"Dil gölgesi"nde bir Åair - ElazÄ±Ä Ä°zzetpaÅa Vakfı
"Dil gölgesi"nde bir Åair - ElazÄ±Ä Ä°zzetpaÅa Vakfı
"Dil gölgesi"nde bir Åair - ElazÄ±Ä Ä°zzetpaÅa Vakfı
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
u gramofonda çalan plâklardan. Taş plâktan çıkan<br />
ses ederdim vokalistlik bile zaman zaman. Değildi o<br />
zamanlar da sesim güzel. Dinledik akşam ezanından<br />
sonra defalarca hayran olduğum Müzeyyen Senar<br />
ve Kamuran Akkor’u. Verirdi önceliği Müzeyyen<br />
Senar’a. Çevirdikten sonra gramofonun kolunu sese<br />
gelirdi taş plâk:<br />
“ Benzemez kimse sana<br />
Tavrına hayran olayım<br />
Bakışından süzülen<br />
İşvene hayran olayım.”<br />
Devreye girerdi sırasını sabırsızlıkla bekleyen Kamuran<br />
Akkor:<br />
“Talihin eli<strong>nde</strong> oyuncak oldum.<br />
Kader böyle imiş buymuş alın yazım<br />
Zalim eli<strong>nde</strong>n sarardım soldum<br />
Şimdi gönlü kırık yaralı kuşum.”<br />
Kendini arıyordu şarkılarda Lâle Teyze sanki. Gramofondan<br />
yayılan bu sesle <strong>bir</strong>leşince leylâk kokusu;<br />
ayaklarını yerden kesiyor insanın; “ gökyüzü<strong>nde</strong> yalnız<br />
gezen yıldızlara ” yolculuğa davetiye çıkartıyordu.<br />
Tercih ederdi erken kalkmayı sabahları Lâle Teyze.<br />
Ederdi sohbet, sevgi dolu sözleriyle leylâk ağaçlarıyla.<br />
Dinlerlerdi manevî annelerini, sakin sakin ve sessizce<br />
leylâk ağaçları. Ağzından çıkan her <strong>bir</strong> kelimeyi<br />
anlarcasına kulak kesilirlerdi leylâk ağaçları, Leyla<br />
Teyze’ye. Denedim <strong>bir</strong>kaç kez ben de; ama ciddiye<br />
almadılar beni, mis kokulu leylâklar.<br />
Yerleştirmişti, duvarın dibine pirinç semaverini.<br />
Bakır leğeni ve bakır maşası altındaydı pirinç semaverin.<br />
Vardı horozlu kurnası pirinç semaverin.<br />
Kaynardı, Lâle Teyzenin çam kokulu külfet masasının<br />
yanı başında mütevazı dost sohbetleri pirinç<br />
semaverde. Yankılanır hâlâ “ Meloş! Gel Müslüman<br />
işi sabah çayı iç ” deyişi iç kulağımda.<br />
Yalnızdı Lâle Teyze. Uğraşırdı örtmeye gecenin<br />
astarsız laciverti ile yalnızlığını. Dökülürdü, ele avuca<br />
sığmayan; yalnızlık, ıstırap, korku ve sıkıntı deniz<br />
mavisi gözleri<strong>nde</strong>n. Saklardı, koynunda ve udunda<br />
hüzünlerini Lâle Teyze. Talipti paylaşılmayacak yalnızlığa<br />
gecenin perisi. Çalışırdı, aydınlatmaya, gecenin<br />
karanlığında yüreğini. Kaldırırdı kadeh, yıldızların<br />
en karasının şerefine, Lâle Teyze. İçerdi kırmızı şarap.<br />
Gazabından korkmazdı şarabın. Dönüşürdü leylâk<br />
rengine kırmızı şarabı, tükenince parası Lâle Teyzenin.<br />
Terk etmemişti, göz bebeklerini korkunun rengi<br />
Lâle Teyzeyi.<br />
Vardır, <strong>bir</strong> ağıdı her yalnızlığın, duymamıştı ne<br />
başkaları ne de ben yalnızlık ağıdı Lâle Teyzeden. Ağlatıyordu,<br />
sessiz sessiz onun ağıtları kendi yüreğini.<br />
Giyindirirdi naftalin kokulu gömlekler, New York<br />
ve Köln’de yaşayan; oğullarının, gelinlerinin, torunlarının<br />
ilgisizlikleri karşısında ezikliğine. Etmezdi sitem<br />
kimseye. O, çakır keyf olunca, baş kaldırırdı gecenin<br />
ihtiraslarına ve yalnızlığına; uduna ( o müzik aletine<br />
şişman saz derdim ben); oğullarına, gelinlerine, torunlarına<br />
sarılır gibi sarılır; geceye, yalnızlığına, hüzünlerine,<br />
leylâk ağaçlarına ve komşularına Müzeyyen<br />
Senar ve Kamuran Akkor’u aratmayacak sesiyle, başlardı<br />
iki parçalık konserine Lâle Teyze.<br />
Suzînak <strong>bir</strong> şarkıydı yalnızlığı Lâle Teyzenin.<br />
Tiryakisiydi bütün içeceklerin. İçerdi, kare beyaz<br />
kutulu, üzerine kırmızı puntolarla “Bahar ” yazılı<br />
sigaradan gü<strong>nde</strong> üç paket. Sararmıştı sol elinin parmakları<br />
sigarayla buluşmaktan. Yakışmıyor değildi<br />
parmaklarına nikotin sarısı Lâle Teyze’nin.<br />
Ramazan ayına denk geldiği dönemlerde “ hayat<br />
bahçemizin” bahçıvanı; çay, kahve ve sigaranın dışındaki<br />
içeceklerine koyardı ipotek. Pişirmezdi öğlen<br />
yemeği, bayram sabahına kadar. Etmezdi kabul, tek<br />
ziyaretçisi olan Peder Vovo’yu bile.<br />
İlkokul beşinci sınıftaydım. Geçirdik; sönük, hüzünlü,<br />
neşesiz Nevruz Bayramı’nı Lâle Teyze’siz.<br />
Onsuz geçirdiğimiz ikinci Nevruz’dan sonra kurudu<br />
leylâk ağaçları. Yoktu artık bahçemizde leylâk<br />
kokusu. Takıldı peşine, suları yangınlarla ısıtmaya<br />
giden Lâle Teyze’ye, leylâk kokusu.<br />
Çok sesli <strong>bir</strong> orkestra yalnızlığı idi Lâle Teyze.<br />
Seviyorum seni çocuk kalbimin sıcaklığıyla;<br />
eserken kendi ruhunda fırtınalar, kendi içine gömdüğü<br />
yalnızlığında bana hayâl kurmayı öğreten Lâle<br />
Teyze.<br />
Geleceğim sana, kendi ellerinle yetiştirdiğin<br />
leylâkların torunlarıyla kabrinin yerini öğrendiğim<br />
zaman.<br />
Çocukluğumu terk etti leylâk kokulu rüzgâr. Götürdü<br />
<strong>bir</strong>likte hatıralarımın çağ sürgünü ayak izlerini de.<br />
Yalnızım şimdi ben de. “Gündüzler geceler boyu.”■<br />
61<br />
eylül-ekim-kasım<br />
2010