görüşüne sahip olduktan sonra o dünya görüşüneuygun biçimde tutarlılıkla yaşayıp yaşamadığımızkonusunda felsefe bir şey diyebilir. Bu açıdanfelsefe amaç değerler için bir şey yapamaz. Hangideğerleri hayatımızın başına koyacağız? Sorusunayanıt veremez ama, yüksek dediğimiz değerleribelirledikten sonra, yaşayışımızla o değerler arasındakiilişkinin tutarlı olup olmadığı konusundabir şey söyleyebilir.Post-modernist felsefeye baktığımızda, Nietzscheve ardında gelenlerde, yine değerler konusundaaydınlatıcı görüşler bulamıyoruz.. Belki tamtersine şunu söyler gibiler. Böyle bütün gönlümüzceinanıp ardından gideceğimiz büyük değerleryoktur. İşte her koyun kendi bacağından asılır,öyleyse, liberal, özgür, özerk bireyler olarak kendiyaşamımızı bu kapitalist dünyada yaşama imkânımızvardır. Dolayısıyla hiçbir otorite bize hangideğerlere göre yaşayacağımızı söyleyemez. Filozofda söyleyemez, bilim insanı da söyleyemez, din debunu söyleyemez, ideoloji de söyleyemez diye düşünüyorlar.Ama biz kendimiz bir takım değerlerseçeriz ve o değerlere göre yaşar gideriz. Zamanzaman inanıyormuş, bağlanıyormuş gibi yapabiliriz.Demek ki, hayatın böylesine çok temelsiz biroyun olarak görülmesi, bütün hayatımızı bağlayacağımızgönlümüzce inanacağımız sağlam değerlerinaklımızla bulunmayacağı düşüncesindenkaynaklanıyor. İstersek inançlarla değerlere bağlanabilirizama akıl ve dolayısıyla felsefe bu konudabizi aydınlatıcı bir rol sunamaz.Genel yaklaşım bu şekilde ve tartışma buradaherhalde mutlak değişen değerler var mıdır? Yada değişmeyen başkalaşan algılamalar değer olarakkabul edilebilir mi? Sorusunu akla getiriyor.Evet şimdi biz felsefenin resmini çizerken, başkafelsefe görüşlerini ihmal etmiş olduğumuz busoruyla daha net anlaşılıyor. Nietzsche, değerlerifelsefe açısından ele alan çok önemli bir düşünürdür.Çağının değerlerinin yenilenmesi gerektiğiniçarpıcı bir üslupla ileri sürer. Ayrıca MeselâHusserl anlamında fenemonoloji ve ardından gidendüşünürleri göz önüne aldığımızda, meselâAlmanya’da Max Scheller gibi veya bir şekildefenemonolojinin içinde veya kıyısında görebileceğimizNicolai Hartmann gibi düşünürler, bizimdeğişmez değerlere sahip olduğumuzu söylerler.Y IL 2 SAYI 5 | <strong>DEM</strong> DERGİ 83
Değer kavramından kurtulma imkânı yok. Sebebi bana çok açık geliyor.Çünkü insan mânâ âleminde yaşayan veya başka türlü söylersek anlamlarla yaşayan bir varlıktır. Anlamıkaldırdığınız zaman insan yaşayamaz.Bizde de Sayın İonna Kuçuradi, böyle değerlerinolduğunu dolayısıyla felsefenin katkısıyla doğrudeğerlendirmenin yapılabileceğini ileri sürerler.Burada kimi felsefi görüşlere göre, felsefe, bizimhangi değerlerin ardından koşacağımız, değerlerineye göre yaşayacağımız konusunda yol gösterebilir..Sanıyorum nicelik olarak bakarsak, sayıolarak galiba böyle düşünenler azdır. Çoğu felsefeciherhalde değerler konusunda skeptik bir tutumiçerisindedir, bunun insanın özel meselesi olduğu,dolayısıyla felsefeden böyle bir yardım beklemeninyerinde olmayacağını düşünmektedir. Çünkünasıl sanattan bunu bekleyemiyorsak, örneğin,“Ey Şair, ey romancı, bana hangi değerlere göre yaşayacağımısöyle!” demek ne kadar anlamlı olmayanbir sözse, aynı şekilde “Filozof bana doğruyu göster!”demek de o kadar yerinde olmayan bir bakıştır diyebiliriz.Elbette filozof, kendini bu anlamda biryaşama kılavuzu, yol göstericisi olarak görmüyor.Eski dönemlere baktığımızda Sokrat öncesi düşünürlerdede Sokrat sonrası Platon ve Aristoteles’dede, felsefenin bilgelik sevgisi olduğu, dolayısıylabilgeliğin, hikmetin insanlara hangi değerlere göreyaşayacakları konusunda yardımcı olacağına inanılıyordu.Felsefenin böyle bir işlevi vardı amabu zamanla özellikle herhalde Hıristiyanlığın Batıkültürüne egemen olmasından sonra epey sarsıntıyauğradı ve felsefe seküler bir alana çekilerekdeğerlerle olan bağını büyük ölçüde kaybetti.Bu, günümüz felsefesinin metafizik boyutu birazdışarıda tutmak eğiliminde olduğu anlamınagelir mi?Evet! Metafizik yapanların bir kısmı da değerlerkonusunda değil de varlık-ontoloji konusunda“Neler vardır?”, “Var olanlar arasında nasıl bir ilişkiolabilir?” diye düşünmeye başlıyor. Meselâ Haidegger,Batı kültürünü 20.yy başlarında 1920’lerdeVarlık ve zaman adlı eseri ile çok sarsmış. Ondansonra ki çalışmalarında da, belki II. Dünya savaşındansonra tekrar affedilip üniversitede verdiğiderslerde, hayat hakkında insan hakkında çok şeysöylüyor ama ahlâk hakkında değerler hakkındabir şey söylemiyor. Şimdi bir şey söylememiş olmasıdeğerlerle ilişkisi kopuk anlamında değildir.Bu sözlerin, bu yazıların satır aralarında değerlerkonusunda ne düşündüğünü çıkarma imkânı var.Haidegger’in belki bir anlamda öğrencisi, eleştirmenidini bütün bir Yahudi olan Levinas’ı düşündüğümüzde,onun için değerler tabiî ki çok önemlidir.Çünkü ona göre, ahlâk bütün metafizikten veepistemolojiden önce gelen bir şeydir. Önce ahlâkvar. Dolayısıyla, bilgi alanı, felsefe dediğimiz etkinliklerve bilimsel etkinlikler hep ahlâkın ardındançıkıyor. Ama ahlâk dendiğinde her zaman değerkavramı işin içine girer mi? Bu belki bazı felsefecileriçin soru olabilir. Çünkü değerleri gözetmeyenahlâk anlayışları da olabilir. Meselâ değerlerüzerinden değil de sorumluluk üzerinden ahlâkayaklaşabilir. Ben sorumluluk sahibiyimdir. Birtakıminsanlara karşı, ülkeme karşı, kurumlara karşı,içinde yaşadığım ahlâk hayatına karşı sorumluyumdiyebilir, değer kavramını sanki ahlâkta yeralmıyormuş gibi düşünülebilir. Oysa değer kavramındankurtulma imkânı yok. Sebebi bana çokaçık geliyor. Çünkü insan mânâ âleminde yaşayanveya başka türlü söylersek anlamlarla yaşayan birvarlıktır. Anlamı kaldırdığınız zaman insan yaşayamaz.Bu ne demek? İnsan ne algılarsa algılasınbir anlam çerçevesi içinde algılar. İlk defa gördüğü84 <strong>DEM</strong> DERGİ | YIL 2 SAYI 5