10.07.2015 Views

Prof. Dr. Ahmet İNAM: "Değerler hayatımızın kendisidir ... - DEM

Prof. Dr. Ahmet İNAM: "Değerler hayatımızın kendisidir ... - DEM

Prof. Dr. Ahmet İNAM: "Değerler hayatımızın kendisidir ... - DEM

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

DOSYASiyaset & Değer<strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. <strong>Ahmet</strong> İNAM:“Değerler hayatımızın<strong>kendisidir</strong>. Değerler biziz.”Röportaj: Ömer Faruk OCAKOĞLU*<strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. <strong>Ahmet</strong> İnam Bey’le siyaset ve değer ilişkisinin felsefe alanındaki yansımalarınıve anlam coğrafyamızdaki karşılıklarını ele aldık.>>* İstanbul Üniversitesi,Sosyoloji Bölümü DoktoraÖğrencisiGünümüzde değer tartışmalarını bize kısaca özetleyebilir misiniz?Pozitivist felsefe anlayışıyla başlarsak, bu tartışmalar 20.yüzyılın başındakifelsefenin içine düştüğü durumla yakından ilişkilidir. Çünkü felsefe belki birmânâda batı kültüründe bilim alanında yaşanan krizlere cevap vermede acizkaldığı için ağır eleştirilere uğramıştır. Bu anlayışlardan biri de meselâ 20.yüzyılınbaşında kimi zaman bilimsel felsefe ya da Mantıkçı pozitivist okul, Viyanaçevresi gibi adlarla anılan pozitif felsefe diyebileceğimiz felsefedir. Bu okulagöre felsefenin değerlerle çok ilgisi yoktur. Çünkü ahlâkı felsefenin dışında kabulederler. Bu tabiî ki bir mânâda Witgeistein’ın Tractacus’u ile ortaya çıkmışbir durumdur. Çünkü onlara göre felsefenin insanın hangi değerlere göre yaşayacağıkonusunda söyleyeceği hiçbir şey olamaz. Felsefe biz değerlere sahipolduktan sonra başlar ve sadece o değerler arasında mantıksal çıkarımları doğruyapıp yapmadığımızı veya sahip olduğumuz değerler arasında mantıksal ve aklitutarlılık olup olmadığın bakabilir ve sadece o konuda konuşur. Hangi değerlereinanıp inanmayacağımız tamamen bizim inanç konumuzdur ve bunun da nebilimle ne de felsefe ile ilgisi vardır. Dolayısıyla felsefe değerler konusunda buaçıdan aciz. Ama yine 20 yüzyıl başında meselâ exsiztansiyalist çıkışta insanındeğerleri kendisinin yaratması gibi bir inancı vardı. Sanki insanlar kendi değerleriniyaratabilirmiş gibi. Böylesi bir anlayışta, akıl sahibi insan nasıl aklıyla herproblemi çözebilirse, aydınlanmadan gelen anlayış doğrultusunda, insan kendideğerlerini yapabilen oluşturabilen bir varlıktır. Öyle anlaşılıyor ki şimdiki analitikfelsefeye baktığımızda, Anglo-Amerikan felsefeye de, bize çoğunlukla belkibir iki istisna düşünür bulunabilir ama çoğunlukla hangi değerlere göre yaşacağımızkonusunda felsefe bize fazlaca bir ses vermiyor. Daha çok belli bir dünya82 <strong>DEM</strong> DERGİ | YIL 2 SAYI 5


görüşüne sahip olduktan sonra o dünya görüşüneuygun biçimde tutarlılıkla yaşayıp yaşamadığımızkonusunda felsefe bir şey diyebilir. Bu açıdanfelsefe amaç değerler için bir şey yapamaz. Hangideğerleri hayatımızın başına koyacağız? Sorusunayanıt veremez ama, yüksek dediğimiz değerleribelirledikten sonra, yaşayışımızla o değerler arasındakiilişkinin tutarlı olup olmadığı konusundabir şey söyleyebilir.Post-modernist felsefeye baktığımızda, Nietzscheve ardında gelenlerde, yine değerler konusundaaydınlatıcı görüşler bulamıyoruz.. Belki tamtersine şunu söyler gibiler. Böyle bütün gönlümüzceinanıp ardından gideceğimiz büyük değerleryoktur. İşte her koyun kendi bacağından asılır,öyleyse, liberal, özgür, özerk bireyler olarak kendiyaşamımızı bu kapitalist dünyada yaşama imkânımızvardır. Dolayısıyla hiçbir otorite bize hangideğerlere göre yaşayacağımızı söyleyemez. Filozofda söyleyemez, bilim insanı da söyleyemez, din debunu söyleyemez, ideoloji de söyleyemez diye düşünüyorlar.Ama biz kendimiz bir takım değerlerseçeriz ve o değerlere göre yaşar gideriz. Zamanzaman inanıyormuş, bağlanıyormuş gibi yapabiliriz.Demek ki, hayatın böylesine çok temelsiz biroyun olarak görülmesi, bütün hayatımızı bağlayacağımızgönlümüzce inanacağımız sağlam değerlerinaklımızla bulunmayacağı düşüncesindenkaynaklanıyor. İstersek inançlarla değerlere bağlanabilirizama akıl ve dolayısıyla felsefe bu konudabizi aydınlatıcı bir rol sunamaz.Genel yaklaşım bu şekilde ve tartışma buradaherhalde mutlak değişen değerler var mıdır? Yada değişmeyen başkalaşan algılamalar değer olarakkabul edilebilir mi? Sorusunu akla getiriyor.Evet şimdi biz felsefenin resmini çizerken, başkafelsefe görüşlerini ihmal etmiş olduğumuz busoruyla daha net anlaşılıyor. Nietzsche, değerlerifelsefe açısından ele alan çok önemli bir düşünürdür.Çağının değerlerinin yenilenmesi gerektiğiniçarpıcı bir üslupla ileri sürer. Ayrıca MeselâHusserl anlamında fenemonoloji ve ardından gidendüşünürleri göz önüne aldığımızda, meselâAlmanya’da Max Scheller gibi veya bir şekildefenemonolojinin içinde veya kıyısında görebileceğimizNicolai Hartmann gibi düşünürler, bizimdeğişmez değerlere sahip olduğumuzu söylerler.Y IL 2 SAYI 5 | <strong>DEM</strong> DERGİ 83


Değer kavramından kurtulma imkânı yok. Sebebi bana çok açık geliyor.Çünkü insan mânâ âleminde yaşayan veya başka türlü söylersek anlamlarla yaşayan bir varlıktır. Anlamıkaldırdığınız zaman insan yaşayamaz.Bizde de Sayın İonna Kuçuradi, böyle değerlerinolduğunu dolayısıyla felsefenin katkısıyla doğrudeğerlendirmenin yapılabileceğini ileri sürerler.Burada kimi felsefi görüşlere göre, felsefe, bizimhangi değerlerin ardından koşacağımız, değerlerineye göre yaşayacağımız konusunda yol gösterebilir..Sanıyorum nicelik olarak bakarsak, sayıolarak galiba böyle düşünenler azdır. Çoğu felsefeciherhalde değerler konusunda skeptik bir tutumiçerisindedir, bunun insanın özel meselesi olduğu,dolayısıyla felsefeden böyle bir yardım beklemeninyerinde olmayacağını düşünmektedir. Çünkünasıl sanattan bunu bekleyemiyorsak, örneğin,“Ey Şair, ey romancı, bana hangi değerlere göre yaşayacağımısöyle!” demek ne kadar anlamlı olmayanbir sözse, aynı şekilde “Filozof bana doğruyu göster!”demek de o kadar yerinde olmayan bir bakıştır diyebiliriz.Elbette filozof, kendini bu anlamda biryaşama kılavuzu, yol göstericisi olarak görmüyor.Eski dönemlere baktığımızda Sokrat öncesi düşünürlerdede Sokrat sonrası Platon ve Aristoteles’dede, felsefenin bilgelik sevgisi olduğu, dolayısıylabilgeliğin, hikmetin insanlara hangi değerlere göreyaşayacakları konusunda yardımcı olacağına inanılıyordu.Felsefenin böyle bir işlevi vardı amabu zamanla özellikle herhalde Hıristiyanlığın Batıkültürüne egemen olmasından sonra epey sarsıntıyauğradı ve felsefe seküler bir alana çekilerekdeğerlerle olan bağını büyük ölçüde kaybetti.Bu, günümüz felsefesinin metafizik boyutu birazdışarıda tutmak eğiliminde olduğu anlamınagelir mi?Evet! Metafizik yapanların bir kısmı da değerlerkonusunda değil de varlık-ontoloji konusunda“Neler vardır?”, “Var olanlar arasında nasıl bir ilişkiolabilir?” diye düşünmeye başlıyor. Meselâ Haidegger,Batı kültürünü 20.yy başlarında 1920’lerdeVarlık ve zaman adlı eseri ile çok sarsmış. Ondansonra ki çalışmalarında da, belki II. Dünya savaşındansonra tekrar affedilip üniversitede verdiğiderslerde, hayat hakkında insan hakkında çok şeysöylüyor ama ahlâk hakkında değerler hakkındabir şey söylemiyor. Şimdi bir şey söylememiş olmasıdeğerlerle ilişkisi kopuk anlamında değildir.Bu sözlerin, bu yazıların satır aralarında değerlerkonusunda ne düşündüğünü çıkarma imkânı var.Haidegger’in belki bir anlamda öğrencisi, eleştirmenidini bütün bir Yahudi olan Levinas’ı düşündüğümüzde,onun için değerler tabiî ki çok önemlidir.Çünkü ona göre, ahlâk bütün metafizikten veepistemolojiden önce gelen bir şeydir. Önce ahlâkvar. Dolayısıyla, bilgi alanı, felsefe dediğimiz etkinliklerve bilimsel etkinlikler hep ahlâkın ardındançıkıyor. Ama ahlâk dendiğinde her zaman değerkavramı işin içine girer mi? Bu belki bazı felsefecileriçin soru olabilir. Çünkü değerleri gözetmeyenahlâk anlayışları da olabilir. Meselâ değerlerüzerinden değil de sorumluluk üzerinden ahlâkayaklaşabilir. Ben sorumluluk sahibiyimdir. Birtakıminsanlara karşı, ülkeme karşı, kurumlara karşı,içinde yaşadığım ahlâk hayatına karşı sorumluyumdiyebilir, değer kavramını sanki ahlâkta yeralmıyormuş gibi düşünülebilir. Oysa değer kavramındankurtulma imkânı yok. Sebebi bana çokaçık geliyor. Çünkü insan mânâ âleminde yaşayanveya başka türlü söylersek anlamlarla yaşayan birvarlıktır. Anlamı kaldırdığınız zaman insan yaşayamaz.Bu ne demek? İnsan ne algılarsa algılasınbir anlam çerçevesi içinde algılar. İlk defa gördüğü84 <strong>DEM</strong> DERGİ | YIL 2 SAYI 5


ir şeyi bile, “Bu ne kadar saçma, ne kadar tuhaf, nekadar anlamsız!” demez. Hep bir şeylere benzeterek,anlam vererek anlar. İlişkileri de öyledir. “İyi”der, “kötü” der, “güzel” der, “çirkin” der. Dolayısıylaanlamsız yaşayamayacağı için değersiz deyaşayamaz. Çünkü değerler anlamın içindedir, altkümesidir. Elbette her anlam değerdir diyemeyiz,ama her değer anlam taşır. Değerler ahlâk alanındaolabildiği gibi estetik alanda da olabiliyor. Sanatta“iyi” sanat eseri var, “kötü” sanat eseri var, “güzel”var, “çirkin” var. Bilgi alanında da var, değerler,değerlendirmeler; bilimde de var, inançlarımızdavar. Meselâ hakikat bir değer olarak duruyor. Dürüstlük,yaptığımız araştırmayı saptırmamak birdeğer olarak duruyor. Daha önce yapılmış çalışmalarasaygı, gerçeğe saygı bütün bunlar değerlerolarak duruyor. Dolayısıyla hem bilgi alanında hemahlâk alanında hem sanat alanında hem düşünselalanda, ahlâkın töresel yönleriyle ilişkili alanda, insanlarınbirada yaşaması ile ilgili kuralların olduğualanda, hep değer kavramı geçiyor.Değerlerden bağımsız bir şekilde bilim yapmakmümkün mü?Mümkün değildir. Örneğin, pozitivist anlayışıylayazılmış bilim felsefesi kitapları, bir anlamıyladeğerlerin öznel olabileceğini dolayısıyla nesnelolarak bakmamız gereken gerçekliği çarpıtabileceğigibi bir görüşe sahipti. Oysa değildir. Çünküböyle bir anlayışın kendisi de bir değerlendirmedir.“Bilimde ahlâk ve estetik değerler önemlideğildir. Bunları paranteze alıp bilim yapmalıyız.Çünkü biz gerçekliğe nesnel bakmalıyız” görüşününkendisi de bir değer taşır. Bilimi nasıl gördüğümüzkonusunda bir değerlendirme taşır. Elbettedeğersiz bilgi mümkün değildir. Hadi bilimi birtarafa bırakalım, sıradan insanların bilgiyle olanilişkisine baktığımızda, bilgiye hürmetiniz yoksa,örneğin ortaya atılan yeni bir fizik teorisini merakedip merak etmeye değer görmüyorsanız, öğrenmeyideğerli bulmuyorsanız, öğrenmiyorsunuz.Dolayısıyla bizim bilimdeki görüşlere, toplumdakikimi inanışlara saygı göstermemiz gerekir ki onlarıöğrenebilelim. Bir şeyi öğrenirken öğrenmeyedeğer diye düşünüp öğreniyoruz. Bu bilimde çokönemlidir. Maalesef bunu çocuklara veremiyoruz.Oysa, çocuk, öğreneceği konuyla ilgili olarak, değerduygusunu yaşayabilse, “ben çok değerli şeyler öğreneceğimve bununla hayatımı daha değerli, dahaanlamlı kılabileceğim” diye düşünebilse, o zamaneğitimde rastladığımız birtakım yanlış ve çarpıkdurumlar, ortadan kalkabilir diye düşünüyorum.Biz değerlerin nasıl yaşanacağını bilemiyoruz.Ben bir yazımda şöyle bir ayırım yaptığımı hatırlıyorum:“Değerleri yaşamakla” “Değerlerle yaşamak”.Toplum içinde zaten değerlerle yaşıyorsunuz. Otoplumun değerlerini o toplumun büyük çoğunluğununkabul ettiği değerleri beğen ya da beğenmeyaşamak zorundasınız. Değerler olmadan nefesalamazsınız. Çünkü biz bir benzetmeyle söylerseknasıl hava-küre diyoruz, atmosfer, su-küre diyoruzhidrosfer, onun gibi bir değer-küre içindeyiz. Bunabelki Eski-Yunan dilinden çıkarak ethos diyebiliriz.Ethos içindeyiz ve dolayısıyla orada, değersiz nefesalma imkânımız yok. Hep değerlerle yaşamakzorundayız. Ne yaparsak yapalım bir değer içerireylemlerimiz.. Bu bizim irademiz dışında bir şey.Ama birde ardına düştüğümüz, hayatımızı adadığımızdeğerler var. Örneğin, “adalet” adını verdiğimizdeğer için bütün hayatını vakfediyorsun. Kavgaveriyorsun, hapis yatıyorsun. “Dünyada zulümvardır ve benim bütün hayatım bu dünyadaki sömürüye,zulme, haksızlığa, adam kayırmaya, emeğinhakkının verilmeyişine karşı bir mücadeledir”diyorsun, hayatını bu uğurda eylemlere adıyorsun.İşte bu değer yaşamaktır. “Adalet”, “güzellik”,“saygı” gibi değerleri hayatımızın temel değerleriyapıyor, bu değerlere yaşamımızı adıyoruz.Değerleri yaşıyoruz. İşte bu açıdan sanıyorum ça-Y IL 2 SAYI 5 | <strong>DEM</strong> DERGİ 85


Ama biz kendimiz bir takım değerler seçeriz ve o değerlere göre yaşar gideriz.Zaman zaman inanıyormuş, bağlanıyormuş gibi yapabiliriz. Demek ki, hayatın böylesine çok temelsiz biroyun olarak görülmesi, bütün hayatımızı bağlayacağımız gönlümüzce inanacağımız sağlam değerlerinaklımızla bulunmayacağı düşüncesinden kaynaklanıyor.ğımızda herkes şu ya da bu değerlerle yaşıyor amabirtakım yüksek değerleri hayatının amacı olarakgörmüyor o değerlerin bu dünyada gerçekleşmesiiçin çabalamıyor. Değerler, çoğunlukla bir araç olarakyaşanıyor. Örneğin, bir telefonu kullanır gibidürüstlük kullanabiliyor. Araba kullanır gibi, birtelevizyonu, bir bilgisayarı kullanır gibi değerlerde kullanılıyor. Böylece, başka amaçlara varmakiçin birtakım değerleri araç olarak görülebiliyor.Meselâ “Ben senin kardeşinim. Hepimiz aynı topluluktanızve sevgiyle birleşmişiz” deyip, sevgiyi biraraç olarak kullanarak, o sevgili kardeşimden borçalıp ödemeyebilirim. İnsanları değerler üzerindensömürebilirim. İşte “demokras”, “eşitlik”, “azınlıkhakları” gibi kavramlarla insanlara eziyet edebilirim.Bu yüzden ağzımızdan çıkan değer adları değilde hayatımıza ve eylemlerimize sinmiş değerlerebakmak gerek. Belki de değerlere ilişkin bu kavramlarıhiç kullanmamak gerek. Meselâ öyle birinsan olabilirim ki -Anadolu da öyle güzel insanlarhâlâ var.- böyle kavramları hiç bilmiyor, ama onlarıyaşıyor olabilirim. Bunun teorisini yapmak gerekmiyorki! Zaten o, içine sindirmiş bu değerleri,onları içine sindirerek yaşıyor. O, öyle var oluyoro değerlerle var oluyor. “Hayat”, galiba en yüksekdeğerimizde o! En yüksek değerimiz olan hayatasaygı iyi anlaşılmalı! Hayata saygı göstermeyen birinsanın, karıncadan, böcekten başlayarak bütünbu kâinattaki akışa, canlılığa, oluşa hürmet etmesizor görünüyor. Hayata hürmet etmeyen birisi, ohayatın içinde hürmet edecek bir şeyler bulamaz.Kişi karısına, çocuğuna eziyet ediyorsa ağzındangüzel sözlerin çıkması çok fazla anlamlı değil. Değerlerkonusunda herhalde insanların hayatlarınabakmak lazım. Ne diyorduk eskiden biz, numune-iimtisal! Numune-i imtisal olmak lazım. Örnek biriolacaksınız ki, oradan bakacağız size! Bakacağız,bu insan değerleri yaşıyor mu yaşamıyor mu? Değeryaşamayı galiba okul öncesi aile içi eğitimindeörneklerle göstermek gerekiyor. Aile içinde, anne,baba, büyükler değer yaşıyorsa, bu yaşam, zatenbir şekilde çocuğa geçiyor. Yoksa şöyle yap böyleyap diye nutuk atmakla olmuyor.Aileyi bir değer olarak düşündüğümüzde, günümüzdeailenin örselenmişliği değerlerin yaşanmasınanasıl etki ediyor?Aile gibi bir değere sahip olmadığınızda, geçmiştengetirdiğiniz değerleri geleceğe taşımanızzorlaşır. Aile ortadan kalktığı zaman, dostluklar ortadankalktığı zaman, insan saygısı ortadan kalktığızaman gelenekten gelebilecek yüksek değerlerlebağınız kopar. Çünkü değerleri biz keşfetmedik.Hiçbir insan kendi başına değerleri keşfedemez.Daha doğrusu “keşif” sözü bir anlamıyla uygundeğil, değerleri keşfedebiliriz ama icat edemeyiz.Onlar bizim uydurduğumuz şeyler olamaz. Birbölümü, bu gezegendeki hayatın başlamasıyla birlikteinsan dediğimiz canlı türünde ortaya çıkmış,varlıklarını hâlâ sürdürüyorlar. Bu açıdan, belki deNicolai Hartmann çağdan çağa, toplumdan toplumadeğişmeyen “Evrensel değerler vardır.” deyişiylehaklıdır.İsterseniz sözlerinizi şu soruyla biraz daha açalım.Değerler hep izafi mi olmak zorundadır? Evrenseldeğerler tespit edebilir miyiz?Çok güzel bir soru. Ve bu, felsefenin, sanıyorumçok can alıcı sorularından birisidir. Felsefededeğerleri dert edinmiş bir araştırma alanına kimidüşünürler aksiyoloji demişlerdi. Geometride degeçen aksiyom sözü, değer demektir. Dolayısıylaeski felsefenin ortaya çıktığı batı kültüründe birdeğer kavramı var gerçekten.. Büyük üstatların,tarih olarak felsefenin başında bulunan üstatlarındeğerleri evrensel gördüğü çok açıktır. Onların bukonuda hiçbir kuşkusu yoktur. Zaten değerleri göreligörmeye başladığınız zaman pek tartışacak birşey de kalmıyor, bu senin değerin, bu benim değerim,dedikçe. Diyelim ki bir gangster çetesi içinpara çalmak çok değerli olabilir. Adam öldürmekçok değerli olabilir. Bir topluluk savaş sırasında86 <strong>DEM</strong> DERGİ | YIL 2 SAYI 5


kendi tarafında ölenlere “şehit” diyebilir. Karşıtarafta ölenlere “işte geberip gitti” diyebilir. Şimdi“Hangisi doğrudur?” Meselenin salt formel akılçerçevesinde tartışılmasının anlamlı olmadığınıdüşünüyorum. Çünkü bu tip konuların tartışılmasındaaklın bize kesinlikle işaret edeceği noktalarolduğunu sanmıyorum. Bu neye benziyor.? Geometrideilerleyebilmeniz için birtakım tanımlarıve aksiyomları kabul etmeniz lazım. Bunların ispatıolmaz. Ancak bunlar kabul edildikten sonrageometri yapılabilir. Değerler alanında da öyledeğerler vardır ki bu değerlerin evrensel olduğu,sanıyorum bir ölçüde yaşanarak anlaşılır.(Elbettekesinliği tartışılabilir çıkarımlar sonucunda!) Veyaaklın ışığıyla anlaşılmaz demek değil ama aklınbulup geldiği şeylere hep kuşkuyla bakabiliriz, tartışabiliriz.Meselâ Atina’nın hep savaştığı ve güçlübir polis (kent-devlet) olan Isparta’da hırsızlığınyüksek bir değer olduğu söylenir. Ama buradakiyanılgı şudur: Ispartalıların hırsızlığı önemli bulmasınınsebebi çalabilen insanların çok iyi savaşçıolabileceği, cesaret sahibi olabileceği gerçeğidir.Dolayısıyla orada değerli görülen şey aslında cesarettir.Sanıyorum burada kelimenin tam anlamıylahırsızlıktan, çok büyük egoist ve kendine yontmaanlamına gelen hırsızlıklardan söz edilmiyor.Genç insanın, yakalandığı zaman öldürülebileceğiçok tehlikeli durumlarda, korkmayıp, üstlendiğiişi başardığında, iyi bir savaşçı olacağı düşünüldüğüiçin, bu anlamdaki hırsızlık bir değer olarakgörülmüştür. Dolayısıyla gerçekten bütün kültürlerdebu yorum açısından, ortak olduğumuz değerlervardır. Bunların adını koymakta problemçıkabilir. Ama en azından ortak değerlerin varoluşunun çok net iki tane gerekçesi vardır. İlkihepimiz aynı gezegende yaşıyoruz. Dolayısıyla,elbette iklime, coğrafi duruma göre çok değişikliklerolsa da, müthiş bir ortaklık vardır. Yaşadığımızortak ekolojik yapı gereğidir bu. İkincisi genetikyapımız. Yani beden konstitüsyonumuz böyle birortaklığı sağlıyor. Bunun sınamaları yapılmıştır.İşte Avustralya’da yepyeni bir kabile bulunuyor.Hiç modern hayatta teması olmamış, bugüne kadaröyle unutulup kalmış. Adamları görür görmeziletişime geçebiliyorsunuz. Örneğin, güldüğünüzzaman o da gülüyor. Tehdit olmadığını anlıyor. Birsüre sonra hemen anlaşabiliyorsunuz. Birçok farklıkültürler arasında tercüme yapılabiliyor. Tercümene anlama geliyor? Chomsky’i anarsak, buradabir ortak gramer olduğu, bundan hareketle ortakhayat tarzı olduğu ve ortak değerler olduğu anlamınageliyor. Meselâ güven çok önemli bir değerdir.Çünkü söz verdiniz ama yapmıyorsunuz herkültürde bu ayıptır. Sözünü tutmayanların takdiredildiği bir kültür olması pek mümkün görünmüyor.Sebep çok açıktır. Çünkü onlar birlikte yaşanacakhayatı sürdüremezler. İnsanların sözlerinitutmadığı birbirlerine yalan söylediği bir toplumdahayat devam edemez ki. Dolayısıyla evrenseldeğerlerin olduğu akıl olarak da bir ölçüde savunulabilir.Yalnızbunların keşfedilmesinde problemolabilir. Çünkü farklı kültürler, farklı dilleri konuştuklarıiçin ortak değerlere farklı adlar vermiştirler.Meselâ eski yunanın mutluluk dediği şey ilebizim mutluluk dediğimiz şey kelime olarak farklıolabilir. Bu farklılık, mutluluğun bir değer olmadığınıgöstermez. Çünkü adlar arasında bir farklılıkvardır. Mutlu dediğimiz eylemler de birbirine tamuymayabilir. onlar başka bir şeye mutluluk diyebilirler.Biz başka bir şeye mutluluk diyebiliriz. Amamutluluk insanı güzelleştiren bir eylem ve haldirdersek böyle eylemler ve haller veya karakterlerher kültürde vardır. Onların görünüşleri değişsede mutluluk beklentileri ve mutluluğun anlamıdeğişmiyor. Farklı şeylere erdem dense bile erdemdiye bir şey dilini geliştirmiş, yerleşik bir düzenkurmuş her kültürde oluyor.Burada şöyle bir soru akla geliyor. Değerler birbiriyleçatıştığında ve bu çatışan değerler arasındapragmatik bir kopuş söz konusu olduğundane yapılması gerekir?Y IL 2 SAYI 5 | <strong>DEM</strong> DERGİ 87


Ama en azından ortak değerlerin var oluşunun çok net iki tane gerekçesi vardır. İlki hepimiz aynıgezegende yaşıyoruz. Dolayısıyla, elbette iklime, coğrafi duruma göre çok değişiklikler olsa da, müthişbir ortaklık vardır. Yaşadığımız ortak ekolojik yapı gereğidir bu. İkincisi genetik yapımız. Yani bedenkonstitüsyonumuz böyle bir ortaklığı sağlıyor.Değer çalışan kimi filozoflar için bunun yanıtıçok basittir. Çünkü değerlerin bir sıra düzenivardır. Hiyerarşisi vardır. Dolayısıyla daima üstdeğer tercih edilir. Daha yüksek değerler tercihedilir. Meselâ Anglo-Amerikan felsefesinde, ahlâkderslerinde sorulur. “Boğulmakta olan iki kişi var. Birtanesi sizin kız kardeşiniz bir ide sizin tanımadığınızbiri. Hangisini kurtarırsınız?” Kimi ahlâk durumlarındacevabı vermek kolay değildir. İnsan hayatıgibi yüksek bir değeri kabul ettiğimizi söyleyebilirizama bunun pratikte nasıl uygulanacağınınhazır cevapları yoktur. İşte bu nokta ile ilgili ünlüAristoteles hocamız çok önemli şeyler söylüyor.Buna phronêsis diyordu. Yorumla şöyle bir şey diyebiliriz.Aslında genel ahlâki ilkelerimiz var. Meselânedir? Yalan söylemeyeceksin! Şimdi o genelahlâk ilkesiyle ben özel durumlarda yaşıyorum.Çünkü insanlar arasındaki her ilişki bir ahlâk durumudiyebileceğimiz bir durum oluşturur. Ahlâkdeğerleri ve ilkeleri, her ahlâk durumunda yaşanırve sınanır. Ahlâk durumlarında sınanmadığında,kişinin ağzından bir sürü güzel laf çıkar ama işeyleme geldiğinde bunun dışında hareket ederseişte o zaman ahlâk değerini yaşamayan sadecekonuşan birisi olur ki bu çok anlamlı değil. Yalansöylemeyeceksin gibi genel ilkeler özel durumlardanasıl ortaya çıkar? Meselâ babamın 10 günlükömrü kalmış kanserdir. “Evladım yaşayacağımmı?” diyor. “10 gün ömrün kaldı baba!” dediğimdebelki de 5 gün sonra ölecek. Doktoru da öylediyor. Şimdi ona yalan söyleyeyim mi söylemeyeyimmi? Aristoteles diyor ki, genel ahlâk ilkelerimizvardır ve bunlar evrenseldir. Ama o evrenselilkelerin özel hayat durumlarında nasıl uygulanacağıbizim sorumluluğumuz altındadır. Ve bizimustalığımızı gerektirir. Onun kuralı yok. Meselâmantık çıkarımlarının kuralı vardır. Büyük öncül,küçük öncül ve sonuç. Bu iki sonuçtan ne çıkarılır?Aristoteles, belli sistem içerisinde çıkarımınkurallarını tespit etmiştir. Ama ahlâk durumlarıiçin aynı akıl yürütmeyi kullanabilir miyim? Meselâbüyük öncül, “yalan söylemeyeceksin!”. Küçüköncül, “Babam ölümcül hasta.” diyelim. Sonuç, yalansöyleyeceğim ya da söylemeyeceğim olacak,biraçıdan. Oysa, Aristoteles’e göre ahlâk durumlarınımantık açısından test edip, kontrol edemeyiz. Acababu ahlâk çıkarımının sonucu mantıkça geçerlimidir değil midir diyemeyiz. Burada probleminçözümü dâhiyanedir: Aristoteles’e göre sonuç, birönerme değildir, sonuç bir eylemdir. Dolayısıylaiki öncülden bir önerme çıkarsak mantık açısındansorumluluk altında kalacağız. Ama diyor ki; ikiöncül var ama sonuç bir eylem olduğu için önermelerleeylem arasında mantıksal tutarlılık diyebir şey olmaz. İşte ona eylemsel tasım veya phronêsisadını verir ki çözümü oldukça dâhiyanedir. Bundanşöyle bir şey çıkıyor: Ahlâk ilkelerle yaşanır.Ama ilkelerin hayatımıza nasıl uygulanacağı, bizimsorumluluğumuz ve yaratıcılığımız içindedir.Gerçekten orada sınanıyoruz. Bizim nasıl bir insanolduğumuz orada ortaya çıkıyor. Aristoteles diyorki; “Bir insan ölmedikçe o insanın haklı olup olmadığınıanlamak zordur.” Çünkü kişi bir eylem sergiler,sen buna bağlı olarak “ahlâksız” yargısına varırsın.Ama 20 sene sonra anlarsın ki gerçekten öyleyapması gerekiyormuş. Çünkü ahlâk alanındakieylemler mantıksal ve bilimsel olarak tespit edilemediğiiçin, bir insanın bütün bir yaşamına geridönüp bakmak gerekir ki, bu insan ahlâklı mıydıdeğil miydi şeklinde değerlendirme yapabilelim.Çünkü bazı eylemlerin neden dolayı öyle yapıldığınıanlamakta âciz kalabiliriz. Onun için insanlarınbirbirine hemen ahlâklı ya da ahlâksız damgasınıvururken çok dikkati olmaları gerek. Çünkü kişi“bu adam iyidir!” diyor ama bilmiyor ki arkasındane gibi kirli çamaşırlar gizliyor. Bunun için Aristotelesbize hep ihtiyatlı olmayı tavsiye ediyor.Kavramlar alanından eylemler alanına geçincedergimizin dosya konusuna yani değer vesiyaset ilişkisine gelmiş bulunuyoruz. Felsefeliteratüründe siyaset ve değer ilişkisi ütopyalar88 <strong>DEM</strong> DERGİ | YIL 2 SAYI 5


Osmanlının meselâ mânâ tarihi yazıldı mı? İnsanların hayata ve birbirlerineatfettikleri mânâlar neydi problematiğinden hareket eden bir mânâ tarihi yazılmalıydı. Ben gerçektenyazıldığını düşünmüyorum.ma yardım, katkı, kendisi gibi olmayanları ezmegibi çıkarlar var. Dolayısıyla değerler üzerindedüşünen insanların bir görünüşsel değerimsi değerlerinvar olduğuna bir de bunların ardında yatanasıl maksatların olduğuna dikkat etmesi lazım.Meselâ “Adalet için çalışıyorum. En yüksek değerimodur.” diyenlerin gerçekten bunun arkasında negibi hesapları olduğunu görmek lazım. Değerlerüzerine çalışan, kafa yoran insanların değere ilişkinkarşılaştıkları durumlarda bir yönüyle Freudyenyani pisikanalitik bir yaklaşım sergilemelerilazım. “Adam bunu diyor. Ama arkasındaki şey nedir?Bir yönüyle de Marxist bir yaklaşım göstermelerilazım. “Adam bunu diyor. Ama bundan toplumsalilişkilerin de ne gibi bir çıkarı var. Ya da hangi grubunhangi sınıfın çıkarlarını savunuyor? Kadınları, çocuklarısavunuyor mu yoksa etnik bir grubun sözcüsümüdür? Veya belli bir dini inancın müdafîi midir?”diye sorgulamak lazım. O yüzden belki de o değersahtecilerinin ipliğini pazara çıkarmak lazım. Yanisiz bu değerlere göre yaşadığınızı söylüyorsunuzama hiç de ona göre yaşamıyorsunuz. Bu anlamdasiyasetçilerin değerlere ilişkin söylemleri ile yaptıklarıicraat arasındaki tutarsızlıkların hesabınınsorulması gerek.Bu sözleriniz bana şu sözünüzü hatırlattı. “Türkiyeönemli bir konumda ve inanılmaz çelişkileryaşayan bir ülkedir” diyorsunuz. BununTanzimat’tan günümüze siyaset ile değerler arasındakiyaşadığımız çelişkili ilişkilerle irtibatıvar mı?Osmanlının meselâ mânâ tarihi yazıldı mı? İnsanlarınhayata ve birbirlerine atfettikleri mânâlarneydi problematiğinden hareket eden bir mânâtarihi yazılmalıydı. Ben gerçekten yazıldığını düşünmüyorum.Osmanlının yavaş yavaş toprakkaybetmeye başladığı ve o eski güçlü durumundanuzaklaşmaya başladığı 18. ve 19. yüzyıllardakidurumuyla ilgili ne çok Osmanlı aydını kafa yormuştur.Biz belki de kendimize haksızlık ediyoruz.Osmanlının son döneminde birbirine zıt kimisihürriyet-perver, kimisi daha muhafazakar, kimisijön-türk tarafında, kimisi daha İslami bir çizgideolan aydınların çok samimi olarak imparatorluğunbekâsı için kafa yorduklarını görmek lazım.Bazıları Batının oyununa da gelmiş olabilir. Amabu ülkenin çıkarları için Osmanlının bekâsı içinmücadele ettikleri bana çok açık geliyor. Ve onlaragerçekten çok saygı duyuyorum. Meselâ çoğununhatıratı var. Denir ki, bizim insanımız yaşadıklarınıhiç yazmaz. Niçin tarihimizi genellemeci yaklaşımlarlave peşin hükümlerle mahkûm ediyoruz?Abdülhamit’in hatıratı var. Sürülmüş, acı çekmiş,öldürülmüş idama mahkum olmuş, kısaca kendilerindençok şeyler öğrenebileceğimiz paşaların,siyasetçilerin hatıratları var. Hep bir mesuliyetiçinde olmuşlardır. Şimdi bizim cumhuriyetimiz,Osmanlıdan kalan birçok meseleyi farkında olmadanyaşamaktadır. Bir süreklilik var. 100 sene öncegazetelerde, dergilerde yazılanlara, yapılan tartışmalarabakınız. Meselâ Abdülhamit’in anılarınagöz attığımızda Kürt meselesini, Ermeni meselesiniorada göreceğiz. Hep bu ıstıraplar, bu acılar, Batınınbize oynadığı oyunlar aynıyla devam ediyor.Dolayısıyla zaman zaman tarih bilincimizin tazelenmesigerekiyor. Çünkü tarihe yönelik bu unutkanlığımızgelecek konusunda kararlar almamızıengelliyor. Ve inanılmaz çelişkiler yaşıyoruz.Çelişkiler yaşanmış olmasını ben andığınız konuşmadabir imkân olarak görmüştüm. Bu kadarçelişki bir toplumda bir oluşumun, bir hareketliliğin,bir entelektüel edebi ve estetik heyecanınkaynaması anlamında olabilir diye düşünmüştüm.O açıdan da bakabiliriz ama zaman zamanben konuşan entelektüelleri dinlediğimde acı çektiklerinigörüyorum. O içinde bulunduğumuz hayatınçelişkileri, sallantıları, savrulmaları geleceğeyönelik heyecanlar vermek yerine büyük ölçüdekaramsarlık veriyor. Suratlar asılıyor, birbirlerininaleyhine verip veriştiriyorlar. Dolayısıyla ortadakiçelişkinin ben bir yaratıcı hamleye dönüşeceğini,dönüşmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun içinde Osmanlıdan bu yana devam eden çizgileri yakalamaklazım. Oradan yola çıkarak sorabiliriz:Biz nerdeyiz? Geçmişte neleri eksik bıraktığımız,nelerin üzerine gidemediğimiz için bu halleri yaşıyoruz.Sürekli olarak bir muhasebe yapmak ge-90 <strong>DEM</strong> DERGİ | YIL 2 SAYI 5


ek. Elbette, tarihle yapılan hesaplaşma gelecekbeklentisi üzerine olur. “Nasıl bir Anadolu, nasıl birTürkiye Cumhuriyeti murad ediyoruz?” sorusuyla tarihokumalı. Ve bu soruyla bence hangi değerleregöre yaşayabileceğimizi tespit etmek gerek.Benim gördüğüm büyük eksiklik, entelektüellerimizindeğerler konusunda derinliğine bir şeylerüretmiyor oluşudur. Meselâ söyledikleri “insanhakları”, “ezilenlerin haklar”ı, “demokrasi”, “eşitlik”gibi kavramlar, çok basmakalıp, belki de ne olduklarıkonusunda yeterince düşünülmemiş ya dadüşünen insanların kendi hayatlarından, yaşadıklarındançıkaramadıkları soyut kavramlar olarakkalıyor. Hâlbuki değerler soyut kavramlar değil ki.Değerler bizim hayatımızın <strong>kendisidir</strong>. Değerlerbiziz. Hüseyin Bey’in değeri demek Hüseyin Beydemek zaten. Hüseyin Bey hangi değerlere sahipseo şekilde Hüseyin Bey oluyor. Değerler bu kadarsahici şeylerdir. Ama hayatımızın hangi değerlerüzerine döneceği sorusunun yanıtı, ütopya demiştinizya, ütopya değil, belki ama teklif olarakgetirilebilir. Öyle teklifler olmalı ki bence değişiksiyasi görüşteki insanları da rahatsız etmemeli.Meselâ ortak değerlerimiz, İslami bir kültürdengeldiğimiz için oralardan bulunabilir. Ama oralardanbulduğumuz değerler zaten tüm insanlara aitdeğerler. Dolayısıyla dindar olsun ya da olmasın,farklı dinlere inansın ya da inanmasın o insanlarıda kuşatacak, değer tekliflerinde bulunmamızgerek. Bunu yapabildiğimiz zaman inanın bu aramızdaki bir sürü çekişmeler ortadan kalkabilir.Değerler alanına yönelik günümüzde artan birilgi var. Bu ilgiyi, bu alanda yaşanan krizlerle miyoksa bu alanda yaşanan anlam erozyonu ile miaçıklamak lazım?Galiba ikisi de var. Yer yer krizlerin de yaşandığıgörülüyor; bir erozyonun da olduğu çok açıktır.Yaşadığımız hayatın mânâsına ilişkin bir tefessühünbaşladığını net bir şekilde görüyoruz. Çünküinsanlar, özellikle Avrupa insanı bedbahttır. Bumutsuzluğunun arkasında Hıristiyan kültürününgetirdiği o suçluluk duyguları, o ağır kuşku, güvensizlikhalleri var sanki. Felsefi düşünceyi vebilimsel gelişmeyi de bir ölçüde başlatan da bukültür. Aynı zamanda bu özellikleri, dünyayı yaşanacakrahat dingin bir yer olarak görmeyi engelleyenperdeler koymasına ve dolayısıyla oradandünyada insan gibi insan nasıl olunur konusundayanıt bulmada sıkıntı çekmesine sebeb olmuştur.Meselâ şimdilerde yavaş yavaş ortadan kalkanÇin, Hint, Japon anlamında –Biz biraz farklı biryerdeyiz diye düşünüyorum.- Doğu hikmetinebaktığımızda; belki İslam’ın kimi yorumlarınabaktığımızda, orada insanın kendine güveni vekendine saygısıyla başlanılıyor. Suçlulukla başlanmıyor.Günahkârlık duygusuyla başlanmıyor. Dolayısıylamânâ hayatımızı ihyâ etme meselesindebizim kültürümüzün büyük bir şansa sahip olduğunudüşünüyorum. Böyle bir şansımız var. Amabu bir potansiyel; bunu harekete geçirebilir miyiz,geçiremez miyiz? Çünkü İslam âlemi içinde defarklı olduğumuzu, yüzyıllar süren Osmanlı kültürüiçerisinde farklı olduğumuzu, İslam öncesi,Y IL 2 SAYI 5 | <strong>DEM</strong> DERGİ 91


Meselâ bu çerçevede ben kendi adıma bir yol tutturdum. Elbette buna çokömrümün yeteceğini düşünmüyorum. Ama ben, beş on yıldır yalnız Batılı insana değil belki Doğuluinsana da kendi kültür hazinemizdeki çok temel bir kavramdan çıkan bir değerler demeti takdim etmeyeçalışıyorum. Buna da gönül felsefesi dedim.Türkçe konuşan insanların kültürü içinde de farklıolduğumuzu düşündüğümüzde, bizim insanımızdünyada yaşanmakta olan anlam kokuşmasını -burada anlamla mânâyı birbiri yerine kullandım.-çözebilir. Bu anlam kokuşmasını yaşıyor olsa da, okokuşmayı engelleyebilecek imkânlar, kendi geçmişimizdeve kültürümüzde vardır. Hep batı taklitetmekten ve hep batıyı okumaktan ileri gelen birkaramsarlık içine düşerek, bir takım aydınlarımız,bunalırlar, melankoliyi bir marifet zannederler,yılgınlığı bir şey zannederler. Oysa kendi değerleriniyaşamamaktan ileri gelen bir durumdur bu.Kendi değerlerini küçük görmekten ileri gelenbir durumdur. Bunun için bizim değerlerimizinküçük görülmeyecek değerler olduğunu gösterebilecekinsanlara ihtiyaç var. Ama henüz ufuktaböyle insanlar görünmüyor. Çok zor bir iş bu. Bizgenellikle duyguyla, hamasetle ya da dini bütünbir Müslümansak biraz da kızarak bu alana yöneldiğimiziçin bu alanda derinleşemiyoruz. Yaklaşımımız“Bakın Kur’an’da böyle buyrulmuştur amasiz buna uymuyorsunuz.” demekten öteye gitmiyor.Şimdi bunu demekle siz Batıyı ikna edemezsiniz.Batının diliyle konuşmak gerek. Belki hiç Kur’andememiz ya da İslam’a doğrudan atıf yapmamızda gerekmiyor. Ortak bir dil içerisinde onlarla konuşabilecekkadar onları iyi bilmemiz ve tabiî kikendimizi de kendimiz olarak anlatacak kadarkendimizi iyi bilmemiz lazım. Bu vüsatta insanlarhenüz yeterince yok.Son söylediklerinizden hareketle bugün yürütülendeğer ve toplumsal teori tartışmaları ışığındabu topraklarda yaşayan bizlerin insanlığa birteklifi olduğunu düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanızbu nasıl ete kemiğe büründürülebilir.Birçok teklifimiz olabilir. Biraz belki hamasetgibi oluyor ama var. Meselâ bu çerçevede ben kendiadıma bir yol tutturdum. Elbette buna çok ömrümünyeteceğini düşünmüyorum. Ama ben, beş onyıldır yalnız Batılı insana değil belki Doğulu insanada kendi kültür hazinemizdeki çok temel bir kavramdançıkan bir değerler demeti takdim etmeyeçalışıyorum. Buna da gönül felsefesi dedim. Gönülkelimesi çok eski zamanlardan beri kullanımı olanTürkçe bir sözdür. Dolayısıyla İslam öncesi hayatımızdada meselâ Divan-ı Lügati’t-Türk’te de vardır.İslam ile birlikte tasavvufla tanıştıktan sonra anlamıdaha derinleşmiş ve dönüşmüştür. Tüm bu tarihtenhareketle bu topraklarda yaşanan gönül serüvenini,gönül tarihini anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.Türkçe’de ben buna “Gönüllüme” diyorum. Çünkügönül vehbî değil kesbîdir. İnsan-ı kâmil olmak nasıluzun bir yol kat etmeyi gerektiriyorsa bu da öyledir.Gönülleme, insan-ı kâmil olmaya giden yolunbiraz daha seküler bir tarzda anlatılmasıdır. Çünkümesajımızı dünyaya anlatabilmek için seküler birbir tarz kullanmaya çok dikkat ediyorum. Çünkümeselâ Bir Yahudi bize “Bak! Yahudilikte müthiş değerlervar.” dese çok insani bir tepki olarak ben bunaYahudilikten yola çıkılırak söylendiği için reaksiyongösteririm. Burada seküler kavramını değerlerdenyalıtılmış bir zemin olarak değil ortak bir zemin anlamındakullanıyorum.“Gönülleme” kavramını biraz daha açabilir misiniz?Gönlü anlatmayı hep felsefi ve edebi açıdandüşünmüşümdür. Gönül insanı olabilmek yanigönüllemek, gönülleyen insan olabilmek en azıdanmeselâ Batıya söyleyeceğimiz ipuçlarındanbir tanesidir. Tabi bunu çok açmak ve üzerindeçok konuşmak lazım. Ama kısaca gönül Anadoluinsanının kullandığı anlamıyla dört bileşeni olanönemli bir kavram olarak görülüyor. Bunlardanbir tanesi bedendir. Gönlümüz bedenimizle ilgilidir.Gönlü bedensiz yaşayamazsınız bunun içinde o, çok sahici bir kavramdır. İkincisi duygularımızlailgilidir. Gönül zaten genellikle bu anlamdaanlaşılır. Üçüncüsü belki Batılı için şaşırtıcı olanbir anlam olarak akıldır. Yani Batılının akıl dediğişey bizim gönlümüzün içinde olan bir şeydir vebizim farklılığımızdır bu. Bunu nerden çıkartıyorum?Dede Korkut hikayelerinden çıkartıyorum,Kudatgu Bilig’den çıkartıyorum, Halk şiirinden92 <strong>DEM</strong> DERGİ | YIL 2 SAYI 5


çıkartıyorum, Yunus’tan çıkartıyorum. Türkçemetinlerin incelenmesiyle çok ilginç, çok çarpıcıözellikler çıkıyor. Nihayet gönül çevremizdir.Bu dörtlü bütünlüğün ahenk içinde yaşanmasıylainsanların gönülleyebileceklerini, gönül sahibiolabileceklerini düşünüyorum. Yalnız tek tek bireyolarak insanların değil toplumların da gönlüvardır. Osmanlının bir gönlü vardır, onu ne kadaranladık bilemiyorum. Ama henüz gönlün, gönüllerintarihi yazılmadı. Yüzyıllar bin yıllar boyu bugezegende yaşayan insanların gönülleri ile nasılyaşadıklarını yeniden gözden geçirilmeli diye düşünüyorum.Bu topraklardan –Çünkü ben kendimiTürkçe konuşan ve Türkçeyle felsefe yapmayaçalışan bir insan olarak gördüğüm için- bütün insanlaratakdim edebileceğimiz görüşlerimiz olabilirdiye düşünüyorum. Ama aynı şeyi Anadolulu,Ermeni de yapabilir, Rum da yapabilir, Kürt de yapabilir.Neden yapmasın? Birçok tecrübelerimizinortak olduğu aşikârdır. Onlarda kendi dilleri kendihayat tarzları içinden Anadolu mirasını bütündünyaya sunabilirler.Son olarak siyaset ve değerin ete kemiğe büründüğükavram olarak adaleti nasıl tanımlarsınız?Adalet öteki insanla ilişkimizde çok temel birkavramdır. Bizden bambaşka olan öteki dediğimizinsanın hakkını yememek, zulmetmemek ve onasaygıyla onun karşısında durmakla ilgilidir. Bu daikimizin birlikte yaşadığı dünyaya ve kâinata saygıyailgili bir kavramdır diye düşünüyorum. Adaletintemelinde hayata, insana, varlığa biçilen enyüksek değeri görüyorum. Zaten adil olmayan durumlar,insan yaşamına, doğaya, toplum hayatınazulmetmekten, saygı göstermemekten başka nedirki? Sevgi ondan sonra gelir. Önce hayata saygı veihtiram. Sevmek kendi başına saygı olmaksızın birşey ifade etmiyor. Batı kültürünün sürekli olarakönümüze koyduğu kavramın yapmacık olmasınınsebebi de bu. Adaleti başa aldığınız zaman oradasaygının önemli olduğunu görüyorsunuz. Saygıolduğu zaman öteki insanın hakkını yememekgerektiğini anlıyorsunuz. Çünkü her insan saygınbir varlıktır. Dolayısıyla hürmete lâyıktır. Dolayısıylaonun elindekini alamam, onu kullanamam,onu sömüremem, onun hakkını yiyemem, onasaygısızlık yapamam. Onu sevmeyebilirim amaona tahammül edebilirim. Tahammülün sevgidendaha önemli bir kavram olduğunu düşünüyorum.Çünkü tahammülü irademizle gerçekleştirebiliriz.Ama sevgiyi tam iradi olarak gerçekleştiremeyiz.Sevgiye hakim olamayız ama tahammül iradidir.Bana sorarsanız adalet kavramında saygıya dayananbir tahammülün de olması lazım. Tam bunakarşılık Batının tolerans dediği şeyde bir yapaylıkvar. Çünkü tolerans yine kendisini üstün görmekendisini çok yukarılarda görme ve diğer insanlarıtolere etme hakkını kendine verme anlamı taşıyor.Hadi canım sende! Bir hiyerarşiyi imâ eden toleranskötü bir kavram. Toleransın Türkçe karşılığıolan hoşgörü de kötü bir kavram. Neden hoş göreyim?Hoş görmek değil tahammül etmek durumundayım.Tahammül gerçekten insanı insan kılabilecek,olgunlaştırabilecek önemli bir kavramımız.İnsanımızın tarih boyunca çok derinlerindeböyle bir erdemi hep ola gelmiştir.Y IL 2 SAYI 5 | <strong>DEM</strong> DERGİ 93

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!