Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
kızılbaş - sayfa 5 - sayı <strong>38</strong> - mayıs <strong>2014</strong> - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53<br />
Başbakan'ın Diplomatik<br />
1915 Taziyesi ve Yankıları Üzerine<br />
Başbakan Erdoğan 12 yıllık iktidar<br />
deneyimi içinde zaman zaman resmi<br />
kalıpları çatlatan sürpriz çıkışlarıyla<br />
farklı bir lider olarak göründü. Kuru<br />
kafalı bir devlet adamı gibi tekdüze<br />
değil, zamanın gereklerine uygun değişik<br />
ve akıllı hamleler yapmasıyla<br />
dikkat çekti. Despot ve reformist yüzünü<br />
sık sık dönüşümlü ve birarada<br />
gösterdi. Esasen ikinci yönü oldukça<br />
sahte, gerçek değişimleri sağlamaktan<br />
uzak ve reel işlevinden fazla psikolojik<br />
algılar yaratan birşeydi. Toplumun<br />
nabzını iyi ölçerek kendi politik<br />
geleneğini yeniden biçimlendirmeyi<br />
ve taban genişletmeyi başardı. Güven<br />
kazandıkça ülkenin tabu sorunlarına<br />
dokunma ve eskisi gibi gidemez olan<br />
yönlerini kısmen revize etme cesareti<br />
buldu. Ama temsil ettiği devletin kuruluş<br />
temellerini hiç tartışma konusu<br />
yapmadı ve stratejik çıkarlarını titizlikle<br />
gözetti. Zaten “milli” meselelerde<br />
yenilik olarak ne yapsa bu doğrultuda<br />
yapacaktı. Örneğin Kürt meselesinde<br />
açılıma yönelirken “tek devlet, tek<br />
millet, tek vatan, tek bayrak” vurgusunu<br />
hiç ihmal etmedi. Darbe tehlikesinden<br />
korunmak için askeri vesayeti<br />
geriletirken devletin güvenlik sigortası<br />
olarak militarist anlayışı muhafaza<br />
etti. İslami geleneğin baskılanmasına<br />
son vermek için Kemalist ideolojinin<br />
laikçi damarına yüklenirken ortaklaştığı<br />
ırkçı-şoven çizgileri ve Atatürk<br />
mitini özenle korudu. İyi bir demagog<br />
ve şovmen olarak tartıştığı her konuda<br />
hem nalına hem mıhına vurmasını<br />
bildi. İç siyasette rakiplerini zayıflatıp<br />
kendine avantaj sağlayacak gündemler<br />
yarattı, bazen de ortaya çıkan karambolleri<br />
değerlendirmede mahir davrandı.<br />
Siyasi rakibi CHP'yi tek parti<br />
döneminin insanlık suçları üzerinden<br />
teşhir etme girişimi ve yukardan aşağıya<br />
tarih sorgulaması tam da böyle<br />
bir vesileyle başlamıştı.<br />
Başbakan'ın adına hiç değilse “katli-<br />
Hovsep Hayreni<br />
am” diyebildiği ve tevekkeli biçimde<br />
olsun “devlet adına özür” beyan ettiği<br />
1937-<strong>38</strong> Dersim soykırımı bu sayede<br />
yoğun bir tartışma gündemi oldu.<br />
Ancak Türkiye'de tarihle yüzleşmenin<br />
en netameli konusu olan 1915 Ermeni-Süryani<br />
soykırımı ve 1923'e kadar<br />
Pontus Rumlarını kapsayarak devam<br />
eden Hristiyan halkların kanlı tasfiyesi<br />
dokunulmaz kalıyordu. Son on yılda<br />
sivil toplumun sorgulama alanına girmekle<br />
beraber devlet katında bu süreç<br />
gündeme alınmıyor, dışardan gelen<br />
basınca ise alışılmış inkarcı söylemle<br />
tepki veriliyordu. Başbakan'ın Dersim<br />
çıkışını ve yankılarını irdelerken<br />
biz hep bu garipliğe dikkat çekmiş ve<br />
eğer vicdan işiyse o vicdanın 1915'e<br />
neden işlemediğini sorgulamıştık. Birçok<br />
faktör içinde en esaslı görülmesi<br />
gereken iki nedenden biri; bu olayın<br />
cumhuriyet içinde bir budama değil,<br />
cumhuriyetin hemen üzerine kurulduğu<br />
bir kök kazıma eylemi oluşu, diğeri<br />
ise kazınıp silinen halkların gayrımüslim<br />
ya da “gâvur” olarak çok daha değersiz<br />
görülüşüydü. Yıllar süren bekleyişten<br />
sonra nihayet soykırımın 99.<br />
yıldönümünde Başbakan bu konuya da<br />
“insani” açıdan değinme lütfunu gösterdi.<br />
Fakat çok gecikmeli gelmesinin<br />
yanında bu değinmenin tarzı Dersim<br />
çıkışından belirgin şekilde sönük ve<br />
içeriği de büsbütün zayıf, daha doğrusu<br />
boş kaldı.<br />
Yöntemde Dikkat Çeken Tutukluk<br />
ve İçerikte Cimrilik<br />
Her konuda ve her vesileyle kürsüye<br />
çıkıp doğrudan konuşmayı seven Başbakan,<br />
1915 gibi önemli bir soruna ilk<br />
kez “empati” ile değinecek olduğunda<br />
neden somut tasvirler içeren duygulu<br />
bir hitabı değil de, muğlak sözcüklerle<br />
dolu diplomatik bir yazılı açıklamayı<br />
tercih etmiştir Açıklamanın dokuz<br />
dilden tüm dünyaya duyurulma isteği<br />
bu sorunun tatmin edici yanıtı olamaz<br />
herhalde. Daha önce Dersim 1937-<strong>38</strong><br />
için vermek istediği mesajları hep kürsüden<br />
vermiş ve uluslararası kamuoyu<br />
da bunları izlemekten mahrum olmamıştı.<br />
“Ah benim Dersimli kardeşim,<br />
ah benim Diyarbakırlı kardeşim” diye<br />
kalabalıklar önünde gözyaşı bile dökebilen<br />
Başbakan, iş Ermenilerin acısını<br />
paylaşmaya gelince öyle dokunaklı bir<br />
seslenişi neden beceremedi dersiniz<br />
Açıklama muhtevasında kendini gösteren<br />
farklar bir yana, yönteme ilişkin<br />
bu tutukluk bile kendiliğinden çok<br />
şey anlatır. Düne kadar “Biz yaradılanı<br />
yaradandan dolayı severiz” gibi<br />
bir nakarat eşliğinde bu ülkenin farklı<br />
kimliklerine hitab ederken yalnızca<br />
Müslüman olan etnik grupları sayıp<br />
Hristiyan olanların adını ağzına almayan<br />
bir Başbakan'dan söz ediyoruz.<br />
Yani ayrım yapmadığını anlatmaya<br />
çalışırken dahi ayrımcılığını ele veren<br />
sistemli bir ketumiyet içindeydi. Bu<br />
defa konu 1915 olunca orucu bozması<br />
kaçınılmazdı, ama yine bir mesafe<br />
koymak ister gibi sesli hitabetten feragat<br />
etti. Bunu ait olduğu gelenek içinde<br />
“gavurla duygudaşlık” kurmanın zorluğuna<br />
yormak yanlış olmaz sanırım.<br />
Sonraki hafta partisinin meclis grup<br />
toplantısında konuşmasına gelince<br />
yazılı açıklamanın primini toplamak<br />
üzere diğer partilerle polemik dışında<br />
birşey yapmayıp, Ermeni halkının trajedisiyle<br />
ilgili yüreklere seslenmekten<br />
yine kaçındı.