You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Aralık / Ocak / Şubat 2013<br />
Yıl:9 / Sayı 72 <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu tarafından sizin için hazırlanmıştır. Ücretsizdir.<br />
TÜP BEBEK TEDAVİSİNDE<br />
SON GELİŞMELER<br />
PROSTAT BÜYÜMESİ<br />
TEDAVİSİNDE UROLİFT YÖNTEMİ<br />
MEMORIAL<br />
KAYSERİ’DE<br />
ERKEN DOĞUM<br />
TAHMİN TEDAVİ<br />
KORUNMA ROGRAMI<br />
İNME HAKKINDA<br />
BİLİNMESİ GEREKENLER
İÇİNDEKİLER<br />
4 Yeni Yılda Sağlıklı Bir Kalp İçin İç Dünyanızla Barışın<br />
5 Kış Hastalıkları Kapınızı Çalmasın<br />
6 Doğru Beslenerek Vücut Direncinizi Artırın<br />
7 Kışın Sağlıklı Bir Cilt İçin...<br />
8 Kış Depresyonundan Kurtulabilirsiniz<br />
9 Çocuğunuzu Kış Hastalıklarından Koruyun<br />
10 <strong>Memorial</strong> Kalitesi Kayseri’de<br />
11 Güncel<br />
12-13 Prostat Büyümesinde Urolift Yöntemi<br />
14 Çalışan Kalpte Bypass Hastaya Konfor Sağlıyor<br />
15 Toplardamarda Pıhtılaşmaya Etkili Çözüm<br />
16-17 El Bileğinden Anjiyo ve Stent Uygulamaları<br />
18 Hıçkırık Ciddi Hastalıkların Belirtisi Olabilir<br />
19 Şehir Yaşamı Metabolik Sendromu Tetikliyor<br />
20 Annesi Oğluna İkinci Kez Hayat Verdi<br />
21 Her 8 Bebekten Biri Erken Doğuyor<br />
22 İnme Hakkında Bilinmesi Gerekenler<br />
23 Boyun Fıtığına Günübirlik Tedavi<br />
24 Çocukluk Çağı Ağrıları Ciddiye Alınmalı<br />
25 Ortopedik Rahatsızlıklarda PRP Tedavisi<br />
26 Hasta Bina Sendromu Plaza Çalışanlarını Tehdit Ediyor<br />
27 10 Soruda Akciğer Kanseri<br />
28-29 Tüp Bebek Tedavisinde Son Gelişmeler<br />
30 Anne Adayları Kış Soğuklarından Etkilenmesin<br />
31 İdeal Kilonuzla Hamile Kalın<br />
32 Polikistik Over Sendromu İle Başa Çıkabilirsiniz<br />
33 İş Hayatında Sağlıklı Beslenerek Obeziteyi Önleyin<br />
34 Obezitenin Cerrahi Tedavisinde Yaşam Tarzı Değişikliği Şart<br />
35 Kolon Kanserine Dönüşmeden Poliplerden Kurtulun<br />
36 Kanser Tedavisi Görmek Anne Olmaya Engel Değil<br />
37 Kendi Kanınızdan Gençlik Aşısı<br />
38 Reflü Kaderiniz Olmasın<br />
39 Kronik Böbrek Hastalığı Riskinden Korunun<br />
40 Burun Tıkanıklığına Lazer Tedavisi<br />
41 Stresli Yöneticiler Geceleri Dişlerini Gıcırdatıyor<br />
42 Çocuğunuzun Öksürük Nöbetlerinin Nedeni Krup Olabilir<br />
43 Astım Çocuğunuzun Yaşamını Kısıtlamasın<br />
44 Organ Bağışı ile Hayata Dönüş İçin Çölden Buzullara<br />
45 Çocuklarda Görülen Göz Hastalıklarına Dikkat!<br />
46-47 Girişimsel Yöntemler Hayat Kurtarabiliyor<br />
48 Güncel<br />
49 <strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />
19<br />
ŞEHİR YAŞAMI<br />
METABOLİK<br />
SENDROMU<br />
TETİKLİYOR<br />
28-29<br />
TÜP BEBEK<br />
TEDAVİSİNDE<br />
SON<br />
GELİŞMELER<br />
6<br />
Sahibi<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />
Turgut Aydın<br />
Yayın Sorumlusu<br />
Yeliz Soydan ŞENGÜN<br />
Medya ve İletişim Koordinatörü<br />
4<br />
YENİ YILDA<br />
SAĞLIKLI BİR<br />
KALP İÇİN İÇ<br />
DÜNYANIZLA<br />
BARIŞIN<br />
DOĞRU BESLENEREK<br />
VÜCUT DİRENCİNİZİ<br />
ARTIRIN<br />
Yayın Kurulu<br />
Esra Aydemir, Ceren Erdem,Binhan Urfalı,<br />
Yasemin Aktaş, Yasemin Gül, Fulya Daldal,<br />
Selin Konu, Dilara Bedük, Elif Çetin,<br />
Hatice Yörük, Yılmaz Tarancı<br />
Tasarım Ekibi<br />
Zerrin Sogul, Ceren Yörük, Suna Köse
GENEL SAĞLIK<br />
YENİ YILDA SAĞLIKLI BİR KALP İÇİN<br />
İÇ DÜNYANIZLA BARIŞIN<br />
Prof. Dr. Bingür Sönmez - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı<br />
2012 yılının son gününe<br />
kadar kalbinizi üzecek<br />
neler yaptıysanız, onları<br />
geride bırakın. Sigara,<br />
alkol, fazla kilolar,<br />
hareketsizlik, stres,<br />
öfke nöbetleri… Yeni<br />
yılda kalbinizi yoran<br />
tüm bu olumsuzlukları<br />
hayatınızdan çıkararak,<br />
sağlıklı yaşamak ve<br />
kalbinizi yenilemek<br />
elinizde.<br />
Sigarayı bırakın<br />
Sigaranın zararlı etkisi, kadınlarda<br />
erkeklere göre daha fazladır. Sigara<br />
kadınlarda, östrojeni parçalayarak erken<br />
menopoz riskinin yanında; kalp ve akciğer<br />
sağlığını da olumsuz etkilediği için mutlaka<br />
bırakılmalıdır. Sigara içen kadın hastaların<br />
kalp ameliyatları sonrası iyileşme süreleri<br />
de uzamaktadır.<br />
Yürüyün<br />
Yeni yılda hareket alışkanlıklarınızı<br />
değiştirin. Asansör yerine merdiven<br />
kullanın. Otobüse bindiyseniz, inmeniz<br />
gereken yerden bir durak önce inip<br />
yürüyün. Eviniz işinize yakın mesafedeyse<br />
aracınızı kullanmayın. Haftada en az<br />
üç kez bir saat yürüyün. Temponuz, 5<br />
kilometreyi 45 dakikada katedecek şekilde<br />
olsun. Soğuk havalarda kalp sağlığınız<br />
için; evde koşu bantı ya da büyük alışveriş<br />
merkezlerinde tempolu yürüyüşü tercih<br />
edin.<br />
Kalbinizi test ettirin<br />
40 yaş üzerinde iseniz ve daha<br />
önce kalbiniz için herhangi bir test<br />
yaptırmadıysanız, EKO ile kalbinizin<br />
durumunu ekrandan izleyerek kalbinizle<br />
tanışın. Efor testi yaptırarak kalbinizin<br />
performansını kontrol ettirin. Yeni yılda;<br />
Total kolesterol, HDL (iyi huylu kolesterol),<br />
LDL (kötü huylu kolesterol), trigliserid<br />
4 Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013<br />
ve kan şekeri ölçümünüzü yaptırın.<br />
Ayrıca tansiyonunuzu da düzenli olarak<br />
ölçtürün. Bunları her yıl tekrarlayın.<br />
Aile geçmişinizde kalp hastası varsa,<br />
şişmansanız, diyabet veya yüksek tansiyon<br />
hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız<br />
tüm bu tetkikleri 30 yaşından itibaren<br />
yaptırmalısınız.<br />
Kalbiniz için meditasyon yapın<br />
2013 yılında sizi üzen olaylardan kurtulun.<br />
Barışçı, uzlaşmacı, huzurlu ve stressiz bir<br />
yaşam tarzına başlangıç için yılın birinci<br />
gününü saptayın. Kendi dünyanızla barışın.<br />
Evliyseniz, eşinizle daha uyumlu olmaya<br />
çalışın. Anne babaysanız, çocuklarınızla<br />
daha ılımlı ve uzlaşmacı bir iletişim<br />
kurun. Çok çabuk karar veren, hızlı hızlı<br />
konuşan, merdivenleri birkaç basamak<br />
birden çıkmaya çalışan, çabuk yemek<br />
yiyen, sabırsız biriyseniz (yani A tipi kişilik<br />
iseniz) yavaşlayın. Yeni yılda işinizde hiçbir<br />
zaman, beceri ve olanaklarınızın üst sınırını<br />
zorlamayın.<br />
İşinizi sevin<br />
Bir işin size kazandıracağı şeyin yalnızca<br />
para olmadığını; aynı zamanda bilgi,<br />
gelişim ve mutluluk da getirmesi<br />
gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. İş<br />
ortamının sizin için mümkün olduğu kadar<br />
keyifli hale gelmesi için; kontrolsüz hırs ve<br />
rekabet duygusundan uzak durun. Hırsınızı,<br />
kendinizi geliştirmek ve çalıştığınız şirkete<br />
yararlı olmak için kullanın. Çalışma<br />
masanızı, aşırı kafein tüketimi için<br />
kullanmayın. Ofis egzersizleri yapın ve iş<br />
ortamında da hareketsiz yaşamdan uzak<br />
durun. Ofisinizde kimsenin sigara içmesine<br />
izin vermeyin. Ofiste öğlen yemeklerinde<br />
ekip olarak herkesin sağlıklı beslenmesi için<br />
gayret sarf edin. Herkes sağlıklı beslenirken<br />
bir kişinin bile sağlıksız beslenmesinin tüm<br />
dengeleri bozacağın bilin.<br />
Hayatın sevin<br />
Yeni yıl sizin için “aşk ve sevgi” yılı olsun.<br />
2013’te öncelikle; eşinize, ailenize, işinize<br />
ve ülkenize aşık olun. Çünkü aşık olmak<br />
endorfin hormonu salgılanmasını sağlar ve<br />
kalbe iyi gelir. Endorfin, zevk ve mutluluk<br />
veren bir hormondur. İyi bir aşk hayatı,<br />
kalp sağlığı için çok gereklidir. Mutlu<br />
yaşayabilmek için sağlıklı bir aşk hayatına<br />
ihtiyaç vardır. Düzenli bir aşk hayatı olan<br />
insanların yaşadıkları ortama katkısının<br />
artacağı da kesindir. Aşık olanlarda beyin<br />
tarafından salgılanani “Feniletilamin”<br />
heyecan vererek yaşadıklarımızdan keyif<br />
almamızı sağlar.<br />
YENİ YILDA VÜCUDUNUZU (KALBİNİZİ)<br />
İHMAL ETMEYİN, BEDENİNİZE<br />
(KALBİNİZE) NE VERİRSENİZ ONU<br />
ALIRSINIZ.
KIŞ<br />
KIŞ HASTALIKLARI<br />
KAPINIZI ÇALMASIN<br />
Uz. Dr. Gürkan Yurteri - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />
Kış ayları insanların ruhsal dengelerini ve davranışlarını etkilemekle birlikte çeşitli hastalıklara<br />
yakalanmalarını da kolaylaştırır. Bu dönemde soğuk algınlığı, grip ve solunum yolu<br />
enfeksiyonları sık görülen hastalıklardır. Sağlıklı kalmanın yolu ise; güçlü bir bağışıklık sistemine<br />
sahip olmaktan geçmektedir.<br />
Kapalı alanlar enfeksiyon riskini artırıyor<br />
Havaların soğuması, okul ve toplu taşıma araçları gibi kapalı mekanlarda geçirilen zamanın uzaması mikrobik enfeksiyonların görülme<br />
sıklığını artırır. Bu kapalı alanlarda hastalar mikroplarını sağlıklı bireylere kolayca bulaştırabilirler. Soğuk hava vücudumuzun dış dünyayla<br />
bağlantısı olan burun, bademcikler, akciğerler, kulaklar, hazım ve boşaltım organlarımızın savunmasını da azaltır. Nezle ve grip gibi virüs<br />
kaynaklı hastalıklar başta olmak üzere; tüberküloz, zatürre ve üriner sistem enfeksiyonları kış aylarında yoğun görülür.<br />
Soğuk algınlığı ve gribe dikkat!<br />
Sık görülen soğuk algınlığının gripten ayrılması gerekir. Soğuk algınlığı daha çok burun akıntısı, hapşırık, çok yüksek olmayan ateş, hafif bir<br />
boğaz ağrısı, halsizlik şeklinde kendini gösterir. Çoğunlukla kişi ayakta basit birkaç ilaçla bunu atlatabilir. Grip ise daha ağır seyreder. Ciddi<br />
halsizlik, ateş, öksürük, sırt ağrısı nedenidir. Grip, tanının konulduğu ilk 48 saat içinde uygun tedaviye başlandığında rahatlıkla atlatılabilir.<br />
Yapılan önemli hatalardan biri de antibiyotiklerin gereksiz kullanımıdır. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının, sadece %20’sinde antibiyotik<br />
kullanımının gerekli olduğu bilinmelidir. Bazen 3 aya kadar süren kuru öksürük görülebilir. Sigara içenlerde, kronik akciğer rahatsızlığı olan<br />
kişilerde, bağışıklık sistemi zayıf olan hastalarda, geçirilen virüs enfeksiyonu üzerine bakteriyel bir enfeksiyon eklenebilir. Durum ilerlerse<br />
zatürreye kadar gidebilen ciddi sonuçlara neden olur. Zatürrede; yüksek ateş, öksürük, nefes almakla artan göğüs ağrısı, sık nefes alma<br />
gibi belirtiler görülür. Bu durum bazen hastaneye yatmayı gerektirebilir.<br />
Soğuk hava ile birlikte idrar yolu enfeksiyonları artar<br />
Soğukta kalmak bağırsak hareketlerini hızlandırır. Hazmın düzgün yapılamaması sonucunda; karında şişkinlik, sancı ve tuvalete gitme<br />
alışkanlıklarında düzensizlikler ortaya çıkar. Özellikle kadınlarda idrar yolları ve üriner sistem organlarının soğuğa maruz kalması savunma<br />
gücünü azalttığından bu bölgelerin enfeksiyonunda artışlar gözlenir. Sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma ve idrar renginin değişmesi<br />
gibi şikayetler idrar torbasının iltihabını düşündürür. Bu hastalık tedavi edilmediği takdirde mikroplar böbreklere kadar ilerler hatta kana<br />
karışabilir. Ateş, üşüme ve titremeyle yükselir, göğüs ağrısı ortaya çıkar, hastanın genel durumu giderek bozulur. İlerlediği durumlarda<br />
hastanede yatarak tedavi gerektirebilir.<br />
Soğuk havalarda kalp hastalıklarında artış görülür<br />
Kalp soğuk havada, artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için daha fazla kan pompalar. Bu da oksijen ihtiyacını artırır. Sonuç olarak soğuk<br />
havalarda kalbimizin atış hızında, kan basıncında ve kalbin iş yükünde artma meydana gelir. Ancak kalp hastaları bunu tolere etmekte<br />
zorlanırlar. Bu durum, göğüs ağrısına, tansiyon yükselmesine ve tansiyonun ilaçlarla kontrolünün azalmasına neden olabilir. Bu kişilerin<br />
kayak gibi kış sporlarını yaparken daha dikkatli olması gerekir.<br />
Hastalıklardan korunmak için;<br />
• Genel temizlik kurallarına uyun. Özellikle el temizliğine çok önem verin.<br />
• Her yıl düzenli olarak grip aşısı yaptırın.<br />
• Sigaradan uzak durun.<br />
• Uyku düzeninize dikkat edin.<br />
• Kişisel eşyaları başkaları ile paylaşmamaya özen gösterin.<br />
• Kapalı ve kalabalık mekanlardan uzak durun.<br />
• Kanın akıcılığını artırmak için daha fazla sıvı tüketin.<br />
• Vücudun iş yükünü azaltmak için dengeli ve sağlıklı beslenin.<br />
• Tuz tüketimini azaltın.<br />
• Bilinçsiz ilaç tüketiminden kaçının.<br />
• Şartlara uygun giysiler giyin.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 5
KIŞ<br />
DOĞRU BESLENEREK VÜCUT<br />
DİRENCİNİZİ ARTIRIN<br />
Dyt. Nilay Keçeci – <strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Bölümü<br />
Soğuk havalar beraberinde hastalıkları da getiriyor. Kış aylarında ruhsal ve fiziksel yönden<br />
sağlıklı kalmak için doğru beslenerek bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekiyor.<br />
Kışın vücut direncini artırmak için dikkat edilmesi gerekenler<br />
• Kış hastalıklarından koruyucu besinlerin başında mandalina ve portakal gelir.<br />
C vitamini ihtiyacını karşılayabileceğiniz meyveler, yeşil yapraklı sebzeler, özellikle<br />
maydanoz ve yeşil biber ile soğuk havanın olumsuz etkilerini vücudunuzdan<br />
silebilirsiniz.<br />
• Muz, ceviz, badem ve ananas mutluluk hormonu salgılamanıza neden olacak<br />
başlıca besinlerdir. Bu besinler sayesinde kış günlerinin depresif havasından<br />
kurtulup, güneşin sıkça görülmediği bu zamanlarda sürekli yemek düşüncesini<br />
aklınızdan kolayca çıkarabilirsiniz<br />
• Kışın ara öğün tüketmek oldukça önemlidir. Hareketin gittikçe azaldığı bu aylarda<br />
bölgesel olarak kilo alma ve yağlanma oranı artmaktadır. Hayatınıza hareket<br />
katmak, yarım saat bile olsa evde ya da dışarda yapacağınız egzersiz hareketleri<br />
ile hem psikolojik hem de fizyolojik bir rahatlama sağlayabilirsiniz. 3 ana ve 3<br />
ara öğünden oluşan bir menü düzeni, acıkmamak ve fazladan yiyerek kilo alma<br />
problemiyle karşılaşmamak konusunda yardımcı olacaktır.<br />
• Özellikle sebze yemekleri hem hafif hem de besleyici özelliği bakımından kışın<br />
vazgeçilmezleri arasında yer alır. Sebze yemeklerinin içerisinde kullanacağınız<br />
kuru baklagiller demir ve protein alımında yardımcı olurken, farklı tatlar da damak<br />
zevkine hitap edecektir. Yeşil mercimek salatası, nohutlu bamya yemeği vitamin ve<br />
mineral açısından da zengin olan yemeklerin içerisinde yer alır.<br />
• Yazın sıcaklar nedeniyle rahatlıkla tüketilen su genellikle kışın unutulur. Su<br />
vücudun asit ve baz dengesinde, midenin rahat çalışmasında ve kişiye tokluk hissi<br />
uyandırmakta oldukça etkilidir. Fizyolojik olarak kişilerin günde en az 8 bardak<br />
suya ihtiyaçlarının olmasının başlıca nedeni budur. Her yemek öncesi içilecek olan<br />
bir bardak su, hem tokluk hissi verir hem de midenin daha rahat çalışmasına<br />
yardımcı olur.<br />
• Kışın yağ alımı özellikle zeytinyağı ve sıvı yağlardan karşılanmalıdır. Katı yağlar<br />
ileriki dönemlerde damar çevresinde toplanarak kalp ve damar hastalıkları<br />
başta olmak üzere obezite ve pek çok kronik hastalığa davetiye çıkartır. Katı yağ<br />
kullanımı sınırlandırılmalı; fakat diyet süresinde de yağ tüketimi yapılmalıdır.<br />
Vücut, enerjinin büyük kısmını yağdan sağlar ve metabolizmanızın çalışması için de<br />
enerjiye ihtiyaç vardır.<br />
• Kış aylarında kalsiyum alımı da oldukça önemlidir. Her akşam yatmadan önce<br />
içilecek bir bardak süt, kadınlarda ileride yaşanabilecek kemik erimesi riskini<br />
düşürecek, gençlerin kemik ve diş sağlığı üzerine olumlu etki yaratacaktır. Kalp<br />
hastalarının son ara öğünlerinde 1 kase yoğurt ve bir orta boy meyve tüketmeleri<br />
günlük diyetlerinin vazgeçilmezi olmalıdır.<br />
• Kışın sofralarda yer bulacak olan kızartmalar ve kavurmalar yerlerini haşlanmış<br />
etlere ve fırında yemeklere bırakmalıdır. Balık tüketimi haftada 3 günden fazla<br />
olabilir. Bir orta boy balık, derisiz olarak rahatlıkla günlük öğünlerin içerisinde<br />
tüketilebilir. Balık, içerdiği Omega 3 yağları nedeniyle her yaşta sürekli önerilen bir<br />
besindir.<br />
• Kışın ısınmak için bitki çaylarından da faydalanabilirsiniz. 1 fincan rezene ile<br />
gaz sorunundan kurtulmak mümkündür. Bir fincan papatya çayı rahatlamanızı,<br />
bir fincan kuşburnu soğuk algınlığı ve gripten kurtulup bağışıklık sisteminizin<br />
kuvvetlenmesini sağlayacaktır.<br />
6<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KIŞ<br />
KIŞIN SAĞLIKLI BİR CİLT İÇİN<br />
Uz. Dr. Aylin Kuyumcubaşı - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
Kışın cildinizin cansız<br />
ve mat görünmesini<br />
önleyebilirsiniz<br />
Soğuk ortam her zaman cildin daha diri kalmasını<br />
sağlar. Ancak kış aylarında havanın soğuk olması,<br />
havadaki nem oranının yaza göre azalması ve<br />
daha da önemlisi günün neredeyse tamamını<br />
geçirdiğimiz ev ve ofislerin ısıtma sistemi nedeniyle<br />
havasının kuru olması, nemlendirici ihtiyacını biraz<br />
artırabilir. Ayrıca yazdan kalma leke ve pürüzlerin<br />
giderilmesi, dolayısıyla cansız ve mat görünümün<br />
azaltılması için “scrub” tipinde veya “eksfolyatif”<br />
adı verilen maddeleri içeren temizleme ürünleri<br />
veya maskeler kullanılması uygun olacaktır. Bu<br />
tip ürünler, güneş ışınlarının yaza göre oldukça<br />
az olduğu kış döneminde az risk alınarak daha sık<br />
kullanılabilir.<br />
Peeling için en uygun mevsim kış<br />
Kış, peeling uygulamaları için en uygun mevsimdir. Mekanik veya kimyasal şekilde yapılabilir. Mekanik uygulamalar, kişinin evinde kendi<br />
uygulayabileceği cilt temizleyiciler, yüz keseleri, soyucu maskelerin yanı sıra daha derin etki gösterebilecek lazer peeling veya dermabrazyon gibi<br />
doktor kontrolündeki işlemler olabilir. Kimyasal peeling uygulamaları ise; yine çeşitli temizleme ürünleri, çeşitli kremler, ilaçlar yada çeşitli asit<br />
uygulamalarıdır. Her iki tip peeling uygulaması da yüzey soyulması ile birlikte lekeler, izler ve pürüzlerin giderilmesine yardımcı olur ve canlı bir<br />
görünüm sağlar.<br />
Kışın güneş koruyucu kullanmak gerekir mi?<br />
Son yıllarda güneşten korunma bilincinin gelişmesi ile birlikte koruyucu kullanımı yaygınlaşmış ve hatta bazen yararını aşan boyutlara ulaşmıştır.<br />
Aşırı kullanımın en büyük zararı D vitamini üretiminin engellenmesi ve bu eksikliğin getirdiği olumsuz sonuçlardır. Ayrıca birçok kimyasal içeren<br />
koruyucuların kullanılması bazen kimyasal leke oluşumuna yol açmakta ve özellikle yağlı ve akneye meyilli ciltlerde de sivilce oluşumuna neden<br />
olmaktadır. Kışın ultraviyole ışınlarına bağlı deri hastalıkları olan kişiler dışında güneş koruyucu kullanımına ihtiyaç yoktur. Çalışan insanların büyük<br />
bir kısmı günün aydınlık saatlerini kapalı ortamda geçirdiğinden koruyucu kullanımı gereksiz kimyasal maruziyeti yaratabilir.<br />
Sağlıklı bir cilt için doğru beslenme şart<br />
Sağlıklı bir cilt için yaz-kış fark etmeksizin doğru beslenme şarttır. Cildin özellikle bağ dokusu tabakası olarak adlandırılan, cilde dayanıklılık ve<br />
elastikiyetini veren kolajen, elastin gibi lifleri barındıran tabaka çoğunlukla proteinden oluşmaktadır. Özellikle amino asit çeşitliliği ve biyoyararlılığı<br />
yüksek olan hayvansal protein kaynaklarının tüketilmesi önemlidir. Özellikle sigara içen kişilerde yok olan C vitamini gibi bazı vitamin ve gerekli eser<br />
elementleri içeren beslenme şekli uygundur.<br />
Şeker cildin düşmanıdır<br />
Cildin en büyük düşmanı şekerdir. Özellikle diyabeti veya insülin direnci olan hastalarda daha belirgin olmak üzere şekerli ve hızlı emilen karbonhidratlı<br />
gıdaları yoğun tüketen kişilerde, glukoz bağ dokusu tabakasında değişime uğrayarak liflerin katılaşmasına, sonuç olarak cilt elastikiyetinin kaybolmasına<br />
ve sarkmalara neden olur. Kışın özellikle omega 3 ve serbest yağ asitlerince zengin olan kültür üretimi olmayan yağlı balıklar, avokado, ceviz, badem<br />
gibi gıdaların tüketimi daha önem kazanır.<br />
Cilt işlemleri için en uygun mevsim kıştır<br />
Her türlü girişimsel işlem için en uygun olan dönem kıştır. Kışın; dolgu, botoks, kimyasal peeling, mezoterapi, mezolifting, lazer rejuvenasyon, lazer<br />
lifting, fraksilazer ve cerrahi operasyonlar gibi tüm girişimsel tedaviler rahatlıkla uygulanabilir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 7
KIŞ<br />
KIŞ DEPRESYONUNDAN<br />
KURTULABİLİRSİNİZ<br />
Uz. Psikolog Tuba Erzan Kıran- <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi<br />
“Kapalı havalarda içimi bir<br />
mutsuzluk kaplıyor, hiçbir<br />
şey yapmak istemiyorum”<br />
diyorsanız, bazen uykunuz<br />
kaçıyor bazen de sürekli<br />
uyumak istiyorsanız, iştahınız<br />
artıyor ya da azalıyorsa<br />
mevsimsel depresyon sorunu<br />
yaşıyor olabilirsiniz.<br />
Güneşle birlikte yaşam enerjiniz azalmasın<br />
Mevsimsel özelliklerin kişilerin iyilik halini olumlu ya da olumsuz şekilde<br />
etkilediği bilinmektedir. Özellikle kış mevsiminde günlerin kısalması,<br />
güneş ışığının azalması, insanların sürekli kapalı ortamda kalması, kişilerin<br />
psikolojilerini olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.<br />
Bununla birlikte kış aylarında birçok kişide uyku ihtiyacı ve iştah artışı<br />
yaşanırken, enerji ve keyif düzeyinde de azalma görülebilir. Bu nedenle<br />
bozukluk olarak ifade edilmese de, kişilerin mevsime bağlı olarak depresif<br />
belirtiler gösterdikleri bilinmektedir. Mevsimsel depresyon; her yıl belirli<br />
dönemlerde özellikle güneş ışınlarının azalmaya başladığı sonbahar-kış<br />
aylarında ortaya çıkan ve ilkbahar döneminde kaybolan, bir takım depresif<br />
belirtilerle kendini gösteren bir bozukluktur. Bu bozuklukta depresyondan<br />
farklı olarak aşırı yorgunluk, uyku süresinde artış, iştah ve kilo artışı gibi<br />
belirtiler dikkati çekmektedir. Mevsimsel depresyon, kış depresyonuna<br />
göre daha az görünse de, yaz aylarında başlayıp sonbaharda düzelen türü<br />
olduğu da bilinmektedir.<br />
Mevsimsel depresyon belirtileri:<br />
• Mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik<br />
• Kendini değersiz hissetme, zaman zaman suçluluk duygusu içine girme<br />
• Uykusuzluk ya da aşırı uyku hali<br />
• Enerji azalması, çabuk yorulma<br />
• İştah azalması veya artması (Daha çok karbonhidratlı yiyeceklere<br />
yönelme)<br />
• Sinirlilik ve karamsarlık<br />
• Konsantrasyon bozuklukları<br />
Her 10 kişiden 3’ü mevsimden olumsuz etkileniyor<br />
Mevsimsel depresyon tanısı konulabilmesi için belirtilerin görüldüğü ve<br />
ortadan kaybolduğu sürecin 2 yıl devamlılık göstermesi gerekmektedir.<br />
Her 10 kişiden 3’ünün kilo, beslenme, uyku, sosyal faaliyet, iyilik hali<br />
ve enerji düzeyi gibi özelliklerinin mevsimsel değişimlerden olumsuz<br />
etkilendiği bilinmektedir.<br />
Mevsimsel depresyonla başa çıkmak için…<br />
• Gün ışığından mümkün olduğunca çok faydalanın.<br />
• Ev ve iş ortamınızı yeteri kadar aydınlatın ve havalandırın.<br />
• Düzenli spor yapın. Haftada 3 gün 30-40 dakika spor, kişinin vücuduna<br />
sağladığı fayda kadar psikolojisi üzerinde de etkilidir. Spora zaman ayırmak<br />
kişinin kendisini daha mutlu hissetmesine yardımcı olmaktadır.<br />
• Uyku düzeninizi korumaya çalışın.<br />
• Sağlıklı ve dengeli beslenin, karbonhidrat ve şeker tüketimini kontrol<br />
altında tutun.<br />
• Destek kaynaklarını harekete geçirin.<br />
• Sosyal yaşama, planlı şekilde zaman ayırın.<br />
Bütün bu sıralanan önlemler kişi üzerinde olumlu bir etki sağlayamadığı<br />
takdirde, daha detaylı değerlendirilmesi için konunun uzmanına<br />
başvurulması gerekmektedir. Uygulanan tedaviler arasında psikiyatrik<br />
destek, psikoterapi ve ışık terapisi yer almaktadır.<br />
8<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KIŞ<br />
ÇOCUĞUNUZU KIŞ<br />
HASTALIKLARINDAN KORUYUN<br />
Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı<br />
Kış aylarında artış gösteren<br />
hastalıklar en çok çocukları<br />
etkiliyor. Kapalı ve kalabalık<br />
mekanlarda daha fazla vakit<br />
geçirmek, okul ve kreş ortamı<br />
gibi etkenler çocukların daha sık<br />
hastalanmasına neden oluyor.<br />
Kış aylarında çocuklarda sık<br />
görülen hastalıklar<br />
Hastalık yapan mikrop ve mikroorganizmaların<br />
havadaki yoğunluğunun artması, soğuk havadan<br />
dolayı vücudun daha fazla enerji harcayıp yorgun<br />
düşmesi, kapalı ve kalabalık yerlerde iç içe<br />
yaşamak kış aylarında hastalıkların artmasına<br />
neden olan etkenlerdir. Soğuk algınlığı, nezle,<br />
grip, bademcik iltihabı, soluk borusunun iltihabı,<br />
sinüzit, orta kulak iltihabı gibi hastalıklar<br />
kışın çocuklarda daha sık görülmektedir. Bu<br />
hastalıkların çoğu ayaktan tedavi edilebilmektedir.<br />
Her çocuğun hastalıklara karşı direnç kazanması<br />
için bu hastalıkları geçirmesi gerekmektedir. En<br />
gelişmiş ülkelerde bile 5 yaşın altındaki çocuklar<br />
1 yılda ortalama 6-8 kez hastalanmaktadırlar.<br />
Özellikle kreşe ve okula başlayan çocukların<br />
ilk senelerde daha sık hastalanması doğal bir<br />
durumdur.<br />
Hasta olan anneler bebeklerini<br />
emzirmeye devam etmeli<br />
Anne sütü bugüne kadar koruyuculuğu kanıtlanmış<br />
olan tek ilaçtır. Annenin nezle, burun akıntısı,<br />
hapşırık ve basit ateşlerinin olması anne sütünü<br />
kesmek için bir bahane değildir. Aksine annenin<br />
vücudunda o an bulunan mikroba karsı oluşan<br />
maddeler, anne sütüyle bebeğe geçip, bebeği de<br />
hastalıktan korumaktadır.<br />
Çocuğu hastalıklardan korumak<br />
için ekstra vitamin verilmemeli<br />
Anne ve babaların yaptığı yanlışlardan biri<br />
çocuklarına portakal, mandalina, narenciye gibi<br />
besinlerle aşırı C vitamini verip, hastalıklardan<br />
korumaya çalışmaktır. Yeterli miktarda almak<br />
yararlıdır ama fazla C vitamininin hastalıklardan<br />
koruyucu bir özelliği yoktur. Çocuğun gerektiği<br />
kadar karbonhidrat, protein, süt ve süt ürünleri<br />
ile bol miktarda meyve ve sebze tüketmesi<br />
sağlanmalıdır. A vitamini, selenyum, demir ve<br />
çinko alımı da çok önemlidir. Tüm bu ihtiyaçlar<br />
her türlü doğal besinden karşılanabilmektedir,<br />
fazladan takviye alınmasına gerek yoktur.<br />
Spor yapan çocuklara dikkat!<br />
Ailelerin çocuklarını mevsim normallerine göre giydirmesi gerekmektedir. Çocuğu aşırı<br />
üşütmek, aşırı terletmek ve ona kalın giysiler giydirmekten kaçınılmalıdır. Soğuk kendi<br />
başına hastalık yapmaz ise de soğukta kalıp üşüyen vücut, mikroplardan daha kolay<br />
etkilenmektedir. Yorgunluk da hastalıklara yakalanma riskini artırmaktadır. Yorgun ve<br />
uykusuz olunan dönemlerde daha sık<br />
hasta olunmaktadır. Özellikle spor yapan<br />
çocukların yeterli oranda dinlenmesi ve<br />
beslenmesi gerekmektedir.<br />
Grip aşısı sadece gripten<br />
koruyor<br />
Grip; normal soğuk algınlığı, üst<br />
solunum yolu iltihapları ve nezleden<br />
farklı olarak yılda en fazla 1-2 defa<br />
geçirilebilecek bir hastalıktır. Grip<br />
hastalığı yüksek ateş, yaygın adale<br />
ağrısı yapan ve arkasından da orta kulak<br />
iltihabı, zatürre, beyin iltihabı gibi ağır ve<br />
tehlikeli hastalıklara zemin hazırlayabilen<br />
bir hastalıktır. Bu yüzden 6 aydan<br />
büyük çocuklara grip aşısı yapılmasını<br />
önermekteyiz. Ancak nasıl ki kızamık<br />
aşısı çocuğunuzu suçiçeğinden ya da<br />
menenjitten korumuyorsa; grip aşısının<br />
da soğuk algınlığından ve nezleden<br />
korumadığı gerçeği unutulmamalıdır.<br />
Grip aşısı olan çocuklar bir daha hiç<br />
hastalanmayacak diye düşünmek<br />
yanlıştır.<br />
Bitkisel ilaçların etkinlikleri<br />
kanıtlanmamıştır<br />
Bitkisel ilaçların hastalıklardan koruduğu<br />
bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Bu<br />
ilaçların da yan etkileri olabilmektedir<br />
ve özellikle karaciğere olumsuz etkileri<br />
vardır. Aileler çocuklarını hastalıklardan<br />
korumak için kulaktan dolma bilgilerle,<br />
içeriklerini bilmedikleri bitkisel ilaçları<br />
içirmemelidirler.<br />
Sigara dumanından uzak<br />
tutun<br />
Sigara, çocukların hastalık riskini<br />
artıracağı için sigara dumanından ve<br />
hava kirliliğinden çocukları uzak tutmak<br />
gerekmektedir. Kapalı ve kalabalık yerler de hastalıklar çok çabuk yayılacağından mecbur<br />
kalmadıkça bu ortamlardan çocukları uzak tutmak önemlidir.<br />
Doktora başvurulması gereken durumlar:<br />
• 3 aylık bebekte görülen her ateşlenmede mutlaka doktora gidilmelidir.<br />
• 3 aydan büyük bebeklerde, yüksek ateş, halsizlik, yeterince beslenememe ve ağızdan sıvı<br />
alamama gibi durumlar varsa mutlaka doktora götürülmelidir.<br />
• Çocukta, öksürükle birlikte yüksek ateş ve hışıltının olması, öksürüğün geceleri çocuğu<br />
uykudan uyandırması ve çok sık nefes alıyor olması, çocukları doktora gecikmeden<br />
götürmek için uyarıcı sebeplerdir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 9
GÜNCEL<br />
MEMORIAL KALİTESİ KAYSERİ’DE…<br />
Uğur Genç - <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO<br />
Türkiye’de kaliteli sağlık<br />
hizmetlerinin öncüsü olan<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu;<br />
İstanbul, Antalya ve Diyarbakır’dan<br />
sonra, şimdi de Kayseri’de…<br />
Her yıl yüz binlerce hastayı sağlığına kavuşturan,<br />
tıbbi, akademik ve teknolojik olanakları ile özel<br />
sağlık sektöründe ilklere imza atan <strong>Memorial</strong>;<br />
uluslararası mükemmellik anlayışı doğrultusunda<br />
hasta memnuniyeti odaklı kaliteli sağlık hizmetlerini,<br />
<strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong> ile İç Anadolu Bölgesi’ne<br />
taşıyor. <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç,<br />
Aralık sonunda hizmete girecek olan <strong>Memorial</strong><br />
Kayseri <strong>Hastanesi</strong> hakkında bilgi verdi.<br />
Sağlıkta Mükemmellik Anlayışı<br />
Ülkemiz sağlık sektörüne kalite ve hizmette mükemmellik anlayışı<br />
getiren grubumuz, <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong>’ni bölge hastanesi olarak<br />
konumlandırdı. Kayseri Hastanemiz uluslararası saygın ve güçlü akademik<br />
kadrosu, üstün teknolojisi, modern mimarisi ve dünya standartlarında<br />
etkin hasta bakımı ile İç Anadolu Bölgesi’nin ihtiyacı olan tüm sağlık<br />
hizmetini karşılayacak şekilde tasarlandı.<br />
İleri Teknoloji ve Kaliteli Sağlık Hizmeti...<br />
9. hastanemiz olan <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong>; 11 bin metrekarelik alan<br />
üzerine kurulu, toplam 119 yatak kapasitesi, modern mimarisi, üstün<br />
teknolojik donanıma sahip 5 ameliyathanesi ile İç Anadolu Bölgesi’nde<br />
kaliteli sağlık hizmetinin adresi olacak.<br />
<strong>Memorial</strong>’ın İstanbul, Antalya ve Diyarbakır’daki hastanelerinde kullandığımız ileri tıp teknolojisi ile donatılan hastanemiz, dünya<br />
standartlarında tanı ve tedavi üniteleri, radyoloji ve anjiyo servisleri ile Kayseri’de fark yaratacak.<br />
<strong>Memorial</strong>’ın tüm hastanelerinde bulunan PACS sistemi (filmsiz hastane özelliği) <strong>Memorial</strong> Kayseri’de de bulunuyor. Bu sayede <strong>Memorial</strong>’in<br />
Türkiye’de bulunan tüm hastaneleri arasında görüntüleme ve laboratuvar sonuçları ile vaka paylaşımları gerçekleştirilerek tıbbi sinerji<br />
yaratılacak. Artık bölge halkının ileri teşhis ve tedavi yöntemleri için, İstanbul ve diğer şehirlere gitmesine gerek kalmayacak.<br />
Kayseri’de Tüp Bebek Merkezi<br />
<strong>Memorial</strong> Kayseri Hastanemiz ile birlikte eş zamanlı olarak <strong>Memorial</strong> Kayseri Tüp Bebek Merkezi’ni de hizmete açıyoruz. Yıllardır dünyanın<br />
pek çok ülkesinde referans merkezi olarak kabul edilen <strong>Memorial</strong> Tüp Bebek deneyimimizi Kayseri’ye taşıyoruz. Kayseri’nin etik, başarı<br />
ve kalite standartları bizimle örtüşen en başarılı kurumu olan “Kayseri Tüp Bebek Merkezi”ni bünyemize kattık. Artık bu merkez <strong>Memorial</strong><br />
markası ile çocuk özlemi yaşayan ailelerin yanında olmaya devam edecek.<br />
10<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GÜNCEL<br />
MEMORIAL SAĞLIK GRUBU<br />
GENEL MÜDÜRÜ UĞUR GENÇ’E<br />
YILIN “EN BAŞARILI GENÇ<br />
GENEL MÜDÜRÜ” ÖDÜLÜ<br />
Capital Dergisi tarafından düzenlenen, Türkiye’deki en başarılı genç<br />
genel müdürün belirlendiği “Başarıya Yürüyenler” yarışmasının<br />
birincisi <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç oldu. ING Bank<br />
Türkiye Genel Müdürü Pınar Abay’ın ikinci, Master Card Güneydoğu<br />
Avrupa Genel Müdürü Mete Güney’in üçüncü olduğu yarışmada<br />
Türkiye’nin en önemli isimleri jüri üyeliği yaptı. Toplam 70 bin oy<br />
kullanılan yarışmada ilk 10 halk oylaması ile belirlendi. Jüri bu 10<br />
adayın başarılarına göre sıralamayı yaparak seçimi tamamladı.<br />
29 Kasım Perşembe günü Esma Sultan Yalısı’nda yapılan ödül töreninde<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç’e ödülü, Doğan Holding<br />
Onursal Başkanı Sn. Aydın Doğan tarafından verildi.<br />
Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan,<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç<br />
MEMORIAL ATAŞEHİR HASTANESİ’NE<br />
ULUSLARARASI TESCİL<br />
Sağlıkta uluslararası standartları belirleyen Joint Commission International (JCI)<br />
belgesini Türkiye’de ilk alan ve ülkemizde sağlık sektöründe kalitenin öncüsü<br />
olan <strong>Memorial</strong>’ın, Şişli ve Antalya hastanelerinden sonra <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />
<strong>Hastanesi</strong>’nin kalitesi de tescillendi.<br />
Modern mimarisi, ileri teknolojik olanakları, konforlu hasta odaları ve hasta<br />
memnuniyeti odaklı anlayışı ile dünya standartlarında hizmet sunan <strong>Memorial</strong><br />
Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>, JCI denetçileri tarafından yapılan değerlendirmenin<br />
sonucunda yüksek başarı ile “JCI Akreditasyon Belgesi”ni aldı.<br />
MEMORIAL<br />
DİYARBAKIR HASTANESİ<br />
1 YAŞINDA<br />
<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> hizmete açılışının 1. yılını kutladı.<br />
Seçkin akademik kadrosu, ileri teknolojiye sahip tanı ve tedavi<br />
üniteleri ve modern mimarisi ile sadece Diyarbakır’a değil tüm<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne hizmet veren <strong>Memorial</strong> Diyarbakır<br />
<strong>Hastanesi</strong> tüm branşlarda SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur, Devlet<br />
Memurları (SGK) ve özel sağlık sigortalı hastalara hizmet sunuyor.<br />
<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> 1 yılını Diyarbakır ve bölge illerde<br />
gerçekleştirilen etkinliklerle kutladı.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 11
GENEL SAĞLIK<br />
PROSTAT BÜYÜMESİNDE UROLIFT<br />
“PROSTAT ASKILAMA” YÖNTEMİ<br />
Prof. Dr. Oğuz Acar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />
Prostat büyümesi, erkeklerde 40’lı yaşlarla birlikte doğal seyir gösteren<br />
bir durumdur. İdrar yapmayı zorlaştıran bu sorun, mesanenin tam olarak<br />
boşaltılabilmesi ve böbreklerin zarar görmemesi için mutlaka tedavi edilmelidir.<br />
Prostat askılama (Urolift) yöntemi, prostat büyümesinin tedavisinde günübirlik ve<br />
ameliyatsız bir girişimdir.<br />
Prostata yönelik her cerrahi girişim, prostattan doku çıkarılması veya buharlaştırılması şeklinde gerçekleştirildiği için, prostatın<br />
normal işleyişinde az ya da çok problemler yaratır. Ameliyat sonrası en çok; idrar kaçırma, cinsel fonksiyon bozukluğu<br />
ve kanamadan korkulur. İyi bir cerrahi ameliyatta kanama, idrar kaçırma ve sertleşme problemleri hemen hemen hiç<br />
görülmezken, ameliyat sonrası “kuru orgazm” olarak bilinen, cinsel temasta meninin dışarıya akmak yerine mesaneye kaçması<br />
oldukça sık görülen bir durumdur. Kuru orgazm sorunu, hastaları hem psikolojik ve cinsel açıdan rahatsız eder, hem de çocuk<br />
isteği olanlarda doğal yoldan çocuk sahibi olmak imkansız hale gelir.<br />
12<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
Prostat askılama ile ameliyatsız iyileşme şansı<br />
Prostatın içinden geçen idrar yolu büyümüş prostat nedeniyle sıkışır. Prostat askılama<br />
ile sıkışan bu doku çok küçük klipslerle iki yana asılarak, idrar yolunun genişletilmesi<br />
sağlanır. Bu, pencereyi kapatan perdenin kenarlara doğru asılarak camın görünür hale<br />
gelmesine benzetilebilir.<br />
Cinsel fonksiyonlar tam olarak korunur<br />
Prostat büyümesi 40’lı ve 50’li yaşlarda cerrahi girişim gerektirecek düzeylerde<br />
olduğunda, ameliyat sonrası sorunlar hastayı daha çok etkiler. “Prostat askılama”,<br />
özellikle cinsel fonksiyonlarını tam olarak korumak isteyen 40-65 yaş arası hasta<br />
grubu için ideal bir yöntemdir. Ayrıca özellikle başka hastalıkları nedeniyle kan<br />
sulandırıcı ilaçlar kullanan veya anestezi almayı engelleyecek ciddi hastalıkları<br />
bulunan ileri yaşlı hastalarda da birinci seçenek olarak uygulanabilir. Prostat büyümesi<br />
için ilaç kullanması gereken ancak kimyasal ilaçları hayat boyu kullanmak istemeyen<br />
hastalara da rahatlıkla önerilebilir.<br />
Yaş sınırı yok<br />
Prostat askılama yöntemi, en ileri yaştaki hastalar için bile uygun olan bir yöntemdir.<br />
Ameliyat komplikasyonları beklenmediği için, çok ileri yaşta ve kronik hastalıkları<br />
nedeniyle ameliyat olmasında sakınca bulunan kişilerde de belirli sınırlama olmaksızın<br />
kullanılabilir.<br />
Hastaya konfor sağlar<br />
• Prostat ameliyatında prostattan bir doku çıkarılır yani prostat dokusu çıkarılarak<br />
doku kaybı olur. Bu durum, prostat fonksiyonlarında değişikliklere yol açar. Oysa<br />
askılama yönteminde doku çıkarılmaz dolayısıyla yara oluşturulmaz ve prostat<br />
fonksiyonlarında herhangi bir değişiklik ortaya çıkmaz. Prostatın dokusu sıkışarak<br />
hacmi bu şekilde küçültülmüş olur.<br />
• Prostat ameliyatlarında hangi yöntem olursa olsun, bir yara oluşturulacağı için bu<br />
yaranın iyileşme sürecini beklemek gerekir. Bu süreç de zaman zaman hastalar için<br />
sıkıntılı olabilmektedir. Askılamada ise bir yara olmayacağı için hem hasta işlemden<br />
hemen sonra fayda görür hem de iyileşmesi beklenmek durumunda kalınan bir yara<br />
oluşmaz.<br />
• Prostat askılama, lokal anestezi altında 15 dakika içinde biten bir işlem iken<br />
ameliyatlar genellikle genel anestezi altında 1 saat süren operasyonlardır.<br />
• Hastanın ameliyattan yarar görmesi için, yaklaşık 15 günlük bir süreye ihtiyaç<br />
duyulurken, askılamada hasta işlemden hemen sonra yarar görmeye başlar.<br />
Ameliyata engel değil<br />
Hastaların, yaşamlarının bir döneminde prostat askılama yaptırmaları, daha<br />
sonra ameliyat olmaya karar verdiklerinde bu isteklerine bir engel teşkil etmez.<br />
İşlem hasta için bir süre sonra yeterli olamayacak hale gelirse, ardından ameliyat<br />
gerçekleştirilebilir. Yani gerektiği takdirde ameliyat her zaman ikinci seçenek olarak<br />
yerinde durur. Prostat askılamanın, ameliyatı yaklaşık 5-10 yıl ötelemesi bile, hayat<br />
kalitesinin 5-10 yıl bozulmadan devam etmesi manasına gelir ki bu durum özellikle<br />
genç hastalar için çok büyük önem arz eder. İlaç kullanımı ile ameliyat arasında bir<br />
“ara formül” özelliği taşıyan askılama yöntemi, bu anlamda hasta için çok önemli,<br />
zaman kazandıran, ilaç kullanımı ve ameliyatın problemlerinden kurtaran bir işlemdir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 13
KALP SAĞLIĞI<br />
ÇALIŞAN KALPTE BYPASS<br />
HASTAYA KONFOR SAĞLIYOR<br />
Op. Dr. Erdem Çetin - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
“Çalışan kalbe bypass”, kalbi durdurmadan ve hastayı kalp-akciğer pompasına bağlamadan<br />
gerçekleştirilen bir cerrahi yöntemdir.<br />
İşlem sırasında, koroner bypass ameliyatı tamamlanana kadar, kalp damarları içinde kan akımının<br />
devam etmesini sağlayan yöntemler kullanılarak, kalbin yapısının korunması sağlanmaktadır.<br />
Açık kalp ameliyatında oluşabilecek riskleri en aza indirir<br />
Çalışan kalbe bypass ameliyatı sırasında, cerrah özel yöntemler kullanarak, sadece üzerinde çalışacağı kalp bölgesinin hareketlerini azaltır.<br />
Bu sırada kalp, hem vücuda hem de kendisine kan pompalamaya ve yaşam için gerekli fonksiyonu oluşturmaya devam eder. Klasik açık<br />
kalp ameliyatlarından sonra; bilinç bozuklukları, davranış değişiklikleri, böbrek yetersizliği, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, mide ve<br />
bağırsak hareketlerinin azalması gibi düşük kan basıncına bağlı sorunlar gelişebilir. Böylelikle; kalp-akciğer pompasının kullanıldığı ve geçici<br />
olarak kalbin durdurularak devre dışı bırakıldığı “açık kalp ameliyatlarının” olası riskleri en aza indirilir.<br />
Çalışan kalbe bypass için uygun hasta<br />
seçilmeli<br />
Çalışan kalbe bypass işlemi;<br />
• Kalp kasılma fonksiyonları ileri derecede azalmış, kalpakciğer<br />
pompasını tolare edemeyecek hastalarda,<br />
• Daha önceden felç veya geçici iskemik atak (mini-felç)<br />
geçirmiş kişilerde,<br />
• İleri derecede böbrek yetersizliği olanlarda,<br />
• Kronik akciğer hastalığı bulunanlarda,<br />
• Tedavi olan veya tedavi edilmiş kansere yakalanmış<br />
hastalarda,<br />
• 70 yaş ve üstü hastalarda uygulandığında yararlı sonuç<br />
sağlar.<br />
Hastaya ayrıcalık ve konfor sağlar<br />
Çalışan kalbe bypass uygulaması, ameliyat sırasında ve<br />
sonrasında ortaya çıkabilecek riskleri en aza indirir. Bu<br />
işlem;<br />
• Kalp fonksiyonlarının daha iyi korunmasını sağlar.<br />
• Özellikle riskli hastalarda ameliyat başarısını artırır.<br />
• Hastanede kalış süresini azaltır.<br />
• Yoğun bakımda kalış ve solunum cihazına bağlı kalma<br />
süresini azaltır.<br />
• Hastanın ameliyat sonrası iyileşme süresini kısaltır.<br />
• Ameliyat sonrası halsizlik ve iştahsızlık gibi şikayetleri<br />
azaltır.<br />
• Akciğer, böbrek ve karaciğer yetmezliklerinin görülme<br />
ihtimalini en aza indirir.<br />
• Sinirsel-bilinçsel ve davranış bozukluklarının, en ağır<br />
haliyle felç şeklinde ortaya çıkan beyin hasarı riskini azaltır.<br />
• Kalbin kan ihtiyacını en aza indirir.<br />
• Göğüs kesilerinde, enfeksiyon risklerinin azalmasını<br />
sağlar.<br />
14<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KALP SAĞLIĞI<br />
GÜNCEL TEDAVİ YAKLAŞIMLARI İLE<br />
TOPLARDAMARDA PIHTILAŞMAYA ETKİLİ ÇÖZÜM<br />
Op. Dr. Mert Dumantepe - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
Derin Ven Trombozu (DVT)<br />
vücudun, derin toplardamarları<br />
içerisinde pıhtı oluşumu ile<br />
seyreden bir durumdur. Pıhtılar,<br />
kanın akışkanlığının değiştiği ve<br />
kümeleşmeye eğilimin olduğunu<br />
gösterir.<br />
Yıllık olarak görülme sıklığı<br />
her 10.000 kişide 5-20 hasta<br />
arasında değişmektedir.<br />
Görülme sıklığı 60 yaş<br />
üzerinde %1’ e kadar<br />
yükselmektedir.<br />
Erken Tanı Ciddi<br />
Komplikasyonları Önler<br />
Toplardamarlardaki pıhtı hastalığının akut<br />
döneminde; ağrı, şişlik, kızarıklık gibi<br />
bulgulara rastlanmaktadır. Erken tanı ve<br />
doğru tedavi, ölümcül komplikasyon olan<br />
“akciğer embolisi” ve tekrar eden derin ven<br />
trombozu riskini yüksek oranda engeller.<br />
Hastalığın tedavi sonrası uzun dönem<br />
seyrinde ise; “Post-Trombotik Sendrom”<br />
(PTS) ve “Kronik Venöz Yetmezlik” hayat<br />
kalitesini etkileyen durumlar olarak ortaya<br />
çıkabilir.<br />
Geleneksel Tedavi Pıhtının<br />
Kendisini Eritmez<br />
Toplardamarda pıhtılaşmanın geleneksel<br />
tedavisinde ağız yoluyla kan sulandırıcı<br />
kullanılır. Kan sulandırıcı tedavi, pıhtı<br />
genişlemesini ve embolizasyonu (pıhtıdan<br />
kopan bir parçanın başka organlara<br />
gitmesini) etkin bir şekilde engeller; ancak<br />
pıhtının kendisini eritici etkisi yoktur.<br />
Kan sulandırıcı tedavinin en önemli yan<br />
etkisi, kanamalar olabilir. Bu durum<br />
yaşamı tehlikeye sokacak derecede de<br />
olabilir. Bazen kanama vücudun içerisinde<br />
olabilmektedir. Bunun için bu tedavinin<br />
uygulandığı hastalar düzenli olarak kan<br />
tahlili yaptırarak kanın sulanma oranını<br />
ölçtürmelidirler.<br />
Modern Tıp İle Pıhtı Eritici Çözüm<br />
Modern tıptaki gelişmeler ve kateter<br />
yöntemleri sayesinde erken dönemde<br />
direkt pıhtının içine girilerek, aktif şekilde<br />
pıhtı erimesi sağlanmaktadır. Kapak<br />
harabiyeti gelişmeden önce hastalar<br />
tedavi edilerek “Post Trombotik Sendrom”<br />
gidiş önlenebilmektedir. Bu yöntemler<br />
kateterlerle pıhtıyı eritici ilaçların tıkalı<br />
damara verilmesi, pıhtının kateterler<br />
yoluyla parçalanması ya da direkt<br />
aspirasyon kateterleri ile pıhtının çekilmesini<br />
içermektedir.<br />
Pıhtıların İçine Girilerek Eritilir<br />
“Ultrasonla Hızlandırılmış Kateterle<br />
Trombolitik Tedavi Sistemi” ile direkt<br />
olarak pıhtının içine girip aktif bir şekilde<br />
pıhtı eritme işlemi gerçekleştirilmektedir.<br />
Diğer kateter yollu trombolitik tedavi<br />
yöntemlerinden farklı olarak ultrason<br />
dalgalarının kullanılması, organize olmuş<br />
pıhtı liflerini ayırarak işlemin etkisi<br />
artırmaktadır. Kateter yollu trombolitik<br />
tedavi işlemi sırasında; trombolitik ilacın<br />
direkt pıhtının içine verilmesi ve sistemik<br />
trombolitik tedavide kullanılandan çok<br />
daha az miktarda olması sebebi ile kanama<br />
oranları kıyaslanmayacak derecede<br />
düşüktür.<br />
Akciğer Embolisi Atardamar<br />
Tıkanıklıklarında da Kullanılır<br />
Ultrasonik kateterle trombolitik tedavi işlemi<br />
sadece derin ven trombozlarında değil;<br />
akciğer embolisi, atardamar tıkanıklıkları<br />
ve yapay greft tıkanıklıklarında başarı ile<br />
kullanılmaktadır. Hastaların erken dönemde<br />
tedavi altına alınması çok önemlidir.<br />
Bekledikçe organize olup sertleşen pıhtının<br />
kateter yollu trombolitik tedavisi ile<br />
eritilme şansı günden güne azalmaktadır.<br />
Ultrason dalgalarının trombolitik tedaviye<br />
eklenmesi ile kronik dönemdeki pıhtılarda<br />
da başarı şansı artmaya başlamıştır.<br />
Yeni geliştirilen “Ultrasonla hızlandırılmış<br />
kateterle trombolitik tedavi”, arteriyel ve<br />
venöz tromboz durumlarındaki uygun hasta<br />
gruplarına tecrübeli merkezlerde etkin ve<br />
güvenli bir şekilde uygulanabilen bir tedavi<br />
seçeneğidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 15
KALP SAĞLIĞI<br />
EL BİLEĞİNDEN ANJİYO VE STENT<br />
SONRASI HASTA SPOR YAPABİLİR<br />
Prof. Dr. Erhan Babalık - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />
Kasıktan uygulanan anjiyo ve stent sonrası hastaların yaşadığı; en az 6-12 saat<br />
yatakta hareketsiz yatma, hastanede kalma ve aylarca kasık ağrısı çekme korkuları, el<br />
bileğinden yapılan işlemler sonrası tarihe karışıyor.<br />
Basit bir damar muayenesiyle, el bileği uygun olan hastalara uygulanan anjiyo sonrası, hasta<br />
kendi kıyafetleri ile yattığı anjiyo masasından kendi iniyor, bilgisayar kullanabiliyor, ertesi gün iş<br />
yaşamına dönebiliyor ve hatta spor bile yapabiliyor. Kalp damarlarında herhangi bir sorun tespit<br />
edilen hastalara ise; yine el bileğinden stent yapılabiliyor.<br />
El bileğinden anjiyo ve stent uygulayacak olan doktorun deneyimi ise çok önemli. Çünkü el bileği,<br />
hassas yapısı nedeniyle bir kez başarısız olan işleme ikinci bir şans tanımıyor. Bu nedenle doktorun<br />
tecrübesi kadar, bu işlemi tercih ederek sürekli hale getirmesi de başarıyı getiriyor.<br />
El bileği ve kasık damarından işlemin başarıları<br />
El bileğinden anjiyo, nabız ölçülen el bileğindeki damardan girilerek yapılır. Sonuçta elde edilen veriler, kasıktan yapılan işlemle aynıdır.<br />
Kasıktan yapılana göre çok daha kolay bir işlem olduğu için sonuçlarının daha az güvenilir olduğu yönündeki inanış, doğru değildir.<br />
İşlemin yalnızca gidiş yolu farklıdır. Kasıktan yapılan anjiyo ile bilekten yapılan anjiyonun sonuçları tamamen aynıdır. Anjiyo sonrası<br />
gerektiğinde yine el bileğinden stent de yapılmaktadır. El bileğinden yapılan stent işleminin başarısı da kasık damarından yapılan işlemle<br />
tamamen aynıdır.<br />
16<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
El bileğinden anjiyo ve stent hastaya konfor sağlar<br />
Kasıktan yapılan anjiyo sonrası, hastanın 6 saat kadar hastanede kalma ve yatakta hareketsiz yatma zorunluluğu vardır. Çünkü<br />
bölgenin hassas olması nedeniyle kanama riski vardır ve kasık damarı büyük olduğu için o bölgede meydana gelecek kanama,<br />
hayati tehlikeye neden olabilir. Kasıktan yapılan işlem sonrası kanama riski % 1, damar içinde kan toplanma riski ise %10’dur. Bazen<br />
işlemden sonra o damarın anevrizmalaşması sonucu küçük bir onarım da gerekebilir. El bileğinden yapılan anjiyo ve stent işlemleri<br />
sonrası hasta bu tür sorunlarla karşılaşmamaktadır. Bu işlemin en önemli avantajı, iki el bileğinin olmasıdır. Eğer bir bilekte ender de<br />
olsa sorun yaşanırsa, diğer bilekten her iki işlem de rahatlıkla yapılabilir.<br />
El bileğinden anjiyo ve stent sonrası;<br />
• Hasta, kıyafetleri ile yattığı anjiyo masasından kendi iner.<br />
• Hastanın hastanede kalma, 6-12 saat yatakta hareketsiz yatma zorunluluğu ortadan kalkar. Anjiyo ve stent işlemi sonrası hastanın<br />
yatak istirahatine gerek yoktur. Hastanede geçireceği ortalama 2-3 saatlik sürede, oturabilir, gazete okuyabilir, televizyon izleyebilir.<br />
Tuvalete gitmesi için birinin yardımına ihtiyaç duymaz, yatış zorunluluğu olmadığı için sonda takması gerekmez.<br />
• Hasta işlemden bir gün sonra hemen araç ve bilgisayar kullanabilir, yazı yazabilir, koşabilir, spor salonunda rahatlıkla spor yapabilir<br />
hale gelir.<br />
• Hasta, cerrahi müdahale gerektiren durumlardan ve karın içi kanama riskinden korunabilir.<br />
• El bileği, kasık bölgesi gibi hastayı rahatsız eden hassas bir bölge değildir. Bu nedenle işlem sosyokültürel açıdan da hastaya<br />
rahatsızlık vermeden yapılabilir.<br />
• El bileğinden yapılan anjiyo ve gerek görüldüğünde yapılacak stent işlemi, hastaların ameliyat psikolojisinden uzaklaşmalarını<br />
sağlamaktadır. Hasta açısından işlemin kabul edilebilirliğini artırmaktadır.<br />
• Her iki işlem de, hasta kadar doktora da konfor sağlar. İşlem sırasında kasığa bası uygulamak gibi mecburi işlemlere de gerek<br />
kalmaz.<br />
Obez hastalar için daha avantajlı<br />
Özellikle obez hastalarda kasıktan yapılan anjiyo işleminde<br />
kasık ve damar ile ilgili istenmeyen komplikasyonlar<br />
oluşmaktadır. Bunlar, ciddi ve geri dönüşümü zor olan<br />
durumlardır. Yakın zamanda kasık bölgesinden ameliyat<br />
geçiren ya da organ nakli olacak hastalarda, özellikle<br />
karaciğer hastalarının kanda pıhtılaşma sorunları bulunduğu<br />
için kasıktan yapılan anjiyo risk taşımaktadır. Kasıktan anjiyo<br />
sırasında kanama kontrolü sağlanamaması, hasta için hayati<br />
risk taşıyabileceğinden bu hastalar için el bileğinden anjiyo<br />
işlemi daha avantajlıdır.<br />
El bileğinden anjiyo ve stent deneyim gerektirir<br />
El bileğinden anjiyo ve stent yapacak olan doktorun bu<br />
konuda gerekli bilgi ve donanıma sahip olması çok önemlidir.<br />
Çünkü el bileğindeki damar, kasık damarından farklı<br />
özelliklere sahiptir. İşlemin yapılması için öncelikle damarın iyi<br />
tanınması gerekir. Eğer işlem bir kez başarısız olursa, damar<br />
yapısı itibariyle kendini kapatır ve o bölgeden bir kez daha<br />
işlem yapma şansını ortadan kalkar. Bu nedenle el bileğine<br />
hassas yaklaşılmalıdır. Yaklaşık 10 dakika süren anjiyo<br />
sonrası hastaya stent yapılmasına karar verilirse, takılacak<br />
olan stentin süresine göre değişkenlik gösteren bir işlem<br />
yapılmaktadır.<br />
El bileğinde dolaşım sorunu varsa öncelikli alternatif diğer el bileği<br />
El bileğinden stent işlemi sırasında kullanılan malzemeler, hastayı rahatsız etmemesi açısından ileri teknolojiye sahiptir ve konforludur.<br />
El bileğinin damarında ortaya çıkan bir sorun nedeniyle işlemin başarısızlığı durumunda, damar kendini kapatarak o bölgeden yeni bir<br />
işleme izin vermemektedir. Bu nedenle el bileğinden stent, sabır ve deneyim gerektirir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 17
GENEL SAĞLIĞI<br />
HIÇKIRIK CİDDİ HASTALIKLARIN<br />
BELİRTİSİ OLABİLİR<br />
Prof. Dr. Birsel Kavaklı – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />
Pek çoğumuz gün içinde aniden hıçkırmaya başlayabiliriz. Bazen nefesimizi tutar, bazen<br />
de su içerek bu istemsiz durumdan kurtulmaya çalışırız. Ancak sebepsiz sanılan ve<br />
uzun sürebilen hıçkırıklar beyin ve kalp gibi hayati organlardaki bir hastalığın<br />
habercisi olabilir.<br />
Çok hızlı yemek yemek, aşırı<br />
alkol ve sigara kullanmak<br />
hıçkırığa neden olabilir<br />
Hıçkırık, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu<br />
birbirinden ayıran ve “diyafram” adı verilen<br />
kasın istem dışı kasılmasını takiben ses<br />
tellerinin bulunduğu gırtlak bölgesinin<br />
aniden kapanmasıyla oluşur ve bu sırada<br />
bir `hık` sesi duyulur. Dakikada 10-30 kez<br />
tekrarlayabilen bu kasılmalar diyaframdan<br />
başka kaburgalar arasındaki kaslarda da<br />
saptanabilir. Hıçkırık çoğu zaman kısa<br />
süreli ve zararsızdır, sağlıklı kişilerde<br />
geçici bir rahatsızlık olarak ortaya çıkabilir.<br />
Küçük bebeklerde ve çok hızlı yemek<br />
yiyen, bu sırada hava yutan kişilerde<br />
görülen hıçkırık buna iyi bir örnektir.<br />
Aşırı gülme, gıdıklanma, fazla sigara ve<br />
alkol kullanılması, histeri, hava yutulması<br />
gibi organik bir hastalığa bağlı olmayan<br />
durumlarda da geçici hıçkırık ortaya<br />
çıkabilir.<br />
Sinir sistemi ve mide<br />
rahatsızlıkları ihtimalini göz ardı<br />
etmeyin<br />
Hıçkırık bazen günlerce-haftalarca<br />
kesilmeyip, hastayı ciddi şekilde rahatsız<br />
edebilir ve önemli bir hastalığın belirtisi<br />
de olabilir. Uzun süreli hıçkırıklar hastanın<br />
yemek yemesini, uykusunu, konuşmasını<br />
etkiler. Cerrahi girişim sırasında ve<br />
sonrasında ortaya çıkan hıçkırıklar da<br />
çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Hıçkırığın<br />
merkez sinir sistemi hastalıklarından mide<br />
hastalıklarına kadar çok farklı nedenleri<br />
olabilir.<br />
hıçkırık da geçer. Herkesi zaman zaman<br />
hıçkırık tutabilir ama reflüsü olan hastalarda<br />
daha sık ve uzun süreli görülür. Ancak<br />
her hıçkırık tutan kişinin reflüsü vardır<br />
denemez.<br />
büyümeleri, frenik sinirin travması, aşırı<br />
kalp büyümesi, kalp krizi ve yemek borusu<br />
tıkanıkları bu hastalıkların başlıcalarıdır.<br />
Zatürre ve akciğer zarları arasında sıvı<br />
toplanması da hıçkırığa neden olabilir.<br />
Diyafrağma kasının fıtıkları, karaciğer<br />
tümör ve apseleri, mide kanseri,<br />
dalak enfarktüsü, bağırsak tıkanıklığı,<br />
akut pankreatit gibi hastalıklarda<br />
hıçkırık saptanabilir. Ayrıca, üst batın<br />
operasyonları sonrasında da hıçkırık ortaya<br />
çıkabilir.<br />
Hıçkırığı geçirmek için pratik<br />
öneriler<br />
• Soluk elden geldiğince tutularak,<br />
diyafram yanıltılır ve yeniden normal<br />
soluklanma ritmine dönmesi sağlanır.<br />
• Buzlu su, limon suyu veya sirke içerek,<br />
gırtlaktaki glottis spazmı çözülebilir.<br />
• Meşrubatlar kesinlikle şişeden<br />
içilmemelidir.<br />
• Buruna bir tutam enfiye veya karabiber<br />
çekildiğinde oluşan hapşırık ardından<br />
gelen şok soluklanma, diyafram kaslarını<br />
etkileyerek yeniden normal soluklanma<br />
ritmine dönülmesini sağlar.<br />
• 2-3 adet kesme şeker veya 1 kahve<br />
kaşığı tuz yemek de olumlu sonuç<br />
verebilir.<br />
• Aç karnına birkaç karanfil çiğnemek,<br />
özellikle yaşlılarda iyi sonuç verir.<br />
• Yemek yerken acele edilmemeli ve<br />
konuşulmamalıdır. Genelde yavaş<br />
konuşmaya özen gösterilmelidir.<br />
• Aç karnına sigara kullanılmamalıdır.<br />
• Aşırı gülmekten kaçınılmalıdır.<br />
Reflü ve hıçkırık ilişkisine dikkat!<br />
Hıçkırık; menenjit, beyin içi kanama,<br />
beyin tümörleri ve beyindeki yaşlılıkla ilgili<br />
değişiklikler gibi merkezi sinir sistemini<br />
ilgilendiren hastalıkların bir bulgusu olabilir.<br />
Reflü hastalarında hıçkırık da olabilir. Bu<br />
kişiler uzun süre hıçkırık nöbetine tutulur ve<br />
başka reflü hastalığı belirtisi de göstermez.<br />
Bu hastaların reflüsü tedavi edildiği zaman<br />
18<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013<br />
Hıçkırık kalbinizi de işaret ediyor<br />
olabilir<br />
Hıçkırığın farklı nedenleri de bulunmaktadır.<br />
Her iki akciğer arasında kalan ve içinde<br />
kalbin de bulunduğu “mediyasten” ismi<br />
verilen bölgenin hastalıklarında hıçkırık<br />
gelişebilir. Buradaki lenf bezlerinin<br />
tüberküloz, kanser veya başka nedenlerle<br />
Uzmana başvurmanız gerekebilir<br />
Bu yöntemlerle giderilemeyen hıçkırık için<br />
sakinleştiriciler, kas gevşeticiler gibi çeşitli<br />
ilaçlar etkili olabilir. Boyundaki karotis<br />
damarına hekim tarafından masaj yapılması<br />
da denebilir. Geçmediği takdirde hekime<br />
başvurulmalıdır. Durdurulamayan hıçkırık<br />
için son çare frenik sinirin bir anestezik<br />
ilaçla veya cerrahi olarak blokajıdır.
GENEL SAĞLIK<br />
ŞEHİR YAŞAMI METABOLİK<br />
SENDROMU TETİKLİYOR<br />
Uz. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü<br />
Metabolik sendrom tanı kriterleri<br />
Bir kişide şeker hastalığı, şeker yükleme testi ile tespit edilebilen<br />
bozulmuş glukoz (karbonhidrat) toleransı; insülin direncinden en<br />
az biri bulunuyorsa ya da hipertansiyon, kan yağlarında bozulma<br />
(trigliserid yüksekliği veya iyi kolesterol düşüklüğü), karın<br />
bölgesinde obezite (vücut kitle indeksi’nin 30’dan büyük olması<br />
ya da bel çevresinin erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm den<br />
fazla olması) durumlarından da en az ikisinin bulunması metobolik<br />
sendrom tanısının konulmasında önemli kriterlerdir.<br />
Tedavide kilo kaybı önemli<br />
Metabolik sendromda en uygun tedavi yöntemi, kilo kaybı ve<br />
düzenli egzersiz için yaşam tarzının değiştirilmesi, sağlıklı beslenme<br />
ve gerekli koşullarda klinik hedeflere ulaşmak amacıyla ilaç<br />
tedavisinin başlanmasıdır. % 5-10’luk kilo kaybı bile metabolik<br />
sendromun tüm bileşenlerini kontrol altına alabilir. % 7’lik kilo kaybı<br />
ile birlikte düzenli fiziksel aktivite 4 yıl içinde şeker hastalığı gelişme<br />
riskini % 50 azaltmaktadır.<br />
Beslenmede doğru yağ kullanımı önemli<br />
Metabolik sendromda beslenme tedavisinin amacı; insülin direncini<br />
düzeltmek ve insülin direncine bağlı bozuklukları önlemektir.<br />
Tüketilen total yağ kalorinin %25-35 oranında tutulmalı, bunun<br />
da büyük kısmı zeytinyağı, fındık yağı ve kanola yağı olmalıdır.<br />
Soya, ayçiçeği ve mısırözü yağı daha az oranda tüketilmelidir.<br />
Genetik yatkınlık söz konusu<br />
olsa da, modern kent hayatının<br />
getirdiği hareketsiz yaşam ve<br />
yüksek kalorili beslenme ile tetiklenebilen<br />
metobolik sendrom; insülin direnciyle<br />
başlayan bel bölgesinde yağlanma,<br />
şeker hastalığı, kan yağlarında bozukluk,<br />
hipertansiyon ve koroner kalp hastalığı<br />
gibi hastalıkların birbirine eklenerek<br />
hayatı tehdit edebildiği endokrinolojik<br />
bir bozukluktur. Bu sendrom ayrıca<br />
“insülin direnci sendromu”, “sendrom<br />
x” ve “uygarlık sendromu” olarak da<br />
adlandırılmaktadır. Ülkemizde yapılan bir<br />
araştırmaya göre; 30 yaş ve üzerindeki<br />
9.2 milyon kişide metabolik sendrom<br />
mevcuttur ve koroner kalp hastalığı<br />
geçirenlerin %53’ü aynı zamanda<br />
metabolik sendrom hastasıdır. Ülkemizde<br />
metabolik sendrom görülme sıklığı<br />
erkeklerde %28, kadınlarda ise<br />
%40 gibi oldukça yüksek değerlerdedir.<br />
Omega-3 yağ asitlerinden zengin beslenmeli; yani deniz ürünleri,<br />
fındık, ceviz, badem, keten tohumu yağı tercihen tüketilmelidir.<br />
Karbonhidrat tüketimi toplam kalorinin %45-55’i olmalı ve daha<br />
çok tam tahıllar, meyve ve sebzeler, kuru baklagiller, tahıllı ve<br />
yulaf içeren kahvaltılıklar tercih edilmelidir. Kalorinin kalan kısmı<br />
proteinden alınmalıdır. Tercihen derisiz tavuk, hindi, yağsız et,<br />
yağsız veya düşük yağlı süt ürünleri gibi daha sağlıklı seçenekler<br />
tüketilmelidir.<br />
Aerobik egzersizleri yapılmalı<br />
Düzenli egzersiz insülin direncini düzelterek glukoz, lipid ve kan<br />
basıncı kontrolünü sağlar ve kalp-damar fonksiyonlarını düzeltir.<br />
Metabolik sendromda uygulanması gereken egzersiz modelleri<br />
de; yaşa, cinsiyete, vücut ağırlığına ve hastalıklara göre olmalıdır.<br />
Metabolik sendromlu bireylerde ağırlıklı olarak aerobik egzersiz<br />
modelleri uygulanmalıdır. Aerobik egzersiz örnekleri arasında; hızlı<br />
tempolu yürüyüş, düşük tempolu koşu, bisiklete binme, ip atlama,<br />
merdiven inip çıkma, yüzme sayılabilir. Egzersizin süresi günde<br />
en az 20 dakika, en fazla bir saat (ortalama günde yarım saat)<br />
olmalıdır. Yürüyüş egzersizinde mesafe ve süre giderek artırılmalıdır.<br />
Sabırlı olunmalı ve günlük antrenmanlar uzun bir sürede bir saate<br />
çıkarılmalıdır. İlk hedef tempolu ve düzgün adımlarla bir saat, ikinci<br />
hedef ise bir saatte 5 kilometre yürümek olmalıdır. Üçüncü hedef<br />
kendi yürüyüş rekorunuzu kırmak ve ömür boyu korumaktır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 19
HAYATIN İÇİNDEN<br />
ANNESİ OĞLUNA İKİNCİ<br />
KEZ HAYAT VERDİ<br />
7 yaşındaki Yiğit Yalçın, doğduğu günden itibaren<br />
karaciğer yetmezliği ile mücadele ediyordu. Henüz 2<br />
aylıkken cilt renginin sarı olması nedeni ile doktora<br />
gittiklerinde hastalığının tanısı konulmuştu. Günleri<br />
hastanede geçiyordu ama onu hiç bir şey anaokuluna<br />
başladığında arkadaşlarının kendisini dışlaması ve diğer<br />
velilerin “Yiğit yüzünden çocuklarımız da hastalanıyor”<br />
demesi kadar üzmedi. Bu yıl ise 1. sınıfa başlayacağı<br />
sırada aniden rahatsızlandı ve karaciğer nakline ihtiyacı<br />
olduğu ortaya çıktı. Yiğit, <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong><br />
Organ Nakli ve Genel Cerrahi Merkezi Başkanı Prof.<br />
Dr. Yalçın Polat ve ekibinin gerçekleştirdiği başarılı bir<br />
operasyon sayesinde annesinden aldığı karaciğerle<br />
yeniden hayata döndü. Şimdi ise okula gidebilmek<br />
için gün sayıyor.<br />
Yiğit’e karaciğeri ile ikinci kez hayat veren annesi Aysel Orhan nakil ile ilgili duygularını şöyle ifade etti:<br />
“Yiğit, için işimi bıraktım”<br />
Yiğit 2 aylıkken karaciğer yetmezliği olduğunu öğrendik. O an ben ve eşim Oran Yalçın için çok büyük bir yıkım oldu. Çocuğum daha hayata adım<br />
atarken hastalıkla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Zamanla durumu kötüleşince işi bırakmak zorunda kaldım. Yiğit’in daha özenli bir bakıma<br />
ihtiyacı vardı. Karaciğer yetmezliğinin yanı sıra kemik erimesi problemi ortaya çıktı. Hatta bir keresinde evde topla oynarken ayağını kırdı ve aynı<br />
anda iki sağlık sorunu ile mücadele etmek zorunda kaldık. Kemik erimesi yüzünden de ağrıları oluyor, düz yolda 5 dakika yürüyemiyordu.<br />
“Okulda diğer çocuklar tarafından dışlandı”<br />
Yiğit’in eğitiminden geri kalmaması için anaokuluna gönderdik. O, okula koşa koşa gidiyordu; ancak sarılık olduğu için renginden dolayı diğer<br />
çocuklardan farklı duruyordu ve diğer çocukların bakışlarına maruz kalıyordu. Aileler de çok anlayışlı olmadı. Şikayette bulunanlar bile oldu. Yiğit’i<br />
istemediler. Rahatsızlığı artınca da enfeksiyon riskinden koruyabilmek için okula göndermedik. Kuzenlerini gördüğünde hep “ben onlar gibi değilim”<br />
derdi. Yiğit’in çocuklarla iletişimi gerçekten çok kuvvetlidir. Onlarla konuşmak, oynamak için can atıyor. Hatta benden sürekli oyuncaklarını istiyor ve<br />
sokağı çıkıyor. Arkadaşlarına onunla oynamaları için oyuncaklarını veriyor.<br />
“İkinci kez hayat verebilmek ayrı bir mutluluk”<br />
Yiğit bu süre zarfında çeşitli hastanelerde tedavi gördü. Hastalığının farkındaydı. Zamanla artık durumu giderek kötüleşti. Nakil olabileceğini<br />
duyduğumuzda hemen verici oldum. Eşim kilolu olduğu için uyum sağlayamayacağını biliyorduk. Yiğit zaten canımdan bir parçaydı ancak ikinci kez<br />
onu hayata bağlamak bana ayrı bir mutluluk veriyor.<br />
“Kilo alması beni çok mutlu ediyor”<br />
Yiğit 7 yaşında ama ben onun her çocuk gibi düzenli kilo aldığını, büyüdüğünü göremedim. Nakil sonrası hızla iyileşti, günden güne daha da<br />
toparlıyor, kilo alıyor. Kilo alması beni çok mutlu ediyor. Artık iyileşip okula gideceği günleri görmek istiyorum. Bana sürekli polis olacağını söylüyor.<br />
Yakında o günleri de göreceğiz.<br />
Karaciğer naklini gerçekleştiren Prof. Dr. Yalçın Polat<br />
“Yiğit, karaciğer yetmezliği ile 2 aylık iken tanışmış. Bize geldiğinde son evre karaciğer yetmezliğindeydi. Annesi ve babası<br />
verici olmak istedi. Babasının tetkiklerinde karaciğer yağlanması olduğunu gördük, verici olmaya uygun değildi. Daha<br />
sonra annesinin verici olabilmesi için gerekli testler yapıldı. Test sonuçları tüm sistem fonksiyonlarının normal olduğunu;<br />
yani sağlık durumunun verici olmaya uygun olduğunu gösteriyordu. Annesinden alınan karaciğer ile gerçekleşen nakil<br />
sonrası Yiğit sağlığına kavuştu. Yiğit 7 yaşında olmasına rağmen yaşına göre oldukça sosyal bir çocuk. Şu an belirli bir süre<br />
enfeksiyon riski sebebi ile daha dikkatli ve özenli bir bakımı olacak. Ancak kısa bir süre sonra özlemini çektiği okuluna gidip<br />
istediği gibi arkadaşları ile koşup oynayabilecek.”<br />
20<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KADIN SAĞLIĞI<br />
HER 8 BEBEKTEN BİRİ<br />
ERKEN DOĞUYOR<br />
Doç. Dr. Arda Lembet – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Her yıl 15 milyon bebek<br />
prematüre doğup,<br />
dünyaya erken merhaba<br />
derken, 1 milyonu da<br />
henüz 1 yaşına bile<br />
girmeden hayatını<br />
kaybediyor.<br />
Anne karnında ve yeni<br />
doğan dönemindeki bebek<br />
ölümlerinin önemli nedeni ise<br />
“erken doğum”.<br />
Erken doğum sonrası yenidoğan<br />
kayıpları çok fazla<br />
Türkiye, erken doğum görülme oranı %12 ile<br />
dünya sıralamasında 56. sırada yer almaktadır.<br />
Anne karnındaki ve doğumdan sonraki ilk<br />
ayda (yenidoğan döneminde) olan kayıpların<br />
%70’inden erken doğum sorumludur. 5 yaşına<br />
kadar olan çocuk ölümlerinin %40’ı yenidoğan<br />
döneminde olmaktadır ve burada da ilk<br />
sebep yine erken doğumdur. Tüm 5 yaş altı<br />
ölüm sebeplerinde erken doğum 2. sırada yer<br />
almaktadır.<br />
Bilinçlendirme ve eğitim ile kayıplar<br />
önlenebilir<br />
“Cerebral palsy” rahatsızlığı olan spastik<br />
çocukların %50’sinden, çocukluk çağı<br />
körlüklerinin de %30’undan “prematurite”<br />
sorumludur. Hem ülkemiz hem de tüm dünya<br />
için son derece ciddi olan bu problem; erken<br />
doğumun risk faktörleri, korunma yolları,<br />
tahmin ve tedavi yolları hakkında yapılacak<br />
bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları ile %75<br />
oranında azaltılabilmektedir.<br />
Bebeğinizi bekleyen sıkıntılara hazır<br />
olun<br />
Çok düşük ağırlıklı yani 750 gramın altındaki<br />
bebeklerin yaşama şansları günümüz modern<br />
tıp imkanları ile sağlanabiliyor olsa da; bu grup<br />
bebeklerin bir kısmında ileride okul başarısında<br />
düşüklük, görsel motor fonksiyon bozuklukları<br />
ve çeşitli sosyal uyum bozukluklarının ortaya<br />
çıkabileceği bilinmelidir. Çocukluk çağındaki<br />
nörolojik problemlere bakıldığında bunların<br />
%50’sinden prematüre doğumun sorumlu<br />
olduğu gözükmektedir.<br />
Erken doğumu tetikleyen nedenler<br />
• Rahim içi ve dışı enfeksiyonlar<br />
• Çoğul gebelikler<br />
• Amniyon mayiinin (zarın içindeki sıvı) fazla olması<br />
• Rahmin yapısal anormallikleri<br />
• Rahim iç tabakası içindeki kanamalar<br />
• Genetik faktörler<br />
Anne yaşı 17’nin altında ve 35’in<br />
üzerinde ise dikkat!<br />
Anne yaşının 17’nin altında ya da 35’in<br />
üzerinde olması, önceki doğumun erken<br />
doğum ile sonlanması, vajinal kanama, stres,<br />
düşük sosyoekonomik durum, sigara ve diğer<br />
kötü alışkanlıklar, anne ağırlığının düşüklüğü,<br />
çalışma şartlarının aşırı ağır olması, gebeliğe<br />
eşlik eden iyi kontrol edilmemiş sistemik<br />
hastalıklar (diyabet, kalp, böbrek ve tiroid<br />
hastalıkları vb.), bazı hamilelikte görülen<br />
vajinal ve sistemik enfeksiyonlar erken doğum<br />
için risk oluşturabilmektedir.<br />
Erken doğum tahmin, tedavi ve<br />
korunma programı<br />
“Erken doğum tahmin, tedavi ve korunma”<br />
programı olarak tanımlanan programlar<br />
sayesinde özellikle erken doğum eylemi için<br />
risk taşıyan gebeleri takip ederek, önem<br />
alınabilmektedir. Bu hasta grubunda gebelik<br />
başında ve hatta öncesinde başlatılan<br />
takip protokolünde, hastaya bireysel riskin<br />
değerlendirildiği periyodik ve sık izlem<br />
yöntemini uygulamaktadır. Bu aşamada<br />
hastalar davranışsal, demografik (yaş,<br />
doğum sayısı, önceki gebelik hikayesi, sigara<br />
vb.), beslenme, mevcut gebelik ve biyofizik<br />
(rahim ağzı açıklığı ve ultrasonografik<br />
bulgular) özelliklerine göre gruplandırılıp<br />
değerlendirilmektedir.<br />
Tüm gebeler rahim uzunluğu ölçümü<br />
yaptırmalı<br />
Tüm hamilelik süreçlerinde erken doğumu<br />
tahmin ve engellemede izlenecek yol rahim<br />
uzunluğu ölçümü ile tarama gerçekleştirmektir.<br />
Çünkü erken doğuma giren hastaların yarısında<br />
geçmişinde bir risk faktörü bulunmamaktadır.<br />
Erken doğum önceden bilmek zor<br />
ama imkansız değil<br />
Erken doğumun önceden tahmin edilip<br />
saptanması zordur. Bunun başlıca nedeni<br />
erken doğumun ilk bulgu ve belirtilerinin<br />
normal gebeliklerde de görülebilmesi ve bu<br />
nedenle hastaların şikayetlerinin bir kısmının<br />
yeterince iyi değerlendirilememesinden<br />
kaynaklanmaktadır. Rahim ağzı (serviks)<br />
açıklığının muayene ile değerlendirilmesi,<br />
hastanın ağrılarının sıklığı ve süresi,<br />
ultrasonografik yöntemler, anne kanı ve<br />
amniyon mayi içindeki birtakım biyokimyasal<br />
belirteçler erken doğum tahmininde kullanılan<br />
yöntemler arasındadır. Bu yöntemler ile hem<br />
erken doğum klinik bulguları ortaya çıkmadan<br />
risk grubundaki hastalar saptanabilir hem de<br />
erken doğum eylemi ile başvuran hastaların<br />
tanısı ve ileri değerlendirmesi mümkün<br />
olabilmektedir.<br />
Risk taşımayanlar da erken doğum<br />
yapabilir<br />
Erken doğumun tüm nedenleri bilinmemektedir.<br />
Bu nedenle yüksek risk taşımayan hastalar da<br />
erken doğum yapabilmektedirler. Ancak önceki<br />
gebeliklerin erken doğumla sonlanmaması ve<br />
gebelik izlemi boyunca tetkik, inceleme ve<br />
genel sağlık halinin iyi gittiği durumda bu risk<br />
çok daha aşağı çekilmektedir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 21
GENEL SAĞLIĞI<br />
İNME HAKKINDA<br />
BİLİNMESİ GEREKENLER<br />
Doç. Dr. Yakup Krespi - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> İnme Araştırma ve Rehabilitasyon Ünitesi Başkanı<br />
İnmesiz bir hayat mümkündür.<br />
İnme önlenebilen en önemli<br />
nörolojik hastalıktır.<br />
İnme bulguları nelerdir?<br />
İnme bulguları özellikle bir vücut yarısındaki yüz, kol veya bacakta<br />
uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük, ani başlayan nedeni bilinmeyen<br />
şiddetli baş ağrısı, bilinç bulanıklığı veya bilinç kaybı, bir ya da<br />
iki gözde ani görme kaybı, görme azlığı, konuşma bozukluğu<br />
veya konuşamama, baş dönmesi, dengesizlik şeklinde kendini<br />
gösterebilir. Burada anahtar nokta, belirtilerin aniden ortaya çıkmış<br />
olmasıdır.<br />
İnme tek bir hastalık mıdır?<br />
İnme 3 tipte ortaya çıkar. Bunlar: İskemik inme (beyin damar<br />
tıkanması), hemorajik inme (beyin kanaması) ve subaraknoid<br />
kanamadır (beyin kanaması) Tüm inmelerin %80’i iskemik, %20’si<br />
de kanamaya bağlıdır.<br />
İnmenin risk faktörleri nelerdir?<br />
İskemik inmede değiştirilemeyen risk faktörleri; yaş, cinsiyet, ırk<br />
ve kalıtsal özelliklerdir. İnme genellikle 60 yaş üstü erkeklerde daha<br />
sık görülür. Asıl önemli olan risk faktörleri değiştirilebilir olanlarıdır.<br />
Bunlar kalp krizine yol açan risk faktörleri ile aynıdır. Hipertansiyon,<br />
sigara, şeker hastalığı ve yüksek kolesterol bunların başında yer<br />
almaktadır. İskemik inmenin bu hastalığa özgü diğer risk faktörleri<br />
içinde özellikle kalp hastalıkları gelmektedir. Kalp krizi geçiren veya<br />
ritim bozuklukları olan hastalarda kalbin içinde oluşan pıhtılar beyin<br />
damarlarını tıkayabilir ve iskemik inmeye yol açabilir.<br />
Yetersiz ve dengesiz beslenme, şişmanlık ve fiziksel<br />
aktivite azlığı felç geçirme riskini artırır mı?<br />
Şişmanlık ve fiziksel aktivite azlığı ile gelen metabolik sendrom,<br />
kalp ve beyin damar hastalıkları için en önemli riski oluşturan<br />
durumlardan biridir.<br />
İnme tedavi edilebilen bir hastalık mıdır?<br />
İnme geliştikten sonra erken tanı konulması ve tedaviye başlanması<br />
hayati öneme sahiptir. Damar tıkanıklıklarında en önemli yöntem,<br />
trombolitik (pıhtı çözücü) ilaç tedavisidir. Bu ilaçlardan biri olan<br />
“Rekombinan doku plazminojen aktivatörü” (rTPA) ilk 4,5 saat<br />
içerisinde görülen hastalara toplardamar yoluyla uygulanabilir.<br />
Bazı koşullarda 6 saate kadar da pıhtı çözücü ilaç verilebilir. İlk<br />
4,5 saatten sonra hastaneye başvuran gecikmiş hastalar acilen<br />
anjiyografi laboratuvarına alınır ve kateter yöntemi ile tıkalı<br />
damarlara ulaşır. Daha sonra tıkalı damar içindeki pıhtı, rTPA ile<br />
eritilir veya özellikli birtakım kateterler yardımıyla parçalandıktan<br />
sonra emilerek dışarı alınır. Ülkemizde de yeni uygulanmaya<br />
başlanan çok özel bir yöntem ile tıkalı bölgenin içine özel<br />
stentler ile girilerek, hızlıca damar açıldıktan sonra pıhtı dışarı<br />
çekilip alınmaktadır. Bu yöntem ile tıkalı damarlar %90 oranında<br />
açılabilmektedir.<br />
Zamanında ve doğru merkezde gerçekleşen inme<br />
tedavisinde başarı şansı nedir?<br />
Pıhtı eritici tedavi alan hastanın diğer inme hastalarına göre sakatlık<br />
ve başkalarına bağımlı yaşama riski göreceli olarak %30 azalır. İlk<br />
4,5 saatte pıhtı eritici tedavi alan her 7 hastanın biri tamamen iyileşir.<br />
Tedavi ilk 1,5 saatte yapılmış ise tedavi edilen her 3 hastadan biri<br />
tamamen iyileşmektedir. Tedavi yalnız felci ortadan kaldırmakla sınırlı<br />
değildir. Hasta eski hayatına, işine, ailesine, sosyal faaliyetlerine<br />
geri dönebilir. Hastalara bu tedavi seçeneğini sunabilmek yalnızca<br />
toplumun inme konusunda bilinçlenmesi, bu hastalığı acil ve tedavi<br />
edilmesi mümkün bir durum olarak algılayabilmesi ile mümkün<br />
olacaktır.<br />
İnme Merkezi ne demektir?<br />
İnme geçiren hastanın nerede ve nasıl tedavi ve bakım gördüğü<br />
önemlidir. Pıhtı eritici tedaviden sonra inmeli hastaların tedavisinde<br />
son yıllarda sağlanan en önemli gelişme, hastaların erken dönemde<br />
kalp krizi geçiren hastaların yatırıldığı koroner yoğun bakım<br />
ünitelerine benzer şekilde yapılandırılmış “İnme Üniteleri”nde bakım<br />
ve tedavi gördüklerinde belirgin fayda sağlanmış olmasıdır. Bu<br />
merkezlerde ayrıca hastalara rehabilitasyon olanakları sağlanmakta<br />
ve inmeye yol açan neden saptandıktan sonra gerekli koruyucu<br />
tedavilere başlanmaktadır. Hasta ve ailesine psikolojik destek hizmeti<br />
verilmekte, hastane sonrası tedavi ve rehabilitasyon programı da<br />
hazırlanmaktadır.<br />
Felçli kalmak, günümüzde yeterli tedavi olanaklarından<br />
faydalanamamış olmakla eş anlamlıdır. Doğru zamanda tıkalı damarı<br />
açılan, uygun tıbbi bakım, destek, rehabilitasyon ve inme tekrarından<br />
koruyucu tedavi alan her 3 hastanın 2’si inmesinin<br />
3. ayında bağımsızlığına geri kavuşmaktadır.<br />
22<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
BOYUN FITIĞINA<br />
GÜNÜBİRLİK TEDAVİ<br />
Doç. Dr. Halit Çavuşoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Nöroşirürji Bölümü<br />
Boyun fıtığı, hastaların günlük yaşantısını etkileyen ağrılı bir hastalıktır. Boyunda oluşan<br />
fıtıklar, yapısına ve hastanın özelliklerine göre medikal ve cerrahi birçok yöntem ile tedavi<br />
edilebilmektedir.<br />
Boyun fıtığı nasıl ortaya çıkar?<br />
Omurga dikey yönde etki yapan vücut ağırlığı ve dış kuvvetlere karşı<br />
koymanın yanında hareket fonksiyonunu da yürütmek durumundadır.<br />
Bu yüzden sabit kalmak ve hareketli olmak gibi çatışan iki özelliğe<br />
sahip olmalıdır. Bu ikili özellik, omurganın bölümlü yapısı ve omurlar<br />
arasındaki diskler tarafından sağlanır. Diskler dikey yönde, yana eğilme<br />
ve dönme sırasında uygulanan kuvvetleri emerler. İnsanoğlunun iki<br />
ayak üzerindeki duruşu da disk üzerine yansıyan kuvvetleri artırır.<br />
Sonuç olarak omurlar arasındaki diskler yaşla belirginleşmek üzere<br />
her insanda az ya da çok yıpranırlar. Yük emme yetenekleri ve<br />
dayanıklılıkları azalır, fıtıklaşma gelişebilir. Boynumuzun fazla ağırlık<br />
taşımamasına rağmen, hareketli yapısı nedeniyle bozulması ve<br />
disk fıtığı görülme sıklığı yüksektir. Boyun bölgesinde her omur, cismi<br />
hizasından çıkan sinirlerde kola ve sırta yayılarak, bu bölgelerin duyu<br />
ve hareketini sağlar. Omurgalar arasındaki disk dokusunun jelatin<br />
kıvamındaki iç kısmının, daha kuvvetli bir bağ dokusundan oluşan dış<br />
kısmı yırtarak omurilik ve sinirlere bası yapması sonucu boyun fıtığı<br />
ortaya çıkar.<br />
Genç yaşta daha sık görülüyor<br />
Boyun fıtığı omurilik ve sinir köklerini etkileyen, en sık 30 ve 40’lı<br />
yaşlarda rastlanılan hastalık grubudur. Belirtileri fıtığın yerine, hastalığın<br />
süresine ve ciddiyetine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Hastalar<br />
genellikle tek taraflı, kola doğru yayılan bir ağrıdan rahatsızlık duyarlar.<br />
Ağrı parmak uçlarına kadar yayılır ve uyuşma ile beraber olabilir.<br />
Ağrının yayıldığı kolda kuvvet kaybı olabilir. Hastalar ellerine aldıkları<br />
ağır cisimleri yere düşürmekten şikayet ederler. Eğer bası daha da<br />
ilerlerse yürüme güçlüğü ve dengesizlik de oluşur. Hatta hasta idrarını<br />
ve dışkısını tutamaz hale gelir.<br />
Mutlaka doktora başvurun<br />
Ağrı ve uyuşukluğun sıklaşması ve belirli sürede yatak istirahatı<br />
ile geçmemesi durumunda mutlaka bir beyin ve sinir cerrahına<br />
başvurulması gerekir. Detaylı öykü alma ve fiziksel muayenenin önemi<br />
çok büyüktür, sadece bunlarla tanı koymak bile mümkündür. Ama<br />
görüntüleme teknikleri ile de boyun fıtığının varlığını teyit etmek ve<br />
seviyesini saptamak gereklidir. Kesin teşhis için MR çektirilir. Yapılan<br />
muayene ile sinir tahribatına ait bulgular yoksa hastaya mutlak yatak<br />
istirahati, ağrı kesici kullanımı ve fizik tedavi önerilir. Ancak sinir<br />
tahribatına ait bulgular olması ve diğer tedavi yöntemlerinin başarısız<br />
kaldığı durumlarda cerrahi tedavi uygulanır.<br />
Omurganın hareketini korumak çok önemli<br />
Şikayet oluşturan boyun fıtığına yapılan cerrahi tedavinin amacı;<br />
omurilik ve buradan çıkan sinirlerin sıkışıklığını giderirken, birçok<br />
anatomik yapıyı ve boyun omurgasının biyomekanik fonksiyonunu<br />
(yük taşıyabilme ve hareket edebilme) korumaktır. Geleneksel<br />
cerrahi yöntemler geniş alanda normal doku tahribatına neden olur.<br />
Böylece omurilik ve sinir dokusu rahatlatılmakla beraber omurganın<br />
fonksiyonunun bozulmasına yol açar. Sonuçta hastaya ek olarak kafes,<br />
plak-vida vb. ameliyatı yapılmasını zorunlu kılar. Omurganın fıtık<br />
seviyesindeki bölümünü hareketsiz hale getiren bu ameliyat tekniğinin;<br />
süresinin uzun olması, fazla miktarda kan kaybı ve ameliyat sonrası<br />
ağrılı ve uzun iyileşme süreci, yüksek oranda başarısızlık, uzun vadede<br />
diğer disklerde fıtıklaşmalara yol açması bu yöntemlerin dezavantajıdır.<br />
Diğer yandan hareketli bölümü koruma amacıyla geliştirilen disk<br />
protezi de istenileni verememiştir. Uzun dönemde protezlerin hareket<br />
kabiliyetini kaybettikleri izlenmektedir.<br />
Ameliyattan 4 saat sonra taburcu olabilirsiniz<br />
Radyolojik görüntüleme yöntemlerindeki (MR) gelişmeler boyun<br />
fıtığına yol açan yumuşak ve kemik dokuların ayrıntılı tespitinde<br />
faydalıdır. Mikrocerrahi yönteminde 1,5 cm.lik cilt kesisi yapılır. Doğal<br />
doku planları kullanılarak disk mesafesine girilerek omurilik ve sinir<br />
dokuları rahatlatılır. Omurganın yük taşıyabilme ve hareket edebilme<br />
gücü bozulmadığı için hasta ameliyattan 3 saat sonra yürütülür<br />
ve ameliyattan 4 saat sonra taburcu olabilir. Hastanın boyunluk<br />
kullanmasına gerek kalmaz. Dikiş yoktur, 2 gün sonra pansuman<br />
çıkarılıp banyo yapılabilir. Ameliyat sonrası hastanın oturması, yürümesi,<br />
merdiven inip çıkması serbesttir. Ameliyattan 2 hafta sonra da egzersiz<br />
programı başlatılır. Bu minimal invaziv cerrahi yani girişimsel yöntemle<br />
boyun fıtığı ameliyatlarında alınan sonuçlar son derece başarılıdır. Bu<br />
ameliyat tekniği hastaların çok korktukları diğer ameliyat tekniklerine<br />
oranla; kanamanın olmaması, çok kısa sürede sosyal yaşantıya dönüş<br />
imkanı sağlaması ve ameliyat konforu nedeni ile özelikle önerilmektedir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 23
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
ÇOCUKLUK ÇAĞI AĞRILARI<br />
CİDDİYE ALINMALI<br />
Op. Dr. Kemal Gökkuş – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />
Çocuklarda büyüme çağında görülen bacak ağrıları hangi durumda sadece “büyüme ağrısı” olarak<br />
değerlendirilmeli hangi durumda ciddiye alınmalıdır?<br />
3 - 12 yaş aralığında bulunan çocuklarda sıklıkla görülen büyüme ağrılarının başlıca ayırıcı özellikleri; eklemle<br />
bağlantılı ağrılar olmamaları, aralıklarla gelmeleri, sıklıkla geceleri oluşmaları ve bacaklarda iki taraflı olarak diz ve<br />
çevresinde hissedilmeleri olarak tanımlanabilir.<br />
Büyüme ağrısı basit bir masajla<br />
iyileşebilir<br />
Büyüme ağrılarında uyluk kemiğinin dize<br />
yakın kısmı (alt kısmı) ve incik kemiğinin<br />
dize yakın kısmında (üst kısmı) her iki<br />
bölgede de ağrı hissedilir. Bacaklarda<br />
ve bazen ayak bileğinde de ağrı olabilir.<br />
Büyüme ağrısı selim (iyi davranışta)<br />
karakterde kendi kendini sınırlayan,<br />
çoğu zaman basit masajla ve çocuğa<br />
gösterilecek şefkatle iyileşen ağrılardır.<br />
Çocukları beden eğitimi<br />
derslerinden uzaklaştırmaya<br />
gerek yok<br />
Gergin aile ortamı, sevgisizlik gibi<br />
faktörlerin büyüme ağrılarını tetiklediğini<br />
gösteren bilimsel çalışmalar vardır.<br />
Büyüme ağrılarının tanısı röntgen ve<br />
laboratuvar testleri yapıldıktan sonra<br />
konulmaktadır. Anne ve babaları<br />
rahatlatacak iyi karakterli bir ağrı<br />
olan büyüme ağrılarının tedavisinde<br />
herhangi bir aktivite kısıtlamasına<br />
gerek duyulmamaktadır. Çocuğun<br />
okula gitmesinde ya da beden eğitimi<br />
derslerinden mahrum bırakılmasına gerek<br />
yoktur.<br />
Ağrının diğer önemli<br />
hastalıklardan kaynaklanmadığı<br />
tespit edilmeli<br />
Çoğu zaman basit bir masaj ve çocuğa<br />
gösterilecek şefkat ile iyileşen büyüme<br />
ağrılarının çocuklarda gelişebilecek diğer<br />
bacak ağrılarından ayrıştırılması ise büyük<br />
önem taşımaktadır. Çocuklarda bacak<br />
ağrıları kemik tümörleri ve hematolojik<br />
hastalıkların tümörlerine işaret edebileceği<br />
gibi eklem iltihabı, romatizmal eklem<br />
hastalıklarının tanısında da önemli bir<br />
bulgu olarak değerlendirilmektedir.<br />
Büyüme ağrısını diğer ağrılardan ayrıştırmada çeşitli<br />
kıstaslar bulunmaktadır:<br />
• Büyüme ağrılarında çocuklar sürekli farklı eklem noktalarının ağrılarından yakınabilmektedir.<br />
Eğer ağrı hep aynı noktada ise; bu noktada şişlik, hassasiyet ve aksama söz konusuysa bu<br />
ağrı büyük olasılıkla büyüme ağrısı değildir.<br />
• Ayrıştırmada özellikle dikkat edilmesi gereken bir diğer konu, çocuğun herhangi bir travma<br />
yaşayıp yaşamadığını sorgulamaktır. Örneğin çocuğun parkta oynarken bir yerden düşüp<br />
düşmediği, spor yaparken yaralanıp yaralanmadığı öğrenilmelidir.<br />
• Bazen kalçada femur başında olan büyüme plağından başın kayması (femur başı epifiz<br />
kayması), perthes hastalığı veya kalçanın sinoviti gibi durumlar da dizde yansıyan ağrı yapar.<br />
Ancak bunların tamamında hem öykü farklıdır ve aynı zamanda aksama eşlik eder.<br />
• Kemik tümörleri ve hematolojik hastalıkların tümörlerinin önemli bir kısmı çocukluk çağında<br />
sık görülür. Bu nedenle ayırıcı tanıda mutlaka dışlanmalıdırlar.<br />
• Septik artirit (eklem iltihabı) romatizmal eklem hastalıklarında ise ayırt etmek kolaydır. Bu<br />
hastalıklarda tablo, öykü ve laboratuar testleri ayırt etmede yardımcıdır.<br />
• Yansıyan ağrılar, özellikle kalça ve belden vuran ağrılarda gerçek hastalığın kaynağı<br />
araştırılmalıdır. Bel ve kalça bölgesi dikkatle muayene edilmeli, gerekirse laboratuvar testleri<br />
ve röntgen istenmelidir.<br />
24<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
ORTOPEDİK RAHATSIZLIKLARDA<br />
PRP TEDAVİSİ<br />
Op. Dr. Arda Çınar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />
Toplumda özellikle<br />
cilt gençleştirme<br />
işlemi olarak bilinen<br />
PRP (Platelet Rich<br />
Plazma) işlemi,<br />
ortopedik problemlerin<br />
tedavisinde de<br />
kullanılmaktadır.<br />
PRP; diş ve plastik<br />
cerrahi gibi tıbbın farklı<br />
branşlarında tedavi amaçlı<br />
olarak kullanılmasının<br />
yanı sıra; spor ve kas<br />
yaralanmaları gibi pek çok<br />
ortopedik rahatsızlıkta da<br />
ilk tedaviden sonra olumlu<br />
sonuç vermektedir.<br />
PRP kök hücre tedavisi etkisi ile iyileşmeyi hızlandırır<br />
PRP, hastanın kendi kanından özel bir yöntemle elde edilen, içinde birçok büyüme faktörünün bulunduğu plazmanın problemli bölgeye<br />
enjekte edilmesi ile yumuşak doku ve kemik iyileşmesini hızlandıran bir yöntemdir. PRP bir kök hücre tedavisi değildir. Fakat dolaylı<br />
olarak kök hücreler üzerinden çalışılır. Kanda pıhtılaşmadan sorumlu hücreler olan trombositlerin içindeki çeşitli büyüme faktörleri;<br />
tendonlar, kıkırdaklar ve kemiğe uygulandığında iyileşmeyi hızlandırmaktadır.<br />
Ortopedik rahatsızlıkların tümünde kullanılır<br />
Bu tedavi halk arasında kireçlenme olarak da bilinen artroz, tenisçi dirseği, tendon iltihaplanması, topuk dikeni gibi kronik yaralanmalara<br />
uygulanmaktadır. Tüm bunlarla birlikte; kas ve spor yaralanmalarında, cerrahi işlem süreçlerinde ( protez ve el cerrahisi gibi) dokunun<br />
iyileşmesini hızlandırıcı ve uyarıcı etkisinden de faydalanılmaktadır.<br />
Kişinin kendi kanı yan etkiye neden olmaz<br />
Trombositler aynı zamanda doku hasarını ve kemik iyileşmesini sağlayıcı özellikteki büyüme faktörlerini de salgılamaktadır. PRP işlemi;<br />
kıkırdak, kemik ve tendonların kendini yenilemesine yardım ederek, kişinin spora dönüş süresini hızlandırmaktadır. Yaralanan bölgeye<br />
işlem sırasında kişinin kendi kanı verildiği için, diğer enjeksiyon yöntemlerine göre yan etkisi bulunmamaktadır.<br />
İlk uygulamada hastaya yarar sağlar<br />
İşlem lokal anestezi ile ağrısız olarak gerçekleşmektedir. Hasta, ilk seansta işlemden yarar görmeye başlar. Genelde tek uygulama yeterli<br />
olmaktadır. Fakat bazı durumlarda işlem birden fazla tekrarlanabilir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 25
GENEL SAĞLIK<br />
HASTA BİNA SENDROMU PLAZA<br />
ÇALIŞANLARINI TEHDİT EDİYOR<br />
Uz. Dr. Füsun Soysal - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />
K<br />
apalı ofisler ve plazalar artık<br />
hayatımızın değişmez bir parçası.<br />
Yaşamımızın büyük bir bölümünü<br />
geçirdiğimiz ofisler hangi<br />
hastalıklara davetiye çıkarıyor?<br />
Sürekli baş, sırt ve boyun ağrıları,<br />
burun tıkanıklığı, kas spazmları<br />
bunlardan bazıları… Özellikle plazalarda<br />
çalışanlarda sık görülen “Hasta bina<br />
sendromu”, işyeri ortamında görülen en<br />
önemli alerjik hastalıklar arasında yer<br />
alıyor.<br />
Medeniyet alerjiyi tetikledi<br />
Günümüzde “Medeniyet hastalığı” olarak bilinen alerji; kentleşme<br />
ve teknolojinin artması ile yoğunlaşan önemli bir hastalıktır. İş<br />
ortamlarının toplu çalışılan, kapalı ve dar alanlardan oluşması,<br />
açık sahada çalışmaktan ofiste yaşamına dönüş, halı döşemeler,<br />
katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesi, ofislerde<br />
kullanılan havalandırma ve ısıtma sistemi gibi faktörler sonucu<br />
alerjik hastalıklar, endüstrileşmiş bölgeler ve kentlerde daha sık<br />
görülmektedir. Özellikle plazalarda çalışanları etkileyen hasta<br />
bina sendromu da, kişinin yaşamını kabusa çevirebilen önemli bir<br />
meslek hastalığıdır.<br />
Plazalarda çalışanların hastalığı: Hasta Bina<br />
Sendromu<br />
Hasta bina sendromu; baş ağrısı, baş dönmesi, uyuşukluk,<br />
yorgunluk hissi, gözlerde sulanma, kaşınma, kızarıklık, burun<br />
akıntısı, hapşırık, burun tıkanıklığı, boğazda yanma, boğaz<br />
kuruluğu, gıcık şeklinde öksürük, göğüste sıkışma hissi, nefes<br />
darlığı, cilt kuruluğu, ciltte kaşıntılar, burun kanaması, koku ve tat<br />
alma bozuklukları, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilerle kendini<br />
gösteren bir hastalıktır.<br />
• Başınız sık sık ağrıyor mu?<br />
• Dikkatinizi yoğunlaştırmakta güçlük mü<br />
çekiyor musunuz?<br />
• Nefes alırken zorlanıyor musunuz?<br />
• Burnunuz sürekli akıyor mu?<br />
• Kendinizi sürekli yorgun mu hissediyorsunuz?<br />
Bu sorulardan ilkinin yanıtını evet olarak verdikten sonra diğerleri için<br />
de en az iki evet’iniz varsa, “Hasta bina sendromu” belirtilerini taşıyor<br />
olabilirsiniz. Teşhisteki en önemli unsur; çalışılan ortamdan uzaklaşılması<br />
halinde belirtilerin ortadan kalmasıdır.<br />
Alerjik bünyeli kişiler risk altında!<br />
Alerjik hastalıklar bazen bir meslek hastalığı şeklinde ve işyeri ortamında<br />
bulunan bir alerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu açıdan<br />
özellikle ofis ortamlarında çalışanlar risk altındadır. Kişinin şikayetlerinin<br />
işe girdikten sonra başlaması, tatil zamanında ise azalması mesleğe bağlı<br />
alerjileri düşündürmelidir. Hasta bina sendromu belirtileri, özellikle alerjik<br />
bünyeli kişilerde ortaya çıkabilir. Çünkü çalışma ortamının uygunsuz<br />
koşulları, hassas bünyeli kişilerde alerjik belirtileri tetikleyici rol oynar.<br />
Çalışma ortamının sıcaklık derecesi önemli<br />
Duvardan duvara halı kullanımının önlenmesi, camlar açılmıyorsa<br />
hava temizleyen cihazlardan yararlanılması, sürekli bilgisayarla çalışan<br />
personelin vardiya saatlerinin ayarlanması gibi önlemler, hasta bina<br />
sendromunun etkilerini azaltmak bakımından önemlidir. Çalışanlar için en<br />
iyi performans, 19-20 derecelik ortam sıcaklığında alınmaktadır.<br />
Çalışma ortamı alerjenlerden arındırılmalı<br />
• Duvarlar ve hava yılda bir kez profesyonel olarak temizlenmelidir.<br />
• Havalandırma sistemi taze havanın bina içinde dolaşımını artırmak için<br />
temizlenip, yenilenmelidir.<br />
• Hava filtresi kullanılmalı, temiz ve kuru olmalıdır. Havadaki nem oranı<br />
asla yüzde 60’tan fazla olmamalıdır.<br />
• İçeri hava alınan bölge yükleme ya da park alanlarından uzak olmalıdır.<br />
• Hava filtreleri düzenli olarak değiştirilmeli; donanım, iyi havalandırılmış<br />
alanlarda bulundurulup kullanılmalıdır.<br />
• Üreticinin belirttiği direktiflere tam olarak uyulmalı, bilgisayarlar her altı<br />
ayda bir hijyenik bilgisayar ve elektronik donanım temizleyicileri tarafından<br />
temizlenmelidir.<br />
26<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
10 SORUDA AKCİĞER KANSERİ<br />
Prof. Dr. Gökhan Kandemir - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Medikal Onkoloji Bölümü<br />
1. Akciğer Kanseri Nedir?<br />
Akciğerlerin birinde ya da her ikisinin<br />
dokusunda, anormal hücrelerin kontrolsüz<br />
büyümeleri ve çoğalması sonucu gelişen kötü<br />
huylu tümörlerdir.<br />
2. Kimlerde Akciğer Kanseri<br />
Görülür?<br />
Akciğer kanseri, dünyada ve ülkemizde<br />
erkeklerde en sık görülen kanser türüdür.<br />
Kadınlarda görülme sıklığı da giderek<br />
artmaktadır. Kanserden ölüm nedenleri<br />
arasında birinci sıradadır. Kalın bağırsak,<br />
meme ve prostat kanseri nedeniyle<br />
yaşamını yitirenlerin toplamından daha<br />
fazla kişi akciğer kanseri nedeniyle hayatını<br />
kaybetmektedir. Yaş ilerledikçe görülme<br />
sıklığı artar. Örneğin; 45 yaş altında nadiren<br />
ortaya çıkarken, genellikle 50-70 yaşlarında<br />
tanı konulmaktadır.<br />
3. Akciğer Kanserinin Farklı<br />
Tipleri Var mıdır?<br />
Bu kanser türü, “küçük hücreli” ve “küçük<br />
hücreli dışı akciğer kanseri” olmak üzere<br />
başlıca iki gruba ayrılır. Büyümesi, yayılması<br />
ve tedavisi hastalık tipine göre farklılık<br />
gösterir. Küçük hücreli akciğer kanseri,<br />
daha hızlı büyüyen ve vücudun diğer<br />
yerlerine daha fazla yayılan türdür ve tüm<br />
akciğer kanserlerinin %20’sini oluşturur.<br />
Bu rahatsızlığın nedeni genellikle sigaradır.<br />
Akciğer kanseri sıklıkla; kemik, karaciğer,<br />
beyin ve böbrek üstü bezlerine yayılım<br />
gösterir.<br />
4. Akciğer Kanserinin Risk<br />
Faktörleri Nelerdir?<br />
Akciğer kanserinin bir numaralı<br />
sebebi olguların %85’inden sorumlu<br />
olan sigaradır. Günde 1 paket<br />
sigara içenlerde akciğer kanseri<br />
riski içmeyenlere göre 20 kat daha<br />
fazladır. Sigaraya başlama yaşı, içme<br />
süresi, içilen sigara sayısı kanser<br />
gelişimini etkiler. Pasif içicilik yani<br />
sigara içilen ortamlarda bulunularak<br />
sigara dumanına maruz kalmak da<br />
akciğer kanseri riskini artırır. Genetik<br />
geçiş, asbest, radon gazı, hava kirliliği<br />
sorumlu tutulan diğer faktörlerdir.<br />
Verem gibi bazı akciğer hastalıkları,<br />
akciğerlere radyoterapi uygulanması<br />
akciğer kanseri riskini artırmaktadır.<br />
İçme sularında yüksek düzeyde<br />
arsenik maddesinin bulunması da akciğer<br />
kanseri riskini artırabilir.<br />
5. Sigara İçmeyenlerde Akciğer<br />
Kanseri Görülür Mü?<br />
Akciğer kanseri sigara içmeyenlerde<br />
de kendini gösterebilir. Tüm akciğer<br />
kanserlerinin %15’i hiç sigara içmemiş<br />
kişilerde görülmektedir.<br />
6. Akciğer Kanserinin En Sık<br />
Görülen Belirtileri Nelerdir?<br />
Hastalığın hiçbir belirtisi olmayabilir. İleri<br />
evrede olanların yaklaşık olarak 4/1’inde<br />
hiçbir belirti olmamaktadır. En sık görülen<br />
belirtileri; nefes darlığı, geçmeyen ve giderek<br />
kötüleşen öksürük, kanlı balgam, iştah<br />
kaybı ve zayıflamadır. Göğüs ağrısı, hırıltılı<br />
solunum, ateş, ses kısıklığı, yüz ve boyunda<br />
şişme, omuz ve kol ağrısı, yutma güçlüğü<br />
görülen diğer belirtileridir.<br />
7. Akciğer Kanseri Nasıl Tedavi<br />
Edilir?<br />
Akciğer kanserinin “cerrahi”, “radyoterapi”,<br />
“kemoterapi” ve “hedefe yönelik tedavi”<br />
olmak üzere 4 tedavi biçimi vardır.<br />
Tedavi; kanserin tipine, tümörün<br />
büyüklüğüne, yerleşimine, yaygınlığına,<br />
hastanın genel durumuna göre belirlenir.<br />
Bu aşamalarda bilgisayarlı tomografi, PET<br />
(Pozitron Emisyon Tomografisi), kemik<br />
sintigrafisi, beyin MR görüntülemesi gibi<br />
birçok test yapılır. Küçük hücre dışı akciğer<br />
kanseri; cerrahi, radyoterapi, kemoterapi,<br />
hedefe yönelik tedavi veya bunların<br />
birlikte uygulanması ile tedavi edilir. Küçük<br />
hücreli akciğer kanserinde esas tedavi<br />
kemoterapidir. Beraberinde radyoterapi de<br />
uygulanmaktadır.<br />
Cerrahi tedavide, tümörün yerine bağlı<br />
olarak akciğerin küçük bir kısmı, bir lobu ya<br />
da bir akciğerin tamamı çıkarılabilir. Kanser<br />
ilaçlarının verilmesi; yani kemoterapi tüm<br />
vücuttaki kanser hücrelerini öldürmek amaçlı<br />
uygulanır. Radyoterapi ise; ışın tedavisi<br />
cerrahiden sonra, bazen cerrahinin yerine<br />
kemoterapi ile birlikte uygulanabilmektedir.<br />
Hedefe yönelik tedavi kanserin büyümesini<br />
ve yaşamasını sağlayan kanser genlerini,<br />
proteinlerini hedefleyen bir tedavidir. Bu tip<br />
tedavi normal hücreleri çok az etkilerken,<br />
kanser hücrelerinin büyümesini ve<br />
yayılmasını engeller.<br />
8. Akciğer Kanseri Erken<br />
Saptanabilir Mi?<br />
Günümüzde düşük doz spiral bilgisayarlı<br />
tomografi gibi görüntüleme tekniklerindeki<br />
ilerlemeler ile akciğer kanserini erken evrede<br />
saptama çalışmaları devam etmektedir.<br />
Akciğer kanseri erken evrelerde başarıyla<br />
tedavi edilebilmektedir.<br />
9. Beslenme Akciğer Kanseri<br />
Riskini Etkiler Mi?<br />
Birçok çalışma günde en az 5 porsiyon<br />
meyve ve sebze yiyenlerin akciğer kanseri<br />
riskinin daha düşük olduğu göstermektedir.<br />
Yüksek doz “beta karoten ve A vitamin”<br />
alanlarda ve özellikle sigara içenlerde kanser<br />
riskinin arttığı da görülmüştür.<br />
10. Akciğer Kanseri<br />
Önlenebilir mi?<br />
Akciğer kanseri önlenebilir bir<br />
hastalıktır. Önlemenin en iyi ve<br />
en basit yolu ise sigara içmemek<br />
ve sigara içilen ortamlardan uzak<br />
durmaktır. Sigarayı bırakmakla<br />
risk azalmaya başlar ve yaklaşık<br />
olarak 10 yıl sonra akciğer kanseri<br />
oluşma riski %50 azalmış olur.<br />
Asbest, radon gazı, hava kirliliği<br />
gibi mesleki ve çevresel faktörlere<br />
maruz kalmamak için de gerekli<br />
önlemler alınması ile akciğer kanseri<br />
önlenebilmektedir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 27
GENEL SAĞLIĞI<br />
TÜP BEBEK TEDAVİSİNDE<br />
SON GELİŞMELER<br />
Prof. Dr. Semra Kahraman - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Başkanı<br />
Ülkemizde her<br />
10 çiftten biri çocuk<br />
sahibi olmakta problem<br />
yaşıyor.<br />
Tıp alanındaki gelişmelere<br />
paralel olarak da tüp bebek<br />
tedavilerinde her geçen gün<br />
yeni umutlar doğuyor.<br />
Aşama Aşama Tüp Bebek Tedavisi<br />
Tüp bebek, erkek spermi ve kadın yumurtasının vücut dışına<br />
alınarak laboratuvar ortamında döllenmesi ve oluşan embriyonun<br />
2-5 gün kültüre edilerek geliştirildikten sonra kadın rahmine transfer<br />
edilmesidir. Bu alanda son yıllarda yaşanan hızlı gelişmeler, geçmişte<br />
çocuk sahibi olmalarına imkansız olarak bakılan birçok çiftin tedavisini<br />
mümkün kılmıştır. Tüp bebek tedavisi için başvuran çiftlerde başlangıç<br />
değerlendirmesi, tanının doğru konulması ve tedavisinin planlanması<br />
açısından ilk ve en önemli aşamalardan biridir. Bunun için infertil<br />
çiftin birlikte görüşmeye alınması, detaylı bir tıbbi hikaye, muayene<br />
ve ultrasonografi ile değerlendirilmesi, temel tetkikler yanında çiftin<br />
özelliklerine göre gerekirse ek testler yardımıyla doğru tedavi yönteminin<br />
ve başarı şansının baştan belirlenmesi ilk aşamayı oluşturur. Modern<br />
infertilite tedavisinde kişiye değil çifte odaklanılmalı, tanı ve tedavi<br />
sürecinde çiftlerin birlikte katılımı sağlanmalıdır. Tüp bebek tedavisinde<br />
çiftlerin başlangıçta alacağı eğitim çok önemlidir. İşlemler hakkında<br />
çiftin bilgilendirilmesi, tedavi planı ve ilaç kullanımının detaylı tarifi<br />
ikinci aşamayı oluşturur. Yaklaşık 7-8 gün sürecek ilaç tedavisi ile<br />
yumurtalıkların uyarılması ve gelişiminin takibi ise üçüncü aşamayı<br />
oluşturur. Bu aşamada ultrasonografi ve hormon tetkikleri ile yumurta<br />
gelişimi yakın monitorize edilir ve doğru zamanda yumurta olgunlaştırıcı<br />
iğne yapılması sağlanır. Daha sonra ise gelişmiş ve olgunlaştırılmış<br />
yumurtaların toplanması gerçekleştirilir. Yumurta toplanması hafif<br />
anestezi (sedasyon) altında ağrısız olarak gerçekleştirilir. Yumurtaların<br />
toplanmasının ardından uygulanan mikroinjeksiyon işlemi ile döllenen<br />
yumurtalar laboratuvarda 2 - 5 gün arasında izlenerek, uygun görülen<br />
zamanda, aralarından en kaliteli olan embriyolar uygun sayıda seçilip<br />
anne rahmine yerleştirilir. Son aşama ise basit bir muayeneye benzeyen<br />
embriyo transferi aşamasıdır.<br />
Tedavide kullanılan ilaç miktarı kişiden kişiye<br />
değişiklik gösterir<br />
Tüp bebek tedavisinde yumurtaları büyütmek için yapılacak olan<br />
hormon tedavisi kişiye göre değişiklik gösterir. Yumurtalık rezervi az<br />
olan kadınlarda tedavi için gerekli olan ilaç dozunun ayarlanması çok<br />
önemlidir. Bu vakalarda yumurtalıkların önceden baskılandığı uzun<br />
tedavi protokolleri yerine kısa süren tedaviler tercih edilmektedir.<br />
Yumurta rezervi az olan kadınlarda eskiden olduğunun aksine daha<br />
düşük hormon dozları tercih edilmektedir. Yüksek doz hormon verilmesi<br />
bu kadınlarda yumurta sayısını artırmakta, tersine yumurta kalitesini<br />
kötü yönde etkilemektedir. Bunun nedeni, yüksek doz hormon<br />
verildiğinde normalde seçilmeyecek, kötü kalitedeki yumurtaların<br />
zorla büyütülmeye çalışılmasıdır. Hafif uyarı (mild) yapılması ile daha<br />
iyi kalitede yumurtaların seçilmesi mümkündür. Son yıllarda yapılan<br />
birçok çalışma bu vakalarda en düşük doz hormon kullanılmasının daha<br />
iyi sonuçlar verdiği yönündedir. Seçilecek tedavi şekli ve ilaç dozunu<br />
etkileyen bir başka faktör de kadının kilosudur. Vücut kitle indeksi<br />
yüksek olan hastalarda verilecek hormon dozunun hafifçe artırılması<br />
gerekecektir. Kilolu kadınlarda düşük doz ilaç verilmesi, yumurta seçimini<br />
geciktirir veya az yumurta seçilmesine yol açar. Kadın yaşının ileri<br />
olması durumunda da tedavi şekli ve dozu değişmektedir. İleri yaştaki<br />
kadınlarda kısa protokollerle birlikte daha yüksek hormon dozlarına<br />
ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak vücut kitle indeksi normal olan ileri yaş (40<br />
yaş üstü) kadınlarda da düşük doz hormon kullanılması son yıllarda daha<br />
çok tercih edilmektedir. Geçmişte yüksek ilaç dozlarıyla yapılan agresif<br />
tedavilerin yerini günümüzde daha az ilaç dozlarıyla yapılan hasta dostu<br />
tedaviler almıştır. “Mild stimulasyon’’ olarak tanımlanan bu tedavilerde<br />
sayı olarak daha az (2-7 adet) ama daha kaliteli yumurta elde edilmesi<br />
amaçlanmaktadır. Geleneksel tedavilere göre daha düşük dozların<br />
kullanılması ile ilaç maliyeti azalmakta, embriyonun endometriuma<br />
(rahim içi dokusu) tutunabilmesi şansı artmaktadır. Rekombinant teknoloji<br />
ile üretilen yeni ilaçlarda yüksek etkinlik ile birlikte, yan etki ve alerjik<br />
reaksiyonların yok denecek kadar azaldığı görülmektedir.<br />
Her başarısız tüp bebek denemesinden sonra<br />
tedavi protokolü ve kullanılan ilaçlar detaylı<br />
değerlendirilmelidir<br />
Tüp bebek uygulamalarında kullanılan belirlenmiş tedavi modelleri<br />
olmakla birlikte kullanılacak ilaç ve protokol seçimi kişiye özel olarak<br />
yapılır. Kişiye özel tedavi modelinde amaç infertil çiftin tıbbi öyküsünden,<br />
önceki tedavilerinden, muayene ve tetkiklerinden elde edilen bilgiler<br />
ışığında o vaka için en uygun ilaç protokolünü seçmektir. Tedavi sırasında<br />
kan hormon düzeyleri ve ultrason ile hasta yakın takip edilerek gerekli<br />
doz ayarlamaları yapılır. Buna rağmen tüp bebek uygulaması istenilen<br />
şekilde sonuçlanmamışsa, tedavi sırasında elde edilen bilgiler gözden<br />
geçirilir. Bir önceki tedavi sırasında seçilen ilaç protokolüne hastanın nasıl<br />
cevap verdiği değerlendirilir. Örneğin hasta, ilaçlara beklenenden daha<br />
hızlı ya da daha yavaş yanıt vermiş olabilir. Bu bilgileri gözden geçirip<br />
bir sonraki denemede ilaç protokollerinde değişiklikler yapılması gerekir.<br />
Ancak başarısız olmuş bir tedavide tek neden kullanılan ilaç protokolü<br />
değildir. Tedavi başarısını etkileyen birçok neden söz konusudur.<br />
28<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
Başarısızlıkla sonuçlanmış tüp bebek<br />
tedavilerinde neler yapılabilir?<br />
• Yüksek Mikroskopik Büyütmeyle Seçilmiş Sperm<br />
Mikroenjeksiyonu (IMSI)<br />
Tüp bebek tedavilerinde spermler mikroenjeksiyon yöntemi ile özel bir<br />
mikroskop altında seçilip, yumurtanın içine enjekte edilmektedir. Bu işlem<br />
sırasında kaliteli embriyo elde edebilmek için iyi kalitede, hareketli ve<br />
şekil olarak normal spermlerin seçilmesi embriyo gelişimini olumlu yönde<br />
etkilemektedir. Klasik olarak mikroenjeksiyon için kullanılan mikroskoplar<br />
spermi 400 kat kadar büyüterek sperm seçimine yardımcı olmaktadır.<br />
Şekil olarak en sağlıklı ve hareketli spermleri seçerek mikroenjeksiyon<br />
yapma işlemi IMSI tekniği olarak adlandırılır. Bu yöntemde özel bir mercek<br />
ve bilgisayar programı kullanılarak sperm 6600 kat büyütülmektedir. Bu<br />
sayede spermin şekli daha iyi değerlendirilmektedir. Özellikle spermin<br />
baş kısmında olan şekil bozuklukları belirlemekte ve baş bölgesi içinde<br />
yer alan DNA hasarı daha iyi tanımlanmaktadır. Hasarın en az olduğu<br />
spermler seçilmekte ve böylece embriyo gelişimini etkileyebilecek DNA’sı<br />
hasarlı spermler bertaraf edilmekte, sadece sağlıklı olanlar seçilerek hem<br />
döllenme ve hem de iyi embriyo gelişimi şansı artırılmalıdır. Bu yöntemi<br />
kullanan embriyologun IMSI işlemi konusunda eğitimli ve deneyimli olması<br />
da önemlidir. Daha sağlıklı ve normal yapılı spermlerin seçilmesiyle gebelik<br />
oranlarında artış mümkündür. Çünkü embriyoların ileri evrelere ulaşması<br />
ve daha iyi embriyo seçilerek gebelik oranını artırmak mümkündür. Bu<br />
yöntem özellikle şiddetli sperm anormallikleri bulunan olgularda tercih<br />
edilmektedir.<br />
• Sürekli Embriyo İzleme Sistemi (Embriyoskop)<br />
Tüp bebek tedavisi sırasında elde edilen<br />
embriyoların laboratuvar koşullarında saklanması ve takip edilmesi<br />
tedavinin en hassas bölümlerinden biridir. Laboratuvar koşullarının<br />
anne rahmindeki koşullara benzerlik göstermesi gerekmektedir. İnsan<br />
vücudundaki sıcaklık koşullarını sağlayan ve anne karnındaki oksijen ve<br />
karbondioksit gibi gazların oranını taklit eden inkübatör denilen cihazlar<br />
kullanılmaktadır. Embriyolar bu cihazlar içeresinde yaklaşık 3 – 5 gün<br />
arasında bekletilmektedir. Burada önemli olan konu, gelişimi en normal<br />
olan embriyoların belirlenmesidir. Embriyolar transfer edilecekleri<br />
güne kadar embriyoskop içinde takip edilmektedir. Embriyo gelişiminin<br />
takibi sırasında bir yandan uygun koşullar sağlanırken, diğer yandan<br />
embriyoların çevresel faktörlerden olumsuz etkilenmemesi için gerekli<br />
önlemler alınmalıdır. Normalde embriyo gelişiminin izlenmesi için belli<br />
aralıklarla embriyolar inkübatör cihazından çıkartılır ve mikroskop altında<br />
incelenerek ve büyüme oranları değerlendirilir. Kısa bir süre de olsa oda<br />
sıcaklığına çıkan embriyolar dış dünya koşullarına maruz kalır. Ancak<br />
embriyoskop ile takip yapıldığında inkübatör içerisine yerleştirilmiş<br />
kameralar ile embriyolar dışarı çıkarılmadan izlenmekte ve dış ortam<br />
koşullarına maruz kalmamaktadır. ‘Embriyoskop’ denilen ‘Dinamik<br />
Embriyo Takip Sistemi’ ile embriyolar en iyi koşularda saklanırken<br />
aynı zamanda devamlı gözlem altında oldukları için hangi embriyonun<br />
büyüme potansiyelinin daha iyi olduğu anlaşılmış olmaktadır. Embriyolar<br />
bölünürken oluşabilecek mitoz bölünme anormallikleri ve bölünme<br />
zamanları kaydedilmekte, normal zamanda ve doğru gelişim evrelerindeki<br />
sıralamaya uygun çoğalmayan embriyoların transfer edilmesi, yerine<br />
normal zamanda ve şekilde bölünme gösterenler seçilerek rahimde<br />
tutunma şansının artırılması amaçlanmaktadır. Embriyoskop daha<br />
önce fark edilemeyen birçok gelişimsel problemlerin tespit edilmesinde<br />
yardımcı olmaktadır. Başka bir deyişle bir embriyonun öz geçmişi çok<br />
daha net görebilmektedir. Embriyoskop yardımıyla en iyi gelişim gösteren<br />
embriyoyu seçmek, gebelik oranlarını artıracağı gibi az sayıda embriyo<br />
transfer ederek çoğul gebelik oranlarını azaltmayı da mümkün kılmaktadır.<br />
• Embriyolarda Tüm Kromozomların Belirlenmesi<br />
(Mikroarray Yöntemi)<br />
Henüz rahim içine transfer edilmemiş implantasyon öncesi embriyolarda<br />
kromozom bozukluklarına sık rastlanmaktadır. Embriyo genetik yapısını<br />
oluşturan kromozomların yarısını anneden diğer yarısını babadan<br />
almaktadır. Ebeveynlerde sayısal veya yapısal kromozom bozukluğu<br />
veya tekrarlayan gebelik kaybı gözlendiğinde tüp bebek tedavi başarısını<br />
arttırmak, gebelik kaybını azaltmak için Preimplantasyon Genetik<br />
Tanı (PGT) yapılabilir. Geçmişte embriyolarda sınırlı sayıda kromozom<br />
bakılabiliyor iken günümüzde yeni geliştirilen mikroarray tekniği ile tüm<br />
kromozomlar değerlendirilebilmektedir. Rahimde tutunma şansı en yüksek<br />
olan embriyolar iyi gelişmiş ve kromozomları normal olan embriyolardır,<br />
array CGH tekniği ile beşinci günde embriyonun hücrelerinden biyopsi<br />
yapılarak genetik incelemeye gönderilir. Aynı gün gelen sonuçlara göre<br />
hem en iyi gelişen hem de kromozomları normal olan embriyolar seçilir.<br />
Bu teknik özellikle 39 yaş ve üzeri tüp bebek yapılan kadınlarda düşük<br />
riskini azaltmak ve Down Sendromu gibi hastalıkları önceden belirlemek<br />
için kullanılmaktadır. Daha önce anomalili bebek doğurmuş veya düşük<br />
yapmış kadınlar için çok avantajlı bir yöntemdir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 29
KADIN SAĞLIĞI<br />
ANNE ADAYLARI<br />
KIŞ SOĞUKLARINDAN ETKİLENMESİN<br />
Op. Dr. Pınar Özalp – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Kış aylarına rastlayan gebelik<br />
dönemi, anne adayının hem<br />
kendisi hem de bebeğinin sağlığı<br />
için dikkatli olmasını gerektiriyor.<br />
Anne adaylarının soğuk havanın<br />
yol açabileceği üst solunum yolu<br />
enfeksiyonlarına karşı tedbirli<br />
olmaması durumunda, anne ve<br />
bebek için ağır seyredebilen bir<br />
tablo oluşabiliyor.<br />
Enfeksiyonlardan korunma yolları bilinmeli<br />
Gebelerin üst solunum yolu enfeksiyonu ortaya çıkmadan önce<br />
gerekli tedbirleri alarak, hastalıklardan korunmak için neler yapılması<br />
gerektiğini bilmesi çok önemlidir. Bunun için, kış aylarında özellikle<br />
kapalı ve kalabalık yerlerde uzun süre bulunmamak gerekir. Kapalı<br />
ortamlar havalandırılmalı, üst solunum yolu enfeksiyonu olan kişilerle<br />
aynı ortamda bulunulmamalı, uygun kıyafet seçimi ile soğuktan<br />
korunarak, dengeli beslenme ile bağışıklık sistemi güçlendirilmelidir.<br />
Eller sıklıkla yıkanmalı, ısınmak için kullanılan soba ve kaloriferler<br />
nedeniyle meydana gelen hava kuruluğunu önlemek için yaşanılan<br />
ortamın havası nemlendirilmelidir. Bütün bu önlemler, üst solunum<br />
yolu enfeksiyonlarından korunmak için alınacak en etkili önlemlerdir.<br />
Enfeksiyon zatürre ve bronşite yol açabilir<br />
Gebede üst solunum yolu enfeksiyonu ortaya çıktığında, buna neden olan virüs nedeniyle bebeğin zarar görmesi beklenmemektedir.<br />
Ancak yüksek ateş yüzünden ilk aylarda düşük ve sonraki aylarda ise erken doğum tehlikesi oluşabilir. Ayrıca gebede üst solunum yolu<br />
enfeksiyonu kontrol altına alınmadığı takdirde, zatürre ve bronşit de yol görülebilir. Bu durumda da gebenin hastaneye yatırılarak tedavi<br />
edilmesi gerekmektedir.<br />
Hastalık ilerlemeden bir doktora başvurmalı<br />
Hastalık belirtileri ilk oluşmaya başladığında yeterli istirahat, bol sıvı almak ve C vitamini içeren gıdaları daha fazla tüketmek faydalı olabilir.<br />
Bütün bunların yapılmasına rağmen ateş, solunum güçlüğü oluşuyorsa veya üst solunum yolu enfeksiyonu gebeliğin son haftalarında<br />
geçirilmekteyse, bebek doğduğunda bebeğe de bulaşma riski olduğundan mutlaka doktora başvurulmalıdır. Gebelikte üst solunum yolu<br />
enfeksiyonu tedavisinde kullanılabilen ilaçlar vardır. Ancak doktora danışılmadan ilaç alınması veya tam tersi uzman doktorun verdiği<br />
tedavinin gebeliğe ve bebeğe zarar verir düşüncesi ile kullanılmaması istenmeyen sonuçlara yol açabilir.<br />
Grip aşısı güvenle yaptırılabilir<br />
Gebeliğin 14. haftadan sonraki bölümü, sonbahar ve kış aylarına rastlıyorsa, grip aşısı yaptırmak da uygun bir korunma yöntemidir. Grip<br />
aşısı canlı virüs içermeyen bir aşı olduğundan gebelerde rahatlıkla uygulanabilir ve %70-90 oranında koruyuculuk sağlar. Grip aşısı üst<br />
solunum yolu enfeksiyonu açısından daha riskli olan gebelere gebelik haftasına bakılmadan ilk 3 ayda da yapılabilir.<br />
30<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KADIN SAĞLIĞI<br />
İDEAL KİLONUZLA<br />
HAMİLE KALIN<br />
Op. Dr. Asena Ayar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Hamile kalmaya karar vermeden önce, anne adaylarının ideal kilolarına ulaşmaları çok önemlidir.<br />
Her kadını “Hamile kaldığımda çok kilo alacak mıyım, daha sonra bu kiloları verebilecek miyim?”<br />
sorusuna odaklanır. Oysaki anne adayının ideal kilosunda olması hem anne adayının hem de<br />
doğacak bebeğin sağlığı açısından önemlidir.<br />
Fazla kilo çocuk sahibi olmayı olumsuz etkiliyor<br />
Fazla kilo ile yumurtlama problemleri, kıllanma ve insülin direnci<br />
arasında yakın bir ilişki olduğu ve bunların çocuk sahibi olmayı<br />
olumsuz etkilediği bilinmektedir. Öyle ki; kadında adet düzensizliği ya<br />
da yumurtlama problemleri var ise, sadece kilo vererek ve egzersiz<br />
yaparak adetler düzenlenebilir.<br />
Çok zayıf anne adayları da dikkatli olmalı<br />
Hamilelik döneminde kilo artışına dikkat edilmesi gerektiği gibi;<br />
hamilelikten önce de anne adayının ideal kilosunda olması oldukça<br />
önemlidir. Ancak sadece fazla kilolu anne adayları değil, normalin<br />
altında bir kiloda olan anne adayları da dikkatli olmalıdır. “Aşırı<br />
zayıflık da hamilelik şansını tehlikeye atmaktadır. Ayrıca zayıf<br />
kadınlarda, yetersiz beslenmeye bağlı olarak vitamin ve mineral<br />
eksiklikleri sıklıkla görülür. Bu sebeple, hamile kalmaya karar<br />
vermeden 3 ay ile 1 yıl önce uygun bir beslenme programı ile ideal<br />
kiloya ulaşılmalıdır. Anne adayları, vücut kitle indeksleri 18,5–24,9<br />
kg/m2 arasında, yani normal kiloda hamile kalmalıdır.<br />
Hamilelik döneminde önerilen, tüm temel besin maddelerinden yeterli<br />
ve düzenli alarak ideal beslenme şeklini oluşturmaktır. Proteinler, yağlar,<br />
karbonhidratlar, vitaminler ve mineraller olarak tanımlanan temel gıdalardan<br />
dengeli bir şekilde almak hamilelik sürecinden önemlidir. Besin değeri düşük<br />
gıdaları fazlaca tüketmek, gereksiz kilo almaktan başka bir işe yaramaz.<br />
Uygun beslenme planı için doktorunuzun ya da bu konuda uzman bir<br />
diyetisyenin önerilerinden yararlanmanızda fayda vardır.<br />
Hamilelik döneminde kişiden kişiye değişse de normal kilo alım oranı 10–12<br />
kilo arasında değişir. Ancak bu, anne adayının hamilelik öncesi kilosu ve boyu,<br />
yaşı, daha önce sahip olunan bebek sayısı, iştahı, metabolik bir hastalığının<br />
(diyabet vs.) olup olmadığı, sosyo-ekonomik ve kültürel özellikleri, günlük<br />
fiziksel aktivitesine göre değişebilir.<br />
İki kişilik yemek gerekmiyor<br />
Hamilelik öncesinde anne adayının ideal kilosunda olması kadar<br />
hamilelik sırasında da kontrollü yemek yemesi ve beslenmesine<br />
dikkat etmesi çok önemlidir. Hamilelik sırasında çok ve tek taraflı<br />
beslenmekten uzak durup, temel besin gruplarından gün içerisinde<br />
yeterli ve dengeli almak gerekir. Üstelik sanılanın aksine ‘iki kişilik’<br />
yemek de gerekmemektedir. Hamilelik sürecinde fazla kilo almayı<br />
engellemek için yapılması gereken ilk şey, hangi besinlerden ne<br />
kadar tüketileceğinin öğrenilmesidir.<br />
Hamilelik öncesi fazla kilolarınızdan kurtulun<br />
Fazla kilolu olarak hamile kalmak;<br />
• Hamilelik sırasında kronik hipertansiyona yakalanma oranını artırır.<br />
• Preeklampsiye (hamilelik zehirlenmesi) yol açabilir.<br />
• Hamilelik şekeri riskini yükseltir.<br />
• Kilolu bebek dünyaya getirme riskini artırır.<br />
• Ölü doğuma neden olabilir.<br />
• Sezaryenle doğum olasılığını artırır.<br />
• Doğum sonrası kanama, alt karın, idrar yolu, yara yeri<br />
enfeksiyonların oluşma riski fazladır.<br />
• Bebekte beyin-omur-omurilik bozuklukları, karın duvarı, kalp<br />
anormallikleri ve birçok başka anormalliklerin görülme olasılıkları<br />
artabilir.<br />
Bu sebeple fazla kilolu anne adaylarına, hamilelik öncesinde yağdan<br />
fakir, liftten zengin diyet uygulayarak ve egzersiz yaparak kilo<br />
vermesi önerilir. Bu diyeti yaparken anne adayının doktorundan ya<br />
da bir beslenme-diyet uzmanından bilgi alması çok önemlidir. Çünkü<br />
bilinçsizce yapılan diyetler gebe kalma şansınızı azaltabilir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 31
KADIN SAĞLIĞI<br />
Polikistik over sendromu<br />
(PKOS), santral sinir<br />
sistemi, hipofiz bezi,<br />
yumurtalıklar, böbreküstü<br />
bezi ve diğer dokular<br />
arasındaki etkileşimlerin<br />
bozulmasına bağlı olarak;<br />
üreme çağındaki kadınlarda<br />
en sık ortaya çıkan endokrin<br />
bozukluktur. Kronik seyreden<br />
ve gelecekte yaşam kalitesini<br />
olumsuz etkileyebilen bir<br />
hastalıktır.<br />
Genetik ve çevresel faktörlerin<br />
etkileşimi ile ortaya çıkmış bir<br />
hastalık olarak değerlendirilebilir.<br />
POLİKİSTİK OVER SENDROMU İLE<br />
BAŞA ÇIKABİLİRSİNİZ<br />
Op. Dr. Nihal Çetin – <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Anahtar bulgu yumurtlamanın<br />
olmamasıdır<br />
Tipik polikistik overler (çok sayıda kist<br />
içeren over dokusu), uzun süre yumurtlama<br />
olmaması sonrasında oluşmaktadır.<br />
Kadınların %25’inde polikistik overin tipik<br />
ultrasonografi bulguları (overlerde inci tanesi<br />
gibi dizilmiş follikül kistleri) görülmektedir.<br />
Doğum kontrol hapı kullanan kadınların<br />
%14’ünde de bu ultrasonografik bulgu<br />
izlenmektedir. Bu durumda sadece polikistik<br />
over görüntüsü tanı koymada yeterli değildir.<br />
Adet düzensizliği görülüyor<br />
Hastaların doktora başvuru sebebi sıklıkla<br />
adet görmeye başladıkları dönemden<br />
itibaren görülen adet düzensizlikleridir. Adet<br />
düzensizliği, adet aralarının 35 günden uzun<br />
olması veya yılda 10’dan az adet görme<br />
şeklindedir. Hastalığın yakınma ve bulguları<br />
kişiden kişiye çok farklıdır ve zaman içinde<br />
değişim gösterir. PCOS’lu kadınlarda uzun<br />
dönemde; şeker hastalığı, hipertansiyon,<br />
kalp ve damar hastalıkları ile rahim kanseri<br />
görülebilir. Polikistik over sendromu, neden<br />
olduğu şikayetler ve ileride oluşabilecek<br />
sağlık problemleri açısından düzenli kontrol<br />
altında olunması gereken bir hastalıktır.<br />
Uzun süre yumurtlamanın olmaması<br />
şu tablolara neden olabilir:<br />
1. Kısırlık<br />
2. Adet düzensizliği<br />
3. Tüylenme artışı, saç dökülmesi ve akne (sivilce)<br />
4. Rahim kanseri ve muhtemel meme kanseri riskinde artış<br />
5. Kalp-damar hastalıkları riskinde artış<br />
6. İnsülin (kan şekeri kontrolünü sağlayan hormon) artışı mevcut olan kadınlarda<br />
şeker hastalığı riskinde artış<br />
Yaşam tarzınızda değişiklik yapın<br />
Polikistik over sendromu aslında anne karnında başlar. Bu durum, “tutumlu genler hipotezi”<br />
ile açıklanır. Bu kişilerde anne karnında bebek iken gelişme geriliği görülür. Anne karnında<br />
besinlerden ve enerjiden yoksun kalan bebek, doğduktan sonra bu yoksunluk ortadan kalktığında<br />
vücudu bunları tutumlu kullanmaya başlar ve biriktirme alışkanlığı ortaya çıkar. Bu sebeple<br />
obezite görülür. Tedavide kilo kontrolü birinci basamaktır. Bu hastalarda dengeli beslenme<br />
yaşam tarzı olmalıdır. Kilo alımı polikistik over sendromu belirtilerinin şiddetini artırır ve ileriye<br />
dönük sağlık sorunlarının ortaya çıkma riskini artırır. Polikistik over sendromunda sık sık ve ara<br />
ara beslenilmelidir. Bu açlık krizlerini azaltır, vücut yağlanmasını ortadan kaldırır. Bu hastalara,<br />
doymuş yağlardan fakir, glisemik indeksi düşük ve yüksek lif içeren diyet önerilmektedir.<br />
32<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
İŞ HAYATINDA SAĞLIKLI BESLENEREK<br />
OBEZİTEYİ ÖNLEYİN<br />
Dyt. Berna Ertuğ – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />
Günümüz iş hayatı, masa başında ve bilgisayar<br />
karşısında geçirilen uzun çalışma saatleri, beraberinde<br />
gelen stres ve sık uçak seyahatlerini gerektiriyor.<br />
Bu yaşam tarzı, obezite görülme sıklığının çalışanlar<br />
arasında her geçen gün artmasına neden oluyor.<br />
Olumsuz Beslenme Alışkanlıklarınızın Farkında Olun<br />
Ofis çalışanlarında obezite görülmesinin başlıca nedeni uzun süre hareketsiz, masa başında<br />
oturmaktır. Toplu çalışma alanlarında aralarda atıştırılan abur-cubur besinler, öğle yemeğinin,<br />
masada fast food tarzı yağlı ve kalorili besinlerden oluşan bir mönüden oluşması, su yerine<br />
sürekli çay, kahve, meşrubat tarzı içecekler tüketmek, ofis içerisinde ara öğün bulundurmamak,<br />
toplantıların sık ve uzun saatler alması sonucunda ara veya ana öğünleri atlamak diğer olumsuz<br />
beslenme alışkanlıkları arasında sayılabilir.<br />
İş Hayatında Sağlıklı Beslenme Rehberi<br />
İş hayatında sağlıklı beslenmek için dikkat edilebilecek noktalar şu<br />
şekilde sıralanabilir:<br />
• Sabah güne mutlaka kahvaltıyla başlanmalıdır.<br />
İş stresini azaltmak için gün içinde 5 dakikalık<br />
yürüyüşler yapılmalıdır.<br />
• Öğle yemeği şirkette servis ediliyorsa<br />
karbonhidratlı, ağır gıdalar yerine hafif ve düşük<br />
kalorili yemekler tercih edebilirsiniz. Özellikle<br />
salata ve protein içeren bir besin kişiyi uzun süre<br />
tok tutacak, atıştırmaları engelleyecek ve öğleden<br />
sonra daha verimli çalışmanızı sağlayacaktır.<br />
• Çay, kahve, meşrubat tarzı içecekleri tüketmek<br />
yerine masalarınıza bir sürahi su alınmalı ve bol<br />
bol su tüketilmelidir.<br />
• Çay, kahve yerine bitki çaylarını tercih<br />
edilmelidir. Özellikle stresi azalttığı için rezene,<br />
bağışıklık sistemi içinse adaçayı ve ıhlamur<br />
tüketilmelidir.<br />
• Sık seyahat etmek zorunda olan kişiler kilolarını<br />
korumak ve sağlıklı beslenmek için az ve sık<br />
yemek zorundadır. Yağsız kraker ile ayran, kuru<br />
kayısı, ceviz veya badem, 1 meyve, 1 avuç<br />
leblebi, yarım simit ile peynir, yağsız tost ve<br />
ayran her yerde bulabilecek ve taşınabilecek<br />
pratik besinlerdendir. Bulunulan şehir veya ülke<br />
koşullarına göre her gün 5-6 porsiyon sebze ve<br />
meyve tüketilmelidir.<br />
• Toplantılarda ikram edilen kurabiyeler yerine<br />
yağsız kraker, çeyrek simit, kuru kayısı, ceviz,<br />
peynirli kepekli sandviçler, çiğ sebzeler ve bitki<br />
çayları ile su daha sağlıklı seçimlerdir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 33
GENEL SAĞLIK<br />
OBEZİTENİN CERRAHİ TEDAVİSİNDE<br />
YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİĞİ ŞART<br />
Prof. Dr. Kemal Emek - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölüm Başkanı<br />
İleri derecede şişmanlık yani morbid<br />
obezite; Dünya Sağlık Örgütü<br />
tarafından 21. yüzyılın en önemli sağlık<br />
sorunu olarak kabul edilen ve tedavi<br />
edilmesi gereken bir hastalıktır. Kabul<br />
edilmiş en etkili tedavi şekillerinden<br />
biri olan cerrahi yöntemler, ameliyat<br />
sonrasında hastalar için yaşam tarzı<br />
değişikliğini de zorunlu kılmaktadır.<br />
Obezite tedavisinde uygulanan<br />
cerrahi yöntemler ile sadece<br />
şişmanlığın kendisi değil, yol açtığı<br />
diyabet (şeker hastalığı) gibi<br />
metabolik değişiklikler de tedavi<br />
edilebilmektedir.<br />
Vücut kitle<br />
indeksi 35 veya<br />
üzerinde ise dikkat<br />
Bir insanın vücut ağırlığının (kg) boyunun (metre) karesine<br />
bölünmesiyle ortaya çıkan değer, vücut kitle indeksini gösterir.<br />
Bu değer 35 veya daha üzerinde ise ileri derecede obezite<br />
söz konusudur. Merkezi sinir sistemine açlık-tokluk durumunu<br />
bildiren hormonların bozukluğu ya da vücudun bu hormonları<br />
kullanamaması, enerji alımı ve harcamadaki dengesizlik,<br />
fiziksel aktivite azlığı, kalıtım, metabolik bozukluklar, psikolojik<br />
bozukluklar ve bazı ilaçlar olarak sıralanabilecek nedenler aşırı<br />
şişmanlık olarak nitelendirilen obeziteye yol açmaktadır.<br />
Obezite birçok hastalığın ana sebebi<br />
Obezite; başta tip 2 diyabet olmak üzere, kalp damar<br />
hastalıkları (kalp krizi ve damar tıkanması ile seyreden<br />
hastalıklar), hipertansiyon, meme, rahim ve kalın bağırsak<br />
kanserlerinin oluşumunda bir risk faktörüdür. Ayrıca reflü,<br />
varis hastalıkları, safra kesesi taşı, kireçlenme, kadınlarda adet<br />
düzensizlikleri, kısırlık, uyku bozuklukları, depresyon dahil pek<br />
çok hastalık üzerinde etkisi bulunmaktadır.<br />
Obezite ameliyatlarının 3 yöntemi vardır<br />
Cerrahi yöntemler hastalık olarak tanımlanan şişmanlığın en etkili ve<br />
kabul edilmiş tedavi şeklidir. Cerrahi müdahale sadece şişmanlığın değil,<br />
onun yol açtığı diyabet (şeker hastalığı) gibi metabolik değişikliklerin de<br />
ortadan kaldırılmasını sağlamaktadır. Obezite için yapılan ameliyatlarda<br />
3 yöntem izlenmektedir:<br />
• Birinci yöntem, midenin depolama görevinin azaltılmasıdır. Mide bandı<br />
uygulaması ve mide küçültme ameliyatları buna örnektir.<br />
• İkinci yöntem alınan gıdalardan faydalanmayı azaltan bypass<br />
ameliyatlarıdır. İnce bağırsakların bir kısmının devre dışı bırakılması buna<br />
örnek olarak verilebilir.<br />
• Üçüncü yöntem ise her iki işlemin birlikte aynı hastada uygulanmasıdır.<br />
Günümüzde gerek ameliyat sürelerinin kısalığı ve basit olması, gerekse<br />
ameliyat sonrası erken dönem olumsuzlukların daha az olması nedeniyle<br />
birinci grup ameliyatlar daha çok tercih edilmektedir.<br />
Ameliyat sonrası yaşam tarzı değişikliği şart<br />
Hastalık olarak tarif edilen bu ciddi durum ortaya çıkınca hastaların<br />
cerrahiden başka şansları yok denecek kadar azdır. Burada hastaların<br />
bilmesi gereken bir diğer önemli nokta, ameliyattan sonra kendilerini<br />
bambaşka bir hayatın beklediğidir. Yeme alışkanlığının değişmesi, fiziksel<br />
egzersizlerin buna eklenmesi en önemli iki örnektir ve çoğu hasta buna<br />
kısa sürede adapte olmaktadır.<br />
34<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
KOLON KANSERİNE DÖNÜŞMEDEN<br />
POLİPLERDEN KURTULUN<br />
Prof. Dr. Yıldıran Songür - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />
Fazla kilolar, hareketsizlik, sigara kullanımı<br />
ve kırmızı etin aşırı tüketimi… Tüm bunlar<br />
kolon yani kalın bağırsak kanserinin en önemli<br />
tetikleyicilerindendir. Kalın bağırsak kanserinin<br />
%95’i poliplerden gelişmektedir. Polipler genellikle<br />
hiçbir belirti vermemekte ve vücutta sinsice<br />
çoğalmaktadır. Polip, kalın bağırsak üzerinde oluşan<br />
et beni şeklindeki yapılardır. Bir takım hücrelerin<br />
orada çoğalarak bağırsağın içine doğru çıkıntılar<br />
oluşturmasıdır.<br />
Polipler, herkeste oluşabilir ve genellikle iyi huylu olarak başlar. Her<br />
4 kişiden birinde polip görülür. Genellikle polipler geç dönemde yani<br />
kansere dönüştüğünde belirti vermeye başlar. Poliplerin sadece<br />
küçük bir kısmı kansere dönüşmektedir. Ancak kanserlerin büyük<br />
bir çoğunluğu poliplerden geliştiği için oldukça dikkat edilmesi<br />
gereken bir konudur. Genel nüfusa bakıldığında bu oran %10-15<br />
civarındadır. 50 yaş civarında nüfusun yaklaşık %25’inde değişik<br />
tiplerde polipler görülmektedir. 70 yaş değerlendirildiğinde ise<br />
görülme sıklığı %50’ye yakındır; yani poliplerin görülme sıklığı<br />
yaşla birlikte artmaktadır.<br />
Poliplerin özellikleri;<br />
• Kendi kendine geçmemektedir.<br />
• Genetik özellik taşımaktadır. Birinci<br />
derece akrabalarında kolon kanseri ve<br />
daha önceki tetkiklerinde polip saptanan<br />
hastalar risk grubunu oluştururlar ve bu<br />
hastalar yakın takip gerektirirler.<br />
• Polipler genelde 1cm civarındadır.<br />
2 cm’den büyükleri tehlikeli olabilir ve<br />
çıkarılması gerekmektedir.<br />
• Şiddetli ağrı, bağırsak tıkanıklığı,<br />
kilo kaybı gibi belirtiler genellikle geç<br />
dönemde görülür. Hemoroid ve anüste<br />
fissür (çatlak) gibi problemler benzer<br />
belirtilere sahip olması nedeniyle bazı<br />
hastalarda rektum kanserinin tanı ve<br />
tedavisinde gecikmelere neden olabilir.<br />
Bu belirtiler hem hastaları hem de<br />
nadiren hekimleri yanıltabilir. Genel<br />
olarak 40 yaş ve üzerinde makat<br />
bölgesinden olan kanamalarda rektum<br />
ve kalın bağırsak kanseri olasılığı iyi<br />
araştırılmalıdır.<br />
• Hareketsiz yaşam tarzını benimsemiş<br />
olanlar, aşırı stresli kişiler, sigara ve<br />
alkol kullananlar, obezite hastaları ve<br />
ağırlıklı olarak kırmızı et ile beslenenler<br />
risk altındadır. Ancak posalı gıdalarla<br />
beslenmek, sigara kullanmamak yani<br />
bağırsak hareketlerini düzene sokan<br />
uygulamalar poliplerin oluşumunu<br />
engellemede önemli bir etkendir.<br />
Teşhiste en kesin ve en kısa<br />
yol: Kolonoskopi<br />
Poliplerin erken evrede, kansere<br />
dönüşmeden teşhisinde kolonoskopinin<br />
büyük önemi vardır. Son yıllarda<br />
yapılan çalılşmalarda kolonoskopi<br />
yapılarak poliplerin erken evrede<br />
çıkarılması ile kolon kanserinin büyük<br />
ölçüde engellenebildiği gösterilmiştir.<br />
Bu nedenle 45 yaşından sonra her<br />
erkek ve 50 yaşından sonra her<br />
kadın, dışkıda gizli kan taraması ve<br />
kolonoskopi yaptırmalıdır. Kolonoskopi<br />
sırasında hasta konforuna büyük<br />
önem verilmektedir. Bu nedenle hasta<br />
“bilinçli sedasyon” denilen damardan<br />
hafif bir ağrı kesici ile yarı baygın hale<br />
getirilmektedir. Öncesinde bağırsağın<br />
çeşitli yöntemlerle tamamen boşaltılması<br />
gerekmektedir. Daha sonra fiberoptik<br />
bir kamera ile bağırsağa girilmekte ve<br />
görülen tüm polipler çıkarılmaktadır.<br />
Ancak burada kolonoskopiyi uygulayan<br />
hekimin tecrübesi, kullanılan cihazın<br />
dezenfeksiyonunun ve görüntü kalitesinin<br />
yüksek derecede olması büyük önem<br />
taşımaktadır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 35
KADIN SAĞLIĞI<br />
KANSER TEDAVİSİ GÖRMEK ANNE<br />
OLMAYA ENGEL DEĞİL<br />
Doç. Dr. Cem Demirel – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Direktörü<br />
Kanser Tedavisine Bağlı<br />
Menopoza Giren Kadınlarda<br />
Gebe Kalabilme Şansı<br />
Devam Ettirilebiliyor<br />
Üretkenliği Korumak Önemli<br />
Günümüzde üreme döneminde kansere yakalanmış birçok kadın<br />
bulunmaktadır. Çoğu tedaviden sonra bu hastalıktan kurtulabilmektedir;<br />
ancak gördükleri kemoterapi ve radyoterapi bu kadınlarda üreme<br />
fonksiyonlarının kaybına neden olmaktadır. Çünkü bu tedaviler, üreme<br />
hücrelerinde ve yumurtalıklarda “toksik” etki yapar ve üretkenliğin<br />
kaybedilmesine sebep olabilir. Son 15-20 yılda kanser tedavilerinin<br />
gelişmesi sayesinde artık doktorların amacı, hastayı hastalıktan<br />
kurtarmanın çok ötesine geçmiş durumdadır, tedavinin yarattığı<br />
olumsuz etkilerden hastaların nasıl kurtarılabileceği düşünülmektedir.<br />
Genç yaşta kansere yakalanan kadınlara, kemoterapi ve radyoterapiden<br />
önce, özellikle tüp bebek merkezleri tarafından uygulanan yöntemlerle<br />
üretkenliklerini korumaları ve ileride yumurtalık fonksiyonları<br />
kaybolduğu zaman, çocuk sahibi olma şansı verilebilmektedir. Bu<br />
nedenle kanser teşhisi konulan genç yaştaki kadınların bu yönden<br />
bilgilendirilmeleri ve üreme uzman doktorlarla yönlendirilmeleri<br />
gerekmektedir.<br />
Nasıl Bir Yöntem Uygulanıyor?<br />
Üreme çağındaki kadınların en fazla yakalandığı kanser türü, meme<br />
kanseridir. İleri yaş hastalığı olarak bilinen meme kanseri vakalarının<br />
yüzde 15’i, 40 yaşından önce gerçekleşir. Tedavi sürecinde, cerrahi<br />
müdahale yapılırken ya sadece tümör çıkarılmakta ya da gerekliyse<br />
meme tamamen alınmaktadır. Ardından genellikle altı hafta içinde<br />
kemoterapiye başlanması gerekmektedir. Genç yaşta görülen<br />
kemoterapinin kadının yumurtalarını ortadan kaldırma riski daha<br />
azdır. Ancak yaş 35-38’lere yaklaşıkça bu oran artmaktadır. Görülen<br />
kemoterapiye bağlı olarak, % 15-70 arasında hastada adetten<br />
kesilme, yumurtalıkların tükenmesi, yumurtalık fonksiyonunun kaybı<br />
görülmektedir. Ameliyattan sonraki 6 hafta içinde yumurtalıklar<br />
ilaçlarla çoğaltılmaktadır. Kadın evli ise yumurtaları eşinin spermiyle<br />
laboratuvarda döllenip, embriyo haline getirilip, dondurulup<br />
saklanmaktadır. Evli değilse yumurtalar toplanıp dondurulmaktadır.<br />
Bu işlemler en sık görülen meme kanserine ait örneklerdir. Kadınlarda<br />
ikinci sırada görülen lösemi, lenfoma gibi hematolojik kanserlerde<br />
de uygulanabilmektedir. Bu kanser türlerinin teşhisinden sonra<br />
kemoterapiye kadar olan süreçte kadının üreme fonksiyonunun<br />
korunması için benzer önlemler alınabilmektedir.<br />
Üreme Fonksiyonlarının Korunması Bir Öncelik<br />
Haline Geldi<br />
Kemoterapiden sonra kadın, bir kür kemoterapi görse bile<br />
yumurtalıkları ciddi bir şekilde etkilenebilmektedir. Menopoza<br />
girmese, adetten kesilmese bile üreme potansiyeli ciddi bir şekilde<br />
bozulabilmektedir. Bu yüzden tedavinin kemoterapiden sonra yapılması<br />
mümkün olmamaktadır. Kemoterapinin dozu ne kadar fazlaysa, kadının<br />
yaşı ne kadar ileriyse ve uygulama sayısı ne kadar artarsa, kadının<br />
yumurtalık kaybetme riski o kadar fazla olur. Eskiden birçok hastanın<br />
bu durumu dikkate alınmadan kanser tedavisi uygulandığı için hastalar<br />
üretkenliklerini kaybediyorlardı. Ancak günümüzde kanser hastalarının<br />
tedavi sürecinde, üreme fonksiyonlarının korunması bir öncelik halini<br />
almış ve bu konu daha dikkate alınır hale gelmiştir. Yaşam kalitesinin<br />
önemli bir unsuru çocuk sahibi olabilmek olduğundan bu durum<br />
kadınlar için önem taşımaktadır. Bunun için kanser tedavilerinde en çok<br />
sorulan soru “Kemoterapiden sonra üretkenliğimi kaybedecek miyim?”<br />
olmaktadır. Artık bu işlemler ile kadınların üretkenlikleri korunarak,<br />
yumurtaları ve embriyoları dondurulmakta; bu sayede bebek sahibi<br />
olmaları sağlanmaktadır.<br />
36<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
KENDİ KANINIZDAN<br />
“GENÇLİK AŞI”SI<br />
Uz. Dr. Lütfiye Çoban – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
Bir ömür boyu genç ve güzel bir cilde sahip olmak<br />
herkesin hayalidir. Yaşlanmayı beklemeden, özellikle<br />
güneş ve sigaraya maruz kalan ciltler için bu süreci<br />
yavaşlatmak çok önemlidir. Cerrahi de dahil olmak<br />
üzere bu amaçla geliştirilen birçok farklı yöntem<br />
olsa da, kişinin kendi kanının yine kendi vücuduna<br />
enjekte edilmesiyle gençleşmeyi sağlayan PRP yöntemi<br />
günümüzün en etkin “gençlik aşısı” olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır.<br />
Kozmetik dermatolojide cilt gençleştirmenin<br />
yanı sıra; yara izleri ile çatlakların giderilmesi<br />
ve saç dökülmesi tedavisinde kullanılan PRP<br />
(Platelet Rich Plasma – Platet Zengini Plazma)<br />
işlemi, vücuda herhangi yabancı madde veya ilaç<br />
vermeden tamamen doğal bir gençleşme sağlar.<br />
PRP ile kollajen ve elastik liflerin yapımı artıyor<br />
PRP kişinin kendisinden küçük bir miktarda kan alındıktan sonra kanın özel bir işlem ile plazmasının ayrıştırılması, daha sonra bu plazmanın<br />
vücuda enjeksiyon yoluyla geri verilmesi işlemi olarak tarif edilir. Elde edilen bu sıvı “plazma platelet” denilen hücrelerden oldukça<br />
zengindir. Vücuttaki temel görevi kanın pıhtılaşmasını sağlamak olan plateletler; içerdikleri büyüme faktörleri sayesinde yara iyileşmesinde<br />
önemli role sahiptir.<br />
PRP birçok farklı alanda da kullanılıyor<br />
Plateletlerin başrol oynadığı bu yöntem tıbbın pek çok branşında kullanım alanı bulmuştur. Diyabet ve varise bağlı iyileşmeyen bacak<br />
yaralarında, tendon yaralanmaları ve tenisçi dirseği gibi tendinitlerde ve diş implantlarından sonra yara iyileşmesi sürecini hızlandırmak<br />
için kullanılmaktadır. Kozmetik dermatolojide ise; cilt gençleştirme, yara izleri, çatlakların giderilmesi ve saç dökülmesi tedavisinde<br />
uygulanmaktadır.<br />
Yaşlanmanın yol açtığı cilt değişiklikleri önleniyor<br />
Yaş ve çevresel faktörler nedeniyle yaşlanan deride gözle görülebilen bir dizi değişiklik olur. Derinin elastikiyeti azalır, kırışıklıklar artar ve<br />
deride sarkmalar meydana gelir. Tüm bunlardan derideki kollajen, elastik liflerdeki azalma ve yapılarındaki bozulma sorumludur. PRP<br />
uygulamaları ile plateletlerin içerdiği büyüme faktörleri sayesinde derideki kollajen ve elastik liflerin yapımının artırılması hedeflenir.<br />
İlk seanstan itibaren cilt güzelleşiyor<br />
Ortalama 3-4 hafta aralıklar ile yapılan 3-4 seanslık uygulama ile vücuda herhangi bir yabancı madde veya ilaç vermeden tamamen doğal<br />
bir gençleşme sağlanır. PRP sayesinde ilk seanslardan itibaren öncelikle cildin kuru ve mat görünümünde düzelme başlar. Takip eden<br />
uygulamalar ile kırışıklarda hafifleme ve cildin elastikiyetinde artış gözlenir.<br />
Yaşlanmayı beklemeyin<br />
PRP, var olan yaşlanma belirtilerini hafifletmenin yanı sıra; süreci de yavaşlatan bir etki gösterir. Bu nedenle yöntem sadece yaşlanma<br />
belirtileri oraya çıkmış kişilere değil; yaşlanma sürecini yavaşlatmak isteyenlere, sigara, güneş gibi cildi en çok yaşlandıran etkenlere maruz<br />
kalan, yetişkin her yaştan kişiye rahatlıkla uygulanabilir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 37
GENEL SAĞLIK<br />
REFLÜ KADERİNİZ OLMASIN<br />
Doç. Dr. Mehmet Dursun – <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />
Reflünün toplumdaki<br />
sıklığını kestirmek<br />
mümkün olmamakla<br />
birlikte; haftada 1 kere<br />
reflü şikayetleri olan kişiler<br />
üzerinden değerlendirilme<br />
yapıldığında, toplumun<br />
yaklaşık %2’sinde<br />
görüldüğü söylenebilir.<br />
Reflü hastalığının görülme<br />
sıklığında erkek ve kadın<br />
arasında belirgin bir<br />
farklılık bulunmamaktadır.<br />
Baharatlı ve yağlı gıdalar<br />
reflüyü tetikler<br />
Mideden boğaza doğru yayılan ve daha<br />
çok yemekten sonra oluşan yanma<br />
en sık görülen belirtidir. Baharatlı,<br />
yağlı gıdalar, çikolata, alkol veya taze<br />
sıkılmış meyve suları tüketildiğinde<br />
yakınmalar daha belirgin olur. Mide<br />
içeriğinin ağza gelmesi ve yutma<br />
güçlüğü diğer sık görülen belirtilerdir.<br />
Ağrılı yutkunma, geğirme, hıçkırık,<br />
bulantı ve kusma daha nadir görülen<br />
şikayetlerdir. Reflü hastalığı yemek<br />
borusu, mide ve bağırsak sistemi<br />
dışındaki sistemlerde de belirtilere<br />
yol açabilmektedir. En sık görülen<br />
şikayetler; göğüs ağrısı, astım benzeri<br />
bulgular, boğaz ağrısı, ses kısıklığı,<br />
kronik öksürük ve diş çürükleridir.<br />
Ülsere sebep<br />
olabilir<br />
Endoskopik incelemeyle ve 24 saat<br />
süreyle yemek borusuna gelen<br />
mide asidinin bir cihaz yardımıyla<br />
ölçülmesi ile kişide reflü olup<br />
olmadığı belirlenebilmektedir. Reflüye<br />
bağlı olarak kanama, ülser, yemek<br />
borusunda delinme veya darlık<br />
gelişebilmektedir.<br />
Kanser gelişimi nadir bir durumdur<br />
Halk arasında en korkulan komplikasyon kanser gelişimidir. “Barrettözofagus” denilen<br />
hücresel bir dönüşüm buna zemin hazırlamaktadır. Sıklığı reflülü hastalarda %3-20 arasında<br />
değişmektedir. Bu hastalarda yıllık kanser gelişme sıklığı ise %0,5 dolayındadır. Dolayısıyla<br />
kanser çok sık rastlanan bir durum değildir ama atlanmaması gereken bir problemdir.<br />
Beslenmeye dikkat edilmeli<br />
Bazı hastalar taze sıkılmış meyve sularından, baharatlı yemeklerden, salçalı ürünlerden, kahve,<br />
çay ve gazlı içeceklerden rahatsız olurlar. Bu durumda bu gıdaların tüketilmemesi önerilir.<br />
Obezite de reflüye sebep olabilmektedir. İlaç tedavisinde en sık asit baskılayıcı ilaçlar ve doku<br />
koruyucular kullanılmaktadır. Endoskopik tedavilerde başarı henüz istenilen düzeyde değildir.<br />
Cerrahi tedavi önemsenen bir seçenektir ve başarı oranı yüksektir.<br />
Yaşam stilinizi değiştirin<br />
Yaşam tarzında değişiklik her hastaya önerilmektedir. Yatak başının yükseltilmesi, sıkı ve<br />
dar elbiselerin giyilmemesi, hasta kilolu ise zayıflaması, yemekten sonraki 3 saat boyunca<br />
uzanılmaması önemlidir. Diyet değişikliğine gidilmeli, porsiyon hacimleri azaltılmalı, yağlı<br />
yemeklerden sakınılmalı ve çikolata tüketimi azaltılmalıdır. Bunların dışında; ilaç, cerrahi ve<br />
endoskopik tedavi seçenekleri de bulunmaktadır.<br />
38<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
KRONİK BÖBREK HASTALIĞI<br />
RİSKİNDEN KORUNUN<br />
Doç. Dr. Şehmus Özmen – <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Nefroloji Bölümü<br />
Kronik böbrek hastalığı sık görülen, geç fark edilen, hasta için büyük bir ekonomik yüke neden<br />
olan; bunların yanı sıra doğru yöntemler kullanıldığında tedavi edilebilen bir hastalıktır. Hastaların<br />
şikayetlerinden yola çıkarak kronik böbrek hastalığı teşhisi konulamayabilir. Ancak gece sık idrara<br />
çıkma, böbrek yetmezliği açısından uyarıcı olabilir. Hastalığın tanısı; böbrek ultrasonu, idrar ve kan<br />
testleriyle kolaylıkla konulabilir.<br />
Her 6 kişiden biri kronik böbrek yetmezliği hastası<br />
Ülkemizde 8765 erişkin üzerinde yapılan geniş bir araştırmada,<br />
yaklaşık her 6 kişiden birinde kronik böbrek hastalığı olduğu<br />
tahmin edilmektedir. Bu rakamlar kronik böbrek hastalığı açısından<br />
gelecekte risk altında olduğumuzu göstermekte, böbrek nakli<br />
gerektirecek 5. evrede çok sayıda böbrek yetmezliği hastasıyla<br />
karşılaşma tehlikesini ortaya koymaktadır.<br />
Bazı hastalıklar böbrek yetmezliğini tetikleyebilir<br />
Kronik böbrek hastalığının tetikleyicileri ve nedenleri arasında;<br />
şeker hastalığı, yüksek tansiyon (yaklaşık hastaların yarısı), taş<br />
hastalığı, nefrit, böbrekteki iltihabi hastalıklar, idrar sistemindeki<br />
sorunlar ve kistik böbrek hastalığı sayılmaktadır. Bu nedenler,<br />
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklılık göstermektedir.<br />
Hastanın yaşamını tehdit edebilir<br />
Kronik böbrek hastalığında öncelikli risk, gelecekte diyalize veya<br />
böbrek nakline ihtiyaç duyabilecek böbrek işlevi kaybıdır. Diğer<br />
risk ise kalp hastalıkları ile bağlantılı erken ölümlerdir. Sağlıklı<br />
olduğu düşünülen ancak sonrasında kronik böbrek hastalığı olduğu<br />
saptanan bireylerin; koroner kalp yetmezliği, beyin kanaması,<br />
damar tıkanıklığı ve çevresel (periferik) atardamar hastalıklarının<br />
ölüm oranları böbrek hastalıklarının düzeyine bakılmaksızın normale<br />
göre on kat daha fazladır.<br />
Bol su tüketimi böbrek hastalıklarına karşı<br />
koruyucudur<br />
Kronik böbrek hastalığından korunma ve hastalığın ilerlemesini<br />
önlemede en önemli faktör su tüketimidir. İştahsızlık ve yetersiz<br />
beslenme ile ishal ve kusmaya bağlı sıvı kayıplarına dikkat<br />
edilmelidir. Vücudun susuz kalması önlenmeli ve kaybedilen sıvı<br />
yerine konulmalıdır. Kan basıncı kontrolü en önemli hedeflerden<br />
biridir. Tansiyon düşürücü tedavide, ACE inhibitörü ARB grubu ilaçlar<br />
koruyucu özelliğe sahiptir. Tuz tüketimi azaltılmalıdır. Kan şekeri,<br />
kan yağları ve kansızlığın kontrolü takip edilmelidir. Sigaranın<br />
bırakılması kronik böbrek hastalığının ilerlemesini engelleyen önemli<br />
bir faktördür. Fiziksel aktivite artışı ve vücut ağırlığının kontrolü<br />
diğer alınabilecek önlemlerdir. Kronik böbrek hastalığına yakalanan<br />
veya yüksek risk altındakilerin düzenli olarak nefroloji uzmanı<br />
tarafından izlenmeleri gereklidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 39
GENEL SAĞLIK<br />
BURUN TIKANIKLIĞINA<br />
LAZER TEDAVİSİ<br />
Op. Dr. Atilla Şengör - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Kulak Burun Boğaz Bölümü<br />
Yaşam kalitesini her geçen gün düşüren burun tıkanıklığının nedeni olarak bugüne kadar<br />
kemik-kıkırdak eğrilikleri, burun ve burun bölmesi eğrilikleri gibi durumlar bilinmekle birlikte;<br />
bunlar için deviasyon ameliyatı gibi uygulamalar gündemdeydi. Ancak son yıllarda gelişmiş<br />
kliniklerde “burun tıkanıklığı cerrahisi” ayrıcalıklı bir şekilde ele alınmakta ve tedavi planı<br />
buna göre yapılmaktadır.<br />
Burun tıkanıklığının en önemli sebeplerinden birisi konka şişlikleridir<br />
Halk arasında burun eti şişmesi olarak da bilinen konka şişlikleri, bazen inatçı bir hale gelir ve ilaç tedavilerine yanıt vermez.<br />
Günümüzde konka şişliklerini radyofrekans ve lazer gibi yeni araçlarla tedavi edilmesi mümkün olabilmektedir. Hastada bu<br />
yöntemlerden hangisinin kullanılacağına, ancak burun tıkanıklığı hastalığını endoskopik olarak takip eden ilgili uzmanlar karar<br />
verebilir.<br />
İşlem sonrası iş ve sosyal yaşama kısa<br />
sürede dönüş sağlanır<br />
“Holmium Yag Lazer”le alt konka küçültme cerrahisi,<br />
endoskopik bakış altında, hastanın şişmiş olan<br />
alt konkasının özellikle en fazla şiştiği bölgelerde<br />
küçültülmesidir. Bu uygulama konkanın kritik<br />
yerlerinde birkaç milimetre genişliğinde ve birkaç<br />
milimetre derinliğinde çalışılarak, mukoza adı<br />
verilen örtücü dokuya çok zarar vermeden Holmium<br />
Yag Lazer kullanılarak yapılır. 20 yılı aşkın süredir<br />
uygulanan bu yöntem oldukça başarılı sonuçlar<br />
vermektedir. Lazerle konka ameliyatı ameliyathanede<br />
yapılmaktadır ve kısa bir genel anestezi gerektirir.<br />
İki taraflı burun içi çalışması 20 - 30 dakika sürebilir.<br />
Hastalar genellikle aynı gün ayaktan taburcu<br />
edilebilmektedir. Hasta müdahaleden kısa süre sonra<br />
işine rahatlıkla dönebilir. Ağrılı bir durum değildir.<br />
Bununla birlikte hasta birkaç gün nezle veya grip<br />
olmuşçasına burun tıkanıklığı ve burundan akıntı gibi<br />
belirtiler yaşar. Birkaç hafta burun içi kabuklanmalar<br />
olabilir.<br />
Uzman ellerde başarılı sonuçlar<br />
alınabiliyor<br />
Lazerle alt konka cerrahisi deneyim gerektiren<br />
bir konudur. Lazer teknolojisi biraz da maliyetli<br />
olması nedeniyle her hastanede bulunmamaktadır.<br />
Bu yüzden uzmanların da çok yaygın olarak<br />
erişebildikleri bir araç haline gelmemiştir. Ancak<br />
özellikle ileri derecede şişmiş alt konkaların<br />
lazerle küçültülmesi tekniği, diğer tekniklerle<br />
kıyaslandığında oldukça başarılıdır. Burun içi lazer<br />
uygulaması sayesinde, beraberinde hafif burun<br />
eğriliği (kemik-kıkırdak eğriliği) olan olgularda,<br />
deviasyon ameliyatına gerek duyulmadan, sadece<br />
konkaları küçülterek burun tıkanıklığını giderebilmek<br />
mümkündür.<br />
40<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK<br />
STRESLİ YÖNETİCİLER GECELERİ<br />
DİŞLERİNİ GICIRDATIYOR<br />
Dt. Hacer Esved Alireisoğlu- <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />
Sabahları dişlerinizde ağrı ile mi uyanıyorsunuz?<br />
Güne yorgun ve halsiz mi başlıyorsunuz?<br />
Bütün gece uykunuzda dişlerinizi mi gıcırdatıyorsunuz?<br />
Eğer bu sorulara evet yanıtını<br />
veriyorsanız ve güne bu şikayetlerle<br />
başlayarak gün içinde yoğun<br />
stres yaşıyorsanız “bruksizm”<br />
hastası olabilirsiniz. Diş gıcırdatma<br />
ve diş sıkma hastalığı olarak<br />
bilinen “bruksizm”, stresli ve<br />
agresif kişilerle, rekabetçi ve<br />
mükemmeliyetçi yönetici meslek<br />
grubunda olanlarda daha çok<br />
görülüyor.<br />
Bruksizm rekabetçi<br />
yöneticilerin hastalığı<br />
Son yıllarda sıkça rastlanan bir şikayet haline<br />
gelen “bruksizm”, çene eklem problemlerine yol<br />
açan diş gıcırdatma ve diş sıkma alışkanlığıdır.<br />
Genellikle uyku sırasında olan bu durum<br />
bazı kişilerde gün içerisinde de ortaya<br />
çıkabilir. Sık görülen uyku bozukluklarından<br />
biri olan bruksizm doğumsal değildir ancak<br />
hastaların kişilik yapısıyla tetiklenebilir.<br />
Hastalığın psikolojik ve fizyolojik sebepleri<br />
vardır. Stres bruksizmin nedenleri arasında<br />
önemli bir faktördür. Stresli bir hayat tarzı<br />
olan yöneticilerin mükemmeliyetçi, rekabetçi<br />
oldukları düşünülürse; bu hastalığa yönetici<br />
konumundaki kişilerde daha sık rastlandığı<br />
görülmektedir. “Malokluzyon” denilen dişlerin<br />
diziliş ve sıralanışındaki bozukluklar ve kapanış<br />
bozuklukları da sebepler arasındadır.<br />
Agresif ve rekabetçi kişiler risk<br />
grubunda<br />
Hastalığın kadın ve erkekte görülme olasılığı<br />
çok farklı olmamakla birlikte; agresif, titiz,<br />
rekabetçi kişiler bruksizm için risk grubundadır.<br />
Stres sonucu kimilerinde ağız ve diş ile<br />
ilgili problemler ilk olarak ortaya çıkarken,<br />
kimilerindeyse; mide, baş ve boyun ağrısı gibi<br />
durumlar görülebilmektedir.<br />
Sabahları kulak ağrısı ve<br />
yutkunma güçlüğü çekenler<br />
dikkat!<br />
Bruksizm tanısı genellikle hastalığın ilerleyen<br />
zamanlarına kadar konulamaz; çünkü çoğu<br />
insan bu alışkanlığının farkında değildir.<br />
Şikayetler ortaya çıkmadan hastanın bunu fark<br />
edebilmesi zordur. Diş sıkmaya gıcırdatma da<br />
eşlik ediyorsa çıkan ses etraf tarafından fark<br />
edilir. Bruksizm hastaları çoğunlukla; sabah<br />
kalkıldığında eklemlerde, çiğneme kaslarında<br />
ağrı, baş ve boyuna yayılan ağrı, kulak ağrısı,<br />
yorgunluk, yutkunma güçlüğü, dişlerde<br />
ağrı veya hassasiyet ve çene ekleminde ses<br />
şikayetiyle doktora başvurmaktadır.<br />
Düzenli diş muayenesi erken tanı<br />
için önemli!<br />
Bruksizm, diş hekimi ve nöroloji, psikiyatri<br />
gibi birçok branşın belli seviyelerde ilgilendiği<br />
bir rahatsızlıktır. Durum fizyolojikse öncelikle<br />
diş hekimi müdahalesi şarttır. Eğer durumda<br />
psikolojik bir tablo söz konusu ise psikiyatri<br />
ile birlikte diş hekimleri kombine tedavi<br />
uygulayabilir. Hastalığın tedavisindeki amaç;<br />
dişlerde çene ekleminde oluşabilecek kalıcı<br />
zararları önlemek ve ağrıyı ortadan kaldırmaktır.<br />
Diş gıcırdatmasının tedavisinde kullanılan en<br />
önemli araç, uyku sırasında dişlerin birbirleri<br />
ile temasını engellemek amacı ile üst çene<br />
için yapılan sadece dişler üzerine oturan 2mm<br />
kalınlığında “gece plağı” adı verilen şefaf bir<br />
araçtır.<br />
Bunun tek başına yeterli olmadığı durumlarda<br />
bazı ek tedaviler uygulanabilir. Stres terapisi<br />
uygulanabilir ya da rahat uyumayı sağlayıcı<br />
önlemler alınabilir. Bruksizm varlığında kas<br />
gevşetici ilaç uygulaması, hatalı yapılmış diş<br />
dolgusu ve kaplamaların yenilenmesi gerekebilir.<br />
Eksik olan dişlerin yerine konulabilmesi<br />
yada aşınmış dişlerin onarılması için protez<br />
uygulamaları yapılabilmektedir. Diş sıkma<br />
ve gıcırdatma sonucu çene eklemindeki<br />
deformasyona bağlı olarak çok ileri safhalarda<br />
cerrahi tedaviler yapılmaktadır. Tüm bu tedavi<br />
yöntemlerinin dışında bir de botoks tedavisi<br />
uygulanabilir. Hastaların birçoğu yapılan gece<br />
plağını 6 ay düzenli kullandığında bu alışkanlık<br />
bırakılabilir. Gece plağının yanında botoks ile<br />
tedavi olumlu sonuçlar vermektedir. Basit<br />
olan bu uygulamanın 6-9 ay etki süresi vardır.<br />
Yanak alt kısmında bulunan çiğneme kasına<br />
belirli noktalardan yapılan botoks enjeksiyonu,<br />
doğru uygulamayla kastaki stresi kaldırdığından<br />
istenmeyen kasılmalar ve kontrol dışı sıkmalar<br />
ortadan kalkmaktadır. Kişinin hayat tarzına<br />
dikkat ederek stresten uzak durmaya özen<br />
göstermesi, “bruksizm” oluşumuna engel<br />
olabilmektedir. Bruksizmli hastalarda belirtiler<br />
uzun vadede ortaya çıkar ve kişi o güne kadar<br />
bu durumunun farkında değildir. Düzenli yapılan<br />
diş kontrolleri sırasında durum hekim tarafından<br />
fark edildikten sonra gerekli önlemler alınarak<br />
tedavi gerçekleşterilebilmektedir. Bu nedenle<br />
yılda iki kez diş muayenesi olmak çok önemlidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 41
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
ÇOCUĞUNUZUN ÖKSÜRÜK<br />
NÖBETLERİNİN NEDENİ KRUP OLABİLİR<br />
Uz. Dr. Deniz Tamtekin - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />
Krup sendromu halk arasında “yalancı kuşpalazı” olarak adlandırılır. Virüs, bakteri<br />
veya alerjik sebeplerle ortaya çıkan, özellikle gırtlak ve ses tellerinin kızarıp şişmesiyle, nefes<br />
almayı güçleştirerek, havlar tarzda öksürüğe neden olan bir solunum yolları hastalığıdır.<br />
Sonbahar sonu, kış ve bahar aylarında görülür. Bu dönemlerde salgın şeklinde görülmekte ve<br />
solunum sıkıntısı nedeniyle anne babaları korkutmaktadır. Genelde yaşları 6 ay ile 5 -6 yaş<br />
arasında değişen çocukların %15’inde görülmektedir. Erkekler kızlara göre % 50 daha fazla<br />
etkilenirler.<br />
Bu belirtilere dikkat!<br />
Krup rahatsızlığında havlar tarzda öksürük, tiz ve hırıltılı<br />
bir ses vardır ve çocukların durumu genellikle geceleri<br />
kötüleşir. Hırıltılı soluma, hava yollarının daralması<br />
anlamına gelebilir. Krup kötüleşirken hırıltı azalabilir. Krup<br />
genellikle viral bir enfeksiyona bağlıdır. Virüs genellikle<br />
hasta olan kişinin öksürmesi veya hapşırmasıyla havaya<br />
çıkan damlacıklarla ya da direkt temasla bulaşır. Soğuk<br />
algınlığı yapan birçok virüs krupa neden olmaktadır.<br />
Vakaların % 75’inden Tip 1 ve 2 parainfluenza virüsü<br />
sorumludur. Bazen diğer virüsler de krupa yol açabilir.<br />
Spazmodik krup (havlar tarzda krup) aynı gruptan<br />
virüslere bağlı olarak gelişmektedir ama ateş, boğaz ağrısı<br />
ve akyuvar sayısının artması gibi normalde rastlanan<br />
enfeksiyon belirtilerini göstermez. Genellikle 5-6 gün sürer.<br />
Bu tabloya yol açan çok sayıda virüs olduğundan krup<br />
tekrarlayabilir. Var olan alerjik yapının bundan sorumlu<br />
olduğu düşünülmektedir. 5-6 yaşından sonra hastalık daha<br />
az görülür.<br />
Çocuğunuz hasta uyanabilir<br />
Krup semptomları hafif, orta veya ağır semptomlar olabilir.<br />
Genellikle çocuk yatağa giderken herhangi bir sıkıntısı<br />
yoktur. Gece yarısı ani başlayan solunum sıkıntısı, havlar<br />
tarzda kaba bir öksürük ile uykudan uyanır. Ses tellerinde<br />
şişme meydana gelmiştir. Öncesinde burun akıntısı hafif<br />
ateş, boğaz ağrısı ve huzursuzluk olabilir. Soluk alma<br />
sırasında tipik bir ses duyulur, sesi boğuk ve kabalaşmıştır.<br />
Enfeksiyon daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu<br />
tarzında başlar, daha sonra nefes borusu ve bronşlara<br />
ilerleyebilir. Hafif vakalarda gündüz iyi olan çocukta,<br />
solunum sıkıntısı 5-6 gece boyunca görülebilir, sonra<br />
giderek azalır. Krup vakalarının %5-10’u hastanede<br />
yatarak tedaviye gereksinim duyar. Krup tanısı genellikle<br />
klinik tablo ve muayeneyle konur. Kan testleri ve radyolojik<br />
tetkikler çoğu zaman gerekli değildir. Ancak bir çocuk sık<br />
sık krup geçiriyorsa, alerji veya reflüden kaynaklanan<br />
problemler için araştırılması gerekebilir.<br />
BU UYGULAMALAR<br />
ÇOCUĞUNUZU RAHATLATABİLİR<br />
Aşılar krupu önleyebilir. Genel olarak krup viral bir<br />
enfeksiyon olduğu için etkene yönelik bir tedavi<br />
yoktur. Ancak bazı uygulamalarla hasta çocuk<br />
rahatlatılabilir. Bunlar arasında öncelikli olan nemli<br />
hava ile buhar verilmesidir. Serin gecelerde pencereyi<br />
açıp nefes almasını sağlamak da rahatlatıcı olacaktır.<br />
Ateş varsa, ateş düşürücüler verilir. Dik pozisyonda<br />
otururken daha rahat nefes alacaktır. Çocuk ağlayıp<br />
heyecanlanınca solunum sıkıntısı artacağı için;<br />
öncelikle aile sakin olmalı, çocuğun da sakinleşmesine<br />
yardımcı olunmalıdır. Bol sıvı alması uygun olacaktır.<br />
Bu önlemlere rağmen rahatlamayan çocuklarda<br />
havayolundaki ödemi çözecek ilaçlar gerekli olabilir.<br />
Bu durumda mutlaka hastaneye<br />
başvurmak gerekir.<br />
42 Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
ASTIM ÇOCUĞUNUZUN YAŞAMINI<br />
KISITLAMASIN<br />
Prof. Dr. Refika Ersu – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />
Alerjiye yönelik önlem alın<br />
Alerjisi olan çocuklarda saptanan alerjene<br />
karşı önlemlerin alınması, tedavinin önemli<br />
bir parçasıdır. Eğer çocuğunuzun ev tozu<br />
alerjisi varsa ev tozunu azaltmaya yönelik<br />
önlemler alınmalıdır. Ev hayvanlarına karşı alerji<br />
gelişmesine rağmen evde kedi veya köpek<br />
besleniyorsa, hayvanların evden uzaklaştırılması<br />
gerekir. Astıma eşlik edebilen saman nezlesi,<br />
sinüzit ve reflü gibi hastalıkların tedavisi astım<br />
tedavisini kolaylaştırır, ilaç dozlarının azaltılmasını<br />
sağlar. Bu hastalıkların tanısının konması ve<br />
tedavi edilmesi önemlidir.<br />
Astım hem dünyada hem de<br />
ülkemizde çocuklarda en sık<br />
rastlanılan hastalıktır. Çocuğunuza<br />
astım tanısı konuldu ise endişelenmek<br />
yerine onun yaşamını kolaylaştıracak<br />
önlemler almaya başlamalısınız.<br />
İlaç tedavisi ile kontrol altına alınabilir<br />
Bazı ülkelerde astımın sıklığı % 30 iken, Türkiye’de<br />
çocukların % 6-18 kadarında astım mevcuttur.<br />
Ülkemizde astımlı çocukların çok önemli bir kısmının<br />
rahatsızlığı bulunmamaktadır. Astım özellikle ilk 6 yaşta<br />
geçici olabilir. Ayrıca hastalığın tedavisinde kullanılan<br />
son derece etkili ve güvenilir ilaçlar vardır. Pek çok<br />
astımlı çocuğun hastalığı hafif veya orta derecede<br />
seyrettiği için bu ilaçların çok düşük dozlarıyla<br />
kolaylıkla kontrol altına alınabilmektedir. Bu ilaçlar<br />
önerilen şekilde kullanıldığında öksürük, hırıltı, nefes<br />
darlığı gibi şikayetler ile ortaya çıkan atakların sıklığı ve<br />
şiddeti azalmaktadır.<br />
Grip aşısı önerilir<br />
Çocuklarda astım atakları viral enfeksiyonlar ile<br />
tetiklenir. Özellikle yuvaya/okula giden ya da<br />
kardeşleri olan çocukları enfeksiyonlardan tamamen<br />
korumak mümkün olmasa da; evde üst solunum yolu<br />
enfeksiyonu olan birisi var ise el yıkama gibi basit<br />
önlemler bile korunmada önemli olabilir. Astımı olan<br />
çocuklara grip aşısı da önerilir.<br />
Astım tedavisinde kullanılan<br />
ilaçlar nelerdir?<br />
Astım ya da hava yolu hassasiyeti olan<br />
çocuklarda tedavi uluslararası tedavi rehberlerine<br />
göre planlanmaktadır. Bu tedavi rehberlerindeki ilk seçenek, direkt<br />
hava yollarına verilen ilaçlardır. Bu hastalarda kullanılan iki çeşit ilaç<br />
vardır:<br />
• Koruyucu/tedavi edici ilaçlar: Buharlaştırılarak veya sprey ile alınan<br />
ilaçlar ve ağızdan alınan diğer ilaçlar (Suda eriyen toz veya çiğneme<br />
tableti)<br />
• Rahatlatıcı, şikayetleri giderici ilaçlar. Tedavide eğer sprey ilaçlar<br />
kullanılıyor ise kesinlikle direkt ağıza sıkılmamalıdır. Sprey ilaçlar<br />
çocukların yaş gruplarına göre seçilen ara cihazlar ile kullanılmalıdır.<br />
Çocuğunuzu nasıl bilgilendirmelisiniz?<br />
• Çocuğunuz yaşıtlarının yer aldığı tüm normal günlük<br />
aktivasyonlarda yer almalı ve kendine güveni sağlanmalıdır.<br />
• Çocuk mümkün olabildiğince bağımsız olabilmesi için<br />
cesaretlendirilmelidir.<br />
• Büyüdükçe astımla ilgili olarak bilgilendirilmelidir.<br />
• Çocuk, ilaçları düzenli alma konusunda sorumlu olmalıdır.<br />
• Hastalığı ile ilgili acil durumlarda kimi arayacağını bilmelidir.<br />
• Okuldaki sorumlu kişiler çocuğun hastalığı ve ilaçları ile ilgili bilgi<br />
sahibi olmalıdır.<br />
Astım tedavisi;<br />
• Gün içinde astım belirtisinin olmamasını veya çok az görülmesini,<br />
• Gece şikayetlerinin hiç olmamasını,<br />
• Rahatlatıcı ilaçlara haftada 3 kereden fazla gereksinim olmamasını,<br />
• Okul ve spor aktivitelerinin kısıtlanmamasını,<br />
• Solunum fonksiyon testlerinin (5 yaşın üzerinde testi yapılabilen<br />
çocuklar için) normal olmasını,<br />
• Acil doktor ziyareti ya da hastane yatışı gerektiren akut atak<br />
geçirilmemesini sağlamaktadır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 43
GÜNCEL<br />
ORGAN BAĞIŞI İLE HAYATA DÖNÜŞ İÇİN<br />
ÇÖLDEN BUZULLARA<br />
Türkiye’nin ilk çöl maratoncusu Prof. Dr. Taner Damcı, bu kez organ bağışına dikkat çekmek<br />
ve her yıl daha fazla çocuğun organ nakli ile hayata dönmesini sağlamak için Antartika’da<br />
buzların üzerinde koştu.<br />
Prof. Dr. Taner Damcı<br />
250 kilometrelik buzul koşusu<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Endokrinoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Taner Damcı, ABD’li Racing The Planet/”Gezegeni Yarıştırmak” örgütünün 10 yıldır<br />
yürüttüğü “4 Deserts/4 Çöl” projesi kapsamında 26 Kasım’da Antartika’da gerçekleştirilen maratonda Türkiye’yi temsil etti. Dünyanın birçok<br />
yerinden toplam 51 katılımcı ile gerçekleştirilen yarışta, Prof. Dr. Damcı organ bağışına dikkat çekmek ve bu konuda farkındalık oluşturmak için<br />
koştu. 7 gün süren yarışta toplam 250 km mesafe kat edildi.<br />
“60 dereceden -20 dereceye”<br />
2001 yılında başladığı maraton macerası boyunca Sahra, Gobi ve Atacama Çölleri’ni geçen ve Türkiye’nin ilk ultramaratonu Likya Yolu’nu<br />
düzenleyen Prof. Dr. Taner Damcı, bu önemli proje için uzun bir süre sıkı bir hazırlık dönemi geçirdiğini belirterek duygularını şöyle ifade etti:<br />
Koşuya davet üzerine katıldım. Yarış çok zor koşullarda gerçekleştiği için zor koşullarda koşmuş, bu koşullara kolay adapte olabilecek insanlar davet<br />
edildi. Buzul maratonunu sağlıklı bir şekilde tamamlamak için her sabah antrenman yaptım. Sabahları öğlene kadar spor salonunda, açık havada<br />
veya arazide koştum. Fırsat buldukça dağlara tırmandım. Çöl koşularında güneşte 60 dereceyi gösteren hava sıcaklıklarında koştum. Türkiye’yi çöl<br />
maratonu ile tanıştırdım ve ilk çöl maratoncusu unvanını aldım. Antarktika’da ise -20 dereceleri gördüm. Bu da farklı bir deneyimdi benim için.<br />
Organ nakilli çocuklar için koşmak büyük mutluluk<br />
Dünyanın her yerinde bu tür maratonlarda insanlar hep hayır işi için koşuyor. Benim de bir amacım vardı. Organ bağışına dikkat çekmek istiyorum.<br />
Bu benim için gösterdiğim performansımdan bağımsız ve çok onur verici. Birkaç kişinin aklında kalıcı olsa, birkaç kişi bile organı bağışlasa ülkemiz<br />
için bir adım olacaktır diye düşünüyorum.<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, bu önemli proje sayesinde<br />
organ nakli konusunda farkındalığın artacağını belirterek, “Organ bekleyen çocukların büyük bir çoğunluğu, ailelerinden<br />
organ alarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Kimisi babasından aldığı böbrekle, kimisi de teyzesinin karaciğeri ile hayata<br />
tutunuyor. Gönül ister ki; ailelerinden yani canlıdan canlıya nakil ameliyatları ile değil kadavradan aldıkları organlarla<br />
yaşasınlar. Bu organizasyon organ bağışına dikkat çekmek açısından büyük önem taşıyor. Antartika’da koşulan<br />
uluslararası ultramaratonda bir Türk doktorun organ nakilli çocuklar için koşmuş olması gurur verici”.<br />
44<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN<br />
GÖZ HASTALIKLARINA DİKKAT!<br />
Op. Dr. Belgin Ekmekçiler – <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Göz Hastalıkları Bölümü<br />
Görme duyusu gelişimi, insanlarda doğumla başlayıp, 8-10 yaş civarına kadar çok hızlı bir şekilde<br />
tamamlanır. Bu süreçte ortaya çıkan ve görme duyusunun gelişimini etkileyen herhangi bir sorun,bir<br />
daha geri dönüşü olmayan görme problemlerine sebep olmaktadır. Kırma kusurları, şaşılık, konjenital<br />
katarakt, glokom, göz travmaları ve göz tümörleri gibi birçok hastalık çocuklarda kalıcı görme<br />
kayıplarına sebep olabilir.<br />
En sık görülen göz hastalığı kırma kusurlarıdır<br />
Miyopi, hipermetropi ve astigmatizma olmak üzere, üç çeşit kırma<br />
kusuru vardır.<br />
• Miyopi: Bebeklerde nadiren görülen, genelde okul çağında<br />
başlayıp, 20’li yaşlara kadar artış gösteren bir görme kusurudur.<br />
• Hipermetropi: Doğumla birlikte başlamakta ve yaşın ilerlemesiyle<br />
paralel olarak, azalan bir seyir izlemektedir.<br />
• Astigmatizma: Doğum sırasında görülmektedir ve hayat boyu<br />
şikayetlerde artma ya da azalma olmamaktadır.<br />
Bu üç kırma kusurunda da genetik geçiş söz konusudur. Eğer annebaba<br />
gözlük kullanıyorsa, çocuklarının da gözlerinde bozukluk olma<br />
ihtimali yüksektir. Bu tür göz bozuklukları; çocuklarda uzaklara<br />
bakarken gözlerini sıkma, bir şey okurken çok yaklaştırma, sınıfta<br />
tahtayı görememe, akşamları zor görme ve sık sık takılıp düşme gibi<br />
birçok belirtiyle kendini gösterebilir.<br />
Şaşılık nörolojik sebeplere bağlı gelişebilir<br />
Sık olarak görülen ikinci görme kusuru şaşılıktır. Şaşılık, nörolojik<br />
sebeplere ve hipermetropiye bağlı olarak gelişmektedir.<br />
Hipermetropiye bağlı olan şaşılıklar, çoğunlukla gözlük kullanımı<br />
ve erken tedavi ile ameliyat gerekmeksizin düzeltilirken, nörolojik<br />
sebeplere bağlı olarak ortaya çıkmış olanlar, genelde ameliyatla<br />
giderilmektedir. Şaşılık erken fark edilip düzenli takip edilmesi<br />
gereken bir göz hastalığıdır. Geç kalındığında, gözde tembelliğe<br />
sebep olmakta, ömür boyu düzeltilemeyen görme kusurlarına ve<br />
kalıcı şaşılığın oluşmasına yol açmaktadır. Özellikle, altı aylık olduktan<br />
sonra bir bebekte gözde kayma görülüyorsa, acil olarak doktora<br />
başvurulması gerekir. Çocuğun yüksek ateş sonrası havale geçirmesi,<br />
nörolojik şaşılıkların en önemli sebebidir. Bu nedenle, çocuklarda ateş<br />
yükselmesine çok dikkat etmek gerekir.<br />
Nadir görülen ancak körlüğe kadar gidebilen hastalık olan konjenital<br />
glokom yani göz tansiyonu da nadir görülen hastalıklardan biridir.<br />
Bebeklikte başlar; ışıktan rahatsız olma, gözde aşırı sulanma ve<br />
gözlerini açamama gibi belirtileri vardır. Tedavi edilmediği zaman<br />
gözde büyüme ve körlükle sonuçlanabilen bir rahatsızlıktır<br />
Aileler göz travmalarına karşı önlem almalı<br />
Çocuklarda göz travmaları oldukça sık görülmektedir. Bebeklerde<br />
göz yaralanmaları, kendi tırnaklarıyla gözlerini çizmekle, daha ileri<br />
yaşlarda ise kalem, çatal, bıçak, cam kırığı batması, boncuk tabancası<br />
çarpması ve başka birçok sebepten kaynaklanabilmektedir. Bu tür<br />
travmaların bazıları geçici olabilmekte, bir kısmı da göz kaybına kadar<br />
giden sorunlara sebep olabilmektedir. En etkili korunma yöntemiyse<br />
çocukları bu tür tehlikelerden uzak tutmaktır.<br />
Göz tümörleri genetik geçişlidir<br />
Göz tümörleri çocukluklarda genelde genetik geçişlidir, iki gözde<br />
de olma ihtimali yüksektir. Genelde aileler gözde şaşılık veya göz<br />
bebeğinde beyaz ışık parlaması görerek doktora başvurmaktadır.<br />
Eğer aile geçmişinde böyle bir hastalık varsa, genetik geçişten dolayı<br />
çok tedbirli olunmalıdır.<br />
Doğumdan itibaren çocukların gözleri takip edilmeli<br />
Aileler genelde çocuk büyümeden göz muayenesinin yapılamayacağını<br />
düşünmektedir. Bu yanlış kanının aksine; doğumdan itibaren her<br />
yaşta çocuğa göz muayenesi yapılabilir. İlk 8 yaş kritik dönemdir.<br />
Bu nedenle tüm ailelerin, gözde sıkıntısı olmasa bile, bebeklikten<br />
itibaren okul öncesi döneme kadar, düzenli olarak çocuklarının<br />
göz muayenelerini yaptırmaları gerekmektedir. Çocuklarda göz<br />
hastalıklarında erken teşhis ve tedavi çok önemlidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 45
GENEL SAĞLIK<br />
GİRİŞİMSEL YÖNTEMLER AMELİYATA GEREK<br />
KALMADAN HAYAT KURTARABİLİYOR<br />
Doç. Dr. Koray Güven – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Radyoloji Bölümü<br />
Geçtiğimiz yıllarda sadece cerrahi<br />
olarak tedavi edilebilen pek çok<br />
hastalık, günümüzde modern<br />
tıpla artık daha az invaziv yani<br />
girişimsel yöntemlerle, girişimsel<br />
radyologlar tarafından tedavi<br />
edilebilmektedir. Gelişen tıp ve<br />
mühendislik teknolojisi yardımı<br />
ile 10 yıl önce hayal olarak kabul<br />
edilen ve adı bilinmeyen pek<br />
çok tedavi yöntemi artık tıbbi<br />
kılavuzlarda yer almaktadır.<br />
Cerrahi İşlem Gerektirmez<br />
Girişimsel radyologlar, minimal invaziv yöntemlerle hedefe<br />
yönelik tanı ve tedavileri gerçekleştirirler. En modern<br />
görüntüleme cihazları (röntgenografi, ultrasonografi,<br />
bilgisayarlı tomografi, anjiografi, manyetik rezonans<br />
görüntüleme) kullanılarak damar içinden (atardamarlar ve<br />
toplardamarlar) bir kateter yardımı ile teşhis ve tedaviler<br />
yapılabilmektedir. Sadece damar içi değil, damar dışı<br />
pek çok organ veya dokunun teşhis veya tedavi amaçlı<br />
girişimleri de yapılmaktadır.<br />
Girişimsel Radyoloji İle Tanı ve Tedavisi Yapılan<br />
Durumlar:<br />
• Vasküler işlemler olarak her türlü atardamar ve<br />
toplardamar darlıkları ile tıkanmalarına yönelik balon<br />
ve stent tedavileri, aort damarına stent uygulamaları,<br />
kanamaya neden olan acil yaralanmaların tedavisi,<br />
beyin ve boyun damar darlık ve tıkanmalarının açılması,<br />
damar içi pıhtı çıkarılması ve eritilmesi, pıhtı önleyici<br />
şemsiyelerin (filtre) takılması ile anevrizma (baloncuk)<br />
tedavileri yapılmaktadır. Hipertansiyon, iltihabi damar<br />
hastalıkları, doğumsal damar anomalileri, mide ve<br />
bağırsak sisteminin damarsal hastalıkları, diyabetik<br />
hastalarda bacak damarlarının tedavileri de başarı ile<br />
gerçekleştirilmektedir.<br />
• Non-vasküler yani damar dışı işlemler arasında; her<br />
türlü organa yönelik (karaciğer, böbrek, böbrek üstü bezi,<br />
tiroid, meme, prostat, akciğer, lenf bezi, kemik, yumuşak<br />
doku) biyopsiler, iltihaplı sıvı birikimlerinin boşaltılması,<br />
safra yollarına ve idrar yollarına yönelik dren ve stent<br />
yerleştirme işlemleri ile balonla genişletme uygulamaları,<br />
yemek borusu ve bağırsak darlıklarında stent uygulmaları,<br />
batın ameliyatları sonrası oluşan iltihapların boşaltılması,<br />
köpek kisti (kist hidatik) gibi enfeksiyon hastalıklarının<br />
tedavisi yer almaktadır.<br />
• Onkolojik tedaviler (kanser tedavileri) özellikle<br />
son 10 yılda büyük ilerleme kaydetmiştir. Girişimsel<br />
radyolojik yöntemlerle bazı tümörler tamamen tedavi<br />
edilebildiği gibi; bazı tümörler ise sonraki tedavilere<br />
(cerrahi, radyoterapi kemoterapi vb) hazırlık aşamasında<br />
küçültülüp kontrol altına alınabilmektedir. Karaciğer<br />
tümörlerinin çeşitli iğneler yardımı ile yakılması ya da<br />
dondurulması tümörü tamamen tedavi edebileceği gibi,<br />
damar içi yöntemlerle kemoterapi ilaçları kullanılarak veya<br />
radyoaktif maddeler yardımı ile oldukça ileri evredeki<br />
tümörler dahi kontrol altına alınabilmektedir. Ayrıca tüm<br />
bu tedaviler belli bir sıralama ve gereklilik halinde birlikte<br />
veya ardışık olarak yapılarak etkinliği artırılabilmektedir.<br />
Benzer şekilde uygulamalar seçilmiş hasta gruplarında<br />
diğer organ tümörleri için de (örneğin akciğer, meme,<br />
böbrek, göz gibi) uygulanabilmektedir.<br />
46<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
• Bir diğer büyük grubu da damarsal<br />
erişim yollarına ihtiyaç duyan<br />
hastalar oluşturmaktadır. Hayata bu<br />
toplardamar kateterleri yolları ile<br />
tutunan kişiler arasında, hemodializ<br />
için tünelli kateter ihtiyacı<br />
olanlar, diyaliz fistülü problemleri<br />
yaşayanlar, kemoterapi tedavisi için<br />
port takılması gerekenler, kısa ya da<br />
uzun süreli damardan beslenmesi<br />
ya da ilaç alması gereken hastalar<br />
(çocuklar, ağızdan beslenemeyenler,<br />
kemoterapi görenler vb)<br />
bulunmaktadır.<br />
• Acil servise başvuran her türlü<br />
kanama ya da travma hastasında<br />
girişimsel radyolojik tedaviler<br />
sıklıkla uygulanmaktadır. Kısa<br />
zamanda etkili ve hedefe yönelik<br />
yapılan tedavilerin sonucunda bu<br />
kişiler hızlı ve güvenli bir şekilde<br />
iyileşebilmektedirler. Özellikle<br />
trafik ve iş kazaları ile ateşli<br />
silah yaralanmalarının sıklıkla<br />
görüldüğü ülkemizde, girişimsel<br />
radyologların yaptığı tedaviler<br />
sonrasında bu hastalardaki<br />
kanamalar etkili bir şekilde kontrol<br />
altına alınabilmektedir. Ayrıca<br />
mide ve bağırsak sisteminde<br />
oluşan kanamalarda endoskopi ile<br />
birlikte ya da sonrasında yapılan<br />
anjiografik girişimler hayat kurtarıcı<br />
olmaktadır. Yine ülkemizde sıklıkla<br />
görülen tüberküloz ya da KOAH<br />
(Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı)<br />
hastalığına bağlı akciğer kanamaları<br />
(hemoptizi) hemen her zaman<br />
embolizasyon (damar tıkama) adı<br />
verilen anjiografik yöntemle başarılı<br />
bir şekilde tedavi edilmektedir.<br />
• Siroz hastalığına bağlı oluşan ve<br />
hayatı tehdit eden varis kanamaları,<br />
girisimsel radyoloji işlemlerinin<br />
uygulama alanarındandır. Bu<br />
hastaların çoğunda kanamayı<br />
durdurmak için yapılan 2. endoskopi<br />
sonrasında TIPS adı verilen<br />
karaciğer içi stent yardımı ile bypass<br />
yaratılması işlemi ile uzun süre<br />
hastaların varis kanamalarından<br />
uzak tutulması ve gereğinde<br />
karaciğer nakli için vakit kazanılması<br />
mümkün olabilmektedir. Yine<br />
siroza bağlı olarak karında sıvı<br />
birikimi (asit) olan hastalarda aynı<br />
yöntemle etkili bir şekilde bu sıvının<br />
azaltılması sağlanabilmektedir.<br />
• Dünyada canlıdan organ nakli<br />
yapılan ülkeler arasında Türkiye<br />
ilk sıralarda yer almaktadır. İleri<br />
derecede tıbbi bilgi, beceri ve<br />
donanım gerektiren bu hasta<br />
grubunda nakil öncesi ve sonrası<br />
dönemde pek çok nedenle girişimsel<br />
radyolojik işlemlere ihtiyaç<br />
duyulmaktadır. Yapılan bu tedaviler<br />
ile kritik noktalarda hastanın<br />
tedavisi ve nakledilen organın<br />
sağlıklı bir şekilde uzunca süreler<br />
çalışması sağlanabilmektedir.<br />
• 40-50 yıldır çoğunlukla cerrahi<br />
yöntemlerle tedavi edilmiş pek<br />
çok hastalık (aort anevrizması/<br />
yırtılması, kol-bacak atardamar<br />
darlık ve tıkanıklıkları, bacaklardaki<br />
varis oluşumu, rahimdeki miyomlar,<br />
iyi huylu prostat büyümesi vb)<br />
günümüzde neredeyse çoğunlukla<br />
girişimsel radyolojik tedaviler ile<br />
iyileştirilebilmektedir.<br />
Bu sayede; hastanede kalış süreleri,<br />
genel anesteziye duyulan ihtiyaç<br />
ve yoğun bakım yatış gerekliliği<br />
azalmakta, pek çok işlem ayaktan<br />
ya da kısa süreli hastane yatışı ile<br />
yapılabilmektedir. Böylece hasta<br />
konforu, memnuniyeti arttığı gibi;<br />
günlük ve sosyal yaşama geri dönüş<br />
süreleri oldukça kısalmaktadır.<br />
Girişimsel radyolojik işlemlerin<br />
üstünlüğü “köprüleri<br />
yakmamasıdır”<br />
Pek çok işlemden sonra gereği<br />
halinde tamamlayıcı tedavileri ve<br />
yıllardır yapılagelen cerrahi işlemleri<br />
uygulamak mümkündür. Ancak<br />
bu durumun aksi bazen mümkün<br />
olamamakta, girişimsel radyolojik<br />
tedavilerle kolaylıkla ve etkin olarak<br />
tedavi edilecek pek çok hastalık<br />
diğer yöntemlere başvurulduğu için<br />
artık bu tür girişimlerin yapılabilmesi<br />
imkansız hale gelebilmektedir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 47
MEMORIAL<br />
DOĞUMA HAZIRLIK<br />
KURSLARI<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 17.01.2013<br />
Gün: Her Perşembe (5 hafta boyunca)<br />
Saat: 18.00 – 20.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 17.01.2013<br />
Gün: Her Perşembe (4 hafta boyunca)<br />
Saat: 18.00 – 20.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 12.01.2013<br />
Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />
Saat: 14.00 – 16.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık<br />
Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 12.01.2013<br />
Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />
Saat: 14.30 – 16.30<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
MEMORIAL<br />
YOGA PROGRAMLARI<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik Yogası<br />
Gün: Her Cumartesi<br />
Saat: 15.00 – 16.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik<br />
Yogası<br />
Gün: Her Cumartesi<br />
Saat: 10.00 – 11.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans<br />
Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp Yogası<br />
Gün: Her Salı ve Cuma<br />
Saat: 19.00 – 20.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Bilgi ve Kayıt: 444 7 888<br />
Katılım ücretsizdir.<br />
48<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GÜNCEL<br />
TÜRKİYE’NİN SÜPER MARKASI<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu, bağımsız bir değerlendirme kuruluşu olan Superbrands<br />
International tarafından Türkiye’nin süper markası seçildi. İngiltere merkezli,<br />
86 ülkede faaliyet gösteren bağımsız bir marka değerlendirme kuruluşu olan<br />
ve bu alanda 19 yıldan beri çalışmalarını sürdüren Superbrands International’ın<br />
Türkiye’de bu yıl 4.sünü düzenlediği araştırmada, Türkiye’de ilklerin öncüsü<br />
olan ve 65 ülkeden hasta kabul eden <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu jüri ve halk<br />
oylaması sonucunda Türkiye’nin “Süper Marka”sı seçildi.<br />
ŞİRKETİN BÜYÜKLÜĞÜ ÖNEMLİ<br />
Superbrands Türkiye 2012 yılı çalışmasında, markalar ilk olarak konusunda uzman jüri<br />
tarafından elemeye tabii tutuldu. Daha sonra ise Nielsen tarafından yapılan halk araştırmasının<br />
sonuçları doğrultusunda ortaya çıktı. Superbrands Türkiye’nin bu yılki Seçici Kurulu’nu, iş<br />
dünyası ve özellikle marka konusuyla ilişkili sivil toplum kuruluşları yöneticileri oluşturdu. “Süper<br />
marka” seçiminde şirketin büyüklüğünün yanı sıra; teknolojisi, yatırımları, iş gücü kalitesi,<br />
yaratıcılığı, markalaşmaya yaptığı yatırım ve marka devamlılığı, sosyal sorumluluk projelerine<br />
katkısı, çevre duyarlılığı, etik değerlere uyma ve vergi sıralamasındaki yeri büyük önem taşıdı.<br />
SON KARAR TÜKETİCİNİN<br />
Dünyada 87 ülkede iki yılda bir gerçekleştirilen Superbrands Türkiye seçimlerinin ilk etabında<br />
1089 marka belirlendi. İkinci etapta ise, konusunda uzman kişilerden oluşan Seçici Kurul<br />
bu sayıyı 300 markaya indirdi. İstanbul, Ankara ve İzmir’de 1600 kişiyle yapılan yüz yüze<br />
görüşmeler sonunda Nielsen, kısa listeye giren 300 markaya yönelik tüketici görüşlerini<br />
değerlendirdi. Seçici Kurul ve Nielsen’ın ölçümleriyle belirlenen Türkiye’nin süper 159 markası<br />
kamuoyu ile paylaşıldı.<br />
MEMORIAL UZMANLARI “SORULAR VE<br />
YANITLARLA DİYABET” KİTABINDA<br />
Gazeteci Esra Kazancıbaşı Öztekin’in “Sağlığım İçin Herşey Sağlık<br />
Kitapları Serisi”nin üçüncü kitabı “Sorular ve Yanıtlarla Diyabet”<br />
yayınlandı. Diyabet alanında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarını<br />
bir araya getiren kitapta diyabet hastalığı hakkında yüzlerce<br />
sorunun yanıtı yer alıyor. Ayrıca beslenme ve diyet uzmanlarının<br />
diyabet hastaları için sağlıklı yemek tarifleri verdiği yayın, bir<br />
başucu kitabı olma özelliği ile diyabet hastalarına rehberlik<br />
etmeyi amaçlıyor.<br />
“Sorular ve Yanıtlarla Diyabet” kitabında yer alan <strong>Memorial</strong> uzmanları şöyle sıralanıyor:<br />
Prof. Dr. Koray Acarlı - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi<br />
Prof. Dr. Taner Damcı- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Endokrinoloji Bölümü<br />
Prof. Dr. Yalçın Polat- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi<br />
Doç. Dr. Ahu Birol- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
Doç. Dr. İzzet Erdinler- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />
Uz. Dyt Yeşim Çelik- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />
Uz. Dyt. Yasemin Sancak- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 49
SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />
Acıbadem Sigorta<br />
Ak Sigorta<br />
Allianz Sigorta<br />
American Life Sigorta<br />
Anadolu Sigorta<br />
Ankara Sigorta<br />
Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />
Axa Sigorta<br />
Birlik Sigorta<br />
Demir Hayat Sigorta<br />
Deniz (Global) Hayat Sigorta<br />
Dubai Group Sigorta<br />
Ergo Sigorta<br />
Eureko Sigorta<br />
Generali Sigorta<br />
Güneş Sigorta<br />
Groupama Sigorta<br />
HDI (İhlas) Sigorta<br />
Inter Partner Asistance (IPA)<br />
Mapfre Genel Sigorta<br />
Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />
Promed (CGM Türkiye)<br />
Yapı Kredi Sigorta<br />
Ziraat Sigorta<br />
BANKALAR<br />
Akbank<br />
Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />
Esbank<br />
Fortis Bank (Dışbank)<br />
Milli Reasürans T.A.Ş.<br />
Türkiye İş Bankası<br />
Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk<br />
Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası<br />
Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı<br />
Vakfı (Pamukbank)<br />
Türkiye Halk Bankası<br />
Türkiye Vakıflar Bankası<br />
Türk Eximbank<br />
Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı<br />
Vakfı<br />
RESMİ KURUMLAR<br />
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti<br />
(KKTC)<br />
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu<br />
(TMSF)<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)<br />
SGK (Branş Bazlı)<br />
ÖZEL ŞİRKETLER VE KURUMLAR<br />
Anthill<br />
Albayraklar Şirketler Grubu<br />
Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />
Aydın Örme<br />
Avea<br />
Belbim<br />
BP Petrolleri<br />
Beşiktaş Denizcilik<br />
Benefit Global<br />
BJK Derneği<br />
BMS Türkiye<br />
Borusan Holding<br />
Boyner Holding<br />
Darüşşafaka Cemiyeti<br />
Dr. Back up Kart<br />
Eczacıbaşı Holding<br />
Enka<br />
Green Park<br />
Havuç Çocuk Evi<br />
İMKB<br />
İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
Johnson Wax<br />
Joyfull House<br />
Kale Holding<br />
Levent Tenis Kulübü<br />
Marsh Avantaj Kart<br />
Mercedes Benz Türk<br />
Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />
Microsoft<br />
Aon Kart<br />
Mimaks<br />
Middeleist<br />
Spora Club<br />
Lions<br />
Buyaka AVM<br />
İstanbul Yelken Kulübü<br />
Mars Ent. Group<br />
Shell<br />
Türk Telekom<br />
Deva Holding<br />
Henkel<br />
Hürriyet<br />
Çalık Holding<br />
Nart Club Kart<br />
Orka Group (Damat - Tween)<br />
Palladium AVM<br />
Pegasus<br />
Perfettı Van Melle<br />
Perpa Ticaret Merkezi<br />
Renault Mais<br />
Rotary Kulüp<br />
Sermaye Piyasası Kurulu<br />
Sinpaş<br />
S.O.S<br />
THY<br />
The Shore Club<br />
Turkcell<br />
Türk Havak<br />
TİM Show Center<br />
Türkiye Jokey Kulübü<br />
Ulusoy<br />
Ülker<br />
Vakko<br />
Vodafone<br />
YKM Kart-YKM Mağazaları<br />
Zeck Club<br />
Zorlu Holding<br />
DERNEK VE ODALAR<br />
Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları<br />
Derneği (EVSİAD)<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
İstanbul Ticaret Odası<br />
Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />
Klavuz Kaptanlar Derneği<br />
Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği<br />
( TİMDER)<br />
Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği<br />
( TUBİSAD)<br />
Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari<br />
Der.(TETSİAD)<br />
Türkiye Genç İşadamları Derneği<br />
(TUGİAD)<br />
Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu hastane ve tıp merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.<br />
50<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 51
ATAŞEHİR HASTANESİ