"Dil gölgesi"nde bir Åair - ElazÄ±Ä Ä°zzetpaÅa Vakfı
"Dil gölgesi"nde bir Åair - ElazÄ±Ä Ä°zzetpaÅa Vakfı
"Dil gölgesi"nde bir Åair - ElazÄ±Ä Ä°zzetpaÅa Vakfı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
lı tarihçi haklı çıkarır: Kubbeler gücün ve inancın<br />
semboldür...<br />
Evet, Sinan’dan önceki Osmanlı ve İslam mimarisi,<br />
Arap ve İran mimarî eserleriyle sanki onu<br />
hazırlamaya memur edilmişlerdir. O yüzden Mimar<br />
Sinan, kendi<strong>nde</strong>n önceki bu İslam eserleri yanında,<br />
pek çok mimarî eserle Ayasofya gibi büyük<br />
<strong>bir</strong> Bizans eseri<strong>nde</strong>n de faydalanarak Osmanlı kubbelerini<br />
muhteşem <strong>bir</strong> âbide hâli<strong>nde</strong> İstanbul’un<br />
pek çok tepesiyle devletin dört bucağına dikmesini<br />
bilmiştir. Bunlar arasında dünyanın incisi bilinen<br />
İstanbul’daki Süleymaniye ile külliyesinin kubbeleri<br />
gerçekten çok önemlidir, farklı <strong>bir</strong> yeri vardır.<br />
Ayasofya’ya yaptığı desteklerle kubbesini korumuştur.<br />
Cami kubbesinin Müslümanları gök kubbeye<br />
benzer <strong>bir</strong> çatı altında topladığı ve toplanan cemaatın<br />
aynı mekânda İslamın ruhuyla bütünleştiği<br />
görülüyor. Bunlar ne kadar büyük ve çok sayıda<br />
olursa o kadar güç ve güven vereceği ortadadır. O<br />
yüzden, yüzlerce cami kubbesi yapan ve cami mimarisi<strong>nde</strong><br />
hâlâ aşılamamış <strong>bir</strong> üslup formu oluşturan<br />
Sinan’ı iyi değerlendirmek zorundayız. Batılılara<br />
göre de Sinan, hâlâ gelmiş geçmiş mimarların<br />
en büyüğüdür.<br />
Sinan'ın öteki mimarlardan farkı<br />
Bugüne kadar Sinan hakkında yazılan kitapların<br />
pek çoğu, ya ona sahip çıkma hevesine kapılanlara<br />
karşı çıkmak ya eserleri üzeri<strong>nde</strong> ilmî çalışma yapmak<br />
ya da 500. ölüm yıldönümü vesilesiyle yapılan<br />
sempozyumdan sonra oluşan bilimsel kamuoyunun<br />
beklentilerine cevap vermek maksadıyla yazılmıştır.<br />
Pek çoğunun takdire değer <strong>bir</strong> çaba eseri olduğu<br />
muhakkaktır. Bu arada, iki tiyatro eseri<strong>nde</strong>n sonra<br />
yayınlanan edebiyat iddialı kitaplar da maalesef<br />
son derece yetersiz. O yüzden bu kitaplar itibarlı<br />
yayınevleri<strong>nde</strong> yayınlanmasına rağmen genel kabul<br />
görmemiş, tarih bilgisi<strong>nde</strong>n mahrum olarak<br />
yazıldıkları için de Sinan’la ilgilenenlerin dikkatini<br />
çekmemiştir.<br />
Hâlbuki bilindiği kadarıyla eski dünya mimarları<br />
arasında Sinan kadar kendini ve eserlerini anlatma,<br />
yaptıklarının listesini yazdırarak unutulmasını<br />
ve karıştırılmasını önlemek maksadıyla çaba<br />
gösteren yoktur. Çağımıza kadar pek çok mimar,<br />
ya meslek sırlarını saklama çabası yahut da eser<br />
üzerine koyduğu kitâbedeki tarihi yeterli görme<br />
kaygısı yüzü<strong>nde</strong>n yazılı belge bırakmamıştır. Bunun<br />
sonucu olarak da pek çok bilgi ve tecrübe yok<br />
olup gitmiştir. Mimar Sinan, kendi çağının bütün<br />
önemli sanatçılarından pek çok bakımdan farklı <strong>bir</strong><br />
tavır sahibidir. Eserleri<strong>nde</strong>ki üslup <strong>bir</strong>liği<strong>nde</strong> olduğu<br />
kadar hayır dualarla anılmak isteği<strong>nde</strong> de farklıdır.<br />
Ondan sonra Osmanlı mimarisi<strong>nde</strong> damgası<br />
vardır.<br />
Ölümü<strong>nde</strong>n <strong>bir</strong> süre önce Mimar Sinan, genç<br />
şair ve nakkaş dostu Mustafa Sâi Çelebi’ye kendini<br />
ve eserlerini tek tek ifadeye, Süleymaniye ve<br />
Büyükçekmece Köprüsü gibi önemli eserlerinin de<br />
yapılış serüvenlerini anlatıp yazdırmaya çalışmıştır.<br />
Mimar Sinan’ın eserleriyle ilgili yazmalardan,<br />
Mustafa Sâi Çelebi’nin yazdığı Tezkiretü’l Bünyan<br />
ve Tezkiretü’l Ebniye adlı risalelerden başka,<br />
onun eserlerine dair pek çok yazmanın bulunduğunu<br />
biliyoruz. Bunlardan yazarı bilinmeyen Adsız<br />
Risale’nin daha büyük <strong>bir</strong> eserin <strong>bir</strong> bölümü olduğu<br />
sanılırken, 18. yüzyılda Dayezâde Mustafa Efendi<br />
tarafından yazılan Selimiye Risalesi sadece <strong>bir</strong> eserini<br />
konu edinmektedir. Mühimme Defterleri ile<br />
Süleymaniye Vakfiyesi ve caminin yapımı sırasındaki<br />
muhasebe kayıtlarından çıkarılan bilgilerin de<br />
Sinan’ın mimarî tavrıyla ilgili farkları vurguladığı<br />
açıktır.<br />
Sonraki dönemlerde yabancı seyyahlarla Osmanlı<br />
tarihçilerinin, bu arada Evliya Çelebi’nin<br />
Sinan’ın eserleriyle ilgili verdikleri bilgilerin ne<br />
kadar önemli olduğunu belirtmeye gerek yok. Bütün<br />
bunların Ahmet Refik’in yayınladığı dokümanlarla<br />
<strong>bir</strong>likte yerli yabancı araştırmacılara cesaret<br />
verdiği söylenebilir. Bugün bu türden çalışmaların<br />
sayısının bini geçtiği görülüyor, fakat bunların<br />
çokluğu sanat ve edebiyat adamlarımızı nedense<br />
harekete geçirmekte yetersiz kalıyor. Hâlbuki eserleri<br />
arasında çok da önemli <strong>bir</strong> yeri olmayan Drina<br />
Köprüsü bile İvo Andriç gibi <strong>bir</strong> yazarın romanına<br />
konu oluyor.<br />
Ortada bulunan eserler, belki sanat tarihi ve mimarlık<br />
bakımından önemli <strong>bir</strong> <strong>bir</strong>ikim oluşturuyor,<br />
ama <strong>bir</strong> dünya devleti<strong>nde</strong> 50 yıl Başmimarlık yapan<br />
ve üç kıtaya Osmanlı mührünü vuran Mimar<br />
Sinan’ı ve onun dünyasını anlatmaya yetmiyor. Bunun<br />
sorumluğu elbette hepimize ait...<br />
Ben bu sorumluluğu Mimar Sinan Üniversitesi<strong>nde</strong><br />
düzenlenen sempozyumda hissettim de<br />
romanını yazmaya o yıllarda karar verdim. Bu ko-<br />
36<br />
eylül-ekim-kasım<br />
2010