07.02.2015 Views

"Dil gölgesi"nde bir şair - Elazığ İzzetpaşa Vakfı

"Dil gölgesi"nde bir şair - Elazığ İzzetpaşa Vakfı

"Dil gölgesi"nde bir şair - Elazığ İzzetpaşa Vakfı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

kışırsan siner. Yarışlarda kamçılarsan ya hedefi<br />

göğüsler ya da koşarken ölür (çatlar). Bu karakterlerin<br />

iz düşümleri insanlarla çakışmaktadır.<br />

Baş eğmeyen, yükseklere bakan/yüksekten<br />

bakan at, beraber olduğu insanla yan yana, omuz<br />

omuza yürürken ortak <strong>bir</strong> benzerlik bulmuştur.<br />

Asildir, onurludur, dik başlıdır diye <strong>bir</strong>çok meziyetini<br />

saysak da her şeye rağmen atlar yarı<br />

yabani hayvanlardır. Göçmen toplumlarda şehirli<br />

dışında meziyetlere sahiptir. Mesela, ikisi<br />

de dağları, hür yaşamayı sever. Yılkı atlarında<br />

görüldüğü gibi serbest kaldıkları an dağların en<br />

yüksek tepelerini, yaylaları tercih ederler. Kar<br />

düştükçe ovalara doğru inerler. Bu <strong>bir</strong> Yörük yaşantısıdır.<br />

Bu <strong>bir</strong>liktelikte elbette karşılıklı çıkar ilişkileri<br />

olduğu gibi çok daha ayrı sebepler bulabiliriz.<br />

Şirazlı Sadi’nin dediği gibi; “Önemli<br />

olan olaylara kuş bakışı bakmaktır kuş gibi<br />

değil.” Kısacası bu <strong>bir</strong> ailenin <strong>bir</strong>likte yaşaması<br />

gibidir. Aslında bu iş; <strong>bir</strong> sevda <strong>bir</strong> aşktır. Hâlâ<br />

Anadolu’nun köyleri<strong>nde</strong> atın yeri özel yapılır<br />

ve altı tahtayla kaplanır. Atın kaşağısı, gübresi,<br />

toz bezi, ter bezi vardır. Atın soğuk ve yağmurlu<br />

günler için sırtına atılacak mi<strong>nde</strong>ri vardır. Atın<br />

nafakası ayrı hazırlanır, yatsıdan sonra yem verilir.<br />

Son dört bin yıllık verilere baktığımızda<br />

şunu söyleyebiliriz: Galiba bu millet ata âşık...<br />

Her şeye rağmen Türk edebiyatında at hak<br />

ettiği yeri alamamıştır, yani bülbül kadar hatta<br />

mizahlarda önemli yer tutan eşek kadar bile<br />

boy gösterememiştir. Benim anladığım manada,<br />

Türk edebiyatında at istendiği gibi şahlanamamıştır.<br />

Bunun da sebepleri vardır. At kültürünün<br />

çok eski olmasına rağmen yazılmamasında<br />

önemli <strong>bir</strong> sebep, yazarların atın çok uzağında<br />

olması, at terminolojisini bilmemeleri veya ata<br />

yakın olanların yazmaya meyilli olmamasıdır.<br />

At, Türklerde hiç<strong>bir</strong> zaman şehirli olamamıştır,<br />

taşrada kalmıştır. Mevlana diyor ki: “Yeryüzü<strong>nde</strong><br />

söylenmedik söz yok ancak bunu söyleme şekli<br />

var.” Hâlbuki at konusunda daha söylenmedik<br />

çok söz var. Eğer edebiyatta konuşulmaya/yazılmaya<br />

başlanırsa karşımıza çok zengin <strong>bir</strong> arşiv<br />

çıkacağından eminim.<br />

Kaşgarlı Mahmut, “At Türk’ün kanadıdır”<br />

sözünü, günü<strong>nde</strong> düşünürsek ufuk ötesi geçişleri<br />

görmek mümkündür. Zaman zaman kanat, en sadık<br />

dost, iş arkadaşı, yoldaş, kara gün dostu olmuştur.<br />

Türkler at ile o kadar içli dışlı olmuş ki<br />

kendi<strong>nde</strong>n <strong>bir</strong> parça görmüş, yazmaya gerek bile<br />

görmemiştir. Bu samimiyeti normal <strong>bir</strong> yaşantı<br />

olarak kabul etmiştir.<br />

Zaman içerisi<strong>nde</strong> de bazı yazarlar heveslenip<br />

<strong>bir</strong> şekilde ata yaklaşmışlar. Ama bu da tam olarak<br />

anlaşma değil, uzak <strong>bir</strong> akrabalık gibi olmuş.<br />

Atı tanımaya yetmemiştir. Her dönem, atın cazibesi,<br />

albenisi insanları etkilemiştir. Bu şekilde<br />

yazılan yazılar öze dönük değil ufki/geriden<br />

bakış şekli<strong>nde</strong> <strong>bir</strong> çalışma olmuştur. Uzak, at<br />

tarifi<strong>nde</strong>n öteye geçilemediğine rastlıyoruz. Bu<br />

bakış açısı fotoğraf çekme/resim yapma anlayışıdır.<br />

Atlar özenilerek yaratılmış, kibar, estetik,<br />

sevimli, gösterişli oluşlarıyla insanların dikkatini<br />

çeken tablo yaratıklardır. Genç ve yakışıklı<br />

<strong>bir</strong> kız/delikanlı kadar düzgün olan vücut, onunla<br />

uyumlu insanın aklını başından alan parlak tüyler,<br />

dalga dalga yeleler, kâkül, uzun <strong>bir</strong> kuyruk<br />

ve mükemmel <strong>bir</strong> duruş. Hâlbuki bunun <strong>bir</strong> de<br />

duygu, ruh ve görülmeyen yanları vardır. Hırslı,<br />

sevimli, sevilen/sevmeyi bilen, korkusuz, duygu<br />

tarafı da vardır.<br />

Türk edebiyatında öyle efsanevi atlara rastlanmaz.<br />

Yani uçan, olağanüstü koşan, acayip<br />

şekillere giren, boynuzlu atlar olmaz. At olduğu<br />

gibi kabul edilmiştir. Yeterince özenerek yaratıldığı<br />

için ona başka <strong>bir</strong> sıfat vermek yakışık<br />

almazdı. Türkler, hayatındaki güzellikleri, zorlukları,<br />

çileleri atıyla paylaşmış; sırrını ona anlatmıştır.<br />

Çoğu zaman ölüme beraber gittiklerine<br />

rastlıyoruz. Bu sebeple at <strong>bir</strong> şekil değil <strong>bir</strong><br />

“tür” aslında <strong>bir</strong> “boy/soy” olarak anlatılmıştır.<br />

Türkülerde, şiirlerde, yazılarda atı kendimiz gibi<br />

bilerek yer vermemişiz. Hâlbuki onun Türk tarihi<strong>nde</strong><br />

çok özel <strong>bir</strong> yeri var. Fatih Sultan Mehmed<br />

Hanın, İstanbul surlarının önü<strong>nde</strong> Venedik gemilerini<br />

durduramadığı için Çandarlı Halil Paşa’ya<br />

kızarak denize sürdüğü kırata bakın!... Kıratın<br />

azametini ve binicisinin zapt edilmez hâlini göreceksiniz.<br />

Bu tablo, atla insanın en iyi <strong>bir</strong>likteliğini,<br />

kararlılığını, uyumunu gösteren tablodur.<br />

Denize dalan kırat ile sultanın kararlığı aynı. Bu<br />

<strong>bir</strong> düğün değil, bayram değil, tören değil, neden<br />

sultan kıratın üzeri<strong>nde</strong>...■<br />

48<br />

eylül-ekim-kasım<br />

2010

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!