15.02.2015 Views

2014-05 Kizilbas 38

2014-05 Kizilbas 38

2014-05 Kizilbas 38

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

kızılbaş - sayfa 45 - sayı <strong>38</strong> - mayıs <strong>2014</strong> - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53<br />

Diyanet,<br />

Siyaset ve<br />

Kürdler<br />

Ruşen Arslan<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı[i], Şer’iye ve<br />

Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması üzerine<br />

3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı<br />

Kanunla kuruldu. Ardından 430 ve 431<br />

numaralı kanunlarla Hilafet ilga edildi<br />

ve öğrenim birliğini sağlayan Tevhid-î<br />

Tedrisat Kanunu çıkarıldı. Ancak Diyanet<br />

ilk kez, 1961 Anayasasının 154.<br />

maddesi ile anayasal bir kurum haline<br />

getirildi. 1982 Anayasası ise Diyanet<br />

ile ilgili 136. maddesinde düzenleme<br />

yaptı. Her iki Anayasanın ortak özelliği<br />

Diyaneti genel idare içine yerleştirmiş<br />

olmalarıydı. 1961 Anayasası<br />

Diyanetin görevlerini özel kanuna bırakmışken,<br />

1982 Anayasası 154. Maddesinde,<br />

“Genel idare içinde yer alan<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi<br />

doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve<br />

düşüncelerin dışında kalarak milletçe<br />

dayanışma ve bütünleşmeyi amaç<br />

edinerek özel kanunlarda gösterilen<br />

görevi yapar” şeklinde görev tanımı da<br />

yapıyordu.<br />

Diyanetle ilgili hukuki düzenleme serüveni,<br />

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin<br />

kuruluş felsefesi ve yapılanması, özellikle<br />

de “laiklik” anlayışı ile yakından<br />

ilgilidir. Laiklik, 1937’deki Anayasa<br />

değişikliği ile ilk kez anayasal bir kurum<br />

olarak sahneye çıkmıştır. Ancak,<br />

Türk usulü laikliğe giden yol, İnkılâp<br />

Kanunları denen sekiz kanunun kabulü<br />

ile döşenmiştir. 1982 Anayasasının<br />

174. maddesi ile koruma altına alınan<br />

kanunlar sırasıyla şunlardı: Tevhidi<br />

Tedrisat Kanunu, Şapka İktisâsı Hakkında<br />

Kanun, Tekke ve Zaviyelerle<br />

Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar<br />

ile Bir Takım Ünvanların Men ve İlgasına<br />

Dair Kanun, evlendirme akdinin<br />

nikâh memuru huzurunda yapılacağına<br />

dair Türk Medeni Kanunun ilgili<br />

hükmü, Beynelmilel Erkanın Kabulü<br />

Hakkında Kanun, Türk Harflerinin<br />

Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun,<br />

Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Ünvanların<br />

Kaldırıldığına Dair Kanun<br />

ve Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine<br />

Dair Kanun.<br />

Osmanlı İmparatorluğu enkazı üzerine<br />

kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinde,<br />

inkılâp kanunları ile modern bir<br />

toplum yaratılacağına ve çağdaş batı<br />

medeniyetine ulaşılacağına inanılıyordu.<br />

Çoğu üç çeyrek asır önce kabul<br />

edilen bu kanunlar üzerindeki tartışmalar<br />

durulmuş değil. Ancak, başka<br />

bir makalede tartışacağımız inkılâp<br />

kanunları, büyük ölçüde tek ulus, tek<br />

dil yaratma amacına hizmet etti ve<br />

devlet yönetimini dinin etkisinden<br />

kurtarmaya, dini devletin denetimine<br />

sokmaya yaradı. İşte Türk usulü laiklik<br />

böylece doğdu. Cumhuriyetin kurucularına<br />

göre, dinin devlet işlerinin<br />

yönetilmesinde etkisiz hale getirilmesinin<br />

yanında, denetimi de gerekliydi.<br />

Bunun için batıdaki anlamıyla benzer<br />

kurumlarını da alarak laiklik oluşturulamazdı.<br />

Aksine, devletin dini kontrol<br />

etmesini sağlayacak bir kurum oluşturulmalıydı.<br />

İşte Diyanetin kuruluş<br />

felsefesi bu oldu. Nitekim Anayasa<br />

Mahkemesi’nin, “Din işlerini yapanların<br />

memur sayılmasının, Anayasanın<br />

laiklik ilkesine aykırı olduğu ve din<br />

adamları sınıfı yaratıldığı” iddiasıyla<br />

Birlik Partisi tarafından açılmış olan<br />

davayı reddeden kararının gerekçesi<br />

bu duruma işaret etmektedir: “Dinin<br />

devletçe denetiminin yürütülmesi, din<br />

işlerinde çalışacak kimselerin yetenekli<br />

olarak yetiştirilmesi yoluyla dini<br />

taassubun önlenmesi ve dinin toplum<br />

için manevi bir disiplin olmasının sağlanması<br />

ve böylece Türk milletinin<br />

çağdaş uygarlık seviyesine yükselmesi<br />

ana ereğinin gerçekleştirilmesi<br />

gibi nedenlere dayanmaktadır… Devletin<br />

bu alandaki yardımı ve Diyanet<br />

İşleri kuruluşu görevlilerinin memur<br />

sayılması, devletin din işlerini yürüttüğü<br />

anlamına gelmeyip ülke koşullarının<br />

zorunlu kıldığı ihtiyaca uygun<br />

bir çözüm bulmak erek ve anlamını<br />

taşımaktadır.”[ii]<br />

Türk usulü laiklik, hem dini çevrelerce,<br />

hem de batılı anlamdaki bir laikliğin<br />

uygulanması gerektiğini savunanlarca<br />

eleştirilmektedir. Makalenin<br />

sınırları içinde kalmak için, bunları<br />

uzun uzadıya anlatmayacağım. Ancak<br />

İslami kimliği önde olan yazarlardan<br />

Abdurahman Dilipak’ın bir sözüne<br />

değinmeden geçemeyeceğim: Dilipak,<br />

“Bugünkü tapu kadastro memuru statüsündeki<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın<br />

Müslümanları temsil etmesi düşünülemeyeceği<br />

gibi mecburi din dersleri de<br />

olamaz. Bu hem Müslümanlığa hem de<br />

laikliğe aykırıdır” demektedir.[iii]<br />

DİYANET VE SİYASET<br />

İslam’da din ve devletin birlikteliği,<br />

ister istemez din ile siyaseti iç içe<br />

geçirmiştir. Hele dini denetlemek ve<br />

resmi ideolojiye uygun biçimde, yeri<br />

geldiğinde kullanmak üzere kurulmuş,<br />

yüz binin üzerinde personeli bulunan<br />

ve devlet bütçesinin en aşağı yüzde<br />

ikisine sahip bir kuruluşun siyaset<br />

dışı kalması düşünülemez. Kaldı ki<br />

Anayasanın 136. Maddesi, Diyanete<br />

“Toplumsal birleşme ve bütünleşmeyi<br />

sağlama” görevi yüklemiştir. Toplumsal<br />

birleşme ve bütünleşme ise, siyasi<br />

bir amaç olup, ancak siyasi çalışmayla<br />

sağlanır<br />

Cumhuriyetin tek ulus, tek dil yaratma<br />

ülküsünden Diyanete düşen ilk siyasi<br />

görev, ezanın Türkçeye çevrilmesini<br />

savunmak olmuştur. Cumhuriyetin<br />

ilk Diyanet İşleri Başkanı Rifat Efendi<br />

(Börekçi), “Ezanın Türkçeleştirilmesinin<br />

ulusal politikaya daha uygun<br />

olduğunu savunmuştur.[iv] Demek ki<br />

Diyanete göre ulusal politika, çalışmada<br />

dinden üstün tutulması gereken bir<br />

olgudur.<br />

Diyanet Gazetesinin Nisan 1982 tarihli<br />

278. sayısında, “Bugün bir dış politika<br />

olayında, bir dış politika tercihinde<br />

sözümüz, gözümüz var” deniyor.[v]<br />

Yazının yayınlandığı tarihte 12 Eylül<br />

askeri cuntasının iktidarda olduğunu<br />

hatırlamamız gerekir. Zaten Diyanetin<br />

askeri darbe ve müdahaleleri desteklediğini,<br />

iktidarın meşrebine göre<br />

hareket ettiğini görürüz. Örnek olarak<br />

Ahmet Yaşar Akkaya’nın kamuoyu<br />

ile paylaştığı ve 2 Mart 2004 tarihli<br />

Zaman-Pazar’da yayınlanan bir belgeden<br />

söz etmek istiyoruz. Belgede<br />

“27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen ilk

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!