1996 Senesi "Bugünkü Sohbet" Yazıları - Mehmet Oruç
1996 Senesi "Bugünkü Sohbet" Yazıları - Mehmet Oruç
1996 Senesi "Bugünkü Sohbet" Yazıları - Mehmet Oruç
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Yahyâ Efendi, İstanbul'da yetişen büyük velîlerden biridir. Kabr-i şerîfi, Beşiktaş ile<br />
Ortaköy arasında yaptırdığı ve kendi adıyla anılan câminin yanında olup, ziyâret edenler<br />
istifâde etmektedir.<br />
Halkın her kesiminden insanlar, bilhassa gemiciler, Yahyâ Efendiyi ziyâret ederler, hediye<br />
ve adak gönderirler, hâcetleri için duâ isterlerdi. Yahyâ Efendi, yanına gelen ziyâretçilere<br />
çeşit çeşit yemekler, şerbetler ve meyveler ikrâm eder, geleni boş çevirmezdi.<br />
Her sene Resûlullah efendimizin, dünyaya teşriflerinin sene-i devriyesi olan mevlid<br />
kandilinde, daha çok iyilik ve ikrâmlarda bulunur, daha geniş ziyâfetler verirdi. İlim<br />
talebelerinden, fakîrlerden ve zayıflardan ziyâretine gelenlere çok sadakalar verirdi.<br />
Bahçesinde bulunan meyvelerden Kânûnî Sultân Süleymân hâna takdîm ve hediye eder,<br />
Sultân da ona, maddî yardımda bulunurdu.<br />
Güzel ahlâk sâhibi idi<br />
Yahyâ Efendi, tasavvuf ilminden başka; tıp, matematik, geometri ve fizik gibi ilimlerinde<br />
de mahâret ve ihtisas sâhibi idi. Duâsı Allahü teâlânın izniyle hastalara şifâ olurdu. Kendisi,<br />
her türlü olgunluğa sahipti.<br />
Dil ve gönül ehlî, şâir, tabîb, hakîm, cömert, iyilik edici, şefkatli, yumuşak huylu ve güzel<br />
ahlâk sâhibi bir zâttı. Ziyâretine gelenler, onun kereminden, kerâmetinden, hikmetli<br />
sözlerinden, tıbba dâir bilgilerinden, ilim ve fazîletinden istifâde ederler, feyz almış olarak<br />
dönerlerdi. Sohbetinde bulunanların herbirine "Âşık" diye hitâb ederdi. Sohbetlerinde din<br />
büyüklerinden bahseder, onların mankıbelerini, güzel hâllerini anlatırdı. Yahyâ Efendinin<br />
iyilik, ikrâm ve ihsânları pek çok olmakla birlikte, kendisi gâyet sâde bir hayat yaşar, her türlü<br />
lüzûmsuz âdetten kaçınır, resmiyetten uzak dururdu. Tekellüf ve fazla masraftan uzak olup,<br />
elbisesi ve sarığı sâdeydi.<br />
Çeşitli yerlerden adak ve hediye olarak gelen malların çoğunu, binâ yapmakta ve<br />
bahçelerinin bakımında harcardı. Her tarafta binâlar yapardı. Buralarda fakîr fukarayı<br />
barındırırdı. Yaptığı inşâatın biri tamam olmadan diğerine başlardı. Mescid, medrese, tıb<br />
mektebi, hânekâh, hamam gibi binâlar inşâ ederdi. İnşâat işinde çok mâhir idi. Dağları<br />
kazdırır, toprakları indirip deniz sâhillerini doldurur, oralara yeni binâlar yapardı.<br />
Böyle çok binâ yapmasının hikmeti suâl edildiğinde; "Bekâra sûresi 36. ve A'raf sûresi 24.<br />
âyet-i kerîmelerinde meâlen, (Yeryüzünde sizin için muayyen vakte kadar yerleşmek,<br />
geçinmek ve menfaatlenmek vardır) buyuruldu. Bizim ve bizden sonra gelip yolumuzda<br />
olanlar için, en güzel kalma yerler, en munâsip ve lâzım olan yerler böyle binâlardır. Bunun<br />
için bu tip binâların inşâsına bu kadar gayret ediyoruz" buyururdu.<br />
O kendini tanıttı<br />
Kânûnî, bir gün kayıkla Boğaz'da gezmeye çıkmıştı. Ortaköy hizâsına gelince kıyıya<br />
yanaşıp, bir adam göndererek Yahyâ Efendiyi çağırttı. Kânûnî, Yahya Efendi ile süt kardeş<br />
idiler. O da yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa bindiler. Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendinin<br />
ahbâbı, devamlı olarak Kânûnî'nin parmağında bulunan çok kıymetli bir yüzüğe bakıyor ve bu<br />
bakış dikkati çekiyordu. Kânûnî bu hâli farkedince, parmağındaki o kıymetli yüzüğü çıkarıp;<br />
"Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz" dedi. O zât yüzüğü aldı. Evirip<br />
çevirdikten sonra, denize atıverdi. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret ettiler.<br />
Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaştı. O zât,<br />
ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultâna uzattı. Avucunda biraz önce denize attığı<br />
yüzük vardı. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes, yine çok hayret ettiler. Kânûnî, elini<br />
uzatıp yüzüğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi.<br />
Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönüp; "Ağabey, neler oluyor?" dedi. O da; "O gördüğünüz<br />
Hızır aleyhisselâm idi" dedi. Bunun üzerine Kânûnî; "O hâlde bizi niye tanıştırmadınız?"<br />
deyince, Yahyâ Efendi; "O kendini tanıttı. Ama siz tanımakta geç kaldınız" buyurdu.<br />
Ey cihân sultânı! Bu nasıl iştir? 9 EYLÜL <strong>1996</strong>