile niteliksel bir dönüşüm dönemine girilmiş vepek çok kalkınma bankası bu transformasyonu başarıyla tamamlamıştır. Örneklere biraz daha yakından bakalım.1947’de kurulan ‘the Japan Development Bank’ 1999’da ‘the Development Bank of Japan’adıyla yeniden yapılanmış ve Japon hükümetinin kararlarına paralel olarak bölgesel kalkınma, yaşamstandartlarının yükseltilmesi ve yeni stratejik sanayi alanlarına yönelmiştir. Plasmanlarında kredi değerliliğideğil politika önceliğine göre farklılaşan faiz oranları dikkat çekicidir. Ayrıca uzmanlığa dayalıbilimsel yöntemlerle proje kurgulama fonksiyonunu gerekli durumlarda proje planlama aşamasındanitibaren yerine getirmektedir. Banka bu işlevi etkin bilgi toplama, işleme ve yayma kapasitesinin sonucuolarak yapmakta ve uygulama kapasitesini ulusal ve uluslararası uygulamalarla geliştirmektedir.21


Savaş sonrası dönemde (1953) makina-teçhizat yatırımlarını finanse etmek üzere kurulan ‘the Korea Development Bank’,1960’dan itibaren ulusal kalkınma planlarının öngördüğü stratejik sektörlerin finansmanını üstlenmiştir. 1980’lerde piyasa koşullarındafon sağlamaya başlayan Banka, aynı zamanda gerileyen sektörlerin finansmanında işlev görmüştür. 1990’larda teknoloji gelişiminidestekleme ve yurtiçi makina üretimi projelerine fon sağlamış, 1997’de kamu firmalarının finansmanından bütünüyle çekilerekyatırım bankacılığı alanında Dünyanın en büyük bankalarından biri olma hedefi ile yeni bir yapılanmaya yönelmiştir.Küçük bir ekonomi olması nedeniyle başlangıçta ihracatı geliştirmeye yönelen Singapur aynı zamanda 1970’lerde elektrikmakinaları ve elektronik sanayilerine ağırlık vererek Dünyada sermaye ve teknoloji yoğun yatırımlara stratejik önem atfeden ilkdevletlerden biridir. 1968 yılında kurulan ‘the Development Bank of Singapure’ öncelikli alanların finansmanı yanısıra henüz1970’lerde ticari bankacılığa yönelmeye başlamıştır. Bugün Singapur’daki en büyük yerli sermayeli ticari bankası olup kurumsalkapasitesini ASEAN ülkelerindeki bölgesel kalkınma politikalarında kullanma stratejisi çerçevesinde faaliyet göstermektedir.1973 yılında kurulan ‘the Development Bank of Malaysia’, Malezya devletinin ‘Bumiputra Politikası’ kapsamında ağır vestratejik sanayi sektörleri ile yüksek teknolojili sektörlerin gelişimi ve ihracatın teşvik edilmesine finansman sağlamıştır. 1999 sonrasıgerçekleştirdiği yeniden yapılanma ile KOBİ’lerin ve alyapı yatırımlarının finasnmanına yönelmiştir.Savaş sonrası tahribatı gidermek üzere 1947 yılında kurulan ‘Development Bank of the Philippines’ ilk misyonunu tamamladıktansonra 1958’de ulusal ekonomiyi geliştirmek ve özellikle KOBİ’lere fon sağlamak üzere kalkınma bankası olarak yapılandırılmışbir bankadır. Ekonomik darboğazlar ve rüşvete dayalı yönetim nedeniyle 1970’lerin sonunda batık kredileri artan Banka 1986yılında revizyona tabi tutulmuş ve liberal ekonominin gereklerine göre yeni fonksiyonlar yüklenerek otonom bir Banka haline getirilmiştir.<strong>Türkiye</strong> gibi büyük bir iç pazarı olan Endonezya’da 1960’larda ölçek ekonomileri dikkate alınmadan çok çeşitli sektörlerdeendüstrileşen ve yüksek maliyetle üretim yapan bir ekonomi oluşturulmuştur. ‘Development Bank of Indonesia’ ise 1960 yılındaulusal kalkınma planları kapsamındaki projelerin finansmanı amacıyla kurulmuştur. Banka üzerinde ilk revizyon 1967’de kamu kaynaklarıdışında da fon sağlanabilmesi amacıyla yapılmıştır. Endonezya’da 1983 yılından itibaren ihracata dayalı ekonomi politikalarınayönelinerek yapısal dönüşüm gerçekleştirilmeye ve yabancı sermayeyi teşvik politikalarına ağırlık verilmeye başlanmıştır. Süreçiçinde Banka, 1992 yılına ticari bankaya dönüştürülmüş (PT Bank Pembangunan Indonesia)’, 1999 yılında ise diğer üç kamubankası ile birleştirilmiştir (Bank Mandiri).Diğer Asya kalkınma bankalarına göre oldukça genç olan ‘the State Development Bank of China’ 1994 yılında orta vebüyük ölçekli altyapı ve sanayi projelerinin finanse edilmesi amacıyla Çin Eximbank ve Çin Tarımsal <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> ile aynı zamandakurulmuştur. 1997 yılında gerçekleştirilen finansal sektör reformu sonucu, Banka Çin Yatırım <strong>Bankası</strong> ile birleştirilerek iki yıliçinde, 1999 yılında, ülkenin 27 farklı yerinde şubeleri olan faaliyet ve sorumluluk alanları açıkça belirlenen ve proje yönetimi vegözetimi işlevleri sürekli gelişen ve derinleşen yeni bir yapıya bürünmüştür.Uzakdoğu’nun başlıca modellerini gözden geçirdikten sonra Avrupa’da belirgin kalkınma kurumları durumunda olan‘Kreditanstalt fur Wiederaufbau (KfW) ve ‘European Investment Bank (EIB)’ deneyimlerine de bakmakta fayda var. KfW 1948 yılındakömür ve çelik gibi temel sanayilerin yeniden yapılanmasına uzun vadeli fon sağlamak üzere kurulmuştur. Yalnızca altı yılsonra, 1952’de, ihracatın finansmanına, 1961’de ise diğer ülkelerdeki kalkınma girişimlerinin finasnmanına yönelmiştir. Faaliyetalanları bölgesel kalkınma, KOBİ’lerin gelişimi ve ekonomik faydası olan projelere fon sağlamaktır. 1990’da birleşik bir ülkenin(Almanya) yeniden yapılanmasında başlıca araç durumunda olan Banka, 1994 yılından itibaren ulusal rekabet gücünü artırmakamacıyla yurtiçi Ar&Ge faaliyetlerinin finansmanına yoğunlaşmaya başlamıştır. Böylece KfW, bir kalkınma bankasının kendi pozisyonunuekonomik dönüşümlere zamanında ve uygun bir donanımla nasıl adapte ederek ‘politika bazlı finansal kuruluş’ olma yolundaevrimleştiğinin en dinamik örneklerinden birini teşkil eder. AB’nin kalkınma bankası durumunda olan EIB de benzer şekilde birdönüşümü yansıtır. 1958 yılında Roma Anlaşması’na ek bir düzenleme ile Topluluğun dengeli gelişimini sağlama hedefi çerçevesindeişlevler görmek üzere kurulmuştur. Bugün ülkelere iki-aşamalı bir prosedürle kapsamlı bir borç verme sistemi çerçevesindebölgesel kalkınma, firmaların dönüşüm ve modernizasyonuna kaynak sağlama, yatırımları artırma ve yeni faaliyetler alanlarındaözellikle altyapı ve KOBİ yatırımlarını desteklemektedir.<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>Ele alınan ülkelerdeki kalkınma bankalarının aksine TKB’nin performansı <strong>Türkiye</strong>’nin endüstriyel gelişiminde temel işlevgören bir yapıda biçimlenmemiştir. Planlı dönemde kamu kaynaklı uzun vadeli proje finansmanını Devlet Yatırım <strong>Bankası</strong>; özelsektör firmalarının orta ve uzun vadeli finansmanını ise Dünya <strong>Bankası</strong> ve kısmen iç kaynaklarla <strong>Türkiye</strong> Sınai <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>üstlenmiştir. TKB bu anlamda geç bir dönemde, 1975 yılında, Devlet Sanayi ve İçşi Yatırım <strong>Bankası</strong> (DESİYAB) adıyla <strong>Türkiye</strong>’ninsanayi sektörünün gelişiminde oldukça sınırlı bir yeri olan ve başarısız bir model kapsamındaki çok ortaklı şirketlerin finansmanınısağlamak üzere kurulmuştur. DESİYAB 1980’li yıllarda kendi kaynakları, T.C. Merkez <strong>Bankası</strong> ve Almanya kaynaklı fonlarla(tamamı sınırlı miktarlarda) sözkonusu başarısız model üzerinde giderek etkinliği azalan bir performans sergilemiştir. Çok ortaklışirket girişimleri niteliği gereği az gelişmiş bölgelerde veya gelişmiş bölgelerin görece geri alanlarında kurulmuştur. DolayısıylaDESİYAB’ın bu dönemde öncü bölgesel kalkınma uygulamalarını geliştirme ve bu alanda belirgin aktör olma potansiyeli olmuştur.22


Fakat sözkonusu şirket faaliyetlerini olumlu veya olumsuz etkileyen faktörler üzerine gidilerek Merkezdehükümetlerle faaliyet ve kaynak yapısını güçlendirici yeni yapılanmalar için işbirliği fırsatları değerlendirilememiştir.Diğer kalkınma bankalarında olduğu gibi içsel dönüşüm dinamikleri de oluşamadığındanDESİYAB’ın 1980’li yıllarda (<strong>Türkiye</strong>’de hızlı bir transformasyonun olduğu bir dönem) kendiliğinden biryeniden yapılanma sürecine giremediği gözlenmiştir.1988 yılında DESİYAB, <strong>Türkiye</strong>’nin özel yatırımlarını finanse eden bir kamu sektörü kalkınmabankası hüviyeti ile ‘<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> (TKB)’na dönüştürülerek yeni bir dönem başlatılmıştır.Başlatılmıştır diyoruz çünkü dönüşüm içsel dinamiklerle desteklenmediğinden kapsamının anlaşılması vegereğinin yapılması bir yana TKB’de ‘kalkınma bankacığı’ belirsizliğini hep koruyan bir kavram olarak kalmıştır.Bu nedenle <strong>Türkiye</strong>’de kamu kalkınma bankası nasıl olmalıdır? Ve TKB bunun neresindedir? sorularıtartışmalarımızın konusunu oluşturmaya devam etmektedir.Bu arada dönüşümün hemen ardından, 1989 yılında, Türk turizm sektörünün gelişimine 1980’li yılların ilk yarısında belirginbir ivme vererek alanında öncü girişimlerin aktörü olan Turizm <strong>Bankası</strong>’nın <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>’na devredilmesiyle yepyenibir alanda etkin olma potansiyeli de yeterince değerlendirilememiştir.Kanun Hükmünde Kararname ile kalkınma bankacılığına dönüşüm girişimi, DESİYAB’ın yalnızca adını ve kurgusal anlamdaişlevlerini değiştirmiştir. Devralınan Turizm <strong>Bankası</strong>’nın personeli ile personel sayısı da önemli ölçüde artmıştır. Fakat birleşme sağlıklıyönetilemediğinden TKB yeni bir kalkınma bankası şeklinde yapılanan bir Banka değil iki bankanın toplamı olmaktan öteyetaşınamamıştır. Bu dönemde atanan yeni yünetim, Dünyada kalkınma bankalarının dönüşümleri paralelinde ‘trend gereği’ kısmenyatırım bankacılığı fonksiyonları ve leasing gibi faaliyet ve kaynak çeşitlemesine yönelmiş fakat finans piyasalarındaki diğer dinamikoyuncular karşısında sözkonusu birimlere rekabet gücü kazandırılamamıştır.1984 yılında T.C. Merkez <strong>Bankası</strong> ve valilikler aracılığıyla başlatılan ‘Kaynak Kullanımını Destekleme Primi’ uygulaması,kapsamı ve derinliği olan bir sanayii teşvik ve ‘dar anlamda bir bölgesel politika aracı’ olarak devreye girmiştir. Önceki uygulayıcıkuruluşlar dikkate alınarak uygulama kolaylığı ve esnekliği ile öne çıkan bu teşvik aracı aynı çalışma yöntemleriyle olmak üzere1989 yılında TKB ve Ziraat <strong>Bankası</strong>’na devredilmiştir. Böylece TKB dönemin en belirgin ve yaygın kamu teşvik mekanizmasına aracılıketmekle görevlendirilerek ilk kez ‘politika-bazlı bir kalkınma bankası’ olma olanağını yakalamıştır. Dolayısıyla hemen hementüm sektörlerin özel yatırımcılarına hibe sağlayarak işbirliği, bilgi ve deneyim ve ikinci kez bölgesel kalkınma için birikim sağlamafırsatları belirmiştir. Fakat prim uygulamasının yasal düzenlemeleri, kullandırımların projelendirme benzeri bir yöntemle değil evraküzerinden incelemeyle yapılmasını öngördüğünden ve dönemin TKB yönetimlerinin uygulamalardan gelecek için hazırlayıcı birikimlersağlanması amacıyla farklı iç mekanizmaları devreye almamasından prim uygulaması TKB’nin kurumsal kapasite gelişimineyeterince katkıda bulunamamıştır. Üstelik uygulamalardan ortaya çıkan olumlu sonuçlar da kamuoyuna TKB ürünleri olarak yeterinceduyurulamamış sarfedilen özverili emekler sayesindeki gelişmeler TKB’nin artı hanesine kaydedilememiştir. 1990’lı yıllarınhemen başında kendini hissettirmeye başlayan ‘şiddetli kamu sektörü kaynak darboğazı’ gündeme gelince prim ve izleyen‘yavaşlatılmış sübvansiyonlu hazine kredileri’ uygulamadan kaldırılmıştır. Geriye personel sayısı artırılmış ve bunun aksine kaynaklarıve faaliyet hacmi hızla azalan bir TKB kalmıştır.<strong>Türkiye</strong>’nin AB’ne üyelik sürecine girmesiyle 2000’li yıllarda tüm kurumlar ‘görünüşte de olsa’ yeniden yapılanmaya yönelmişlerdir.<strong>Türkiye</strong> için AB çıpası yeterince güçlü olmadığı için hem ulusal ihtiyaçlara hem de üyelik gereklerine göre yeniden yapılanmave dolayısıyla ekonomik fonksiyonlardaki rol dağılımı oldukça yavaş olmaktadır. TKB’ye merkezi idareden verilen bir işlevbulunmamakta TKB de kendini sürecin dışında olma tercihi doğrultusunda kamu sektörünün yeniden yapılandırılması çabalarındarol almamaktadır. Böylece aynı zamanda onyıllardır faaliyet gösterdiği alanlarda dahi etkinliği bütünüyle veya kısmen hiç birikimiolmayan kurumlara bırakmış durumda bulunmaktadır.Sonuç YerineDeneme yazımızdan iki tartışma konusu ortaya koyarak üzerinde düşünme pratiklerini sizlere bırakıyoruz:♦ TKB <strong>Türkiye</strong>’nin <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> olarak yeterince etkin bir çalışma gerçekleştirebilmiş midir?♦ TKB’nin kurumsal birikimleri ve içsel dinamikleri uluslararası bir kalkınma ve yatırım bankası olmak için yeterli midir?23


ULUSLARARASI PİYASALARDAKİGELİŞMELER VE TÜRKİYEÜZERİNE ETKİLERİOktay KÜÇÜKKİREMİTÇİEkonomik ve Sosyal Araştırma Müdürü1. ULUSLARARASI PİYASALARDA YAŞANAN GELİŞMELER*Global likidite bolluğunun cazip hale getirdiği carry trade pozisyonlar ve artan risk alma eğilimi, 2007 yılındauluslararası mali piyasaların tarihi zirve seviyelerini test etme imkânını sağladı. Ancak, 2007 yılının ikinci yarısındanitibaren sıkça dile getirilen ABD ekonomisinin resesyona girmesi yönündeki kaygılar, 2008 yılının ilk günlerindeaçıklanan veriler ve FED kaynaklı açıklamalarla tüm piyasa aktörlerini fazlasıyla etkisi altına aldı.ABD ekonomisinin içinde bulunduğu sıkıntılarla ilgili ilk işaretler, 2007 yılının Ağustos ayında, subprimemortgage sektöründe geri dönmeyen krediler ve bunun bazı hedge fonlarda yarattığı sıkıntılarla kendini göstermişti.İlk aşamada, söz konusu gelişmelerin piyasalarda yarattığı türbülans, FED’in almış olduğu faiz indirimi kararısonrasında oldukça kısa bir süre içerisinde giderilebilmişti. Ancak, son açıklanan verilerin ABD ekonomisindekidurgunluğu net bir biçimde ortaya koyması ve FED yetkililerince yapılan açıklamalardaki vurgular, en iyimser yorumcularıbile resesyonun ihtimalinden çok boyutunu tartışır hale getirmiştir.FED’in peş peşe almış olduğu sonfaiz indirim kararlarının piyasalar üzerinde olumlu bir etki yaratmadığı, hatta sözkonusu faiz indirimlerinin bir panikhavası içerisinde alındığı ve durumun gerçekten vahim olduğu algılaması yaratması nedeniyle piyasalardakikaygıları arttırdığı yorumları yapılmaktadır.Diğer yandan ABD hükümetince uygulamaya konulacağı açıklanan ve 160 milyar USD tutarındaki gelir arttırıcıönlemlerin de mali piyasalardaki duyarlılığının sınırlı bir düzeyde kaldığı ve kaydedilen artışların satış fırsatı olarakkullanılması nedeniyle kalıcı bir etki yaratmadığı görülmektedir. FED ve merkezi hükümetin aldığı kararlara duyarsızhale gelen uluslararası piyasaların, yeniden yükseliş trendine girebilmesi için ABD ekonomisine ilişkin açıklanacakverilerde somut gelişmelerin görülmesinin beklenildiği anlaşılmaktadır.ABD ekonomisi ile ilgili olarak son açıklanan büyüme, işsizlik ve konut piyasasına ilişkin verilerdeki olumsuzsinyallerin artarak devam etmesi, mali piyasaların 2008 yılının ilk iki çeyreği içerisinde kalıcı bir yükseliş hareketinibaşlatabilmesi ihtimalini son derece azaltmaktadır.2008 yılının ilk yarısından sonra makro ekonomik verilerdeki netleşme ile birlikte ABD ekonomisindeki durgunluğun,beklentilerin altında bir düzeyde kalacağı algılanmasının piyasa oyuncuları nezdinde oluşması halinde,uluslararası mali piyasalarda bir toparlanmanın görülebileceği öngörülmektedir.2. TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE ETKİLERUluslararası piyasalarda yaşanan gelişmelerin <strong>Türkiye</strong> üzerinde genel olarak doğrudan ve dolaylı olmak üzere ikitürde etkisi söz konusu olacaktır;DOĞRUDAN ETKİDOLAYLI ETKİDöviz KuruFaiz OranıDış Ticaret ve Cari İşlemlerUluslararası LikiditeEnflasyonBüyümeDoğrudan Yabancı YatırımlarReel Sektör ve Bankacılık KesimiDorudan ve dolaylı etkilerin temel göstergelr ve makroekomik değişkenler üzerindeki etkilerini inceleyecekolursak;- Yabancı portföy yatırımlarının <strong>Türkiye</strong>’den çıkması ve “daha güvenilir liman” olarak dövizi tercih etmeleri neticesinde,döviz kurunda anlık ve ani yükselmeler olabilecektir.* Katkıları için çalışma arkadaşım Mustafa ŞİMŞEK’e teşekkür ediyorum.24


- <strong>Türkiye</strong>’deki reel faiz düzeyi ve maliye politikasındaki istikrar, döviz kurunda kalıcı bir yükselmeyi engelleyecektir.- TCMB’nin 14 Şubat’ta gerçekleştirdiği Para Politikası Kurulu toplantısında 25 baz puanlık bir indirim yapılarakgecelik borçlanma faiz oranını yüzde 15.50’den 15.25’e indirilmiştir. Faiz indirimlerinin enflasyon hedeflemesindenziyade, bilhassa FED faiz indirimlerine paralel sürdürüleceği düşünülmektedir.- 2008 için Hazine’nin planlanan iç borç servisi 149 milyar YTL’dir. Döviz kurunda meydana gelecek bir artış borçservisinin gerçekleştirilmesi için gerekli reel faiz oranını (dolayısıyla da nominal faiz oranını) arttıracaktır. Bu nedenle,istikrarlı kamu maliyesi ve para politikası devamı varsayımı ile, faizlerde meydana gelecek artış eğilimi dövizkuru düzeyine bağlı olacaktır.-ABD ekonomisinde gerçekleşecek durgunluk veya daralmanın <strong>Türkiye</strong>’nin ABD’ye ihracatını daraltıcı etkisi olacaktır.Ancak, 2002-2007 dönemi dikkate alındığında; ABD’ye olan ihracat toplam ihracatın yüzde 7’sini (2007’deyüzde 4) oluşturmaktadır. Bu nedenle resesyon neticesinde ihracatta önemli bir daralma eğilimi beklenmemektedir.Bunun yanı sıra, 2005 yılından itibaren ABD ile olan dış ticarette açık verilmektedir (2007 itibariyle 3.5 milyarUSD). ABD’deki daralma, ihracat üzerinde bir etki yapsa bile, bu ülkeyle dış ticaretin fazla vermesi durumundaetki çok daha dramatik olacaktı.-ABD’deki daralmanın Avrupa’ya yayılmasıve Avrupa ülkelerinde de büyükoranlı bir gelir daralmasının yaşanması<strong>Türkiye</strong> ihracatını çok daha yoğun birşekilde etkileyecektir. 2002-2007 dönemindeortalama olarak ihracatımızınyüzde 65’i Avrupa ülkelerine yapılmaktadır.Bu ülkelere yapılan ihracatınhemen tamamı tüketim mallarındanoluştuğundan, talebin gelir esnekliğiönemlidir.Bu ülkelerin talebinde meydanagelecek değişme, bizim sattığımızmalların fiyatından ziyade gelirlerinekarşı duyarlıdır. Dolayısıyla iç dövizkurlarında meydana gelecek bir artıştanziyade, bu ülkelerin gelirlerininartışı/azalışı <strong>Türkiye</strong> ihracatını arttırıcı/azaltıcı yönde etki yapmaktadır.- Küresel boyuta yayılabilecek bir kriz, döviz kurunun yükselmesi nedeniyle ihracatı arttırıcı etki yapmasından ziyade,ülke ithalatını daraltıcı etkide bulunacaktır. <strong>Türkiye</strong>’nin ithalat talebi, döviz kurundan ziyade ülke büyümesineduyarlıdır. Ülke büyümesinin yavaşlaması, ithal talebini azaltacaktır.- Cari işlemler dengesi açısından beklenen diğer bir gelişme, cari işlemlerin finansmanında bilhassa 2007 yılındaönemli bir yer tutan doğrudan yabancı yatırımların (FDI) azalması yönünde olacaktır. FDI’lar ülkemizde ağırlıklıolarak özelleştirme ve satın almalar şeklinde gerçekleşmekte, komple yeni yatırımlar (greenfield investment) sınırlıdüzeyde kalmaktadır.- FDI’ların beklenen düzeyde gerçekleşmemesi durumunda, döviz kuru üzerinde daha da büyük bir baskı oluşacakve TCMB’nin döviz piyasasına müdahaleleri gündeme gelebilecektir. Halen 71 milyar USD düzeyinde bulunanTCMB rezervleri yeterli görünse de, 2008 yılı için kamunun 14, özel sektörün 37 milyar USD olmak üzere toplam51 milyar USD’lik dış borç servisi gerçekleştirileceği unutulmamalıdır.- Cari işlemler açısından reel sektörün durumu daha da önem arzetmektedir. Kamu maliyesinde görülen disiplininözel kesim için gerçekleştiği söylenememektedir. Özel kesim (büyük bölümü reel sektör olmak üzere) bilhassa dışborç ağırlıklı olmak üzere önemli bir borçlanma eğilimine girmiş ve büyük bir kur riski almıştır. 2007 yıl sonu itibariyleözel sektörün dış borcu 148 milyar USD düzeyindedir.25


- Dış borçlar, aynı zamanda cari işlemlerin finansmanındaen önemli kalemlerden birisi haline gelmiştir (2007 yılında38.0 milyar USD’lik cari işlemler açığının 32.0 milyarUSD’lik kısmı reel sektörün dış borçlanması ile finanseedilmiştir.). Ülke riskindeki artış algılaması sonucu kredidaralması, reel sektör firmalarının üretim hacmini daraltacaktır.Likidite daralmasının cari işlemler finansmanı, finansalpiyasalar ve daha önce belirtildiği gibi reel sektör borçlanmalarıüzerine etkisi olacaktır. Bu noktada, uluslararasıfon akımlarının cari işlemler açığının finansmanında2007 yılında hemen hemen hiç rol oynamadığı belirtilmelidir(2007 yılında için net finansman katkısı yalnızca 717milyon USD’dir).- Uluslararası likidite daralmasının bilhassa İMKB’de satışyönlü bir baskı meydana getirmesi neticesinde endeksidüşürmesi, HBDT portföyünde satış eğilimi neticesindeDİBS faizlerini arttırıcı yönde etkide bulunması mümkün olacaktır. Bu anlamda asıl etki, yeni gelecek fonlardanziyade <strong>Türkiye</strong>’deki yabancı fonların ülkeden çıkma eğilimine girmesi ile oluşabilecektir.- Küresel daralma neticesinde bilhassa enerji fiyatlarının düşmesi neticesinde enerji malı ihraç eden ülkelerin ellerindekilikiditenin daralması söz konusu olacaktır.- Enflasyon, döviz kurunda meydana gelecek artışlardan dolayı ithal girdi maliyetlerinin yükselmesi ve bekleyişlerinkötüleşmesi nedeniyle olumsuz bir seyre dönebilecektir. Merkezi yönetim ve TCMB tarafından belirlenen yüzde4’lük enflasyon hedefinin gerçekleşmesi çok zor görülmektedir. TCMB’nin kendi tahmini ise, yüzde 70 olasılıklaenflasyonun yüzde 4.1 yüzde 6.9 arasında gerçekleşeceği yönündedir.- Enflasyon açısından olumlu etki ise, küresel daralma neticesinde enerji fiyatlarında beklenen düşmeden kaynaklanacaktır.<strong>Türkiye</strong>’nin yıllık ham petrol ithalatı 24 milyon ton civarında olup, ödenen bedel ise 11 milyar USD civarındadır.Doğalgaz dahil edildiğinde bu tutar yaklaşık 21 milyar USD civarındadır.- Büyüme açısından bakıldığında ilk temel risk, dünya ekonomisinde yaşanabilecek küçülme nedeniyle ticaretekonu olan malların pazar payının ve ülke ihracatının daralmasıdır.- Diğer önemli bir husus da iç talepte bilhassa özel kesim tüketim harcamalarında oluşabilecek daralma nedeniylebüyümenin düşmesidir.- 2001-2006 dönemi için Özel Kesim Nihai Tüketim Harcamaları Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın ortalama %64’ünüoluşturmaktadır. Aynı dönemde GSYH’nin %23’ünü oluşturan Gayri Safi Sabit Sermaye Oluşumu (yatırımlar) kalemininortalama %77’si (2006’da %83) özel sektör yatırımlarıdır.- Özel kesim yatırım ve tüketim harcamalarında meydana gelecek bir daralma bu nedenle belirleyici olacaktır.Özelkesim harcamaları açısından bir diğer etki de kredi talebinde ortaya çıkacaktır. Faiz oranları düşse dahi, kullanılabilirgelirin kriz ortamında daha önemli bir bölümü tasarruf harcamalarına yöneleceğinden harcama (dolayısıylakredi talebi) kalemlerinde düşme gerçekleşecektir.- 2007 Eylül itibariyle Türk Bankacılık Sistemindeki bireysel kredilerin toplamı 86 milyar YTL olup, toplam kredilerin(262 milyar YTL) yüzde 33’ünü oluşturmaktadır. Bireysel kredi hacminin daralması, özel kesim tüketim harcamalarıkanalıyla; kurumsal kredi hacminin daralması ise özel kesim yatırım harcamaları kanalıyla büyüme üzerinenegatif etki yapacaktır.<strong>Türkiye</strong>’ye yönelik yabancı sermaye hareketlerinin daralması yalnızca kısa dönemdeki kurve/veya faiz arbitrajının cazibesini kaybetmesinden değil, ülke riskinin ve risk bileşenlerinin yapısının değiştiğialgılamasından kaynaklandığında, doğrudan yabancı yatırımlar üzerinde daraltıcı etkide bulunacaktır.26


- Uygulanmakta olan ekonomik programda, özelleştirme ve yabancı yatırımları teşvik etme önemli bir unsur olduğundan,doğrudan yabancı yatırımların azalması büyüme, cari işlemler açığının finansmanı, bütçe dengesi üzerindeetkide bulunacaktır. 2007 yılında doğrudan yabancı yatırımların tutarı 22 milyar USD düzeyine ulaşmıştır.- Reel sektörün etkilenmesi birincil olarak iç ve dış piyasalardaki talebin azalması neticesinde olacaktır. Döviz kurlarındameydana gelecek değişim, 97 Milyar USD (toplam özel sektör 148 milyar USD) dış borcu olan reel sektörünkur riski vasıtasıyla kredi riskini arttıracaktır.Reel sektör borcunun %61’i USD, %37’si EUR cinsinden olup,kredilerin %73’ü değişken faizlidir.- 2002 yılından itibaren ülke büyümesinin temelinde hanehalkı ve reel sektör bulunmaktadır. Devlet harcamalarının(veya üretiminin) katkısı sınırlıdır. Bu büyüme ise, ağırlıklı olarak borçlanma ile sağlanmıştır. Borçlanma imkânlarınındaralması reel sektörün üretim kapasitesini düşürecek, finansal açıdan da sorunları arttıracaktır.- Bankacılık sektörü açısından en önemli risk kaynağı faiz oranlarındaki ani değişme sonucunda fonlama maliyetinindeğişmesi ve likidite yönetimi kaynaklı olacaktır. Kur kaynaklı bir değişimin etkisi bankacılık sektöründe sınırlıdüzeyde kalacaktır.- Eylül 2007 itibariyle Türk Bankacılık Sistemi (TBS)’nin 3 aya kadarki vade dönemindeki likidite açığı 211 milyarYTL civarındadır. Uzun vadeli varlıkların kısa vadeli yükümlülüklerle fonlandığını gösteren bu veri ışığında, faizoranlarındaki bir değişme, ani likidite talebi (mevduat çekilmesi) ya da kısa vadeli yükümlülüklerin döndürülememesiönemli bir likidite sıkıntısı yaratabilecektir.- Likidite açığının kısa vadede bu miktarda yoğunlaşması, uzun vadede faizler düşse ve faiz yükselmeleri kalıcıolmayıp ani hareketler şeklinde ortaya çıksa bile, TBS’nin bunlardan hızlı ve derin bir şekilde etkileneceğini göstermektedir.- 2007/9 itibariyle TBS’nin bilanço içi döviz pozisyonu -9.5 milyar YTL civarında olup, bu tutar aktiflerin yüzde2’sine karşılık gelmektedir. Bilanço dışı pozisyonlar da dahil edildiğine, TBS’nin açık pozisyon taşımadığı görülmektedir.- 2007/9 itibariyle, bankaların kredilerinin ağırlıklı olarak TRL kredilerden oluştuğu görülmektedir (262 milyarYTL’lik kredi stokunun 62 milyar YTL’si YP kredilerdir). Bu nedenle, kredi portföyü de kurdan ziyade faize karşıduyarlıdır.3. SONUÇ- Muhtemel bir dalgalanmanın <strong>Türkiye</strong>’ye etkisi 1994 ve 2001 yıllarındakinden daha farklı olacaktır.- 1994 ve 2001 kamu kesiminin “aktör” olduğu ya da sorumluluğunun yüksek olduğu krizler olarak ortaya çıkmıştır(kamu borçlanma politikasındaki hatalar, para politikasının adaptasyonu, yüksek bütçe açıkları gibi). 2008’ebakıldığında krizin kamu kaynaklı olmadığı, en azından kamunun krizi derinleştirecek bir yapıda olmadığı görülecektir.- “Orijinal günah” yoktur. 2001 sonrasında iç piyasadan döviz cinsinden bir borçlanmaya gidilmemiştir, toplam içborç içinde döviz ve dövize endeksli borcun oranı yüzde 12’dir.- “Çifte açık” harcama-borçlanma enstrümanı olarak kullanılmamaktadır.Kamu, dış borç ödeyicisi durumundadır ve dış borçlanma bütçe harcamalarınınfinansmanında kullanılmamaktadır.- Kamu maliyesi dünya çapındaki krizin <strong>Türkiye</strong>’deki etkilerinin derinleşmesinde“aktör” ve “faktör” olmayacaktır. Aksine, krizin en az hasarlaatlatılabilmesinin en büyük güvencesi kamu maliyesi gibi görünmektedir.- Para politikası (bilhassa döviz kuru anlamında) krizin etkilerinin derinleşmesiniengellemek için kullanılmalıdır. Yalnızca para politikası enstrümanlarıile (döviz kuru, faiz ve likidite) krizle mücadeleyi sağlayacak, ancaksürdürülebilir dengeye katkısı sınırlı olacaktır.27


1 - Aşağıdaki satırı uygun olarak tamamlayın :P S C P2 - Aşağıdaki matematiksel işlemi sadece bir tek çizgiyle eşitleyin :5 + 5 + 5 = 5503. Aşağıdaki satıra herhangi bir şey yazın :4. Üç çizgiyle bir kare çizebilirmisin :Ø Hile yok.Ø Karadenizliler sorularin hepsini doğru olarak çözmuşler, öyleyse senindeyapman gerekirØ Cevaplar aslında çok basit, değilmi.. ?CEVAPLAR BİR SONRAKİ SAYIDA..28


SORU:Sarraf müşterisine 10 kese altın satmıştır. Her bir kesede 10 Adet altın vardır.Her bir altın 10 gramdır. Ancak sarraf yanlışlıkla keselerden birini 9 gramlık altınlarla doldurmuştur.Hangi keseyi 9 gramlık altınla doldurduğunu da bilmemektedir. Sizden istenenbu 9 gramlık altınlarla dolu keseyi bir tartışta bulmanızdır.SORU:Bir fare deliğinden 20 fare adımı uzaktadır. Kedi ise fareden 5 zıplama uzaklığındadır.(Kedi deliktarafında değil) Kedinin her zıplaması 10 fare adımı uzunluğundadır. Kedinin bir zıplaması esnasındafare ancak üç adım atabilmektedir. Fare deliğe, kedi fareye doğru aynı anda hareket ettiklerinegöre kedi fareyi deliğe kaç adım kala yakalayacaktır.SORU (Finansal Matematik) :Bir Türk yatırımcı 20 yıl vadeli %5,25 yıllık kupon faizi ödemeli eurobondları nominal değerinden12.500.000,- Euro ödeyerek satın alır. Satın alma tarihi itibariyle spot kur 1 Euro = 1,6325YTL’dir Yatırımcı bu eurobondları 1 yıl elinde tutuyor ve yıl sonunda bonoların piyasa getirisi%4,75’e düşüyor. Ancak kur 1Euro=1,714 YTL olmuştur. Bu yatırımcının YTL ve Euro cinsindenkarı veya zararı ne kadardır? YTL ve Euro cinslerinden kar veya zarar oranlarını hesaplayınız.CEVAPLAR BİR SONRAKİ SAYIDA..29


KALKINMANINGÜCÜTURİZM SEKTÖRÜYENİLENEBİLİRENERJİSANAYİ SEKTÖRÜ“Destek Bankamda,Gelecek Doğru Yatırımda”EĞİTİM ve SAĞLIKwww.tkb.com.tr

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!