28.04.2015 Views

4 - Memorial Hastanesi

4 - Memorial Hastanesi

4 - Memorial Hastanesi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Aralık / Ocak / Şubat 2013<br />

Yıl:9 / Sayı 72 <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu tarafından sizin için hazırlanmıştır. Ücretsizdir.<br />

TÜP BEBEK TEDAVİSİNDE<br />

SON GELİŞMELER<br />

PROSTAT BÜYÜMESİ<br />

TEDAVİSİNDE UROLİFT YÖNTEMİ<br />

MEMORIAL<br />

KAYSERİ’DE<br />

ERKEN DOĞUM<br />

TAHMİN TEDAVİ<br />

KORUNMA ROGRAMI<br />

İNME HAKKINDA<br />

BİLİNMESİ GEREKENLER


İÇİNDEKİLER<br />

4 Yeni Yılda Sağlıklı Bir Kalp İçin İç Dünyanızla Barışın<br />

5 Kış Hastalıkları Kapınızı Çalmasın<br />

6 Doğru Beslenerek Vücut Direncinizi Artırın<br />

7 Kışın Sağlıklı Bir Cilt İçin...<br />

8 Kış Depresyonundan Kurtulabilirsiniz<br />

9 Çocuğunuzu Kış Hastalıklarından Koruyun<br />

10 <strong>Memorial</strong> Kalitesi Kayseri’de<br />

11 Güncel<br />

12-13 Prostat Büyümesinde Urolift Yöntemi<br />

14 Çalışan Kalpte Bypass Hastaya Konfor Sağlıyor<br />

15 Toplardamarda Pıhtılaşmaya Etkili Çözüm<br />

16-17 El Bileğinden Anjiyo ve Stent Uygulamaları<br />

18 Hıçkırık Ciddi Hastalıkların Belirtisi Olabilir<br />

19 Şehir Yaşamı Metabolik Sendromu Tetikliyor<br />

20 Annesi Oğluna İkinci Kez Hayat Verdi<br />

21 Her 8 Bebekten Biri Erken Doğuyor<br />

22 İnme Hakkında Bilinmesi Gerekenler<br />

23 Boyun Fıtığına Günübirlik Tedavi<br />

24 Çocukluk Çağı Ağrıları Ciddiye Alınmalı<br />

25 Ortopedik Rahatsızlıklarda PRP Tedavisi<br />

26 Hasta Bina Sendromu Plaza Çalışanlarını Tehdit Ediyor<br />

27 10 Soruda Akciğer Kanseri<br />

28-29 Tüp Bebek Tedavisinde Son Gelişmeler<br />

30 Anne Adayları Kış Soğuklarından Etkilenmesin<br />

31 İdeal Kilonuzla Hamile Kalın<br />

32 Polikistik Over Sendromu İle Başa Çıkabilirsiniz<br />

33 İş Hayatında Sağlıklı Beslenerek Obeziteyi Önleyin<br />

34 Obezitenin Cerrahi Tedavisinde Yaşam Tarzı Değişikliği Şart<br />

35 Kolon Kanserine Dönüşmeden Poliplerden Kurtulun<br />

36 Kanser Tedavisi Görmek Anne Olmaya Engel Değil<br />

37 Kendi Kanınızdan Gençlik Aşısı<br />

38 Reflü Kaderiniz Olmasın<br />

39 Kronik Böbrek Hastalığı Riskinden Korunun<br />

40 Burun Tıkanıklığına Lazer Tedavisi<br />

41 Stresli Yöneticiler Geceleri Dişlerini Gıcırdatıyor<br />

42 Çocuğunuzun Öksürük Nöbetlerinin Nedeni Krup Olabilir<br />

43 Astım Çocuğunuzun Yaşamını Kısıtlamasın<br />

44 Organ Bağışı ile Hayata Dönüş İçin Çölden Buzullara<br />

45 Çocuklarda Görülen Göz Hastalıklarına Dikkat!<br />

46-47 Girişimsel Yöntemler Hayat Kurtarabiliyor<br />

48 Güncel<br />

49 <strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />

19<br />

ŞEHİR YAŞAMI<br />

METABOLİK<br />

SENDROMU<br />

TETİKLİYOR<br />

28-29<br />

TÜP BEBEK<br />

TEDAVİSİNDE<br />

SON<br />

GELİŞMELER<br />

6<br />

Sahibi<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />

Turgut Aydın<br />

Yayın Sorumlusu<br />

Yeliz Soydan ŞENGÜN<br />

Medya ve İletişim Koordinatörü<br />

4<br />

YENİ YILDA<br />

SAĞLIKLI BİR<br />

KALP İÇİN İÇ<br />

DÜNYANIZLA<br />

BARIŞIN<br />

DOĞRU BESLENEREK<br />

VÜCUT DİRENCİNİZİ<br />

ARTIRIN<br />

Yayın Kurulu<br />

Esra Aydemir, Ceren Erdem,Binhan Urfalı,<br />

Yasemin Aktaş, Yasemin Gül, Fulya Daldal,<br />

Selin Konu, Dilara Bedük, Elif Çetin,<br />

Hatice Yörük, Yılmaz Tarancı<br />

Tasarım Ekibi<br />

Zerrin Sogul, Ceren Yörük, Suna Köse


GENEL SAĞLIK<br />

YENİ YILDA SAĞLIKLI BİR KALP İÇİN<br />

İÇ DÜNYANIZLA BARIŞIN<br />

Prof. Dr. Bingür Sönmez - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı<br />

2012 yılının son gününe<br />

kadar kalbinizi üzecek<br />

neler yaptıysanız, onları<br />

geride bırakın. Sigara,<br />

alkol, fazla kilolar,<br />

hareketsizlik, stres,<br />

öfke nöbetleri… Yeni<br />

yılda kalbinizi yoran<br />

tüm bu olumsuzlukları<br />

hayatınızdan çıkararak,<br />

sağlıklı yaşamak ve<br />

kalbinizi yenilemek<br />

elinizde.<br />

Sigarayı bırakın<br />

Sigaranın zararlı etkisi, kadınlarda<br />

erkeklere göre daha fazladır. Sigara<br />

kadınlarda, östrojeni parçalayarak erken<br />

menopoz riskinin yanında; kalp ve akciğer<br />

sağlığını da olumsuz etkilediği için mutlaka<br />

bırakılmalıdır. Sigara içen kadın hastaların<br />

kalp ameliyatları sonrası iyileşme süreleri<br />

de uzamaktadır.<br />

Yürüyün<br />

Yeni yılda hareket alışkanlıklarınızı<br />

değiştirin. Asansör yerine merdiven<br />

kullanın. Otobüse bindiyseniz, inmeniz<br />

gereken yerden bir durak önce inip<br />

yürüyün. Eviniz işinize yakın mesafedeyse<br />

aracınızı kullanmayın. Haftada en az<br />

üç kez bir saat yürüyün. Temponuz, 5<br />

kilometreyi 45 dakikada katedecek şekilde<br />

olsun. Soğuk havalarda kalp sağlığınız<br />

için; evde koşu bantı ya da büyük alışveriş<br />

merkezlerinde tempolu yürüyüşü tercih<br />

edin.<br />

Kalbinizi test ettirin<br />

40 yaş üzerinde iseniz ve daha<br />

önce kalbiniz için herhangi bir test<br />

yaptırmadıysanız, EKO ile kalbinizin<br />

durumunu ekrandan izleyerek kalbinizle<br />

tanışın. Efor testi yaptırarak kalbinizin<br />

performansını kontrol ettirin. Yeni yılda;<br />

Total kolesterol, HDL (iyi huylu kolesterol),<br />

LDL (kötü huylu kolesterol), trigliserid<br />

4 Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013<br />

ve kan şekeri ölçümünüzü yaptırın.<br />

Ayrıca tansiyonunuzu da düzenli olarak<br />

ölçtürün. Bunları her yıl tekrarlayın.<br />

Aile geçmişinizde kalp hastası varsa,<br />

şişmansanız, diyabet veya yüksek tansiyon<br />

hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız<br />

tüm bu tetkikleri 30 yaşından itibaren<br />

yaptırmalısınız.<br />

Kalbiniz için meditasyon yapın<br />

2013 yılında sizi üzen olaylardan kurtulun.<br />

Barışçı, uzlaşmacı, huzurlu ve stressiz bir<br />

yaşam tarzına başlangıç için yılın birinci<br />

gününü saptayın. Kendi dünyanızla barışın.<br />

Evliyseniz, eşinizle daha uyumlu olmaya<br />

çalışın. Anne babaysanız, çocuklarınızla<br />

daha ılımlı ve uzlaşmacı bir iletişim<br />

kurun. Çok çabuk karar veren, hızlı hızlı<br />

konuşan, merdivenleri birkaç basamak<br />

birden çıkmaya çalışan, çabuk yemek<br />

yiyen, sabırsız biriyseniz (yani A tipi kişilik<br />

iseniz) yavaşlayın. Yeni yılda işinizde hiçbir<br />

zaman, beceri ve olanaklarınızın üst sınırını<br />

zorlamayın.<br />

İşinizi sevin<br />

Bir işin size kazandıracağı şeyin yalnızca<br />

para olmadığını; aynı zamanda bilgi,<br />

gelişim ve mutluluk da getirmesi<br />

gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. İş<br />

ortamının sizin için mümkün olduğu kadar<br />

keyifli hale gelmesi için; kontrolsüz hırs ve<br />

rekabet duygusundan uzak durun. Hırsınızı,<br />

kendinizi geliştirmek ve çalıştığınız şirkete<br />

yararlı olmak için kullanın. Çalışma<br />

masanızı, aşırı kafein tüketimi için<br />

kullanmayın. Ofis egzersizleri yapın ve iş<br />

ortamında da hareketsiz yaşamdan uzak<br />

durun. Ofisinizde kimsenin sigara içmesine<br />

izin vermeyin. Ofiste öğlen yemeklerinde<br />

ekip olarak herkesin sağlıklı beslenmesi için<br />

gayret sarf edin. Herkes sağlıklı beslenirken<br />

bir kişinin bile sağlıksız beslenmesinin tüm<br />

dengeleri bozacağın bilin.<br />

Hayatın sevin<br />

Yeni yıl sizin için “aşk ve sevgi” yılı olsun.<br />

2013’te öncelikle; eşinize, ailenize, işinize<br />

ve ülkenize aşık olun. Çünkü aşık olmak<br />

endorfin hormonu salgılanmasını sağlar ve<br />

kalbe iyi gelir. Endorfin, zevk ve mutluluk<br />

veren bir hormondur. İyi bir aşk hayatı,<br />

kalp sağlığı için çok gereklidir. Mutlu<br />

yaşayabilmek için sağlıklı bir aşk hayatına<br />

ihtiyaç vardır. Düzenli bir aşk hayatı olan<br />

insanların yaşadıkları ortama katkısının<br />

artacağı da kesindir. Aşık olanlarda beyin<br />

tarafından salgılanani “Feniletilamin”<br />

heyecan vererek yaşadıklarımızdan keyif<br />

almamızı sağlar.<br />

YENİ YILDA VÜCUDUNUZU (KALBİNİZİ)<br />

İHMAL ETMEYİN, BEDENİNİZE<br />

(KALBİNİZE) NE VERİRSENİZ ONU<br />

ALIRSINIZ.


KIŞ<br />

KIŞ HASTALIKLARI<br />

KAPINIZI ÇALMASIN<br />

Uz. Dr. Gürkan Yurteri - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />

Kış ayları insanların ruhsal dengelerini ve davranışlarını etkilemekle birlikte çeşitli hastalıklara<br />

yakalanmalarını da kolaylaştırır. Bu dönemde soğuk algınlığı, grip ve solunum yolu<br />

enfeksiyonları sık görülen hastalıklardır. Sağlıklı kalmanın yolu ise; güçlü bir bağışıklık sistemine<br />

sahip olmaktan geçmektedir.<br />

Kapalı alanlar enfeksiyon riskini artırıyor<br />

Havaların soğuması, okul ve toplu taşıma araçları gibi kapalı mekanlarda geçirilen zamanın uzaması mikrobik enfeksiyonların görülme<br />

sıklığını artırır. Bu kapalı alanlarda hastalar mikroplarını sağlıklı bireylere kolayca bulaştırabilirler. Soğuk hava vücudumuzun dış dünyayla<br />

bağlantısı olan burun, bademcikler, akciğerler, kulaklar, hazım ve boşaltım organlarımızın savunmasını da azaltır. Nezle ve grip gibi virüs<br />

kaynaklı hastalıklar başta olmak üzere; tüberküloz, zatürre ve üriner sistem enfeksiyonları kış aylarında yoğun görülür.<br />

Soğuk algınlığı ve gribe dikkat!<br />

Sık görülen soğuk algınlığının gripten ayrılması gerekir. Soğuk algınlığı daha çok burun akıntısı, hapşırık, çok yüksek olmayan ateş, hafif bir<br />

boğaz ağrısı, halsizlik şeklinde kendini gösterir. Çoğunlukla kişi ayakta basit birkaç ilaçla bunu atlatabilir. Grip ise daha ağır seyreder. Ciddi<br />

halsizlik, ateş, öksürük, sırt ağrısı nedenidir. Grip, tanının konulduğu ilk 48 saat içinde uygun tedaviye başlandığında rahatlıkla atlatılabilir.<br />

Yapılan önemli hatalardan biri de antibiyotiklerin gereksiz kullanımıdır. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının, sadece %20’sinde antibiyotik<br />

kullanımının gerekli olduğu bilinmelidir. Bazen 3 aya kadar süren kuru öksürük görülebilir. Sigara içenlerde, kronik akciğer rahatsızlığı olan<br />

kişilerde, bağışıklık sistemi zayıf olan hastalarda, geçirilen virüs enfeksiyonu üzerine bakteriyel bir enfeksiyon eklenebilir. Durum ilerlerse<br />

zatürreye kadar gidebilen ciddi sonuçlara neden olur. Zatürrede; yüksek ateş, öksürük, nefes almakla artan göğüs ağrısı, sık nefes alma<br />

gibi belirtiler görülür. Bu durum bazen hastaneye yatmayı gerektirebilir.<br />

Soğuk hava ile birlikte idrar yolu enfeksiyonları artar<br />

Soğukta kalmak bağırsak hareketlerini hızlandırır. Hazmın düzgün yapılamaması sonucunda; karında şişkinlik, sancı ve tuvalete gitme<br />

alışkanlıklarında düzensizlikler ortaya çıkar. Özellikle kadınlarda idrar yolları ve üriner sistem organlarının soğuğa maruz kalması savunma<br />

gücünü azalttığından bu bölgelerin enfeksiyonunda artışlar gözlenir. Sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma ve idrar renginin değişmesi<br />

gibi şikayetler idrar torbasının iltihabını düşündürür. Bu hastalık tedavi edilmediği takdirde mikroplar böbreklere kadar ilerler hatta kana<br />

karışabilir. Ateş, üşüme ve titremeyle yükselir, göğüs ağrısı ortaya çıkar, hastanın genel durumu giderek bozulur. İlerlediği durumlarda<br />

hastanede yatarak tedavi gerektirebilir.<br />

Soğuk havalarda kalp hastalıklarında artış görülür<br />

Kalp soğuk havada, artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için daha fazla kan pompalar. Bu da oksijen ihtiyacını artırır. Sonuç olarak soğuk<br />

havalarda kalbimizin atış hızında, kan basıncında ve kalbin iş yükünde artma meydana gelir. Ancak kalp hastaları bunu tolere etmekte<br />

zorlanırlar. Bu durum, göğüs ağrısına, tansiyon yükselmesine ve tansiyonun ilaçlarla kontrolünün azalmasına neden olabilir. Bu kişilerin<br />

kayak gibi kış sporlarını yaparken daha dikkatli olması gerekir.<br />

Hastalıklardan korunmak için;<br />

• Genel temizlik kurallarına uyun. Özellikle el temizliğine çok önem verin.<br />

• Her yıl düzenli olarak grip aşısı yaptırın.<br />

• Sigaradan uzak durun.<br />

• Uyku düzeninize dikkat edin.<br />

• Kişisel eşyaları başkaları ile paylaşmamaya özen gösterin.<br />

• Kapalı ve kalabalık mekanlardan uzak durun.<br />

• Kanın akıcılığını artırmak için daha fazla sıvı tüketin.<br />

• Vücudun iş yükünü azaltmak için dengeli ve sağlıklı beslenin.<br />

• Tuz tüketimini azaltın.<br />

• Bilinçsiz ilaç tüketiminden kaçının.<br />

• Şartlara uygun giysiler giyin.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 5


KIŞ<br />

DOĞRU BESLENEREK VÜCUT<br />

DİRENCİNİZİ ARTIRIN<br />

Dyt. Nilay Keçeci – <strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Bölümü<br />

Soğuk havalar beraberinde hastalıkları da getiriyor. Kış aylarında ruhsal ve fiziksel yönden<br />

sağlıklı kalmak için doğru beslenerek bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekiyor.<br />

Kışın vücut direncini artırmak için dikkat edilmesi gerekenler<br />

• Kış hastalıklarından koruyucu besinlerin başında mandalina ve portakal gelir.<br />

C vitamini ihtiyacını karşılayabileceğiniz meyveler, yeşil yapraklı sebzeler, özellikle<br />

maydanoz ve yeşil biber ile soğuk havanın olumsuz etkilerini vücudunuzdan<br />

silebilirsiniz.<br />

• Muz, ceviz, badem ve ananas mutluluk hormonu salgılamanıza neden olacak<br />

başlıca besinlerdir. Bu besinler sayesinde kış günlerinin depresif havasından<br />

kurtulup, güneşin sıkça görülmediği bu zamanlarda sürekli yemek düşüncesini<br />

aklınızdan kolayca çıkarabilirsiniz<br />

• Kışın ara öğün tüketmek oldukça önemlidir. Hareketin gittikçe azaldığı bu aylarda<br />

bölgesel olarak kilo alma ve yağlanma oranı artmaktadır. Hayatınıza hareket<br />

katmak, yarım saat bile olsa evde ya da dışarda yapacağınız egzersiz hareketleri<br />

ile hem psikolojik hem de fizyolojik bir rahatlama sağlayabilirsiniz. 3 ana ve 3<br />

ara öğünden oluşan bir menü düzeni, acıkmamak ve fazladan yiyerek kilo alma<br />

problemiyle karşılaşmamak konusunda yardımcı olacaktır.<br />

• Özellikle sebze yemekleri hem hafif hem de besleyici özelliği bakımından kışın<br />

vazgeçilmezleri arasında yer alır. Sebze yemeklerinin içerisinde kullanacağınız<br />

kuru baklagiller demir ve protein alımında yardımcı olurken, farklı tatlar da damak<br />

zevkine hitap edecektir. Yeşil mercimek salatası, nohutlu bamya yemeği vitamin ve<br />

mineral açısından da zengin olan yemeklerin içerisinde yer alır.<br />

• Yazın sıcaklar nedeniyle rahatlıkla tüketilen su genellikle kışın unutulur. Su<br />

vücudun asit ve baz dengesinde, midenin rahat çalışmasında ve kişiye tokluk hissi<br />

uyandırmakta oldukça etkilidir. Fizyolojik olarak kişilerin günde en az 8 bardak<br />

suya ihtiyaçlarının olmasının başlıca nedeni budur. Her yemek öncesi içilecek olan<br />

bir bardak su, hem tokluk hissi verir hem de midenin daha rahat çalışmasına<br />

yardımcı olur.<br />

• Kışın yağ alımı özellikle zeytinyağı ve sıvı yağlardan karşılanmalıdır. Katı yağlar<br />

ileriki dönemlerde damar çevresinde toplanarak kalp ve damar hastalıkları<br />

başta olmak üzere obezite ve pek çok kronik hastalığa davetiye çıkartır. Katı yağ<br />

kullanımı sınırlandırılmalı; fakat diyet süresinde de yağ tüketimi yapılmalıdır.<br />

Vücut, enerjinin büyük kısmını yağdan sağlar ve metabolizmanızın çalışması için de<br />

enerjiye ihtiyaç vardır.<br />

• Kış aylarında kalsiyum alımı da oldukça önemlidir. Her akşam yatmadan önce<br />

içilecek bir bardak süt, kadınlarda ileride yaşanabilecek kemik erimesi riskini<br />

düşürecek, gençlerin kemik ve diş sağlığı üzerine olumlu etki yaratacaktır. Kalp<br />

hastalarının son ara öğünlerinde 1 kase yoğurt ve bir orta boy meyve tüketmeleri<br />

günlük diyetlerinin vazgeçilmezi olmalıdır.<br />

• Kışın sofralarda yer bulacak olan kızartmalar ve kavurmalar yerlerini haşlanmış<br />

etlere ve fırında yemeklere bırakmalıdır. Balık tüketimi haftada 3 günden fazla<br />

olabilir. Bir orta boy balık, derisiz olarak rahatlıkla günlük öğünlerin içerisinde<br />

tüketilebilir. Balık, içerdiği Omega 3 yağları nedeniyle her yaşta sürekli önerilen bir<br />

besindir.<br />

• Kışın ısınmak için bitki çaylarından da faydalanabilirsiniz. 1 fincan rezene ile<br />

gaz sorunundan kurtulmak mümkündür. Bir fincan papatya çayı rahatlamanızı,<br />

bir fincan kuşburnu soğuk algınlığı ve gripten kurtulup bağışıklık sisteminizin<br />

kuvvetlenmesini sağlayacaktır.<br />

6<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


KIŞ<br />

KIŞIN SAĞLIKLI BİR CİLT İÇİN<br />

Uz. Dr. Aylin Kuyumcubaşı - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

Kışın cildinizin cansız<br />

ve mat görünmesini<br />

önleyebilirsiniz<br />

Soğuk ortam her zaman cildin daha diri kalmasını<br />

sağlar. Ancak kış aylarında havanın soğuk olması,<br />

havadaki nem oranının yaza göre azalması ve<br />

daha da önemlisi günün neredeyse tamamını<br />

geçirdiğimiz ev ve ofislerin ısıtma sistemi nedeniyle<br />

havasının kuru olması, nemlendirici ihtiyacını biraz<br />

artırabilir. Ayrıca yazdan kalma leke ve pürüzlerin<br />

giderilmesi, dolayısıyla cansız ve mat görünümün<br />

azaltılması için “scrub” tipinde veya “eksfolyatif”<br />

adı verilen maddeleri içeren temizleme ürünleri<br />

veya maskeler kullanılması uygun olacaktır. Bu<br />

tip ürünler, güneş ışınlarının yaza göre oldukça<br />

az olduğu kış döneminde az risk alınarak daha sık<br />

kullanılabilir.<br />

Peeling için en uygun mevsim kış<br />

Kış, peeling uygulamaları için en uygun mevsimdir. Mekanik veya kimyasal şekilde yapılabilir. Mekanik uygulamalar, kişinin evinde kendi<br />

uygulayabileceği cilt temizleyiciler, yüz keseleri, soyucu maskelerin yanı sıra daha derin etki gösterebilecek lazer peeling veya dermabrazyon gibi<br />

doktor kontrolündeki işlemler olabilir. Kimyasal peeling uygulamaları ise; yine çeşitli temizleme ürünleri, çeşitli kremler, ilaçlar yada çeşitli asit<br />

uygulamalarıdır. Her iki tip peeling uygulaması da yüzey soyulması ile birlikte lekeler, izler ve pürüzlerin giderilmesine yardımcı olur ve canlı bir<br />

görünüm sağlar.<br />

Kışın güneş koruyucu kullanmak gerekir mi?<br />

Son yıllarda güneşten korunma bilincinin gelişmesi ile birlikte koruyucu kullanımı yaygınlaşmış ve hatta bazen yararını aşan boyutlara ulaşmıştır.<br />

Aşırı kullanımın en büyük zararı D vitamini üretiminin engellenmesi ve bu eksikliğin getirdiği olumsuz sonuçlardır. Ayrıca birçok kimyasal içeren<br />

koruyucuların kullanılması bazen kimyasal leke oluşumuna yol açmakta ve özellikle yağlı ve akneye meyilli ciltlerde de sivilce oluşumuna neden<br />

olmaktadır. Kışın ultraviyole ışınlarına bağlı deri hastalıkları olan kişiler dışında güneş koruyucu kullanımına ihtiyaç yoktur. Çalışan insanların büyük<br />

bir kısmı günün aydınlık saatlerini kapalı ortamda geçirdiğinden koruyucu kullanımı gereksiz kimyasal maruziyeti yaratabilir.<br />

Sağlıklı bir cilt için doğru beslenme şart<br />

Sağlıklı bir cilt için yaz-kış fark etmeksizin doğru beslenme şarttır. Cildin özellikle bağ dokusu tabakası olarak adlandırılan, cilde dayanıklılık ve<br />

elastikiyetini veren kolajen, elastin gibi lifleri barındıran tabaka çoğunlukla proteinden oluşmaktadır. Özellikle amino asit çeşitliliği ve biyoyararlılığı<br />

yüksek olan hayvansal protein kaynaklarının tüketilmesi önemlidir. Özellikle sigara içen kişilerde yok olan C vitamini gibi bazı vitamin ve gerekli eser<br />

elementleri içeren beslenme şekli uygundur.<br />

Şeker cildin düşmanıdır<br />

Cildin en büyük düşmanı şekerdir. Özellikle diyabeti veya insülin direnci olan hastalarda daha belirgin olmak üzere şekerli ve hızlı emilen karbonhidratlı<br />

gıdaları yoğun tüketen kişilerde, glukoz bağ dokusu tabakasında değişime uğrayarak liflerin katılaşmasına, sonuç olarak cilt elastikiyetinin kaybolmasına<br />

ve sarkmalara neden olur. Kışın özellikle omega 3 ve serbest yağ asitlerince zengin olan kültür üretimi olmayan yağlı balıklar, avokado, ceviz, badem<br />

gibi gıdaların tüketimi daha önem kazanır.<br />

Cilt işlemleri için en uygun mevsim kıştır<br />

Her türlü girişimsel işlem için en uygun olan dönem kıştır. Kışın; dolgu, botoks, kimyasal peeling, mezoterapi, mezolifting, lazer rejuvenasyon, lazer<br />

lifting, fraksilazer ve cerrahi operasyonlar gibi tüm girişimsel tedaviler rahatlıkla uygulanabilir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 7


KIŞ<br />

KIŞ DEPRESYONUNDAN<br />

KURTULABİLİRSİNİZ<br />

Uz. Psikolog Tuba Erzan Kıran- <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi<br />

“Kapalı havalarda içimi bir<br />

mutsuzluk kaplıyor, hiçbir<br />

şey yapmak istemiyorum”<br />

diyorsanız, bazen uykunuz<br />

kaçıyor bazen de sürekli<br />

uyumak istiyorsanız, iştahınız<br />

artıyor ya da azalıyorsa<br />

mevsimsel depresyon sorunu<br />

yaşıyor olabilirsiniz.<br />

Güneşle birlikte yaşam enerjiniz azalmasın<br />

Mevsimsel özelliklerin kişilerin iyilik halini olumlu ya da olumsuz şekilde<br />

etkilediği bilinmektedir. Özellikle kış mevsiminde günlerin kısalması,<br />

güneş ışığının azalması, insanların sürekli kapalı ortamda kalması, kişilerin<br />

psikolojilerini olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.<br />

Bununla birlikte kış aylarında birçok kişide uyku ihtiyacı ve iştah artışı<br />

yaşanırken, enerji ve keyif düzeyinde de azalma görülebilir. Bu nedenle<br />

bozukluk olarak ifade edilmese de, kişilerin mevsime bağlı olarak depresif<br />

belirtiler gösterdikleri bilinmektedir. Mevsimsel depresyon; her yıl belirli<br />

dönemlerde özellikle güneş ışınlarının azalmaya başladığı sonbahar-kış<br />

aylarında ortaya çıkan ve ilkbahar döneminde kaybolan, bir takım depresif<br />

belirtilerle kendini gösteren bir bozukluktur. Bu bozuklukta depresyondan<br />

farklı olarak aşırı yorgunluk, uyku süresinde artış, iştah ve kilo artışı gibi<br />

belirtiler dikkati çekmektedir. Mevsimsel depresyon, kış depresyonuna<br />

göre daha az görünse de, yaz aylarında başlayıp sonbaharda düzelen türü<br />

olduğu da bilinmektedir.<br />

Mevsimsel depresyon belirtileri:<br />

• Mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik<br />

• Kendini değersiz hissetme, zaman zaman suçluluk duygusu içine girme<br />

• Uykusuzluk ya da aşırı uyku hali<br />

• Enerji azalması, çabuk yorulma<br />

• İştah azalması veya artması (Daha çok karbonhidratlı yiyeceklere<br />

yönelme)<br />

• Sinirlilik ve karamsarlık<br />

• Konsantrasyon bozuklukları<br />

Her 10 kişiden 3’ü mevsimden olumsuz etkileniyor<br />

Mevsimsel depresyon tanısı konulabilmesi için belirtilerin görüldüğü ve<br />

ortadan kaybolduğu sürecin 2 yıl devamlılık göstermesi gerekmektedir.<br />

Her 10 kişiden 3’ünün kilo, beslenme, uyku, sosyal faaliyet, iyilik hali<br />

ve enerji düzeyi gibi özelliklerinin mevsimsel değişimlerden olumsuz<br />

etkilendiği bilinmektedir.<br />

Mevsimsel depresyonla başa çıkmak için…<br />

• Gün ışığından mümkün olduğunca çok faydalanın.<br />

• Ev ve iş ortamınızı yeteri kadar aydınlatın ve havalandırın.<br />

• Düzenli spor yapın. Haftada 3 gün 30-40 dakika spor, kişinin vücuduna<br />

sağladığı fayda kadar psikolojisi üzerinde de etkilidir. Spora zaman ayırmak<br />

kişinin kendisini daha mutlu hissetmesine yardımcı olmaktadır.<br />

• Uyku düzeninizi korumaya çalışın.<br />

• Sağlıklı ve dengeli beslenin, karbonhidrat ve şeker tüketimini kontrol<br />

altında tutun.<br />

• Destek kaynaklarını harekete geçirin.<br />

• Sosyal yaşama, planlı şekilde zaman ayırın.<br />

Bütün bu sıralanan önlemler kişi üzerinde olumlu bir etki sağlayamadığı<br />

takdirde, daha detaylı değerlendirilmesi için konunun uzmanına<br />

başvurulması gerekmektedir. Uygulanan tedaviler arasında psikiyatrik<br />

destek, psikoterapi ve ışık terapisi yer almaktadır.<br />

8<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


KIŞ<br />

ÇOCUĞUNUZU KIŞ<br />

HASTALIKLARINDAN KORUYUN<br />

Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı<br />

Kış aylarında artış gösteren<br />

hastalıklar en çok çocukları<br />

etkiliyor. Kapalı ve kalabalık<br />

mekanlarda daha fazla vakit<br />

geçirmek, okul ve kreş ortamı<br />

gibi etkenler çocukların daha sık<br />

hastalanmasına neden oluyor.<br />

Kış aylarında çocuklarda sık<br />

görülen hastalıklar<br />

Hastalık yapan mikrop ve mikroorganizmaların<br />

havadaki yoğunluğunun artması, soğuk havadan<br />

dolayı vücudun daha fazla enerji harcayıp yorgun<br />

düşmesi, kapalı ve kalabalık yerlerde iç içe<br />

yaşamak kış aylarında hastalıkların artmasına<br />

neden olan etkenlerdir. Soğuk algınlığı, nezle,<br />

grip, bademcik iltihabı, soluk borusunun iltihabı,<br />

sinüzit, orta kulak iltihabı gibi hastalıklar<br />

kışın çocuklarda daha sık görülmektedir. Bu<br />

hastalıkların çoğu ayaktan tedavi edilebilmektedir.<br />

Her çocuğun hastalıklara karşı direnç kazanması<br />

için bu hastalıkları geçirmesi gerekmektedir. En<br />

gelişmiş ülkelerde bile 5 yaşın altındaki çocuklar<br />

1 yılda ortalama 6-8 kez hastalanmaktadırlar.<br />

Özellikle kreşe ve okula başlayan çocukların<br />

ilk senelerde daha sık hastalanması doğal bir<br />

durumdur.<br />

Hasta olan anneler bebeklerini<br />

emzirmeye devam etmeli<br />

Anne sütü bugüne kadar koruyuculuğu kanıtlanmış<br />

olan tek ilaçtır. Annenin nezle, burun akıntısı,<br />

hapşırık ve basit ateşlerinin olması anne sütünü<br />

kesmek için bir bahane değildir. Aksine annenin<br />

vücudunda o an bulunan mikroba karsı oluşan<br />

maddeler, anne sütüyle bebeğe geçip, bebeği de<br />

hastalıktan korumaktadır.<br />

Çocuğu hastalıklardan korumak<br />

için ekstra vitamin verilmemeli<br />

Anne ve babaların yaptığı yanlışlardan biri<br />

çocuklarına portakal, mandalina, narenciye gibi<br />

besinlerle aşırı C vitamini verip, hastalıklardan<br />

korumaya çalışmaktır. Yeterli miktarda almak<br />

yararlıdır ama fazla C vitamininin hastalıklardan<br />

koruyucu bir özelliği yoktur. Çocuğun gerektiği<br />

kadar karbonhidrat, protein, süt ve süt ürünleri<br />

ile bol miktarda meyve ve sebze tüketmesi<br />

sağlanmalıdır. A vitamini, selenyum, demir ve<br />

çinko alımı da çok önemlidir. Tüm bu ihtiyaçlar<br />

her türlü doğal besinden karşılanabilmektedir,<br />

fazladan takviye alınmasına gerek yoktur.<br />

Spor yapan çocuklara dikkat!<br />

Ailelerin çocuklarını mevsim normallerine göre giydirmesi gerekmektedir. Çocuğu aşırı<br />

üşütmek, aşırı terletmek ve ona kalın giysiler giydirmekten kaçınılmalıdır. Soğuk kendi<br />

başına hastalık yapmaz ise de soğukta kalıp üşüyen vücut, mikroplardan daha kolay<br />

etkilenmektedir. Yorgunluk da hastalıklara yakalanma riskini artırmaktadır. Yorgun ve<br />

uykusuz olunan dönemlerde daha sık<br />

hasta olunmaktadır. Özellikle spor yapan<br />

çocukların yeterli oranda dinlenmesi ve<br />

beslenmesi gerekmektedir.<br />

Grip aşısı sadece gripten<br />

koruyor<br />

Grip; normal soğuk algınlığı, üst<br />

solunum yolu iltihapları ve nezleden<br />

farklı olarak yılda en fazla 1-2 defa<br />

geçirilebilecek bir hastalıktır. Grip<br />

hastalığı yüksek ateş, yaygın adale<br />

ağrısı yapan ve arkasından da orta kulak<br />

iltihabı, zatürre, beyin iltihabı gibi ağır ve<br />

tehlikeli hastalıklara zemin hazırlayabilen<br />

bir hastalıktır. Bu yüzden 6 aydan<br />

büyük çocuklara grip aşısı yapılmasını<br />

önermekteyiz. Ancak nasıl ki kızamık<br />

aşısı çocuğunuzu suçiçeğinden ya da<br />

menenjitten korumuyorsa; grip aşısının<br />

da soğuk algınlığından ve nezleden<br />

korumadığı gerçeği unutulmamalıdır.<br />

Grip aşısı olan çocuklar bir daha hiç<br />

hastalanmayacak diye düşünmek<br />

yanlıştır.<br />

Bitkisel ilaçların etkinlikleri<br />

kanıtlanmamıştır<br />

Bitkisel ilaçların hastalıklardan koruduğu<br />

bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Bu<br />

ilaçların da yan etkileri olabilmektedir<br />

ve özellikle karaciğere olumsuz etkileri<br />

vardır. Aileler çocuklarını hastalıklardan<br />

korumak için kulaktan dolma bilgilerle,<br />

içeriklerini bilmedikleri bitkisel ilaçları<br />

içirmemelidirler.<br />

Sigara dumanından uzak<br />

tutun<br />

Sigara, çocukların hastalık riskini<br />

artıracağı için sigara dumanından ve<br />

hava kirliliğinden çocukları uzak tutmak<br />

gerekmektedir. Kapalı ve kalabalık yerler de hastalıklar çok çabuk yayılacağından mecbur<br />

kalmadıkça bu ortamlardan çocukları uzak tutmak önemlidir.<br />

Doktora başvurulması gereken durumlar:<br />

• 3 aylık bebekte görülen her ateşlenmede mutlaka doktora gidilmelidir.<br />

• 3 aydan büyük bebeklerde, yüksek ateş, halsizlik, yeterince beslenememe ve ağızdan sıvı<br />

alamama gibi durumlar varsa mutlaka doktora götürülmelidir.<br />

• Çocukta, öksürükle birlikte yüksek ateş ve hışıltının olması, öksürüğün geceleri çocuğu<br />

uykudan uyandırması ve çok sık nefes alıyor olması, çocukları doktora gecikmeden<br />

götürmek için uyarıcı sebeplerdir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 9


GÜNCEL<br />

MEMORIAL KALİTESİ KAYSERİ’DE…<br />

Uğur Genç - <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO<br />

Türkiye’de kaliteli sağlık<br />

hizmetlerinin öncüsü olan<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu;<br />

İstanbul, Antalya ve Diyarbakır’dan<br />

sonra, şimdi de Kayseri’de…<br />

Her yıl yüz binlerce hastayı sağlığına kavuşturan,<br />

tıbbi, akademik ve teknolojik olanakları ile özel<br />

sağlık sektöründe ilklere imza atan <strong>Memorial</strong>;<br />

uluslararası mükemmellik anlayışı doğrultusunda<br />

hasta memnuniyeti odaklı kaliteli sağlık hizmetlerini,<br />

<strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong> ile İç Anadolu Bölgesi’ne<br />

taşıyor. <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç,<br />

Aralık sonunda hizmete girecek olan <strong>Memorial</strong><br />

Kayseri <strong>Hastanesi</strong> hakkında bilgi verdi.<br />

Sağlıkta Mükemmellik Anlayışı<br />

Ülkemiz sağlık sektörüne kalite ve hizmette mükemmellik anlayışı<br />

getiren grubumuz, <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong>’ni bölge hastanesi olarak<br />

konumlandırdı. Kayseri Hastanemiz uluslararası saygın ve güçlü akademik<br />

kadrosu, üstün teknolojisi, modern mimarisi ve dünya standartlarında<br />

etkin hasta bakımı ile İç Anadolu Bölgesi’nin ihtiyacı olan tüm sağlık<br />

hizmetini karşılayacak şekilde tasarlandı.<br />

İleri Teknoloji ve Kaliteli Sağlık Hizmeti...<br />

9. hastanemiz olan <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong>; 11 bin metrekarelik alan<br />

üzerine kurulu, toplam 119 yatak kapasitesi, modern mimarisi, üstün<br />

teknolojik donanıma sahip 5 ameliyathanesi ile İç Anadolu Bölgesi’nde<br />

kaliteli sağlık hizmetinin adresi olacak.<br />

<strong>Memorial</strong>’ın İstanbul, Antalya ve Diyarbakır’daki hastanelerinde kullandığımız ileri tıp teknolojisi ile donatılan hastanemiz, dünya<br />

standartlarında tanı ve tedavi üniteleri, radyoloji ve anjiyo servisleri ile Kayseri’de fark yaratacak.<br />

<strong>Memorial</strong>’ın tüm hastanelerinde bulunan PACS sistemi (filmsiz hastane özelliği) <strong>Memorial</strong> Kayseri’de de bulunuyor. Bu sayede <strong>Memorial</strong>’in<br />

Türkiye’de bulunan tüm hastaneleri arasında görüntüleme ve laboratuvar sonuçları ile vaka paylaşımları gerçekleştirilerek tıbbi sinerji<br />

yaratılacak. Artık bölge halkının ileri teşhis ve tedavi yöntemleri için, İstanbul ve diğer şehirlere gitmesine gerek kalmayacak.<br />

Kayseri’de Tüp Bebek Merkezi<br />

<strong>Memorial</strong> Kayseri Hastanemiz ile birlikte eş zamanlı olarak <strong>Memorial</strong> Kayseri Tüp Bebek Merkezi’ni de hizmete açıyoruz. Yıllardır dünyanın<br />

pek çok ülkesinde referans merkezi olarak kabul edilen <strong>Memorial</strong> Tüp Bebek deneyimimizi Kayseri’ye taşıyoruz. Kayseri’nin etik, başarı<br />

ve kalite standartları bizimle örtüşen en başarılı kurumu olan “Kayseri Tüp Bebek Merkezi”ni bünyemize kattık. Artık bu merkez <strong>Memorial</strong><br />

markası ile çocuk özlemi yaşayan ailelerin yanında olmaya devam edecek.<br />

10<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GÜNCEL<br />

MEMORIAL SAĞLIK GRUBU<br />

GENEL MÜDÜRÜ UĞUR GENÇ’E<br />

YILIN “EN BAŞARILI GENÇ<br />

GENEL MÜDÜRÜ” ÖDÜLÜ<br />

Capital Dergisi tarafından düzenlenen, Türkiye’deki en başarılı genç<br />

genel müdürün belirlendiği “Başarıya Yürüyenler” yarışmasının<br />

birincisi <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç oldu. ING Bank<br />

Türkiye Genel Müdürü Pınar Abay’ın ikinci, Master Card Güneydoğu<br />

Avrupa Genel Müdürü Mete Güney’in üçüncü olduğu yarışmada<br />

Türkiye’nin en önemli isimleri jüri üyeliği yaptı. Toplam 70 bin oy<br />

kullanılan yarışmada ilk 10 halk oylaması ile belirlendi. Jüri bu 10<br />

adayın başarılarına göre sıralamayı yaparak seçimi tamamladı.<br />

29 Kasım Perşembe günü Esma Sultan Yalısı’nda yapılan ödül töreninde<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç’e ödülü, Doğan Holding<br />

Onursal Başkanı Sn. Aydın Doğan tarafından verildi.<br />

Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan,<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç<br />

MEMORIAL ATAŞEHİR HASTANESİ’NE<br />

ULUSLARARASI TESCİL<br />

Sağlıkta uluslararası standartları belirleyen Joint Commission International (JCI)<br />

belgesini Türkiye’de ilk alan ve ülkemizde sağlık sektöründe kalitenin öncüsü<br />

olan <strong>Memorial</strong>’ın, Şişli ve Antalya hastanelerinden sonra <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />

<strong>Hastanesi</strong>’nin kalitesi de tescillendi.<br />

Modern mimarisi, ileri teknolojik olanakları, konforlu hasta odaları ve hasta<br />

memnuniyeti odaklı anlayışı ile dünya standartlarında hizmet sunan <strong>Memorial</strong><br />

Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>, JCI denetçileri tarafından yapılan değerlendirmenin<br />

sonucunda yüksek başarı ile “JCI Akreditasyon Belgesi”ni aldı.<br />

MEMORIAL<br />

DİYARBAKIR HASTANESİ<br />

1 YAŞINDA<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> hizmete açılışının 1. yılını kutladı.<br />

Seçkin akademik kadrosu, ileri teknolojiye sahip tanı ve tedavi<br />

üniteleri ve modern mimarisi ile sadece Diyarbakır’a değil tüm<br />

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne hizmet veren <strong>Memorial</strong> Diyarbakır<br />

<strong>Hastanesi</strong> tüm branşlarda SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur, Devlet<br />

Memurları (SGK) ve özel sağlık sigortalı hastalara hizmet sunuyor.<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> 1 yılını Diyarbakır ve bölge illerde<br />

gerçekleştirilen etkinliklerle kutladı.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 11


GENEL SAĞLIK<br />

PROSTAT BÜYÜMESİNDE UROLIFT<br />

“PROSTAT ASKILAMA” YÖNTEMİ<br />

Prof. Dr. Oğuz Acar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />

Prostat büyümesi, erkeklerde 40’lı yaşlarla birlikte doğal seyir gösteren<br />

bir durumdur. İdrar yapmayı zorlaştıran bu sorun, mesanenin tam olarak<br />

boşaltılabilmesi ve böbreklerin zarar görmemesi için mutlaka tedavi edilmelidir.<br />

Prostat askılama (Urolift) yöntemi, prostat büyümesinin tedavisinde günübirlik ve<br />

ameliyatsız bir girişimdir.<br />

Prostata yönelik her cerrahi girişim, prostattan doku çıkarılması veya buharlaştırılması şeklinde gerçekleştirildiği için, prostatın<br />

normal işleyişinde az ya da çok problemler yaratır. Ameliyat sonrası en çok; idrar kaçırma, cinsel fonksiyon bozukluğu<br />

ve kanamadan korkulur. İyi bir cerrahi ameliyatta kanama, idrar kaçırma ve sertleşme problemleri hemen hemen hiç<br />

görülmezken, ameliyat sonrası “kuru orgazm” olarak bilinen, cinsel temasta meninin dışarıya akmak yerine mesaneye kaçması<br />

oldukça sık görülen bir durumdur. Kuru orgazm sorunu, hastaları hem psikolojik ve cinsel açıdan rahatsız eder, hem de çocuk<br />

isteği olanlarda doğal yoldan çocuk sahibi olmak imkansız hale gelir.<br />

12<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

Prostat askılama ile ameliyatsız iyileşme şansı<br />

Prostatın içinden geçen idrar yolu büyümüş prostat nedeniyle sıkışır. Prostat askılama<br />

ile sıkışan bu doku çok küçük klipslerle iki yana asılarak, idrar yolunun genişletilmesi<br />

sağlanır. Bu, pencereyi kapatan perdenin kenarlara doğru asılarak camın görünür hale<br />

gelmesine benzetilebilir.<br />

Cinsel fonksiyonlar tam olarak korunur<br />

Prostat büyümesi 40’lı ve 50’li yaşlarda cerrahi girişim gerektirecek düzeylerde<br />

olduğunda, ameliyat sonrası sorunlar hastayı daha çok etkiler. “Prostat askılama”,<br />

özellikle cinsel fonksiyonlarını tam olarak korumak isteyen 40-65 yaş arası hasta<br />

grubu için ideal bir yöntemdir. Ayrıca özellikle başka hastalıkları nedeniyle kan<br />

sulandırıcı ilaçlar kullanan veya anestezi almayı engelleyecek ciddi hastalıkları<br />

bulunan ileri yaşlı hastalarda da birinci seçenek olarak uygulanabilir. Prostat büyümesi<br />

için ilaç kullanması gereken ancak kimyasal ilaçları hayat boyu kullanmak istemeyen<br />

hastalara da rahatlıkla önerilebilir.<br />

Yaş sınırı yok<br />

Prostat askılama yöntemi, en ileri yaştaki hastalar için bile uygun olan bir yöntemdir.<br />

Ameliyat komplikasyonları beklenmediği için, çok ileri yaşta ve kronik hastalıkları<br />

nedeniyle ameliyat olmasında sakınca bulunan kişilerde de belirli sınırlama olmaksızın<br />

kullanılabilir.<br />

Hastaya konfor sağlar<br />

• Prostat ameliyatında prostattan bir doku çıkarılır yani prostat dokusu çıkarılarak<br />

doku kaybı olur. Bu durum, prostat fonksiyonlarında değişikliklere yol açar. Oysa<br />

askılama yönteminde doku çıkarılmaz dolayısıyla yara oluşturulmaz ve prostat<br />

fonksiyonlarında herhangi bir değişiklik ortaya çıkmaz. Prostatın dokusu sıkışarak<br />

hacmi bu şekilde küçültülmüş olur.<br />

• Prostat ameliyatlarında hangi yöntem olursa olsun, bir yara oluşturulacağı için bu<br />

yaranın iyileşme sürecini beklemek gerekir. Bu süreç de zaman zaman hastalar için<br />

sıkıntılı olabilmektedir. Askılamada ise bir yara olmayacağı için hem hasta işlemden<br />

hemen sonra fayda görür hem de iyileşmesi beklenmek durumunda kalınan bir yara<br />

oluşmaz.<br />

• Prostat askılama, lokal anestezi altında 15 dakika içinde biten bir işlem iken<br />

ameliyatlar genellikle genel anestezi altında 1 saat süren operasyonlardır.<br />

• Hastanın ameliyattan yarar görmesi için, yaklaşık 15 günlük bir süreye ihtiyaç<br />

duyulurken, askılamada hasta işlemden hemen sonra yarar görmeye başlar.<br />

Ameliyata engel değil<br />

Hastaların, yaşamlarının bir döneminde prostat askılama yaptırmaları, daha<br />

sonra ameliyat olmaya karar verdiklerinde bu isteklerine bir engel teşkil etmez.<br />

İşlem hasta için bir süre sonra yeterli olamayacak hale gelirse, ardından ameliyat<br />

gerçekleştirilebilir. Yani gerektiği takdirde ameliyat her zaman ikinci seçenek olarak<br />

yerinde durur. Prostat askılamanın, ameliyatı yaklaşık 5-10 yıl ötelemesi bile, hayat<br />

kalitesinin 5-10 yıl bozulmadan devam etmesi manasına gelir ki bu durum özellikle<br />

genç hastalar için çok büyük önem arz eder. İlaç kullanımı ile ameliyat arasında bir<br />

“ara formül” özelliği taşıyan askılama yöntemi, bu anlamda hasta için çok önemli,<br />

zaman kazandıran, ilaç kullanımı ve ameliyatın problemlerinden kurtaran bir işlemdir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 13


KALP SAĞLIĞI<br />

ÇALIŞAN KALPTE BYPASS<br />

HASTAYA KONFOR SAĞLIYOR<br />

Op. Dr. Erdem Çetin - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

“Çalışan kalbe bypass”, kalbi durdurmadan ve hastayı kalp-akciğer pompasına bağlamadan<br />

gerçekleştirilen bir cerrahi yöntemdir.<br />

İşlem sırasında, koroner bypass ameliyatı tamamlanana kadar, kalp damarları içinde kan akımının<br />

devam etmesini sağlayan yöntemler kullanılarak, kalbin yapısının korunması sağlanmaktadır.<br />

Açık kalp ameliyatında oluşabilecek riskleri en aza indirir<br />

Çalışan kalbe bypass ameliyatı sırasında, cerrah özel yöntemler kullanarak, sadece üzerinde çalışacağı kalp bölgesinin hareketlerini azaltır.<br />

Bu sırada kalp, hem vücuda hem de kendisine kan pompalamaya ve yaşam için gerekli fonksiyonu oluşturmaya devam eder. Klasik açık<br />

kalp ameliyatlarından sonra; bilinç bozuklukları, davranış değişiklikleri, böbrek yetersizliği, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, mide ve<br />

bağırsak hareketlerinin azalması gibi düşük kan basıncına bağlı sorunlar gelişebilir. Böylelikle; kalp-akciğer pompasının kullanıldığı ve geçici<br />

olarak kalbin durdurularak devre dışı bırakıldığı “açık kalp ameliyatlarının” olası riskleri en aza indirilir.<br />

Çalışan kalbe bypass için uygun hasta<br />

seçilmeli<br />

Çalışan kalbe bypass işlemi;<br />

• Kalp kasılma fonksiyonları ileri derecede azalmış, kalpakciğer<br />

pompasını tolare edemeyecek hastalarda,<br />

• Daha önceden felç veya geçici iskemik atak (mini-felç)<br />

geçirmiş kişilerde,<br />

• İleri derecede böbrek yetersizliği olanlarda,<br />

• Kronik akciğer hastalığı bulunanlarda,<br />

• Tedavi olan veya tedavi edilmiş kansere yakalanmış<br />

hastalarda,<br />

• 70 yaş ve üstü hastalarda uygulandığında yararlı sonuç<br />

sağlar.<br />

Hastaya ayrıcalık ve konfor sağlar<br />

Çalışan kalbe bypass uygulaması, ameliyat sırasında ve<br />

sonrasında ortaya çıkabilecek riskleri en aza indirir. Bu<br />

işlem;<br />

• Kalp fonksiyonlarının daha iyi korunmasını sağlar.<br />

• Özellikle riskli hastalarda ameliyat başarısını artırır.<br />

• Hastanede kalış süresini azaltır.<br />

• Yoğun bakımda kalış ve solunum cihazına bağlı kalma<br />

süresini azaltır.<br />

• Hastanın ameliyat sonrası iyileşme süresini kısaltır.<br />

• Ameliyat sonrası halsizlik ve iştahsızlık gibi şikayetleri<br />

azaltır.<br />

• Akciğer, böbrek ve karaciğer yetmezliklerinin görülme<br />

ihtimalini en aza indirir.<br />

• Sinirsel-bilinçsel ve davranış bozukluklarının, en ağır<br />

haliyle felç şeklinde ortaya çıkan beyin hasarı riskini azaltır.<br />

• Kalbin kan ihtiyacını en aza indirir.<br />

• Göğüs kesilerinde, enfeksiyon risklerinin azalmasını<br />

sağlar.<br />

14<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


KALP SAĞLIĞI<br />

GÜNCEL TEDAVİ YAKLAŞIMLARI İLE<br />

TOPLARDAMARDA PIHTILAŞMAYA ETKİLİ ÇÖZÜM<br />

Op. Dr. Mert Dumantepe - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

Derin Ven Trombozu (DVT)<br />

vücudun, derin toplardamarları<br />

içerisinde pıhtı oluşumu ile<br />

seyreden bir durumdur. Pıhtılar,<br />

kanın akışkanlığının değiştiği ve<br />

kümeleşmeye eğilimin olduğunu<br />

gösterir.<br />

Yıllık olarak görülme sıklığı<br />

her 10.000 kişide 5-20 hasta<br />

arasında değişmektedir.<br />

Görülme sıklığı 60 yaş<br />

üzerinde %1’ e kadar<br />

yükselmektedir.<br />

Erken Tanı Ciddi<br />

Komplikasyonları Önler<br />

Toplardamarlardaki pıhtı hastalığının akut<br />

döneminde; ağrı, şişlik, kızarıklık gibi<br />

bulgulara rastlanmaktadır. Erken tanı ve<br />

doğru tedavi, ölümcül komplikasyon olan<br />

“akciğer embolisi” ve tekrar eden derin ven<br />

trombozu riskini yüksek oranda engeller.<br />

Hastalığın tedavi sonrası uzun dönem<br />

seyrinde ise; “Post-Trombotik Sendrom”<br />

(PTS) ve “Kronik Venöz Yetmezlik” hayat<br />

kalitesini etkileyen durumlar olarak ortaya<br />

çıkabilir.<br />

Geleneksel Tedavi Pıhtının<br />

Kendisini Eritmez<br />

Toplardamarda pıhtılaşmanın geleneksel<br />

tedavisinde ağız yoluyla kan sulandırıcı<br />

kullanılır. Kan sulandırıcı tedavi, pıhtı<br />

genişlemesini ve embolizasyonu (pıhtıdan<br />

kopan bir parçanın başka organlara<br />

gitmesini) etkin bir şekilde engeller; ancak<br />

pıhtının kendisini eritici etkisi yoktur.<br />

Kan sulandırıcı tedavinin en önemli yan<br />

etkisi, kanamalar olabilir. Bu durum<br />

yaşamı tehlikeye sokacak derecede de<br />

olabilir. Bazen kanama vücudun içerisinde<br />

olabilmektedir. Bunun için bu tedavinin<br />

uygulandığı hastalar düzenli olarak kan<br />

tahlili yaptırarak kanın sulanma oranını<br />

ölçtürmelidirler.<br />

Modern Tıp İle Pıhtı Eritici Çözüm<br />

Modern tıptaki gelişmeler ve kateter<br />

yöntemleri sayesinde erken dönemde<br />

direkt pıhtının içine girilerek, aktif şekilde<br />

pıhtı erimesi sağlanmaktadır. Kapak<br />

harabiyeti gelişmeden önce hastalar<br />

tedavi edilerek “Post Trombotik Sendrom”<br />

gidiş önlenebilmektedir. Bu yöntemler<br />

kateterlerle pıhtıyı eritici ilaçların tıkalı<br />

damara verilmesi, pıhtının kateterler<br />

yoluyla parçalanması ya da direkt<br />

aspirasyon kateterleri ile pıhtının çekilmesini<br />

içermektedir.<br />

Pıhtıların İçine Girilerek Eritilir<br />

“Ultrasonla Hızlandırılmış Kateterle<br />

Trombolitik Tedavi Sistemi” ile direkt<br />

olarak pıhtının içine girip aktif bir şekilde<br />

pıhtı eritme işlemi gerçekleştirilmektedir.<br />

Diğer kateter yollu trombolitik tedavi<br />

yöntemlerinden farklı olarak ultrason<br />

dalgalarının kullanılması, organize olmuş<br />

pıhtı liflerini ayırarak işlemin etkisi<br />

artırmaktadır. Kateter yollu trombolitik<br />

tedavi işlemi sırasında; trombolitik ilacın<br />

direkt pıhtının içine verilmesi ve sistemik<br />

trombolitik tedavide kullanılandan çok<br />

daha az miktarda olması sebebi ile kanama<br />

oranları kıyaslanmayacak derecede<br />

düşüktür.<br />

Akciğer Embolisi Atardamar<br />

Tıkanıklıklarında da Kullanılır<br />

Ultrasonik kateterle trombolitik tedavi işlemi<br />

sadece derin ven trombozlarında değil;<br />

akciğer embolisi, atardamar tıkanıklıkları<br />

ve yapay greft tıkanıklıklarında başarı ile<br />

kullanılmaktadır. Hastaların erken dönemde<br />

tedavi altına alınması çok önemlidir.<br />

Bekledikçe organize olup sertleşen pıhtının<br />

kateter yollu trombolitik tedavisi ile<br />

eritilme şansı günden güne azalmaktadır.<br />

Ultrason dalgalarının trombolitik tedaviye<br />

eklenmesi ile kronik dönemdeki pıhtılarda<br />

da başarı şansı artmaya başlamıştır.<br />

Yeni geliştirilen “Ultrasonla hızlandırılmış<br />

kateterle trombolitik tedavi”, arteriyel ve<br />

venöz tromboz durumlarındaki uygun hasta<br />

gruplarına tecrübeli merkezlerde etkin ve<br />

güvenli bir şekilde uygulanabilen bir tedavi<br />

seçeneğidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 15


KALP SAĞLIĞI<br />

EL BİLEĞİNDEN ANJİYO VE STENT<br />

SONRASI HASTA SPOR YAPABİLİR<br />

Prof. Dr. Erhan Babalık - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />

Kasıktan uygulanan anjiyo ve stent sonrası hastaların yaşadığı; en az 6-12 saat<br />

yatakta hareketsiz yatma, hastanede kalma ve aylarca kasık ağrısı çekme korkuları, el<br />

bileğinden yapılan işlemler sonrası tarihe karışıyor.<br />

Basit bir damar muayenesiyle, el bileği uygun olan hastalara uygulanan anjiyo sonrası, hasta<br />

kendi kıyafetleri ile yattığı anjiyo masasından kendi iniyor, bilgisayar kullanabiliyor, ertesi gün iş<br />

yaşamına dönebiliyor ve hatta spor bile yapabiliyor. Kalp damarlarında herhangi bir sorun tespit<br />

edilen hastalara ise; yine el bileğinden stent yapılabiliyor.<br />

El bileğinden anjiyo ve stent uygulayacak olan doktorun deneyimi ise çok önemli. Çünkü el bileği,<br />

hassas yapısı nedeniyle bir kez başarısız olan işleme ikinci bir şans tanımıyor. Bu nedenle doktorun<br />

tecrübesi kadar, bu işlemi tercih ederek sürekli hale getirmesi de başarıyı getiriyor.<br />

El bileği ve kasık damarından işlemin başarıları<br />

El bileğinden anjiyo, nabız ölçülen el bileğindeki damardan girilerek yapılır. Sonuçta elde edilen veriler, kasıktan yapılan işlemle aynıdır.<br />

Kasıktan yapılana göre çok daha kolay bir işlem olduğu için sonuçlarının daha az güvenilir olduğu yönündeki inanış, doğru değildir.<br />

İşlemin yalnızca gidiş yolu farklıdır. Kasıktan yapılan anjiyo ile bilekten yapılan anjiyonun sonuçları tamamen aynıdır. Anjiyo sonrası<br />

gerektiğinde yine el bileğinden stent de yapılmaktadır. El bileğinden yapılan stent işleminin başarısı da kasık damarından yapılan işlemle<br />

tamamen aynıdır.<br />

16<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


El bileğinden anjiyo ve stent hastaya konfor sağlar<br />

Kasıktan yapılan anjiyo sonrası, hastanın 6 saat kadar hastanede kalma ve yatakta hareketsiz yatma zorunluluğu vardır. Çünkü<br />

bölgenin hassas olması nedeniyle kanama riski vardır ve kasık damarı büyük olduğu için o bölgede meydana gelecek kanama,<br />

hayati tehlikeye neden olabilir. Kasıktan yapılan işlem sonrası kanama riski % 1, damar içinde kan toplanma riski ise %10’dur. Bazen<br />

işlemden sonra o damarın anevrizmalaşması sonucu küçük bir onarım da gerekebilir. El bileğinden yapılan anjiyo ve stent işlemleri<br />

sonrası hasta bu tür sorunlarla karşılaşmamaktadır. Bu işlemin en önemli avantajı, iki el bileğinin olmasıdır. Eğer bir bilekte ender de<br />

olsa sorun yaşanırsa, diğer bilekten her iki işlem de rahatlıkla yapılabilir.<br />

El bileğinden anjiyo ve stent sonrası;<br />

• Hasta, kıyafetleri ile yattığı anjiyo masasından kendi iner.<br />

• Hastanın hastanede kalma, 6-12 saat yatakta hareketsiz yatma zorunluluğu ortadan kalkar. Anjiyo ve stent işlemi sonrası hastanın<br />

yatak istirahatine gerek yoktur. Hastanede geçireceği ortalama 2-3 saatlik sürede, oturabilir, gazete okuyabilir, televizyon izleyebilir.<br />

Tuvalete gitmesi için birinin yardımına ihtiyaç duymaz, yatış zorunluluğu olmadığı için sonda takması gerekmez.<br />

• Hasta işlemden bir gün sonra hemen araç ve bilgisayar kullanabilir, yazı yazabilir, koşabilir, spor salonunda rahatlıkla spor yapabilir<br />

hale gelir.<br />

• Hasta, cerrahi müdahale gerektiren durumlardan ve karın içi kanama riskinden korunabilir.<br />

• El bileği, kasık bölgesi gibi hastayı rahatsız eden hassas bir bölge değildir. Bu nedenle işlem sosyokültürel açıdan da hastaya<br />

rahatsızlık vermeden yapılabilir.<br />

• El bileğinden yapılan anjiyo ve gerek görüldüğünde yapılacak stent işlemi, hastaların ameliyat psikolojisinden uzaklaşmalarını<br />

sağlamaktadır. Hasta açısından işlemin kabul edilebilirliğini artırmaktadır.<br />

• Her iki işlem de, hasta kadar doktora da konfor sağlar. İşlem sırasında kasığa bası uygulamak gibi mecburi işlemlere de gerek<br />

kalmaz.<br />

Obez hastalar için daha avantajlı<br />

Özellikle obez hastalarda kasıktan yapılan anjiyo işleminde<br />

kasık ve damar ile ilgili istenmeyen komplikasyonlar<br />

oluşmaktadır. Bunlar, ciddi ve geri dönüşümü zor olan<br />

durumlardır. Yakın zamanda kasık bölgesinden ameliyat<br />

geçiren ya da organ nakli olacak hastalarda, özellikle<br />

karaciğer hastalarının kanda pıhtılaşma sorunları bulunduğu<br />

için kasıktan yapılan anjiyo risk taşımaktadır. Kasıktan anjiyo<br />

sırasında kanama kontrolü sağlanamaması, hasta için hayati<br />

risk taşıyabileceğinden bu hastalar için el bileğinden anjiyo<br />

işlemi daha avantajlıdır.<br />

El bileğinden anjiyo ve stent deneyim gerektirir<br />

El bileğinden anjiyo ve stent yapacak olan doktorun bu<br />

konuda gerekli bilgi ve donanıma sahip olması çok önemlidir.<br />

Çünkü el bileğindeki damar, kasık damarından farklı<br />

özelliklere sahiptir. İşlemin yapılması için öncelikle damarın iyi<br />

tanınması gerekir. Eğer işlem bir kez başarısız olursa, damar<br />

yapısı itibariyle kendini kapatır ve o bölgeden bir kez daha<br />

işlem yapma şansını ortadan kalkar. Bu nedenle el bileğine<br />

hassas yaklaşılmalıdır. Yaklaşık 10 dakika süren anjiyo<br />

sonrası hastaya stent yapılmasına karar verilirse, takılacak<br />

olan stentin süresine göre değişkenlik gösteren bir işlem<br />

yapılmaktadır.<br />

El bileğinde dolaşım sorunu varsa öncelikli alternatif diğer el bileği<br />

El bileğinden stent işlemi sırasında kullanılan malzemeler, hastayı rahatsız etmemesi açısından ileri teknolojiye sahiptir ve konforludur.<br />

El bileğinin damarında ortaya çıkan bir sorun nedeniyle işlemin başarısızlığı durumunda, damar kendini kapatarak o bölgeden yeni bir<br />

işleme izin vermemektedir. Bu nedenle el bileğinden stent, sabır ve deneyim gerektirir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 17


GENEL SAĞLIĞI<br />

HIÇKIRIK CİDDİ HASTALIKLARIN<br />

BELİRTİSİ OLABİLİR<br />

Prof. Dr. Birsel Kavaklı – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />

Pek çoğumuz gün içinde aniden hıçkırmaya başlayabiliriz. Bazen nefesimizi tutar, bazen<br />

de su içerek bu istemsiz durumdan kurtulmaya çalışırız. Ancak sebepsiz sanılan ve<br />

uzun sürebilen hıçkırıklar beyin ve kalp gibi hayati organlardaki bir hastalığın<br />

habercisi olabilir.<br />

Çok hızlı yemek yemek, aşırı<br />

alkol ve sigara kullanmak<br />

hıçkırığa neden olabilir<br />

Hıçkırık, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu<br />

birbirinden ayıran ve “diyafram” adı verilen<br />

kasın istem dışı kasılmasını takiben ses<br />

tellerinin bulunduğu gırtlak bölgesinin<br />

aniden kapanmasıyla oluşur ve bu sırada<br />

bir `hık` sesi duyulur. Dakikada 10-30 kez<br />

tekrarlayabilen bu kasılmalar diyaframdan<br />

başka kaburgalar arasındaki kaslarda da<br />

saptanabilir. Hıçkırık çoğu zaman kısa<br />

süreli ve zararsızdır, sağlıklı kişilerde<br />

geçici bir rahatsızlık olarak ortaya çıkabilir.<br />

Küçük bebeklerde ve çok hızlı yemek<br />

yiyen, bu sırada hava yutan kişilerde<br />

görülen hıçkırık buna iyi bir örnektir.<br />

Aşırı gülme, gıdıklanma, fazla sigara ve<br />

alkol kullanılması, histeri, hava yutulması<br />

gibi organik bir hastalığa bağlı olmayan<br />

durumlarda da geçici hıçkırık ortaya<br />

çıkabilir.<br />

Sinir sistemi ve mide<br />

rahatsızlıkları ihtimalini göz ardı<br />

etmeyin<br />

Hıçkırık bazen günlerce-haftalarca<br />

kesilmeyip, hastayı ciddi şekilde rahatsız<br />

edebilir ve önemli bir hastalığın belirtisi<br />

de olabilir. Uzun süreli hıçkırıklar hastanın<br />

yemek yemesini, uykusunu, konuşmasını<br />

etkiler. Cerrahi girişim sırasında ve<br />

sonrasında ortaya çıkan hıçkırıklar da<br />

çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Hıçkırığın<br />

merkez sinir sistemi hastalıklarından mide<br />

hastalıklarına kadar çok farklı nedenleri<br />

olabilir.<br />

hıçkırık da geçer. Herkesi zaman zaman<br />

hıçkırık tutabilir ama reflüsü olan hastalarda<br />

daha sık ve uzun süreli görülür. Ancak<br />

her hıçkırık tutan kişinin reflüsü vardır<br />

denemez.<br />

büyümeleri, frenik sinirin travması, aşırı<br />

kalp büyümesi, kalp krizi ve yemek borusu<br />

tıkanıkları bu hastalıkların başlıcalarıdır.<br />

Zatürre ve akciğer zarları arasında sıvı<br />

toplanması da hıçkırığa neden olabilir.<br />

Diyafrağma kasının fıtıkları, karaciğer<br />

tümör ve apseleri, mide kanseri,<br />

dalak enfarktüsü, bağırsak tıkanıklığı,<br />

akut pankreatit gibi hastalıklarda<br />

hıçkırık saptanabilir. Ayrıca, üst batın<br />

operasyonları sonrasında da hıçkırık ortaya<br />

çıkabilir.<br />

Hıçkırığı geçirmek için pratik<br />

öneriler<br />

• Soluk elden geldiğince tutularak,<br />

diyafram yanıltılır ve yeniden normal<br />

soluklanma ritmine dönmesi sağlanır.<br />

• Buzlu su, limon suyu veya sirke içerek,<br />

gırtlaktaki glottis spazmı çözülebilir.<br />

• Meşrubatlar kesinlikle şişeden<br />

içilmemelidir.<br />

• Buruna bir tutam enfiye veya karabiber<br />

çekildiğinde oluşan hapşırık ardından<br />

gelen şok soluklanma, diyafram kaslarını<br />

etkileyerek yeniden normal soluklanma<br />

ritmine dönülmesini sağlar.<br />

• 2-3 adet kesme şeker veya 1 kahve<br />

kaşığı tuz yemek de olumlu sonuç<br />

verebilir.<br />

• Aç karnına birkaç karanfil çiğnemek,<br />

özellikle yaşlılarda iyi sonuç verir.<br />

• Yemek yerken acele edilmemeli ve<br />

konuşulmamalıdır. Genelde yavaş<br />

konuşmaya özen gösterilmelidir.<br />

• Aç karnına sigara kullanılmamalıdır.<br />

• Aşırı gülmekten kaçınılmalıdır.<br />

Reflü ve hıçkırık ilişkisine dikkat!<br />

Hıçkırık; menenjit, beyin içi kanama,<br />

beyin tümörleri ve beyindeki yaşlılıkla ilgili<br />

değişiklikler gibi merkezi sinir sistemini<br />

ilgilendiren hastalıkların bir bulgusu olabilir.<br />

Reflü hastalarında hıçkırık da olabilir. Bu<br />

kişiler uzun süre hıçkırık nöbetine tutulur ve<br />

başka reflü hastalığı belirtisi de göstermez.<br />

Bu hastaların reflüsü tedavi edildiği zaman<br />

18<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013<br />

Hıçkırık kalbinizi de işaret ediyor<br />

olabilir<br />

Hıçkırığın farklı nedenleri de bulunmaktadır.<br />

Her iki akciğer arasında kalan ve içinde<br />

kalbin de bulunduğu “mediyasten” ismi<br />

verilen bölgenin hastalıklarında hıçkırık<br />

gelişebilir. Buradaki lenf bezlerinin<br />

tüberküloz, kanser veya başka nedenlerle<br />

Uzmana başvurmanız gerekebilir<br />

Bu yöntemlerle giderilemeyen hıçkırık için<br />

sakinleştiriciler, kas gevşeticiler gibi çeşitli<br />

ilaçlar etkili olabilir. Boyundaki karotis<br />

damarına hekim tarafından masaj yapılması<br />

da denebilir. Geçmediği takdirde hekime<br />

başvurulmalıdır. Durdurulamayan hıçkırık<br />

için son çare frenik sinirin bir anestezik<br />

ilaçla veya cerrahi olarak blokajıdır.


GENEL SAĞLIK<br />

ŞEHİR YAŞAMI METABOLİK<br />

SENDROMU TETİKLİYOR<br />

Uz. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü<br />

Metabolik sendrom tanı kriterleri<br />

Bir kişide şeker hastalığı, şeker yükleme testi ile tespit edilebilen<br />

bozulmuş glukoz (karbonhidrat) toleransı; insülin direncinden en<br />

az biri bulunuyorsa ya da hipertansiyon, kan yağlarında bozulma<br />

(trigliserid yüksekliği veya iyi kolesterol düşüklüğü), karın<br />

bölgesinde obezite (vücut kitle indeksi’nin 30’dan büyük olması<br />

ya da bel çevresinin erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm den<br />

fazla olması) durumlarından da en az ikisinin bulunması metobolik<br />

sendrom tanısının konulmasında önemli kriterlerdir.<br />

Tedavide kilo kaybı önemli<br />

Metabolik sendromda en uygun tedavi yöntemi, kilo kaybı ve<br />

düzenli egzersiz için yaşam tarzının değiştirilmesi, sağlıklı beslenme<br />

ve gerekli koşullarda klinik hedeflere ulaşmak amacıyla ilaç<br />

tedavisinin başlanmasıdır. % 5-10’luk kilo kaybı bile metabolik<br />

sendromun tüm bileşenlerini kontrol altına alabilir. % 7’lik kilo kaybı<br />

ile birlikte düzenli fiziksel aktivite 4 yıl içinde şeker hastalığı gelişme<br />

riskini % 50 azaltmaktadır.<br />

Beslenmede doğru yağ kullanımı önemli<br />

Metabolik sendromda beslenme tedavisinin amacı; insülin direncini<br />

düzeltmek ve insülin direncine bağlı bozuklukları önlemektir.<br />

Tüketilen total yağ kalorinin %25-35 oranında tutulmalı, bunun<br />

da büyük kısmı zeytinyağı, fındık yağı ve kanola yağı olmalıdır.<br />

Soya, ayçiçeği ve mısırözü yağı daha az oranda tüketilmelidir.<br />

Genetik yatkınlık söz konusu<br />

olsa da, modern kent hayatının<br />

getirdiği hareketsiz yaşam ve<br />

yüksek kalorili beslenme ile tetiklenebilen<br />

metobolik sendrom; insülin direnciyle<br />

başlayan bel bölgesinde yağlanma,<br />

şeker hastalığı, kan yağlarında bozukluk,<br />

hipertansiyon ve koroner kalp hastalığı<br />

gibi hastalıkların birbirine eklenerek<br />

hayatı tehdit edebildiği endokrinolojik<br />

bir bozukluktur. Bu sendrom ayrıca<br />

“insülin direnci sendromu”, “sendrom<br />

x” ve “uygarlık sendromu” olarak da<br />

adlandırılmaktadır. Ülkemizde yapılan bir<br />

araştırmaya göre; 30 yaş ve üzerindeki<br />

9.2 milyon kişide metabolik sendrom<br />

mevcuttur ve koroner kalp hastalığı<br />

geçirenlerin %53’ü aynı zamanda<br />

metabolik sendrom hastasıdır. Ülkemizde<br />

metabolik sendrom görülme sıklığı<br />

erkeklerde %28, kadınlarda ise<br />

%40 gibi oldukça yüksek değerlerdedir.<br />

Omega-3 yağ asitlerinden zengin beslenmeli; yani deniz ürünleri,<br />

fındık, ceviz, badem, keten tohumu yağı tercihen tüketilmelidir.<br />

Karbonhidrat tüketimi toplam kalorinin %45-55’i olmalı ve daha<br />

çok tam tahıllar, meyve ve sebzeler, kuru baklagiller, tahıllı ve<br />

yulaf içeren kahvaltılıklar tercih edilmelidir. Kalorinin kalan kısmı<br />

proteinden alınmalıdır. Tercihen derisiz tavuk, hindi, yağsız et,<br />

yağsız veya düşük yağlı süt ürünleri gibi daha sağlıklı seçenekler<br />

tüketilmelidir.<br />

Aerobik egzersizleri yapılmalı<br />

Düzenli egzersiz insülin direncini düzelterek glukoz, lipid ve kan<br />

basıncı kontrolünü sağlar ve kalp-damar fonksiyonlarını düzeltir.<br />

Metabolik sendromda uygulanması gereken egzersiz modelleri<br />

de; yaşa, cinsiyete, vücut ağırlığına ve hastalıklara göre olmalıdır.<br />

Metabolik sendromlu bireylerde ağırlıklı olarak aerobik egzersiz<br />

modelleri uygulanmalıdır. Aerobik egzersiz örnekleri arasında; hızlı<br />

tempolu yürüyüş, düşük tempolu koşu, bisiklete binme, ip atlama,<br />

merdiven inip çıkma, yüzme sayılabilir. Egzersizin süresi günde<br />

en az 20 dakika, en fazla bir saat (ortalama günde yarım saat)<br />

olmalıdır. Yürüyüş egzersizinde mesafe ve süre giderek artırılmalıdır.<br />

Sabırlı olunmalı ve günlük antrenmanlar uzun bir sürede bir saate<br />

çıkarılmalıdır. İlk hedef tempolu ve düzgün adımlarla bir saat, ikinci<br />

hedef ise bir saatte 5 kilometre yürümek olmalıdır. Üçüncü hedef<br />

kendi yürüyüş rekorunuzu kırmak ve ömür boyu korumaktır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 19


HAYATIN İÇİNDEN<br />

ANNESİ OĞLUNA İKİNCİ<br />

KEZ HAYAT VERDİ<br />

7 yaşındaki Yiğit Yalçın, doğduğu günden itibaren<br />

karaciğer yetmezliği ile mücadele ediyordu. Henüz 2<br />

aylıkken cilt renginin sarı olması nedeni ile doktora<br />

gittiklerinde hastalığının tanısı konulmuştu. Günleri<br />

hastanede geçiyordu ama onu hiç bir şey anaokuluna<br />

başladığında arkadaşlarının kendisini dışlaması ve diğer<br />

velilerin “Yiğit yüzünden çocuklarımız da hastalanıyor”<br />

demesi kadar üzmedi. Bu yıl ise 1. sınıfa başlayacağı<br />

sırada aniden rahatsızlandı ve karaciğer nakline ihtiyacı<br />

olduğu ortaya çıktı. Yiğit, <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong><br />

Organ Nakli ve Genel Cerrahi Merkezi Başkanı Prof.<br />

Dr. Yalçın Polat ve ekibinin gerçekleştirdiği başarılı bir<br />

operasyon sayesinde annesinden aldığı karaciğerle<br />

yeniden hayata döndü. Şimdi ise okula gidebilmek<br />

için gün sayıyor.<br />

Yiğit’e karaciğeri ile ikinci kez hayat veren annesi Aysel Orhan nakil ile ilgili duygularını şöyle ifade etti:<br />

“Yiğit, için işimi bıraktım”<br />

Yiğit 2 aylıkken karaciğer yetmezliği olduğunu öğrendik. O an ben ve eşim Oran Yalçın için çok büyük bir yıkım oldu. Çocuğum daha hayata adım<br />

atarken hastalıkla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Zamanla durumu kötüleşince işi bırakmak zorunda kaldım. Yiğit’in daha özenli bir bakıma<br />

ihtiyacı vardı. Karaciğer yetmezliğinin yanı sıra kemik erimesi problemi ortaya çıktı. Hatta bir keresinde evde topla oynarken ayağını kırdı ve aynı<br />

anda iki sağlık sorunu ile mücadele etmek zorunda kaldık. Kemik erimesi yüzünden de ağrıları oluyor, düz yolda 5 dakika yürüyemiyordu.<br />

“Okulda diğer çocuklar tarafından dışlandı”<br />

Yiğit’in eğitiminden geri kalmaması için anaokuluna gönderdik. O, okula koşa koşa gidiyordu; ancak sarılık olduğu için renginden dolayı diğer<br />

çocuklardan farklı duruyordu ve diğer çocukların bakışlarına maruz kalıyordu. Aileler de çok anlayışlı olmadı. Şikayette bulunanlar bile oldu. Yiğit’i<br />

istemediler. Rahatsızlığı artınca da enfeksiyon riskinden koruyabilmek için okula göndermedik. Kuzenlerini gördüğünde hep “ben onlar gibi değilim”<br />

derdi. Yiğit’in çocuklarla iletişimi gerçekten çok kuvvetlidir. Onlarla konuşmak, oynamak için can atıyor. Hatta benden sürekli oyuncaklarını istiyor ve<br />

sokağı çıkıyor. Arkadaşlarına onunla oynamaları için oyuncaklarını veriyor.<br />

“İkinci kez hayat verebilmek ayrı bir mutluluk”<br />

Yiğit bu süre zarfında çeşitli hastanelerde tedavi gördü. Hastalığının farkındaydı. Zamanla artık durumu giderek kötüleşti. Nakil olabileceğini<br />

duyduğumuzda hemen verici oldum. Eşim kilolu olduğu için uyum sağlayamayacağını biliyorduk. Yiğit zaten canımdan bir parçaydı ancak ikinci kez<br />

onu hayata bağlamak bana ayrı bir mutluluk veriyor.<br />

“Kilo alması beni çok mutlu ediyor”<br />

Yiğit 7 yaşında ama ben onun her çocuk gibi düzenli kilo aldığını, büyüdüğünü göremedim. Nakil sonrası hızla iyileşti, günden güne daha da<br />

toparlıyor, kilo alıyor. Kilo alması beni çok mutlu ediyor. Artık iyileşip okula gideceği günleri görmek istiyorum. Bana sürekli polis olacağını söylüyor.<br />

Yakında o günleri de göreceğiz.<br />

Karaciğer naklini gerçekleştiren Prof. Dr. Yalçın Polat<br />

“Yiğit, karaciğer yetmezliği ile 2 aylık iken tanışmış. Bize geldiğinde son evre karaciğer yetmezliğindeydi. Annesi ve babası<br />

verici olmak istedi. Babasının tetkiklerinde karaciğer yağlanması olduğunu gördük, verici olmaya uygun değildi. Daha<br />

sonra annesinin verici olabilmesi için gerekli testler yapıldı. Test sonuçları tüm sistem fonksiyonlarının normal olduğunu;<br />

yani sağlık durumunun verici olmaya uygun olduğunu gösteriyordu. Annesinden alınan karaciğer ile gerçekleşen nakil<br />

sonrası Yiğit sağlığına kavuştu. Yiğit 7 yaşında olmasına rağmen yaşına göre oldukça sosyal bir çocuk. Şu an belirli bir süre<br />

enfeksiyon riski sebebi ile daha dikkatli ve özenli bir bakımı olacak. Ancak kısa bir süre sonra özlemini çektiği okuluna gidip<br />

istediği gibi arkadaşları ile koşup oynayabilecek.”<br />

20<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


KADIN SAĞLIĞI<br />

HER 8 BEBEKTEN BİRİ<br />

ERKEN DOĞUYOR<br />

Doç. Dr. Arda Lembet – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Her yıl 15 milyon bebek<br />

prematüre doğup,<br />

dünyaya erken merhaba<br />

derken, 1 milyonu da<br />

henüz 1 yaşına bile<br />

girmeden hayatını<br />

kaybediyor.<br />

Anne karnında ve yeni<br />

doğan dönemindeki bebek<br />

ölümlerinin önemli nedeni ise<br />

“erken doğum”.<br />

Erken doğum sonrası yenidoğan<br />

kayıpları çok fazla<br />

Türkiye, erken doğum görülme oranı %12 ile<br />

dünya sıralamasında 56. sırada yer almaktadır.<br />

Anne karnındaki ve doğumdan sonraki ilk<br />

ayda (yenidoğan döneminde) olan kayıpların<br />

%70’inden erken doğum sorumludur. 5 yaşına<br />

kadar olan çocuk ölümlerinin %40’ı yenidoğan<br />

döneminde olmaktadır ve burada da ilk<br />

sebep yine erken doğumdur. Tüm 5 yaş altı<br />

ölüm sebeplerinde erken doğum 2. sırada yer<br />

almaktadır.<br />

Bilinçlendirme ve eğitim ile kayıplar<br />

önlenebilir<br />

“Cerebral palsy” rahatsızlığı olan spastik<br />

çocukların %50’sinden, çocukluk çağı<br />

körlüklerinin de %30’undan “prematurite”<br />

sorumludur. Hem ülkemiz hem de tüm dünya<br />

için son derece ciddi olan bu problem; erken<br />

doğumun risk faktörleri, korunma yolları,<br />

tahmin ve tedavi yolları hakkında yapılacak<br />

bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları ile %75<br />

oranında azaltılabilmektedir.<br />

Bebeğinizi bekleyen sıkıntılara hazır<br />

olun<br />

Çok düşük ağırlıklı yani 750 gramın altındaki<br />

bebeklerin yaşama şansları günümüz modern<br />

tıp imkanları ile sağlanabiliyor olsa da; bu grup<br />

bebeklerin bir kısmında ileride okul başarısında<br />

düşüklük, görsel motor fonksiyon bozuklukları<br />

ve çeşitli sosyal uyum bozukluklarının ortaya<br />

çıkabileceği bilinmelidir. Çocukluk çağındaki<br />

nörolojik problemlere bakıldığında bunların<br />

%50’sinden prematüre doğumun sorumlu<br />

olduğu gözükmektedir.<br />

Erken doğumu tetikleyen nedenler<br />

• Rahim içi ve dışı enfeksiyonlar<br />

• Çoğul gebelikler<br />

• Amniyon mayiinin (zarın içindeki sıvı) fazla olması<br />

• Rahmin yapısal anormallikleri<br />

• Rahim iç tabakası içindeki kanamalar<br />

• Genetik faktörler<br />

Anne yaşı 17’nin altında ve 35’in<br />

üzerinde ise dikkat!<br />

Anne yaşının 17’nin altında ya da 35’in<br />

üzerinde olması, önceki doğumun erken<br />

doğum ile sonlanması, vajinal kanama, stres,<br />

düşük sosyoekonomik durum, sigara ve diğer<br />

kötü alışkanlıklar, anne ağırlığının düşüklüğü,<br />

çalışma şartlarının aşırı ağır olması, gebeliğe<br />

eşlik eden iyi kontrol edilmemiş sistemik<br />

hastalıklar (diyabet, kalp, böbrek ve tiroid<br />

hastalıkları vb.), bazı hamilelikte görülen<br />

vajinal ve sistemik enfeksiyonlar erken doğum<br />

için risk oluşturabilmektedir.<br />

Erken doğum tahmin, tedavi ve<br />

korunma programı<br />

“Erken doğum tahmin, tedavi ve korunma”<br />

programı olarak tanımlanan programlar<br />

sayesinde özellikle erken doğum eylemi için<br />

risk taşıyan gebeleri takip ederek, önem<br />

alınabilmektedir. Bu hasta grubunda gebelik<br />

başında ve hatta öncesinde başlatılan<br />

takip protokolünde, hastaya bireysel riskin<br />

değerlendirildiği periyodik ve sık izlem<br />

yöntemini uygulamaktadır. Bu aşamada<br />

hastalar davranışsal, demografik (yaş,<br />

doğum sayısı, önceki gebelik hikayesi, sigara<br />

vb.), beslenme, mevcut gebelik ve biyofizik<br />

(rahim ağzı açıklığı ve ultrasonografik<br />

bulgular) özelliklerine göre gruplandırılıp<br />

değerlendirilmektedir.<br />

Tüm gebeler rahim uzunluğu ölçümü<br />

yaptırmalı<br />

Tüm hamilelik süreçlerinde erken doğumu<br />

tahmin ve engellemede izlenecek yol rahim<br />

uzunluğu ölçümü ile tarama gerçekleştirmektir.<br />

Çünkü erken doğuma giren hastaların yarısında<br />

geçmişinde bir risk faktörü bulunmamaktadır.<br />

Erken doğum önceden bilmek zor<br />

ama imkansız değil<br />

Erken doğumun önceden tahmin edilip<br />

saptanması zordur. Bunun başlıca nedeni<br />

erken doğumun ilk bulgu ve belirtilerinin<br />

normal gebeliklerde de görülebilmesi ve bu<br />

nedenle hastaların şikayetlerinin bir kısmının<br />

yeterince iyi değerlendirilememesinden<br />

kaynaklanmaktadır. Rahim ağzı (serviks)<br />

açıklığının muayene ile değerlendirilmesi,<br />

hastanın ağrılarının sıklığı ve süresi,<br />

ultrasonografik yöntemler, anne kanı ve<br />

amniyon mayi içindeki birtakım biyokimyasal<br />

belirteçler erken doğum tahmininde kullanılan<br />

yöntemler arasındadır. Bu yöntemler ile hem<br />

erken doğum klinik bulguları ortaya çıkmadan<br />

risk grubundaki hastalar saptanabilir hem de<br />

erken doğum eylemi ile başvuran hastaların<br />

tanısı ve ileri değerlendirmesi mümkün<br />

olabilmektedir.<br />

Risk taşımayanlar da erken doğum<br />

yapabilir<br />

Erken doğumun tüm nedenleri bilinmemektedir.<br />

Bu nedenle yüksek risk taşımayan hastalar da<br />

erken doğum yapabilmektedirler. Ancak önceki<br />

gebeliklerin erken doğumla sonlanmaması ve<br />

gebelik izlemi boyunca tetkik, inceleme ve<br />

genel sağlık halinin iyi gittiği durumda bu risk<br />

çok daha aşağı çekilmektedir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 21


GENEL SAĞLIĞI<br />

İNME HAKKINDA<br />

BİLİNMESİ GEREKENLER<br />

Doç. Dr. Yakup Krespi - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> İnme Araştırma ve Rehabilitasyon Ünitesi Başkanı<br />

İnmesiz bir hayat mümkündür.<br />

İnme önlenebilen en önemli<br />

nörolojik hastalıktır.<br />

İnme bulguları nelerdir?<br />

İnme bulguları özellikle bir vücut yarısındaki yüz, kol veya bacakta<br />

uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük, ani başlayan nedeni bilinmeyen<br />

şiddetli baş ağrısı, bilinç bulanıklığı veya bilinç kaybı, bir ya da<br />

iki gözde ani görme kaybı, görme azlığı, konuşma bozukluğu<br />

veya konuşamama, baş dönmesi, dengesizlik şeklinde kendini<br />

gösterebilir. Burada anahtar nokta, belirtilerin aniden ortaya çıkmış<br />

olmasıdır.<br />

İnme tek bir hastalık mıdır?<br />

İnme 3 tipte ortaya çıkar. Bunlar: İskemik inme (beyin damar<br />

tıkanması), hemorajik inme (beyin kanaması) ve subaraknoid<br />

kanamadır (beyin kanaması) Tüm inmelerin %80’i iskemik, %20’si<br />

de kanamaya bağlıdır.<br />

İnmenin risk faktörleri nelerdir?<br />

İskemik inmede değiştirilemeyen risk faktörleri; yaş, cinsiyet, ırk<br />

ve kalıtsal özelliklerdir. İnme genellikle 60 yaş üstü erkeklerde daha<br />

sık görülür. Asıl önemli olan risk faktörleri değiştirilebilir olanlarıdır.<br />

Bunlar kalp krizine yol açan risk faktörleri ile aynıdır. Hipertansiyon,<br />

sigara, şeker hastalığı ve yüksek kolesterol bunların başında yer<br />

almaktadır. İskemik inmenin bu hastalığa özgü diğer risk faktörleri<br />

içinde özellikle kalp hastalıkları gelmektedir. Kalp krizi geçiren veya<br />

ritim bozuklukları olan hastalarda kalbin içinde oluşan pıhtılar beyin<br />

damarlarını tıkayabilir ve iskemik inmeye yol açabilir.<br />

Yetersiz ve dengesiz beslenme, şişmanlık ve fiziksel<br />

aktivite azlığı felç geçirme riskini artırır mı?<br />

Şişmanlık ve fiziksel aktivite azlığı ile gelen metabolik sendrom,<br />

kalp ve beyin damar hastalıkları için en önemli riski oluşturan<br />

durumlardan biridir.<br />

İnme tedavi edilebilen bir hastalık mıdır?<br />

İnme geliştikten sonra erken tanı konulması ve tedaviye başlanması<br />

hayati öneme sahiptir. Damar tıkanıklıklarında en önemli yöntem,<br />

trombolitik (pıhtı çözücü) ilaç tedavisidir. Bu ilaçlardan biri olan<br />

“Rekombinan doku plazminojen aktivatörü” (rTPA) ilk 4,5 saat<br />

içerisinde görülen hastalara toplardamar yoluyla uygulanabilir.<br />

Bazı koşullarda 6 saate kadar da pıhtı çözücü ilaç verilebilir. İlk<br />

4,5 saatten sonra hastaneye başvuran gecikmiş hastalar acilen<br />

anjiyografi laboratuvarına alınır ve kateter yöntemi ile tıkalı<br />

damarlara ulaşır. Daha sonra tıkalı damar içindeki pıhtı, rTPA ile<br />

eritilir veya özellikli birtakım kateterler yardımıyla parçalandıktan<br />

sonra emilerek dışarı alınır. Ülkemizde de yeni uygulanmaya<br />

başlanan çok özel bir yöntem ile tıkalı bölgenin içine özel<br />

stentler ile girilerek, hızlıca damar açıldıktan sonra pıhtı dışarı<br />

çekilip alınmaktadır. Bu yöntem ile tıkalı damarlar %90 oranında<br />

açılabilmektedir.<br />

Zamanında ve doğru merkezde gerçekleşen inme<br />

tedavisinde başarı şansı nedir?<br />

Pıhtı eritici tedavi alan hastanın diğer inme hastalarına göre sakatlık<br />

ve başkalarına bağımlı yaşama riski göreceli olarak %30 azalır. İlk<br />

4,5 saatte pıhtı eritici tedavi alan her 7 hastanın biri tamamen iyileşir.<br />

Tedavi ilk 1,5 saatte yapılmış ise tedavi edilen her 3 hastadan biri<br />

tamamen iyileşmektedir. Tedavi yalnız felci ortadan kaldırmakla sınırlı<br />

değildir. Hasta eski hayatına, işine, ailesine, sosyal faaliyetlerine<br />

geri dönebilir. Hastalara bu tedavi seçeneğini sunabilmek yalnızca<br />

toplumun inme konusunda bilinçlenmesi, bu hastalığı acil ve tedavi<br />

edilmesi mümkün bir durum olarak algılayabilmesi ile mümkün<br />

olacaktır.<br />

İnme Merkezi ne demektir?<br />

İnme geçiren hastanın nerede ve nasıl tedavi ve bakım gördüğü<br />

önemlidir. Pıhtı eritici tedaviden sonra inmeli hastaların tedavisinde<br />

son yıllarda sağlanan en önemli gelişme, hastaların erken dönemde<br />

kalp krizi geçiren hastaların yatırıldığı koroner yoğun bakım<br />

ünitelerine benzer şekilde yapılandırılmış “İnme Üniteleri”nde bakım<br />

ve tedavi gördüklerinde belirgin fayda sağlanmış olmasıdır. Bu<br />

merkezlerde ayrıca hastalara rehabilitasyon olanakları sağlanmakta<br />

ve inmeye yol açan neden saptandıktan sonra gerekli koruyucu<br />

tedavilere başlanmaktadır. Hasta ve ailesine psikolojik destek hizmeti<br />

verilmekte, hastane sonrası tedavi ve rehabilitasyon programı da<br />

hazırlanmaktadır.<br />

Felçli kalmak, günümüzde yeterli tedavi olanaklarından<br />

faydalanamamış olmakla eş anlamlıdır. Doğru zamanda tıkalı damarı<br />

açılan, uygun tıbbi bakım, destek, rehabilitasyon ve inme tekrarından<br />

koruyucu tedavi alan her 3 hastanın 2’si inmesinin<br />

3. ayında bağımsızlığına geri kavuşmaktadır.<br />

22<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

BOYUN FITIĞINA<br />

GÜNÜBİRLİK TEDAVİ<br />

Doç. Dr. Halit Çavuşoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Nöroşirürji Bölümü<br />

Boyun fıtığı, hastaların günlük yaşantısını etkileyen ağrılı bir hastalıktır. Boyunda oluşan<br />

fıtıklar, yapısına ve hastanın özelliklerine göre medikal ve cerrahi birçok yöntem ile tedavi<br />

edilebilmektedir.<br />

Boyun fıtığı nasıl ortaya çıkar?<br />

Omurga dikey yönde etki yapan vücut ağırlığı ve dış kuvvetlere karşı<br />

koymanın yanında hareket fonksiyonunu da yürütmek durumundadır.<br />

Bu yüzden sabit kalmak ve hareketli olmak gibi çatışan iki özelliğe<br />

sahip olmalıdır. Bu ikili özellik, omurganın bölümlü yapısı ve omurlar<br />

arasındaki diskler tarafından sağlanır. Diskler dikey yönde, yana eğilme<br />

ve dönme sırasında uygulanan kuvvetleri emerler. İnsanoğlunun iki<br />

ayak üzerindeki duruşu da disk üzerine yansıyan kuvvetleri artırır.<br />

Sonuç olarak omurlar arasındaki diskler yaşla belirginleşmek üzere<br />

her insanda az ya da çok yıpranırlar. Yük emme yetenekleri ve<br />

dayanıklılıkları azalır, fıtıklaşma gelişebilir. Boynumuzun fazla ağırlık<br />

taşımamasına rağmen, hareketli yapısı nedeniyle bozulması ve<br />

disk fıtığı görülme sıklığı yüksektir. Boyun bölgesinde her omur, cismi<br />

hizasından çıkan sinirlerde kola ve sırta yayılarak, bu bölgelerin duyu<br />

ve hareketini sağlar. Omurgalar arasındaki disk dokusunun jelatin<br />

kıvamındaki iç kısmının, daha kuvvetli bir bağ dokusundan oluşan dış<br />

kısmı yırtarak omurilik ve sinirlere bası yapması sonucu boyun fıtığı<br />

ortaya çıkar.<br />

Genç yaşta daha sık görülüyor<br />

Boyun fıtığı omurilik ve sinir köklerini etkileyen, en sık 30 ve 40’lı<br />

yaşlarda rastlanılan hastalık grubudur. Belirtileri fıtığın yerine, hastalığın<br />

süresine ve ciddiyetine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Hastalar<br />

genellikle tek taraflı, kola doğru yayılan bir ağrıdan rahatsızlık duyarlar.<br />

Ağrı parmak uçlarına kadar yayılır ve uyuşma ile beraber olabilir.<br />

Ağrının yayıldığı kolda kuvvet kaybı olabilir. Hastalar ellerine aldıkları<br />

ağır cisimleri yere düşürmekten şikayet ederler. Eğer bası daha da<br />

ilerlerse yürüme güçlüğü ve dengesizlik de oluşur. Hatta hasta idrarını<br />

ve dışkısını tutamaz hale gelir.<br />

Mutlaka doktora başvurun<br />

Ağrı ve uyuşukluğun sıklaşması ve belirli sürede yatak istirahatı<br />

ile geçmemesi durumunda mutlaka bir beyin ve sinir cerrahına<br />

başvurulması gerekir. Detaylı öykü alma ve fiziksel muayenenin önemi<br />

çok büyüktür, sadece bunlarla tanı koymak bile mümkündür. Ama<br />

görüntüleme teknikleri ile de boyun fıtığının varlığını teyit etmek ve<br />

seviyesini saptamak gereklidir. Kesin teşhis için MR çektirilir. Yapılan<br />

muayene ile sinir tahribatına ait bulgular yoksa hastaya mutlak yatak<br />

istirahati, ağrı kesici kullanımı ve fizik tedavi önerilir. Ancak sinir<br />

tahribatına ait bulgular olması ve diğer tedavi yöntemlerinin başarısız<br />

kaldığı durumlarda cerrahi tedavi uygulanır.<br />

Omurganın hareketini korumak çok önemli<br />

Şikayet oluşturan boyun fıtığına yapılan cerrahi tedavinin amacı;<br />

omurilik ve buradan çıkan sinirlerin sıkışıklığını giderirken, birçok<br />

anatomik yapıyı ve boyun omurgasının biyomekanik fonksiyonunu<br />

(yük taşıyabilme ve hareket edebilme) korumaktır. Geleneksel<br />

cerrahi yöntemler geniş alanda normal doku tahribatına neden olur.<br />

Böylece omurilik ve sinir dokusu rahatlatılmakla beraber omurganın<br />

fonksiyonunun bozulmasına yol açar. Sonuçta hastaya ek olarak kafes,<br />

plak-vida vb. ameliyatı yapılmasını zorunlu kılar. Omurganın fıtık<br />

seviyesindeki bölümünü hareketsiz hale getiren bu ameliyat tekniğinin;<br />

süresinin uzun olması, fazla miktarda kan kaybı ve ameliyat sonrası<br />

ağrılı ve uzun iyileşme süreci, yüksek oranda başarısızlık, uzun vadede<br />

diğer disklerde fıtıklaşmalara yol açması bu yöntemlerin dezavantajıdır.<br />

Diğer yandan hareketli bölümü koruma amacıyla geliştirilen disk<br />

protezi de istenileni verememiştir. Uzun dönemde protezlerin hareket<br />

kabiliyetini kaybettikleri izlenmektedir.<br />

Ameliyattan 4 saat sonra taburcu olabilirsiniz<br />

Radyolojik görüntüleme yöntemlerindeki (MR) gelişmeler boyun<br />

fıtığına yol açan yumuşak ve kemik dokuların ayrıntılı tespitinde<br />

faydalıdır. Mikrocerrahi yönteminde 1,5 cm.lik cilt kesisi yapılır. Doğal<br />

doku planları kullanılarak disk mesafesine girilerek omurilik ve sinir<br />

dokuları rahatlatılır. Omurganın yük taşıyabilme ve hareket edebilme<br />

gücü bozulmadığı için hasta ameliyattan 3 saat sonra yürütülür<br />

ve ameliyattan 4 saat sonra taburcu olabilir. Hastanın boyunluk<br />

kullanmasına gerek kalmaz. Dikiş yoktur, 2 gün sonra pansuman<br />

çıkarılıp banyo yapılabilir. Ameliyat sonrası hastanın oturması, yürümesi,<br />

merdiven inip çıkması serbesttir. Ameliyattan 2 hafta sonra da egzersiz<br />

programı başlatılır. Bu minimal invaziv cerrahi yani girişimsel yöntemle<br />

boyun fıtığı ameliyatlarında alınan sonuçlar son derece başarılıdır. Bu<br />

ameliyat tekniği hastaların çok korktukları diğer ameliyat tekniklerine<br />

oranla; kanamanın olmaması, çok kısa sürede sosyal yaşantıya dönüş<br />

imkanı sağlaması ve ameliyat konforu nedeni ile özelikle önerilmektedir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 23


ÇOCUK SAĞLIĞI<br />

ÇOCUKLUK ÇAĞI AĞRILARI<br />

CİDDİYE ALINMALI<br />

Op. Dr. Kemal Gökkuş – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />

Çocuklarda büyüme çağında görülen bacak ağrıları hangi durumda sadece “büyüme ağrısı” olarak<br />

değerlendirilmeli hangi durumda ciddiye alınmalıdır?<br />

3 - 12 yaş aralığında bulunan çocuklarda sıklıkla görülen büyüme ağrılarının başlıca ayırıcı özellikleri; eklemle<br />

bağlantılı ağrılar olmamaları, aralıklarla gelmeleri, sıklıkla geceleri oluşmaları ve bacaklarda iki taraflı olarak diz ve<br />

çevresinde hissedilmeleri olarak tanımlanabilir.<br />

Büyüme ağrısı basit bir masajla<br />

iyileşebilir<br />

Büyüme ağrılarında uyluk kemiğinin dize<br />

yakın kısmı (alt kısmı) ve incik kemiğinin<br />

dize yakın kısmında (üst kısmı) her iki<br />

bölgede de ağrı hissedilir. Bacaklarda<br />

ve bazen ayak bileğinde de ağrı olabilir.<br />

Büyüme ağrısı selim (iyi davranışta)<br />

karakterde kendi kendini sınırlayan,<br />

çoğu zaman basit masajla ve çocuğa<br />

gösterilecek şefkatle iyileşen ağrılardır.<br />

Çocukları beden eğitimi<br />

derslerinden uzaklaştırmaya<br />

gerek yok<br />

Gergin aile ortamı, sevgisizlik gibi<br />

faktörlerin büyüme ağrılarını tetiklediğini<br />

gösteren bilimsel çalışmalar vardır.<br />

Büyüme ağrılarının tanısı röntgen ve<br />

laboratuvar testleri yapıldıktan sonra<br />

konulmaktadır. Anne ve babaları<br />

rahatlatacak iyi karakterli bir ağrı<br />

olan büyüme ağrılarının tedavisinde<br />

herhangi bir aktivite kısıtlamasına<br />

gerek duyulmamaktadır. Çocuğun<br />

okula gitmesinde ya da beden eğitimi<br />

derslerinden mahrum bırakılmasına gerek<br />

yoktur.<br />

Ağrının diğer önemli<br />

hastalıklardan kaynaklanmadığı<br />

tespit edilmeli<br />

Çoğu zaman basit bir masaj ve çocuğa<br />

gösterilecek şefkat ile iyileşen büyüme<br />

ağrılarının çocuklarda gelişebilecek diğer<br />

bacak ağrılarından ayrıştırılması ise büyük<br />

önem taşımaktadır. Çocuklarda bacak<br />

ağrıları kemik tümörleri ve hematolojik<br />

hastalıkların tümörlerine işaret edebileceği<br />

gibi eklem iltihabı, romatizmal eklem<br />

hastalıklarının tanısında da önemli bir<br />

bulgu olarak değerlendirilmektedir.<br />

Büyüme ağrısını diğer ağrılardan ayrıştırmada çeşitli<br />

kıstaslar bulunmaktadır:<br />

• Büyüme ağrılarında çocuklar sürekli farklı eklem noktalarının ağrılarından yakınabilmektedir.<br />

Eğer ağrı hep aynı noktada ise; bu noktada şişlik, hassasiyet ve aksama söz konusuysa bu<br />

ağrı büyük olasılıkla büyüme ağrısı değildir.<br />

• Ayrıştırmada özellikle dikkat edilmesi gereken bir diğer konu, çocuğun herhangi bir travma<br />

yaşayıp yaşamadığını sorgulamaktır. Örneğin çocuğun parkta oynarken bir yerden düşüp<br />

düşmediği, spor yaparken yaralanıp yaralanmadığı öğrenilmelidir.<br />

• Bazen kalçada femur başında olan büyüme plağından başın kayması (femur başı epifiz<br />

kayması), perthes hastalığı veya kalçanın sinoviti gibi durumlar da dizde yansıyan ağrı yapar.<br />

Ancak bunların tamamında hem öykü farklıdır ve aynı zamanda aksama eşlik eder.<br />

• Kemik tümörleri ve hematolojik hastalıkların tümörlerinin önemli bir kısmı çocukluk çağında<br />

sık görülür. Bu nedenle ayırıcı tanıda mutlaka dışlanmalıdırlar.<br />

• Septik artirit (eklem iltihabı) romatizmal eklem hastalıklarında ise ayırt etmek kolaydır. Bu<br />

hastalıklarda tablo, öykü ve laboratuar testleri ayırt etmede yardımcıdır.<br />

• Yansıyan ağrılar, özellikle kalça ve belden vuran ağrılarda gerçek hastalığın kaynağı<br />

araştırılmalıdır. Bel ve kalça bölgesi dikkatle muayene edilmeli, gerekirse laboratuvar testleri<br />

ve röntgen istenmelidir.<br />

24<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

ORTOPEDİK RAHATSIZLIKLARDA<br />

PRP TEDAVİSİ<br />

Op. Dr. Arda Çınar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />

Toplumda özellikle<br />

cilt gençleştirme<br />

işlemi olarak bilinen<br />

PRP (Platelet Rich<br />

Plazma) işlemi,<br />

ortopedik problemlerin<br />

tedavisinde de<br />

kullanılmaktadır.<br />

PRP; diş ve plastik<br />

cerrahi gibi tıbbın farklı<br />

branşlarında tedavi amaçlı<br />

olarak kullanılmasının<br />

yanı sıra; spor ve kas<br />

yaralanmaları gibi pek çok<br />

ortopedik rahatsızlıkta da<br />

ilk tedaviden sonra olumlu<br />

sonuç vermektedir.<br />

PRP kök hücre tedavisi etkisi ile iyileşmeyi hızlandırır<br />

PRP, hastanın kendi kanından özel bir yöntemle elde edilen, içinde birçok büyüme faktörünün bulunduğu plazmanın problemli bölgeye<br />

enjekte edilmesi ile yumuşak doku ve kemik iyileşmesini hızlandıran bir yöntemdir. PRP bir kök hücre tedavisi değildir. Fakat dolaylı<br />

olarak kök hücreler üzerinden çalışılır. Kanda pıhtılaşmadan sorumlu hücreler olan trombositlerin içindeki çeşitli büyüme faktörleri;<br />

tendonlar, kıkırdaklar ve kemiğe uygulandığında iyileşmeyi hızlandırmaktadır.<br />

Ortopedik rahatsızlıkların tümünde kullanılır<br />

Bu tedavi halk arasında kireçlenme olarak da bilinen artroz, tenisçi dirseği, tendon iltihaplanması, topuk dikeni gibi kronik yaralanmalara<br />

uygulanmaktadır. Tüm bunlarla birlikte; kas ve spor yaralanmalarında, cerrahi işlem süreçlerinde ( protez ve el cerrahisi gibi) dokunun<br />

iyileşmesini hızlandırıcı ve uyarıcı etkisinden de faydalanılmaktadır.<br />

Kişinin kendi kanı yan etkiye neden olmaz<br />

Trombositler aynı zamanda doku hasarını ve kemik iyileşmesini sağlayıcı özellikteki büyüme faktörlerini de salgılamaktadır. PRP işlemi;<br />

kıkırdak, kemik ve tendonların kendini yenilemesine yardım ederek, kişinin spora dönüş süresini hızlandırmaktadır. Yaralanan bölgeye<br />

işlem sırasında kişinin kendi kanı verildiği için, diğer enjeksiyon yöntemlerine göre yan etkisi bulunmamaktadır.<br />

İlk uygulamada hastaya yarar sağlar<br />

İşlem lokal anestezi ile ağrısız olarak gerçekleşmektedir. Hasta, ilk seansta işlemden yarar görmeye başlar. Genelde tek uygulama yeterli<br />

olmaktadır. Fakat bazı durumlarda işlem birden fazla tekrarlanabilir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 25


GENEL SAĞLIK<br />

HASTA BİNA SENDROMU PLAZA<br />

ÇALIŞANLARINI TEHDİT EDİYOR<br />

Uz. Dr. Füsun Soysal - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />

K<br />

apalı ofisler ve plazalar artık<br />

hayatımızın değişmez bir parçası.<br />

Yaşamımızın büyük bir bölümünü<br />

geçirdiğimiz ofisler hangi<br />

hastalıklara davetiye çıkarıyor?<br />

Sürekli baş, sırt ve boyun ağrıları,<br />

burun tıkanıklığı, kas spazmları<br />

bunlardan bazıları… Özellikle plazalarda<br />

çalışanlarda sık görülen “Hasta bina<br />

sendromu”, işyeri ortamında görülen en<br />

önemli alerjik hastalıklar arasında yer<br />

alıyor.<br />

Medeniyet alerjiyi tetikledi<br />

Günümüzde “Medeniyet hastalığı” olarak bilinen alerji; kentleşme<br />

ve teknolojinin artması ile yoğunlaşan önemli bir hastalıktır. İş<br />

ortamlarının toplu çalışılan, kapalı ve dar alanlardan oluşması,<br />

açık sahada çalışmaktan ofiste yaşamına dönüş, halı döşemeler,<br />

katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesi, ofislerde<br />

kullanılan havalandırma ve ısıtma sistemi gibi faktörler sonucu<br />

alerjik hastalıklar, endüstrileşmiş bölgeler ve kentlerde daha sık<br />

görülmektedir. Özellikle plazalarda çalışanları etkileyen hasta<br />

bina sendromu da, kişinin yaşamını kabusa çevirebilen önemli bir<br />

meslek hastalığıdır.<br />

Plazalarda çalışanların hastalığı: Hasta Bina<br />

Sendromu<br />

Hasta bina sendromu; baş ağrısı, baş dönmesi, uyuşukluk,<br />

yorgunluk hissi, gözlerde sulanma, kaşınma, kızarıklık, burun<br />

akıntısı, hapşırık, burun tıkanıklığı, boğazda yanma, boğaz<br />

kuruluğu, gıcık şeklinde öksürük, göğüste sıkışma hissi, nefes<br />

darlığı, cilt kuruluğu, ciltte kaşıntılar, burun kanaması, koku ve tat<br />

alma bozuklukları, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilerle kendini<br />

gösteren bir hastalıktır.<br />

• Başınız sık sık ağrıyor mu?<br />

• Dikkatinizi yoğunlaştırmakta güçlük mü<br />

çekiyor musunuz?<br />

• Nefes alırken zorlanıyor musunuz?<br />

• Burnunuz sürekli akıyor mu?<br />

• Kendinizi sürekli yorgun mu hissediyorsunuz?<br />

Bu sorulardan ilkinin yanıtını evet olarak verdikten sonra diğerleri için<br />

de en az iki evet’iniz varsa, “Hasta bina sendromu” belirtilerini taşıyor<br />

olabilirsiniz. Teşhisteki en önemli unsur; çalışılan ortamdan uzaklaşılması<br />

halinde belirtilerin ortadan kalmasıdır.<br />

Alerjik bünyeli kişiler risk altında!<br />

Alerjik hastalıklar bazen bir meslek hastalığı şeklinde ve işyeri ortamında<br />

bulunan bir alerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu açıdan<br />

özellikle ofis ortamlarında çalışanlar risk altındadır. Kişinin şikayetlerinin<br />

işe girdikten sonra başlaması, tatil zamanında ise azalması mesleğe bağlı<br />

alerjileri düşündürmelidir. Hasta bina sendromu belirtileri, özellikle alerjik<br />

bünyeli kişilerde ortaya çıkabilir. Çünkü çalışma ortamının uygunsuz<br />

koşulları, hassas bünyeli kişilerde alerjik belirtileri tetikleyici rol oynar.<br />

Çalışma ortamının sıcaklık derecesi önemli<br />

Duvardan duvara halı kullanımının önlenmesi, camlar açılmıyorsa<br />

hava temizleyen cihazlardan yararlanılması, sürekli bilgisayarla çalışan<br />

personelin vardiya saatlerinin ayarlanması gibi önlemler, hasta bina<br />

sendromunun etkilerini azaltmak bakımından önemlidir. Çalışanlar için en<br />

iyi performans, 19-20 derecelik ortam sıcaklığında alınmaktadır.<br />

Çalışma ortamı alerjenlerden arındırılmalı<br />

• Duvarlar ve hava yılda bir kez profesyonel olarak temizlenmelidir.<br />

• Havalandırma sistemi taze havanın bina içinde dolaşımını artırmak için<br />

temizlenip, yenilenmelidir.<br />

• Hava filtresi kullanılmalı, temiz ve kuru olmalıdır. Havadaki nem oranı<br />

asla yüzde 60’tan fazla olmamalıdır.<br />

• İçeri hava alınan bölge yükleme ya da park alanlarından uzak olmalıdır.<br />

• Hava filtreleri düzenli olarak değiştirilmeli; donanım, iyi havalandırılmış<br />

alanlarda bulundurulup kullanılmalıdır.<br />

• Üreticinin belirttiği direktiflere tam olarak uyulmalı, bilgisayarlar her altı<br />

ayda bir hijyenik bilgisayar ve elektronik donanım temizleyicileri tarafından<br />

temizlenmelidir.<br />

26<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

10 SORUDA AKCİĞER KANSERİ<br />

Prof. Dr. Gökhan Kandemir - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Medikal Onkoloji Bölümü<br />

1. Akciğer Kanseri Nedir?<br />

Akciğerlerin birinde ya da her ikisinin<br />

dokusunda, anormal hücrelerin kontrolsüz<br />

büyümeleri ve çoğalması sonucu gelişen kötü<br />

huylu tümörlerdir.<br />

2. Kimlerde Akciğer Kanseri<br />

Görülür?<br />

Akciğer kanseri, dünyada ve ülkemizde<br />

erkeklerde en sık görülen kanser türüdür.<br />

Kadınlarda görülme sıklığı da giderek<br />

artmaktadır. Kanserden ölüm nedenleri<br />

arasında birinci sıradadır. Kalın bağırsak,<br />

meme ve prostat kanseri nedeniyle<br />

yaşamını yitirenlerin toplamından daha<br />

fazla kişi akciğer kanseri nedeniyle hayatını<br />

kaybetmektedir. Yaş ilerledikçe görülme<br />

sıklığı artar. Örneğin; 45 yaş altında nadiren<br />

ortaya çıkarken, genellikle 50-70 yaşlarında<br />

tanı konulmaktadır.<br />

3. Akciğer Kanserinin Farklı<br />

Tipleri Var mıdır?<br />

Bu kanser türü, “küçük hücreli” ve “küçük<br />

hücreli dışı akciğer kanseri” olmak üzere<br />

başlıca iki gruba ayrılır. Büyümesi, yayılması<br />

ve tedavisi hastalık tipine göre farklılık<br />

gösterir. Küçük hücreli akciğer kanseri,<br />

daha hızlı büyüyen ve vücudun diğer<br />

yerlerine daha fazla yayılan türdür ve tüm<br />

akciğer kanserlerinin %20’sini oluşturur.<br />

Bu rahatsızlığın nedeni genellikle sigaradır.<br />

Akciğer kanseri sıklıkla; kemik, karaciğer,<br />

beyin ve böbrek üstü bezlerine yayılım<br />

gösterir.<br />

4. Akciğer Kanserinin Risk<br />

Faktörleri Nelerdir?<br />

Akciğer kanserinin bir numaralı<br />

sebebi olguların %85’inden sorumlu<br />

olan sigaradır. Günde 1 paket<br />

sigara içenlerde akciğer kanseri<br />

riski içmeyenlere göre 20 kat daha<br />

fazladır. Sigaraya başlama yaşı, içme<br />

süresi, içilen sigara sayısı kanser<br />

gelişimini etkiler. Pasif içicilik yani<br />

sigara içilen ortamlarda bulunularak<br />

sigara dumanına maruz kalmak da<br />

akciğer kanseri riskini artırır. Genetik<br />

geçiş, asbest, radon gazı, hava kirliliği<br />

sorumlu tutulan diğer faktörlerdir.<br />

Verem gibi bazı akciğer hastalıkları,<br />

akciğerlere radyoterapi uygulanması<br />

akciğer kanseri riskini artırmaktadır.<br />

İçme sularında yüksek düzeyde<br />

arsenik maddesinin bulunması da akciğer<br />

kanseri riskini artırabilir.<br />

5. Sigara İçmeyenlerde Akciğer<br />

Kanseri Görülür Mü?<br />

Akciğer kanseri sigara içmeyenlerde<br />

de kendini gösterebilir. Tüm akciğer<br />

kanserlerinin %15’i hiç sigara içmemiş<br />

kişilerde görülmektedir.<br />

6. Akciğer Kanserinin En Sık<br />

Görülen Belirtileri Nelerdir?<br />

Hastalığın hiçbir belirtisi olmayabilir. İleri<br />

evrede olanların yaklaşık olarak 4/1’inde<br />

hiçbir belirti olmamaktadır. En sık görülen<br />

belirtileri; nefes darlığı, geçmeyen ve giderek<br />

kötüleşen öksürük, kanlı balgam, iştah<br />

kaybı ve zayıflamadır. Göğüs ağrısı, hırıltılı<br />

solunum, ateş, ses kısıklığı, yüz ve boyunda<br />

şişme, omuz ve kol ağrısı, yutma güçlüğü<br />

görülen diğer belirtileridir.<br />

7. Akciğer Kanseri Nasıl Tedavi<br />

Edilir?<br />

Akciğer kanserinin “cerrahi”, “radyoterapi”,<br />

“kemoterapi” ve “hedefe yönelik tedavi”<br />

olmak üzere 4 tedavi biçimi vardır.<br />

Tedavi; kanserin tipine, tümörün<br />

büyüklüğüne, yerleşimine, yaygınlığına,<br />

hastanın genel durumuna göre belirlenir.<br />

Bu aşamalarda bilgisayarlı tomografi, PET<br />

(Pozitron Emisyon Tomografisi), kemik<br />

sintigrafisi, beyin MR görüntülemesi gibi<br />

birçok test yapılır. Küçük hücre dışı akciğer<br />

kanseri; cerrahi, radyoterapi, kemoterapi,<br />

hedefe yönelik tedavi veya bunların<br />

birlikte uygulanması ile tedavi edilir. Küçük<br />

hücreli akciğer kanserinde esas tedavi<br />

kemoterapidir. Beraberinde radyoterapi de<br />

uygulanmaktadır.<br />

Cerrahi tedavide, tümörün yerine bağlı<br />

olarak akciğerin küçük bir kısmı, bir lobu ya<br />

da bir akciğerin tamamı çıkarılabilir. Kanser<br />

ilaçlarının verilmesi; yani kemoterapi tüm<br />

vücuttaki kanser hücrelerini öldürmek amaçlı<br />

uygulanır. Radyoterapi ise; ışın tedavisi<br />

cerrahiden sonra, bazen cerrahinin yerine<br />

kemoterapi ile birlikte uygulanabilmektedir.<br />

Hedefe yönelik tedavi kanserin büyümesini<br />

ve yaşamasını sağlayan kanser genlerini,<br />

proteinlerini hedefleyen bir tedavidir. Bu tip<br />

tedavi normal hücreleri çok az etkilerken,<br />

kanser hücrelerinin büyümesini ve<br />

yayılmasını engeller.<br />

8. Akciğer Kanseri Erken<br />

Saptanabilir Mi?<br />

Günümüzde düşük doz spiral bilgisayarlı<br />

tomografi gibi görüntüleme tekniklerindeki<br />

ilerlemeler ile akciğer kanserini erken evrede<br />

saptama çalışmaları devam etmektedir.<br />

Akciğer kanseri erken evrelerde başarıyla<br />

tedavi edilebilmektedir.<br />

9. Beslenme Akciğer Kanseri<br />

Riskini Etkiler Mi?<br />

Birçok çalışma günde en az 5 porsiyon<br />

meyve ve sebze yiyenlerin akciğer kanseri<br />

riskinin daha düşük olduğu göstermektedir.<br />

Yüksek doz “beta karoten ve A vitamin”<br />

alanlarda ve özellikle sigara içenlerde kanser<br />

riskinin arttığı da görülmüştür.<br />

10. Akciğer Kanseri<br />

Önlenebilir mi?<br />

Akciğer kanseri önlenebilir bir<br />

hastalıktır. Önlemenin en iyi ve<br />

en basit yolu ise sigara içmemek<br />

ve sigara içilen ortamlardan uzak<br />

durmaktır. Sigarayı bırakmakla<br />

risk azalmaya başlar ve yaklaşık<br />

olarak 10 yıl sonra akciğer kanseri<br />

oluşma riski %50 azalmış olur.<br />

Asbest, radon gazı, hava kirliliği<br />

gibi mesleki ve çevresel faktörlere<br />

maruz kalmamak için de gerekli<br />

önlemler alınması ile akciğer kanseri<br />

önlenebilmektedir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 27


GENEL SAĞLIĞI<br />

TÜP BEBEK TEDAVİSİNDE<br />

SON GELİŞMELER<br />

Prof. Dr. Semra Kahraman - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Başkanı<br />

Ülkemizde her<br />

10 çiftten biri çocuk<br />

sahibi olmakta problem<br />

yaşıyor.<br />

Tıp alanındaki gelişmelere<br />

paralel olarak da tüp bebek<br />

tedavilerinde her geçen gün<br />

yeni umutlar doğuyor.<br />

Aşama Aşama Tüp Bebek Tedavisi<br />

Tüp bebek, erkek spermi ve kadın yumurtasının vücut dışına<br />

alınarak laboratuvar ortamında döllenmesi ve oluşan embriyonun<br />

2-5 gün kültüre edilerek geliştirildikten sonra kadın rahmine transfer<br />

edilmesidir. Bu alanda son yıllarda yaşanan hızlı gelişmeler, geçmişte<br />

çocuk sahibi olmalarına imkansız olarak bakılan birçok çiftin tedavisini<br />

mümkün kılmıştır. Tüp bebek tedavisi için başvuran çiftlerde başlangıç<br />

değerlendirmesi, tanının doğru konulması ve tedavisinin planlanması<br />

açısından ilk ve en önemli aşamalardan biridir. Bunun için infertil<br />

çiftin birlikte görüşmeye alınması, detaylı bir tıbbi hikaye, muayene<br />

ve ultrasonografi ile değerlendirilmesi, temel tetkikler yanında çiftin<br />

özelliklerine göre gerekirse ek testler yardımıyla doğru tedavi yönteminin<br />

ve başarı şansının baştan belirlenmesi ilk aşamayı oluşturur. Modern<br />

infertilite tedavisinde kişiye değil çifte odaklanılmalı, tanı ve tedavi<br />

sürecinde çiftlerin birlikte katılımı sağlanmalıdır. Tüp bebek tedavisinde<br />

çiftlerin başlangıçta alacağı eğitim çok önemlidir. İşlemler hakkında<br />

çiftin bilgilendirilmesi, tedavi planı ve ilaç kullanımının detaylı tarifi<br />

ikinci aşamayı oluşturur. Yaklaşık 7-8 gün sürecek ilaç tedavisi ile<br />

yumurtalıkların uyarılması ve gelişiminin takibi ise üçüncü aşamayı<br />

oluşturur. Bu aşamada ultrasonografi ve hormon tetkikleri ile yumurta<br />

gelişimi yakın monitorize edilir ve doğru zamanda yumurta olgunlaştırıcı<br />

iğne yapılması sağlanır. Daha sonra ise gelişmiş ve olgunlaştırılmış<br />

yumurtaların toplanması gerçekleştirilir. Yumurta toplanması hafif<br />

anestezi (sedasyon) altında ağrısız olarak gerçekleştirilir. Yumurtaların<br />

toplanmasının ardından uygulanan mikroinjeksiyon işlemi ile döllenen<br />

yumurtalar laboratuvarda 2 - 5 gün arasında izlenerek, uygun görülen<br />

zamanda, aralarından en kaliteli olan embriyolar uygun sayıda seçilip<br />

anne rahmine yerleştirilir. Son aşama ise basit bir muayeneye benzeyen<br />

embriyo transferi aşamasıdır.<br />

Tedavide kullanılan ilaç miktarı kişiden kişiye<br />

değişiklik gösterir<br />

Tüp bebek tedavisinde yumurtaları büyütmek için yapılacak olan<br />

hormon tedavisi kişiye göre değişiklik gösterir. Yumurtalık rezervi az<br />

olan kadınlarda tedavi için gerekli olan ilaç dozunun ayarlanması çok<br />

önemlidir. Bu vakalarda yumurtalıkların önceden baskılandığı uzun<br />

tedavi protokolleri yerine kısa süren tedaviler tercih edilmektedir.<br />

Yumurta rezervi az olan kadınlarda eskiden olduğunun aksine daha<br />

düşük hormon dozları tercih edilmektedir. Yüksek doz hormon verilmesi<br />

bu kadınlarda yumurta sayısını artırmakta, tersine yumurta kalitesini<br />

kötü yönde etkilemektedir. Bunun nedeni, yüksek doz hormon<br />

verildiğinde normalde seçilmeyecek, kötü kalitedeki yumurtaların<br />

zorla büyütülmeye çalışılmasıdır. Hafif uyarı (mild) yapılması ile daha<br />

iyi kalitede yumurtaların seçilmesi mümkündür. Son yıllarda yapılan<br />

birçok çalışma bu vakalarda en düşük doz hormon kullanılmasının daha<br />

iyi sonuçlar verdiği yönündedir. Seçilecek tedavi şekli ve ilaç dozunu<br />

etkileyen bir başka faktör de kadının kilosudur. Vücut kitle indeksi<br />

yüksek olan hastalarda verilecek hormon dozunun hafifçe artırılması<br />

gerekecektir. Kilolu kadınlarda düşük doz ilaç verilmesi, yumurta seçimini<br />

geciktirir veya az yumurta seçilmesine yol açar. Kadın yaşının ileri<br />

olması durumunda da tedavi şekli ve dozu değişmektedir. İleri yaştaki<br />

kadınlarda kısa protokollerle birlikte daha yüksek hormon dozlarına<br />

ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak vücut kitle indeksi normal olan ileri yaş (40<br />

yaş üstü) kadınlarda da düşük doz hormon kullanılması son yıllarda daha<br />

çok tercih edilmektedir. Geçmişte yüksek ilaç dozlarıyla yapılan agresif<br />

tedavilerin yerini günümüzde daha az ilaç dozlarıyla yapılan hasta dostu<br />

tedaviler almıştır. “Mild stimulasyon’’ olarak tanımlanan bu tedavilerde<br />

sayı olarak daha az (2-7 adet) ama daha kaliteli yumurta elde edilmesi<br />

amaçlanmaktadır. Geleneksel tedavilere göre daha düşük dozların<br />

kullanılması ile ilaç maliyeti azalmakta, embriyonun endometriuma<br />

(rahim içi dokusu) tutunabilmesi şansı artmaktadır. Rekombinant teknoloji<br />

ile üretilen yeni ilaçlarda yüksek etkinlik ile birlikte, yan etki ve alerjik<br />

reaksiyonların yok denecek kadar azaldığı görülmektedir.<br />

Her başarısız tüp bebek denemesinden sonra<br />

tedavi protokolü ve kullanılan ilaçlar detaylı<br />

değerlendirilmelidir<br />

Tüp bebek uygulamalarında kullanılan belirlenmiş tedavi modelleri<br />

olmakla birlikte kullanılacak ilaç ve protokol seçimi kişiye özel olarak<br />

yapılır. Kişiye özel tedavi modelinde amaç infertil çiftin tıbbi öyküsünden,<br />

önceki tedavilerinden, muayene ve tetkiklerinden elde edilen bilgiler<br />

ışığında o vaka için en uygun ilaç protokolünü seçmektir. Tedavi sırasında<br />

kan hormon düzeyleri ve ultrason ile hasta yakın takip edilerek gerekli<br />

doz ayarlamaları yapılır. Buna rağmen tüp bebek uygulaması istenilen<br />

şekilde sonuçlanmamışsa, tedavi sırasında elde edilen bilgiler gözden<br />

geçirilir. Bir önceki tedavi sırasında seçilen ilaç protokolüne hastanın nasıl<br />

cevap verdiği değerlendirilir. Örneğin hasta, ilaçlara beklenenden daha<br />

hızlı ya da daha yavaş yanıt vermiş olabilir. Bu bilgileri gözden geçirip<br />

bir sonraki denemede ilaç protokollerinde değişiklikler yapılması gerekir.<br />

Ancak başarısız olmuş bir tedavide tek neden kullanılan ilaç protokolü<br />

değildir. Tedavi başarısını etkileyen birçok neden söz konusudur.<br />

28<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


Başarısızlıkla sonuçlanmış tüp bebek<br />

tedavilerinde neler yapılabilir?<br />

• Yüksek Mikroskopik Büyütmeyle Seçilmiş Sperm<br />

Mikroenjeksiyonu (IMSI)<br />

Tüp bebek tedavilerinde spermler mikroenjeksiyon yöntemi ile özel bir<br />

mikroskop altında seçilip, yumurtanın içine enjekte edilmektedir. Bu işlem<br />

sırasında kaliteli embriyo elde edebilmek için iyi kalitede, hareketli ve<br />

şekil olarak normal spermlerin seçilmesi embriyo gelişimini olumlu yönde<br />

etkilemektedir. Klasik olarak mikroenjeksiyon için kullanılan mikroskoplar<br />

spermi 400 kat kadar büyüterek sperm seçimine yardımcı olmaktadır.<br />

Şekil olarak en sağlıklı ve hareketli spermleri seçerek mikroenjeksiyon<br />

yapma işlemi IMSI tekniği olarak adlandırılır. Bu yöntemde özel bir mercek<br />

ve bilgisayar programı kullanılarak sperm 6600 kat büyütülmektedir. Bu<br />

sayede spermin şekli daha iyi değerlendirilmektedir. Özellikle spermin<br />

baş kısmında olan şekil bozuklukları belirlemekte ve baş bölgesi içinde<br />

yer alan DNA hasarı daha iyi tanımlanmaktadır. Hasarın en az olduğu<br />

spermler seçilmekte ve böylece embriyo gelişimini etkileyebilecek DNA’sı<br />

hasarlı spermler bertaraf edilmekte, sadece sağlıklı olanlar seçilerek hem<br />

döllenme ve hem de iyi embriyo gelişimi şansı artırılmalıdır. Bu yöntemi<br />

kullanan embriyologun IMSI işlemi konusunda eğitimli ve deneyimli olması<br />

da önemlidir. Daha sağlıklı ve normal yapılı spermlerin seçilmesiyle gebelik<br />

oranlarında artış mümkündür. Çünkü embriyoların ileri evrelere ulaşması<br />

ve daha iyi embriyo seçilerek gebelik oranını artırmak mümkündür. Bu<br />

yöntem özellikle şiddetli sperm anormallikleri bulunan olgularda tercih<br />

edilmektedir.<br />

• Sürekli Embriyo İzleme Sistemi (Embriyoskop)<br />

Tüp bebek tedavisi sırasında elde edilen<br />

embriyoların laboratuvar koşullarında saklanması ve takip edilmesi<br />

tedavinin en hassas bölümlerinden biridir. Laboratuvar koşullarının<br />

anne rahmindeki koşullara benzerlik göstermesi gerekmektedir. İnsan<br />

vücudundaki sıcaklık koşullarını sağlayan ve anne karnındaki oksijen ve<br />

karbondioksit gibi gazların oranını taklit eden inkübatör denilen cihazlar<br />

kullanılmaktadır. Embriyolar bu cihazlar içeresinde yaklaşık 3 – 5 gün<br />

arasında bekletilmektedir. Burada önemli olan konu, gelişimi en normal<br />

olan embriyoların belirlenmesidir. Embriyolar transfer edilecekleri<br />

güne kadar embriyoskop içinde takip edilmektedir. Embriyo gelişiminin<br />

takibi sırasında bir yandan uygun koşullar sağlanırken, diğer yandan<br />

embriyoların çevresel faktörlerden olumsuz etkilenmemesi için gerekli<br />

önlemler alınmalıdır. Normalde embriyo gelişiminin izlenmesi için belli<br />

aralıklarla embriyolar inkübatör cihazından çıkartılır ve mikroskop altında<br />

incelenerek ve büyüme oranları değerlendirilir. Kısa bir süre de olsa oda<br />

sıcaklığına çıkan embriyolar dış dünya koşullarına maruz kalır. Ancak<br />

embriyoskop ile takip yapıldığında inkübatör içerisine yerleştirilmiş<br />

kameralar ile embriyolar dışarı çıkarılmadan izlenmekte ve dış ortam<br />

koşullarına maruz kalmamaktadır. ‘Embriyoskop’ denilen ‘Dinamik<br />

Embriyo Takip Sistemi’ ile embriyolar en iyi koşularda saklanırken<br />

aynı zamanda devamlı gözlem altında oldukları için hangi embriyonun<br />

büyüme potansiyelinin daha iyi olduğu anlaşılmış olmaktadır. Embriyolar<br />

bölünürken oluşabilecek mitoz bölünme anormallikleri ve bölünme<br />

zamanları kaydedilmekte, normal zamanda ve doğru gelişim evrelerindeki<br />

sıralamaya uygun çoğalmayan embriyoların transfer edilmesi, yerine<br />

normal zamanda ve şekilde bölünme gösterenler seçilerek rahimde<br />

tutunma şansının artırılması amaçlanmaktadır. Embriyoskop daha<br />

önce fark edilemeyen birçok gelişimsel problemlerin tespit edilmesinde<br />

yardımcı olmaktadır. Başka bir deyişle bir embriyonun öz geçmişi çok<br />

daha net görebilmektedir. Embriyoskop yardımıyla en iyi gelişim gösteren<br />

embriyoyu seçmek, gebelik oranlarını artıracağı gibi az sayıda embriyo<br />

transfer ederek çoğul gebelik oranlarını azaltmayı da mümkün kılmaktadır.<br />

• Embriyolarda Tüm Kromozomların Belirlenmesi<br />

(Mikroarray Yöntemi)<br />

Henüz rahim içine transfer edilmemiş implantasyon öncesi embriyolarda<br />

kromozom bozukluklarına sık rastlanmaktadır. Embriyo genetik yapısını<br />

oluşturan kromozomların yarısını anneden diğer yarısını babadan<br />

almaktadır. Ebeveynlerde sayısal veya yapısal kromozom bozukluğu<br />

veya tekrarlayan gebelik kaybı gözlendiğinde tüp bebek tedavi başarısını<br />

arttırmak, gebelik kaybını azaltmak için Preimplantasyon Genetik<br />

Tanı (PGT) yapılabilir. Geçmişte embriyolarda sınırlı sayıda kromozom<br />

bakılabiliyor iken günümüzde yeni geliştirilen mikroarray tekniği ile tüm<br />

kromozomlar değerlendirilebilmektedir. Rahimde tutunma şansı en yüksek<br />

olan embriyolar iyi gelişmiş ve kromozomları normal olan embriyolardır,<br />

array CGH tekniği ile beşinci günde embriyonun hücrelerinden biyopsi<br />

yapılarak genetik incelemeye gönderilir. Aynı gün gelen sonuçlara göre<br />

hem en iyi gelişen hem de kromozomları normal olan embriyolar seçilir.<br />

Bu teknik özellikle 39 yaş ve üzeri tüp bebek yapılan kadınlarda düşük<br />

riskini azaltmak ve Down Sendromu gibi hastalıkları önceden belirlemek<br />

için kullanılmaktadır. Daha önce anomalili bebek doğurmuş veya düşük<br />

yapmış kadınlar için çok avantajlı bir yöntemdir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 29


KADIN SAĞLIĞI<br />

ANNE ADAYLARI<br />

KIŞ SOĞUKLARINDAN ETKİLENMESİN<br />

Op. Dr. Pınar Özalp – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Kış aylarına rastlayan gebelik<br />

dönemi, anne adayının hem<br />

kendisi hem de bebeğinin sağlığı<br />

için dikkatli olmasını gerektiriyor.<br />

Anne adaylarının soğuk havanın<br />

yol açabileceği üst solunum yolu<br />

enfeksiyonlarına karşı tedbirli<br />

olmaması durumunda, anne ve<br />

bebek için ağır seyredebilen bir<br />

tablo oluşabiliyor.<br />

Enfeksiyonlardan korunma yolları bilinmeli<br />

Gebelerin üst solunum yolu enfeksiyonu ortaya çıkmadan önce<br />

gerekli tedbirleri alarak, hastalıklardan korunmak için neler yapılması<br />

gerektiğini bilmesi çok önemlidir. Bunun için, kış aylarında özellikle<br />

kapalı ve kalabalık yerlerde uzun süre bulunmamak gerekir. Kapalı<br />

ortamlar havalandırılmalı, üst solunum yolu enfeksiyonu olan kişilerle<br />

aynı ortamda bulunulmamalı, uygun kıyafet seçimi ile soğuktan<br />

korunarak, dengeli beslenme ile bağışıklık sistemi güçlendirilmelidir.<br />

Eller sıklıkla yıkanmalı, ısınmak için kullanılan soba ve kaloriferler<br />

nedeniyle meydana gelen hava kuruluğunu önlemek için yaşanılan<br />

ortamın havası nemlendirilmelidir. Bütün bu önlemler, üst solunum<br />

yolu enfeksiyonlarından korunmak için alınacak en etkili önlemlerdir.<br />

Enfeksiyon zatürre ve bronşite yol açabilir<br />

Gebede üst solunum yolu enfeksiyonu ortaya çıktığında, buna neden olan virüs nedeniyle bebeğin zarar görmesi beklenmemektedir.<br />

Ancak yüksek ateş yüzünden ilk aylarda düşük ve sonraki aylarda ise erken doğum tehlikesi oluşabilir. Ayrıca gebede üst solunum yolu<br />

enfeksiyonu kontrol altına alınmadığı takdirde, zatürre ve bronşit de yol görülebilir. Bu durumda da gebenin hastaneye yatırılarak tedavi<br />

edilmesi gerekmektedir.<br />

Hastalık ilerlemeden bir doktora başvurmalı<br />

Hastalık belirtileri ilk oluşmaya başladığında yeterli istirahat, bol sıvı almak ve C vitamini içeren gıdaları daha fazla tüketmek faydalı olabilir.<br />

Bütün bunların yapılmasına rağmen ateş, solunum güçlüğü oluşuyorsa veya üst solunum yolu enfeksiyonu gebeliğin son haftalarında<br />

geçirilmekteyse, bebek doğduğunda bebeğe de bulaşma riski olduğundan mutlaka doktora başvurulmalıdır. Gebelikte üst solunum yolu<br />

enfeksiyonu tedavisinde kullanılabilen ilaçlar vardır. Ancak doktora danışılmadan ilaç alınması veya tam tersi uzman doktorun verdiği<br />

tedavinin gebeliğe ve bebeğe zarar verir düşüncesi ile kullanılmaması istenmeyen sonuçlara yol açabilir.<br />

Grip aşısı güvenle yaptırılabilir<br />

Gebeliğin 14. haftadan sonraki bölümü, sonbahar ve kış aylarına rastlıyorsa, grip aşısı yaptırmak da uygun bir korunma yöntemidir. Grip<br />

aşısı canlı virüs içermeyen bir aşı olduğundan gebelerde rahatlıkla uygulanabilir ve %70-90 oranında koruyuculuk sağlar. Grip aşısı üst<br />

solunum yolu enfeksiyonu açısından daha riskli olan gebelere gebelik haftasına bakılmadan ilk 3 ayda da yapılabilir.<br />

30<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


KADIN SAĞLIĞI<br />

İDEAL KİLONUZLA<br />

HAMİLE KALIN<br />

Op. Dr. Asena Ayar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Hamile kalmaya karar vermeden önce, anne adaylarının ideal kilolarına ulaşmaları çok önemlidir.<br />

Her kadını “Hamile kaldığımda çok kilo alacak mıyım, daha sonra bu kiloları verebilecek miyim?”<br />

sorusuna odaklanır. Oysaki anne adayının ideal kilosunda olması hem anne adayının hem de<br />

doğacak bebeğin sağlığı açısından önemlidir.<br />

Fazla kilo çocuk sahibi olmayı olumsuz etkiliyor<br />

Fazla kilo ile yumurtlama problemleri, kıllanma ve insülin direnci<br />

arasında yakın bir ilişki olduğu ve bunların çocuk sahibi olmayı<br />

olumsuz etkilediği bilinmektedir. Öyle ki; kadında adet düzensizliği ya<br />

da yumurtlama problemleri var ise, sadece kilo vererek ve egzersiz<br />

yaparak adetler düzenlenebilir.<br />

Çok zayıf anne adayları da dikkatli olmalı<br />

Hamilelik döneminde kilo artışına dikkat edilmesi gerektiği gibi;<br />

hamilelikten önce de anne adayının ideal kilosunda olması oldukça<br />

önemlidir. Ancak sadece fazla kilolu anne adayları değil, normalin<br />

altında bir kiloda olan anne adayları da dikkatli olmalıdır. “Aşırı<br />

zayıflık da hamilelik şansını tehlikeye atmaktadır. Ayrıca zayıf<br />

kadınlarda, yetersiz beslenmeye bağlı olarak vitamin ve mineral<br />

eksiklikleri sıklıkla görülür. Bu sebeple, hamile kalmaya karar<br />

vermeden 3 ay ile 1 yıl önce uygun bir beslenme programı ile ideal<br />

kiloya ulaşılmalıdır. Anne adayları, vücut kitle indeksleri 18,5–24,9<br />

kg/m2 arasında, yani normal kiloda hamile kalmalıdır.<br />

Hamilelik döneminde önerilen, tüm temel besin maddelerinden yeterli<br />

ve düzenli alarak ideal beslenme şeklini oluşturmaktır. Proteinler, yağlar,<br />

karbonhidratlar, vitaminler ve mineraller olarak tanımlanan temel gıdalardan<br />

dengeli bir şekilde almak hamilelik sürecinden önemlidir. Besin değeri düşük<br />

gıdaları fazlaca tüketmek, gereksiz kilo almaktan başka bir işe yaramaz.<br />

Uygun beslenme planı için doktorunuzun ya da bu konuda uzman bir<br />

diyetisyenin önerilerinden yararlanmanızda fayda vardır.<br />

Hamilelik döneminde kişiden kişiye değişse de normal kilo alım oranı 10–12<br />

kilo arasında değişir. Ancak bu, anne adayının hamilelik öncesi kilosu ve boyu,<br />

yaşı, daha önce sahip olunan bebek sayısı, iştahı, metabolik bir hastalığının<br />

(diyabet vs.) olup olmadığı, sosyo-ekonomik ve kültürel özellikleri, günlük<br />

fiziksel aktivitesine göre değişebilir.<br />

İki kişilik yemek gerekmiyor<br />

Hamilelik öncesinde anne adayının ideal kilosunda olması kadar<br />

hamilelik sırasında da kontrollü yemek yemesi ve beslenmesine<br />

dikkat etmesi çok önemlidir. Hamilelik sırasında çok ve tek taraflı<br />

beslenmekten uzak durup, temel besin gruplarından gün içerisinde<br />

yeterli ve dengeli almak gerekir. Üstelik sanılanın aksine ‘iki kişilik’<br />

yemek de gerekmemektedir. Hamilelik sürecinde fazla kilo almayı<br />

engellemek için yapılması gereken ilk şey, hangi besinlerden ne<br />

kadar tüketileceğinin öğrenilmesidir.<br />

Hamilelik öncesi fazla kilolarınızdan kurtulun<br />

Fazla kilolu olarak hamile kalmak;<br />

• Hamilelik sırasında kronik hipertansiyona yakalanma oranını artırır.<br />

• Preeklampsiye (hamilelik zehirlenmesi) yol açabilir.<br />

• Hamilelik şekeri riskini yükseltir.<br />

• Kilolu bebek dünyaya getirme riskini artırır.<br />

• Ölü doğuma neden olabilir.<br />

• Sezaryenle doğum olasılığını artırır.<br />

• Doğum sonrası kanama, alt karın, idrar yolu, yara yeri<br />

enfeksiyonların oluşma riski fazladır.<br />

• Bebekte beyin-omur-omurilik bozuklukları, karın duvarı, kalp<br />

anormallikleri ve birçok başka anormalliklerin görülme olasılıkları<br />

artabilir.<br />

Bu sebeple fazla kilolu anne adaylarına, hamilelik öncesinde yağdan<br />

fakir, liftten zengin diyet uygulayarak ve egzersiz yaparak kilo<br />

vermesi önerilir. Bu diyeti yaparken anne adayının doktorundan ya<br />

da bir beslenme-diyet uzmanından bilgi alması çok önemlidir. Çünkü<br />

bilinçsizce yapılan diyetler gebe kalma şansınızı azaltabilir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 31


KADIN SAĞLIĞI<br />

Polikistik over sendromu<br />

(PKOS), santral sinir<br />

sistemi, hipofiz bezi,<br />

yumurtalıklar, böbreküstü<br />

bezi ve diğer dokular<br />

arasındaki etkileşimlerin<br />

bozulmasına bağlı olarak;<br />

üreme çağındaki kadınlarda<br />

en sık ortaya çıkan endokrin<br />

bozukluktur. Kronik seyreden<br />

ve gelecekte yaşam kalitesini<br />

olumsuz etkileyebilen bir<br />

hastalıktır.<br />

Genetik ve çevresel faktörlerin<br />

etkileşimi ile ortaya çıkmış bir<br />

hastalık olarak değerlendirilebilir.<br />

POLİKİSTİK OVER SENDROMU İLE<br />

BAŞA ÇIKABİLİRSİNİZ<br />

Op. Dr. Nihal Çetin – <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Anahtar bulgu yumurtlamanın<br />

olmamasıdır<br />

Tipik polikistik overler (çok sayıda kist<br />

içeren over dokusu), uzun süre yumurtlama<br />

olmaması sonrasında oluşmaktadır.<br />

Kadınların %25’inde polikistik overin tipik<br />

ultrasonografi bulguları (overlerde inci tanesi<br />

gibi dizilmiş follikül kistleri) görülmektedir.<br />

Doğum kontrol hapı kullanan kadınların<br />

%14’ünde de bu ultrasonografik bulgu<br />

izlenmektedir. Bu durumda sadece polikistik<br />

over görüntüsü tanı koymada yeterli değildir.<br />

Adet düzensizliği görülüyor<br />

Hastaların doktora başvuru sebebi sıklıkla<br />

adet görmeye başladıkları dönemden<br />

itibaren görülen adet düzensizlikleridir. Adet<br />

düzensizliği, adet aralarının 35 günden uzun<br />

olması veya yılda 10’dan az adet görme<br />

şeklindedir. Hastalığın yakınma ve bulguları<br />

kişiden kişiye çok farklıdır ve zaman içinde<br />

değişim gösterir. PCOS’lu kadınlarda uzun<br />

dönemde; şeker hastalığı, hipertansiyon,<br />

kalp ve damar hastalıkları ile rahim kanseri<br />

görülebilir. Polikistik over sendromu, neden<br />

olduğu şikayetler ve ileride oluşabilecek<br />

sağlık problemleri açısından düzenli kontrol<br />

altında olunması gereken bir hastalıktır.<br />

Uzun süre yumurtlamanın olmaması<br />

şu tablolara neden olabilir:<br />

1. Kısırlık<br />

2. Adet düzensizliği<br />

3. Tüylenme artışı, saç dökülmesi ve akne (sivilce)<br />

4. Rahim kanseri ve muhtemel meme kanseri riskinde artış<br />

5. Kalp-damar hastalıkları riskinde artış<br />

6. İnsülin (kan şekeri kontrolünü sağlayan hormon) artışı mevcut olan kadınlarda<br />

şeker hastalığı riskinde artış<br />

Yaşam tarzınızda değişiklik yapın<br />

Polikistik over sendromu aslında anne karnında başlar. Bu durum, “tutumlu genler hipotezi”<br />

ile açıklanır. Bu kişilerde anne karnında bebek iken gelişme geriliği görülür. Anne karnında<br />

besinlerden ve enerjiden yoksun kalan bebek, doğduktan sonra bu yoksunluk ortadan kalktığında<br />

vücudu bunları tutumlu kullanmaya başlar ve biriktirme alışkanlığı ortaya çıkar. Bu sebeple<br />

obezite görülür. Tedavide kilo kontrolü birinci basamaktır. Bu hastalarda dengeli beslenme<br />

yaşam tarzı olmalıdır. Kilo alımı polikistik over sendromu belirtilerinin şiddetini artırır ve ileriye<br />

dönük sağlık sorunlarının ortaya çıkma riskini artırır. Polikistik over sendromunda sık sık ve ara<br />

ara beslenilmelidir. Bu açlık krizlerini azaltır, vücut yağlanmasını ortadan kaldırır. Bu hastalara,<br />

doymuş yağlardan fakir, glisemik indeksi düşük ve yüksek lif içeren diyet önerilmektedir.<br />

32<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

İŞ HAYATINDA SAĞLIKLI BESLENEREK<br />

OBEZİTEYİ ÖNLEYİN<br />

Dyt. Berna Ertuğ – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />

Günümüz iş hayatı, masa başında ve bilgisayar<br />

karşısında geçirilen uzun çalışma saatleri, beraberinde<br />

gelen stres ve sık uçak seyahatlerini gerektiriyor.<br />

Bu yaşam tarzı, obezite görülme sıklığının çalışanlar<br />

arasında her geçen gün artmasına neden oluyor.<br />

Olumsuz Beslenme Alışkanlıklarınızın Farkında Olun<br />

Ofis çalışanlarında obezite görülmesinin başlıca nedeni uzun süre hareketsiz, masa başında<br />

oturmaktır. Toplu çalışma alanlarında aralarda atıştırılan abur-cubur besinler, öğle yemeğinin,<br />

masada fast food tarzı yağlı ve kalorili besinlerden oluşan bir mönüden oluşması, su yerine<br />

sürekli çay, kahve, meşrubat tarzı içecekler tüketmek, ofis içerisinde ara öğün bulundurmamak,<br />

toplantıların sık ve uzun saatler alması sonucunda ara veya ana öğünleri atlamak diğer olumsuz<br />

beslenme alışkanlıkları arasında sayılabilir.<br />

İş Hayatında Sağlıklı Beslenme Rehberi<br />

İş hayatında sağlıklı beslenmek için dikkat edilebilecek noktalar şu<br />

şekilde sıralanabilir:<br />

• Sabah güne mutlaka kahvaltıyla başlanmalıdır.<br />

İş stresini azaltmak için gün içinde 5 dakikalık<br />

yürüyüşler yapılmalıdır.<br />

• Öğle yemeği şirkette servis ediliyorsa<br />

karbonhidratlı, ağır gıdalar yerine hafif ve düşük<br />

kalorili yemekler tercih edebilirsiniz. Özellikle<br />

salata ve protein içeren bir besin kişiyi uzun süre<br />

tok tutacak, atıştırmaları engelleyecek ve öğleden<br />

sonra daha verimli çalışmanızı sağlayacaktır.<br />

• Çay, kahve, meşrubat tarzı içecekleri tüketmek<br />

yerine masalarınıza bir sürahi su alınmalı ve bol<br />

bol su tüketilmelidir.<br />

• Çay, kahve yerine bitki çaylarını tercih<br />

edilmelidir. Özellikle stresi azalttığı için rezene,<br />

bağışıklık sistemi içinse adaçayı ve ıhlamur<br />

tüketilmelidir.<br />

• Sık seyahat etmek zorunda olan kişiler kilolarını<br />

korumak ve sağlıklı beslenmek için az ve sık<br />

yemek zorundadır. Yağsız kraker ile ayran, kuru<br />

kayısı, ceviz veya badem, 1 meyve, 1 avuç<br />

leblebi, yarım simit ile peynir, yağsız tost ve<br />

ayran her yerde bulabilecek ve taşınabilecek<br />

pratik besinlerdendir. Bulunulan şehir veya ülke<br />

koşullarına göre her gün 5-6 porsiyon sebze ve<br />

meyve tüketilmelidir.<br />

• Toplantılarda ikram edilen kurabiyeler yerine<br />

yağsız kraker, çeyrek simit, kuru kayısı, ceviz,<br />

peynirli kepekli sandviçler, çiğ sebzeler ve bitki<br />

çayları ile su daha sağlıklı seçimlerdir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 33


GENEL SAĞLIK<br />

OBEZİTENİN CERRAHİ TEDAVİSİNDE<br />

YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİĞİ ŞART<br />

Prof. Dr. Kemal Emek - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölüm Başkanı<br />

İleri derecede şişmanlık yani morbid<br />

obezite; Dünya Sağlık Örgütü<br />

tarafından 21. yüzyılın en önemli sağlık<br />

sorunu olarak kabul edilen ve tedavi<br />

edilmesi gereken bir hastalıktır. Kabul<br />

edilmiş en etkili tedavi şekillerinden<br />

biri olan cerrahi yöntemler, ameliyat<br />

sonrasında hastalar için yaşam tarzı<br />

değişikliğini de zorunlu kılmaktadır.<br />

Obezite tedavisinde uygulanan<br />

cerrahi yöntemler ile sadece<br />

şişmanlığın kendisi değil, yol açtığı<br />

diyabet (şeker hastalığı) gibi<br />

metabolik değişiklikler de tedavi<br />

edilebilmektedir.<br />

Vücut kitle<br />

indeksi 35 veya<br />

üzerinde ise dikkat<br />

Bir insanın vücut ağırlığının (kg) boyunun (metre) karesine<br />

bölünmesiyle ortaya çıkan değer, vücut kitle indeksini gösterir.<br />

Bu değer 35 veya daha üzerinde ise ileri derecede obezite<br />

söz konusudur. Merkezi sinir sistemine açlık-tokluk durumunu<br />

bildiren hormonların bozukluğu ya da vücudun bu hormonları<br />

kullanamaması, enerji alımı ve harcamadaki dengesizlik,<br />

fiziksel aktivite azlığı, kalıtım, metabolik bozukluklar, psikolojik<br />

bozukluklar ve bazı ilaçlar olarak sıralanabilecek nedenler aşırı<br />

şişmanlık olarak nitelendirilen obeziteye yol açmaktadır.<br />

Obezite birçok hastalığın ana sebebi<br />

Obezite; başta tip 2 diyabet olmak üzere, kalp damar<br />

hastalıkları (kalp krizi ve damar tıkanması ile seyreden<br />

hastalıklar), hipertansiyon, meme, rahim ve kalın bağırsak<br />

kanserlerinin oluşumunda bir risk faktörüdür. Ayrıca reflü,<br />

varis hastalıkları, safra kesesi taşı, kireçlenme, kadınlarda adet<br />

düzensizlikleri, kısırlık, uyku bozuklukları, depresyon dahil pek<br />

çok hastalık üzerinde etkisi bulunmaktadır.<br />

Obezite ameliyatlarının 3 yöntemi vardır<br />

Cerrahi yöntemler hastalık olarak tanımlanan şişmanlığın en etkili ve<br />

kabul edilmiş tedavi şeklidir. Cerrahi müdahale sadece şişmanlığın değil,<br />

onun yol açtığı diyabet (şeker hastalığı) gibi metabolik değişikliklerin de<br />

ortadan kaldırılmasını sağlamaktadır. Obezite için yapılan ameliyatlarda<br />

3 yöntem izlenmektedir:<br />

• Birinci yöntem, midenin depolama görevinin azaltılmasıdır. Mide bandı<br />

uygulaması ve mide küçültme ameliyatları buna örnektir.<br />

• İkinci yöntem alınan gıdalardan faydalanmayı azaltan bypass<br />

ameliyatlarıdır. İnce bağırsakların bir kısmının devre dışı bırakılması buna<br />

örnek olarak verilebilir.<br />

• Üçüncü yöntem ise her iki işlemin birlikte aynı hastada uygulanmasıdır.<br />

Günümüzde gerek ameliyat sürelerinin kısalığı ve basit olması, gerekse<br />

ameliyat sonrası erken dönem olumsuzlukların daha az olması nedeniyle<br />

birinci grup ameliyatlar daha çok tercih edilmektedir.<br />

Ameliyat sonrası yaşam tarzı değişikliği şart<br />

Hastalık olarak tarif edilen bu ciddi durum ortaya çıkınca hastaların<br />

cerrahiden başka şansları yok denecek kadar azdır. Burada hastaların<br />

bilmesi gereken bir diğer önemli nokta, ameliyattan sonra kendilerini<br />

bambaşka bir hayatın beklediğidir. Yeme alışkanlığının değişmesi, fiziksel<br />

egzersizlerin buna eklenmesi en önemli iki örnektir ve çoğu hasta buna<br />

kısa sürede adapte olmaktadır.<br />

34<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

KOLON KANSERİNE DÖNÜŞMEDEN<br />

POLİPLERDEN KURTULUN<br />

Prof. Dr. Yıldıran Songür - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />

Fazla kilolar, hareketsizlik, sigara kullanımı<br />

ve kırmızı etin aşırı tüketimi… Tüm bunlar<br />

kolon yani kalın bağırsak kanserinin en önemli<br />

tetikleyicilerindendir. Kalın bağırsak kanserinin<br />

%95’i poliplerden gelişmektedir. Polipler genellikle<br />

hiçbir belirti vermemekte ve vücutta sinsice<br />

çoğalmaktadır. Polip, kalın bağırsak üzerinde oluşan<br />

et beni şeklindeki yapılardır. Bir takım hücrelerin<br />

orada çoğalarak bağırsağın içine doğru çıkıntılar<br />

oluşturmasıdır.<br />

Polipler, herkeste oluşabilir ve genellikle iyi huylu olarak başlar. Her<br />

4 kişiden birinde polip görülür. Genellikle polipler geç dönemde yani<br />

kansere dönüştüğünde belirti vermeye başlar. Poliplerin sadece<br />

küçük bir kısmı kansere dönüşmektedir. Ancak kanserlerin büyük<br />

bir çoğunluğu poliplerden geliştiği için oldukça dikkat edilmesi<br />

gereken bir konudur. Genel nüfusa bakıldığında bu oran %10-15<br />

civarındadır. 50 yaş civarında nüfusun yaklaşık %25’inde değişik<br />

tiplerde polipler görülmektedir. 70 yaş değerlendirildiğinde ise<br />

görülme sıklığı %50’ye yakındır; yani poliplerin görülme sıklığı<br />

yaşla birlikte artmaktadır.<br />

Poliplerin özellikleri;<br />

• Kendi kendine geçmemektedir.<br />

• Genetik özellik taşımaktadır. Birinci<br />

derece akrabalarında kolon kanseri ve<br />

daha önceki tetkiklerinde polip saptanan<br />

hastalar risk grubunu oluştururlar ve bu<br />

hastalar yakın takip gerektirirler.<br />

• Polipler genelde 1cm civarındadır.<br />

2 cm’den büyükleri tehlikeli olabilir ve<br />

çıkarılması gerekmektedir.<br />

• Şiddetli ağrı, bağırsak tıkanıklığı,<br />

kilo kaybı gibi belirtiler genellikle geç<br />

dönemde görülür. Hemoroid ve anüste<br />

fissür (çatlak) gibi problemler benzer<br />

belirtilere sahip olması nedeniyle bazı<br />

hastalarda rektum kanserinin tanı ve<br />

tedavisinde gecikmelere neden olabilir.<br />

Bu belirtiler hem hastaları hem de<br />

nadiren hekimleri yanıltabilir. Genel<br />

olarak 40 yaş ve üzerinde makat<br />

bölgesinden olan kanamalarda rektum<br />

ve kalın bağırsak kanseri olasılığı iyi<br />

araştırılmalıdır.<br />

• Hareketsiz yaşam tarzını benimsemiş<br />

olanlar, aşırı stresli kişiler, sigara ve<br />

alkol kullananlar, obezite hastaları ve<br />

ağırlıklı olarak kırmızı et ile beslenenler<br />

risk altındadır. Ancak posalı gıdalarla<br />

beslenmek, sigara kullanmamak yani<br />

bağırsak hareketlerini düzene sokan<br />

uygulamalar poliplerin oluşumunu<br />

engellemede önemli bir etkendir.<br />

Teşhiste en kesin ve en kısa<br />

yol: Kolonoskopi<br />

Poliplerin erken evrede, kansere<br />

dönüşmeden teşhisinde kolonoskopinin<br />

büyük önemi vardır. Son yıllarda<br />

yapılan çalılşmalarda kolonoskopi<br />

yapılarak poliplerin erken evrede<br />

çıkarılması ile kolon kanserinin büyük<br />

ölçüde engellenebildiği gösterilmiştir.<br />

Bu nedenle 45 yaşından sonra her<br />

erkek ve 50 yaşından sonra her<br />

kadın, dışkıda gizli kan taraması ve<br />

kolonoskopi yaptırmalıdır. Kolonoskopi<br />

sırasında hasta konforuna büyük<br />

önem verilmektedir. Bu nedenle hasta<br />

“bilinçli sedasyon” denilen damardan<br />

hafif bir ağrı kesici ile yarı baygın hale<br />

getirilmektedir. Öncesinde bağırsağın<br />

çeşitli yöntemlerle tamamen boşaltılması<br />

gerekmektedir. Daha sonra fiberoptik<br />

bir kamera ile bağırsağa girilmekte ve<br />

görülen tüm polipler çıkarılmaktadır.<br />

Ancak burada kolonoskopiyi uygulayan<br />

hekimin tecrübesi, kullanılan cihazın<br />

dezenfeksiyonunun ve görüntü kalitesinin<br />

yüksek derecede olması büyük önem<br />

taşımaktadır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 35


KADIN SAĞLIĞI<br />

KANSER TEDAVİSİ GÖRMEK ANNE<br />

OLMAYA ENGEL DEĞİL<br />

Doç. Dr. Cem Demirel – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Direktörü<br />

Kanser Tedavisine Bağlı<br />

Menopoza Giren Kadınlarda<br />

Gebe Kalabilme Şansı<br />

Devam Ettirilebiliyor<br />

Üretkenliği Korumak Önemli<br />

Günümüzde üreme döneminde kansere yakalanmış birçok kadın<br />

bulunmaktadır. Çoğu tedaviden sonra bu hastalıktan kurtulabilmektedir;<br />

ancak gördükleri kemoterapi ve radyoterapi bu kadınlarda üreme<br />

fonksiyonlarının kaybına neden olmaktadır. Çünkü bu tedaviler, üreme<br />

hücrelerinde ve yumurtalıklarda “toksik” etki yapar ve üretkenliğin<br />

kaybedilmesine sebep olabilir. Son 15-20 yılda kanser tedavilerinin<br />

gelişmesi sayesinde artık doktorların amacı, hastayı hastalıktan<br />

kurtarmanın çok ötesine geçmiş durumdadır, tedavinin yarattığı<br />

olumsuz etkilerden hastaların nasıl kurtarılabileceği düşünülmektedir.<br />

Genç yaşta kansere yakalanan kadınlara, kemoterapi ve radyoterapiden<br />

önce, özellikle tüp bebek merkezleri tarafından uygulanan yöntemlerle<br />

üretkenliklerini korumaları ve ileride yumurtalık fonksiyonları<br />

kaybolduğu zaman, çocuk sahibi olma şansı verilebilmektedir. Bu<br />

nedenle kanser teşhisi konulan genç yaştaki kadınların bu yönden<br />

bilgilendirilmeleri ve üreme uzman doktorlarla yönlendirilmeleri<br />

gerekmektedir.<br />

Nasıl Bir Yöntem Uygulanıyor?<br />

Üreme çağındaki kadınların en fazla yakalandığı kanser türü, meme<br />

kanseridir. İleri yaş hastalığı olarak bilinen meme kanseri vakalarının<br />

yüzde 15’i, 40 yaşından önce gerçekleşir. Tedavi sürecinde, cerrahi<br />

müdahale yapılırken ya sadece tümör çıkarılmakta ya da gerekliyse<br />

meme tamamen alınmaktadır. Ardından genellikle altı hafta içinde<br />

kemoterapiye başlanması gerekmektedir. Genç yaşta görülen<br />

kemoterapinin kadının yumurtalarını ortadan kaldırma riski daha<br />

azdır. Ancak yaş 35-38’lere yaklaşıkça bu oran artmaktadır. Görülen<br />

kemoterapiye bağlı olarak, % 15-70 arasında hastada adetten<br />

kesilme, yumurtalıkların tükenmesi, yumurtalık fonksiyonunun kaybı<br />

görülmektedir. Ameliyattan sonraki 6 hafta içinde yumurtalıklar<br />

ilaçlarla çoğaltılmaktadır. Kadın evli ise yumurtaları eşinin spermiyle<br />

laboratuvarda döllenip, embriyo haline getirilip, dondurulup<br />

saklanmaktadır. Evli değilse yumurtalar toplanıp dondurulmaktadır.<br />

Bu işlemler en sık görülen meme kanserine ait örneklerdir. Kadınlarda<br />

ikinci sırada görülen lösemi, lenfoma gibi hematolojik kanserlerde<br />

de uygulanabilmektedir. Bu kanser türlerinin teşhisinden sonra<br />

kemoterapiye kadar olan süreçte kadının üreme fonksiyonunun<br />

korunması için benzer önlemler alınabilmektedir.<br />

Üreme Fonksiyonlarının Korunması Bir Öncelik<br />

Haline Geldi<br />

Kemoterapiden sonra kadın, bir kür kemoterapi görse bile<br />

yumurtalıkları ciddi bir şekilde etkilenebilmektedir. Menopoza<br />

girmese, adetten kesilmese bile üreme potansiyeli ciddi bir şekilde<br />

bozulabilmektedir. Bu yüzden tedavinin kemoterapiden sonra yapılması<br />

mümkün olmamaktadır. Kemoterapinin dozu ne kadar fazlaysa, kadının<br />

yaşı ne kadar ileriyse ve uygulama sayısı ne kadar artarsa, kadının<br />

yumurtalık kaybetme riski o kadar fazla olur. Eskiden birçok hastanın<br />

bu durumu dikkate alınmadan kanser tedavisi uygulandığı için hastalar<br />

üretkenliklerini kaybediyorlardı. Ancak günümüzde kanser hastalarının<br />

tedavi sürecinde, üreme fonksiyonlarının korunması bir öncelik halini<br />

almış ve bu konu daha dikkate alınır hale gelmiştir. Yaşam kalitesinin<br />

önemli bir unsuru çocuk sahibi olabilmek olduğundan bu durum<br />

kadınlar için önem taşımaktadır. Bunun için kanser tedavilerinde en çok<br />

sorulan soru “Kemoterapiden sonra üretkenliğimi kaybedecek miyim?”<br />

olmaktadır. Artık bu işlemler ile kadınların üretkenlikleri korunarak,<br />

yumurtaları ve embriyoları dondurulmakta; bu sayede bebek sahibi<br />

olmaları sağlanmaktadır.<br />

36<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

KENDİ KANINIZDAN<br />

“GENÇLİK AŞI”SI<br />

Uz. Dr. Lütfiye Çoban – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

Bir ömür boyu genç ve güzel bir cilde sahip olmak<br />

herkesin hayalidir. Yaşlanmayı beklemeden, özellikle<br />

güneş ve sigaraya maruz kalan ciltler için bu süreci<br />

yavaşlatmak çok önemlidir. Cerrahi de dahil olmak<br />

üzere bu amaçla geliştirilen birçok farklı yöntem<br />

olsa da, kişinin kendi kanının yine kendi vücuduna<br />

enjekte edilmesiyle gençleşmeyi sağlayan PRP yöntemi<br />

günümüzün en etkin “gençlik aşısı” olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır.<br />

Kozmetik dermatolojide cilt gençleştirmenin<br />

yanı sıra; yara izleri ile çatlakların giderilmesi<br />

ve saç dökülmesi tedavisinde kullanılan PRP<br />

(Platelet Rich Plasma – Platet Zengini Plazma)<br />

işlemi, vücuda herhangi yabancı madde veya ilaç<br />

vermeden tamamen doğal bir gençleşme sağlar.<br />

PRP ile kollajen ve elastik liflerin yapımı artıyor<br />

PRP kişinin kendisinden küçük bir miktarda kan alındıktan sonra kanın özel bir işlem ile plazmasının ayrıştırılması, daha sonra bu plazmanın<br />

vücuda enjeksiyon yoluyla geri verilmesi işlemi olarak tarif edilir. Elde edilen bu sıvı “plazma platelet” denilen hücrelerden oldukça<br />

zengindir. Vücuttaki temel görevi kanın pıhtılaşmasını sağlamak olan plateletler; içerdikleri büyüme faktörleri sayesinde yara iyileşmesinde<br />

önemli role sahiptir.<br />

PRP birçok farklı alanda da kullanılıyor<br />

Plateletlerin başrol oynadığı bu yöntem tıbbın pek çok branşında kullanım alanı bulmuştur. Diyabet ve varise bağlı iyileşmeyen bacak<br />

yaralarında, tendon yaralanmaları ve tenisçi dirseği gibi tendinitlerde ve diş implantlarından sonra yara iyileşmesi sürecini hızlandırmak<br />

için kullanılmaktadır. Kozmetik dermatolojide ise; cilt gençleştirme, yara izleri, çatlakların giderilmesi ve saç dökülmesi tedavisinde<br />

uygulanmaktadır.<br />

Yaşlanmanın yol açtığı cilt değişiklikleri önleniyor<br />

Yaş ve çevresel faktörler nedeniyle yaşlanan deride gözle görülebilen bir dizi değişiklik olur. Derinin elastikiyeti azalır, kırışıklıklar artar ve<br />

deride sarkmalar meydana gelir. Tüm bunlardan derideki kollajen, elastik liflerdeki azalma ve yapılarındaki bozulma sorumludur. PRP<br />

uygulamaları ile plateletlerin içerdiği büyüme faktörleri sayesinde derideki kollajen ve elastik liflerin yapımının artırılması hedeflenir.<br />

İlk seanstan itibaren cilt güzelleşiyor<br />

Ortalama 3-4 hafta aralıklar ile yapılan 3-4 seanslık uygulama ile vücuda herhangi bir yabancı madde veya ilaç vermeden tamamen doğal<br />

bir gençleşme sağlanır. PRP sayesinde ilk seanslardan itibaren öncelikle cildin kuru ve mat görünümünde düzelme başlar. Takip eden<br />

uygulamalar ile kırışıklarda hafifleme ve cildin elastikiyetinde artış gözlenir.<br />

Yaşlanmayı beklemeyin<br />

PRP, var olan yaşlanma belirtilerini hafifletmenin yanı sıra; süreci de yavaşlatan bir etki gösterir. Bu nedenle yöntem sadece yaşlanma<br />

belirtileri oraya çıkmış kişilere değil; yaşlanma sürecini yavaşlatmak isteyenlere, sigara, güneş gibi cildi en çok yaşlandıran etkenlere maruz<br />

kalan, yetişkin her yaştan kişiye rahatlıkla uygulanabilir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 37


GENEL SAĞLIK<br />

REFLÜ KADERİNİZ OLMASIN<br />

Doç. Dr. Mehmet Dursun – <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />

Reflünün toplumdaki<br />

sıklığını kestirmek<br />

mümkün olmamakla<br />

birlikte; haftada 1 kere<br />

reflü şikayetleri olan kişiler<br />

üzerinden değerlendirilme<br />

yapıldığında, toplumun<br />

yaklaşık %2’sinde<br />

görüldüğü söylenebilir.<br />

Reflü hastalığının görülme<br />

sıklığında erkek ve kadın<br />

arasında belirgin bir<br />

farklılık bulunmamaktadır.<br />

Baharatlı ve yağlı gıdalar<br />

reflüyü tetikler<br />

Mideden boğaza doğru yayılan ve daha<br />

çok yemekten sonra oluşan yanma<br />

en sık görülen belirtidir. Baharatlı,<br />

yağlı gıdalar, çikolata, alkol veya taze<br />

sıkılmış meyve suları tüketildiğinde<br />

yakınmalar daha belirgin olur. Mide<br />

içeriğinin ağza gelmesi ve yutma<br />

güçlüğü diğer sık görülen belirtilerdir.<br />

Ağrılı yutkunma, geğirme, hıçkırık,<br />

bulantı ve kusma daha nadir görülen<br />

şikayetlerdir. Reflü hastalığı yemek<br />

borusu, mide ve bağırsak sistemi<br />

dışındaki sistemlerde de belirtilere<br />

yol açabilmektedir. En sık görülen<br />

şikayetler; göğüs ağrısı, astım benzeri<br />

bulgular, boğaz ağrısı, ses kısıklığı,<br />

kronik öksürük ve diş çürükleridir.<br />

Ülsere sebep<br />

olabilir<br />

Endoskopik incelemeyle ve 24 saat<br />

süreyle yemek borusuna gelen<br />

mide asidinin bir cihaz yardımıyla<br />

ölçülmesi ile kişide reflü olup<br />

olmadığı belirlenebilmektedir. Reflüye<br />

bağlı olarak kanama, ülser, yemek<br />

borusunda delinme veya darlık<br />

gelişebilmektedir.<br />

Kanser gelişimi nadir bir durumdur<br />

Halk arasında en korkulan komplikasyon kanser gelişimidir. “Barrettözofagus” denilen<br />

hücresel bir dönüşüm buna zemin hazırlamaktadır. Sıklığı reflülü hastalarda %3-20 arasında<br />

değişmektedir. Bu hastalarda yıllık kanser gelişme sıklığı ise %0,5 dolayındadır. Dolayısıyla<br />

kanser çok sık rastlanan bir durum değildir ama atlanmaması gereken bir problemdir.<br />

Beslenmeye dikkat edilmeli<br />

Bazı hastalar taze sıkılmış meyve sularından, baharatlı yemeklerden, salçalı ürünlerden, kahve,<br />

çay ve gazlı içeceklerden rahatsız olurlar. Bu durumda bu gıdaların tüketilmemesi önerilir.<br />

Obezite de reflüye sebep olabilmektedir. İlaç tedavisinde en sık asit baskılayıcı ilaçlar ve doku<br />

koruyucular kullanılmaktadır. Endoskopik tedavilerde başarı henüz istenilen düzeyde değildir.<br />

Cerrahi tedavi önemsenen bir seçenektir ve başarı oranı yüksektir.<br />

Yaşam stilinizi değiştirin<br />

Yaşam tarzında değişiklik her hastaya önerilmektedir. Yatak başının yükseltilmesi, sıkı ve<br />

dar elbiselerin giyilmemesi, hasta kilolu ise zayıflaması, yemekten sonraki 3 saat boyunca<br />

uzanılmaması önemlidir. Diyet değişikliğine gidilmeli, porsiyon hacimleri azaltılmalı, yağlı<br />

yemeklerden sakınılmalı ve çikolata tüketimi azaltılmalıdır. Bunların dışında; ilaç, cerrahi ve<br />

endoskopik tedavi seçenekleri de bulunmaktadır.<br />

38<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

KRONİK BÖBREK HASTALIĞI<br />

RİSKİNDEN KORUNUN<br />

Doç. Dr. Şehmus Özmen – <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Nefroloji Bölümü<br />

Kronik böbrek hastalığı sık görülen, geç fark edilen, hasta için büyük bir ekonomik yüke neden<br />

olan; bunların yanı sıra doğru yöntemler kullanıldığında tedavi edilebilen bir hastalıktır. Hastaların<br />

şikayetlerinden yola çıkarak kronik böbrek hastalığı teşhisi konulamayabilir. Ancak gece sık idrara<br />

çıkma, böbrek yetmezliği açısından uyarıcı olabilir. Hastalığın tanısı; böbrek ultrasonu, idrar ve kan<br />

testleriyle kolaylıkla konulabilir.<br />

Her 6 kişiden biri kronik böbrek yetmezliği hastası<br />

Ülkemizde 8765 erişkin üzerinde yapılan geniş bir araştırmada,<br />

yaklaşık her 6 kişiden birinde kronik böbrek hastalığı olduğu<br />

tahmin edilmektedir. Bu rakamlar kronik böbrek hastalığı açısından<br />

gelecekte risk altında olduğumuzu göstermekte, böbrek nakli<br />

gerektirecek 5. evrede çok sayıda böbrek yetmezliği hastasıyla<br />

karşılaşma tehlikesini ortaya koymaktadır.<br />

Bazı hastalıklar böbrek yetmezliğini tetikleyebilir<br />

Kronik böbrek hastalığının tetikleyicileri ve nedenleri arasında;<br />

şeker hastalığı, yüksek tansiyon (yaklaşık hastaların yarısı), taş<br />

hastalığı, nefrit, böbrekteki iltihabi hastalıklar, idrar sistemindeki<br />

sorunlar ve kistik böbrek hastalığı sayılmaktadır. Bu nedenler,<br />

gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklılık göstermektedir.<br />

Hastanın yaşamını tehdit edebilir<br />

Kronik böbrek hastalığında öncelikli risk, gelecekte diyalize veya<br />

böbrek nakline ihtiyaç duyabilecek böbrek işlevi kaybıdır. Diğer<br />

risk ise kalp hastalıkları ile bağlantılı erken ölümlerdir. Sağlıklı<br />

olduğu düşünülen ancak sonrasında kronik böbrek hastalığı olduğu<br />

saptanan bireylerin; koroner kalp yetmezliği, beyin kanaması,<br />

damar tıkanıklığı ve çevresel (periferik) atardamar hastalıklarının<br />

ölüm oranları böbrek hastalıklarının düzeyine bakılmaksızın normale<br />

göre on kat daha fazladır.<br />

Bol su tüketimi böbrek hastalıklarına karşı<br />

koruyucudur<br />

Kronik böbrek hastalığından korunma ve hastalığın ilerlemesini<br />

önlemede en önemli faktör su tüketimidir. İştahsızlık ve yetersiz<br />

beslenme ile ishal ve kusmaya bağlı sıvı kayıplarına dikkat<br />

edilmelidir. Vücudun susuz kalması önlenmeli ve kaybedilen sıvı<br />

yerine konulmalıdır. Kan basıncı kontrolü en önemli hedeflerden<br />

biridir. Tansiyon düşürücü tedavide, ACE inhibitörü ARB grubu ilaçlar<br />

koruyucu özelliğe sahiptir. Tuz tüketimi azaltılmalıdır. Kan şekeri,<br />

kan yağları ve kansızlığın kontrolü takip edilmelidir. Sigaranın<br />

bırakılması kronik böbrek hastalığının ilerlemesini engelleyen önemli<br />

bir faktördür. Fiziksel aktivite artışı ve vücut ağırlığının kontrolü<br />

diğer alınabilecek önlemlerdir. Kronik böbrek hastalığına yakalanan<br />

veya yüksek risk altındakilerin düzenli olarak nefroloji uzmanı<br />

tarafından izlenmeleri gereklidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 39


GENEL SAĞLIK<br />

BURUN TIKANIKLIĞINA<br />

LAZER TEDAVİSİ<br />

Op. Dr. Atilla Şengör - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Kulak Burun Boğaz Bölümü<br />

Yaşam kalitesini her geçen gün düşüren burun tıkanıklığının nedeni olarak bugüne kadar<br />

kemik-kıkırdak eğrilikleri, burun ve burun bölmesi eğrilikleri gibi durumlar bilinmekle birlikte;<br />

bunlar için deviasyon ameliyatı gibi uygulamalar gündemdeydi. Ancak son yıllarda gelişmiş<br />

kliniklerde “burun tıkanıklığı cerrahisi” ayrıcalıklı bir şekilde ele alınmakta ve tedavi planı<br />

buna göre yapılmaktadır.<br />

Burun tıkanıklığının en önemli sebeplerinden birisi konka şişlikleridir<br />

Halk arasında burun eti şişmesi olarak da bilinen konka şişlikleri, bazen inatçı bir hale gelir ve ilaç tedavilerine yanıt vermez.<br />

Günümüzde konka şişliklerini radyofrekans ve lazer gibi yeni araçlarla tedavi edilmesi mümkün olabilmektedir. Hastada bu<br />

yöntemlerden hangisinin kullanılacağına, ancak burun tıkanıklığı hastalığını endoskopik olarak takip eden ilgili uzmanlar karar<br />

verebilir.<br />

İşlem sonrası iş ve sosyal yaşama kısa<br />

sürede dönüş sağlanır<br />

“Holmium Yag Lazer”le alt konka küçültme cerrahisi,<br />

endoskopik bakış altında, hastanın şişmiş olan<br />

alt konkasının özellikle en fazla şiştiği bölgelerde<br />

küçültülmesidir. Bu uygulama konkanın kritik<br />

yerlerinde birkaç milimetre genişliğinde ve birkaç<br />

milimetre derinliğinde çalışılarak, mukoza adı<br />

verilen örtücü dokuya çok zarar vermeden Holmium<br />

Yag Lazer kullanılarak yapılır. 20 yılı aşkın süredir<br />

uygulanan bu yöntem oldukça başarılı sonuçlar<br />

vermektedir. Lazerle konka ameliyatı ameliyathanede<br />

yapılmaktadır ve kısa bir genel anestezi gerektirir.<br />

İki taraflı burun içi çalışması 20 - 30 dakika sürebilir.<br />

Hastalar genellikle aynı gün ayaktan taburcu<br />

edilebilmektedir. Hasta müdahaleden kısa süre sonra<br />

işine rahatlıkla dönebilir. Ağrılı bir durum değildir.<br />

Bununla birlikte hasta birkaç gün nezle veya grip<br />

olmuşçasına burun tıkanıklığı ve burundan akıntı gibi<br />

belirtiler yaşar. Birkaç hafta burun içi kabuklanmalar<br />

olabilir.<br />

Uzman ellerde başarılı sonuçlar<br />

alınabiliyor<br />

Lazerle alt konka cerrahisi deneyim gerektiren<br />

bir konudur. Lazer teknolojisi biraz da maliyetli<br />

olması nedeniyle her hastanede bulunmamaktadır.<br />

Bu yüzden uzmanların da çok yaygın olarak<br />

erişebildikleri bir araç haline gelmemiştir. Ancak<br />

özellikle ileri derecede şişmiş alt konkaların<br />

lazerle küçültülmesi tekniği, diğer tekniklerle<br />

kıyaslandığında oldukça başarılıdır. Burun içi lazer<br />

uygulaması sayesinde, beraberinde hafif burun<br />

eğriliği (kemik-kıkırdak eğriliği) olan olgularda,<br />

deviasyon ameliyatına gerek duyulmadan, sadece<br />

konkaları küçülterek burun tıkanıklığını giderebilmek<br />

mümkündür.<br />

40<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GENEL SAĞLIK<br />

STRESLİ YÖNETİCİLER GECELERİ<br />

DİŞLERİNİ GICIRDATIYOR<br />

Dt. Hacer Esved Alireisoğlu- <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />

Sabahları dişlerinizde ağrı ile mi uyanıyorsunuz?<br />

Güne yorgun ve halsiz mi başlıyorsunuz?<br />

Bütün gece uykunuzda dişlerinizi mi gıcırdatıyorsunuz?<br />

Eğer bu sorulara evet yanıtını<br />

veriyorsanız ve güne bu şikayetlerle<br />

başlayarak gün içinde yoğun<br />

stres yaşıyorsanız “bruksizm”<br />

hastası olabilirsiniz. Diş gıcırdatma<br />

ve diş sıkma hastalığı olarak<br />

bilinen “bruksizm”, stresli ve<br />

agresif kişilerle, rekabetçi ve<br />

mükemmeliyetçi yönetici meslek<br />

grubunda olanlarda daha çok<br />

görülüyor.<br />

Bruksizm rekabetçi<br />

yöneticilerin hastalığı<br />

Son yıllarda sıkça rastlanan bir şikayet haline<br />

gelen “bruksizm”, çene eklem problemlerine yol<br />

açan diş gıcırdatma ve diş sıkma alışkanlığıdır.<br />

Genellikle uyku sırasında olan bu durum<br />

bazı kişilerde gün içerisinde de ortaya<br />

çıkabilir. Sık görülen uyku bozukluklarından<br />

biri olan bruksizm doğumsal değildir ancak<br />

hastaların kişilik yapısıyla tetiklenebilir.<br />

Hastalığın psikolojik ve fizyolojik sebepleri<br />

vardır. Stres bruksizmin nedenleri arasında<br />

önemli bir faktördür. Stresli bir hayat tarzı<br />

olan yöneticilerin mükemmeliyetçi, rekabetçi<br />

oldukları düşünülürse; bu hastalığa yönetici<br />

konumundaki kişilerde daha sık rastlandığı<br />

görülmektedir. “Malokluzyon” denilen dişlerin<br />

diziliş ve sıralanışındaki bozukluklar ve kapanış<br />

bozuklukları da sebepler arasındadır.<br />

Agresif ve rekabetçi kişiler risk<br />

grubunda<br />

Hastalığın kadın ve erkekte görülme olasılığı<br />

çok farklı olmamakla birlikte; agresif, titiz,<br />

rekabetçi kişiler bruksizm için risk grubundadır.<br />

Stres sonucu kimilerinde ağız ve diş ile<br />

ilgili problemler ilk olarak ortaya çıkarken,<br />

kimilerindeyse; mide, baş ve boyun ağrısı gibi<br />

durumlar görülebilmektedir.<br />

Sabahları kulak ağrısı ve<br />

yutkunma güçlüğü çekenler<br />

dikkat!<br />

Bruksizm tanısı genellikle hastalığın ilerleyen<br />

zamanlarına kadar konulamaz; çünkü çoğu<br />

insan bu alışkanlığının farkında değildir.<br />

Şikayetler ortaya çıkmadan hastanın bunu fark<br />

edebilmesi zordur. Diş sıkmaya gıcırdatma da<br />

eşlik ediyorsa çıkan ses etraf tarafından fark<br />

edilir. Bruksizm hastaları çoğunlukla; sabah<br />

kalkıldığında eklemlerde, çiğneme kaslarında<br />

ağrı, baş ve boyuna yayılan ağrı, kulak ağrısı,<br />

yorgunluk, yutkunma güçlüğü, dişlerde<br />

ağrı veya hassasiyet ve çene ekleminde ses<br />

şikayetiyle doktora başvurmaktadır.<br />

Düzenli diş muayenesi erken tanı<br />

için önemli!<br />

Bruksizm, diş hekimi ve nöroloji, psikiyatri<br />

gibi birçok branşın belli seviyelerde ilgilendiği<br />

bir rahatsızlıktır. Durum fizyolojikse öncelikle<br />

diş hekimi müdahalesi şarttır. Eğer durumda<br />

psikolojik bir tablo söz konusu ise psikiyatri<br />

ile birlikte diş hekimleri kombine tedavi<br />

uygulayabilir. Hastalığın tedavisindeki amaç;<br />

dişlerde çene ekleminde oluşabilecek kalıcı<br />

zararları önlemek ve ağrıyı ortadan kaldırmaktır.<br />

Diş gıcırdatmasının tedavisinde kullanılan en<br />

önemli araç, uyku sırasında dişlerin birbirleri<br />

ile temasını engellemek amacı ile üst çene<br />

için yapılan sadece dişler üzerine oturan 2mm<br />

kalınlığında “gece plağı” adı verilen şefaf bir<br />

araçtır.<br />

Bunun tek başına yeterli olmadığı durumlarda<br />

bazı ek tedaviler uygulanabilir. Stres terapisi<br />

uygulanabilir ya da rahat uyumayı sağlayıcı<br />

önlemler alınabilir. Bruksizm varlığında kas<br />

gevşetici ilaç uygulaması, hatalı yapılmış diş<br />

dolgusu ve kaplamaların yenilenmesi gerekebilir.<br />

Eksik olan dişlerin yerine konulabilmesi<br />

yada aşınmış dişlerin onarılması için protez<br />

uygulamaları yapılabilmektedir. Diş sıkma<br />

ve gıcırdatma sonucu çene eklemindeki<br />

deformasyona bağlı olarak çok ileri safhalarda<br />

cerrahi tedaviler yapılmaktadır. Tüm bu tedavi<br />

yöntemlerinin dışında bir de botoks tedavisi<br />

uygulanabilir. Hastaların birçoğu yapılan gece<br />

plağını 6 ay düzenli kullandığında bu alışkanlık<br />

bırakılabilir. Gece plağının yanında botoks ile<br />

tedavi olumlu sonuçlar vermektedir. Basit<br />

olan bu uygulamanın 6-9 ay etki süresi vardır.<br />

Yanak alt kısmında bulunan çiğneme kasına<br />

belirli noktalardan yapılan botoks enjeksiyonu,<br />

doğru uygulamayla kastaki stresi kaldırdığından<br />

istenmeyen kasılmalar ve kontrol dışı sıkmalar<br />

ortadan kalkmaktadır. Kişinin hayat tarzına<br />

dikkat ederek stresten uzak durmaya özen<br />

göstermesi, “bruksizm” oluşumuna engel<br />

olabilmektedir. Bruksizmli hastalarda belirtiler<br />

uzun vadede ortaya çıkar ve kişi o güne kadar<br />

bu durumunun farkında değildir. Düzenli yapılan<br />

diş kontrolleri sırasında durum hekim tarafından<br />

fark edildikten sonra gerekli önlemler alınarak<br />

tedavi gerçekleşterilebilmektedir. Bu nedenle<br />

yılda iki kez diş muayenesi olmak çok önemlidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 41


ÇOCUK SAĞLIĞI<br />

ÇOCUĞUNUZUN ÖKSÜRÜK<br />

NÖBETLERİNİN NEDENİ KRUP OLABİLİR<br />

Uz. Dr. Deniz Tamtekin - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />

Krup sendromu halk arasında “yalancı kuşpalazı” olarak adlandırılır. Virüs, bakteri<br />

veya alerjik sebeplerle ortaya çıkan, özellikle gırtlak ve ses tellerinin kızarıp şişmesiyle, nefes<br />

almayı güçleştirerek, havlar tarzda öksürüğe neden olan bir solunum yolları hastalığıdır.<br />

Sonbahar sonu, kış ve bahar aylarında görülür. Bu dönemlerde salgın şeklinde görülmekte ve<br />

solunum sıkıntısı nedeniyle anne babaları korkutmaktadır. Genelde yaşları 6 ay ile 5 -6 yaş<br />

arasında değişen çocukların %15’inde görülmektedir. Erkekler kızlara göre % 50 daha fazla<br />

etkilenirler.<br />

Bu belirtilere dikkat!<br />

Krup rahatsızlığında havlar tarzda öksürük, tiz ve hırıltılı<br />

bir ses vardır ve çocukların durumu genellikle geceleri<br />

kötüleşir. Hırıltılı soluma, hava yollarının daralması<br />

anlamına gelebilir. Krup kötüleşirken hırıltı azalabilir. Krup<br />

genellikle viral bir enfeksiyona bağlıdır. Virüs genellikle<br />

hasta olan kişinin öksürmesi veya hapşırmasıyla havaya<br />

çıkan damlacıklarla ya da direkt temasla bulaşır. Soğuk<br />

algınlığı yapan birçok virüs krupa neden olmaktadır.<br />

Vakaların % 75’inden Tip 1 ve 2 parainfluenza virüsü<br />

sorumludur. Bazen diğer virüsler de krupa yol açabilir.<br />

Spazmodik krup (havlar tarzda krup) aynı gruptan<br />

virüslere bağlı olarak gelişmektedir ama ateş, boğaz ağrısı<br />

ve akyuvar sayısının artması gibi normalde rastlanan<br />

enfeksiyon belirtilerini göstermez. Genellikle 5-6 gün sürer.<br />

Bu tabloya yol açan çok sayıda virüs olduğundan krup<br />

tekrarlayabilir. Var olan alerjik yapının bundan sorumlu<br />

olduğu düşünülmektedir. 5-6 yaşından sonra hastalık daha<br />

az görülür.<br />

Çocuğunuz hasta uyanabilir<br />

Krup semptomları hafif, orta veya ağır semptomlar olabilir.<br />

Genellikle çocuk yatağa giderken herhangi bir sıkıntısı<br />

yoktur. Gece yarısı ani başlayan solunum sıkıntısı, havlar<br />

tarzda kaba bir öksürük ile uykudan uyanır. Ses tellerinde<br />

şişme meydana gelmiştir. Öncesinde burun akıntısı hafif<br />

ateş, boğaz ağrısı ve huzursuzluk olabilir. Soluk alma<br />

sırasında tipik bir ses duyulur, sesi boğuk ve kabalaşmıştır.<br />

Enfeksiyon daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu<br />

tarzında başlar, daha sonra nefes borusu ve bronşlara<br />

ilerleyebilir. Hafif vakalarda gündüz iyi olan çocukta,<br />

solunum sıkıntısı 5-6 gece boyunca görülebilir, sonra<br />

giderek azalır. Krup vakalarının %5-10’u hastanede<br />

yatarak tedaviye gereksinim duyar. Krup tanısı genellikle<br />

klinik tablo ve muayeneyle konur. Kan testleri ve radyolojik<br />

tetkikler çoğu zaman gerekli değildir. Ancak bir çocuk sık<br />

sık krup geçiriyorsa, alerji veya reflüden kaynaklanan<br />

problemler için araştırılması gerekebilir.<br />

BU UYGULAMALAR<br />

ÇOCUĞUNUZU RAHATLATABİLİR<br />

Aşılar krupu önleyebilir. Genel olarak krup viral bir<br />

enfeksiyon olduğu için etkene yönelik bir tedavi<br />

yoktur. Ancak bazı uygulamalarla hasta çocuk<br />

rahatlatılabilir. Bunlar arasında öncelikli olan nemli<br />

hava ile buhar verilmesidir. Serin gecelerde pencereyi<br />

açıp nefes almasını sağlamak da rahatlatıcı olacaktır.<br />

Ateş varsa, ateş düşürücüler verilir. Dik pozisyonda<br />

otururken daha rahat nefes alacaktır. Çocuk ağlayıp<br />

heyecanlanınca solunum sıkıntısı artacağı için;<br />

öncelikle aile sakin olmalı, çocuğun da sakinleşmesine<br />

yardımcı olunmalıdır. Bol sıvı alması uygun olacaktır.<br />

Bu önlemlere rağmen rahatlamayan çocuklarda<br />

havayolundaki ödemi çözecek ilaçlar gerekli olabilir.<br />

Bu durumda mutlaka hastaneye<br />

başvurmak gerekir.<br />

42 Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


ÇOCUK SAĞLIĞI<br />

ASTIM ÇOCUĞUNUZUN YAŞAMINI<br />

KISITLAMASIN<br />

Prof. Dr. Refika Ersu – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />

Alerjiye yönelik önlem alın<br />

Alerjisi olan çocuklarda saptanan alerjene<br />

karşı önlemlerin alınması, tedavinin önemli<br />

bir parçasıdır. Eğer çocuğunuzun ev tozu<br />

alerjisi varsa ev tozunu azaltmaya yönelik<br />

önlemler alınmalıdır. Ev hayvanlarına karşı alerji<br />

gelişmesine rağmen evde kedi veya köpek<br />

besleniyorsa, hayvanların evden uzaklaştırılması<br />

gerekir. Astıma eşlik edebilen saman nezlesi,<br />

sinüzit ve reflü gibi hastalıkların tedavisi astım<br />

tedavisini kolaylaştırır, ilaç dozlarının azaltılmasını<br />

sağlar. Bu hastalıkların tanısının konması ve<br />

tedavi edilmesi önemlidir.<br />

Astım hem dünyada hem de<br />

ülkemizde çocuklarda en sık<br />

rastlanılan hastalıktır. Çocuğunuza<br />

astım tanısı konuldu ise endişelenmek<br />

yerine onun yaşamını kolaylaştıracak<br />

önlemler almaya başlamalısınız.<br />

İlaç tedavisi ile kontrol altına alınabilir<br />

Bazı ülkelerde astımın sıklığı % 30 iken, Türkiye’de<br />

çocukların % 6-18 kadarında astım mevcuttur.<br />

Ülkemizde astımlı çocukların çok önemli bir kısmının<br />

rahatsızlığı bulunmamaktadır. Astım özellikle ilk 6 yaşta<br />

geçici olabilir. Ayrıca hastalığın tedavisinde kullanılan<br />

son derece etkili ve güvenilir ilaçlar vardır. Pek çok<br />

astımlı çocuğun hastalığı hafif veya orta derecede<br />

seyrettiği için bu ilaçların çok düşük dozlarıyla<br />

kolaylıkla kontrol altına alınabilmektedir. Bu ilaçlar<br />

önerilen şekilde kullanıldığında öksürük, hırıltı, nefes<br />

darlığı gibi şikayetler ile ortaya çıkan atakların sıklığı ve<br />

şiddeti azalmaktadır.<br />

Grip aşısı önerilir<br />

Çocuklarda astım atakları viral enfeksiyonlar ile<br />

tetiklenir. Özellikle yuvaya/okula giden ya da<br />

kardeşleri olan çocukları enfeksiyonlardan tamamen<br />

korumak mümkün olmasa da; evde üst solunum yolu<br />

enfeksiyonu olan birisi var ise el yıkama gibi basit<br />

önlemler bile korunmada önemli olabilir. Astımı olan<br />

çocuklara grip aşısı da önerilir.<br />

Astım tedavisinde kullanılan<br />

ilaçlar nelerdir?<br />

Astım ya da hava yolu hassasiyeti olan<br />

çocuklarda tedavi uluslararası tedavi rehberlerine<br />

göre planlanmaktadır. Bu tedavi rehberlerindeki ilk seçenek, direkt<br />

hava yollarına verilen ilaçlardır. Bu hastalarda kullanılan iki çeşit ilaç<br />

vardır:<br />

• Koruyucu/tedavi edici ilaçlar: Buharlaştırılarak veya sprey ile alınan<br />

ilaçlar ve ağızdan alınan diğer ilaçlar (Suda eriyen toz veya çiğneme<br />

tableti)<br />

• Rahatlatıcı, şikayetleri giderici ilaçlar. Tedavide eğer sprey ilaçlar<br />

kullanılıyor ise kesinlikle direkt ağıza sıkılmamalıdır. Sprey ilaçlar<br />

çocukların yaş gruplarına göre seçilen ara cihazlar ile kullanılmalıdır.<br />

Çocuğunuzu nasıl bilgilendirmelisiniz?<br />

• Çocuğunuz yaşıtlarının yer aldığı tüm normal günlük<br />

aktivasyonlarda yer almalı ve kendine güveni sağlanmalıdır.<br />

• Çocuk mümkün olabildiğince bağımsız olabilmesi için<br />

cesaretlendirilmelidir.<br />

• Büyüdükçe astımla ilgili olarak bilgilendirilmelidir.<br />

• Çocuk, ilaçları düzenli alma konusunda sorumlu olmalıdır.<br />

• Hastalığı ile ilgili acil durumlarda kimi arayacağını bilmelidir.<br />

• Okuldaki sorumlu kişiler çocuğun hastalığı ve ilaçları ile ilgili bilgi<br />

sahibi olmalıdır.<br />

Astım tedavisi;<br />

• Gün içinde astım belirtisinin olmamasını veya çok az görülmesini,<br />

• Gece şikayetlerinin hiç olmamasını,<br />

• Rahatlatıcı ilaçlara haftada 3 kereden fazla gereksinim olmamasını,<br />

• Okul ve spor aktivitelerinin kısıtlanmamasını,<br />

• Solunum fonksiyon testlerinin (5 yaşın üzerinde testi yapılabilen<br />

çocuklar için) normal olmasını,<br />

• Acil doktor ziyareti ya da hastane yatışı gerektiren akut atak<br />

geçirilmemesini sağlamaktadır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 43


GÜNCEL<br />

ORGAN BAĞIŞI İLE HAYATA DÖNÜŞ İÇİN<br />

ÇÖLDEN BUZULLARA<br />

Türkiye’nin ilk çöl maratoncusu Prof. Dr. Taner Damcı, bu kez organ bağışına dikkat çekmek<br />

ve her yıl daha fazla çocuğun organ nakli ile hayata dönmesini sağlamak için Antartika’da<br />

buzların üzerinde koştu.<br />

Prof. Dr. Taner Damcı<br />

250 kilometrelik buzul koşusu<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Endokrinoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Taner Damcı, ABD’li Racing The Planet/”Gezegeni Yarıştırmak” örgütünün 10 yıldır<br />

yürüttüğü “4 Deserts/4 Çöl” projesi kapsamında 26 Kasım’da Antartika’da gerçekleştirilen maratonda Türkiye’yi temsil etti. Dünyanın birçok<br />

yerinden toplam 51 katılımcı ile gerçekleştirilen yarışta, Prof. Dr. Damcı organ bağışına dikkat çekmek ve bu konuda farkındalık oluşturmak için<br />

koştu. 7 gün süren yarışta toplam 250 km mesafe kat edildi.<br />

“60 dereceden -20 dereceye”<br />

2001 yılında başladığı maraton macerası boyunca Sahra, Gobi ve Atacama Çölleri’ni geçen ve Türkiye’nin ilk ultramaratonu Likya Yolu’nu<br />

düzenleyen Prof. Dr. Taner Damcı, bu önemli proje için uzun bir süre sıkı bir hazırlık dönemi geçirdiğini belirterek duygularını şöyle ifade etti:<br />

Koşuya davet üzerine katıldım. Yarış çok zor koşullarda gerçekleştiği için zor koşullarda koşmuş, bu koşullara kolay adapte olabilecek insanlar davet<br />

edildi. Buzul maratonunu sağlıklı bir şekilde tamamlamak için her sabah antrenman yaptım. Sabahları öğlene kadar spor salonunda, açık havada<br />

veya arazide koştum. Fırsat buldukça dağlara tırmandım. Çöl koşularında güneşte 60 dereceyi gösteren hava sıcaklıklarında koştum. Türkiye’yi çöl<br />

maratonu ile tanıştırdım ve ilk çöl maratoncusu unvanını aldım. Antarktika’da ise -20 dereceleri gördüm. Bu da farklı bir deneyimdi benim için.<br />

Organ nakilli çocuklar için koşmak büyük mutluluk<br />

Dünyanın her yerinde bu tür maratonlarda insanlar hep hayır işi için koşuyor. Benim de bir amacım vardı. Organ bağışına dikkat çekmek istiyorum.<br />

Bu benim için gösterdiğim performansımdan bağımsız ve çok onur verici. Birkaç kişinin aklında kalıcı olsa, birkaç kişi bile organı bağışlasa ülkemiz<br />

için bir adım olacaktır diye düşünüyorum.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, bu önemli proje sayesinde<br />

organ nakli konusunda farkındalığın artacağını belirterek, “Organ bekleyen çocukların büyük bir çoğunluğu, ailelerinden<br />

organ alarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Kimisi babasından aldığı böbrekle, kimisi de teyzesinin karaciğeri ile hayata<br />

tutunuyor. Gönül ister ki; ailelerinden yani canlıdan canlıya nakil ameliyatları ile değil kadavradan aldıkları organlarla<br />

yaşasınlar. Bu organizasyon organ bağışına dikkat çekmek açısından büyük önem taşıyor. Antartika’da koşulan<br />

uluslararası ultramaratonda bir Türk doktorun organ nakilli çocuklar için koşmuş olması gurur verici”.<br />

44<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


ÇOCUK SAĞLIĞI<br />

ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN<br />

GÖZ HASTALIKLARINA DİKKAT!<br />

Op. Dr. Belgin Ekmekçiler – <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Göz Hastalıkları Bölümü<br />

Görme duyusu gelişimi, insanlarda doğumla başlayıp, 8-10 yaş civarına kadar çok hızlı bir şekilde<br />

tamamlanır. Bu süreçte ortaya çıkan ve görme duyusunun gelişimini etkileyen herhangi bir sorun,bir<br />

daha geri dönüşü olmayan görme problemlerine sebep olmaktadır. Kırma kusurları, şaşılık, konjenital<br />

katarakt, glokom, göz travmaları ve göz tümörleri gibi birçok hastalık çocuklarda kalıcı görme<br />

kayıplarına sebep olabilir.<br />

En sık görülen göz hastalığı kırma kusurlarıdır<br />

Miyopi, hipermetropi ve astigmatizma olmak üzere, üç çeşit kırma<br />

kusuru vardır.<br />

• Miyopi: Bebeklerde nadiren görülen, genelde okul çağında<br />

başlayıp, 20’li yaşlara kadar artış gösteren bir görme kusurudur.<br />

• Hipermetropi: Doğumla birlikte başlamakta ve yaşın ilerlemesiyle<br />

paralel olarak, azalan bir seyir izlemektedir.<br />

• Astigmatizma: Doğum sırasında görülmektedir ve hayat boyu<br />

şikayetlerde artma ya da azalma olmamaktadır.<br />

Bu üç kırma kusurunda da genetik geçiş söz konusudur. Eğer annebaba<br />

gözlük kullanıyorsa, çocuklarının da gözlerinde bozukluk olma<br />

ihtimali yüksektir. Bu tür göz bozuklukları; çocuklarda uzaklara<br />

bakarken gözlerini sıkma, bir şey okurken çok yaklaştırma, sınıfta<br />

tahtayı görememe, akşamları zor görme ve sık sık takılıp düşme gibi<br />

birçok belirtiyle kendini gösterebilir.<br />

Şaşılık nörolojik sebeplere bağlı gelişebilir<br />

Sık olarak görülen ikinci görme kusuru şaşılıktır. Şaşılık, nörolojik<br />

sebeplere ve hipermetropiye bağlı olarak gelişmektedir.<br />

Hipermetropiye bağlı olan şaşılıklar, çoğunlukla gözlük kullanımı<br />

ve erken tedavi ile ameliyat gerekmeksizin düzeltilirken, nörolojik<br />

sebeplere bağlı olarak ortaya çıkmış olanlar, genelde ameliyatla<br />

giderilmektedir. Şaşılık erken fark edilip düzenli takip edilmesi<br />

gereken bir göz hastalığıdır. Geç kalındığında, gözde tembelliğe<br />

sebep olmakta, ömür boyu düzeltilemeyen görme kusurlarına ve<br />

kalıcı şaşılığın oluşmasına yol açmaktadır. Özellikle, altı aylık olduktan<br />

sonra bir bebekte gözde kayma görülüyorsa, acil olarak doktora<br />

başvurulması gerekir. Çocuğun yüksek ateş sonrası havale geçirmesi,<br />

nörolojik şaşılıkların en önemli sebebidir. Bu nedenle, çocuklarda ateş<br />

yükselmesine çok dikkat etmek gerekir.<br />

Nadir görülen ancak körlüğe kadar gidebilen hastalık olan konjenital<br />

glokom yani göz tansiyonu da nadir görülen hastalıklardan biridir.<br />

Bebeklikte başlar; ışıktan rahatsız olma, gözde aşırı sulanma ve<br />

gözlerini açamama gibi belirtileri vardır. Tedavi edilmediği zaman<br />

gözde büyüme ve körlükle sonuçlanabilen bir rahatsızlıktır<br />

Aileler göz travmalarına karşı önlem almalı<br />

Çocuklarda göz travmaları oldukça sık görülmektedir. Bebeklerde<br />

göz yaralanmaları, kendi tırnaklarıyla gözlerini çizmekle, daha ileri<br />

yaşlarda ise kalem, çatal, bıçak, cam kırığı batması, boncuk tabancası<br />

çarpması ve başka birçok sebepten kaynaklanabilmektedir. Bu tür<br />

travmaların bazıları geçici olabilmekte, bir kısmı da göz kaybına kadar<br />

giden sorunlara sebep olabilmektedir. En etkili korunma yöntemiyse<br />

çocukları bu tür tehlikelerden uzak tutmaktır.<br />

Göz tümörleri genetik geçişlidir<br />

Göz tümörleri çocukluklarda genelde genetik geçişlidir, iki gözde<br />

de olma ihtimali yüksektir. Genelde aileler gözde şaşılık veya göz<br />

bebeğinde beyaz ışık parlaması görerek doktora başvurmaktadır.<br />

Eğer aile geçmişinde böyle bir hastalık varsa, genetik geçişten dolayı<br />

çok tedbirli olunmalıdır.<br />

Doğumdan itibaren çocukların gözleri takip edilmeli<br />

Aileler genelde çocuk büyümeden göz muayenesinin yapılamayacağını<br />

düşünmektedir. Bu yanlış kanının aksine; doğumdan itibaren her<br />

yaşta çocuğa göz muayenesi yapılabilir. İlk 8 yaş kritik dönemdir.<br />

Bu nedenle tüm ailelerin, gözde sıkıntısı olmasa bile, bebeklikten<br />

itibaren okul öncesi döneme kadar, düzenli olarak çocuklarının<br />

göz muayenelerini yaptırmaları gerekmektedir. Çocuklarda göz<br />

hastalıklarında erken teşhis ve tedavi çok önemlidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 45


GENEL SAĞLIK<br />

GİRİŞİMSEL YÖNTEMLER AMELİYATA GEREK<br />

KALMADAN HAYAT KURTARABİLİYOR<br />

Doç. Dr. Koray Güven – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Radyoloji Bölümü<br />

Geçtiğimiz yıllarda sadece cerrahi<br />

olarak tedavi edilebilen pek çok<br />

hastalık, günümüzde modern<br />

tıpla artık daha az invaziv yani<br />

girişimsel yöntemlerle, girişimsel<br />

radyologlar tarafından tedavi<br />

edilebilmektedir. Gelişen tıp ve<br />

mühendislik teknolojisi yardımı<br />

ile 10 yıl önce hayal olarak kabul<br />

edilen ve adı bilinmeyen pek<br />

çok tedavi yöntemi artık tıbbi<br />

kılavuzlarda yer almaktadır.<br />

Cerrahi İşlem Gerektirmez<br />

Girişimsel radyologlar, minimal invaziv yöntemlerle hedefe<br />

yönelik tanı ve tedavileri gerçekleştirirler. En modern<br />

görüntüleme cihazları (röntgenografi, ultrasonografi,<br />

bilgisayarlı tomografi, anjiografi, manyetik rezonans<br />

görüntüleme) kullanılarak damar içinden (atardamarlar ve<br />

toplardamarlar) bir kateter yardımı ile teşhis ve tedaviler<br />

yapılabilmektedir. Sadece damar içi değil, damar dışı<br />

pek çok organ veya dokunun teşhis veya tedavi amaçlı<br />

girişimleri de yapılmaktadır.<br />

Girişimsel Radyoloji İle Tanı ve Tedavisi Yapılan<br />

Durumlar:<br />

• Vasküler işlemler olarak her türlü atardamar ve<br />

toplardamar darlıkları ile tıkanmalarına yönelik balon<br />

ve stent tedavileri, aort damarına stent uygulamaları,<br />

kanamaya neden olan acil yaralanmaların tedavisi,<br />

beyin ve boyun damar darlık ve tıkanmalarının açılması,<br />

damar içi pıhtı çıkarılması ve eritilmesi, pıhtı önleyici<br />

şemsiyelerin (filtre) takılması ile anevrizma (baloncuk)<br />

tedavileri yapılmaktadır. Hipertansiyon, iltihabi damar<br />

hastalıkları, doğumsal damar anomalileri, mide ve<br />

bağırsak sisteminin damarsal hastalıkları, diyabetik<br />

hastalarda bacak damarlarının tedavileri de başarı ile<br />

gerçekleştirilmektedir.<br />

• Non-vasküler yani damar dışı işlemler arasında; her<br />

türlü organa yönelik (karaciğer, böbrek, böbrek üstü bezi,<br />

tiroid, meme, prostat, akciğer, lenf bezi, kemik, yumuşak<br />

doku) biyopsiler, iltihaplı sıvı birikimlerinin boşaltılması,<br />

safra yollarına ve idrar yollarına yönelik dren ve stent<br />

yerleştirme işlemleri ile balonla genişletme uygulamaları,<br />

yemek borusu ve bağırsak darlıklarında stent uygulmaları,<br />

batın ameliyatları sonrası oluşan iltihapların boşaltılması,<br />

köpek kisti (kist hidatik) gibi enfeksiyon hastalıklarının<br />

tedavisi yer almaktadır.<br />

• Onkolojik tedaviler (kanser tedavileri) özellikle<br />

son 10 yılda büyük ilerleme kaydetmiştir. Girişimsel<br />

radyolojik yöntemlerle bazı tümörler tamamen tedavi<br />

edilebildiği gibi; bazı tümörler ise sonraki tedavilere<br />

(cerrahi, radyoterapi kemoterapi vb) hazırlık aşamasında<br />

küçültülüp kontrol altına alınabilmektedir. Karaciğer<br />

tümörlerinin çeşitli iğneler yardımı ile yakılması ya da<br />

dondurulması tümörü tamamen tedavi edebileceği gibi,<br />

damar içi yöntemlerle kemoterapi ilaçları kullanılarak veya<br />

radyoaktif maddeler yardımı ile oldukça ileri evredeki<br />

tümörler dahi kontrol altına alınabilmektedir. Ayrıca tüm<br />

bu tedaviler belli bir sıralama ve gereklilik halinde birlikte<br />

veya ardışık olarak yapılarak etkinliği artırılabilmektedir.<br />

Benzer şekilde uygulamalar seçilmiş hasta gruplarında<br />

diğer organ tümörleri için de (örneğin akciğer, meme,<br />

böbrek, göz gibi) uygulanabilmektedir.<br />

46<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


• Bir diğer büyük grubu da damarsal<br />

erişim yollarına ihtiyaç duyan<br />

hastalar oluşturmaktadır. Hayata bu<br />

toplardamar kateterleri yolları ile<br />

tutunan kişiler arasında, hemodializ<br />

için tünelli kateter ihtiyacı<br />

olanlar, diyaliz fistülü problemleri<br />

yaşayanlar, kemoterapi tedavisi için<br />

port takılması gerekenler, kısa ya da<br />

uzun süreli damardan beslenmesi<br />

ya da ilaç alması gereken hastalar<br />

(çocuklar, ağızdan beslenemeyenler,<br />

kemoterapi görenler vb)<br />

bulunmaktadır.<br />

• Acil servise başvuran her türlü<br />

kanama ya da travma hastasında<br />

girişimsel radyolojik tedaviler<br />

sıklıkla uygulanmaktadır. Kısa<br />

zamanda etkili ve hedefe yönelik<br />

yapılan tedavilerin sonucunda bu<br />

kişiler hızlı ve güvenli bir şekilde<br />

iyileşebilmektedirler. Özellikle<br />

trafik ve iş kazaları ile ateşli<br />

silah yaralanmalarının sıklıkla<br />

görüldüğü ülkemizde, girişimsel<br />

radyologların yaptığı tedaviler<br />

sonrasında bu hastalardaki<br />

kanamalar etkili bir şekilde kontrol<br />

altına alınabilmektedir. Ayrıca<br />

mide ve bağırsak sisteminde<br />

oluşan kanamalarda endoskopi ile<br />

birlikte ya da sonrasında yapılan<br />

anjiografik girişimler hayat kurtarıcı<br />

olmaktadır. Yine ülkemizde sıklıkla<br />

görülen tüberküloz ya da KOAH<br />

(Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı)<br />

hastalığına bağlı akciğer kanamaları<br />

(hemoptizi) hemen her zaman<br />

embolizasyon (damar tıkama) adı<br />

verilen anjiografik yöntemle başarılı<br />

bir şekilde tedavi edilmektedir.<br />

• Siroz hastalığına bağlı oluşan ve<br />

hayatı tehdit eden varis kanamaları,<br />

girisimsel radyoloji işlemlerinin<br />

uygulama alanarındandır. Bu<br />

hastaların çoğunda kanamayı<br />

durdurmak için yapılan 2. endoskopi<br />

sonrasında TIPS adı verilen<br />

karaciğer içi stent yardımı ile bypass<br />

yaratılması işlemi ile uzun süre<br />

hastaların varis kanamalarından<br />

uzak tutulması ve gereğinde<br />

karaciğer nakli için vakit kazanılması<br />

mümkün olabilmektedir. Yine<br />

siroza bağlı olarak karında sıvı<br />

birikimi (asit) olan hastalarda aynı<br />

yöntemle etkili bir şekilde bu sıvının<br />

azaltılması sağlanabilmektedir.<br />

• Dünyada canlıdan organ nakli<br />

yapılan ülkeler arasında Türkiye<br />

ilk sıralarda yer almaktadır. İleri<br />

derecede tıbbi bilgi, beceri ve<br />

donanım gerektiren bu hasta<br />

grubunda nakil öncesi ve sonrası<br />

dönemde pek çok nedenle girişimsel<br />

radyolojik işlemlere ihtiyaç<br />

duyulmaktadır. Yapılan bu tedaviler<br />

ile kritik noktalarda hastanın<br />

tedavisi ve nakledilen organın<br />

sağlıklı bir şekilde uzunca süreler<br />

çalışması sağlanabilmektedir.<br />

• 40-50 yıldır çoğunlukla cerrahi<br />

yöntemlerle tedavi edilmiş pek<br />

çok hastalık (aort anevrizması/<br />

yırtılması, kol-bacak atardamar<br />

darlık ve tıkanıklıkları, bacaklardaki<br />

varis oluşumu, rahimdeki miyomlar,<br />

iyi huylu prostat büyümesi vb)<br />

günümüzde neredeyse çoğunlukla<br />

girişimsel radyolojik tedaviler ile<br />

iyileştirilebilmektedir.<br />

Bu sayede; hastanede kalış süreleri,<br />

genel anesteziye duyulan ihtiyaç<br />

ve yoğun bakım yatış gerekliliği<br />

azalmakta, pek çok işlem ayaktan<br />

ya da kısa süreli hastane yatışı ile<br />

yapılabilmektedir. Böylece hasta<br />

konforu, memnuniyeti arttığı gibi;<br />

günlük ve sosyal yaşama geri dönüş<br />

süreleri oldukça kısalmaktadır.<br />

Girişimsel radyolojik işlemlerin<br />

üstünlüğü “köprüleri<br />

yakmamasıdır”<br />

Pek çok işlemden sonra gereği<br />

halinde tamamlayıcı tedavileri ve<br />

yıllardır yapılagelen cerrahi işlemleri<br />

uygulamak mümkündür. Ancak<br />

bu durumun aksi bazen mümkün<br />

olamamakta, girişimsel radyolojik<br />

tedavilerle kolaylıkla ve etkin olarak<br />

tedavi edilecek pek çok hastalık<br />

diğer yöntemlere başvurulduğu için<br />

artık bu tür girişimlerin yapılabilmesi<br />

imkansız hale gelebilmektedir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 47


MEMORIAL<br />

DOĞUMA HAZIRLIK<br />

KURSLARI<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 17.01.2013<br />

Gün: Her Perşembe (5 hafta boyunca)<br />

Saat: 18.00 – 20.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 17.01.2013<br />

Gün: Her Perşembe (4 hafta boyunca)<br />

Saat: 18.00 – 20.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 12.01.2013<br />

Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />

Saat: 14.00 – 16.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık<br />

Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 12.01.2013<br />

Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />

Saat: 14.30 – 16.30<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

MEMORIAL<br />

YOGA PROGRAMLARI<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik Yogası<br />

Gün: Her Cumartesi<br />

Saat: 15.00 – 16.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik<br />

Yogası<br />

Gün: Her Cumartesi<br />

Saat: 10.00 – 11.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans<br />

Salonu<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp Yogası<br />

Gün: Her Salı ve Cuma<br />

Saat: 19.00 – 20.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Bilgi ve Kayıt: 444 7 888<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

48<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


GÜNCEL<br />

TÜRKİYE’NİN SÜPER MARKASI<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu, bağımsız bir değerlendirme kuruluşu olan Superbrands<br />

International tarafından Türkiye’nin süper markası seçildi. İngiltere merkezli,<br />

86 ülkede faaliyet gösteren bağımsız bir marka değerlendirme kuruluşu olan<br />

ve bu alanda 19 yıldan beri çalışmalarını sürdüren Superbrands International’ın<br />

Türkiye’de bu yıl 4.sünü düzenlediği araştırmada, Türkiye’de ilklerin öncüsü<br />

olan ve 65 ülkeden hasta kabul eden <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu jüri ve halk<br />

oylaması sonucunda Türkiye’nin “Süper Marka”sı seçildi.<br />

ŞİRKETİN BÜYÜKLÜĞÜ ÖNEMLİ<br />

Superbrands Türkiye 2012 yılı çalışmasında, markalar ilk olarak konusunda uzman jüri<br />

tarafından elemeye tabii tutuldu. Daha sonra ise Nielsen tarafından yapılan halk araştırmasının<br />

sonuçları doğrultusunda ortaya çıktı. Superbrands Türkiye’nin bu yılki Seçici Kurulu’nu, iş<br />

dünyası ve özellikle marka konusuyla ilişkili sivil toplum kuruluşları yöneticileri oluşturdu. “Süper<br />

marka” seçiminde şirketin büyüklüğünün yanı sıra; teknolojisi, yatırımları, iş gücü kalitesi,<br />

yaratıcılığı, markalaşmaya yaptığı yatırım ve marka devamlılığı, sosyal sorumluluk projelerine<br />

katkısı, çevre duyarlılığı, etik değerlere uyma ve vergi sıralamasındaki yeri büyük önem taşıdı.<br />

SON KARAR TÜKETİCİNİN<br />

Dünyada 87 ülkede iki yılda bir gerçekleştirilen Superbrands Türkiye seçimlerinin ilk etabında<br />

1089 marka belirlendi. İkinci etapta ise, konusunda uzman kişilerden oluşan Seçici Kurul<br />

bu sayıyı 300 markaya indirdi. İstanbul, Ankara ve İzmir’de 1600 kişiyle yapılan yüz yüze<br />

görüşmeler sonunda Nielsen, kısa listeye giren 300 markaya yönelik tüketici görüşlerini<br />

değerlendirdi. Seçici Kurul ve Nielsen’ın ölçümleriyle belirlenen Türkiye’nin süper 159 markası<br />

kamuoyu ile paylaşıldı.<br />

MEMORIAL UZMANLARI “SORULAR VE<br />

YANITLARLA DİYABET” KİTABINDA<br />

Gazeteci Esra Kazancıbaşı Öztekin’in “Sağlığım İçin Herşey Sağlık<br />

Kitapları Serisi”nin üçüncü kitabı “Sorular ve Yanıtlarla Diyabet”<br />

yayınlandı. Diyabet alanında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarını<br />

bir araya getiren kitapta diyabet hastalığı hakkında yüzlerce<br />

sorunun yanıtı yer alıyor. Ayrıca beslenme ve diyet uzmanlarının<br />

diyabet hastaları için sağlıklı yemek tarifleri verdiği yayın, bir<br />

başucu kitabı olma özelliği ile diyabet hastalarına rehberlik<br />

etmeyi amaçlıyor.<br />

“Sorular ve Yanıtlarla Diyabet” kitabında yer alan <strong>Memorial</strong> uzmanları şöyle sıralanıyor:<br />

Prof. Dr. Koray Acarlı - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi<br />

Prof. Dr. Taner Damcı- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Endokrinoloji Bölümü<br />

Prof. Dr. Yalçın Polat- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi<br />

Doç. Dr. Ahu Birol- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

Doç. Dr. İzzet Erdinler- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />

Uz. Dyt Yeşim Çelik- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />

Uz. Dyt. Yasemin Sancak- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 49


SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />

Acıbadem Sigorta<br />

Ak Sigorta<br />

Allianz Sigorta<br />

American Life Sigorta<br />

Anadolu Sigorta<br />

Ankara Sigorta<br />

Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />

Axa Sigorta<br />

Birlik Sigorta<br />

Demir Hayat Sigorta<br />

Deniz (Global) Hayat Sigorta<br />

Dubai Group Sigorta<br />

Ergo Sigorta<br />

Eureko Sigorta<br />

Generali Sigorta<br />

Güneş Sigorta<br />

Groupama Sigorta<br />

HDI (İhlas) Sigorta<br />

Inter Partner Asistance (IPA)<br />

Mapfre Genel Sigorta<br />

Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />

Promed (CGM Türkiye)<br />

Yapı Kredi Sigorta<br />

Ziraat Sigorta<br />

BANKALAR<br />

Akbank<br />

Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />

Esbank<br />

Fortis Bank (Dışbank)<br />

Milli Reasürans T.A.Ş.<br />

Türkiye İş Bankası<br />

Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk<br />

Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası<br />

Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı<br />

Vakfı (Pamukbank)<br />

Türkiye Halk Bankası<br />

Türkiye Vakıflar Bankası<br />

Türk Eximbank<br />

Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı<br />

Vakfı<br />

RESMİ KURUMLAR<br />

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti<br />

(KKTC)<br />

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu<br />

(TMSF)<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)<br />

SGK (Branş Bazlı)<br />

ÖZEL ŞİRKETLER VE KURUMLAR<br />

Anthill<br />

Albayraklar Şirketler Grubu<br />

Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />

Aydın Örme<br />

Avea<br />

Belbim<br />

BP Petrolleri<br />

Beşiktaş Denizcilik<br />

Benefit Global<br />

BJK Derneği<br />

BMS Türkiye<br />

Borusan Holding<br />

Boyner Holding<br />

Darüşşafaka Cemiyeti<br />

Dr. Back up Kart<br />

Eczacıbaşı Holding<br />

Enka<br />

Green Park<br />

Havuç Çocuk Evi<br />

İMKB<br />

İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

Johnson Wax<br />

Joyfull House<br />

Kale Holding<br />

Levent Tenis Kulübü<br />

Marsh Avantaj Kart<br />

Mercedes Benz Türk<br />

Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />

Microsoft<br />

Aon Kart<br />

Mimaks<br />

Middeleist<br />

Spora Club<br />

Lions<br />

Buyaka AVM<br />

İstanbul Yelken Kulübü<br />

Mars Ent. Group<br />

Shell<br />

Türk Telekom<br />

Deva Holding<br />

Henkel<br />

Hürriyet<br />

Çalık Holding<br />

Nart Club Kart<br />

Orka Group (Damat - Tween)<br />

Palladium AVM<br />

Pegasus<br />

Perfettı Van Melle<br />

Perpa Ticaret Merkezi<br />

Renault Mais<br />

Rotary Kulüp<br />

Sermaye Piyasası Kurulu<br />

Sinpaş<br />

S.O.S<br />

THY<br />

The Shore Club<br />

Turkcell<br />

Türk Havak<br />

TİM Show Center<br />

Türkiye Jokey Kulübü<br />

Ulusoy<br />

Ülker<br />

Vakko<br />

Vodafone<br />

YKM Kart-YKM Mağazaları<br />

Zeck Club<br />

Zorlu Holding<br />

DERNEK VE ODALAR<br />

Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları<br />

Derneği (EVSİAD)<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

İstanbul Ticaret Odası<br />

Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />

Klavuz Kaptanlar Derneği<br />

Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği<br />

( TİMDER)<br />

Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği<br />

( TUBİSAD)<br />

Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari<br />

Der.(TETSİAD)<br />

Türkiye Genç İşadamları Derneği<br />

(TUGİAD)<br />

Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu hastane ve tıp merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.<br />

50<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013


Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 51


ATAŞEHİR HASTANESİ

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!