10.07.2015 Views

Akademik Bilişim '10 10 - 12 Şubat 2010 Muğla

Akademik Bilişim '10 10 - 12 Şubat 2010 Muğla

Akademik Bilişim '10 10 - 12 Şubat 2010 Muğla

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Mekânsal Bilişime Ontolojik Bir YaklaşımRıtvan Şentürknın zaman ve mekânla olan ilişkisinin kopmasınave nihayet ölümüne yol açabilmektedir.İşte tam da bu bağlamda, sinema filminin, televizyonun,video ve DVD filmleri ve internetinicat edilmesi ve yaygınlaşması zaman ve özelliklemekânsal bilişimde öncesiyle kıyaslanamayacakölçüde köklü değişiklikleri beraberindegetirmiştir. Nitekim sinema filminin icatedilmesiyle birlikte, göz tamamen pasif halegetirilmiş, tabiatı gereği görmek için hareket etmesive eylemde bulunması gereken göz, sadecekendisine gösterilene bakmakla yükümlü tutulmuş,bakış, zamanın süreksizliği üzerine kurulmuşmekânsal parçalanmışlığın montajlanmışve dizayn edilmiş efektine dönüşmüştür.Filmde nesneler ve nesnelerin hareketi, zamanve mekânsal uyum içinde sunulmaktave sunum seyircinin optik ve psişik algısınınöznelliğiyle özdeşleşmektedir. Filimin bütüninandırıcılığı, bütün resim ve nesneleri belirlibir süreye bağlı mekânsal gerçekliğin gerçekleşmesiolarak sunabilmesinden ve bunugerçeğin kendi operasyonuymuşçasına dönüştürebilmesindenkaynaklanmaktadır. [13] Buetkisel gücü dolayısıyla, filmde zamansal vemekânsal gerçekliğin çekim planlarına, kameraaçılarına, sahnelere ve sekanslara bölünmüşolması, seyircinin algısının bir mekândan diğerine,bir zaman biriminden öbürüne gezinipdurması ve aynı görsel anlatım mekânı yüzeyindefarklı gerçeklik düzeylerine saçılması,günlük hayatın perspektifsel ve dairesel algımantığını geçersiz kılmaktadır. Yüz yılı aşkıntarihi boyunca film, gerçekliği dönüştürdüğügörsel mekânında nesneleri ve algıyı kameraaçılarına, sahnelere ve sekanslara bölüp farklızamanlara saçarak klasik ontolojik mekân anlayışınıkaotik bir düzen içinde deforme etmekte,mekânsal algının günlük hayattaki merkezikonumunu ortadan kaldırmakta, hiç değilsebile sınırlamaktadır. Resim, fotoğraf, reklâmafişleri, alış-veriş merkezleri, film, televizyonve nihayet internet ile birlikte oluşan görselkültür, bireysel algıyı, hafızayı ve tecrübeyistilize edilmiş toplumsal algıya dönüştürdüğü1<strong>12</strong>gibi aynı zamanda sonsuz biçimde çeşitlendirerekgünlük hayatın fiziksel mekân algısını vetecrübesini görecelileştirmektedir.Filimde zaman yapısı, anlatılan öyküden farklıolarak, iki boyutluluk üzerine kurulmaktadır.Film, bir kesimden diğerine, bir plandan öbürünedoğru ilerlerken, seyircinin bakışını vebilincini süreli mekân görüntülerinde belirennesnelerin hareketine odaklamasını istemekteve böylece sadece ‘şimdi’ ve ‘gelecek olan’danibaret süreksiz bir zaman yapısıyla karşı karşıyagetirmektedir. Fakat bu zamansal akıştakisüreksizlik, mekânı hiçbir sürekliliği olmayanhareketlerin ardışık biçimde gerçekleşebilmelerinimümkün kılan hiçliğin alanına dönüştürmekte,bilincin zaman ve mekânsal birliği vebütünlüğüne olan inancını zayıflatmaktadır.Zira filmin ‘şimdi’ ve ‘gelecek’ zaman odaklıakışında mekân sürekliliğini yitirmekte, birsonraki gerçekleşmelere yer açmak için kaybolupgitmek zorunda bırakılmaktadır. Böylecemekân filmin birbirini takip eden plan ve sahnelerindebaşka bir mekânın görüntüye gelebilmesiiçin geçici bir süre boşlukta yer işgal edengörselliğe indirgenmektedir. Filimle birliktemekân, üzerinde yaşanılanların hatıralarını barındıranzamansal bir süreklilik olmaktan çıkıp,daha çok algıyı ve hafızayı sadece ‘şimdi’ninaktüelliğine muhatap kılan organik bir süreksizliğedönüşmeye başlamıştır. Bu bakımdanfilmde görüntüye gelen bir mekân ile daha sonragelecek olan mekânlar arasında ontolojikhiçbir fark olmadığı gibi, aynı zamanda kendiçeşitliliği içinde tamamen görecelileşmektedir.Bu görecelileşme yalnızca filmin kendimekân çeşitliği ve süreksizliğinde değil, aynızamanda çoğu zaman duygusal yoğunluklar veetik değerler yüklenen filmsel mekân algısıylaseyircinin kendi bulunduğu gerçek mekânıarasında da gerçekleşmektedir. Seyirci filmizlerken daha önce hiç mümkün olmayacak ölçüde,bulunduğu mekândan ayrılmaksızın, hiçgörmediği estetize edilmiş mekân görüntülerineve bu mekânlarda yaşanan belirli bir tarzdakurgulanmış ve stilize edilmiş tecrübeleretanıklık etmekte ve kendi mekânsal çevresiy-le karşılaştırma imkânına kavuşmaktadır. Buaynı zamanda seyircinin mekânsal mahremiyetdairesinin sınırlarının saydamlaşması, için dışaaçılmaya başlaması anlamına gelmektedir.Günümüzde reklam afişleri, gazete, televizyonve internetle birlikte belirleyici bir rol üstlenengörsellik, zaman ve mekân algısında köklü değişimlereyol açmakta, gerçeğin ve mekânıngörüntüsünü toplumsal alanda çeşitlendirmekteve nihayet hatırlama ve tecrübenin tabiatını dönüştürerekgünlük hayat düzeninin biçimini veniteliğini etkilemektedir. Özellikle televizyonunbu değişim ve dönüşüm sürecindeki belirleyicirolü McLuhan, Raymond Williams, JoshuaMeyrowitz, medya teorisyenleri ve Paul Virilio,Jean Baudrillard ve Neil Postman gibi düşünürlertarafından 1950’li yıllardan beri tartışılmaktadır.Yapılan tartışmaların henüz bitmemişolmasını haklı çıkaracak en önemli sebep hiçkuşkusuz, televizyonun kendine özgü algılama,hatırlama ve tecrübe biçimlerini eş zamanlıolarak bütün topluma sunabilmesi ve böyleceher yerde ve hiçbir yerde olmanın egemenliğinikurma eğiliminden kaynaklanmaktadır.<strong>Akademik</strong> Bilişim’<strong>10</strong> - XII. <strong>Akademik</strong> Bilişim Konferansı Bildirileri<strong>10</strong> - <strong>12</strong> Şubat 20<strong>10</strong> Muğla Üniversitesi113Gerçekten de, farklılıklar arasındaki sınırlarınsaydamlaştıran ve gerçekliği bütün zamansalve mekânsal boyutları ve çeşitliliği ile estetizeeden bir medyum olarak televizyonun etkilemegücü, sinema filminden farklı olarak, toplumsalalgıyı, hafızayı ve bilinci eşzamanlı olarakgüncelleştirebilme yeteneğinden kaynaklanmaktadır.Televizyonun her şeyi aynı ciddiyetteve içerikten çok etki düzeyinde eşzamanlı sunmasıdolayısıyla gerçekliğin birbirine zıt varyasyonları,gerçek ve sanallık, tarihsel olan ilekurgusal olan, akli olan ile akıl-dışı, enformasyonlar,kelimeler, resimler, müzik ve gürültüarasındaki değer farkı ortadan kalkmakta, herşey televizyonun görsel zaman ve mekân akışınınkaotik düzenine karışmaktadır. Ayrıca televizyonuneşzamanlı gücü sayesinde, insanınkendini evde gibi emniyette hissettiği çevresininsınırları kalkmakta, iç-dış, mahrem-açık,özel-genel, bireysel-toplumsal, uzak-yakın gibizıtlıkları vurgulayan ve esasen mekân katetmeyigerektiren sınırlar saydamlaşmakta, giderekortadan kalkmaktadır.Televizyon, esasen dışarıyı ve uzağı göstermesinerağmen izleyicisiyle sinema filmlerine nispetleçok daha yoğun ve doğrudan bir birliktelik,mahrem bir yakınlık kurmaktadır. İzleyiciile televizyonun tanıdık ünlü yüzleri arasındaparasosyal ilişkiler oluşmaktadır. Genellikleyakın çekimlerin tercih edildiği televizyondakiyüzler, izleyiciyle göz göze gelmekte ve böylecegünlük hayatın fiziki mekânlarında gerçekleşenyüz yüze ilişkilerin simülasyonu oluşmaktadır.İzleyici ile arasındaki bu uyum veiletişimsel yakınlık dolayısıyla televizyon kendini,izleyicinin bulunduğu mekânın bir parçasıve yakın çevresinin bir üyesi olmakla kalmayıpaynı zamanda evin içine taşıdığı ‘dış dünya’nıngerçekte ne olduğu ve olması gerektiğinin ölçüsüolma konumuna yükseltmektedir. [14] Bubağlamda televizyon, Meyrowitz’in değerlendirmelerindende anlaşılacağı gibi, izleyicisineçok çeşitli içeriğe sahip büyük bir tecrübe biçimlerispektrumu sunan bir tür kolektif tecrübesimülatörü olarak etkimektedir. Televizyonkolektif bir bilinç ve tecrübe simülatörü olarak,izleyicinin dış dünyanın gerçekliğini belirlemedekullanabileceği modeller oluştururken esasenizleyicinin dünyayı nasıl algıladığını veyaalgılaması gerektiğini, görme alışkanlıklarını,zaman ve mekân algısını biçimlendirmekte vemütemadiyen güncelleyerek aktive etmektedir.İzleyicisini yakın ve uzak, iç ve dış, mahrem vemahrem olmayan arasındaki sınırların saydamlaştığı,özel ile toplumsal alanın iç içe yaşandığıbir dünyaya muhatap kılan televizyon veelektronik medya, insan davranışlarını yönlendirenve biçimlendiren geleneksel ‘mekân’ anlayışınıönemli ölçüde erozyona uğratmaktadır.[15] Meyrowitz’e göre, televizyon ve elektronikmedya sadece fiziki mekânın zayıflamasınayol açmamakta, aynı zamanda kendi medyatikmesajlarını ve kontekstlerini oluşturabilmekiçin mesajları ve fiziki mekân arasındaki bağlarıgüçlendirmekte, mekânın sınırlarını ihlalederek anlamını değiştirmekte ve bunun içinmekânı kulis olarak kullanmaktadır. [15]

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!